You are on page 1of 651

Chettiist

ENGLISH - TURKISH
ENCY CLOPEDIC
TECHNICAL DICTIONARY

By Fahrettin KÜÇÜKŞAHİN
Mar in e Engineer
İ TÜ , Mar i t im e Fac
ulty' s Se nio r Lec t u re
r

İNKILÂP KİTABEV
İ
İNKILÂP KİTABEV
İ
İNGİLİZCE -TÜRKÇE
ANSİKLOPEDİK
TEKNİK SÖZLÜK

Y azan:
Fahrettin KÜÇÜKŞAHİN
İ TÜ. De nizcilik Fak ül t es
i Öğ re t i m Görevlis i

İ NKILÂP KİTABEV
İ
Türkiye'de yayın hakkı:

© 1997, İNKILAP KITABEVİ


Yayın Sanayi ve Tic. A.Ş.
Ankara Cad. No: 95 - İSTANBUL
Tel: 514 06 10-514 06 11

Bu kitabın her turlu yayın


haklari Fikir ve Sanat Eserleri
Kanunu gereğince
İnkılâp Kitabevi Yayın Sanayi
ve Tic. A.Ş.'ye aittir.

ISBN 975-10- 1200-7


97-34-Y-0051- 0480

97 98 99 00 1 0 9 8 7 6 5 4 3 2 1

Baskı:
Anka Ofset AŞ .
Matbaacılar Sitesi No: 38
Bağcılar-İstanbul - 1997
"Sevgili eşim ve kızlarıma"
Y AZARIN ÖNSÖZÜ

1978 yılında başlayan çalışmalarım bugün sonuçlandı. On sekiz yıllık bu


süreç içersinde kimi zaman yavaş, kimi zaman çok hızlı çalıştım. Özellikle son
birkaç yıl adeta insanüstü bir gayret gösterdim, yüz yetmiş bin sayfayı aşan ki
tap, sözlük, dergi ve ansiklopedi taradım. İstedim ki, 'Teknik Sözlüğüm", di
ğerlerinden farklı, bana özgü olsun. Ne derece başarılı olduğumun kararı kuş
kusuz okuyucularımın olacak.

Teknik sözlük yazımı oldukça büyük cesaret, zaman, teknik bilgi birikimi
ve en önemlisi sabır isteyen bir iş... Benzetmek yerindeyse iğne ile kuyu kaz
maya benziyor. Günlerce hiç yol alamadığınız oluyor, sonra birden herşey de
ğişmiş gibi hızla akıp gidiyor. Sizi evinize, çalışma masanıza bağlıyor ve bir
dervişin sabrı ile çalışıyor, çalışıyorsunuz.

Yaşantımın önemli bir kesitini oluşturan son on sekiz yılı, böyle bir duygu
zenginliği içinde yaşadım, çalıştım çabaladım, sonuç gözlerinizin önünde,
elle rinizde...

Dizgi ve baskı dahil tüm emeği geçenlere teşekkür ediyor ve kitabımı


say gı ve sevgi ile sunuyorum.

Fahrettin KÜÇÜKŞAHİN
SAHRAYICEDİT
7.03.1996
FOREWORD OF THE AUTHOR

My research work and investigation in this field which commenced back


in 1978 eventually came to an end recently.
During this duration of 18 years, there were periods of high efficiency
where vast work has been achieved, and there were periods of lean effici
ency where little achievement has been performed.
To say the least, superhuman achievement has been performed especi
ally during the last few years. Numerous text books, dictionaries, periodicals,
and encyclopedias totalling to approximately one hundred seventy thousand
pages has been searched thoroughly.
It was my genuine wish for this Technical Dictionary to be unique, and
special; rather different than an ordinary dictionary.
It will of course be up to the evaluation, and judgment of my readers to
denote how successfully I have achieved my above mentioned goal.
The Authorship of a Technical Dictionary requires a lot of courage, time,
technical background, and last but not the least patience. It very much re
sembles trying to dig a well utilising a tiny pin.
For days you experience stagnance, then suddenly the elements of your
psychology change, and you show vast progress. This work ties you down
to your home, and office for uncountable days, and you work and work with
the patience, humbleness, and tolerance of a whirling dervish.
I have experienced a vast affluence and opulence of feeling of such kind
during the last eighteen years which constitutes an important period of my li
fe span. I have worked, and worked. The outcome and product is in your
hands, in front of yours eyes...
I also would like to utilise this opportunity to convey my gratitude, and in
debtedness to all my colleagues who have been a constant source of inspira
tion during the course of this work.
I also gratefully wish to express my special thanks to everybody who
contributed twords the publishing process of the manuscript.
Hereby I submit my final written work and product to all my readers with
my sincere respects.

Fahrettin KÜÇÜKŞAHİN
Sahrayıcedit
7.3.1996
KISALTMALAR
ABD., Amerika Birleşik Devletleri Müh., Mühendislik
Aero., Havacılık Nad. Ola., Nadir Olarak
Akust., Akustik Navi., Navigasyon, seyir bilgisi
Anat., Anatomi Nük. Fiz., Nükleer Fizik
Arg., Argo. Nük. Reak., Nükleer reaktör
Aritm. Aritmetik Opt., Optik
Ask., Askeri Org. Kimy., Organik Kimya
Astr., Astronomi Oto., Otomobil, Otomotif
Astrol., Astroloji Pist. Muh. Mak., Pistonlu Buhar Makinele
At. Fiz., Atom Fiziği ri
Pist. Pomp., Pistonlu Pompalar
Bah. Arg., Bahriye argosu Pomp., Pompalar
Bkz., Bakınız Rady., Radyo
Ben. Mot., Benzin Motorları Sıv. Y ük., Sıvı (gemi) yükü
Bilgisay., Bilgisayar Soğ., Soğutma Tekniği
Bio., Biyoloji Tak. Tezg., Takım Tezgâhları
Biokimy., Biyokimya Tek. Res., Teknik Resim
Bot., Botanik Telev., Televizyon
Buh. Kaza., Buhar kazanları Termo., Termodinamik
Tıp., Tıp
Buh., Mak., Buhar makineleri
Trigo., Trigonometri
Buh. Türb., Buhar Türbinleri Y ay. Ola., Yaygın olarak.
Ceb., Cebir Zoo!., Zooloji
Çoğ., Çoğul A C, Alternatif Akım
Den., Denizcilik at., Teknik Atmosfer
Den. Huk., Deniz Hukuku at. ağ., Atom Ağırlığı
Diz. Mot., Dizel motorları atm., Atmosfer (Basınç)
Ecz., Eczacılık at. no., Atom numarası
0
EHM., Elektronik hesap merkezi C, Selsiyüs Derece
Elekt., Elektrik, Elektronik cP., Santi Puvaz
cS., Santi Stok
Esk., Eski D C , Doğru Akım
Eşanj., Eşanjör d.n., Donma Noktası
Fiz., Fizik e.n., Erime Noktası
Foto., Fotoğrafçılık 0
F., Fahrenhayt Derece
Gaz. Türb., Gaz Türbinleri ft., Fit, Kadem, Ayak
Gem., .Gemicilik I., Akım
Gem. İnş., Gemi İnşası Şiddeti in.,
Gem. Mak., Gemi Makineleri Pus, Inç
Geom., Geometri K., Kelvin Derece
Hava., Havacılık k.n., Kaynama Noktası
lbs., libre, Paund
Hava Komp., Hava Kompresörü N., Nevton
Huk., Hukuk (Kuvvet) Nm.,
İçt. Y an. Mak., İçten Yanmalı Makineler Nevton Metre
2
İlk Y ard., İlk Yardım N/m ., Paskal
İng., İngilizce öz. ağ., Özgül Ağırlık
Jeo., Jeoloji R., Direnç, Mukavemet
Kimy., Kimya Simg., Simge,
Kimy. Müh., Kimya Mühendisliği Sembol t.s., Tutuşma
Kon. Dil., Konuşma Dili. Sıcaklığı V., Volt
(Gerilim)
Maden., Madencilik Visk., Viskozite
Mak., Makine Y oğ., Yoğunluk
Mate., Matematik Y rd., Yarda
Meka., Mekanik
Meta., Metalürji
Meteo., Meteoroloji
Mot., Motorlar
a: Bkz. 1) ampere. 2) acce/eraf/on. 3) known quan
aberration: 1) Astr. a) bir gök cisminin durumunda,
tity.
dünyanın hareketi ve ışığı nedeniyle küçük bir gö
A: Bte. 1) absolute. 2) acre. 3) Angström unit 4) ar
rüntü değişmesi; sapma, b) böyle bir değişim veya
gon. 5) area. 6) absolute temperature.
sapmanın miktarı. 2) Opt. a) tek bir odağa yaklaştır
A: ete. .Angstörm unit.
mak için ışık ışınlarının bozulması, b) böyle bir bo
A.A.E: American Association of Engineers: Ameri
zulma nedeniyle bir ayna veya mercekteki hata. 3)
kan (ABD) Mühendisler Birliği.
normalden sapma veya deviasyon; sapma; inhiraf.
A.A.E.E.: American Association of Electrical Engi-
aberration, chromatic: Farklı noktalarda odaklanmış
ners: Amerikan (ABD) Elektrik Mühendisleri Birliği.
bir ışık ışınında türlü renklere neden olan ve tayfı gö
A.B.(a.b.):Ab/e-bodied (seaman): Usta gemici.
rünür yapan mercek özelliği; renk sapması.
A.B.A.I: American Boiler and Affiliated Industries:
aberration, light: Dünyanın yörüngesel hareketi ne
Amerikan Kazan ve kazan yan kuruluşları endüstrisi.
deniyle yıldız ışığındakl değişim; ışık sapması.
A.B.M.A.: American Boiler Manufacturer Associati
abfarad: C.G.S. sisteminin elektromanyetik birimi;
on: Amerikan (ABD) Kazan Yapımcıları Birliği.
109 farad.
A.B.S.: American Bureau of shipping: Amerikan
abhenry: C.G.S. sisteminin elektromanyetik birimi;
(ABD) klâs müessesesi.
10-9 Henri.
abs.: Bkz. absolute.
ability of the engine: Mak. bir makine veya motorun
abacus:Abak; özellikle Uzakdoğu ülkelerinde hesap
(ilk hareket) yeteneği.
yapmak ve aritmetik öğretmek üzere kullanılan, tel
able-bodied seaman: Den. eğitilmiş, yetenekli deniz
ler üzerine dizilmiş renkli boncuklardan oluşan bir
ci; usta gemici; AB., ab . kısaltmalari ile belirtilir ve
alet; bir tür hesap makinesi.
çoğu zaman able seaman şeklinde de kullanılır.
abaft: Bir geminin gerisine veya kıç tarafına doğru ya
abluent: Temizlik için kullanılan herhangi bir madde;
da kıç tarafında; Den.geride, kıç tarafta.
deterjan.
abampere: C.G.S. sisteminin elektromanyetik birimi;
abnormal: Normal olmayan; alışılmış olmayan; anor
10 amper.
mal; olağan dışı.
abate: 1) şiddeti çok büyük veya aşırı olan bir kuvvet
abnormal combustion: Mot. ön yanma Bkz. preigni-
veya enerjinin şiddetini azaltmak; kuvvet veya enerji
tion, vuruntu Bkz. detonation vb. i gibi özelliklere
si makul bir düzeye veya şiddete kadar azaltılabilir.
sahip yanma; anormal yanma.
2) aşırı bir düzeyde azaltmak.
abnormal cylinder pressure: Anormal silindir basın
abaxiai: Eksenden uzak.
cı; motorlarda normaldan yüksek veya düşük yan
abbe condenser: Bir ayna ve bir sıra geniş açılı renk
ma basıncı.
siz mercekler yardımıyla kuvvetli ışık veren bir mik
abnormal cylinder temperature: Anormal silindir sı
roskop bağlantısi; Abbe kondensatörü.
caklığı.
Abbe refractometer: Sıvıların kırılma oranlarını ölç
abnormal reflections: Radyo dalgalarının, katmanın
mek için kullanılan bir cihaz; prizma bileşenleri Ab
kritik frekansından daha büyük frekanslarda iyonos-
be tarafından İcat edilmiştir.
ferden yansıması; anormal yansımalar.
abcoulomb: C.G.S. sisteminin elektromanyetik biri
aboard: Bir gemi ya da uçakta olmak; gemide; uçak
mi; 10 kulon.
ta.
abeam: 1) gemi boyu veya omurgasına dik açıda. 2)
aboard ship: Bir gemide olmak; gemide.
bordanın tam ortası hizasında.
abohm: C.G.S. sisteminin elektromanyetik birimi;
aberrance: Sapma. 10-9 ohm.
Aberrancy: Bkz aberrance.
about-ship: Bir gemiyi diğer yöne almak veya yönü
aberrant: Gerçek, doğru veya normalden sapma. nü değiştirmek.
above-dec k cran e A.C.
sı veya bölüntüsünde sıfır noktası; ısının bulunmadı
above-deck crane: Den. ticaret gemilerinde güverte ğı nokta; sıfırın altında 459° F (460° F kabul edilir)
üzerine yerleştirilmiş ve yükleme boşaltma için Kulla veya-273,15° C.
nılan kreyn ; vinç. absorb: 1) Fiz. almak ve yansıtmamak; içine
abrasion: 1) sürtünme veya kazıma ile aşındırma. 2) almak veya ısıya çevirmek.
seri, katı bir cisim tarafından derinin sıyırılması. absorbency: Emici olma özelliği;
abrasion machine: Türlü maddeleri aşınma dayanıklı- emicilik.
ğı yönünden denetleyen veya tecrübe eden bir maki absorbent: Nem, ışık ışını vb.lerini emme yeteneğin
ne; aşındırma makinesi. de olan (madde); nem emici, örneğin kalsiyum klo-
abrasion resistant: Aşınmaya dayanıklı (madde veya rür; nem, ışık ışını vb.lerini emen şey veya madde;
maddeler). sodyum hidroksit C0 2 ve alkalin pirogallol ise oksi
abrasive: 1) sürtünme ile diğer maddeleri aşındıran jen için en iyi emicilerdir.
veya parlatan bir madde; zımpara (kâğıdı veya be absorbent filter: Mak. yağlama yağından yabancı
zi); aşındırıcı, kazıyıcı veya silici (bir madde). maddeleri, bir sünger gibi emen veya alan filtre; emi
abrupt: Çok çabuk olan; ani olarak olan; birden bire ci filtre veya süzgeç, örneğin filtre kâğıdı.
oluşan. absorber: 1) Nük. Ener. emen bir madde. 2) bir rad
abscissa: Mat. bir grafikte yatay olarak çizilmiş çizgi yasyon kaynağı ile bir detektör arasında bulunan ci
veya çizgi parçası; koordinat sistemlerinin yatay kıs sim veya levha. 3) Reakt. nötronları emen fakat nöt
mı veya ekseni; apsis. ron üretmeyen madde.
absolute: Mutlak, salt veya absolü. absorption: Nük. Ener. 1) bir cisimden geçip çıkan
absolute altimeter: Yerden yansıtılan (aksettirilen) partikül veya tanecik. 2) bir partikülün bir cisimden
radyo dalgaları ile bir uçağın yükseltisi veya rakımını geçerken kinetik enerjisinin azalmasına neden olan
saptayan cihaz; mutlak altimetre. olay. 3) elektromanyetik radyasyonun içinden geçti
absolute atmosphere: Mutlak atmosferik basınç; de ği cisme tümü i!e veya kısmen ısı geçirmesi olayı. 4)
niz düzeyinde 0°C ve 760 mm civa (Hg) yüksekliğin bir maddenin bağımsız bir cisim olarak (fiziksel ve
de, atmosferik havanın ortalama basıncı; atm. kısalt kimyasal) özelliklerini kaybetmeksizin, başka bir
ması ile belirtilir Bkz, atmospheric pressure. maddenin içine girmesi veya onunla birleşmesi.
absolute centigrade scale: Bkz. Kelvin scale. absorption: Bir sıvı veya akıcı bir maddenin, gözenek
absolute density: Mutlak yoğunluk. Bkz. density. li oluşu nedeniyle katı bir maddenin içine girmesi ve
absolute expansion: Bir sıvının içindeki kaba göre ya nüfuz etmesi.
göreli olmayan genişlemesi; mutlak genişleme. absorption: Fiz. bir gaz veya bir gaz karışımının sıvı
absolute Fahrenheit scale: Bkz. Rankine scale. haline dönüşümü; radyan enerjinin diğer enerji türle
absolute humidity: Mutlak nem; birim hava hacmin rine dönüşümü.
deki gerçek su miktari. absorption capacity: Emme kapasitesi veya sığası.
absolute magnitude: Astr. Mutlak büyüklük; bir yıldı absorption cell: Fiz. emme tayfının saptanması sıra
zın 10 parseklik mesafeden görünür büyüklüğü. sında sıvıları tutmak için kullanılan bir cam kap.
absolute permittivity: Mutlak permitivite; herhangi absorption dynamometer: Fiz. emilen veya atılan
bir medyum içinde, iki elektrik şarjı arasındaki bir enerjiyi ölçen bir cihaz; emici dinamometre.
kuvvet için kullanılır; absorption hygrometer: 1) Fiz. nem değişimi ile bir
absolute pressure: Mutlak basınç; atmosfer basıncı insan saçının veya benzer bir organik maddenin bü
tarafından kısıtlanmayan gerçek basınç; manometre züşmesi veya uzaması ile çalışan bir higrometre ve
basıncına atmosferik basınç eklenerek veya vakum ya nemölçer. 2) havayı kurutucu bir maddeden geçi
çıkarılarak bulunan basınç. rip bu maddenin ağırlığının artması ile nemi ölçen
absolute refractive index: Bir maddenin vakuma gö bir cihaz.
re sabit bir değeri; vakum/havanın mutlak kırılma in absorption of gases: Fiz. sıvılar içinde gazların çözel
deksi 1,00028'dlr. tileri.
absolute scale: Bkz. absolute temperature scale. absorptive: Kısmen emen, emici bir maddeyi tanımla
absolute substance: Kimy. diğer maddelere karışma mak için kullanılır; İnce bağırsaklar glükoz ve amino
mış bir madde; sadece etanol kapsayan mutlak al asitleri emerler gibi.
kol gibi. absorptivity: Fiz. bir yüzey tarafından emilen ve yü
absolute temperature: Mutlak sıcaklık; Selsiyus ska- zeyde biriken radyan enerji bölümü (Bkz. absorpti
lasının sıfırının 273 derece altında olan sıcaklık dere on capacity).
cesi: [K] kısaltması İle belirtilir; Selsiyus dereceyi abstersive: Bkz. abstergent.
mutlak sıcaklığa çevirmek için, 273,15° eklenir. abtop: Meteorolojik mesajlarda hava sıcaklığı ve rüz
absolute temperature scale: Mutlak sıcaklık bölüntü gâr durumunun sayı kodu şeklinde verileceğini belir
sü veya skalası; selsiyus dereceye 273,15° eklene ten kelime veya kod.
rek bulunan sıcaklık; [K]. abstract: Kimyasal yöntemlerle ayırmak; özet; soyut.
absolute units: Fiz, temel kütle, uzunluk ve zaman bi abvolt: C.G.S. sisteminin elektromanyetik birimi;
rimlerini belirten herhangi birimler takımı; mutlak bi 10-8 volt.
rimler. abwatt: Bir güç birimi; 10 vat.
-7

absolute vacuum: Bkz. vacuum; mutlak boşluk. abyssal: 1) okyanus derinliklerine ait. 2) Den. ölç
absolute viscosity: Mutlak viskozite; Newton formülü mek için çok derin; iskandil ile ölçülemeyen.
ile hesaplanan, yağ katmanının bozulmaya karşı Ac: Bkz. actinium.
gösterdiği direnç; dinamik viskozite adı da verilir ACC: Automatic combustion control: Otomatik yan
(Bkz. dynamic viscosity). ma kontrolü.
absolute zero: F/z. mutlak sıfır; mutlak sıcaklık skala A.C. (a.c): Elekt. Alternating current: Alternatif
A.C.V. 3 acetat e rayo n
koymak için
akım. kullanılır.
A.C.V.: Air cushion vehicle; Bkz. hovercraft. accessory: 1) Elekt. bir galvanometrenin ampermetre
acaroid resin (or gum): Bazı bitki türlerinden alınan ye çevrilmesini sağlayan bobin gibi, yardım eden fa
ve cila vb. i yapımında kullanılan reçine veya sakız. kat gerekli olmayan. 2) aksesuar
accelerable: Hızlanma yeteneği olan; hızlanabilen. accident insurance: Den. kaza nedeniyle oluşan ha
accelerant: 1) Kimy. katalizör. 2) kimyasal bir tepki sara karşı sigorta; kaza sigortası.
meyi hızlandıran şey. accomodation ladder: Den. geminin bir tarafına,
accelerate: 1) hızını yükseltmek; 2) daha çabuk olma özellikle iumbarağzına asilan merdiven ya da iskele.
sına neden olmak. 3) daha çabuk gitmek; hızlandır account file: Bilgisay. Hesap kütüğü.
mak. accumulate: Biriktirmek; birikmek, yığmak; yığılmak;
accelerated motion: Fix. hızı sabit olmayan, azalan toplamak; belirli bir zaman aralığında çoğaltmak: 1)
veya çoğalan. elektroliz yolu İle ikincil bir pilin elektrik şarjnı biriktir
accelerating chamber: Nük. Ener. hızlandırma odası; mesi, b) radyoaktif maddelerden küçük miktarda alı
havası boşaltılmış ve içinde yüklü taneciklerin hızlan- nan günlük radyoaktivitenin vücutta tehlikeli bir şekil
dırıldığı bir kap veya hücre. de birikmesi.
accelerating jet: Benzin motorlarının karbüratörleri- accumulation: Birikme; yığılma; toplama.
nin kapış memesi veya nozulu. accumulation test: Buh. Kaza. Güvenlik (emniyet)
accelerating pedal: Kara taşıt araçlarının gaz pedalı; valfının çıkış kapasitesini ve dolayısıyla kazanın ko
hızlandırma pedalı. runmasını belirlemek için uygulanan bir deney; de
accelerating pump: Oto. makine hızlanacağı zaman ney sırasında, kazanın çalışması için gerekli olanları
karışımı zenginleştirmek için karbüratörlere donatı dışında tüm buhar çıkışları kapatılır. Alev borulu ka
lan bir pompa; hızlandırma pompası; kapış pompa zanlarda 15 dakika ve su borulu kazanlarda 7 daki
sı. ka için fayrap maksimum düzeye çıkarılır; bu arada
accelerating tube: Nük. Ener. hızlandırma tüpü; boyu kazan basıncı yükselir ve güvenlik (emniyet) valfı
çapına göre çok büyük silindirsel bir boru şeklinde atar. Eğer kazanın basıncı deneyin yapıldığı süre
olan hızlandırma odası; bu tüp ya içinde vakum ola içinde müsaade edilen maksimum basıncın % 6'sını
rak kapatılır veya içersinde sürekli olarak vakum geçmiyorsa valf yeterli, eğer basınç yükselmeye de
oluşturulur. vam ediyorsa yetersizdir; yığma deneyi; bu deney
acceleration: Hızın zamanla değişim miktarı; aksöle- yeni kazanlara uygulanır.
2 2
rasyon; ivme; m/s veya cm/s ile belirtilir. 2) hızla accumulator: 1) Elekt. gerektiğinde dış devreyi besle
nan. 3) hızda azalma veya çoğalma şeklinde görü mek üzere elektrik enerjisini depo etmek için kullanı
len değişim. lan bir cihaz; bir elektrolite batırılmış iki plâkadan
acceleration, gravitational: Bir cismin vakum içinde oluşur; ing. akümlatör. 2) Diz. Mot. bazı hidrolik re
serbest düşmesi sırasında kazandığı hız. gülatörlerde çalışma sıvısını depolayan silindirsel iki
acceleration of gravity: Yerçekim ivmesi; yerçekimi kaptan biri.
nedeniyle serbest olarak düşen bir cismin ivmesi; accuracy: Doğru veya duyarlı olma durumu veya
9,81 m/s2 birimi ile belirtilir ve g kısaltması ile göste özelliği; duyarlılık; doğruluk.
rilir. accurate: Hatası olmayan; hatasız; doğru; duyarlı.
acceleration pump: Bkz. accelerating pump. acentric: Merkezaçık: Gem. Mak. eksentrik.
accelerator: 1) kauçuğun vulkanizasyon miktarını hız acetal: Kimy. renksiz, hoş kokulu bir organik sıvı,
landıran bir madde. 2) Kimy. pozitif katalizör olarak C6H14o2 ;asetal; alkollerin oksitlenmesi veya alde
bir kimyasal tepkimeyi hızlandıracak şekilde etkiyen hit ya da ketonlann ısıtılmasından elde edilir; kozme
bir madde. 3) Nük. Ener. elektron, proton, nötron ve tik ve .ilaç endüstrisinde kullanılır.
ya helyum iyonları gibi yüklü taneciklere büyük kine acetaldehyde: Kimy. asetik aldehit; aldehit; etanol;
tik enerji sağlayan cihaz : Sikiotron, betatron vb. i. etilaldehit; renksiz, dumanlı, yangın tehlikesi olan,
4) Oto. özellikle ayakla çalıştırilan ve motora verilen insan sağlığı için zararlı, kuvvetli paslandırıcı bir sıvı,
hava-yakıt karışımını düzenleyen kısım; gaz pedalı. CH3CHO; 20°/20° de öz. ağ. 0,7827; d.n. -123,5°
accelerator pedal: Gaz pedalı; Bkz. accelerator. C; t.s. yaklaşık 165 C; visk. 0,25 cP (20°'de); çevre
accelerator tube: F/z. elektronlar arasında çok yük sıcaklığında gaz halindedir; çözücü olarak ve türlü
sek potansiyel farkı uygulanarak iyonlan yüksek organik bileşiklerin yapımında kullanılır.
enerjilere kadar hızlandırabilen bir vakum tüpü. acetamid: Bkz. acetamide.
accelerometer: Hava. bir uçağın hareket sisteminin acetamide: Kimy. renksiz kristalli, saf olduğu zaman
ivmesini saptayan bir cihaz; ivmeyi ölçer, gösterir ve kokusuz bir organik madde, CH CONH ; asetamit;

3 2
kayıt eder. çözücü olarak kullanılır; asetik asitin bir amidi.
acceptance rating: Den. tam yüklü bir geminin di acetanilid: Bkz. acetanilide.
zayn hızının sürdürülmesini sağlayan ve maksimum acetanilide: Kimy. beyaz, kristalli organik bir madde,
gücün % 80'inden büyük olmayan beygirgücü; ka CH 3CONHC 6H 5 ; asetanilit; asetik asitin anilini etki-
bul gücü. mesiyle elde edilir ve ağrı azaltıcı ve ateş düşürücü
acceptor: Bazı şeyleri kabul eden kimyasal bir tür: a) olarak kullanılır.
proton kabul eden bir baz. b) elektron kabul eden acetate: Kimy. asetat; asetik asitin tuzu veya esteri.
oksitleyici bir madde, acetated: Kimy, asetik asit ile işlem görmüş veya mu
access door: Gem. Mak. besleme suyu ısıtıcıları, eva amele edilmiş.
porator vb. i eşanjörlerin gövdeleri veya zarflarına acetate plastics: Kimy. selüloz asetattan yapılan plas
donatılan giriş kapağı; eşanjörün içine girme ve ısıt tikler; asetat plastikleri.
ma kangal ya da borulannı çıkarma ya da yerine acetate rayon: Kimy. selüloz asetat rayon.
aceti c 4 aci d numbe r

acetic: Kimy. asetik asit veya sirke kapsayan veya


alev veren bir cihaz.
ona benzeyen ya da sirke üreten.
acetylsalicylic acid: Asetilsalisilik asit; aspirin.
acetic asid: Sıv. Yük. asetik asit; etanik asit; metan
AC generators: Bkz. alternators.
karboksilik asit; sirke asitl; sirke gibi keskin kokulu,
Acheson process: Acheson işlemi; kok kömürünü
insan sağlığı için zararlı, renksiz sıvı veya kristalli ka
grafite çevirmek veya karborandum Bkz. carborun
tı, CH3COOH; 20°/20°C'de öz. ağ. 1,0492; 20°C'de
dum yapmak için uygulanan bir tür elektrik ocağı iş
visko. 1,22 cP; t.s. yaklaşık 540°.
lemi.
acetic acid bacteria: Alkolü asetik asite dönüştüren
achromat: İki veya daha fazla farklı dalga boylarının
mikroorganizma veya bakteriler; sirke asitl bakterile
aynı fokal boya sahip olması için düzeltilen bir bile
ri.
şik mercek; akromat.
acetic anhydride: Sıv. Yük. asetik anldrit; asetik ok
achromatic: 1) renksiz. 2) renkleri doğal hali ile gös
sit; asetik oksil; etonik anldrit; renksiz, akıcı, kuvvetli
teren (mercekler için söylenir).
asit ve çok tahriş edici, insan sağlığı için zararlı bir
«chromatin; Bio. bilinen renklerle kolayca boyanama-
sıvı, (CH 3 CO)20; t.s. 260°C'den büyük; organik sen
yan bir hücre çekirdeği maddesi; akromatin.
tezlerde ayıraç olarak kullanılır.
achromatism: Renksiz olma durumu veya özelliği;
acetify: Kimy. asetik asit veya sirkeye dönüştürmek.
renksizlik.
acetimeter: 3te. acetometer.
achromatous: 1) renksiz. 2) yetersiz renkli.
acetobacter: Alkolleri oksitleyerek asetik asite çeviren
achromic: Renksiz.
aerobik Bkz. aerobic mikroorganizma
achromous: Renksiz.
acetometer: Kimy. belirli miktardaki sirke veya diğer
acid: 1) Kimy. asite benzeyen veya asite ait; asit özel
sıvıların içindeki asetik asit miktarını bulmak için kul
liğinde olan 2) ekşi bir madde. 3) Kimy. metallerle
lanılan bir cihaz; asetometre.
tepkimeye girerek tuzlan oluşturan, bu arada H2
acetone: Sıv. Yük. dimetil keton; aseton; propanon;
iyonlari (protonlar) veren, mavi turnusol kağıdını kır
nem emici, dayanıklı, insan sağlığı için zararlı bir bi
mızıya çeviren, genellikle sıvı halde bulunan kimya
leşik, CH3CO.CH3; 20°/20°'de öz. ağ. 0,791; visk.
sal madde.
0,337 (150C'de); t.s. 5380c; hafif narkotik etkisi var
dır, boya çıkana, belirli yağ ve diğer organik bileşik acid anhydride: 1) Kimy. su ile birleştiğinde asit oluş
lerin çözücüsü olarak kullanılır. turan metalsi (ametal) oksit. 2) suyun çıkarılmasıyla
acetone cyanohydrin: Sıv. yük. aseton slyanohidrin; asitten türeyen bir bileşik.
acid based: Kimy. asit esaslı veya kökenli (madde).
a -dhldrokziizobütironitrll; 1- hidrokzi- 2- metilpropan-
nitrll; 2- metil lakonltrii; izo propilsiyanohidrin; acid brittleness: Asit gevrekliği veya kırılganlığı; bir
Simg. (CH3)2COHCH olan saydam, renksiz, akıcı, asit veya elektrikle kaplamaya maruz kaldığında bir
yarı tatlı, suda tümü ile çözünen, insan sağlığı için çelikte oluşan gevreklik; çeliğin hidrojen emmesiyle
çok zararlı bir sıvı; 20°C*de öz.ağ. 0,928; visk. 3,8 veya özümlemesiyle oluşur.
cP (20°C'de); gemilerde normal sıcaklık ve atmosfe acid content: Genellikle motorlarin sıvı yakıt ve yağla
rik basınçta taşınır, ma yağlarında sözü edilen bir nitelik; asit kapsamı,
acetonic; Kimy. asetondan türeyen. içeriği veya muhtevası.
acid core solder: Asitli lehim teli.
acetose: Bkz. acetouse.
acetouse: Kimy. sirkeye benzeyen; sirke üreten; ekşi. acid-fast: Asit veya asitlere dayanıklı.
acid-forming: 1) bir kimyasal tepkimede asit oluştu
acetum: Ecz. sirke.
ran; asitik. 2) metabolizmada asit artığı oluşturan.
acetyl: Kimy. asetik asitten türeyen CH3CO kökü; ase-
tll; sadece bileşiklerde bulunur; asetil kökü. acidic: 1) Bkz. acid-forming. 2) aşın asitli madde kap
sayan.
acetylate: Kimy. asetil Kökü ile birleşmek; asetilat.
acetylcholine: Kimy. çavdar mahmuzundan damıtılan acidic hydrogen: Bir asitin, metallerle yer değiştire
bir alkaloid; asetilkolin, C 7 H 17 0 3 N ; kan basıncını rek tuzlan oluşturan hidrojen atomları; asitik hidro
azaltmak ve mide ile bağırsak hareketini hızlandır jen.
mak için kullanılır. acidic oxide: Kimy. asitik oksit; suda çözünerek asit
acetylene: Kimy. asetilen; renksiz, zehirli, çok yanıcı oluşturan bir oksit; bu oksitler metalsi oksitlerdir; kü
kürt dioksit (S0 2 ) bir asitik oksittir.
-7
ve gaz halinde bir karbonlu hidrojen C 2 H 2 ; oksi- acidification: H+ konsantrasyonu 10 mol/litre
ase-
tilen kaynağı, aydınlatma ve bir çok organik bileşi olan bir asit çözeltisi yapma işlemi; asit tepkimesi
ğin sentezini başlatıcı madde olarak kullanılır; su ile gösteren.
kalsiyum karbürden (Karpitten), CaC2 elde edilir. acidify: 1) asit olmak; asit yapmak. 2) asite dönüştür
acetylene burner: Asetilen gazı ile çalıştırılan bir yakı mek. 3) ekşitmek.
cı veya bek; asetilen beki. acidimeter: Kimy, bir çözelti veya diğer bir karışımda
acetylene hose: Asetilen hortumu; oksî-asetlien kay belirli ağırlık veya hacimdeki asiti bulmak için kullanı
nağında asetilen gazını şalumaya taşıyan lastik hor lan bir cihaz veya çözelti; asidimetre.
tum. acidity: 1) asit durumu veya niteliğinde (olma); pH.
acetylene lamp: Karpit lâmbası; asetilen lâmbası. 2) bunun derecesi. 3) yüksek asitlilik.
acetylene series: Asetilen serisi; alifatik sınıfı doyma acid number: Asit sayısı; toplam asit sayısı; gemi di
mış karbonlu hidrojenler; bu serinin en basit bileşiği zel motorlarının yağlama yağiarındaki inorganik ve
asetilen {C2H2) olup, normal atmosferik koşullarda organik asitlerin toplamı; yanma sırasında oluşan
gaz halindedir ve kaynama noktası -82,5°C ve ka sülfürik asit ve deniz suyundan gelen tuz, inorganik
palı formülü C n H 2n- 2 'dir. ve zayıf organik asitler tarafından oluşturulur; kuvvet
acetylene torch: Asetilen kaynak şaluması; oksi-aseti- li ve zayıf asit olarak da isimlendirilir; asit sayısı AN
len kaynağı için kullanılan ve çok yüksek sıcaklıkta ve TAN kısaltmaları ile belirtilir.
acidoid 5 actio n
0 0
sıvı; 20 /20 C'de öz, ağ. 0,8427; visk. 0,393 cS
acidoid: Asit özellikleri gösteren koloid. (30°C'de); gemilerde çevre sıcaklığı ve atmosfer ba
acid pig iron: Metal, çelik yapımı için, Bessemer kon- sıncında taşınır; kimyasal savaşlarda göz yaşartıcı
vertöründe kullanıma uygun bir pig demiri türü; asit gaz olarak kullanılır.
pig demiri (Ticarî isim). acronym: Bilgisay. akronim.
acid radical: Bir asilin negatif parçası, örneğin S0 4 across: 1) enine. 2) bir kenardan diğerine.
veya Cl. acrylic: 1) Kimy. akrolinin oksitlenmesinden elde edi
acid resistant: Asit veya asitlere dayanıklı. len renksiz, keskin kokulu bir asiti belirtir, C 3 H 4 0 2
acid resisting paint: Asite dayanıklı boya; egzoz fan ;
fan vb. i yerleri korumak için kullanılır. 2) Kimy. genel formülü C n H 2n .2 02 olan olefin asitleri
acid sludge: Petrol rafinerilerinde damıtma sırasında serisine ait veya onu belirten.
elde edilen ve çoğu zaman yakılan bir yan ürün; asit acrylic acid: Akrilik asit; akrilik reçine yapımında kul
çamuru. lanılan bir asit; Bkz. acrylic; CH2CHCOOH.
acid steel: Asit çeliği; asit cürufu üreten silisli malze acrylic fiber: Kimy. hidrojen siyanür ve asetilenin bile
meden döşeme ile kaplı açık eritme ocağından elde şiğinden üretilen yapay lif grubundan herhangi biri;
edilen çelik. akrilik lif
acid, strong: Suda çözündüğü zaman, yaygın olarak acrylic resin: Kimy. akrilik asitin veya metakrilik asit
iyonize olan veya iyonlaşan bir asit; kuvvetli asit. esterlerinin polimerleşmesinden elde edilen saydam
acid test: Asit deneyi veya tecrübesi. termoplastik reçinelerden herhangi birinin grubu.
acidulate: Bir dereceye kadar asit veya ekşi yapmak. acrytonitrile: Sıv. Yük. akrilonitril; preponeik asit nltrîl;
acidulous: Bir dereceye kadar asit veya ekşi. vinil siyanür, H2 C: CHCN; saydam, renksiz, akıcı,
acid value: Bir hayvansal yağ veya yağlama yağında hafif ve güzel kokulu, çok reaktif, polimerleşmeye
ki serbest yağ asiti değeri; bir maddenin bir gram eğilimli, yangın tehlikesi olan, insan sağlığı için çok
serbest yağ asitini nörtleştirmek için gerekli, milig zararlı bir sıvı; gemilerde atmosferik basınçta taşınır;
ram türünden KOH veya NaOH miktari; asit değeri. plastikler ve sentetik kauçuk yapımında kullanılır.
acid, weak: Klmy. zayıf asit; suda çözündüğü zaman act. Bkz. active: Aktif; faal.
küçük miktarda iyonlaşan bir asit. actinic: Aktinik; ültraviyole (morötesi) ışığı veya X ışın
acknowledge: Alındı. ları özelliğinde olan; aktinik.
acme: En yüksek nokta. actinic rays: Kısa dalga boyunda ve kimsayal deği
acme thread: Acme vidası veya dişi; dişdibi ve diş üs şimler üreten ışık ışınları; tayfın morötesi (ültraviyo
tü düz olan ve 29 derecelik açıya sahip olan diş; ha le) kısımlarında görülür; güneş ışığının morötesi ışın
reketin iletilmesinde kullanılır. lan bakımından zengin bir bölümü; aktinik ışınlar.
acnode: Mate, bir eğrinin üzerinde bulunan ve eğri actinide elements: Bkz. actinides.
nin keskin bir biçimde geriye döndüğü yerdeki nok actinides: Kimy. aktinitler; atom numaralan 90-101
ta. (dahil) olan elementlerin serileri için önerilen isim;
A-column: Bkz. frame. atom numaralan 102 ve 105 olan elementler de bu
acorne nut: Mak. tırtıllı somun; taçlı somun. seriye girmektedirler; bu seri elementleri için thorit
acoustic: Duyulan seslerin bilimi; duyulan ses; duy ve turanid isimleri de önerilmiştir.
maya ilişkin; akustik. actinide series: Bkz, actinides.
acoustically: Akustik bakımından; akustik olarak. actinism: Kimy. kimyasal tepkimeler yardımıyla üreti
acoustic power: Duyulan seslerin gücü; ses gücü. len morötesi ışığı, X ışını vb. i özelliğinde oları; akti-
acoustic pressure ratio: Bkz. critical pressure ratio. nizm.
acoustics: 1) bir oda, tiyatro salonu vb.inde sesin na actinium: Kimy. Debierne tarafından 1899 yılında keş
sıl iletildiği veya net duyulduğuna ilişkin özellik; fedilen uranyum ve radyum cevherleri ve diğer mine
akustik. 2) duyulan ses veya seslerin bilimi; akustik rallerde bulunan, radyoaktif kimyasal element; iki do
bilimi. ğal izotopu bilinmektedir: Ac227 ve Ac228; bu iki ele
acoustic shadow: Akustik gölge; bir maddenin varlığı mentin yapay olarak elde edilmesi için çekirdek tep
nedeniyle sesin duyulamadiğı bir bölge. kimesine gereksinim vardır.
acoustic sounding: Meteo. akustik iskandil veya son actinoid: Yıldız şeklinde (olan); şekli yıldıza benze
daj; ses dalgalarının yayılma ve alınma özelliklerin yen; aktinoit.
den yararlanılarak atmosferin araştırılması yöntemi. actinolite: kimy. anfibol'ün yeşilimsi bir türü; aktinolit.
acqua fortis: Kezzap; nitrik asit. (Bkz. nitric acid). actinology: İşık ışınları ve onların kimyasal etkilerini
acqua regia: Bkz. nirohydrochloric acid. inceleyen bilim dalı; aktinoloji.
2 2
acre: 1) 43500 fit veya 4046,5875 m 'ye eşit olan bir actinometer: 1) F/z. güneş ışınlarinın veya ışık ışınları
alan (arazi) birimi; İngiliz dönümü; akr. nın aktinik etkisinin şiddetini ölçmek için kullanılan
acre-foot: Bir akr'lık (4046,5875 m2) yüzey ve bir fit bir cihaz; aktinometre. 2) Fotoğ. pozometre.
(0,305 m) derinlik kapsayan su miktari; akr-fut. actinometry: 1) aktinometre kullanılarak radyasyo
3
acre-inch: 1 akr futun on ikide biri veya 3630 fit . nun şiddetinin ölçümü; aktinometri. 2) ışığın fotokim-
acridine: Kimy. renksiz, kristalli bir bileşik, C13H9N; yasal şiddetinin saptanması.
kömür katranında bulunur; belirli boya maddesi ve actinon: Radon'un radyoaktif izotopu; aktinon;
ilaç yapımında kullanılır. at.ağ.219; at.no. 86 olan bir gaz.
acrolein: Sıv. Yük. Akrolin; akriloaldehit; akrilik alde action: 1) birşeyln yapılması; hareket veya çalışmada
hit; alil aldehit; propenal; 2-propenal; Simg. H2C: olma. 2) bir makinede olduğu gibi hareket, çalışma
CH.CHO; renksiz veya sarımsı, hoş olmayan koku vb. 3) bir makine, silah, piyano ve vb.inin hareketli
lu, nem emmeyen, kolayca polimerleşen, yangın parçaları veya mekanizması. 4) bir maddenin diğer
tehlikesi oluşturan, İnsan sağlığı için çok zararlı bir bir maddeyi etkimesi; çinkonun seyrettik H2SO,,'ü et-
activate 6 adressin g machine
mek; bir maddenin hareketini veya bir mekanizma
kimesi H2 nın çalışmasını sağlamak.
üretir. actuating assembly: Tahrik veya çalıştırma sistemi
activate: 1) aktif veya faal yapmak. 2) radyoaktif ya da donanımı: tahrik donanımı.
yap actuating bell crank: Mak. tahrik mafsalı.
mak. 2) etkinleştirmek. actuating mechanism: Tahrik veya çalıştırma meka
activated: 1) daha aktif yapma; yüzeyi emilmiş gazlar nizması.
dan arindırılmış bir emici. actuator: 1) Mak. çalıştırma kolu; tahrik kolu. 2) yük
activated carbon: Odun, fındık kabuğu, hayvan ke sek güçtü, iki zamanlı dizel motorlarında egzoz supa
mikleri ve diğer karbonlu maddelerin tahripkâr damı bını açan hidrolik hareket verici. 3) bilgisay. mantık
tılmasından elde edilen bir karbon türü; 800°- sal sürücü.
900°C'ye kadar buhar veya karbon dioksit ite actuator piston: Diz. Mot. yüksek güçlü, doğru akımlı
ısıtılarak gözenekli iç yapıya sahip olacak şekilde ak- makinelerde egzoz supabını çalıştıran hidrolik pom
tiflenîr; aktif karbon; aktiflenmiş karbon. panın pistonu; hareket verici piston.
activated sludge: Aktiflenmiş çamur; bakteri ve proto actuator pump: Diz. Mot yüksek güçlü doğru akımlı
zoa kapsayan ve kanalizasyonlara katılan bir çamur; makinelerde egzoz supaplarını açmak için kullanılan
Kanalizasyon artıklarına katılır ve havalandırılır; mik maksimum 180 barlık hidrolik basıncı sağlayan ve
roorganizmalar çamuru temizler ve böler. bir kam ile çalıştırılan pompa; hareket verici pompa.
activated water: Nük. Ener: yapısında geçici olarak acute: 1) Geo. 90 dereceden küçük (açı). 2) sivri uç-
aktif iyonlar, atomlar, kökler ve moleküller bulunan lu. 3) şiddetli ve keskin. 4) şiddetli fakat kısa süreli;
kronik olmayan.
su; aktif su; içersinde iyonlayıcı radyasyonun geçişi
sırasında oluşan su. acute angle: Geo. dar açı; 90 dereceden küçük açı.
acute-angled: Dar açılı; 90 dereceden küçük yapıya
activating: Etkinleştiren. sahip olan.
activation: Etkinleştirme. acute-angled triangle: Dar açılı üçgen,
activation theory: Buh. Kaza, püskürtülen sıvı yakıt acyclic: 1) çevrimse! olmayan; çevrimlerde olmayan.
damlacıklarının yüzeyinde aktif moloksitlerin BKz. 2) Kimy. kapalı çevrimden çok açık zincir yapıya sa
moloxide oluşumu kuramı; aktivasyon kuramı. hip olan.
activator: Kimy. katalizör; etkinleştirici. adv. Bkz, advance.
active: Etkin; aktif. adamsite: Kimy. kokusuz, kristalli bir bileşik, NH.
active deposit: Bir yüzeyde yığılmış olan herhangi (C 6 H4 )2 . AsICI; kimyasal savaşlarda akciğerleri etki
bir radyoaktif madde. leyen buharlar şeklinde kullanılır; Simg. DM.
active gas: Diğer maddelerle kolayca birleşen gaz; adapter: 1) Elekt. alternatif akımın gerilimini düşüren
aktif gaz. ve onu doğru akıma çeviren elektriksel bir cihaz;
active mass: Aktif kütle; birim hacmin kütlesi; genel adaptör. 2) Mak. bağlayıcı bir cihaz; farklı çapta iki
olarak rnol/lt türünden belirtilir. dişli ucu birleştiren ara rakor. 3) Elekt. farklı fişleri
activity: Etkinlik; aktivite. kullanmaya elverişli ara parçası.
actomyosin: Aktın ve miyosin gibi iki proteinden olu adapter bearing: Mak. adaptör yatağı.
şan bir madde; aktomiyosen. adapter coupling: Mak. adaptör kaplın veya bağlayı
actual air: Bkz. actual amount of air. cı.
actual amount of air: Gerçek hava miktarı; 1 kg katı, add: Mat. toplamak; ilâve etmek; eklemek.
sıvı veya gaz yakıtın makine silindirleri veya kazan addendum: Mak. bir dişlide dişüstü (dairesi).
larda yakılması için gereken hava miktar»; kg,m3, addendum circle: Mak. dişlilerin çiziminde yararlanı
Nm3, lt/dk vb. i türlerden hesaplanır. lan ve dişlerin üzerinden geçeri daire; dişüstü daire
actual capacity: Malt, gerçek kapasite; bir pompanın si.
birim zamanda çıkış devresine verdiği akışkanın hac addend: Toplanan.
mi veya ağırlığı; kg/s.mS/s, m3/saat, litre/dakika adder: Toplayan; iki veya daha fazla sayının toplamı
vb. i birimlerle belirtilir. nı sağlayan bir makine.
actual compression ratio: Diz. Mot. gerçek kompres- adding machine: Toplama, çıkarma, çarpma ve böl
yon oranı; iki zamanlı dizel motorlarinda toplam me işlemleri yapan bir makine; mekanik hesap maki
strok hacminden kayıp strok hacminin çıkarılması so nesi; hesap makinesi.
nucu bulunan gerçek strok hacmine uyan kompres- addition: 1) İki maddenin birbirlerini etkiyerek yeni
yon oranı. bir madde oluşturdukları kimyasal bir işlem. 2)
actual cycles: Çalışmakta olan kompresör, buhar ma Aritm, dört işlemden biri; toplama.
kinesi veya dizel motorlari gibi pistonlu makinelerin addition polymer: Kimy. iki veya daha fazla (sayıda)
silindirlerinden alınan gerçek diyagramlar. basit molekülün birleşerek oluşturdukları, aynı am-
actual engine: Gerçek makine; türlü enerjileri meka prik formüle sahip, fakat çok daha yüksek göreli mo-
nik enerjiye dönüştüren makine; karşıtı ideal maki leküler kütleli bir polimer.
ne. additives: Katkılar; katıklar; yağlama yağlarına katı
actual gases: Tenno. gerçek gazlar; büyük basınç dü lan, yeni özelliklerde yağlama yağı sağlayan veya
şümleri için önemli sıcaklık değişimi gösteren gaz kullanilmakta olan yağın özelliğini değiştiren kimya
lar. sal maddeler; Bkz, oil additive.
actual head: Gerçek hed; mm veya m türünden su addressing machine: Mektuplar üzerine otomatik
ya da civa yüksekliği olarak gerçek basınç. olarak adres vb. i yazan veya basan makine; adres
actual heat cycles: Mak. gerçek ısı çevrimleri; pratik makinesi.
olarak ısı kullanan ve çalışma sıvısının ideal olma
yan işlemlerle, ideal çevrimlere göre daha az iş üre
ten ve daha fazla ısı egzoz eden çevrimler.
actuate: Tahrik etmek; çatıştırmak; harekete getir
addressogr ap h 7 admiralt y bras s
adjustable: Ayar edilebilir; ayarlanabilir.
addressograph: Adres makinesi (ticarî bir marka). adjustable pipe wrench: Ayarlanabilir boru anahtarı.
addrout file: Bilgisay. kayıt adres kütüğü. adjustable pitch propeller: Den. pervane göbeğine
adenine: Kimy. beyaz, kristalli (ürik asit esaslı) bir bi bağlı olan ve istenilen gerekli piç veya hatyevi vere
leşik, C 5 H 5 N 5 ; nükleit asitten türer; pankreas vb. bilen kanatlarla donatılmış pervane; ayar edilebilir
in de oluşur. piçli pervane.
adherent: Hızla yapışan; bağlanan; yapışık; bağlı. adjustable pliers: Mak. ağız açıklığı ayarlanabilen
adhesion: Birbirine yakın cisimler arasındaki molekül- pense; ayarlanabilir pense.
sel çekim; sıvı veya plastik bir maddenin, katı bir adjustable pliers combination: Mak, ağız açıklığı
maddenin yüzeyine yapışmasını sağlayan özelliği; ayarlanabilir boru pensesi veya anahtarı; ayarlanabi
adezyon. lir boru anahtarı.
adhesion agent: Adezyonu çoğaltan bir madde; Mot. adjustable reamer: Mak. ayarlanabilir rayba Bkz. re
silindir yağlarına katılan bir katkı maddesi, amer.
adhesion test: Adezyon deneyi veya tecrübesi. adjustable snap gauge: Mak. dış çapları ve kalınlıkla
adhesive: Yapışkan; yapışıcı; yapışkan bir madde. rı ölçmek için kullanılan bir alet; ayarlanabilir snep
adhesive bond: Yapıştırıcı bir bağ. geyiç.
ahhesiveness: Yapışkanlık; kum parçacıklarının di adjustable spanner: Mak. ayarlanabilir anahtar; kur
ğer bazı maddelere yapışmasi niteliği. bağacık veya İngiliz anahtarı.
adhesive power: Yapışma gücü veya kuvveti. adjustable-speed motor: Elekt. hızı tedrici olarak bü
ad-hoc (query): Bilgisay. plânsız (sorgu). yük bir değere kadar ayarlanabilen, ayarlandıktan
adiabat: Adyabat; ısı alışverişi veya transferi olmaksı sonra, bir daha yük tarafından etkilenmeyen motor;
zın p-V koordinat sisteminde oluşturulan eğri veya hızı ayarlanabilen elektrik motoru.
T-S koordinat sistemindeki doğru; pVk = C veya S adjustable varyîng-speed motor: Elekt. hızı yavaş ya
= C matematik ifadesi ile belirtilir (p = basinç, V=ha- vaş ayarlanan ve bir yük için ayarlandıktan sonra,
cim, S=antropi, C=constant veya sabit). yeni bir yük için tekrar (yeniden) ayar edilmeyi ge
adiabatic: Term. ısı alış verişi veya transferi olmaksı rektiren bir elektrik motoru, örneğin kampavund
zın görülen durum değişikliği (sıkıştırma veya geniş (DC) ve slip ringli endüksiyon veya indakşın motoru
leme); izantropik; adyabatik. (AC) gibi.
adiabataic calorimeter: Adyabatik kalorimetre; oksi
adjustable wrench: Mak. ayarlı anahtar veya kurba
jen bombası şeklinde su ceketine sahip olan bir ci
ğacık.
haz; içinde 35 bar basıncında oksijen bulunan kapa
adjuster (adjustor): 1) bazı şeyleri ayar eden veya
lı bomba içinde 1 gramlık örnek yakıt yakılır ve kalo
ayarlayan kimse. 2) bir makinede olduğu gibi, bir şe
rimetre saf suya daldırılarak işlem veya deney yapı
yi ayarlayan şey veya cihaz.
lır.
adjusting bracket: Mak. ayarlı destek veya bayrak.
adiabatic compression: Term, adyabatik sıkıştırma;
adjusting cam: Mak. ayar kamı (kemi) veya eksantri-
karno çevrimi veya motorların kuramsal çevrimlerin
de olduğu gibi, ısı verilişi veya kayibı olmaksızın ği.
oluşturulan sıkıştırma; pVk = C eşitliği ile belirtilir. adjusting nut: Ayar somunu; Buh. Kaza. emniyet
(seyfti) valfların açına basıncını ayarlamak üzere kul
adiabatic efficiency: Adyabatik verim; motorların aşı
lanılan somun; sıkıştırildığında valfın atma (açma)
rı doldurucularından bloverlerin verimi; pistonlu blo-
basıncı yükselir, gevşetildiğinde ise valf daha erken
verler için 0,8-0,9, santrfüj bloverler için 0,72-0,8 ve
açar veya atar.
eksenel hareketli olanlar için 0,82-0,87 değerleri ara
adjusting pin: Mak. ayar pin! veya pimi.
sındadır. adjusting plug: Mak. ayar tapası.
adiabatic expansion: Adyabatik genişleme; Karno adjusting ring: Mak. Bkz. blowback ring.
çevrimi veya motorların kuramsal çevrimlerinde oldu adjusting screw: Ayar vidası veya cıvatası; a) Buh.
ğu gibi, ısı verilişi veya kayibı olmaksızın oluşturulan Kaza. emniyet valfı, b) Pist. Muh. Mak. basınç gider
genişleme; izantropik genişleme; pVk = C eşitliği ile me valfı Bkz. escape valve, c) Diz. Mot. basınç gi
belirtilir. derme valfı Bkz, pressure relief valve ve enjektörle
adiabatic exponent: Term, adyabat üssü; adyabatik rin püskürtme basınçlarının ayarlanmasında kullanı
üs; k » cp/cv = 1,41. lan ve bir kontra somun ile yerine sıkıca bağlanan vi
adiabatic horsepower: Hava. Komp. giriş basınç ve da veya civata.
sıcaklığındaki serbest havayı sıkıştırmak için gerekli adjusting stud: Mak. ayar saplaması.
kuramsal beygirgücü; adyabatik beygirgücü. adjustment: 1) ayar edilmiş veya ayarlanmış. 2) par
adiabatic region: Adyabatik bölge; troposfer. çalan birbirine ayarlayan bir cihaz.
adiathermic: Fiz. ısı ışınlarını geçirmeyen; ısıya yalıt admeasure: Bölmek; taksim etmek.
kan. admeasurement: 1) ölçüm. 2) boyutlar. 3) bölme ve
adiathermarıous: Belirli kızılötesi (enfraruj) radyasyo ya taksim.
nunu (ışınlarını) geçirmeyen maddeleri belirtir; cam Admiralty: 1) bir amiralin rütbesi, durumu veya yetki
uzun dalga boylu enfraruj ışınlarını geçirmez. si; amirallik. 2) ingiltere'de Deniz Kuvvetleri Komu
adit: Bir maden ocağının hemen hemen yatay veya tanlığı. 3) Deniz ticaret hukuku veya mahkemesi. 4)
ufki olan girişi; maden ocağı girişi veya ağzı. ingiliz deniz kuvvetleri binası veya karargâhı.
adjacent: Yan yana, birbirine dokunan veya birbirine admiralty brass: Admiralti (amirallik) pirinci; % 71 ba
yakın, faka! aralarında bir şey bulunmayan; komşu; kır, % 28 çinko, % 1 antimondan oluşan kondenser
bitişik. (yoğuşturucu), soğutucu (kuler) boruları ve boru ay
adjacent angle: Geo. Komşu açı. naları yapımında kullanılan bir alaşım.
adjust: Ayar etmek; ayarlamak (saat vb.)
admiralt y coeffici en t aeratio n

admiralty coefficient: Bkz. Admiralty constant.


mez bir maddeyi yoğuşum şeklinde biriktirmek.
Admiralty constant: Gem. İnş. gemilerin tekne formu
adsorbent: Toplayıcı bir madde veya şey; yüzeyinde
ve diğer faktörlere bağlı bir katsayı olup tankerlerde
yoğuşum meydana gelen bir madde.
500-530, yolcu gemilerinde 350, kuru yük gemilerin
adsorbent filters: Mot. yağlama yağı içindeki çözün
de 450, kargo laynerlerde 400 ve kanal gemilerinde
müş maddelerin, sıvıların moleküllerini, kati filtre ele
250-280 değerleri arasındadır; C = (D2/3.V3)/ shp
manı üzerinde adezyon yolu ile, çok ince bir katman
eşitliği ile hesaplanır (D=geminin draftı, m ; V = ge
halinde tutan filtre; tutucu filtre veya süzgeç.
minin hızı, mil/saat ve shp = makinenin şaft beygir-
adsorption: Bir gaz, sıvı veya çözünmez bir madde
gücü).
nin molekül veya iyonlarının, bir başka maddenin yü
admiralty gun-metal: Admiralti gan (silah) metali;
zeyine yapışması.
Bkz, Admiralty metal.
adsorptive: 1) toplamaya muktedir (olabilen). 2) top
admîralty metal: Metal, başlıca kondenser (yoğuştu-
layıcı bir madde.
rucu), damıtıcı (distiller) vb. eşanjör borularının ya
adularia: Yarı saydam türden bir feldispat; aytaşı,
pımlarında kullanılan bir alaşım; admiralti metali.
advance: 1) ileri gitmek; ileri getirmek; ilerlemek. 2)
admiralty pump: Admiralti pompası; tek etkili, bir ve
daha erken olmasına neden olmak. 3) geliştirmek;
ya iki silindirli pistonlu bir pompa.
gelişim sağlamak. 4) kalite, önem vb.ini arttırmak.
admission: 1) Mot, hava veya hava-yakıt karışımının
5) ileri.
emme supapları veya süpürme portlarından silindir
advanced: 1) avanslı; ileri gitmiş. 2) benzin motorla
lere emilmesi veya doldurulması; giriş. 2) Pist. Buh.
rında buji elektrotları arasında sparkın (kıvılcımın)
mak. açık olan buhar portundan stimin silindirlere
gereken zamandan önce oluşması. 3) dizel motorla
girmesi: Bkz. steam admission.
rında yakıtın enjektörden, normale göre daha erken
admission cam: Mot. hava veya hava-yakıt karışımı
püskürtülmesi; erken püskürtme.
nın silindirlere girişini sağlayan ve giriş süpapını
advanced angle: 1) avans açısı. 2) Diz. Mot. yakıtın
açan kam, kem veya eksantrik; giriş kamı.
püskürtülmeye başlandığı nokta ile üst ölü nokta ara
admission, point of: Pist. Buh. Mak. buharın iş yap
sındaki açı; benzin motorlarında üst ölü noktaya gö
mak üzere silindire girmesi için çekmecenin (slayd
re buji elektrotları arasında kıvılcımın oluşturulduğu
valfın) buhar portunu açmaya başladığı nokta; giriş
açı. 2) Pist. Buh. Mak, dıştan katoflu slayd valflarda
noktası.
90 dereceden büyük, îçten katoflularda 90 derece
admission stroke: Mot. birinci kurs veya strok; genel
den küçük açı; ileri açısı.
likle üst ölü noktadan önce başlayıp, alt ölü nokta
advanced ignition: Ben. Mot. avanslı tutuşma; erken
dan sonra sona eren ve hava veya hava-yakıt karışı
tutuşma; normal tutuşma noktasından önce hava-
mının silindire dolduğu veya doldurulduğu strok; em
benzin karışımının tutuşması.
me stroku; giriş stroku veya kursu; Bkz. intake stro
advanced-retard adjustment: El ile veya otomatik
ke.
olarak yapılan avans veya rötar ayarı; daha çok ben
admission valve: 1) Mor. giriş supabı; emme valfı; gi
zin motorlarında yapılır.
riş valfı. 2) oksijen maskelerinin hava giriş supabı ve
advancement: 1) avanslı olma veya avanslı. 2) geliş
ya valfı.
me; gelişim; yardım. 3) başarı; yükselme veya yük
admittance: Bir elektrik devresinin empedansının evri
seltme.
ği veya evrik değeri; admitans.
advance weight: Avans ağırlıkları; benzin motorları
admittance, electronic: Elektron ışınlarının tüp için
nın distribütörlerinin en alt bölmesinde veya platinle
deki hareketleri nedeniyle bir vakum tüpünün admi-
ri taşıyan tablanın altındaki bölmede bulunan ve oto
tansı.
matik olarak avansı sağlayan ağırlıklar.
admissible: Kabul edilebilir.
advection: Meteo. yatay hava akımları ile ısının akta
admissible clearance: Mak. kabul edilebilir maksi
rılması; adveksiyon.
mum klerens veya boşluk.
advection fog: Meteo. ılık, nemli havanın daha so
admissible pressure: Kabul edilebilir basınç; emni
ğuk yüzeylere teması ile oluşan sis; adveksiyon sisi.
yet basıncı.
adz (adze): Keser; marangoz keseri; tahtaları düzelt
admissible stress: Kabul edilebilen gerilme; güvenlik
mek için veya şekil vermek amacıyla kullanılan bir
veya emniyet gerilmesi.
alet; çivi çakmak ve sökmek için de kullanılır; sapı
admix: Karıştırmak (bir şeyi); bir şeyle karıştırmak.
ile 90 derecelik açı oluşturan eğri şeklinde ve keskin
admixture: 1) karışım. 2) karışıma eklenen veya ilave
bir ağzı vardır.
edilen bir şey veya madde. 2) karışıma katılan kim
AEC: Atomic Energy Commission: Amerikan (ABD)
yasal maddeler.
Atom Enerjisi Komisyonu.
adrenalin: 1) adrenal bezinden üretilen bir hormon.
aeneous: Bir pirinç alaşımının renk ve parlaklığına sa
2) kanamayı durdurmak ve kan basıncını yükselt
hip olan.
mek için kullanılan ve memelilerin adrenal bezlerin
.aeolotropic: Fiz. belirli kristallerde olduğu gibi, farklı
den elde edilen veya sentetik olarak yapılan ve için
yönlerde farklı özelliklere sahip (olan); aelotropik;
de bir hormon bulunan bir ilaç, adrenalin,
izotropik olmayan.
C9H13NO3 (Ticarî isim).
aeolotropy: Fiz aelotropik durum veya nitelikte olma.
adrenaline: Bkz. adrenalin.
aerate: 1) havalandırmak; çevresinde hava dolaştır
adrift: 1) yüzerek başıboş sürüklenen (bir gemi). 2)
maya neden olmak. 2) solunum yoluyla (kanı) oksi
akıntı veya rüzgar etkisiyle sürüklenen (bir gemi). 3)
jen ile birleştirmek. 3) sodalı su (soda) yapımında ol
bağlı olmayan (başıboş) gemi.
duğu gibi (bir sıvıyı') gaz ile doldurmak.
adsorb: Bir yüzey üzerinde (bir sıvı, gaz veya çözün
aeration: 1) havalandırılmış; hava ile temizlenmiş. 2)
aerato r aerostatica l

kazan suyunda çözünmüş olan ve metalleri paslandı


uçuşunu kontrol etmek veya uçuşuna yardım etmek
ran karbon dioksit, kükürtlü hidrojen ve diğer gazla-
için tasarımlanan yüzey; 2) aerodinamik kuvveti kul
rin; kimyasal işlemden önce sudan çıkarilması veya
lanmak için yapılan herhangi yassı veya eğrisel bir
giderilmesi; degasification olarak da kullanılır.
yüzey; aerofil.
aerator: Aerator. 1) havalandıran kimse veya şey. 2)
aerogram: 1) apsisi log T ve ordinatı log p olan aero-
bir sıvıyı gaz ile dolduran bir makine. 3) bir tür de
lojik bir diyagram; aerogram. 2) telsiz telgraf; uçak
zenfekte etme cihazı.
mektubu.
aerial torpedo: Hava. şekli torpidoya benzeyen ve
aerographics: Atmosferik olaylarin bilimi; aerografi.
uçaklardan atılan bomba.
aerography: Hava veya atmosferin tanımlanması; ae
aeriferaus: Hava (yolu) ile taşınan.
rografi.
aeriform: 1) hava veya gaz şeklinde olan. 2) havaya
aerolite: Meteorit veya meteor taşı.
benzeyen.
aerology: Hava veya atmosferik olayların, özellikle uç
aerify: 1) hava veya gaz haline dönüştürmek. 2) ha
maya ilişkin olayların araştırılması bilimi; hava bilimi.
va ile temas ettirmek.
aeromarine: Okyanus üzerindeki bir uçağın seyir bili
aero (aero): uçak veya uçan bir şeye ait.
mi veya navigasyonuna ait.
aerobe: Sadece serbest oksijen bulunan yerlerde ya
aeromechanic: işi, uçağı ayar etmek ve onarmak
şayıp büyüyebilen bir mikroorganizma; aerop.
olan makinist; uçak makinisti.
aerial: 1) havaya ait; havada. 2) havaya benzeyen;
aeromechanics: Hareket halinde veya dengede olan
hava gibi hafif. 3) gerçek olmayan; düşünsel. 4) yük
hava veya diğer gazlarin bilimi; aerodinamik ve ae-
sek rütbe veya mevkide olan. 5) uçak veya uçan
rostatik olmak üzere iki bölüme ayrılır.
şeylere ait veya onlar için. 6) Bot. toprak veya su ye
aerometeorograph: Hava veya diğer gazların ağırlık
rine havada büyüyen. 7) Rad ve Telev. elektroman
ve yoğunluklarını ölçmek için uçaklarda kullanılan
yetik dalgaları alan veya yayan tel ya da tellerden ya
bir cihaz; aerometeograf.
pılmış bir cihaz; anten.
aerometer: Hava veya diğer gazların ağırlık ve yoğun
aerial circuit: Anten devresi.
luklarını ölçmek İçin kullanılan bir cihaz; aerometre.
aerial fixture: Anten teçhizatı.
aeronaut: Bir balon veya hava gemisinin pilot veya
aerial ladder: Yüksek yerlere erişmek için itfaiye araç
seyir bilimcisi ya da navigatörü; aeronot.
larına donatılan veya yerleştirilen merdiven; yangın
aeronautic: 1) aeronotik bilimine ait. 2) aeronotlara
merdiveni.
ait.
aerial lead: Anten iniş iletkeni veya kablosu.
aeronautical: Bkz, aeronautic.
aerial multiple wire: Rad. Telev. çok telli anten.
aeronautics: Uçak yapma ve uçurma sanatı veya bili
aerial photograph: Havadan alınan veya çekilen fo
mi; havacılık.
toğraf.
aerophase: Hava navigasyonu radyo bikini Bkz. be
aerial survey: Havadan alınan veya çekilen fotoğraf
acon.
yardımıyla etüt ya da inceleme.
aerophore: Madenlerde çalışan, su altındaki kişilere
aerial railway: Yüksek yerlere çıkmak, kanyon, nehir
oksijen veya hava sağlamak üzere kullanılan ve yü
vb.lerinden geçmek üzere insanlan taşıyan ve bir
ze takılan bir cihaz; yüz maskesi.
makara ile bir kabloda hareket eden vagon; telefe
aerophotography: Bir uçaktan yerin resmini çekme.
rik.
aerophysics: Hava. yüksek hızlı, roket türü hava ge
aerobic: 1) sadece serbest oksijenin varlığına yaşaya
milerinin tasarım, yapı veya makinesine ait hava akı
bilen veya büyüyebilen. 2) aeroplara ait veya onlar
mı, ısı transferi ve benzer problemleri inceleyen bi
tarafından üretilen.
lim; aerofizik,
aerobic respiration: Serbest oksijenin varlığında solu
aeroplane engine: Hava. uçak motoru (benzin, dizel
num; aerobik solunum.
motorları, türbo, turbojet vb. gibi.)
aerodrom: Bkz. airdrome.
aeropulse: Yanma odasının hava giriş supaplarının
aerodynamic: Hava. harekette olan hava veya gazla
yakıtın yanması sırasında oluşturulan yüksek basınç
ra İlişkin.
ile kapatıldığı bir jet motoru veya makinesi; pulsejet
aerodynamics: Hareketli hava veya diğer gazların ha
adı da verilir.
vada cisimleri etkileyen kuvvetlerle (direnç, basınç
aeroscope: Mikroskopik araştırma için havadan bak
vb.) ilgilenen bilim dalı; havanın, uçağın kanat, per
teri, toz vb.lerini birlikte toplayan bir cihaz; aeros-
vane ve dümeninin etkilenmesinin incelenmesi ile il
kop.
gilenen fizik dalı; aerodinamik.
aerosol: 1) aerosol; bir gazda koloidal parçacıkların
aerodynamic volume: Çıkıntılı kısımları da dahil bir
(partiküllerin) askıda olması. 2) atmosferde boşlukta
uçağın tüm hacmi.
kalan çok küçük parçacıkların kümelenmesi.
aerodyne: Havadan daha ağır olan herhangi bir
aerosol bomb: Böcek öldürücü atomizör veya sprey
uçak.
ve kabı; aerosol bombası.
aeroembolism: Hava. yüksek rakımlarda uçarken,
aerospace: Dünya atmosferi ve sürekli bir alan ola
ha va basıncının ani düşmesi nedeniyle oluşan ve
rak düşünülen onun dışındaki uzay.
kan da azot kürecikleri, eklemler ve ciğerlerde akut
aerosphere: Meteo. havaküre; yerkürenin karşıtı.
ağrı ile kendini gösteren bir rahatsızlık.
aerostat: Balon, hava gemisi veya diğer havadan ha
aero-engine valves: Uçak makinelerinin supap ya da
fif bir uçak; aerostat.
valfları; yapımlarında yüksek nikel ve kromlu çelikler
aerostatic: 1) havacılık bilimine ait. 2) aeromatik. 3)
kullanılır.
aerostatlarda kullanılan.
aerofil: 1) Hava. bir uçak, füze veya uzay aracının
aerostatical: Bkz. aerostatic.
aerostatic s [0 air-acetylene welding

aerostatics: Havada veya diğer gazlarda yüzen katı


kimyasal
cisimlerle hava veya diğer gazların denge durumlari-
etken.
nı inceleyen bilim dalı; fizik biliminin dalı; Aerostatik.
agglutinant: Birbirine yapışan; yapışkan; yapışkan
aerostation: 1) havadan hafif gemilerin uçuşları ile
madde (tutkal gibi).
il
aggregate: 1) Jeol. mineral parçaları veya kristallerin
gilenen bilim veya sana!. 2) Bkz. aerostatics.
bir kayada karışmasından oluşan. 2) beton yapımın
aerovane: Meteo. rüzgârın hızı ve yönünü ölçen ve
da kullanılan kum ve çakıl taşı. 3) küme. 4)
kayıt eden bir cihaz.
kümele mek.
aeruginous: Bakır pası renginde; mavimsi yeşil. aging: Bir alaşımın düşük sıcaklıklarda denge hali
aether: Bkz. ether. ka bul etmesi eğilimi.
A.F.: Air Force (hava aging of magnet: Bir mıknatısın daimi (sürekli)
kuvveti). mık- natısiyetini çoğaltma.
A.F. (a.f.): Bkz. audio frequency. agitate: Kabını sallayarak bir sıvının hareketine
A/F: Air-fuel ratio: Hava-yakıt oran!. neden olmak.
affected: Cebir, bilinmeyen bir büyüklüğün farklı kuv agitator: Çalkalayıcı; karıştırıcı.
vetlerinin terimlerinden oluşan. agonic line: Dünya yüzeyinde gerçek kuzey ile man
affinity: Kimy. belirli elementlerin atomlarının birleş yetik kuzeyin birbirine eşit olduğu, bir pusula
mesi ve birleşik kalmasına neden olan kuvvet; çe iğnesi nin meridyenle açı oluşturmadığı veya
kim kuvveti. manyetik dek- linasyonu 0 derece olan bir
afloat: 1) karada olmayan; alt tarafı neta; yüzer. 2) noktadan geçen düşün sel bir hat.
yü zen; suda yüzen. 3) gemide; denizde. 4) su agonist: Bkz. prime mover.
basmış (gemi güvertesi vb.i için söylenir). 5) akıntı aground: Karaya oturma (sığ sudaki bir gemi için
veya rüz gar ile sürüklenen (bir gemi). söy lenir); plaj. döküntü vb. ine oturma.
afterburner: Türbojetlere fazladan (ek) bir itme sağla agt: Bkz. agent.
mak için eklenen bir cihaz; kızgın egzoz gazlari a.h.: Bkz. ampere-hour.
içi ne yakıt püskürtür; uç boru yakıcısı adı da verilir.
ahead: 1) Den. geminin baş tarafında. 2) ileri; ilerde.
after-burning: Art yanma; dizel motorlarinın püskürt
3)
me sisteminde, yakıt püskürtme sona ermesine de avanslı.
ğin, enjektör iğnesinin ikinci kez yuvasından ahead, full: Tam yol ileri komutu; tam olarak ahead,
kalka rak bir miktar daha yakıtın silindire full speed şeklinde kullanılır.
püskürtülerek ya kılması; çok uzun süren art ahead, half: Yarimyol ileri komutu; tam olarak ahe
yanma, makinenin aşırı ısınmasına neden olur. ad, half speed şeklinde kullanılır.
aftercooler: Mak. hava kompresörlerinden sonra bu ahead nozzles: Gem, Mak, ileri türbinlerinin aksiyon
lunan, havayı soğutma kompresörün verimini arttır türünden olanlarının nozullan (memeleri); tornayt ve
ma ve onun aşırı ısınmasını ve kullanım yerinde ha ya ileri nozullari.
va basıncının düşmesini önlemek için kullanılan bo- ahead reach: Çalışmakta olan bir gemi
rulu bir soğutucu. makinesinin tam yol ileriden, tamyol geriye
afterdamp: Kömür ocaklarında grizu patlamasından (tornistana) geçmesi sırasında stop için geçen süre
sonra kalan ve başlıca karbon dioksit ve azottan olu veya zaman.
şan gaz. ahead revolution: Bir gemi türbininin ileri hareketi
afterdeck: Den. Bir geminin kıç tarafına doğru olan sirasındaki devir sayısı.
güverte parçası; kıç güverte. ahead, slow: Ağıryol ileri komutu; tam olarak ahead,
after-heat: Nuk. Ener. bir reaktör durdurulduktan son slow speed şeklinde kullanılır.
ra, atık faaliyetinden oluşan ısı; atık ısı; atık hararet. aid: Dolaylı olarak bir madde veya cihazla yardım
aftermost: 1) Den. kıç tarafa en yakın. 2) son ; en et mek; a) katalizör kimyasal tepkimeyi hızlandırır,
sondaki; en gerideki. b) gözlük görmeye yardım eder gibi.
afterpart: Den. kıç tarafı; bir geminin kıç tarafı. A.I.E.E.:American Institute of Electrical Engineers:
afterpeak: Den. kıç pik; kıç pik tankı; gemilerin kıç Amerikan (ABD) Elektrik Mühendisleri Enstitüsü.
ta aileron: Hava. bir uçağın (kanadının menteşeli ve ha
raflarında bulunan bir asma tank; trimi veya baş reketli
ve kıçta çekilen suyun farkını düzenlemek için kısmı.
kullanı lır. A.I.M.E: 1) American Institute of Mining
after perpendicular: Den. bir geminin kıç kaime Engineers:
veya kıç dikmesi; geminin su içindeki boyunun Amerikan (ABD) Maden Mühendisleri Enstitüsü.
tanımlan masında kullanılır. 3)
Ag: Kimy. Bkz. 2) Associate of the Institute of Mechanical Engi
silver. neers: Makine Mühendisleri Enstitüleri Birliği.
AGMA: American Gear Manufacturer air: 1) nitrojen, oksijen, karbondioksit, argon, neon,
Association: helyum vb.i gazlardan oluşan ve dünyayı çevrele
Amerikan (ABD) dişli Yapımcıları Birliği. yen esnek, görünmez bir gaz karişımı; atmosfer;
age: 1) bir maddenin devam ettiği veya bir ha va. 2) dünyanın üzerindeki hacim; gök. 3)
organiz manın yaşadığı yıllarin sayısı; yaş; sin. 2) havanın hareketi; rüzgâr. 4) uçak veya hava
Jeol. dün ya tarihinde çok uzun zaman aralığı; kuvvetlerine iliş kin. 5) havalandırmak, hava ile
çağ; Jeolojik çağ: Neolitik çağ gibi. kurutmak, hava ile soğutmak. 6) Term, hacim
age hardening: Metal, bir alaşımı oda sıcaklığı veya yönünden % 20,99 oksi jen, % 78,03 nitrojen (azot)
yüksek sıcaklıkta eskitmekle sertleştirme işlemi; sert ve % 1 argon, karbon di oksit, helyum, su buharı
liği çoğaltan fakat çekme yeteneğini azaltan bir iş vb.i inert (soy) gazlardan oluşan bir gaz kanşımı;
lem. ağırlık bakımından % 23,1 oksijen ve % 76,9 azot
agent: Kimy. etki üretebilen aktif kuvvet veya madde; kabul edilen bir karışım.
air: Erken; önce.
air-acetylene welding: Hava asetilen kaynağı; oksi-
a-
air a d mi ssi o n port s air coole r

setilen kaynağı; havanın oksijeni ve asetilen gazinin


keski.
yakılması île oluşan yüksek sıcaklık ite yapılan kay
air cleaner: Hava filtresi-, hava temizleyicisi; özellikte
nak; kaynak cihazı iki ayrı hortum ite şakımadan olu
içten yanmalı makinelerde silindirlere emilen veya
şur.
doldurulan havanın içindeki yabancı maddeleri tu
air admission ports: Bkz. scavenging ports.
tan süzgeç ya da filtre; Bkz. air filter.
air admission valve: Bkz. air intake valve.
air cock: Hava musluğu; hava valfı: a) Buh. Kaza. ilk
air-atomizing burner: Bull. Kaza. yakıtın basınçlı ha
fayrap sırasında kazan suyu içersindeki erimiş hava
va ile kazan ocağına veya külhana püskürtülerek ya
yı çıkaran, b) soğuk kazanın suyunu boşaltmak için
kılmasını sağlayan brutör veya atomizör.
buhar bölgesindeki vakumun bozulmasını sağlayan,
air baffle: Hava perdesi veya batılı; özellikte gemi
c) bakım, onarım vb. i için kazana girmeden önce
kondansörlerinde birincil ycğuşum bölgesini ayıran
açıları ve kazanın en yüksek noktasında bulunan bir
perde veya perdeler.
valf veya musluk.
air base: Ask. uçuş pisti, onarım olanakları vb. i bulu
air composition: Havanın bileşimi, yapısı veya terki
nan, özellikle askeri uçaklar için hava alanı veya ha
bi; Bkz. air.
va üssü.
air compressor: Hava kompresörü; dizel motorlarının
air bladder: 1) Oto. iç lastik; şamriyer. 2) Zoo. balıkla
ilk hareket devreleri, püskürtme sistemieri, servomo
rın çoğunda, bazı hayvan ve bitkilerde bulunan ve
tor, kazanların kurum üfleme donanımı vb. i yerlere
içinde hava olan kese; hava kesesi; air cel! veya
basınçlı hava sağlayan, çoğunlukla pistonlu, bazan
swimming bladder ile de belirtilir.
iki veya üç kademeli, pozitif deplesmanlı veya ekse-
air blast: Hava üfleme; basınçlı hava üfleme; basınçlı
nel akımlı, bir elektrik motoru veya makine tarafın
hava yardımıyla ince kum püskürterek gemi karinala
dan çalıştırilan bir hava pompası.
rının raspe edilmesi; Bkz. sand blasted.
air compressor oil: Dizel motorlannın silindir yağları
air-blast injection: BKZ. air injection.
na benzeyen, minimum düzeyde artık oluşturacak
air blower: Mak hava fanı; hava bloveri; hava ürete
madde kapsayan, 37,8°C'de viskozitesi 360 saniye
ci; a) Buh. Kaza. kazan ocağındaki yanmayı sağlaya
olan, oksitlenmeye dayanıklı mineral veya bileşik
cak havayı, b) Diz. Mot. silindirleri süpürecek ve şarj
yağlardan herhangi biri; hava kompresörü yağı.
edecek yanma havasını sağlar; elektrik motoru, bu
air condenser: Elekt. diskleri arasında bulunan hava
har türbini, gaz türbini, egzoz gaz türbini vb.i ile ça
boşluğunun izolasyon görevi yaptığı bir kondansa
lıştırılır.
tör, meksefe veya kapasitans.
air-borne: Hava ile taşınan; havadan geçen.
air-condition: İklimlendirme sağlamak; iklimlendirici;
air bottle: 1) Diz. Mot. hava tüpü; hava şişesi; hava
erkondişin.
deposu; ilk hareketleri basınçlı hava ile yapılan dizel
air-conditoned: İklimlendirmeye sahip; iklimlendirme-
motorlarında yüksek basınçlı havanın {30-35 bar) de
li.
po edildiği, genellikle silindir şeklinde çelik saçlar
air conditioner: iklimlendirme cihazı; erkondişiner;
dan yapılmış bir depo. 2) balık adamların sırtlarında
kapalı bir yerdeki atmosfer havasının sıcaklık, nem,
taşıdıkları küçük boyutlu hava tüpü veya tüpleri.
dolaşım ve temizliğini aynı zamanda kontrol eden ci
air bottle head: Hava tüpü başlığı; küçük güçlü dizel
haz; kış aylarinda da kullanılmasına karşın sıcak
motorlarında kullanılan hava tüplerinin kapağı; üze
mevsimler için daha önemlidir.
rinde hava giriş ve çıkış valfları, manometre bağlantı
air conditioning: Gemi, ofis. bina, otomobil vb. yer
sı, emniyet valfı vb. i bulunur.
lerde havanın temizlenmesi, nem ve sıcaklığının de
air brake: Hava freni; bir pistonu etkileyen basınçlı ha
netimi işlemi.
va tarafından çalıştırılan ve kara taşıt araçlarında kul
air consumption: Diz. Mot. hava harcamı; dört za
lanılan bir fren; havalı fren; vestinghazz freni.
manlı makinelerde yakıtın yakılması ve iki zamanlı
air breather: Mak. havalandırma tertibatı. makinelerde hem yakıtın yakılması ve hem de süpür
airbrush: Basınçlı hava ile çalışan ve sıvı boya püs- me işlemi için tüketilen havanın miktarı.
kürtülmesinde kullanılan bir tür atomizör; hava fırça
air consumption, specific: DİL Mot. bir beygir gücü
sı; air brush şeklinde de kullanılır. 3
veya 1 kW'lik güç için bir saatte tüketilen m veya
air capaties, starting: ilk hareket havası kapasitesi;
kg türünden hava (miktan).
Bkz. air storage capacity.
air control valve: Dalgıçlarin kullandıkları, dalgıç elbi
air celi: Diz. Mot. hava hücresi; Bkz. air cell engine.
sesi içine ve başlığa verilen havayı düzenleyen valf;
air-cell engine: Hava hücreli makine; Bkz. Lanova
hava kontrol valfı.
cell.
air-cool: Çevresinden, üzerinden veya içinden hava
air chamber: Hava hücresi; yüksek devirli, küçük güç
dolaştırarak soğutmak; hava ile soğutmak.
lü dizel motorlarında silindir kapağına yerleştirilen
air-cooled: Hava ile soğutulmuş; hava soğutmalı mo
ve hacmi, toplam ölü hacmin % 20'sini oluşturan ve
torlarda olduğu gibi çevresinden, üzerinden veya
iki kısımdan oluşan bir hücre; ana yanma odasının
içinden hava dolaştırılarak soğutulmuş; hava soğut
yan tarafına ve enjektörün karşısına yerleştirilen ha
malı.
va veya enerji hücresi; Bkz. lanova air cell.
air-cooled engine: Hava ile soğutulan makine; hava
air charge: Hava dolgusu; dizel molorlannda bir em
soğutmalı makine.
me veya giriş kursu (stroku) sırasında silindire emi
air cooled muffler: Hava soğutmalı susturucu veya kı
len veya doldurulan temiz hava miktarı; dizel motor
vılcım tutucu.
larında sıkıştırma stroku başlangıcında silindirde bu
air cooler: Hava soğutucusu; aşırı doldurmalı motor
lunan hava miktarı.
larda, bloverden sonra bulunan ve havanın sıcaklığı
air chisel: Basınçlı hava ile çalıştırılan keski; havalı
nı 25°-50°C sınırlan içinde tutarı borulu bir soğutu-
ai r coolin
g 12 air heatin g

geçen besleme (fid) suyunu ısıtmaktır; yapıları ana


cu; borularının içinden soğutucu su, çoğu zaman de
kondenserlere Bkz. condenser benzeyen, fakat on
niz suyu geçirilerek, boruların çevresindeki hava so
lardan çok daha küçük ölçülerde yapılan bir tür
ğutulur.
eşanjör veya ısı alıp veren bir cihaz.
air cooling: Havalı soğutma; hava ile soğutma.
air engine: Bazı içten yanmalı makinelerin ilk hareket
air cooling system: Hava ile soğutulan motorlarda
lerinde kullanılan ve basınçlı hava ile çalışan bir ma
makineye soğutma havası sağlayan sistem veya dev
kine; hava makinesi; hava motoru.
re; hava (ile) soğutma devresi.
air filter: Hava filtresi; hava temizleyicisi; hava süzge
aircraft: Havadan hafif veya ağır olan ve uçmak için
ci; hava içersindeki toz ve yabancı maddeleri tuta
kullanılan herhangi bir makine veya makineler:
rak, motorların silindirlerine temiz havanın girmesini
Uçak, zeplin, balon, helikopter vb.
sağlayan ve böylelikle aşınmanın azalmasına yardım
aircraft carrier: Den. özellikle küçük uçakları taşıyan
eden bir cihaz.
ve onlara hava alanı görevi yapan, uçakların İnmesi
airflex clutches: Gem. Mak. Amerikan (ABD) Bahriye
veya havalanması için düz ve büyük uçuş güvertesi
sinde bazı GM motorları için hidrolik kaplin yerine
ne sahip olan bir savaş gemisi; uçak gemisi.
kullanılan bir kavrama; erfleks kavrama.
aircraft engines: Uçak motorları veya makineleri.
air flow: Hava akımı.
air crew: Bir uçağın personel veya mürettebatı; bir
airfoil: Hava içinde hareket edebilecek şekilde yapı
bombardman uçağında pilot, navigator Bkz. naviga
lan ve bir uçağın hareketlerini denetleyen yassı veya
tor, telsiz operatörü, bombacı, makineli tüfekçi vb. in
eğrisel yüzey; bir uçağın kanat, dümen vb.i kısımla
den oluşan personel.
rı; erfoil.
air cushion: 1) hava ile şişirilmiş bir yastık; hava yas
airfoil theory: Erfoil kuramı veya teorisi.
tığı; hava amortisörü. 2) Meka. sıkıştırılmış hava yar
air fuel mixture: Hava yakıt karışımı : a) D/z. Mot. si
dımıyla şok azaltan bir cihaz. 3) Den. teknesi ile de
lindirlere püskürtülen yakıt ile silindirdeki hava dol
niz yüzeyi arasında oluşturulan hava yastıklı (gemi);
gusunun, b) Benz. Mot. hava filtresinden emilen ha
hava yastığı.
vanın karbüratör memesinden çektiği benzin ile oluş
air cushion: Bkz. bounce cylinder.
turdukları karışım.
air cycle: Mot. teorik çevrime yaklaşabilmek için ana
air-fuel ratio: Mot. hava-yakıt oranı; benzin motorla-
liz edilen çevrim; hava çevrimi veya saykılı; bu çev
rinda bu oran 13/1-18/1 ve dizel motorlarında ise
rimde iş gören akışkanın hava olduğu kabul edilir;
14,5/1 değerini alır.
ısı kuramsal çevrimlerde olduğu gibi, ideal olarak ve
air gap: Hava aralığı; hava boşluğu. 1) elektrik maki
rilir veya atılır ve çevrimde ısı kaybı yoktur.
nelerinde (dinamo, motor gibi) endüvi ile kutuplar
air cylinder: 1) silahın geri tepmesini gidermek veya
arasında çap yönündeki 5-15 mm'lik aralık; bu aralık
denemek İçin kullanılan, içinde bir piston bulunan,
tan geçirilen hava bakır, demir ve fuko kayıpları ne
hava ile doldurulmuş bir silindir; hava silindiri. 2) ha
deniyle oluşan zararlı ısıyı makine dışına taşır. 2)
va kompresörü silindiri.
3 Benz. Mot. bujilerin elektrotları (tırnakları) arasındaki
air density: Havanın yoğunluğu; 1 cm havanın kg tü
3 boşluk (0,40-1 mm). 3) Benz. Mot. distribütörlerin
ründen ağırlığı; kg/m birimi ile gösterilir.
platinleri arasındaki boşluk (0,40-0,60 mm).
air distributor: Diz. Mot. hava distribütörü veya dağıtı
air gas: Hava gazı; petrol veya diğer karbonlu hidro
cısı; ilk hareket sırasına göre, tüplerden gelen ba
jenlerin buharlarinın kuru hava ile doyurulmasından
sınçlı havayı sırası gelen silindirin ilk hareket valfına
oluşan bir gaz; ısıtma ve aydınlatma için kullanılır.
gönderen bir cihaz.
air gun: Sıkıştırılmış hava ile çalışan bir silah; havalı
air drain cock: Hava boşaltma musluğu; hava muslu
tabanca veya tüfek.
ğu; bazı pompalardaki havanın çıkarılması için kulla
air hardening: Hava ile sertleştirme.
nılan ve pompa gövdesinin üst kısmına yerleştirilen
air hardening steel: Hava İle sertleştirilmiş çelik; ha
bir musluk veya valf.
va çeliği; hava İle sertleştirme işleminin yapılabilme
air dried: Havada kurutulmuş.
si için çeliğin belirli bazı özelliklere sahip olması ge
air-driven: Basınçlı hava ile çalıştırılan.
rekir; % 3 karbon, % 3,5-% 5 nikel ve % 1,0-%
air-driven motor: Basınçlı hava ile çalıştırılan motor;
1,5 krom kapsayan çelikler, hava ile sertleştirme
özellikle buhar kazanlarının su borularının iç yüzeyle
işlemi için uygundurlar.
rinde oluşan kazan taşını gidermek için faydalanılan
air heater: Hava ısıtıcısı; hava hiyteri; Buh. Kaza.
fırçaları çalıştırmak için kullanılan motor.
ocak ya da külhanlara verilen havanın, baca gazları
airdrome: 1) hava alanı. 2) uçuş-iniş pisti. 3) hangar.
tarafından ısıtılmasını sağlayan borulu bir ısıtıcı; ha
air-dry: Hava ile kurutulmak; hava etkisi ile kurutmak.
vanın gazlardan kazandığı her 16°-18°C sıcaklık için
air duct: Benz. Mor. hava filtresi ile karbüratör arasın
kazan genel verimi % 1 oranında çoğalır.
daki hava borusu; hava kanalı veya mecrası; hava
air heater, plate type: Düzlem hava ısıtıcısı; rejenera-
manifoldu.
tif hava ısıtıcısı.
air ejector: Hava ecekteri veya ejektörü; hava emici
air heater, regenerative: Gem, Mak. rejeneratif erhiy-
si; buhar türbinli enerji tesislerinde, yarı kapalı veya
ter; düzlem hava ısıtıcısı.
kapalı besleme (fid) suyu devrelerinde kondenserle-
air-heater, tubular: Gem. Mak. borulu hava ısıtıcısı:
rln havasını boşaltmak için kullanılan, iç içe nozullar-
a) dikey borulu olanlarda baca gazları boruların İçin
dan oluşan, bir ya da iki kademeli yapılan ve kızgın
den, ısıtılacak hava ise boruların dışından geçer, b)
buharla çalıştırilan bir cihaz.
yatık borulularda ise hava boruların içinden ve kız
air ejector condenser: Gem. Mak. ecekter veya ejek-
gın gazlar boruların dışından geçirilir.
törün kondenseri; görevi ereceklerden gelen hava
air heating: Mak. sıcak hava ile ısıtma veya teshin.
ile karışık buharı yoğuşturmak ve boruları içinden
air heating system 13 airplane cloth
motorları; yakıtı silindirlere basınçlı hava dışında bir
(sistemi). yöntemle püskürtülen dizel makineleri; modern dizel
air heating system: Sıcak hava İle ısıtma sistemi, motorları.
air-hole: Hava akımına müsaade eden bir delik; hava air line: 1) dünya yüzünde iki nokta arasındaki en kı
deliği. 2) bir suyun yüzünde donmamış kısım veya sa mesafe. 2) havayolu taşımacılık sistemi. 3) hava
buzun açık kısmı. 3) bir hava cebi. yolu taşımacılığı sağlayan ticarî bir organizasyon. 4)
air horsepower: Herhangi bir akışkan için bir fanın hava yolu ile gezi rotası.
verdiği güç; hava beygirgücü; ahp kısaltması ile be air-line: 1) havayolu taşımacılığına ait. 2) doğrudan
lirtilir. veya direkt.
air hose: Elbise ve başlık ile dalgıçlara bir tekneden air liner: Yolcu taşıyan büyük uçak; büyük yolcu uça
hava vermeye yarıyan ince, lâstik hortum; hava hor ğı.
tumu;
air lock: 1) iç ve dış basınçları birbirinden farklı ve iç
air, injection: Püskürtme havası; Bkz. injection air. basıncı ayarlanabilen hava sızdırmaz bir bölme (u-
air injection engines: Hava İle püskürtmeli (dizel)
çaklarda, derin sulara dalan denizaltı ve araştırma
makineleri; yakıtının silindirlere yüksek basınçlı hava
teknelerinde olduğu gibi). 2) hava kabarcıkları nede
ile püskürtüldüğü makineler.
niyle su borularında oluşan hava cebi veya engeli.
air injection system: Hava ile püskürtme sistemi; bir
air manifold: Hava manifoldu; Bkz. air intake mani
pompa, üç kademeli bir kompresör, mekanik bîr en
fold.
jektör ve boru devresinden oluşan sistem; günümüz
air manometer: Hava manometresi; üst ucu kapalı,
de kullanılmayan bir püskürtme sistemi.
alt ucu açık, içinde hava olan uzun ve düşey bir bo
air injection valve: Basınçlı hava ile püskürtme sağla
ru; basınç ölçümünde kullanılır.
yan mekanik bir enjektör; Esk. hava ile püskürtmeli
air mass: Meteo. bir yatay kesitte sıcaklık ve nemi he
makinelerde kullanılır.
men hemen sabit koşullara sahip büyük bir hava küt
air inlet: hava girişi (Dz. motorlarında).
lesi.
air inlet line: Mot. endikatör diyagramlarında atmos
air mass analysis: Hava kütlesi analizi; hava kütleleri
fer hattının altında kalan giriş çizgisi; hava giriş çizgi
ve komşu hava kütleleri arasındaki sınırların (cephe
si veya hattı.
lerin) yerinin sinoptik yönünden tayin edilmesi işle
air inlet manifold: Bkz. air intake manifold.
mi veya analizi.
air inlet valve: Bkz. air intake valve.
air meter: 1) Mak. hava devreleri, valflar, hortum,
air intake manifold: Hava giriş manifoldu; motorlarda
musluk vb. inin kaçak miktarlarını ölçmek için kullanı
hava filitresi ile makine arasında bulunan ve hava
lan bir cihaz. 2) Meteo. hava akımı hızını ölçen bir ci
susturucusunu kapsayan, benzin motorlarında kar-
haz.
büratöre kadar olan madenî kısım.
air monitor: Nük. Ener. hava monitörü; hava içindeki
air intake ports: Mot. hava giriş portları veya pencere
radyoaktivitenin varlığını saptama, ölçme, haber ver
leri; süpürme havasının silindire verildiği pencereler;
me ve denetlemek için kullanılan bir cihaz,.
iki zamanlı motorlarda kullanılırlar. air motor: Bkz. air-driven motor.
air intake silencer: Mot. giriş havası susturucusu; ha air nozzle: Hava memesi veya hava nozulu; hava de
va susturucusu; motorlarda silindirlere emilen hava polarına donatılan ve atmosfere hava veren bir kon-
nın oluşturduğu akım nedeniyle meydana gelen gü vercent nozul; kompresörün debisini ölçmek için kul
rültünün giderilmesini sağlayan ve giriş manifolduna lanılır.
bağlı susturucu. airometer: 1) havanın hareketinin hızını ölçmek için
air intake stroke: Diz. Mot. hava giriş stroku ya da kullanılan bir cihaz. 2) gazometre Bkz. gasometer;
kursu; üst ölü noktadan 52 0 derece önce başlar ait air meter olarak da kullanılır.
ölü noktadan 20-50 derece sonra sona erer. air-operated: Hava, özellikle basınçlı hava ile çalıştırı
air intake system: Mot. hava giriş sistemi; hava filtre lan (ilk hareket sistemi, servomotor, kurum üfleme
si, hava manifoldu ve giriş supaplarından sonra olu- donanımı, besi suyu devresi regülatörü vb.i); hava
şan kısım; aşırı doldurmali makinelerde hava filtresi, ile çalıştırılan (işletilen).
blover, hava soğutucusu, hava resiveri, supap veya air overlap: Bkz. starting air overlap.
portlardan oluşur. air passage: 1) havanın geçebileceği bir boşluk veya
air intake valve: Diz. Mot. silindirlere havanın emilme pasaj. 2) hava kaçağı veya sızıntısı. 3) hava yolu ile
si veya doldurulmasını sağlayan ve supap hareket gezi. 4) böyle bir gezi için yatak, konfor vb. i gibi
mekanizması yardımıyla mekanik olarak açılan ve sağlananlar.
yayı yardımıyla kapatılan bir supap; giriş ya da em airplane: Hava. kanatlarını etkileyen aerodinamik kuv
me supabı. vet nedeniyle yukarıya doğru kaldırılan ve bir perva
air jacket: Bir makinenin bazı parçalarını çevreleyen ne ya da jet motoru ile ileriye doğru hareket ettirilen
ve özellikle ısı aktarılmasını (transferini) denetlemek bir hava aracı; uçak veya tayyare; pervaneli, türbo
için kullanılan, hava kapsayan bir bölme; hava ceke pervaneli, jet motorlu uçak; aeroplane şeklinde de
ti. kullanılır.
airlane: Hava yolu ile gezi rotası; hava yolu. airplane cloth: 1) başlangıçta ketenden, daha sonra
airless: 1) havasız; temiz havasız. 2) rüzgârsız; dur pamuktan dokunan ve uçakların kanatlarında kullanı
gun ve nemli hava. 2) havasız (püskürtme). lan dayanıklı bir kumaş. 2) giysiler için kullanılan
airless injection: Diz. Mot. havasız püskürtme; dize! benzer pamuklu kumaş.
motorlarında basınçlı hava ile yapılanın dışında ka
lan püskürtme türü; Bkz. injection.
airless-injection engines: Havasız püskürtmeli dizel
air plan t air storag e tan k

air plant: Bot. diğer bitkilerin gövde veya dallarında


air scavenging: Gem. Mak. kondenserlere giren ve
büyüyen, fakat asalak olmayan ve besinini hava ve
onun iç basıncını yükselten ve vakumun bozulması
yağmurdan sağlayan bitki.
na neden olan havanın çıkarilması; Bkz. air pump
air pocket: Uçuşu sırasında bir uçağın ani olarak kısa
veya air ejector.
düşmelerine neden olan atmosferik durum; hava
air sealing system: Hava ile sızdırmaz bir duruma ge
boşluğu.
tirme sistemi.
air pollution: Çevr. Hava kirliliği; endüstriyel kuruluş
air sealing valve: Hava ile sızdırmaz hale getirme val
ların yoğun olduğu yörelerde bacalardan çıkan du
fı.
man nedeniyle havanın kirlenmesi.
air, secondary: İkincil hava; sekonder hava. 2) Buh,
air port: 1) uçakların inip kalkabildikleri alan; çoğu za
Kaza, pulverize kömürle fayraplı kazanlarda yakma
man onarım, yakıt alma vb. i olanakları, yolcular için
havası; bir ön ısıtıcıdan geçirilerek ısıtılmış hava. 2)
türlü dinlenme salonları oları ve hangar gibi binalar
Gaz. Turb.yanma odası veya kombaatörün iç yüzeyi
la donatılmış alan; hava alanı; hava limanı. 2) Den,
ve alev hücresinin iç yüzeyleri arasından, soğutma
daire veya kare şeklinde gemi penceresi; lumbuz.
amacıyla geçirilen ve sonradan yanma ürünlerine ka
air preheater: Bkz, air heater.
tılarak onların sıcaklığını gerekli değere kadar düşü
air pressure: Hava basıncı; atmosferik veya sıkıştırıl
ren hava.
mış havanın kgf/cm2, kp/cm2, paskal (N/m2), bar,
air separator: Hava separatörü veya ayırıcısı.
1ts/inç2, psi vb. i türlerden basıncı.
air shaft: Bir maden ocağı, tünel veya dehlize hava
air, primary: 1) Buh. Kaza. pudra kıvamındaki kömür
nın girebileceği bir pasaj veya baca; hava bacası;
ile çalışan kazanlarda, cebri olarak kömür değirme
havalandırma bacası.
ninden geçirilen ve bu kömürü yakıcılara taşıyan sı
airship: 1) havadan hafif olan kendinden pervaneli ve
cak hava; primer veya birincil hava. 2) gaz türbinleri
yönlendirilen herhangi bir hava gemisi; zeplin. 2)
nin yanıcılarına (kombastörlere) verilen ve yanmayı
uçak; tayyare.
sağlayan hava; birincil veya primer hava.
air-slaked lime: Toz kireç; uzun süre hava etkisinde
airproof: Hava geçirmez; hava geçirmez yapmak.
bırakılmış, sönmemiş Kireç.
air propeller: Hava pervanesi; dönmeyi itmeye dö
air space: Elekt. bir endüktans bobininde, dielektrik
nüştüren ve güçle çalıştırılan pervane.
(yalıtım) kayıplarını azaltmak için, komşu iki sargı
airpump: 1) havayı çıkaran ya da boşaltan veya sıkış
arasında bırakılan boşluk.
tıran ya da onu kuvvetle bazı yerlere veren bir maki
air speed indicator: Meteo. hava hızının ölçülmesi
ne. 2) buhar makinelerinin açık besi suyu devrelerin
için kullanılan bir cihaz; hava hız göstergesi veya öl
de kullanıla pistonlu pompa; kondenserin buğu, gaz
çeri.
yoğuşum suları ve özellikle havasını emerek vakum
air-sprayed: Basınçlı hava ile püskürtülen,
oluşmasını sağlar; hava pompası; Gem, Mak. er-
air-spring: Havanın esnekliği ile çalıştırılan bir yay ve
pamp.
ya şok giderici.
air pump, bucket type: Baketli pompa; Gem. Mak,
air standard cycle: Standart hava çevrimi; Bkz. air
pistonlu buhar makinesi ile çalıştırılan bir pistonlu
cycle.
pompa; piston üzerinde ve yukarı doğru açılan, yay
air standard efficiency: Hava çevriminin verimi; Bkz.
yükü ile çalışan ve baket adı verilen geri döndürmez
air cycle.
valfları olan bir pompa; kondenserin hava, buğu,
air start cam: Bkz, starting cam,
gaz ve yoğuşum sularını emer ve vakum oluşumunu
air starting: Hava ile ilk hareket; özellikle yüksek güç
sağlar.
lü dizel motorlarında kullanılan ilk hareket yöntemi;
air pump, Edward's: Edvard'ın hava pompası; kon
yüksek basınçlı (25 - 35 bar) hava ile sağlanır.
denserin hava, buğu, gaz ve yoğuşurn sularını eme
air starting system: ilk hareket sistemi; kompresör
rek vakum oluşmasını sağlayan pompa; çalışma ilke
ler, hava tüpleri, ilk hareket valfları, distribütör, boru
si baketli pompa gibi olmakla birlikte, geri döndür
devresi, valflar ve ölçü cihazlarından oluşan ve ba
mez valflarının sayısı ona göre çok azdır ve silindiri
sınçlı hava ile dizel motorlarının ilk hareketlerini sağ
üzerinde portlar bulunmaktadır.
layan sistem.
air receiver: Diz. Mot, hava resiveri; hava deposu; iki
air starting motor: Hava ile ilk hareket motoru; bazı
zamanlı yüksek güçlü, ağır devirli dizel motorlarında
küçük güçlü dizel motorlarına uygulanan ve basınçlı
hava portları çevresinde süpürme veya süperşarj ha
hava ile çalışan bir tür marş veya ilk hareket motoru.
vasının toplandığı büyük hacimli kısım; skavenç böl
air starting valve: Diz. Mot. ilk hareket havası valfı;
gesi; süpürme havası bölgesi.
starting valf; gemi dizel motorlarının silindir kapağı
air register: Buh. Kaza. atomizör veya börner kapak
üzerinde bulunan ve silindirlere basınçlı hava vere
lari üzerinde bulunan ve ocağa püskürtülen yakıtın
rek ilk hareketi sağlayan valf.
yanmasını sağlayan hava klapelerinin bulundukları
air storage capacity: Hava depolama kapasitesi;
kısım; Gem. Mak. hava recisteri.
özellikle motorlu gemilerde kullanılan ve basınçlı ilk
air removal equipment: Hava çıkarma veya giderme
hareket havası depolanan tüplerin kapasitesi; gemi
teçhizatı ya da ekipmeni; kapalı bir kabın içindeki ve
dizel makineleri için bu tüplerin kapasiteleri, en az
ya kondenserdeki ya da havasızlandırma ısıtıcısında-
12 tamyol ileri veya geri manevrası yapacak yeterlik
ki havanın çıkarılmasını sağlayan teçhizat.
tedir; çoğu zaman bu kapasite toplam strok hacmi
air resistance: Havanın direnci veya mukavemeti; ha
nin 5,5-7,0 misli olarak düzenlenir; küçük güçlü, orta
va direnci.
ve yüksek devirli makinelerde ise kapasite, toplam
air route: Hava yolu.
strok hacminin 15-25 misli kadardır.
airscape: Dünyanın havadan görünümü.
air-storage tank: Diz. Mot. özellikle basınçlı hava de-
air strea m 15 alco a 214

polama tankı; hava tüpü; ştandro.


a!y: Bkz. alloy.
air stream: Hava akımı. alabamine: 1931 yılında nonazit kumlarında bulunan
airstrip: Hava. geçici olarak kullanılan hava alanı; me
85 nolu kimyasal element; Sirng. Ab.
tal, çakıl vb. i maddelerden yapılmış bir ya da birkaç
alabaster: 1) Kimy. Kalsiyum sülfatın (CaS0 4 .2H 2 0)
uçuş pisti olan küçük bir hava alanı.
doğal masif mermere benzeyen şekli; çok küçük ta
air swirl: Hava girdabı; hava türbülansı; özellikle bazı
necikli, beyazımsı, yan saydam bir tür alçı taşı; ala
dört zamanlı makinelerde püskürtülen yakıt ile hava
baster. 2) alabastere ait, ona benzeyen, seri beyaz
nın daha iyi karıştırılmasını sağlamak için oluşturu
vb.
lan hava girdabı veya türbülansı.
alabastrine: Kimy. alabastere benzeyen veya alabas
air systems: Dizel motorlu gemilerde kullanılan ve
tere ait.
püskürtme havası, ilk hareket havası, gibi yüksek ba
alarm: I) tehlikeyi duyurma; alarm. 2) tehlikeyi belirt
sınçlı, süperşarj ve süpürme havası gibi düşük ba
mek için düzenlenen bir mekanizma. 3) bir alarm sa
sınçlı sistemler; hava sistemleri.
atinin bazer veya zili. 4) yaklaşan tehlikeyi duyur
airt: 1) bir pusulanın önemli noktalarından herhangi
mak. 5) ani olarak korkutmak veya heyecanlandır
biri. 2) yön veya istikamet. 3) yönlendirmek veya kla-
mak; çalışanları, işletmecileri sesle uyarmak için kul
vuzluk etmek.
lanılan elektriksel bir cihaz; Bkz. buzzer.
air tables: Sıcaklık derecesine göre havanın entalpi,
iç enerji, özgül hacim vb. i özelliklerini sayısal ola alarm beli: Alarm
zili.
rak veren tablolar; hava çizelgeleri.
alarm clock: Alarm saati; bir zil veya bazer ile donatıl
air tank: Bkz. air bottle.
mış bir saat; mekanizmasının önceden kurulması ile
air tappet: Mot. mekanik olarak çalıştırılan ilk hareket
istenilen bir durumda ses vererek uyaran cihaz veya
valfının açılmasını sağlayan itecek; tapet; teypit.
2 saat.
air test: Gemi tanklarına basınçlı hava (0,014 N/mm
2 alarm devices: Mak. alarm cihazlari; görsel veya du
veya 0,14 kgf/cm gösterge (manometre) uygula yulabilir uyanlar veren, fakat makineyi veya istasyo
nan ve sabunlu su kullanılan bir sızdırmazlık deneyi; nu kapamayan cihazlar.
leak testing şeklinde de kullanılır. alarum: Bkz. alarm.
air thermometer: Meteo. hava hacmi ve basıncın sı albata: Kimy. bakır, çinko ve nikelin gümüşe benzer
caklıkla değişimi ile, sıcaklıkları ölçmek için kullanı bir alaşımı.
lan bir cihaz; hava termometresi veya sıcaklık ölçeri, albertite: Asfalta benzeyen bitümlü bir mineral.
airtight: 1) hava veya bir gazın girmesi ya da kaçma
albescent: Beyaza dönme; beyazlaşma.
sı bakımından çok sıkı; hava geçirmez; hava sızdır
albite: Kimy. feldispat familyasından beyazımsı ve
maz. 2) hücum için açık vermeyen.
sodyumlu, cam gibi parlak bir mineral, NaA!Sİ308.
air tools: Basınçlı hava ile çalışan aletler veya araç
albumen: kimy. 1) yumurtanın beyazı. 2) bitki ve hay
lar.
vanların hücrelerinde gelişmeyi sağlayan proteinli
air turbine: Hava. uçakların kanatları tarafından taşı
bir madde.
nan bir venturi memesi ile kısmen egzoz sağlayan
albumin: Kimy. süt, yumurta, adale (kas), kan ve tür
bir yardımcı; hava türbini, bu türbinlerin devir sayıla
rı yaklaşık 10 bin devir/dakika dolayındadır. lü sebzelerin dokularında bulunan kompleks (karma
şık) proteinler sınıfından herhangi biri; albümin; su
air valves: 1) hava valfları; pistonlu hava kompresörle
da çözünür, ısı ile pıhtılaşır ve karbon, hidrojen, nit
rinde giriş ve çıkış supap ya da valfları. 2) Buh. Ka
rojen, oksijen ve kükürt kapsar.
za. Bkz. air cock.
albuminate: Kimy. Albürninin bir asit veya bazla yaptı
air vent: Hava firar borusu: Gem. Mak. gemi tankları,
ğı bileşik; albüminat.
buhar ve besleme suyu devrelerinin hotvelleri, ere-
albuminoid: 1) albümine benzeyen. 2) protein 3) ke
cekter kondenserleri, vent kondenserleri vb. lerinde
bulunan ve havanın dışarı atılmasını sağlayan boru. ratin ve halojen kapsayan bir grup basit proteinler.
aibuminose: Bkz. albuminous.
air vessel: Gem. Mak. ervesıl; hava teknesi (hücresi);
albuminious: Albümine ait veya albümine benzeyen
tek etkili pompaların çıkış devreleri üzerinde bulu
ya da albümin kapsayan.
nan çelik saçlardan yapılmış bir kap; sıvı akımının
sürekli olmasını sağlar. albumose: Albüminlerin belirli enzimler tarafından et-
kilenmesiyle türeyen kimyasal bileşikler sınıfından
air voids: Hava boşlukları.
herhangi biri.
air washer: Bkz. evaporative cooler.
alchem: Bkz. alchemy.
airway: 1) Bkz. air shaft 2) havayolu.
alchemic: Alşimiye benzeyen veya ona ait.
airways, the: Rady. hava; hava tahmini.
alchemist: Aİşimide uygulayıcı; simyager.
air well: 1) hava bacası; Bkz. air shaft. 2) karbüratör-
alchemy: 1) Ortaçağ kimyasında iürlü metalleri (ba
lerde, benzin motoru çalışmıyorken şamandra kabın-
dakine eş düzeyde benzin ile dolan, makine çalıştığı kır, kurşun vb.) altına çevirmeyi ve gençlik iksirini
zaman boşalan, atmosfere açık silindirsel bir kap; bulmayı başlıca amaç edinen kimyacı veya kimya
hava kuyusu. ger; simyager. 2) bir şeyi mucize şeklinde diğer bir
şeye çevirme yöntemi ya da gücü.
airworthy: Uçmaya elverişli (uçaklar İçin söylenir).
alcoa 43: Ağırlığı az veya hafif dökümler yapımında
airy: 1) havada. 2) havaya ait. 3) havaya açık. 4) ha
va gibi cisimsiz; hayalî. 5) hava gibi hafif. kullanılan bir alüminyum alaşımı; % 95 alüminyum
ve % 5 silisyumdan oluşur (Ticarî bir isim).
A .İ.S.I.: American iron and Steel Institution:
alcoa 195: Isıl işlem görmüş, hafif döküm yapımında
Ameri kan (ABD) demir ve çelik enstitüsü.
kullanılan bir alüminyum alaşımı; % 96 alüminyum
al: Bkz. aluminum.
ve % 4 bakırdan oluşur (Ticarî bir isim).
alcoa 214: Hafif dökümler yapımında kullanılan bir
al co a 3 S 16 ali ph a t i c h y d rocar
bon s

alüminyum alaşımı; % 96,2 alüminyum ve % 3,8


şünün stator sargılarında endüksiyon akımını oluştur
magnezyumdan oluşur (Ticarî bir isim).
duğu, yüksek frekanslı bir endüktör veya endükleyi-
alcoa 3S: Hafif dövme malzeme yapımında kullanılan ci; Aleksanderson alternatörü.
bir alüminyum alaşımı; % 96,2 alüminyum ve % 1,2
alexandrite: Gün ışığında zümrüt yeşili ve yapay ışık
mangandan oluşur (Ticarî bir isim),
ta koyu kırmızı olan sarı yeşil renkli bir tür mineral;
alcoa 52S: Hafif dövme malzeme yapımında kullanı
aleksarıdrit; berilyum alüminat; mücevher olarak kul
lan bir alüminyum alaşımı; % 97,25 alüminyum, %
lanılır.
2,5 magnezyum ve % 0,25 kromdan oluşur (Ticarî
Alexia oil A: Aleksiya yağı A; Diz. Mot, % 70'i yüksek
bir isim).
dereceli mineral yağ ve geri kalanı saf su olan bir si
alcoa 53S: Isıl işlem görmüş, hafif, dövme malzeme
lindir yağı.
yapımında kullanılan bir alüminyum alaşımı; % 97,15
algebra: Mate. pozitif ve negatif sayılar, harfler ve di
alüminyum, % 1,3 magnezyum, % 0,7 silisyum ve %
ğer simgeler kullanan ve formül, eşitlik vb.leri ile ilgi
0,25 bakırdan oluşan bir ticarî isim.
lenen matematik dalı; cebir 2) matematiğin bu dalın
alcoa 61S: Hafif, dövme malzeme yapımında kullanı
da ders kitabı veya bilimsel inceleme ya da tez.
lan bir alüminyum alaşımı; % 95,65 alüminyum, %
algebraic: 1) cebire ait veya cebirde kullanılan. 2) ce
2,5 bakır, % 0,60 silisyum, % 1,00 magnezyum ve %
bire benzeyen veya cebirin özelliğinde; cebirsel.
0,25 bakırdan oluşur (Ticari bir isim).
algebraical: Bkz, algebraic.
alcogel: Kimy. dağıtıcı maddesi etanol Bkz. ethanol
algebraically: 1) cebir yardımıyla. 2) cebirsel olarak.
olan bir koloit.
algebraic equations: Cebirsel eşitlikler; ikinci, üçün
alcohol: 1) renksiz uçucu, keskin kokulu bir sıvı,
cü dereceden vb. i eşitlikler.
C 2 H5 OH; etil alkol; etanol; yakıt olarak, endüstride
algebraic formulas: Cebirsel formüller.
ve tıpta kullanılır ve türlü içkilere katılır. 2) içersinde
algebraic signs: Bkz. arithmetical signs.
alkol bulunan, sarhoş edici herhangi bir içki. 3) yapı
bakımından etil alkole benzeyen çok zehirli metil al algebraic solution: Cebirsel çözüm.
kol (CH3OH) ve emli alkol (C 5 H 11 OH) gibi organik algebraic sum: Cebirsel toplam,
algebraist: Cebir konusunda uzman; cebirci.
bileşikler. 4) tüm alkoller hidrokzil grubu içerir ve or
algicide: Yosun öldürmek için kullanılan kimyasal bir
ganik asitlerle tepkimede esterleri oluştururlar; % 52
madde; algisit.
karbon, % 13 hidrojen, % 35 oksijen kapsarlar.
alginic asid: Kimy. karbonhidratlara ilişkin, kompleks
alcohol denatured: Renkli ispirto; odun ruhu; metil
organik bileşikler; alginik asit; gıda endüstrisinde ka
alkol.
lınlaştırma maddesi olarak kullanılır.
alcohol, grain: Ethanol veya etil alkol, C2 H2 OH; çö
algoid: Yosuna benzeyen.
zücü veya içki olarak kullanılır.
algology: Yosunlarla ilgilenen botanik dali.
alcoholize: 1) alkolle doyurmak veya muamele et
algometer: Basınç nedeniyle oluşan ağrıların şiddeti
mek. 2) alkole çevirmek.
ni ölçmek için kullanılan bir cihaz; algometre
alcoholometer: Bir su ve alkol karışımındaki alkol
algorism: 1) Arapça sayılar sistemi; hesaplamada on
yüzdesini ölçmek için kullanılan özel bir hidrometre
dalık sistem. 2) herhangi tür sayılarla hesaplama,
veya yoğunluk ölçer; alkometre.
algorithm: Bilgisay. algoritma.
alcoholometry: Kimy. alkollü içki veya diğer çözeltile
alicyclic compound: Kimy. alisiklik bileşik; alifatik ve
rin etil alkol içeriğini saptama.
çevrimsel bileşikler; yaygın örnekleri; Siklopropan
alcohole rubbing: Kimy. tuvalet ispirtosu.
ve siklohegzan.
alcohol, wood: Kimy. metil alkol, metanol; odun ru
alidad: Bkz. alidade.
hu, CH 3 OH; solvent veya çözücü veya antifriz mad
alidade: 1) verniye, gösterge vb. inden oluşan optik
desi olarak kullanılan bir alkol.
araştırma cihazının bir parçası. 2) topoğrafik haritala
aldehyde: 1) Kimy. alkolün oksitlenmesi ile elde edi
rın yapılmasında kullanılan bir araştırma cihazı; yük
len kuvvetli, hoş olmayan kokulu, renksiz, uçucu sı
seklik ve mesafeleri ölçmek için kullanılır.
vı, CH3CHO. 2) bu tür organik bileşikler sınıfının her
alight: 1) yanan; yanmakta olan; aydınlanmış. 2) ışıl
hangi biri.
dayan.
aldis (signal) lamp: Aldls sinyal (işaret) lâmbası.
alight: Uçuştan sonra yere inmek.
aldol: Kimy. asetaldehitin yoğuşması ile elde edilen
kalın, yağımsı bir sıvı; aldol, CH3CH (OH)CH2CHO; align: Gem. Mak. layna almak; hizaya sokmak; sıraya
koymak; hizalamak.
aldol condensation: Kimy. bir aldol oluşturmak için
aligner: Mak, ayar aleti; ayar gönyesi.
iki molekül aldehit veya ketonun birleşmesi.
align indicator: Mak. ayar müşiri; ayar göstergesi;
aldose: Kimy. - CHO grubu içeren moleküle sahip bir
ayar endikatörü.
monosakarit; aldoz glükoz bir aldoz örneğidir.
alignment: Mak. ayar; dengeleme; denge sağlama;
alembic: 1) geçmişte damıtma için kullanılan cam ve
Gem. Mak. layna alma; aynı hizada olma.
ya metalden yapılmış bir araç (cihaz); imbik. 2) da
aline: Bkz, to align.
mıtan, değiştiren veya temizleyen (arıtan) herhangi
alinement: Bkz. alignment.
bir şey.
aliphatic compounds: Kimy. alifatik bileşikler; aroma-
alert: 1) alarm; uyarı sinyali veya işareti. 2) özellikle
tik bileşiklerin aksine, açık zincir yapıları ile belirtilen
beklenen bir hava akımından önce uyanık olma peri
organik bileşiklere verilen isim.
yodu; 3) uyarmak; hazır olmak için uyarmak.
aliphatic hydrocarbons: Kimy. alifatik karbonlu hidro
alert tube boiler: Esk. bir tür kalın su borulu heder tü
jenler; doyma derecesine bağlı olarak bu grup: a)
rü kazan.
Alexanderson alternator: Elekt. bir rotorun hızlı dönü parafin veya alkan, (C n H2 n + 2 ) , b) olefin (C n H 2 n )
ve c) asetilenlerden (C nH2 2n-2) oluşur.
aii ph a t ic s 17 al kyla t io n

aliphatics: Kimy. alifatikler; açık zincir yapılı karbonlu


eğer fazla hidrojen iyonu varsa çözelti asit ve fazla
hidrojen grubu; bu grubun en önemli üyeleri parafin
hidroksil İyonu olduğunda baz kökenlidir; suların ha
ve olefin serileridir. 2) yağa ait veya yağdan elde edi
fifçe alkalin tutulması korrozyonu azaltır; asit veya
len; yağa benzer (belirli karbonlu hidrojenler için
baz düzeyi pH değeri Bkz. pH value ile belirtilir.
söylenir).
alkalinity test: Alkalinlik deneyi veya tecrübesi; Buh.
aliquant: Mate, bir sayıyı tam bölemeyen ve bir artık
Kaza. temiz bir porselen kaba belirli miktarda (50
bırakan sayıyı belirtir; örneğin 8 sayısı 25'i tam böle
mez, artık 1 kalır. cm 3 ) su alınarak çevre sıcaklığına kadar
aliquot: Meta. bir sayısı tam bölen veya artık bırakma soğutulur, içine beş veya altı damla fenolftaleyn
yan sayıyı belirtir; örneğin 8 sayısı 24'ü tam böler ve damlatılır; eğer su asit eğilimli ise rengi değişmez,
artık bırakmaz. eğer alkalin eğilimli ise rengi kırmızıya döner. Bu
alizarin: Kimy. antrasenin oksitlenmesinden üretilen drumda, içinde sülfürik asit veya nitrik asit bulunan
kırmızımsı sarı renkli kristalli bir bileşik; alizarin, ölçekli bir büret- ten, suyun rengi normale
C 4 H 8 O 4 ; boya yapımında kullanılır; dihidrokziantra- dönünceye dek asil pom palanır ve asit miktarı
kinon. milimetre türünden okunur. Bulunan sayı, kazanı imal
alizarine: Bkz. alizarin. eden firmanın sağladığı bir sabite ile çarpılarak
alkalescence: Kimy. alkalin (baz) olma veya baza dö grain/galon türünden toplam alkalinlik bulunur. Bu
nüşme işlemi, değeri ppm'ye çevirmek için 17,1 ile çarpılır. Eğer
alkalescent: 1) baz olma. 2) bir dereceye kadar baz. bulunan değeri yüzde cinsine çevirmek için
alkali: 1) soda, potas vb. i gibi suda çözünen ve asit grain/galon alkalinlte 30'a bölünür; ör neğin 12
leri nötrleştiren herhangi bir baz veya hidroksit; alka grain/galon alkalinlik (12/30) 0,4'e eşittir. Eğer
liler (bazlar) kırmızı turnusolü maviye çevirir ve tatla değerler çok yüksek olursa kostik gevreklik ve
rı ekşidir. 2) bazı çöllerde olduğu gibi, toprakta bulu oyuklar oluşur.
nan ve suda çözünen herhangi bir mineral tuzu ve alkalinity value: Diz. Mot. kükürtlü yakıtlarla çalıştırı
ya tuz karışımları; asitleri nötrleştirme yeteneğinde- lan dizel motorlarında, makine soğuk iken oluşacak
dirler. 3) pH değeri 7'den büyük olan çözeltiler. 4) sülfürük asili nötrleştirecek veya azaltacak katkılar
alkalin; baz. eklenen yağlama yağının asit nötrleştirme yeteneği;
alkalify: Baz yapmak veya baz olmak. 1 gram yağlama yağında miligram türünden potas
alkali meta!: Kimy. tek değerli sodyum, potasyum ve yum hidroksitin (KOH) varlığı; alkalin sayısı veya de
ya lityum gibi, hidroksitleri kuvvetli alkalin olan her ğeri; TBN kısaltması ile belirtilir; Bkz total base
hangi bir metal; alkali veya kalevi metal. number.
alkalimeter: Kimy. bir madde veya çözletideki alkali alkalize: Alkalin hale getirmek,
miktarını ölçmek için kullanılan bir cihaz; alkalimet alkaloid: 1) Kimy. alkalin özelliklere sahip oları ve nit
re. rojen kapsayan bir organik madde; alkaloit; bu tür
alkaline: 1) Kimy. alkali özelliklere sahip olan. 2) bir maddeler bitki ve hayvanlardan elde edilir ve kafein,
alkaliye ait veya alkaliye benzeyen. 3) alkali kapsa morfin, kokain, kinin ve striknin gibi belirli ilaçların
yan; alkalin; baz. yapımlarında kullanılır; bazı alkaloitler çok zehirlidir.
alkaline chromates: Alkalin kromat; dizel motorların alkane: Kimy. düz zincirli veya dallı zincirli, sadece
da pH değerinin belirli sınırlar içinde tutulması ama tek bağ kapsayan ve genel formülü C n H 2 n + 2 olan
cıyla soğutma suyunun ıslah edilmesi ve metal yü bir karbonlu hidrojen; İlk dört üyesi metan, elan, pro-
zeylerin korunması için sudaki çözeltisi kullanılan bir pan ve bütandır; heptan (C7H16), heptakontan da
kimyasal bileşik, K2Cr2O7 . (C70H142) bu gruptandır.
alkaline-earth metals: Kimy. toprak alkali metaller; alkanet: 1) Bot. kökleri kırmızı boya yapmakta kullanı
kalsiyum, stronsyum, baryum ve bazan berilyum, lan ve aynı familyadan olan bitkilerden herhangi bi
magnezyum kapsayan bir grup kimyasal element. ri; sığırdili (bitkisi); hava civa otu. 2) bu bitkilerden
alkaline earths: Kimy. toprak alkali metallerin oksitle elde edilen boya. 3) kökleri kırmızı boya veren türlü
ri. diğer bitkilerden herhangi biri.
alkaline hardness: Bkz. temporary hardness. alkanin: Alkanet Bkz. alkanet kökünden yapılmış ve
alkaline hardness, non: Bkz. permanent hardness. kırmızı boya maddesi yapımında kullanılan ince toz.
alkaline oil: Yapısında lt/mg türünden potasyum hid alkane: Kimy. düz zincirli veya dallı zincirli, bir çift
roksit (KOH) bulunan, silindir yağlarından herhangi bağlı bir karbonlu hidrojen; genel formüiü C n H 2n
biri; alkalin yağ; kalevi yağ; baz kökenli yağ; bazik ;
yağ. eten, propen vb. i gibi.
alkaline treatment: Buh. Kaza. alkalin İşlemi veya mu alkyd: Kimy. pitalik asit veya daha sık pitalik asit anid-
amelesi; hidrolik deneyi, tuğla işçiliği, onarım ve riti ve gliserol'den yapılan türlü yapay reçineleri belir
montaj işleri tamamlandıktan sonra, buharla denen tir; bu tür reçinelere ait veya onları kapsayan; boya
meden ve ocak duvarları kurutulmadan önce kaza cılık vb. inde kullanılırlar.
na uygulanan işlem. alkyd resins: Kimy. polihidrik alkoller ve polibazik
alkaline water: Kimy. alkalin su; kalsiyum, sodyum ve asitlerin tepkime ürünü; vernik ve cilalarda kullanılır.
magnezyum bileşikleri içeren ve insanların kullanımı alkyl: Kimy. bir karbonlu hidrojen molekülü ve hidro
için elverişli olmayan su. jen için bir elemeni veya bir grup elementle yer de
alkalinity: Kimy. alkalin olma özelliğinde olan; alkalin- ğiştirerek oluşan; alkil.
lik veya kalevilik; suyun bir parçasını oluşturduğu bir alkylation: Ham petrolün damıtılması sırasında farklı
çözelti hidrojen iyonu ve hidroksil iyonlarını kapsar; familyalardan oluşan hafif gazlan bir katalizör yardı
mıyla birleştirme; genel olarak dallı zincirli parafin
vermek için, bu işlemde bir olefin bir parafinle birleş
tirilir.
Teknik Sözluk - F. 2
alky! cyanide n almanac

alkyl cyanide: Kimy. alkil siyanür; nitril (C 2 H 5 - C = allowable wear: Müsaade edilen aşınma miktarı; ma
N), propanonitril, etil siyanür ismi ile belirtilen bir kinelerin yatakları, silindir gömlekleri, dişlileri vb. i
kimyasal bileşik. yerlerde daha fazlasına müsaade edilemeyen aşın
Alkyl halide: Kimy. bir alkana (Bkz. alkane) bir halo ma miktarı; bu değere erişildiğinde yeni yedek par
jen atomu eklenerek oluşturulan bir bileşik; alkil hali çalar kullanılması gerekir.
de. allowable working pressure: Müsaade edilen işlet
alkyl naphthalene: Alkil naftelerı; dizel motorlarının me basıncı.
yakıtlarına eklenen ve onların akma noktalarını düşü allowed band: Bir katıdaki elektronların mümkün
ren bir katkı maddesi. olan enerji alanı.
alkyl radicals: Kimy. alkil kökleri; özellikle parafin seri alloy: 1) bir metalin bir veya birden fazla metalle oluş
si karbonlu hidrojenlerden türeyen ve genel formülü turduğu bir karışım; alaşım. 2) altın ve gümüşün gö
CnH2n+1 olan tek değerli karbonlu hidrojen kökleri. reli saflığı. 3) çoğu metalin daha değerli bir metalle
alkyne: Kimy. üç bağ kapsayan açık zincir yapılı ve oluşturduğu karışım. 4) daha ucuz bir metalle karışa
gene! formülü C n H 2 n - 2 olan doymamış bir karbonlu rak (bir metali) daha az değerli yapmak; değerini dü
hidrojen; alkine olarak da yazılır. şürmek. 5) metalleri karıştırmak.
alien screw: Mak. bir tür gömme vida; kafası altıgen alloy, antifriction: Sürtünmeyi azaltan alaşım veya
şeklinde oyuk vida; allen vidası; ailen anahtarı Bkz. halita.
Allen wrench ile gevşetilip sıkıştırılabilen bir vida. alloy cast iron: Dökme demir alaşımı; dökme demi
alien wrench: Mak. gömme anahtar; setuskur anahta rin nikel, krom, vanadyum, molibden vb. i metallerle
rı; altı köşe "t." şeklinde anahtar. yaptığı alaşım veya alaşımlar; alaşım dökme demir.
allocate: Ayırmak. alloy elements: Bir metale onun özelliklerini değiştir
allomerism: Kimy. kristal şeklinde değişme olmaksı mek amacıyla eklenen kimyasal maddeler veya ele
zın, kimyasal yapıdaki değişim; allomerizrn. mentler; alaşım elementleri.
allomerous: Kimy. aliomerizme ait veya allomerizrn alloy, fusible: Düşük sıcaklıklarda eriyen alaşım veya
gösteren. halita.
allomorph: 1) Mine. a) Birden fazla kristal şeklinde alloying elements: Bkz. alloy elements.
olan fakat daima aynı kristal yapıya sahip olan bir alloy, nonferrous: Kökeni demir olmayan alaşım; de-
maddenin herhangi bir türü; alomorf; b) bileşenleri mirsiz halita veya alaşım.
kısmen veya tamamen değişen bir tür psödomorf. alloy steel: Alaşım çeliği veya çelik alaşımı; belli özel
allomorphic: Alomorfizm gösteren veya alomorfizme likler kazandırmak üzere çeliğin nikel krom, vanad
ait; alomorfik. yum ve diğer metallerle oluşturduğu alaşım veya ala
allomorphism: Alomorfizm; aynı kimyasal yapı, fakat şımlar.
farklı kristal şekillerinde maddelerin özelliği; alomor alloy steel, automobile: Bkz. automobile alloy ste
fizm. el.
allophane: Doğal, yarı saydam, değişik renklerde alü alloy tool steels: Takım alaşım çelikleri: normal ola
minyum silikat; alofan, Al 2SiO5.5H 2 O. rak krom-vanadyum çelikleri; manganez, krom ve
allotrope: Kimy. alotropik bir şekil; değişik durum ve tungsten çelikleri de bu sınıfa girer.
ya hal. all-purpose: Çok amaçlı (yağlama yağı, nozul vb. i),
aiiotropic: Alotropiye ait veya alotropik olan. all-purpose nozzle: Yüksek hızlı sis, alçak hızlı sis ve
allotropism: Bkz., aliotropy. ya solit su akımı sağlayabilen başlık, nozul ya da
allotropy: Belirli bazı kimyasal elementlerin iki veya meme; çok amaçlı meme (nozul).
daha fazla farklı şekil sürdürme özelliği; örneğin kar all-purpose oil: Diz. Mot. makinelerin yatakları, silin
bonun mangal (odun) kömürü, elmas, is vb. i şekli dirleri, kompresör silindirlerinin yağlanması ve pis
leri; alotropi. ton kafalarının soğutulmasında kullanılan bir tek
allowable: Müsaade edilebilir; izin verilebilir; kabul yağ; çok amaçlı yağ.
edilebilir. allyi: Kimy. sarmısak yağı vb. inde bulunan tek değer
allowable bearing capacity: Müsaade edilen taşıma li bir kök; alil, C3H5.
kapasitesi veya gücü; güvenli veya emniyetli taşıma aliyi alcohol: Sıv. Yük. alil alkol; "A-A"; 2-propen-l-01;
gücü. propil alkol; Simg.H 2 : C : C H . C H 2 .OH ; renksiz, keskin
allowable clearance: Müsaade edilen boşluk ya da hardal kokulu, yangın tehlikesi olan, insan sağlığına
klerens; bir yatak, silindir gömleği, kroshed (çapraz zararlı, doymamış alifatiklerden bir alkol; t.c..378°C;
muylu) süperi veya kayıcısının boşluğunun mini 2CP/20°C'de öz.ağ. 0,85; suda tümü ila çözünür; ge
mum ile maksimum değerleri arası. milerde çevre sıcaklığı ve atmosferik basınçta taşı
allowable compression ratio: Mak. müsaade edilen nır.
kompresyon oranı; benzin motorlarında ön yanma aliyi chloride: Sıv. Yük. alil klorür; 3-kloroproperı; a-
ya neden olduğu için daha fazla yükseltilmeyen sı monokloropropilen; renksiz, keskin ve hoş olma
kıştırma oranı. yan kokulu bir sıvı; Simg. H2C:CH.CH2CI; doyma
allowable compressive stress: Mak. müsaade edi mış alifatiklerden bir halikarbon; 20°/20°C'de
len bası gerilmesi. öz.ağ.0,938; k.n.45°C; d.n.-136°C; 20°C'de viskozi
allowable load: Mak. müsaade edilen yük; kabul edi tesi 0,331 cP; gemilerde çevre sıcaklığı ve atmosfer
lebilir yük. basıncında taşınır.
allowable pressure: Müsaade edilebilir basınç; kabul almanac: Gün, hafta ve ayların yıllık takvimi, ek ola
edilebilir basınç. rak astronomik veriler, hava tahminleri, faydalı bilgi
allowable stress: Müsaade edilen gerilme; emniyet tabloları; almanak; yıllık.
veya güvenlik gerilmesi.
almanac, nautical 19 alumina
sıncın 100kPa'dan 120 kPa'ya değişmesi. 2) değişik
almanac, nautical: Bkz. nautical almanac, lik sonucu: Bir etki oluşturmak için basınç değişimi
alnico: Alniko; sabit mıknatıs yapımında kullanılan yeterliydi gibi.
bir alüminyum alaşımı; % 20 nikel, % 12 alter course: Den. bir geminin rotasını değiştirmek;
alüminyum, % 5 kobalt ve % 63 demirden oluşur. rotasını değiştirmek (gemi, uçak vb.)
aloft: 1) toprak veya zeminden çok yüksekte. 2) bîr alternate: 1) Elekt. alternatif akım gibi yönü düzgün
geminin güvertesinden yüksekle; direğin üstünde. ve sürekli bir biçimde değişen; böyle bir akımla
alongshore: Sahil boyunca; sahil veya kıyının yakını. çalış tırmak. 2) almaşık. 3) yedek. 4) seçenek.
alongside: Bordasında (geminin); borda bordaya; alternate angles: Geo. iki doğruyu kesen bir doğru
aborda. tarafından oluşturulan iç ve dış ters açılar; ters açı
alow: Den. aşağıda; altında. lar.
alpha chamber: Nük. Ener. alfa hücresi veya odası; alternate firing: Düzenli bir biçimde değişen fayrap;
alfa partiküllerini (parçacıklarını) ortaya çıkarmak kazan ocaklarında kömürle yapılan fayrap için
için kullanılan bir sayaç; beta ve gamalardan ileri söyle nir; bir tür el ite fayrap şeklidir.
ge len impulsları ayırıp sadece alfalardan ileri alternating: Değişen (Alternatif akım gibi).
gelenleri geçirmek için, impuls seçicisi ile birlikte alternating current: Elekt. dalgalı akım; alternatif
kullanılır. akım; şehir ceryanı; alternator tarafından üretilen
alpha counter: Nük. Ener. alfa sayacı; alfa tanecikleri akım; yönü sürekli olarak değişen elektrik akımı.
ni saymak için kullanılan bir cihaz veya sayaç; alternating current component: Elekt. alternatif akım
sayı cı tüp, amplifikatör, impuls diskriminatörü, bileşeni, bir alternatif akım gibi etkiyen doğru
impuls sa yıcısı ve kayıt ediciden oluşur. akım; akım şiddetinin azalması veya çoğalması,
alpha counter tube: Bkz. alpha counter. dalga şek lini alternatif akımdakine benzetir, Sakat
alpha-emission: Nük. Ener. bir çekirdekten bir alfa elektronlar sadece bir yönde akar.
partikülünün (± He) çıkarıldığı işlem; alfa emisyonu. alternating-current dynamometer: İçten yanmalı ma
alpha iron: Demirin yumuşak ve manyetik bir türü. kinelerin fren beygir güçlerinin saptanmasında
aipha-methylnaphthalene: Kimy. alfametilnaftelen; di kulla nılan elektriksel dinamometre veya fren;
zel motorlarının yakıtlarının setan sayısının saptan alternatif akım dinamometresi.
masında kullanılan ve yanma özelliği iyi olmayan alternating current generator: Bkz, alternator.
bir karbonlu hidrojen, C 1 0 H 7 CH 3 ; öz.ağ. 1,025 alternating voltage: Elekt. alternatif gerilim veya vol-
g/cm3; k.n.244°Cved.n.-21,5°C. taj; bir alternator tarafından üretilen akımın gerilimi
alphanol-79: Sıv. Yük. alfanol-79; renksiz, hafifçe vis veya potansiyel farkı.
koz, tehlikeli olmayan bir sıvı; birincil alifatiklerden alternative: Alternatif; seçenek.
bir alkol; nem almayan, dayanıklı bir sıvı; yoğ.0,837 alternator: Elekt. alternatif veya dalgalı akım üreten,
g/ml (20°C'de); k.n.177-202°C; visk.9,4 cP çoğu zaman dıştan ikazh veya uyarmalı elektrik jene
(20°C'de); gemilerde çevre sıcaklığı ve atmosfer ba ratörü; alternator.
sıncında taşınır. altigraph: Rakım ya da yükseltiyi otomatik olarak
alphanumeric: Bilgisay. alfasayısal. ka yıt eden, gerçekte bir aneroit barometre olan
alpha particle: Nük. Ener. belirli radyoaktif maddele cihaz; aitigraf.
rin çıkardığı veya neşrettiği pozitif yüklü partikül altimeter: 1) yükselti veya yerden yüksekliği ölçmek
ve ya parçacıklar; iki proton ile iki nötrondan için uçaklarda kullanılan ve hem metre ve hem de
oluşur ve iki elektron kazandığında bir helyum fit türünden taksimatları (bölüntüleri) olan bir
atomuna dönü şür; alfa partikülü. aneroit barometre; altimetre. 2) sekstant.
alpha rays: Nük. Ener. alfa ışınları; geçirgenliği beta altimetry: Altimetre yardımıyla yükseltilerin ölçülmesi
ışınlarından daha az olan, alfa partiküllerinin ışınları; bilimi veya pratiği.
radyoaktif elementler tarafından neşredilen alfa par- altiscope: Bir tür periskop; Bkz.
çacıklan. periscope.
alpha-ray spectrum: Sadece manyetik olan veya altitude: 1) bir şeyin belirli bir yerden, özellikle
hem manyetik alan ve hem de elektrik alanları ile dünya yüzeyi veya deniz seviyesi ya da okyanus
farklı hızlarda alfa partiküllerinin ayrışması ite elde yüzeyin den yüksekliği; rakım; yükselti veya
edilen tayf; alfa ışın tayfı. altitüt. 2) yük sek bir yer veya bölge. 3) Astr. bir
alpha survey meter: Nük. Ener. alfametre; alfa araştır gezegen, yıldız vb. inin ufuk üzerindeki açısal
ma cihazı; radyoaktif artıklardan alfa partiküllerini yüksekliği. 4) Geo. bir şeklin tabanından paralel
saptayan cihaz. olan kenara kadar veya ta banından en yüksek
alpha tocopheral: Vitamin E; E vitamini. noktasına kadar olan dikey me safe; yükseklik.
alpha uranium: Bkz, uranium. altitudinal: Altitüt veya yüksekliğe ait ya da ona
alphyl: Kimy. tek değerli bir karbonlu hidrojen kökü; sahip olan.
alfil alum: Bkz,
. aluminum.
alt.: Bkz. alternator. alum: 1) amonyumun çift sülfatı veya tek değerli
altazimuth: Astr. bir yıldızın yüksekliği ve yönünü, (sod yum veya potasyum gibi) metal ve üç
semtini (azimut'unu) aynı anda bularak, göründüğü değerli (alü minyum, demir ve krom gibi)
durumu duyarlı olarak saptamak için kullanılan bir metallerle yaptığı sül fat; alüm; şap; kabartma tozu,
ci haz. boyalar ve kağıt yapı mında kullanılır; en yaygın
alter: Esas özelliklerine dokunmaksızın ayrıntılarda şekli potas alurn (potas yum alüminyum sülfat),
farklılık yapmak; değiştirmek; böylelikle bir madde KAl (SO 4)2.12 H20.2) alü minyum sülfat.
nin kimliğinde bir değişiklik olmaz. alum earth: Alüminyum oksit, Al2O3.
alteration: Bir cisim, durum, şekil veya islemdeki alumina: 1) mono-boksit (AI 2 0 3 .2H 2 0), asbestos lifi
de ğiştirilen tek bir olay; örneğin bir deney
sırasında ba
alumina cement Am erici u m

ve kilden oluşan bir madde; alumina; 1093°C dere


Otomobil Yapımcıları Birliği.
ce sıcaklığa kadar kullanılabllir ve yüksek mekanik
Amagat's law: Term. Amagat kanunu veya yasası;
dayanıklığa sahiptir. 2) su borulu kazanların ocak
"Bir gaz karışımının toplam hacmi, karışımı oluştu
duvarlarının yüzeylerini sıvamakta kullanılan ateş
ran kısmi gazların hacimlerinin toplamına eşittir"; bu
toprağı veya kili, alumina (AI 2 O 3 ) ve silikadan
yasa sadece gazlar içindir, ancak her türlü gaz karı
(Si0 2 ) oluşur.
şımı için kullanılabilir.
alumina cement: Alüminyum oksit çimentosu.
amalgam: 1) Kimy. cıvanın diğer bir metal veya metal
aluminate: Kimy, bir alkalin çözeltisinde asit tepkime
lerle yaptığı bir alaşım; malzeme; örneğin diş dolgu
si ile elde edilen alüminyum hidroksit tuzu. maddesi olarak kullanılan gümüş malgama. 2) bile
aluminiterous: Kimy. alüminyum veya alümina kapsa şim; karışım; harman.
yan veya
amalgamate: 1) bir malgamada birleştirmek. 2) birleş
veren.
tirmek; kariştırmak.
aluminium: Kimy, alüminyum (Ing.)
amalgamation: Kimy. metallerle cıvayı birleştirme ve
aluminize: Kimy. alüminyum ile kaplamak veya mu
karıştırma
amele etmek.
amalgamator: Mine, gümüş veya belirli diğer metalle
aluminothermy: Alüminyumun, bileşiklerinden diğer
rin cıva ile malgama yapması ve bir metalin cevhe
bir metali ayırdığı ve aynı anda büyük bir ısının açı
rinden ayrılmasında kullanılan bir makine; amalga
ğa çıktığı metalürji işlemi; alüminotermi.
mator.
aluminous: Kimy. alüm (şap), alümina ve alüminyum
amatol: % 80 amonyum nitrat ve % 20 TNT'den olu
kapsayan veya onlara ait.
şan güçlü bir patlayıcı karışım; amatol.
aluminum: 1) Kimy. hafif, gümüş gibi, kolaylıkla işle
amazonite: Yeşil renkli, ikinci dereceden kıymetli bir
nen, korrozyona dayanıklı ve çok bol, fakat sadece
taş; amazon taşı; Amazon stone olarak da kullanı
bileşikler halinde bulunan kimyasal element; alçak
lır.
alaşım çeliklerinin önemli bir bileşeni; oksitlenmeye
amber: 1) alüvyonlu topraklarda bulunan ve tespih,
dayanıklı bir metal; Çok yaygın olarak, bu arada al
pipo sapı vb. i yapımında kullanılan sert, kolayca par-
çak sıcaklık reaktörlerinin yapımında kullanılan bir
latılabilen ve sürtünme ile derhal elektriklenen sarı
metal; alüminyum; Simg. Al; at.ağ.26,97; at.no.13.2)
veya kahverengimsi sarı renkli, yarı saydam bir fosil
alüminyum kapsayan ve alüminyumdan yapılmış.
reçine; amber; kehribar. 2) kehribarın rengi. 3) kehri
aluminum allyos: Alüminyum alaşımları : a) alcoa
bardan yapılan veya ona benzeyen. 4) kehribar ren
43,195 ve 214. b) alcoa 3S, 52S, 61 S. c) alnico. d)
ginde olan.
alüminyum pirinci, e) alüminyum bronzu vb. i.
ambient: Çevreleyen; kuşatan; her taraftan (kuşa
aluminum anode: Akaryakıt taşınan tanklarda kullanıl
tan).
masına müsaade edilen anodlk koruyucu; alümin
ambient pressure: Çevre basıncı; dış basınç; Mot. ve
yum anot.
ya Buh. Kaza. çalıştıkları yerin çevresindeki hava ba
aluminum brass: Alüminyum pirinci; kondenser, ısıtı
sıncı; gemi makineleri için 1 teknik atmosfer veya
cı ve soğutucu veya eşanjör borularının yapımında
yaklaşık olarak 1 bardır.
kullanılan, ısı geçirgenliği yüksek bir alaşım: % 76
ambient temperature: Çevre ya da muhit sıcaklığı;
bakır, % 0,5 kalay, % 2 alüminyum, % 1 nikel, % 20
dış sıcaklık; içten yanmalı makine veya buhar kazan
çinko ve % 0,05 arsenikten oluşur.
larının çalıştırıldıkları yerin çevresindeki sıcaklık.
aluminum bronze: Alümlnyum bronzu; pompa parça
ambipolar: iyonların her iki yöne hareket ettikleri bir
lan yataklar, taklit altın, süs eşyaları yapımında kulla
elektrolitik pildeki akım için söylenir.
nilan alaşım: % 94,65 bakır ve % 5 alüminyum ile %
ambylgonite: Kimy. soluk yeşil renkli kristalli bir mine
0,35 arsenikten oluşur.
ral, Li (AIF) PO4.
aluminum cable: Alüminyum kablo; daha çok telefon
ambrac A: Yapısı % 20 nikel, % 5 çinko, % 75 bakır
teli olarak kullanılan alüminyumdan yapılmış kablo.
olan bir alaşım; eşanjör (ısı alıp veren cihazlar) yapı
aluminum casting: Alüminyum döküm.
mında kullanılır.
aluminum chloride: Alüminyum klorür, AI2 Cl 3 ; sen
ambulance: Bir hemşire, bazan doktor ve tıbbî cihaz
tezlerde kullanılan renksiz bir kristal.
ve teçhizatla donatılmış minibüs; ambulans.
aluminum foil: Kalınlığı 0,007-0,04 mm olan düz veya
ambulator: Yürünen bir mesafeyi ölçmek için kullanı
dalgalı folyo; alüminyum folyo; birkaç kat olarak kul
lan bir cihaz; pedometre.
lanılır.
American Bureau of shipping: Amerikan klâs mües
aluminum oil: Galvaniz boya; alminyum boya.
sesesi; ABS kısaltması ile belirtilir.
aluminum oxide: Alüminyum oksit, Al 2 O 3 ; renksiz
American screw gauge: Mak. ağaç veya metal vidala
kristaller.
rının çaplannı kontrol etmek için kullanılan standart
aluminum paint: Galvaniz boya; alüminyum boya.
bir vida ölçü cihazı.
aluminum soldars: Alüminyum lehimleri;
American wire gauge: Mak. Amerikan (ABD) tel gös
aluminum sulfate: Alüminyum sülfat, AI 2 (S0 4 ) 3 ;
tergesi veya geyici; pratik olarak bakır ve alümin
su temizlemede kullanılan renksiz kristaller.
yum ile elektrikte kullanılan tüm tellerin çaplarının öl-
alum-stone: Bkz. alunite.
çülmesinde kullanılan bir ölçü cihazı; levha halindeki
alunlte: Kimy. potasyum, alüminyum sülfat ve hidrok bakır, alüminyum ve diğer demirsiz metaller için de
sit kapsayan bir mineral; gübre olarak kullanılır. kullanılır; AWG kısaltması ile belirtilir.
AM (A.M.): Bkz Americium.
Americium: Kimy. 1945 yılında G.T. Seaborg, R.A.
AM (A.M.): Bkz. amplitude modulation.
Ja mes ve L.O.Morgan tarafından keşfedilen ve
A.M. (a.m.): Öğleden önce; gece yarısından öğleye
nükleer fizyondan üretilen bir kimyasal element,
kadar olan zamanı belirtir.
Am; at.ağ.241;at.no.95.
AMA: Automobile Manufacturers Association: ABD
ame t h ys t 21 ammonium chloride

amethyst: 1) mor veya menekşe renkli, mücevher


duğu gibi, bir amonyak molekülü (NH3). 2) bu mole
olarak kullanılan bir kuvarz türü; ametist. 2) mor
külü kapsayan herhangi bir belirli kompleks bileşik;
renkli alüminyum oksit; safir vb.; oriental amethyst
ammin.
adı da verilir. 3) mor; eflatun rengi.
ammino-: Kimy. bir veya daha fazla arninli anlamında
amethystine: 1) ametistten yapılan. 2) özellikle rengi
ve belirli kimyasal bileşiklerin adlarında kullanılan
açısından ametiste benzeye.
bir önek.
amic: Kimy. amine
ammonia: 1) Kimy. renksiz, keskin kokulu, azot ile
alt.
hidrojenden oluşan bir gaz, NH3; bileşikleri yapay
Amici prism: Spektroskopide kullanılan prizma kom
gübre İmalinde ve tıpta kullanılır; k.n.-28°F (-33°C);
binasyonu.
atmosfer basıncında öz.ağ. 0,684; yanıcı ve zehirli
amide: Kimy. 1) bir amonyak molekülünün (sülfanila-
bir gaz. 2) bu gazın sudaki çözeltisi; amonyaklu su;
mid) bir hidrojen atomunun yerini aldığı asit kökü ve
ammonia water, aqua ammonias şeklinde de kulla
ya CO.NH2 kökü (asetamid) kapsayan organik bile
nılır.
şiklerin gruplarından herhangi biri. 2) amonyak mo
lekülünün bir hidrojen atomunun bir metal ile yer de ammonia (anhydrous): SN. Yük. susuz amonyak;
ğiştirdiği herhangi bir ammono bazı. amonyak gazı; sıvılaştırılmış amonyak; renksiz, kes
amidic: Kimy. amidden yapılan veya amide ait. kin kokulu ve boğucu bir gaz; insan sağlığı için tehli
keli; Simg. NH3; 450 °C üzerindeki sıcaklıklarda hid-
amidin: Kimy. kolanın suda ısıtılmasıyla yapılan, suda
roen ve nitrojene ayrılır; öz.ağ.0,6167 (15°/4°C'de);
çözünen saydam bir madde; amidin.
k.n. -33,35°C; ,33°C'de visko.81.10 poise; gemiler
amido: Amid veya amidlere ait.
de çevre sıcaklığı veya altındaki sıcaklıklarda, atmos
amido-: Bir amonyak molekülünde bir asit kökü ile
fer basıncı veya atmosfer üstü basınçlarda taşınır.
yer değiştiren hidrojen atomuna sahip anlamında bir
önek; amido. ammoniac: Akdeniz ülkelerinde bulunan şifalı bir ot
tan elde edilen keskin kokulu sakız reçinesi; çimen
amidogen: Kimy. tek değerli kuramsal bir kök, NH2 .
to gibi ve uyarıcı olarak kullanılır.
amidol: Fotoğrafçılıkta kullanılan grimsi beyaz kristalli
ammoniacal: Amonyak kapsayan veya amonyağa
bir bileşik; amidol, C 6 H 8 ON 2 .HCI.
benzeyen.
«midship: Bkz. amidships.
ammonia compressor: Soğ. amonyaklı soğutma sis
amidships: Den. bir geminin ortasına doğru veya or
temlerinde kullanılan çoğunlukla pistonlu bir kom
tasında; baş ve kıç arasındaki yarıyol veya orta.
presör; amonyak kompresörü.
amin: Bkz. amines.
ammoniae, aqua: Amonyaklı su; Bkz, ammonia.
amines: Kimy. bir ya da daha fazla hidrojen atomu
ammonia gas: Amonyak gazı; renksiz, keskin koku
için hidrokarbon kökleri ile yer değiştirmesi ile elde
lu, suda hızla çözünen, hava ile karıştığında yanıcı
edilen amonyağın organik türevleri; organik kökenle
ve patlayıcı, küçük bir miktar solunulduğunda akci
ri proteinlerle akrabadır; RNH 2 veya R3N; örneğin
ğer dokularına zarar veren bir gaz.
metilamln, CH 3 NH 2 .
ammonia plant: Soğ. sıvı-gaz amonyak ile çalışan,
amine treatment: Bun. Kam. aminler Bkz. amines
çoğu zaman pistonlu bir kompresör, kondenser ve
ok sijenle birleşerek su ve nitrojen oluşturur ve
evaporeytere sahip olan bir soğutma sistemi.
kazan suyunun yoğunluğunun yükselmesine engel
ammonia refrigerating unit: Amonyak ite çalıştırılan
olurlar; bu amaçla en çok kullanılan amin
bir amonyak devresi; amonyaklı soğutma ünitesi.
hidrazin'dir; Bkz. hydrazine.
ammonia solutions: Sıv. Yük. Amonyak çözeltileri;
amino: Kimy. amin ya da aminlere alt.
amonyak likörü; amonyak nitrat; amonyum hidrok
amino-: Kimy. amonyak molekülünde bir alkil veya di
sit; amonyak suyu; renksiz, keskin kokulu, amonyak
ğer asit olmayan köklerle yer değiştiren bir hidrojen
gibi kokan bir sıvı; Simg. NH4 OH; alkali, nem emme
atomuna sahip olan anlamında bir örnek; amino.
yen, dayanıklı bir sıvı; insan sağlığı için zararlı; öz.
amino acids: Kimy. amino asitler. 1) alkali grubunda
ağ. 0,9; d.n. (% 35'lik çözelti için) -9°C ; suda tümü
ki hidrojen atomunun, bir organik asltin COOH (kar-
ile çözünür; 20°C'de visk.1 cP; gemilerde çevre sı
boksil) grubuna bağlanarak bir NH 2 grubu İle yer
caklığı ve atmosfer basıncında taşınır.
değiştirdiği kimyasal bileşikler. 2) İnsan metaboliz
ammonia system: bkz. ammonia plant.
ması için gerekli olan ve proteinlerin yapısının birim
leri olarak görev yapan azotlu organik bileşikler gru ammoniate: Amonyakla karıştırmak veya birleştir
bu. mek; amonyak kapsayan bir kaç bileşikten herhangi
biri.
amino group: iki değerli grup, -NH2
ammonia water: Amonyaklı su; Bkz. ammonia.
aminoplast resins: Amino bileşiklerinden elde edilen
ammonic: Amonyak veya amonyumdan; amonyak ya
yapay reçine; örneğin üre-formaldehit.
da amonyağa ait.
ammeter: Ampermetre; elekt. akım şiddetini ölçmek
ammonification: 1) amonyak veya amonyum bileşik
için kullanılan, düşük dirençli bir ölçü cihazı; genel
leri karıştırma. 2) amonyak üretiminde, amino asitle
likle akım şiddetini amper türünden belirtir ve elek
rinin bakteriler tarafından çözünmesi.
trik devrelerine, dağıtım tablolarına seri olarak bağla
ammonify: Amonyak veya amonyak bileşikleri karıştır
nır.
maya neden olmak.
ammeter, positive: Pozitif ampermetre; elektrik devre
ammonium: Kimy. tuzlarda bulunan bir kök; amon
terinin negatif kısmı ya da iletkenine bağlanan am
yum, NH 4 ; amonyağın bir asit ile tepkimesinden el
permetre.
de edilir; bileşikleri alkali metallerinkine benzer.
ammeter, negative: Negatif ampermetre; elektrik dev
ammonium chloride: Kimy. amonyum klorür; beyaz,
relerinin negatif kısmı ya da İletkenine bağlanan am
permetre. kristalli bir bileşik, NH4 Cİ; amonyağın tuz asiti ile
tepkimesinden elde edilir; salomanyak; kuru piller-
ammine: 1) Kimy. belirli kompleks bileşiklerde bulun
ammonium hydroxide 22 amyl acetat e

de, gübrelerde, boya maddelerinde ve lehimlemede


pasta olarak kullanılır; nisadır. amphicoelous: Her iki tarafı konkav veya içbükey
olan (mercek); bikonkav.
ammonium hydroxide: Amonyum hidroksil, NH4
OH; amonyağın suda çözünmesi ile oluşan bir alkali amphiprotic: Kimy. hem asit ve hem de baz gibi etki
ya da baz. yapabilen.
amphoteric: Kimy. hem baz ve hem de asit özelliği
ammonium nitrate: Amonyum nitrat; renksiz, kristalli
olan; örneğin, AI2O3.
bir tuz, NH4NO3; patlayıcı madde, suni gübre vb. i
yapımında kullanılır. amplidyne: Amplidin; demir bir yükseltici (amplifika
tör) olup, kontol devresi akımındaki ufak bir değişik
ammonium sulfamate: Renksiz levhalar halinde bulu lik yükte nispeten büyük bir değişime yolaçar; bu
nan bir kimyasal bileşik; amonyum sülfamat, özellikleri nedeniyle amplidin, senkron jeneratörleri
NH4SO3-NH2; yanmaz tahta yapımında kullanılır.
uyarmada ve otomatik kontrolda kullanılır.
ammonium sulfate: Amonyum sülfat; renksiz, çözü
nen kristaller; hava gazı üretiminin yan ürünü; yan amplification factor: Termiyonik bir valfta, akımda kü
maz tahta ve gübre yapımında kullanılır. çük bir değişime neden olan gerekli anot gerilimi
ammono: 1) amonyağa ait ya da amonyak kapsa nin, aynı miktar küçük akım değişimine neden olan
(kurşun levha) potansiyeline oranı; yükseltme etkeni
yan. 2) sodyum amid (NaNH3) gibi amonyaktan tü
veya faktörü.
reyen.
amplifier: 1) Elekt. Rady. elektriksel impulsların kuvve
ammono-: Amonyağa alt, amonyak kapsayan anla tini yükselten bir devre, elektronik tüp vb. i cihaz;
mında bir önek. amplifikatör; büyüten; yükselten; yükseltici.
ammunition: 1) mermi, el bombası, barut, roket, di
amplify: 1) daha büyük veya daha kuvvetli yapmak;
ğer gülle ve füzeler. 2) herhangi bir askeri teçhizat.
güç ve yetkiyi büyütmek veya genişletmek. 2) abart
amorphism: Şekilsiz ya da amorf olma durumu veya mak; mübalağa etmek. 3) elektronik tüp vb. i cihaz
niteliği. lar ile (elektrik impulslarını) kuvvetlendirmek.
amorphous: 1) belirli şekli olmayan; şekilsiz. 2) kris amplitron: Yüksek verimli bir mikrodalga tüpü; böyle
tallerden oluşmayan; amorf. bataryalı tüplerle, mikrodalga enerji 9145 metre yük
amortisseur winding: Elekt. amortisör sargısı; sürekli seltiye kadar ışınlanır ve ısıya dönüştürülür, böylece
olarak kısa devre edilmiş, çoğu zaman izole edilme sıkıştırılmış hava akımı bir türbine güç sağlar.
miş veya yalıtılmamış, esas olarak endüksiyon mo amplitude: 1) uzaklık, açıklık, genişlik, sia; genlik;
torlarında kullanılan bir sargı. amplitüt. 2) Astr. doğma ve patlama anında, bir yıldı
amp.: Bkz. 1) amperage. 2) ampere; amperes. zın, ufkun gerçek Doğu veya Batı noktasından açı
amperage: Bir telden akan ve amper türünden ölçü sal mesafesi. 3) Mat., Fiz. alternatif akım, sarkaç vb.
len elektrik akımı şiddeti; amperaj. inde olduğu gibi, dalgalanma miktarında aşıri alan;
ampere: 1) elektrik akımının şiddetinin ölçümünde genel olarak ortalama ya da ortalamadan aşırıya
doğru ölçülür.
kullanılan standart bir birim; amper. 2) bir gümüş nit
amplitude modulation: 1) yayınlanmakta olan sese
rat çözeltisinden bir saniyede 1,118 miligram gümüş
göre neşredilen radyo dalgasının amplitütünü değiş
açığa çıkaran akım şiddeti; 1 amper. 3) direnci bir
tirme. 2) bunu kullanarak radyo yayını; AM veya
Ohm ve gerilimi bir Volt olan bir elektrik devresin
AM. kısaltmaları ile belirtilir.
den geçen akım şiddeti miktarı; uluslararası amper;
l'i kısaltmalari ite gösterilir. ampoule: Deri altına enjeksiyon yapmak için kullanı
lan ve içinde bir doz steril ilaç bulunan, camdan ya
ampere-hour: Elek. Fiz. amper-saat; bir amperlik bir 3
pılmış küçük bir kap (1-10 cm ).
akım tarafından bir saatte üretilen elektrik miktan;
bir akümlatörün kapasitesi: Akünün ne kadar süre ampule: Bkz. ampoule.
ile kaç amperlik bir akım verebileceğini gösterir; ah, amtrac: İkinci Dünya Savaşı'nda deniz-kıyı operas
amp-hr kısaltmaları ile belirtilir. yonlarında kullanılan, paletli, küçük ve açık bir araç.
AMU: C atomunun kütlesinin 1/12'sine eşit olan bir
Ampere's theory of magnetism: "Manyetik özellik,
atomik kütle birimi; Amu.
bir mıknatısın moleküllerinde akan akımdır' kuramı;
amygdalic: 1) Kimy. amigdalinin ayrışmasından olu
Amperin manyetizma Kuramı.
şan kristalli bir asiti (C 20 H 2 8 O 13 ) belirtir. 2) acıba
ampere turn: Elekt. tek sarımlı bir tel bobinden akan
demlere ait.
1 amperlik bir elektrik akımının üretiği manyetomotif amygdalin: Kimy. kristalli bir glükosit, C H NO ;
kuvvetin miktarı; amper sarim. 20 27 11
Amperian current: Manyetik momentini hesaplamak acıbademde bulunur; amigdalin.
için, bir atom veya molekülde bulunan dirençsiz dev amyl: Kimy. tek değerli C 5H 11 kökünün türlü izome-
redeki elektrik akımı. rik şekillerinden herhangi biri; belirli bileşiklerde bu
amphibian: 1) hem su ve hem de karada çalışan. 2) lunur; amil.
hem kara ve hem de sudan havalanan, karaya ya amylaceous: Kimy. nişasta veya kolaya benzeyen.
da suya inebilen herhangi bir uçak. 3) hem su ve amyl acetate (mixed isomers): Sıv. Yük, amil asetat;
hem de karada hareket edebilen bir tank veya diğer amil asetik ester; muz yağı; armut yağı, renksiz, ko
bir araç. kusu armut veya muza benzeyen, insan sağlığı için
amphibole: Büyük miktarda silika, kalsiyum ve mag zararlı, yangın tehlikesi olan, suda hacim olarak %
nezyumdan oluşan bir mineral; amfibol; türleri as 20 oranında çözünen bir sıvı; 20°/20°C'de öz.ağ.
bestos ve hornblend Bkz. hornblende kapsar. 0,87; t.s. 18°/32°C; k.n.115°145°C; d.n-120°C'nin
amphibolic: Amfibole ait veya ona benzeyen. altında; 20°C'de visk. 0,87 cP; gemilerde çevre sı
amphichronic: Kimy. turnusol kağıdı gibi, bir asitle iş caklığı ve atmosfer basıncında taşınır.
lem gördüğünde bir renk ve bir baz ile muamele amyl acetate, n-: Sıv. Yük. n-amil asetat; amil asetik
edildiğinde bir başka renk alan. ester; muz yağı; armut yağı; renksiz armut veya muz
amy ! acetate , is o 23 anam orphosi s

kokulu, yangın tehlikesi oluşturan insan sağlığı için


jen olmayan yerlerde yaşayan ve büyüyen bir mikro
zararlı bir sıvı; Simg. CH3COO (CH 2 )4 CH 3 ; kapalı
organizma; anaerop; bileşikleri ayrıştırarak oksijen
kaplarda 25°C'de parlar; 20°/20°C'de öz.ağ.0,875;
elde ederler.
k.n. 149°C; d.n.-71°c; 20°C'de visk.1 cP; gemilerde
anaerobic: 1) anaeroplara ait veya onlar tarafından
çevre sıcaklığı ve atmosfer basıncında taşınır.
üretilmiş. 2) bazı bakteriler gibi çok az oksijenli veya
amy! acetate, iso: Sıv. Yük. izoamil asetat; muz yağı;
oksijensiz ortamlarda yaşayabilen; bu tür organizma
armut yağı; renksiz, armut veya muz kokulu, yangın lar, yaşadıkları yağ, yiyecek veya maddeleri bozarak
tehlikesi oluşturan, insan sağlığı için zararlı bir sıvı; oksijen sağlarlar.
Simg. CH3COOCH2 (CH 3 ) 2 ; 15°/4°C'de öz. ağ.
anaerobic respiration: Havanın oksijenini kullanrnak-
0,876; k.n.142°C; d.n.- 70°C; 20°C'de visk.1,38cP;
sızın solunum.
gemilerde çevre sıcaklığı ve atmosfer basıncında ta
anaerobium: Bkz. anaerobe.
şınır.
analog: Bkz. analogue.
amy! alcohol: Kimy, renksiz, keskin kokulu bir alkol, analogous: 1) benzer veya belirli durumlarda kıyasla
C 5 H 11 OH; nişastali maddelerin fermantasyonundan nabilir. 2) Bio. işlevi bakımından benzer, fakat köke
elde edilir; bazı içkilerin yapılışı sırasında oluşan, tür ni, yapısı farklı veya benzer olmayan.
lü zararlı alkollerin yapılarında da bulunan bir alkol. analogue: 1) analog; İşlevleri aynı, fakat kökeni veya
amy! alcohol (mixed isomer): Sıv. Yük. amil alkol; yapısı farklı olan bir şey veya parça. 2) sayısal de
hafif kokulu, saydam, renksiz, yangın tehlikesi olan, ğerlerin devir sayısı, gerilim, akım şiddeti ve direnç
insan sağlığı için zararlı bir sıvı; Simg. C5 H 11 OH; ali gibi fiziksel değişkenlerle gösterilmesi. 3) örneksel.
fatiklerden narkotik etkisi olan bir alkol; analogue computer: Analog kompüter; akım, sıcak
20°/20°C"de öz.ağ. 0,809-0,812; k.n.105°-132°C; lık, basınç vb.i fiziksel kavramları, bunlara uyan
d.n.-78,5°C ve 20°C'de visk. 3,36 cP; gemilerde çev elektrik devrelerine çevirerek problemleri çözen bir
re sıcaklığı ve atmosfer basıncında taşınır. bilgisayar veya kompüter.
amyl alcohol, n- (primary): Sıv. Yük. n-amil alkol; analogy: Analoji; benzerlik.
amil alkol; n-Bütil karbinol; l-pentanol; pentan-1-01; analyse: Bkz. analyze.
birincil amil alkol; hafif kokulu, saydam, renksiz, yan analyser: Bkz. polarimeter.
gın tehlikesi oluşturan, insan sağlığı için zararlı bir sı analysis: 1) tabiatını, oranını, görevini, ilişki vb. ini
vı; 20 °/20°C'de öz.ağ.0,817; k.n.137,8°C; d.n. bul
-78,9°C; suda çözünür; 20°C'de visk. yaklaşık 4 cP mak için bir bütünü ayırma veya parçalarına ayırma;
gemilerde çevre sıcaklığı ve atmosferik basınçta taşı analiz; tahlil; çözümleme. 2) Kimy. a) bileşenlerinin
nır. tabiatını (özelliksel veya kalitatif anaiiz), oranını (mik-
amylene: Klmy. simgesi C5H10 olan türlü izometlk bi tarsal veya kantitatif analiz) saptamak amacıyla karı
leşiklerden biri; amilen. şım veya bileşikleri bileşenlerine ayırma, b) bir mad
amylîc: Amile alt. denin bir bileşeninin oranını ya da tabiatını sapta
amyl nitrate: Amil nitrat; Simg.C6H5O.NO olan ve di ma. 3) Mate, a) eşitlikler yardımıyla problemlerin çö
zel motorları yakıtlarının tutuşmasını geliştiren bir zümü, b) diferansiyel hesapta olduğu gibi, değişken
kimyasal bileşik. lerin ilişkisini denetleme,
amylogen: Kimy. amilojen; nişasta granülünün suda analysis, chemical: Kimyasal analiz.
çözünen parçası. analysis, electrolytic: Elektrolitik analiz.
amyloid: Kimy. nişastaya benzeyen veya nişasta kap analysis, qualitative: Nitel analiz.
sayan; nişastali besin veya madde. analysis, quantitative: Nicel analiz.
amylolysis: Kimy. enzimlerin etkisiyle nişastanın çö analyt: Bkz. analytical.
zünür maddelere dönüşümü. analytic: Bkz. analytical.
amylolytic: Amilolitik; Bio. nişasta veya glikojeni hid analytical: 1) Mate, analiz veya analitiğe ait. 2) analiz
roliz ederek dekstrin veya maltoza çeviren bir en de yetenekli veya analizi kullanan.
zim. analytically: 1) analitik olan; analitik tarzda. 2) anali
amylose: Kimy. amitoz; sellüloz ya da nişasta gibi ze bağlı olarak; analiz yolu ile.
herhangi bir grup karmaşık yapıda karbonhidrat; hid analytic chemistry: Analitik kimya.
roliz ile daha basit iki gruba dönüştürülür; şimdi for analytic geometry: Mate, analitik geometri; çözümle
mülü (C6H10O5 )n olan, polisakkarat adını almakta rin cebirsel analizlerle elde edildiği ve durumların ce
dır. birsel simgelerle belirtildiği geometri dalı.
amylum: Bkz. starch. analytics: Matematiksel analiz.
amytal: Kimy. amital; renksiz kristalli bir bileşik, analyzable: Analiz edilebilir; analiz edilmeye uygun.
C11H18O3 N2; uyku verici ve teskin edici veya rnü- analyze: 1) Kimy. bileşenlerinin tabiat ve oranlarını
sekkin olarak kullanılır. saptamak amacıyla (bileşik veya karışımı) bilinen
anabatic: Yükselme; meteo. yukarı doğru hareket: maddelere ayırmak. 2) Mate, formüller yardımıyla
Hava cereyanları veya rüzgârlar için söylenir; anaba- çözmek.
tik. analyzer: Analiz edici; çözümleyici.
anabatic wind: Meteo. ısınan havanın yükselmesi so anamorphoscope: Anamortosis ile bozulduktan son
nucu yukarıya doğru esen rüzgâr; anabatik rüzgâr. ra tekrar normal görüntüler yapmak İçin özel bir mer
anabolism: Bio. amino asitlerden proteinlerin sente cek veya ayna; anamorfoskop.
zinde olduğu gibi, daha basit organik bileşiklerden anamorphosis: i) özel bir cihaz ile bakıldığında nor
kompleks organik bileşiklerin sentezi. mal görünen şekilsiz görüntü. 2) böyle görüntüler
anacid: Ecz. normal asitlilikte olmayan. yapma. 3) Bio. evrim, tekâmül, gelişme veya evolüs-
anaerobe: D/z. Mot. yağ bakterileri gibi, hava ve oksi yon ile şekildeki yavaş değişim; metamorfoz. 4) Bot.
değişik örneklere görüntü veren anormal şekil değl-
anastigmati c len s angl e o f lead

simi.
-ane: Kimy. parafin karbonlu hidrojenleri için bir so-
anastigmatic lens: Fiz. biri yakın ve diğeri ıraksak
nek.
mercek ile yapılan ve astigmatizmi nötrleştiren bir bi
anelectric: Elekt, sürtünme ile elektriklenemeyen.
leşik mercek.
anemo-: Rüzgâr veya rüzgâr yardımı ile anlamlarında
anatese: Bkz. octahedrite; doğal titanyum oksitin
bir önek.
(Ti0 2 ) kristalli şekli.
anemogram; Anemograf aletinin kayıdı; anemograf
anchor: 1) Den. bir geminin taramasını önlemek için
diyagramı.
kullanılan, deniz dibine bırakılan bir halat veya zinci
anemograph: Meteo. rüzgârın hızı veya yönünü kay
re bağlı, ağır, demirden yapılmış bir ağırlık; çıpa; ça
detmek için kullanılan bir cihaz; anemograf.
pa; gemi demiri. 2) bazı şeyleri güvenceye alan ve
anemography: 1) Meteo. rüzgârların hızı ve yönünü
çekilmesine engel olan herhangi bir cihaz. 3) denge
kaydetme veya ölçme bilimi; anemografi.
veya güvenlik veren herhangi bir şey. 4) Den. bir çı-
anemometer: Meteo. rüzgârın basınç veya hızını ölç
panın yaptığı gibi, geminin taramasını önlemek. 5)
mek için kullanılan bir cihaz; anemometre.
geminin taramasını önlemek için çıpayı bordadan in
anemometry: Meteo. anemometre kullanılarak rüz
dirmek veya fundo etmek.
gârların hızını saptama işlemi; anemometri.
anchor arm: Den. çıpanın kol veya kolları.
anemoscope: Meteo. rüzgârın yönünü kayıt eden ve
anchor, Admiralty: Admiralti demiri veya çıpası; Ad-
ya gösteren bir cihaz; anemoskop.
mlralti türü demir.
aneroid: Bkz. aneroid barometer; sıvı kullanılmayan.
anchorage: 1) demirleme yeri. 2) limanlarda olduğu
aneroid altimeter: Meteo. madenî altimetre Bkz. alti
gibi, gemilerden alınan demirleme ücreti. 3) demirle
meter.
me veya demirlemiş olma.
aneroid barometer: Meteo. aneroit barometre; içer
anchor ball: Den. bir geminin demirli olduğunu belir sinde hava olmayan veya az hava kapsayan metal
ten küre; demir küresi. bir kutunun üst kısmına bağlanmış bir iğneden (gös
anchor bolt: Bun. Kaza. Ocak tuğla duvarlarını tespit tergeden) oluşan barometre; atmosferik basıncın de
etmek veya yıkılmasını önlemek için kullanılan bir ğişmesi, kutunun esnek tepesinin içe veya dışa eğil
tür cıvata; çıpa cıvata. mesine ve dolayısıyla İğnenin hareketine neden
anchor cable: Den. Bkz. anchor chain. olur; atmosferik basıncın ölçülmesinde kullanılır.
anchor crown: Den. demir veya çıpa memesi.
angle: 1) iki doğrunun bir noktada veya iki düzlemin
anchor fluke: Demir ya da çıpanın tırnak ya da tırnak
bir doğru boyunca kesişmesi ile oluşan şekil; açı. 2)
ları.
bu tür doğrular veya yüzeyler arasındaki boşluk. 3)
anchor pin: Tespit pini.
bunların arasında, açı ile ölçülen doğrultuların farkı
anchor ring: Den. çıpa veya demir anelesi. miktarı. 4) keskin ve çıkıntılı bir köşe. 5) bir köşe ve
anchor rope: Den. can filikalarında bulunan demirin ya açı şeklinde hareket etmek.
(çıpanın) İp savlosu. angle bar: L şeklinde köşebent; L profil.
anchor screw: Mak. tespit vidası. angle beams: Den. köşebent profil kemereler; U, T
anchor shank: Demir ya da çıpanın gövdesi. ve H şekillerinde olabilirler.
anchor stock: Den. demir çiposu. angle cutter: Mak. açı freze bıçağı.
anchor windlass: Den. demiri fundo ve vira etmek angled: 1) bir açı şeklinde düzenlemek. 2) açı ya da
için kullanılan ve bir pistonlu buhar makinesi, dizel açıları olan.
motoru, elektrik motoru, hidrolik vb. i tarafından ça angle frame: Köşebent postalar.
lıştırılan, özellikle geminin başüstünde bulunan maki angle iron: Mak. açı, özellikle dik açı şeklinde olan
ne; demir ırgatı; çeviren makinenin krank mili üzeri ve iki kiriş vb. ini kuvvetlendirmek için demir veya çe
ne kamalanmış bulunan bir pinyon dişli, ara dişlisi likten yapılmış bir parça; köşebent demir; Den. köşe
aracılığı ile ucunda fener ya da fenerlikleri taşıyan bent stifner.
mili çevirir; fenerlikler, zincir lokmalarını kavrayacak angle joint: Mak. iki saç levhanın perçinle birbirlerine
şekilde yuvalı veya kavelâtalı yapılır. bağlanması için yararlanılan veya sık olarak kullanı
anchor windlass test: Den. demir ırgatı deneyi; de lan bağlama şekil; açılı bağlama veya birleştirme.
mir ırgatının güç. hız ve mekanik görevlerini sapta angle of contact: Temas ya da dokunma açısı.
mak için yapılan bir deney; genel olarak en az 35 ku angle of dip: Bkz. magnetic dip.
laç suda gerçekleştirilir. angle of friction: Sürtünme açısı; ufuk veya yatayla,
ancillary valve: Bkz. auxiliary valve. üzerinde kayan bir cisim olan meyilli bir yüzey ara
andalusite: Kimy. alüminyum silikat, AI 2 Si0 5 ; türlü sındaki açı.
renklerde rornbik kristalli olarak bulunur. angle of incidence: Düşen bir ışık ışını ile yansıtma
andesite: Klmy. çok küçük taneli, koyu gri, volkanik yüzeyine çizilen düşey bir hat arasında oluşturulan
kökenli, çoğu zaman kristalli feldlspat ve koyu renkli açı; yansıma açısı.
mineraller kapsayan, fakat asla kuvars ihtiva etme angle of lag: Elekt. akımın, gerilimin gerisinde oldu
yen bir mineral; andezit. ğu açı; faz açısı.
andiron: Şömine ocaklarının önlerinde kütükleri taşı angle of lead: 1) kıvılcımdan kaçınmak için kollektör
mak için bir çift metal taşıyıcı; firedog adı da verilir. fırçaları ite normal düzlem arasındaki açı. 2) akımın,
gerilimin ilersinde olduğu faz açısı. 3) Pist. Buh.
Andrade's indicator: Kimy. sodyum hidroksit ile sarı
Mak. ileri açısı; dıştan katoflu buhar makinelerinde
ya dönen, koyu kırmızı asit galiberda çözeltisi.
90 + (lep+lid) ve içten katoflu slayd valflarda ise 90-
andradite: Kimy. kalsiyum kapsayan bir demir silikat
(lep+tid)
türü, Ca 3 Fe 2 Si 3 O12 rengi açık yeşilden siyaha ka
dar değişir.
angl e o f pitc h 25 annealin g

angle of pitch: Bir uçağın yatay ekseni ile rüzgârın


nın alkalinliğinin düzenlenmesinde soda külü ile bir
göreli yönü arasındaki açı.
likte (% 47) oranında kullanılan kimyasal madde; su
angle of reflection: Bir ayna veya yüzeyden yansı
suz disodyum fosfat, Na2HPO4.
yan ışık ışınları ile normal ışık ışınları arasındaki açı;
anilin: Bkz. aniline.
yüzeye gelen açı ile yansıma açısı birbirlerine eşittir.
aniline: Sıv. Yük. anilin; aminobenzen; anilin yağı; fe-
angle of view: Opt. objektifin köşelerinden bir merce
nilamin; renksiz veya açık sarı renkli, ışık ve havada
ğin merkezine çekilen iki doğru ile oluşturulan açı.
kahverengi olan, bazan balık kokusunda, çoğu za
angle plate; Mak. aralarında cıvatalar için birer yarık
man nahoş kokulu, insan sağlığı için zararlı bir sıvı;
bırakılarak, iki metal levhanın dik açıda birbirlerine
Simg.C 6 H5 NH2 ; 20°/4°C'de öz.ağ.1,022;
bağlanması; makine tesis etme çalışmalarında kulla
k.n.184°C; d.n. -6,3°C; 25°C'de viskozitesi visk. 3,8
nılır.
cP; gemilerde çevre sıcaklığı ve atmosferik basınçta
anglesite: Kimy. doğal kurşun sülfat, PbSO4; ortorom- taşınır; boya yapımında ve dizel motorlarının yakıtla
bik kristaller şeklinde renksiz veya türlü renkserde rının setan sayılarının saptanmasında kullanılır.
görülür.
aniline dye: 1) anilinden yapılan herhangi bir boya;
angstrom (Angstrom): Fiz. ışık dalgalarının ölçümün
anilin boyası. 2) kimyasal olarak aniline benzeyen
de x ve Y ışınlarının dalga boylarını belirtmek için
boya; kömür katranı ürünlerinden sentetik olarak el
kullanılan ve santimetrenin yüz milyonda birine eşit
-8 de edilen herhangi bir boya.
olan bir uzunluk birimi (10 cm); Simg. a; Angs
aniline equivalent: Mot. anilin eşdeğeri; Bkz. aniline
trom Unit şeklinde de kullanılır; A.U..A. kısaltmaları
point.
ile belirtilir.
aniline point: Anilin noktası; hacim olarak eşit oran
angstrom unit: Bkz. angstrom.
da, taze damıtılmış anilin ve dizel yakıtının oluşturdu
angular: 1) açı veya açılar şeklinde olan; keskin köşe
ğu bir karışımın, deney sırasında çamur görünümü
lere sahip olan; köşeli. 2) bir açı ile ölçülen; açısal
aldığı en düşük sıcaklık noktası; bu sıcaklık önceden
mesafe gibi.
bir tüp İçinde ısıtılmış karışımın yavaş yavaş soğutul
angular acceleration: Açısal ivme; açısal aksöieras-
ması sırasında saptanır; dizel motorlarının yakıtları
yon; bir cismin açısal ivmesi, açısal hızının zamana
nın setan sayılarının saptanmasında kullanılır.
göre değişim oranı olarak tanımlanır.
animal oil: Deniz memelileri, balıklar, büyük baş hay
angular distance: Açısal mesafe; açısal uzaklık; Den.
vanlar, koyun yünü vb. inden elde edilen yağlardan
gözlemciye göre iki cisim arasındaki açısal aralık ve
biri; hayvansal yağ.
ya mesafe.
anime; Türlü reçinelerden herhangi biri; özellikle Batı
angular frequency: Açısal frekans.
Hint Adaları ve Afrika'da bulunan ve vernik yapımın
angular impulse: Açısal impuls; t saniye için etkiyen
da kullanılan fosilleşmiş kapal veya bir tür reçine.
T pound-fit veya kg-m'iik tork veya moment.
anion: Kimy. negatif bir iyon; anyon; elektrolizde an
angularity: 1) açısal olma durumu veya niteliği. 2)
yonlar anota (- kutba) doğru gider.
Çoğ. açısal şekil veya parça; keskin köşe; açı. 3)
anion exchanger: Besleme (Fid) suyu ya da kazarı
Gem. Mak. biyel veya piston kolunun boyuna ekseni
suyundaki klorür, sülfat ve nitrat gibi anyonları gide
nin, makinenin çalışması sırasında silindir dikey ek
ren reçine türünden maddeler.
seni ile oluşturduğu açı; ölü noktalarda sıfır olur ve
anion exchange resins: Kimy. sodyum hidroksitin
piston kolu, krank koluna dik olduğu zaman maksi
kuvvetli alkalin çözeltisinde hidroksil iyonları ile şarj
mum değerini alır.
edildiği reçine; fid suyundaki hidroksil iyonları klo
angular magnitude: Bir maddenin açısal büyüklüğü.
rür, sülfat ve bikarbonatın anyonlan ile yer değiştirir.
angular measure; Açısal ölçüm;-altmış saniye = 1 da
anionic: Negatif iyona ait.
kika; 60 dakika = 1 derece vb. i gibi. anionic emulsifiers: Sodyum stearat, CH 3 (CH 2 ) 1 6 -
angular momentum: Açısal momentum: 1) At. Fiz. COONa gibi, bir alkalin ile tuz oluşturacak büyük bir
açısal moment; bir eiementer taneciğin veya bu ta organik anyona sahip maddeler veya sabunlar.
necikleri kapsayan çekirdek ya da atom sisteminin anisometric: İzometrik olmayan; asimetrik olmayan
açısal momenti. parçalarla.
angular volecity: Herhangi yarıçaplı bir cismin bir sa anisotropic: 1) izotropik olmayan. 2) Bot. dış uyarıya
niyede taradığı açıyı ifade eder; verilen bir eksen eşit olmayan yanıtlar veren. 3) Fiz. kondüktivite, ışığı
çevresinde dönmekte olan bir cismin açısal hızı, tara iletme hızı vb. özellikleri, ölçülebilen yönü İle deği
nan açının geçen zamana bölümü olarak tanımlanır şen.
ve radyan/saniye türünden belirtilir. ankerite: Kimy. büyük oranda dolomite benzeyen, fa
angulate: Açıları veya köşeleri olan; açısal yapmak; kat ondaki mağnezyanın büyük yüzdede demir ile
açısal olmak. yer değiştirdiği mineral; ankerit.
angulation: Açısal şekil, parça veya durum. anabergite: Kimy. doğal nikel arsenat, Ni As O -
3 2 8
anhydride: 1) Kimy. su ile tepkidiğinde asit veya baz 8H 2 0 ; elma yeşili kristalli kütleler halinde
oluşturan bir oksit; anidrıt. 2) suyun veya özellikle bulunur.
bir asitlin bir elementinin çıkarılması ile oluşan her anneal 1) metal parçalarını yumuşatmak ve iç geril
hangi bir bileşik. melerini gidermek için, onları kritik sıcaklığa kadar
anhydride: Kimy. tanecikli, beyaz veya açık renkli, ısıtmak ve sonra çok yavaş olarak soğumasına mü
mermere benzeyen sulu kalsiyum sülfat, CaSCO4. saade etmek; tavlamak. 2) dayanıklığını arttırmak ve
anhydrous: 1) Kimy. susuz 2) kristal yapısında suyu yumuşatmak. 3) pişirmek; saydam bir sır ile kapla
olmayan; sulu olmayan. mak; tutuşturmak; yakmak.
anhydrous disodium phosphate: Buhar kazanları annealing: Metal. 1) tavlama; ısıtma ve soğumayı
kapsayan ve genellikle yumuşatma amacına yönelik
annealing oven 26 anthracen e
anode rays: Bir vakum tüpünün ısıtılan anotu tarafın
işlem; mekanik ve fiziksel özellikleri değiştirme, belli dan neşredilen veya yayılan pozitif { + ) yüklü parça
bir mikro yapı oluşturma veya gazları çıkarma işle cık veya partiküller.
mi; bu işlem sırasında sıcaklık yavaş olarak anode, sacrificial: Bkz. zinc anode.
870°C'ye kadar yükseltilir, bu durum 48-60 saat sür anode slope resistance: Bir termiyonik valfın iç di
dürülür, 2) ısıtma istemi; böylelikle radyasyon etkisiy renci.
le değişmiş olan özellikler kısmen veya tümü ile geri anodic: 1) anoda ait veya anottan. 2) Tıp. yukarı doğ
verilmiş olunur. ru itme; yükselme.
annealing oven: Metal, tav fırını; tavlama fırını anodic oxidation: Anodik oksitlenme; elektroliz olayı
annihilation radiation: Nük. Ener. zıt yönlerde hare sırasında anota elektronlar verme.
ket eden bir elektron ve pozitronun çarpışması ve anodic pole: Bkz. positive pole; pozitif kutup.
karşılıklı yokolması ile endüklenen radyasyon. anodize: Elektrolitik bir işlemde (bir aktif metali) koru
annua!: 1) yıllık; yılda bir kez basılan veya neşredilen yucu bir oksit katmanı ile kaplamak.
kitap ya da mecmua. 2) Bor. sadece bir yıl veya bir anolyte: Bir elektrik bataryasının anota yakın olan
sezon yaşayan bitki. elektrolit vb. I kısmı.
annual boiler survey: Yıllık kazan sürveyi; Bkz. an anomalous: Genel kurallar, muntazam veya usule uy
nual inspection. gun düzenlemeler veya olağan yöntemlerden sap
annua! inspection: Tüm buhar kazanları ve basınçlı ma; anormal.
kapların B.M.I.N.'ye göre her yıl yapılması gerekli anomaly: 1) Astr. eğer güneşten görülebilseydi, bir
denetim ve tecrübeleri; bu deney ana buhar boruları gezegenin güneşe en yakın olduğu noktadan ölçü
ve kazanın tüm donanım veya teçhizatını da içine len açısal uzaklığı. 2) usule uygun düzenlemeler, ge
alır; kazan su ile doldurulur, güvenlik valfı kilitlenir, nel kurallar veya olağan yöntemlerden ayrılma; anor
ateş tarafı bir uzmanın girmesi ve kontrolü için iyice mallik; anomali. 2) anormal olan herhangi bir şey.
temizlenir ve fid devresi hidrolik deneyine hazır bir anorhite: Kimy. kalsiyumlu bir tür feldispat, CaAİ2(-
duruma getirilir. SiO4)2 ; bazik kayalarda bulunur.
annually: Her yıl. answerback: Bilgisay. karşılık vermek.
annual surveys: Yıllık sürveyler; Klâs Müesseseleri antacid: Asitleri nötrleştiren veya nötralize eden; asidi-
veya Devlet Uzmanları tarafından geminin ambarla tenin karşıtı; antiasit; sodyum bikarbonat gibi bir
rı, teknesi, inert gaz sistemleri, deşarj devreleri üze madde.
rindeki valfları, kargo veya yük tankları, sintine ve antialkali: Antialkali; alkaliyi nötrleştiren veya alkalili-
alarm sistemleri, demir ve halat donanımları, fribord ğe karşı olan bir madde.
işaretleri, makine ve kazan daireleri, köprüüstü ve antalkaline: Bir alkalinin nötrleştirilmesi veya alkalinli-
makine kontrol sistemleri, sintine pompaları ve kuyu ğe karşı; antialkali.
ları, kazanların donanımlan, elektrik makineleri, yan antechamber: Bkz. precombustion chamber.
gınla savaş sistemleri vb.lerinin denetimlerinin yapıl antechamber combustion: Diz. Mot. ön odalı yan
dığı yıllık kontrol ya da survey. ma; yanmanın büyük bir bölümünün gerçekleştirildi
annual variation: Manyetik sapmanın (deklinasyo- ği ön yanma odasındaki ön yanma.
nun) bir yıllık değişimi; bir yılda oluşan manyetik antemeridian: Bkz. ante meridiem.
sapma miktarı. ante meridiem: Öğleden önce; A.M., AM, a.m. kısalt
annular: Mak. bir çember ya da halka şeklinde olan maları ile belirtilir.
veya çembere benzeyen; halka şeklinde; Bkz. ro antenna: 1) Çoğ. Rady., Telev. elektromanyetik dalga
und. ları almak veya göndermek için kullanılan bir tel ve
annulate: 1) çemberler veya halkalarla sağlanan. 2) ya tellerden oluşan bir düzenek; anten; radyo ve te
çemberlerle düzenlenmiş. levizyon anteni gibi. 2) Zoo. böcek, yengeç, İstakoz
annulated: Bkz. annulate. vb. i eklem bacaklıların kafalarında bulunan bir çift
annulation: 1) çemberlerden oluşmuş. 2) çember; duyarlı organdan herhangi biri; anten; duyarga.
halka. antenna cable: Anten kablosu.
annulus: Herhangi bir çember veya çembere benzer antenna cable insulator: Anten kablo izolasyonu.
parça, marka, işaret veya boşluk; dış dişli veya sey anttenna coupling: Mak. anten bağlantısı veya kupla-
yare dişlisi. ji.
annulus velocity: Mak. çevre hızı. antenna inductance: Anten bobini veya endüktansı.
annum: Yıl; sene. antenna lead: Anten bağlama teli veya antenden
annunciator: 1) Elekt. özellikle gemi, otel, ofis vb. yer inen uç.
lerde kullanılan ve telefon çağrilarının kaynağını gös antenna pole: Anten direği veya anten çubuğu.
teren elektrikli bir cihaz. antenna terminal: Anten terminali veya bağlantı ucu.
anode: Fiz. batarya, radyo tüpü vb.lerinde olduğu gi antennule: Küçük anten.
bi pozitif elektrot; anot. antetype: Bir şeyin ilk şekli; prototip.
anode drop: Anot ile ark akışı arasındaki gerilim veya anthocyan: Bkz. anthocyanin.
voltaj düşümü. anthocyanin: Bot. çiçekler ve bitkilerde bulunan kır
anode fall: Bir gaz boşaltma tüpünde anot ile katot mızımsı mavi, çözünür bir boya maddesi veya pig
arasındaki potansiyel farkının bileşeni. ment.
anode load: Bir termiyonik valfın anot devresine bağ anthoxanthin: Bitkilerde meydana gelen, suda çözü
lı bir direnç veya endüktör. nen sarı renkli bir boya maddesi veya pigment.
anode mud: Elektrolitik damıtmadan sonra anotta ka anthracene: Bkz. anthracene oil.
lan çözünmez artıklar.
a nthracen e oil 27 antim on y

anthracene oil : Kimy. antresen yağı; genel olarak


ya.
kok fırını katranının damıtılmasından elde edilen, öz.
antifreeze: Mor. su soğutmalı motorların radyatör, su
ağ. 15,50C'de 1,075 olan ağır kömür katranı; antre
ceketi, silindir kapağı vb.i yerlerindeki suyun, soğuk
sen, C14H10; alizarin boyaları yapımında kullanılan
havalarda donmasını önlemek için kullanılan alkol,
bir karbonlu hidrojen.
gliserin vb.i gibi donma noktasını düşürücü bir mad
anthracite: Antrasit; bir fosil kömür türü; sert kömür; de; antifriz.
büyük miktarda ısı veren ve yanma sırasında az du antifreeze additives: Mak. antifriz katkıları veya katık
man ve kül oluşturan bir kömür türü; % 92 karbon, ları; odun ruhu veya metil alkol, etilen glikol vb. i
% 2'den fazla uçucu madde, % 2-% 5 kül ve % 0,32
antifreeze solution: Mot. soğutucunun donmasını ve
kükürt içeren bir kömür; çok yavaş yandıklarından
dolayısıyla makinenin hasar görmesini önlemek için
buhar kazanları için uygun değildir; gazojenlerde, çi
kullanılan kimyasal madde çözeltileri; antifriz çözelti
mento ve tuğla pişirmede kullanılır,
leri, a) metil, etil ve izopril alkoller, b) alkol ve su çö
anthracite coal: Bkz. anthracite. zeltileri, c) etilen glikol (preston, zereks vb. i), d) su
anthracite, meta: Meta antrasit, % 98 sabit karbon ve ve etilen glikol çözeltisi.
% 2 uçucu madde kapsar. antifriction: Mak, antifriksiyon; sürtünmesiz; sürtün
anthracite mining: Antrasit kömürünün çıkarıldığı kö meyi azaltan; sürtünmeyi azaltan bir cihaz, yalak,
mür ocağı; antrasit ocağı. yağlayıcı vb.i
anthracite, semi: Sömi antrasit; % 86 karbon, % 8'- antifriction bearing: Mak. antifriksiyon yatak; sürtün
den fazla uçucu madde kapsayan bir antrasit türü. mesiz veya sürtünmeyi azaltan yatak; motorlar, bu
anthracitic: Antrasit özelliğinde olan. har türbinleri vb.i makinelerde kullanılan silindir şek
anthraquinone: Kimy, sarı renkli, kristalli bir keton, linde, büyük bir çoğunlukla İki yarım parçadan yapıl
C e H 4 (CO) 2 C 6 H 4 ; oksitleme ile antresenden elde mış metal yatak; bronz, çelik, alüminyum vb.i malze
edilir ve belirli boyaların yapımında kullanılır. meden yapılan yatağın Bkz. shell iç yüzeyleri beyaz
anti catalyst: Kimyasal tepkimeleri yavaşlatan bir metal Bkz. white metal ile kaplanır.
madde; antikatalist. antifriction meta!: Bkz. sürtünmeyi azaltan yatak me
anticathode: 1) bir vakum tüpünde anot. 2) bir X tü tali; beyaz metal Bkz. white metal, babit metal Bkz.
pünde, elektron ışınlarının üzerinde toplandığı ve X babbit metal; antfriksiyon metal; genel olarak %
ışınlarının yayıldığı metal levha veya blok. 72-% 90 oranında kalay, bir miktar antimon, bakır ve
antichior: Kimy. tekstillerde veya diğer malzemelerde
küçük miktarlarda nikel, kadmiyum, arsenik kapsar.
beyazlatma için kullanılan, aşırı klorini nötrleştiren
anti-fusing compounds: Mot. yağlama yağında bulu
herhangi bir madde; antiklor; örneğin sodyum bisül-
nan ve yatakların yüzey hasarlarını azaltan kükürt ve
fit.
klor bileşikleri; erimez bileşikler; erimeye dayanıklı
anticipatory: Bilgisay. öngörmen. bileşikler; maddeyi oksitler, sülfürler ve klorürlere dö
anticlastic: Mate. verilen bir noktada, birbirlerine zıt nüştürerek kaynağın gerilme noktalarını korurlar.
yönde eğrilikleri olan; bir yönde dışbükey ve diğer anticknock agents: Mot. yanma vuruntusunu azaltan
yönde içbükey. kimyasal bileşikler, özellikle benzin motorlarında kul
anti-clockwise: Saat aksi yönü; sol tarafa dönüşü be lanılan kurşun tetraetil, anilin, etil iyodür, etil alkol,
lirtmek için kullanılır. ksilen, toluen, benzen vb.
anticorrosion additives: Mot. paslanmayı önleyici anti-knock compounds: Bkz. antiknock agents.
katkı maddeleri veya katıklar; motorların yağlarına antiknock gasoline: Oktan sayısını yükseltmek ve vu
katılarak asitlerin yatakları tahrip etmesini önleyen runtuyu önlemek için küçük bir miktar kurşun tetra
kimyasal bileşikler. etil veya benzer bir madde katılmış benzin; vuruntu-
anticorrosive paint: Den. gemi teknelerinin su altın suz benzin; oktan sayısı 100 veya daha yüksek olan
daki kısımları veya karinalarına, paslanmayı önle ve başlıca havacılıkta kullanılan benzin.
mek için sürülen birinci kat boya; paslanmayı önle antilogarithm: Antilogaritma. Bkz antilogs.
yen boya; sülyen boya; astar boya.
antilogs: Mate. antilogaritma; bir sayının logaritması
anti-dim: Camları buhara karşı koruyan sıvı. nın tersi; logaritması verilen sayı; örneğin logaritma
antidote: Tıp. zehirin karşıtı olan bir ilaç; antidot; pan sı 1,0791812 olan sayının antilogaritması 12'dir gibi.
zehir. antimatter: Bilinen maddenin karşıtı ile yüklü partikül-
anti-foams: Buh. Mak. besleme sularına küçük miktar ierden oluşan madde; anti madde; karşı madde; an-
larda katılarak, yüksek alkalinlik, yağ veya yüksek timadde atomları negatif çekirdek ve pozitif elektron
yoğunluk nedeniyle kazanda köpürmeyi azaltan, po- lara sahiptir.
lioksit veya polyamidler gibi yüksek moleküler kütleli antimonial: Kimy. antimona ait ve antimon kapsayan;
kompleks organik bileşikler; köpürme önleyici.
antimon kapsayan ilaç vb.i.
anti-foaming agents: Yağlama yağlarının köpürme
antimonic: Kimy. antimon kapsayan veya ona ait. 2)
eğilimlerini azaltmak İçin kullanılan ve en etkilisi sili
beş değerli antimon bileşiklerini belirtir veya beş de
kon polimerler olan türlü kimyasal maddeler; köpür
ğerli antimon bileşiklerine ait.
me önleyici maddeler.
antimonious: 1) antimona benzeyen veya ona ait. 2)
anti-fouling: Den. yosun, deniz kabuklusu vb.lerine Kimy. üç değerli antimon bileşiklerini belirtir veya on
karşı olan veya kullanılan zehirli boya. lara ait.
anti-foulung paint: Zehirli boya; karina boyası; ikinci
antimonous: Bkz. antimonious.
kat karina boyası; saç teknelerin su kesimi altında
antimony: Antimon; antimuan; gümüşî beyaz renkli,
kalan ve karina adı verilen dış yüzeylerine sürülen,
gevrek kristal yapılı, metalik kimyasal bir element; bi
yosun, deniz kabukluları vb.lerinin karina saçına ya
leşikler halinde bulunur; alaşımlarda diğer metalleri
pışarak yaşama ve büyümelerini önleyen zehirli bo
sertleştirmek ve onların kimyasal tepkimelere daya-
an timo n y ! 28 appleto n layer

nıklığını yükseltmek için kullanılır; antimon bileşikleri


aperiodic: 1) periyodik olmayan; düzenli olmayan. 2)
ilaçlarda da kullanılır; Simg.Sb; at.ağ.121,76;
Fiz. periodik olmayan titreşimler.
at.no.51.
aperiodic circuit: Osilasyonun oluşmadığı bir devre;
antimonyl: Antimonil; Kimy. belirli tuzlarda, özellikle
bu devre, rezonant devrenin direnci büyük olduğu
antimonik potasyum tartaratta bulunan tek değerli
zaman oluşur.
bir kök; SbO.
apertometer: Mikroskop objektiflerinin çaplarını veya
antimony! potassium tartrate: Kimy. antimonil potas
açıklıklarının sayısal değerini ölçmek için kullanılan
yum tartarat; zehirli, renksiz veya beyaz renkli, kris
talli bir toz, bir antimon tartarat, KSbOC 4 H4 06 ; tar bir cihaz; apertometre.
tar emetik adı da verilir; kusturucu veya boya mad aperture: 1) delik veya açıklık; gedik; menfez. 2) bir
delerinde sabitleştirici olarak kullanılır. mercekten geçen ışık yolunun çapı. 3) Gem. perva
nenin döndüğü boşluk; pervane yuvası.
antineutron: Bir nötronun anti parçacığı; antinötron,
antinode: 1) Fiz. sabi! dalgalarda en büyük amplitütlü aperture of objective: Objektif çapı.
apex: Herhangi bir şeyin en yüksek noktası; uç; zirve
nokta. 2) Fiz. titreşen bir cisimde komşu İki düğüm
veya doruk; bir açının köşesi.
noktası arasındaki tam orta nokta. 3) Akust. aynı fre
apomorphine: Kimy. morfinin sentezinden elde edi
kanstaki dalgalar arasında maksimum karışıklığın
len kristalli bir alkaloit, C17H17NO2 ; kusturucu ilaç
oluştuğu yer.
olarak kullanılır.
anti-oxidant: Oksitlenmeye karşı (yağlama yağları
apophyllite: Kimy. sulu potasyum, kalsiyum silikattan
için söylenir.)
oluşan bir mineral; saydam kare prizmalar veya
antioxidation additives: Mot. yağlama yağlarının ok
grimsi beyaz, katmanlı kütleler halinde bulunur.
sitlenmesini azaltan ve yağın daha uzun süre kulla
aport: Den. solda, sola veya iskeleye, iskele tarafına
nılmasını sağlayan kimyasal bileşikler; oksitlenmeyi
(doğru).
önleyen katkılar.
apothecaries measure: Eczacılıkta kullanılan sıvı öl
antiozonant: Türlü derecelerde atmosferik ozona da
çüm sistemi.
yanıklı doğal ve sentetik maddeler (veren).
apothecaries weight: Eczacılıkta kullanılan bir ağırlık
antiparallel: Zıt yön veya yönlerde paralel hareket
sistemi.
eden; iki doğru veya düzlemlerden herhangi birini,
apothem: Mate. düzgün bir çokgenin merkezinden,
üçüncü bir doğru veya düzleme eşit fakat zıt açılar
kenarlardan herhangi birine çizilen dik; iç yarıçap;
da yapma; antiparalel.
yanal yükseklik.
antiproton: Fiz. protonda olduğu gibi, yaklaşık olarak
apparatus: 1) özel bir kullanım, tecrübe vb.l için ge
kütleleri aynı, fakat negatif (-) şar) taşıyan, çok kısa
rekli olan cihazlar, malzemeler, aletler vb. i 2) karar
süreli elementer bir parçacık.
verme, ölçüm veya deneme için herhangi bir stan
antipyrine: Kömür katranından elde edilen (türeyen),
dart takım veya değerler. 3) herhangi karmaşık bir ci
başağnsı ve nevraljiyi gideren ve ateş düşüren bir
haz veya makine. 4) özellikle bir kitabın basılışı sıra
ilaç; antipirin.
sında, baskı İçin bulunan notlar, indeksler, terimler
anti-rattle: Oto. kaporta parçaları arasındaki metalik
sözlüğü vb.
sesi önleyen kauçuk izole maddesi veya lâstik ya da
apparel: 1) Den. arma, demir veya çıpa, silahlar vb.i
plâstik şerit.
gibi gemi gereçleri veya teçhizatı. 2) donatmak; teç
antiroll: Den. yalpayı önleyen; yalpa önleyici.
hiz etmek.
antirolling tank: Den. gemilerin yalpasını önlemek ve
apparent: 1) görünür; derhal görünen. 2) hemen an
ya azaltmak için kullanılan tank; yalpa önleme tankı.
laşılan; açık. 3) gerçek veya doğru görünme.
antirust: 1) paslanmayı önleyen. 2) paslanmayan; pa
apparent candle power: Yaygın bir ışık kaynağı; gö
sı gideren bir şey.
rünür mum gücü.
anti scaling: Mak. kazanlar, motorların soğutma ce
apparent compression ratio: Bkz. nominal com
ketleri ve kapakları, evaporator vb. i yerlerde metal
pression ratio.
tuzlarının yaptığı taş tabakasını önleyen; kısır katma
apparent depth: Yukarıdan bakıldığında bir madde
nını önleyen.
nin suyun içinde kalan kısmının normalden daha kı
antiscorbutic acid: Vitamin C; ascorbic acid, cevita-
sa görünmesi; zahirî derinlik.
minic acid gibi isimler de verilir.
apparent diameter: Astı: bir gözlemcinin gözünde,
anti-squak: Gıcırtıyı önleyen.
açısal türden verilen, bir yıldızın çapının karşıtı olan
Antonoff's rule: Antonof kuralı; "Dengede olan iki
açı.
doymuş sıvı katmanı arasındaki yüzeydeki gerilme,
apparent power: Elekt. bir alternatif akım devresinde
havaya karşı bağımsız yüzey gerilmeleri veya doy
voltmetreden okunan gerilim ile ampermetreden
muş İki sıvının buharları arasındaki farka eşittir."
okunan akım şiddetinin çarpılması ile bulunan güç;
anvil: 1) Mak. örs; üzerinde metal cisimlerin şekil ve
zahirî güç; KVA ile belirtilir.
rilmek üzere dövüldüğü demir ya da çelikten yapım-
apparent propeller slip: Gem. Mak. zahirî pervane
lış bir blok. 2) Anat. kulaktaki üç kemikten biri.
slipi (kayması); As = [(PxR-101,33.V)/PxR] x 100
A.P.: Bkz. after perpendicular. 2) Bkz. after peak.
formülü ile hesaplanır: P=pervane piçi (fit), R = de
API: American Petroleum Institute: Amerikan (ABD)
vir/dakika, V = geminin hızı (mil/saat, knot), 101,33
Petrol Enstitüsü.
= fit/dakika olarak 1 mil saat.
API gravity: API gravite; API yoğunluğu veya özgül apparent slip: Bkz. apparent propeller slip.
ağırlığı; çoğu zaman yakıtlar ve yağlama yağlarının
append: Sona eklemek.
yoğunluklarında kullanılır; °API = (I41,5/7 y ) -131,5
appleton layer: iyonosferde elektriksel olarak yüklen
formülü ite hesaplanır (7y=yakıtın özgül ağırlığıdır).
miş hava katmanı, yerden yaklaşık 300 km yukarda-
appliance 29 Ar ch im edes ' La w
tür boru veya kanalı taşımak için yapılan yüksek bir
dır. yapı; akedük; su kemeri.
appliance: Özellikle evlerde Kullanılan bir cihaz ya da aqueous: 1) suya ait veya suya benzeyen; su gibi;
makine. sulu. 2) belirli kayalarin oluşturdukları tortu gibi, su
appliances: Mak. evaporator, ısıtıcı, valflar ve teçhi yun hareketi ile oluşan.
zat, separatörler, basınçlı kaplar ve benzer ekipman; aqueous solution: Sulu çözelti; özellikle elektrolit gi
cihazlar. bi etki yapan sulu çözelti,
application: Uygulama; tatbikat. aqueous vapor: Bkz. water vapor.
applicator: Aplikatör; gemi makine dairelerinde olu ar: Bkz. are.
şan akaryakıt yangınlarının basınçlı su ile söndürül Ar.: Bkz. silver.
mesinde kullanılan bir hortum başlığı; çok sayıdaki Arabic numerals: 1,2,3.4,5,6,7,8,9,0; bugün kullanı
küçük çaplı deliklerden fıskiye şeklinde püskürtülen lan Latin sayılan veya rakamlar; Arap sayıları.
su ile yangın üzerinde onu söndürecek bir perde arabinose: Kimy. bazı belirli bitkilerin sakızlarından el
oluşturur. de edilen pentoz veya molekülünde beş karbon ato
applied: Gerçek pratik sorunların çözümünde kullanı mu olan bir şeker, C 5 H 1 0 O 5 ; arabinöz.
lan; uygulamalı: uygulamalı bilimler gibi; tatbikî. aragonite: Kimy. ortorombik kristaller şeklinde kalsi
applied geometry: Uygulamalı veya tatbikî geometri. yum karbonattan oluşan bir mineral.
applied mechanics: Tatbikî veya uygulamalı meka arbor: Meta. Dök. bir kalıbın merkezindeki bir kiriş ve
nik (bilimi). ya çubuk.
applied pressure: Uygulanan veya tatbik edilen ba arbor: 1) mil; şaft; kiriş. 2) dingil; mil. 3) kesici aletle
sınç. rin sapı.
applied stress: Uygulanan veya tatbik edilen geril arbor press: Mak. mekanik pres; dişli ve mil tertibatı
me. na dayanan veya hidrolik olmayan pres.
apprentice: 1) bir sanat dalında, usta sanatkâr yanın arbour: Bkz. arbor (İng.).
da, belirli yasalarca belirli bir süre bilgi almak için arc: 1) Elekt. birbirine çok yakın yerleştirilmiş elektrot
çalışan kimse. 2) bir sanata yeni başlayan veya onu ların birinden diğerine akım atlaması sonucu oluşan
yeni öğrenen; çırak. 3) Den. gemilerde güverte tayfa kıvılcım; spark; ark veya akkor durumundaki ışık. 2)
sının en küçük ehliyetlisi; miço; aday veya namzet. Geo. daire parçacığı gibi, herhangi bir eğrinin bir
apprenticeship: 1) çıraklık. 2) bir çırağın görevleri parçası; yay. 4) Astr. a) bir yıldız veya gezegenin eğ
ve ya eğitim süresi. 3) herhangi bir öğretim veya ri şeklindeki zahiri yörüngesi, b) bunun açısal ölçü
eğitim süreci. mü. 4) Elekt. ark oluşturmak.
approvable: Onaylanabilir; tasdik olunabilir. arc converter: Elektrik arkını kullanır yapan bir osila-
approval: Onaylanmış veya tasdik edilmiş. tör.
approx: 1) yaklaşık. 2) yaklaşık olarak. arc cutting: Elektrik veya ark kaynağı ile kesme (işle
approximate: 1) yakın olma; birbirine yakın (olma). mi); bir elektrod ile metal arasında oluşturulan arkın
2) çok benzer; benzerlik, benzer olma. 3) aşağı yu yüksek sıcaklığıyla eritme ile sağlanan kesme işle
karı doğru veya hatasız. 4) yaklaşmak; yaklaştırmak mi.
veya hemen hemen aynı olmak. 5) yakına getirmek; arc furnace: Elektrodan arasında oluşturulan ark ve
yakına gelmek. 6) yaklaşık. dolayısıyla ısı yardımıyla metal cevherlerinin ısıtıldığı
approximately: Yaklaşık olarak; tahminen; takriben. bir elektrik ocağı; ark ocağı.
approximation: 1) tahmin; yakın olma 2) yakın olan arch: 1) buhar kazanlarinın ön tarafında ve yakıt bör-
herhangi bir şey; yakın tahmin; yakın benzerlik. nerinin çevresindeki kısım; arç; özel biçimdeki ateş
apron: Oto. araba çamurluğunun iç eteği; tekerlekle tuğlaları veya şamotlardan yapılır. 2) ana; esas; te
motor arasındaki çamur koruma plâkası; koruyucu mel. 3) köprü vb.i yapılarda olduğu gibi, taşıma
saç levha. amacıyla yapılmış eğri biçimindeki yapı; kemer. 4)
apron: Kapak. abidelerdeki benzer yapı. 5) kemer şeklinde olan
aprotic solvent: Metilbenzen (toluen) gibi protonlar herhangi bir şey. 6) kemer veya kemerler sağlamak.
kabul etmeyen bir çözücü veya solvent. 7) kemer biçimi vermek.
aqua: 1) su. 2) Ecz. sıvı, çözelti veya özellikle sudaki Archaouloff system: Diz. Mot. Hava ile püskürtmeli
çözelti. sistemin ardından geliştirilen ve yakıtın kompresyon
aqua ammoniae: Kimy. amonyağın sulu çözeltisi; basıncı ile silindirlere püskürtülmesini sağlayan bir
amonyum hidroksit; aqua ammonia olarak da kulla sistem; Arşalof sistemi.
nılır. arch brick: Bkz. arch (boiler).
aqua fortis: Bkz. nitric acid. archetype: Aslının belirli bir ölçekte küçültülmüşü ve
aqualung: Den. su ciğeri; balık adamların kullandığı ya küçük modeli; prototip.
oksijen, oksijeni helyum tüpü; skuba. Archimedean: Arşimet tarafından bulunmuş veya icat
aqua plane: Hızlı bir motorbot tarafından çekilen ve edilmiş; Arşimet'e ait.
üzerinde bulunan kimseyi su üzerinde kaydıran bir Archimedean screw: Arşimet vidası; Arşimet tarafın
araç; su kayağı. dan keşfedilen su çekme vidası; bir milin çevresine
aqua regia: Kimy. nitrik ve hidroklorik asitlerin karışı sarılan spiral bir boru veya bir silindir içindeki büyük
mı; altın ve platini eritebilir. bir vidadan oluşur.
aqua vitae: 1) alşimide alkol. 2) brandi veya diğer al Archimedean spiral: Bkz. Archimedes spiral.
kollü içkiler. Archimedes" Law: Arşimet kanunu veya yasası: "Bir
aqueduct: 1) uzak mesafedeki bir kaynaktan su getir sıvı içersine batırılan her cisim, kendi ağırlığına eşit
mek için yapılan büyük bir boru veya kanal. 2) bu
Archimede s p ri ncipl e 30 armatur e

ağırlıkta sıvı taşınır veya kendi ağırlığına eşit ağırlıkta


den herhangi biri.
ki sıvının yerini değiştirir."
argentite: Kimy. ağır, koyu gri renkli bir mineral; do
Archimedes principle: Bkz. Archimedes' Law.
ğal gümüş sülfür, Ag 2 S; gümüşün önemli bir cevhe
Archimedes' spiral: Tek. Res. düzgün bir açısal hız
ri.
ile sabit bir nokta etrafında dönen bir doğru üzerin
argentol: Kimy. gümüşün organik bir bileşiği; argen-
de düzgün olarak hareket eden bir noktanın ürettiği
tol; toz halinde antiseptik olarak kullanılır.
düzlem eğri; Arşimet spirali.
argentous: Kimy. tek değerli gümüş kapsayan veya
archirıe: Rusya Federasyonu' nda 711 mm'ye eşit ona ait.
olan bir uzunluk birimi; arşın. argentum: Kimy. gümüş; Simg.Ag; Bkz. silver.
architect: 1) görevi bina dizayn etmek, plânlar yap arginine: Kimy. beslenme için gerekli, renksiz bir ami
mak veya genel olarak yapılan kontrol etmek olan ki no asit; arginin, C 6 H 1 4 0 2 N 4 ; hayvansal ve bitkisel
şi; mimarlıkta uzman olan kişi; mimar. 2) gemi inşa proteinlerden hidroliz yolu veya sindirim sırasında
mühendisi gibi, benzer görev yapan herhangi bir bakterilerin etkisiyle elde edilir.
teknik kimse. 3) herhangi bir inşaatçı veya yaratıcı argol: Mayalanma veya fermantasyon sırasında şarap
kimse ya da kreatör. fıçılarında oluşan ve çoğunlukla potasyum hidrojen
architecture: 1) binaların tasarımı ve yapımına ait bi tartarattan oluşan, kırmızımsı kahverengi kristalli bir
lim, sanat veya meslek; mimarlık bilimi; mimarî 2) tortu.
bir bina veya binaların tümü; 3) yapı stili. 4) tasarim argon: Kimy. renksiz, kokusuz, inert gaz şeklindeki
ve inşaat. 5) herhangi bir yapı için bir iskelet, sistem kimyasal elementlerden biri; argon; elektrik ampulle
vb.; arch, kısaltması ile belirtilir. ri, radyo tüpleri vb.inin yapımlarında kullanılır. ;
archive: Arşiv. Simg. A; at.ağ.39,944; at.no.18.
arch punch: Bkz. punchs. argon-arc welding: Argon ark kaynağı; tungsten
arcing: f/z. iki elektrot veya bir devrenin iki temas elektrodun oluşturduğu ark ile işlem yapılırken, kay
noktası arasında sürekli elektrik arkı üretimi; temas nak alanının sabit argon akımı ile korunması sağla
noktaları arasındaki arkı önlemek için devreye çoğu nır; böylelikle alüminyum ve magnezyum alaşımları,
zaman paralel olarak bir korıdensatör bağlanır. nikel alaşımları, paslanmaz çelikler ve diğer bazı me
arc lamp: Bkz, lamp, arc. tallerin kaynakları kolaylıkla yapılır; ABD'de argon
arc light: Bkz. lamp, light. yerine helyum kullanılmaktadır.
arc-we!ded: Ark kaynaklı; elektrik kaynaklı; elektrikle argosy: 1) Esk. büyük bir gemi, özellikle ticaret gemi
kaynak edilmiş. si. 2) Esk. böyle gemilerden oluşan bir filo.
arc-welder: Elektrikli kaynak makinesi. argyrodite: Kimy. gümüş, germanyum ve kükürtten
arc-welding: Elektrik kaynağı; ark kaynağı; yüksek oluşan parlak, gri renkli bir mineral; arjirodit.
şiddetteki elektrik akımı ve elektrot yardımıyla yapı argyrol: Gümüşün protein ile yaptığı bir bileşik; arji-
lan kaynak. rol; lokal antiseptik olarak iltihaplı deri dokularının te
ardeb: Mısır ve diğer müslüman ülkelerde kullanılan davisinde kullanılır.
ve 0,0045-7,5 kile arasında değişen bir kuru hacim arithmetic: 1) pozitif ve gerçek sayılarla hesaplama
ölçüsü. sanatı veya bilimi; aritmetik. 2) bu bilimde bilgi veya
ardoloy: Çok yüksek hızlarda çelik, dökme demir ve yetenek. 3) bu bilimin ders kitabı; aritmetik kitabı.
demirsiz metalleri kesmek için kullanılan sert bir kes arithmetical: Aritmetiksel; aritmetik kullanarak; aritme
me alaşımı; ardoloy. tiğe ait; aritmetiğe dayanarak.
2 2
are: Metrik sistemde 100 m veya 119,6 yarda 'ye arithmetically: 1) aritmetik ile. 2) aritmetik ilkelerine
eşit olan bir alan birimi; ar. göre; aritmetiksel olarak.
area: 1) herhangi bir şeyin alan birimleri ile ölçülen arithmetical signs: Aritmetik işaretleri, + , - , ~ , > , <
dış yüzeyi; alan; mesaha; yüzölçümü. 2) dünya yü ,x ,-î-, veya toplama {+) , çıkarma (-) vb.i işaretler.
zeyinin bir parçası. 3) toprağın bir parçası. arithmetician: Aritmetikte yetenekli kişi; aritmetikçi.
area meter: Yüzey veya alan ölçmek için kullanılan arithmetic operator: Aritmetik operatörü veya işletici
bir cihaz. si.
area monitor: Nük. Ener. alan monitörü; herhangi bir arithmetic, graphic: ete. graphic arithmetic.
yerde, haber verme veya denetim amacıyla radyas arithmetic mean: Aritmetik ortalama; toplamın topla
yonun varlığını bildirmek ya da şiddetini ölçmek için nanların sayısına bölünmesiyle elde edilen ortala
kullanılan araç, alet veya cihaz. ma.
areometer: Sıvıların yoğunluklarını ölçmek için kulla arithmetic progression: Aritmetik dizi; birinciden son
nılan bir dansimetre veya areometre. raki terimleri bulabilmek için sabit miktarda bir sayı
Argand burner: Argand yakıcısı veya beki; içice aynı nın eklenmesiyle oluşan dizi; 5, 9, 13, 17 vb. i bir
merkezli iki boru ile bunları birbirinden ayıran silin aritmetik dizidir.
dirsel bir fitilden oluşan bir bek; hava, fitilin bulundu armature: 1) Elekt. bir kablo çevresine sarılmış düz
ğu kısımdan geçerek yanma miktarinı çoğaltır. bir tel. 2) bir mıknatısın kutupları arasına sokulmuş
argent: 1) gümüş. 2) gümüş para. 3) gümüşe ait; gü ve onun manyetik gücünü kaybetmesini önleyen yu
müş gibi. muşak demir çubuk. 2) Elekt. dinamo veya elektrik
argental: Gümüş kapsayan, gümüşe benzeyen veya motoru veya bir manyetonun kutupları arasında dö
ona ait; gümüş gibi. nen ve üzerine iletkenler sarılı kısım; endüvi; dina
argentic: Tek değerli gümüş bileşiklerinden daha yük mo rotoru; motor rotoru; Bkz. dynamo; dairesel saç
sek değerde gümüş kapsayan veya gümüşe ait. lardan yapılan ve elektromotor kuvvet veya zıt elek
argentiferous: Gümüş kapsayan (cevher). tromotor kuvveti üreten kısım. 5) zırh. 8) bir hayvan
argentine: 1) gümüş. 2) gümüşe benzeyen metaller veya bitkiyi örten zırha benzer kısım.
a rma tu r e coi l arseni c aci d

armature coil: Endüvi sargısı.


aromatical: Bkz. aromatic,
armature core: Elekt. endüvi çekirdeği; dairesel şekil
aromatic compounds: Kimy. aromatik bileşikler; ku
de ve aralarında izolasyon maddesi bulunan saçlar
ramsal olarak benzenden üretilen ve dolayısıyla ben
dan oluşturulan endüvi demiri.
zen halkaları kapsayan yapıya sahip organik bileşik
armature reaction: Elekt. endüvi tepkisi; armatür tep
ler.
kisi; bir elektrik cihazının manyetik devresindeki
aromatic crudes: Aromatik ham petroller; genel ola
manyetik akımın manyetomotif kuvveti.
rak (başlıca) Kaliforniya'da (ABD) bulunan bir ham
armature shaft: Elekt. endüvi mili; endüviyi taşıyan
petrol türü.
mil ya da şaft; çoğunlukla iki rulman türü yatak tara
fından taşınan mil. aromatic group: Genel formülü C n H 2 n _ 6 olan bir
kar bonlu hidrojen grubu; Bkz. aromatic.
armature speed: Armatür ya da endüvinin hızı.
aromatîcity: Aromatik özelliğe sahip karakterde olan.
armature windings: Elekt. endüvi sargıları veya ilet aromatic solvent 100: Sıv. Yük. aromatik çözücü 100;
kenleri; endüvinin manyetik alan içinde dönmesiyle solvesso 100; hafif kokulu, renksiz, saydam, yangın
elektromotor veya zıt elektromotor kuvvetlen oluştu tehlikesi oluşturan, insan sağlığı için zararlı, sıvı bir
ran yalıtılmış iletkenleri; bu iletkenlerde alternatif ge
karbonlu hidrojen; 15,6°C'de öz.ağ.0,869; 25°C'de
rilim oluşur.
visk. 0,81 cP; k.n.157-180°C; gemilerde çevre sıcaklı
armco iron: % 12 karbon ve gerisi demirden oluşan
ğı ve atmosfer basıncında taşınır.
bir alaşım; armko demiri; yumuşak demir, gazket
aromatic solvent 150: Sıv. Yük. aromatik çözücü 150;
vb. yapımlarında kullanılır.
solvesso 150; hafif kokulu, renksiz, saydam, analje
armed: Silahlı, zırhlı vb. i.
zik ve insan sağlığı için zararlı, aromatik ailesinden
artmillary: 1) daireler ve çemberlerden oluşan. 2)
sıvı bir karbonlu hidrojen; 15,56°C"de öz.ağ. 0,892;
çember veya kelepçeye benzeyen veya ona ait.
visk. 1,17 cP (25°C'de); gemilerde çevre sıcaklığı ve
armor: 1) savaş gemileri, savaş uçakları vb.inin Koru atmosfer basıncında taşınır.
ma veya savunma amacıyia kaplandıkları çelik lev
aromatize: Aromatik yapmak.
ha; zırh. 2) bir ordunun zırhlı kuvvetleri; tank, zırhlı
aromatization: Ham petrolün damıtılmasında çevrim-
taşıyıcı vb. i. 3) eski savaşlarda silahlardan korun
ieştirme; çevrimleştirmede olduğu gibi Bkz. cyclizati-
mak için vücuda giyilen koruyucu; zırh.
on, benzer bir işlem olup, istisna olarak ürün aroma
armor-clad: Zırhla kaplı; zırh ile kaplanmış.
tik bir bileşiktir.
armored: 1) zırhla kaplı. 2) zırhlı araçlarla donatılmış
arpent: Alan ölçümünde eski bir Fransız birimi; Que
(zırhlı birlik vb.i)
bec ve Louisiana'da bugün dahi kullanılan ve yakla
armored cable: Mekanik koruyucu olarak metalik bir
şık 4047 m2 (1 akr) veya 43 560 fit2'dir.
bantla kaplanmış bir elektrik kablosu; zırhlı kablo,
arrange: Plânlar yapmak; sağlamak; hazırlamak; dü
armored car: Bankalara para getirip götürmek üzere
zenlemek.
kullanılan araçlar gibi, çelik levhalarla kaplanmış tür
arrangement: 1) düzenlenmiş. 2) parçaların birleşi
lü taşıt araçlarından herhangi biri; Ask. özellikle ke
mi. 3) Çoğ, preparasyon veya hazırlık; tasarım. 4) ci
şif aracı olarak kullanılan, üzerine makineli tüfek yer
haz; alet.
leştirilmiş, tekerlekli zırhlı araç.
arrangement of crank: Kranklarin dizilişi; motorlarda
armored force: Tank birimlerinden kurulu, orduları
silindirlerin krankları birbirlerini belirli bir açı ile izler
desteklemek ve esas olarak hücum birimi olarak kul
ler; kranklar arasındaki açı farkı iki zamanlı makine
lanılan bir askeri kuvvet; zırhlı kuvvet.
lerde 360 ve dört zamanlı motorlarda 720°, silindir
armored tube: Mekanik koruyucu olarak metalden
sayısına bölünerek bulunur.
bir şerit veya bant ile kaplanmış boru; zırhlı boru.
array: Dizi.
armor plate: Tank ve savaş gemilerindeki gibi, özellik
arrester, spark: 1) Motorların egzoz gazları içindeki
le sertleştirilmiş çelik levhalardan yapılan koruyucu
kıvılcımlari tutan bir egzoz organı; kıvılcım tutucu ve
bir örtü; zırh levha.
ya susturucu.
armor-plated: Zırh ile kaplanmış.
arroba: 1) Meksika ve bazı Güney Amerika ülkelerin
armory: 1) silahlar için depo; askeri teçhizat deposu.
de kullanılan ve 25,36 libreye (11,46 kg) eşit olan ve
2) ateşli silahların yapıldığı yer; silah fabrikası. 3)
İspanya'ya ait olan bir ağırlık birimi. 2) Brezilya'da
Ask. zırh.
kullanılan ve 32,39 libreye (14,64 kg) eşi! olan Porte
armour: Bkz. kiz ağırlık birimi. 3) İspanyolca konuşulan bazı ülke
armor. lerde kullanılan ve 17,04 kuvart (16,10 İt) veya 13,28
armoured cable: Bkz. armored cable. kuvart'a (12,54 lt) eşit olan bir sıvı ölçü birimi; arro
armoury: Bkz. armory. ba
aromasol-H: Sıv. Yük. armasol-H; saydam, daima arsenate: Kimy. arsenik asitin tuzu veya esteri; arse
renksiz, hafif kokulu, yangın tehlikesi bulunan, in nal.
san sağlığı için zararlı bir sıvı; 15,5°C'de öz.ağ. arsenic: Kimy. gümüşî beyaz, kırılgan, çok zehirli kim
0,879; k.n.168°-200°C; d.n.-50°C'nin altında; çevre yasal bir element; bileşikleri böcek öldürücü, cam,
sıcaklığında viskozitesi 0,9 cP; gemilerde çevre sı ilâç vb. i yapımında kullanılır; Simg. As; at. ağ. 74,91;
caklığı ve atmosfer basıncında taşınır. at.no. 33.2) arsenik trioksit, As 2 0 3 veya As4 0 6 ; çok
aromatic: 1) Kimy. aromatik; benzen (C 6 H 6 ) çember zehirli bir arsenik bileşiği; tadı olmayan beyaz bir
li serileri belirtir; bu sınıftan olan yakıtların silindir toz.
içinde yakilabilmeleri için alifatiklere göre daha yük arsenic: Kimy. arsenik kapsayan, özellikle beş değerli
sek sıcaklığa gereksinim vardır; bunlarin bir çoğu ko arsenik kapsayan veya ona ait.
kulu veya kokulu maddeler üretirler. 2) kokuya ait; arsenic acid: Kimy. renksiz bir arsenik bileşiği, H
kokulu; güzel veya hoş kokulu. 3
arsenica l 32 asbesto s threa d

As0 4 .
artificial light: Yapay veya sunî ışık; yapay aydınlat
arsenical: Arsenik kapsayan veya arseniğe ait; arse
ma.
nik kapsayan ilâç.
artificial radioactivity: Nuk. Ener. yapay ya da sunî
arsenic, white: Kimy. beyaz arsenik; beyaz zırnık ve
radyoaktivite. 1} partikül bombardmanı ile veya elek
ya sıçanotu; arsenik trioksit, As2O3; arsenik cevher
tromanyetik radyasyon etkisiyle oluşturulan radyoak
lerinin ısıtılıp kavurulmasıyla elde edilir.
tivite. 2) yapay nüklitlerin radyoaktivitesi.
arsenide: Kimy. arsenik bileşiği ve arseniğin üç de
artificial respiration: ilk. Yard, yapay ya da sunî solu
ğerli olduğu bir element veya kök.
num; elektrik çarpan, boğulma tehlikesi veya şok ge
arsenious: Bkz. arsenous.
çiren kişilere veya kazazedelerin akciğerlerine hava
arsenite: Kimy. arsenus asitin bir tuzu ya da esteri. girmesi için göğüs boşluğuna düzgün olarak basınç
arseniureted (arseniuretted): Kimy. arsenik ile bile
uygulanan yöntem; sunî teneffüs.
şik.
artificial snow: Meteo. uçaklardan stratus ve kümü
arseno-: Bileşen olarak arsenik kapsayan anlamında
lüs bulutlarına atılan kuru buz ile oluşturulan kar; su
bir önek.
ni ya da yapay kar.
arsenopyrite: Kimy. sert, gevrek (kırılgan), gümüşî As: Bkz. arsenic.
beyaz renkli bir mineral; demir arsenik sülfür, Fe-
ASA: American Standard Association: Amerikan
AsS; arseniğin esas cevheri.
(ABD) Standartlar Birliği,
arsenous: 1) arsenik kapsayan veya arseniğe ait. 2)
ASHVE: American Society of Heating and Ventila
Kimy. üç değerli arsenik kapsayan.
ting Engineers: Amerikan Isıtma ve Havalandırma
arshin: Bkz. archine.
Mühendisleri Birliği.
arsine: 1) çok zehirli, sarmısak kokulu yanıcı bir gaz;
ASME: American Society of Mechanical Engineers:
arsenik hidrit, ASH3. 2) onun herhangi bir türevi.
Amerika (ABD) Makine Mühendisleri Birliği.
arsphenamine: Salvarsan; geçmişte frengi hastalığı
ASTM: American Society for Testing Materials:
nın ve diğer enfeksiyonların tedavisinde kullanılan
Amerika (ABD) malzeme Test Enstitüsü.
sarımsı renkli arsenikli bir toz.
asben: Bkz. air.
art. : Bkz 1) artificial. 2) artillery.
asbentine: Asbestos özelliklerine sahip olan veya as-
artesian well: Artezyen kuyusu; suyun bulunduğu ye
bestosa ait.
re kadar toprağı delerek açılan kuyu; çoğu zaman
asbestos: Grimsi bir mineral; magnezyum ve kalsiyu
dip basıncı nedeniyle su yeryüzüne doğru fışkırır.
mun silikatı; uzun dikiş ipliğine benzer lifler şeklinde
artgum eraser: Tek. Res. resim kağıdı veya bezi üze
görülür; yanmaz, elektrik akımı ve ısıya yalıtkan olu
rindeki parmak izleri resim aletlerinden kaynaklanan
şu nedeniyle yanmaz perdelerin ve yalıtım maddele
lekeleri temizlemek için kullanılan yumuşak lastik sil
rinin yapımında kullanılır.
gi; soft-rubber eraser olarak da kullanılır.
asbestos board: Asbestos mukavva; levha haline ge
articulate: 1) eklemli. 2) iyi formüle edilmiş. 3) net
tirilmiş, ısıyı geçirmeyen mukavva; ısı izolasyonu
olarak belirtmek. 4) birleştirmek; bağlamak; eklem
için kullanılır.
lerle bir araya getirmek.
asbestos cement: Asbestos çimentosu; portlant çi
articulated: Mak. mafsallı.
mento ile karıştırılmış, pudra kıvamında asbestos;
articulate rod: Diz. Mot. yardımcı piston kolu; artikü-
toz asbestos.
leyt rod; V tipindeki motorlarda ana biyele veya pis
asbestos cloth: Mak. buhar, sıcak su boruları, egzoz
ton koluna bir pinle bağlanan yardımcı kol; mafsallı
organları gibi kısımların yalıtımında kullanılan asbes
rod veya kol.
tos örtü.
articulation: Mak. iki mekanik parçayı göreli olarak
asbestos cord: Asbestos fitili; fitil asbestos; kaytan
birlikte çalışacak şekilde birbirine bağlama; mekaniz
asbestos; sıcak su, buhar vb. i borulara sarılarak ısıl
manın mafsal yeri.
yalıtım sağlamada kullanılır.
artificier: 1) yapımcı veya sanatkâr, özellikle hünerli
asbestos fabric packing: Asbestoslu dokuma sal
olan biri. 2) icat eden kimse; mucit. 3) askerî maki
mastra.
ne ustası.
asbestos fiber: Ham asbestos cevherinden elde edi
artificial: 1) insan işi veya sanatı ile yapılan; yapay;
len, çok sayıda hava hücresi kapsayan ve yalıtıcı ola
sunî; sentetik; doğal ya da tabiinin karşıtı. 2) doğal
rak kullanılan madde; asbestos lifi.
bir şeyin takliti olarak yapılan; taklit edilmiş. 3) do
asbestos-magnesium cord: Bkz. asbestos cord.
ğal olmayan. 4) Bot. doğal olmayan, kültür ırkı ola
asbestos millboard: Asbestos kartonu; asbestostan
rak yetiştirilmiş.
yapılan kalın karton.
artificial atmosphere: Yapay veya sunî atmosfer; stra
asbestos ore: Asbestos cevheri; asbest cevheri.
tosfere uçacak astronotlar için yeryüzünde oluşturu
asbestos packing: Asbestostan yapılmış salmastra;
lan ve stratosfer şartlarını oluşturan hücre içindeki at
asbestos veya asbest salmastra.
mosfer.
asbestos paper: Kâğıt amyant; asbestostan yapılmış
artificial cement: Yapay veya sunî çimento.
kâğıt.
artificial element: Doğada bulunmayan, doğal ele
asbestos suit: Asbestostan yapılmış giysi; asbestos
mentleri nükleer partiküllerle bombardman ederek
elbise; yangın elbisesi; yanmaz elbise; yangın olan
yapılan bir element; yapay veya sunî element.
bir bölmeye girmeden önce giyilen ve başlığı da
artificial horizon: Hava. uçaklarda bulunan, bir Jiros-
olan bir elbise.
kop ile çalıştırılan ve bir sıvı seviyesi kapsayan, ger
asbestos thread: Asbestos ipliği; genel olarak çapı
çek ufka göre uçağın durumunu gösteren bir cihaz;
1,5 mm olan ve asbestostan yapılan İplik; kazan teç
yapay ufuk.
hizatının flanşlarında kullanılır.
asbestos-wood panels 33 as se m bl y lin e

asbestos-wood panels: Den. gemi alabandaları, ka


rın külhan ve ocaklarında, sobaların ızgaralarının al
maraların taban döşemeleri vb. i gibi sıcaklığı
tında bulunan ve kül biriken çelik saçlardan yapılmış
100°C'yi geçmeyen yerlerde kullanılan ve asbestos
kap veya kaplar.
ile ağaç yongalarından yapılan yalıtım maddesi; as
ash-pan hoe: Gem. Mak. kül gelberisi; kömürlü ka
bestos ağaç levha.
zanlarda ızgara altında bulunan tavalara dökülen kü
asbobakelite: Asbobakelit; % 60-% 80 asbestos lifi ve
lü, kazan dışına çekmek için kullanılan bir tür çapa
% 20-% 40 iditol sakızı veya reçinesinden oluşan ve veya gelberi.
pano yapımında kullanılan madde.
ash-pit: Gem. Mak. kül çukuru; buhar kazanlarında
ascend: Astr, ufuktan uzaklaşmak ve başucuna doğ
kömürün yanması sonucu oluşan kül ve posakülün
ru hareket etmek; yukarı doğru hareket etmek; yük
toplandığı çukur; kül ya da posakül çukuru.
selmek; tırmanmak.
ash-pit door: Gem, Mak. kül ve posakül kapağı; kö
ascender: Yükseltici; üst çıkınlı.
mür yakan kazanlarda külhan çerçevesi üzerinde,
ascending: Yükselen.
fayrap kapağının hemen altında bulunan kapak; kül
ascorbic acid: Vitamin C; C vitamini; cevitamic acid
kapağı; ash door şeklinde de kullanılır.
olarak da kullanılır.
ash, soda: Bkz. soda ash.
asdic: Denizaltı dinleme, arama veya bulma cihazı;
aspartic acid: Kimy. aspartik asit; organik
TCB'de ezdik; DDA; DSA kısaltmaları ile belirtilir.
sentezlerde kullanılan, proteinlerde beyaz
-ase: Enzimler için kullanılan bir sonek; örneğin pro prizmalar veya renk siz yapraklar halinde görülen
tease. bir amino asit, C4 H 7 0 4 N .
ash: Mak. türlü motorlar ile kazan yakıtlarında, yan asphalt: 1) Kimy, kahverengi veya siyah renkli katran
madan geri kalan beyaz ve grimsi toz; kül yapısında gibi bir madde; asfalt; doğal durumda bulunur veya
silika, demir, alüminyum, kalsiyum, magnezyum, kü ham petrolün buharlaştırılmasıyla elde edilir. 2) bu
kürt, nikel, vanadyum, alkaliler ve bakır, kalay, kur nun çimento ve çakıl ile karışımı; çatıların kaplanma
şun oksitleri bulunur; fue! oillerde % 0,10-% 0,50 ve sında kullanılır. 3) çatı vb. ini asfalt ile kaplamak.
kömürlerde ise % 20'ye kadar kül olabilir. 2) gümüşî asphalt-base oils: Asfalt kökenli akaryakıtlar.
renkli odun külü. asphaltum: Bkz. asphalt.
ash bucket: Kül veya posakül kovası, kabı veya bak aspirate: Solunum yapmak; teneffüs etmek.
racı. aspiration: 1) solunum işlemi; solunum; teneffüs. 2)
ash can: 1) kül ve çöpler için geniş bir teneke kap; vücut boşluğundan emme ile sıvı veya gaz çıkarılma
çöp kabı. 2) Bahr. arg, denizaltılara karşı kullanılan sı.
ve belirli derinlikte patlayan bomba; su bombası. aspirator: 1) herhangi bir hacim, bölme, kompart-
ash content: Kül içeriği, kapsamı veya muhtevası; man vb.inden emme yöntemi ile hava, herhangi bir
kül yüzdesi: Katı ve sıvı yakıtlar için söylenir. akışkan vb.lerine hareket sağlamak için kullanılan,
aslı damper: Bkz. ash door. genellikle elektrik motoru tarafından çalıştırılan her
ash disposal system: Gem. Mak. kül boşaltma siste hangi bir cihaz; aspiratör. 2) emme ile vücut boşlu
mi; kazanları kömürle fayraplı gemilerde, ocaktan çı ğundan sıvı veya gaz çıkarmak için kullanılan bir ci
karılan kül ve posakülün denize atılmasını sağlayan haz; aspiratör. 3) yüksek kapasiteli bazı buhar ka
sistem. zanlarında, baca dibine yerleştirilen ve ocakta olu
ash door: Kül kapağı; alev borulu kazanlarda ızgara şan gazları emerek bacadan atmosfere atan ve elek
ların altına, kül tavalarına dökülen kül veya posakü- trik motoru ile çalıştırılan yüksek devirli bir makine.
lü kazan dışına almak için kullanılan ve külhan çer aspiratory: Solunum veya emmeye uygun.
çevesi üzerinde bulunan kapak; kül kapağı veya ka aspirin: 1) beyaz renkli, kristalli bir toz; salisilik asit,
pısı. C9H8O4 ; ateş düşürmek, başağrısı ve romatizmal
ash ejector: Gem, Mak. kül ecektörü; kül ve posakül ağrıları vb. i gidermek için kullanılır. 2) bu ilacın tab
ecekteri; bir pompanın 15-20 barlık bir basınçla bir let ya da hapı.
nozuldan (memeden) geçirerek büyük bir hız kazan assey: 1) maden cevherlerinin, özellikle alîm veya gü
dırdığı deniz suyu, kül ve posakülü de kendisi ile bir müş cevheri ya da alaşım vb. inin tabiatı ve içindeki
likte sürükleyerek gemi bordasından dışarı atar; bu maddelerin oranını saptamak için analiz veya saflık
sistem kazanları kömürle fayraplı gemilerde kullanı deneyi. 2) böyle, analiz veya test edilen madde. 3)
lır. böyle bir analizin sonucu veya raporu. 4) kontrol ve
ashes: 1) bir şeyin yanmasından geri kalan beyaz ve ya test etme. 5) analizini yapmak; denemek; test et
ya grimsi toz biçimindeki yanmamış partiküller; kül mek.
ler. 2) ince volkanik lav. assemblage: Bir makinede olduğu gibi, parçalarını
ash-handling pump: Bkz. ash ejector. bir araya getirme; monte etme.
ash hoisting winch: Gem. Mak. kül vinci; kömürlü bu assemble: 1) parçalarını (bir makine vb. inin) bir ara
har kazanlarında, yakıtın yanması sonucu oluşan ya getirmek veya monte etmek. 2) bir grup haline
kül ya da posakülü, geminin güvertesine çıkaran me getirmek; toplamak.
kanizma; bir pistonlu buhar makinesi ile kül kovala assembler: Toplayıcı; monte edici.
rından oluşur. assembly: 1) otomobil yapımında olduğu gibi, bir bü
ashless: Külsüz; külü olmayan; kül bırakmayan; ısı tün yapmak için parçaları bir araya getirme veya
ile parçalanan fakat geride artık bırakmayan. monte etme; montaj.
ashore: 1) kıyıya veya kıyıda. 2) karaya ya da kara assembly drawings: Tek. .Res. montaj (teknik) resim
da. leri.
astı pan: Gem. Mak. kül tavası; kömür yakan kazanla assembly line: Montaj bandı; seri imalât amacıyla

Teknik Sözlük - F. 3
a ssembl y plan t 34 asymm etri c

her işçi önünde bir süre duran, onun belirli işi yap
magmanın oluştuğu bölge; astenosfer.
masını sağlayan ve sonra tekrar yavaş olarak hare
astigmatic difference: Opt. astigmatik bir optik siste
ket eden bir bant veya ray.
min primer (birincil) ve sekonder (ikincil) odakları
assembly plant: Uçak yapımında olduğu gibi, parça
arasındaki mesafe; astigmatik fark.
ların monte edildiği bir fabrika; montaj fabrikası.
astigmatism: Astigmatizm; cisimlerin iyi görülmesine
asses'bridge: Öklit geometrisinde, bir ikizkenar üçge
engel olan; göz merceğinin yapısal bozukluğu.
nin taban açılarının eşit olduğu önerimi.
astr.: Bkz. 1) astronomer. 2) astronomical. 3) astro
assistance: Yardım.
nomy.
assistant: 1) yardım eden; yardımcı; asistan. 2) Yar
A strake: Gem. İnş. özellikle bir geminin alt kısmında
dım eden şey.
uzanan döşeme kaplaması; A streyk.
association colloid: Belirli koşullarda deterjan veya
astro-: Astr, astrofizikte olduğu gibi, bir yıldız veya yıl
sabun çözeltilerinde oluşan ve küçük moleküllü ag-
dızların anlamında bir önek.
regat kapsayan bir koloidal sistem.
astrocompass: Astr. yıldızlara göreli yönü saptamak
asst: Bkz, assistant.
için kullanılan manyetik olmayan bir cihaz.
assistant cylinder: Pistonlu buhar makinelerinde kul
astrodynamics: Astrodinamik; görsel mekaniğin
lanılan ve aşağı strokta valf hareket donanımının ata
uzay uçuşlarına adapte edilmesini sağlayan bilim.
let kuvvetlerini dengeleyen bir silindir; yardımcı silin
astrol.: Bkz. 1) astrologer. 2) astrological. 3) astro
dir; denge veya balans silindiri; Bkz. balance piston
logy.
veya balance cylinder.
astrolabe: Astr. bir yıldız vb.inin yükseltisini bulmak
astatic: Statik veya durağan olmayan; hareketli. 2)
için kullanılan bir cihaz; yerini seksanta bırakmıştır.
F/z. belirli bir periyotu veya yönü olmayan; astatik.
astrologer: 1) astroloji uygulamaları veya öğretimi ya
astatic galvanometer: Statik veya durağan olmayan
pan kimse. 2) astronom. 3) müneccim; yıldız falcısı.
ibreler kullanarak dünyanın manyetik etkisini nötrleş-
astrometry: Gezegen, yıldızlar vb. i ölçümlerini ya
tiren çok duyarlı bir galvanometre.
pan ve onların son durumları ve hareketlerini incele
astatic system: Dünyanın manyetik alanının etkileye-
yen bilim ve astronomi dalı; astrometri.
meyeceği şekilde asılan iki veya daha fazla manye
astron.: Bkz 1) astronomer. 2) astronomical. 3) as
tik iğne.
tronomy.
«statically: Astatic şekilde.
astronaut: Astronot; uzay gemisi pilotu.
astaticism: Astatik olma durumu veya özelliği; astatik-
astronautics: Dış uzaya, özellikle ay veya diğer geze
lik.
genlere seyahatlerin sorunları ile ilgilenen bilim dalı;
astatine: Kimy. 1940 yılında D.R. Corson, K.R., Mac
astronotik.
kenzie ve E. Segree tarafından keşfedilen element;
astronometer: Astronomide yetkili veya öğrenci; as
bizmutun alfa partikülleri ile bombardıman edilmesin
tronom; astr., astron. kısaltmaları ile belirtilir.
den oluşan, dayanıklı olmayan bir kimyasal ele
astronomic: Bkz. astronomical.
ment; kimyasal özellikleri bakımından iyottan daha
astronomical: 1) astronomiye ait; astr. astron. kısalt
elektropozitif olduğu sanılmaktadır; Simg. At; at.ağ.
maları İle belirtilir. 2) astronomide kullanılan sayılar
211; at.no. 85.
ve birimler gibi, çok büyük olan.
astern: 1) bir geminin gerisi. 2) kıçta veya kıça doğ
astronomically: 1) astronomi yönünden veya bakı
ru. 3) geriye doğru. 4) Den. tornistan.
mından. 2) astronomi yardımıyla. 3) astronomide ol
astern endurance run: Den. tornistan veya geri hare
duğu gibi.
kete dayanıklık çalışması; genellikle yarım saat sü
astronomical unit: Dünya yörüngesinin yarıçapına
rekli bir çalışmadan amaç; geminin davranışı ve ma
eşit olan bir uzunluk birimi (93 milyon mil, 149637
kinesinin mekanik dayanıklığını saptamaktır; tornista
milyon km); astronomik birim; A.Y kısaltması ile be
na çalışırken ileri türbin kanatlarının ısınması nede
lirtilir.
niyle, bu deney devir düşürücülü türbinler için bil
astronomical year: Astronomik yıl veya sene; dünya
hassa önemlidir.
nın güneş çevresindeki tam bir devrinin süresi: 365
astern nozzles: Tornistan veya geri hareket türbini
gün, 5 saat, 48 dakika, 45,51 saniye; bir ilkbahar eki
nin buhar nozulları; geri türbinine buhar sağlayan
noksundan (yaklaşık 21 Mart'tan) diğer bir ilkbahar
nozullar.
ekinoksu veya bir Sonbahar ekinoksundan diğer
astern power: Tornistan gücü; Gem. Mak. gemilerde
Sonbahar ekinoksuna (23 Eylül) kadar olan zaman;
geri hareket sağlayan güç; bu güç pistonlu buhar
Güneş yılı.
makinelerinde ileri güçten fazla, dizel motorlarında
astronomy: Astronomi; yıldızlar ve diğer gök cisimleri
ona eşit ve buhar türbinlerinde ise ileri gücün % 40 -
nin yapılarını, hareketlerini, göreli durumlarını, bü
%60'ı kadardır.
yüklüklerini vb. inceleyen bilim dalı; astr. astron. kı
astern speed: Tornistan hareket hızı; tornistan hızı;
saltmaları ile belirtilir.
Bkz. astern power.
astrophotography: Astronomik olayların araştırılma
astern turbine: Gem. Mak. tornistan veya ileri hare
sında kullanılan fotoğrafçılık; astrofotoğrafi.
ket türbini; gemilerin geri hareketlerini sağlayan ve
astrophysical: Astrofiziğe ait; astrofizikle ilişkili.
genellikle ileri gücün % 40-% 60'ı kadar güç üreten
astrophysics: Astrofizik; yıldızlar, gezegenler vb. inin
Körtis türbini Bkz. Curtis turbine; çoğu zaman alçak
fiziksel özellikleri ve olaylarını inceleyen bilim dalı.
basınç türbini ve nadir olarak yüksek basınç türbini
as-welding: Mak. kaynaklanmış metal vb. i parçalara,
ile aynı keys içinde bulunur.
kaynak yapılmadan önce herhangi bir ısıl veya me
asthenosphere: Litosfer veya yerküre yüzeyinden 60
kanik bir işlem yapılması.
mil (96,54 km) aşağıda olduğu varsayılan bölge;
asymmetric: Bkz. asymmetrical.
a s ym m e tri ca l 35 atomi c cocktai l

asymmetrical: Asimetrik; simetrik olmayan; bakışım


atmospheric engine: Bkz. normally aspirated engi
sız.
ne.
asymmetry: Simetrik olmayan; simetri yokluğu.
atmospheric exhaust: Atmosfere egzoz; bazı buhar
asymptote: Mate, bir eğri ile yaklaşan fakat asla ke
makineleri ile buhar türbinleri ve içten yanmalı maki
sişmeyen bir doğru; asimptot; sonsuzda teğet.
nelerin büyük bir bölümü atmosfere egzoz eden ma
asymptotic: Asimptot tabiatında olan; asimptota ait.
kinelerdir.
asymptotical: Bkz. asymptotic.
atmospheric line: Mot. atmosfer çizgisi; gerçek p-V
asynchonism : Senkron yokluğu; aynı zamanda gö
diyagramlarının ali kısmında bulunan, çevresinde
rülen arıza; asenkronizm.
pompalama kayıpları (pumping loses) oluşan ve at
asynchronous: Asenkron; senkron olmayan; aynı za
mosfer basıncını belirten yatay doğru; atmosfer hat
manda olmayan; senkronize olmayan; zaman uyum
tı.
suz.
atmospheric nitrogen: Term, atmosferik nitrojen; ha
asynchronous machine: İşletme hızı, bağlı olduğu
va içinde hacimsel olarak % 79 ve ağırlıksal olarak
sistemin frekansı ile gerçek olarak orantılı olmayan
% 77 oranında olan nitrojen.
bir elektrik makinesi; asenkron makine.
atmospheric pollution: Atmosfer kirlenmesi; termik
At: Bkz. astatine.
santralların bacaları, nükleer patlamalar ve motorlu
atm: Bkz. atmosphere.
araçların egzozlarından gelen kirlenme.
athermancy: ısı radyasyonlarını emme yeteneği olma
atmospheric pressure: Atmosfer basıncı; atmosferik
yan.
basınç; dünya atmosferinin ağırlığı nedeniyle deniz
athermanous: Fiz. ısı ışınlarını geçirmeyen (madde).
seviyesinde oluşan, yaklaşık 14,69 psi veya 1,0333
athodyd: Hava. geçmişte Lorin tüpü, uçan soba boru
kgf/cm2 ya da 1,0193 bara eşit olan basınç.
su gibi isimler verilen bir tür jet motoru; ramjet; ge
atmospheric pressure condenser: Atmosferik ba
nel olarak giriş difüzörü, yanma odası ve çıkış nozu-
sınçlı kondenser; içersinde vakum üretemeyen ve
lundan oluşur.
gemi içindeki türlü küçük cihazlardan gelen buharı
athwart: 1) enine; bir taraftan diğer tarafa; Den. ala
tutmak üzere yapılan kondenser.
bandadan alabandaya. 2) Navî. rotaya çapraz ola
atmospheric pressure line: Bkz. atmospheric line.
rak.
atmospherics: Rady. fırtınalı havalarda olduğu gibi,
athwartship: 1) borda yönünde omurgaya dik. 2) bir
doğal elektrik boşalımı ile alıcılarda (radyolarda) olu
bordadan diğerine doğru.
şan parazit. 2) bu parazitleri oluşturan olay.
Atkinson cycle: Term. Atkinson çevrimi; gaz makine
atmospheric tide: Atmosferik gelgit; rüzgâr ve basın
lerinin kuramsal çevrimi; iki adyabat ile bir sabit ha
cın neden olduğu bir gelgit olayı.
cim ve bir sabit basınç işlemlerinden oluşur.
atmospheric tower: Bkz. atmospheric cooling to
Atlas: 1) harita kitabı; atlas; harita atlası. 2) büyük
wer.
boy resim kâğıdı.
at.no.: Bkz. atomic number.
atlas grid: Havadan çekilmiş bir fotoğraf, paralel ve
atom: 1) çok küçük parçacıklar; herhangi bir şeyin
dikey çizgilerle küçük karelere bölerek, fotoğraf üze
çok küçük parçası veya parçaları; zerre. 2) Kimy.
rindeki noktaları kolayca saptama sistemi.
Fiz bir elementin en küçük parçası; atom; nötron ve
atm.: Bkz 1) atmosphere; atmospheres. 2) atmosp
proton kapsayan pozitif yüklü bir çekirdeğin çevre
heric.
sinde dönen elektronlarin karmaşık dizilişinden olu
atmometer: Mak. buhar miktannı ölçmek İçin kullanı
şur; nötronlar veya belirli diğer çok küçük parçacıkla
lan bir alet; atmometre.
rın herhangi birinin bombardımanı ile çekirdek fizyo-
atmosphere: 1) yerküre veya dünyayı saran havanın
nundan ısı açığa çıkar.
tümü; atmosfer. 2) herhangi bir yıldız, gezegen vb.i-
atombomb: Atom bombası; böyle bombalarla hücum
nl çevreleyen gaz kütlesi. 3) verilen herhangi bir yer
ve tahrip etmek.
deki hava. 4) Flz. 14,69 psi, 1,0333 kgf/cm2, 1,0193
atomic: 1) atom ya da atomlara, atom bombasına,
bar, 0,968 teknik atmosfere eşit olan basınç birimi;
atomdaki enerji vb. ine ait; at. kısaltması ile belirtilir.
atm. kısaltması ile gösterilir.
2) atomlarına ayrilmış. 3) çok küçük; zerre.
atmospheric: 1) atmosfere ait; atmosferde. 2) atmos
atomic age: Atom enerjisinin kullanılışı ile başlayan
fer tarafından üretilen, atmosferin neden olduğu ve
süreç; atom çağı; kendiliğinden sürdürülen ilk zincir
ya atmosfer tarafından çalıştırılan.
leme tepkimenin oluşturulduğu 2. Aralık1942 tarihin
atmospheric air: Atmosferik hava; Bkz. air.
atmospherical: Bkz. atmospheric. de başlayan periyot.
atmospherically: 1) atmosfer bakımından; atmosfere atomically: Atomsal şekil veya tarzda; özellikle: a)
göre. 2) atmosferik basınç veya etkisiyle. atom enerjisi ile. b) atomlarin veya çok küçük parti-
küllerin içinde.
atmospheric cooling tower: Diz. Mot. büyük güçlü
atomic bomb: Atom bombası; atom ağırlığı 235 (U
sabit kara tesislerinde, makineden çıkan sıcak su
235) olan plütonyum veya radyum İzotopları ile yük
yun soğutulduğu kule; atmosferik soğutma kulesi;
lü atomlarında nötron bombardmanı ile başlatılan
Bkz. cooling tower.
zincirleme tepkime sonunda çok büyük ısı açığa çı
atmospheric corrosion: Atmosferik paslanma veya
karan tahrip gücü korkunç bir bomba; İkinci Dünya
korrozyon; atmosferdeki oksijen nedeniyle oluşan
Savaşı sırasında, 1945 yılında Amerika Birleşik Dev
yavaş yanma veya paslanma; demir pası gibi.
letleri tarafından Japon şehirlerinden Hiroşima ve
atmospheric electricity: Meteo. atmosferik elektrik;
Nagazaki'ye karşı kullanılan bomba.
aşağı atmosferde doğal olarak türlü nedenlerle olu
atomic cocktail: Arg. kanserde olduğu gibi, tıbbî teda
şan elektriklenme.
vi veya tanıda yutularak kullanılan, radyoaktif ete-
atomic distance attemperato r
atomic theory: Atomik teori; atom teorisi veya kura
ment kapsayan İlaç dozu. mı; tüm cisim ve maddelerin atomlardan oluştuğu
atomic distance: İki atomun merkezleri arasındaki or kuramı.
talama mesafe. atomic transmutation: Bir atomun farklı atom ağırlı
atomic energy: Atom enerjisi; atomik enerji; nükleer ğında, farklı bir elementin atomlarına dönüşümü.
enerji; nükleer bir tepkime veya zincirleme reaksi atomic volume: Atom hacmi; atomik hacim; Kimy. bir
yon sırasında bir atomdan açığa çıkan enerji. elementin atom ağırlığının, onun özgül ağırlığına bö
Atomic Energy Commission: Atom Enerjisi Komisyo lünmesi sonucu bulunan sayı.
nu; 1946 yılında Amerika Birleşik Devletleri'nde, atomic wastes: Nükleer artıklar; reaktörlerden çıkan
atom enerjisini denetlemek için kurulan bir komis nükleer yakıt artıkları.
yon. atomic weight: Atom ağırlığı; Kimy. bir elementin nötr
atomic neat; Bir gram atomun sıcaklığını 1°C yükselt atomlarının kütlelerinin, atom ağırlığı birimi türünden
mek için gerekli ısı miktan. belirtilen ağırlıksal ortalaması: Oksijenin atom ağırlı
atomic-hydrogen welding: Atomik hidrojen kaynağı; ğı 16 gibi.
gerçek olarak elektrik kaynağı ile gaz (altı) kaynağı atomism: Evrenin tahrip edilemeyen veya bölüneme-
nın birleşik şeklidir; iki tungsten elektrot arasında yen basit, çok küçük parçacıklardan oluştuğu kura
oluşturulan elektrik arkı ile hidrojen atmosferinde ya mı; atomizm.
pılır; oksitlenmeyi önleme hidrojen tarafından yerine atomist: Atomizme inanan kimse; atomist.
getirilir. atomistic: Bkz. atomist.
atomicity: 1) Kimy. a) moleküldeki atom sayısı, b) bir atomization: Püskürtme; atomizasyon; bir sıvıyı çok
bileşiğin molekülündeki atomların grupları veya de küçük parçacıklar şeklinde püskürtme; atomlarına
ğiştirilebilir atomların sayısı, c) değer veya vatans. ayırarak püskürtme (gerçek olmayan bir benzetme);
atomic masa: Nük. Ener. bir nüklidin nötr atomunun dizel motorlarında yakıtın enjektör yardımıyla silindir
kütlesi; Bkz. atomic mass number. lere püskürtülmesi gibi.
atomic mass number: Atomik kütle numarası veya atomize: 1) atomlarına ayırmak. 2) çok küçük çaplı
sayısı. 1) bir atom ya da nüklidin içindeki proton ve kürecikler şeklinde püskürtmek.
nötronların toplam sayısı; bu sayı atom kütlesi, atom atomizer: 1) bir sıvıyı, özellikle bir ilaç, parfüm veya
kütle birimi cinsinden belirtildiğinde, atom kütlesine yakıtı çok küçük parçacıklar haline getiren ve onları
en yakın tam sayı ile verilir. 2) kütle numarası çekir püskürten bir cihaz; atomizör; Gem. Mak. atomayzır.
dek içindeki nükleonlarin sayısını gösterir ve dolayı 2) karbüratörlerin püskürtme memesi.
sıyla Z atom numarası ile N nötron sayısının toplamı atomizer valve: Bkz. enjektör veya püskürtme valfı.
na eşittir. 3} bir nüklidin simgesinde kütle numarası, 2) Buh. Kaza. atornayzerlere yakıt veren valf; yakıtın
23 5
simgenin sağ tisi tarafında gösterilir: U (burada atomizörlerden kazan ocağına püskürtülmesini sağ
A=235"tir). layan valf.
atomic mass unit: Atomik kütle birimi; bir karbon ato atomizing: Püskürtme; çok küçük parçacık veya parti-
munun kütlesinin on ikide birine (1/12'sine) eşit küller halinde püskürtme.
-27
olan kütle; değeri 1,66043.10 kg; amu kısaltması atomizing burner: Gem. Mak. püskürtme börner ve
ile gösterilir. ya brölörü; çoğunlukla gemi, lokomotif, kara enerji
atomic nuclei: Nük. Ener. atomik çekirdekler; atom tesisten. ısıtma sistemlerinde kullanılan börner ya da
çekirdekteri; bunlar iki türlü birincil ya da primer par- yakıcı.
tikülden oluşur: a) protonlar ve b) nötronlar; bunla atomy: 1) atom; çok küçük şey. 2) çok küçük olma;
ra çoğu zaman nükleon Bkz. nucleon adı verilir; pro cüce; pigme.
tonlar, büyüklüğü elektron şarjına eşil, pozitif şarj ta attach: Bağlamak.
şır: nötronlar ise elektriksel olarak nötrdürler. attached: Bağlı; ilişik.
atomic nucleus: Atorn çekirdeği veya nüklöz; pratik attached pump: Mak. bağlı ya da ilişik pompa; dizel
olarak atomun tüm kütlesini, faka! hacminin ancak motoru, pistonlu buhar makinesi vb. ine bağlı veya
çok küçük bir bölümünü kapsayan, pozitif yüklü çe ondan hareket alarak çalışan süpürme havası pom
kirdeği. pası, kompresör, erpamp, yağlama yağı, soğutma
atomic number: Atom numarası; atom sayısı. 1) çe suyu vb. i pompası.
kirdeğin pozitif yükünü, elektron yükünün katları tü attachment: Bağlantı.
ründen belirten bir tam sayı. 2) bu sayı aynı zaman attemper: 1) karışımla azaltmak veya değiştirmek. 2)
da nötr bir atom çekirdeğinin dışındaki elektronların sıcaklığını denetlemek (üst ısıtıcı vb. inin) 2) Nad.
sayısını ve çekirdek içindeki proton sayısını gösterir. Ola. tavlamak.
3) bir elementin periyodik tablodaki göreli yerini gös attemperation: Buh. Kaza. buharın sıcaklığının denet
teren sayı; at.no. kısaltması ile belirtilir. lenmesi yöntemleri: a) bir soğutucuda buharın ısısı
atomic pile: Nük. Ener. atom pili; Bkz. nuclear reac nın alınması, b) yüksek sıcaklıktaki buhara düşük sı
tor. caklıkta su karıştırılması.
atomic power plant: Nük. Ener. nükleer ya da atomik attemperator: 1) içersinden geçen herhangi bir akış
güç tesisi. kanın sıcaklığını istenilen değere düşürmek için kul
atomic power: Nük. Ener. çekirdek gücü; atom gücü; lanılan bir cihaz veya eşanjör. 2) Buh. Kaza. kızgın
atomik güç. buharın sıcaklığının denetimini sağlayan, genel ola
atomics: Nükleer fizik; atom fiziği. rak borulu bir eşanjör; çoğu zaman su ve bazan ha
atomic structure: Fiz, atomik yapı; atomun yapısı; va ile soğutulan bir ısı alıp verici; boruları içinden so
merkezinde pozitif yüklü çekirdeği (nüklözü) oları ve ğutma suyu ve boruların dışından ise kızgın buhar
bunun çevresinde türlü yörüngelerde negatif yüklü geçirilir.
elektronların döndükleri yapı; elektronların yapıları
ve sayısı türlü elementlerde birbirinden farklıdır.
attemperator , air coole d 37 autokineti c

attemperator, air cooled: Hava ile soğutulan atempe-


ve hem de gram pozitif bakterilere karşı etkili olan,
ratör.
penisiline benzer bir antibiyotik; oromisin.
attemperator, water cooled: Su ile soğutulan atem-
auric: 1) altın kapsayan; altına ait; altınlı. 2) Kimy. altı
peratör.
nın üç değerli bileşiklerine ait veya bu bileşikleri be
attenuation: Zayıflama.
lirten.
attitude: Hava. bir uçağın çoğu zaman yer seviyesi
auriferous: Altın veren.
veya referans noktasına ilişkin durumu.
aurous: 1) altın kapsayan. 2) Kimy. bir değerli altın bi
atto-: 10 -18 anlamında bir önek; atto; a kısaltması ile
leşiklerine ait veya bu bileşikleri belirten.
belirtilir.
aurum: Bkz. gold.
attract: 1) kendisine çekmek; yaklaştırmak : Mıknatı
austenite: Metal. 1144°C'de yaklaşık ve maksimum
sın demir tozlarinı çekişi gibi.
% 2 ve 723°C'de % 0,80 karbon kapsayan, gama de
attraction: iki veya daha fazla sayıdaki maddelerin bir
mirinde katı karbon çözeltisi; yüksek sıcaklıklarda
birlerini çekmesi veya cezbetmesi; çekim; cazibe.
adi çeliklerde, adi sıcaklıkta bazı paslanmaz çelikler
Atwood Machine: Fiz. Atvut makinesi; çekim (cazibe)
de görülür; ostenit.
kanununu kanıtlamak için kullanılan bir cihaz.
austenitic steels: Ostenitik çelikler; bu tür çelikler %
at.vol.: Bkz. atomic volume.
18 krom ve % 8 nikel çeliği, yüksek manganezli çelik
at.wt.: Bkz. atomic weight.
ler ve % 20'den fazla nikelli çelik kapsarlar; korrozyo-
Au: Bkz. gold.
na dayanıklı ve yüksek derecede haddeden çekilebil-
A.U.: Bkz. Astronomical Unit.
me özelliğine sahiptirler.
audibility: Duyulabilir olma durumu veya kapasitesi.
auto: Otomobil; otomobille gitmek.
audible: Duyulabilir; duyulabilir yeterlikte; sesli.
autoclave: Otoklav. 1) bir tepkimeyi, basınç altında
audible alarm: işitilebilen veya duyulabilen alarm.
ve genellikle yüksek sıcaklıkta oluşturmaya yarayan
audio: 1) Elekt. insan kulağı tarafından normal olarak
cihaz; sterilizatör. 2) basınçlı kızgın buhar ile pişirme
duyulabilen ses dalgalarının frekansında. 2) Telev.
veya mikrop öldürmek için kullanılan kapalı kap. 3)
bir yayının ses frekansım belirten. 3) İşitsel.
böyle bir cihazla mikroplarinı öldürmek.
audiofrequency: Saniyede yaklaşık olarak
auto-clean strainer: Mak. temizliği otomatik olarak
200-20000 çevrim elektrik akımı frekansına tekabül
yapılan filtre; Bkz. self cleaning filter.
eden duyulabilir ses frekansının bandı; AF kısaltma
autocollimator: Optik uygulamalar için kullanılan ken
sı ile belirtilir.
dinden ayarlı bir cihaz; otomatik kolimatör.
audiometer: Odiyometie; birinin duyduğu sesi veya
autodyne: 1) tek bir tüpün hem osilatör ve hem de
seslerin şiddetini ölçen bir cihaz.
ilk detektör görevi yaptığı heterodin radyo alıcı siste
audio-osciilator: Duyulabilir frekans alanında alterna
mine ait veya onu belirten; otodin. 2) otodin sistem.
tif akım jeneratörü.
3) otodin alıcı.
audio-visuai: Kitap dışında kalan film, slayd, fonograf
auto ferry: Den. araba vapuru; arabalı; otomotif araç
plâğı vb. araçlar ile ilgili.
larının taşınmasında kullanılan, özel olarak yapılmış
audio-visual aids: Kitaplar dışında kalan film, slayd,
gemi.
fonograf plâğı ve diğer malzemeden oluşan, kulak
autogenous: Kendi kendine, kendiliğinden oluşan.
ve gözü aynı anda etkileyen öğretim araçları.
autogenous ignition temperature : Kendiliğinden
audiphone: Tıp. güç duyan kişiler için kafa kemikleri
tutuşma sıcaklığı; türlü sıvı ve gaz yakıtlarda bu sı
yardımıyla sesi duyma sinirlerine ileten bir cihaz; işit
caklık 232°C (n-oktan için) ile 651°C (karbon rno-
me cihazı; odifon.
noksit için) arasındadır; benzin için 257°C, lâmba
audit: Denetleme; denetlemek.
petrolü için 255°C, gas oil için, 282°C, diesel oil için
auer metal: % 35 demir ve % 65 seryum ve diğer na
3630c, benzol için 580C, hidrojen için 580C, aseti
dir toprak metallerin karışımından oluşan piroforik
len için 355°C, kömür katranı için 482°C ve normal
veya hava ile karıştığında ani olarak yanan bir ala
bütan için 430°C dolayındadır.
şım.
autogiro: Otojir; ileri hareketi pervane ile sağlanan ve
auger: 1) ağaç delgisi; matkap. 2) toprakta delik aç
esas olarak daha büyük başka bir pervane ile hava
mak için kullanılan benzer bir alet; burgu.
tarafından taşinan bir uçak; büyük pervane uçak
auger, screw: Bkz. screw auger.
gövdesinin özerine yatay olarak donatılır ve motor
auger, ship: Bkz. ship auger.
gücü yerine hava basıncı ile döner (Ticarî bîr mar
aught: 1} herhangi küçük bir parça. 2) sıfır.
ka).
augite: Kimy. siyah cam gibi parıldayan ve tanecikli
autogyro: Bkz. autogiro.
yapıda, volkanik kayalarda görülen siyah kompleks
auto-ignîtion; Kendiliğinden tutuşma; benzin motorla
silikat; bir tür pirokzen.
rında belirli basınç, sıcaklık ve yoğunluk koşulların
augment: Ekleyerek sayısını veya ölçüsünü büyüt
daki hava benzin karışımının, bir elektriksel kıvılcım
mek.
(spark veya ark) olmaksızın kendiliğinden tutuşma
augmenting valve: Buh, Türb. yardımcı egzoz devre
sı; silindirlerde vuruntulara neden olan, istenmeyen
sine yetersiz buhar verildiği zaman, buhar basıncını
bir olay.
15 psig'ye yükseltmek üzere, bir kısma (redyusin)
valfından geçirilmek üzere, yardımcı buhar devresin auto-ignition temperature: Özellikle bir sıvı veya ga
den yardımcı egzoz devresine buhar veren valf; yük zın kendiliğinden tutuşması için gerekli en düşük sı
seltme valfı. caklık derecesi; kendiliğinden tutuşma sıcaklığı; Bkz
autogenous ignition temperature.
aura: Elekt. sivri metalik uçlardan boşalan elektrik akı
mının neden olduğu hava akımı. autoist: Otomobil kullanan kimse; sürücü; şoför.
autokinetic: Otomatik olarak hareket eden; kendiliğin
aureomycine: Ecz. belirti virüslere, hem gram negatif
den hareket eden.
automat 38 auxanometer
automatic tuning: Bir radyo alıcısında, düğmelere ba
automat: Otomat; madenî para atılarak yiyecek,
içe cek vb.i alınan kutu; otomatik çalışan makine.
automate: Otomatik işletmeye (fabrika vb.ini) dönüş
türmek.
automatic: 1) kendiliğinden hareket eden veya çalı
şan; kendisini ayar eden, otomatik. 2) otomatik tü
fek veya tabanca. 3) herhangi bir otomatik makine.
automatically: Otomatik olarak; otomatik şekilde;
oto matik hareket ile.
automatic choke: Bern. Mot. otomatik jigle;
karbüra- törlere venturiden önce yerleştirilen ve
gaz kelebeği ne benzeyen, venturide depresyonu
çoğaltarak ma kineye fazla yakıt sağlayan
kelebek; soğuk havalar da kullanılır.
automatic combustion control system: Buh. Kaza.
basınçlı hava ile çalışan ve otomatik olarak
yanmayı kontrol eden ve yakılacak yakıt miktarına
göre yak ma havasını düzenleyen sistem; otomatik
yanma kontrol sistemi.
automatic control: Otomatik kontrol; otomatik
kuman da; türlü makine veya onların sistemlerinin
(devrele rinin) önceden belirlenmiş esaslara göre
elektronik veya hidrolik denetim veya kumandası.
automatic extraction turbines: Gem, Mak.
otomatik ekstrakşınlı türbinler; endüstriyel
tesislerde kullanı lan, trotul buharının büyük
kısmının orta basınç ka demelerine aktarıldığı
türbinler.
automatic frequency control: Otomatik frekans
kon trolü.
automatic .helmsman: Den. Bkz. automatic pilot.
automatic instrument: Otomatik cihaz, alet veya
araç.
automatic lathe: Otomatik torna
tezgâhı. automatic lubrication: Bkz.
lubrication.
automatic pilot: Otomatik pilot. 1) gemilerin açık de
nizlerde rotasında hareketini sağlayan otomatik
kon trol mekanizması. 2) bir uçağın seviye ve
rotasında uçuşunu sağlayan otomatik kontrol
mekanizması. automatic propeller: Otomatik
pervane; kanatları ve uygun piçi için otomatik
olarak ayarlanabilen perva
ne.
automatic relief door: Otomatik firar kapısı.
automatic shutdown device: Otomatik kapama
ciha zı; bir tehlike sırasında makineyi otomatik
olarak ya da kendiliğinden kapatan bir cihaz; dizel
motorları nın aşırı hız tribi gibi.
automatic soot blower: Otomatik kurum üfleme
do nanımı; Bkz. soot blower.
automatic starter: Elekt. hızlanma sürecinde bir
elek trik motorunun ivmesini otomatik olarak
denetlemek üzere dizayn edilen starter ya da yol
verici; otomatik starter; otomatik yolverici; bir kutu
içinde bulunur.
automatic starting: Otomatik ilk hareket.
automatic starting box: Bkz. automatic
starter.
automatic stop device: Diz. Mot. makinenin soğut
• ma suyu sıcaklığı belirli bir değerin üstüne çıktığı
za man yakıtını keserek makineyi durduran bir
cihaz; otomatik kapama cihazı.
automatic transmission: Otomatik şanzıman.
automatic trip: Gem. Mak. akım, gerilim veya
diğer elektriksel durumlar değiştiği zaman, yağ
veya hava devresinin açıcısını otomatik olarak açan
bir cihaz; otomatik trip.
sarak istasyon bulma çelikleri, ni- kel-karbon çelikleri, molibden çelikleri
automatic valve: Bkz. relay valve. gibi Amerikan Otomotif Mühendisleri Birliği (SAE)
automatic voltage regulator: Elektr. otomatik gerilim tarafından koşul landırılan çelikler.
ayarlayıcısı. autopneumatic: Basınçlı hava yardımıyla otomatik
automatic warning unit: Otomatik alarm ünitesi. olarak hareket eden; otopnömatik.
automatic welding: Otomatik kaynak ekipmanı ile auto polish: Otomobil cilâsı; kaporta cilâsı; oto cilâsı.
ya pılan ve tüm kaynak işleminin yapılışı sırasında autorotation: 1) Hava. uçak kuyruğunun bir başka
sabit bir kaynakçıya gereksinim göstermeyen adı. 2) güç olmaksızın uçan bir hava aracı; örneğin
kaynak işle mi; otomatik kaynak. makinesi çalışmaksızın bir helikopterin uçması.
automatic welding machine: Otomatik kaynak autostabiiity: Mek. 1) cisimlerin özelliği nedeniyle
maki nesi. denge. 2) jiroskopta olduğu gibi, otomatik denge
automation: Otomasyon; otomatik kontrol; bir mekanizması ile dengeleme.
enerji tesisi veya bir gemi makinesinin, gemi autotransformer: Elekt. tek sargıdan oluşan ve
sistemlerinin, yardımcı makine vb.lerlnin otomatik bu sargının bir bölümü primer ve bir bölümü de
kontrolü. automobile: Bir makine veya motor ile sekon- der sargı olan bir transformatör;
çalıştırılan, ço ğunlukla dört tekerlekli, yol ya da ototransformatör, autotransformer starter: Elekt. ilk
caddelerde çalı şan bir kara taşıtı; otomobil; hareket için düşük voltaj sağlamak için, bir
motorlu araç. automobile alloy steel: Oto. ototransformatöre sahip yol verici veya starter;
otomobil endüstrisinde kullanılan alaşım çelikleri; ototransformatörlü yol verici. autotruck: Bir motor
Bkz. alloy steel. automobile engine: Otomobil tarafından çalıştırılan kamyon; motorlu kamyon.
makinesi; çoğu zaman benzin ve bazan dizel autoxidation: Oto oksitlenme; kendiliğinden oksitlen
motoru, yüksek devirli benzin ve dizel motoru. - me; ılımlı sıcaklıklarda ve gözle görülmeyen
automobile starter: Bkz. electric yanma şeklinde hava ya da moleküler oksijenin
starting. automobilist: Otomobil oluşturdu ğu ani oksitlenme.
sürücüsü; şoför. auto wax: Oto. kaporta boyası üzerine sürülen bal-
automotive: Kendiliğinden hareketli; otomobil, kam mumlu parlatma cilâsı; balmumlu cila.
yon, otobüs vb. i; otomotif. auto wrench: Mak. ayarlı anahtar; İngiliz anahtarı.
automotive engines: Benzin ve dizel motorları autunite: Kimy. sarımsı renkli uranyum kalsiyum
gibi otomobil, kamyon, otobüs vb. inde fos fat; radyoaktif olup, kristal veya pul şeklindedir.
kullanılan maki neler; otomotif makineleri; aux.: Bkz. auxiliary.
yüksek devirli benzin ve dizel motorları. auxanometer: Özellikle fidanlarda, herhangi bir
automotive steels: Otomotif çelikleri; otomotif bitki veya bitki parçasının büyüme miktarinı
endüs trisinde kullanılan karbon çelikleri, nikel ölçmek için
auxiliaries, deck aviatrix
auxiliary steam: Ana makine dışında kalan tüm stimll
kullanılan bir cihaz. yardımcılara verilen, genellikle yaş buhar; yardımcı
auxiliaries, deck: Den. güverte yardımcıları; ırgat, buhar.
vinç, dümen makinesi vb, i gibi yardımcı makineler. auxiliary steam system: Yardımcı buhar sistemi; bu
auxiliaries, electric: Den. elektrik yardımcıları; güver harlı gemilerde, makine dairesi içinde veya dışında
te ve ana makine yardımcılarını çalıştıran elektrik mo bir çok sistemi besleyen ve onlara belirli basınç ve
torları. sıcaklıkta buhar veren yaş ya da doymuş buhar sis
auxiliary: 1) yardımcı kimse veya şey. 2) Çoğ. savaş temi; düdük ve sirenler, fuel oil ısıtıcıları, tank ısıtıcı
ta bir ülkeye yardım eden yabancı veya müttefik si ları ve buharlı gemilerde türlü pompalar vb. i yardım
lahlı kuvvetler. 3) yardımcı; yardım eden veya des cı buhar sisteminden beslenir.
tekleyen. auxiliary steam turbine: Bkz. auxiliary turbine.
auxiliary air chamber: Yardımcı hava hücresi; içersi auxiliary switchboard: Elekt. yardımcı dağıtım tablo
ne yakıt püskürtülen ve bir boru ile ana yanma hüc su; yardımcı tevzi tablosu; Bkz. main switchboard.
resine bağlanan bir hücre. auxiliary turbine: Yardımcı türbin; görevi, pervane çe
auxiliary apparatus: Bkz. auxiliary machineries. virme dışında kalan buhar türbini; elektrik jeneratö
auxiliary blower: Gem. Mak. yardımcı blover; yardım rü, pompa vb. i görevleri yerine getiren, nisbeten kü
cı körük; yüksek güçlü, iki zamanlı diezel motorların çük güçlü aksiyon veya reaksiyon türbini.
da ana blover arızası sırasında, silindirlere bir miktar auxiliary valve: Gem. Mak. yardımcı valf; ogzileri valf;
fazla hava verebilen ve bir elektrik motoru tarafından pistonlu buhar makinelerinde yüksek basınç silindiri
çalıştırılan makine, pistonu sentede kaldığı zaman, diğer silindirlere bu
auxiliary boiler: Yardımcı kazan; buharlı gemilerde, li har açarak makinenin çalışmasını sağlayan valf; orta
manda kullanılan yardımcı makinelere buhar sağla ve alçak basınç silindirlerinin kapakları veya slayd
yan, ısınma sistemlerini besleyen kazan; genel ola valf keysleri üzerine yerleştirilirler.
rak alev borulu, bazan su borulu, hem yakıt ve hem auxiliary windings: Elekt. yardımcı sargılar; yardımcı
de egzoz gazları ile çalışan kazan. kutup sargıları; kollektörde kıvılcıma engel olur ve
auxiliary condenser: Gem. Mak. yardımcı konsen- komütasyona yardım ederler.
der; ana kondenser Bkz. condenser ile eş yapıda, fa auxochrome: Kimy. boya maddesinin rengini bir baş
kat daha küçük ölçülerde olan ve yardımcı makinele ka maddeye aktarabilen atom gruplarından herhan
rin, özellikle elektrik jeneratörü çeviren makinelerin gi biri; örneğin, S0 3 H-, NO-2, NO-2, CI-, OH-.
buhar ve besi suyu devrelerinde kullanılan yoğuştu- av.: Bkz. 1) average. 2) avoirdupois.
rucu. available: Kullanılır.
auxiliary control board: Bkz. auxiliary switchboard. available energy: Kullanılabilir enerji veya erke; elde
auxiliary engine: Yardımcı makine; elektrik makinesi; mevcut enerji.
jeneratör çeviren makine. available heat: Kullanılabilir ısı; elde mevcut ısı.
auxiliary exhaust system: Gem. Mak. yardımcı eg avalanche: çiğ; tek bir yüklü partikülün kuvvetli bir
zoz sistemi; doğrudan ana kondensere egzoz etme elektrik alanı tarafından hızlandırılması sırasında,
yen pompa, cebri draft fanı ve diğer yardımcıların nötr gaz molekülleri ile çarpışması sonucu, yeni yük
egzoz buharı sistemleri; yardımcı egzoz buharı türlü lü partiküller oluşması olayı.
ünitelerde, havasızlandırma ısıtıcılarında, damıtma avalanche diode: Bkz. Zener diode.
sistemlerinde ve bir çok gemide türbin boğaz glend- avalanche effect: Bkz. Zener effect.
lerinin sızdırmazlığında kullanılır. average: 1) iki veya daha fazla sayının toplamının,
auxiliary gasoline engine: Yardımcı benzin motoru; toplanan sayıların adedine bölünmesi ile elde edilen
soğuk ülke veya iklimlerde, dizel motorlarının ilk ha sayısal sonuç; aritmetik ortalama gibi; ortalama ve
reketlerinde kullanılan küçük güçiü (3-5 hp) benzin ya vasati 2) Den. Huk. a) denizde geminin veya yü
motoru; dizel motorunun krank miline bir kavrama künün hasarı nedeniyle kayıp; avarya, b) böyle bir
ile bağlıdır; önce benzin motoru çalıştırılır ve sonra kayıba maruz kalma, c) böyle bir kayıbın oluşturdu
kavrama İle dizel motoruna bağlanarak onun ilk ha ğu gider, d) böyle bir kayıbın ilgili taraflararasında
reketini sağlar. eşit olarak bölüşülmesi. 3) ortalama hesaplamak. 4)
auxiliary machineries: Yardımcı makineler; gemiler ikiden fazla kişi arasında orantılı bölmek.
de ve sabit kara tesislerinde, normal çalışma düzeni average clearence: Ortalama veya vasati boşluk ya
ni sürdüren ve ana makinenin dışında kalan makine da klerens.
lerin tümü; gemilerde ana makine yardımcıları ve gü average life: Nük. Ener. ortalama ömür; bir radyoaktif
verte yardımcı makineleri olmak üzere iki ana bölü maddenin tüm atomlarının ömürlerinin ortalaması,
me ayrılırlar. average pitch: Ortalama piç, hatve veya adım,
auxiliary power: Yedek güç; yardımcı güç; gemi ener average velocity: Mek. ilk ve son hızların toplamları
ji tesislerinde yardımcı makinelerin toplam gücü, nın yarısı olan hız.
auxiliary power switchboard: Bkz. auxiliary switch aviate: Uçmak, özellikle uçağı çalıştırmak.
board. aviation: Havacılık; uçakları uçurma sanatı veya bili
auxiliary sections: Tek. Res. yardımcı kesitler. mi; havadan daha ağır uçağı yapma ve çalıştırma.
auxiliary shift: Oto. takviye vitesi; difransiyeldeki tak aviation gasoline: Bkz. aviation spirit.
viye. aviation spirit: Uçak benzini.
auxiliary ship: 1) savaş gemilerine yardımcı olan bir aviator: Uçakları uçuran kimse; havacı; pilot.
gemi; tanker yatak gemisi vb. i. 2) hastane gemisi, aviatrix: Kadın pilot.
mayın gemisi vb. i gibi muharib olmayan savaş ge
misi; yardımcı gemi.
avidin 40 azole

avidin: Yumurta beyazında bulunan ve biotin tarafın


dir.
dan nötrleştirllen ve onunla bileşik oluşturan, prote
axial thrust: Eksen yönündeki itme; eksenel itme ve
in tabiatında bir madde.
ya srast; türbinlerin rotorlannı, buharın akışı yönün
avidity: Bir asit ya da bazın terimlerine ayrışması da-
de iten kuvvet; ya srast yatağı veya dami piston Bkz,
yanıklığı.
dummy piston tarafından giderilir.
ava : Bkz.
axial turbine: Bkz. axial-flow turbine.
aviation.
axial vibration: Eksene! titreşim; eksen yönündeki tit
Avogadro constant: Avogadra sabitesi; bir gram mol-
reşim.
deki molekül sayısı: 6,06.1023.
axis: 1) bir cismin döndüğü veya sarıldığı düşse! ve
Avogadro's hypothesis: Bkz. Avogadro's law.
ya gerçek bir çizgi; eksen. 2) bir sistemin, bir şeyin
Avogadro's law: Avogadro kanunu; Term. "Eşit ba
parçalarının düzgün olarak çevresinde düzenlendiği
sınç ve sıcaklık koşuilarında tüm gazların eşit hacim
doğru; bir şeklin ekseni. 3) hareket, gelişme vb. inin
leri eşit sayıda molekül kapsar."
ana hattı. 4) Geo.; a) özellikle parçaların simetrik
Avogadro number: Bkz. Avogadro's constant.
olarak düzenlendiği katı ve düzlem bir şeklin merke
Avogadro's principle: Bkz. Avogadro's law.
zinden geçen doğru, b) bir grafikteki gibi, ölçüm ve
avoirdupois: 1) bir librenin 16 oza eşit olduğu esası
referans için doğru bir çizgi; apsis veya ordinat. 5)
na göre düzenlenmiş ağırlık sistemi; ingiliz libresi
optik eksen; bir merceğin her iki yüzünün merkezin
(453,6 g); av., avdp., avor. kısaltmaları ile belirtilir.
den geçen eksen.
avoirdupois weight: İngiliz ve Amerikan ağırlık siste
axis of a weld: Kaynak boyunca uzanan ve kaynağın
minde 16 oz = 1 libre ve 2000 libre = 1 küçük ton.
ağırlık merkezinde enine kesite dik olan bir hat; kay
awl: Tahta, deri vb. ine delikler yapmak için kullanı
nak ekseni.
lan sivri uçlu küçük bir alet; biz; saraç ve kunduracı
axis of rotation: Dönme ekseni.
bizi.
axis of symmetry: Simetri ekseni.
axes: Çoğ. axis.
axle: 1) Oto. tekerleği döndüren mil veya rod; aks;
axial: 1) eksene benzeyen; eksen gibi. 2) eksen şek
dingil. 2) tekerlekleri birbirine bağlayan mil. 3) Den.
linde. 3) eksen çevresinde veya eksen boyunca.
makara zıvanası.
axial brakes: Fren parçalarının eksenel hareketi ile di
axle box: Aks veya dingil kutusu.
renç uygulanan frenler; eksenel frenler; Disk frenler
axletree: Bir taşıyıcı, vagon vb. inin karşıt iki tekerleği
gibi.
ni birleştiren mil.
axial clearance: 1) Buh. Türb. hareketli kanatlarla sa
axonometric projection: Tek. Res. bir cismin üç yü
bit kanatlar ve hareketli kanatlarla nozullar (meme
zünün görüldüğü ve sadece bir düzlemin kullanıldığı
ler) veya nozul diyaframları arasındaki boşluk; ekse
ortografik Bkz. orthographic izdüşüm; aksonomet-
nel veya aksiyal klerens ya da boşluk. 2) Gem. Mak.
rik izdüşüm.
srast yatakları i!e srast lokmaları arasındaki boşluk.
Ayre's method: Gem. inş. gemilerin fren beygirgüçle-
axial compressor: Turbojet makinelerinde kullanılan
rinin hesaplanmasında uygulanan bir yöntem; Ayre
ve esas olarak bir hava pompası tarafından çalıştırı
yöntemi veya metodu: bu yöntemde güç:ehp = A
lan bir reaksiyon türbininden oluşan kompresör.
0,64.v3/c 2 eşitliği ile hesaplanır (V = hız, mil/saat,
axial flow: Eksenel akışlı; yatay eksene paralel akım-
A = deplesman, ton ve C2 = hız-boy veya deples-
lı; aksiyal akımlı.
man-boy oranı olan bir katsayı),
axial flow compressor: Gaz. Türb. bir dizi rotor ve
azeotrop: Kimy. Müh. azeotrop; sabit basınç altında
stator kademelerinden oluşan, rotor ve statorun ha
kaynadığı zaman, oluşturduğu buharin yapısı, kendi
reketli ve hareketsiz kanatlara sahip olduğu bir
yapısı ile aynı olan veya buharlaşma sürdükçe yapı
kompresör; eksenel akımlı kompresör.
sı veya kaynama noktası değişmeyen bir sıvı karışı
axial flow fan: Eksenel akımlı fan veya körük; buhar
mı.
kazanlarının ocaklarına basınçlı hava veren ve genel
azeotropic mixture: Bkz. azeotrop.
olarak bir buhar türbini veya elektrik motoru tarafın
azimuthal quantum number: Bir elektron yörüngesi
dan çalıştırılan hava vericisi.
için dalga şeklini tanımlayan bir sayı.
axial-flow pump: Eksene! veya aksiyal akımlı pompa.
azine: Kimy. altı üyeli çemberin bir veya daha fazla
axial-flow turbine: Eksenel veya aksiyal akımlı türbin;
nitrojen atomu kapsadığı kimyasal bileşikler grubu
buharın girişten başlayarak rotor şaftın yatay ekseni
nun herhangi biri; azin; grup diazin., triazin vb. teri
ne paralel olarak aktığı buhar türbini; gemi ana maki
ni kapsar.
nelerinin hemen tümü bu türdendir.
azo: Kimy. nitrojen (azot) kapsayan.
axial force: Eksenel kuvvet; aksiyai kuvvet; yatay ek
azo-: Nitrojen veya azot anlamında bir önek.
sen yönünde etkiyen kuvvet.
azobenzene: Kimy. azobenzen; turuncu kırmızı kris
axially: Eksenel olarak; eksen yönünde; yatay eksen
talli bir bileşik; C 1 2 H 1 0 N 2 ; bir alkalin çözeltisinde
yönünde.
nitrobenzenden türer.
axial pressure: Eksenel basınç; eksen yönünde uygu
azo dyes: Kimy. azobenzenden (C 6 H5 N;NC 6 H5) tü
lanan basınç.
reyen, çoğu zaman kırmızı veya sari renkli organik
axial stress: Düzgün ve homojen bir çubukta, çubu
bir boya ilâcı.
ğun ekseni ile çakışan bileşke yükün oluşturduğu
azo group: İki değerli kromofor grubu; -N:N-
gerilme; eksene! gerilme veya stres.
azole: Kimy. beş üyeli çemberinin bir veya daha fazla
axial tension: Üst ucundan bağlı veya mesnetli bir
nitrojen atomu kapsadığı kimyasal bileşikler grubu
düşey çubukta oluşan germe kuvveti; uygulanan yü
nun herhangi biri; diazol, triazol vb.
kün bileşkesi çubuğun ekseni ile çakışmadığı za
man, gerilme çubuğun enine kesitinde düzgün değil
azote 41 azurite

azote: Kimy. Bkz. nitrogen. azurite: Kimy. bakınn mavi renkli, doğal bir cevheri;
azoth: Cıva metali; cıva. bazik (alkalin) bakır karbonat, 2CuC03.Cu(OH)2.2)
azotic: Azot veya nitrojen kapsayan veya azota alt; bu cevherden yapılan ikinci dereceden bir mücev-
nitrik. her.
azotize: Kimy. nitrojenle birleştirmek veya
doyurmak.
B, b
B: 1) boron'un simgesi, 2) Fiz. manyetik endüksiyon.
backlash: 1) çabuk ve keskin geri tepme. 2) Mek.
b: Ceb. bilinen bir nicelik veya değişmez (sabite),
aşınmış veya boşalmış parçaların sarsılması. 3)
Ba: Bkz. Barium. Gem. Mak. bekleş; boşluk; klerens; birbirlerine geçe
Babbitt: Babit metal; babit metal ile kaplamak; Bkz.
rek hareket eden dişlilerin dişleri arasındaki boşluk
Babbitt metal, (yaklaşık 0,1-0,35 mm). 4) arızalı bir makinenin tor
babbitt bearing: İç ya da yataklık yüzeyi babit veya nistan veya geriye çalışması.
beyaz metal Bkz. white metal ile kaplı yataklı; babit
backlog: Birikim.
metalli yatak.
back pitch: Mak. perçin bağlantılarında, iki komşu
babbltt-lined: Beyaz metal veya babit metal ile kaplı
perçin sırasının veya aynı sıradaki İki perçinin eksen
(yatak).
leri arasındaki aralık.
Babbitt metal: Babit metal. 1) kalay, bakır ve antimo
back plate: Alev borulu kazanlarda, masuralarla ce
nun gümüş renkli ve yumuşak bir alaşımı; yataklar
hennemliğe ve payandalarla ön aynaya bağlanan
da sürtünmeyi azaltmak için kullanılır; e.n. yaklaşık
daire şeklindeki kısım; arka ayna.
260°C2) herhangi bir sürtünmesiz veya antifriksiyon
back pressure: Karşı basınç; art basınç; Mot. egzoz
yatak metali.
manifoldundaki, buhar makinelerinin kondenserlerin-
babbitted shell: Mot. iç yüzeyleri beyaz metal veya
deki basınç; egzoz karşı basıncı.
babit metal ile kaplanmış yatak ya da şel.
back pressure system: Karşı basınçlı sistem; Gem.
babbitting: Sabit ya da beyaz metal ile yatak yapma
Mak. besi suyu ısıtıcıları için buharın bir veya daha
veya dökme.
fazla türbin kademesinden alındığı sistem.
babble: Bilgisay. parazit.
back pressure trip: Karşı basınç tripi; Gem. Mak. eg
back: 1) arka; sırt; göğsün arkası. 2) fiziksel dayanık-
zoz karşı basıncı yükseldiği zaman, buhar giriş valfı
lık. 3) herhangi bir şeyin kullanılan zıt tarafı. 4) bir
nı otomatik olarak kapayarak türbini korumak için
alet ya da silahın kullanılan ucunun zıttı. 5) arkada;
türbo jeneratörlere donatılan kapama cihazı.
arka. 6) geriye doğru. 7) desteklemek; onaylamak,
back pressure turbine: Mak. işi üretecek buharın tü
8) saat aksi yönüne değişmek (rüzgâr için söylenir),
münün içinden geçirildiği veya genişletildiği buhar
back emf of a cell: Elekt. bir pilin zıt elektromotor
türbini; karşı basınçlı türbin.
kuvveti; bir devreye bağlı pilin, o devredeki normal
back pressure valve; Gem. Mak. karşı basınç valfı;
akım yönüne zıt elektromotor kuvveti.
besi suyunun ısıtılması için gerekli buharın yardımcı
back fire: 1) bir benzin ve dizel motoru silindiri içinde
egzoz buhar devresinden alındığı sistemlerde kon-
çok erken meydana gelen ve pistonun zıt yöne hare
denserin buhar tarafına donatılan bir valf.
ket eğilimine neden olan yanma veya patlama; geri
back saw: Saplı testere; tutulacak yeri veya sapı geri
tepme. 2) Mot giriş veya egzoz manifoldunda patla
sinde olan ve sırtı kuvvetlendirilmiş bir testere türü;
ma. 3) bir silahın art kısmında patlama. 4) Bünzen
ağaç testeresi.
bekinde Bkz. Bunzen burner, fitil yanmadan gazın
back scattering: Nük. Ener. parçacıkların veya rad
parlaması.
yasyonun, hareketin orjinal yönüne göre 90°'den bü
background: Arka plân.
yük bir açıda sapması.
background application: Arka plân uygulaması veya
backset: Den. ters akıntı; ters anafor; eddy akımı.
tatbikatı.
back space: Bilgisay. (bir) geri almak.
back heating: Art yanma; yüksek hızlı elektronlar ka
backspin: Bir top, tekerlek vb. inin geriye doğru dön
tot yüzeyine döndükleri zaman magnetronlarla katot
mesi; geriye dönme. Bkz. backstay.
sıcaklığının yükselmesi.
backstay: Bir mekanizmada mesnetlik yapan parça.
backing: Destekleme.
back stream: Den. ters akıntı veya anafor.
backing sand: Döküm derecelerini doldurmada kulla
back-to-back connection: f/z. bir tüpün katolunun di
nılan kum; döküm kumu.
ğer bir tüpün anotuna bağlanması veya bunun tersi.
back tube sheet 43 balance r se t
ka bir tencereden oluşan kap.
back tube sheet: Alev borulu kazanlarda cehennem Baird sensitometer: Fotoğraf levhalarının yoğunlukla-
lik ön aynası veya boru aynası; cehennemliğin alev rinı ölçmek için kullanılan bir cihaz; dansitometre.
ve payanda borularinın bağlandıkları ön aynası. bake: 1) ısı ile kurutmak ve sertleştirmek. 2) güneş,
back up frequency: Bilgisay, yedekleme frekansı ve lâmba vb, inin ışınlarının etkisinde bırakmak. 3) da
ya sıklığı. ha sert yapmak. 4) güneşte kurumak ve sertleşmek.
backward: 1) geri; geriye doğru. 2) geriye veya zıt bakelite: Bakalit; bakelit; formaldehit (H 2 C) ve fenol
yö ne doğru yönlendirilmiş veya döndürülmüş. 3) den (C 6H5OH) elde edilen yapay bir reçine: ısı ve
geliş me ve büyümede gecikme; gecikmiş, rötarlı; elektriğe yalıtkan oluşu nedeniyle yalıtım maddesi
yavaş. olarak Kullanılır (ticarî bir marka).
backward run: Tornistan veya geriye çalışma ya da bakelite sheet: Bakalit lehva; levha bakalit.
hareket. baking powder: Kabartma tozu; genellikle yemek so
backwards: Bkz. backward. dası, nişasta veya un ve krem tartar, sodyum alümin
backwash: 1) bir gemi veya kürek tarafından geriye yum sülfat veya birincil kalsiyum fosfat karışımıdır.
doğru hareket ettirilen su; serpinti. 2) dümen suyu. baking soda: Sodyum bikarbonat, NaHC0 3 ; kek,
3) bir uçak pervanesinin oluşturduğu gibi, geriye pasta vb. yiyeceklerde ve tıpta asidıteye karşı kullanı
doğru akım veya akıntı. lır
backwater: 1) bir barajda tutulan veya gelgit zamanı .
geriye hareket ettirilen su (kütlesi). 2) Den. filika ve baL: Bkz. 1) balance. 2) balancing.
ya botu durdurmak için veya geri hareketini sağla balance: 1) ağırlık ölçümünde kullanılan bir cihaz; te
mak amacıyla ters kürek çekmek; siya etmek. razi; kefeli terazi, ağırlıklı baskül ve kollu terazi. 2)
bacterioscopy: Bakteriyoskopi; mikroskop yardımiyla denge durumu; kuvvet, ağırlık, miktar vb. inde iki şe
bakterilerin incelenmesi bilimi. yin eşitliği. 3) uçak üzerindeki moment ve bileşke
baffle: 1) duvar, perde vb. i gibi gaz, sıvı vb. lerinin kuvvetin sıfır olduğu durumda düzgün uçuş. 4) türlü
akımını yönlendiren perde. 2) Buh. Kaza. kızgın gaz elemanların dizayn, boyama vb. inde dengesi. 5)
ların belirli bir yol izlemesi için kullanılan ve çelik dengeleme.
saçlar veya tuğlalardan yapılmış perde; bafıl Bkz. balance, beam: Bkz. beam balance.
gas baffle; egzoz susturucusunun plâkaları. 3) bu balance coil: Elekt. balans bobini; iki iletkenli bir dev
har kondenserlerinin en üst kısmında bulunan ve eg reden üç iletkenll bir devreyi beslemek için kullanı
zoz buharının kondenserin her tarafına düzgün bir lan bir bobin; doğru akım jeneratörlerinde balans bo
biçimde yayılması veya dağılmasını sağlayan perde. bininin tam ortasından çekilen nötr hat ile hem 115
4) borulu evaporatörlerde buharla birlikte, buharlaştı- ve hem de 230 voltluk bir gerilim sağlanır.
rılan suyun distillere (damıtıcıya) gitmesini önleyen balance currents: Elekt. dengeli bir hattın iki iletke
perde. 5) Buh. Kaza. buhar domu veya dramında bu ninde akan ve hattın her noktasında eşit şiddette fa
lunan ve yukan devir borularından gelen su ve buha- kat zıt yönde akan akımlar.
nn birbirlerinden ayrılmasını sağlayan perdeler 8ta. balance cylinder: Denge veya balans silindiri; Esk.
steam baffle. 6) Eşanj. soğutucu veya ısıtıcılarda, yüksek güçlü pistonlu buhar makinelerinde, alçak
bu görevi yapan akışkanın, eşanjör içinde yönlendiri basınç silindirinin, çekmece, slayt mahfazası veya
lerek daha iyi soğutulmaları veya ısıtılmalarını sağla keysinin üst kısmında bulunan ve üst tarafından bir
yan perde veya perdeler. 7) hoparlör için üretilen al boru ile kondensere bağlı bulunan bir silindir; içinde
çak frekansları geliştirmek için dizayn edilen teçhi çekmece koluna Bkz. slide rod bağlı bir piston Sta.
zat. balance piston hareket eder.
baffle plate: Mak. yönlendirme veya saptırma levha balanced-diaphragm indicator: Denge diyaframlı en-
sı; kazan, ısıl eşanjör, kondansör veya herhangi bir dikatör cihazı; yüksek devirli (5000 rpm'ye kadar)
fabrikasyon teçhizatına yerleştirilen ve akışkanın motorların P-V diyagramları için lâboratuvarlarda kul
akış yönünü düzenlemeye veya değiştirmeye yarı- lanılan bir endikatör cihazı.
yan levha. balanced line: Elekt, topraklı iki iletkenden oluşan ve
baffle spring: Gem. Mak. tampon görevi yapan yay; iki iletkenin her noktasındaki akımların birbirlerine
bazı dümen donanımlannda kullanılır. eşit şiddette ve zıt yönde olduğu bir iletim hattı.
bagasse: Şeker pancarı veya şeker kamışı küspesi; balanced rudder: Dengeli dümen; yelpazesinin önü
şeker kamışı veya pancarının özü çıkarıldıktan sonra ile gerisinde bulunan basınçları birbirine eşit olan ve
geriye kalan posa; yakıt, yalıtkan ve hayvan yemi ya hareket etmek için fazla bir kuvvete gereksinim gös
pımında kullanılır. termeyen dümen.
baggage: 1) bir ordunun teçhizat ve ağırlıkları. 2) ge balance piston: 1) Bkz. dummy piston. 2) denge ya
ziye çıkan bir kimsenin bavul, çanta ve diğer ekipma da balans pistonu; Esk. yüksek güçlü pistonlu buhar
nı; bagaj. makinelerinde, denge silindiri içinde slayt rodla bir
bag type filter; Torba filtre; bu filtrelerin süzgeç ele likte aşağı yukarı hareket eden bir piston; alt tarafın
manı: a) pamuk ipliği, b) akordiyon biçiminde sıkıştı daki buhar basıncı nedeniyle yukarı harekete yardım
rılmış kâğıt, c) sellüloz. d) yün ipliği gibi maddeler cı olmakta ve aşağı harekette ise, üst tarafındaki va
den yapılır. kum nedeniyle eksantrik donanımının yüklerinin
bail: 1) Den. tekne veya filikaya dolan suyu atmak azaltılmasını sağlamaktadır; denge silindiri içinde
için kullanılan bir kova ya da büyük kepçe. 2) kepçe Bkz. balance cylinder hareket eder.
ile (bir filikanın veya teknenin) suyunu boşaltmak. balancer: 1) dengeleyen kişi veya şey. 2) Rady. me
Bailey bridge: Ask. Müh. bir dizi prefabrik çelik parça safe bulucu Bkz. direction finder ile birlikte ve onun
lardan oluşan portatif köprü. duyarlığını yükseltmek için kullanılan bir cihaz.
bain-marie: Benmari; içersinde sıcak su olan ve balancer set: Dengeleme seti veya takımı; Elekt. dev-
onun içinde de ısıtılacak yiyecek vb. i bulunan baş
balance spring bail mill
ballast, sand: Den. kum safra; Bkz ballast.
renin her iki tarafı arasında yük dengesine yardımcı ballast, stone: Den. taş safra; Bkz. ballast.
olmak için kullanılan bir cihaz. ballast system: Safra sistemi; balast sistemi; bir pom
balance, spring: Bkz. spring balance. pa, valf sandığı ve boru devresinden oluşan bir sis
balance, static: Bkz. static balance. tem; safra tanklarının doldurulması ve boşaltılmasın
balance weight: Bkz counterweight: karşı ağırlık ve da kullanılan sistem.
ya denge ağırlığı. ballast tank: Safra ya da balast tankı; gemilerin çift
balance wheel: 1) balans veya denge dişlisi; saat, dip veya dabılbotum tanklarından bazıları, özellikle
müzik dolabı vb. inde olduğu gibi, bir mekanizma içersindeki yakıt tüketilen ve deniz suyu alınan tank
nın hareketini düzenleyen bîr dişli. 2) Mak. kasnak; lar.
avara kasnağı; volan Bkz flywheel. ballast tank, dedicated clean: Safra için ayrılmış ve
balancing: Dengeleme; statik veya dinamik olarak ya hassaten tahsis edilmiş temiz safra tankı Bkz.
dengeleme. Marpol.
balata: 1) Batı Hindistan'da bir ağaç. 2) bu ağacın, ballast tank, degregated: Ayrılmış safra tankı; Ulusla
kurutulduğu zaman lastiğe benzer, sütümsü özsuyu: rarası Denizcilik Örgütü'nün (IMO) Marpol
Tel yalıtımında kullanılır. 1973/1978 sözleşmesine göre 20 bin dedveyt ton ve
bale: 1) balya; özellikle sıkıştırılıp çemberlenmiş, stan ya daha büyük olan yeni petrol tankerlerine ve 30
dart ağırlıkta yiyecek, ham pamuk, büyük paket. 2) bin dedveyt ton ve daha büyük, yeni, petrol ürünü
balya yapmak; balyalamak. taşıyacak tankerlere, geminin safra sularinı alacak
bale capacity: Den. bir ticaret gemisinin balya veya kapasitede tahsis edilmiş ya da ayrılmış tank.
çuvallı olarak alabileceği maksimum yük kapasitesi ballast wafer: Den. safra suyu; Bkz. ballast.
veya hacmi. ball bearing: L) Mak. küçük güçlü elektrik makinele
ball: 1) herhangi yuvarlak bir cisim; küre; glop. 2) rinde kullanılan, çoğunlukla tek ve bazan iki parça
özellikle dünya gibi bir gezegen veya yıldız. 3) yuvar dan yapılan, metal küreciklerinin serbest dönüşü ne
lak, katı (solid) mermi; top güllesi; mermi türü. 4) deniyle sürtünmeyi en aza indiren yatak; bilyalı ya
top şeklini almak. tak; rulman; rulman yatak; nokta temaslı yatak. 2)
bal! and ring: 1) ısı uygulandığı zaman metallerin böyle bir yatağın bilyası.
genleşmesini gösteren bir cihaz. 2) mumların erime ball check valve: Küresel çek valf; küresel geri dön
noktasını saptayan bir cihaz. dürmez valf; tek yöndeki akıma izin veren küresel
ball-and-socket joint: Herhangi bir yöne doğru sınırlı valf.
harekete müsaade eden, iki mi! arasında bir küre ve ball cock: Şamandralı valf; ucunda küresel şamandra-
yuvasından oluşan, omuz ve kalça bağlantısına ben sı olan bir levhaya bağlı ve şamandra yükseldiği za
zeyen bir bağlantı; yuva içinde oynayan bilya başlı man kapayan, alçaklığı zaman açan, tuvalet rezervu-
mafsal (Oto. rot başlan gibi). arı, hotvel, vb. yerlerde kullanılan valf.
ballast: 1) yüklü, yüksüz veya hafif yüklü gemilerde ball fender: Den. usturmaça; yuvarlak, küre veya ba
dengeyi sağlamak, pervanenin sağlam suda dönme lon usturmaça.
sini temin etmek üzere gemi teknesine yerleştirilen ball float: Küresel şamandra; besleme suyu regülatö
herhangi büyük bir ağırlık. 2) aynı amaçla, özellikle rü, bazı karbüratörler veya hotvellerde kullanılan kü
içindeki yakıt tükenen tanklara alınan deniz suyu. 3) re şeklindeki şamandra
demiryolu raylarinın döşeğini oluşturan kırılmış kaya ball float traps: Küresel şamandralı buhar kapanları;
veya çakıl. Bkz steam trap.
ballast coil: 1) Elekt. ballast bobini; demir telden ya ballistic: Balistik. 1) balistik bilimine ait veya balistik
pılmış bir bobin; bazı motorlarin ateşleme devreleri bilimî ile ilişkili. 2) fırlatılan mermilerin hareket ve
nin endüksiyon bobinlerinde birincil sargıya seri ola kuvvetine ait. 3) enerjinin ani ve hızlı akışını ve vu
rak bağlanır, benzin motorunun uzun süre boşta ça ruş etkisini gösteren cihaz.
lışması sırasında endüksiyon bobininin ısınmasını ballistic galvanometer: Balistik galvanometre; ani
önler. 2) tek jeneratörlü, üç iletkenli doğru gerilim akım nedeniyle, bir devreden geçen, toplam elektrik
dağıtım sistemlerinde nötr hattın bağlandığı bobin. şarjını ölçen bir cihaz.
ballast drainage: Safra veya balast boşaltımı; safra ball retainer: Diz. Mot. t) sıfır klerens ayarlayıcısının
drenajı. bilya tutucusu veya taşıyıcısı. 2) bilyalı yataklarda bil-
ballasting: Den. safra alma; pervanenin en verimli yalari taşıyan kısım.
ça lışabileceği derinliğe batma, gemi teknesindeki ballistician: Balistik biliminde uzman olan kişi.
titre şime engel olma ve geminin daha iyi idare ballistic missile: Balistik füze; önceden düzenlenen
edilebil mesi amacıyla, gemi safra tanklarına deniz bir mekanizma ite uçuşunun ilk bölümü tamamla
suyu alın ması (işlemi). nan fakat hedefine yaklaştığı zaman serbest olarak
ballasting system: Safralama sistemi veya devresi; düşen uzun menzilli füze; roket.
Bkz. Ballast system. ballistic pendulum: Balistik sarkaç; bir merminin ya
ballast, iron: Den. safra olarak kullanılan demir; de tay hız bileşenini ölçmek için kullanılan, bir düzlem
mir safra. de serbest olarak salınım hareketi yapan bir cihaz.
ballast piping: Balast veya safra sistemi için boru ballistics: Mermi, roket, bomba vb. leşinin hareket ve
devresi. çarpma etkisini inceleyen bilim dalı; balistik bilimi.
ballast pump: Tekne dışından safra tanklarına deniz ball joint: Bilyalı mafsal.
suyu almak, balast ve pik tanklarını doldurmak, saf ball mill: 1) çelik bilyalı değirmen; kömürün pulverize
ra tanklarını boşaltma veya tanklardan tanklara safra edilmesinde kullanılan, yatay bir çelik dom ile çok
aktarmak için kullanılan pompa; safra ya da balast sayıda ve çeşitli ölçülerde bilyalardan oluşur; çalış-
pompası.
ballone t 45 barbituri c

ma sırasında kömür, domun bir tarafından verilir ve


den. ince bir cevher veya metal tabakası. 4) Rady.
dönen dom yer değiştiren çelik bilyalar nedeniyle kı-
belirli sınırlar içindeki sürekti yayın bandı. 5) sargı,
rilarak pudra kıvamına getirilir. 2) bilya taşlama tez
bant, şerit veya kurdele. 6) orkestra.
gâhı.
band brake: Den. ırgatlarda kullanılan bir fren türü;
ballonet: Bir balon veya hava gemisinde bulunan,
bant ya da çember şeklinde fren.
uçuş sırasında doldurulabilir veya boşaltılabilir yar
banderole (banderol): 1) özellikle mızrağa takılan ve
dımcı hava ve gaz kaplarindan herhangi biri.
ya bir geminin direğinde taşınan dar bir bayrak; fla
balloon: 1) hidrojen, helyum vb. i gibi havadan hafif
ma; flandra. 2) üzerinde bir yazı veya simge bulu
bir gaz ya da hava ile doldurulduğu zaman atmosfer
nan bir kurdele.
de yükselen ve uçan, hava sızdırmaz çok büyük bir
band igniter tube: Yüksek potansiyel uygulandığında
torba; balon. 2) buna yolcu ve yük taşımak için bağ
kondüksiyonun başladığı akkor deşarj tüpü.
lanan taşıyıcı. 3) küçük, şişirilebiiir, lâstikten yapıl
band-pass filter: Elekt. frekansların içinden istenilen
mış oyuncak. 4) damıtma için kullanılan küresel
sahadan geçtiği fakat gerçekte diğer frekansları ke
cam kap. 5) balon ile seyahat etmek.
seceği filtreler birleşimi.
balloonist: 1) balonlarla yükselen veya yukarıya çı
bandsaw: Mak, şerit testere; makaralar üzerindeki
kan bir kişi. 2) bir hava gemisinin pilotu.
sonsuz kayışlar gibi yapılmış bir testere.
ballon sall: Normal yelkenlere ek olarak yatlarda kul
bandsaw file: Mak. eşkenar üçgen kesitli, tek sıra diş
lanılan büyük, hafif bir yelken; balon yelken.
li ve kenarları yuvarlak eğe; üçgen eğe.
balloon tire: Balon lâstik; düşük basınçlı hava ile dol
band spectrum: Bkz. spectrum.
durulmuş büyük bir lastik; tekerlek lâstiği.
banjo oiler: Diz. Mot. banjo yağdanlığı; küçük güçlü
ball pin: Mak. yuvarlak başlı pin.
yatay makineler ile karterden emişli iki zamanlı dizel
ball pin hammer: Conta çekici.
motorlarında, krank pinin yağlanmasında kullanılan
ball point hammer: Yuvarlak başlı çekiç.
yağdanlık; merkezkaç veya santrfüj yağdanlık.
ball point pen: Bir tür dolma kalem; tükenmez ka
bank: 1) makinelerin, özellikle motorların bir düzlem
lem.
de uzanan sırası. 2) yer veya bulutlardaki gibi uzun
ball thrust bearing: Küresel srast yatağı; Bkz. thrust
bir küme. 2) bir tepede olduğu gibi dik iniş veya çı
bearing.
kış. 3) bir deniz ve göldeki sığ kısım; topuk. 4) Ma
ball valve: Küresel valf veya vana; bir kürenin giriş de
den, cevher kütlesinin üst ucu veya yüzü. 5) Den.
liğini kapatıp açmasıyla çalışan bir valf; kürenin alt
kürek sırası. 6) maddelerin serisi veya sırası. 7)
tarafında basınç olduğu zaman yuvasından kalkar
Elekt. benzer ekipmenin, birbirine yakın yerleştirilen
ve basınç olmadığı zaman kendi ağırlığı ile yuvasına
ve birlikte çalışan parçalarinın grubu. 8) banka.
oturur.
banked boiler: Bkz. banked fire.
Balmer series: Hidrojenin görünür ve morötesine ya
banked fire: Belirli bir süre için kazan ocağındaki
kın tayfı.
yanmanın çok düşük miktara indirilmesi veya tama
Balopticon projector: Saydam olmayan maddeler
men stop edilmesi; stim aram.
için kullanılan bir projector.
bannerol: Bkz. banderole.
balsa: 1) Bot. çok hafif tahtası uçak modelleri, sal vb.
bar: 1) bağlayıcı, çubuk, levye, bariyer vb. i sık ola
leri yapımında kullanılan tropik bir Amerikan ağacı.
rak kullanılan, genişliğinden çok daha uzun olan
2) tahta. 3) sal, özellikle küresel şamandralar üzeri ne
herhangi bir parça tahta meta! vb. i 2) dikdörtgen
yapılmış bir sal.
şeklinde sabun, çikolata, metal vb. i. 3) yolu kapa
balsam: 1) Bot. belirli ağaç ve bitkilerden elde edilip
tan veya girişi koruyan bîr şey. 4) ışık ya da renk gi
tıpta ve parfüm endüstrisinde kullanılan türlü hoş ko
bi bir parça şerit, bant veya geniş çizgi. 6) bir çubuk
kulu yağımsı veya yapışkan aromatik reçinelerden
ile bağlamak.
herhangi biri; Bkz. balm. 2) herhangi aromatik, reçi-
nemsi yağ ya da sıvılar. 3) balsam veren ağaç veya bar: Mak. çubuk; kol; levye; tırnak.
5 5 2
bitkilerden herhangi biri; özellikle balsam ağacı; pe bar: F/z. I) 10 Pascal (Pa), 10 N/m , 0,987 atmos
lesenk ağacı. fer, 1,019 at (teknik atmosfer), 14,51 psi'ye eşit olan,
balsameaceous: Balsam ve reçineler veren bitki ve Uluslararası sistemin (SI) basınç birimi (bar). 2) Me-
ya ağaçlar familyasına ait. teo. 45° kuzey enleminde 0°C'de 29,53 inç ya da
750, 076 mm yüksekliğinde bir cıva yüksekliğinin ba
balsam fir: Pelesenk ağacı; balsam ağacı; Amerika'
sıncı.
nın (ABD) Kuzey bölgeleri lie Kanada'ya has, yap
raklarını dökmeyen bir ağaç; kereste ve terebentin bar: Bkz. barometer. 2) barrel.
kaynağı olarak kullanılır; fir pine olarak da isimlendi barbed wire: Üzerinde, boyunca sivri dikenleri olan
rilir. tel; dikenli tel; bahçe çiti, koruyucu vb. i yapımında
balsamic: 1) balsama alt; balsama benzeyen. 2) bal kullanılır.
sam veren veya kapsayan. barbette: 1) bir kalede silahlar için yapılmış platform;
banana boat: Muz gemisi; frigorofik (soğutulmuş) kule. 2) bir savaş gemisinin, çevresi zırhlarla çevrili
ambarlarında muz taşıyan gemi. top veya silah platformu; taret.
banana oil: Kimy, amil asetat, CH3 CO2 C5 H11; renk barbital: Kimy. dietilbarbitürik asit; bağımlılık oluştu
siz, kokusu bir dereceye kadar muza benzeyen bir ran beyaz bir toz; uyku verici olarak kullanılır.
sıvı; muz yağı; kokulandırma, cila yapımı vb. i yerler barbiturate: Kimy. barbitürat; barbitürik asitin herhan
de kullanılır. gi bir tuzu; ağrı azaltıcı ve sedatif (yatıştırıcı) olarak
kullanılır.
band: 1) birbirine bağlayan herhangi bir şey. 2) bir
şeyin çevresine donatılmış, birbirine bağlamak İçin barbituric: Kimy. barbitürik; kristalli bir asite (CH 2 -
kullanılan tahta, metal, lâstik vb. i parçası. 3) Ma CONHCONHCO) ait veya onu belirten; türevleri uy
ku verici ve ağrı kesici olarak kullanılır.
b ar e 46 barometri c t ra p

bare: 1) donatımsız; boş. 2) basit; sade. 3) örtülü ve


bir tekne. 2) üç veya dört yelkenli bir tekne; barque
ya giysili olmayan; çıplak.
olarak da hecelenir.
bareboat: Çıplak gemi.
barkentine: Brigantin; baş (pruva) direği kare armalı
bar-code: Bilgisay. çubuk-kod.
veya kabasorta ve diğer iki direği lleri-geri armalı
bare engine: Yüksek devirli motorlarda, makinenin
olan yelkenli bir tekne; barquentine olarak da söyle
fan, jeneratör veya diğer yardımcıları olmaksızın
nir.
oluşturulan performans eğrileri; çıplak makine; strip
barker: 1) ağaç kabuğu soyan makine veya kişi. 2)
ped engine şeklinde de kullanılır
ağaç kabuğu hazırlayan makine.
bare hull: Den. çıplak tekne; donatılmamış gemi tek
barleycorn: 1) Esk. 1/3 inç'e (8,466 rnm'e) eşit olan
nesi.
bir uzunluk birimi. 2) yüksek alkollü bir içki, özellikle
bare wire: Mak. çıplak tel; dikensiz tel.
viski; genel olarak John Barleycorn marka viski. 3)
barge: 1) nehir, kanal vb. i yerlerde ağır yükleri taşı
arpa; arpa tanesi.
mak için kullanılan, genellikle altı düz, büyükçe bir
Barlow's rule: Barlow kuralı; belirli bir molekülün
tekne; mavna; barç; işkampavya. 2) büyük eğlence
atomları tarafından işgal edilen hacim, yaklaşık ola
gemisi. 3) bir sancak veya Amiral gemisinin denize
rak atomların değerleri veya valansları ile orantılıdır
resmî indirilişi. 4) ev olarak kullanılan tekne. 5) Ar
Barlow's wheel: Barlow tekeri; tarihsel değeri olan il
go, herhangi bir hantal tekne. 6) mavna veya barç
kel elektirk motoru veya jeneratörü.
ile taşımak. 7) yavaş veya hantal olarak hareket et
bar magnet: Çubuk mıknatıs; iki ucu kuzey (N) ve gü
mek.
ney (S) kutpuları olan çubuk şeklindeki sabit mıkna
barge captain: Mavna, şat, barç vb. i araçların kapta
tıs.
nı.
bar, milli: Milibar; Bkz. millibar.
bargee: Bkz. bargeman (İng).
barnacle: Kendilerini kayalara, rıhtım, iskele ve gemi
bargeman: Den. bir mavna veya barcı kullanan ya da
karinalarına bağlayan türlü deniz kabuklularından
bir mavnada çalışan (kişi).
herhangi biri.
bar, hecto: Bkz. hecto bar.
barnacled: Deniz kabukluları ile kaplanmış.
baric: Baryum kapsayan veya baryumdan türeyen;
barnacle paint: Deniz kabuklularının gemi karinasına
baryuma ait; barik.
yapışmasını önlemek amacıyla kullanılan zehirli bo
barilla: 1) İspanya, Sicilya ve Kanarya adalarında do
ya; Bkz. antifouling paint.
ğal olarak bulunan ve sodyum karbonat elde edilen
barnacles: Gözlük İng.
türlü bitkilerden herhangi biri; yosun sodası. 2) bu
Barnet effect: Bir cismin döndürme ile mıknatıslan
tür sodyum karbonat. 3) deniz kabuklularının yakıl
ması; Barnet etkisi.
ması ile elde edilen herhangi bir sodyum karbonat.
baro-: Barografta olduğu gibi, atmosferik basınç anla
barîte: Kimy. barit; esas olarak baryum sülfattan (Ba-
mında bir önek.
S0 4 ) oluşan, beyaz, kristalli bir mineral; ağır bir mi
barocyclonometer: Meteo. siklonun yerini saptamak
neral; baryumun esas kaynağı ve bileşikleri boya ya
ve hareketini izlemek için kullanılan bir barometrik ci
pımında kullanılır.
haz.
barium: Baryum; gümüş! beyaz renkte, hafifçe dövü
barogram: Barogram; barograf veya benzer bir cihaz
lebilir metalik kimyasal element; karbonat veya sül
la kayıt edilen hat.
fat şeklinde bulunur ve alaşım yapımında kullanılır;
barograph: Barograf; Meteo. atmosfer basincindaki
Simg. Ba; at.ağ. 137,36; at.no. 56.
değişimleri otomatik olarak, döner bir silindir üzeri
barium chloride test: Kostik alkalinliğin saptanmasın ne kayıt eden bir barometre.
da kullanılan bir deney; baryum klorür deneyi: Por
3 barometer: 1) atmosfer basıncını ölçme ve böylelikle
selen bir kaba 100 cm filtre edilmiş besi suyu alınır hava tahmini yapma veya deniz yüzeyinden yükselti
3
ve 10 cm baryum klorür çözeltisi ile iki dakika karış yi bulmak için kullanılan bir cihaz; barometre. 2) de
tırılır. Eğer örnek suda karbonatlar varsa, pembe ğişimleri gösteren herhangi bir şey.
3
renk oluşur. Bu takdirde 1 cm fenolftaleyn ve pem barometric: Barometrik; barometreye benzeyen veya
be renk kayboluncaya dek çözeltiye sülfürik asit ona ait; barometre ile ölçülen veya gösterilen; bar kı
damlatılır ve pembe renk kaybolur; 0,02 N sülfürik saltması ile belirtilir.
3
asitin 1 cm 'ü 10 ppm CaC03 'ü çöktürdüğünden, barometrical: Bkz. barometric.
kostik alkalinlik için kullanılan 0,024lik sülfürik asit barometrically: Barometre yardımıyla.
miktarı 10 ile çarpılır. barometric atmosphere: Barometrik atmosfer; Bkz.
barium sulfate: Baryum sülfat, BaS0 4 ; beyaz, toz bi- atmosphere.
çiminde bir bileşik; kimyasal analizler ve boyacılıkta barometric condenser: Barometrik yoğuşturucu, kon
kullanılır. dansatör veya kondenser; bir tür jet veya açık kon-
barium chloride test: Kostik alkalinliğin saptanmasın denser; genel olarak hotvel düzeyinden en az 34 fit
da kullanılan bir deney; baryum klorür deneyi: Por (10,36 m) yüksekliktedir; egzoz buharı ile besi suyu
3
selen bir kaba 100 cm baryum klorür çözeltisi ile iki nun birbirlerine karıştırıldığı bir kondenser türü.
dakika karıştırılır. Eğer örnek suda karbonatlar var barometric pressure: Barometrik basınç; barometre
3
sa, pembe renk oluşur. Bu taktirde 1 cm fenolfta nin gösterdiği basınç, Bkz. atmospheric pressure.
leyn ve pembe renk kayboluncaya dek çözeltiye sül barometric slope: Meteo. iki istasyon arasındaki at
fürik asit damlatılır ve pembe renk kaybolur; 0,02 N mosferik basınç düşümü.
3
sülfürik asitin 1 cm 'ü 10 ppm CaCO 3 'ü çöktürdü barometric trap: Barometrik kaparı veya trap; birinci
ğünden, kostik alkalinlik için kullanılan 0,02'iik sülfü kademe hava ecekteri kondenseri ile ana kondenser
rik asit miktarı 10 ile çarpılır. arasında bulunan U harfi şeklindeki boru; kısmen su
bark: 1) herhangi bir yelkenli tekne, özellikle küçük ile dolu olduğundan basınçlı buharın kondensere ge-
baroscope 47 basi c di m ensi on s
basal: 1) esas veya temele ait; temel veya esas oluş
çerek vakumu bozmasına engel olur. turma. 2) esas; temel; aslî, birinci; birinci derecede
baroscope: Baroskop; 1) atmosferik basınçtaki deği önemli.
şimleri göstermek için kullanılan bir cihaz. 2) hava basal metabolism: Bazal metabozilma; dinlenme sıra
daki bir madde ile ağırlık kaybını ölçen bir cihaz. sında bir organizma tarafından kullanılan enerji mik
barostat: Barostat; basınç regülatörü. tarı; yemekten 14-18 ve dinlenme halinde uyumadan
barotherrnograph: Barotermoğraf; hem atmosferik 30-60 dakika sonra insan organizması tarafından üre
basınç ve hem de atmosferik sıcaklığı kayıt eden bir tilen ısı miktarı; deri yüzeyinin her metrekaresi için
cihaz. kalori/saat türünden belirtilir.
barctropic fluid: Sıcaklığı her yerde aynı olan sıkıştırı- basalt: 1) bazan sütunlar halinde de bulunan, sert,
labilir bir sıvı. ağır, koyu renkli bir volkanik kaya; bazalt.
barquentine: Brigantin; Bkz. barkentine, basaltic: Bazalta benzeyen veya ona ait.
barr: Mak. ince çizgili (şekil, teknik resim vb.) bascule: Bir tarafı alçaldığı zaman diğer ucu yüksele
barrage: Dere, nehir vb. inde insan eli ile yapılmış bir rek dengede kalması sağlanan bir cihaz; tahtaravalli
mania; baraj. veya benzer bir cihaz; baskül.
barrage baloon: Baraj balonu; hava hücumlarına kar bascule bridge: Baskül köprü; baskül Bkz. bascule
şı kullanılan ağ veya halat bağlanmış bir seri çıpalı esasına göre çalışan, açılıp kapanabilir bir köprü.
balon. base: 1) temel; taban; bir şeyin en alt kısmı; döşek
Barratt method: Barratt yöntemi; çözeltilerin yoğun veya faundeyşın. 2) işletme merkezi; karargâh; üs.
luklarının saptanmasında kullanılan optik bir yön 3) boyanın en alt katmanı. 4) Boyacılıkla renkleri sa
tem. bitleştirmek için kullanılan bir madde. 5) Geo. üzeri
barrel: 1) tahtadan yapılmış, silindir şeklinde, yan ta ne bir cismin oturduğu düşünülen bir hat veya düz
rafları dışa doğru çıkık ve çelik çemberlerle takviye lem; taban. 6) matematik tabloların (logaritma gibi)
edilmiş bir kap; fıçı; varil. 2) ABD'de 31,5 galon (119 oluşmasını sağlayan sabit bir sayı. 7) mikroskop çer
litre), ingiltere'de 36 emperyal galon (142,4 litre) çevesi. 8) bir temele yerleştirmek. 9) taban veya te
olan bir kapasite birimi; un için 196 libre (88,8 kg), mel yapmak.
balık, domuz eti vb.i için 200 libre (90,6 kg)'lik kuru base: Bkz. bedplate.
bir ölçüm birimi. 3) yüksek güçlü, ağır devirli ve base: 1) Kimy. alkali; baz; proton kabul edici; turnu
kroshedli dizel motorlarının pistonu. 4) Den. ırgat fe- sol kâğıdını maviye çeviren kimyasal madde. 2) asit
nerliği veya halat ya da gemi zincirinin sarıldığı silin lerle tepkimeye girerek sadece tuz ve su oluşturan
dir; fener; fenerlik. 5) içi dolu veya boş herhangi bir bir bileşik; baz; bazlar çoğu zaman metallerin oksit
silindir. ve hidroksitleridir; bir su çözeltisinde hidroksil iyonla
barrel buoy: Den. varil şeklinde şamandra; fıçı (varil) rı veren bileşik. 3) iki zıt tip arasına sokulmuş yarı
şamandra. iletken bir parça; n tipi bir yarı iletken p tipi iki yarı
barrel piston: Kroshedli dizel motorlarında kullanılan iletken parçası arasına sokularak oluşturulur.
piston; kroshedli makine pistonu; baril piston; üze baseburner (base-burner): Üst taraftan otomatik ola
rinde sadece kompresyon segmanları ve bazan kayı- rak kömürle beslenen bir soba veya ocak.
cı segmanlar veya slayt ringler bulunur. baseless: Temeli olmayan; bir temele sahip olma
barricade: Barikat; mania. yan; temelsiz.
barricader: Barikatçı; barikat veya mania yapan kişi. base line: Taban olarak görev yapan hat veya çizgi;
barrier: 1) Den. petrol tankeri kazalarında denize dö ana hat; taban çizgisi.
külen petrolün fazla yayılmasını önlemek için kullanı base metal: 1) Kimy. değerli olmayan, bayağı metal;
lan yüzer mania. 2) Zoo. hayvanlarin göç etmesini hava ya da nemden etkilenerek oksitlenen veya pas
önleyen herhangi fiziksel, kimyasal ve biyolojik bir lanan metal. 2) kaplama altındaki metal. 3) bir ala
engel. 3) sınır, hudut; tahdit. 4) bir arada tutan veya şımdaki esas metal.
ayıran herhangi bir şey; mani; engel. 5) ilerme veya base number: Bkz. TBN, basicity.
yavaşlamayı önleyen bir şey; mania, engel; duvar, base plate: Mak. taban saçı; taban levhası.
çit vb. i 6) müdafaa veya giriş amacıyla kullanılan is bases: Çoğ. base.
tihkâm, kale vb. i. base stock (base oil): Alkalin yağ; baz karakterli yağ
barrier layer: Bkz. depletion layer. lama yağı.
barrier layer cell: Bkz. rectifier cell. basic: 1) esas veya temele ait; bir temel veya esas
barrier rectifier cell: Bkz. rectifier cell. oluşturma. 2) Kimy. baz kapsayan veya baz tabiatın
barring device: Diz. Mot. volan dişlisi yardımıyla ma da olan; alkalin; bazik; kalevi. 2) Miner. % 52'den da
kineyi elle çevirmek için kullanılan bir cihaz; torna- ha az silisyum dioksit veya silika kapsayan kaya ya
çark cihazı. da bu tür kayaya ait. 4) çelik yapım işlemi sırasında
bartz: Koyu renkli şekilsiz bir elmas; diğer elmasların yararlanılan ocağın tuğla duvarlarının kaplanmasın
parlatılması için kullanılır. da kullanılan manyezit gibi bazik (alkalin) bir mad
barycenter: Bkz. center of gravity; ağırlık merkezi. de.
barycenter parallax: Dünyanın hafif salınım hareketi. basically: Esasta; altta; esas olarak; birincil olarak.
barysphere: Dünyanın bilinmeyen, yüzeyindeki kaya basic anhydride: Kimy. su ile birleştiğinde alkalî ve
malzemesinden daha ağır olan iç kısmı; barisfer. ren bir metal oksit; alkali anidrit; bazik anidrit.
baryta: Bkz. 1) barium oxide. 2) barium hydroxide. basic component: Temel parçalar; temel elemanlar.
barytes: Kimy. doğal durumdaki baryum sülfat; bari- basic dimensions: Ana ölçüler. 1) Diz. Mot. silindir
te. çapı, piston stroku, ortalama piston hızı gibi ölçüler
barytic: Kimy. baritalı olan. den herhangi biri. 2) teknik resim üzerinde bulunan
barytron: Bkz. mesotron veya meson.
basi c d ye s 48 b a tt e n , carg o

ölçüler.
damıtma süresinde başkaca madde eklenmez.
basic dyes: Kimy. renkli bazların ve tuz asilinin tuzla
batch filtering: Diz Mot. makineden çıkarılan yağa
rı; pamuğun ve bazı atom çekirdeklerinin boyanma
uygulanan bir temizleme işlemi; bir filtre veya sepa
sında kullanılır; bazik boyalar,
rator ya da her ikisi birden uygulanarak yağ içindeki
basicity: Kimy. 1) baz olma durumu veya niteliği. 2)
su, tortu ve asitin çıkarılması; işlemden sonra yağ,
yağlama yağlarında kullanılan alkali miktarinı göste
gerektiğinde kullanılmak üzere depolanır.
ren bir sayı; alkalî sayısı. 3) bir asitin bir molekülün-
batch process: Kısım, kısım işlem veya ameliye; mal
deki hidrojen iyonu sayısı; sudaki bir molekül
zeme kısım kısım yüklenir ve her kısım ayn ayn ve
H2SO4 iki hidrojen iyonu üretir, böylece verebildiği
tükeninceye dek işlenir.
iyon sayısı 2"dir.
bate: Bir alkalin çözeltisine sokarak yumuşatmak (de
basic oxide: Bazik oksit; bir asitle bir tuz oluşturan
ri vb.ini); hayvan derilerini veya postları yumuşat
oksit; metal oksitleri bazik oksitlerdir; örneğin bakır
mak için kullanılan bir alkalin çözelti.
oksit (CuO); bazik oksitler suda çözünerek alkalin
bateau: Kanada ve Luizyana'da (ABD) kullanılan ha
hidroksitleri oluştururlar.
fif, altı düz bir nehir gemisi.
basic pig: Metal, dökümde kullanılmak için yeterli sili
bath: Yağlı hava filtresi; bilyalı yatak ve rulmanlarin
konu olmayan, asit çelik yapımında kullanılan ve
yağ banyosu işlemi.
çok fazla fosfor kapsayan pik demiri; bazik pik.
bath: 1) Kimy. a) bazı şeylerin sıcaklığını ayarlamak
basic quantities: Temel ölçü birimleri; örneğin Ulus
için, üzerine veya içine konulan bir madde; ayarlayı-
lararası Sistemde (SI) temel ölçü birimleri elektrik
cı veya düzenleyici bir madde, b) bunun kabı. 2) Me
akımı, sıcaklık, madde miktarı ve ışık şiddetidir.
tal, bir ocakta erimiş meta!. 3) Foto. geliştirme ve sa
basic rock: Silika içeriği % 52'den az olan volkanik
bitleştirme için kullanılan bir çözelti, eriyik veya so
kaya.
lüsyon. 4) yıkanmak için kullanılan su veya diğer bir
basic salt: Kimy. elektropozitif bir elemanın, örneğin sıvı; banyo. 5) su veya diğer sıvılarla maddelerin ve
bakırin zayıf bir tuzu; bunlar metal oksitleri veya hid
ya vücudun yıkanması.
roksitleridir.
bath brick: Tuğla şeklinde, kalsiyum karbona! kapsa
basic slag: Bazik cüruf; tetrakalsiyum fosfat, kalsi
yan ve cilalı metalleri temizlemek için kullanılan bir
yum silikat, kireç ve demir oksitten oluşan karışım;
toprak; pomza taşı.
çelik üretiminde yan ürün olup, gübre üretiminde
bath lubrication: Mot. bir yağ tavasının içine girmek
kullanılır; bazik bakır iki sülfat Cu 4 (OH) 6 S0 4 , bazik
veya içinde çalışmak suretiyle yapılan yağlama; ban
magnezyum klorür, Mg (OH) Cl.
yo (biçiminde) yağlama; yağ sıcaklığının kontrol edi
basic steel: Metal, bazik çelik; fosforun önemli kısmı
lememesi gibi bir sakıncası vardır.
nın çıkarılması amacıyla Bessemer veya açık ocak
batho-: Derinlik anlamında bir önek.
yöntemiyle üretilen çelik.
bathometer: Su derinliğinin iskandili veya ölçümü
basilar: Birinci; ilk; temel; Bkz. basal.
için kullanılan bir cihaz; batometre; iskandil cihazı.
basilary: Bkz. basilar.
bathy-: Derin Bkz. deep, deniz suyunun derinliği an
basin: 1) sıvılar için yuvarlak, geniş, derin olmayan
lamlarında bir önek.
bir kap; kâse; tas. 2) onun içeriği veya hacmi. 3) le
bathymetry: Batimetri; derinliklerin, özellikle denizle
ğen veya lavabo. 4) su depolamak için havuz, rezer-
rin derinliklerinin ölçülmesi bilimi.
vuar veya büyük oyuk. 5) körfez. 6) dünya yüzeyin
bathyscaphe: Batiskaf: denizlerin 3600 metreden son
de okyanuslar tarafından doldurulmuş çok büyük çu
raki derinliklerinde oşinoğrafik araştırmalar için kutla
kur. 7) karinalarinın temizlenmesi, gerekli onarım iş
nılan özel yapılmış bir tür kablosuz denizaltı; bu tür-
leri ve kontrollarin yapılabilmesi için gerekli kapalı
gemilerde gözlemler çok yüksek basınçlara dayanık
yer; dok, havuz vb. i.
lı hücrelerde oluşur.
basket strainer: Sepet şeklinde elemanı olan strey-
bathysphere: Batisfer; içinde iki personel ve türlü ci
ner veya filtre; dökümden yapılmış bir gövde içine
hazlar bulunan hava veya su sızdırmaz, küre şeklin
sokulmuş delikli bir sepet; sepet filtre.
de bir hücre; bir çelik halat ile önemli derinliklere in
bastard: Kaba; ince olmayan.
dirilir ve oradaki bitki ve hayvanları incelemek için
bastard file: ince olmayan veya kalın eğe; orta (kalın
kullanılır.
lıkta) dişli.
batten: 1) testere ile kesilmiş kereste, döşemelik vb. i
bat.: Bkz. battery.
2) ambar yük tirizi. 3) ambarağzı tirizi: Muşambala rın
batch: 1) bir işletme için gerekli malzeme miktarı. 2)
üzerine çekilen veya türlü işlerde kullanılan ağaç
bir veya daha fazla operasyon için yapılan bir şeyin
veya madenî çubuklar. 4) Tersanelerdeki modelha-
miktarı.
nelerde, gemi şekli için kullanılan ince, uzun tahta
batch distillation: Kısım kısım damıtma; bu tür damıt
lar. 5) yelkenlere geçirilen ince tahta parçalan; tiriz.
mada, damıtıcıya belirli miktarda madde eklenir ve
batten, cargo: Bkz. cargo batten.
batter y 49 beac h

battery: 1) batarya; Elekt. iki veya daha fazla akü ve


rından herhangi biri; pozitif veya negatif kutup; ku
ya pilin seri, paralel ve seri-paralel bağlanarak, geri
tup başlığı.
lim, kapasite ve hem gerilim hem de kapasitelerini
battery tester: Akü kontrol cihazı; maşalı voltmetre;
yükselten düzenek. 2) Elektrik enerjisini yığan veya
akü gerilimini ölçmek ve dolayısıyla akünün boşalıp
akım üreten bir pil veya akü; akümlatör. 3) Opt. mer
boşalmadığını anlamak için kullanılır.
cek veya prizma serileri. 4) bir savaş gemisinin silah
battle cruiser: Ağır kruvazör; bir hat gemisinden da
lan veya silahların takımı.
ha hızlı, manevra yeteneği daha yüksek, seyir yarıça
battery acids: Akümlatör asiti; elektroliti sat su ile
pı daha uzun, fakat daha hafif zırhlı büyük bir savaş
oluşturan asit; genellikle sülfürik asit; batarya asitle
gemisi.
ri.
battleplane: Savaş uçağı.
battery cable: Akümlatör kablosu.
battleship: Muharebe gemisi; hal gemisi; en büyük
battery cable clamp: Akü kablosu tespit kıskacı.
çaplı toplar ve zırhlarla donatılmış herhangi sınıflan
battery capacity: Akümlatör kapasitesi; bir akümlatö-
bir muharebe gemisi; çoğu zaman 25 bin gros ton
rün, belirli şiddette bir akım çekildiğinde ne kadar
dan daha büyük olurlar.
süre ile akım verebileceğini belirten kavram; am-
battlewagon: Argo. hat gemisi; ağır kruvazörden bü
per-saat ile belirtilir ve ah kısaltması ile gösterilir.
yük savaş gemisi.
batter/ carrier: Akümlatör taşıyıcısı; akümlatörün
Bauer-Wach system: Baver-Vah sistemi; pistonlu bu
oturtulduğu kutu; akü mahfazası.
har makinesi ile egzoz türbininden oluşan sistem;
battery charge: Akümlatör şarjı veya doldurulması.
pistonlu buhar makinesinin alçak basinç silindirini
battery charger: Batarya veya akümlatörü şarj etmek
terkeden egzoz buharı, pervaneye bağli egzoz türbi
ya da doldurmak için kullanılan cihaz veya devre;
nine verilir ve orada da genişletilerek bir miktar da
akü şarj edicisi; aküler doğru akımla şarj edilirler.
ha iş elde edilir.
battery charger bulb: Akülerin alternatif gerilim ile
Baume: Hidrometrelerde kullanılan bölüntüye ait ve
şarjında kullanılan bir lâmba; şarj veya redresör lâm
ya onu belirten.
bası.
Baume hydrometer: Bome hidrometresi. 1) yağlama
battery, Edison: Edison aküsü; pozitif plâkaları nikel
yağlarının 15,5°C'de (60°F'de) özgü! ağırlıklarını ölç
hidrat ve nikel, negatif plakaları demir oksit ve elek
mek için kullanılan bir hidrometre. 2) akümlatörlerin
troliti % 20'lik potasyum hidroksit (alkalin potas) ve 3

damıtık su çözeltisi ve akü kabı çelikten olan akümla elektrolitlerinin yoğunluklarinı Borne, g/cm veya
3
tör; çelik akü. mg/cm türünden ölçen bir hidrometre; bomemet-
battery hydrometer: Bomemetre; akümlatör yoğun re.
luk ölçeri; akü elektrolitlerinin yoğunluklarını °Bo- Baume scale: Borne skalası veya bölüntüsü: özellikle
3 3
me, g/cm veya mg/cm türünden gösteren bir tür akülerin elektrolitlerinin özgül ağırlıklarının ölçülme
hidrometre veya yoğunluk ölçer. sinde kullanılan bir hidrometre skalası.
battery ignition system: Bataryali ateşleme devresi bauxite: Boksit; alüminyum elde edilen, kile benzer
veya sistemi; akü, anahtar, endüksiyon bobini, distri bir cevher; esas olarak sulu alüminyum oksitten olu
bütör, buji ve bunları birbirlerine bağlayan yalıtılmış şur, fakat diğer bazı maddeleri de kapsar;
kablolardan oluşan sistem. Simg.AI 2 03 .2H 2 0.
battery insulator: Akülerin - ve + plakalarını, kısa bay: 1) karaya doğru girmiş, boyu eninden büyük
devreyi önlemek için birbirinden ayıran yalıtkan ve olan deniz veya göl parçası; küçük körfez. 2) bir ge
ya izolatörler. mide hasta ya da yaralıların yatırildığı yer; revir; sick
battery, lead-acid type: Kurşun plâkalı asitli akü; bay olarak da isimlendirilir.
plâstik, gomit, ebonit ve camdan yapılmış akü kabı, bayer process: Bayer işlemi; boksitten alüminyum el
kurşundan yapılmış + ve - plâkalar ve bu plâkaları de edilmesi işlemi.
örten elektrolitten (saf su + asit) oluşan akü. bayonet: Süngü; duy.
battery, nickel-cadmium type: Nikel kadmiyumlu bayonet coupling: Süngü veya somunlu kavrama ya
akü; nikad aküsü; yunger tipi akü; pozitif kutupları da kaplin.
nikel hidroksit ve negatif plâkaları kadmiyumdan ya bayonet gauge: Mot. yağ kontrol çubuğu; kaderdeki
pılan ve elektroliti % 20'lik potasyum hidroksit çözel yağ düzeyini kontrol için kullanılan çubuk; yağ çubu
tisi olan akü. ğu-
battery plate: Akü plâkası; pozitif veya negatif plâka bazooka: Bazuka; ikinci Dünya Savaşı sırasında ABD
lardan herhangi biri. tarafından ilk defa kullanılan, elektriksel olarak ateş
battery pole: Akümlatör kutbu; + ve - kutuplardan lenen, bir er tarafından taşınan, zırhları delen mermi
herhangi biri. leri olan, metal bir boru şeklindeki silah.
battery room: Batarya odası veya dairesi; gemilerde b: Bkz. brake.
akümlatörlerin muhafaza ve şarj edildikleri yer; şarj bbl: Bkz. barrel; barrels.
sırasında oluşan hidrojen gazı nedeniyle çok iyi ha- BC: Before Christ; isa'dan önce; Milâttan önce.
valandırılmalari ve çıplak bir alevle girilmemesi gere BDC: Bkz. bottom dead center.
ken oda; şarj odası. Be: Bkz. beryllium.
battery storage: Akü; akümlatör; elektrik enerjisini Be: Bkz. Baume.
kimyasal enerjiye çevirerek depo eden ve gerektiğin B battery: B batarya; belirli radyo tüplerinin devreleri
de onu tekrar elektrik enerjisine çevirerek dış devre vb. i yerlerde kullanılan bir elektrik bataryası; çoğun
ye veren, doğru akım (DC) elektrik üreteci. lukla kuru pillerin seri bağlanmaları ile 22,5 volt veya
battery terminal: Akümlatörün + veya - kutup başla bunun katları olan gerilimi verecek şekilde yapılır.
beach: Den, çekek yeri; plaj; deniz veya göl kıyısı.

Teknik Sözlük - F. 4
beaco n 50 bearin g material s

beacon: 1) yangın alarmı. 2) uyarıcı herhangi bir ışık.


lan ve dakikada 10-16 strok yapan pistonlu buhar
3) fener kulesi. 4) sinyal verilen tepe, istasyon veya
makinesi; Newcomen makinesi.
kule. 5) sinyal, çağri vb. ine görev yapan bir şey. 6)
beaming: 1) sinyal veya ışıklar gönderme; parlama
uçaklara radyo ile yol gösteren sinyal; Bkz. beam.
veya ışık saçma.
7) aydınlatmak (karanlık vb. ini). 8) sinyal veya ışık
beam support: Kiriş taşıyıcısı.
lar sağlamak veya onlarla işaretlemek.
beamy: 1) ışık ışınları yayan; parlak; ışık yayan. 2) ge
bead: 1) yuvarlak bir parça cam, tahta, metal vb.;
niş; som; 3) boynuz veya duyargalara sahip olan. 4)
boncuk. 2) bir silâhın namlusunun üst ucundaki Den. büyük genişliği olan; tüm boyu ile kıyaslandı
ufak çıkıntı; arpacık. 3) damıtılarak elde edilen altın ğında büyük bir genişliğe (gemi için) sahip olan.
veya gümüş gibi, küçük miktardaki bir metal. 4) bear: 1) taşımak; nakletmek. 2) bir şeyle veya bir şe
Kimy. belirli tuz ve metallerin tanınmasında kullanı yin üzerinde taşımak; göstermek; giymek. 3) taşı
lan boncuğa benzer bir kütle Bkz. bead test. 5) bon mak ve doğurmak. 4) desteklemek veya engel ol
cuklarla süslemek veya dekore etmek. 6) boncuk mak; tahammül etmek. 5) dayanmak; durmak. 6) da
şekli vermek. yanmaya yetenekli olmak; müsaade etmek. 7) üret
beaded: 1) boncuklarla süslenmiş veya boncuklarla ken olmak.
süslü. 2) boncuk şekli oluşturulmuş veya boncukla bear: Mek. dairesel delik açmak için kullanılan pres.
ra benzeyen. bearing: 1) ağırlık veya basıncı taşıyan herhangi bir
beading: Kazan boruları, boru aynalarına geçirilip şey; taşıyıcı veya taşıma parçası. 2) Den. kerteriz
ağızları şişirildikten sonra, boru ucuna sarılan küçük (bir cismin yönünü belirtmek için kullanılır. 3) hare
bir metal parçası. ketli parçaların içinde veya üzerinde döndüğü yer;
bead test: Boncuk deneyi; saydam boraks veya ben yuva. 4) bir mil ya da şaftın düzgün çalışmasını sağ
zer boncuklar, çoğunlukla bir üfleçte eritilerek belirli layan, onu taşıyan iç yüzeyi kaypak bir alaşım ile
metalleri tanıma veya teşhis etme yöntemi ya da de kaplanan veya-bilya ve makaralardan oluşan maki
neyi; erimiş metal oksitleri özel renkler çıkarır. ne, motor, tezgâh vb. i parçası; yatak.
bead weld: Boncuk kaynağı. bearing alloys: Bkz. bearing materials.
beak: Den. eski gemilerin burunlarının şekli; mah bearing ball: Mak. rulmanlarin yapımında kullanılan
muz. yüzeyleri sertleştirilmiş çelik bilyalardan herhangi bi
beaker: Kimya lâboratuvarlarında kullanılan cam ya ri.
da metalden yapılmış, kavanoza benzer geniş ağızlı bearing block: Yatak taşıyıcısı.
bir kap. bearing bolt: Yatak cıvatası; yatağın iki yarım parçası
beam: 1) Den. kemere; karşılıklı posta veya eğriler nı jurnal, mil ya da şaft çevresinde dairesel bir biçim
arasına çekilen ve gemi alabandalarının çökmesini de tutmak için kullanılan iki veya dört adet cıvata.
önleyen gemi elemanlan. 2) Oto. ön dingil. 3) bina bearing bore: Yatak iç çapı.
larda kullanılan ağaç, metal veya taştan uzun, kalın bearing boring machine: Yatak tornası.
direk; kiriş; putrel. 4) terazi kolu. 5) terazi. 6) gemi bearing box: Mak. alt ve yatak üst keplerinin oluştur
demirinin gövdesi. 7) gemi güvertesini taşıyan ağır, duğu kutu şeklindeki görüntü; yatak kutusu.
yatay kiriş. 8) bir geminin en geniş yeri. 9) bir gemi bearing bronze: Yatak bronzu; % 6 kalay ve % 18
nin bordası veya bordasına doğru olan yönü. 10) kurşun ve gerisi bakırdan oluşan bir alaşım; ağır de
Mek. ileri geri hareket ettirilen ve hareketi krank mili virli dizel motorlarinın yataklarının, özellikle gacın
ne ileten bir manivela. 11) Rady. a) hava alanı, li (piston) pin yataklarının yapımlarında kullanılır.
man vb. inden sürekli olarak bir yöne gönderilen ve bearing, camshaft: Bkz. camshaft bearing.
gelen uçak ya da gemiler için yol gösterici görevi ya bearing clearance: Yatak boşluğu; Gem. Mak. yatak
pan bir sinyal, b) bir mikrofonun aldığı veya hoparlö klerensi; makine stop durumunda iken mil ya da
rün en yüksek verimle ilettiği açı. c) bir mikrofon ve şaft ile yatak arasındaki düşey yükseklik; bu boşluk
ya hoparlörün maksimum etkili alanı. 12) huzme; türlü motorlarda palamar yatakları için 0,10-0,50 mm
ışın; belli bir yönde veya hemen hemen her yönde, değerleri arasında değişir.
elektromanyetik radyasyon veya tanecik akını. 13) bearing cover: Diz. Mot. krank milini taşıyan ana ya
bir sinyal ile bir uçak ya da gemiye yol göstermek takların veya palamar yataklarının üst kepi veya ka
veya klavuzluk etmek. pağı; Gem. Mak. yatak kaveri.
beam balance: Birbirine eşit iki kolu olan bir levye- bearing, crankpin: Bkz. crankpin bearing.
den oluşan ve bunların uçlarına asılı iki kefeden olu bearing, crankshaft: Bkz. crankshaft bearing.
şan terazi; el terazisi. bearing, crosshead pin: Bkz. crosshead pin bea
ring.
beam, cantilever: Konsol kiriş; bir ucu tespit edilmiş
bearing grooves: Yatak kanalları; yatak yağ kanalla
veya sabitleştirilmiş, diğer ucu düşey bir yük ile di
rı; Bkz. bearing oil grooves.
key düzlemde serbest olarak hareket eden bir kiriş.
bearing insert: Yatak seli; Bkz. bearing shell.
beam compass: ilâve ve ek ayaklı pergel; ayarlanabi
bearing liner: Yatak layneri; sim; şamata; yatak boş
lir uçları olan ve ek ayak takılarak büyük daire çizi
luğunu ayarlamak amacıyla, yatak çeneleri arasına
minde kullanılan pergel.
sokulan veya çıkarılan, türlü kalınlıklarda metal lev
beam continuous: Sürekli veya devamlı kiriş; ikiden
ha parçaları.
fazla taşıyıcı ile desteklenmiş yatay bir kiriş.
bearing load: Yatak yükü; Mot. yanma sırasında olu
beamed: Rady. belirli bir yöreye yönetilmiş.
şan maksimum gaz basınç kuvvetinin yatak yüzeyi
beam-ends: Çoğ. gemi alabandaları.
alanına oranı; yatak basıncı adı da verilir; Bkz. bea
beam engine: 1700 yılında Newcomen tarafından keş ring pressure.
fedilen dikey, atmosferik basınçlı buhar ile çalıştırı bearing materials: Yataklık malzeme; yatak malzeme-
bearing metals 51 be!l-ringing transformer
şimlerini ölçmek üzere dizayn edilmiştir; cıva için iki
si; yatak metali alaşımları: a) kurşun veya kalaylı ba- haznesi bulunan bu termometrede sıcaklık değişim
0
bit. b) trimetal (üç metal) c) bakır-kurşun. d) alümin leri 0,01 C'ye kadar duyarlı olarak ölçülmektedir.
yum çelik artlı. e) alüminyum vb. i gibi metal veya Becquerel effect: Bekerel etkisi; bir elektrolite batin'
alaşımlar. mış, birbirlerinin aynı iki elektrottan oluşan bir devre
bearing metals: Yatak metalleri; Bkz. babit metal. de akan akım nedeniyle gözlenen, elektrotlardan bi
bearing micrometer: Yatak mikrometresi; Bkz bea- rinin ışık vermesi olayı.
rin wear micrometer. Becquerel rays: Bekerel ışınları; radyum, uranyum,
bearing oil grooves: Yatak yağ kanallari; bir çok du toryum vb. i radyoaktif maddelerden gelen görünme
rumda, yatak yükünün ağır olduğu yerlerde yatakla yen ışınlar.
ra yağ kanalları açılması gerekir; yağ kanallari yatak bed: Yatak; şasi yatağı; sıra.
eksenine paralel olarak açılır ve yatak yüzeyindeki bedded-in mold: Dökümhanenin tabanında kumdan
0
en büyük basınçtan 45 önce düzenlenir; modern di yapılmış kalıbın alt yansı.
zel makinelerinde yataklarda yağ kanalı yoktur. bedew: Çığ ile ıslatmak veya nemlendirmek.
bearing oils: Yatak yağları; Bkz. lubricating oils. bedplate: 1) Mot, Pist. Buh. Mak. tüm ağırlığı taşıyan
bearing, needle: Bkz. needle bearing. ve onu döşek ya da faundeyşına bağlayan en alt
bearing, piston pin: Bkz. piston pin bearing. parça; alt karter; bedpleyt; Mot. çoğu zaman yağla
bearing pressure: Bkz bearing load. ma yağına depoluk eder, köprüleri ve palamar yatak
bearing puller: Yatak çektirmesi. ları ile krank milini taşır.
bearing rest: Yatak taşıyıcısı. bedrock: 1) güvenli döşek veya faundeyşın. 2) en alt
bearing, roller: Bkz. roller bearing. kısım. 3) temel prensip veya ilkeler.
bearing saddle: Diz, Mot. palamar veya krankşafi beeswax: 1) balarılari tarafından üretilen ve petekle
ana yataklari alt sellerinin oturduklarir kısım; Gem. rin yapımında kullanılan donyağına benzer bir mad
Mak. bedpleyt girderi. de; balmumu; mum, cila vb. i maddelerin yapımında
bearing safeguard: Bkz. bearing watchdog. kullanılır. 2) balmumu ile cilalamak vb. i.
bearing shell: Yatak seli; Mot. genellikle iki yarim si beetle: 1) çoğu zaman ağaçtan yapılan ağır çekiç; ka
lindir parçası şeklinde, çelik veya bronz ve bazan ma ve pinleri yerlerine sokmak toprağı sıkıştırmak
alüminyumdan yapılan ve iç yüzeyi beyaz metal vb. i için kullanılır. 2) ağır ağaç tokmak.
Bkz. white metal ile kaplı yatak; Bkz. Satco shell, beat sugar: Pancar şekeri; şeker pancarından çıkarı
trimetal shell vb. lan şeker; sükroz veya sakkaroz; kimyasal simgesi,
bearing shim: Yatak layneri; Bkz. bearing liner. C12H22O11.
bearing surface: Yatak yüzeyi; yatağın taşıma yüze befog: 1) sisle kaplamak; sisli yapmak. 2) görmek ve
yi- ya anlamayı zorlaştırmak.
bearing, tapered roller: Bkz. tapered roller bearing. begohms: Elekt. bir milyar Ohm'a eşit olan bir direnç
bearing watchdog: Diz. Mot. bozulmuş krankpin ve birimi.
palamar yatağı tarafından, krankşaft tehlikeye düşü bel: Rady. Telg. güç oranlannı logaritmada belirtmek
rüldüğü zaman, makineyi hasardan korumak üzere, için bir birim; 10 desibel.
derhal ve otomatik olarak kapatmak üzere dizayn bell: 1) kampana; zil; çıngırak. 2) şekli kampanaya
edilen bir sistem; bearing safeguard şeklinde de benzeyen herhangi bir çiçek, korna vb. i.
kullanılır. bell buoy: Canlı şamandra; dalgalarin etkisiyle hare
bearing wear: Yatak aşınması. ket ettikçe ses veren bir şamandra.
bearing wear micrometer: Yatak aşınma mikrometre bell-crank: Manivela; mafsal; dirsekli mafsal.
si; derinlik mikrometresi; buhar türbinlerinin rotor- bell-crank housing: Mot. volan mahfazası; kavrama
şaft yataklarının aşınma miktarını saptamak, rotorun kapağı; debriyaj mahfazası.
radyal durumunu kontrol etmek için kullanılan mikro bell-crank lever: Dirsekli manivela.
metre; rotorşaft yataklan üzerinde bulunur. belleville-spring: Diz. Mot. orta ve yüksek devirli mo
beat: 1) Rady. farklı frekanslardaki iki dalgayı birleştir torlarda supap rotatorunda Bkz. rotocap bulunan ve
mek ve böylece ikisinin arasındaki farka eşit ek bir her açılışta onu 15° döndüren yay; bellevil yayı.
frekans üretmek. 2) Akust. birbirine yakın iki sesin bell glass: Bkz. bell jar.
oluşturduğu ritmik çatışma sesi. 3) Den. yelken sey bell-in-vacuo: Vakum içersinde sesin iletilmediğini is
rinde rüzgâra karşı ilerlemek; volta vurmak. 4) çekiç patlamak (kanıtlamak) için kullanılan bir cihaz.
ile yassilaştırmak veya şekil vermek; dövmek. 5) bir bell.jar: Çan şeklinde, camdan yapılmış bir kap; bel!
aletle tekrar tekrar çarparak veya çalkalayarak karış glass adı da verilir.
tırmak. bell metal: % 15-% 40 kalay kapsayan bakır kökenli
Beau de Rochas cycle: Bkz. Otto cycle. bir alaşım; çan metali; çan ve zil yapımında kullanı
Beaufort scale: Meteo. Bofor skalası; rüzgârın hızı lır.
nın, bir milden küçük olanı 0 ve 72 milden yüksek bellows: 1) basınç altında hava akımı sağlayan bir ci
olanı 12 kabul edilen bir rüzgâr kuvveti skalası. haz; körük; ateşi ve org borularını üflemek için kulla
beaverboard: Fiberden yapılan duvarlar, bölme vb. i nılır. 2) körüğe benzeyen herhangi bir şey; Kamera
yerlerde kullanılan yapay tahta (Ticarî bir marka). körüğü, akciğer vb. i.
becalm: Rüzgâr yokluğu nedeniyle hareketsiz kalmak bellows seal: Körüklü yağ Keçesi.
(yelkenli tekneler için söylenir). bell-ringing transformer: Zil transformatörü veya tra
becalmed: Den. hareketsiz kalmış; Bkz. becalm. fosu; binaların zillerine akım sağlamak için kullanı
Beckman thermometer: Bekman termometresi; cıvalı lan küçük, indirici bir transformatör Bkz. transfor-
cam bir termometre olup, çok küçük sıcaklık deği
bellows-type gauge 52 benzene

mer,
bending: Eğilme; bükme; kıvırma (demir işçiliği).
bellows-type gauge: Körüklü manometre; bu mano
bending machine: Bükme, kıvırma veya eğme maki
metrede esnek bir şekilde hazırlanmış olan körük,
nesi.
dış tarafını etkileyen basınçla sıkıştırılır veya yayı yar
bending moment: Eğilme momenti; esnek bir çubu
dımıyla genişletilir; körüğün alt tarafına yerleştirilen
ğun herhangi bir noktasında devam eden ve gerilme
bir ibre basıncın saptanmasına yardım eder.
yi oluşturan moment veya tork.
belly plug: Bazı alev borulu kazanların en ait kısmın
bending stress: Eğilme gerilmesi.
da bulunan bir boşaltma tapası olup, soğuk kazanla
bending test: Eğilme deneyi; bükülme deneyi.
rın sintineye boşaltılması veya yıkanarak çamur, kı
bendix-drive unit: Bendiks çalıştırma ünitesi; marş
sır vb. inden temizlenmesine müsaade eder.
motorunun sonsuz vida şeklindeki mili üzerinde ha
belt: Deri veya diğer malzemeden yapılmış kemer ve
reket ederek volan dişlisine geçen ve motorların ilk
ya kayış. 2) bunlara benzeyen herhangi dairesel bir
hareketlerini sağlayan ünite.
parça 3} bir geminin su kesim! civarında bulunan
bendix gear: Bendiks dişlisi; marş motorunun mili
bir sıra zırhlı saç; zirh kuşak. 4) geniş, hareketi bir te
üzerinde bulunan ve volan dişlisine geçerek motoru
ker veya kasnaktan diğerine aktaran veya bazı şeyle
harekete getiren dişli.
ri taşımak için kullanılan bant; sonsuz kayış. 5) kas
bendix spring: Oto. motor harekete geldikten sonra
naklar yardımıyla hareketi aktarmaya yarayan, genel
bendiks dişlisini geri, ilk durumuna çeken dişli.
olarak bezli lâstikten yapılan, düz ve V şekillerinde
bends: Anormal atmosferik basınçta, çok hızlı olarak
dairesel bir parça; Oto. vantilatör kayışı vb. i 5) bir ke
normal basınca geçen kişilerde oluşan kramplar; de
mer veya kayış ite bağlamak.
rin su dalgıçlarındaki vurgun; caisson disease adı
belt conveyor: Sonsuz kayış; sürekli kayış; türlü mad
da verilir.
deleri bir yerden diğer bir yere taşıyan mekanik bir
bend test: î) bir metalin haddeden çekilebilmesinin
taşıyıcı; özellikle çimento fabrikaları, kömür ve ma
saptanması deneyi; 2) bir kirişin veya çubuğun yük
den ocakları ve gemilerin dökme olarak yüklenme
altında eğilmesinin saptanması; eğilme deneyi veya
sinde kullanılır.
testi.
beft drive: Kayışla çalıştırma; kayışla tahrik; kayışla
Benedict metal: Benedik metal; Admiralti metallerle
hareket verme; bir kasnak ve düz ya da V kayışı ile
aynı amaç için kullanılır.
çalıştırma.
Benedict's reagent: Şekerlerin varlığını saptamak
belt-driven: Kayışla çalıştırılan veya tahrik edilen.
için kullanılan mavimsi bir çözelti; Benedik miyarı ve
belt efficiency: Kayış verimi; düz kayışlar için % 95
ya belirteci.
ve V kayışlar için % 96 dolaylarındadır.
benefication: Metal cevherlerini damıtma bakımın
belt fastener: Kayışın iki ucunu birleştirmeye yarayan
dan daha elverişli hale getiren herhangi fiziksel veya
tel; kayış raptiyesi.
kimyasal bir işlem.
bel t flat: Düz kayış; enine kesiti genellikle dikdört
bent: 1) düz olmayan; eğrili; kavisli; kıvrık. 2) meyil
gen veya kare şeklinde olar, kayış; verimi % 95 do
veya eğilim; temayül.
laylarındadır.
bent hook: Ma/r. aşın yük nedeniyle bükülmüş kanca
belt guide: Kayışın kasnaktan çıkmasına engel olan
(tekrar düzeltilip kullanılmamalıdır.)
siperlik; kayış gayıtı.
benthos: Deniz yatağının yüzeyi veya deniz dibi Bkz.
belt, leather: Bkz. leather belt: Deri kayış ya da ke
sea bottom.
mer.
benthoscope: Deniz yatağı veya dibi araştırmaları
belt line: Demiryolu, troleybüs vb. i gibi elektriksel
devre yapan hat. için yararlanılan ve bir tekneden kablo ile indirilen
küre şeklinde deniz aracı.
belt pulley: Sonsuz kayış makarası; kayış kasnağı;
Bkz. belt conveyor. bentonite: Kimy. bentonit; büyük bölümü hidratize
belt saw: Şerit testere; bir elektrik motoru tarafından alüminyum silikat olan volkanik kökenli bir kil.
çalıştırılan dairesel bir testere. bent-tube boiler: Kıvrık boruları olan bir su borulu ka
zan; A ve D türü su borulu kazanların büyük bir bölü
belt sheave: Bkz. belt pulley,
müne verilen genel isim.
beti tension: Kayış tansiyonu veya gerginliği.
belt tightener: Kayış gericisi. benz-: Bkz. benzo-.
belt, V: V kayışı; enine kesiti V şeklinde olan kayış. benzaldehyde: Benzaldehit; berrak, hoş kokulu bir sı
vı, C 6H 5CHO; acı badem yağında bulunur ve boya
bench: Tezgâh; takım tezgâhı. maddesi, parfüm vb. i yapımında kullanılır.
bench drill: Matkap tezgâhı; masa matkabı; el veya benzedrine: Benzedrin; amfetamin C H CH2 CH
6 5
elektrik motoru ite çalıştırılan bir tezgâh. (NH )CH ; efedrin türevi; burun tıkanıklıklarını gider
2 3
benching: Kademeli işleme veya aşamalı işleme; had mek için kullanılan, solunabilir ve merkezi sinir siste
deleme. mini uyarıcı bir madde (Ticarî bir marka).
bench mark: Pozisyon ve yükseltisini belirlemek ama benzene; Siv. Yük. benzen; renksiz, saydam veya be
cıyla surveyor (uzman) tarafından konulan sabit bir yaz kristalli bir sıvı, C 6 H 6 ; nem alıcı olmayan,
işaret; değerlendirme işareti. daya nıklı, insan sağlığı için zararlı, yangın tehlikesi
bench photometer: Tezgâh fotometresi; parçalan op olan bir bileşik; 20°/40°C'de öz.ağ. 0,8790; k.n.79.8-
tik bir tezgâh gibi düzenlenen bir fotometre. 81°C; d.n.5,5°C; 20°C'de viskozitesi 0,74 cP;
bench yoke vice: Boru mengenesi. gemilerde 7°-30°C' sıcaklıkta ve atmosferik basınçta
bend: 1) bir cismi eğri veya kıvrık yapmak. 2) eğmek; taşınır; bir çok boya ve diğer organik bileşiklerin
eğilmek; çarpılmak. 3) Den. pozisyonunda bağla yapımında ve hayvansal yağların çözücüsü olarak
mak {yelken ve halatlar için söylenir). kullanılır.
benzene ring (or nucleus) 53 Besseme r steel

benzene ring (or nucleus): Benzen çemberi; aroma-


no. 97.
tik organik bileşiklerin moleküllerinde bulunduğuna
berline: Bazı otolarda ön koltuk ile arka koltuk arasın
inanılan ve 6 karbon atomundan oluşan yapısal bir
daki cam bölme; berlin biçiminde de yazılır.
kütle; benzen molekülündeki 6 atom hidrojenin çem
Bernouilli effect: Bernulli etkisi; daralan bir tüpte ve-
bere ve her karbon atomuna bağlı olduğuna inanılır,
ya boruda, tüpün daralan kısmından geçişte sıvının
takat benzen türevlerinde bir ya da daha fazla hidro
basıncında düşme, fakat geniş kısımlarında tekrar
jen atomu, diğer elementlerin atomları veya atom
yükselme etkisi.
grupları olarak yer değiştirir.
Bernouilli's equation: Bernulli formülü; yüksekliği z
benzidine: Beyaz, kristalli organik bir baz; benzidin, metre, basıncı p at ve hızı v m/s olan bir kilogram
NH 2 C6 H4 C 6 H 4 NH 2 ; belirli boyaların yapımlannda
ağırlığındaki bir sıvının toplam enerjisini veren for
kullanılır. 2

benzine: Benzin; renksiz yanıcı, sıvı bir karboniu hid mül: E = Z+p/7 + v /2g (kgm.Nm).
rojen karışımı; ham petrolün damıtılmasından elde bernouilli formulae : Bernulli formülü; Bkz. Bernouil
edilir ve motor yakıtı, yağ çözücüsü ve kuru temizle li's equation.
yici olarak kullanılır. Bernouilli principle: Bernulli ilkesi ya da prensibi;
benzo-: Benzen'e ait bir önek; benz- olarak da kulla düzgün akım koşullarındaki bir sıvının herhangi bir
nılır. noktasında birim kütlenin enerji miktarı sabittir; bu
benzoate: Benzoat; benzoik asitin bir tuzu veya este enerji miktarı basınç enerjisi ve yükseltilmiş potansi
ri. yel enerjinin toplamına eşittir.
benzoic: Benzoin'den türeyen; benzoine ait; benzo Bernouilli theorem: Bernuilli teoremi ya da varsayımı;
ik. bir borudan geçmekte olan bir sıvının hızı, eğer her
benzoic acid: Benzoik asit; beyaz, kristalli bir orga hangi bir noktada çoğalırsa, o noktada sıvının basın
nik asit; Simg. C6 H5 COOH; ticarî olarak tolüen'den cı düşer ve birim kütlenin enerjisi sabit kalır.
üretilir ve antiseptik ya da koruyucu olarak kullanılır. berth: 1) denizde yeterli alan; 2) demirleme ve bağla
benzoin: Benzoin; 1) Sumatra ve Java'daki belirli ma sahası. 3) bir gemi için demirleme yeri. 4) du
ağaçlardan elde edilen reçine kıvamında bir madde; rum, yer, görev, ofis vb. i 5) bir gemi kamarasında
parfüm yapımı için ve tıpta kullanılır. 2) defne ailesin olduğu gibi yatak veya ranza ya da yataklı bir va
de benzer bir ağaç veya herhangi bir bodur bitki. gon. 6) kızağa koyma (gemi, tekne vb. i).
benzol: Benzol; kömür katranının damıtılmasından el Berthelot's law: Bertole kanunu veya yasası; "Kazan
de edilen bir ürün; % 70 benzen (C 6 H 6 ), % 20 tolu- ocağında yakıtların yanıcı elemanlarının oksijenle bir
en (C 7 H8 ) ve % 10 ksilenden CS H 4 (CH 3 ) 2 oluşur; leşmesi sonucu üretilen ısı enerjisi, yanmanın sonun
vuruntuya karşı nitelikte oluşu nedeniyle içten yan da üretilen ürünlere bağlıdır."
malı makinelerde kullanılır; en önemli sakıncası ak Berthollide compounds: Bertolit bileşikleri; Kimyasal
ma noktasının -5,5°C dolayında oluşudur; karbüra bileşimleri, moleküllerdeki atomların basit oranına
törlü makinelerde benzine en fazla % 40 kadar katıla uymayan bileşikler; Bkz. nanstoichiometric compo
bilir. und.
benzophenone: Benzofenon; beyaz kristalli, keton sı berthing space: Bağlama yeri; bir geminin bağlama
nıfına giren bir organik bileşik, C6 H5 COC 6 H 5 ; kalsi iskelesi.
yum benzoatın damıtılmasından elde edilir ve diğer beryl: Beril; çok sert, parlak bir mineral; berilyum kay
nağı; berilyum alüminyum silikat, Be 5Al 2(Si0 3 ) 6;
bazı organik bileşiklerin oluşumunda ara maddesi emerald ve akuamaren belirin birkaç farklı türünden
olarak kullanılır. ikisidir; renkli altıgen kristaller şeklinde bulunur.
benzoyl: Benzoil; benzoik asit ve belirli asit türevlerin beryllia: Nük. Ener. berilyum oksit; seramiğe benzeyi
de bulunan tek değerli bir kök; Simg. C6 H5 CO. şi ve nötron tutma etki kesitinin alçak olması nede
benzyl: Toluenden türeyen organik bileşiklerde bulu niyle nükleer reaktörlerin bazı kısımlarının yapımın
nan tek değerli bir kök; benzil, C 6 H 5 CH2 . da moderator veya reflektör (yansıtıcı) olarak kullanı
bepaint: 1) boya ile kaplamak. 2) boyamak. lan bir madde.
berberin: Bkz. Berberine. beryllium: Berilyum; sert, nadir, metalik kimyasal bir
berberine: Acı, sarı renkli bir alkaloit; berberin, element; sadece bileşikler şeklinde bulunur; bir çok
C 20 H 17 NO 4 .6H 2 0 veya C 2 0 H 1 9 N0 5 .6H 2 0; metalle, örneğin bakır ve nikelle sağlam alaşımlar
sarıçalı oluşturur; Simg. Be; at.ağ. 9,02; at.no.4; eski adı clu
veya diğer bitkilerden elde edilir, boya maddesi ve um.
ilâç yapımında kullanılır. Bessemer converter: Bessemer konvertörü; içersine
berg: Bkz. iceberg; buzdağı. hava püskürtülerek demirin yabancı maddelerinin
Bergius process: Bergius işlemi; bir katalizör ile çok yakılarak çeliğe dönüştürüldüğü, yumurta biçiminde
yüksek basınç ve sıcaklıkta hidrojenle birleştirerek bir çelik ocağı; Bessemer dönüştürücüsü.
kömürden sıvı yakıtlar elde edilmesi işlemi. Bessemer furnace: Bessemer fırını veya ocağı; Bes
Berkeley-Hartley osmometer: Ozmotik basıncı ölç semer çeliğinin elde edildiği ocak ya da fırın.
mek için kullanılan bir cihaz; Berkeley-Hartley ozmo- Bessemer pig: Bessemer pig'i; Bkz. pig iran.
metresi; yüksek basınca dayanıklı ve dolayısıyla uy Bessemer process: Bessemer işlemi; Bessemer dö
gun biçimde yapılmış, bir basınç ölçeri ve içinde bir nüştürücüsü içine püskürtülen hava yardımıyla, ya
diyaframı bulunan bir cihaz. bancı maddeleri yakılan dökme demirin çeliğe dö
berkelium: Amerikyum'un yüksek enerji düzeyli alfa nüştürülmesi işlemi.
tanecikleri ile bombardman edilmesiyle elde edilen Bessemer steel: Bessemer çeliği; Bessemer işlemi
radyoaktif bir kimyasal element; berkelyum; doğada ile yapılan çelik.
serbest olarak bulunmaz; Simg. Bk; at.ağ. 243; at.
Bessemer steel process bichloride of mercury

Bessemer steel process: Bessemer çelik (yapım) bev: Milyar elektron volt türünden bir enerji birimi;
iş lemi. Bkz. billion electron volt.
best economy mixture: Bern. Mot. en iyi ekonomi bevatron: Bevatron; protonların ve diğer atomsal ta
karışımı; 3. ve 4. viteste kullanılan fakir bir karışım; neciklerin 10 milyardan fazla elektron volt hızlandırı
yaklaşık olarak 16 birim hava ve 1 birim benzinden cısı; nükleon biliminde kullanılır.
oluşur; Maximum economy mixture adı da verilir.
best power mixture: Benz. Mot. en iyi güç
karışımı; Oto. 1. ve 2. viteste karbüratörün
oluşturduğu zen gin karışım; yaklaşık olarak 12
birim hava ile bir bi
rim benzinden oluşur.
beta: 1) Grek alfabesinin ikinci harfi (jS, B). 2)
Astr.
herhangi birtakımyıldızın, ikinci en parlak yıldızı.
beta decay: Beta bozunması; iki nüklidin
değişmesi olup, sonuçta atom numarası ± 1 kadar
değişir, fa
kat kütte sayısı sabit kalır; atom numarasının
artması negatif beta taneciğinin yayılması ve
azalması ise bir pozitif beta taneciğinin yayılması
ile oluşur.
beta disintegration: Bkz. Beta
decay.
beta-emission: Beta yayılması; çekirdek tarafından
bir beta parilkülü çıkarma (yayma, neşretme)
işlemi; nötronlar değişir, proton ve elektronlar
verilir.
beta emitter: Nük. Ener. beta emitörü veya
çıkarıcısı; bir beta taneciği çıkararak parçalanmaya
neden olan radyonüklit.
betain: Bkz.
betaine.
betaine: Kimy. kristalli, alkalin, organik bir bileşik,
(CH3)3NCH2 COO; şeker pancarı yapraklarının ve
diğer bitki ürünlerinin artıklarında bulunur; betain.
betameter: Betametre; beta ışınlarinı ölçmek,
araştır mak veya saptamak için kullanılan bir cihaz.
betanaphthol: Betanaftol; naftolun renksiz, kristalli
bir izomeri; tıpta antiseptik ve parazit öldürücü ola
rak kullanılır.
beta partide: Nük. Ener. beta taneciği veya
partikülü; hızı ışık hızının % 90'ina kadar olan,
yüksek hızlı bir elektron; ince meta! levhalardan
(folyolardan) geçer ve içinden geçtiği gazları
iyonlaştırır, beta bozunma sı sırasında yayılan bir
negatif veya pozitif elektron (pozitron); beta ışınlari
şeklindeki elektronlardan bi ri.
beta rays: Nük. Ener. beta ışınları; beta taneciği ile
eş anlamlı; radyoaktif maddelerin ışınları olup 48
000-289 600 km/saniye hızla hareket eden elektron
lardan oluşur.
beta-ray spectrometer: Beta ışını spektrometresi;
be ta taneciklerinin ve ikinci dereceden
elektronların enerji dağılımını belirtmeye yarayan
bir cihaz.
betatron: Betatron; bir elektro mıknatısın kutupları
arasına yerleştirilmiş bir vakum tüpü; çok yüksek ge
çirgenlik veya nüfuz gücü olan X ışınları gibi yüksek
enerjili elektron ışınları üretmeye muktedir bir elek
tron hızlandırıcı; nükleer araştırmalar için kullanılır.
beta uranium: Beta uranyum; Bkz. uranium.
beton: Çakıl ve çimentodan yapılan karışım; beton.
betonite: Betonit. 1) yumuşak, gözenekli ve
volkanik küllerden elde edilen ve hava etkisiyle
değişebilen bir ürün; ABD'nin Montana Eyaletinde
bulunmuştur,
2) koruma amacıyla binalarin dış cephelerinde
kulla nılan bir ürün (Ticarî bir marka).
bevel: 1) hareketli kolu olan bir cetvelden oluşan gerili mi referans olarak, bir elektrota uygulanan
bir alet; açıları ölçmek, markalamak ve yüzeyleri sabit geri lim. 3) iki bölgeli diotları sırt sırta
belirli bir açıda tespit etmek için kullanılır; bevel bağlanmış gibi gö rünen bir transistor. 4) Bilgisay.
square adı da verilir. 2) dik açı dışında kalan sapma
herhangi bir açı. 3) Den. posta kenarinın diğer bias cell: Süresiz olarak 1,5-1,75 voltluk açık devre
kısımlarla oluştur duğu açı. 4) dik açı dışındaki bir gerilimi sağlamaya muktedir, küçük bir elektrik pili.
açıda kesmek. beveled piston rings: Meyilli piston biaxial: Bazı kristallerde olduğu gibi iki eksene sahip
segmanları; Diz. Mot. bazı makinelerde kullanılan, olan; iki eksenli.
bazan sadece alt ve çoğunlukla hem alt ve hem bibasic: Bkz. dibasic.
de üst yüzeyleri me yilli olan kompresyon bibb: Den. bir gemi direğinin gurcetasını taşımak için
(sıkıştırma) segmanları. kullanılan ahşap braket ya da bayrak.
bevel gear: Konik dişli; eksenleri aynı düzlemde
bibcock: Borusu aşağıya doğru eğilmiş musluk; lava
bulu nan, fakat aralarında 180°'den küçük açı
bo musluğu.
bulunan, milleri birbirine bağlamak için kullanılan
bi-bivalent: Kimy. iki değerli iyona ayrılma
bir çift ko nik dişli. 2) aks veya mil dişlisi. 3)
(elektrolit ler için söylenir).
ayna dişli.
bibulous: Yüksek emicilikte (madde).
bevel gear pinion: Oto. ayna dişli
bicarbonate: Kimy. bikarbonat; HC03 k ö k ü
mahrutisi. kapsayan karbonik asit tuzu.
bevel pinion gear: Oto. küçük ayna mahruti dişlisi. bicarbonate of soda: Sodyum bikarbonat; pişirme
bevel ring gear: Büyük ayna mahruti çember sodası; yemek sodası; Kon. Dili. karbonat
dişlisi. bevel washer: Meyilli rondela veya pul. bice: 1) grimsi mavi; maviden biraz daha koyu
bevel wheel: Bkz. bevel gear. (renk). 2) azuritten yapılan grimsi mavi pigment
bezel: Lâmba çerçevesi. ve ya boya maddesi. 3) seyrek olarak yeşil renk
bhp: Bkz. brake veya pigment ya da boya maddesi.
horsepower. Bi: Bkz. bicentenary: 1) 200 yıllık bir periyot. 2) Bkz.
bismuth. bicen tennial. 3) iki yüz yıllık bir periyota ait.
bi-: 1) 2 anlamında bir önek. 2) Kimy. dibazlk bir bicentennial: 1) 200 yılda bir oluşan. 2) 200 yıl
asi- süren ya da devam eden. 3) 200.yıldönümü. 4)
tin asit tuzu; örneğin sodyum bisülfat, NaHS03. bunun kut lanması.
biangular: İki açılı; iki açıya sahip olan. bichloride: 1) diğer elementin her iki atomu için
biannual: Yılda iki kere olan; yarım yıllık; Bkz. iki atom klor kapsayan ikili bir bileşik; diklorür. 2)
bienni al. Bkz. bichloride of mercury.
biannually: Yılda iki kez veya iki bichloride of mercury: Dezenfekte edici olarak kulla
defa. nılan zehirli bir cıva bileşiği, HgCl2; corrosive subli
bias: 1) katota göre bir vakum tüpünün ızgarasının mate adı da verilir.
or talama potansiyeli. 2) Rady. çoğunlukla katot
bichromat e bimetalli c stea m tra p

bichromate: Bikromat; bikromat ile muamele etmek


bilge plate: Sintine saçı; sintine levhası.
veya karıştırmak.
bilge pump: Sintine pompası veya tulumbası; her ge
bichromate of potash: Potasyum bikromat (dikro-
minin kazan ve makine daireleri ile şaft tüneli, am
mat), K 2 Cr 2 0 7 .
bar vb. i sintine kuyularında biriken suları, pis su
bicolor: iki renge alt; iki renkli; çift renkli.
tanklarına basmak için kullanılan pompa.
bicolored: Bkz, bicolor.
bilge separator: Sintine seperatörü; sintinelerdeki pis
bi-color water gauge: iki renkli su seviye göstergesi;
ve yağlı suları temizleyerek denize basan ve atıkları
buhar kazanlarının su düzeyi veya fayrap seviyesini
pis su tankına veren temizleme cihazı; sintine (su
göstermek üzere makine santrallarına donatılmış bir
yu) ayırıcısı.
gösterge ya da cihaz.
bilge strake: Sintine dönümü kaplaması veya saç lev
biconcave: Her iki yüzü içbükey veya konkav olan.
ha sırası.
biconvex: Her iki yüzeyi dışbükey veya konveks
bilge strum box: Gem. Mak. sintine süzgeci; üstüpü,
olan.
köhne bez vb. i yabancı maddelerin sintine pompası
bicron: Metrenin milyarda biri (0,000 000 001 m); bik-
na geçmesini önleyen süzgeç veya streyner.
ron.
bilge suction: Sintine alıcısı; sintine pompasının, sin
bcycle: Bisiklet; bisiklete binmek veya onunla seya
tine kuyularından alıcısı.
hat etmek.
bicyclical: iki çevrim ya da saykıldan yapılmış olan. bilge system: Sintine sistemi; gemi bünyesindeki sin
bidirectional: İki yönlü. tine dereleri ve kuyularında toplanan küçük miktar
bifiliar: Mesafe ölçmek için kullanılan bazı belirli ci- daki suyun denize zararsız hale getirildikten sonra
hazlardaki gibi, iki vidaya sahip olan veya iki vidanın tekne dışına veya pis su tanklarına veren sistem; bir
kullanılması ile meydana gelen. pompa ve onun alıcı verici taraflarında bulunan birer
valf sandığı ile ana sintine devresi denilen ve tüm
biflex: İki eğri veya eğime sahip olan; iki eğrili.
sintine valflarına bağlı boru devresinden oluşur.
bifocal: Opt. bifokal; iki odağa sahip olan; iki odaklı.
bilge water: Geminin türlü sistemlerinde biriken deniz
big-bang hypothesis: Tüm maddelerin önceleri tek
suyu, kirli ve yağlı su vb. i; sintine suyu.
bir dev atom çekirdeğinde yoğuşmuş olduğu ve pat
bilge well: Sintine kuyusu; gemilerin ambar, kazan
layıp gelişerek görünen evreni oluşturduğu kabul
dairesi, makine dairesi vb. i sintinelerinde suların bi
edilen hipotez veya varsayım; büyük patlama hipote
rikmesini sağlayan kuyu veya kuyular; sintine pom
zi.
pasının alıcı tarafındaki valf sandıklarına bağlanmış
big end bearing: Biyel ya da piston kolunun alt veya
lardır.
büyük ucundaki yatak; kol yatağı; krankpin yatağı;
bilinear: iki çizgiye sahip olan; iki çizgili.
piston kolunu krank pine bağlayan yatak.
billboard: Den. demir yatağı; geminin başüstünde bu
bihourly: Her iki saatte bir.
lunan demirin yerleştirilmesi için yapılmış özel bir ya
bike: Bkz. bcycle.
tak.
bilander: Den. Hollanda sahilleri boyunca ve kanalla
billet: 1) genellikle kare şeklinde olan küçük metal çu
rında kullanılan iki direkli küçük bir gemi.
buk. 2) çıra parçası.
bilateral: 1) iki kenara sahip olan; iki yarım parçadan 9
billion: 1) ABD ve Fransa'da 10 veya 1 000 000 000
oluşan. 2) iki kenarı eşit olarak etkilenen. 3) bilateral
ya da milyar. 2) İngiltere ve Almanya'da trilyon (1
simetriye sahip olan; bilateral. 12

bilateral symmetry: Bir organizma veya bir madde 000 000 000 000); 10 . 3) dolar, sterlin vb. i bir mil
nin sadece bir düzlem tarafından bölünmesiyle olu yarlık para birimi. -
şan simetri; her iki parça hemen hemen ayna görün billion electron volt: 1 milyar elektron volta eşit bir
tüsüne eşittir; tüm omurgalılar bilateral simetri düzle enerji birimi; bev kısaltması ile belirtilir; Bkz. elec
mi ile iki simetrik parçaya bölünebilirler. tron-volt.
bilge: 1) Den. gemi teknesi ve ambarlarının alt yuvar billionth: 1) bir milyarlık bir seride sonuncu gelen;
lak kısmı; tekne dibinin bordaya döndüğü yerde, ge milyarına. 2) bir şeyin bir milyar eşit parçasından
mi içinde veya ambarda oluşan çukurluk; sintine. 2) herhangi biri. 3) bir şeyin birbirine eşit bîr milyar par
bir varil ya da fıçının yanal yüzeyinin en geniş kısmı. çasından biri.
3) durgun, yağlı ve pis suların birlikte bulundukları billon: Altın ve gümüşün büyük oranda diğer bir me
yer. 4) sintine basmak; sintine sularını dışarı veya tal, örneğin bakır ile yaptığı alaşım; bazı metal parça
slop tanka basmak. ların yapımında kullanılır.
bilge drainage: Sintine boşaltımı; sintine drejanı. bimetallic: iki metale ait; iki metal kapsayan; iki me
bilge injection valve: Sintineden alıcı valf; sintine alı tal kullanılan; iki metalli.
cı valfı; gemi serküleytin veya dolaşım pompasının bimetallic bearing alloy: iki metalden oluşan yatak
sintineden alıcı valfı; bir kaza sırasında gemi yara alaşımı.
alıp sintinelere su dolduğu zaman bu valf kullanılır, bimetallic element: Bimetalik eleman; eşit uzunluk
diğer zamanlar sıkıca kapalı tutulur. ve genişlikte ve lineer genişleme katsayıları değişik,
bilge keel (or piece): Yalpa omurga; gemi karinası birbirlerinden farklı özellikte metal levhalardan olu
nın her iki tarafına, boyuna yerleştirilen bir kiriş; ge şan bir eleman; metal levhalar sıcaklık değişimi ile
minin ağır yalpalarını önler. farklı bir şekilde genişlediklerinden sıcaklık ölçümün
bilge piece: Bkz. bilge keel. de ve buhar kapanlarında Bkz. steam trap kullanılır
lar.
bilge piping: Sintine devresi veya sisteminin boru do
nanımı; 7 bar basıncında hava ile test edilir veya de bimetallic steam trap: Bimetalik buhar kapanı; bime
nenir. talik elemanı bulunan buhar kapanı Bkz. steam
trap.
bimetalli c th e r m o gr ap h bioti n

bimetallic thermograph: Meteo. bimetalik termograf;


dilen, herhangi bir kuvvetten kısa cebirsel ifadelerin
genleşme katsayıları farklı iki metalin birbirine kay 2 2
açınımı için kestirme yol, örneğin (a + b) = a +
nak edilmesi ile oluşan termograf; sıcaklık değişimle 2

rini kayıt etmek için kullanılır. 2ab + b ; binomial teorem.


bimetallic thermometer: F/z. bimetalik termometre; bin system: Çimento, metalürji, demir yapım endüs
İki metalli termometre ya da sıcaklık ölçer. Birbirleri trileri ile buhar üretme sistemlerine büyük miktarda
ne perçinlenen bir parça pirinç ile demirden oluşur; pulverize kömür sağlayan sistem; kurutucu, pudra
ısındığı zaman iki metalli eleman, pirincin daha bü haline getirici ve taşıyıcıdan oluşur.
yük olan lineer genişleme katsayısı nedeniyle bükü binuclear: Bkz. binucleate.
lerek hareket eder ve bu hareket bölüntülenmiş ska- binucleate: iki çekirdek veya merkeze sahip olan ve
lada görülür. ya onlara ait; iki çekirdeğe sahip olan hücre.
bimotored: Bazı uçaklar gibi iki motora sahip olan; bioastronautics: Uzay tıbbı veya yaşam bilimlerinin
iki motorlu; çift motorlu. sivil havacılık ve uzay gezilerine uygulanmasını ince
bin: 1) kömürlük; ambar. 2) depo; silo. leyen bilim dalı.
binary: 1) iki parçadan oluşan; çift; ikili 2) bir elemen biocatalyst: Biyokatalizör; biyokimyasal tepkimeleri
tin oluşturduğu bileşik. 3) iki yıldızdan oluşan. 4) iki harekete getiren veya hızlandıran bir madde; koen-
metalin oluşturduğu alaşım. 5) Mate, iki değişkenli. zim, vitamin veya hormon.
binary alloy: iki metalden oluşan alaşım; iki metalli biochemical: Biyokimyasal; biyokimya ile ilgili veya
alaşım. ona ait.
binary digit: Elekt. ikili basamağı; ikili notasyon ölçe biochemist: Biyokimya konusunda uzman veya biyo
ğinde bir tam sayı. kimya öğrencisi; biyokimyacı.
binary stars: Astr, iki yıldız; gravite veya cazibe ola biochemistry: Biyokimya; bitkiler, hayvanlar ve onla
rak birbirlerini çeken ve kendi ağırlık merkezleri çev rın yaşamları ile ilgili kimya bilimi dalı; hayatî kimya.
resinde dönen iki yıldız. biocide: Canlı öldürücü: gemilerin deniz suyu dola
binary vapor cycle: Cıva ve buhar, buhar ve kükürt şım devrelerinde, ısı alıp veren cihazların deniz suyu
dioksit, difenil oksit ve su buharı kullanılarak elde taraflarında, ısı transferine engel olan yumuşakça,
edilen çevrim; ikili buhar çevrimi; binari buhar çevri deniz kabuklusu vb. i canlıları yoketrnek için kullanı
mi. lan kimyasal madde.
binary vapor turbine: İki buharlı türbin; cıva ve su bu biodegredable: Bakteriler yardımıyla veya bakteriler
harının aynı çevrimde kullanıldığı türbin. le ayrışabilen.
bind: Bağlamak; takılmak; takıntı yapmak; tutukluk biologic half-life: Radyobio. biyolojik yarılama süre
yapmak (supap vb. inin tutukluk yapması gibi). si; yaşayan bir doku, organ vb. i içine alınan, belirli
binder: Bağlayıcı madde; bağlayıcı. miktardaki maddenin yarısının, bunlar tarafından bi
binding: bağlama; bağlantı. yolojik olaylar sonucu tüketilmesi için geçen zaman
Bkz. half-life.
binding energy: 1) bir molekül ya da atomun pozitif
veya negatif şarjlı kısımlarını ayırmak için gerekli biologic hole: Biyolojik delik veya oyuk; bir reaktö
enerji, 2) yapışma veya kohezyon kuvvetini yenmek rün aktif bölgesinde bulunan ve radyasyonların veya
ve bir katıyı çıkarmak için gerekli enerji ya da erke. nötronların etkisi hakkında denemeler yapmak ama
binding post: Volta pilinde iletkenlerin bağlanabildiği cıyla içine hayvan ya da bitkiler yerleştirilen oyuk.
diş çekilmiş cıvata veya somun. biological shield: Nük. Ener. biyolojik koruyucu; biyo
binding wire: Bağlama teli; buhar türbinlerinin çevre lojik kalkan; fizyon sırasında üretilen öldürücü radyo
ye yakın bir bölümünden kanatları birbirlerine bağla aktiviteyi azaltmak için reaktörü tümü ile çevreleyen
yarak titreşimi azaltan ve kanat dayanıklığını sağla veya örten bir koruyucu.
yan tel; tüm kanatları birbirlerine bağlar; daha çok biological shield: Nük. Ener, biyolojik koruyucu; biyo
reaksiyon türbinlerinde kullanılır. lojik kalkan; fizyon sırasında üretilen öldürücü radyo
bing: Kömür ocaklarından çıkan atık madde. aktiviteyi azaltmak için reaktörü tümü ile çevreleyen
binnacle: Den. genel olarak dümene yakın olarak yer veya örten bir koruyucu.
leştirilmiş kapalı bir dolap; pusula dolabı. biological warfare: Biyolojik savaş; düşman orduları
binocle: Dürbün, teleskop vb. i iki gözle kullanılmak veya sivillere karşı hastalık yapan mikroorganizma,
üzere yapılmış bir cihaz. zehir vb. leri kullanılarak yapılan savaş.
binocular: iki gözle aynı anda kullanılmak için; Bkz, bioluminescence: Işıklı balık, ateş böceği, bazı bakte
binoculars. riler gibi, canlı organizmalar tarafından üretilen ışık;
binoculars: 1) iki gözle aynı anda kullanılan dürbün; biyolojik ışık.
çiftli dürbün. 2) opera dürbünü veya gözlüğü. bionics: Biyonik.
binomial: 1) iki terimden oluşan, + ve - işaretleri ile bioscope: Film makinesi; sinema projektörü.
birbirine bağlı olan matematik eşitlik ya da ifade. 2) biosphere: Biyosfer; Dünya ve atmosferin canlılar
bir bitki ya da hayvanın bilimsel adı. 3) iki isme sa için yaşanabilir bölümü veya kısma; canlı küre.
hip olan. 4) iki terimli. biosynthesis; Biyosentez; canlı organizmalar tarafın
binomial expansions: Binomial veya iki terimlilerin dan elementler veya daha basit maddelerden kimya
2 2 sal bileşikler üretimi; bitkilerde CO2 ve su ile nişasta
açınımı: (a ± b)2 = a ± 2ab + b örneğinde oldu
nın biyosentezi gibi.
ğu gibi.
biotin: Biyotirı; karaciğer, yumurta sarısı ve bira maya
binomial equations: Mat. aralarında + veya - işareti
sında bulanan, bakteri geliştiren bir faktör,
2
bulunan iki terimli eşitlikler, örneğin (a+b) gibi. C10H16O3 N2S; H vitamini; yokluğu deri iltihabı ya
binomial theorem: Sir Isaac Newton tarafından keşfe da dermatilis'e neden olur.
Biot's hemisphere 57 blacking
kap tezgâhının delen kısmı; matkap; matkap ucu. 5)
Biot's hemisphere: Bir iletkenin dış yüzeyindeki parça; lokma; burgu. 6) Bilgisay. bit.
elektrostatik şarjı gösteren bir cihaz. bit brace: El matkabı.
bipartite: İki parçaya sahip olan; iki parçalı. bitartrate: Bitartarat; asit tartaratı; sudaki çözeltisi hid
biphenyl: Kimy. molekülünde çift fenil grubu bulunan rojen ve tartarat iyonları üreten bir elementin bileşiği
beyaz, kristalli bir karbonlu hidrojen, C6 H5.C 6 H5 ; veya kök.
bifenli; difenil. biting: Mak. diş yüzeyleri aşın aşındığı zaman çalıştırı
biplane: iki kanatlı uçak. lan dişlinin çalışan dişlinin diş dibine çarpması; yağ
bipolar: 1) iki kutba sahip olan; iki kutba ait; iki kutup lama bozulur, sıcaklık yükselir ve dişlerde plâstik bo-
lu. 2) Dünyanın her İki kutbuna veya kutupsal bölge zunma veya deformasyon oluşur.
lerine ait. biri: Den. güverteye yerleştirilen ve genellikle iki tane
bipolar electrode: ikincil veya sekonder elektrot; me olan, çevresine halat ve zincir sarilan veya halat ya
tal kaplama banyosunda bulunan ve bir yüzü anot, da palamar bağlanan, dökme demirden yapılan silin
diğer yüzü ise katot olarak etkiyen bir elektrot; iki ku dirsel parça; baba; bita veya bite.
tuplu elektrot; bipolar elektrot. bittern: Deniz suyundan yemek tuzunu kristalleştirip
biprism: Işıkları yararak aynı kaynaktan iki görüntü el ayrıştırdıktan sonra geri kalan magnezyum, bromür
de etmek için kullanılan geniş açılı bir prizma. ve iyot bileşikleri kaynağı olan çözelti veya sıvı.
bipropellant: Yanma odasına pompalanıncaya dek bitume: Bitüm; katran bulaşmış veya üzerine katran
ayrı tanklarda depolanan yakıt ve oksitleyiciden olu sürülmüş.
şan bir sıvı roket makinesi (motoru). bitumen: Sert asfalt ve katran kapsayan yanıcı bir kar
biquadrate: Mafe. karenin karesi; dördüncü kuvvet; bonlu hidrojen karişımı; katran; ziftlemek.
quadratic olarak da kullanılır. bituminate: Bitümleme; bitüm ile bağlama, yapıştır
biquadratic: 1) dördüncü kuvvete ait. 2) dördüncü de ma, bilüm ile doldurma veya bitümlü hale getirme.
receden cebirsel eşitlik. bituminize: Katran veya zift ile doyurmak; katran ya
biquadratic equation: Dördüncü dereceden cebirsel da zifte dönüştürmek.
4 3 2
eşitlik, örneğin: x +Ax + Bx +Cx+D = 0 veya

4 3 2
y + py + qy +ry+s = Ovb. i eşitliklerden herhangi bituminous: 1) katran veya zift tabiatında olan. 2) kat
biri. ran veya ziftten yapılmış; katran veya zift kapsayan;
bisect: 1) ikiye bölmek. 2) Geo. birbirine eşit iki par katranlı veya ziftli.
çaya bölmek. bituminous coal: Katranlı kömür; yakıldığı zaman zift
bisection: 1) ikiye bölme veya ikiye bölünmüş. 2) İki ya da katran veren bir tür kömür; yumuşak kömür.
ye bölen bir doğru. 3) birbirine eşit iki parçadan her bivalence: İki değerli olma durumu veya niteliği; iki
hangi biri. değerlilik.
bisector: Bisektör. 1) İkiye bölen şey. 2) bir açı veya bivalency: Bkz. bivalence,
doğruyu ikiye bölen bir doğru; açı ortay. bivalent: Kimy. iki değere sahip olan; divalent şeklin
bismouth: Bizmut; sert, kırılgan, grimsi beyaz renkli de de yazılır.
kimyasal metalik element; yaygın olarak düşük eri bivalve: iki valfa sahip olan; iki valflı; iki süpaplı.
me noktasına sahip alaşımlar yapımında kullanılır; Bk: Bkz. Berkelium.
Simg.Bi; at.ağ. 209,00; at.no.83. bl.: Bkz. 1) bale; bales. 2) barrel; barrels. 3) black.
bismuthal: Bizmutlu; bizmut kapsayan. black: 1) beyazın karşıtı; siyah. 2) tam olarak ışıksız;
bismuthic: Beş değerli bizmut kapsayan. karanlık. 3) siyah elbise giyme. 4) en koyu renk. 5)
bismuthous: Üç değerli bizmut kapsayan. bu rengin noktası. 6) bu renkte boya veya boya
bismuth spiral: Bizmut spirali; manyetik flüksü ölç maddesi. 7) siyahlaştırmak.
mek için kullanılan, bizmut telinden yapılmış bobin; black ash: Löblan Bkz. Leblanc işleminden elde edi
bizmut bobini. len, saf olmayan sodyum karbonat; siyah kül.
bissextile: 1) bir artık yılın fazladan bir günü veya 29 black-body radiation: Verilen bir sıcaklıkta siyah bir
Şubat'ı belirten. 2) artık yıla ait. 3) koyu kahverengi. gövdeden ışınım veya radyasyon.
bistable: iki durumlu. blackburn pendulum: Blekbörn sarkacı; harmonik
bistoury: Tıp. küçük, çok keskin ameliyat bıçağı; bis hareketleri incelemek için kullanılan bir sarkaç; farklı
turi; neşter. periyotlarda dik açılarda iki yöne salınım hareketi ya
bistratum: iki katmanlı; iki tabakalı. pan bir pandül veya sarkaçtan oluşur.
bisulfate: Bisülfat; Kimy. sudaki çözeltisi hidrojen ve black-bulb thermometer: Fiz. siyah hazneli veya de
sülfat iyonları üreten bir elementin bileşiği veya kök. polu termometre; havası boşaltılmış bir cam örtü içi
bisulfide: Bkz. disulfide. ne yerleştirilmiş ve yatay olarak güneş ışınlarının et
bisulfite: Asit sülfiti; bisülfit; sudaki çözeltisi hidrojen kisine bırakılmış, siyah bir hazneye sahip cıvalı ter
ve sülfit iyonlari üreten bir elementin bileşiği veya mometre.
kök. blackdamp: Yanma ve patlama nedeniyle kömür
bisymmetric: Bkz. bisymmetrical. ocaklarında biriken karbondioksit; boğulmaya ne
bisymmetrical: Çift simetriye sahip olan; çift simetrili. den olur.
bisymmetry: iki simetriye sahip olma niteliği veya du black diamond: Maden kömürü; fosil kömür; kara el
rumu. mas.
bit: Bkz. binary digit. blacking: 1) döküm için düzgün bir yüzey sağlamak
bit: 1) bir anahtarın kiliti döndüren kısmı. 2) herhangi amacıyla tamamlanmış kalıbın yüzeyine sürülen
bir aletin kesici kısmı veya parçası, örneğin planya maddeler. 2) soba, ayakkabı vb. inde kullanılan si
kalemi gibi. 3) takımın veya aletin kendisi. 4) mat yah cila (vernik).
blackish 58 bl eac h er y
blade, stationary: Sabit veya hareketsiz kanat; irn
blackish: Bir dereceye kadar siyah. puls veya aksiyon türbinlerinde buharın sadece yö
blackjack: Maden, çinko sülfür; black jack şeklinde nünü değiştiren, reaksiyon türbinlerinde basıncını
de yazılır. düşürüp hızını yükselten (Max.340 m/s) ve keysin
black lead: Hemen hemen tümü ile karbon olan yu içine açılmış kanallara geçirilen kanat.
muşak, siyah bir madde; kurşun kalemlerde ve cila blade-tip: Kanat ucu. 1) Buh. ve Gaz. kanadın en üst
yapımında kullanılır; siyah kurşun; graphite adı da kısmı. 2) pervane kanadının en üst kısmı ya da ucu.
verilir. Blagden's law: Blagden kanunu veya yasası: "Sulu
black oils: siyah yağlar; 1) Bkz. steam cylinder oil. bir çözeltide donma noktasının düşürülmesi, çözelti
2) mazot, bazı dizel yakıtları ve motorinler gibi petrol deki çözünür maddenin miktarı ile orantılıdır".
ürünleri dahil ve rafine edilmiş yağlama yağları ha blanch: 1) beyazlatmak; rengini gidermek. 2) soluk-
riç, koyu renkli petrol ürünleri; siyah yağlar. laştırmak; soldurmak. 3) Metal, asit veya kalayla kap
black-out effect: Kuvvetli, kısa bir darbeden sonra bir layarak parlatmak.
vakum tüpünün geçici olarak duyarlığını kaybetme blank: Boş; boşluk.
si. blast: 1) Meteo. rüzgarın şiddetle esmesi; havanın
blacksmith: 1) örs, çekiç vb.i ile demiri döverek şekil kuvvetle akması. 2) ani olarak hızla akan hava ya da
verme, onarma işinde çalışan adam; demirci. 2) atla gaz sesi. 3) yapay olarak üretilmiş kuvvetli hava akı
rı nallayan adam; nalbant. mı. 4) yüksek fırın içindeki düzgün hava akımı. 5) di
blacksmith hammer: Demirci çekici. namit gibi patlama. 6) ani ve hasar veren bir etki. 7)
bladder accumulator: içinde azot veya diğer bir inert buna neden olan patlayıcı olgu. 8) bujileri temizle
gaz bulunan esnek bir kese ve onun çevresinde hid mek için, özel aracı ile zımpara kumu püskürtmek.
rolik sıvısı, gaz şarj bağlantısı, bir taraftan hidrolik blast air: Yüksek fırınlarda kullanılan ve yüksek fırın
pompasına ve diğer taraftan hidrolik sisteme bağla gazı ile çalışan bir gaz türbininin sağladığı hava; püs
nan bir akümülatör; keseli akümlatör; bazı dümen kürtme havası; yüksek fırın havası. 2) Esk. hava ile
sistemlerinde kullanılır. püskürtmeli makinelerde yakıtın silindir içine püskür
blade: 1) testerelerin metalden yapılmış kesici kısmı; tülmesini sağlayan yüksek basınçlı (60-70 bar) hava;
testere ağzı. 2) bıçak, pervane, kürek vb. inin geniş yakıt püskürtme havası.
ve yassı bölümü. 2) Oto. cam sileceğinin bıçağı. 3) blast furnace: Yüksek fırın; gerekli yoğun ısıyı sağla
bir araç, cihaz veya silahın kesici kısmı. 4) Mak. bu yabilmek için alt tarafından hava üflenen ve demiri
har ve gaz türbinlerinin hareketli ve hareketsiz kanat cevherinden ayıran kule görünümünde bir ocak ya
ya da kanatları. ) kılıç. 6) Bot. bir yaprağın yassı ve da fırın.
genişleyen kısmı. 7) Bot. bir bitki, özellikle çimenin blast furnace gas: Yüksek fırın gazı; demir cevheri
yaprağı. nin eritilmesi sırasında elde edilen bir yan ürün; yük
blade: Mak. kanat; buhar, gaz ve egzoz türbinlerinde sek fırında üretilen gazın 1/4'ü kendisi için gerekli
kullanılan, genel olarak paslanmaz çeliklerden yapı ve geri kalan 3/4'ü güç üretimi için makine yakıtı
lan, rotor ve stator çevrelerine donatılmış parçalar; olarak kullanılır; gazın yapısı ortalama % 3,5 hidro
hareketli veya hareketsiz kanatlardan biri. jen, % 5 metan, % 27 karbon monoksit, % 11 karbon
blade clearance: Kanat boşluğu veya klerensi: a) ha dioksit ve % 58 azottan oluşur; fazla hava katsayısı
reketli kanatlarla, hareketsiz kanat veya nozul diyaf % 21 ve alt ısı değeri 840 kcal/m3 tür.
ramları arasındaki boşluk; Bkz. axial clearance Buh, blast furnace slag: Yüksek fırın cürufu.
Türb. b) kanat tepeleri ile türbin keysi veya rotorşaft blast gate: Hava. aşırı doldurucu veya süperşarjerin
arasındaki radyal veya çap yönündeki boşluk; Bkz nozul kutusunda basıncı denetleyen bir cihaz; gaz
radial clearance. akımı kapısı.
blade curvature: Pervane kanatı için eğim veya ka blast heater: Fanlı hava sistemlerinde kullanılan bir
nat kavisi. hava ısıtıcısı.
blade efficiency: Kanat verimi (buhar ve gaz türbinle blast heating system: Bkz. fan heating system.
ri ile gemi pervaneleri için söylenir). blasting: Dinamit patlaması; patlama, infilâk
blade, hollow: İçi boş veya oyuk türbin kanatı; buharı blasting gelatin: Jöleye benzeyen, nitrogliserinli pa
en verimli şekilde denetlemek için ve düzgün geril muk barutu; çok güçlü bir patlayıcı.
me sağlamak amacıyla kullanılır. blast injection system: Bkz. air injection system.
blade loss: Kanat kaybı; buharın sürtünmesi ve hava blast-off (blastoff): Bir roket veya balistik füze vb.
nın direnci nedeniyle türbin kanatlarında oluşan ka inin fırlatılması.
yıp. blaze: 1) parlak bir kütle veya ateş. 2) herhangi bir
blade, moving: Hareketli kanat; aksiyon veya irnpuls parlak ışık. 2) hızlı ya da parlayarak yanmak; alev
türbinlerinde buharın hızını düşüren, reaksiyon tür lenmek. 4) yanmaya neden olmak. 5) parıldamak (ı-
binlerinde hem basıncı ve hem de hızını düşüren, ro şık vb.).
torun çevresine bağlı olan kanat ya da kanatlar. bleach: 1} kimyasal maddelerle veya güneş ışınları
blade projection: Kanat izdüşümü; merkezkaç veya nın etkisiyle rengini gidermek. 2) beyazlatmak; Bkz.
santrfüj pompa ve fanların, buhar ve gaz türbinleri blanch. 3) beyaz, renksiz veya soluk olmak. 4) ren
ve pervane kanatlarının izdüşümleri. gini giderme veya beyazlatma. 5) beyazlatma için
blade, propeller: Bkz. propeller blades. kullanılan herhangi bir kimyasal.
blade-root: 1) kanat kökü; buhar ve gaz türbinlerinde bleacher: Renk gideren veya beyazlatan kimse veya
kanatların rotor çevresindeki fatura veya kanala uy şey.
gun profilde olan kökü. 2) pervane kanadının göbe bleachery: Beyazlatma işleminin yapıldığı yer.
ğe bağlandığı kısım.
bl eac hin g po w d e r 59 block sys t e m

bleaching powder: Beyazlatma için kullanılan kalsi


başka işlemler veya korrozyon sırasında veya sonra
yum klorür veya herhangi diğer bir toz.
sı, bir metal yüzeyinde kabarcık şeklinde oluşan arı
bled (bleeder) steam: Bkz. bleed steam.
za.
bleed: 1) boşaltmak; akıtmak. 2) dizel motorları yakıt
blister tank: Hava. savaş uçaklarının, özellikle perva
sistemlerinin havasını çıkarmak. 3) fren devresinden
neli bombardman uçaklarının üst tarafında bulunan
hidrolik yağını boşaltmak.
ve içersine top ya da makineli tüfek yerleştirilen say
bleeder: Boşaltma ya da akıtma yeri.
dam oda veya hücre; taret.
bleeder pipe: Tahliye borusu; boşaltma borusu.
blk.: 1) block. 2) black. 3) bulk.
bleeder plug: Tahliye ya da boşaltma tapası.
blob: 1) küçük, yuvarlak damla veya kalın viskoz bir
bleeder resistance: Elektriksel iletişimde transforma
madde veya sıvı; damla. 2) renkli bir damla veya kü
törün ikincil ya da sekonder sargısına bağlanmış
çük bir kütle.
olan rezistans; yanıt eğrisi kontrol direnci.
block: î) Silindir blok Bkz. cylinder block. 2) herhan
bleeder turbine: Gem. Mak. iş elde etmek üzere
gi büyük, geniş bazan düz yüzeyli katı bir parça
türbi ne verilen buharın bir kaç kademede
ağaç, taş ya da metal. 3) taşıma veya dayanıklık art
genişletildikten sonra ısıtma amacı ile türbinden
tırmak için kullanılan herhangi katı bir rnadde. 4) bü
alınarak ısıtıcılara verildiği türbin; ara ısıtıcılı türbin.
yük, delikli tuğla; asmolen. 5) Den. bastika. 6) sin
bleeder valve: Tahliye ya da boşaltma valfı.
yallerle yönetilen demiryolunun boyu. 7) Kimy. etki
bleeder well: Tahliye ya da boşaltma kuyusu.
siz duruma getirmek. 8) Rady. yüksek düzlem akımı
bleed-off: Bkz. extraction points.
ile birlikte çalışan bir osilatörün titreşiminde ani kesil
bleed port: Diz. Mot. bazı basınçlı hava ile hareket
me. 9) blok şekli vermek. 10) bloklarla taşımak veya
sistemlerinde ilk hareket valfının (startin valfın) hava
kuvvetlendirmek. 11) Rady. girişi aşırı yüklenmesi
boşaltma portu.
ile elektron tüpünden geçen alternatif akımı kesmek.
bleed steam: Isıtıcı ara buhar; buhar türbinli enerji ku
blockade: 1) bir geçidi korumak amacıyla düşman or
ruluşlarında, besi (fid) suyu ısıtıcılarına, türbinlerden
duları veya gemileri tarafından bir yer ya da bir böl
biri veya iki türbin arasından verilen buhar; besi su
genin kapatılması. 2) bir düşmanı izole etmek, onun
yunu ısıtmak için kullanılır.
ulaşım ve ticaretini kesmek için yapılan herhangi bir
blench: solmak ya da soluk olmak; beyazlamak; be
işlem; abluka. 3) ablukayı sürdüren kuvvet. 4) çok
yazlanmak.
stratejik bir mania.
blend: 1) İstenilen özelliği (çay, yakıt, yağ, tütün vb.
blockade runner: Ablukanın arkasına geçmeyi veya
i) karıştırmak. 2) karıştırma. 3) harman etmek. 4)
onu delmeyi deneyen gemi veya kişiler.
harman edilmiş; tümü ile karıştırılmış.
block and tackle: Bir veya daha fazla sayıda makara,
ölende: 1) sfalerit; çinko sülfür ya da çinko cevheri.
ip ya da halattan oluşan büyük, ağır parçaları kaldı
2) belirli diğer sülfürler, özellikle metal sülfürleri.
rıp indirmeye yarayan basit makine; palanga.
blended: Karıştırılmış; harman edilmiş (iki ayrı türden
block carrier: Den. blok halindeki küçük ağırlıkları ta
yakıt, yağ vb.)
şımak üzere dizayn edilmiş gemi; blok taşıyıcı gemi.
blended gasoline: Daha ağır narla veya diğer uçucu
block coefficient: Gem. inş. blok katsayısı. 1) bir ge
ürünlerle harman edilen ve çok uçucu oluşu nede
minin su altı kısmı hacminin, dikmeler (kaimeler)
niyle karbüratörlü makinelerde kullanılmayan ben
arası boy, kalıp genişliği ve kalıp draftının çarpımına
zin; ilk hareket için soğuk iklimlerde ve uçaklarda
bölünmesi ile bulunan bir katsayı. 2) gemi sualtı hac
kullanılır.
minin, kalıp boyutlarının oluşturduğu dikdörtgenler
blended oil: Harmanlanmış yağ; belirli bir viskozite prizmasının hacmine oranı.
sağlamak için ve diğer fiziksel özelliklerini geliştir
block, crosshead: Bkz. crosshead block.
mek amacıyla, iki ya da daha fazla ham petrol kö
block, cut-off: Bkz. cut-off block.
kenli yağın birbirlerine karıştırılması ile elde edilen
block, cylinder: Bkz. cylinder block.
bir yağ; karma yağ; karışık yağ.
block diagram: Mak. türlü devreleri, örneğin soğut
blender: 1) özellikle yüksek güçlü, ağır devirli dizel
ma, yakıt, yağ devrelerini basit çizgi ve işaretlerle be
motorları için gerekli viskozitedeki yağı sağlamak
lirten skeç vb. i; blok diyagramı.
üzere, fuel oil ile dizel çilleri belirli oranlarda karıştı
block equipment: Palanga takımı veya teçhizatı.
ran cihaz; karıştırıcı. 2) karışım oluşturucu şey veya
blocking capasitor: Kilitleme kapasitörü; bir elektrik
kimse.
devresinde doğru akımı engelleyen, fakat alternatif
blending: Harman etme; karıştırma; içten yanmalı ma
akımın geçmesine izin veren bir kondensatör. ya da
kinelerde islenilen özellikte ürün elde etmek için, be
kapasitör.
lirli damıtma ürünlerinin (yakıt, yağ vb. i) karıştırılma
blocking condenser: Doğru akım (DC) geçidini koru
sı işlemi.
mak için kullanılan bir kondensatör; bloklama kapa
blends: iki veya daha fazla ham petrol, petrol ürünü
sitörü veya kondensatörü.
veya ham ve işlenmiş petrollerden oluşan karışım
blocking layer: Elekt. bir iletken ile yarı iletkenin bir
lar; harmanlar.
birlerine temas ettikleri ve yükseltici görevi yapan yü
blind: Körelmek.
zey; dokunma yüzeyi veya katmanı.
blind cover: Mak. kör kapak.
block line: Bir palangada kullanılan ip ya da halat.
blind flight: kör uçuş; Hava. atmosferik koşulların gö
block plane: Marangoz planyası.
rüşü pratik olarak sıfıra indirdiği durumda uçağın sa
block printing: Marb, blok baskı.
dece cihazlarla yönetilmesi.
block system: Demiryolu hattını bir kaç kısma bölen
blinking: Işıldama.
ve trenleri otomatik sinyallerle Bkz. block signal ve
blister: Metal, kabarcık; elektrikle kaplama, ısıl işlem,
çoğu zaman bir bölümde birden fazla trenin bulun-
block , th ru s t 60 bluejac k

masına izin veren bir sistem; blok sistemi.


Buh. Kaza. yanma havası sağlayan bir elektrik moto
block, thrust: Bkz. thrust block.
ru, pistonlu buhar makinesi veya buhar türbini tara
block tin : Blok kalay; bloklar halinde dökülmüş, kıs
fından çalıştırılan hava pompası.
men damıtılmış kalay; külçe kalay (ticarette kullanı
blower, centrifugal: Merkezkaç veya santrfüj türden
lır).
bir fan ya da blover.
blood poisoning: Tıp. septisemi; kan zehirlenmesi;
blower drive gear: Moi. blover çalıştırma donanımı;
belirli mikroorganizmaların toksinleri veya diğer ze
blover veya fanın motordan hareket aldığı dişli veya
hirli maddeler nedeniyle kanın hastalık durumu.
zincir donanımı.
blood pressure: Tıp. kan basıncı; tansiyon; kan tara
blower fan: Ûfleyici türden bir vantilatör.
fından damarların esnek duvarlarina uygulanan, yaş
blower, forced draft: Bkz. forced draft blower.
ve fiziksel durumla değişen bir basınç.
blower housing: Blover ya da fanın mahfazası, keysi
bloodstone: Kantaşı; yan değerli bir taş; koyu yeşil
veya statoru.
renkli bir kuvarz; kalsidon veya Kadıköy taşı.
blower idle gears: Bloveri çeviren donanımın ara diş
bloomery: Metal, demirci ocağı; tel veya çubuk de
lileri; blover ara dişlileri.
mir çekilen yer; haddehane.
blower, reciprocating: Pistonlu türden bir blover ya
blotter: Kurutma kağıdı.
da fan.
blotter paper: Bkz. blotter.
blower, rotary: Devir hareketli türden bir blover ya da
blotter test: Kurutma kağıdı deneyi; örnek yağlama
fan.
yağından bir damla, kurutma kağıdı üzerine damlatı
blower rotor: Mot. hava bloverinin devir hareketli kıs
lır ve yağ hızlı bir biçimde yayılır; renk koyuluğu, pis
mı veya rotoru; blover rotoru; bloverin döner hare
lik, yakıt kurumu ve diğer koloit maddelerin göster
ketli kısmı.
gesidir.
blowgun: Basınçlı hava kullanarak boya, yağ vb. i
blotting paper: Bkz. blotter.
püskürtme için kullanılan bir cihaz; püskürtme taban
blow: 1) havayı harekete getirmek veya hızlandırmak;
cası.
esmek. 2) üflemek. 3) üfleyerek ses çıkarmak. 4) ha
blowhole: Üfürme deliği; firar deliği; dökümde katılaş
va ile taşınmak. 5) üfleyerek çalıştırmak. 6) fırtına
manın gelişmesi sırasında gaz küreciklerinin tutulma
patlamak. 7) üfleyerek ses çıkarmak. 8) üfleyerek
sı için yararlanılan küçük düzensiz delik veya hol.
ateşi kuvvetlendirmek veya şiddetlendirmek. 9) hava
blowing engine: Bkz. blower.
veya gaz ile şekil vermek veya şekillendirmek. 10)
blow line: Blöf veya boşaltma devresi; buhar kazanla-
eritmek.
rinın boşaltılması veya blöf edilmesinde kullanılan
blowback: Buh. Kaza. emniyet valfının buhar tarafın
boru devresi veya boru hattı.
dan açılışı ile kazarı iç basıncı düştükten sonra yuva
blowoff: 1) buhar, su vb. inin boşaltılması. 2) suyu
sına oturuşu arasındaki basınç farkı; atma veya aç
nun yoğunluğu artmış olan bir kazanın boşaltılması;
ma basıncı; blovbek.
Gem. Mak. blöf. 3) bunu sağlayan devre Bkz, blow
blowback ring: Gem. Mak. emniyet valflarında basınç
line.
farkı veya blovbek miktarinı ayarlamak için kullanı
blowoff valve: Gem. Mak. blöf valfı; kazan boşaltma
lan bir çember; blovbek çemberi.
valfı; dip boşaltma valfı; buhar kazanlarının en ait kıs
blow-by: Gem, Mak. blovbay; gaz kaçağı; motorlarda
mında bulunan, deniz ve sintine ile bağlantısı olan
aşırı aşınmış silindir veya silindir gömleği ile segman-
bir valf.
lar arasından, sıkıştırma sırasında basınçlı hava ve
blowout: 1) bir lâstiğin patlaması (Oto lastiği); patla
yanma sırasında kızgın gazların kartere inmesi veya
ma. 2) çok yüksek akım nedeniyle elektrik sigortası
kaçması; kaçak.
nın erimesi veya atması; atma. 3) jet motorlarında
blowdown: 1) dört zamanlı dizel motorlarında genişle
alevin yanma odasının çıkışından dışarı taşması ve
me strokunun sonuna doğru egzoz supabının açıl
ya çıkması.
ması ile silindir içindeki basıncın düşmesi olayı; blov-
blow-past: Bkz, blow-by.
davn. 2) Buh. Kaza. yoğunluğu artan besi suyunun
blowpipe: Mak. hamlaç; şaluma. 1) bir alevin şiddeti
boşaltılması; blöf edilmesi.
ni çoğaltmak ve ısısını yoğunlaştırmak için hava ve
blowdown cock: Bkz. bottom blow valve, blowoff
gaz üflenen bir boru; üfleç. 2) Bkz. blowtube. 3)
valve.
Bkz. blowgun.
blowdown losses: iki zamanlı dizel motorlarında da
blowtorch: Üfürülen hava ile şiddeti arttırılan kızgın
ha iyi süpürme sağlamak üzere egzoz portlarinın
alev püskürten küçük bir benzin şaluması; metalleri
açılması ile gazlarin firarı veya serbest egzoz nede
eritme ve eski boyaları temizleme vb. i için kullanılır.
niyle oluşan kayıplar.
blowtube: Cam üflemede kullanılan metal bir boru;
blowdown system: Buh. Kaza. değiştirilmesi gereken
üfleme borusu; üfleç.
besi suyunun boşaltılması için kullanılan devre; blöf
blowup: Patlama; infilâk.
devresi; blöf valfı, gardiyan valflar, deşarj (disçarç)
valflarından oluşur. bls.: Bkz. bales. 2) barrels.
blue: 1) yeşil ile mor arasında olan herhangi bir renk.
blowdown valve: Bkz. blowoff valve.
2) herhangi bir mavi boya veya boya maddesi ya da
blower: Fan; körük; Gem. Mak. Mover; aşırı doldur-
pigment. 3) denizci. 4) Çoğ. denizcilerin mavi ünifor
malı ve iki zamanlı makinelerde, silindirleri süpür-
ması. 7) mavi yapmak. 8) mavi olmak.
mek veya doldurmak için atmosferden biraz daha
blue glow: 1) bazı metal oksitlerinin ısıtıldıkları za
yüksek basınçta hava sağlayan, çoğunlukla merkez
man çıkardıkları ışık; mavi akkor. 2) bir Geisler tü
kaç (santrfüj) bir pompa; elektrik motoru, makinenin
pünde katota yakın gazın mavimsi parlaklığı.
kendisi veya bir gaz türbini tarafından çalıştırilır. 3)
bluejack: Mavi vitriol Bkz, blue vitriol.
blu e mas s 61 Boh r radiu s

blue mass: Ecz. ilaçlarin veya hapların maviye boyan


boat drill signals: Bkz. boat signals.
masında kullanılan, toz cıva kapsayan bir madde;
mavi kütle. boat engines: Filika makineleri, çoğunlukla dizel mo
toru, bazan benzin motorunun oluşturduğu pervane
blue mud: Mavi çamur; bol miktarda kalsiyum karbo
çeviren makine,
nat içeren çok ince taneli, derin deniz dibi çamuru;
boat handling winch: Bkz. boat winch.
mavi rengi içindeki demir sülfürden kaynaklanır.
boat hook: Filika kancası; tahtadan yapılmış, uzun ve
blue pole: Mavi kutup; bir mıknatısın mavi uçlu kıs
ucunda metal bir kanca bulunan ve manevralar sıra
mı, genel olarak Kuzey Kutbu.
sında kullanılan araç.
blue print: 1) mimarlık veya mühendislik plânlarının
boat house: Filika veya diğer teknelerin çekildiği yer;
mavi zemin üzerine basıldığı fotoğrafsal bir ürün;
kayıkhane.
mavi baskı; mavi ozalit. 2) herhangi bir gerçek plân
ya da tasarım. 3) Gem. Mak. blupirint. 4) bu tür bas boat load: 1) bir geminin kapsayacağı veya taşıyabile
kı yapmak veya çoğaltmak. ceği yük ve yolcuların tümü. 2) bir gemi ya da bot ta
rafından taşınan yük.
blue print copy: Ozalit kopya.
boatman: Filika ya da bollan kullanan, orada çalışan,
blue print machine: Ozalit makinesi.
kiralayan veya satan adam; kayıkçı; sandalcı.
blue print paper: Ozalit teksir kağıdı.
boat signals: Bkz. boat station signals.
blue ribbon: Mavi kurdele; bir müsabakada ilk yer; bi
boatsman: Bkz. boatman.
rinci ödül; Okyanus geçiş rekoru nedeniyle transat
boat station: Filika istasyonu; Den. gemiyi terk sıra
lantiklerin kazandıkları ödül.
sında yolcu ve mürettebatın filikaya bineceği yer.
blustone: 1) mavi renkli, mavi gri renkli bir kumtaşı.
boat station signals: Den. a) altıdan fazla kısa ve bir
2) Bkz. blue vitriol.
uzun düdük şeklinde işaret; filika istasyon işaretleri,
blue vitriol: Mavi vitriol; sulu bakır sülfat, Cu- b) filikayı elleçlemek için sinyal: Filikayı mayna et mek
SO4.5H2O; bakır kaplamacılığında kullanılır; göztaşı.
için bir kısa düdük, maynayı durdurmak için iki kısa
bluing (blueing): Genellikle çivit renginde mavi sıvı,
düdük ve filika istasyonunu terketmek için üç uzun
toz vb. i; çivit; beyazlatmada kullanılır.
düdük çekilir.
bluish (blueish): Bir dereceye kadar mavi; mavimsi;
mavimtrak. boatswain: Gemilerde güverte personelinden sorum
blunge: Seram, kil vb. ini su ile karıştırmak lu gemiadamı; lostromo veya porsun; bosun olarak
b.m.e.p.: Bkz. brake mean effective pressure. da kullanılır.
BMEP balancer: Fren ortalama basıncının dengelen boat train: Gemi treni; gemi yolcularina uygun olarak
mesinde kullanılan ve endikatör valfına bağlanan bir limana gelecek veya terkedecek biçimde zamanlan
cihaz; (Ticarî bir marka). mış tren; tarifeli gemi treni.
bmep limiter: Diz. Mot. bir yandan tüm devir sayıla- boat winch: Filika vinci, Den. matafora; filikaları deni
nnda tam güvence ve diğer yandan makinenin mü ze indirmek ve gemiye almak için kullanılan vinç ve
saade edilir maksimum güç vermesini sağlamak üze ya vinçler; elle veya bir makine tarafından çalıştırılır
re gavörnörlere (regülatörlere) donatılan ve maksi lar.
mum yakıt miktarının değişmesini önleyen cihaz; bobbin: Bobin, makara veya masura.
maksimum fren ortalama basıncını sınırlayıcı; tor body: 1) insan, hayvan veya bitkinin tüm fiziksel yapı
que limiter şeklinde de kullanılır. sı ve maddesi; gövde. 2) bir makinenin gövdesi;
board: 1) bir geminin yantarafı; borda: Sancak veya ana blok; kaporta. 3) herhangi bir şeyin ana veya
iskele borda gibi. 2) Den. tremola. 3) aborda olmak merkez parçası. 4) otomobil, otobüs vb. inin yük ve
4) tremola yapmak. 5) binmek (gemi veya trene). 6) yolcu taşıyan kısımları. 5) Geom. katı veya solit. 6)
Bilgisay. devre kartı. Matb. bir harfin gövdesi.
boarder: Bir gemi, uçak vb. inde bulunan kişi. body and frame: Oto. şasi ve kaporta.
2 2
board foot: Taban alanı bir fut (0,8372 m ) ve yük body capacitance: Gövde kapasitansı; işletmecinin
sekliği 1 inç (25,4 mm) olan tomruk ölçü birimi. eli vakum devresine yaklaştığı zaman oluşan kapasi-
boarding: 1) gidiş geliş (gemi, tren vb. i için. 2) bor- tans.
dalayanlar tarafından bir gemiye hücum ve geminin body-centered cubic: Merkez atomlu küp; Metal.
işgal edilmesi, hücresi, her köşesinde bir atom ve merkezinde bir
boat: 1) kürek, yelken ve makine ile yürütülen küçük, atom taşıyan bir küp olan kristal yapısı; her hücre iki
açık tekne veya su aracı; bot. 2) büyük bir tekne; ge atom kapsar.
mi. 3) benzer herhangi bir tekne. 3) gemi. 4) bir ge body gear: Mil üzerindeki dişli.
mide gitmek veya seyahat etmek. body hammer: Kaporta çekici; kaportacı çekici.
boatage: Palamar vasıtası ücreti; botaj. body hold-down bolts: Kaportayı şasiye bağlayan
boat anchor: Filika çıpası veya demiri. tespit cıvatalari.
boat building: Tekne yapımı veya inşası. bog iron ore: Limonit; sulu demir oksit,
boat canvas cover: Gemi filikalarını yağmur vb. i dış xFe 2 O 3 .yH 2 0 (veya xFe20 3 .yH 2 0); bataklıklarda ve
etkilerden korumak için kullanılan brandadan yapıl bataklık bölgelerde bulunur.
mış örtü; filika kapelasi. Botır magneton: Bohr magnetonu; bir atom ya da
boat compass: Filika pusulası; filikalarda kullanılan atomlar sisteminin manyetik momentini belirtmek
sıvı pusula. üzere kullanılan manyetik moment birimi.
boat davit: Bkz. boat winch. Bohr orbit: Bohr yörüngesi; Bohr'un belirttiği, ato
boat deck: Filika güvertesi; gemilerde can filikalannın mun çekirdiği etrafında elektronların kuramsal yörün
bulunduğu güverte. geleri.
boat drain: Den. filikalara giren suyu boşaltmak için Bohr radius: Bohr yariçapı; 1) Bohr modeli hidrojen
kullanılan delik; lavra deliği. atomunun en küçük enerjili yörüngesinin yarıçapı.
2) Bazan, hidrojen atomunun, Bohr modelinde
Bohr theory 62 boiler foundation

mümkün yörüngelerden herhangi birinin yarıçapı.


boiler, donkey: Bkz. donkey
Bohr theory: Bohr kuramı ya da teorisi;
elektronların bir yörüngeden diğer bir yörüngeye boiler.
aktarılmaları, hidrojen atomu tarafından emilen boiler drums: Kazan dramları (domları); buhar ve
veya yayılan ener ji ile hesaplanacağına ilişkin su dramı ve su dramları gibi.
kuram. boiler, double ended: İki taraftan fayraplı alev
boil: 1) buharlaşma noktasında sıvı durumundan borulu kazan; ön ve arka aynalarında bulunan
gaz durumuna geçmek; buharlaşmak; külhanlar ile her iki tarafından aynı anda fayrap
buharlaşma nok tasında buhar basıncı dış edilebilen kazan; iki taraftan fayraplı ters alev
basınca eşit olup sıvının her tarafında buhar borulu kazan.
kürecikleri oluşur. 2) bir sıvıyı kaynama boiler, double end scotch: iki taraftan fayraplı skoç
noktasına kadar ısıtmak ve bu sıcaklığı sür kazanı; ön ve arka aynalar üzerinde bulunan külhan
dürmek. 3) buharlaşma noktasında sıvı lar yardımıyla aynı anda fayrap edilen ters alev boru
durumun dan buhar durumuna dönüşmek. lu kazan.
boil away: Kaynama sonucu boiler, dry back: Kuru sırtlı kazan; cehennemliğin
buharlaşmak. tü mü ile su ile çevrelenmediği kazan; Bkz.
boil down: 1) kaynatarak miktarinı azaltmak. 2) Proton Ca pus boiler.
kısalt mak; yoğunlaştırmak. boiler, dual pressure: Bkz. dual pressure boiler.
boiled oil: Boyalarda kurutucu olarak görev boiler efficiencies: Kazan verimleri: a) toplam ya
yapan, kaynatılmış veya ısıtılmış yağ. da genel verim Bkz. boiler efficiency, b) ocak
boller: 1) kaynatan, buharlaştıran veya ısıtan bir verimi Bkz. furnace efficiency, c) ısıtma yüzeyi
kap. verimi Bkz. heating surface efficiency, d) yanma
2) suyun veya herhangi bir sıvının ısıtıldığı veya verimi Bkz. combustion efficiency vb. i.
bu har makinelerinde olduğu gibi, güç elde etmek boiler efficiency: Kazan verimi; kazanda emilen ısı
ama cıyla buhara dönüştürüldüğü, iç basıncı nın, kazana verilen ve yakıtın yakılmasıyla oluşan
atmosfer ba sıncından yüksek, büyük ve ısı
dayanıklı bir kap; ka
zan; buhar sıcak su kazanları gibi; ya oranıdır: nk = 1-(to/t1); bu eşitlikte = kazan
boyler. t0
boiler, auxiliary: Yardımcı kazan; ana kazan devrede boiler, cylindrical: Silindirik kazan; silindir şeklinde
olmadığı zaman yardımcı makinelere buhar kazan; semaver kazan; gövdesinin şekil silindire
sağla yan kazan. benzeyen yatay ya da dikey kazan.
boiler, bent tube: Bkz. bent tube
boiler.
boiler blow piping: Buh. Kaza, kazanların
boşalma veya blöf boruları; Bkz. blow line; bu
boru devreleri kazan basıncının % 125'i
basınçtaki buhar ile test edilmelidir.
boiler capacity: Kazan kapasitesi; bir kazanın bir
sa atte ürettiği kg türünden buhar miktarı.
boiler casing: Buhar kazanlarının dışgövdesi;
kazan zarfı; kazan keysi.
boiler, Proton Capus: Proton Kapus kazanı;
hem alev ve hem de su boruları olan ve dış
görünümü Skoç kazanına benzeyen bir kazan
türü; hem alev ve hem de su borulu kazan.
boiler circulation: Kazan suyunu dolaşım ya da
sirkü lasyonu; buhar kürecikleri yönünden zengin
su ile fakir su arasındaki özgül ağırlıktan oluşan
bir akım; kazanlarda buhar yapma süresini
etkileyen önemli bir etken; su borulu kazanlarda,
alev borululara gö re çok daha hızlı olur.
boiler, coal fired: Kömürle fayraplı
kazan,
boiler, coil: Spiral ya da helezon borulu kazan;
boru ları helis şeklinde kıvrılmış su borulu kazan;
helisel borulu kazan.
boiler compounds: Kazan bileşikleri; kazanlarda
kul lanılan bileşikler; kazan sularının ıslahında
yararlanı lan türlü kimyasal bileşikler: Bkz. a)
sodium hydro xide, b) sodium carbonate, c)
sodium phospha te, d) disodium phosphate, e)
trisodium phospha te. f) coagulants, g) anti-
foams, h) dispersing agents, i) sodium
disulphite. j) hydrazine, k) so dium sulphate. I)
magnesium sulphate.
boiler controls: Kazan kontrollari; kazandan buhar
çı kışını düzenlemek üzere fuel oil, yanma
havası ve kazana giren besi suyunu otomatik
olarak kontrol eden özel bir sistem.
dan çıkan gazın sıcaklığı ve ti = yanma çekilen buhara eşit ağırlıkta kazana verilen su;
sıcaklığıdır düşük basınç lı kazanlarda içilebllen her türlü su
<°C ve yüksek basınç lı kazanlarda ise damıtık veya
). saf su.
boiler explosion: Kazan patlaması; düşük su boiler, firebox: Bir tür lokomotif kazanı; içten
yüzeyi, külhan çökmesi, dikiş yırtılması, büyük fayraplı kazan; ateş kutulu kazan.
ocak tepme si, emniyet valfının tutması vb. i boiler, fire tube: Alev borulu kazan; borularının
nedenlerle iç basın cın emniyet sınırinın dışına için den alev ve kızgın gazların geçerek, boruların
çıkması ile oluşan çok tehlikeli bir olay. dışın daki suyu kaynatıp buharlaştırdığı kazan;
boiler, exhaust gas: Bkz. waste heat alev ve du man borulu kazan.
boiler. boiler fittings: Bkz. boiler
boiler, express: Ekspres kazan; derli toplu, hafif, mountings.
kü çük borulu, su borulu bir kazan; yüksek hızlı boiler, flue: Boruların, içinde boyuna yerleştirildikleri
yolcu ve savaş gemilerinde kullanılır; çok ve tankın tavanı ite taşındıkları kazan; bir tür tank
çabuk buhar üretmek üzere yapılırlar. ka zan.
boiler, externally fired: Dıştan fayraplı kazan; boiler, forced circulation: Cebri dolaşımlı kazan;
külha nı su ile çevrili olmayan ve ateş tuğlaları ka zan suyunun dolaşımını hızlandırarak ısı
ile kaplı bu lunan kazan. transferini çoğaltmak için, buhar kazanlarına bir
boiler feed pump: Kazan besleme suyu pompası; dolaşım (sirkü lasyon) pompası eklenerek
pis tonlu, plancerli, santrifüj vb. i tipte ve kazan sağlanan sirkülasyon; kuvvetlendirilmiş dolaşımlı
iç basın cının yaklaşık 1,5 misli basınçta su kazan adı verilir.
veren bir pompa; Gem. Mak. fid pamp; fid suyu boiler foundation: Gem. Mak. kazan döşeği veya
pompası. fa vundeyşını; kazanların üzerlerine
boiler feed water: Kazan besi (fid) suyu; buhara yerleştirildikleri, on-
dö nüştürülmek üzere kazana verilen besi suyu;
boile r heatin g surfac e boile r sui t

lari gemi bünyesine bağlayan yapı veya çelik kons-


sıncı; kazanın dizayn basıncı ya da maksimum ba
trüksiyon.
sıncından bir kaç bar daha küçük olan basınç; kaza
boiler heating surface: Kazan' ısıtma yüzeyi; buhar
nın sürekli çalıştırıldığı güvenli basınç.
üretmek üzere yanma ürünleri tarafından yalanan ka
boiler, return tube: Ocak ya da külhanda oluşturulan
zan yüzeyi (ur).
gazların önce cehennemliğe, oradan yön değiştire
boiler, horizontal: Yatay veya ufkî kazan.
rek alev ve payanda borularına girdikleri kazan; ters
boiler horsepower: Kazan beygirgücü; 212°F alev borulu kazan; skoç kazanı; dönüş akrmlı kazan.
(100°C) sıcaklıktaki besleme suyundan bir saatte ve
boiler room: Kazan dairesi; buhar kazanları ve devre
212°F (100°C) sıcaklık ve atmosferik basınçta 34,5
lerinin bulunduğu bölme; çoğu zaman tümü ile ayrı,
libre (15,6 kg) suyun buharlaştırması; yeni veya
bazan makine dairesi ile birlikte yapılır.
modern kazanlara uygulanmaz.
boiler, safety: Güvenli veya emniyetli kazan; bölümlü
boller, hot water: Sıcak su kazanı; gemilerde ısıtma
kazanların tümü ve dolayısıyla heder türü kazanlar
amacıyla kalorifer devrelerine sıcak su (70-80°C)
bu sınıfa girer; patlama tehlikesi olmayan kazan.
üreten kazan.
boiler scale: Kazan taşı; kısır; besleme suyu içinde
boiler, Howden-Johnson: Howden-Johnson kazanı;
bulunan silis, kalsiyum ve magnezyum tuzlarının ka
hem su ve hem de alev boruları ile donatılmış bir ka
zan saçına yapışarak (su tarafında) oluşturdukları
zan; alev ve su borulu kazan.
gri renkli, çok sert ve ısıya yalıtkan bir taş tabakası
boiler incrustation: Kazantaşı; kısır; Bkz. boiler sca veya katmanı; kalınlığı 1,6 mm'ye eriştiğinde ısıyı ke
le. sinlikle geçirmez.
boiler laid up: Uzunca bir süre kullanılmayan bir bu
boiler, scotch: Skoç kazanı; ters alev borulu kazan;
har kazanı; dolu veya kuru olarak muhafaza edilir.
ocağında yakılan yakıtın oluşturduğu kızgın gazla-
boiler, main: Ana kazan; gemilerde pervane çeviren
nn, cehennemlikte yön değiştirerek alev boruları içi
buhar makinelerine stim üreten kazan veya kazan
ne girdiği kazan; buharlı gemilerde kullanılan çoğu
lar.
zaman fuel oil, bazan kömür ile fayraplı kazan.
boiler maker: Kazan yapımcısı; kazan imalâtçısı; ka
boiler seams: Kazan dikişleri; buhar kazanlarının ya
zanları, eşanjörleri ve bunlarla ilgili ekipmeni ona
pımlarında kullanılan perçin veya kaynakla yapılan
ran, kazanları kontrol eden, kaynak işlerini yapan ki
bağlama ya da dikiş.
şi.
boiler seats: Bkz. boiler fuandation.
boilerman: Kazancı; kazanları, kazan dairesi makine
boiler, sectional: Bölümlü kazan: su bölgesi küçük
lerini çalıştıran, kazanlar, pompalar ve onlara ilişkin
bölümlere ayrılmış bir kazan; patlama tehlikesi olma
ekipmenin bakımını yapan kişi.
yan kazan; heder türü kazan.
boiler, marine: Gemilerde kullanılan alev ya da su bo
boiler, shell: Silindirik alev ve duman borulu kazan;
rulu, ana veya yardımcı kazanlardan herhangi biri;
silindirsel gövdesi içindeki su ve buhar alev boruları
gemi kazanı.
nın dışında bulunur.
boiler, merchant: Ticaret gemilerinde kullanılan su
boiler shell: Kazan zarfı; kazan mahfazası; alev boru
borulu kazanlardan herhangi biri; özellikle büyük su
lu kazanlarda, üzerinde menhol kapakları bulunan,
borulu kazan; ticaret (gemisi) kazanı.
bazan perçinli, çoğu zaman kaynaklı ve silindir şek
boller, monotube: Tek borulu kazan; besi suyu pom
linde gövde.
pasının sağladığı suyun bir taraftan girdiği ve diğer
boiler, side fire: Yandan fayraplı kazan; yetersiz ka
taraftan buharın çıktığı tek borudan oluşan kazan;
zan dairesi hacmi nedeniyle, aynalar üzerindeki kül
tek borunun boyu 0,5-1 mil (804-1609 m) arasında
hanlar yerine yan tarafından fayrap edilen kazan.
değişmektedir.
boiler, single end: Tek taraftan fayraplı kazan; sade
boiler mountings: Kazan teçhizatı veya donanımı;
ce ön aynası üzerinde külhan veya ocak bulunan ka
alev ve su borulu kazanların düzenli çalışmasını sağ
zan.
layan donanım.
boiler, single end scotch: Tek taraftan fayraplı (alev
boller, multiple furnace: Çok külhanlı (ocaklı) ka
borulu) skoç kazanı; bir taraftan fayraplı ters alev bo
zan; külhan sayısı çoğu zaman 2 ve bazan 4 taneye
rulu kazan.
kadar olabilen alev borulu ters akımlı kazan; külhan
lar çoğunlukla kazanın ön aynası üzerinde bulunur. boiler, smoke tube: Bkz. boiler, fire tube.
boiler, stationary: Kara tesislerinde kullanılan kazan;
boiler, multi-tubular: Çok borulu kazan; Bkz, boi
kara kazanı; sabit kazan.
lers,
boiler stays: Kazan payandaları; buhar kazanlarının
boiler nameplate: Üzerinde hidrostatik test basıncı,
türlü kısımlarının dayanıklıliklarını arttırmak için kulla
işletme basıncı, yapımcı firmanın adı, saçları sağla
nılan çelik çubuk ya da levhalar; Bkz. stays, stay
yan firma adı, kabul tarihi vb. i bilgiler bulunan me
bolts.
tal etiket.
boiler, steam: Buhar kazanı; türlü basınçlarda suyu
boller, oil fired: Akaryakıt veya fuel oil (mazot) ile ça
ısıtıp kaynatarak, yaş veya doymuş buhar ya da kız
lıştırılan kazan; mazotla fayraplı kazan.
gın buhar üreten basınçlı bir kap.
boiler, pipe: Su borulu kazanlara verilen bir isim; su
boiler steam gauge: Bkz. pressure gauge.
borulu herhangi bir kazan; Bkz. boiler, water-tube.
boiler steam pressure: Bkz. boiler pressure.
boiler plate: Kazan aynası; alev borulu kazanlarda
boiler stool: Bkz. boiler foundation.
alev ve payanda borularının, külhan, cehennemlik
vb. i parçaların sızdırmaz bir şekilde bağlandığı dai boiler stop valve: Kazan stop valfı; içersinde üretilen
resel çelik saçlar; ön ayna Bkz front plate ve arka buharın, kazan dışına verilmesini sağlayan valflar
ayna Bkz. rear plate olarak isimlendirilir. dan herhangi biri; Bkz. main steam stop valve, au
xiliary steam stop valve.
boiler pressure: Kazan (iç) basıncı; kazan işletme ba
boiler suit: işbaşı elbisesi; tulum.
boiler supports (A bond energy
yondan etkilendiği zaman, ince bir telin direncinin
boiler supports: Bkz. boiler foundation. değişmesi ilkesine göre çalışır.
boiler surveys: Kazan sürveyleri; klas müesseslerinin bolster: 1) Mak. perçin deliği açılması sırasında meta
uzmanlari tarafından yapılan kontrollar; basıncı 3,5 le taşıyıcılık veya saport görevi yapmak üzere kullanı
2
bar ve yüzeyi 4.65 m den büyük egzoz gaz kazanla lan tezgâh. 2) sehpa; betonda çelikleme sehpası.
rı, buharla ısıtılan jeneratörler, ekonomizör ve yar boil: 1) şimşek ışığı; gökgürültüsü. 2) kapı vb. i yerle
dımcı kazanlar sekiz yaşına kadar iki yıllık aralarla, ri kilitlemek için kullanılan madenî çubuk; sürgü. 3)
daha sonra her yıl survey edilirler. bir kilidin içinde, anahtar ile hareket ettirilen benzer
boiler, suspended: Termik santrallarda elektrik ener çubuk. 4) parçaları bir arada tutmak için kullanılan
jisi üretmek üzere, jeneratör veya alternatörlere bü somunlu, diş çekilmiş veya klavuzlu metal çubuk ve
yük miktarda buhar üreten kule kazan; asma kazan. ya pin. 5) verilen boyda kumaş, kağıt, vb. i bobin. 6)
boller, tank: Silindirsel kazan; gövdesi silindir şeklin fırlamak veya boşaltmak (ok vb. i gitti). 7) cıvata
de olan kazan; tank kazan. ile birbirine bağlamak ya da birarada tutmak.
boiler tubes: Kazan boruları; su borulu kazanlarda bolt cutter: Cıvata keskisi; cıvata gövdesini kesmek
çaplari yaklaşık 100 mm, 51 mm, 31,75 mm ve için kullanılan alet.
25,4 mm ve alev borulu kazanlarda ise 63,5-101,6 bolted connection: Cıvatalı bağlantı; cıvatalı birle
mm arasında değişir. şim.
boiler, vertical: Dikey ya da düşey kazan. bolthead: 1) bir cıvatanın diş çekilmiş tarafının aksi
boiler, waste heat: Atık ısı kazanı; büyük güçlü enerji veya zil ucu. 2) geçmişle kimyagerlerin kullandıklari
tesislerinde, dizel motorlarının egzoz gazlannın ısı uzun boyunlu cam bir şişe.
sından yararlanılarak düşük basınçlı (Maks. 10 bar) bolt, ring: Bkz. ring bolt.
buhar veya sıcak su üreten alev borulu veya su bo boltrope: Bir yelken veya tentenin kenarlarina dikil
rulu kazan. miş ve yelkenin-yırtılmasını önleyen halat; Den. gra-
boiler water: Kazan suyu; herhangi bir anda kazan din halatı.
içersinde bulunan gerçek su miktarı. Boitzman constant (k): Boltzman sabitesi veya değiş
boiler water testing: Kazan suyu deneyi; kazan sula mezi; mutlak sıcaklıkta bir molekülün ortalama ener
rının işletmeye uygun olup olmadığının anlaşılması jisinin oranı.
amacıyla yapılan bir dizi deney; Bkz. a) alkalin Boltzman equation: Stefan Boltzman denklemi ya da
dene yi; alkalinity test, b) tuzluluk deneyi; formülü; ısı transfer hesaplarında radyasyonla ısı ge
salinity test. çişi konusunda kullanılan bir formül.
c) klorin deneyi; chlorine test, d) serttik deneyi; bomb: 1) zamanlama mekanizması ile patlatılmak
hardness test, e) Çözünmüş oksijen deneyi; dissol üzere bir yere yerleştirilen gaz dolu bir kap, yangın
ved oxygen test. çıkaran bir patlayıcı, bomba. 2) bir bomba veya
boiler, watertube: Su borulu kazan; borularının dışın bombalarla hücum etmek, hasar vermek veya tahrip
dan kızgın gazlarin geçtiği, borularinın içinde bulu etmek.
nan suyun buharlaştırildiğı kazan. bombard: 1) zincirleme tepkimeyi başlatmak üzere
boiler, wet back: Cehennemliği tümü ile suyla çevrili elektronları atom çekirdeklerine yöneltmek; bom-
alev borulu kazan; yaş sırtlı kazan. bardman.
boiling: Kaynama; 1) buharlaşma; herhangi bir sıvi- bombardment: Bombalanmış; bombardman edilmiş;
nın hızlı bir biçimde kürecikler oluşturarak buhara yüksek enerjili tanecik ya da fotonlar huzmesini bir
dönüşmesi. 2) kaynadığı zaman bir sıvıda meydana hedefe karşı yöneltmek; bazan bir reaktörde ışınla
gelen olay. ma işlemi için kullanılır.
boiling point: Kaynama noktası; Buharlaşma noktası; bomb calorimeter: Kalorimetre bombası; yakıtların ısı
sıvı bir madde ile onun buharinın sıcaklığının denge değerlerinin saptanmasında kullanılan cihaz.
de olduğu ve sıvının etkisinde bulunduğu toplam ba bomber: Bombalari bırakacak şekilde dizayn edilmiş
sıncın, buhar basıncına eşit olduğu sıcaklık derece uçak; bombardman uçağı.
si; suyun atmosferik basınçta kaynama noktası bombproof: Bombardmana dayanıklı; çoğu zaman
100°C veya 212°Fdir. yeraltında oları, bombalara dayanıklı yer; sığınak.
boiling water reactor: Nük. Ener. kaynamış veya haş- bomb rack: Bomba kolu; uçakların alî tarafında veya
lak su reaktörü; buhar türbininden dönen su, bu tür içinde bulunan, bombalan aktarmak veya bırakmak
reaktöre alttan verilir ve oradaki su ile birleşerek yu için kullanılan bir cihaz.
karıya doğru yükselir; yakıt elemanlari üzerinde bu bombshell: 1) bomba 2) ümit edilmeyen ve özellikle
har kürecikleri oluşan basit bir reaktör türü. hoş olmayan ani bir olay.
bolide: Astr. büyük göktaşı veya meteor; havada pat bomemeter: Bkz. battery hydrometer.
layarak parçalara ayrılan parlak ve büyük bir mete bonanza: Çok zengin bir cevher kaynağı.
or. bond: 1) bağlayan, hapseden, tutan herhangi bir
bollard: 1) Den. baba; iskele veya rihtımlarda pala şey; bağ; adezyon. 2) Çoğ, zincir. 3) bağ; birleştirici
mar ya da halatları bağlamak üzere dökme demir kuvvet; bağlantı. 4) tutkal, lehim veya zincir gibi şey
den yapılan sağlam, silindir şeklinde ve tek olarak leri bir arada tutan veya birleştiren bir madde ya da
kullanılan baba. cihaz. 5} mektup kâğıdı. 6) Kimy. a) bir atom hidro-
hologram: Bolometre tarafından yapılan kayıt Bkz. jendekîne eşdeğer bir birleşme kapasitesi birimi, b)
bolometer. atomları ya da atom gruplarinı bir molekülde birleşti
holograph: Bolograf; 1) bolometre tarafından yapılan ren bir mekanizma.
kayıt. 2) Bkz. bolometer. bond energy: Kimy. iki serbest atom arasında kova-
bolometer: Bolometre; Nük. Ener. zayıf radyasyonu
ölçmek için kullanılan çok duyarlı bir cihaz; radyas
bond in g 65 bor in g

lan bir bağ oluştuğu zaman açığa çıkan enerji; bağ


ile servis tankları arasında bulunan ve yüksek ba
enerjisi,
sınç pompasının giriş tarafına pozitif bir basınç oluş
bonding: Elekt. akımın sürekliliğini sağlamak için ma
turan pompa. 2) vakumlu kapalı besleme suyu dev
denî kısımlarin birbirine bağlanması; elektriksel bağ
relerinde, vakum tankından emdiği besi suyunu be
lantı.
lirli bir basınçla besleme pompasına veren ve onun
bonding wire: Den. bağlama teli; durağan ya da sta
giriş tarafında pozitif bir basınç sağlayan su pompa
tik elektriği gidermek amacıyla bir tanker ile kara ara
sı.
sına çekilen iletken (tel).
boosting: Bkz. supercharging.
bone ash: Kemik külü; kemiklerin açık havada yakıl
boost pump: Bkz. booster pump.
masıyla elde edilen, başlıca kalsiyum fosfattan olu
boot: 1) ayağa giyilen deri, lâstik, kumaş vb. inden
şan, beyaz, gözenekli kimyasal bileşik, Ca3(PO4)2 ;
yapılan koruyucu; çizme. 2) bir otomobilin bagaj böl
gübre olarak ve porselen yapımında kullanılır; bone
mesi; bagaj. 3) açık bir araçta sürücüyü koruyan si
earth biçiminde de kullanılır.
per veya kapak. 4) Arg. acemi deniz eri; kabakçı. 5)
bone black: Hayvan kemiklerinin kapalı bir kapta kav
otomobil lâstiklerinin iç kısmına konulan ve zayıf
rulmasına elde edilen çok ince taneli kömür; hay
noktaları koruyan parça; yama veya get. 6) fren lâsti
vansal kömür; kemik siyahı; boya maddesi, sıvıları
ği. 7) Bilgisay. ilk yüklemeye hazırlamak.
filtreleme ve renk giderme ya da soldurma için kulla
bootstrap: Bilgisay. önyükleyici.
nılır.
bor.: Bkz. boran.
bone oil : Kemik yağı; kemiklerin kuru damıtılmasın
boracic: Bkz.
dan elde edilen kalın, siyah renkli bir yağ.
boric.
bone seeker: Osteofil iyon; Radyobio. kemikte yer
boracic acid: Bkz. boric acid.
leşmeye meyli olan herhangi bir bileşik veya iyon.
boracite: Borasit; borat ve magnezyum klorürden olu
Bonne's projection: Bon'un haritası; paralellerin ay
şan bir mineral, Mg7 Cl 2 B16 O30; serî, kristalli şekil
nı merkezli daireler, fakat meridyenlerin eğri çizgiler
de olduğu gibi, yumuşak, beyaz kütle şeklinde de
şeklinde göründüğü bir harita.
bulunur.
bonnet: 1) otomobil kaportası veya baca paravanası
borate: Borat; borik asitin tuzu veya esteri; boraks ve
gibi koruyucu kapak. 2) Esk. yelkenlerin alt kısımları
ya borik asitle karıştırmak ya da muamele etmek.
nı dikilerek, yelkenin yüzeyini arttıran bir parça bran
borated: Boratlanmış; boraks veya borik asitle karıştı
da veya çadır bezi.
rılmış veya muamele edilmiş.
booby hatch: 1) bir geminin kıç güvertesi altındaki
borax: Boraks; sodyum tetraborat; beyaz, kristalli bir
kamara veya mağazaya girip çıkmak için kullanılan
tuz, Na 2 B 4 0 7 ; metallerin lehimlenmesinde pasta
bir sürme kaporta. 2) Arg. akıl hastanesi.
olarak ve cam, emaye, yapay mücevher, sabun, an
Boolean algebra: Boolean cebiri; elektronik hesap
tiseptik vb. i yapımlarında kullanılır.
makineleri ile mantığa uygulanan cebir türü.
bordage: Den. ahşap teknelerde borda kaplaması.
Boolean (instruction): Bilgisay. Boole (komutu).
Bordeaux mixture: Kireç, su ve bakır sülfat karışımı;
boom: 1) direkten yelkenin alt yakasına uzanan se
böcek ve mantarları öldürmek için ağaç ve bitkilere
ren ya da bumba. 2) ekskavatörün, vincin, kreyn vb.
püskürtülür; bordo karışımı.
inin kolu; bumba. 3) gemilerde tahmil tahliye için
border pen: Çerçeve kalemi; kalın çizgiler çizebilerı
kullanılan bumba; bir dikmenin üst ucundan ambara
ve çini mürekkebi kullanılan bir tür kalem; teknik re
kadar uzanan bir kiriş. 4) navigasyonu engelleyen
simde resim kâğıdına çerçeve çizmek için kullanılır.
kütük ya da kütüklerden oluşan engel ya da bariyer.
bore: 1) matkap ile delik açmak. 2) delme, kazma,
5) deniz yüzeyindeki akaryakıtı-temizlemek veya bir
oyma vb. i ile (delik, tüne! vb. i) açmak, 3) bir alet
yerde durdurmak için yüzer engelleyici (bariyer).
lie delinmek.^4) matkapla açılmış dairesel bir delik.
boost: 1) itmek; arkasından dayanarak kuvvet ver
5) bir boru, silindir, tüp ya da silahın deliği veya
mek; kuvvet ve basıncı arttırmak. 2) Hava. bir maki
oyuk kısmı. 6) böyle bir deliğin iç çapı; kalibre. 7)
neye deniz yüzeyinde normal olarak emdiğinden da
sondaj yapmak. 8) Çap (silindir çapı).
ha fazla miktarda hava ya da karışım sağlamak.
bore cooling: Malzemenin içinden yapılan soğutma;
boost control, automatic: Hava. yükselme basıncını
İç soğutma; piston, silindir kapağı, silindir gömleği
otomatik olarak kontrol eden veya düzenleyen bir
ve valf ve enjektörlere uygulanır.
re gülatör.
borer: 1) delik açmak için alet; delgi, burgu, matkap
booster: 1) bir elektrik devresine seri olarak sokulan
vb. i 2) Zoo. meyvalarda delik açan bir böcek ya da
ve devrenin gerilimini yükseltmek veya alçaltmak
kurt.
üzere kullanılan bir cihaz. 2) gemi dizel motorların
bore-stroke ratio: Çapın piston strokuna (kursuna)
da yüksek basınç pompalarını besleyen bir yakıt
oranı; modern ağır devirli dizel motorlarında bu oran
pompası Bkz. booster pump. 3) roketlere ek olarak
1,6-2,0 değerleri arasında değişir.
donatılan yardımcı motor. 4) fren takviyesi; hidrolik
boric: Boron kapsayan veya borona ait; boronlu.
ve vakum sistemine dayanan fren takviye mekaniz
boric acid: Kimy. borik asit; asit borik; volkanik bölge
ması.
lerde bulunan beyaz, kristalli bir bileşik, zayıf bir
booster, efficiency: Bkz. efficiency booster.
asil, H3BO3; hafif antiseptik olarak ve çimento, ema
booster heater: Buster ısıtıcı; takviye kalorifer.
ye vb. i yapımlarında kullanılır; boracic acid olarak
booster pressure: Süperşarj veya aşırı doldurma ha
da kullanılır.
vası basıncı: 1,15-6 bar değerleri arasında değişir;
boride: Boron ve daha pozitif diğer bir element ve
en çok karşılaşılan değer 1,75-2,50 bardır.
köklerden oluşan bir bileşik; borid.
booster pump: 1) Diz. Mot yakıt püskürtme pompası
boring: 1) delik açma. 2) delik açan veya delen kişi
nin hareketi.

Teknik Sözlük - F. 5
borin g too l 66 boundar y

boring too!: Delme aracı; sondaj; delgi; delik kalemi;


bottom: 1) bir şeyin en alt kısmı. 2) bir şeyin yere
matkap; delik açma aracı.
oturtulan kısmı. 3) alt; alt taraf; bir silindirin alt kıs
borneol: Borneol; beyaz, kristalli terpen alkol,
mı. 4) sandalyenin oturulacak kısmı. 5) Çoğ. aşağı
C10H18O; Borneo ve Sumatra'ya has ağaçların göv
arazi; alçak arazi. 6) bir gemi teknesinin normal ola
delerinde bulunur ve kâfuruya Bkz. camphor ben
rak su altında kalan kısmı; karina. 7) gemi. 8) esas
zer; parfüm yapımında ve antiseptik olarak kullanılır.
eleman veya nitelik. 9) en alt; en son; temel. 10) bir
bornite: Kimy. bornit; bakır demir sülfat; bakırın döşek üzerine yerleştirmek.
bronz mavisi renkte parlak bir cevheri, Cu 5 FeS4.
bottom blow valve: Bkz. blowoff valve.
boron: Kimy. boron; bor; metalik olmayan bir kimya
bottom center: Bkz. bottom dead center: Alt ölü nok
sal element; sadece sodyum ve oksijen ile birleşik
ta, alt sente,
olarak boraksta bulunur ya kahverengi amorf (şekil
bottom clearance: Pistonlu buhar makineleri ile çift
siz) tozlar ya da çok parlak kristaller şeklinde üreti
etkili dizel motorlarında piston alt ölü noktasında
lir; bileşikleri borik asit, su yumuşatıcıları, sabunlar,
iken, pistonun altında kalan düşey boşluk; alt kle-
emayeler, cam vb. i yapımlarinda kullanılır; Simg. B;
rens.
at, ağ. 10,82; at. no. 5.
bottom clearance volume: Alt klerens hacmi; alt ölü
boran carbide: Kimy. boron karbür; ince, siyah, he
hacim; Pist. Buh. Mak. piston alt ölü noktasında
men hemen elmas kadar sert kristalli bir toz; aşındırı
iken, pistonun alt tarafında kalan ve buhar portları-
cı olarak kullanılır.
nın da katıldıkları hacim; üst klerens hacminden 1/3
boron chamber: Bor veya boron odası; iç yüzeyi bor
oranında daha büyüktür.
veya bor bileşikleri ile örtülmüş veya BF 3 gibi gaz
bottom dead center: Dikey ve sıra pistonlu makine
durumunda bir bor bileşiği ile doldurulmuş iyonlaştır
lerde, pistonun silindir içinde inebildiği en alt nokta;
ma odası veya hücresi.
10 alt ölü nokta; BDC kısaltması ile belirtilir.
boron counter tube: Bor'lu sayıcı tüpü; B 'nun tep
bottomed: Rady. bir transistorun, kollektör potansiye
kimesi yardımıyla yavaş nötronları meydana çıkar
li sıfır veya hemen hemen sıfır ve kollektör akımı geç
mak için kullanılan ve BF 3 gazı ile doldurulmuş veya
mediği zamanki durumu; bu durumda transistor gö
elektrotları bor veya bor bileşikleriyle kaplanmış sayı
rev yapmaz.
cı tüp.
bottom firing: Alttan fayrap; pulverize (ince toz) kö
borosilicate: Kimy. borosilikat; borik asit ve silisik asi
mürle çalıştırılan kazanlarda bir tür fayrap ya da yak
lin ikisinden de üretilen bir kaç tuzdan herhangi biri;
ma şekli; kömür ve hava, devir hareketi ile börner-
örneğin turmolin Bkz. tourmaline gibi bazı mineral
den kazan ocağına püskürtülür.
lerde bulunur.
bottom heat: Elekt. buhar boruları vb. i ile bitkinin bu
borrow: Aritm. çıkarmada küçük sayıdan büyük sayıyı
lunduğu toprağın alt tarafına uygulanan ısı; alt ya da
çıkarmak için bir öndeki sayıdan alınan (onluk bi
taban ısısı.
rim) sayı ya da birim.
bottom lead: Pist. Buh. Mak. piston alt ölü noktada ol
bort: Karaelmas; saf olmayan, koyu renkli, zayıf kris
duğu zaman slayd valfın portu açmış olduğu miktar
talli bir elmas türü; endüstride aşındırıcı olarak, del
(mm türünden); alt lid (miktarı).
me ve kesme cihazlarında kullanılır; mücevher ola
bottomless: 1) dibi olmayan. 2) dibi olmayan gibi gö
rak kullanılmaz.
rünen; dipsiz; çok derin, uçsuz vb. i.
bortz: Bkz. bort.
bottom planking: Den. gemilerin ambar döşemelerin
Bosch pump: D/z. Mot. Boş pompası; yakıt püskürt
de kullanılan tahtalar; farş tahtaları.
me pompası; yüksek basınç pompası; yakıtın enjek
bottom plating: Karina saçı, karina levhası; bir gemi
törlerden silindirlere püskürtülmesini sağlayan, port
nin yüzdüğü su hattı altında kalan dış saç kaplama
ve helis kontrollü pompa (Ticarî bir marka).
sı.
Bosch process: Boş usulü veya işlemi; kızgın kok kö
bottoms: Tortu; bir damıtma cihazının dibinden çıkarı
mürü üzerinden su buharı geçirilerek su gazı elde
lan madde; bir imalât kabının dibindeki madde.
edilmesi işlemi.
bottom structure: Den. alt yapı; bir geminin tulaniler,
bosh: 1) yüksek fırın bacasının duvarlarının meyillen-
iç dikey omurgalar, omurga ve bazan yalpa omurga
meye başladığı en alt kısım. 2) kızgın metali soğut
lardan oluşan alt bölümü; karşıtı superstructure.
ma. bottom up: Aşağıdan yukarıya.
bo's'n: Bkz. boatswain.
boult: Bkz. bolt.
boss: 1) Mot. piston pini taşıyan piston kısımları Bkz.
bounce: Yansıma.
piston boss. 2) Mek. bir mil veya şaftın genişletil
bounce cylinder: Serbest pistonlu makineler veya
miş parçası.
gaz üreteçlerinde, içinde basınçlı hava bulunan ve
bosun: Bkz. boatswain. dış ölü noktaya gelişlerinde pistonlara yastıklık yapa
bot: Kupola ocağında erimiş metalin akışını durdur rak onların iç ölü noktaya doğru hareketlerini değiş
mak için kilden yapılmış kama veya tıkaç. tirmelerini sağlayan silindir; hava yastığı; air cushi
bottle: 1) çoğu zaman camdan yapılmış, dar bir boğa on olarak da kullanılır.
zı olan ve sapı bulunmayan ve sıvılar için kullanılan bound: 1) bir yapı tarafından sıkıca bir arada tutulan
bir kap; şişe. 2) Mot. ilk hareket havasının depolandı iki cismi belirtir; sodyum ve klor iyonları sodyum klo-
ğı metal silindir; Bkz. air bottle; hava tüpü. rürde iyonik bir bağ ile birbirlerine bağlanmışlardır.
bottleneck: 1) bir şişenin boğazı. 2) dar bir geçit ve 2) bağımlı.
ya yol.
boundary: Limit, sınır ile işaretlenen herhangi bir
bottle opener: Şişe açacağı; şişe kapağı açmak için
şey. 2) limit; sınır.
kullanılan bir araç.
boundary film: Sınır katman; yağlama kuramına gö-
b oun da r y layer Brag g law-

re yağlanan yüzeyler arasında kuramsal olarak yağ


bow thruster: Den. baş iticisi; hem pervane ve hem
lanan yatak yüzeyleri arasında iki veya daha fazla
de dümen görevini yapmak üzere yatay bir şafta
yağ katmanı veya filmi vardır. Bunlardan komşu
bağlanan baş pervanesi.
olan iki katmandan biri devir hareketli jurnale, diğeri
box: 1) türlü şekil, ölçü ve malzemeden yapılmış, ço
ise sabit yatak metaline yapışarak metale dokunma
ğu zaman kapağı bulunan herhangi bir kap; kutu;
yı önler.
sandık. 2) bir kutunun hacmi ya da kapasitesi. 3) ta
boundary layer: Sınır katman; sınır tabakası; Bkz. flu
kım kutusu. 4) bir taşıt aracında sürücünün oturdu
id film.
ğu yer; sürücü koltuğu. 5) Mek. bir parçanın koruyu
boundary lubrication: Birbirlerine göre hareket eden
cu mahfazası; jurnal kutusu Bkz. journal box, dişli
iki yüzeyin bir yağ filmi ile birbirlerinden kısmen ay
kutusu Bkz. gear box vb. i.
rılmaları durumundaki yağlama şekli; sınırlı yağla
box camera: Kutu kamera veya fotoğraf makinesi; ku
ma.
tu şeklinde, sabit odaklı ve çoğu zaman tek kapama
boundless: Sınırlan olmayan; sınırsız; sonsuz; çok
hızı olan ucuz bir fotoğraf makinesi.
geniş.
box car: Dem. Yol. kapalı yük vagonu; furgon.
Bourdon gauge: Bourdon basınç ölçeri; basınç öl
box frame: Kutu freym ya da karter; küçük güçlü yük
çer; Gem. Mak. geyiç; atmosfer üstü, atmosfer altı
sek devirli motorlarda kullanılan bir üst karlar türü.
ve hem atmosfer üstü ve hem de atmosfer altı ba
boxfull: Bir kutunun içeriği veya kapasitesi; kutu dolu
sınçları ölçen bir cihaz; manometre.
su.
Bourdon pressure gauge: Bkz. Bourdon gauge.
box girder: Sandık kiriş.
Bourdon tube: Bourdon tüpü veya borusu; manomet
box keel: Kutu omurga.
relerin içinde bulunan, çoğu zaman oval, bazan
boxer motor: Yatık, iki silindirli ve silindirler arasında
elips kesitli, kapalı ucu bir mekanizma ile gösterge
190 derecelik açı bulunan motor; bokser motor.
nin ve diğer ucu basıncı ölçülecek yere bağlanan pi
box sockets: Yıldız lokma anahtar.
rinç, fosfor bronzu, paslanmaz çelik, berilyum-bakır
box wrench: Yıldız anahtar.
alaşımından yapılmış boru; 2/3 daire yayı şeklinde
Boyle's law: Boyle yasası veya kanunu: "Sabit sıcak
dir.
lıkta, iş yapan bir gazın hacmi basıncı ile ters orantılı
Bourdon-tube manometer: Bkz. Bourdon gauge.
dır"; PV = C.
Bourdon-tube thermometer: Bourdon borulu termo
Boyle temperature: Term, bir gazın Böyle yasasına
metre veya sıcaklık ölçer.
çok yaklaştığı sıcaklık; Böyle sıcaklığı.
bouse: 1) Den. palanga veya ceraskal yardımıyla çe
b.p.: Bkz, boiling point; kaynama noktası ya da sı
kip kaldırmak. 2) herhangi bir içki. 3) alkollü içki.
caklığı.
bow: 1) gemi, tekne veya hava gemisinin baş tarafı;
Br.: Bkz. bromin.
pruva Bkz. prow ya da fore. 2) Tek. Res. ayaklarının
br.: Bkz. bronze.
arasında küçük bir dişli bulunan ve ayak açıklığı (ya-
brace: 1) sıkıca bağlamak. 2) özellikle şişmeye karşı
riçap) bu dişli ile ayarlanan pergel.
sıkıştırmak. 3) basınca dayanmak, ağırlık taşımak
bow door: Baş kapı; pruva kapısı veya kaportası; feri
için sağlamlaştırmak veya kuvvetlendirmek. 4) ku
bot ve roro gemilerinde araçların giriş ya da çıkışını
şaklarla donatmak. 5) enerji vermek. 6) bazı şeyleri
sağlayan kapı.
sıkıca yerinde tutan bir araç; bağlayıcı. 7) matkabı
bower: Normal olarak geminin baş tarafında taşınan
ta şımak üzere ve döndürmek için kullanılan
en ağır çıpa veya demir; göz demiri.
matkap kolu; breyz. 8) payanda; destek. 9) takviye.
bower anchor: 8ta. bower.
brace and bit: Matkap takılabilen, el ile çalıştırılan,
bowie knife: Tek ağızlı 380 mm boyunda, çelikten ya
dairesel delik açmak için kullanılan alet; el breyzi.
pılmış bir av bıçağı.
brace bolt: Cıvata; iki tarafı klavuzlu (diş çekilmiş) ve
bowl: 1) Mot. yağ ve yakıt separatörlerinin çıkarilıp te
somunlu cıvata.
mizlenebilir tasları; Gem. Mak. separator tası veya
braces: Bir buhar kazanının veya diğer basınçlı kapla-
bavl. 2) yağ separatörlerinin (türbinli gemilerde) tek
rin zarf ya da diğer kısımlarinı kuvvetlendirmek için
parçadan yapılmış ve yüksek devirli dönen rotoru.
veya dayanıklığını çoğaltmak amacıyla kullanılan ma
3) gemi pusulasının tası; pusula tası. 4) Den. pruva
sura ya da payanda; Bkz. stays veya stayboits.
direğindekl gözcü yeri veya karga yuvası. 5) bazı
brachial: 1) kola ait. 2) kola benzeyen; kol gibi. 3) ko
makinelerdeki tambur ya da teker.
la benzeyen bir parçaya ait.
bow locker: Den. gemilerin bodoslama gerisindeki
bracket: 1) herhangi bir açı şeklinde, özellikle dik üç
bölme; boya, halat, boyama aletleri vb. inin depolan
gen şeklinde olan bir taşıyıcı; bayrak; braket. 2) bay
masında kullanılır; portuç.
raklar tarafından taşınan duvar raf veya rafları. 3) du
bow pen: Kurşun kalemle donatılmış pergel; Bkz.
varda bulunan elektrik ya da gaz teçhizatı, 4) büyük
bow compass.
veya köşeli parantez; [ J. 6) Ask. Bil. hedeften biri kı
bow rudder: Den. bazı gemilerin bodoslamalarına ko
sa ve diğeri uzun olan ve gerçek mesafeyi bulmak
nulan dümen; baş dümeni; daha çok feribot ya da
için kullanılan iki atış arasındaki mesafe.
arabalılarda kullanılır. brackish water: Acı su; kuyu suyu.
bowsprit: Den. yelkenli teknelerde, teknenin baş tara
brad: Küçük veya merkezkaçik başlı, ince tel çivi,
fından uzanan ve flok yelkeni veya yelkenlerini taşı
bradawl: Ağzı keskiye benzeyen, ince tel çivi için kü
yan bumba.
çük delikler açmaya yarıyan kalem ya da biz.
bow structure: Den. baş yapısı (gemi için); ticaret ge
Bragg Saw: Brag yasası ya da kanunu: "Bir kristalin,
milerinde türlü kafa profilleri kullanılır: Balta baş, kru
bir X ışın demetini maksimum şiddetle yansıtma ko
vazör baş, balblı baş vb. i.
şulunu belirten bağıntı."
Brag g rul e 68 Brayto n cycl e

Bragg rule: Brag kuralı veya kaidesi: "Alfa tanecikleri


bakır tel vb. inden yapılan ve gerekli sürtünmeyi
ne göre bir elementin kütle durdurma yeteneği,
üretmek için fren bandına alüminyum perçinlerle
atom ağırlığının kare kökü ile doğru orantılıdır";
bağlanan malzeme; balata; fren balatası.
Bragg kuralı ampirik bir kuraldır.
brake lining reliner: Oto. tren balatası perçinleme ci
braided flax packing: Örme keten salmastra; keten
hazı.
liflerden örülerek yapılan salmastra.
brake, magnetic: Manyetik fren; mıknatıslı fren.
brake: 1) mekanik enerjiyi emerek onu sürtünme di
brake mean effective pressure: Fren ortalama basın
renci ite ısı enerjisine çeviren bir cihaz; fren. 2) Den.
cı; genişleme kursu veya stroku boyunca sabit kalan
ırgat kastanyolası; ırgat fren düzeneği. 3) herhangi
ve fren beygir gücüne eşdeğer güç veren basınç;
bir makinedeki manivela veya kol. 4) bir blok veya
bmep kısaltması ile belirtilir ve endike ortalama ba
baritin hareketli parçaya baskısı ile bir taşıt aracı ve
sıncın mekanik verimle çarpılması sonucu elde edi
ya makinenin hareketini yavaşlatma veya durdurma
lir.
için kullanılan herhangi bir cihaz; fren; basınçlı ha
brake pedal: Oto. fren pedalı.
va, hidrolik basıncı veya elektromanyetik kuvvet ile
brake power: Mor. bir fren yardımıyla, makinenin
çalıştırılan cihaz. 5) küçük parçalara ayırmak. 6)
krankşaftından ölçülen kW türünden güç.; fren gü
fren ile yavaşlatmak veya stop etmek. 6) fren ya da
cü.
frenlerle işletmek. 8) fren ile yavaşlatmak veya stop
brake power cylinder: Oto. fren güç silindiri; fren ser
etmek.
vo silindiri.
brakeage: 1) fren uygulaması veya hareketi. 2) frenle
brake pulley: Fren kasnağı; Bkz, Prony brake.
me kapasitesi.
brake rod: Oto. fren çubuğu; fren kumanda çubuğu.
brake air bleeding: Mak. havasını almak; fren havası
brake shoe: Fren papucu; hidrolik frenlerde tekerle
nın alınması; hidrolik doldurma sırasında fren devre
ğin şekline uygun ve ona kuvvet uygulayarak fren
sine giren havanın alınması.
görevi yapan bir blok.
brake, axial: Eksenel ya da aksiyal fren.
brake spring: Fren yayı.
brake band: Fren bandı; kastanyola çemberi Den. ır brake strap: Bkz. brake band.
gatlar için; otolarda olduğu gibi fren tamburuna (dis brake thermal efficiency: Mot. makinenin krank mili
kine) uygulandığı zaman yaratılan sürtünme ile, fren kaplininden elde edilen güce uyan ısının, silindirler
kuvveti oluşturarak görev yapan bir bant ya da şerit. de yakılan yakıtın verdiği ısıya oranı; fren ısıl verimi;
brake, band: Bant fren. over-ail efficiency şeklinde de kullanılır.
brake bleeder: Hidrolik frenlerin hava takviye tapası;
brake tube: Oto. fren hidrolik borusu.
fren hidrolik devresine sıvı doldurmak için de aynı
braking: Oto. fren yapma; frenleme; fren düzeni.
zamanda hava tahliye etmek üzere kullanılan araç.
branch: 1) verilen herhangi iki noktasında bir elektrik
brake block: Blok fren.
şebekesine bağlanan bir iletken. 2) branş; dal: Kim
Brake, cone: Koni fren.
ya dalı gibi. 3) iki veya daha fazla bozunma biçimi
brake constant: Mot. Proni freni yardımıyla fren gücü
gösteren bir radyoaktif nüklidin, bu şekillerden biri
nün hesaplanmasında kullanılan formülün sabit kıs
nin ürünü veya ürünler dizisi. 3) Kimy. dallanma; dal
mı: 2 JI L/60.75 (L fren kolunun boyu, m); fren kon-
lanmak.
stantı; fren sabitesi.
branch circuit: Elekt. devreyi koruyan aşırı akım ciha
brake cylinder: Fren hidrolik silindiri; tekerlek göbe
zının diğer tarafındaki tel sisteminin bir parçası;
ğinde bulunan ve kamı çalıştırarak pabuçları açan si
branş devre.
lindir.
branched chain: Klmy. dallanmış zincir; karbon atom-
brake disk: Fren diski. lannın düz bir biçimde bağlanmadığı zincir.
brake, disk: Disk fren. brand-new: Tümü ile yeni; hiç kullanılmamış.
brake drum: Fren tamburu; fren kasnağı; tekerlek gö bran-new: Bkz. brand-new.
beği içinde bulunan ve fren bandının uygulandığı brass: 1) esas olarak bakır ve çinko alaşımı olan sa
metal silindir şeklindeki kısım. rımsı bir metal. 2) Çoğ. pirinçten yapılmış süs eşyası
brake dynamometer: Bkz. Prany brake; fren beygir vb. i 3) Mak. bir yatağın pirinçten yapılmış veya pi
gücünün ölçülmesinde kullanılan mekanik, hidrolik rinç kapsayan burç ya da metali. 4) pirinç kaplan
ya da elektriksel cihaz; fren dinamometresi. mış.
brake efficiency: Buh. Türb. Kapline verilen gücün brass, cartridge: Kovan pirinci; mermi kovanı yapı
hesaplanmasında kullanılan bir verim türü; fren veri mında kullanılan pirinçler.
mi; dış verim; engine efficiency şeklinde de kullanı brass mesh wire: Pirinç tellerden örülerek hazırlan
lır. mış filtre elemanı.
brake, electric: Elektrikli fren. brass plate: Levha halinde pirinç; pirinç levha.
brake fluid: Fren hidrolik yağı. brass seal: Pirinç conta.
brake, hand: Oto. e! freni. brass ware: Pirinçten yapılmış eşyalar; süs eşyaları;
brake horsepower: Fren beygirgücü; effektif beygir- pirinç eşya.
gücü; Mot. krankşaft kaplininden mekanik, hidrolik brass wire: Pirinçten yapılmış tel; pirinç tel.
veya elektriksel bir fren yardımıyla ölçülen ve anali brassy: 1) pirinçle süslenmiş. 2) pirince benzeyen.
tik olarak hesaplanabilen beygirgücü; bhp, ehp, shp Brayton cycle: Brayton çevrimi; iki adyabat ile iki izo
kısaltmaları ile belirtilir. bardan oluşan bir çevrim; Joule çevrimi olarak da
brake lag: Oto. fren tutma mesafesi veya süresi. bilinir; gaz türbinleri ve türbojetlerin uygulamalı ter
brake lever: Fren levyesi. modinamik hesaplarında kullanılır.
brake lining: Yün veya pamuk, asbestos, çok ince
Brayto n efficienc y breathin g cycl e

Brayton efficiency: Brayton ya da Joule çevriminin


na; su fıçısı.
termodinamik verimi.
breaker arm: Oto. distribütör platin çekici.
braza: ispanya'da 1,6714 tın ve Arjantin'de 1,7324
breaker cam; Platin kemi; distribütör kemi; distribütör
m'ye eşit olan bir uzunluk birimi; braza
miline bağlı ve platinleri açmaya yarayan ve silindir
braze: 1) yüksek erime derecesine sahip metalleri,
sayısı kadar çıkıntısı bulunan kem ya da eksantrik.
özellikle çinko ve bakır alaşımları ile lehim yapmak
breaker lever: Platin kolu veya levyesi; Ben. Mot. dis
veya lehimlemek. 2) pirinç veya pirince benzer bir
tribütörlerin orta bölmesinde bulunan plâtinleri taşı
madde ile kaplamak veya süslemek. 3) pirinç gibi
yan, distribütörün orta bölümü.
sert yapmak veya sertleştirmek.
breaker points: Platinler; Bern. Mot, ateşleme devre
brazen: 1) pirince ait. 2) renk ve diğer özellikleri pirin
lerinde, distribütörün orta bölmesinde bulunan, birin
ce benzeyen.
cil devreyi açıp kapamaya yarayan, bir yay yardımıy
brazier: 1} yanan kömürü tutan kap; mangal; maltız.
la birbirlerine temas eden, bir kam ile birbirlerinden
2) pirinç işçiliği yapan kimse.
ayrılan, iki parçadan ayrılmış bir devre açıcı; yapım
brazilein: Brazilen; parlak kırmızı renkli kimyasal bir larında tungsten karbür kullanılır; aralarındaki mesa
bileşik, C16H12O5; boya maddesi olarak kullanılır: fe 0,50-055 mm dolayındadır.
brazilinin oksitlenmesi ile elde edilir.
breaking stress: Kopma gerilmesi; bir tel veya çubu
brazilin: Brazilin; parlak sarı renkli bir bileşik,
ğu etkiyen ve onun kırilmasına (kopmasına) neden
C16H14O5; kızılağaçtan elde edilen kristalli bir toz;
olan gerilme.
brazilen elde edilmesinde kullanılır.
breaking test: Den. bitkisel (nebati) lifli halatlara, çe
brazing: Metal, erime noktası, birleştirilmek istenilen
lik tellere, zincir baklalarina vb. i uygulanan bir de
metallerin erime noktasından düşük olan bir metal
ney, özellikle kopma deneyi.
veya alaşımı eriterek birleştirme işlemi; pirinç kayna
break point: Bilgisay. kesme noktası.
ğı veya lehimi; sert lehim; bu işlemde çubuk şeklin
bream: Den. gemilerin alt veya karinalarını, özellikle
deki alaşım hamlaç ile eritilir veya alaşım tel ya da
primüs (pürmüz) lambası ile yakarak temizlemek.
levha halinde parçaların uygun yerlerine yerleştirilir
breast: 1) bir geminin simetri eksenine dik olarak veri
ve hepsi birden bir fırın ya da vb. i yerde ısıtılır; te
len halat; koltuk halatı. 2) geminin başı veya pruva
rim, genellikle 427°C'nin üzerinde eriyen metal ya
sı. 3) seyir sırasında geminin dalgalara baş vermesi.
da alaşımlarla yapılan kaynaklar için kullanılır.
4) vücudun üst kısmı; göğüs. 5) Maden, kazılan yer
breadth: Genişlik; en.
vsya tünelin girişi.
breadthwise: Enine; genişliğine.
breast drill: Mak. göğüs matkabı.
break: 1) bir bütünden daha küçük parçalar olmak;
breastfast: Bkz. breast rope.
uygulanan kuvvet nedeniyle iki parçaya ayrılmak. 2)
breast line: Bkz, breast rape.
kuvvetin uygulanması nedeniyle bir katıdan daha kü
breast rope: Den. 1) koltuk halatı. 2) iskandil yapan
çük parça veya parçacıklara ayrilmak veya ayrılma
kişiyi güvenceye alan halat. 3) direk ile serenler ara
ya neden olmak. 3) kesme, kapama (elektrik devre
sındaki halat.
si vb. i) 4) ani olarak su yüzünde görünmek (peris
breast work: Topçulari korumak için, çabuk yapılabi
kop gibi). 5) kırılma; ayrilma; çatlak. 6) Bilgîsay. kes
len alçak siper; göğüs siperi.
me.
breath: 1) herhangi bir şeyden çıkarilan hava ya da
breakable: Kolayca kırilabilen bir şey; kırılabilir.
buhar. 2) akciğerlere çekilen veya çıkarılan hava 3)
breakage: 1) kırık veya kırılmış. 2) kırılma nedeniyle
solunum; nefes alma. 4) solunum kapasitesi. 5) ha
hasar ya da kayıp. 3) bu kayıp ya da hasar nedeniy
yat; ruh. 6) hafif meltem. 7) bir ayna üzerindeki nem
le onaylanan toplam gider.
de olduğu gibi, solunum tarafından üretilen bir şey.
breakdown: 1) parçalanmak, bozunmak veya çürü-
8) fısıldama; mırıltı. 9) solunum için zaman.
mek. 2) iklimsel koşullarla bir kayanın küçük parça
breather pipe: Havalandırma borusu.
lara ayrilması (fiziksel parçalanma), b) kurşun iki nit breather tube: Havalandırma tertibatı borusu.
ratın ısı ile kurşun iki oksit ve nitrojen dört oksite dö
breathing: 1) solunum; nefes alıp verme. 2) havalan
nüşmesi (kimyasal parçalanma), c) tüm ölü organiz
dırma; havalandırma tertibatı.
maların bozunarak karbondioksit oluşturması (biyo
breathing apparatus: Solunum cihazı; teneffüs ciha
lojik çürüme). 2) bir makine veya motorda olduğu gi
zı; dış havadan bağımsız, özellikle havanın oksijen
bi bozulma sonucu stop etmek, 3) Elekt. bir yalıtıcı
içeriğinin tehlikeli şekilde düşük olduğu veya zehirli
da aşırı gerilim nedeniyle bozulma nedeni. 4) ayrış
gazların bulunduğu bir ortamda solunum sağlayan
mac a da bozulmaya neden olmak.
ve sürdüren bir cihaz; gaz maskesi; oksijen maske
breakdown voltage: Bir yalıtkandan akım geçirmek
si.
için gerekli voltaj ya da gerilim; bozunma gerilimi.
breathing bag: Solunum torbası; solunum cihazları
breaker: Ben. Mot. primer ya da birincil sargıda man
nın, içi hava ile dolu olan torbası; Bkz. breathing ap
yetik alanın oluşması veya bu alanın bozulmasına
paratus.
neden olan kısım; platinler.
breathing cycle: Solunum çevrimi; erişkinler dinlenir
breaker: Dalgakıran; mendirek; dalgaların kuvvetini
ken her 5 saniyede bir, yaklaşık 1 litreye yakın hava
yokeden ve böylece limanları, dolayısıyla gemileri
solur, akciğerler bu hava içindeki oksijeni kana iletir
koruyan, insan eli ya da doğal olarak yapılmış koru
ve onun karbon dioksitini alır; kalp oksijenli kanı vü
yucu.
cudun her tarafına pompalar ve oksijen vücut doku
breaker: 1) kıran kimse veya şey. 2) kaya, kömür vb.
larında gerçek bir yanma için kullanılır, oluşan C0 2
lerinîn kırılması için kullanılan bir makine. 27 bazan
yine kan yolu ile akciğerlere kadar gelerek oradan
filika veya teknelerde taşınan küçük su kabı; manca
dışarı atılır, bu tam bir solunum çevrimidir.
b re a th i n g spac e 70 brin e ejecto r

breathing space: Serbest solunum için yeterli hacim


maddelerden oluşan bir duvarla kaplama.
veya zaman.
bricky: 1) tuğladan yapılmış, 2) özellikle rengi bakı
breeches buoy; Den, can kurtarma varagelesi; deniz
mından tuğlaya benzeyen veya tuğla gibi.
kazazedelerini kurtarmak için kullanılan bir araç; bir
brickyard: Tuğla yapılan veya satılan yer; tuğla har
can simidine bağlı, brandadan yapılan, bir halat bo
manı.
yunca hareket eden ve gemiden gemiye ve gemi
bridge: 1) nehir vb. i su yolu üzerine yapılan yolcu
den sahile kazazede taşımakta kullanılan araç; kur
ve taşıt araçlarının geçmesini sağlayan betonarme
tarma varagelesi.
ya da çelik konstrüksiyon şeklindeki yapı. 2) köprü
breeching: Buh. Kaza. apteyk ya da baca kaidesi
ye benzeyen şey. 3) gözlüklerin burun üzerine otu
yeri ne kullanılan bir sözcük.
ran yay şeklindeki kısmı. 4) bir geminin yönetildiği
breeder reactor: Çalışması sırasında fizyonsuz malze
yer; köprüüstü; kaptan köprüsü; kaptan köşkü; köp
meyi fizyon maddesi haline dönüştüren bir atom pil!
rü. 5) bir ocak ya da kazanda, yakıtı yerinde muhafa
ya da benzer bir cihaz; üretken reaktör.
za etmek için bir bölme perdesi. 6) Elekt. devrede bi
breeze: 1) hafif bir hava akımı; rüzgâr, özellikle hafif
linen veya standart elemanla kıyaslanarak, esas ola
bir rüzgâr; meltem. 2) Meteo. hızı 4-31 mil/saat
rak direnç, frekans vb. i ölçmek için kullanılan bir ci
(6,436-49,879 km) arasında değişen herhangi bir rüz
haz. 7) Buh. Kaza. alev borulu kazanların ocakları ni
gâr; a) meltem (6,436 km), yumuşak (12,872-19,308
hayetinde bulunan duvar; Bkz, bridge wail veya fur
km); ılımlı ya da mutedil (20,917-28,962 km); firişka
nace wall,
(30,571-38,616 km) ve kuvvetli (40,225-49,879 km/sa
bridge gauge: Köprü gösterge; Gem. Mak. briç ge-
at).
yiç, yüksek güçlü dizel motorları, buhar ve gaz tür
breeze: Kok ya da mangal kömürü yakıldığı zaman
binleri gibi makinelerin palamar yatakları ile rotorşaft
geri kalan madde; kül ve kömür parçaları; beton için
yatakları boşluklarının denetlenmesinde kullanılan
dolgu maddesi olarak kullanılır.
bir cihaz.
Bremsstrahlung: Nük. Ener. frenleme radyasyonu. 1)
bridge wail: Köprü duvarı; külhan duvarı; kömürle ça
hızlı hareket eden yüklü bir partikül veya taneciğin
lıştırılan alev borulu kazanlarda külhanın cehennem
(genellikle bir elektron) başka bir tanecik (genel ola
lik tarafında bulunan ve yüksekliği külhan çapının
rak çekirdek) tarafından saptırıldığı zaman etkilendi
2/3 ü kadar olan, ateş tuğlalarından örülmüş bir du
ği ivme nedeniyle oluşan elektromanyetik radyas
var; külhanda oluşan gazların cehennemlik tavanına
yon. 2) bazan, Bremsstrahlung olayından oluşan
doğru yöneltilmesini, soğuk havanın cehennemlik
radyasyon.
duvarını etkilememesini, kömür, kül ve posakülün
bren gun : İkinci Dünya Savaşı sırasında ingiliz ordu
cehennemlik tabanına dökülmemesini sağlar.
sunda kullanılan hafif, seri atışlı, gazla çalıştırılan
bridging: Bir elektrik devresini diğeri ile paralel bağla
makineli tüfek; bren makineli tüfek
ma.
Brewster's Saw: Brewster yasası veya kanunu:
brief: 1) özet. 2) özetleme. 3) brifing; plânlanan bir
"Yansı yan bir maddenin polarlama açısının
operasyon sırasında asker, pilot vb. i gruba operas
tanjantı, onun kırılma indeksine Bkz. refractive
yon hakkında bilgi vermek; pilotlara her uçuştan ön
index eşittir."
ce verilen bilgi gibi.
brick; 1) kilden yapılan ve prizma şeklinde kalıplara
bright: 1) parlama; ışık verme; ışık dolu. 2) gözalıcı
dökülen, güneşte kurutulan veya ateşte pişirilen, bi
renkli veya sesli; parlak.
na vb. i yapımında kullanılan bir madde; tuğla. 2)
brightness: Parlaklık.
özellikle ölçüleri 63,5-203,2 mm olan bu tuğla blok
bright signal light: Den, parlak işaret ışığı; karanlık
lardan herhangi biri. 3) şekli tuğlaya benzeyen her
gecelerde 2 kilometrelik mesafeden görülebilen ışık.
hangi bir şey. 4) tuğla ile inşa edilmiş veya döşen
bright stock: Silindir yağlarından türlü yöntemlerle el
miş.
de edilen yüksek viskoziten alkalin yağ.
brick bolt: Tuğla cıvatası; Kaza. ocak tuğlalarının içer
brilliance: 1) büyük parlaklık. 2) parlaklık; canlılık. 3)
sindeki yuvalara oturarak kazan zarfına pul ya da so
ihtişam; debdebe.
munlarla bağlanan cıvata ya da cıvatalar; ocak duva
brilliancy: Bkz. brilliance.
rının çökmesini önlerler.
brilliant: 1) göz alıcı; parlayan; parıldayan. 2) çok par
brick dust: Tuğla tozu ya da horasan.
lak. 3) fevkalâde; harikulade. 4) parıltısını arttırmak
brickkiln: Tuğlalarin pişirilmesi için kullanılan bir
için bir çok yüzeye sahip olacak şekilde kesilen bir
ocak ya da fırın; tuğla ocağı: tuğla fırını.
mücevher, özellikle bir elmas. 5) Matb. kullanılan en
bricklayer: Görevi tuğla döşemek olan kişi; duvarcı
küçük ölçüdeki harfler; 3,5 puntoluk harfler, t
ustası; tuğla örme ustası.
brimstone: Kükürt; Bkz, sulfur.
bricklaying: Su borulu bir kazan ocağının tuğlalarla
brine: 1) içme suyunda kalsiyum klorür eritilerek elde
örülmesi işi veya işlemi; tuğla döşeme.
edilen çözelti; doymuş tuz çözeltisi; salamura çözelti
brickpan: Buh. Kaza. yaklaşık olarak 63,5 mm kalınlı
deki tuz (CaCI2) miktarının artması, salamuranın
ğında yalıtım tuğlalarını taşıyan kısım; tuğla tavası.
donma noktasının düşmesine neden olur; içme su
brick plant: Tuğla fabrikası; tuğla harmanı.
yundan buz yapmak için kullanılır. 2) okyanus gibi
brick setting: Tuğla döşeme, örme veya yerleştirme;
herhangi bir büyük tuzlu su kütlesi. 3) salamuraya
tuğla duvar yapma; su borulu kazanların ocaklarının
(turşu) koymak.
tuğla duvarlarını hazırlama ya da yapma.
brine circulating system: Bkz. brine system.
brick work: 1) tuğladan yapılmış herhangi bir şey. 2)
brine ejector: Borulu evaporatörlerde, buharlaştırılan
tuğla işçiliği; su borulu kazanların ocaklarını çevrele
suyu otomatik olarak blöf ederek, evaporator kabı
yen duvarın yapımı işi. 3) özellikle su borulu kazan
içindeki suyun yoğunluğunun sabit tutulmasını sağ-
ların ocaklarını ateş tuğlası, yanmaz ve ısı geçirmez
brin e pipin g 71 bronchoscop e

Sayan ecektör; salamura veya brayn ecektörü; yo


broadcasting station: 1) radyo programları yayınla
ğun su ecektörü; nozul ve difüzörden oluşur ve bu
mak için bir organizasyon veya kuruluş; radyo istas
har enjektörüne Bkz. steam ejector benzer.
yonu. 2) böyle bir kuruluşun stüdyoları, ofisleri v.b.
brine piping: Salamura veya brayn devresi boruları.
broaden: Geniş ya da daha geniş yapmak ya da ge
brine solution: Salamura çözeltileri. 1) yemek tuzu
nişletmek.
çözeltisi; borularda paslanma yapar, -17,7°C
broad-gauge: Geniş raya sahip olan (demiryolu); ge
(0°F)'de kristalleştiği için boru devrelerinde tıkanma
lara yol açar. 2) kalsiyum klorür (CaCl2) çözeltisi, niş (demiryolu) rayı için.
broad-gauge: Dem. Yol. 1) raylar arası genişliği stan
NaCI çözeltisindeki sakıncaları olmayan bir salamu
dart ölçüden (1435 mm) daha büyük olan. 2) bu öl
radır; sakıncası pahalı oluşudur.
çüye sahip olan demiryolu. 3) böyle bir demiryolu
brine system: Buh. Kaza. blöf yapılmadan önce su
nun lokomotif ya da vagonu.
yüzeyinde bulunan yağlama yağı, köpük vb. lerini
kazan dışına atmaya yarayan sistem veya devre; broad-gauged: Bkz. broad-gauge.
Gem. Mak. brayn devresi; brayn sistemi; brayn kep broadish: Bir dereceye kadar geniş.
broadside: 1) bir geminin yüzdüğü su hattı üzerinde
çesi, brayn valfı, boru devresi vb. inden oluşur.
brine tank: Salamura tankı veya deposu. kalan tüm gemi bordası. 2) herhangi bir maddenin
en geniş yüzeyi.
brine valve: Bkz. surface blow valve.
brochure: Broşür; kitapçık; küçük kitap.
Brinell hardness test: Bkz. brinell test.
Brinell method: Bkz. Brinell test. broken: 1) yarılmış, kırılmış, parçalanmış vb. !. 2) za
yıf ya da zayıflamış. 3) iflas etmiş.
Brinell test: Brinell deneyi; Brinell test'i; bir metalin
sertliğini saptamak için yapılan bir deney; sertleştiril broken-down: 1) harap olmuş; faydasız, yararsız. 2)
sağlık bakımından çökük.
miş çelik Duyalar belirli bir basınçla metalin yüzeyine
çarptırılarak oluşan çok küçük çukurun çapı ölçüle broker: 1) para ya da komisyon ödeyerek bir acente
gibi çalışan, kontratlar veya satışlar yapabilen kişi;
rek göreli sertliğin saptandığı deney.
komisyoncu; simsar. 3) borsa simsarı Bkz. stock
briny: Salamuraya ait; salamuraya benzeyen; çok tuz
broker.
lu.
bromal: Bromal; Kimy. yağa benzer, renksiz, keskin
briquette (briquet): Kömür tozunun sıkıştırılmasın
kokulu bir sıvı, CBr3COH; bromun alkolden geçiril
dan elde edilen kömür; briket; yakıt olarak kullanılır.
mesiyle elde edilir.
brisance: Nitrogliserinin patlaması veya nükleer flz-
bromate: Bromat; Kimy. bromik asilin bir tuzu; Ecz.
yonda olduğu gibi, enerjinin ani olarak serbest kal
a) brom ile bir maddeyi muamele etmek, b) brom ile
masının tahrip etme etkisi.
birleştirmek.
Britannia metal (britannia metal): Britanya metali;
bromic: Özellikle beş değerli brom kapsayan; bro
antimon ve bakır ile sertleştirilen kalay kökenli bir
mik.
alaşım; sofra takımları yapımında kullanılır.
bromic acid: Kimy. tuzları bromatlar olan bir asit; bro
British thermal unit: 1 libre (452 gram) suyun sıcaklı mik asit, HBrO3; asit bromür; saf durumda bulun
ğını 62° F'den 63°F'ye yükseltmek için gerekli ısı maz, sadece hafif sulu çözeltileri vardır.
miktarı; B.T.U., Btu veya B.t.u. kısaltmaları ile belirti bromid: Bkz. bromide.
lir. bromide: 1) bromür; hidro bromik asitin (HBr) tuzla
brittle: Kolayca kırılan veya parçalanan; gevrek; kırıl rı. 2) bromun diğer element ya da köklerle yaptığı bi
gan. leşikler; fotoğrafçılıkta ve ilâç endüstrisinde kullanı
brittleness: Gevreklik veya kırılganlık (metaller için lır.
söylenir) bromide paper: Bromürlü kâğıt; jelatinli bromür çö
broach: 1) sivri uçlu bir çubuk; şiş. 2) dairesel delik zeltisi ile kaplanmış ve baskı işlerinde kullanılan has
açmak için matkap. 3) dar ve sivri uçlu duvarcı delgi sas kâğıt.
si. 4) delik için gerekli ölçüye kadar büyüten alet; bromin: Bkz bromine.
rayba. 5) Den. bir teknenin türlü nedenlerle rüzgâra brominate: Kimy. brom ile birleştirmek.
doğru yükselmesi. 6) yük çalmak. 7) kanunsuz ola bromine: Brom; bromür; çoğunlukla kırmızımsı kahve
rak fıçı ya da varil delmek. rengi olan paslandırıcı ve uçucu bir sıvı; buharları
broaching: Şişleme; rayba salma. hoş olmayan bir kokuya sahip olup, tükürük bezleri
broaching machine: Rayba salma makinesi; elle, hid için çok tahriş edicidir; boya maddeleri yapımında,
rolik veya mekanik olarak çalıştırilan bir makine. fotoğrafçılıkta, motor yakıtları için vuruntu önleyici bi
broad: 1) geniş; enli; kenardan kenara uzun mesafe leşikler yapımında kullanılır; Simg. Br; at. ağ.
olan. 2) ana; esas. 3) herhangi bir şeyin geniş bir 79,916; at. no. 35.
parçası. 4) serbest liberal. bromine compounds: Bromür bileşikleri; kurşun tet-
broadband: Bilgisay. geniş bant. raetil ile etilen bromür bu bileşenlerdendir; Benz.
broadcast: 1) radyo ile yaygın bir biçimde iletmek. 2) Mot. yanma sırasında bromürler kurşun ile birleşe
radyo programları yayınlamak; radyo yayını. 3) Yay. rek kurşun bromürü oluşturur ve düşük kaynama
Ola. yayın; neşriyat. 4) radyo yayınları için veya rad noktasına sahip olan bu bileşik gazlarla silindir dışı
yo yayınlarına ait. 5) radyo programı. 6) uzak ve ge na atılır.
niş.
bromism: Bromizm; Tıp. bromür ya da bileşiklerinin
broadcaster: 1) radyo programları, yayınları, neşriya aşırı kullanılmasının neden olduğu rahatsızlık.
tı vb. i hazırlayan, yapan veya ileten kişi, organizas bromize: Kimy. brom ya da bromürle muamele et
yon vb. 2) radyo yayınları için donanım veya teçhi mek.
zat. bronchoscope: Tıp. bronkoskop; nefes borusunun
B ro n so n ' s resistanc e 72 bucke t

içini kontrol veya tedavi etmek veya oradan yabancı


ba bitkilerde bulunur; brusin.
maddeleri çıkarmak için kullanılan ince, uzun, kü
brumous: Sisli; puslu.
çük bir elektrik lâmbası bulunan borulu bir cihaz.
Brunswick green: Brunsvik yeşili; boya maddesi ola
Bronson's resistance: Bronson direnci ya da resis-
rak kullanılan bakır oksiklorür.
tansı; bir gaz içindeki iki elektrot arasında oluşan di
brush: 1) Elekt. jeneratörlerde üretilen gerilimi dağı
renç,
tım tablosuna ileten bakır, grafit vb. i maddelerden
bronze: 1) % 88 bakır, % 8-% 10 kalay ve çinkodan
yapılmış, prizma şeklinde bir parça; Bkz. a) car
oluşan bir alaşım; bronz; valf, tapa, pervane, heykel
bon-graphite brush, b) electro-graphitic brush, c)
yb. i yapımlarında kullanılır. 2) bronzdan yapılmış sa
graphite brush, d) metal-graphite brush, e) cop
nat eseri vb. herhangi bir şey. 3) bronza benzeyen
per brush. 2) bir yüzüne kıl, saç ya da teller bağlan
kırmızımsı kahverenkli. 4) bronza benzetmek. 5)
mış, saplı ya da sapsız bir araç; fırça; temizleme,
bronz rengi vermek.
parlatma, boyama, saç tarama vb. i işler için kullanı
bronze bushing: Bronz burç; Den. kovan (stern tü
lır. 3) fırça ile parlatmak, temizlemek, boyamak veya
yüp) ya da motorların piston pinlerinde kullanılan,
düzeltmek.
bronzdan yapılmış burç veya yatak.
brush cleaner: Temizleme fırçası; kazan borularının
bronze, composition "G": Yapısı % 88 bakır, % 8 ka
içlerinin temizlenmesinde kullanılan, basınçlı hava
lay ve % 4 çinkodan oluşan bir alaşım; valf, burç vb.
ve fleksibıl (esnek) hortum ile çalıştırılan tel fırça.
i yapımlarında kullanılır.
brush discharge: 1) iletken ile onu çevreleyen akış
bronze, composition "M": Yapısı % 90 bakır, % 5 ka
kan arasındaki potansiyel farkı bir ark ya da kıvılcım
lay, % 1,5 kurşun ve % 3,5 çinkodan oluşan bir
oluşturacak yeterlikte olmadığı zaman iletkenden gö
bronz türü; valf bronzu ve döküm yapımında kullanı
rülebilir elektrik boşalması; fırça boşalması. 2) bir
lır.
gazdaki elektriksel boşalma; korona veya hale.
bronze, composition "P": Yapısı % 88 bakır, % 8 ka
brush holder: Elekt. fırça taşıyıcısı; elektrik makinele
lay, % 4 çinko ve en fazla % 0,50 fosfordan oluşan
rinde fırçayı taşıyan ve onun belirli bir basınçla kol-
bir alaşım; özel dişil, burç vb. i yapımlarında kullanı
lektör yüzeyine basmasını sağlayan prizma şeklinde
lır.
çelik bir mahfaza.
bronze, gun: Bkz. gun bronze.
brush ring: Fırça çemberi.
bronze, hydraulic; Hidrolik bronzu: % 85 bakır, % 5
brush spring: Fırça yayı; Elekt. Mak. fırçayı kollektör
kalay, % 5 çinko ve % 5 kurşundan oluşturulan bir
yüzeyine bastıran ve onun kollektör yüzeyi ile sürek
alaşım; kolay işlenebilir, ucuz dökümlerde kullanılır.
li temasını sağlayan yay.
bronze, hard: Bkz. hard bronze.
brush tension: Fırça basıncı; Elekt. Mak. fırçanın kol
bronze, journal: Bkz. journal bronze.
lektör yüzeyine uyguladığı basınç; bir yay ile sağla
bronze, leaded: Bkz. leaded bronze.
nan bu basınç 70-140 g/cm2 değerleri arasındadır.
bronze, manganese: Manganez bronzu; % 57-% 62
brush work: Fırça ile yapılan iş; boyama işi.
bakır, % 0,5-% 1 demir, % 0,5-% 1,5 kalay ve % 36-
bsfc: Bkz. brake specific fuel consumption.
% 40 çinkodan oluşan bir alaşım.
BSI: British Standards Institution: İngiliz Standartlar
bronze, phosphorus: Bkz. phosphorus bronze.
Enstitüsü.
bronze, silicon: Silikon bronzu; % 2 çinko, % 1,5 de
Btry: Bkz. battery.
mir ve % 3,5 silisyumdan oluşan bir alaşım; yapı
B.T.U. (Btu, b.t.u.): Bkz. British Thermal Unit (u-
bronzu olarak kullanılabilir; G bronzu ile oluşturuldu
nits).
ğunda deniz suyu ile kullanılmaz.
B type crankcase: Dlz. Mot. B harfi şeklinde veya
bronze, turbadium: % 50 bakır, % 44 çinko ve % 1,5
ona benzer üst karter; daha çok hava ile püskürtme
nikelden oluşan bir alaşım; deniz suyuna dayanıklı
li dizel motorlarına uygulanmış bir üst karter biçimi.
pervane vb. i yapımında kullanılır.
bu : Bkz. bushel veya bushels.
bronze, valve: Bkz. valve bronze.
bubble: 1) hava veya gazla dolu ve bir sıvı ile çevrili
bronze welding: Bronz kaynağı.
kürecik; kabarcık; sabun köpüğü gibi. 2) bir sıvı ya
bronzy: Özellikle rengi bakımından bronza benze
da katı içinde, karbonik asitli su gibi, hava veya gaz
yen.
ile doldurulmuş bir hacim. 3) kabarcıklar yapmak;
brougham: 1) elektirk enerjisi ile yürütülen otomobil;
kaynama; köpürme.
elektrikli otomobil. 2) sürücü yeri açık olan benzin
bubble chamber: Bkz. cloud chamber.
motorlu limuzin; üstü kapalı otomobil. 3) sürücü yeri
bubble gauge: Gaz kabarcık ölçeri; gaz kabarcıkları
dışarda olan dört tekerlekli kapalı, atlı araba; fayton.
nı sayarak gaz akımı miktarını ölçmek için kullanılan
brown coal: Esmer kömür; bir tür linyit kömürü;
bir cihaz.
odun şeklinde sarımsı kahverengi ve linyit kadar kül
bubbling carburetor: Havanın bir kısmı veya tümü
kapsayan bir kömür; alt ısı değeri 2500 kcal/kg dola
nün uçucu yakıtın içinden geçirildiği karbüratör; ka
yında; uzun, isli ve içindeki kükürt nedeniyle kötü
barcıklı karbüratör.
kokulu bir duman oluşturarak yanar.
bubbly: 1) kabarcıklar kapsayan; kabarcıklarla dolu.
Brown converter: Brown konvertörü; ses frekansını
2) kabarcıklar çıkaran.
yükseltici olarak kullanılan bir röle; Bkz. relay.
bucket: 1) derin, silindir şeklinde, düz atlı ve yay şek
brown sugar: Kahverengi şeker; kısmen veya tümü
linde sapı olan bir kap; kova; Den. gerdel; su, kö
ile rafine edilmemiş şeker.
brucin: Bkz. brucine. mür vb. i taşınmasında kullanılır. 2) bu kabın kapsa
yacağı miktar. 3) ekskavatör kepçesi. 4) besleme su
brucine: Acı, zehirli, beyaz renkli bir alkaloid,
yu devrelerinde kullanılan bir tür hava pompasının
C23H26N2 O4; kargabüken çekirdeği ile türlü akra
pistonu. 5) teğetsel akımlı buhar türbinlerinde hare-
bucket 73 bulk carrier
kumaş vb. i ile kaplı bir teker; taş tezgâhına takılan,
ketli veya sabit macun sürülmüş bez disk, taşlama çarkı; parlatma
kanat. çarkı.
bucket: Pistonlu fid (besi) suyu pompalarında su silin buffer tank: 1) havasızlandırma tankı; basınçlı besi
diri pistonu; su mahalli pistonu. (fid) suyu devrelerinde bulunan havası çıkarılmış su
bucket dredger: Den. kovalı tarak gemisi; sürekli ola yun bulunduğu tank; havasızlandırma hiyteri veya
rak döner kovalan yardımıyla deniz, koy, liman veya ısıtıcısı. 3) fuel oil ile çalıştırılan yüksek güçlü dizel
nehir ağızlarının temizlenmesi için kullanılan gemi. motorlarında temiz fuel oilin yerçekimi ile aktığı, için
bucket, inverted: Bkz. inverted bucket. de ısıtıcı bulunan ve hava firar borusuna sahip olan
bucket ring: Su silindiri pistonunun Bkz. bucket, ge bir tank; tampon tank.
nel olarak suni malzemeden yapılan segmanlan; pis buhr: 1) değirmen taşı. 2) kalker ya da yumuşak
ton segmanı. şekil lerde silisli kaya.
bucket seat: Bazı otomobil ve uçaklarda olduğu gibi, buhrstone: 1) değirmen taşı yapımında kullanılan
yuvarlak arkalı tek kişilik bir koltuk; çoğu zaman öne sert, silisli kaya. 2) bundan yapılan taş.
eğilecek şekilde yapılır. build: 1) malzeme, parça vb. lerini bir araya getirmek
bucket-type traps: Baketli buhar kapanı; Bkz. steam veya getirerek yapmak; inşaat; inşa etme. 2) yarat
traps. mak; oluşturmak. 3) kurmak veya plân yapmak. 4)
bucket valve: Bazı hava pompalarının Bkz. airpump bir plân geliştirmek. 5) tesis etmek.
pistonlari üzerinde bulunan ve daima yukarı doğru builder: 1) inşa eden bir kişi veya hayvan. 2) inşaat
açılan ve yay yükü ile çalışan, geri döndürmez bir çı; müteahhit. 3) sabunun daha iyi çalışmasını sağla
valf; Gem. Mak. baket valf; Bkz. kingdom valve. yan bir madde veya bileşen. 4) buhar kazanı, yar
bucking coil: Bir başka bobine mıknatısıyet giderici dımcı makine, eşanjör, motor vb. i makineleri imal
etki sağlayacak şekilde bağlanan bir bobin. eden; yapımcı firma.
buckle: Eğmek, bükmek veya örselemek; ısı veya ba builder's instruction book: Yapımcı firmanın işletme
sınç ile eğrilmek. veya el kitabı; katalog; Gem. Mak. instrakşin buk.
buckle: 1) bir parça, kayış vb. inin uçlarını bağlamak builder's trials: Yapımcı deneyi veya tecrübeleri; ya
için kullanılan kopça veya toka. 2) kopça ya da toka pılan yeni geminin kontrat gereklerini yerine getirip
ile bağlamak. 3) bir araya getirmek; birleştirmek. 4) getiremeyeceğini saptamak için dok ve açık denizde
bir toka veya kopça ile bağlamak. yapılan bir dizi deney.
buckley gauge: Buckley göstergesi; verilen bir akım building: 1) ev, fabrika vb. i gibi inşa edilen herhangi
la bir gaz içinde üretilen iyonlaşma esasına göre öl bir şey; yapı. 2) evler, gemiler vb. i yapmak için
çüm yapan bir basınç göstergesi. mal zeme ve parçaları bir araya koyma işlemi, işi
bucling failure: Burkulma ve flambajla kırılma. veya sanatı.
buckling stress: Burkulma ve flambaj gerilmesi. build-up: İmar edilmiş; bayındır.
buckling test: Burkulma ve flambaj deneyi. build-up crankshaft: Jurnal, krank kolu ve krank pi-
bucksaw: Bir çerçeveye yerleştirilmiş, odun kesmek nin ayrı parçalar halinde yapılıp, sonradan sıkı geç
için kullanılan bir testere; oduncu testeresi; çerçeveli me şeklinde birbirlerine bağlanmasıyla oluşturulan
testere; kullanılacağı zaman iki elle tutulur. krank mili veya krankşaft.
Budde effect: Budde etkisi veya tesiri; halojenlerin, built-in: Bilgisay. yerleşik.
özellikle bromür ve klor buharinın, ışık etkisinde bıra built in governor: Bir cihazın içine, kendinden bir
kılarak hacimlerinin büyütülmesi. parça olarak yapılan regülatör veya gavörnör.
buddle: Maden cevherlerini yıkmak için kullanılan me built-up shaft: Bkz. build-up crankshaft.
yilli bir kap. bulb: 1) şekli soğana benzeyen herhangi bir şey, ör
buff: Deri ile kaplanmış temizleme ve parlatma için neğin elektrik ampulü Bkz. light bulb. 2) içinde al
kullanılan bir çubuk veya mil. kol, cıva vb. i bir sıvı bulunan termometre haznesi;
buffer: 1) dişli dümen donanımlarinda ağır denizlerin cıva haznesi,
etkisini önleyen kısımlar; dümen tamponu. 2) bir çö bulb bow: Bkz. bulbous bow.
zeltiye eklendiğinde, herhangi bir pH değişimine di bulbous bow: Den. balblı bodoslama; balblı baş (ge
renç gösteren madde. 3) ateşlendikten sonra bir to miler için söylenir).
pun geri tepmesini denetleyen mekanizma. 4) çatış bulge: Esk. sintine; Bkz. bilge.
ma ve çarpma şokunu hafifletmek için kullanılan bir bulge: Çıkıntı; yük altında eğilme; bel verme; şişkin
cihaz; tampon. 5) şok azaltan herhangi bir şey. 6) lik.
Bilgisay. arabellek. bulk: 1) özellikle ölçüsü, kütlesi veya hacmi büyük
buffer piston: Hidrolik regülatör veya gavörnörlerde olan yığın; 2) bir şeyin ana kütlesi veya gövdesi; en
kullanılan ve duyarlı hız değişimi sağlayan yay yüklü büyük parça veya oran. 3) gemi ambarı veya yükü.
hidrolik piston. 4) kütle şeklini oluşturmak. 5) ölçü, önem vb. ini art
buffer screw: Tampon görevi yapan vida; tampon vi tırmak. 6) ölçü ya da öneme sahip olmak. 7) top
da. lam. 8) paketli olmayan yük; dökme yük.
buffer solution: Asit veya baz eklendiğinde pH'ı sa bulk cargo carrier: Bkz, bulk carrier.
dece küçük bir miktar değişen çözelti; tampon çözel bulk cargoes: Den. dökme yükler; gemilerde dökme
ti. olarak taşınan tahıl, kömür, akaryakıt, maden cevhe
buffer spring: Tampon yayı; kadran türü dümen do ri vb. i yükler.
nanımlarında kullanılan ve dümen yekesindeki ağır bulk carrier: Den. dökme yük taşıyan ticaret gemisi;
denizlerin etkisinin dümen donanımına aktarılmasını dökme yük taşımak üzere yapılan özel gemi; dökme-
önleyen tampon yayı.
buffing wheel: Metal parlatmak için kullanılan deri,
bulkhead 74 buoy

ci

.
.
bulkhead: Den. perde; çatışma perdesi Bkz. bulkhe
buna: Butadlyen'in polimerize edilmesiyle üretilen ya
ad, collision. 1) bir gemi veya uçağın bölmelere ay
pay kauçuk (Ticarî bir isim).
rılmasını sağlayan ve onu yangın, sızıntı ve çatışma
buna S: Yapay ya da sentetik kauçuğun ticarî isim;
ya karşı koruyan ve güvenli kılan perde. 2) toprak
butadiyen ve stirrenin kopolimeri.
kayması, yangın ve su baskınına karşı koruyan bir
bunch: Demet; grup; takım; bir araya toplanmış veya
duvar veya set (mania).
bir araya getirilmiş bir grup benzer cisim Klistronda
bulkhead, collision: Çatışma perdesi; müsademe
Bkz. klystron bir araya getirilerek grup oluşturan
perdesi; geminin baş tarafında olan ve çatışma sıra
elektronlar gibi.
sında geminin batmaması için yapılan baş ve kıçta
buncher: Elektronların bir grup oluşturdukları, klis-
bulunan iki perdeden biri; Baş müsademe (çatışma)
tron Bkz. klystron parçası.
perdesi ve kıç çatışma perdesi.
bundle: 1) bağlanmış, paket yapılmış veya bir arada
bulkhead deck: Den. perde (bölme) güvertesi. tutulan çeşitli sayıda şeyler; bağ; demet. 2) paket;
bulkhead stiffener: Perdeyi Bkz. bulkhead sağlam bohça; çıkın. 3) grup; kolleksiyon. 4) paket yapmak;
laştırmak için üzerine vurulan köşebent veya lama; paket etmek veya birlikte bağlamak.
perde kuvvetlendirici veya stifneri. bunker: 1) Den. özellikle kömür yakan gemilerde, ala
bulkhead stuffing box: Su geçmez perdelerde perva bandalarda bulunan geniş kömür depolarından her
ne milinin veya şaftının geçtiği kışıma, perdenin ön hangi biri; kömürlük. 2) Den. gemilerin sefer sırasın
ve arka tarafına konulan salmastra kutuları; su geç da ve limanlarda kullanılacağı yakıtın depolanmasın
mez perde salmastra kutusu veya stafin boks, da kullanılan tanklardan herhangi biri; genellikle çift
bulkhead, watertight: Den. su geçmez perde. dip Bkz. double bottom veya asma tank Bkz. deep
bulk liquids: Den. dökme sıvılar; gemilerde dökme tank türünde yapılırlar. 3) Çoğ. yakıtın kendisi; gemi
olarak taşınan, kimyasal maddeler, ham petrol ve kazanları veya-dizel motorlarında, gaz türbinlerinde
petrol ürünleri gibi sıvı yükler. yakılan yakıt. 4) çelik ve betondan yapılmış yeraltı sı
bulk modulus: Gerilmeli bir gövde için (K=FV/Av, ğınağı.
F=kuwei, V=ilk hacim, A=alan ve v=hacimdeki de bunker C: Gem. Mak. bunker C; yüksek güçlü, ağır
ğişim) esneklik modülü. ve orta devirli dizel motorları ile gaz türbinlerinde kul
bulky: 1) büyük bir kütleye ait; masif; som; iri. 2) lanılan ve yapısında % 86 karbon, % 10,5 hidrojen,
iri ve hantal. % 1,5 oksijen ve % 2 dolayında yabancı madde
bulldozer: Buldozer; önünde, küreğe benzer kabı ile bulu nan ağır, viskozitesi yüksek, akıcılığı az bir
toprak, mıcır vb. i kütleleri iten veya hareket ettiren yakıt tü rü; kullanılabilmeleri için l50°C'ye kadar
traktör; buldozer; arazi düzeltme makinesi. ısıtılmaları gerekir; residual oil adı da verilir; genel
bullet: 1) bir silahtan atılan küçük bir kurşun veya di olarak vis kozitesi 3000 saniyeden büyük
ğer maddelerden yapılarak küre veya koni şekli veril akaryakıtlar.
miş olan mermi; şimdi metal kılıf içinde bunker capacity: Den. yakıt kapasitesi; gemilerin bir
yapılmakta dır. kerede alabilecekleri maksimum yakıt miktarı (ton
bulleted paragraph: Bilgisay. izli paragraf; imli parag 3
veya m ) ; yakıt hacmi; tank yakıt kapasitesi.
raf. bunker C oil: Bkz. bunker C.
bull gear: 1) dişli çark; Gem. Mak. gervil veya girvil; bunker door: Kömürle fayraplı gemilerde kömürcüle
buhar türbinleri ile yüksek devirli dizel motorlarının rin kömürlüklere giriş ve çıkışlarını sağlayan kapı; kö
devir sayılarının İstenilen değere kadar düşürülme mürlük kapısı.
sinde kullanılan ve pinyon dişillerin çevirdikleri bü bunkering: Yakıt alma veya ikmali yapma (gemi
yük çaplı dişli; Bkz. reduction gear. 3) fener dişli. için).
bullion: Külçe halinde altın ya da gümüş. bunker supplying: Den. yakıt ikmali yapma; gemiye
bull's-eye: 1) çatı, gemi güvertesi, kamara vb. inde yakıt alma.
bulunan ve ışık girmesini sağlayan kalın, dairesel bunker tanks: içinde geminin kendi makinesi ve ka
cam; lumbuz. 2) ışık ve hava için herhangi dairesel zanlarının yakacağı petrol taşınan veya depolanan
bir açıklık. 3) bir hedefin dairesel merkez işareti. 4) tanklar; bunker tankları; ihrakiye tankları.
buna yapılan atış. 5) ışığı yoğuşturmak için dışbü Bunsen burner: Bünzen beki veya yakıcısı; kızgın,
key mercek veya adese. 6) böyle bir merceği olan mavi bir alev üreten, kimya lâboratuvarlarinda kulla
fener ya da fanus. 7) Den. küçük tahta makara. nılan küçük bir gaz yakıcısı; içi boş bir metal bir bo
bullwark: Çoğ. genellikle gemi bordasının güverte ru ile, alt tarafında, havanın girmesine müsaade
üzerindeki kısmı; parampet; küpeşte. eden ayarlanabilir bir delikten oluşur; hava-gaz karı-
bumboat: Gemilere seyyar satıcılık yapmak için kulla şımindaki hava miktarı mekanik olarak denetlenir.
nılan bir kayık; pazarcı kayığı. Bunsen cell: Bünzen pili; iki sivili birincil (primer)
bumper: Çarpışma sırasında koruma sağlamak ama bir pil; çinko anot, sulandırılmış sülfürik asite ve
cıyla otomobillerin ön ve arkalarına bağlanan metal karbon katot ise derişik nitrik asite batırılmıştır.
koruyucular; tampon. Bunsen photometer: Bünzen fotometresi; iki ışık kay
bumper guard: Tampon boynuzu. nağının şiddetini kıyaslamak için kullanılan bir ci
bumper jack: Tampon krikosu. haz.
bumping: Kimy. kaynama noktasındaki bir sıvıda, sıvı buoy: 1) çıpa ile göl, nehir veya denize demirlemiş,
nın bir bölümünün kaynama noktasından daha yük kayaları, tehlikeli sığlıkları belirten veya kanalları
sek sıcaklıkta olması. markalayan küre; türlü şekillerde yapılır, ışıklı ve can
bumpkin: Den. seren, bumba veya kuntra matafora lı olanları da vardır; şamandra. 2) kazazede veya ki
şileri denizde yüzer durumda tutan, hava ile şişiril-
buo ya g e 75 bu s h

miş veya mantarlı yelek; can yeleği. 3) şamandra ile


burner root valve: Fuel oil'le fayraplı kazanlarda, kul
markalamak. 4) bir sıvıda yüzer durumda kalmak.
lanılmayan püskürtücüyü kapamaya yarayan valf;
buoyage: 1) şamandralama sistemi; Den. balisaj. 2) atomizör kapama valfı.
şamandralarin kendisi.
burner valve: Bkz. burner root valve.
buoyancy: 1) yüzme yeteneği; bir sıvıya daldırılan bir
burning: Yanıcı; yanan; yakıcı.
cismin, sıvının kaldırma kuvveti nedeniyle ağırlık kay
burning coal: Kömür yakılması; Bkz. a) handfired.
betmesi. 2) yüzer durumda tutan kuvvet; yüzer ci
b) stoker-fired, c) pulverized.
simlere uygulanan ve yukarı doğru olan basınç; su
burning glass: Yakma camı; güneş ışınlarını odakla
yun kaldırma kuvveti; hidrostatik kaldırma; Arşimet et
yarak ısı üretmek veya ateş yakmak için kullanılan
kisi. 3) Hava. havanın uçağa uyguladığı düşey itme
dışbükey veya konveks bir mercek ya da adese.
kuvveti.
burnish: Basınç altında, döner veya kayıcı bir alet ile
buoyant: Yüzme yeteneği veya sephiyeye sahip olan
düzeltmek veya cilalamak; cila vermek; parlatmak.
ya da yüzme yeteneği veya eğilimi gösteren; bat
burnisher: 1) parlatan veya cilalayan kişi. 2) parlat
maz (cisim).
ma veya cilalama aleti ya da aracı.
burden: 1) taşınan veya dayanılan herhangi bir şey;
burnout: 1) yanmanın yakıt yokluğu nedeniyle kesil
yük (maddî şeyler veya görev, iş, üzüntü vb. i) 2)
mesi. 2) roket motorunun egzoz veya gaz akımını
çok ağır bir yük (motorun fazla yüklenmesi gibi). 3)
kestiği nokta. 3) sürtünme vb. inden gelen ısı ile tah
yüklerin taşınması. 4) bir geminin taşıma kapasitesi
rip olmak.
veya yükünün ağırlığı. 5) yüklemek, yüklenmek.
burnt alum: Yanmış veya kavrulmuş şap; 200°C'de
burdensome: Taşınması zor; ağır; bunaltıcı; zahmet
kurutulmuş ve toz haline getirilmiş şap; ölü dokula
li; sıkıntılı.
rın giderilmesinde kullanılır.
bureau: Klâs müessesesi.
burnt lime: Sönmemiş kireç; yanmış kireç,
bureau of standards: ABD Ticaret Bakanlığı'nın ağır
burn-up: Nûk. Ener. reaktörün çalışması sırasında
lık, ölçü, malzeme vb. terini kontrol eden bürosu;
atomların nötronlar tarafından imha edilmesi.
standartlar bürosu.
burr: 1) kesme veya delme sırasında metal veya di
Bureau Veritas: Büro Veritas; Fransız klâs müessese
ğer malzemenin kenarında kalan kaba pürüz; çapak
si.
veya çıkıntı. 2) çizik; kazıntı; torna kaleminin bıraktı
burette (buret): Buret; uzun, musluklu ve taksimatlı,
ğı iz. 3) bir perçinin küçük ucunda bulunan pul ya
içinden akıtılan sıvı miktarının saptanmasını sağla
da rondela. 4) çapaklı kenar oluşturmak.
yan bir cam kap; ölçü tüpü; hacimsel analizlerde, ka
burring machine: Çapak gidermek için kullanılan bir
zan sularının analizi vb. i yerlerde, kimya lâboratu-
makine; çapak makinesi.
varlarında kullanılır.
burring reamer: 1) metallerin kesilmesi sırasında olu
burgee: Den. bir gemide üçgen veya serçe kuyruğu
şan çapakları gidermek için kullanılan meyilli bir ray-
şeklinde, tanıtıcı bir bayrak; çatal bayrak; gidon.
ba; çapak raybası. 2) havsa açmak için kullanılan
burin: 1) Hakkak veya mermer işçilerinin kullandıkları
bir alet.
sivri uçlu kesme kalemi; hakkak kalemi.
burrstone: Bkz. buhrstone.
burlap: Keten, kendir, vb. inden yapılan kaba bir ku
burry: Çapaklı; çapak dolu. 2) çapak ya da çapaklara
maş; kanaviçe; çuval bezi.
benzeyen. 3) çapak ya da çapaklara sahip olan.
burlaps: Bkz.
burst: 1) ani olarak gürültü ile parçalara ayrılmak;
burlap.
parçalar halinde uçuşmak. 2) normal kapasitesinin
burn: 1) yangınla tahrip olmak. 2) alev, ısı ve bazan
ötesinde dolu olmak. 3) patlamak; 4) kozmik ışınla
duman üretme durumunda olmak. 3) tutuşturmak.
rın incelenmeleri sırasında iyonlaşma odasında göz
4) ateş etkisi ve yangınla yaralanmak. 4) güneşte
lenen çok büyük bir elektriksel impuls. 5) hasar; an-
yanmak. 5) yangına neden olmak. 6) Kimy. yanma
za; yaralanma. 6) patlama; patlak verme. 7) tetiğin
oluşturmak. 8) ışık ya da ısı çıkarmak; parıldamak;
bir çekilişi sonucu otomatik tüfeğin seri olarak ateş
akkor olmak. 9) yangın veya ısı ile tahrip olmak. 10)
etmesi.
yangın ve ısı ile yaralanmak. 11) yangında ölmek.
12) sıcak hissetmek. 13) Arg. elektrikli sandalyede burst: 1) kozmik ışınların etkisi nedeniyle bir gazın
can vermek. 14) güneş yanığı. ani, yoğun iyonlaşması; bulut hücrelerinde Bkz. clo
ud chamber görülür. 2) Bilgisay. (kâğıt) ayırma.
burn: Küçük bir
akarsu. burster: Kâğıt düzenleyici.
burned bearing: Mak. yanmış ya da sarmış bir yatak; bursting: Patlama.
zayıf yağlama nedeniyle bir yatakta oluşan siyah ve burthen: Bkz. burden.
kaba yüzey. burton: Den. tek ya da çiftli makaralardan oluşan, ar
burner: 1) alevin geldiği soba, ocak, lâmba vb. inin mayı germek veya ağır parçaları hareket ettirmek
bir parçası, yakıcı; alev beki, ocak ya da brülör. 2) için kullanılan bir tür palanga.
görevi bazı şeyleri yakmak olan kişi; kömür ve yağ bus: 1) genellikle belirli bir yol izleyen, bir çok yolcu
ateşçisi gibi. taşıyabilen büyük, motorlu kara taşıt aracı; otobüs.
burner: Buhar kazanlarında sıvı yakıtın belirli bir ba 2) otomobil.
sınç ve sıcaklıkta külhan ya da ocaklara püskürtüle bus: Elekt. dağıtım tablolarında bulunan ve ikincil (se-
rek yakılmasını sağlayan bir donanım; börner dona konder) iletkenlerin bağlandığı elektriksel iletken;
nımı: a) püskürtücü (atomizör) ve b) hava sağlayıcı basbar.
(recisterden) oluşur; Gem. Mak. börner. busbar: Bkz. bus.
burner efficiency: Yakıcı verimi; gaz türbinleri veya bush: 1) kutu; kap. 2) burç; tek parçadan yapılmış ya
jet motorlarının yanma odalarında gerçek sıcaklık ar tak. 3) zıvana.
tışının, kuramsal sıcaklık artışına oranı.
bushe 75 butylacetate , sec .
!

bushel: Buşel; 8 galon veya 30,24 litreye eşit hubu


na vb. i) dikey olarak birleşme veya uç uca gelerek
bat, meyva vb. i için Kullanılan kuru bir ölçü birimi;
oluşturdukları hatlar; birleşme hatları.
bu., bsh. kısaltmaları ile gösterilir. 2) hacmi bir bu
buterfly antimony: Kimy. antimon triklorür, SbCl 3.
sel olan herhangi bir kap. 3) bir buşele eşdeğer ola
butterfly damper: Bkz. butterfly valve.
rak alınan ağırlık. butterfly mut: Kelebek somun.
bushelbasket: Hacmi bir buşele eşit olan yuvarlak butterfly valve: Kelebek valf; Gem. Mak. batırflay val
bir sepet. ve; denizli havalarda pervanenin sudan çıkarak seyir
bushhammer: Tarak çekici; murç. dim yapmasını önlemek üzere makinenin (Yüksek
bushing: 1) değiştirilebilir, genellikle tek parçadan ya basınç silindirinin) buharını kesen veya ona tekrar
pılmış, iç yüzeyi antifriksiyon bir metalle kaplı, hare buhar veren, çabuk açılır kapanır bir valf; seyirdim
ketli parçalardaki sürtünmeyi azaltmak veya bir deli valfı.
ğin çapını küçültmek için kullanılan yatak; burç. 2) butt joint: Mak. uç uca getirilen iki saçın üzerine veya
Elekt. benzer izoleli bir parça altına, bazan her iki tarafına tek parça veya parçalar
butadiene: Sıv. Yük. bütadiyen; bivinil; divinil; 1,3-bii- la yapılan bağlantı; Gem. Mak. bateoint.
tadiyen; bütadiyen-1,3; divinil bietilen; eritren; vini! buttock: Çoğ. yüzdüğü su hattı üzerinde kalan, gemi
etilen; renksiz, hafif kokulu, biraz dayanıksız sıvılaştı nin pupasının (kıçının) yuvarlak kısmı; kıç kepçe; kıç
rılmış gaz; insan sağlığı için sıvı veya gaz olarak za kuruz.
rarlı, narkotik etkili doymamış alifatik ailesinden bir buttock lines: Gem. İnş. batok hattı; geminin simetri
karbonlu hidrojen; Simg. H2C:CHCH: CH2 ; ekseninin gemi boyunca orta dikey düzleme (masto-
15,5°/15,5°C'de öz.ağ. 0,6273; k.n. yaklaşık -4,5°C; ri kesit düzlemine) paralel düzlemlerde kesilmesiyle
d.n.-108,9 °C; -4°C'de visk. 0,3 cP; gemilerde çevre oluşan hatlar.
sıcaklığı veya altında, tercihan 0°C-40°C sınırları ara button: Karbon mikrofonda, karbon granüllerinin ku
sında ve atmosfer basıncı ya da bu basıncın üzerin tusu; elektrik düğmesi.
de taşınır; sentetik kauçuk ve plastiklerin yapımında button: Kontrol düğmesi; düğme.
kullanılır. button head rivet: Bkz. rivet.
butane: Sıv. Yük. n-bütan; metiletilmetan; renksiz sıvı buttress: Mak. destek, mesnet; payanda.
veya beyaz kristalli bir katı; çok yanıcı, dayanıklı, buttress thread: Mak. payandalı diş; gücü sadece bir
nem emmeyen, insan sağlığı için zararlı ve narkotik yöne iletmek için kullanılan bir diş türü.
etkisi olan sıvılaştırılmış bir gaz; Simg.C 4 H 10 ; buttress wall: Payandalı duvar.
20°C'de öz.ağ. 0,576; k.n. -0,5°C; d.n. -138,35°C; butt strap: Gem. Mak. bat strap; kazan zarfı üzerinde
20°C'de visk. 0,1 cP ve -1°C'de 0,2 cP'dir; gemiler ki dikişleri kuvvetlendirmek için kullanılan dar bir me
de çevre sıcaklığı veya üzerinde, atmosferik basınç tal parça; tek strap, kazan zarfı içinde, iki strap ise
veya daha küçük basınçlarda taşınır; çözücü, soğu hem iç ve hem de dışta kullanılır.
tucu ve yakıt olarak kullanılır. but-strap joints: iki saçın arasına, ara parçaları konu
butane carrier: Den. bütan (gazı) taşıyan gemi; bü larak yapılan perçin veya kaynaklı bağlantılar; ara
tan tankeri; LPG tankeri. parçalı bağlantılar.
butanol, n-: Sıv, Yük. n-bütanol; bütanol; 1-bütanol; butt weld: Uç kaynağı; uç uca kaynak; Bkz butt wel
n-bütil alkol; renksiz, keskin alkol kokusunda, birin ding.
cil alifatik ailesinden, nem emmeyen ve dayanıklı bir butt welding: Uç uca getirilen, üst ve alt taraflarına
alkol, CH 3 (CH 2 )3 CH 2OH; insan sağlığı için zararlı, 60'ar derecelik kaynak ağzı açılan iki saçın hem üst
yangın tehlikesi olan bir bileşik; 20°/20°C'de öz.ağ. ve hem de alt tarafından kaynak edilmesi; uç uca
0,811; k.n.760 mm Hg'de 117,7°C; d.n.-89,9°C; kaynak yapma.
20°C'de viskozitesi 2,95 cP; gemilerde çevre sıcaklı butyl: Bütil; bir değerli fakat farklı özellik ve yapıda,
ğı ve atmosferik basınçta taşınır. ağırlıksal olarak aynı oranda aynı elemanlarla birle
butanol, iso-: Sıv. Yük. izo bütonal; izo bütil alkol; 1- şen dört organik kökten (normal butyl, secondary
hidrokzimetil propan; 2-metil propanol-1; izo propil butyl, tertiary butyl, isobutyl) herhangi biri; tek de
karbinol; güzel kokulu, renksiz, birincil alifatikler ğerli alkil kökü, C4H9.
den, nem emici ve dayanıklı, insan sağlığı için zarar butylacetate, iso: Sıv. Yük. izo bütilasetat; asetik asit
lı bir bileşik; 20°/20°C'de öz.ağ. 0,8033; izobütil ester; Ş -metil propiletanoat; meyva kokulu,
k.n.108,0°C; d.n.-107,7°C; suda % 10'dan fazlası çö renksiz, alifatik ailesinden dayanıklı, nem almayan,
zünür; 20°C'de visk. 3,70 cP; gemilerde çevre sıcak insan sağlığı için zararlı, yangın tehlikesi oluşturan
lığı ve atmosfer basıncında taşınır. sıvı bir ester, CH 3 COOC 4 H9 ;15,5°C'de öz. ağ.
Butanol, sec-: Sıvı. yük. Sek veya sekonder (ikincil) 0,872-0,876; k.n.112-119°C; d.n.-98,6°C; Visk. 0,7
bütanol; bütanol -2-01; sekbütil alkol; etil metil kar- cP; gemilerde çevre sıcaklığı ve atmosfer basıncında
bonal; metil etil karbinol; renksiz, kuvvetli, şaraba taşınır.
benzer hoş kokulu, ikincil alifatik ailesinden, daya butylacetate, n-: Sıv. Yük. n-bütilasetat; bütil etanoat;
nıklı ve nem alıcı, insan sağlığı için zararlı ve yangın meyva kokulu, renksiz, alifatik ailesinden, insan sağ
tehlikesi olan bir alkol; 20"/4"C'de öz. ağ. 0,808; lığı için zararlı, yangın tehlikesi oluşturan bir sıvı es
k.n. 99,5°C ve d.n. 0°'nin altında; 20°C'de viskozi ter, CH3 COOC 4 H9 ; 20°/20°C'de öz.ağ. 0,880-0,883;
tesi 2,948 cP; gemilerde çevre sıcaklığı ve atmosfer kn.126,5°c; 20 C'de visk. 0,73 cP; gemilerde çevre
basıncında taşınır. sıcaklığı ve atmosfer basıncında taşınır.
butt: 477 litrelik bir hacim birimi; damacana, fıçı (şa butylacetate, sec : Sıv. Yük. ikincil bütilasetat; asetik
rap, bira vb. için). asit sekonder bütil esteri; a-bütanol asetat; meyva
butt: Den. kaplama veya saç levhalarin (borda, kari kokulu, renksiz, dayanıklı, nem emmeyen, insan
buty l al co ho l 77 bz.
buzzer: Alarm cihazı; sinyal veya alarm olarak vızıltı
sağlığı için zararlı, yangın tehlikesi oluşturan, alifatik sesi çıkaran, özellikle elektriksel bir cihaz.
ailesinden bir ester, CH3COO (CH 3 ) C 2 H 5 ); buzz saw: Disk şeklinde testere; tepsi testere.
20°/20°C'de öz, ağ. 0,862-0,866; k.n. 104-118°C; by-pass: 1) iki nokta arasında, ana yola yardımcı yol,
d.n. yaklaşık -100°C; Visk. 20°C'de 0,7 cP; gemiler patika vb. i; kestirme yol; geçici yol. 2) buna ben
de çevre sıcaklığı ve atmosfer basıncında taşınır. zer, gaz sobalarının pilot ışıklarındaki gibi gaz veya
butyl alcohol: Bütil aikol; hidrokzilin büti! ile birleşme sıvı sağlamak için kullanılan bir boru veya kanal. 3)
sinden oluşan alkol, C 4 H 9 OH; bütil köklerine göre Elekt. şönt ya da paralel. 4) içinden geçmek yerine
dört türü vardır. etrafından dolaşmak. 5) bir baypas ile donatmak
butyl acrylate: Sıv. Yük. bütil akrilat; akrilik asit; n-bü- (bir sayacı, pompa veya filtre vb. ini).
til akrilat; n-bütil ester; keskin kokulu, kolayca poli- bypass: 1) Çoğu zaman, su ve yağ ısıtıcıları, pompa
merleşen, renksiz, nem emmeyen, ısıtıldığında zehir lar ve diğer cihazları, diğer üniteleri engellemeksizin
li buharlar üreten, insan sağlığı için zararlı ve yangın devreden çıkarabilmek için ikinci yol veya devre ola
tehlikesi oluşturan, alifatik ailesinden bir ester; rak kullanılan boru devresi; örneğin çapı 16 cm'den
Simg. H2 C:CHCOOC 4H9; 20 °C/20°C'de öz. ağ. büyük ana stop valflarına donatılan baypas devresi
0,8048; k.n.-99°C; viskozitesi belli değil; gemilerde gibi. 2) atlama. 3) atlamak,
çevre sıcaklığı ve atmosfer basıncında taşınır. bypass capacitor: Bkz. bypass condenser.
butylene: Bütilen; aynı formüle (C 4 H8 ) sahip, fakat bypass condenser: Baypas kondensatörü; sızdırıcı
farklı yapı ve özelliklerde olan bütilen serisinin üç kondensatör; yüksek frekans taşıyan bileşenleri gi
karbonlu hidrojeninden biri. dermek için kullanılan bir kondensatör; yüksek fre
butyl rubber: Sentetik kauçuk; küçük bir miktar izopi- kanslı akımlar için çok küçük empedans, alçak fre
renle izobütilenin bir kopolimeri. kanslı akımlar için yüksek bir empedans verir.
butyn: Bütin; renksiz kristalli bir madde C 1 8 H 3 0 N 2 ) by-passed: Baypaslı, baypas edilmiş.
2 bypass filter: Diz. Mot. baypas filtresi; yağlama yağı
H2 SO 4 ; aneztezik olarak kullanılır. devrelerinde yağ pompasının boşalma devresi üze
butyraldehyde, iso: Sıv. Yük. izo bütiraldehit; izo bü- rinde bulunan basınçlı yağın % 10-% 50'sinin geçtiği
tanol; izo bütilaldehit; 2-metil propanol; keskin koku ve filtreden alt kartere ya da samp tanka verildiği bir
lu, renksiz, dayanıklı, asit ve alkali varlığı ile polimer- filtre; yağlama yağının temizlenmesi ve karterin te
leşebilen, alifatik ailesinden, insan sağlığı için zararlı miz tutulmasında önemli rolü vardır.
ve yangın tehlikesi oluşturan bir sıvı; Simg. bypass valve: Baypas valfı; yağ ya da yakıtın fazlası
(CH3)2;CHCHO; 20°/4°C'de öz.ağ. 0,7938; k.n. nın geri dönmesini sağlayan valf; baypas vanası.
64°C; d.n. -66°C; viskozitesi yok; gemilerde çevre sı by-product: Yan ürün; bir şey üretilirken, elde edilen
caklığı ve atmosfer basıncında taşınır. bir başka ürün; ikindi veya tesadüfi ürün veya so
butyrata: Kimy. bütirik asitin tuzu ya da esteri; bütirat. nuç; talî madde; türev ürün.
butyric acid: Bütirik asit; renksiz, kötü kokulu bir asit, by-product fuels: Yan ürün olan yakıtlar; Bkz. by
C 3 H 7 CO 2 H; ekşimiş tereyağ ile terde bulunur. product gases.
butyrin: Bütirin; bütirik asitin gliseril esteri. by-product gases: 1) yüksek fırindan pik demiri elde
butyrometer: Bütirometre; sütteki yağ miktarını ölçen edilişi sırasında üretilen gaz; yüksek fırın gazı; yük
bir cihaz. sek fırınlarda 1 ton pik demiri ile birlikte normal ola
buzz; 1} vızıltı sesi çıkarmak; arı gibi vızıldamak. 2) fı rak 6 ton gaz üretilir. 2) yüksek fırından elde edilen
sıltı ile konuşmak. 3) vızıltı sesi ite hareket etmek. 4) gaz Bkz. blast furnace gas, kömür gazı jeneratörün
uçakla binalar üzerinden alçaktan uçmak. 5) telefon den elde edilen kok gazı Bkz. coke and coke bre
etmek. eze vb. yakıtlar.
buzz bomb: Alçak vızıltı sesi çıkararak uçan, otoma byte: Bilgisay. bayt.
tik olarak yönlendirilen bir bomba; ikinci Dünya Sa bz.: Bkz. benzene.
vaşı sırasında Nazi Almanyasının kullanıldığı V-1 adı
da verilen bomba.
C: 1) Roma sayılarından yüz (100). 2) Kimy. karbon.
cablet: Den. çevresi 254 mm'den (10 inç) küçük olan
3) matematiksel bilimlerde sabite ya da değişmez.
bitkisel lifli halat.
4) fiz. Kulon'un simgesi.
caboose: 1) bir geminin kuzinesi veya mutfağı. 2) ge
C. (a) : 1) mum. 2) kapasite, sığa. 3) karbon. 4) ka
ne! olarak çalışanlar için yük trenlerinin gerisinde bu
tot. 5) santigrad. 6) santim. 7) santimetre. 8) asır ya
lunan bir vagon.
da yüzyıl. 9) bakır. 10) kübik; küpsel. 11) merkez.
cacao butter: Kakao yağı; kakao çekirdeklerinden çı-
Ca: Bkz. calcium.
kanlari sarımsı bir yağ; kozmetik ve ilâç endüstrisin
CAB: Civil Aeronautics Board: Sivil Havacılık Kurulu
de kullanılır.
(ABD).
cache: Bilgisay. önbellek.
cabin: 1) bir geminin özellikle güverte yapılarında za
cacodyl: Kimy. 1) arsenik ve metilenden oluşan bir ra
bitler için kamara. 2) bir uçakta yolcular için kapalı
dikal, As(CH 3 )2 ; bileşikleri kötü kokulu ve zehirlidir.
hacim.
2) kötü kokulu, zehirli ve renksiz bir sıvı, As (CH 3 )4 ;
cabin boy: Bir gemide yolcu ve zabitlere hizmet eden kakodil.
delikanlı; kamarot.
cadaverine: Kadaverin; Proteinlerin hidrolizi ile üreti
cabin cruiser: Kamaralı ve yaşam için gerekli donatı
len renksiz, kötü kokulu bir sıvı, C5H14N2 .
mı olan makineli gemi; yolcu gemisi. cadmic: Kadmiyumdan türeyen veya kadmiyum kap
cabin deck: Den. kamara güvertesi; bir ticaret gemi sayan.
sinde kamaraların bulunduğu güverte.
cadmium: Kimy. kadmiyum; mavi gri renkli, hadde
cable: 1) kalın, ağır ip; halat, bazan kablo. 2) bir ge den çekilebilir, Kimyasal metalik element; çinko ve
minin demir (çıpa) zinciri; geçmişte nebatî olarak ya cevherlerinde sülfür ve karbonat şeklinde görülür;
pılan demir halatı. 3) demir zincirinin boyu. 4) bir de bazı alaşımlarda, metal kaplamacılığında, boya mad
met telin burularak yapıldığı, elektrik akımının geçe desi yapımında kullanılır; Sirng. Cd; at. ağ. 112,41;
bileceği yalıtılmış ya da izoleli kablo: Deniz dibine at.no.48.
döşenen telefon vb. i kabloları gibi. 5) denizaşırı yer cadmium sulfide: Kadmiyum sülfür; Simg. CdS olan
lere telgraf kablosu ile gönderilen mesaj. 6) kablo bir boya maddesi; rengi limon sarısından, sarımsı tu
ile bağlamak. 7) kablo ya da kablolarla donatmak. runcuya kadar değişir.
8) deniz altındaki bir kablo ile iletmek. 9) denizaltın
cadmium orange: Kimy. portakal turuncusu; iuruncu
daki bir kablo ile mesaj göndermek; telgraf çekmek.
renkli bir boya maddesi veya pigment; kadmiyum
cable car: Hareketli bir kablo tarafından çekilen va
sülfür.
gon (teleferik vagonu gibi); kablolu vagon.
cadmium protector: 1) kadmiyum koruyucu; alev bo-
cable cutter: Kablo kesmek için kullanılan bir alet; rulu kazanların bazı türlerinde cehennemlik tavanın
kablo kesici.
da bulunan sigorta tapalarının dolgusu. 2) Den. kari
cable drum: Den. ırgatlarda demir zinciri veya pala nanın pervaneye yakın kısımlarına, bloklar halinde
marların sarıldığı, silindirik kısım; fener; fenerlik.
yerleştirilen koruyucu.
cable knife: Kablo bıçağı; kablo kesmek için kullanı cadmium yellow: Kimy. limon sarısı; limon sarısı renk
lan bıçak.
li bir boya maddesi veya pigment, kadmiyum sülfür.
cable's length: Den. 219,6 m (720 fit) veya 120 kula cafeine (caffein): Çay, kola ve kahvede bulunan,
ca ya da ingiliz donanmasında 185,5 m (608 fit) ve
kalp ve merkezî sinir sistemini uyaran bir alkaloit; ka
ya deniz milinin (1852 m) onda birine (1/10) eşit
fein, C 8 H 1 0 N 4 0 2 ,
olan bir denizcilik birimi. cage: Mmk. yatak yuvası; yatak kovanı; yatağın oturtul
cable stopper: Den, zincir bosası; chain stopper biçi duğu yer, blok ya da kovan.
minde de kullanılır. cage, valve: Bkz. valve cage.
cable stripper: Kabloların izolasyonunu sıyırıp metal caisson: 1) işçilerin su altında yapı yapmasını sağla
kısmını çıkarmak için kullanılan alet; kablo sıyırıcı. yan su geçmez bölme veya koruyucu. 2) cephane
caisso n diseas e 79 calefactio n

taşımak için kullanılan iki tekerlekli araç. 3) batık ge


calcium carbonate: Kalsiyum karbonat; beyaz toz ve
mileri yükseltmek ve yüzdürmek için kullanılan su
renksiz kristalli bir bileşik, CaC0 3 ; başlıca kireçtaşı,
geçmez kap. 4) çatışma sırasında yara alan bir gemi
mermer, tebeşir vb. inde bulunur ve kireç yapımında
nin sintine ya da bordasına içten veya dıştan yapı
kullanılır.
lan yama; keson. 5) bir dokun kapısı olarak kullanı
calcium chloride: Kalsiyum klorür; kireçkaymağı; sa
lan içi boş, tekne şeklinde kuru havuz kapağı.
lamura yapımı ve nem emici olarak kullanılan beyaz
caisson disease: Basıncın ant olarak azalması nede
renkli kristalli bir bileşik, CaCI2; nem emici olduğun
niyle dalgıçlarda oluşan hastalık; konuşma dilinde,
dan kuru olarak muhafaza edilen kazanlarda kullanı
vurgun.
lır.
cal.: Bkz. large calorie; large calories.
calcium chloride extinguisher: Kalsiyum klorürlü
cal.: Bkz. 7,) calendar. 2) calorie.
(CaCI2) yangın söndürücü.
calamine: 1) Kimy. bir çinko cevheri olan sulu çinko
silikat; kalamin, (ZnOH) 2 Si0 3 ; 2) ing. doğal çinko calcium cyanamide: Kalsiyum siyanamid; gübre ola
karbonat; smithsonite adı da verilir. rak kullanılan beyaz, kristalli bir bileşik, CaCN2.
calaverite: Kimy. altının doğal tellüridl, AuTe2; bir mik calcium hydroxide: Kalsiyum hidroksit; kalsiyum ok-
tar gümüş kapsar. sitin su ile işleminden elde edilen ve alkaliler, beyaz
calcareous: Kalsiyum karbonat, kalsiyum veya kirece latma tozları vb. i yapımlarında kullanılan beyaz kris
alt; onlara benzeyen veya onları kapsayan; kireçli; talli bir bileşik, Ca(OH) 2; slaked lime adı da verilir.
kalkerli. calcium oxide: Kalsiyum oksit; kalsiyum karbonatın
ısıtılmasıyla elde edilen beyaz, yumuşak alkalin ya
calci Kalsiyum ve kireç anlamlarında bir önek.
da kostik bir katı, CaO.
calcic: Kalsiyum veya kireç kapsayan veya onlardan
calcium phenyl stearate: Kalsiyum fenil stearat; de
gelen.
terjan maddesi olarak silindir yağlarına katılan meta
calciferol: Vitamin D2 ; kristalli bir alkol, C 28 H 43 OH
lik sabun; dizel motorlarının piston vb. i yerlerinde
. calciferous: Kalsit kapsayan veya üreten.
karbon artıklarının birikmemesine neden olur ve ça
calcific: Bkz. calciferous.
murları küçük parçacıklar haline getirir.
calcification: 1) dokularda kalsiyum tuzlarının birik
calcium phosphate: Kalsiyum fosfat; kemik, diş ve di
mesi; kireçlenme. 2) kalsiyum veya kireç birikmiş bir
ğer hayvansal dokularda bulunan, ilâç olarak ve
madde veya yapı.
emaye, cam ve temizlik maddesi vb. i yapımlarında
calcify: Kireç birikmesi ile sert, taş gibi yapıya dönüş
kullanılan bir bileşik.
mek.
calcium sulfate: içme suları içinde bulunan çözün
calcimine: Badana; badana i!e kaplamak; badana
müş kimyasal bileşik veya tuzlardan biri, kalsiyum
yapmak.
sülfat, CaS0 4 ; 140°C üzerindeki sıcaklıklar veya
calcination: Kireçleştirme; yakma veya yakıp söndür
96000 ppm'deki yoğunluklarda ince, sert ve gri renk
me.
li kazan taşı oluşumundan sorumludur.
calcine: 1) ısı ile toz haline dönüştürmek. 2) kül veya
calcium phosphate: Kalsiyum fosfat; kemik, diş ve di
toz yapmak için yakmak. 3) oksitlemek.
ğer hayvansal dokularda bulunan, ilaç olarak ve
calcined: Yüksek sıcaklığa kadar ısıtıldığında uçucu
emaye, cam ve temizlik maddesi vb. i yapımlarında
maddeler çıkaran bir maddeyi belirtir.
kullanılan bir bileşik.
calcined diatomaceous-earth: İki atomlu (toz haline
getirilmiş) toprak; buhar kazanlarının ocak duvarlan- calcium sulfate: içme sulan içinde bulunan çözün
nın sıvanmasında kullanılan yüksek sıcaklığa daya müş kimyasal bileşik veya tuzlardan biri, kalsiyum
nıklı bir madde. sülfat, CaS0 4 ; 140°C üzerindeki sıcaklıklar veya 96
calcite: Kireçtaşı, tebeşir ve mermer şeklinde bulu 000 ppm'deki yoğunluklarda ince, sert ve gri renkli
nan altıgen kristalli bir mineral; kalsiyum karbonat, kazan taşı ya da buhar oluşumundan sorumludur.
CaC0 3 ; kalsit. calcspar (calc-spar): Bkz. calcite.
calcium: Kimy. kalsiyum; yumuşak grimsi beyaz meta calculable: Hesaplanabilir; hesap edilebilir.
lik bir element; kireçtaşı, mermer, tebeşir vb. inde calculate: 1) aritmetikle saptamak; hesaplamak. 2)
bulunur; daima bileşik halindedir; Simg. Ca; at.ağ. aritmetik yapmak. 3) hesap yapmak.
40,08; at.no. 20. calculating: Hesaplama; hesap yapma.
calcium aluminate: Kimy. Kalsiyum aiüminat, calculating machine: Hesap makinesi; hızla çıkarma,
CaO.AI 2 03 . toplama, çarpma ve bölme yapmak için kullanılan
calcium aluminate cement: Kalsiyum alüminatlı çi mekanik ya da elektronik hesap makinesi.
mento. calculation: 1) hesaplama. 2) hesaplama ile sonuç
calcium arsenate: Kalsiyum arsenat; sprey veya toz alınan herhangi bir şey.
halinde böcek öldürücü olarak kullanılan beyaz bir calculator: 1) hesaplayan kişi. 2) hesaplama için tab
bileşik, Ca 3 (As0 4 ) 2 . lo kitabı. 3) hesap makinesi. 4) hesap cetveli.
calcium bi-carbonate: Kimy. kalsiyum bikarbonat; so calculi: Bkz. calculus.
ğuk suda hafifçe çözünen, fakat ısıtıldığı zaman kar calculus: 1) yüksek matematikte: a) bir hesaplama
bon dioksit ve kalsiyum karbonat veren, suda çözü yöntemi, b) simgelerin kullanılması, c) bir analiz
nen ve beyaz, yumuşak birikinti oluşturan kimyasal yöntemi, d) kalkülüs ders kitabı. 2) vücutta anormal,
bileşik; deniz suyunda bulunan tuzlardan biri. taşa benzer bir madde veya birikinti.
calcium carbide: Kalsiyum karbür; karpit; koyu gri calculus, differantial: Bkz. differential calculus.
renkli ve asetilen yapımında kullanılan bir bileşik, calculus, integral: Bkz, integral calculus.
CaC 2 . calefacient: Isıtan; ısıtıcı ilâç; ısıtan ilâç.
calefaction: 1) ısıtma. 2) sıcak olma durumu.
calendar 80 camer a obscur a
si vb. inden oluşan bir sistem; zil çağrı sistemi.
calendar: 1) bir yilin başlangıç, uzunluk ve bölümleri calliper: Bkz. caliper.
ni saptama sistemi; takvim. 2) verilen bir yılın günle callose: Bot. bitkilerin onarım dokularında bulunan
ri, haftaları ve aylarını gösteren tablo, kayıt vb. i 3) sert, beyaz karbonhidrat.
liste; program. 4) bir takvime girmek. 5) programla caloric: 1) ısı; hararet. 2) ısıya ait; ısı ile ilgilenen.
mak. caloricity: Canlı hayvanların vücut ısılarını geliştirmek
calendar day: Takvim günü; bir gece yarısından son ve nispeten sabit bir sıcaklık sürdürebilme yetenekle
raki gece yarısına kadar olan 24 saat. ri.
calendar month: yılın 12 bölümünden herhangi biri; calorie: 1) bir gram suyun sıcaklığını 1° C yükselt
takvim ayı. mek için (+4°C'den + 5°C'ye) gerekli ısı miktarı;
calendar year: Takvim yılı; Ocak 1'den Aralık 31'e ka küçük kalori veya kal. 2) bir kilogram suyun sıcaklığı
dar olan zaman süreci; normal yıl 365 ve artık yıl nı 1°C yükseltmek için gerekli ısı miktarı; büyük kalo
366 gündür. ri (kcal, kkal); vücutta okside olan besinlerin ürettiği
calender: 1) kâğıt veya kumaş makaralı, düzgün bir enerjinin ölçümünde kullanılır. 3) 1/860 vat-saat,
yüzey veya parlak bir yüzey sağlamak için kullanılan 4,168605 jul; 3,0883 ft-lbs.
makine; perdah makinesi. 2) bu makinenin operatö calorific: Isı üreten; ısı oluşturan veya meydana geti
rü, 3) böyle bir makinede (kâğıt, kumaş vb. i ütüle ren; kalorifik.
mek). calorific value: Isı değeri; ısıl değer; yakıtların belirli
caliber: 1) bir silahın namlusunun iç çapı. 2) silindirik bir miktarının yakılması ile elde edilen kal, Kkal, jul
bir parça veya onun oyuk içinin çapı; kalibre etmek; veya kJ türünden ısı miktarı; heat value veya hea
ayarlamak. ting value şeklinde de ifade edilir.
calibrate: Kalibre edilmiş; bölüntülenmiş; çapını ölç calorimeter: Kalorimetre; ısı ölçer; türlü yakıtların ısı
me; derecelendirme; sınıflandırma; bir borunun iç değerlerinin ölçümleri için kullanılan bir cihaz Bkz.
çapını bulma işlemi. bomb calorimeter.
calibrator: Kalibre eden veya bölüntüleyen bir kimse calorimetric: Kalorimetrik; kalorimetri'ye ait.
ya da şey. calorimetrical: Bkz. calorimetric.
Californium: Küryum'un nükleer bombardmanı ile calorimetry: Kalorimetri; ısı miktarının ölçülmesi işle
üretilen radyoaktif kimyasal element; Simg. Cf; mi.
at.ağ. 244 (?); at.no. 98. calory: Bkz. calorie.
caliper; Kompas. 1) bir çift eğri, fakat simetrik baca calx: Bir mineral veya metal yandıktan sonra geriye
ğa sahip ve uçlarından bir vida veya perçin ile birbir kalan külümsü toz.
lerine bağlanmış olan bir ölçü aleti; Bkz. inside cali cam: Kam; kem; eksantrik; devir hareketini eksenel
per, outside caliper. 2) cisimlerin kalınlık, dış ve iç harekete çeviren, motorlarda supaplar, yakıt pompa
çaplarının ölçümünde kullanılır. 3) kompasla ölç ları veya ilk hareket valflarının açılmasını, yakıt püs
mek. kürtme pompalarının çalıştırılmasını, Ben.Mot. platin
caliper, inside: Bkz. inside caliper. lerin açılıp kapanması vb. ini sağlayan, üzerlerinde
caliper, outside: Bkz. outside caliper, çıkıntılar bulunan dairesel parça veya parçalar.
caliper snap gauge: Mak. C harfi şeklinde, uçları cam, air-starting: Bkz. air-starting cam; starting
düz olan sabit kalibreli bir ölçü aleti; uçları arasında cam.
ki mesafe ya da aralık sabit olduğundan tek bir ölçü camber: Kavis oluşturmak; dışbükey veya konveks
için kullanılır. yapmak; kavis; sehim; balık sırtı; bombe; eğrilik.
calk: Zift, üstüpü vb. ile dikişlerini ya da aralıklarını cambric: Verniklenerek elektrik kablolarının yalıtılma
doldurarak (bir tekne vb. i) sızdırmaz yapmak; kala sında kullanılan patiska veya beyaz, ince pamuklu.
fat etmek; kalafatlamak. cam circle: Kam (kem) dairesi; kem ya da eksantrik
calker: 1) tekneler, gemiler vb. ini kalafat eden kim dairesi.
se; kalafatçı. 2) kalafat için kullanılan alet; kalafat ka cam contour: Bkz. cam flank.
lemi Bkz. calking chisel, calking hammer, calking cam diagram: Kam, kem veya eksantrik diyagramı;
iron. kamın durumunu 360 derecelik bir dönüş için 30'ar
calking: 1) kalafat etme; demir başlarının şişirilmesi; derecelik açılarla bölünmüş apsis ve kam takipçisi
buhar ve su kaçaklarına engel olmak üzere bindir nin açma miktarı ve apsise eşit parçaya bölünmüş
me ve parçalı bağlantılarda saç uçlarını çekiçleme; ordinatı üzerinde gösteren bir diyagram; bu diyag
kaynaklı bağlantılarda bu tür kaçak ya da sızıntılar ramlar genel olarak gerçek ölçülerde yapılırlar.
kaynakla giderilir. camelback: Oto. dış lâstiklerin kauçuk sırtı.
calking chisel: Kalafat keskisi. camera: 1) fotoğraf çekimi için kullanılan bir cihaz; fo
calking edge: Çekiçle bastırılmış veya kaynak edil toğraf makinesi. 2) Telev. bir mercek ve özel bir ka
miş saçların uçları; saç düzlemine göre 70 derecelik tot ışını tüpünden oluşan cihaz; televizyon kamerası.
açıyla kesilmiş uçlar. camera lucida: Bir prizma veya cismin bir yüzey üze
calking hammer: Kalafat çekici. rine görünüşünü yansıtmak üzere kullanılan bir ci
calking iron: Kalafat kalemi. haz; sık olarak mikroskopla kullanılır.
calking tools: Kalafat keskisi, çekici, kalemi vb. i alet cameraman: Kamera operatörü; özellikle film makinis
ler; Bkz. calking chisel, calking hammer, calking ti; film makinesi makinisti; kameraman.
iron. camera obscura: Mercekli Karanlık hücre veya cis
call bell system: Den. özel ve genel yerlere, servis min normal renkleriyle karşı yüzeye yansıtıldığı bir
yapmak üzere kamarot veya hostes çağırmak için delikten oluşan kamera
kullanılan mikrofon, zil veya bazer, çağırma düğme
cam , exhaus t E: candescen t

cam, exhaust: Bkz. exhaust cam.


cam, face: Bkz. face cam. nizması: a) dişli hareket mekanizması Bkz. gear dri
cam flank: Kam, (kem, eksantrik) sağrısı; Gem. Mak. ve, b) zincirli hareket mekanizması Bkz chain dri
kem flenk; kem dairesi ile kem tırnağı arasındaki ve ve, c) dikey milli hareket mekanizması Bkz. vertical
ya her ikisini birleştiren hat; içbükey, dışbükey veya shaft drive türleri vardır.
teğet şeklinde olabilir. camshaft drive gear: Mot. kam mili çalıştırma donani
mı; dişli donanım.
cam flank, concave: içbükey veya konkav sağrı.
cam flank, convex: Dışbükey veya konveks sağrı. camshaft gears: Mot. krankşaft (krank mili) dişlisin
cam flank, tangential: Teğetsel veya konveks sağrı. den hareket alarak kemşaft (kam mili) dişlisini çevi
cam follower: Kam (kem, eksantrik) takipçisi ya da iz ren ara dişilleri; kemşaft dişlileri.
leyicisi; Gem. Mak. follow . 2) makara şeklinde Bkz. camshaft gear drive: Krank mili dişlisinden ara dişli
roller type, b) milli Bkz. pivoted, c) düz Bkz. mush lerle alınan hareketin, kam mili veya kemşaft dişlisi
room, d) milli ve makaralı Bkz. pivoted-roller type ne aktarıldığı mekanizma; dişil çalıştırma mekaniz
şeklînde olanları vardır. ması.
cam, fuel: Bkz. fuel cam. cam slope: Bkz. Cam flank.
cam fear: Karn dişli; bir şaftın veya milin merkezine cam slope angle: Diz. Mot. Kam ile kam tırnağı ara
bağlanmayan dişli; düzgün olmayan hareketin ge sında oluşan açı; kam meyil açısı; kam sağrısı açısı.
rekli olmadığı yerlerde kullanılır. camshaft sprokets: Mot. kam mili veya kemşafti zin
cam flank: Kam gövdesi ile, kam tırmağı arasındaki cirle çevrilen motorlarda zinciri taşıyan dişliler.
kısım, kam sağrısı; teğetsel, içbükey veya dışbükey camshaft vertical shaft drive: Kam milinin, her iki
olabilirler. ucunda bulunan konik dişliler yardımıyla, krank dişli
cam insert: Mot değiştirilebilir kem tırnağı (bumu ve si tarafından çalıştırıldığı mekanizma; dikey milli ça
ya çıkıntısı); sertleştirilmiş parça yerine vida ve ka lıştırma.
malarla bağlanır; vidalar yerlerine bağlandıktan son can: 1) genel olarak metalden yapılan ve sıvılar için
ra, gevşemelerini önlemek amacıyla üzerlerine eri kullanılan bir kap; teneke, varil ya da bidon. 2) sıvıla
miş kalay dökülür. rı, yiyecek vb. terini korumak için genellikle teneke
cam, intake: ete. intake cam. den veya diğer metallerden yapılan bir kap; konser
camion: 1) yük arabası. 2) özellikle ağır silahları taşı ve kutusu. 3) bu kutunun içeriği. 4) bir kutuya koy
mak için kullanılan vagon veya kamyon. mak.
cam nose: Kam (kem, eksantrik) burnu, tırnağı veya can.: 8te. cannon.
çıkıntısı; kamın, makara ve supap iteceğini yukarı Canada Balsam: Bot. balsam ağacından elde edilen,
doğru kaldıran çıkıntı kısmı. kalın sarı renkli ve reçinemsi bir sıvı; mlkroskopide
cam peak: Bkz. cam nose. saydan tutkal yapımında kullanılır.
camphene: Kamfen, C 1 0 H 1 6 ; kamfor gibi kullanılan canal: 1) ulaşım veya sulama için kullanılan yapay su
renksiz, kristalli bir bileşik. yolu; kanal. 2) navigasyona (deniz seyrü seferine)
camphor: 1) kâfuru; kokusu kuvvetli, esas olarak müsaade etmek üzere yapay olarak havuz, rıhtım
kamfor ağacının odunundan elde edilen kristalli bir vb. ile geliştirilen nehir. 3) Mars gezegeninin uzun,
madde, C10H16O; kumaşları güvelerden korumak dar kanallarından herhangi biri. 4) Zoo. bir boru,
için, sellüioit endüstrisinde ve tıpta kullanılır. 2) ter- mecra veya kanal.
penlerin türevlerinden herhangi biri. canalboat: Kanallarda, çoğu zaman yük taşımak için
camphorate: içine veya üzerine kâfuru koymak. kullanılan uzun, dar bir tekne; canal boat şeklinde
camhorated oil: Kâfurulu yağ; pamuk yağında kâfuru de kullanılır.
çözeltisi; burkulmalarda kullanılır. canalization: Kanalizasyon.
camphor ball: Kumaşları güvelerden korumak için can buoy: Altı koni şeklinde olan şamandra; konik şa-
kullanılan küçük bir kâfuru veya naftalin küresi; gü mandra.
ve topu veya bilyası. canal rays: Fiz. kanal ışınlari; bir vakum tüpünün ka-
camphoric: Kâfuruya ait; kâfuru kapsayan. totundaki açıklık ya da delikten geçen ve pozitif iyon
camphor tree: Bot. kâfuru ağacı; Uzakdoğuda bulu lardan oluşan ışınlar.
nan ve kâfuru veren büyük bir defne ağacı. cancel: 1) üzerine çizgi çekmek veya işaret koymak.
cam profile: Kam (kem, eksantrik) profili. 2) geçersiz saymak; iptal etmek. 3) nötrleştirmek;
cam, radial: Bkz. radial cam. nötralize etmek; nötr duruma getirmek. 4) Mate, üze
cam roller: Mot. kam (kem) veya eksantrik makarası; rinden bir çizgi çekerek çıkarmak. 5) Matb. bozmak;
kamların dokunduğu, yukarı doğru kaldırdığı, supap yapmamak.
iteceklerine bağlı, yüzeyi sertleştirilmiş silindirik bir cancellation: iptal.
parça veya makara. cancelled: iptal edilmiş.
camshaft: Kam mili; kemşaft; eksantrik mili; üzerinde can combustion chamber: Gaz. Türb. kutu yarıma
kamları taşıyan, krank milinden dişli, zincir veya mil odası; borulu yanma odası; bu tür yanma odaları
li bir mekanizma ile hareket alan, dövme çelikten ya dış mahfaza veya keys üzerinde çok sayıda delikler
pılmış bir mil; süpaplarin açılması, yüksek basınç bulunan iç gömlek, yanma odası kapağı ve giriş ma-
pompasının çalıştırılması ve ilk hareket için kullanılır. nifoldundan oluşur.
camshaft bearings: Kam milini taşıyan yataklar; kem candela: Opt. platinin donma sıcaklığı ve 101 325
şaft veya eksantrik mili yatakları. N/m2'iik bir basınç altında 1/600 000 m2'lik bir si
camshaft chain drive: Kam mili veya kemşaft zincir yah gövdenin, dikey yönde ışık şiddeti; cd kısaltma
donanımı; Mot. özellikle yüksek güçlü dizel motorla sı ile belirtilir.
rında krank mili dişlisinden aldığı hareketi, kam mili candent: Isı ile parıldayan; akkor.
dişlisine aktaran sessiz zincir donanımı. candescence: Bkz. incandescence.
camshaft drive: Kam mili veya kemşaft hareket meka candescent: Akkor haline gelme; Bkz. incandes
cent.
Teknik Sözlük - F. 6
candhom 82 capsta n
tör veya diğer kapasitanslar ile bağlanması.
candhom: Şerit mukavemeti; boru dayaniklığı. capacitor: Elekt. kapasitör; kondensatör veya mekse-
candid camera: Poz vermeyen şeylerin resimlerini fe; kondensör; Bern. Mot. ateşleme devrelerinde pla
çekmek için kullanılan, hızlı mercekli, küçük kutu tinlerle paralel durumda olan, platinler açıldığı za
şeklindeki fotoğraf makinelerinden biri. man manyetik alan üzerine boşalarak onu bozan ve
candle: 1) yakıldığı zaman ışık veren, içinde bir fitili böylece platinlerin meme yapmasın; önleyen elek
olan silindir şeklinde bir kütle; mum. 2) muma ben triksel bir cihaz.
zeyen herhangi bir şey. 3) ışık şiddeti birimi; mum. capacitors, parallel: Paralel bağlı kapasitör veya kon-
5} mum ışığına tutarak denetlemek (yumurta için). densatörler; toplam kapasitans C = C 1 +C 2 +
candlelight: 1) mum ya da mumlar tarafından verilen C3
ışık. 2) mumların yakılması zamanı; alaca karanlık; + +C n formülü ile
gece. hesaplanır.
candle power: 1) bir lâmbanın mum türünden ölçü capacitors, series: Seri bağlı kapasitör veya konden-
len aydınlatma veya ışık şiddet kapasitesi. 2) stan satörler; toplam kapasitans:
dart bir mum ışık şiddeti veya aydınlatma kapasitesi. 1/C=1/c 1 +1/C 2 + + 1/C n formülü ile hesapla
candlewick: Mum fitili. nır.
canescent: Beyaz olma; beyazlama. capacity: 1) kapsama, emme veya alma ya da tutma
can sugar: Sükroz; şeker kamışından elde edilen şe yeteneği. 2) maksimum miktarda depolama hacmi;
ker. kapsam ya da hacim. 3) bilgi; yetenek. 5) Elekt. ka
cannel coal: Parlak bir alevle yanan ve uçucu madde pasitans. 6) Huk. yasal otorite veya yetki. 7) kapasi
leri yüksek oranda olan türlü bitümlü kömürlerden te; sığa.
biri; bir tür linyit kömürü; çoğu zaman sadece "can cap clamp: Mak. kapak mandalı veya kelepçesi.
nel" olarak kullanılır. Capillarity: F/z. su içine yerleştirilmiş dar bir boru ve
cannibalize: Faydalı parçalarını kurtarmak (tahrip ol ya kanalda su, su düzeyinden daha yukarıya yükse
muş veya çürüğe çıkarılmış askeri ekipmen veya teç lir; eğer cıva içine yerleştirilirse, seviye cıva düzeyin
hizatın). den daha aşağıda olur; kapilarite.
cannister: Kanlster; gaz maskelerinin esnek hortumla capillary: 1) özellikle çok uzun olan, saça benzeyen
rına bağlı, yeşil veya kırmızı renkli bir kutu; havadaki veya ona ait. 2) çok küçük iç çapa sahip olan. 3)
zehirli gazların solunum sırasında insana zarar ver- çok küçük çaplı boru Bkz. capillary tube; kılcal bo
mesini önler; içindeki kimyasal madde zehirli gazları ru. 4) çok ince kan damarları; kılcal damarlar.
etkisiz hale getirir. capillary attraction (or repulsion): Kılcal çekim veya
cannon: 1) büyük ve ağır bir silah; top. 2) oldukça kı cazibe; kılcal itme; bir kılcal boruda olduğu gibi, katı
sa namlulu büyük bir silah. 3) topa benzeyen minya larla temas eden sıvılarda adezyon, kohezyon ve yü
tür bir silah. 4) Meka, bir milin içinde döndüğü bir zey geriliminin bileşkesi olan kuvvet; kohezif kuvveti
boru; dıştaki boru. 5) top ile hücum etmek. 6) top daha büyük olduğu zaman sıvı yüzeyi yükselme ve
ile ateş etmek. adesif kuvvet daha büyük olduğunda sıvı yüzeyi al
cantalever: Bkz. cantilever. çalma ya da kılcal itme eğilimindedir.
cantilever: 1) balkon, korniş vb. ini taşımak için du capillary tube: Kılcal boru; çok ince veya küçük çaplı
vardan çıkan bayrak, braket veya blok; dirsek; bir ta boru; Bkz. capillary.
rafı mesnetli, dirsekli bir kol. capillary water: Yağmurdan sonra toprağın tuttuğu
cantilever beam: Konsol kiriş. su.
cantilever bridge: Uçları ayaklar tarafından taşınan capital: 1) esas; temel; birincil öneme ait. 2) birinci
ve iki parçadan oluşan köprü. derecede.
cantsow: Mak. enine kesiti üçgen şeklinde olan, tek capita! goods: Üretimde kullanılmak için ham mad
sıra dişli, paralel kenarlı eğe. de, makine, binalar vb. i mallar; üretim malları.
canvas: 1) kendir lifi, pamuk ya da ketenden yapılan capital ship: Uçak gemileri dışında kalan, 10 bin dep-
kaba bir dokuma; çuval; sık dokunmuş olanları ça lesman tondan büyük, 10 inç (254 mm) çapında ve
dır, yelken vb. i olarak kullanılır; çadır bezi, yelken daha büyük topları olan zırhlı bir savaş gemisi; hat
bezi; tente. gemisi veya ağır kruvazör.
canvas hose: Brandadan yapılan su geçirmez hor Cap'n: Bkz. captain.
tum; bez hortum; yangın hortumu. caproic acid: Kaproyik asit; tereyağı veya diğer hay
caoutchouc: 1) lateksten elde edilen ham kauçuk; ka vansal yağlarda bulunan ve esterlerin yapımında kul
uçuk; Hint kauçuğu. 2) saf ya da yarı saf kauçuk. lanılan renksiz, sıvı halinde bir yağ asiti, C6H12O2 .
cap: Bkz. captain. capsaicin: Kırmızı biberden elde edilen acı, kuvvetli
cap: 1) Mak. kep; içine diş çekilmiş veya klavuzlu bil- tahriş edici, beyaz renkli, kristalli bir alkaloit,
C H O N;
kapsaisin.
18 27 3
yalı yatak, aks başı vb. i kapağı. 2) Meteo. bazan kü cap screw: Somun şeklindeki üst ucu gövdesi ile tek
mülüslerin tepesinde oluşan, sonradan buluta katı parçadan yapılan ve diş çekilmiş ya da klavuzlu bir
lan veya karışan kısa ömürlü bulut parçacıkları; baş vida; kapak vidası; başlık vidası; iki parçayı birbirine
lık. 3) tapa. bağlamak için kullanılır.
capability: Yetenek. capsize: Den. enine denge kaybından dolayı düzele-
capacitance: Elekt. kapasitans; uçları arasındaki belir memek üzere ters dönmek; alabora olmak (tekne,
li bir potansiyel farkı için bir kondensatörün ne ka gemi vb. i için söylenir).
dar şarj depolayabileceğini belirten özelliği. capstan: Den. genel olarak gemilerde halat ve demir
capacitive: Kapasitif; elektriksel kapasitansa alt. manevraları için kullanılan buhar makinesi, elektrik
capacitive coupling: Rady. iki devrenin bir kondensa- motoru, hidrolik, insan gücü vb. i ile çalıştırılan bir
capstan bar carbon dating
carbolated: Karbolik asit kapsayan veya karbolik asit
makine; dik ırgat; bocurgat; çekek yerlerinde tekne le muamele edilmiş olan.
leri karaya çekmek için de kullanılır. carbolic: Kömür veya kömür katranının damıtılmasın
capstan bar: insan gücü ile çalıştırılan ırgatlarda Bkz. dan elde edilen zehirli bir asite ait; karbolik asite
capstan ırgatın döndürülmesinde kullanılan çelik çu (C 6 H 6 0) ait; türlü çözeltiler, örneğin antiseptik, de
buklardan biri; ırgat ya da bocurgat manivelası; ırgat zenfektan vb. i yapımlarında kullanılır; karbolik.
kolu. carbolize: 1) karbolik asitle muamele etmek veya ste
capstan lathe: Tak. Tezg. ırgat torna tezgâhı; küçük ril duruma getirmek. 2) karbolik asit ilâve etmek ve
parçalan işlemek için kullanılan bir tür torna tezgâhı. ya eklemek.
capstan machinery room: Irgat veya bocurgat maki carboloy: Karboloy; takım tezgâhlan yapımında kulla
ne dairesi. nılan fevkalâde seri bir alaşım; tungsten karbür (tica
capsule: 1) küçük bir mahfaza ya da zarf. 2) metal, rî bir isim).
lâstik vb. i ile yapılan şişe veya tüp kapağı; kapak. carbon: Karbon. 1) bir çok inorganik bileşikte ve or
2) bir dozluk İlacı korumak üzere kullanılan eriyebi ganik bileşiklerin tümünde bulunan metalsi kimyasal
lir, küçük bir jelatin kap; kaşe ya da kapsül. 4) Kimy. element; elmas ve grafit saf karbondur; aynı zaman
sıvıları buharlaştırmak için kullanılan derin olmayan da kömür, kok, mangal kömürü, kurum vb. i madde
bir tabak. 5) Bot. çekirdek, spor veya karpel kapsa lerde de bulunur; Simg. C; at.ağ. 12,01; at.no. 6,2)
yan herhangi bir meyva, kın veya tohum zam. bir yaprak karbon kâğıdı. 3) Elekt. a) ark lâmbası
capsule starter: Mot. dietil eter ile doyurulmuş, giriş olarak kullanılan karbon çubuk, b) bir pilde kullanı
borusuna yerleştirilen ve ilk hareket için kullanılan lan karbon levha veya çubuk, c) elektrik makinelerin
bir cihaz; kapsül starter. de kullanılan kömür (karbon) fırça Bkz. brush. 5)
captain: 1) şef ya da liter. 2) bir grup veya bir bölü karbon ile muamele edilmiş; karbon kapsayan; kar
mün başkanı, özellikle: a) bir batarya, ordu, bölük bona ait; karbona benzeyen.
vb. ine kumanda eden binbaşıdan küçük ve üsteğ carbonaceous: 1) karbona ait; karbon kapsayan; kar
menden büyük rütbeli bir kara subayı; yüzbaşı, b) bondan oluşan. 2) kömür kapsayan; kömüre benze
deniz ordusunda albay, c) ticaret gemilerinin en yük yen.
sek rütbeli yönetici veya kumandanı; kaptan; süvari. carbonado: Siyah elmas; delgi yapımında kullanılan
captaincy: Bir kaptanın rütbe, görev veya statüsü; koyu rengi ve mat oluşu ile belirgin masif şekilde el
kaptanlık. mas; black diamond adı da verilir.
captainship: 1) Bkz. captaincy. 2) liderlik. carbon-arc welding: Karbon ark kaynağı; elektrik kay
capture: Bir atom veya çekirdek sisteminin bir parti- nağı; elektrik arkı ile oluşan yüksek sıcaklık nedeniy
kül kazanması olayı; tutulma. le parçaların eritilmesiyie oluşturulan kaynak; basınç
car: 1) herhangi tekerlekli bir taşıt aracı. 2) raylar üze uygulanmayan bir kaynak türü; ark, metallerle bir
rinde hareket eden tramvay gibi bir araç. 3) otomo karbon parçası veya metal bir çubuk arasında oluştu
bil; motorcar şeklinde de kullanılır. 4) asansör kabi rulur.
ni. 5) bir balonun tayfa ve teçhizatını taşıyan kısım. carbonatation: Bkz. carbonation.
car.: Bkz. carat; carats, carbonate: 1) yakarak karbona çevirmek; karbonlaş-
carack: Bkz. carrack; galleon. tırmak. 2) karbon dioksit lie doldurmak veya şarj et
carafe: Cam ya da kristalden yapılmış su şişesi veya mek. 3) Kimy. karbonata çevirmek.
sürahi. carbonated: içersinde basınçla karbon dioksit eritil
carat: 1) 0,2 grama eşit olan ve kıymetli taşlar ve inci miş sıvılari belirtir.
ler için kullanılan bir ağırlık birimi; karat. 2) saf altı carbonation: 1) maden sodası yapımında olduğu gi
nın 24'te biri; 20 karatlık altın 20 kısım saf altın ve 4 bi, suyun karbon dioksit ile doyurulması. 2) şekerin
kısım alaşımdan oluşur. damıtılmasında olduğu gibi, karbon dioksit ile tortu-
carb-: Bkz. carbo-, laştırarak kirecin çıkarılması. 3) karbonlaşma; kömür
carbamic: Basit amino asite (NH2.COOH) ait veya bu leşme.
asiti belirten; karbamik. carbon bisulfide: Bkz. carbon disulfide.
carbazole: ham antrasende bulunan ve belirli boya carbon black: Küçük partikiiller halinde olan ve kar
maddelerinin yapıldığı beyaz, kristalli bir madde, bonlu hidrojenlerin yakılması ile elde edilen karbo
C 12 H 9 N . nun adı (Ticarî bir isim).
carbenes: Kimy. karbenler; bitümün karbon disülfür carbon circuit breaker: Elekt. karbon devre açıcı,
de çözünebilen, fakat karbon tetra klorürde çözüne- anahtar veya şalter; aşırı akım olduğu zaman soleno
meyen fraksiyonu. id yardımıyla devreyi otomatik olarak açan ve üç ta
carbide: Bir element veya çoğunlukla bir metalin kar kım kontaktan oluşan bir otomatik şalter.
bon ile yaptığı bir bileşik; karbür, ya da özellikle kar carbon block: Kömürlü paratoner veya yıldırım savar;
pit veya kalsiyum karbür. kömür yatağı.
carbinoi: Metanol (odun alkolü) veya ondan türeyen carbon deposits: Karbon birikintileri; karbon artıkları;
dietil karbinol, (CH 3 .CH 2 ) 2 CHOH gibi herhangi bir Diz. Mot. 1) eksik yanma sırasında yanma odası du
alkol. varları, supaplar, piston kafası, segman yuvası vb. i
carbo-: Karbon anlamında bir önek. yerlerde biriken kurum. 2) silindir yağlarının yüksek
carbohydrate: Karbon, hidrojen ve oksijenden olu sıcaklık nedeniyle uçucu kısımlarının buharlaşarak
şan şekerler, nişastalar ve sellülozlar kapsayan belir oluşturduğu atıklar; segman kanallarında oluşan ya
li organik bileşiklerden herhangi biri; karbonhidrat pışkan artıklar.
carboids: Kimy. karboitler; bitümün karbon dlsülfürde carbon dating: Karbon tarihi; karbon kapsayan fosil
çözünemeyen fraksiyonu.
carbon dioxide 84 carburet

maddelerin, »i m kütledeki radyoaktivitelerini ölçe


rek, bunları çağı bilinen maddelerin radyoaktivite du- lan arasındaki direnç azalır ve mikrofon devresinde
rumlari üs kıyaslanarak çağını saptama tekniği, ki elektrik akımı yükselir; bu akım bir transformatör
tarafından yükseltilir ve telefon teline verilir.
carbon dioxide: Karbon dioksit; havadan bir derece
ye kadar ağır, renksiz, kokusuz bîr gaz CO2; yakıtla carbon packing: Bkz. carbon gland.
rın Sam yanması sırasında elde edilir; yangın söndü carbon paper: 1) çok ince ve bir yüzü karbon prepa-
rücülerde, soğutma sistemi vb. i yerlerde kullanılır, ratları veya benzer koyu renkli bir madde ile kaplı kâ
carbon dioxide extinguisher: Karbon dioksitli yangın ğıt; karbon kâğıdı. 2) karbon işleminde kullanılan kâ
söndürücü; Bkz, fire extinguisher. ğıt.
carbon dioxide plant: 1) karbon dioksit tesisi; kar- carbon process: Karbon işlemi; jelatin ve pigment
bon dioksit tüplerinin doldurulması için kurulan te kaplanmış kağıt üzerine ışığa dayanıklı fotoğraflar
ste. 2) karton dioksitli soğuk hava tesisi. basma yöntemi.
carbon dioxide room; Karbon dioksit odası; gemiler carbon residue: Karbon artığı veya artık bırakma
de fılike güvertesinde olan ve CO2 tüplerinin birbirle özelliği; akaryakıtlar ısıtılıp buharlaştırıldıklari sonra
rine seri olarak bağlı bulundukları oda; buradaki uçucu maddeleri yakılır ve geriye kalanlara " Karbon
CO2 tüpleri ile geminin herhangi bir yerindeki yangı Artığı' veya "Artıklar Katsayısı" adları verilir; bu
na müdahale edilebilir. katsa yı ağır devirli motorlarda en fazla % 4 ve
yüksek de virli motorlarda ise % 0,5 dolayındadır;
carbon disulfide: Siv. Yük. karbon disülfur; karbon bi-
Konradson ci hazı ile ölçülür.
sülfür; saydam, renksiz çok reaktif, iğrenç kokulu, in
san sağlığı için zararlı ve yanıcı, sınıfsız, nem alma carbon ring: Bkz. carbon gland.
yan bir sıvı bileşik; Simg. CS2; 20°/4°C'de öz.ağ. carbon steel: Karbon çeliği. 1) yapısında küçük oran
"1,2632; k.n.46,25°C; d.n. -110°C; 20°C de viskozite da karbon bulunan, karbonun demirle yaptığı sert
si 0,13 cS; gemilerde çevre sıcaklığında, fakat müm bir alaşım; bu çeliğe sertlik, dayanıklık vb. i özellik
kün olduğunca soğutularak ve atmosferik basınçta ler kazandırmak için nikel, krom vb, i metaller katıla
taşınır; koruyucu, böcek öldürücü, çözücü vb. ola rak alaşımlar da oluşturulabilir. 2) bir parça çelik; çe
rak kullanılır. likten yapılmış şey, özellikle: a) kılıç, b) kıvılcım oluş
carbon gland: Gem. Mak. karbon glend; boğaz glen- turmak için çakmakla kullanılan bir çelik parçası, c)
di; Buh, Türb. rotorşaft öoğazlarinın yüksek basınç bıçak bilemek için kullanılan araç; masat.
tarafından buharın makine dairesine çıkması, alçak carbon tetrachloride: Sıv, Yük. karbon tetraklorür;
basınç tarafında ise havanın türbıne girmesini önle CTC; perklorometan; tetraklorometan; hoş kokulu,
yen grafitten parçalar; genellikte üç ya da dört parça buharları zehirli, renksiz, nem emmeyen, ısıtıldığı za
dan yapılırlar.. man çok zehirli fosjen gazı oluşturan, insan sağlığı
için zararlı, yangın tehlikesi oluşturmayan, alifatikler
carbonhydrate: Kimy. genel formülü CX (H2O)y olan
den sıvı bir karbonlu hidrojen; Simg. CCI4; 20°C'de
bir madde; karbonhidrat; karbonhidratlar şekerler ve
öz. ağ. 1,595; k.n. 76,5°C; d.n.-22,8°C; 20°C'de
polisakkaritlerdir.
visk. 0,965 cP; gemilerde çevre sıcaklığı ve atmosfer
carbonic: Karbonik. 1) karbon kapsayan veya karbo
basıncında taşınır; yangın söndürücülerde, elektrik
na ait. 2) karbondan elde edilen.
makinelerinin kollektörlerinde temizlik ve yağlar için
carbonic acid: Karbonik asit; karbon dioksitin suda
çözücü olarak kullanılır.
çözünmesiyle elde edilen zayıf, renksiz bir asit,
carbonyl: Kimy. iki değerli bir kök, CO. 2) bu kökü
H2 C0 3 ; sadece çözelti halinde bulunur.
kapsayan metal bileşiği serilerinden herhangi biri;
carbonic acid gas: Karbonik asit gazı; karbon diok
karbonil.
sit.
carbonyl entaride: Aktiflenmiş karbonun varlığında
carboniferous: 1} karbon ya da kömür üretme; kar
karbon monoksit ve klorun tepkimesi ile elde edilen
bon veya Kömür kapsayan. 2) kömürün oluştuğu Pa
renksiz, uçucu, çok zehirli bir gaz; karbonil klorür,
leozoik Çağı belirtir. COCl ; fosjen (phosgene) adı da verilir.
2
carbonization: Karbonlaşma; kömürleşme; kurumlaş carbonylic: Karbonilik; karbonil Bkz carbonyl kapsa
ma; yanma ite kurum yan: karbonile ait,
oluşturma. carborundum: Karborandum; karbon ve silikonun bir
carbonize: Kömürleştirmek; kömür haline dönüştür bileşiği, SiC; aşındıncı taşlar yapımında kullanılan
mek; karbonlaştırmak; kömürleşmek. çok sert bir madde (Ticarî isim).
carbon-molybdenum steel: Mak. yüksek sıcaklıktaki carborundum paste: Karborandum pastası.
buhar borulari ve makine ya da türbin keysterinin ya carboxyl: Kimy, karboksil; yağ asitleri ve diğer orga
pımında kullanılan bir çelik alaşımı; karbon molib nik asitlerin büyük bir bölümünde görülen tek değer
den çeliği. li (valanslı) bir kök, CO2H
carbon monoxide: Karbon rnonoksit; karbonlu mad carboxylic: Kimy. karboksil kapsayan; karboksile ait.
delerin eksik yanması sonucu üretilen renksiz, koku carboxylic acid: Kimy, karboksilik asit; yapısında -CO-
suz, çok zehirli bir gaz, CO; soluk mavi bir alevle OH kökü bulunan asit; H, yer değiştirebilen hidrojen
ya nar. atomudur.
carbon knock: Mot. karbon ya da kurum vuruntusu; carboy: Damacana; sepetli damacana.
kurumdan iieri gelen vuruntu. carburet: 1) kimyasal olarak karbonla birleştirmek. 2)
carbon microphone: Karbon mikrofon; karbon tane potansiyel ısı enerjisini yükseltmek için (hava ya da
ciklerinden oluşan küçük bir kutuyu kapsar; karbon gazı) karbonun uçucu bileşikleri ile kariştırmak veya
taneciklerinden oluşan bloklardan biri kutunun arka doldurmak ya da şarj etmek. 3) yanmaya hazır hale
sına, diğeri bir diyaframa bağlanmıştır; parçacıklar getirmek.
diyafram tarafından sıkıştırildığı zaman, karbon biok-
carburetant 8' carg o winch
cardioid: 1) kalp şeklinde olan. 2) Mate, hemen he
carburetant: Hava ya da gaza eklenen ve onun po men bir kalp şeklinde olan eğri, bir daire çevresi
tansiyel enerjisini yükselten, benzin veya benzene üzerindeki bir noktanın, diğer eşit dairenin çevresi
benzer bir madde. üzerinde hareket etmesiyle çizilen şekil; kardiyoit.
carburation: Karbürasyon; Benz. Mot. hava-yakıt karı cardoxite: Kardoksit; oksijen maskelerinde, solunum
sırasında karbon dioksiti emen kimyasal bir madde.
şımının oluşturulması olayı.
careen: 1) bir yana yatırarak (bir geminin) kalafat
carburetor (carburettor): Hava veya gaz karıştırmak edilmesi, temizlenmesi veya onarılmasına neden ol
için kullanılan bir cihaz; özellikle benzin motorlarının mak. 2) kalafat etmek, temizlemek veya onarmak
büyük bir bölümünde hava ile benzinin belirli bir (bu durumdaki bir gemiyi). 3) yana veya bir tarafa
oranda karıştırıldığı bir cihaz; karbüratör. yatırmaya neden olmak.
carburetor body: Benz. Mot. karbüratör gövdesi; kar car ferry: Otomobil, kamyon, otobüs taşımak üzere
büratör bloku. kullanılan gemi; feribot.
carburetor depression: Benz. Mot. karbüratör dep cargo: 1) bir gemi tarafından taşınan emtea veya
resyonu; karbüratörün venturi boğazında meydana mal. 2) yük.
gelen basınç düşümü veya depresyon. cargo boom: Den. yük baumbası; gemilere yük alınıp
carburetor-engine: Karbüratörlü makine veya motor; verilmesinde kullanılan bumba.
genellikle benzin motoru; gaz yağı (kerosen), ben cargo carrier: Den. yük gemisi; şilep.
zen, alkol vb. i hafif yakıttan da yakabilen motor;
cargo crane: Den. yük vinci veya kreyni.
ot to makinesi; benzin motoru; patlamalı motor.
cargo gear: Den. yük donanımı; yükleme boşaltma
carburetor float: Karbüratör şamandrası. donanımı; vinç makinesi, bumbalar, makaralar (bas
carburetor main jet: Karbüratör ana memesi veya no- tikalar) çelik teller vb. inden oluşan donanım.
zulu. cargo handling: Den. yük elleçleme; ticaret gemilerin
carburetor nozzle: Karbüratör memesi veya nozulu; de yük işleri ve işlemleri.
venturiden hızlanarak geçen havanın içersine benzi cargo handling gear: Den, yük elleçleme donanımı.
ni çekerek kendisi ile birlikte sürüklediği ve silindire cargo hold: Yük ambari; ticaret gemilerinde yüklerin
doldurduğu meme; ana veya yardımcı memelerden istif edildiği veya taşındığı mahfuz ve kapalı bir iç
herhangi biri. bölme veya hacim.
carburetor pump: Karbüratör pompası; ivme pompa cargo hook: Den. yük kancası.
sı; kapış pompası.
cargo motorship: Den. Motorlu yük gemisi ya da şi
carburetor pump jet: Karbüratör kapış pompası me lep.
mesi.
cargo net: Den. ağ palet şeklinde sapan; yük sapanı.
carburetor pump piston: Karbüratör kapış pompası
cargo oil: Petrol tankerlerinde yük olarak taşınan
piston ya da plenceri.
akaryakıt veya yağ.
carburetor throttle: Senz. Mot. karbüratör gaz kelebe cargo oil heating system: Den, petrol tankerlerinde
ği. taşınan sıvı yükün akıcılığının sağlanması veya
carburization: Karbonla birleştirmek; karbürleştir- visko zitenin azaltılması için kullanılan ısıtma sistemi.
mek; karbürlemek. cargo oil pump- Bkz. cargo pump.
carburize: Karbonla birleştirmek veya muamele et cargo pump: Yük pompası; özellikle petrol, petrol
mek; özellikle ısıtıp karbon ile temas ettirerek (demi ürünleri ve kimyasal madde taşıyan tankerlerde, sıvı
ri), muamele ederek yüzeyini sertleştirmek; karbürle yüklerin tahliyesi için kullanılan pompa; Gem. Mak.
mek. kargo pamp; genel olarak buhar türbini tarafından
carburizing: Metal, karbonlu maddelerle temas eden çalıştırılan pompa.
çelik yüzeylerini ısıtarak karbon ile doyurmak; kar cargo refrigeration: Yük soğutma; yükün
bürlemek. soğutulma sı; et, balık, süt, yaş meyve, sebze vb.
carbylamine: Karbilamin; NC kökü veya radikali kap lerinin bozul madan taşınmasını sağlayan bir
sayan organik siyanürlerin herhangi bir grubu. yöntem. •
carcinogen: Karsinojen; kanser üreten herhangi bir cargo ship: Yük gemisi; kuru yük gemisi.
madde; kanserojen madde. cargo space: Den. yük hacmi; yük mahalli.
card: Elekt. Hes. Mak. kart; bilgilerin biriktirilmesinde cargo sweat: Den. yük terlemesi; ambarlardaki yük
kullanılan herhangi delikli bir kart. lerde su buharının yoğuşması sonucu meydana ge-
card code: Elekt. Hes. Mak. kart kodu; IBM kartları len terleme; havalandırma ile giderilir.
üzerindeki alfabetik ve sayısal bilgileri temsil eden cargo steamer: Buhar makinesi veya buhar türbinleri
delikler kombinezonu. ile donatılmış yük gemisi; buharlı yük gemisi.
cardboard: Karton. cargo tank: Yük tankı; kargo tankı; kuru yük gemileri
cardboard joint: Kartondan yapılan conta; kâğıt con ve tankerlerde sıvı yüklerin depolanıp taşındıkları
ta; karbon conta. tank ya da tanklar.
cardan joint: Mak. kardan mafsalı veya bağlantısı. cargo ventilation: Yükün havalandırılması; yükü ha
cardinal points: Bir pusulanın dört ana noktası (yö valandırma; ticaret gemilerinin ambarlarında taşman
nü); kuzey, güney, doğu ve batı. yükün bozulmasını önlemek için kullanılan fanlarla
cardiogram: Tıp. kalp elektrosu; kardiyograf cihazı ile ambarlar ve dolayısıyla yükün havalandırılması; böy
kalpten alınan ve onun çalışmasını inceleyen kayıt lelikle yükün sıcaklığı, nem miktarı vb. i belirli sınır
veya elektrogram. lar içinde kalır.
cardiograph: Kalbin çalışmasının grafiğini yapmak cargo vessel: Yük gemisi; ticaret amacıyla yük taşı
için kullanılan bir cihaz; kardiyograf. mak üzere kullanılan gemi.
cardiography: Kardiyograf cihazının kullanımı; kalbin cargo winch: Yük veya kargo vinci; gemilerin
çalışmasının kayıt edilmesi; kardiyografi. yükle-
carloa d S6 cascad e lique f ie r

me ve boşaltılmasında kullanılan buharlı, elektrikli,


carryover: Buh. Kam. su yürümesi; makineye su yü
hidrolik vb. türden makineler ve donanımları.
rümesi; kazan kaynaması Bkz. priming sonucu, bu
carload: 1) bir vagonu dolduran veya doldurabilen harla birlikte bir miktar suyun pistonlu buhar makine
yük. 2) bir vagonu dolduran yükün maksimum ağırlı si veya buhar türbininin yüksek basınç silindiri veya
ğı. türbinine gitmesi; önemli hasar oluşturan bir olay.
camallite: Kimy. sulu magnezyum ve potasyum klo- carryover, continuous: Sürekli veya devamlı su yürü
rür, MgCI2 .KCl.6H 20. mesi (makineye).
Carnot cycle: Karno çevrimi; Sadi Carnot tarafından carry three: Aritm. elde var üç (toplama ve çıkarma iş
bulunan ve iki izoterm ite iki adyabattan oluşan, ter leminde).
modinamiğin en yüksek verimli çevrimi.
car spotter: Arabaları hareket ettirmek veya çekmek
carnot efficiency: Karno verimi; Karno çevriminin ve
için kullanılan bir tür ırgat makinesi; araba çekici.
rimi.
Cartesian: Dekar, onun idealleri veya yöntemlerine
carnotite: Kimy. sulu potasyum uranyum vanadat kap
ilişkin; kartezyan; Dekart'ın fikirleri veya yöntemleri
sayan bir radyoaktif mineral; karnotit.
ni takip eden veya izleyen kişi.
Carnot principle: Karno ilkesi veya prensibi.
Cartesian coordinates: Kartezyan koordinatları; x, y
caro-bronze: Metal, çok yüksek basınç altında çalı
ve z eksenlerinin birbirleriyle dik açılar oluşturdukla
şan yataklar yapımında kullanılan bakır, kurşun ve rı koordinat sistemi; dik açılı sistem.
kalay alaşımı olan ticarî bir bronz türü; karo-bronz.
Cartesianism: Kartezyanizm; Dekart'ın felsefî ve ma
carotene: Karoten; havuç ve diğer belirli sebzelerde tematiksel fikir ve yöntemleri.
bulunan ve vücutta A vitaminine dönüştürülen kırmı
cartload: bir taşıt aracının alabileceği yük miktarı. 2)
zı veya portakal rengi bir bileşik. C40H56; carotin
Kon. Dili. büyük bir miktar.
olarak da kullanılır.
cartographer: Grevi harita yapmak olan kişi; haritacı.
carotenoid: 1) cartographic: Kartografiye ait Bkz. cartography; hari
ile ilişkili türlü kırmızı ve sarı
ta veya haritacılara ilişkin.
pigmentlerden (boya maddelerinden) herhangi
cartographicaliy: 1) haritacılığa veya kartografiye gö
biri.
re. 2) haritalar yardımıyla.
2) karatene benzeyen; karotene ait. 3) karotenoitle- re
cartography: Harita veya portolon (deniz haritaları)
ait.
yapma işi veya sanatı; kartografi; cartog. kısaltması
carotin: Bkz. carotene.
carotinoid: Bkz. carotenoid. ile belirtilir.
carpenter: Marangoz; doğramacı; marangoz işçiliği cartouche (cartouch): 1) Esk. kartuş veya kartuş ku
yapmak. tusu. 2) bazı havai fişeklerinde yanıcı maddeleri taşı
carpenter level: Marangoz düzeci; kabarcıklı düzeç; yan veya tutan mahfaza.
hava kabarcıklı seviye aleti. cartridge: 1) bir merminin karton, metal veya diğer
carren: Karen; karen no:2; monoflorotriklormetan; ge malzemeden yapılan ve dolgu kapsayan mahfazası;
milerde soğutma ve yüksek tonajlı hava ikllmlendir- kovan; kartuş; fişek. 2) bir dereceye kadar kartuşa
me sistemlerinin merkezkaç kompresörlerinde kulla benzeyen küçük bir kap; tekrar doldurulabilen sifon
nılan bir soğutucu. vb.i 3) fotoğraf filminin koruyucu kabı veya taşıyıcısı.
carriage: 1) taşıma; nakliye. 2) taşıma ya da nakliye 4) elektrik fonografının pikabındaki iğne kapsayan
ücreti. 3) Bilgisay. şaryo. değiştirilebilir parça.
carriage bolt: Mak. ağaç vidası cartridge belt: Fişek, matra, pusula vb. i teçhizatı taşı
carriage return: Bilgisay. satırbaşı. mak için erlerin kullandıkları palaska veya kemer.
carrick bitt: Den. bir ırgatı taşıyan iki postadan biri. cartridge clip: Belirli türde silahlara takılmak üzere
carrier: 1) taşıyan kişi veya şey, örneğin postacı. 2) kullanılan mermiler için bağ; mermi ya da fişek şarjö
yük ve eşya taşıması işindeki bir kişi veya şirket vb. rü.
3) Tıp. hastalık mikroplarını taşıyan veya bulaştıran cartridge starting: Kartuşlu ilk hareket; Mor. özellikle
kişi, hayvan veya şey; portör; taşıyıcı, 4) Kimy. bir dizel motorlarının ilk hareketlerinin sağlanmasında
element veya kökü bir bileşikten diğerine taşımaya kullanılan bir cihaz; iki kısımdan oluşur: a) kundak
neden olan katalitik bir ajan veya madde; katalizör. ve b) starterin kendisi; kundaktaki kartuş elektrik akı
5) Elekt. amplitütü, frekansı veya fazı sinyal ile dü mı ile tutuşturularak yüksek basınçlı gazlar oluşturu
zenlenen veya ayar edilen, düzgün olarak iletilen lur; bir boru ile silindirlere ulaştırılan gazlar makine
dalga. 6) Den. Uçak gemisi. nin ilk hareketini sağlar.
carrier catapult: Ask. uçak gemilerinde kısa bir süre carvacrol: Nane yağından ve diğer yağlardan çıkarı
içinde bir ocağın havaya fırlatılmasını sağlayan maki lan, antiseptik ve anestezik olarak kullanılan kalın,
ne; uçak gemisi katapült'ü. yağımsı bir madde, C 1 0 H 1 3 OH ; karvakrol.
carrier curent: Elekt. taşıyıcı akım. carvel: Bkz. caravel.
carrier return: Satırbaşı. cascade: 1) Elekt. herbir yüksek potansiyelli levhanın
carrier wave: Rady. taşıyıcı dalga; esas veya ana rad sonraki alçak potansiyelliye bağlandığı kapasitör dü
yo dalgası. zeni. 2) her üyenin sırasıyla bir sonrakini çalıştırdığı
carry: 1) bir yerden diğer bir yere götürmek; taşımak, elektriksel bir cihaz. 3) Bkz. cascade heater,
özellikle bir araçla taşımak. 2) tutmak veya elde et cascade heater: Buh. Türb. makinenin bir ya da bir
mek. 3) gitmeye neden olmak. 4) iletime yardım kaç yerinden alınan ara buharı ile besi suyunun ısıtıl
eden bir madde olmak. 5) aktarmak veya genişlet dığı, birbirlerine seri bağlanmış ısıtıcılardan herhangi
mek. 6) zaptetmek (kale, istihkâm vb. i). 7) destek biri; kaskade ısıtıcısı.
veya zafer kazanmak; kazanmak (münakaşa vb. i). cascade liquefier: Hava, oksijen vb. inin sıvılaştırılma-
10) Den. iki nokta arasında su taşımacılığına engel sı için kullanılan bir cihaz; sıvılaştırılacak gazın kritik
olan mani veya kara çıkıntısı.
cascade shower K'7 catalogue

sicakl/iğına kademe kademe yaklaşan bir


hidroksilleri yapılan seri bir sabun; Kastil (kastil) sa
cihaz.
cascade shower: Kozmik ışın yağmuru. bunu.
case: 1) Gem. Mak. keys ya da mahfaza; zarf: Kazan casting: Plâstik ve sıvı bir maddeyi sertleştirmek için
zarfı gibi; türbin rotorunu atmosfere karşı sızdırmaz bir dereceye akıtarak ya da sıkıştırarak şekil veren
bir duruma getiren, bazan dört, çoğu zaman iki par şey; özellikle böylece şekil veren bir metal parçası
çadan yapılan koruyucu; türbin keysi. 2) kutu gibi veya döküm.
bir kap. 3) koruyucu kapak veya kapama parçası. 4) casting box: Mak. dökümün yapıldığı derece; döküm
Kasa. 5) matbaa tezgâhı. derecesi; döküm kalıbı.
case cover: Mahfaza, zarf veya keys kapağı. cast-iron: 1) dökme demirin yapımı. 2) çok sert, katı,
caseharden: Metal, demir veya çelik üzerinde sert, in kuvvetli, sağlıklı vb. i.
ce bir yüzey oluşturmak; yüzey sertleştirmek. case- cast iron: 1) dökme demir; font; yüksek fırından in
hardened: Yüzeyi sertleştirilmiş. got adı verilen kalıplara dökülerek elde edilen ve
case hardening: Yüzey sertleştirme; demir veya çelik bünyesinde çoğu karbon olmak üzere % 6-% 8 ora
yüzeyinin karbonla sertleştirilmesi yöntemi; çelik ve nında yabancı madde bulunan demir; eritildiğinde
ya demir parçaları karbon kapsayan malzeme içine çok akıcıdır. 2) kimyasal yapısı ve yapım işlemine
yerleştirilir ve 870°-926°C'ye Kadar ısıtılıp, sonra yağ göre: a) gri, b) beyaz ve c) dövülebilir dökme demir
veya kurşun banyosunda soğutularak yüzey sertleş olmak üzere üçe ayrılır.
tirme. cast iron, gray: Gri dökme demir; gri döküm; %
casein: Kazein; sütün en önemli bileşenlerinden ve 3,6'ya kadar karbon kapsayan, çok iyi dövülen ve iş
peynirin esası olan bir fosfoprotein. lenebilen bir dökme demir türü; Bkz. cast iron.
caseînogen: Kazeinojen; Kazeini üreten süt proteini. cast iron, malleable: Beyaz dökümden çok uzun bir
casing: 1) örtücü veya koruyucu bir dış parça; özellik süre yüksek sıcaklığa kadar ısıtılarak elde edilen çok
le otomobil dış lâstiği. 2) kapı veya pencere çerçeve dayanıklı, iyi işlenebilen ve diğer türler ile kıyaslandı
si. 3) Buh. Türb. devir hareketli pompa vb. lerinin ko ğında daha iyi haddeden çekilebilir bir dökme demir
ruyucu dış kısımları. 4) mahfaza; kutu; kovan; dişli türü; dövülebilir dökme demir.
Kutusu mahfazası. cast-iron mold: Metal, dökme demir kalıbı.
cask: 1) özellikle sıvılar için kullanılan herhangi bir öl cast iron, white: Beyaz döküm; beyaz demir; karbon
çüde varil ya da fıçı. 2) fıçı veya varil dolusu veya fı ile demirin kimyasal bîr bileşimi olan ve % 4'e kadar
çının içeriği; fıçı (varil) dolusu. karbon kapsayan, yüksek sertlik ve zayıf işlenebilme
niteliğinde olan dökme demir.
casserole: 1) Kimy. bir maddenin ısıtılması ve buhar
laştırması için kullanılan derin, saplı porselen bir castle nut: Mak. taçlı somun; castellated nut şeklin
kap; kasserol. 2) içinde yemek pişirilen topraktan ya de de kullanılır.
pılmış kap; güveç. castor: 1) Zoo. nadir olarak kunduz. 2) kastor yağı;
hint yağı.
cassette: Kaset.
cassiterite: Kalayın başlıca cevheri olan doğal kalay castor bean: Kastor yağı bitkisinin fasulyeye benzer
dioksit, Sn0 2 ; çok sert ve ağır, kahverengi veya çekirdeği. 2) kastor yağı bitkisi; keneotu bitkisi. -
si yah bir cevher; kasiterit. castoreum: Kunduzların seks bezelerinden çıkarılan
kuvvetli kokusu olan, yağımsı bir madde; kunduz ya
cast: 1) fırlatmak veya bırakmak ya da fundo etmek
ğı; tıpta uyarıcı veya stümülan olarak ve parfüm yapı
(demir, ağ vb. i). 2) hesaplamak (horoskop, gel-git
mında kullanılır.
vb. i). 3) bazı sistemlerde düzenleme yapmak; for
müle etmek; dağıtmak veya tevzi etmek. 4) a) dö castor oil : Keneotu tohumundan çıkarılan, renksiz
küm derecesine akıtarak veya sıkıştırarak (eritilmiş ve ya sarı renkli bir yağ; hintyağı; müshil ilâcı ve
metal vb. i) belirli bir şekil vermek, b) böyle bir yön yağ olarak kullanılır.
temle yapmak. 5) sayılar eklemek; hesaplamak. 6) castor-oil plant: Keneotu bitkisi; iri, fasulyeye benzer
Den. kurşunlu türden olanla iskandil yapmak. çekirdeklerinden hintyağı çıkarılan bitki.
castable refractory: Döküm tuğla; Buh. Kaza. su du cast steel: Dökme çelik; aşırı şok ve dayanıklık gere
varı borularının arkasına veya kazanların diğer parça ken yerlerde kullanılan ve dövme demirden daha da
larına konulan ve onları radyan ısıya karşı koruyan yanıklı ve kuvvetli olan çelik; hurda demir, pik demir
tuğla; aynı şekilde binalarda da kullanılır. ve demir cevheri gibi ham maddelerden yapılır.
cast aluminum: Dökme alüminyum. casualty: 1) kaza, özellikle beklenmeyen veya öldürü
cast anchor: Den. demir atmak; fundo etmek; demir cü olabilen bir kaza. 2) Ask. a) silahlı kuvvetlerin
lemek. ölen, yaralı veya esir olan bireyi, b) Çoğ. ölüm, yara
castaway: 1) gemi kazazedesi (kişi). 2) deniz kazaze lanma vb. i ile personel kayıbı.
desi. casualty power: Savaş gemilerinde, hayatî önemdeki
yerlere ve hava savunma silahlarına sağlanan sınırlı
cast away: Den. kazazede.
miktardaki güç; kaza gücü; kazada kullanılan güç;
cast bronze: Dökme bronz; buhar kazanlarında stop
geminin yüzer durumda kalması ve tehlikeli alan dışı
valfların yapımlarında Kullanılan bir alaşım.
na çıkmasını da sağlar.
castellate: Bir Kale burcuna benzeyen şekil vermek;
cat: 1) Ask. Arg. katerpillar traktörü.
Bkz. castellated nut.
cat.: Bkz. catalogue.
castellated nut: Taçlı somun; üzerinde çatal pinler
için yarıklar olan somun; Mot, çoğu zaman krankpin catalase: Hidrojen peroksiti parçalayarak su ve ser
yatak cıvatalarında kullanılır. best oksijene dönüştürebilen bir enzim.
catalog: Bkz. catalogue.
caster: 1) seyyar takım tezgâhlarından bazıları. 2) ha
fif vinç ya da kriko. catalogue: 1) tam liste; özellikle, a) alfabetik olarak
düzenlenmiş (kütüphane kitapları için) kartoteks, b)
Castile soap (castile soap): Zeytinyağı ve sodyum
ca ta log ue , engin e 88 causti c corrosi o n

bazan resimli, başlık, konu vb. lerini kapsayan kitap


ve alternatif akımın faz farklarını hızlı bir biçimde be
ya da kitapçık; makine vb. i katalogu gibi.
lirlemek için kullanılır.
catalogue, engine: Bkz. engine catalogue.
cathode-rays: 1) katot ışınları; bir katodun yüzeyin
catalysis: Kataliz; kendisi kalıcı bir kimyasal değişim
den fırlatılan elektron akımı; katılarla çarpıştığı za
oluşturmayan, bir madde eklenerek kimyasal tepki
man X ışınlarını üretir. 2) bir gaz boşalım tüpünde
meyi hızlandırma nedeni.
katot pozitif iyonlarla bombardman edildiğinde, ka
catalyst: Kataliz ajanı (katalizör gibi) etkiyen herhan-
tottan çıkan elektron huzmesi veya ışın demeti.
gi bir madde; katalizör.
cathode-ray tube: Katot ışınlı tüp; içersinde katot ışın
catalyst chamber: Hidrojen peroksit makinelerinde
larının üretildiği bir vakum tüpü; büyük elektronik
katalizörün (kalsiyum, potasyum veya sodyum per
radyo lâmbası.
manganat) bulunduğu hücre; katalizör hücresi.
cathode ray tube: Katot ışın tüpü.
catalytic: Katalizöre ait; katalize neden olma; katali
cathodic: Katota ait; katottan çıkarılan.
zör.
cathodic pole: Negatif kutup; katot.
catalytic cracking: Kimy., Petr. katalizörlü kraking;
cathodic protection: Katodik koruma; demirsiz, özel
bu işlem daha düşük basınç ve sıcaklıkta, fakat bir
İlkle bakirli alaşımlardan yapılmış kondenser borula
katalizör ile gerçekleştirilir; genellikle üretilen yakıt,
rı ve boru aynalarını korumak amacıyla kapaklar üze
yüksek vuruntu önleme özelliğindedir; Bkz. crac
rine yerleştirilen tutya (çinko), kadmiyum vb. I blok
king.
lar veya lâstik ile kaplanarak yapılan koruma; galva-
catalyze: Katalizle değiştirmek.
nik korrozyona karşı yapılan koruma.
catamaran: 1) Den. birbirine paralel iki tekne şeklin
cathodic reduction: Fiz. katodik redükleme; elektro
de yapılan bot; katamaran. 2) yelken ve kürekle yü
liz sırasında katyonun katottan elektron kazanma iş
rütülen dar ve kütükten yapılmış tekne veya sal (Po-
lemi.
lenezya tekneleri gibi).
cation: F/z. Kimy. katyon; bir elektrolitte katota doğru
cataphoresis: Fiz. Kimy. bir sıvı içinde asılı, elektrik hareket eden pozitif yüklü iyon; katyon şeklinde de
İle yüklü parçacıkların, bir elektrik alanı etkisi altında kullanılır.
ki hareketi.
cation exchange: Katyon değişimi; baz değişimi.
catapult: 1) Esk. taş, gülle vb. lerini fırlatmak için kul
cation exchange resins: Katyon veya pozitif yüklü
lanılan antik bir araç; mancınık. 2) gemi güvertesin
iyon değiştirici reçineler; kuvvetti sülfürik asit veya
den bir uçağı fırlatmak için kullanılan bir cihaz; kata-
hidroklorik asit ile hidrojen iyonlari besi suyundaki
pült.
kalsiyum, magnezyum ve sodyumla yer değiştirir.
catboat: Tek yelkenli, yelken direği teknenin baştarafı
cationic: Katyon ile İlgili Bkz. cation.
veya çoğu zaman ortasına yerleştirilen yelkenli bir
catoptric: Yansıtılan ışık ve aynalara ait; katoptrik;
tekne.
Bkz. catoptrics.
catch: Mandal.
catoptrical: Bkz. catoptric.
catechin: Sarı, tozumsu asit bileşiği, C15 H 14 0 6 ; catoptrics: Işığın yansıması ile ilgilenen optik dalı.
se picilikte (deri tabaklamakta), tekstil basımında
vb. kullanılır. cat's-eye: 1) ışığı yansıtan ve kedi gözüne benzetilen
catechol: Fotoğrafçılıkta geliştirici ve antiseptik olarak yarı değerli bir kuvarz taşı; kedi gözü. 2) yol işareti;
kullanılan renksiz, kristalli bir bileşik, C6 H6 O2 . bisiklet vb. lerine takılan küçük bir reflektör cihazı;
catenary: Aynı seviye veya düzeyde iki nokta arasına Geceleri varlıklarını göstermek için kullanılır.
asıldığı zaman esnek bir zincir veya ipin oluşturdu catty: Çin, Tayland, Hollanda adaları, Japonya, Ran-
ğu eğri; zincir eğrisi. gon, Filipin Adaları'nda kullanılan, ülkeden ülkeye
catenate: Zincir şeklini oluşturmak. değişmekle birlikte, genellikle 1 1/3 libre (0,6026 kg)
cater-corner: Bkz. cater-cornered. olan bir ağırlık birimi.
cater-cornered: Köşegen; köşegen olarak; diyago catwalk: 1) Den. gemi veya çoğunlukla tankerlerin
nal; diyagonal olarak. yükseltilmiş orta kısmını baş ya da kıç tarafa bağla
caterpillar: Katerpillar (traktörü); paletli (traktör). yan dar bir köprü; kedi köprüsü. 2) bir köprü boyun
caterpillar tractor: iki tarafı sonsuz palet ile donatıl ca veya makine dairesi üzerinde olduğu gibi, dar bir
mış traktör; katerpillar traktörü (Ticarî marka). yaya yolu veya platformu.
cathalytic converter: Mot. özellikle benzin motorların cat whisker: Rady. bir kristal detektörde, kristal ile te
da egzoz gazları içindeki azot oksitler, karbon mo- mas yapan ince bir tel.
noksit ve karbonlu hidrojenleri karbon dioksit, azot cauld: Bkz. cold.
ve suya dönüştüren ve motor ile susturucu arasına caulk: Bkz. calk.
ve motora daha yakın takılan egzoz arıtma cihazı; caulker: Bkz. calker.
katalitik konverter; katalitik değiştirici; kurşunsuz caulking chisel: Bkz. calking chisel.
benzinle çalıştırılan motorlarda kullanılır. caulking hammer: Bkz. calking hammer.
cathead: Sondaj makinesinin hareketli kasnağı. caulking iron: Bkz. calking iron.
cathode: Katot; bir vakum tüpü, elektrikli bir pil vb. in caulking tool: Bkz. calking tool.
de olduğu gibi, negatif yüklü bir elektrot; kathode caustic: 1) kimyasal etki ile canlı dokuları yakabilen,
şeklinde de yazılır. yiyip bitiren veya tahrip eden madde; kostik. 2) ışın
ların Kırılması ya da yansımasına neden olan eğri bir
cathode glow: Fiz. katotun hemen önünde parlak bir
yüzey.
akkor; katot akkoru.
cathode-ray oscilloscope: Fiz. katot ışın tüpü esası caustic breaking: Kostik kırılma veya çatlama; Bkz.
na göre çalışan bir cihaz; katot ışın osiloskopu; po caustic cracking,
tansiyel farklarını, alternatif akımın dalga şekillerini caustic corrosion: Kostik paslanma; bun. Kaza. hızlı
buharlaşmanın oluşması nedeniyle yüksek basınç
causti c crackin g m> cellulos e nitrat e

bölgelerinde, sodyum hidroksilin yerel birikmesi so


nucu oluşan bir korrozyorı türü. C.F.R.: Bkz. cooperative fuel research.
caustic cracking: Kostik kırılma; yüksek düzeyde kes C.F.R. engine: Bkz. cooperative fuel research engi
tik alkalin su ile temas ede çelik yüzeylerde, özellik ne.
le akıtan perçin veya cıvata bağlantılarında oluşur. C.6. (e.g.): Bkz. center of gravity.
caustic embrittlement: Kostik gevreklik; özel bir kor- ceiling: 1) belirli koşullarda bir uçağın gidebileceği
rozyon şekli olup, yüksek alkalinli kazan suyunun, maksimum yükseklik; tavan irtifaı; tavan yüksekliği.
perçin dikişleri gibi kılcal yerlerde yoğunlaşması so 2) bir şeyin düzenlenen üst sınırı.
nucu metalin zayıflaması ve neticede kırılmasına ne Celanese: Sellüloz asetattan yapılan rayon (Ticarî bir
den olur; bu tür olaya kazan suyuna belirli oranda marka).
sodyum sülfat eklenerek engel olunabilir. celcius scale: Bkz. Centigrade
causticity: Kostik özellik. scale.
caustic potash: Potasyum hidroksit, KOH; potas kos celcius (thermometer): Bkz. Centigrade (thermo
tik; kostik potas; Bkz. potassium hydroxide; orsat meter) .
cihazında, duman gazı içindeki CG^'yi tutmak ve Celestial: 1) göğe alt; uzaya ilişkin. 2) ilahî; mukad
saptamak için kullanılan ayıraç. des; kutsal. 3) gökte oturan veya yaşayan.
caustic soda: Sodyum hidroksit, NaOH; kostik soda; celestial globe: Göksel küre; üzerinde tüm yıldızlar,
Bkz. sodium hydroxide. gezegen vb. (erirsin göreli yerlerini aldıkları küre.
cauterize: Tıp. kızgın demir veya iğne ya da kostik celestial navigation: Göksel navigasyon; denizde ve
bir madde ile bir ölü dokuyu yakmak; böylelikle en ya uçakta olduğu gibi, Güneş, ay ve yıldızları gözle
feksiyonun yayılmasına engel olmak; dağlamak; yak yerek rota ve mevki saptama bilimi.
mak. celestial pole: Göksel kutup; dünya dönme ekseni
cautery: 1) yakma veya dağlama için kullanılan cihaz nin uzatılarak göksel küreyi deldiği iki noktadan her
ya da madde. 2) yakma; dağlama (işlemi). hangi biri.
cavitation: 1) kavitasyon; akan bir sıvıda, kısmî bir va celestial sphere: 1) gök küre; göksel küre; dünyanın
kum oluşması sonucu, sıvının parçalarına ayrılması. bir noktasından bakıldığı zaman yarısı görünen gö
2) bir pompada sıvı, belirli bir sıcaklıkta ve belirli bir ğün, yarıçapı sonsuz olan küresi. 2) bir planeteryu-
basınçta akarken, rotordan geçmekte olan sıvının, mun, üzerinde projeksiyon makinesi ile yıldızların,
herhangi bir noktada basıncı, buhar basınç düzeyi gezegenlerin haritası düşürülen, küre parçası biçi
nin altına düşerse, bu noktada hava ve buhar küre- minde olan tavanı.
cikleri veya kabarcıkları oluşur; hava kürecikleri yük celestine: Bkz. celestite.
celestite: Bazan mavi, çoğu zaman beyaz renkli kris
talli bir mineral; strontiyum sülfat; selestit, SrS0 4 ;
sek basınç bölgesinde tutulur ve sıvı rotorun yüzeyi strontiyum bileşiklerinin çoğu bundan üretilir.
ne büyük bir basınçla çarpar. Bu olay erozyon ile celi: 1) küçük bir oda: hücre; hapishane veya manas
parçalanmaya neden olur; verim düşümü, gürültülü tır hücresi. 2) vücuttaki çok küçük doğal boşluklar
işletme ve pompa arızasına neden olur. 3) gemi per dan herhangi biri. 3) B/o. çoğu zaman bir çekirdeği
vanelerinde oluşan ve kanat uçlarının erozyonuna ve sarı olan çok küçük bir protoplazma birimi; hüc
neden olan benzer olay. re. 4) Elekt. a) içersinde elektrotları ve elektroliti
cavitation erosion: Bkz. cavitation pitting. olan, kimyasal tepkime veya bileşiklerin elektroliz ile
cavitation pitting: Mot. soğutma ceketinin su tarafın bozunması sonucu elektrik üretmek için kullanılan
da ve hemen hemen orta kısımlarında oluşan yerel bir kap; pil. b) akümlâtörün gözlerinden biri. 5) Nük.
korrozyon; genellikle normal kuvvetin etkidiği tarafta Ener. reaktör hücresi.
oluşur; kavitasyon erozyonu Bkz. cavitation erosi cell, air: Bkz. air cell.
on adını da alır. cell, energy: Bkz. energy
cavity: 1) bir açıklık; içi oyuk veya boş yer. 2) vücut cell.
içinde doğal boşluk. 3) çoğu zaman çürüme nede cellophane: Saydam yapıştırıcı; selofan.
niyle dişlerde oluşan boşluk. cellophane tape: Seloteyp; selofan teyp; saydam ve
cavity magnetron: F/z. merkezî boşluğu çevresine ya şeffaf yapıştırıcı.
radyal olarak yerleştirilmiş, 8 delikli dairesel anotu celluloid: Sellüloit; pirosiklin ve kâfurudan yapılan, fo
bulunan bir magnetron; her bir delik birer kanal ile toğraf ve sinema filmlerinde vb. yerlerde kullanılan
merkezî boşluğa birleştirilmiştir; ısıtılmış katot merke ince, yanıcı bir madde (Ticarî bir marka).
zî boşluğa yerleştirilmiştir. cellulose: Sellüloz; bitkilerin hücre duvarları ve parça
Cb.: Bkz. colombium. larında molekül yapısı bilinmeyen karbonhidratlar
dan oluşan, fakat bünyesi ampirik bir formülle
CB: Bkz. center of buoyancy. (C6 H 10 O 5 x belirtilen esas madde; kâğıt, rayon,
)
C battery: Rady. bir vakum tüpünün istenilen gerilim patlayıcılar vb. i yapımlarında kullanılır.
de grid ya da ızgarasını oluşturan batarya; C batar cellulose acetate: Sellüloz asetat; derişik sülfürik asi-
ya. tin varlığında asetik asit veya asetik anidritin sellülo-
c.c. (cc.) Bkz. cubic centimeter; cubic centime zu etkimesiyle üretilen türlü bileşiklerden herhangi
ters. biri; yapay ipek, fotoğraf filmleri vb. i yapımlarında
cm : Bkz. centimeter. kullanılır.
Cd: Bkz. cadmium. cellulose nitrate: Sellüloz nitrat; derişik sülfürik asitin
Ce: Bkz. cerium. varlığında nitrik asitin yün, pamuk ve diğer sellüloz
C.E.:Sta. 1) chemical engineer. 2) chief engineer. türlerinden birini etkimesiyle üretilen, nitrik asit ve
3) civil engineer. sellülozun herhangi bir esteri; pamuk barutu, plâs
C.F. (c.f.): Bkz. cost and freight. tik, vernik vb. i yapımlarında kullanılır.
cement 90 cen t igrad e scal e
center drill: Tak. Tezg. torna matkabı; merkezleme ve
cement: 1) toz kireç ve kilin su ile karıştırılmasına el ya punta matkabı; delgi matkabı; çubuk veya rodla-
de edilen, taş ve tuğlaları birbirine bağlamak, sıva rın uçlarını delmek için torna tezgâhlarında kullanı
yapmak için kullanılan madde; harç; beton. 2) katı- lan bir matkap.
laştığı zaman, maddeleri sıkıca birbirine bağlayan centering: Ortalamak; merkezlemek; merkeze almak.
herhangi yumuşak bir madde; tutkal, zamk vb. I. 3) centering hole: Mot. piston kollarının alt kısmı İle
diş doldurmakta kullanılan dolgu maddesi, 4) birleş
krankpin yatağı arasına konulan şim Bkz. shim şa
tiren veya bağlayan herhangi bir şey; bağ, 5) Metal.
mata veya laynerlerin tam ortasındaki dairesel delik;
sementasyonda Bkz. cementation, mangal kömürü
krankpin yatağı üst kepinin ortasındaki dairesel çıkın
veya kum ya da çok ince metalden oluşan toz. 6) çi
tıya geçecek şekilde yapılmıştır.
mento ite birleştirmek. 7) çimento ile kaplamak. 8)
centering lug: Mot. merkezleme çıkıntısı; krankpin ya
çimento.
tağının üst kepinin üzerinde, tam merkezinde bulu
cement gun: Çimento tabancası. nan dairesel çıkıntı.
cement, hydraulic: Bkz. hydraulic cement. center line: Tek. Res. eksen; merkez hattı; ilk önce çi
cement mortar: Buh. Kaza. ateş toprağı veya ateş çi zilen ve genel olarak 0,1 mm kalınlığında bir uzun
mentosunun tatlı su ile karıştırılmasîyla elde edilen
ve bir kısa şeklindeki çizgi, hat veya doğru.
sıva veya harç; kazan ocak duvarlarının sıvanmasın
center of buoyancy: Gem. inş. yüzdürme merkezi;
da kullanılır.
geminin su içindeki kısmının hacim merkezi; yüzdür
cement, Portland: Bkz. Portland cement.
me kuvveti veya suyun kaldırma kuvveti bu noktaya
cementation: 1) sementasyon; yoğun bir şekilde ısıtı
uygulanır; CB kısaltması ile belirtilir.
larak bir katının, metalurjik bir madde ile kaplanması
ve kimyasal olarak bu madde ile birleşerek yeni bir center of curvature: Eğrilik merkezi; bir aynanın eğri
tür oluşturması işlemi; yeşil camdan porselen yapıl lik merkezi; aynanın bir parçası olduğu kürenin mer
ması, dizel motorlarının piston ve supaplarının porse kezidir; dışbükey aynalarda eğrilik merkezi, aynanın
lenle kaplanması gibi. arkasındadır.
cementation: Esk. çelik yapımında kullanılan eski bir center of flotation: Gem. inş. yüzme merkezi; gemi
yöntem; sementasyon; dövme demir çubuklar man nin yüzdüğü su hattı düzleminin geometrik merkezi;
ga! kömürü ile geniş bir kutuya dizilir ve tüm kütle gemi bu noktadan geçen eksen çevresinde meyil ve
6-12 gün süre ile 870 °C'ye kadar ısıtılır. Isıtma işle ya trim yapar; C.F. kısaltması ile belirtilir.
mi sırasında mangal kömüründen açığa çıkan kar center of gravity: Ağırlık merkezi; kütle merkezi; ağır
bon demir tarafından emilerek sert bir yüzey oluştu lığın, çevresinde eşit dağıldığı veya dengede bulun
rulur. duğu nokta; denge merkezi; yerçekimi kuvvetinin
cementite: Sementit; çelik, dökme demir ve karbo herhangi bir cisime uygulandığı nokta; C.G.,c.g. kı
nun yaptığı, diğer alaşımların pek çoğunda görülen saltmaları ile belirtilir.
demir karbür, Fe3C. center of inertia: Atalet veya eylemsizlik merkezi;
cen.: Bkz. 1) central. 2) century. Bkz. center of gravity.
cent.: Bkz. 1) centigrade. 2) centime. 3) centime center of impact: Mak. orta vuruş merkezi.
ter. 4) central. 5) century. center of mass: Kütle merkezi; bir gövde ya da göv
cental: Kental; 45,2 kilograma eşit olan bir ağırlık biri deler sisteminde bulunan bir nokta; bu noktadan bir
mi. düzlem geçirildiğinde gövde ya da sistem, birbirine
centare: Bkz. centiare. kesinlikle eşit kütlelere bölünür; yere yakın cisimler
centenarian: 1) yüzyıl veya aşıra ait. 2) en az 100 ya için bu, ağırlık merkezi ile çakışır ve ağırlık merkezi
şında olan; asırdîde. 3) en az yüz yaşında olan kişi. nin sinonimi olarak kullanılır.
centenary: 1) yüzyıl; asır; 100 yıllık bir süreç. 2) Bkz. center of pressure: Basınç merkezi; basıncın uygu
centennial. 3) bir yüzyılla ilişkili; yüz yıllık bir sürece landığı merkez.
ait. center punch: Bir dairenin merkezinin ve hatların du
centennial: 1) yüz yıla ait. 2) 100 yılda bir oluşan. 3) rumlarını markalamak için kullanılan zımba; marka
yüz yaşında. 4) son yüz yıl. 5) yüzüncü yıldönümü zımbası; kalemi vb. i.
ne ait. 6) yüzüncü yıldönümü. 7) bunun kutlanması. centesimal: 1) yüzüncü. 2) yüzde bir. 3) yüzde bire
centennially: Her yüz yıllık sürede bir; her yüz yılda ait.
bir. center of suspension: Bileşik bir sarkaç şekli oluştur
center: 1) bir daire veya kürenin yüzeyinin her nokta mak için, bir katının üzerinde bulunan ve onun asıl
sından eşit uzaklıkta bulunan nokta; merkez; geo dığı nokta; asılma merkezi; asılma noktası.
metrik merkez. 2) herhangi bir şeyin çevresinde dön centi-: Yüzde veya 10-2 anlamında bir önek; santi; c
düğü nokta; mihver. 3) Mete. torna tezgâhında, dö kısaltması ile belirtilir.
nen parçayı tutmak için kullanılan iki konik pin veya centiare: Ar'ın yüzde biri; 1/100 ar; 0,01 ar; 1 metre
çubuktan herhangi biri. 4) bir merkezle donatmak. karelik bir alan birimi.
5) merkeze, veya merkezin yakınına yerleştirmek. 2
centibar: Santibar; barın yüzde biri; 10- bar veya 10
center bit: Meka. torna tezgâhlarında kullanılan bir milibara (mb) eşit olan bir basınç birimi.
matkap; punto matkabı. Centigrade: 1) Santigrad, 2) 100 dereceye bölünmüş
center board: Den. salma omurga; bir yelkenli tekne veya 100 dereceye sahip olan. 2) Santigrad termo
nin omurgasindaki yarıktan denize uzatılan metal bir metrenin; santigrad termometreye ait.
levha; teknenin devrilmesini önlemek için kullanılır. centigrade scale: Suyun donma noktası olan 0°c ile
center, dead: Bkz. dead center.
centigrad e th ermom ete r 91 centrifuga l pum p

kaynama noktası olan 100°C arasının 100 eşit parça


centra! standard time: Merkezî standart zaman;
ya bölündüğü skala; santigrad bölüntüsü; Celcius
ABD'deki dört standart zamandan biri; Greenwich'in
skalası; centesimal scale olarak da kullanılır.
Batısından geçen 90'ıncı meridyendeki ortalama ye
centigrade thermometer: Santigrad termometresi; lâ-
rel saat; Griniç'ten 6 ve doğu standart saatinden 1
boratuvar koşullarında sıfır derecesi suyun donma
saat geridedir.
ve 100 derecesi kaynama sıcaklığını belirten bir ter
centre: Bkz. center,
mometre; Celcius thermometer adı da verilir.
centric: 1) merkezde, merkezin üzerinde veya içinde;
centigram (centigramme): Santigram; bir gramın
merkeze yakın; merkezî. 2) merkeze sahip olan;
yüzde birine eşit olan bir ağırlık birimi; 1/100 g; 0,01
merkeze ait.
g; cg kısaltması ile belirtilir.
centrical: Bkz. centric.
centiliter (centilitre): Santilitre; litrenin yüzde birine
centricity: Merkezde olma durumu veya niteliği.
eşit oları bir kapasite ve ya hacim birimi; 1100 İt;
3 centrifugal: 1) merkezden uzaklaşma veya merkez
0,01 lt; 0,6102 inç ; el kısaltması ile belirtilir. den kaçma eğilimi; merkezkaçık; santrifüj; Gem.
centimeter (centimetre): Santimetre; metrenin yüz Mak. sentrifigal. 2) merkezkaç kuvvetin kullanıldığı;
de birine eşit olan bir uzunluk birimi; 1/100 m; 0,01 merkezkaç kuvvetle etkilenen.
m; 0,3937 inç.
centrifugal advance: Bern. Mot platinlerin kemi
centimeter-gram-second: Santimetre-gram saniye;
avans ağırlıklarına bağlanarak sağlanan ve makine
uzunluğun santimetre, kütlenin gram ve zamanın sa
nin hızındaki değişimleri otomatik olarak dengele
niye birimleriyle ifade edildiği bir ölçü sistemi;
yen merkezkaç avans.
C.G.S.,c.g.s. veya cgs kısaltmaları ile belirtilir.
centrifugal blower: Merkezkaç ya da santrifüj blover,
centipoise: F/z. dinamik viskozite veya mutlak viskozi
fan ya da Körük; iki zamanlı diesel motorlarına sü
tenin ölçülmesinde kullanılan bir viskozite birimi;
pürme havası, dizel motorlarına aşırı doldurma (sü-
santipuvaz; cP kısaltması ile belirtilir.
perşarj) havası ve buhar kazanlarına yanma havası
centistere: Metreküpün yüzde birine eşit olan bir ha
3 3 sağlayan bir tür yüksek devirli kompresör; elektrik
cim veya kapasite birimi; 1/100 m ; 0,01 m ; 10 motoru, buhar türbini vb. I makineler tararından ça
lit re. lıştırılır veya makineden bir dişli donanım yardımıyla
centistoke: Santistok; sıvı yakıtlar ve yağlama yağları hareket alır.
nın viskozite birimlerinden biri; kinematik viskozite centrifugal burner: Buh. Kaza. merkezkaç börner ve
birimi olan cm2/saniye'ye stok adı verilir; cSt kısalt ya brülör; devir hareketli bir tekerden merkezkaç ola
ması ile belirtilir. rak yakıtı dağıtan mekanik börner.
centner; 1) Avrupa'nın 50 kg'a eşit ticarî ağırlığı. 2) centrifugal casting: Santrfüj döküm; savurma dö
metrik sistemin 100 kg'a eşit ağırlık birimi; 8t e cen küm; merkezkaç kuvvetten yararlanılarak yapılan dö
tal (45,2 kg veya 100 pound). küm.
centra!: 1) merkezde; merkeze yakın; merkezî. 2) centrifugal compressor: Bkz. centrifugal pump.
merkeze ait; merkez şeklinde. 3) merkezden. 4) tür centrifugal fan: Mak. merkezkaç fan veya blover; kuv
lü noktalardan eşit uzaklık. 5) ana; esas; başlıca; te vetlendirilmiş veya aspiratöriü sistemlerde hava ya
mel. 6) telefon operatörü; santralci. 7) telefon santra da gazlara hareket veren devir hareketli cihaz.
lı. centrifugal filter: Santrfüj (merkezkaç) filtre ya da
central contra! stand: Merkezî denetim kürsüsü; oto süzgeç; merkezkaç kuvvet ilkesinden yararlanarak
masyon uygulanan gemilerde, otomasyonun uygu farklı özgül ağırlıktaki maddeleri yağ, yakıt vb. inden
lanmasını sağlayan ve üzerinde türlü göstergeler bu ayıran filtre.
lunan konsol veya kürsü; bir merkezden otomasyo
centrifugal force: Dönmekte olan cisimleri dönme ek
nu sağlar.
seninden uzaklaştırma eğiliminde olan kuvvet; mer
central heating: Merkezî ısıtma; Bkz. centra! heating kezkaç, santrfüj veya sentrfigal kuvvet; motorlarda
system. krank kollarına karşı ağırlıklar bağlanarak dengelen
centra! heating system: Merkezî ısıtma sistemi; özel meye çalışılan kuvvet.
likle kara kuruluşlarında siteler, endüstriyel tesis vb. centrifugal governor: Mak. merkezkaç ya da santrfüj
lerinin bir merkezden ısıtılmasını sağlamaya yarayan gavörnör veya regülatör; Bkz. governor.
sistem. centrifugalize: Merkezkaç (santrfüj) hareketine konu
centralize: 1) merkez yapmak; merkeze yakın; merke- olmak; bir seperatörde yüksek devirle ayırmak veya
den. 2) merkeze göre. separe etmek.
centra! lubrication: Motorlar ve bazı makinelerde centrifugal oil purifier: O/z. Mot. merkezkaç kuvvet
merkezî yağlama sistemi. yardımıyla farklı özgül ağırlıktaki yabancı maddeleri
centrally: 1) merkezde; merkeze yakın; merkezden. ayırarak yağlama yağlarını veya akaryakıtları temizle
2) merkeze göre. yen cihaz; merkezkaç yağ temizleyicisi veya separa-
central position: Pist. Buh. Mak, 1) slayd valfın (çek törü.
mecenin) altta ve üstte buhar portlarinı eşit miktarda centrifugal pump: Merkezkaç, santrfüj veya sentrifi
kapattığı durum; orta durum; merkezî durum; buhar gal pompa; gemilerde ve kara enerji tesislerinde
ve egzoz leplerinin ölçümü için oluşturulur. 2) slayd merkezkaç kuvvet ilkesi ile yağ, su, soğutma suyu,
rodun, eksantrik rodların tam ortasında bulunduğu basınçlı hava, soğutma vb. i sistemlerde yardımcı
durum. makine olarak kullanılan pompa; giderek genişleyen
central processor: EHM. merkezî işlem ünitesi; oto bir mahfaza ile yüksek devirle dönen bir rotor (impe-
matik bilgi işlem sisteminin, aritmetik ve lojik cihazı ler) ve difüzör çemberinden ya da volüt hücresinden
nı ve iç hafıza cihazını kapsayan bölümü. oluşur.
cen trifu ga l purificatio n o2 c.f.s.

centrifugal purification: Diz. Mot: bir separatörden


sal element; Simg.Ce; at.ağ. 140,13; at.no.58.
geçirerek merkezkaç kuvvetle (yağlama yağı, yakıt
cerium metals: Seryum metalleri; nadir toprak grubu
vb. ini) temizleme.
na ait olan ve atom numaraları 57-62 olan yakın ak
centrifugal purifier: Diz. Mot. Buh. Türb. yağlama
raba metallerin serîsi; lantan, ser/um, praseodimi-
yağları veya bazı akaryakıtları yabancı maddelerin
yum, neodimium, illiniyum ve samaryum.
den ayırmak için kullanılan ve merkezkaç kuvvet ilke
cerotic: Balmumu, diğer mumlar ve yağlarda bulu
sine dayanan, yüksek devirli bir cihaz; Bkz. centrifu
nan iki yağ asiti (C 2 5 H 5 2 0 2 ) veya C 2 7H 5 40 s ) ;
gal oil purifier.
ester lerden birine ait ya da onu belirten; serotik.
centrifuge: Farklı özgül ağırlık ya da yoğunluktaki
cert : Bkz.
maddeleri, örneğin yağlama yağı ve sıvı yakıtlardaki
certificate.
yabancı maddeleri, sütün kremasını ayırmak için kul
certificate: Bir gerçeği, özelliği veya sözü yansıtan ya
lanılan bir makine; Bkz. separator.
zılı veya basılı belge; gemiadamı ehliyeti; vesika; ser
centrifuge system: Mot. yağlama yağından merkez
tifika; belge; ruhsat; tasdikname.
kaç kuvvetle çamur, pislik, karbon parçacıkları ve su
certificate of compotency: Yeterlik belgesi; gemia-
yu çıkarma sistemi; sentrfüjleme sistemi.
damlarına yönetim tarafından verilen belge: Gemici,
centrifuging: Mot. merkezkaç kuvvetle (sıvı yakıtları
yağcı, vardiya zabiti, vardiya mühendisi, baş mühen
vb. ini) temizleme.
dis, kaptan vb. i yeterlik belgesi veya ehliyeti.
centripetal: 1) merkeze doğru hareket eden veya ha
certificate of origin: Menşe belgesi; menşe şahadet
reket etme eğiliminde olan; merkezsel kuvvet. 2)
namesi; ihracatçı tarafından verilen, ithal edilecek
merkezsel kuvveti» etkiyen veya merkezsel kuvvet
malların listesi ve orijinini belirten bir belge ya da
kullanan.
sertifika.
centripetal acceleration: Merkezcil ivme.
certificate of registry: Gemi tasdiknamesi.
centripetal force: Merkezcil kuvvet; cisimleri dönme
certification: Belgelendirme; belgeleme; ruhsat.
merkezine göre hareket ettiren ve onları döndürme
ceruse: 1) beyaz kurşun, 2PbC0 3 .(OH) 2 ; üstübeç.
eğiliminde olan kuvvet.
2) bunu kapsayan kozmetik.
centra-: Merkez, merkezî anlamında bir önek.
cerussite: Kristalli veya som durumda bulunan doğal
centrobaric: Ağırlık merkezine sahip olan.
kurşun karbonat, PbC0 3 .
centroid: Kütte merkezi; ağırlik merkezi; sentroit.
cesium: Sezyum; yumuşak, mavimsi gri, haddeden
centrasphere; Dünyanın orta kısmı.
çekilebilir, dövülebilir, elementler içinde en fazla
centrum: Merkez.
elektropozitif olan metalik kimyasal element; fotoe
centuple: Yüz misli; yüz katı; yüz misli çoğaltmak;
lektrik pillerde veya hücrelerde kullanılır; Simg.Cs;
yüz misli yapmak.
at.ağ.132,91; at.no.55; caessium olarak da kullanılır.
centuplicate: Yüz misli çoğaltmak.
cetane: Setan; çok iyi yanma özelliğinde olan bir pet
centurial: Asırlık; asırdîde; yüz yıllık; yüzyıla ait. rol türevi veya parafin serisinden bir karbonlu hidro
century: 1) yüz kişi veya şeyden oluşan bir grup ya
jen; Simg.C 1 6 H 3 4 ; k.n.285-290°C; d.n.16°C;
da dizi. 2) örneğin 1620'den 1720'ye kadarki gibi öz.ağ.0,775
herhangi bir süreç; yüzyıl; asır. 3) özellikle Hıristi g/cm3'tür.
yanlıkla başlayan her yüzyıllık süreç: 19'uncu yüzyıl cetane index: Bkz. diesel index.
vb. I 4) Eski Roma'da yüz kişiden oluşan askeri bir cetane number: Setan sayısı; yakıtların yanma niteli
lik veya grup. ğini belirten bir sayı; denenecek yakıtın yanma özelli
ceramet: Metali! seramik; Bkz. metal-ceramic. ğini geliştirmek için alfa metilnaftelen ile karıştırılma
ceramic: 1) tuğla, seramik, porselen, çanak çömlek sı gereken yüzde ile saptanır; sayının yüksek olması
vb. ine ait. 2) seramik sanatına ait. yanma özelliğinin daha iyi olmasına neden olur;
ceramics: 1) tuğla, seramik, porselen vb. ini yapma C.F.R. makinesi ile saptanır; günümüz dizel makine
işi veya sanatı. 2) bu malzemeden yapılan eşyalar. lerinin setan sayılari 25-60 (min.20 ve maks. 72,5)
ceramic tile: Seramik tuğla. arasındadır.
ceramist: Seramik biliminde uzman; seramik sanatçı cetane selector; Diz, Mot. setan seçicisi; yakıt püs
sı. kürtmenin başlangıcını, yakıtın yanma niteliğine gö
cerargyrite: Gümüş klorür, AgCl; gümüşün doğal cev re değiştiren, avans ya da rötara alan bir mekaniz
heri. ma.
ceratin: Bkz. keratine. cetane valve: Mot, setan valfı.
cerecloth: Mak. mumlu bez; makine parçalarının sarıl çetene: Yakıtlarin yanma niteliklerinin saptanmasında
ması ve korunmasında kullanılır. kullanılan ve sonradan yerini setana bırakan bir kar
Cerenkov radiation: Nük. Ener. hızları ışığın saydam bonlu hidrojen; balık yağından elde edilen oldukça
ortamdaki hızından büyük olan yüklü tanecikler, bu dayanıksız bir madde; seten, C 1 6 H 3 2 .
ortamdan geçerken meydana gelen görülebilir ışık. çetene number: Esk. dizel yakıtlarının yanma niteliği
ceresins: Keresinler; parafin kökenli mumlar; birbirle ni belirten bir sayı; seten sayısı; seten üretiminin da
rine katılarak kullanılırlar. ha zor ve oldukça dayanıksız oluşu nedenleriyle bu
ceria: Seryum dioksit, CeO 2; beyaz renkli bir bileşik. gün kullanılmayan bir sayı; 76 setan sayısı, 100 se
ceric: Özellikle artı dört değerli seryum kapsayan. ten sayısına eşittir.
ceriferous: Mum üretimi; mum üretme. cevitamic acid: Vitamin C; ascorbic acid; antiascor-
cerite: Seryum veya diğer yakın akraba metallerin do bic acid olarak da isimlendirilir.
ğal sulu silikatı. Cf: Bkz. Californium.
cerium: Nadir toprak grubundan gri, metalik kimya c.f.m. Cubic feet a minute: Dakikada fit (kadem)
3
küp; ft /dakika.
c.f.s.: Cubic feet a second: Saniyede fit (kadem)
-'-. chal k tes t

3
küp; ft /saniye. chain pump: Zincirli pompa; bir teker veya tambur
eg.: eta. centigram; centigrams. üzerinde yürütülen kaplarin sonsuz zincirinden olu
C.S.: Bkz. Coast Guard. şan bir pompa.
C.g. (e.g.): Bkz. center of gravity. chain reaction: 1) her bir tepkimenin ürünlerinin ek
cgm: Bkz. centigram. molekülleri etkiyerek yeni tepkimelere neden olduğu
C.6.S. (cgs, c.g.s.) system: Centimeter-gram-se bir seri kimyasal tepkimeler; zincirleme tepkime; zin
cond sistemi; uzunluk biriminin cm, kütle biriminin cirleme reaksiyon; ışık, elektriksel kıvılcım, sodyum
gram ve zaman biriminin saniye olarak kullanıldığı buharı, radyumdan alfa parçacıklarının bombardma-
ölçü sistemi. nı ile başlatılabilir; bu olay başladığında nükleer ya
C.H.P. (CHP): Bkz. continuous horsepower. kıt kütlesi ısı kaynağı olarak kullanılır. 2) birinin, ta
chain: 1) metalden yapılmış baklalardan oluşan bir kip eden üzerinde etkili olduğu herhangi bir olay.
seri esnek bağlantı; zincir. 2) zincire benzeyen her chain riveting: Perçin bağı; perçinlerin bir dik dörtge
hangi bir süs. 3) zincire benzeyen bir ölçü aleti veya nin kenarları üzerinde sıralandığı bir bağ biçimi.
onun ölçülen boyu; surveyor ölçme zinciri. (30,5 m chain-sewing: Zincir dikiş; genellikle alev borulu ka
boyundadır). 4) birbirine bağlı bir seri olay; olaylar zanların külhanlarında, oluşan çatlakların her iki uç
zinciri. 5) Kimy. atom ve moleküller arasındaki bağ. larına delik açıldıktan sonra, çatlak boyunca açılan
6) zincir veya paranga ile bağlamak. deliklere saplamalar vira edilerek yapılan dikiş.
chain cable: Den. gemi çıpasının fundo veya virasın chain shot: Esk. iki tam veya yarim gülle ile onları bir
da kullanılan zincir; demir zinciri birine bağlayan bir zincirden oluşan top güllesi: de
chain casing: Zincir mahfazası; Gem. Mak. zincir key- niz savaşlarında direk veya yelkenleri tahrip etmek
si; krank milinden hareket alarak kam milini çeviren için kullanılırdı.
zincirin mahfazası. chain slîng: Den. zincir sapan.
chain coupling: Mak. zincirli kavrama, chain, sling: Sapan zinciri.
chain drive: Bkz. chain driving. chain stitching: Bkz, chain-sewing.
chain driven: Mak. zincir-dişli mekanizması ile çalı chain stopper: Kastanyola; zinciri durdurmak için kul
şan ya da çalıştırılan; zincir tahrikli. lanılan fren tertibatı.
chain driving: Zincirle çalıştırma; zincir ile hareket chain tightener: Zincir gerdirici; yüksek güçlü dizel
verme; yüksek güçlü dize! motorlarında kam milinin motorlarında kam milini çevirmek için kullanılan ses
çalıştırılmasını veya hareketini sağlayan zincir dona siz zincirin ısı i!e genleşmesinden kaynaklanan boşu
nımı; sproket adı da verilen dişliler tarafından taşı nu almak için kullanılan bir donanım veya mekaniz
nan zincir Bkz. silent chain; krank mili dişlisinden al ma.
dığı hareketi kam mili dişlisine ileterek onun dönme chain wheel: Zincir dişlisi veya sproket; dizel motorla
sini sağlar. rında kam milini çeviren, sessiz zinciri taşıyan ve ça
chain drum: Mak. zincir kasnağı. lışmasını sağlayan dişli ya da dişliler.
chain grate: Zincir ızgara; çok sayıda küçük zincir il chalcanthite: Kristalli bakır sülfat, CuS0 4 ; Bkz. blue
meklerinden (baklalarından) sonsuz bir zincir şekli vitriol.
verilen ve sproketleri (dişlileri) belirli bir hız ile hare chalco-: Bakır ya da pirinç anlamında bir önek.
ket ettirilen ızgara; kömürle fayraplı kazanlarda kulla chalcosite: Metal parlaklığında, koyu renkli doğal ba
nılır. kır sülfür, CU2S; bakırin önemli bir bileşiği; halkosit.
chain guard: Mak. zincir mahfazası; zincir korkuluğu. chalcopyrite: Sarı renkli demir ve bakır sülfür, Cu-
chain guide wheel: Mot. zincir gayıt dişlisi; kam mili FeS2; bakırın önemli bir cevheri, halkopirit; bakır pi
nin veya kemşaftıri sessiz zincirle çalıştırıldığı dizel rit.
motorlarında zincire gayıtlık eden dişli veya dişliler. chaldron: Esk. ingiltere'de kömür, kok, kireç vb. i
chain hoist: Ceraskal; ağır parçalan kaldırmak için, için kullanılan 1127,7 veya 1268,7 litre veya daha faz
özellikle makine dairelerinde kullanılan zincirli kaldır la olan bir kuru ölçüm birimi.
ma cihazı. chalk: Kolayca pulverize edilebilen yumuşak, beyaz,
chain link: Mak. zincir baklası; zinciri oluşturan bakla gri veya sarımsı renkli bir kireçtaşı. 2) tebeşir gibi bir
lardan herhangi biri. madde. 3) karatahta vb. ine yazmak için kullanılan,
chain locker: Den. gemi zincirinin toplandığı veya bu çoğu zaman renklendirilmiş bir parça tebeşir. S) te
lunduğu yer; zincirlik. beşirle muamele etmek. 6) soluk yapmak; 7) tebeşir
chain lubrication: Diz. Mot. Esk. zincirli yağlama; sa le yazmak, çizgi çizmek veya işaretlemek
dece ağır ve orta devirli makinelerde uygulanmış bir chalk-kerosine method: Tebeşir-gaz yağı yöntemi;
yağlama türü. metalik çatlaklarin kontrolunda kullanılan bir yön
chainman: 1) görevi metal zincirlere bakmak olan ki tem; denetimi gereken yüzey iyice temizlenir, gaz
şi. 2) surveyor zincirini kullanmak için yardım eden yağı ile yıkanır, kurutulur ve sonra bu yüzeye tebeşir
iki kişiden biri. sürülür; bu işlemin ardından bir çekiç ile yüzeyde tit
chain measure: Alan ölçümünde kullanılan lineer öl reşim oluşturulur; çatlak olan kısımlara giren lâmba
çü sistemi. petrolü, tebeşiri tutarak çatlağın belirmesini sağlar.
chain-oiled: Zincirle yağlanan (eski yataklar için söy chalkstone: Tebeşir kütlesi; tebeşir taşı.
lenir.) chalk test: Tebeşir deneyi; Mot. krankpin yatağının cı
chain-oiled bearing: Zincirle yağlanan yatak; mil ile vatalarına uygulanan bir deney; deneyde cıvatalar
birlikte dönen bir zincirin depodan aldığı yağ ile yağ makine dışına alınarak iyice temizlenir, kurulanır ve
lanan yatak. alkolde çözünmüş beyaz tebeşir ile boyanır; eğer cı
chain oiler: Zincirli yağdanlık veya yağlayıcı. vatalarda çatlaklar varsa, bu kısımlara giren yağ, te-
chalky 94 chart house

abeşiri sarıya çevirir; bu tür cıvata derhal değiştiril


mek (su vb. ine) 5) elektriksel şarj eklemek (akü, ba
melidir.
tarya vb. i); doldurmak; şarj etmek. 6) yük; sorumlu
chalky: 1) tebeşire ait; tebeşir kapsayan; tebeşirle luk. 7) bir konteyner veya kabın inşa edildiği elek
kaplanmış. 2) rengi tebeşire benzeyen. trik, yakıt vb. i için maksimum veya gerekli hacim.
chalkybeate: 1) demir tuzları kapsayan. 2) dokunul 8) hava dolgusu Bkz. air charge; bir dizel motoru
duğu zaman demire benzeyen. nun silindirlerine emilen veya doldurulan hava mikta
chamber: 1) bir evin odası, özellikle yatak odası. 2) rı. 9) bir benzin motorunun silindirlerine emilen veya
Mot. yanma odası Bkz. combustion chamber; ön doldurulan hava-yakıt Bkz. air-fuel charge miktarı.
yanma odası Bkz. precombustion chamber; gir
chargeable: Şarj edilebilir; doldurulabilir.
dap yuvası Bkz. swirl chamber, cehennemlik veya
charge-air-receiver: Diz. Mot. aşıri doldurma (süper-
yanma odası.
şarj) havasının toplandığı hacim; dolgu havası resi-
chamber, air: Bkz. air chamber. veri; Bkz. air receiver.
chamber, combustion: Bkz, combustion chamber.
charge density: 1) Mot. dolgu yoğunluğu; sıkıştırma
chamber, precombustion: Bkz. precombustion
sonunda silindir içindeki dolgunun (hava ya da ha
chamber.
va-yakıt karışımının) yoğunluğu. 2) Elekt. bir iletke
chamber, swirl: Bkz. swirl chamber.
nin yüzeyindeki dolgu yoğunluğu, birim yüzey tara
chamfer: Keskin, dış bir kenar şeklinde meyilli ol
fından taşınan şarjdır.
mak; meyillenmek; meyilli bir kenar.
charge efficiency: Dolgu ya da şarj verimi; Mot. silin
chamfer bit: Havsa.
dirlerde, sıkıştırılan gerçek miktardaki temiz hava ve
chamfered: Mak, yivli veya oyuklu; pahlı.
ya hava-benzin dolgusu ağırlığının, strok (kurs) hac
change: 1) değişim; değişiklik. 2) farklı olmaya ne
minin dış basınç ve sıcaklıktaki hava ya da hava-ben
den olmak; değiştirmek; değişmek 3) farklı olmak. zin karışımının.ağırlığına oranı; dört stroklu makine
changeover: Üretilen mal, üretim yöntemleri, teçhizat ler için 0,83-0,86 ve iki stroklu makineler için 0,85-
vb. inde tümü ile değişim. 1,10 değerlerini alır.
change-over valve: Değiştirme valfı; besi pompaları
charger: 1) şarj yapan kimse veya şey. 2) akümlatör-
suyu genellikle hotvelden alırlar. Hotvelde su düze
leri doldurmak için kullanılan aparat, cihaz ya da dol
yi, önceden saptanan düzeyin altına indiği zaman,
durucu; şarj edici.
şamandra ile çalışan değiştirme valfı, pompanın su
charging: 1) motorların silindirlerinin sadece temiz
yu doğrudan yedek fit (besi) tankından almasına
hava veya hava-yakıt karışımı ile doldurulması olayı;
müsaade eder,
doldurma. 2) boş aküleri şarj edilmesi olayı; şarj et
channel: 1) akarsu, nehir vb. inin yatağı. 2) bir akar
me; doldurma.
su, liman vb. inin derin kısmı. 3) sıvılar için boruya
charging current: Elekt. şarj akımı; kapasitenin onda
benzeyen kanal. 4) herhangi bir anlamda pasaj; bir
biri (1/10) olarak kullanılır; 45 amper-saatlik (ah) bir
şeyin hareket ettiği veya geçtiği rota. 5) uzun bir
aküde bu akım en fazla 4,5 amper olmalıdır.
oyuk (kanal). 6) U şeklinde profil; Bkz. channel
Charles' laws: Charles kanun veya yasaları; iki kısım
bar, channel iron.
dan oluşan kanun: a) eğer belirli miktardaki bir ga
channel: Nük. Ener. özellikle bir reaktörün çekirdeğin
zın basıncı sabit tutulup, durumunda herhangi bir
den geçen ve ısı iletimi sağlayan akışkanın hareket
değişiklik oluşturulursa, hacmi mutlak sıcaklığı ile
etmesine yarayan geçit; kanal.
doğru orantılı değişir, b) eğer belirli miktardaki bir
channel bar (or iron): U harfi şeklinde olan profil; U
gazın hacmi sabit tutulup durumunda herhangi bir
profil. değişiklik oluşturulursa, basıncı mutlak sıcaklığı ile
char: 1) yakarak mangal kömürü haline getirmek; ya doğru orantılı olarak değişir."
kıp bitirmek; Bkz. coal char.
charry: Mangal kömürüne benzeyen; manga! kömü
charcoal: 1) odun veya diğer organik maddelerin bü rü gibi.
yük bir ocakta kısmen yakılması veya oksitlenmesi
chart: 1) sahil çizgilerini, derinlikleri, akıntıları, gel-gi-
ile elde edilen siyah bir kömür türü; mangal kömü ti, gemi rotaları vb. ini gösteren deniz haritası; su ha
rü; 1023°C'de yapılan mangal kömürünün yapısı %
ritası. 2) bilgilerin üzerine kayıt edildiği ve işaretlendi
81,9) karbon, % 2,30 hidrojen, % 14,15 oksijen, % ği basit bir harita. 3) diyagramlar, tablolar ve şekiller
1,58 azot ve % 15,30 kül şeklindedir; yakıt, filtre, gaz
hakkında bilgi veren bir sayfa; grafik. 4) bu tür bir di
emici vb. i olarak kullanılır. 2) bu maddeden yapıl yagram, tablo vb. i 5) harita yapmak. 6) harita veya
mış kara kalem.
haritalar üzerine (rota) çizmek. 7) çizelge.
charcoal burner: 1) mangal kömürünün yakıldığı bir chart divider: Den. iki ucu sivri pergel: a) harita per
cihaz; mangal. 2) görevi veya işi mangal kömürü geli, b) teknik resimde kullanılan bölme pergeli.
üretmek olan kişi. charter: Den. 1a) bir gemi, otobüs, uçak vb. ini kon
charcoal pig: Yakıt olarak kok yerine mangal kömürü trat ile kiralama, b) bununla ilgili anlaşma Bkz. char
kullanılan yüksek fırından elde edilen pik demiri; ter party. 2) charter veya charter party ile kirala
mangal kömürü koka göre daha az kükürt ve silis mak. 3) carter kabul etmek.
kapsadığından, mangal kömürü, piki, kok kömürü
charterage: Kiralama; carter yapma.
nün yakıt olarak kullanıldığı pik demirine göre, bu charterer: Gemi veya gemileri kiralayan kimse.
maddelerden daha az kapsar.
chart house: Harita kamarası; hesap kamarası; tica
charge: 1) yüklemek; belli bir kapasiteye kadar yükle ret gemilerinde köprüüstünün hemen gerisinde, ona
mek ve doldurmak. 2) doldurmak (bir silahı). 3) di bir kapı ile bağlı bir kamera; haritalar, paralel cetvel,
ğer bir madde ile doldurmak: Hava, buhar ile doldu ' pergel vb. inin bulunduğu yer; hesap yapmak, rota
rulduğu gibi. 4) karbon dioksit ilâve etmek veya ekle çizmek vb. i için kullanılır.
charte r part y 95 chemica l fir e extinquishe r

charter party: 1) gemi sahibi ve taşıyıcı, tüccar vb, i


len ya da kimyasal işlemlerde kullanılan herhangi
arasında, geminin veya geminin bir bölümünün tica
bir madde.
rî olarak kiralanması için, özellikle yazılı olan vesika.
chemical action: Kimyasal etki.
2) böyle bir anlaşma ile bir gemi veya geminin bir
chemical additives: Kimyasal katkılar; motorlarda,
bölümünün kiralanması. 3) amatör balıkçı vb. terinin
buhar kazanlarında, ıslah edilmek ve niteliklerini ge
spor, balık avlama, seyahat vb. i için tekne kiralama
liştirmek amacıyla yakıt, yağlama yağı, su vb. ine ka
larına ilişkin anlaşma.
tılan veya eklenen kimyasal maddeler.
charter plane: Kiralık, tarifeli, ucuz uçak; carter uça chemical analysis: Kimyasal analiz, tahlil veya çö
ğı- züm.
chartographer: Bkz. cartographer. Chemical bond: Bir molekül veya iyonik kristalde
chartographie: Bkz. cartographic. atomları, iyonlari veya kökleri birarada tutan kuvvet;
chartography: Bkz. cartography. kimyasal bağ.
chart room: Bkz. chart house. chemical cargo: Kimyasal yük ya da kargo.
chase: 1) torna tezgâhında diş açmak veya kesmek;
chemical cleaning: Kimyasal temizlik; Mot. pistonla
2) yarık veya oyuk.
rın veya diğer parçalarin korrozyondan temizlenme
chaser: 1) bir başka gemi tarafından takip edildiği za
sinde uygulanan yöntem; bu yöntemde hacimsel
man kullanılan ve bir geminin kıç tarafına yerleştiril
olarak 200 birim ticarî sülfürük asit (7 = 1,84), 50 bi
miş top. 2) düşman uçağını izlemek veya geri çevir
rim sıvı inhibitor ve 750 kısim su ile hazırlanan çözel
mek için kullanılan küçük, hızlı bir gemi ya da uçak.
tide 15°-20°C'de 50-60 dakika kadar tutulur; eğer
chaser: 1) metal oymacılığı veya kabartma işçiliği ya
pas giderilemiyorsa, uygulama dört saate kadar uza
pan kişi. 2) oyma işi için kullanılan alet; kalem. 3) vi
tılır.
dalara diş çekme aleti; pafta.
chemical compound: Kimyasal bileşik; uygun basınç
chassis: 1) bir motorlu aracın tekerlekleri ve makine
ve sıcaklık koşullarında bir maddenin molekülündeki
parçalarından oluşan alt çerçevesi; şasi; freym. 2)
atomlarla birleşerek oluşturduklari tümü ile değişik
bir uçağın gövdesini taşıyan çerçeve. 3) Rady. rad
bir madde.
yo parçaları, amplifikatör vb. i parçaları taşıyan çer
chemical corrosion: Kimyasal etki ile oluşan paslan
çeve.
ma ya da korrozyon; kimyasal paslanma
chatter: Mak, titreşim oluşturmak.
chemical dehydrator: Soğut, freonlu tesislerde, dev
chauffer: işi otomobil veya diğer araçları kullanmak
rede bulunan ve emme sıcaklığı 0°C'nin altına indiği
olan kişi; şoför; sürücü; Bkz. driver.
zaman donarak ekspenşın (genişleme) valfını tıka
Ch.E.: Bkz. chemical engineer.
yan, kompresör parçalarında korrozyona neden
check: Sağlama; denetim; kontrol.
olan nemi gideren kimyasal maddeli bir cihaz; kim
check ball: Küresel çek valfın tek yöne akıma müsa
yasal nem giderici; üç yollu bir valf ile sıvı hattına
ade eden bilyası; geri döndürmez bilya.
(devresine) bağlanır ve istenildiği zaman kullanılır.
check bit: Bilgisay. sağlama biti;
chemical delay: Diz. Mot, Tutuşma gecikmesini oluş
check digit: Bilgisay. sağlama sayısı.
turan bileşenlerden biri; kimyasal gecikme; silindirle
check nut: Mak. kontra somun; Motorlarda, emniyet re püskürtülen yakıtın tutuşmadan önceki oksitlen
valflarında, ayar cıvataları veya vidalarını
mesi.
gevşemeye cek şekilde yerine bağlayan somun.
Chemical de-oxigenation: Kimyasal şekilde oksijen-
check point: Bilgisay. sağlama noktası.
sizleştirme; iki şekilde yapılır: a) 4200 kN/m2 veya
checkup: Araştırma; çekap. 42 bara kadar olan basınçlardaki kazan sularinın ok-
checksum: Bilgisay. sağlama toplamı. sijensizleştirilmesinde sodyum sülfit kullanılır; sod
check valve: Gem. Mak. geri döndürmez valf; tek yö yum sülfit oksijen ile sodyum sülfatı oluşturur, b) ba
ne akışa müsaade eden, aksi yöne geçit vermeyen 2
sıncı 3200 kN/m veya 32 barın üzerindeki kazanlar
besi suyu, deniz suyu, yağ vb. i valfı ya da vanası; da aminler kullanılır; aminler oksijenle birleşerek su
çoğu zaman el tekeri (hendvil), valf sıpındılı olma ve nitrojen oluşturur; en yaygın olarak kullanılan
yan ve çoğu zaman otomatik olarak çalışan valf. amin, hidrazindir (N 2 H 4 ); Bkz. hydrazine.
cheddite: Potasyum klorat veya perklorat karıştırılmış Chemical dosing valve: Kimyasal besleme valfı; bu
nitro bileşiği ve yağımsı bir maddeden (hint yağın har dramları (domları) üzerine yerleştirilen bir valf;
dan) oluşan bir karışım. kazan suyuna doğrudan türlü kimyasal maddeler
cheek: 1) Mot. krank kolu Bkz. crank cheeks; crank çektirilmesi için kullanılır.
webb olarak da kullanılır; krank kolu; krankı oluştu chemical energy: Kimyasal enerji; yakıtların yanması
ran ve birbirlerine paralel olan iki koldan herhangi bi ile ısı şeklinde açığa çıkan enerji; bir iç enerji türü.
ri. chemical engineer: Kimya mühendisi.
cheeks: Gem. Kaza. e! ile fayraplı kazanlarda külhan chemical engineering: Kimya mühendisliği.
kapağının yan metal levhaları. Chemical equation: Kimyasal formül veya eşitlik:
cheese head screw: Mak. silindirik başlı vida
H 2 + 0 = H2O.
chem.: Bkz. 1) chemical. 2) chemist. 3) chemistry.
Chemical feed pump: Kimyasal besleme veya besi
chemic: 1) alşimi veya simya; simya ile ilgili. 2) kim
pompası; çözelti durumundaki kimyasal maddeleri
yasal; kimyager veya eczacı.
besi suyu sistemleri ve kazan dramlarına (domları-
Chemical: 1) kimyasal; kimyasal tepkimedeki gibi. 2)
na) vermeye yarayan bir pompa.
kimya ile yapılan veya kimya için kullanılan. 3) kim
chemical fire extinquisher: Kimyasal yangın söndü
yasallar yardımıyla çalıştırılan. 4) kimya biliminde
rücü.
eğitilmiş. 5) kimyasal işlem veya işlemlerle elde edi
chemica l h yg ro mete r 96 chimne y gase s

chemical hygrometer: Kimyasal higrometre; Mutlak


chemotaxis: Kimyasal maddeler tarafından çekilen
ve göreli nemi ölçmek için kullanılan bir cihaz; içer
veya itilen canlı hücreler ve organizmaların özelliği.
sinde kurutucu madde olarak fosfor oksit bulunan
chemotherapy: Sülfonomitler gibi kimyasallar vere
tüplerden belirli miktarda havanın geçirildiği bir nem
rek bir hastalığın tedavi edilmesi; kemoterapi.
ölçer,
chemurgy: Çiftlik ürünlerinden, yiyecek ve elbise dı
chemically: 1) kimya ilkelerine bağlı olarak; kimyasal
şında yeni ürünler, örneğin soya fasulyesi kökenli
ilişkilere göre. 2) kimyasal anlamda.
plâstik vb. i üretilmesi ile ilgilenen kimya bilimi dalı.
chemical mixture: Kimyasal karışım; kendi özellikleri
cherry red: Kiraz kırmızısı;-899°C sıcaklıkta demirin
ni kaybetmeksizin kimyasal maddelerin molekülleri
rengi için söylenir.
nin karışmasından oluşan; mekanik olarak, separa-
chest, steam: Bkz. steam chest.
törlerdeki gibi, birbirlerinden ayrılabilirler.
chest, tool: Bkz. tool chest.
chemical potential: Kimyasal potansiyel; saf bir mad
chest, valve: Bkz. valve chest.
denin her iki molünün serbest enerjisi.
chevron: Mak. 1) şevron tipi keçe (yağ için). 2) şev-
chemical property: Kimyasal özellik veya nitelik.
ron (ticarî bir marka) tipi salmastra (su için).
chemical reaction: Kimyasal reaksiyon; Kimyasal tep
chevron drier: Şevron kurutucu.
kime.
chief: 1) herhangi bir şeyin başı veya en üst parçası.
Chemicals: Kimyasal maddeler.
2) herhangi bir grup veya organizasyonun başı; li
chemical structure: Kimyasal yapı veya bünye;
der; şef; reis, en yüksek unvan ve otoriteye sahip ki
atom, molekül, kökler (radikaller) ve bazan iyonlar
şi. 3) herhangi bir şeyin en değerli veya ana parça
dan oluşan yapı.
sı. 4) Den. Başmühendis Bkz. chief engineer veya
chemical symbol: Kimyasal simge veya sembol; kim
birinci zabit ya da ikinci kaptan Bkz. chief officer.
yada element veya bileşikleri belirten kısa ifade: Kar
5) rütbece en .yüksek olan; başta gelen. 6) ana; te
bonun simgesi C, gibi.
mel; en önemli; yol gösteren; en yüksek rütbe sahi
chemical tanker: 1) kimyasal (madde taşıyan) tan
bi.
ker; çoğu insan sağlığı için tehlikeli, zehirli maddele
chief engineer, marine: Den. gemi makinelerinden
ri dökme olarak taşımak üzere yapılmış gemi. 2)
sorumlu, en kıdemli kişi; gemi Başmühendisi. 2)
dökme kimyasal madde taşımak amacıyla yapılmış
Başmakinist. 3) Çarkçıbaşı.
kara taşıt aracı veya demiryolu vagonu.
chief officer: Den. birinci zabit veya ikinci Kaptan; ti
chemical treatment: Kimyasal işlem veya muamele,
caret gemilerinde güverte zabitleri veya vardiya za
Içt. Yan. Mak. parçalarından karbon birikintilerini gi
bitlerinin başı ve gemi disiplin zabiti; first mate, first
derme işlemi; parça 95°-100°C sıcaklığındaki bir al
officer şeklinde de kullanılır.
kalin çözeltisinde 40-60 dakika tutulur; yumuşayan
chile saltpeter: Şili ve Peru'da bulunan sodyum nit
karbonlar tahta kazıyıcı veya sert bir saç fırçası ile gi
rat.
derilir; gerekirse parça 15 dakika daha çözeltiye dal
chiliad: 1) bin (1000); 1000 şey. 2) 1000 yıl.
dırılır.
chill: Metal, döküm derecesinin soğutulması sonucu,
chemical warfare: Kimyasal savaş; patlayıcılar, alev
dökümün hızla soğuması ve böylece yüzeyinin sert
makineleri, duman perdeleri vb. i dışında kalan ve
leşmesi; soğuk döküm kalıbı. 2) soğuk; üşütücü. 3)
kimyasallar ve kimyasal cihazlarla yapılan savaş.
üşüme; titreme; soğuk. 4) soğumak. 5) Metal, hızla
chemiluminescence: Kimyasal ışıldama; 1) belirli bir
soğutularak yüzeyde sertleştirmek. 6) soğuk yap
kimyasal, örneğin fosforun yavaş oksitlenmesi. 2)
mak. 7) Metal, hızla soğutarak (metali) sertleştir
bu yolla yayılan veya neşredilen ışık.
mek.
chemindefer: Demiryolu; şimendifer.
chili casting: Metal, sert döküm.
chemism: Nad. Ola. kimyasal kuvvet, hareket ve çe
chilled steel: Metal, soğutularak sertleştirilmiş çelik.
kim.
chilled water: Bir soğutma sisteminin evaporatörün-
chemisorption: Kimyasal emme; yüzey bileşiklerinin
de soğutulan su; soğutulmuş su.
oluşturduğu bir emme işlemi; emilen moleküller kim
chill water: Isı gidermek amacıyla elektronik cihazlar
yasal bağlarla yüzeyde tutulurlar.
ve iklimlendirme cihazlarının eşanjörlerine soğuk su
chemistry: Kimya; kimya bilimi. 1) maddelerin yapıla
sağlamak üzere kullanılan tatlı su; soğuk su.
rı, özellikleri ve maddelerin üretildiği veya diğer mad
chimney: 1) yakıtların yanmasıyla oluşan alev veya
delere dönüştürüldüğü tepkimelerle ilgilenen bilim.
gazların ya da dumanın atmosfere kaçtiğı pasaj veya
2) bu bilimin özel bir madde ve aktivite alanına uygu
kanal. 2) bir binanın çatısı üzerinde uzanan baca. 3)
lanması. 3) bir maddenin kullanımı, yapısı ve kimya
gemi bacası; stack olarak da kullanılır. 4) sabit kas
sal özellikleri. 4) kimyada kullanılana benzer analiz
masını sağlamak için bir alevin etrafına takılan cam
ve sentez işlemleri.
şişe; lâmba şişesi. 5) volkan ağzı gibi bacaya benze
chemistry, analytical: Bkz. analytical chemistry.
yen bir şey; krater.
chemistry, inorganic: Bkz. inorganic chemistry,
chimney damper: Baca damperi; baca içine yerleştiri
chemo-: Kimyasal tepkimelere ait anlamında bir
len, saçtan yapılmış çoğu zaman daire şeklinde bir
önek.
parça; geçidi belirli miktarlarda açık tutarak baca
chemosphere: Meteo. kimyasal küre; atmosferin
çekmesi veya draftı düzenlemeye yarar.
80 km yüksekliğe ulaşan bölgesi; kemosfer.
chimney gases: Baca gazları; yanma ürünleri; egzoz
chemosynthesis: Diğer kimyasal tepkimelerden türe
gazları; motorların silindirleri, kazanlarin ocaklarında
yen enerji ile, organik kimyasal bileşiklerin bitkiler ta
oluşturulan yanma sonucu meydana gelen gazlar;
rafından yapılan sentezi; kemosentez; kimyasal sen
karbon dioksit, su buharı, oksijen, azot ve bazen kü
tez.
kürt dioksit ile azot oksitlerinden oluşan bir gaz kan-
Chines e whit e 97 chiorpicri n

şımı.
veya üzerindeki basınçlarda taşınır; beyazlatma mad
Chinese white: Çin beyazı; çinko oksit veya baryum
desi yapımında, su arıtmada, kimyasal savaşlarda
sülfattan yapılan yoğun, beyaz boya maddesi veya
ve türlü endüstriye! işlemlerde kullanılır.
pigment.
chlorine test: Bkz. salinity test.
Chinese windlass: Farklı çapta iki kademeli bir fener
chlorite: Klöröz asitin tuzu; klorit.
veya fenerliği olan bir ırgat makinesi; difransiyel ır
chiorite: Mikalarla benzer yapıda olan, parlak yeşil
gat veya bocurgat.
Chinese wood oil: Bkz tung oil. renkli kompleks silikat minerali.
chip: Keski ile kesmek veya temizlemek. chloro-: kloro: a) Yeşil, b) Mor kapsayan anlamların
chipping hatchet: Keser. da bir önek.
chisel: 1) keski ile kesmek veya oymak. 2) ağaç, taş chlorobenzene: Sıv. Yük. Morobenzen; mono-kloro-
veya metal kesmek veya şekil vermek için kullanılan benzen; klorobenzol; monoklorobenzen; fenil klorit;
saydam, akıcı, renksiz, insan sağlığı için zararlı,
keskin ağızlı bir alet; keski.
nem almayan, anestezik etkisi olan, aromatik ailesin
chiseled (chiselled): Keski ile kesilmiş veya şekil ve
den bir halokarbon; Simg. C6 H5 CI; 15,5°/15,5°c'de
rilmiş.
öz.ağ. 1,111-1,113; k.n. 131,8°C; d.n.-45°C ve visk.
chiseler (chiseller): Keski kullanan kişi; keskici.
20°C'de 0,90 cP; gemilerde çevre sıcaklığı ve atmos
chiselling: Keski ile (metal levha) kesme işi veya işle
fer basıncında taşınır.
mi.
chlorodifluoromethane: Sıv. Yük. klorodifluorome-
chlor-: Bkz. chloro-.
tan; difluorometan; freon-22; florokarbon-22; monok-
chloral: 1) klorun alkolü etkimesiyle elde edilen kes
kin kokulu, yağımsı, renksiz bir sıvı, CCI3CHO; Mo lorodiflorometan; iscecon 22; arcton 22; soğutucu
ral. 2) kloral hidrat. 22; kokusuz, renksiz, nem almayan, yüksek sıcaklık
chloral hydrate: Genellikte sakinleştirici (sedatif) ola veya kızgın yüzeylerde fosjen gazı oluşturan, insan
sağlığı için zararlı, alifatik ailesinden bir bir halokar
rak kullanılan renksiz, kristalli bir bileşik; Moral hid bon; Simg. CHCIF2 ; öz.ağ.1'den büyük;
rat, CCI3CH (OH) 2 . k.n.-40,8°C; d.n.-160°C; visk.yok; gemilerde çevre
chloramine: Amonyağın bazı hipokloritleri etkimesiy- sıcaklığı ve atmosfer basıncı ya da atmosfer basıncı
le elde edilen renksiz, keskin kokulu bir sıvı; klora- üzerinde taşınır.
min, NH 2CI. chloroform: Sıv. Yük. kloroform; triktormetan; ağır ve
chlorate: Klorik asitin bir tuzu; klorat. etere benzer kokulu, buharlari zehirli, renksiz, insan
chlorat of zinc: Çinko klorat; lehim suyu. sağlığı için zararlı, nem almayan, yavaş yavaş ayrışa
chloric: 1) kloroz bileşiklerinden daha yüksek değer rak fosjen, hidrojen klorür ve diğer gazları oluştu
de klorin kapsayan bileşikler veya bu bileşiklere ait. ran, anestezik etkili, alifatik ailesinden bir halokar
2) tuzları kloratlar olan renksiz bir asitî (klorik asiti) bon; Simg.CHCl 3; 15,5°/15,5 °C'de öz.ağ. 1,495-
HCIO3, belirtir. 1,505; k.n.61,2°C; d.n. -63,2°C; 20°C'de visko
chloric acid: Klorik asit; Bkz. chloric. zitesi 0,563-0,570 cP; gemilerde çevre sıcaklığı ve at
chloric: Bkz. mosfer basıncında taşınır; anestezik ve çözücü ola
chloride. rak kullanılır.
chloride: Klorür; klorun diğer bir element veya kök chloroform: 1) kloroform ile bayıltmak. 2) kloroform
ile birleşerek oluşturduğu bileşik, örneğin hidroklo- ile öldürmek.
rik asitin (HCl) tuzları; klorür. Chloromycetin: Belirli virüsler ve bakterilere karşı etki
chloride content: Klorür içeriği, kapsamı veya muhte li, sentetik bir antibiyotik ilâç; kloromisetin.
vası; Buh. Kaza. kazan suyunda herhangi bir deniz chlorophyll (chlorophyl) Bitkilerin yeşil maddesi; klo
suyu yerine, klorür iyonu konsantrasyonunu belirtir; rofil; güneş ışığında karbon dioksit ve suyu, karbon
klorür içeriği deniz suyu kirletmesinden kaynakla- hidratlara dönüştürür.
nart katı maddelerin miktarını ölçmek için kullanılır. chlorophyllose: 1) Klorofile benzeyen, klorofile ait.
chloride of lime: Sönmüş kirecin klor ile muamelesin 2) klorofil kapasyan.
den elde edilen, beyazlatma, dezenfektan vb. i ola chlorophyllous: Bkz. chloraphyllose.
rak kullanılan beyaz bir toz; kalsiyum klorür, Ca- chloropicrin: Kloroformun değişik nitrik asit ile mua
OCI2 . mele edilmesinden elde edilen renksiz bir sıvı; kloro-
chlorin: Bkz. pikrin, CCl 3 N0 2 ; kusturucu bir gaz olarak kullanılır
chlorine. (kimyasal savaşlarda).
chlorinate: Klor ile birleştirmek veya muamele etmek chloroprene: Asetilenden elde edilen renksiz bir sıvı;
(bir maddeyi); özellikle mikropları öldürmek amacıy kloropren, C4 H5 CI; polimerize edilerek yapay kau
la kloru (su ve kanalizasyondan) geçirmek. çuk şeklini alır.
chlorination: Klorlamak; içme suyunu mikroplarindan chloroquine: Sıtmanın tedavisinde kullanılan sentetik
temizlemek amacıyla Morla muamele etmek. veya yapay bir ilaç; klorokin.
chlorine: Yeşilimsi, sarı renkli, nahoş kokulu, zehirli, chlorothiazide: Tıp. yüksek tansiyon ve kalp arızaları
sıvı bir kimyasal element. nı tedavi etmede kullanılan yapay bir ilaç; böbrekler
chlorine (liquid): Sıv. Yük. sıvı klor; yeşilimsi sarı bir yolu ile vücuttan fazla sıvı ve tuzu gideren bir mad
gaz veya saydam, kehribar renkli, keskin kokulu ve de.
tahriş edici, kuvvetli oksitleyici, zehirli, nem emme chlorous: 1) klorik bileşiklerinden daha düşük değer
yen, insan sağlığı için zararlı, halojenlerden bir sıvı
de klor kapsayan bileşikler veya onlara ait. 2) tuzları
element; Simg.Cl2 ; at.ağ. 35,457; at.no.17; 0°C'de
kloritler olan bir asiti (HCI0 2 ) belirtir.
öz.ağ. 1,468; k.n.-34°C; d.n.-107°C; 20°C'de (sıvı) chlorpicrin: fite chloropicrin.
viskozitesi 0,35 cP, gaz viskozitesi 0,014 cP; gemiler-
. de çevre sıcaklığı veya altında ve atmosfer basıncı

Teknik Sözlük - F. 7
chlorpromazine 98 chromo-
chromatics: Renklerin bilimsel incelenmesi; renkler
chlorpromazine: Teskin edici (sedatif) olarak kullanı bilimi.
lan sentetik (yapay) bir ilâç; klorpromazin, chrome: 1) krom. 2) Bkz. chrome yellow. 3) krom
C 17 H19 N2 SCI. çeliği Bkz. chrome steel. 4) kromla kaplamak.
chock: 1) hareketine engel olmak üzere tekerler, varil -chrome: Renklendirme maddesi, renk ya da krom
ler vb. i altına konulan bir blok veya kama; takoz. 2) anlamlarında bir sonek.
Den. boynuza benzer, içeriye kıvrık iki çıkıntısı olan chrome alum: Potasyum kromiyum sülfat, KCr -
bir blok; büyük kurtağzı; kızak. 3) Den. kızağa çek (S0 4 )2.12H 2 O; krom şapı; özellikle potasyum krom
mek. şapı; koyu mor renkli kristalleri çözünebilir tuz; boya
chock.full: Tam doldurulmuş; dopdolu. maddesi olarak ve dericilikte kullanılır.
chocks: Mot. Pist. Buh. Mak. alt karter veya bedpleyt chrome brick: Krom tuğlası; bilinen tüm diğer tuğla
ile döşek arasına konulan ve türlü malzemeden lardan kimyasal olarak en yüksek nötrlükte olduğun
(dökme demir vb. i gibi) yapılan parçalar. dan yapımında kromit (FeO.Cr 2 03 ) kullanılan tuğla;
choke: 1) Senz. Mot. daha zengin karışım yapmak metalürji ocak ya da fırınlarının duvarlarının yapımın
için karbüratörden havayı kesmek veya azaltmak. 2) da kullanılır; sadece kuvvetli asit ve kuvvetli bazlar
tıkamak; enjektör deliklerinin kurum tarafından tıkan dan etkilenir.
ması gibi. 3) Bern. Mot. karbüratörde havayı kapa chrome green: 1) krom oksit, O 2 O 3 ; yeşil boya mad
tan bir valf; jigle. desi olarak kullanılır; krom yeşili. 2) krom şansı ile
choke coil: Bir elektrik devresindeki alternatif akımın Prusya mavisinin karıştırılması ile yapılan ticarî bir
kontrolü için kullanılan ve demir göbek üzerine sari- madde; yeşil pigment veya boya maddesi.
lan tellerden oluşan bir sargı; şok bobini; doğru akı chrome iron: Kiromit adı verilen bir mineral; krom-de-
mın geçmesine, fakat yüksek reaktansı nedeniyle kü mir cevheri adı .da verilir.
çük bir alternatif akımın geçmesine müsaade eder; chrome leather: Krom tuzları ile tabaklanmış deri;
chocking cool olarak da kullanılır. krome deri.
choke-damp: Maden ocakları ve kuyularda bulunan chrome-nickel steel: Krom nikelli çelik; krom nikel
ve başlıca karbon dioksit olan boğucu bir gaz; şok çeliği; başlıca alaşım maddesi olarak krom ve nikel
gazı. kullanılan paslanmaz çelik.
choke-full: Bkz. chock-full. chrome-plating: Kromla kaplama; özellikle dizel mo
choke lever: Mot. jigle çubuğu; jigle kolunun mili. torlarında, servis ömrünü uzatmak için silindir göm
choker fly: Bern. Mot. Karbüratör hava kelebeği; jig lekleri veya piston segmanlarının krom ile kaplanma
le kelebeği. sı.
cholesterol: Kolesterol; özellikle hayvansal yağlar, chrome red: Bazik kurşun kromat, PbO.PbCr0 4; kır
kan, sinir dokuları ve safrada bulunan kristalli bir mızı krom; krom kırmızısı; bu maddeden yapılan tür
yağ asiti, C 27 H 45 OH ; safrataşı hemen hemen saf lü pigmentlerden biri.
bir kolesterol'dür. chrome steel: Krom çeliği; sert, değişik miktarlarda
choline: Bir çok hayvansal ve bitkisel dokuda bulu krom kapsayan dayanıklı bir çelik türü; yapısında
nan viskoz sıvı, azotlu bir bileşik; kolin, C5H15O2 N; %1-%2 krom, %1-%0,75 karbon bulunan çelikler ya
B kompleks vitamini. tak, kırma makineleri ve takım yapımında ve %2-%4
chopper: 1) kesen bir makine veya alet, örneğin bal krom, %0,75%1,05 karbon bulunan çelikler ise, sa
ta veya satır. 2) kesen kimse veya şey. bit mıknatıs çeliği olarak kullanılır.
chops: Bir kanalın ağzı veya girişi. chrome yellow: Kurşun kromat; krom sarısı, PbCrO4;
chord: 1) Hava. a) bir uçağın kanatlarında kuyruğuna san kristalli, pigment veya boya maddesi olarak kul
kadar olan düz hat. b) böyle bir hattın boyu. 2) lanılan bir bileşik.
Müh. bir köprüde olduğu gibi, katı bir iskeletin esas chrome-vanadium steel: Krom vanadyum çeliği; bir
yatay parçası. 3) Geom. bir eğri, yay veya çember demir alaşımı olup %1,2'ye kadar krom ve %0,15 va
üzerindeki herhangi iki noktayı birleştiren doğru; ki nadyum kapsar; otomobillerde kullanılan türlü yay
riş. larla, diğer yayların yapımlarında kullanılır.
chorographer: Haritacı. chromic: Kromik; krömöz bileşiklerine göre daha yük
chorography: 1) bir bölge veya yerin haritasını veya sek değerli krom kapsayan bileşikleri belirtir; bu bile
karakterini inceleme sanatı; haritacılık. 2) böyle bir şiklere ait.
harita veya inceleme. chromic acid: Kromik asit; tuzları kromatlar olan bir
chromate: 1) kromat; kromik asilin (H2CrO4) bir tu asit H2CrO4.
zu. 2) kavitasyon erozyonunu önlemek için kullanı- chromite: 1) kromun başlıca cevheri olan, metal par
lan potasyum kromat, K2Cr207 ; soğutma suyunda laklığı ve şekilsiz yapıda, siyah bir mineral; kromit,
1000-2000 ppm oluşturulur. FeCr2 04.2) krömöz asitin bir tuzu.
chromate concentration test: Kromat yoğunluğu de chromium: Krom; paslanmaya direnci yüksek, çok
ney veya tecrübesi; Diz. Mot, soğutma suyundaki sert, beyaz kristalli metalik kimyasal element; krom
kromat yoğunluğunun saptanmasında kullanılan de la kaplama, alaşım çeliği ve nikel, bakır, manganez
3
ney; 600 cm soğutma suyu, içindeki yabancı mad- ve diğer metalleri kapsayan alaşımların yapımında
delerin çökmesi için bir süre bekletilir ve sonra ren kullanılır; Simg. Cr; at. ağ. 52,01; at.no. 24.
gi, iki standart kromat renginden biri ile gün ışığında chromium plating: Kromla kaplama; elektrolit olarak
kıyaslanır. krom anidrid (CrO3) çözeltisinde elektroliz yolu ile
chromatic: 1) renk veya renklere ait; renk veya renk bir makine parçası, silindir gömleği, piston segmanı
ler kapsayan. 2) S/o. kolayca boyanan. vb.inin ince, dayanıklı ve bazan gözenekli olarak
chromatic aberration: Bir ışık ışınında türlü renkleri krom metali ile kaplanması.
farklı noktalarda odaklayan ve böylece tayfın görül chromium steel: Bkz. chrome steel.
mesine neden olan mercek özelliği; renklerle ilgili chromo-: Renk, renkli, pigment anlamlarında bir
sapma.
chromogen cipher
benzer bir cihaz; torna aynası; matkap, delgi vb. i
önek. portatif uçların takıldığı matkap kovanı; torna kafası.
chromogen: Kromojen; boya maddesi veya boyama chuck, drill: Bkz. drill chuck.
maddesi olabilen herhangi bir madde. chug: 1) bir makinenin egzostununun yaptığı ani,
chromogenic: 1) kromojen veya kromojenlere ait. 2) yüksek tondan bir patlama sesi; egzoz patlaması,
belirli bakteriler gibi renk veya pigment üreten. Mot. avans vuruntusu. 2) böyle sesler çıkarmak. 3)
chromophore: Azo grubu gibi boya üreten ve diğer böyle sesler çıkararak hareket etmek.
belirli gruplarla birleşerek boyalar oluşturan herhan chump: Ağır bir blok veya odun; takoz; blok.
gi kimyasal bir grup; kromotor. chute: Mak. oluk.
chromoplasm: Bkz. chromatin. chymist: Bkz. chemist.
chromosphere: Astr. 1) tam tutulma sırasında güne CI: Bkz. compression ignition.
şin çevresinde görülen, akkor haline gelmiş gazlarin CLE.: Compression ignition engines: Sıkıştırma ile
katmanı; kromosfer; donuk ışıklı gazlardan oluşur. yanmalı makineler; dizel makineleri.
2) bir yıldızın çevresindeki benzer katman. cider press: Sıkarak elmalarin suyunu çıkarmak için
chromospherîc: Kromosfer tabiatına sahip olan; kro kullanılan bir makine; elma presi.
mosfere ait. cinchona: 1) Sof, kabuklarindan kinin; kinidin ve de
chromous: Kromik bileşiklerdeki kromdan daha dü ğerli tıbbî alkaloidlerin elde edildiği, Güney Amerika,
şük değerli kroma sahip oian krom bileşiklerini belir Asya ve Doğu Hint Adalarında bulunan tropik bir
tir; kromöz. ağaç; sinkona ağacı; kınakına ağacı.
chromyl: Kimy, İki değerli bir kök ya da radikal, cinchonidine: Sıtmayı tedavi etmek ve ateş düşür
Cr0 2 . mek için kullanılan bir alkaloit; sinkonidin,
chrono-: Zaman anlamında bir önek. C 1 9 H 2 2 ON 2 .
chronograph: Zamanın kısa dilimlerini ölçmek ve ka cinder: 1) metal cevheri artığı; metal pisliği; cüruf. 2)
yıt etmek için kullanılan bir cihaz volkanik artık veya cüruf. 3) yanma gazlarında bulu
chronomatic indicator: Kronomatik endikatör cihazı; nan ve çapı 100 mikrondan büyük toz; sinder; kül.
1) Diz. Mot. silindirlerden açık p-V diyagramı alınma 4) kül oluncaya kadar yanmamış kömür, odun vb, i
sını sağlayan bir endikatör cihazı. 2) Diz. Mot. silin herhangi bir madde. 5) böyle bir maddenin çok kü
dirlerinden basınç-zaman (p-t) diyagramı alınmasını çük bir parçası. 8) yanmakta olan fakat alev çıkarma
sağlayan bir endikatör cihazı. yan kömür; köz, 7) Çoğ. kömür ya da odundan ka
chronometer: Kronometre; zamanı çok duyarlı olarak lan artıklar; kül. 8) yakarak köz haline getirme*.
ölçen bir cihaz; özellikle çok duyarlı bir saat türü; ge cinder catcher: 1) kül tutucusu; yanma gazlan içinde
milerde boylam saptamak için kullanılır. bulunan ve tozların tutulduğu bir yapı; dikey düzen
chronometer valve: Gem. Mak. açık besi suyu devre lenmiş perdeler arasından geçişleri sırasında yön de
lerinde fid pampın buhar valfı; hotveldeki su düzeyi ğiştirerek oluşan merkezkaç kuvvetle gazlardan ayrı
ni denetleyen şamandralı bir regülatörün mekaniz lırlar.
masına bağlanmıştır; hotveldeki su seviyesi ve şa- cinder eliminator: Bkz. cinder catcher.
mandranın hareketine bağlı olarak pompaya verilen cinder trap: Bkz. cinder catcher.
buharı azaltır veya çoğaltır. cindery: Cürufa ait; cürufa benzeyen veya cüruf kap
chronometric: Kronometreye ait. sayan.
chronometrically: Kronometre ile saptandığı gibi. cinematograph; 1) Ing. sinema makinesi; film maki
chronometry: Zamanın bilimsel ölçümü; periyotlarla nesi veya projektörü, 2) film çekmek için kullanılan
zamanın ölçümü. kamera; simenatoğraf. 3) film çekmek.
chranoscope: Kronoskop; çok küçük zaman aralıkla- cinemotgraphic: Film makinesi veya kameraya ait,
nnı ölçmek için kullanılan bir cihaz. clneol: Bkz. cineole.
chronotachometer: Kronotakometre; deney yerinde cineole: Terebantin ve bitkisel uçucu yağlarda bulu
yüksek devirli motorlarin devir sayılarını saptamak nan, kokusu kâfuruya benzeyen sıvı bir madde; sine-
için kullanılan bir takometre veya devir sayısı ölçer; ol, C 10 H 18 O .
bir elektrikli saat, devir göstergesi ve elektrikle çalı cinnabar: 1) başlıca cıva cevheri olan, ağır, parlak
şan bir devir sayısı ölçerden oluşur. renkli bir mineral; cıva sülfür, HgS. 2) kırmızı boya
chrysarobin: Kimy. türlü deri hastalıklarının tedavisin olarak kullanılan yapay cıva sülfür. 3) parlak kırmızı.
de kullanılan sarı renkli, kristalli bir madde, cinnamic: 1) tarçın ağacından türeyen veya ona ait.
C15H1203. 2) benzaldehit'ten elde edilen beyaz, kristalli orga
chrysoberyl: Kimy. berilyum-alüminyum oksiti, BeO- nik bir asiti (C6H5.CH:CH.COOH) belirtir.
Al2O3; berilyum cevheri olarak kullanılır. cinnamon: 1) Bot. Batı Hint Adalarında bulunan def
chrysolite: Krizolit; magnezyum ve demirin yeşil veya ne familyasından bir ağacın iç kabuklarından kurutu
sarı renkli bir silikatı; yarı değerli taş olarak kullanıldı larak yapılan herhangi bir baharat; tarçın. 2) bu ka
ğında peridot adını alır; san yakut veya zebercet. buk. 3) bu kabuğun elde edilebileceği herhangi Bir
chrysotile: Krizotil; lifli yapılı yılantaşı (serpantin) türü ağaç. 5) sarımsı kahverengi. 5) tarçından yapılmış
mineral; asbestos; izolasyon ve yanmaz maddeler veya tarçın ile kokulandırılmış.
yapımında kullanılır. cipher: 1) önemi veya değeri olmayan şey veya kim
chu: Fiz. Shû; bir libre (452 gram) suyun sıcaklığını at se. 2) şifre; şifre kodu. 3) böyle bir kodun anahtarı.
mosfer basıncı altında bir derece yükseltmek için ge 4) Arap sayılarından herhangi biri Bkz Arabic nume
rekli ısı miktarı; yaklaşık olarak 454 gram-kalori. rals 5) aritmetik problemlerini çözmek. 6) şifreli yazı
chuck: Mak. bir torna tezgâhında olduğu gibi, dönen kullanmak.
bir alet veya işi tutmak için kullanılan mengeneye
cir c 100 ci rcum fl uou s

circ.: Bkz. 1) circular. 2) circulation, 3) circumferen uyan yay arasında kalan alan; daire dilimi; daire par
ce. çası.
circle: 1) çevresi üzerindeki her noktanın merkeze circular tank: Silindirik su deposu.
olan mesafesi birbirine eşit olan düzlem şekil; daire. circulate: 1) bir daire içinde, devrede veya rotada ha
2) böyle bir şekil çevreleyen hat; çember; çevre. 3) reket etmek ve dönerek yine aynı noktaya gelmek.
bir gök cisminin yörüngesi gibi, daire şeklinde olan 2) çevresinde hareket etmek. 3) Mafe. sayıların son
herhangi bir şey. 4) bir gezegenin yörüngesi. 5) bir suz tekrarlanan serilerine sahip olmak. 4) bir kişi ve
çevrim; periyot; süreç. 6) dünya yüzeyindeki hayalî ya bir yerin çevresinden harekete neden olmak.
bir daire: Düzlemi dünyanın merkezinden geçen Bü circulating: Dolaşım; devridaim; deveran; dolaşan;
yük Daire; enlemlere paralel olan Arktik Daire. 7) devreden suyu sağlayan pompa; çoğu zaman santr-
çevresinde bir daire oluşturmak. 8) bir dairedeki gi füj pompa.
bi, çevresinde hareket etmek. circulating tube: Bkz. downcomer; dolaşım veya sir
circlet: Küçük bir daire. külasyon borusu; su borulu buhar kazanlarında bu
circle of inertia: Atalet dairesi veya çemberi; bir kütle har dramının su bölgesi ile su dramlarını, kazan dı
nin, yerçekimi hariç, bir kuvvetin etkisi altında olmak şından birbirlerine bağlayan devridaim borusu;
sızın, dönen yerküre üzerinde çember şeklinde çizdi Gem. Mak. davnkamer borusu.
ği yörünge. circulating valve: Buhar kazanlarının akaryakıt devre
circle test: Daire deneyi veya tecrübesi; gemi tam yol lerinde, püskürtücülerden sonra, yakıt pompaları ile
la ilerlerken, öncelikle dönüş dairesinin çapını sapta börnerler arasında bulunan ve yakıtın bir bölümünü
mak için yapılan deney; daire deneyi belirli yüksek ya da fazlasını pompalara veren valf; dolaşım vanası
likteki sabit bir cismin çevresinde yapılır. veya valfı.
circuit: 1) Mak, devre; akışkanlar için yapılmış pom circulating water: Dolaşım, devridaim veya sirkülas
pa, boru devresi, valf, filtre vb. i kısımlardan oluşan yon suyu; buhar kondenserlerinde egzoz buharını
devre; yakıt, yağ vb. i devre ya da devreler. 2) bir şe yoğuşturacak su durumuna getirmek, türlü soğutu
yin çevresinde gitme; dönme; çevresinde rota veya cular ile motorlarda soğutma amacıyla dolaştırilan
gezi; Dünyanın çevresinde ay'ın gezisi gibi. 3) elek tatlı su veya deniz suyu.
trik akıminın akabileceği tam ya da kısmî yol; elektrik circulation: Dolaşım, devridaim veya sirkülasyon. 1)
devresi. 4) RaA Bkz. hookup, suyun borulardaki gibi, bir yerden diğer bir yere ha
circuit breaker: Devre kesici; şalter; akım aşırı oldu reketi. 2) kazan suyunun buhar dramı (domu), he
ğu zaman devreyi otomatik olarak açan ve akımı ke derler veya borular yolu ile tekrar kazana dönüşü ha
sen bir cihaz; bir tür elektromanyet veya elektro mık reketi. 3) suyun denizden alınıp kondenser, soğutu
natıs. cu vb. i eşanjörlerden geçirilip tekrar denize verilme
circuit breaker, underload: Alçak yük şalteri. si. 4) kanin damarlardaki hareketi. 5) para, haber
circuit breaker, undervoltage: Alçak gerilim (voltaj) vb. inin insandan insana veya bölgeden bölgeye ge
şalteri, çişi. 6) gazete, mecmua vb. inin okuyucular arasın
circuit, closed: Bkz. closed circuit: Kapalı devre. daki dolaşımı.
circuit, open: Bkz. open circuit: Açık devre. circulation, forced: Cebri dolaşım; bir pompa yardı
circuit, short: Bkz, short circuit: Kısa devre. mıyla sağlanan basınçla dolaşım, sirkülasyon ve dev
circuit tester: Elekt. akım kontrol cihazı; volt amper ridaim.
metre. circulation, natural: Doğal dolaşım; tabiî dolaşım; se
circular: 1) daire şeklinde olan; yuvarlak. 2) daireye viye, basınç veya ısı farkı nedeniyle Kendiliğinden ve
ait; dairesel. 3) dairede hareket etme. 4) genelge; ya bir pompa olmaksızın oluşan dolaşım. .
sirküler; tamim. circulative: 1) devridaim, dolaşım ya da sirkülasyon;
circular chaser: iç dişli açmak için kullanılan bir ma devridaim veya sirkülasyon eğiliminde olan.
kine; dairesel diş açma tezgâhı. circulator: 1) bîr şeyleri dolaştıran kişi veya şey. 2)
circularity: Dairesel şekilde. Bkz. circulate.
circularize: 1) dairesel yapmak; yuvarlak yapmak. 2) circulatory: Dolaşım, sirkülasyon veya devridaime
sirküler ya da tamim göndermek. ait; kan dolaşımına ait.
circular measure: Daireleri ölçmek için bir sistem: 1 circulatory system: Dolaşım sistemi; Anal kan da
daire 360 derece veya dört çeyrek, 1 çeyrek 90 dere marlarının kapalı sistemi olup, kanı vücudun tüm kı
ce, 1 derece 60 dakika, 1 dakika 60 saniye. sımlarına taşır ve iletir; omurgalılarda arteriyel ve ve-
circular mü: Çapı bir mil Bkz. mil olan bir dairenin nus sistemleri olmak üzere ikiye ayrılır ve kılcal da
alanına eşit olan tellerin kalınlıklarının ölçülmesinde mar ağını da kapsar; lernfatik sistem dahi! değildir.
kullanılan bir ölçü birimi; dairesel mü. circum-: Çevresinde, etrafında, çevreleyen, her tara
circular pitch: Tak. Tezg. bir dişin piçi pi'ye veya fında anlamlarında bir önek.
3,1416'ya bölünerek elde edilen modül: dairesel piç. circumadjacent: Dört tarafından bitişik.
circular ring: Çaplari farklı olan iki konsanfrik (aynı circumference: 1) Geom. bir daire veya diğer yuvar
merkezli) daire arasında kalan çember; çaplan fark lak yüzeyleri çevreleyen hat; çevre; çember; daire
lı, merkezleri aynı-olan iç içe iki daire arasındaki çemberi. 2) bunun ölçümü veya hesaplanması.
alan. circumferential: Daire çemberine ait; çemberde veya
circular saw: Bir motor (elektrik motoru) tarafından çembere ya da çevreye yakın.
yüksek hızla döndürülen, disk şeklinde bir testere; circumflexion: Çevresine dolama veya sarılma.
disk testere: tepsi testere. circumfluent: Çevresi veya etrafında akma.
circular sector: Bir dairenin iki yarıçapı ve bunlara circumfluous: 1) su ile çevrili. 2) Bkz. circumfluent.
circumfuse 101 clea n
clamp: 1) parçalan birbirine bağlamak veya sıkmak
circumfuse: 1) çevresinde bir sıvıyı akıtmak veya sıç ya da bir kelepçe ile dayanıklığını arttırmak için kulla-
ratmak. 2) bir sıvı ile çevrelemek. nılan aletlerden herhangi biri; özellikle iki parçalı ve
circumgyrate: Dönmek; deveran etmek. parçalan bir cıvata yardımıyla birbirine yaklaştırılıp
circumnavigate: Dünya vb. inin çevresinde seyret uzaklaştırilan ve böylelikle bazı şeyleri tutmaya yara
mek. yan bir alet; mengene; kıskaç; kelepçe. 2) bir men
circumnavigation: Dünya vb. inin çevresinde seyre gene ile bağlamak veya bir kelepçe ile kuvvetlendir
den. mek.
circumnavigator: Dünya vb. inin çevresinde seyre clamp block: Mengene bloku; mengene ağızlarinı ta
den kişi. şıyan ve onun bir tezgâha Dağlanmasını sağlayan
circumpolar: 1) dünyanın kutuplarindan birine yakın blok.
veya çevresinde olan. 2) Asir. kutuplardan birinin et clamp C: El mengenesi; işkence; kelepçe (kerye).
rafında hareket eden: Daima ufuk üzerinde bulunan damping: Sıkma; bağlama; kelepçeleme; mengene
için söylenir. ite sıkma veya tespit etme; kelepçeleme veya kerye-
circumrotate: Bir tekerlek gibi dönmek; devir hareke leme.
ti yapmak. damping bolt: Bağlama cıvatası.
circumscribe: 1) çevresine bir çizgi çizmek; etrafını clamp lever: Mengene kolu veya levyesi; döndürüle
çevirmek; kuşatmak. 2) sınırlamak; kuşatmak; hap rek mengenenin tutma veya bırakma hareketini sağ
setmek. 2a) Geom. mümkün olan en fazla noktadan layan kol.
ona dokunması için (bir başka şeklin) etrafına bir şe clamp screw: Mengene cıvatası; mengenenin iki par
kil çizmek; dairenin içine çizilen üçgen gibi. çasını birbirine yaklaştırıp uzaklaştıran cıvata; bir kol
circumvolution: Çevresinde dönme, yuvarlanma ve yardımıyla çalıştırılır.
ya sargı oluşturma. clarification: Sıvılardan koloidal katkıları veya askıda
circumsolar: Güneşin çevresinde dönen; güneşin bulunan maddelerin ayrılması; suyun aritılması gi
çevresinde olan. bi; arıtılmış.
circumvolve: Dönmek; dolaşmak; kendi çevresinde clarifier: t) arıtan kimse veya şey; özellikle yağlama
dönmek, yağlarını arıtmak için kullanılan madde veya cihaz;
cissoid: Mate, zirve oluşturan yakınsak bir eğri; kesi separator, filtre vb. i. 2) şekerin arıtıldığı büyük, me
şen iki eğrinin içbükey taraflari ile oluşturulan açıyı tal bir kap.
belirtir; sisoit. clarify: Yabancı maddelerinden ayırmak veya ayrıl
citral: Sitral; hoş kokulu sıvı bir aldehit, C9 H15 .CHO; mak (sıvılar için söylenir); arıtmak; tasfiye etmek.
misket limonu ve limon yağlarında bulunur. Clark celi: Standart birincil (primer) pil; anotu çinko
citrate: Sitrat; sitrik asitin bir tuzu veya esteri. ve katotu ise cıva sülfat kaplı cıva olup, her iki kutup
citric: 1) ağaç kavunu, limon, portakal vb. i meyvalar- doymuş çinko sülfat çözeltisine batırılmış bir pil.
dan elde edilen veya onlara ait. 2) bu tür meyvalar- class: Sınıf; tür.
dan elde edilen sitrik asiti (C 6 H 8 O 7 ) belirtir; boya classification: 1) sınıflandırma; sınıflandınlmış veya
lar, sitratlar vb. i yapımlarında kullanılır. gruplara ayrilarak düzenlenmiş. 2) S/o. tüm canlı or
citric acid: Sitrik asit, C6H8O7 renksiz, kristalli, triba- ganizmalar için türleri, cinsleri, yapıları vb. i bakımın
zik organik asitte çözünür, tadı acıdır; portakal, man dan düzenlenen sistem.
dalina vb. i meyvalarda bulunur ve parfüm yapımın classificatory: Sınıflandırma kullanılarak.
da kullanılır. classifier: Sınıflandıran kişi.
citric acid cycle: Bkz krebs cycle. classify: Bazı sistem veya ilkelere göre düzenlemek
citrin: Limon suyu ve kırmızı (aci) biberde bulunan P veya gruplandırmak.
vitamini. Classius law: Klasiyüs kanunu veya yasası; "Sabit ha
citrine: 1) limon sarısı (renk). 2) topaza benzeyen sa cimde ideal bir gazın özgül ısısı, sıcaklığından ba
rı renkli, yarı değerli bir kuvarz türü. ğımsızdır",
citronella: 1) keskin kokulu bir yağ; parfüm, sabun claw hammer: Bir ucu çatal gibi ve eğri olan ve pen
vb. i yapımı ve böcekleri kovmak İçin kullanılır. 2) çeye benzeyen çekiç; bu ucu çivi çıkarmak için kul
bu yağın çıkarildığı bir Güney Asya ağacı. lanılır; domuz tırnağı çekiç.
city gas: Hava gazı; Bkz coal gas. clay: 1) başlıca kalsiyum silikattan oluşan çok ince ta
civil engineer: inşaat mühendisi; inşaat mühendisliği neli, plâstik veya yoğrulabilir, sağlam bir toprak; sert
alanında uzman olan kişi; C.E. kısaltması ile belirti kaya partikülleri suda yığılarak oluşur; tuğla, çanak
lir. çömlek ve diğer seramiklerin yapıminda kullanılır;
civil engineering: Oto yollan, köprüler, binalar, su iş kil. 2a) insan vücudunun oluşumunun simgesi olan
leri vb. lerinin tasarım ve yapımlarında uzman olan toprak, b) insan vücudu.
mühendistik dalı; inşaat mühendisliği. clay pit: Kil ocağı; kil çıkarılan yer.
civil year: Bir takvim yılı; Bkz. astronomical year, clay stone: 1) kil birikiminden oluşan yuvarlak bir ki
clad: Kılıflanmış; Nük. Ener. fizyon ürünlerinin firarinı reçtaşı kütlesi. 2) kil kapsayan bir tür kaya; kil taşı.
ve korrozyonu önlemek amacıyla, diğer bir metalin clay type filter: Mor. filtre elemanı aktiflenmiş ki) ve
ince bir katmanıyla örtülmüş metal; nükleer yakıtlar ya Fuller toprağı olan filtre; killi filtre.
da kullanılır. clean: 1) kir veya yabancı maddelerinden arındınl-
clad steel: Bkz. stainless steel. mış; temiz. 2) son zamanlarda yıkanmış. 3) manevî
CI: Bkz. chlorine. olarak temiz. 4) engeli olmayan. 5) tüm; tamam;
el.: Bkz. centiliter; centiliters. 2) clearance. komple. 6) yıkayarak (kir, yabancı madde vb. ini) gi
clack valve: Bkz. flap valve. dermek.
clam: Bkz. clamp; vise.
clammy: Nemli; rutubetli; yaş; ıslak.
cleane r 102 clinometer
protein moleküllerinin, basit moleküllere ayrilması.
cleaner: 1) işi oda, bina vb.lerini temizlemek olan ki cleaver: Daha çok kasapların kullandığı ağır, keskin
şi; temizleyici; arıtıcı. 2) kuru temizleme. ağızlı kesme aleti; satır; küçük balta veya nacak.
cleaner: 1) işi, oda, bina vb. lerini temizlemek olan cleek: Büyük kanca ya da çengel.
ki şi; temizlikçi. 2) kuru temizleyici. 3) temizlik için clepsydra: Küçük bir delikten akan bir sıvının
kul lanılan alet veya cihaz. 4) boya, gres veya akımı ile zamanı ölçmek için kutlanılan bir cihaz: su
diğer le keleri çıkarmak İçin hazırlama. saati. Clerk cycle: Bkz, two stroke cycle: İki stroklu
cleaner, dry: Bkz, dry cleaner. (kurs tu) çevrim.
cleaner, vacuum: Bkz. vacuum cleaner. clevelte: Radyoaktif, kristalli bir mineral; Norveç'te bu
cleaning brush: Temizleme İşlerinde kullanılan fırça; lunan uraninit onun bir türüdür; kleveyit.
temizlik fırçası. clevis: Uçlarinda birer delik bulunan U şeklinde bir
cleaning eraser: Silen bir şey; lâstik, bir parça ku demir; kenet demiri; bu deliklerden geçen bir pin ve
maş veya keçeden yapılan, karatahtadaki tebeşiri, ya cıvata vagonlarin birbirine bağlanmasını sağlar.
kağıttaki kurşun veya tükenmez kalem ya da daktilo click: Den. kilit dili veya ırgat kastanyolası gibi,
yazısını silen bir araç: Lâstik silgi; lâstik veya plâstik tespit eden mekanik bir cihaz.
ten yapılır. climagram: Meteo. klimagram; seçilmiş bir meteorolo
cleaning fluid: Temizleme sıvısı, jik elemanın aylık değerlerinin çizimini kapsayan ik
cleaning hoe: Buhar kazanlarinin ocaklarindan cüruf lim diyagramı.
çıkarmak için kullanılan geniş sağlam ve ağır yapılı climate: 1) Meteo. bir yıl boyunca sıcaklık ve meteo
bir çapa; cüruf gelberisi; kül ve posakül gelberisi. rolojik değişimlerle saptanan ortalama hava duru
cleaning powder. Temizleme tozu; teknik resim mal mu; iklim. 2) yaşam, aktivite vb. ini etkileyen hakim
zemesi olarak kullanılır. koşullar.
cleaning rubber: Temizleme lastiği; teknik resim mal climatic: iklime ait; iklimsel.
zemesi olarak kullanılır. climatically: iklime göre; iklim bakımından.
cleanse: Temizlemek; temiz yapmak. climatic change: İklimsel değişiklik.
cleanser: Temizleme İçin uygulanan herhangi bir iş climatology: İklim ve iklimsel olayları İnceleyen bilim
lem; temizleyici. dalı; klimatoloji.
clear: 1) parlak; berrak; açık; bulutsuz ve sisli olma climb indicator: Bir uçağın yükselme ve alçalma mik-
yan; Açık hava gibi. 2) bulutu olmayan; saydam ve tarinı göstermek için kullanılan bir cihaz; tırmanma
ya şeffaf; bulanık olmayan. 3) mutlak, salt; tam, göstergesi veya endikatörü; değişik düzeylerdeki at
tüm. 4) bağlantısı ve teması olmayan. mosferik basınç değişimleri ile çalışır.
clearance: 1) hareketli cisimleri veya mekanik parça climbing iron: Tırmanma demirleri; telefon direği vb.-
ları birbirinden ayıran mesafe ya da boşluk; a) gem. lerine tırmanmak için ayaklara bağlanan demirden
Mak. klerens, boşluk veya çalışma payı; miller ile yapılmış kıvrık çubuklar.
ya takları arasındaki çapsal veya radyal boşluk, b) clinch: Çıkıntılı ucunu bükerek veya yassılaştırarak
su pap sapları ile supap liveri veya külbutörü (bir şeyin içine giren çivi, cıvata vb. ini) bağlamak.
arasında ki boşluk, c) D/z. Mot. silindirlerle pistonlar 2) bu yolla birbirine sıkıca bağlamak. 3) bağlama ve
arasında ki boşluk. 2a) Den. limana giriş ve çıkışta ya birbirine perçinlemek. 4) çivi, cıvata vb. i ile per
geminin gümrük evraklarının tamamlanması, b) çinlemek. 5) perçinlenmiş çivi, cıvata vb. i 6)
gümrükten temiz evrakının ve sertifikasının alınması. Den. bir tür düğüm; rigavo bağı.
clearance fit: Boşluktu veya klerensli geçme; içteki clincher: 1) perçin yapan veya perçinleyen kimse;
parçanın çapının, dış parçanın çapından küçük oldu perçinci. 2) çivileri perçin yapan alet; perçin makine
ğu geçme: CF kısaltması ile belirtilir; boşluklu geç si.
me. clinical thermometer: İnsan vücudu sıcaklığının
clearance indicator: Klerens göstergesi; boşluk gös ölçü münde kullanılan termometre.
tergesi; Gem. Mak. klerens endikatörü; buhar türbin clinker; 1) çok sert bir tuğla. 2) ısı ve eritme ile
lerinin srast yataklarında kullanılan ve yatağın kolan yüze yi cam gibi yapılan bir tuğla. 3) eritilmiş tuğla
ile aradaki boşluğu ölçen ve böylelikle rotorun ekse- kütle si. 4) bir ocak ya da fırinda kömürdeki yabancı
nel veya aksiyal boşluğunu saptayan bir cihaz. mad delerden erimiş, taşımsı maddelerin sert kütlesi;
clearance space: 1) Pist. Bun. Mak. piston ölü nokta cü ruf; kömür cürufu. 5) öğütülmemiş çimento
larda iken, buhar portları dahil, piston ile silindir ka kütlesi. clinker adhesion: Buh. Kaza. yakıtların
pağı arasında kalan tüm hacim; üst klerens hacmi, içinde bulu nan ve yanmayan mineral artıkların
alt klerens hacmi. 2) Mot. piston üst ölü noktada normal olarak ocak tuğlalarının erime noktası veya
iken silindir kapağı ile piston arasındaki hacim; yan sıcaklığı altında ve yeterli sıcaklıkta ateş tuğlası
ma odası; ölü hacim; klerens hacmi. malzemesi İle birleş
clearance volume: Bkz. clearance space. mesi; cüruf yapışması.
cleat: 1) Den. koç boynuzu. 2) teknelere karadan veri clinker-built: Saçların birbirine bindirmesi ile inşa edi
len iskelelerle işçi ve gemi personelinin düşmemesi len (gemi yapımında olduğu gibi); armuz kaplama.
için, üzerlerine çakılan enine parçalar. 3) geminin clinker grinder: Kömürle fayraplı kazanlarda kül ya
havuza alınması sırasında, payandalar için gemi kari da cürufun toplandığı kısımda bulunan bazan sürek
nasına vurulan sliller. 4) cunda bastikası. li, bazan da zaman zaman çalıştırılan dişil bir değir
cleavage: 1) Maden, bazı minerallerin bir etki altında men; cüruf öğütücü; cüruf değirmeni.
kaldıkları zaman, düzgün yüzeyler üretecek şekilde clinometer: 1) meyil açısını ölçmek İçin kullanılan bir
kırilma eğilimi. 2) yerkürenin hareketi sonucu olu alet; klinometre; jeoloji ve araştırmalarda kullanılır.
şan yüksek basınç nedeniyle yarılma. 3) kompleks 2) gemilerin yalpa sırasındaki meyil açısını ölçmek
clinometric 103 cloudy

İçin kullanılan bir alet; yalpametre,


dığı yüksek verimli bir gaz türbini çevrimi; karşıtı
clinometric: 1) klinometre ile ilgili; klinometre ile ölçü
açık çevrim. 2) kaza nedeniyle kaçak dışında, çalış
len. 2) Miner, eğik kristalli yapılara ait.
ma sıvısının çevrimi asla terketmediği bir saykıl; ka
clinometrical: Bkz. clinometric.
palı çevrim.
clip: 1) sıkıca bağlamak; bağlamak. 2) evraklari bira-
closed diagram: Kapalı diyagram; motorların silindir
rada tutmak için kullanılan madenî araç; klips; kıs
lerinden sert yaylı endikatör cihazı ile alınan diyag
kaç. 3) silah şarjörü. 4) Tıp. pens.
ram; silindirlerde üretilen endike ortalama basınçları
clipboard: Üzerinde teknik resim yapılan tahta; resim
ve dolayısıyla gücü hesaplamak için kullanılır.
tahtası.
closedown: Bilgisay. kapanış.
clip-ted: Şarjörden otomatik olarak beslenen (bazı se
closed feed system: Bkz. closed feed water sy
ri atışlı silah ya da tüfekler için söylenir).
stem.
clip, paper: Bkz. paper clip.
clipper: 1a) Den. yüksek hız yapmak üzere inşa edi closed feed water system: Kapalı besi (fid) suyu
devresi; modern buhar türbinli enerji tesislerinde kul
len (1830-1854), kemane başlı, dar, yelkenli gemi.
b) bu yelkenlinin, daha az hız yapacak ve daha bü lanılan biri basınçlı ve diğeri vakumlu besi suyu dev
relerinden biri; yüksek basınçlı kazanlara, su ile bir
yük yük kapasiteli olan değiştirilmiş şekli. 2) özellik
le yüksek hızlı at, otomobil, uçak, kızak vb. I 3) ke likte erimiş havanın gitmesini önleyen devre.
closed fireroom: Bkz. closed stokehold.
sen bir kimse. 4) kesmek İçin kullanılan bir araç;
saç makası; kırpma makası. closed harbor: Den. yasak liman; kapalı liman.
closed loop: Kapalı devre; Bkz. closed circuit.
clipper-built: Hız için uzun, düzgün hatlı (Bir gemi
closed nozzle: O/z. Mot. yanma ürünlerinin enjektö
için söylenir).
re girmesini önleyen nozul, meme veya enjektör tü
clipping circuit: Sınırlayıcı devre. 1) bir elektrik İşare
rü; kapalı nozul veya meme; karşıtı açık meme; Bkz
tinin zirve amplitüdünün istenilen bir düzeyi aşması
open nozzle.
nı önleyen devre. 2) bir puis (darbe) amplifikatörün
closed stokehold: Kapalı kazan önü sistemi; kazan
de önceden saptanan frekansın altındaki frekanslar
tepmesini önlemek için uygulanan bir sistem; bu sis
da amplifikasyonu düşürmeye yarayan devre parça
temde kazan dairesi sızdırmaz ve iki kapı ile girilebi
sı.
lecek şeklide yapılmıştır; blover havayı kazan dairesi
clock: Duvar veya masa saati; saat; bir kadran üzerin
ne bastığından iç basınç, ocak iç basıncı ve dış ha
de hareket eden akrep ve yelkovanı ve içindeki dişli
va basıncından daha yüksektir.
sistemi ile zamanı belirten bir cihaz.
clocking: Saat yardımıyla kontrol ya da denetim. closed system: Kapalı sistem; enerji alış verişi olmak
la birlikte, sistem ile sistemin çevresi arasında mad
clockwise: Saat yönü; saatlerin akrep ve yelkovanları
de alış verişi olmayan termodinamik bir sistem.
nın normal dönüş yönü; teknikte kullanılır.
closefitting: Dar veya sıkı geçme.
clockwise rotation: Saat yönünde dönüş; sağa dö
close-grained: İnce, sık taneciklere sahip olan (bazı
nüş.
dökme demirlerde olduğu gibi).
clockwork: 1) bir saatin mekanizması. 2) bazı meka
close nipple: Mak. iki ucuna diş çekilmiş boru parça
nik oyuncaklarda olduğu gibi, yay ve dişlilerden
sı; boruları birbirine bağlamaya yarar; kapalı nipel.
meydana gelen herhangi benzer bir mekanizma.
closure line: Bilgisay. kapanış çizgisi.
clog: 1) tıkanmak; engel olmak; engellemek. 2) kalın
cloth type filter: Mot. kumaşlı filtre; süzücü elemanı
veya yapışkan olmak.
kumaş olan filtre.
cloggy: Tıkanma eğilimi cloth yard: Kumaşların ölçümünde kullanılan ve 3 fit
olan. veya 36 inç ya da 91,44 cm uzunluğunda olan mez
close: 1) açık olmayan; kapalı. .2) sarılmış ya da ra ya da yarda; kumaş yardası. 2) uzun bir yay ile
kuşa tılmış. 3) dikkatle korunan veya muhafaza kullanılan ok.
edilen. 4) gözlemlere kapalı; gizli. 5) özel gruplara cloud chamber: Buharın iyonlaşmasıyla yüklü parça
kapalı. 6) dolaşıma kapalı; bunaltıcı; nemli (hava cıkların hareketlerini göstermek için kullanılan, su
için söyle nir). 7) kolay elde edilemeyen: zor elde buharı ile aşırı doyurulmuş kapalı bir hücre; bulu!
edilen, 8) parça veya elemanları birbirine yakın hücresi; bulut odacığı.
olan. 9) he men hemen eşit veya benzeyen. cloud genera: Meteo. bulut türleri: Sirüs (Ci), sirokü-
closed: Kapalı. mülüs (Cc), sirostratüs (Cs), altokümülüs (Ac), al-
closed chain: Kapalı zincir; belirli kimyasal bileşikle tostratüs (As), Nembostratüs (Ns), stratokümülüs
rin moleküllerinin yapısal şekli. (Sc), stratus (St), kümülüs (Cu) ve kümülonembüs
closed circuit: 1) Elekt. kapalı devre; aktif devre; akı (Cb).
mın sürekli aktığı elektrik devresi. 2) Telev. devreye cloud physics: Bulut fiziği; bulut, sis ve yağışı oluştu
bağlı sınırlı sayıdaki alıcıya yayın yapan devre; kapa ran parçacıkların oluşumu, yapısı, ölçü ve birim ha
lı devre (yayını gibi). 3) Mot. tatlı su ile yapılan so cimdeki miktarını inceleyen bilim dalı.
ğutmaya ilişkin devre; kapalı soğutma devresi. cloud point: Sislenme noktası; sıvı yakıtların sis hali
closed cooling system: Mot. kapalı soğutma devre ne geldiği veya sis durumunu aldığı sıcaklık derece
si; silindir ceketi, silindir kapağı soğutucu, pompa si veya noktası.
ile bunları birbirlerine bağlayan boru devresi, basınç cloud seeding: Bulut tohumlama; kuru buz, gümüş
göstergesi, kontrol cihazları vb. lerinden oluşan dev iyodür ve benzeri ile yağış, özellikle yağmur sağla
re. ma.
closed cycle: Kapalı çevrim. 1) Gaz. Türbinlerinde
cloudy: 1) bulutlarla kaplı; kasvetli. 2) bulutlara ait ve
kullanılan bir çevrim; iş yapan hava ya da akışkanın
ya bulutlara benzeyen. 3) mat, donuk; saydam veya
atmosfere atılmadığı ve kapalı bir devrede dolaştırıl-
cluster 104 coal siz e
coal black: Kömür siyahı; simsiyah renk.
şeffaf olmayan (sıvılar için söylenir). coal breaker: Ocaklarda kömür kırma işinde çalışan
cluster: Grup; takım; komple. kişi veya işçi.
cluster gear: Mot. grup dişlisi. coal bunker: Esk. buharlı gemilerde, alabandalarda
clutch: 1) Oto. motor ya da makineyi devreden çıka bulunan ve kazanlarda yakılacak kömürün depolan
ran veya devreye sokan mekanik bir cihaz; kavra dığı yerler; kömürlük; kömür bunkeri; bunker.
ma; debriyaj. 2) bir cihazı çalıştıran manivela veya coal burner: Buh. Kaza. pudra kıvamındaki toz kömü
pedal. 3) kreynlerde olduğu gibi kavrayan veya tu rü kazan ocaklarına püskürterek yanmayı sağlayan
tan bir cihaz. 4) yüksek güçlü, iki zamanlı dizel mo cihaz; kömür börneri; kömür brülörü.
torlarında, makine tam yüke eriştikten sonra, süpür coal car: Maden ocaklarında olduğu gibi, kömür taşı
me pompasını devreden çıkaran cihaz. 4) şanzıman- mak üzere kullanılan demiryolu vagonu; kömür ara
larda ileri, geri dişlilerine kumanda eden ve levhalar bası.
dan oluşan cihaz. 5) yardımcı benzin motoru ile ilk coal char: Kömür artığı; kömür ya da linyitin düşük sı
hareketi sağlanan dizel motorlarında, ilk hareketten caklıklarda (2500-2850C) ısıtılmasından geri kalan ar
sonra iki makineyi birbirinden ayıran cihaz. 6) Çoğ. tık.
güç; kontrol veya denetim. coaler: Kömür taşıyan veya nakleden ya da kömür
clutch brake: Mot. debriyaj freni. sağlayan gemi, demiryolu yük vagonu vb.
clutch brake disk: Mot, debriyaj fren diski. coalesce: tek bir gövde veya kütlede birleştirmek; erit
clutch coupling: Mot. debriyaj kavraması. mek; erimek.
Cm: Bkz. curium. coalescence: Birleşme; Meteo. gene! olarak su dam
cm.: Bkz. centimeters. lacıklarının çarpma ile büyümesi; buz parçacığının
cm2 Bkz. square centimeter. su ile çarpışarak büyümesi için de kullanılır.
3
cm : Bkz. cubic centimeter. coalfield: Kömür-alanı veya sahası; kömür katmanları
Co: Bkz. cobalt. nın bulunduğu bölge; kömür bölgesi.
coach: 1) demiryolu yolcu vagonu. 2) otobüs. 3) ka coal-fired boiler: Bkz. boiler, coal-fired.
palı otomobil, çoğu zaman iki kapılı sedan. 4) posta coal firing: Kömürle yakma veya fayrap etme (bir ka
arabası. 5) otobüste taşımak. 6) otobüse binmek. zanı
coactive: Birlikte görülen veya birlikte etkileyen.
coagulants: Pıhtılaştırtcı; pıhtılaşma yapan maddeler; coal gas: 1) bitümlü kömürlerin (yumuşak kömürler)
nişasta ve tanen gibi organik, sodyum alüminat gibi damıtılmasından elde edilen gaz; kömür gazı; hava
inorganik maddeler; kazanların ısıtma yüzeylerine gazı; ısıtma ve aydınlatma İçin kullanılır. 2) kömürün
yapışan ve yumuşak kısırları gideren ya da azaltan yanması sırasında çıkan zehirli bir gaz; karbon mo-
maddeler. noksit. 3) gemilerin kömürlüklerinde bulunan ve yan
coagulate: Yumuşak, yarıkatı olmaya neden olmak; gın ya da patlamaya neden olan gaz; metan gazı;
pıhtilaşmak. bataklık gazı.
coagulation: 1) pıhtılaşma veya pıhtılaştırma. 2) pıhtı- coal gas by-products: Kömür gazı yan ürünü; hava
laşmış bir kütle. gazı elde edildikten sonra geri kalan ürün; örneğin
coagulative: Pıhtılaşmaya neden olma eğiliminde ve kok kömürü, kömür katranı, amonyak, sülfürik asit
ya pıhtılaşmış. ve zift.
coagulator: Pıhtılaştırıcı; pıhtılaşmaya neden olan coal heaver: Kömür taşıma ve kürekleme işinde çalı
madde. şan kişi; kömür işçisi; kömürcü.
coagulin: Proteinli serumlar şırınga ederek hayvansal coal hod: Kömür taşımak için kullanılan bir tür kova.
dokularda oluşturulan türlü pıhtılaştırma maddelerin coaling: Kömür alma (gemiye).
den herhangi biti; presipitin Bkz. precipitin, coaling station: Kömür istasyonu; gemi veya trenle
coagulum: Pıhtı. rin kömür aldıkları yer ya da liman.
coal: 1) siyah renkli, milyonlarca yıl büyük basınç ve coal measures: 1) kömür yatakları. 2) Jeol. Devoni
yüksek sıcaklıkta toprak altında kalan bitkilerin fosil yen katmanından hemen sonra kömür yataklari kat
leşmesi sonucu elde edilen katı mineral; fosil kö manının oluşumu.
mür; maden kömürü; yakılarak kullanıldığı gibi, ken coal mine: Kömürün kazılarak çıkarıldığı maden veya
disinden kok kömürü, su gazı, kömür gazı ve katran çukur; kömür madeni.
elde edilir. 2) bu maddenin bir parçası. 3) bir parça coal oil: 1) ham petrolün damıtılmasından elde edi
yanar odun, kömür veya benzer bir madde. 4) man len kerosen (gaz yağı) veya diğer yağlardan herhan
ga! kömürü. gi biri. 2) ham petrol.
coal ash: Kömür Çağı;, Paleozoik Çağın bîr parçası; coal-pile: Kömür yığını; kömür kümesi.
kömür yataklarının oluşmaya başladığı çağ. coal-pile temperature: Kömür yığını sıcaklığı; büyük
coal analysis: Kömür analizi; kömürün C,H,S,0,N, yığınlar halinde bulunan kömürün kendiliğinden tu
kül ve nem oranlarını saptamak üzere yapılan ana tuşmasına neden olan sıcaklık derecesi.
liz; ısı değerlerinin de saptandığı tahlil. coal pulverizer: Mak. bir mil üzerine donatılmış bir
coal basket: Den. kömür çevalyesi veya sırtta taşınan seri çekiç veya küreler ya da bir değirmen yardımıy
küçük sepet; mavnaların boşaltılması ve kömürlükle la kömürü pulverize eden cihaz veya makine.
rin doldurulmasında kullanılırdı (Esk.) coal sampling: Kömür numunesi veya örneği.
coal bed: Kömür yatağı; fosil kömürlerin oluştuğu coal scuttle: İçine kömür koymak veya taşımak için
yer. kullanılan kovaya benzer bir kap; kömür kovası.
coal bin: Kömür depolamak İçin kullanilan yer ya da coal size: Kömür boyutları: 1) tuvenan 30 mm'ye ka-
depo; kömürlük.
coa l tar 105 cockboa t

dar. 2) kriple 80 mm'e kadar. 3) yıkanmış 18-50 mm.


coastwise vessel: Den. kıyı seferleri yapan tekne;
4) yıkanmış 0-18,5 mm. 5) yıkanmış 0-10 mm ve
Bkz. coaster.
6)
coat: 1) bir yüzey üzerine sürülen, yağlı boya gibi bir
şist 10-50 mm'dir.
maddenin kalmanı; koruyucu olarak kullanılır. 2) bir
coal tar: Kömür katranı: Kömür gazının oluşumu sıra
şeyin katmanı ile kaplamak. 3) kat; katman; tabaka.
sında, bitümlü kömürden elde edilen siyah renkli ya
coating: Bir yüzeyi kaplayan ya da yüzey üzerine ya
pışkan sıvı; yapısı genellikle % 86,7 karbon, % 6,0
pılan bir şey (emaye kaplama vb. i); Nük. Ener. bir
hidrojen, % 0,1 azot, % 0,8 kükürt, % 3,1 oksijen, %
kılıf görevi yapmak üzere (galvanizleme vb. i işlem
0,1 kül ve % 3,2 su şeklindedir; hidrokarbon, fenol
lerle) bir yakıt çubuğunun üzerine oturtulan koruyu
ve organik bazlar kapsar; boyalar, ilâçlar, patlayıcı
cu kılıf ya da zarf.
lar ve parfümler gibi bir çok yapay bileşik katranlar
coaxal: Bkz. coaxial.
dan elde edilir.
coaxial: 1) ortak veya müşterek bir eksene sahip
coa! tar (refined): Sıv. Yük. rafine kömür katranı; rafi
olan. 2) Mete. müşterek veya ortak eksenli olan. 3)
ne katran; siyah, viskoz, önemli bir tehlikesi olma
birleşik hoparlörü belirten; müşterek veya ortak ek
yan, nem emmeyen, dayanıklı, insan sağlığı için za
senli büyük ünite ile ona bağlı küçük bir üniteden
rarlı, aromatik ailesinden karbonlu hidrojen ve fenol
oluşan; küçük ünite daha yüksek frekans üretir.
karışımı bir sıvı; 15,5°/15,5°C'de öz.ağ. 1,09-1,29;
coaxial cable: Telefon, telgraf ve televizyon impulsla-
k.n. 200°C'nin üzerinde; 0°C'de visk. 10*3-10*10 stok;
rını ölçmek için kullanılan ve özel bir biçimde yapı
gemilerde 70-110°C sıcaklığında ve atmosfer basın
lan kablo.
cında taşınır.
coal tar dyes: Kömür katranından üretilen organik bo cob: Kömür gibi, küçük veya iri bir
kütle.
ya veya boya maddesi.
cobalt: Kobalt; sert, parlak, gümüşî gri renklî, şekil ve
coaming: Den, bir gemide ambar çevresinde sudan
rilebilir metalik kimyasal element; türlü cevherlerde
korumak üzere yükseltilmiş kısım; ambar ağzı; me-
bulunur; alaşım yapımında kullanılır; bileşiklerinden
zerna
mürekkep, boya ve cila üretiminde yararlanılır;
coarse: 1) genel; bayağı; zayıf nitelikli. 2) oldukça bü
Simg.Co; at.ağ. 58,94; at.no. 27.
yük eleman veya parçalardan oluşan; yapısı ince ol
cobalt blue: Kobalt mavisi. 1) kobalttan yapılan koyu
mayan; iri kum gibi. 3) kaba. 4) damıtılmamış duyar-
mavi renkli veya lacivert boya. 2) koyu mavi veya la
lı olmayan; ham.
civert (renk).
coarse emery: Kalın zimpara bezi.
coarse file: Kalın veya kaba eğe. cobaltic: 1) kobalta ait. 2) üç değerli kobalt bileşikleri
coarse filter: Buh. Kam. yakıt devrelerinde, genel ola ne ait veya onları belirten.
cobaltine: Bkz. cobaltite.
rak pompalardan önce kullanılan kaba veya delikleri
cobaltite: Gümüşî beyaz renkli bir mineral; kobalt sül-
oldukça büyük süzgeç ya da filtre; karşıtı fine filter.
farsenat, CoAsS; kobaltit.
coarse-grained: Kalın, iri taneli; iri veya kaba yapıya
cobaltous: 1) kobalt tabiatına sahip olan. 2) iki değer
sahip olan.
li kobalt bileşiklerine ait veya onu belirten.
coarse gravel: Kalın ya da iri taneli çakıl.
cobalt steel: Kobalt çeliği; : % 5-% 20 kobalt kapsa
coarse sand: Kalın ya da iri taneli kum.
yan çelik; yüksek hızlı kesme aletleri yapımında kul
coastal: Sahil boyunca; sahile yakın; sahilde; sahile
lanılır.
ait; kıyısal; kabotaj.
cob coal: Yuvarlak kütleler halinde ve ölçüsü beyzbol
coastal shipping: Kabotaj taşımacılığı.
topundan basketbol topuna kadar değişen kömür.
coaster: Den. sahil boyunca limandan limana yük ve
coble: 1) Kuzeydoğu Ingiltere'de küçük aşırma yel
yolcu taşıyan gemi; koster.
kenli, büyük dümenli, yassı kıçlı bir balıkçı teknesi;
coaster brake: Pedal freni; bisikletlerde pedalın tersi
Esk. klavuzluk hizmetlerinde kullanılırdı. 2) Ispan-
ne çevrilmesi ile çalışan fren; kontra fren; kontra pe
'da kısa, düz altlı ve kürekli tekne.
dal freni.
cocaine (cocain): Koka ağacının Bkz coca kurutul
Coast Guard: 1) Sahil Muhafaza; Kıyı Emniyeti; Sahil
muş yapraklarından elde edilen kristalli bir alkaloit;
Güvenlik Kıyı koruma. 2) kıyıları korumak, kaçakçılı
narkotik ve lokal anesteziktir.
ğı önlemek, kazazede gemilere yardım etmek, deniz
Cochran boiler: Cochran kazanı; yardımcı kazan; ge
fenerlerinin çalışmasını sürdürmek vb. i görevleri
milerde ısıtma, ısıtma ve havalandırma vb. i sistemle
yapmak üzere devlet tarafından görevlendirilmiş kişi
re sıcak su veya düşük basınçlı buhar üreten kazan;
ler. 2) ABD'de böyle bir örgüt; normal olarak hazine
bu tür kazanlar hem sıvı yakıt ve hem de büyük güç
bakanlığı ve savaşta ise deniz kuvvetlerinin denetimi
lü dizel motorlarının egzoz gazları ile çalışırlar.
altındadır. 3) Ülkemizde "Sahil Güvenlik" teşkilâtı.
cock: 1) sıvı veya gaz akımını düzenlemek için kulla
coast guard cutter: Sahi! güvenlik teknesi; karasula
nılan musluk veya valf. 2) buhar kazanlarının hava
rında devriye görevi yapan tekne.
valfı veya musluğu Bkz air cock. 3) tesviye şişeleri
coast guard cutter: Sahil güvenlik teknesi; karasula-
bozulduğu zaman, kazan içindeki su düzeyini sapta
rinda devriye görevi yapan tekne.
mak için kullanılan tecrübe muslukları Bkz try
coasting trade: Özellikle bir ülkenin sahilleri boyun
cocks. 4) Meteo. rüzgârın estiği yönü belirten horoz
ca, limandan limana yapılan ticaret; kıyısal ticaret;
şeklinde döner ok; pinel.
kabotaj ticareti.
cock: Germek; kurmak.
coastward: Sahil veya kıyıya doğru.
cocking catch: Kurma mandalı.
coastwards: Bkz coastward.
coastways: Bkz. coastwise. cock, air: Bkz air cock.
coastwise: Kıyı veya sahil boyunca. cockboat: Küçük bir bot veya tekne; özellikle büyük
gemilerin işlerini yapan tekne.
cockle 106 cog
cockle: Küçük, derin olmayan bot veya tekne. deyi (cismi) bir yüzey üzerinde hareket ettirmek için
cockleboat: Küçük, derin olmayan ve hatif bir tekne; gerekli kuvvetin, bu harekete karşı olan kuvvete ora
Bkz. cockboat. nı.
cockpit: fa) kokpit; küçük güverten teknelerde coefficient of heat conduction: Kondüksiyon veya
nin kıç tarafında bulunan ve dümenci vb. i dokunma yolu ile ısı geçiş katsayısı; ısı dokunum
dan kullanılan havuz, b) bazı küçük uçaklarda pilot katsayısı.
veya bir ya da İki yolcunun oturacağı yer. c) bir sa coefficient of kinetic friction: Kinetik sürtünme katsa
vaş gemisinin en alt kıç güvertesinde kıdemsiz yısı.
bayların koğuşu; savaşta yaralılar için revir olarak coefficient of linear expansion: Lineer genişleme
kullanılır (ABD). katsayısı.
cockhut: Akşam alaca coefficient of permeability: Permeabilite katsayısı;
karanlığı. geçirgenlik katsayısı; hidrolik iletkenlik.
cocoa butter: Kakao yağı; kakao çekirdeklerinden coefficient of restitution: Eski haline gelme katsayı
çı karılan, kozmotik yapımı ve eczacılıkta kullanılan sı; belirli bir malzemeden yapılmış bir kürenin, diğer
sa rımsı beyaz bir yağ. bir maddeden yapılmış bir yüzey üzerinde geriye sıç
coconut: Hindistan rama yüksekliği İle hesaplanan bir katsayı.
cevizi. coefficient of static fraction: Statik ya da durağan
coconut oil: Hindistan cevizi yağı; hindistan cevizinin sürtünme katsayısı.
kurutulmuş etli kısımlarından elde edilen bitkisel coefficient of steadiness: Düzgünsüzlük katsayısı.
yağ; sabun vb. i yapımında kullanılır. Mot. kullanılan bir volanın maksimum ve minimum
tesisi veya kuruluşu: Combined Diesel and Gas çevre hızlarının farkının, onun ortalama çevre
Turbine Plant sözcüklerinin baş harflerinden hızına
oluştu rulan bir kelime. oranı; elektrik makinelerinde 1/50-1/65 ve motorlar
code: 1) Telgraf, bayrak, heliyograf vb. inde olduğu da 1/20-1/100 değerleri arasında değişir.
gibi, mesaj göndermek için kullanılan harf ya da coefficient of uniformity: Mot volanlarda sözü edi
sa yılar takımı. 2) harfler, şekiller vb. lerinin özel len bir kavram; düzgünlük katsayısı; volanın maksi
anlam ları olan şifreli yazı yazma sistemi. 3) mum ve minimum devir sayıları farkının, ortalama
böyle bir sis temde kullanılan sembol veya devir sayısına oranı; tersi düzgünsüzlük katsayısı.
simgeler. coefficient of velocity: Hız katsayısı.
code: mesaj göndermek için kullanılan harf ya da coefficient superficial expansion: Alan genişleme
sa yılar; Örneğin Mors alfabesi. Katsayısı.
codeia: Bkz. coenzyme: Koenzim; enzimler sistemi veya
codeine. grubu; heksoz şekerleri etanol ve karbon dioksite
codeine: Haşhaştan elde edilen, morfine ayrıştırır; bira mayasında bulunur.
benzeyen, etkisi bakımından ondan daha hafif ve coequal: Bkz.
daha az ba ğımlılık yapan bir alkaloit, C18H21O3 equal.
N.H2O; ağrıları gidermek için ve yatıştırıcı coeval: Aynı yaş ve periyotta olanlara ait; çağdaş.
(müsekkin) olarak kullanı lır. coextend: Bir hacim veya zamanda eşit olarak
code page: Kod yetiş mek.
sayfası. coffee mill: Kavrulmuş kahve çekirdeklerini öğütmek
cod-liver oil: Morina balıklarının karaciğerlerinden çı için kullanılan bir makine veya alet; kahve
karılan, türlü vitaminler kapsayan, kandaki al değirme ni.
yuvar ların sayısını çoğaltan, hastalıklara direnci coffer: 1) koferdam Bkz. cofferdam. 2) bir kanal,
arttıran bir hayvansal yağ; balıkyağı. ne hir, dok vb. inde mavna veya bir gemi İçin
coefficient: 1) sonucu oluşturmak için katkıda bulu havuz. 3) kıymetli evrak veya para muhafaza
nan bir faktör (etken). 2) Mafe. sayı ve cebirsel etmek için kulla nılan dayanıklı metal kutu; kasa,
sem bol şeklindeki bir katsayı veya çarpan: 6ab'de cofferdam: 1) Den. koferdam; aralarında en az 1 m
6 sayı sı, x(y-z) ifadesinde İse x katsayı veya mesafe bulunan enine çift perde bölmeleri;
çarpandır. 3) Fa. belirli bir koşulda bir maddenin omurga dan tankların aralarına yerleştirilir; makine
bazı özelliklerini değiştirmek için kullanılan bir sayı dairesinin iki tarafında olabilir. 3) çatışma
veya sabite; katsa yı: Genişleme katsayısı gibi. perdesinin bir parça sı olarak da kullanılır. 4)
coefficient of contraction: Çekme veya büzülme farklı sıvıları depolayan tankların arasında
kat sayısı; dört zamanlı motorlarda egzoz bulunan kuru tanklardan herhan gi biri.
gazlarının eg zoz supabı ile yuvası arasından coffin: Genellikle kurşun gibi kalın ve koruyucu bir
dışarı atılmasını belir ten deşarj katsayısının maddeden yapılmış olan ve radyoaktif cisimlerin ta
hesaplanmasında kullanılır; yaklaşık hesaplar için şınmasına yarayan kutu veya sanduka; casket
a = 0,65-0,85 arasında alınabi lir. şek linde de kullanılır.
coefficient of cubical expansion: Hacimsel genişle coffin pump: Kofin pompası; buhar türbinli gemi
me katsayısı. enerji tesislerinde, limanlarda kazanları beslemek
coefficient of discharge: Diz. Mot. meme için kullanılan, devir hareketli, pozitif deplasmanlı
deliğinden hemen çıktıktan sonra huzmenin enine be si suyu pompası.
kesit alanı nın, enjektörüm meme deliği kesit cog: 1) bir başka dişlinin kendisine geçen dişleriyle
alanına oranı; bo şalma veya deşarj katsayısı. hareketi ileten veya alan bir dişlinin çevresinde
coeficient of expansion: Genişleme katsayısı; bulu nan bir sıra diş; diş. 2) çevresinde böyle
sıcaklı ğın 1°C yükselmesiyle birim boy, alan veya dişler bulu nan bir dişli çark. 3) dişli çarka diş
hacim deki büyüme. açmak; dişli yap mak.
coefficient of friction: Sürtünme katsayısı; bir
mad
cog 10 cold body
7
cog: Bir kiriş üzerinde bulunan ve bir başka kiriş üze coinage metals: Madenî para yapımında kullanılan
rinde bulunan oyuğa girerek bağlantı yapan bir çı metaller.
kıntı. coincide: 1) uzayda aynı yerde karşılaşmak veya te
cog : Küçük bir tekne; Bkz. cockboat. sadüf etmek; şekil, durum ve alan bakımından tümü
COGAG; iki farklı gaz türbininden oluşan birleşik ile birbirine benzeyen. 2) aynı anda başlayan; 3) an
enerji tesisi: Combined Turbine and Gas Turbine laşmak; uyuşmak; özdeş olmak.
Plant sözcüklerinin ilk harflerinden oluşmaktadır. coincidence: Çakışma.
cogged: Çevresinde dişler bulunan; birbirine geçmiş coincident: 1) tesadüf etme; karşılaşma; aynı anda
dişliler. meydana gelme veya oluşma. 2) uzay veya boşluk
cogwheels: Dişli çarklar; dişli çiftleri; hareketi aktar ta aynı anda ve aynı durumda başlama. 3) gerçek
mak için kullanılan, dişleri birbirine geçmiş bir çift anlaşma veya uzlaşma.
dişli. coining: Bkz. cold pressing.
cohere: Yapışmak; bir kütlenin parçaları gibi birbirine coin silver: Metal, madenî para yapımında kullanılan
yapışmak. standart ayardaki gümüş.
coherence: Kohezyon; birbirine bağlanma veya ya coir: Halat vb. i yapımlarında kullanılan hindistan cevi
pışma. zi lifi.
coherency: Bkz. coherence. coke: 1) fosil kömürün damıtılması sonucu elde edi
coherent: Birbirine yapışma; kohezyona sahip olan. len, küçük miktarda duman ve büyük ısı oluşturarak
coherer: Rady. eskiden vakum tüplerinde kullanılan yanan, süngerimsi yapıdaki kömür; kok kömürü, a)
bir tür detektör. gazhane koku: Hava gazı üreten fabrikalarda yapılır,
cohesion: 1) yapışma hareketi veya durumu; birbiri soba ve kalorifer kazanlarında kullanılır ve 900°C'de
ne yapışma eğilimi; yapışma. 2) Fiz. bir cismin mole damıtılır, uçucu madde oranı % 30'a kadar olabilir.
küllerini bir arada tutan kuvvet; kohezyon. b) dökümcü koku: Damıtma işlemi 1000°C'de yapı
cohesive: Birbirine yapışık; birbirine bağlı. lır; uçucu madde oranı % 18-% 22, alt ısı değeri
cohesive bond: Kohesyon bağı; kohezyon kuvveti; 6000-7000 kkal/kg kadardır. c) sömikok:
kohezyon dayanıklığı. 600°C'de damıtılır, uçucu maddesi % 10, alt ısı değe
cohesiveness: Dök. kum taneciklerinin birbirlerine ri 6500 kkal/kg'dır; damıtma sırasında yan ürün ola
yapışması yeteneği; yapışıklık. rak katran elde edilir.
cohobate: Çok daha büyük arıtma veya saflık elde et coke breeze: Kok gazı; kok kömürü üretimi sırasında
mek için tekrar tekrar damıtmak veya tasfiye etmek. yan ürün olarak elde edilen ve yakılması zor olan bir
coign: Çıkıntı; köşe; dirsek. gaz.
coil: 1) çevresine sarilmak. 2) çemberler ve spiraller coke oven: Kok kömürü üretilen ocak veya fırın; kok
şeklinde sarılmış olan. 3) birbirine bağlanmış çapı fırinı.
aynı veya giderek büyüyen bir seri boru veya kanal coke-oven gas: Kok ocağı gazı; kok kömürü üretilir
lar. 4) Elekt. a) spiral biçiminde saritmış tel; bobin, ken yan ürün olarak elde edilir yapısında % 48% 57
b) böyle bir spiral kapsayan herhangi bir cihaz. 5) hidrojen, % 27% 36 metan, % 2-% 4 etilen, % 0-% 1
Den. roda (halatlar için söylenir). 6) Den. roda et diğer karbonlu hidrojenler, % 3-% 6 karbon monok-
mek (halat vb. i). 7) Elekt. endüksiyon bobini Bkz. sit, % 1-% 3 karbon dioksit, % 0-% 6 oksijen ve %
Induction coil. 2-% 13 azot bulunur; alt ısı değeri 3560-4455
3
coil boilers: Su Doruları bir bobin veya helis şeklinde kkal/m 'tür.
olan bir kazan; İçten fayrap edilir, yanma gazları ve coke pig: Yüksek fırında yakıt olarak kok kömürü kul
ısı bobinin çevresinde dolaşır. - lanılarak elde edilen pik demiri; kok piki; % 94 veya
coil heater: Elekt. silindir şeklinde dış bir mahfazası daha fazla saf demir, % 3-% 5 karbon ve küçük mik
(koruyucusu) olan ve içinde spiral şeklinde, çapı ve tarlarda fosfor, silisyum, kükürt ve manganez kap
boyu ısıtma kapasitesine bağlı, tellerden oluşan ısıtı sar.
cı; bobin şeklinde ısıtıcı. coke production: Kok kömürü üretimi; Bkz. coke.
coil, heating: Isıtma bobini; ısıtma kangalı; bir sıvının coke value: Bkz. carbon residue.
içine daldırılarak ısıtma; sıcak su, elektrik ya da bu colchicine: Zehirli, sarı renkli, kristalli bir alkaloit,
har ile ısıtma 22 25 C 6 H 0 N.
colcothar: Demir oksit; ferrik oksit, Fe2 O3; boya
coil ignition: Bkz. coil, induction; endüksiyon bobi
ni. maddesi, boya ve cila yapımında kullanılır; demirin
coil, induction: Endüksiyon bobini; Benz. Mot. aküle kahverengimsi kırmızı oksiti olup, demir sülfatın ısıtıl
rin 6-12 voltluk gerilimini 10-20 bin volta yükselten ması ile elde edilir.
bobin; iki sargı ile bu sargıların çevresine sarıldığı cold: 1) sıcaklığı insan gövdesi sıcaklığından çok dü
yumuşak demir göbekten oluşur; sargılardan biri şük olana ait; çok soğuk. 2) ısının yokluğu; kayıp ısı
240 kıvrımlı primer (birincil) sargı ve diğeri ise 21 bin ya sahip olan; kayıp ısısı olan; gerekenden daha dü
sarımdan oluşan sekonder veya ikincil sargıdır. şük ısıya alt. 3) ölü.
coil, primary: Bkz. primary coil. cold air machine: Soğuk hava makinesi.
coil, secondary: Bkz. secondary coil. cold bending: Soğuk bükme (borular için söylenir);
coil spring: Mak. şekli helisel veya sarmal bir bobine karşıtı hot bending.
benzeyen, dairesel veya kare kesitli çelik tellerden cold body: Term, mutlak sıcaklığı diğerine göre daha
yapılmış yay; helisel yay; supaplar vb. I yerlerde kul düşük olan cisim ya da gövde; ısı enerjisi alınışı ve
lanılır. ya verilişine rağmen sıcaklığı sabit kalan cisim.
coil-type heater: Bkz. coil heater.
cold catho d 198 colloid

cold cathod: Soğuk katot; ikincil emisyonla elektron collapsed tube: Buh. Kaza. battal edilmiş veya tapa
sağlayan elektrot; bazan kütle spektrometresinde lanmış bir boru; genellikle akıtan veya delinmiş ka
iyon kaynağı olarak kullanılır. zan borularına uygulanır.
cold chisel: Soğuk metalleri kesmek veya düzeltmek collar: 1) bir mil, rod, şaft veya boru üzerinde bulu
için kullanılan sapsız, yüzeyi sertleştirilmiş çelik bir nan ve yanal hareketi önlemek ve parçaları bağla
keski; soğuk keski. mak için kullanılan çember, bilezik veya flenç (f-
cold-draw: Soğuk çekmek; bir kalıp yardımıyla soğuk lanş); Gem. Mak. kolar; srast yataklarında bulunan,
veya ısıtılmamış bir metali çekmek veya şekil ver srast şaftla birlikte yapılan, fakat ondan daha büyük
mek. çapta olan dairesel parça Bkz. thrust collar.
cold drawing: Soğuk çekme (buhar kazanlarının bo collar bearing: Bkz. thrust bearing.
ruları için söylenir). collar lubrication: Diz. Mot. daha çok ağır ve orta de
cold engine: Soğuk makine; türlü nedenlerle (soğut virli makinelere uygulanan kolarlı yağlama.
ma suyu, hava dolgusu vb. i) sıcaklığı 40°C'nin altın collar screw: Mak. kolarlı vida; vida başının hemen al
da olan ve çalışmayan bir dizel motoru. tında tabla şeklinde kolan olan ve onunla tek parça
cold junction: Soğuk bölge; Bkz. pyrometer. dan yapılan vida.
cold light: Soğuk ışık; fosforesan ışık gibi, yanma ısı collateral: 1) yan yana; paralel. 2) sekonder, ikincil
sı ve akkor durumu ile birlikte görülmeyen ışık. veya talî.
cold luminescences: Soğuk ışık; radyan enerjiyi collect: 1) depolamak; bir araya getirmek. 2) merak
emerek ışık veren herhangi bir madde. için (pul, kitap vb. ini) biriktirmek; kolleksiyon yap
cold pressing: Soğuk baskı veya presleme; 1) made mak. 3) biriktirmek. 4) aylık ücretleri toplamak.
nî para veya madalyonların yüzlerine yapılan kabart collector: 1) Elekt. akım çıkış noktası; elektrikli tram
ma şeklindeki soğuk baskı. 2) bir metal tozunu veya vay, tren, troleybüs vb. lerinde kullanılan ve havaî
başka tozlari briket oluşturmak üzere kalıplarda sıkış hatlara temas eden kol; arş. 2) bir transistörde akım
tırma işlemi. taşıyıcının aktığı bölge; emitör ile aynı türden yarı
cold shocking: Evaporator borularinda oluşan kısır iletken bir parça.
ve taş katmanın kırmak amacıyla sıcak borulara so collector diode: Diot olarak düşünülen kollektör ve
ğuk su verilmesi işlemi; soğuk şok. bir transistorun tabanı.
cold-short: Metal, kırmızı sıcaklıkta olmadığı zaman collet: Halka; tespit parçası; torna aynası.
kırılgan. collide: 1) sert olarak temas etmek; birbirine sert şe
cold shut: Metal, döküm süreksizliği; bir dökümde, kilde çarpmak; çarpışmak. 2) çekişmek.
iki metal damarının birleşememesi nedeniyle, yüzey collier: 1) kömür taşıyan gemi; kömür gemisi; yakıt
de veya yüzeye yakın bir yerdeki süreksizlik; genel gemisi. 2) kömür madeninde çalışan işçi; maden iş
likle döküm sıcaklığının fazla düşük olması sonucu çisi.
oluşur. colliery: Kömür madeni ve onun bina, teçhizat vb. i.
cold spark plug: Soğuk buji; Berız. Mot. yanma oda colligate: Birbirine bağlamak.
sına kadar uzanmayan buji; daha uygun koşullarda collimate: 1) ışık ışınlarında olduğu gibi paralel yap
ve oldukça soğuk çalışır. mak. 2) görüş hattını (teleskop vb. inin) ayar etmek.
cold start: Bilgisay, soğuk başlatma. 2) Mot. soğuk collimator: 1) görüş hattını ayar etmek üzere kullanı
ilk hareket. lan ve odağında çapraz saç bulunan ve bir başka te
cold steel: Çelik bir silah; bıçak veya süngü. leskop, araştırma cihazı vb. ine tespit edilen küçük
cold storage: 1) bayatlama veya bozulması olası be bir teleskop; kolimatör. 2) ışığı kabul eden ve onu
sinlerin soğuk yerlerde, özellikle soğuk hava depola paralel ışınlar halinde prizmaya fırlatan spektrosko
rında depolanması; soğuk depolama. 2) soğuk hava pun tüpü. 3) bunun için kullanılan mercek.
deposu. collinear: Aynı doğru üzerinde; kolineer.
cold storage room: Soğuk hava deposu; özellikle ba collision: 1) motorlu araçlar, trenler veya gemilerde
lık, et vb. i besinlerin dondurulduğu (-40°C), yeşil olduğu gibi, iki hareketli aracın ani olarak birbirleriy
sebzelerin (-4°C'de) korunduklari depo; Den. buz le sert teması; çarpışma; çatışma. 2) iki veya daha
luk. fazla sayıdaki cismin (tanecik, partikül, foton, atom
cold water: Soğuk su; Bkz. cooling water. veya çekirdek sistemleri) birbirine sıkı yaklaşmaları
cold-water dearator: Soğuk sulu havasızlandiricı. ve bu sırada aralarinda enerji, moment ve yük gibi
cold welding: Soğuk kaynak; yaygın olarak kullanıl büyüklüklerin takas edilmesi.
mayan bir kaynak türü; dikiş şeklindeki kaynak. collision bulkhead: Çatışma veya çarpışma perdesi;
cold-work: Soğuk işçilik; metal oda sıcaklığında Bkz. bulkhead
iken collision, elastic: Esnek çarpma; elâstik çarpma;
dövülerek, kalıplayarak ve çekerek şeklini değiştir Bkz. elastic collision.
mek veya deforme etmek. collision mat: Den. yara savunma paleti.
colemanite: Kimy, renksiz veya beyaz, kristalli bir collacate: 1) düzenlemek. 2) yan yana yerleştirmek.
madde, Ca2B6O11 .5H2O; sulu kalsiyum borat; kole- collodion (collodium): Sellüloz nitratın alkol ve eter
manit. karışımındaki renksiz veya soluk sarı renkli, yüksek
coll.: Bkz. collector. yanicilıktaki viskoz bir çözeltisi; çabuk kurur ve daya
collaborate: Birlikte çalışmak; özellikle bilimsel bir iş nıklı, esnek bir katman oluşturur; fotoğraf levhaları
te çalışmak; işbirliği yapmak. vb. lerinde kullanılır; kolodyum.
collapse: 1) çökmek; birlikte ani olarak küçülmek ve colloid: Koloit; çok küçük parçacıklardan oluşan ve
ya çekmek. 2) ani olarak bozulmak, 3) bozulmaya sı vı içinde sürekli olarak askıda bulunan; koloid
neden olmak. 4) arıza veya bozulma grafit
colloidal 109 combustio n chemis t r y

Bkz. colloid graphite gibi.


combination: 1) Birleştirme veya birleştirilmiş. 2) bir
colloidal: 1) koloite benzeyen; koloite ait; koloit kap
leştirilerek yapılmış herhangi bir şey. 3) şifreli bir kin
sayan. 2) koloit tabiatına ait; koloit şeklinde olan.
li açmak için kullanılan bir sıra harf veya sayı. 4)
colloidal carbon: Diz. Mot. koloidal karbon; yağlama
böyle bir kilitin çalışma mekanizması. 5) Kimy. bir bi
yağlarına karışan ve onların rengini değiştiren, yağla
leşiği oluşturan maddelerin herbiri. 6) Mate, kombi
ma özelliklerini bozmayan çok küçük grafit parçacık
nasyon.
ları; separatörle dahi yağlama yağından ayrılmazlar;
combination carrier: Bkz. bulk carrier.
Bkz. colloidal graphite.
combination cycle: Bkz. dual combustion cycle.
colloidal graphite: Bkz. colloidal carbon.
combination look: Şifreli kilit.
colloidal state: Koloidal durum; bileşenleri en fazla
combination plier: Kombine pense; birleşik pense.
1-100 nm (nanometre) arasında olan durum.
combination turbine: Bun. Türb. aksiyon ve reaksi
colloidal system: Koloidal sistem; ölçüleri 1-100 na
yon türbinlerinin karışımından oluşan türbin; kombi
nometre (nm) sınırları içinde olan gerçek madde çö
ne türbin; karmaşık türbin; aksiyon-reaksiyon karma
zeltileri.
şık türbini.
color: 1) belirli uzunluktaki ışık dalgaları tarafından
combination wrench: Mak. birkaç işe yarayan veya
gözün retina tabakasının uyarılması sonucu duyu.
birkaç ağzı olan anahtar; kombine anahtar.
2) belirli bir uzunlukta ışık dalgalarının sapma özelli
combine: 1) birleştirmek üzere bir araya getirmek; ka
ği; Tayfın birincil renkleri kırmızı, sarı, turuncu, yeşil,
rıştırmak; birleştirmek. 2) Kimyasal bir bileşik meyda
mavi, indigo (çivit rengi) ve menekşedir. 3) herhan
na getirmek için birleştirmek. 3) eker, biçer, döver
gi renkli bir madde; boya; pigment veya boya mad
makinesi.
desi, 4) siyah, beyaz ve gri dışında kalan herhangi
combined: Birleşmiş.
bir renk. 5) Maden, bir parça altın. 6) renk vermek;
combl ship: Den. hem adî ve hem de konteynerli yük
boyamak. 7) rengini değiştirmek. 8) renkli olmak;
leri taşıyan gemi.
renklendirmek.
combustibility: Yanabilir olma durumu veya niteliği;
colorable: Boyanabilir.
yanabilirlik; tutuşabillrlik.
coloration: Boyanma; renklenme.
combustible: Yanabilir; tutuşabilir; parlamaya hazır;
color-blind: Tıp. renk körü; belirli renkleri veya her
kolay tutuşan yakıt vb. i şey.
hangi bir rengi ayıramayan.
combustible gas indicator: Den. özellikle tankerler
color-blindness: Tıp. renk körü olma durumu; renk
ve kuru yük gemilerinin tanklarında patlayıcı gaz-ha-
körlüğü; Dalton hastalığı; Daltonizm.
va karışımını saptamak için kullanılan bir cihaz; yanı
colored: 1) bir renge sahip olan; renkli. 2) belirgin
cı gaz göstergesi veya endikatörü.
bir renge ait.
combustible material: Türlü yakıtlar vb. i gibi yanıcı
color filter: Işık etkilerini denetlemek için fotoğrafçılık
maddelerden herhangi biri; yanıcı madde.
ta kullanılan renkli cam perde vb. i.
combustible mixture: Yanıcı karışım. 1) Diz. Mot. be
color-harden: Metal, sadece görüntü için çok az de
lirli bir sıcaklıkta kendiliğinden tutuşabilen hava-yakıt
rinlikte yüzey sertleştirmek.
karışımı. 2) Bern. Mot. buji kıvılcımı (arkı) ile tutuştu
colorimeter: Standart kıyaslama ile rengi saptamak
rularak yakılan hava-benzin karışımı. 3) yüksek güç
veya onun şiddetini ölçmek için kullanılan bir cihaz;
lü dizel motorlarının kerterlerinde oluşan ve patlama
kolorimetre.
ya neden olan yağ buharı ve havanın oluşturduğu
colorimetric: Kolorimetreye ait; kolorimetrik.
karışım.
colorimetrically: Kolorimetre ile ölçülen ya da analiz
combustion: 1) yanma olayı ve işlemi. 2) çoğu za
edilen.
man ışık ve ısı ile birlikte görülen hızlı oksitlenme. 3)
colorimetry: Kolorimetre ile renk analizi veya ölçü
çok az ısı oluşan, ışık görülmeyen yavaş oksitlenme.
mü; kolorimetri.
4) yakıtların yanıcı elemanları olan karbon, hidrojen
coloring: 1) renksiz. 2) canlı olmayan; sönük; donuk.
ve kükürtün, havanın oksijeni ile oluşturduğu, ısı açı
colour: ing. color.
ğa çıkan ve ışık oluşan olay; yanma.
columbic: Kimy. beş değerli kolombiyum kapsayan
combustion acid: 1) yanma asiti; Diz. Mot. kükürtlü
bir bileşiği belirtir; bu bileşiğe ait olan.
yakıtların yanması sırasında oluşan kükürt dioksit ve
columbite: Niyobyum ve demirin siyah renkli bir mi
kükürt trioksitin, soğuk makinede yoğuşan su buha
neral bileşimi, Fe(Cb0 3 ) 2 ; kolumbit.
rı ile oluşturduğu asit; sülfüroz veya sülfürik asit. 2)
columbium: Niyobyum; eski isim (ABD).
columbous: Üç değerli kolombiyum kapsayan bileşik Mot. silindirlerde yakıtların yakılması sırasında olu
leri belirtir veya onlara ait. şan organik asitler.
combustion air: Yanma havası; Diz. Mot. yakıtı yak
column: 1) güverte kirişlerini taşıyan gemi elemanı;
mak üzere silindirlere giren gerçek miktardaki hava.
kolon; sütun. 2) şekli ve görevi bakımından kolona
combustion chamber: 1) Mot. yakıtın yakıldığı ha
benzeyen. 3) Esk. Pist. Buh. Mak. silindirleri taşıyan
cim; ölü hacim; klerens hacmi; yanma odası. 2)
ve alt tarafları ait kadere, üst uçlari ise silindir blokla
Gaz. Türb. yakıtın püskürtülerek yakıldığı, yüksek ba
ra bağlanan, dövme çelikten yapılmış, dairesel kesit
sınç ve sıcaklıkla gazların oluşturulduğu yer Bkz.
li sütun; kolona adı da verilir.
combuster; yanma odası. 3) alev ve duman borulu
colza: 1) özellikle lâmbalarda yakılan yağın çıkarıldığı
kazanlarda, ocaktan (külhandan) sonraki en sıcak
kolza çekirdeği veya tohumu. 2) kolza yağı; colza
yer; cehennemlik; Gem. Mak. kombasçın çember,
oil, rape oil adlari da verilir.
combustion chemistry: Yanma kimyası; yakıtların ya
coma: Bir mercekten geçen meyilli ışık ışınlarının kü
nıcı elemanlarının (C, H, S vb.) oksijenle tepkimesi
resel sapmasının neden olduğu bulanıklık.
ni inceleyen kimya bilimi dalı.
combus t ion , com pl e t e no commensurable
Diz. Mot. yakıtın püskürtülmesinden hemen sonra,
combustion, complete: Tam yanma; kazan ocaklari üst ölü noktayı biraz geçe başlayan süreç; tutuşma
veya motor silindirlerinde yakıtlarin yeterli hava ile gecikmesi, hızlı ve kontrollü yanma ile art yanma gi
yakılması; bu tür yanmada, gaz karişımı karbon mo bi aşamalardan oluşur,
noksit kapsamaz. combustion pressure: Yanma basıncı; maksimum
combustion, controlled: Kontrollü yanma; yavaş yan yanma basıncı; terminal yanma basıncı; yanma sıra
ma; Diz. Mot. basınç zaman (p-t) diyagramında, yan sında silindirde oluşan en yüksek basınç; dizel mo
manın birinci kademesi olan hızlı yanmayı izleyen torlarında 40-140 bar, benzin motorlarında yaklaşık
yanma bölümü veya yanmanın ikinci aşaması. 50 bar değerindedir;
combustion control system: Yanma kontrol sistemi; Pmax kısaltması ile belirtilir.
büyük miktarda yakıt yakılan buhar kazanlarında, combustion process: Bkz. combustion period.
yanma için gerekli hava miktarını otomatik olarak dü combustion products: Yanma ürünleri; Bkz. com
zenleyen sistem veya cihaz. bustion gases.
combustion cycle: Sabit basınçta yanmalı çevrim; di- combustion, rapid: Hızlı yanma; hızlı basınç yüksel
esel çevrimi; hava ile püskürtmeli makinelerin çevri mesi süreci; D/z. Mot, yanmanın birinci kademesi;
mi; sıkıştırma sonunda, basınçlı (60-70 bar) hava ile kontrolsuz yanma; bu periyotta, basınç ağır devirli
püskürtülen yakıtın, silindirde bir basınç değişimi ol makinelerde 2-3 bar/krank derecesi, orta devirli ma
maksızın yandığı bir ideal çevrim. kinelerde 3-4 bar/°K ve yüksek devirli makinelerde
combustion diagram: Yanma diyagramı; yanmanın ise 6-8 bar/krank derecesi kadar yükselir.
aşamalarını (kademelerini) oluşturan tutuşma gecik combustion reaction: Yanma tepkimesi; yanma reak
mesi, hızlı yanma, kontrollü yanma ve art yanmayı siyonu; içten yanmalı makineler, gaz türbinleri, bu
denetlemek için, makine silindirlerinden alınan açık har kazanları vb. inde yakıtın yakılması sırasında olu
veya 90° kaydırılmış p-V diyagramı. şan kimyasal tepkime veya reaksiyon; yakıtın yapı
combustion efficiency: Yanma verimi; motorların si sındaki C, H ve S'ün yanması ısı ve ışık ile birlikte
lindirlerinde yanma sırasında üretilen ısı miktarının, CO2, CO, H 2 0, S0 2 , S0 3 , N0 2 vb. i
yakıtların alt ısı değerine oranı; fam yanmada 1'e oluşmasının
yaklaşır, eksik yanmada 1'den uzaklaşır. tepkimesi.
combustion engines: Almanya'da dizel motorlarina combustion rings: Bkz. arch.
verilen ad; Bkz. internal combustion engine, com combustion space: Mot. yanma odası; yanma mahal
pression ignition engine. li; yakıtın yakıldığı hacim; ölü hacim veya klerens
combustion formulas: Yanma formülleri ve eşitlikle hacmi.
ri. 1) motorlar, jet makineleri, buhar kazanları ve combustion stages: Yanma aşamaları; Diz. Mot. ya
gaz türbinlerinde yakıtın yakılmasını belirten eşitlik kıt püskürtme ve tutuşma gecikmesini izleyen yan
ler. 2) yakıtın alt ve üst ısı değerleri, gerekli oksijen, ma kademeleri : a) hızlı veya kontrolsuz yanma ya
hava ve oluşan egzoz gazı miktarlarının saptanma da hızlı basınç yükselmesi, b) kontrollü veya yavaş
sında yararlanılan formüller. 3) yakıtların yanıcı ele yanma ve c) art yanma.
mentleri olan C, H ve S'nin yanması ile İlgili formül combustion temperature: Yanma sıcaklığı; maksi
ler. 4) ısı kapasiteleri, alî ısı değeri, yanma ve sıkıştır mum yanma sıcaklığı; terminal yanma sıcaklığı. 1)
ma sıcaklıkları, gerçek hava miktarı, atık gazlar mik Mor, yanma sırasında silindir içinde oluşan en yük
tarı vb. i ile hesaplanan yanmanın termodinamik eşit sek sıcaklık: Dizel motorlarında 1400-1900°C ve ben
liği. zin motorlarında 2200-2500°C'dir. 2) buhar kazanla
combustion gases: Yanma gazları; yanma ürunleri; rında yanma sırasındaki sıcaklık, yaklaşık 1200°-
türlü yakıtların kazan ocağı veya motorların yanma 1500°C dolaylarındadır.
odalarinda yakılması sonucu oluşan karbon dioksit, combustion tube: Yanma borusu; yanma tüpü; bir fı
su buharı, karbon monoksit, azot, azot oksitleri, kü rında olduğu gibi, içindeki maddenin yakılarak azal
kürt dioksit ve trioksitler vb. i gazlar. tıldığı, ısıya dayanıklı camdan yapıları bir boru.
combustion-gas products: Bkz. combustion gases. combustor: Yanma odası; gaz türbinlerinde, kompre
combustion gas turbine: Yanmalı gaz türbini; yakıtla sörlerin sağladığı basınçlı hava ile yakıtın karıştırılıp
rın yanma odasında yakılması ile elde edilen yüksek yakıldığı yer; yanma hücresi; kombastör; Bkz. com
basınç ve sıcaklıktaki gazların genişletilmesiyle iş el bustion chamber.
de edilen gaz türbini. comet finder: Kuyruklu yıldızların gözlenmelerinde
combustion, incomplete: Eksik yanma; tam olma kullanılan, geniş bir alanı gören, düşük güçlü bir te
yan yanma; kazan ocakları ve motor silindirlerinde leskop.
yakıtın yeterli olmayan hava ile yakılması; bu tür yan come-in valve: Gem. Mak. besi suyu devrelerinde
mada egzoz gazı karbon monoksit (CO) kapsar. kondensör ile besl tankı arasında bulunan ve açıldı
combustion knock: Yanma vuruntusu; yakıt vuruntu ğı zaman tanktan kondensere su emilmesine müsa
su. 1) Diz. Mot. çok erken püskürtme veya tutuşma ade eden valf; kondenserin susuz kalarak vakumu
gecikmesi normalden çok büyük olan yakıtlarla çalış nun bozulmasına engel olur; karnin valfı; giriş valfı.
ma sırasında, silindir içinde oluşan ve hızı 2000-3000 command: Kumanda; komut.
m/s olan şok dalgasının oluşturduğu tehlikeli vurun commeasurable: Aynı ölçülere sahip olan; ölçüleri
tu. 2) Benz. Mot. buji tırnaklari arasında kıvılcım oluş aynı olan.
madan önce, silindirde yanmanın oluşmasından kay commeasure: Ölçüleri eşit olmak.
naklanan vuruntu; detonasyon; Bkz. detonation. commence: Başlamak; start ya da ilk hareket ver
combustion, perfect: Bkz. perfect combustion. mek.
combustion period: Yanma periyodu; yanma süreci; commencement: Başlama; start.
commensurable: Aynı standart veya ölçü ile ölçülebi-
c omme nsur a t e 111 companio n w a y

lir; eşit.
resi; bilginin bir yerden diğer bir yere aktarılması, du
commensurate: 1) ölçüleri eşit olan. 2) orantılı; ölçü
yulur ve görülür sinyaller için kullanılan bir devre ve
leri orantılı. 3) aynı ölçüler veya standartlarla ölçüle
ya sistem.
bilen.
communication system: Haberleşme sistemi.
commercial: Ticarî; ticarî sülfürik asit gibi.
communicator: İletişim veya muhabereyi sağlayan ki
commercial brass: Ticarî pirinç; % 20 çinko ve % 80
şi veya şey.
bakırdan oluşan pirinç; metal eşya yapımında kulla
commutable: Değiştirilebilir (alternatif akımin doğru
nılır; Muntz metal adı da verilir.
akıma değiştirilmesi gibi).
commercial carburetor: Benz, Mot. ticarî karbüratör;
cormmutate: Yönünü değiştirmek (bir elektrik akımı
çoğunlukla otomobillerde kullanılan karbüratörler-
nın), özellikle alternatif akımı doğru akıma dönüştür
den herhangi biri.
mek.
commercial ship: Ticaret gemisi; ticaret amacıyla ku
commutating field: Elekt. yardımcı kutup manyetik
ru yük, kimyasal madde, dökme yük, petrol ve pet
alanı.
rol ürünleri, meyva ve meyva suyu vb. i taşıyan ge
commutating pole: Elekt. yardımcı kutup; komütas-
mi.
yon kutbu; doğru akım makinelerinde özellikle yük
comminute: Pulverize etmek.
sek güçlü jeneratörlerde ana kutuplar arasına yerleş
comminution: Püskürtme; pülverizasyon; çok ince ve
tirilen ve koltektörde kıvılcıma engel olan ve komü-
küçük parçacıklara ayrılmış.
tasyona yardım eden kutuplardan herhangi biri.
commissure: İki parça arasındaki birleşme çizgisi; di
commutation: 1) Elekt. kollektör veya komütatör yar
kiş.
dımıyla bir akımın yönünü değiştirmek. 2) doğru
commix:
akım jeneratörlerinin endüvilerinde oluşturulan alter
Karışım.
natif akımın, kollektörde doğru akıma dönüştürülme
commodity: 1) herhangi yararlı bir şey. 2) alınan ve
si; komütasyon.
satılan herhangi bir şey; herhangi ticarî mal veya eş
commutative: Komütasyona ilişkin.
ya.
commutator: 1) elektrik akımını, özellikle alternatif
common: 1) genel; çoğu zaman; alelade. 2) rütbesi
akımı doğru akıma dönüştürmek için kullanılan kı
olmayan. 3) ham veya kaba; rafine edilmemiş veya
sım; kollektör; komütatör. 2) elektrik makineleri rotor
damıtılmamış. 4) Mata. eşit olarak iki veya daha faz
larının baş taraflarına yerleştirilmiş, aralarında mika
la miktar veya büyüklüğe ait.
yalıtıcılar bulunan bakır dilimlerinden meydana geti
common carrier: Ücret karşılığı yolcu ve yük taşıma
rilmiş, silindir biçiminde bir kısım. 3) endüvi iletkenle
cılığı ticareti yapan kişi veya şirket.
rinde oluşan alternatif akımı doğru akıma çevirerek
common denominator: Mate, iki veya daha fazla sa
kömür fırçalara ileten endüvi kısmı. 4) dinamolarda
yıda kesrin paydalarının ortak çarpanı: 10 sayısı 1/2
topladığı akımı fırçalara ileten veya dağıtan bölüm.
ve 3/5'in ortak paydasıdır.
commutator bars: Elekt. kollektör veya komütatörü
common divisor: Mate, ortak tam bölen; iki veya da
oluşturan ve aralarında mika yalıtıcılar bulunan bakır
ha fazla sayıdaki sayı veya büyüklüğü kalan bırak
dilimleri; Bkz. commutator.
madan veya tam bölen bir sayı ya da büyüklük: 6 sa
yısı 6,12 ve 36'nın ortak tam bölenidir. commutator end: Elektrik makineleri endüvilerinin
kollektör tarafı.
common fraction: Mate, bayağı ve adî kesir; pay ve
commutator segments: Bkz. commutator bars.
paydası arasında (5/11 ve 5/4 gibi) bölüm çizgisi
commutator stone: Kollektör (komütatör) taşı; hafif
olan kesir.
bozulmuş kollektörlerin yüzeylerini düzeltmek için
common logarithm: Bayağı logaritma; adî logaritma;
kullanılan ve kollektör yüzeyine uygulanan onunla
on tabanına göre logaritma; log kısaltması ile göste
aynı çapta, bir taş, su taşı; fırça taşıyıcıları ve fırçalar
rilir; Bkz. logarithm.
yerlerinden çıkarılarak kullanılır.
common multible: Mate, iki veya daha fazla büyüklü
commute: 1) Elekt. yönünü değiştirmek; Bkz. com-
ğün her birinin ortak katsayısı; 12 sayısı 2, 3, 4 ve
mutate. 2) değiştirmek; yerine koymak. 3) mübade
6'nın ortak katsayısıdır.
le etmek; takas etmek.
common nail: Tel çivi; adî çivi; demir tellerden yapı
camp. : Bkz. 1) compare. 2) composition, 3) com-
lan çivi.
pound. 4) compounded.
common rail system: Diz. Mot. sabit basınçlı püskürt
compact: 1) yoğuşmak; gaz ya da buhar durumun
me sistemi; Gem. Mak. komonreyl sistemi; içersine
dan sıvı haline gelmek. 2) küçük hacim kapsama. 3)
yüksek basınçla (340 bar) verilen yakıtı, kendisine
yoğun; katı (solit),
bağlı borularla, mekanik olarak açılıp kapanan enjek-
compactibility: Sıkabilirlik.
törtere ileten ve püskürtme sağlayan terkedilmiş eski
compacting: Sıkıştırma (mekanik); kompaksiyon.
bir sistem.
common salt: Yemek tuzu; sodyum klorür, NaCI. compactor: Kompaktör; sıkıştırıcı.
compagnie: Bkz. company.
communicable: 1) ulaştırılabilir. 2) bulaşıcı veya sarî:
Hastalıklar için söylenir. compania: Bkz. company.
companion: Den, 1) kaporta. 2) bir gemide bir güver
communicate: Ulaştırmak; iletmek.
teden diğerine inilmesi veya çıkılmasını sağlayan
communication: 1) iletme; iletişim; haberleşme; mu
merdiven.
habere. 2a) Çoğ. telefon, telgraf, radyo vb. inde ol
duğu gibi, mesaj gönderen veya mesaj alan sistem. companion ladder: Bkz.companion way.
b) Çoğ. hareketli ordular ve malzeme sistemi, c) bir companion way: 1) bir geminin güvertesinden kama
yerden diğer bir yere gitmek için yol ya da bir kanal. ralara veya daha aşağıya inen merdiven. 2) bu mer
communication circuit: Muhabere sistemi ya da dev divenin kapladığı hacim.
com pan y 112 complex f rac t io n

company: 1) Den. bir geminin subaylar dahil tüm per compensation: 1) dengeli veya dengelenmiş. 2) ka
soneli; mürettabat veya tayfa. 2) şirket; firma; kum yıp, hasar vb. i için eşdeğer olarak verilen tazminat;
panya. ödeme; yeniden dengelenen.
comparable: 1) karşılaştırabilir; kıyaslanabilir; muka compensation balance: Bir kol veya duvar saatinde
yese edilebilir. 2) kıyaslamaya değer. sıcaklık değişimlerini önlemek üzere kullanılan bir
comparator: 1) nispeten küçük mesafelerin (0,000 denge dişlisi.
127 mm'e kadar) duyarlı olarak ölçümünü sağlayan compensation coil: Fiz. dengeleme veya denge bobi
bir cihaz; kompratör. 2) kolorimetre veya renk ölçer ni; bir manyetik flüks (akı) dağılımını istenilen tarzda
Bkz. colorimeter. 3) EHM. karşılaştırıcı; karşılaştır değiştirmek üzere düzenlenmiş bobin (dizisi).
ma yapmakta kullanılan bir aygıt, cihaz, alet. compensative: Dengeleme veya dengeleme için gö
comparator method: Kompratör yöntemi; bir katının rev yapan.
genleşme katsayısının ölçümünde kullanılan yöntem compensator: 1) dengeleyen kişi veya şey; dengele
lerden biri. yici. 2) hızdaki değişim, yön, akım vb. ini dengele
compare: 1) benzerlik veya farklarını gözlemek ya da mek, düzeltmek veya karşılamak için kullanılan türlü
keşfetmek amacıyla incelemek; mukayese etmek; kı mekanik ve elektriksel cihazlardan herhangi biri. 3)
yaslamak; karşılaştırmak. 2) mukayese; kıyas; karşı Mot. hidrolik regülatörlerin birincil ve ikincil dengele
laştırma. yicilerinden herhangi biri.
compârt: Parçalara bölmek. compensator coil: Elekt. denge ya da dengeleyici bo
compartment: Gemilerde bölme; kompartman. bin; dengeleme bobini.
compass: 1) daire yapmak. 2) tümü ile çevrelemek. compensator spring: Saat yayı; saatlerde kullanılan
3) plân veya tasarım yapmak. 3) türlü geometrik şe dengeleme yayı.
killeri, örneğin daire, elips, helis vb. i çizmek için kul compensatory: Bengeleme veya dengeleme için hiz
lanılan alet; pergel. 5) eğri çizmek. 6) daire. 7) man met etme.
yetik iğnesi serbest olarak hareket eden ve manyetik complement: 1) tamamlamak veya doldurmak için
kuzeyi (kuzey kutbunu) gösteren ve yön bulmada gerekli sayı veya miktar; tamamlayıcı. 2) bir bütünü
kullanılan herhangi bir cihaz; pusula; denizci pusula tamamlamak için eklenen veya ilave edilen şey; bir
sı; manyetik pusula. 8) devre; rota birini tamamlayan iki parçadan herhangi biri. 3) Ma
compass: Bkz. divider. te, verilen bir açı veya yaya eklenerek onu 90 dere
compass, beam: Bkz. beam compass. ceye eşit yapan miktar. 4) Den. bir gemiye tayin edil
compass card: Pusula kartı; pusula iğnesinin çevre miş tayfa, zabit vb. lerinin tümü. 5) tamamlamak;
sinde hareket ederek pusula yönlerini işaretlediği, tam yapmak.
çoğu zaman dairenin derecelerine (360°) bölünmüş complementary: 1) tamamlama; tamamlayıcı gibi iş
dairesel kart. lem yapma.
compass declination: Pusula inhirafı veya sapması. complementary angle: Tamamlayıcı açı; diğerini 90
compass needle: Pusula iğnesi. dereceye tamamlayan açı.
compass, mariner's: Bkz. mariner's compass. complementary colore: Birleşerek beyaz veya beya
compass needle: Pusula iğnesi. zımsı ışık oluşturan, tayfın herhangi iki rengi; Eğer
compass pencil: Pergel kalemi; bir pergelin uçların bir disk yarısı sarı ve diğer yarısı maviye boyanarak
dan birine takılan ve daire veya daire parçası çiz hızla döndürülürse, beyaz veya gri olarak görülür.
mek için kullanılan kurşun uç veya kurşun kalem. complete: 1) parçalarının hiçbiri eksik olmayan; ta
compass saw. Dar, meyilli bir testere ağzına sahip mam; bütün; komple. 2) tamamlanmış; bitirilmiş. 3)
olan ve eğriler kesmek için kullanılan bir el testeresi. tamamlamak; bitirmek.
compatibility: Uyumluluk. completely: Tümü ile; tümüyle; bütünüyle.
compatible: Uyumlu. complete combustion: Bkz. combustion, complete.
compensate: 1) bir ağırlık, kuvvet vb. inin dengelen complete expanding nozzle: Buh. Türb. tam genişle
mesini sağlamak. 2) Meka. bir değişkeni etkisiz hale meli meme; herhangi bir akışkanın basıncını çıkış
getirmek. 3) dengelemek; denklemek. basıncına kadar genişleten meme veya nozul.
compansated carburetor: Benz. Mot. dengeli veya complete expansion: Tam genişleme; Pist. Bun,
dengelenmiş karbüratör; arlan yük ile hava-yakıt dol Mak. buharın silindir içinde karşı basınca kadar ge
gusunu zenginleştiren özelliklere sahip karbüratör. nişletilmesi; tam genişlemen (makine); karşı basın
compensating jet: Benz. Mot. dengeleme memesi; cın genişleme sonu basıncına eşit olduğu (makine).
karbüratör dengeleme memesi veya nozulu. completion: Tamamlama; bitirme; bitiş.
compensating mechanism: Dengeleme mekanizma complex: 1) birbiriyle ilişkili iki veya daha fazla parça
sı; denge mekanizması veya düzeni; özellikle basit kapsayan; bileşik; karmaşık; bir kaç parçadan oluş
hidrolik regülatörlerin sakıncalarını gideren düze muş. 2) basit olmayan; mürekkep; çok parçalı.
nek; birinci! ve ikincil dengeleme. complex anion: Kompleks anyon; baştan başa nega
compensating piston: Diz. Mot. regülatörlerde kulla tif şarjları taşır; çoğu zaman bir metalik elementin
nılan bir hidrolik piston; denge pistonu. merkez atomu gibidir.
compensating resistor: Elekt. denge direnci. complex cation: Kompleks katyon; baştan başa pozi
compensating spring: Diz. Mot. bazı regülatörlerde tif şarjları taşır; iyonun yapısı bir metalik elementin
pilot valfın altında bulunan bir yay; denge veya den merkez atomu gibidir.
geleme yayı. complex fraction: Karmaşık bayağı kesir; hem pay
compensating wheel: Mak. dengeleme tekeri; denge ve hem de paydasında bayağı kesir bulunan mate
tekerleği. matik ifade.
complex ion 113 compound-wound motor
complex ion: Kompleks iyon; kesinlikle, birden fazla compounded oil: içersine belirli bir miktar sabit yağ
atomdan oluşur. Bkz. fixed oil eklenmiş mineral yağ; bileşik yağ; ge
complexity: Karmaşık olma durumu veya niteliği; kar mi makineleri, buhar silindirleri, takırn tezgâhlarında
maşıklık; komplekslik. kullanılır.
complex numbers: Kompleks sayılar; karmaşık sayı compounded electric circuit: Birleşik elektrik devre
lar. si; seri ve paralel dirençlerden oluşan bir elektrik
complex quantity: Kompleks büyüklük; z = x+jy'de devresi.
j -. / - 1 , x ve y gerçek ise z kompleks büyüklüktür; z compound compressor: Mak. yüksek verim sağla
tam olarak x ve y ile saptanır. mak üzere havanın sıkıştırıldığı iki kademeli ve biri
component: 1) komponent; bileşen; bileşimde bulu küçük (YB) ve diğeri büyük çaplı (AB), iki silindirli
nan; bir bütünü oluşturan parçalardan her biri. 2) kompresör; Gem, Mak. kampavund kompresör.
Meka. birbirine dik, birbirini kesen, birbirine paralel compound engine: 1) buharın aşırı yoğuşmasından
olan ve bileşkeyi oluşturan kuvvetlerden her biri. 3) kaçınmak amacıyla, stimin iki silindirde genişletildiği
Meka. kuvvet, hız vb. i gibi vektör büyüklüklerinin makine; iki genişlemen makine; biri yüksek basınç
analizlerde, çözümlenebilen elemanlarından biri. (YB) ve diğeri alçak basınç (AB) silindirlerinden olu
component forces: Bileşen kuvvetler; bileşke kuvveti şan pistonlu buhar makinesi. 2) egzoz gazları ile ça
oluşturan kuvvetlerden herhangi biri. lıştırılan aşırı doldurucusu (süperşarjeri) bulunan bir
compose: 1) oluşturmak; meydana getirmek: Harç, uçak motoru.
kireç, kum ve sudan oluşur. 2) bir araya getirmek; compound fraction: Bkz. complex fraction.
uygun sıra ile koymak. 3) ayarlamak; düzenlemek. compound fuel: Gem. Mak. kampavund yakıt; daha
4) Math, düzenlemek (basılacak şey veya harfler ya çok, farklı özellik, viskozite, özgül ağırlık vb. indeki
da hurufatı); dizmek. iki sıvı yakıtın belirli oranlarda karıştırılmasıyla elde
composed: Oluşmuş; meydana gelmiş. edilen ve kendisini oluşturan yakıtlardan farkı! bir sı
composing machine: Matb. bir elde tutarak, içine vı yakacak.
sözcükleri oluşturan harfler dizilen metal kap. compound gauge: Gem. Mak. kampavund (ikili) ge
composite: Farklı parçalardan oluşan; karma; bileşik. yiç (manometre); hem atmosfer üstü ve hem de at
composite boiler: Bileşik kazan; hem akaryakıt ite mosfer altı basınçları (vakumu) göstermek üzere dü
fayrap edilen ve hem de dizel motorlarının egzoz zenlenmiş bir manometre veya basınç göstergesi;
gazlari ile çalışan, tek geçişli, doğru alev borulu ka hava pompaları ve pistonlu buhar makinelerinin al
zan; Bkz. cochran boiler. çak basınç silindirlerinde kullanılır.
composite cycle: Termo. iki sabit hacim, iki sabit ba compound girder: Bileşik kiriş: Köprülerde kullanılır.
sınç ve iki adyabattan oluştuğu düşünülen bir ideal compound machine: Kampavund makine; iki veya
çevrim; Walker cycle adı da verilir; mekanizmasının daha fazla basit makineden oluşan bir makine; birle
karmaşıklığı nedeniyle uygulaması çok güç olan bir şik makine.
çevrim. compound motor: Bkz. compound-wound motor.
composite number: Kendisi ve 1 dışındaki bir sayı ile compound oil: Bkz. compounded oil.
bölündüğü zaman kalan bırakmayan sayı. compound pendulum: Birleşik sarkaç veya pandül;
composition: 1) bir araya getirme; parçalarını birleşti salinim yapmak için dikey bir düzleme mil ile yerleş
rerek bütünü bir araya getirme. 2) değişik kısımlar tirilmiş herhangi katı bir cisim.
dan oluşan bir karışım. 3) Matb. dizgi; mizanpaj; ter compound steam engine: Bkz. compound engine.
tip. 4) alaşım; halita. compound starter: Elekt. birleşik yol verici veya star
composition "G": Bkz. bronze, composition "G", ter; birlikte hareket eden iki kolu olan ve elektrik mo
composition "M": Bkz. bronze, composition "M". torlarının ilk hareketini sağlayan bir yolverici.
composition of forces: Meka. iki veya daha fazla bi : compound turbine: Gem. Mak. kampavund türbin a)
leşen kuvvetin, bileşkesini bulma işlemi. bir yüksek ve bir alçak basınç, b) bir yüksek basınç,
compound: 1) karıştırmak; birleştirmek. 2) parçaları bir orta basınç ve bir alçak basınç ünitesinden olu
veya elementleri birleştirerek yapmak. 3) iki veya da şan buhar türbinleri.
ha fazla parça ya da elementin karıştırılmasıyla olu compound türbine, cross: Bkz, cross compound
şan bir şey. 4) sabit oranda birleştirilen iki veya da turbine.
ha fazla eleman kapsayan bir madde. 5) yüksek ve compound turbine, tandem: Bkz. tandem compo
alçak basınç silindirlerinden oluşan iki silindirli bu und turbine.
har makinesi; kampavund makine. 6) farklı kökenli compound-wound: Elekt. alan sargıları kalın, az sa-
ham petrolden elde edilen iki yağın belirli oranlarda rımlı seri sargı ile, çok sarımlı şönt sargıdan oluşan
karıştırılmasıyla elde edilen yağ; kampavund yağ. 7) motor ve jeneratörleri belirlemek için kullanılır; iki
farklı iki sıvı yakıttan elde edilen, özellikleri farklı sıvı sargılı.
yakacak; kampavund yakıt. 8) atmosfer altı ve atmos compound-wound generator: Kampavund veya kom-
fer üstü basınçları gösteren manometre; kampavund punt jeneratör; kutupları üzerinde hem kalın (seri)
geyiç. 9) iki ayrı cins kutup sargısına sahip olan doğ ve hem de ince (şönt veya paralel) sargılar bulunan
ru akım makinesi; kampavund motor veya kampa doğru akım jeneratörü; gemilerde ışık, güç ve ısıtma
vund jeneratör. 10) alçak ve yüksek basınç ünitele devrelerini beslemek için kullanılır.
rinden oluşan türbin; kampavund türbin. compound-wound motor: Elekt, kampavunt veya
compound: Mak. alıştırma macunu; zımpara macu kompunt motor; kutup sargıları, biri ince ve sarım sa
nu; tıkama macunu; macun. yısı çok (şönt), diğeri kalın ve sarım sayısı az (seri),
compound, boiler: Bkz. boiler compound. yalıtılmış bakır tellerden yapılmış bir dogru akım
compound, chemical: Bkz. chemical compound. elektrik motoru.

Teknik Sözlük - F. 8
compress 114 compression temperature

compress: Sıkıştırmak; sıkıştırarak basınç sağlamak; yabatik verim;izantropik verim; Bkz. adiabatic effici
sıkıştırarak basıncını yükseltmek. ency.
compress: 1} pamuğu sıkıştırarak balya yapmak için compression-ignition cycle: Bkz. diesel cycle.
kullanılan bir makine. 2) ağrı kesmek için kullanılan compression ignition engine: Sıkıştırma ile yanmalı
sıcak veya soğuk suya batırılmış tampon. 3) vücu motor ya da makine; Bkz. diesel engine.
dun bir parçasına, basınç uygulamak için kullanılan compression line: İçt. Yan. Mak. p-V veya basınç ha
bir parça kumaş ya da pamuk. cim diyagramlarındaki sıkıştırma eğrisi veya sıkıştır
compressed: Sıkıştırılmış; basınçla bir araya getiril n k
ma hattı; pV = C veya pv = C ifadelerine uygun
miş; basınçla daha derli toplu bir duruma getirilmiş; olarak oluşturulan eğri (n = 1, 34-1, 39 ve k=1,41).
basınçlı. compression period: Bkz. compression stroke.
compressed air: Sıkıştırılmış hava; basınçlı hava; sı compression, point of: Sıkıştırma noktası; kompres
kıştırılarak hacmi küçültülen ve kapalı bir kapta tutu yon noktası; Pist. Buh. Mak. egzoz olayı sürerken
lan hava; türlü devre, mekanizma, ilk hareket devre portun slayt valf tarafından kapanmasıyla silindir için
si, kurum üfleme donanımı, püskürtme sistemi vb. i de hapsedilen bir miktar buharın sıkıştırılmasının
yerlerde kullanılır. başladığı nokta.
compressed air chisel: Basınçlı hava ile çalıştırılan compression pressure: Sıkıştırma ve kompresyon
otomatik keski. basıncı; Mot. sıkıştırma sonunda, yakıt püskürtülme
compressed air hammer: Basınçlı hava ile çalıştırı den veya buji elektrotlarında ark veya kıvılcım mey
lan küçük şahmerdan veya hava tabancası. dana gelmeden önceki en yüksek basınç; benzin
compressed air system: Mak. basınçlı hava sistemi motorlarında 5-15 bar ve dizellerde 30-45 bar değer-
veya devresi; kompresör, hava depoları, valflar, ölçü lerindedir.
ve güvenlik cihazları ve boru devrelerinden oluşan compression ratio: Kompresyon oranı; sıkıştırma ora
bir sistem, örneğin hava ile ilk hareket sistemleri. nı. 1) Mor. piston alt ölü noktada iken silindir hacmi
compressed gas: Sıkıştırılmış gaz; basınçlı gaz; so nin, piston üst ölü noktadayken ölü hacime oranı;
ğutma sistemlerinde kullanılan ve kompresör tarafın benzin motorlarında 5-7,5 (Maks.10,5) dizel motorla
dan sıkıştırılarak basıncı yükseltilen gaz, örneğin fre- rında 10,5-22 ve gemi dizel motorlarında 12-16 değe
onlar, amonyak, etil klorür vb. i. rini alır ve e kısaltması ile belirtilir. 2) Pist. Buh. Mak.
compressed liquid: Bkz. subcooled silindirde sıkıştırmanın başladığı noktanın hacminin,
liquid. strok hacmine oranı.
compressibility: Sıkıştırılabilme durumu ya da niteli compression ratio, critical: Kritik kompresyon oranı;
ği; sıkıştırılabilirlik. Diz. Mot. silindirler içinde, püskürtülen yakılın yakıla-
compressibility factor: Sıkıştırılabilme faktörü veya bilmesi için gerekli ısıyı sağlayan en küçük kompres
etkeni; sıkıştırılabilirlik faktörü; belirli bir gaz kütlesi yon oranı (10,5); bu değerin altında silindirlerde ken
nin hacminin, eğer ideal gaz olsaydı aynı sıcaklık ve diliğinden yanma oluşturulması mümkün değildir;
basınç altında işgal edeceği hacime oranı. e c r kısaltması ile belirtilir.
compressible: Sıkıştırılma özelliği olan; sıkıştırılabilir; compression release valve: Bkz. decompression
sıkışabilir. valve.
compression: 1) sıkıştırma veya sıkıştırılma. 2) Mak. compression release: Diz. Mot. dekompresyon;
a) yakıtın püskürtülmesi ve buji elektrotları arasında kompresyon firarı; bazı dizel motorlarında ilk hare
kıvılcım oluşmasından hemen önceki durum; sıkıştır ket için kullanılan benzin motoru çalıştırılmadan ön
ma ya da kompresyon. b) Pist. Buh. Mak. egzoz ola ce, dizel motorları silindirlerinde oluşacak sıkıştırma
yının sonuna doğru, egzoz portunun çekmece tara basıncının giderilmesi.
fından kapatılmasıyla silindirde başlayan olay; kom compression rings: Kompresyon veya sıkıştırma seg-
presin, c) bir makinede çalıştırma sıvısının sıkıştırıl manları; sıkıştırmayı sağlayan, yanma ürünlerinin
ması olayı: Soğutma kompresörlerinde freon vb. so kartere kaçmasını önleyen segmanlar; sayıları 3-9
ğutucuların sıkıştırılması, d) hava kompresörlerinde arasında değişir ve en üstteki ateş segmanı adını
havanın sıkıştırılması. alır.
compression bolt: Sıkıştırma cıvatası. compression shim: Diz. Mot. Piston kolunun alt kıs
compression card: Bkz. compression diagram. mı ile krankpin yatağı arasina konulan ve klerensi
compression curve: Sıkıştırma eğrisi. 1a) Mot. ku ayarlayarak kompresyon basıncının normal değerler
ramsal p-V diyagramlarında pVk = C, b) gerçek di de tutulmasını sağlayan ince metal levha; sıkıştırma
yagramlarda pVn = C ifadesine uyan eğriler (k=1, simi, layneri ya da şamatası.
41 ve n=1,34-1,39). 2) Pist. Buh. Mak. pv=C eşitliği compression space: Bkz. compression volume.
ne uyan eğri ve gerçek diyagramlarda pVn = C eşitlik compression spring: Kompresyon yayı; bobin şeklin
lerine uyan eğri. de sarılmış yay; motor supapları vb. inde kullanılır.
compression cycle: Sıkıştırma çevrimi; Bkz. com compression stress: Bası gerilmesi veya stresi.
pressor cycle. compression strength: Bası dayanıklığı; bası deneyi
compression diagram: Mot. kompresyon veya sıkış sırasında Bkz. compression test maksimum yükün,
tırma diyagramı; Diz. Mot. silindirlere püskürtülen ya örneğin enine kesit alanına bölümü.
kıt kesilerek, endikatör cihazı ile alınan diyagram; si compression stroke: Sıkıştırma stroku veya kursu;
lindir gömleği, segman vb, i kısımlarin sızdırıp sızdır Gem. Mak. kompresyon stroku; Mot. silindirlere emi
madığını ve dolayısıyla kompresyonun iyi olup olma len hava veya hava-yakıt karışımının sıkıştırılarak ba
dığını anlamak için alınan diyagram. sınç ve sıcaklığının yükseltildiği kurs ya da strok.
compression efficiency: Term, sıkıştırma verimi; ad- compression temperature: Kompresyon veya sıkıştır-
co m p re ssi o n tes t 115 concl usi o n

ma sıcaklığı; sıkıştırma sonu sıcaklığı; terminal sıkış


yin.
tırma sıcaklığı; Benz. Mot. 60°-70°C ve Diz. Mot.
computer, analogue: Bkz. analogue computer.
450°-650°C dolaylanndadır.
computer, digital: Bkz. digital computer.
compression test: Elastik limiti, akma noktası ve ba
computerize: Bilgisayar veya kompüterle hesapla
sı dayanıklığını saptamak amacıyla yapılan bir de
mak
ney.
.
compression tester: Mot. silindirler içindeki sıkıştır
computer limited: Sınırlı kompüter.
ma sonu basıncını ölçmek için kullanılan özel bir ma
con: Serdümene verilen emirlerle bir gemiyi yönet
nometre; kompresyon test cihazı.
mek ya da idare etmek.
compression volume: 1) Mot. piston üst ölü noktada
cone.:Bta. 1) concentrate. 2) concentrated. 3) con
iken piston ile silindir kapağı arasında kalan hacim;
centration.
yanma odası hacmi; sıkıştırma hacmi; compression
concatenate: 1) birbirine bağlı; birleştirilmiş. 2) bir
space şeklinde de kullanılır.
zincirde olduğu gibi birbirine bağlamak veya birleştir
compressive: Sıkıştırıcı veya sıkıştırma eğiliminde
mek; bitiştirmek.
olan.
concave: içbükey; konkav; bir kürenin içinin kesiti gi
compressive stress: Bası gerilmesi; bir cismin boyu
bi, içi boş ve eğrisel bir kesit; içbükey yüzey, hat,
nu azaltma eğiliminde olan bir dış kuvvete direnç
madde vb. I; konkav veya içbükey yapmak.
gösteren iç kuvvet.
concav cutter: İçbükey kesici; konkav kater; içbükey
compressor: 1) baskı yapan kişi veya şey. 2) hava,
oyuklar yapmak için kullanılır.
gaz, soğutucu vb. i akışkanları sıkıştırarak basınçları
concave lens: içbükey mercek; orta kısmı kenarların
nı yükselten makine; kompresör; hava kompresörü,
dan daha ince olan mercek veya adese; konkav mer
soğuk hava kompresörü gibi.
cek.
compressor capacity: Kompresör kapasite veya sığa
concave mirror: Yansıtıcı yüzeyinin eğrisi, gözlemci
sı; kompresörün birim zamanda dış devreye verdiği
3 den uzağa doğru olan ayna; içbükey veya konkav
m veya kg türünden gaz, hava, soğutucu vb. i akış ayna.
kan miktarı.
concavity: 1) içbükey ve konkav olma durumu veya
compressor cycle: Kompresör çevrimi veya saykılı;
niteliği. 2) Çoğ. içbükey yüzey veya şekil.
kompresör diyagramı, 1) öiü hacimsiz bir kompre
concavo-concave: Bazı merceklerde olduğu gibi, her
sörde sabit basınçta hava emilişi, politropik sıkıştır
iki tarafı içbükey olan (mercek veya adese).
ma, sabit basınçta boşalma ve sabit hacimde basınç
concavo-convex: 1) bir tarafı içbükey ve diğer tarafı
düşümünden oluşan çevrim. 2) ölü hacimli bir kom
dışbükey olan. 2) Opt. içbükey yüzü dışbükey yü
presörde ise p-V diyagramında politropik sıkıştırma,
zünden daha büyük derecede eğri olan ve bunun
sabit basınçta boşalma, politropik genişleme ve sa
sonucu orta kısımda incelen veya en ince yeri orta
bit basınçta emmeden oluşan bir çevrim.
kısmı olan merceği belirtir.
compressor efficiency: Adyabatik ve mekanik verim
concenter: Belirli bir merkeze getirmek; odaklamak;
lerin ürünü olup, kompresörün adyabatik gücünün,
yoğunlaştırmak; birlikte belirli bir merkeze getirmek.
kompresörü çeviren elektrik motoruna sağlanan gü
concentrate: 1) belirli bir merkeze doğru yöneltmek
ce oranıdır; kompresör verimi.
veya getirmek. 2) toplamak veya odaklamak (birinin
compressor gun : Kompresör tabancası; basınçlı ha
gayreti vb. ini). 3) şiddet ve yoğunluğunu yükselt
va ile çalışan kaya vb. i delme aleti.
mek. 4) yoğunlaştırmak. 5) yoğunlaştırılmış madde;
compressor oil: Kompresör yağı. 1) dizel motorlu ge
yoğunlaştırılmış.
milerin basınçlı hava (20-40 bar) üreten elektro
concentration: 1) yoğunlaştırma veya yoğunlaşma,
kompresörlerinde kullanılan yağlama yağı. 2) dizel
2) bir çözeltinin dayanıklığı veya yoğunluğu.
motorlarının silindir yağlarına benzeyen bir yağ türü;
concentrator: 1) yoğunlaştıran kişi. 2) çözelti, cevher
kompresör yağlarına nemin varlığı dikkate alınarak
vb. ini yoğunlaştırma için kullanılan türlü cihazlar
% 5 oranında sabunlaşmaya eğilimi olan maddeler
dan biri; yoğunlaştırma cihazı.
katılır; bu maddeler su ile birleşerek daha yapışkan
concentric: Dairelerde olduğu gibi, bir genei merke
bir yağ filmi oluşmasını sağlarlar.
ze sahip olan; aynı merkezli; konsantrik.
compressor scroll: Kompresörlerin Arşimet spirali
concentrical: Bkz. concentric.
şeklindeki, giderek büyüyen keys ya da mahfazası;
concentrically: Konsantrik tarzda; genel merkezli.
santrîüj kompresör keysi.
concentric circles: Merkezleri aynı olan, içice çizil
compressure: Bkz. compression.
miş daireler; konsantrik daireler.
comprise: Kapsamak; içermek; ihtiva etmek.
concentricity: Konsantrik veya aynı merkezli olma du
comptometer: Mekanik olarak toplama, çıkarma,
rumu.
çarpma ve bölme yapmak için kullanılan bir makine;
concentric reducer: Mak. Konsantrik kısıcı veya red-
mekanik hesap makinesi {Ticarî isim).
yuser; bir tarafı büyük ve diğer tarafı küçük çaplı da
computable: Hesaplanabilir; hesap edilebilir.
irelerden oluşan araç.
computation: 1) hesaplama. 2) hesaplama yöntem
concentric spring: Aynı merkezli, iç içe iki veya daha
veya metodu. 3) hesaplamadan elde edilen sonuç;
fazla yay: Supap yayı olarak kullanılır; bazan meka
hesaplanmış miktar.
nik regülatörlerde de bu tür yaylardan yararlanılır.
compute: Hesaplamak; hesap yolu ile (sayı, miktar
conchoid: Mate, konkoit.
vb.) saptamak; hesap etmek.
conclude: 1) bitirmek; sonuçlandırmak. 2) karar ver
computer: Kompüter; hesaplayıcı; hesap makinesi;
mek; saptamak. 3) yaklaşmak; sonuçlanmak; bit
bilgisayar; elektronik hesap makinesi; elektronik be
mek.
conclusion: Karar; sonuç; netice.
concret e 116 conduc t

concrete: 1} kum, çakıl, çimento ve su ile yapılan ve condenser: 1a) Benz. Mot platinlerle paralel bağlı
köprü, barai, bina vb. Serinde kullanılan sert bir mad olan elektriksel cihaz; aralarında yalıtkanlar bulunan
de; beton. 2) Kütle şekli vermek; katılaştırmak. 3) be iki veya daha fazla iletken levhadan oluşan ve elek
tonla yapmak; betonla kaplamak. trik şarjı depolayan bir cihaz; kondensatör; konden-
concrete mixer: Betoniyer; beton karıştırıcı; beton ya ser; meksefe. b) ışık ışınlarını bir cisim veya yüzey
pıcı; içersine ölçekli biçimde konulan çakıl, kum, çi üzerinde toplayan bir mercek ya da mercek dizisi.
mento ve suyu karıştırarak betonu hazırlayan ve ge 2) buhar veya gazları sıvı haline getiren cihaz; kon-
nel olarak elektrik motoru tarafından çalıştırılan bir dansör veya yoğuşturucu.
makine. condenser, auxiliary: Bkz. auxiliary condenser.
concrete muffler: Mot, betonarme susturucu; beton condenser hotwell: Gem. Mak. kondenser hotveli;
susturucu; kara tesislerindeki orta ve yüksek güçlü kondenser domu; kondenserin alt tarafında bulunan
dizel motorlarında kullanılan ve betondan yapılan bir hücre; yoğuşum veya hava pompasının (erpam-
susturucu veya kıvılcım tutucu. pın) alıcısının bağlandığı kısım; üzerinde tesviye şişe
concreting: Beton dökme. si de bulunur.
concur: Aynı anda görülmek; birlikte meydana gel condenser, jet: Açık kondenser; jet kondenser; so
mek veya oluşmak; vaki olmak. ğutma suyu ile yoğuşturulacak buharın birbirine ka
concurrence: 1) aynı zaman ve aynı anda meydana rıştırıldığı kondenser; suyu tatlı olan göllerde çalışan
geliş veya vaki oluş. 2) aynı kanıda oluş. 3) Geom. buharlı gemilerde kullanılır,
a) üç veya daha fazla doğrunun birleştikleri nokta, condenser leaf: Kondensatör veya meksefeyi oluştu
b) bu doğru veya yüzeylerin birleşme yeri. ran levha veya yapraklardan biri.
concurrent: 1) aynı anda meydana gelme veya vaki condenser, main: Ana kondenser; buharlı gemi ve
olma; birlikte vaki olma. 2) aynı noktaya doğru git kara enerji tesislerinde, ana makinenin egzoz buharı
me veya aynı noktada toplanma. nı yoğuşturan kondenser veya yoğuşturucu.
concurrently: Aynı zamanda veya aynı anda. condenser shell: Kondenserin silindir şeklinde olan
cond.: Bkz. 1) conducted. 2) conductivity. 3) con gövdesi veya zarfı; Bkz. condenser.
ductor. condenser, single-pass: Tek geçişli kondenser; doğ
condensability: Yoğuşabilir olma niteliği; yoğuşabilir- ru akımlı kondenser; soğutucu suyun borular içinde
lik. yön değiştirmediği ve bir tarafından girip diğer tara
condensable: Yoğuşabilir; buhar veya gaz durumun fından çıktığı kondenser.
dan sıvı durumuna gelebilir; yoğuşma yeteneği condenser sump: Bkz, condenser hotwell.
olan; yoğuşmaya eğilimli. condenser, surface: Borulu kondenser; kapalı kon
condensate; 1) yoğuşmak; yoğuşturmak. 2) buhar denser; sörfeys kondenser; borularının içinden soğu
veya gazların üzerindeki ısı alınarak dönüştükleri sıvı tucu su geçirilen ve boruların dışında yoğuşturula
durumu; kondenserdeki egzoz buharının soğutulma cak egzoz buharı bulunan kondenser (yoğuşturu
sı ile oluşan yoğuşum suyu veya yoğuşum. cu).
condensate pump: Yoğuşum pompası; Gem. Mak. condenser tube: Kondenser borusu; çoğu zaman ısı
ekstrakşın veya kondenseyt pompası; kondenserin iletim katsayısı yüksek olan Admiralti pirincinden ve
yoğuşma sularını boşaltan veya tahliye eden piston ya diğer bakır alaşımlarından yapılan borulardan bi
lu ya da devir hareketli pompa ri.
condensate system: Ana ve yardımcı kondenserler condensibility: Bkz. condensability.
ile yoğuşum pompası ve boru devrelerinden oluşan condensible: Bkz condensable.
sistem; yoğuşum sistemi veya devresi. condensing: Mak. kondenserli; kondensere egzozlu
condensation: 1) Hava içindeki su buharının, sıcaklı (buhar makineleri için söylenir); karşıtı Bkz. noncon-
ğın azalması ile sıvı (çiğ) haline dönüşmesi; yoğuş densing.
ma. 2) egzoz buharlarının kondenserde yoğuşması condensing system: Gem. Mak. yoğuşum ve soğut
ve su haline gelmesi. 3) soğutma sistemlerinde yük ma suyu sistemi; kondensere gelen egzoz buharları
sek basınçlı gazın (freon vb. i) kondenserde sıvılaş nın yoğuşturulmasını sağlayan ve bir ya da birkaç
ması. soğutma suyu, yoğuşum suyu ve hava çıkarma pom
condensation point: Yoğuşma veya çiğlaşma nokta palari (erpamp) ile boru devresinden oluşan devre;
sı; Bkz. dew point. yoğuşturma devresi.
condensation polymer: Kimysal yoğuşma ile oluştu condensing turbine: Kondenserli veya kondensere
rulan bir polimer, örneğin H2O, HCI, NH3 vb. i gibi egzoz eden türbin; kondenserli türbin.
küçük moleküllerin giderilmesiyle oluşan polimer. condensing water: Yoğuşum suyu; egzoz buharları
condense: Çok yoğun; yoğun. 1) sıkıştırıp hacmini nın kondenserde deniz suyu tarafından soğutulması
küçülterek daha yoğun yapmak. 3) aynı ve farklı mo- ve yoğuşması sonucu elde edilen su.
leküllerdeki atomlarin birleşmesiyle yeni, karişık condensing water pump: Yoğuşturma veya soğutma
(kompleks) bir bileşik oluşturma (Atom veya atom suyu pompası; dolaşım, devri daim. serküleytin ve
lar için söylenir). ya sirkülasyon pompası isimleri de verilir.
condensed: Yoguşturulmuş; daha yoğun yapılmış. condition: i) koşul, şart, kayıt. 2) durum, vaziyet,
condensed milk: Sütün buharlaşabilen suyu çıkarılıp hal. 3) şart koşmak; koşul ileri sürmek.
şeker eklenerek yapılan tatlı, koyu bir süt; yoğun conditioned: 1) şartlı; koşullu; belirli bir koşulda. 2)
süt. koşullara konu; belirli koşullara bağlı. 3) belirli bir
condensed system: içersinde buhar bulunmayan sis koşulda; uygun bir duruma getirilmiş.
tem veya devre; yoğuşum devresi. conduct: 1) Fiz. iletmek, nakletmek veya geçirmek:
co n du cta n c e 117 Cong o re d

Bir iletkenin ısı ve elektriği geçirmesi gibi. 2) bir ilet


cone gear: Koni dişlisi; konik dişli.
ken gibi görev yapmak.
conelrad: Radyo yayın frekansını değiştiren bir sis
conductance: Kondüktans; bir malzemenin elektriği
tem; hava hücumları sırasında, radyo ışınları ile belir
iletme veya nakletme yeteneği olup, akımın uygula
li yerlerin (şehir, tesis vb. i) saptanmasını ölçmek
nan elektromotor kuvvete oranı olarak hesaplanır; di
için kullanılır.
rencin evrik değeri olarak da belirtilir.
cone, oblique: Eğik koni.
conductance bridge: Kondüktans köprüsü; çözeltile
cone pulley: Kademeli veya basamaklı kasnak.
rin iletkenliklerinin doğrudan saptanmasında kullanı
cone, right: Dik koni.
lan bir cihaz; Vetston köprüsü, bir DC akım kaynağı
cone rollers: Mak. konik rulrnanlı yalak; konik rul
ve özel bir denge cihazından oluşur.
manlardan oluşan yatak.
conductibility: Elektrik, ısı vb. ini iletme veya naklet
cone, truncated: Bkz cone, frustum of.
me kapasitesi.
confect: Özellikle karıştırarak veya birleştirerek yap
conductible: 1) Elektrik, ısı vb. ini iletebilen veya ge
ma ya da hazırlama.
çirebilen. 2) iletebilen, nakledebilen veya geçirebi
confer: Bkz. compare.
len.
configuration: 1) parçaların düzenlenmesi; parçala
conductimeter: Maddelerin, özellikle sıvıların elektrik
rın düzenlenmesi ile saptanan bir oluşum ya da şe
sel iletimini (geçirgenliğini) ölçen bir cihaz; kondükti-
kil; görünüş. 2) Astı: gezegenlerin birbirlerine göre
metre.
yerleri.
conduction: 1) ısı enerjisinin bir maddenin molekü
configuration atomic: Bir moleküldeki atomların
lünden molekülüne geçişi; kondüksiyon. 2) elektrik
uzaysal düzenlenmesi.
akımının bir maddeden, örneğin bir metalden veya
confine: 1) Çoğ. sınır ya da sınirlanmış bölge; sınır; li
bir iletkenden geçişi.
mit. 2) sınırlar içinde muhafaza etmek veya Koru
conduction of neat: Fiz. kondüksiyonla ısının geçişi;
mak.
madde boyunca, moleküller ile, sıcaklığın yüksek ol
confirm: 1) sağlam yapmak; sağlamlaştırmak. 2) res
duğu yerlerden, düşük olduğu yere ısı transferi (ak
mi onayla geçerli kılmak. 3) teyit etmek; doğrula
tarılması) işlemi.
conduction, thermal: Bkz. thermal conduction. mak.
confirmation: Teyit; tekit.
conductive: iletkenliğe sahip olan; iletken; geçirgen.
conflagrant; Yanına; alev alev; alevli.
conductivity: 1) ısı, elektrik vb. iletme veya nakletme
conflagration: Büyük ve tahrip edici yangın.
özelliği; iletkenlik. 2) Elekt. bir maddenin birim za
confluence: 1) birlikte akma, özellikle iki veya daha
manda birim küpünden geçirilen elektrik miktarı; öz-
fazla devre veya akarsuyun birlikte akması. 2) bu şe
dlrencin evrik değeri.
kildeki akarsuyun oluştuğu yer.
conductivity cell: içinde iki elektrot bulunan bir hüc
confluent: 1) bir şekil oluşturacak biçimde birlikte ak
reden oluşan ve çözeltilerin veya erimiş katıların ilet
ma ve yürüme. 2) diğeri ile birleşen bîr akarsu (de
kenliğini ölçmek için kullanılan bir pil.
re, çay, ırmak).
conductivity, electrical: Bir iletkenin özdirenci veya
conflux: Bkz. confluence.
özdirencinin evrik değeri; Ohm'un evrik değeri veya
3 confocal: Mate, aynı odak veya odaklara sahip olan.
mho/cm türünden ölçülür.
conformable rings: Diz. Mot. uyumlu segmanlar; rad-
conductivity, thermal: Bir cisim boyunca kondüksi
yal kalınlığı azaltılmış, yuvası ile arasına bir yay ko
yon yolu ile transfer edilen veya aktarılan ısı miktarı;
nulmuş ve böylece silindir duvarına iyi bir şekilde
ısıl iletkenlik.
basması sağlanan yağlama yağı segmanları.
conductometer: İletkenliği, özellikle ısıl iletkenliği ölç
congeal: 1) soğutma veya dondurma ile katılaştırmak
mek için kullanılan bir cihaz; kondüktometre.
veya kalınlaştırmak. 2) kalınlaşmak; koyulaşmak,
conductor: 1) elektrik, ısı vb. ini ileten veya geçiren
pıhtılaşmak; pelteleşmek.
düşük dirençli katı, sıvı veya gaz; iletken; nakîl; elek
congius: 1) Eski Roma'da 3.3124 litreden biraz kü
triği iyi bir biçimde ileten metal bir çubuk veya tel.
çük bir hacime eşit olan sıvı ölçü birimi. 2) Ecz. ga
conductor, thermal: Isının kondüksiyon yolu ile aktı
lon (3,78 litre).
ğı cisim veya gövde; ısıl iletken.
conglomerate: 1) bir küre ya da yuvarlak bir kütle
conduit: 1) sıvıları taşımak için kullanılan boru veya
şekli vermek veya toplamak. 2) küre ya da yuvarlak
kanal. 2) elektrik tellerini korumak için kullanılan bo
bir kütle şekli verilmiş veya toplanmış. 3) ayrı parça
ru ya da koruyucu; kablo borusu. 3) İletken.
ve maddelerden tek bir kütle şeklinde yapılmış.
condy's fluid: Kalsiyum ve potasyum permanganatın
bir çözeltisi, KMnO4 veya Ca(MnO 4 )2 ; dezenfektan conglomeration: Türlü şeylerin küme, karışım veya
olarak kullanılır. kütlesi.
cone: 1) Geom. tabanı daire ve yanal yüzü üçgen conglutinate: Birbirine yapıştırmak; adezyon ile birleş
olan solid bir şekil; koni. b) yüksekliği eksen gibi ka tirmek.
bul edilerek, bu eksen etrafında, döndürülen dik bir Congo dye (or color): Başlıca benzidin'den üretilen
üçgenin oluşturduğu solid şekil. 2) yanardağ zirvesi belirli azotlu boyalardan herhangi biri; Kongo boyası
veya türlü makine parçalarından herhangi biri gibi, veya rengi.
şekil Koniye benzeyen herhangi bir cisim veya kütle. Congo paper: Kongo kırmızısı ile boyanmış kağıt;
cone coupling: Koni kaplın; konik kavrama; mahrutî asitlerin varlığını saptamak için kullanılır.
kavrama. Congo red: Kompleks bir organik asitin sodyum tu-;
cone, frustum of: Kesik koni; yatay veya meyilli ya zu; yün ve pamuk boyamak ve asit kökenli endika-
da eğik bir düzlemle kesilmiş koni. tör olarak kullanılır; asit çözeltilerinde mavi ve alka
lin veya nötr çözeltilerde kırmızı olarak kalır.
congruent 118 consis t

congruent: 1) Geom. aynı şekil veya ölçüye sahip bi layan, dövme çelikten yapılmış ve dairesel kesitli bir
ri diğerinin üzerine konulduğunda, tüm parçaları tü kol.
mü ile birbirine çakışan şekiller. 2) Mate, benzer sa connection: 1) birleştiren bir şey veya parça. 2) bir
yılar. leşmek veya birleştirilmiş; Kaplin; bağlantı; bağlayıcı
congruity: Geom. tam çakışma (iki veya daha fazla (union). 3) bağlantı veya ilişki. 4) Elekt. devre. 5) bir
şekli için söylenir). noktadan diğerine muhabereyi sağlayan (telefon,
conic: Geom. konik; konik kesit. telgraf vb. i için) hat.
conical: Koniye benzeyen veya koni şeklinde olan. connective: Bağlayan veya rapteden,
conical gear: Konik dişli. connector: 1) elektriksel ilişki sağlamak için, tel veya
conical head rivet: Konik başlı perçin; konik perçin. kablonun ucuna bağlanan, istenildiği zaman kolay
conical refraction: iki eksenli bir kristalde, uygun bir ca çıkarılabilen bir araç; klemens; bağlayıcı. 2) ra
dokunma açısı ile bir ışık ışınının içi boş bir koniye kor; ara parça.
aktarılması; konik şekilde kırılma. connexion: Bkz. connection ing.
conical rollere: Konik rulman; konik rulmanlardan conning tower: 1) suüstü savaş gemilerinin güvertele
oluşan dişli. rinde bulunan, gözetleme ve kontrol için kullanılan
conic projection: Dünya yüzeyinin bir koni yüzeyi zırhli kule; kule. 2) denizaltı gemilerinin giriş olarak
üzerine izdüşümü ve koni yüzeyinin açınımı ile oluş da kullanılan alçak, gözetleme kulesi.
turulan bir harita türü; konik izdüşüm; bu yüzey üze conoid: 1) koni şeklinde şey. 2) Geom. konik bir kesi
rinde enlem paralelleri iç içe ve aynı merkezli daire tin ekseni çevresinde dönmesiyle oluşan şekil; kono-
ve meridyenler eşit olarak belgelenmiş yarıçaplar it.
şeklinde görülürler. conoidal: Koni veya konoite benzeyen şekilde veya
conics: Geometrinin konik kesitlerle ilgilenen dalı. onlara ait. Conradson carbon value: Akaryakıtlar ısıtılıp buhar-
conic section: Geom. dik ve dairesel bir koninin bir laştırıldıktan sonra, uçucu maddeleri yakılarak geri
düzlem ile kesilmesi sonucu oluşan elips, parabol ye kalan yüzde türünden karbonumsu madde mikta
ve hiperbol gibi bir eğri. rı; bu değer ağır devirli, yüksek güçlü dizel motorla
conic sections: Geometrinin elips, parabol ve hiper rında en fazla % 4 ve yüksek devirli dize! motorların
bollerle ilgilenen dalı. da ise % 0,5 dolayındadır; Konradson Karbon değe
coniins: Bkz., conine. ri.
conin: Bkz, conine.
conine: Birleşmek; ünite oluşturmak; bağlanmak; bir Conradson coke value: Bkz. Conradson carbon va
leştirmek. lue.
conjoint: 1) birbirleriyle birleşmiş; birleşmiş; birleştiril conrod: Bkz. connecting rod.
miş. consequent: Mate, bir oranın ikinci terimi.
conjugate: 1) Mak. karşiliklı olarak birbirlerinin yerine conservation: 1) koruma; sakınım; kayıp; ziyan olma
geçebilen (iki nokta, doğru, miktar vb. i gibi). 2) vb. inden koruma. 2) ormanlar gibi doğal kaynakla
özellikle bir çift oluşturacak şekilde birbiri ile birle rın resmî bakım ve korunması. 3) resmî kontrol altın
şen. da olan orman, balıkçılık vb. i veya bunların bir par
conjunct: Birleşmiş; birleştirilmiş; birleşik; bağli. çası.
conjunction: 1) Astr. a) iki veya daha fazla sayıda conservation of energy: Enerjinin sakinimi. 1) enerji
gök cisminin görünür yaklaşması, b) aynı göksel yaratılamaz veya yok edilemez, ancak kısmen veya
boylamda olma durumu. 2) birbirine birleştirilmiş ya tamamen bir enerji türünden diğerine dönüşebilir.
da bağlanmış. 3) aynı anda oluşma veya vaki olma 2) yalıtılmış bir sistemin toplam enerjisi sabittir.
(olaylar için söylenir). conservation of matter, law of: Maddenin sakinimi
conjunction astronomical: Astronomik kavuşma; bir kanunu. 1) madde yaratılamaz veya yok edilemez.
gezegen veya gök cisminin dünya ve güneş ile bir 2) kimyasal bir tepkimede olaya giren maddelerin
hizada olduğu ve güneş gibi dünyanın aynı tarafın ağırlığı, oluşan ürünlerin ağırlıklarının toplamına eşit
da olduğu durum. tir.
connect: 1) bir şeyi diğerine bağlamak veya birbirleri conservation of momentum: Momentumun sakini
ne bağlamak ya da birleştirmek. 2) telefon ile bağ mi; birbiriyle çarpışan herhangi iki gövdenin, herhan
lantı teminini devre ite sağlamak; santral memuru ve gi bir yöndeki toplam momentumu, bu yönü etkileye
ya memuresinin sağladığı devre. 3) Elekt. bir devre cek dış bir kuvvet olmadıkça değişmez.
ye bağlamak. conservation of momentum, law of: Momentumun
connected: 1) birbirlerine bağlı; birleştirilmiş. 2) belir sakinimi kanunu. 1) momentum, enerji ve madde
li bir sırada birleştirilmiş. de olduğu gibi yaratılamaz veya yok edilemez, an
connecter: Bkz. connector. cak bir gövdeden diğerine aktarılabilir. 2) bir sistem
connecting-bolt: Bağlama cıvatası; bağlayıcı cıvata; de momentumlarin toplamı sabit olup, sistemdeki
tespit cıvatası. değişimlere bağlı değildir.
connecting-cable: Bağlama kablosu; ara kablo. conserve: Hasar, kayıp veya ziyan edilmeye karşı ko
connecting rod: 1) Mot, Pist. Buh. Mak. piston kolu; rumak veya muhafaza etmek.
biyel; Konnektin rod veya konrod; makinenin iki ve considerable: 1) önemli; dikkate değer. 2) çok veya
ya daha fazla hareketli parçasını birbirlerine bağla geniş.
yan kol; Mot. pistonla krank milini birbirine bağla consist: Oluşmak; meydana gelmek (belirli madde
yan, dövme çelikten yapılmış kol. 2) Gem. Mak. çap veya parçalardan); Su oksijen ve hidrojenden mey
raz muylu (kroshed) ile krank milini birbirlerine bağ dana gelmiştir gibi.
consistency 119 consumer
yanma.
consistency: 1) bir arada tutma durumu veya koşu constituent: 1) bir bütün oluşturmak için gerekli
lu; 2) bir sıvıda olduğu gibi yoğunluk, kesafet veya olan; bileşen. 2) gerekli parça veya eleman. 3) karış
koyuluk; kivamlilik. tırma işi yapıldıktan sonra karışımın bir parçası; bir
console: 1) raf, korniş vb. ini taşımak için kullanılan karışımın içinde bulunan ve o karışımı oluşturan
bayrak (braket); konsol; Süs için kullanılır. 2) döşe maddeler.
me üzerinde duran bir radyo veya fonograf kabini. constr.: Bkz. construction.
consolidate: Solit (katı), kuvvetli veya dayanıklı yap constrain: 1) zorlamak veya yakın sınırlar içinde tut
mak veya olmak. mak; tehdit etmek: sıkıştırmak. 2) zorlamak; zorunlu
consonance: Senkron olma; uygun olma; iki meka kılmak; mecbur etmek.
nizmanın paralel olması. constrained: 1) zorlanmış; mecbur edilmiş; sıkıştırıl
const. (Const.): Bkz. constant. mış. 2) doğal olmayan; yapmacık.
constant: 1) değişmeyen; aynı kalan, özellikle: a) ta constraining force: Bir cismi sabit durumda veya be
biatı, değeri vb. i bakımından düzgün kalan. 2) tüm lirli bir hareket durumunda tutan bir kuvvet.
zamanlarda süren ya da devam eden; sürekli ya da constrict: Bağlayarak, sıkıştırarak veya çektirerek,
devamlı. 3) değişmeyen herhangi bir şey. 4) Mate, özellikle bir yerinde daha küçük veya daha dar yap
Fiz, değişmeyen büyüklük ve etken; sabite; değiş mak; büzmek; daraltmak.
mez; karşıtı değişken Bkz. variable; C kısaltması ile construct: 1) sistematik olarak bir araya koymak; in
belirtilir. şa etmek, çatmak, kurmak veya tertiplemek (köprü,
constantan: Konstantan; % 60 bakır ve % 40 nikelden kuram, üçgen vb.). 2) sistematik olarak bir araya ge
oluşan bir alaşım; elektrikli ısıtıcıların dirençleri ve pi tirilmiş veya inşa edilmiş bir şey. 3) gerçeklerin sıra
rometre Bkz. pyrometer yapımında kullanılır. ile düzenlenmesi sonucu oluşan bir fikir veya sezgi.
constant entrople: Sabit entropi; adyabatik. 1) ısı construction: 1) bina etme işi veya işlemi. 2) inşa et
alış verişi olmaksızın veya sabi! ısıda durum değişikli me tarzı veya yöntemi. 3) bina edilmiş şey; yapı; bi
ği (S = C). 2) çift yanmalı çevrimde sıkıştırma ve na. 4) tanımlama veya izah. 5) bir cümle, satır vb. in
ge nişleme işlemleri (adyabatik sıkıştırma ve de sözcüklerin ilişki ve düzenlenmesi.
genişle me). 3) Karno Bkz. Carnot çevriminde iki constructional: Yapıya ait veya yapıda.
genişleme ve iki sıkıştırma işlemlerinden birer construction design: 1) makine veya motorun yapım
tanesi. 4) türlü kuramsal çevrimlerin sıkıştırma ve (imalât) plânı veya tasarımı. 2) makine ya da moto
genişleme işlemle ri. run imalât veya yapım özellikleri.
constantin: Bkz. constantan. construction machinery: Yol, bina vb. i yapımların
constantly: 1) daima; her zaman. 2) çok sık; müker da kullanılan makine; inşaat makinesi.
rer olarak. constructive: inşa etmeye yardım eden veya mukte
constant pitch propeller: Den. çalışma veya döndü dir; pozitif veya müsbet; yapıcı. 2) yapıya veya bina
rülmesi sırasında piçi değişmeyen pervane; sabit piç- etmeye ait; yapısal. 3) Huk. yasa! olarak kabul edi
li pervane. len.
constant pressure cycle: Sabit basınçlı çevrim; sabit constructor: Yapımcı; bir yapıyı yapan veya yöneten
basınç çevrimi; sabit basınçta yanmalı çevrim; diesel kişi; müteahhit; inşaat müteahhiti.
çevrimi; yanmanın sabit basınçta oluşturulduğu ku consult: istişare etmek; konsültasyon yapmak; baş
ramsal çevrim; hava ile püskürtmeli motorların ku vurmak; göz önünde tutmak.
ramsal çevrimi. consultant: 1) müşavere eden kişi. 2), doktor, avukat,
constant pressure process: Sabit basınç işlemi. 1) mühendis vb. i teknik bilgi veren kişi; müşavir; danış
hava ile püskürtmeli makinelerde yanmanın oluştu man.
rulduğu işlem (P=C); izobarik işlem veya proses. 2) consultation: 1) müşavere. 2) bir şeyi münakaşa et
kuramsal dizel çevrimindeki yanma. mek, karar vermek veya plânlamak için toplantı; da
constant pressure turbine: Sabit basınçlı türbin; nışma; müşavere; istişare.
özellikle kara tesislerinde elektrik enerjisi üretmek consulting: Özel durumlarda profesyonel veya teknik
amacıyla kullanılan buhar türbini. öğüt vermek için danışman olan ya da müşavirlik
constant-speed motor: Elekt. senkron motor veya kü eden.
çük slipli endüksiyon motoru ya da doğru akımın consulting engineer: Müşavir mühendis.
şönt motoru gibi, normal tuzlardaki işletmelerde hızı consumable: Sarfedilebilir; tüketilebilir eşya; tüketim
sabit veya pratik olarak sabit kalan motor; sabit hızlı malı.
motor. consume: 1) harcamak; israf edercesine sarfetmek
constant temperature process: Sabit sıcaklık işlemi. (zaman, enerji, para vb. i); israf etmek. 2) yangın gi
1) sıcaklık sabit tutularak genişleme veya sıkıştırma işlemi bi tahrip etmek. 3) aşıri şekilde yiyip bitirmek. 4) is
(T=C). 2) Karno çevriminin sabit sıcaklıktaki sıkıştırma raf etmek.
ve genişleme işlemleri. consumed: Tümü ile harcanmış; tümü ile bir başka
constant velocity diagram: Sabit hız diyagramı. şekle dönüştürülmüş.
constant volume cycle: Sabit hacim çevrimi; sabit consumedly: Aşırı ya da çok fazla olarak.
hacimde yanmalı çevrim; yanmanın sabit hacimde consumer: 1) bazı şeyleri tahrip eden, aşıri kullana
oluşturulduğu çevrim; benzin motorları veya karbüra rak bitiren veya ziyan eden kimse veya kişi. 2) Eko,
törlü makinelerin kuramsal teorik çevrimi. tüketici veya müstehlik; tüketen kimse. 3) elektrikli fı
constant volume process: Sabit hacim işlemi; izoko- rın, termosifon, buzdolabı, ampul vb. i elektrikli tüke
rik işlem. 1) İçt. Yan, Mak. yanma ve ısı atılışının sa tici.
bit hacimdeki işlemi. 2) kuramsal Otto çevrimindeki
consumer's goods L/Ü continued proportion
mek. 2) tutma kapasitesine sahip olmak. 3) eşit ya
consumer's goods: Eko. üretilen diğer eşya vb. lerln- da eşdeğer olmak. 4) özellikle artık bırakmaksızın
den daha çok halkın gereksinimine uygun yiyecek, bölünebilir olmak.
kumaş vb. i eşyalar; tüketim malları. container: 1) Den. çelik saçlardan yapılan, dikdört-
consumption: 1) tüketim; sarfiyat; harcam; bir şeyin gense! prizma şeklinde 20-30 ton arasında yük alabi
tahrip ve ziyan edilmesi veya bitirilmesi. 2) Eko. tüke len, limanlarda tır'lar tarafından taşınan büyük çelik
tim; tüketilen miktar. kutu; konteyner. 2) bazı şeyleri kapsamak veya içi
consumptive: 1) tüketme veya tüketme eğitimi; tah ne koymak için kullanılan kutu, kavanoz, sandık vb.
rip edici; savurgan; müsrif. 2) tüketim malları için ve i.
ya tüketim mallarına ait. container ship: Konteyner taşıyan gemi; kontoyner
consumption per hour: Mot. bir saatteki yakıt, yağla gemisi; Bkz. container.
ma yağı, hava vb. i sarfiyat ya da tüketim; kg/saat, contaminate: Kirletmek; pis yapmak; pisletmek; bu
g/saat türlerinden belirtilir. laştırmak.
consumption, specific: Özgül harcam, tüketim veya contaminated: Bulaşmış; gayet az radyoaktif cisimler
sarfiyat; bir beygirgücü veya kilovat türünden güç eklenerek radyoaktif yapılmış.
başına bir saatte tüketilen veya harcanan kg veya contaminated drainage system: Makineler, boru
grarn türünden yağ, yakıt, hava, buhar vb. i; kg/hp- devreleri veya diğer sistemlerden gelen yağ ve suyu
saat, kg/kw-saat vb. i birimlerle belirtilir. makine dairesindeki sintinelerden toplayan bir dev
consumption, specific air: fite, specific air con re; kirli drenaj sistemi.
sumption. contaminaied-oil settling tanks: Su veya diğer ya
consumption, specific fuel: Bkz. specific fuel con bancı maddelerle kirletilmiş fuel-oili dinlendirerek ya
sumption. bancı maddelerinden ayıran tanklar. Bkz. settling
consumption, specific oii: Bkz. specific oil con tanks.
sumption. contaminated oil tanks: Kirli yağ dinlendirme tankla
consumption, specific steam: Specific steam con rı; Bkz. contaminated-oil settling tanks.
sumption. contamination: 1) kirletilmiş; bulaştırılmış; yağlama
contact: 1) Elekt. a) bir devredeki iki iletken arasında yağının su, yakıt, metal parçacıkları, kurum, yanma
ki dokunma veya dokunma noktası; elektrik kontağı, asitleri tarafından kirletilmesi. 2) kirleten veya bulaştı
b) böyle bir bağlantı yapmak için kullanılan cihaz. ran şey; 3) kirlenme.
2) sarî hastalık bulaştırabilen kimse; portör. 3) bağ lantı contamination, oil: Bkz. oil contamination.
kurma; temas temin etme: Bir uçak pilotunun kontrol contamination, radioactive: Radyoaktif kirlenme; 1)
kulesi ile temas etmesi gibi. 4) Hava. hazır: Uçak istenilen bir maddenin, istenmeyen bir radyoaktif
motorunun çalıştırılabilmesi için her şeyin ha zır madde ile karışmış olması durumu. 2) insanlara za
olduğunu belirten sözcük. rar verecek, deneyleri bozacak vb. i şekilde radyoak
contact angle: Dokunma veya temas açısı. tif maddelerin kullanılması durumu. 3) Nük. Müh. bir
contact button: Elektrik düğmesi. reaktör soğutucusu içine kaçak olarak geçmiş radyo
contact flying: Alçaktan uçma; böylelikle pilotun göz aktif madde.
lediği arazi, akarsu, bina vb. i cisimlerle rotasını ta contamînative: Kirletme; kirletme eğilimi; kirletici.
yin edebilmesi. contaminator: Kirleten bir kişi veya şey; kirletici.
contact heater: Bkz. surface heater. content: 1) Çoğ. içindekiler; muhteva; istiap; hacim;
contact point bastard: Dikdörtgen kesitli, ince, çift sı kapsam; içerik. 2) ana madde veya anlamı. 3) Tut
ra dişli eğe; platinleri temizlemekte kullanılır. ma gücü; kapasite. 4) hacim veya yüzey. 5) kapsa
contactor: Elekt. bir çekirdek üzerine sarılmış bobini nan (belirli bir maddenin) miktarı; Dökme demir yük
olan ve bu bobinden akım geçirildiğinde, manyetik sek oranda karbon kapsar gibi.
kuvvetle bir ya da daha fazla kontak açıp kapayan conterminous: 1) bazı noktalarda genel bir sınıra sa
bir tür şalter; küçük bir akımla büyük akımların kon hip olan. 2) aynı sınır ya da limitlere sahip olan.
trolü için kullanılır. continually: 1) tekrar, tekrar. 2) her zaman; kesinti
contactor potential: iki farklı metal levhanın birbirine siz.
dokunması sonucu oluşan elektromotor kuvvet Bkz. continuance: 1) devam etme; devam; devamlılık ve
pyrometer. ya süreklilik.
contact point dresser: Benz. Mot. platin eğesi. continuation: 1) kesintisiz olarak sürme; devam et
contact point file: Benz. Mot. platin eğesi; meme yap me. 2) uzatma ya da temdit.
mış platinleri temizlemek için kullanılan özel bir eğe. continue: 1) devam etmek; sürmek; yürürlükte kal
contact point gap: Benz. Mor. platin aralığı, boşluğu mak. 2) belirli bir duruma dayanmak. 3) aynı yer ve
veya klerensi; yaklaşık 0,50-0,51 mm dolayındadır. ya durumda kalmak. 4) ısrar etmek. 5) bir kesilme
contact process: Önce kükürt trioksit yapımı ve son veya inkitadan sonra tekrar devam etmek. 6) kalma
ra onun konsantre (derişik) sülfürik asit tarafından ya neden olmak; muhafaza etmek, korumak; baki
emilmesi, dumanlı sülfürik asit elde edilmesi ve bu kalmak.
asit ile suyun tepkimesi sonucu sülfürik asit yapımı. continued fraction: Sürekli veya devamlı kesir; pay
contact screw: Benz. Mor. kontak vidası; platin vida dasının paydası ve onun da paydası şeklinde devam
sı. eden kesir.
contact socket: Elekt. duy. continued proportion: Her iki komşu terimleri arasın
contact spring: Benz. Mot. kontak yayı; platin yayı. da belirli bir oran bulunan üç ya da daha fazla sayı
contact welding: Bkz. gravity welding. ve büyüklükten oluşan bir dizi: 3, 6,12, 24 sayıları gi-
contain: 1) içine almak; kapsamak; ihtiva etmek; içer
continuity 121 contro l rod s

bi.
continuity: 1) sürekli olma durumu veya özelliği; sü doğru, diğeri sola doğru görünür; gemi daha iyi dü
reklilik; devamlılık. 2) sürekli bir dizi veya seri. 3) men dinler, ileri itiş veya srast çoğalır.
Rady, a) programın parçalarını birleştiren anonslar contrail: Hava. çok yüksekte uçarken jet uçaklarının
veya açıklamalar serisi, b) bir programın konuşmacı egzozlarının oluşturdukları beyaz ve giderek genişle
sının elindeki notlar. yen iz.
continuous: Aralıksız, sürekli veya devamlı. contra propeller: Kontra pervane; Bkz. contraguide
continuous carryover: Sürekli olarak makineye su rudder.
yürümesi; kazanlarda su parçacıklarının buharla bir contra-rotating propeller: Zıt dönüşlü pervane; birbi
likte, sürekli olarak pistonlu buhar makinesi ya da rine zıt yönde dönen iki pervaneden oluşan sistem;
buhar türbinlerine gitmesi olayı; sürekli su yürüme birinci pervane suyundan enerji sağlayarak dönen
si; kazan içinde, iç buhar borusu, kazan dışında bu ikinci pervane ile, tek pervaneli sisteme göre daha
har seperatörü gibi araçlarla giderilmeye çalışılır. yüksek verim sağlayan sistem.
continuous casting: Sürekli, devamlı veya kesintisiz contra rudder: Bkz. contraguide rudder.
döküm. contrast: iki madde, cisim, organizma veya radyas
continuous duty: Gerçek sabit bir yük ile sonsuz yon arasındaki farklılık durumu; zıtlık ya da tezat;
uzun bir süre için sağlanan operasyon veya işletme; karşıt
sürekli (devamlı) görev ya da hizmet. contrivance: 1) buluş; icat. 2) mekanik cihaz, buluş,
continuous horsepower: Sürekli (devamlı) beygirgü- plân vb. i gibi bir hüner ya da marifet.
cü; Mot. makinenin bir arıza oluşturmaksızın, egzoz contrive: 1) icat etmek;' plânlamak. 2) icat yapmak;
da duman görülmeksizin ve türlü sıcaklıklarında bir tasarım yapmak; imal etmek. 3) bir yol aramak. 4)
değişim olmaksızın sürekli olarak üretebildiği güç; bir icat yapmak; plânlar oluşturmak.
hp ve kW türlerinden CHP ve Nb kısaltmaları ile belir control: 1) control etmek; denetlemek. 2) ayarlamak
tilir. veya ayar etmek (malî olaylar vb. i). 3) standart ve
continuously: Sürekli veya devamlı olarak; bir işle ya diğer deneylerle kıyaslayarak doğruluğunu kanıt
min veya olaylar dizisinin kesilmeksizin sürmesi ve lamak, 4) idare etmek; hakim olmak; yönetmek. 5)
ya devam etmesi. Çoğ. bir mekanizmayı ayarlamak için kullanılan bir
continuous mixer: Sürekli çalışan karıştırıcı veya mik cihaz; kontrol cihazı.
ser. control desk: Kumanda veya komuta masası.
continuous operation: Sürekli, aralıksız veya devam control grid: Kontrol ızgarası veya gridi; termiyonik
lı işletme (operasyon), valftaki bir ızgara; katot ile anot arasındaki elektron
continuous spectrum: Sürekli veya kesintisiz tayf; kanalını kontrol eder.
renklerin görülebilir alanda sürekli olarak kırmızıdan control handle: Kontrol kolu; kumanda kolu; dizel
turuncu, sarı, yeşil, mavi ve lacivertten sonra dönüş motorlarının çalıştırılmasın; sağlayan kol; kontrol ko
tüğü tayf. lu; gaz kolu.
continuous survey: Sürekli veya devamlı survey; ge control knob: Elektrikli cihazların kontrol veya ayar
mi klâs müesseselerinin dört yıllık sürveyin yerine düğmesi.
geçmek üzere, bu dört yıl içinde parça parça yapa controllability: Kontrol edilebilir olma durumu veya
rak tamamladıklari ve zaman kazandıkları survey. özelliği.
contort: Burma, eğme vb. i ile şeklini bozmak; tahrif controllable: Kontrol edilebilir; denetlenebilir; ayar
etmek. edilebilir.
contour pen: Harita çiziminde kullanılan bir tür ka contrallable pitch propeller: Gem. Mak. piçi kontrol
lem; çini mürekkebi ile kullanılır. edilebilir pervane; hidrolik olarak pervane kanatları
contr.: Bkz. 1) control. 2) controller. nın durumunun değiştirildiği bir sistem; mükemmel
contra-: Karşı anlamında bir önek. manevra ve makinenin herhangi bir devir sayısında
contract: 1) bir şey yapmak için iki veya daha fazla ki maksimum çekiş sağlayan bir sistem.
şi arasındaki bir anlaşma; kontrat; mukavele. 2) ço controlled circulation: Bkz. forced circulation.
ğu zaman yazılı olan ve kanun ile yürütülen anlaş controlled combustion: Kontrollü yanma; çift yanma
ma. 3) anlaşma terimlerini kapsayan belge ya da do lı çevrime göre çalışan modern dizel motorlarında
küman. 4) ölçüsü küçülmek; daralmak; çekmek: So yanmanın ikinci kademesi; yavaş yanma; Bkz. slow
ğuk metalleri daraltır, gibi. 5) daralmak; çekmek. pressure rise.
contracted: 1) ölçüsü küçülmüş; çekmiş; daralmış; kı- control mechanism: Kumanda tertibatı; kontrol meka
salmış. 2) dar görüşlü; liberal olmayan. nizması veya donanımı.
contraction: Küçülme; daralma; büzülme; çekme. controller: 1) kontroller; bir makinenin hız, güç vb.
contractive: 1) çekme kuvvetine sahip olan. 2) çek ini kontrol etmek için kullanılan bir cihaz veya cihaz
me (büzülme) üretme ya da üretme eğiliminde olan. lar grubu. 2) kontrol eden veya denetleyen kimse;
3) büzülme ile ilgili. denetleyici. 3) kumanda cihazı. 4) otomatik kuman
contract trials: Den. yeni yapılmış bir gemi için kon da veya ayar mekanizması.
trat veya mukavele seyiri veya seferi; kontrat dene control rack: Kontrol kolu; rak kolu; Diz. Mot. yüksek
mesi veya tecrübesi. basınç pompalarında kullanılan ve makinenin yükü
contraflexure: Aksi yön ya da istikamette büzülme. ne göre silindirlere püskürtülen yakıt miktarını düzen
contraguide rudder: Kontra dümen; parçaları perva leyen kol; kremayer dişlili kol.
ne göbeğine göre zıt yönlerde olan dümen; tam geri control rheostat: Kontrol reostası; kontrol direnci ve
den bakıldığında dümen parçalarından biri sağa ya rezistansı.
control rods: Nük. Ener. kontrol çubukları; fizyon sıra-
con t ro l sleev e 122 conve x o -concave

sında açığa çıkan aşın nötronları emen çubuklar; ge


convergent: Birbirlerine yaklaşan veya yaklaşma eğili
nel olarak boron'dan yapılırlar.
minde olan.
control sleeve: 1) Gem. Mak. kontrol slivi; yüksek ba
convergent lens: Kendisinden geçen ışık ışınının ya
sınç pompalarının plencerlerinin geçtiği ve dışında
kınlaşmasını çoğaltan bir mercek; yakınsak mercek.
rak kolu tarafından çalıştırılan pinyon dişil bulunan,
convergent lines: Birbirlerine yaklaşan doğrular; ya
içi oyuk yüksük. 2) sentrfigal regülatörlerde kullanı
kınsak doğrular,
lan ve yakıt mekanizmasının, dolayısıyla rak kolu
convergent nozzle: Genişlemeyen veya genişleme-
nun bağlı olduğu kayıcı.
siz nozul, meme veya lüle; daha çok basınç basa
contra! stand: Üzerinde uzaktan kontrol kuruluşlari-
maklı aksiyon türbinlerinde kullanılan meme; buha
nın bağlı olduğu, basınç göstergeleri, telgraf, tako
rın basıncını büyük ölçüde ve ani olarak düşürme
metre, dönüş yönü göstergesi, güvenlik cihazları,
yen meme ya da nozul.
vb. inin bulunduğu kürsü; kontrol konsolu veya kür
converging: 1) çapı düzgün olarak azalan ve bir nok
süsü; merkezi kontrol kürsüsü.
taya yöneltilmiş görünen ışığı belirtir. 2) bu etkiyi
control stick: Hava. pilotun hareket ettirdiği, kanatçık
üreten bir mercek ya da aynayı belirtir.
ları ve uçağın yükselme dümenini Kontrol ederek,
converging lens: Yakınsak mercek; kendisinden ge
onun uçuşunu sağlayan bir kol ya da levye.
çen bir ışık ışınının yakınlaşmasını çoğaltan veya
control tower: Kontrol kulesi; hava trafiğini veya uçak
uzaklaşmasını azaltan mercek; yakınsak mercek.
ların alanlara iniş ya da kalkışlarını düzenleyen kule;
converse: 1) sıra, durum, etki vb. i değişen şey; kar
havaalanı kontrol kulesi.
şıt; zıt; ters; aksi.
control valve: 1) Buh. Türb. kontrol valfı; türbinden
conversly: Aksine; zıt olarak; tam tersine.
hemen önce buhar devresi Bkz. steam pipe üzerin
conversion: 1) Mate, değerinde bir değişme yapmak
de bulunan bir valt. 2) Diz. Mot. çoğu zaman endika-
sızın bir büyüklük veya ifadenin şeklindeki değişme.
tör valfı adı da verilen ve makinenin torna gir maki
2) değişme; değiştirme; dönüşüm; dönüştürme.
nesine bağlanmadan önce açılması gereken bir valf;
conversion formula: Dönüşüm formülü veya eşitliği;
kontrol valfı; silindir içindeki yanmanın kontrolü için
bir sistemdeki birimi, diğer sistemdeki birime çevir
de kullanılır; Bkz cylinder test valve.
mek için kullanılan formül; örneğin Fahrenhayt tü
convection: 1) iletme veya nakletme; gönderme; taşı
ründen sıcaklığı Celcius sıcaklığa dönüştürmede kul
ma. 2) Fiz. hava, gaz veya sıvı akımlarında olduğu
lanılan formül: t = (°F-32).5/9(°C) gibi.
gibi, ısıtılmış veya elektriklenmiş parçacıklar kütlesi
conversion table: Dönüşüm tablosu; türlü sistemler,
nin hareketi ile ısı veya elektriğin iletilmesi; konveksi-
örneğin ölçü sistemi (emperyal sistem), metrik sis
yon.
tem ve Uluslararası sistemlerdeki (SI) uzunluk, küt
convectional: Konveksiyona ait.
le, hacim (kapasite), basınç vb. birimlerinin birbirleri
convection current: Konveksiyon akımı; bir sıvıda so
ne dönüşümlerini veren tablo.
ğuk kısımların sıcaklığı yüksek sıvı kütlesine, hareke
convert: 1) değiştirmek; dönüştürmek; döndürmek;
ti nedeniyle oluşan akım; basınç farkı nedeniyle olu
şeklini değiştirmek: Tahılı una çevirmek gibi. 2) bir
şur.
din, doktrin, düşünce, görüş vb. inden diğerine dö
convection heater: Kendisine iletilen ısının yarisıni
nüştürmek, 3) değeri eşit bir şeye çevirmek.
radyasyon (ışınım) ve diğer yarısını konveksiyon ile
converter: 1) değiştiren şey veya kimse; dönüştürü
ileten ısıtıcı; konveksiyon ısıtıcı veya hiyteri.
cü. 2) Bessemer yöntemindeki gibi, pik demiri çeli
convective: 1) iletme; nakletme; gönderme; taşıma.
ğe dönüştürmek için kullanılan fırın veya ocak. 3) al
2) konveksiyon tabiatına sahip olan.
ternatif akımı, doğru akıma çevirmek veya tersini
convector: Konveksiyon maddesi veya medyumu.
yapmak için kullanılan elektriksel bir cihaz; konver-
convector radiator: Konvektör radyatör; kapasitesi
tör. 4) Nük. Enerj. fosil olmayan atomları, nötron tut
hava sıcaklığı 18°C ve buhar için 101°C''ye göre dü
maları sonucu yakıt haline getiren reaktör.
zenlenen, hafif bir radyatör.
converter, Bessemer: Bkz. Bessemer converter.
convention: Sözleşme; anlaşma; mukavele.
converter, catalytic: Bkz. catalytic converter.
conventional: 1) örf ve adetlere uygun; geleneksel;
convertibility: Değişken olma durumu veya özelliği.
göreneksel; konvansiyonal. 2) doğal kural ve stan
convertible: 1) değiştirilebilir şey. 2) üstü açılabilir ve
dartların dışında kabul edilen; doğal, orijinal veya
geriye katlanabilir (branda vb. i) bir otomobil.
ani olmayan.
convertibly: Değiştirilebilir tarzda (biçimde).
conventional efficiency: Mak. 0/(0+L) veya (l-L)/i
convex: Konveks; dışbükey; bir kürenin dış yüzü gibi
formülleri ile hesaplanan verim (0=alınan, l=veri-
bir yüzeye sahip olan; karşılı konkav Bkz. concave;
len, L=kayıplar); konvensiyonal verim.
dışbükey bir yüzey, cisim, mercek vb. i.
converge: 1) bir noktada birleşme eğiliminde olmak.
convex cutter: Dışbükey kesici; konveks kater.
2) aynı yere veya birbirine doğru hareket etmek,
convex flank: Bkz. cam flank.
dönmek veya yönelmek; yaklaşmak (doğru vb. i).
convexity: 1) dışbükey veya konveks olma durumu
3) Mate, yakınsak olmak; birbirine yaklaşmak. 4) Ge-
veya niteliği; dışbükeylik. 2) Çoğ. dışbükey bir yü
om. doğruların birbirine yaklaşması; yakınsak.
zey, cisim, mercek vb. i.
convergence: 1) birbirine yaklaşma olayı, gerçeği ve
convex lens: Dışbükey mercek veya adese; conver
ya durumu; yakınsak olma. 2a) birbirine yaklaşma
ging lens biçiminde de kullanılır.
derecesi, b) bazı şeylerin birbirlerine yaklaştıkları convex mirror: Dışbükey ayna; bir küre parçası olan
nokta, 3) Bio. aynı çevrede yaşayan, fakat akraba ol ve iç yüzeyi gümüş kaplanmış ayna.
mayan organizmaların benzerliklerinin oluşumu. convexo-concave: 1) bir dışbükey ve bir de içbükey
convergency: Bkz. convergence.
kenara sahip olan. 2) Opt. dışbükey yüzü, içbükey
convexo-plan e 123 cooperag e

yüzünden daha büyük derecede eğri olan ve bunun mek için kullanılan bir terim. 2) soğutucuların borula
sonucu en kalın yeri orta kısmı olan bir merceği be rı içinden geçirilen bir sıvı, çoğunlukla deniz suyu.
lirtir. 3) soğutma sistemlerinde kullanılan CO2 , freon,
convexo-plane: Bkz. plano-convex. amonyak vb. i maddeler. 4) motorların silindir ceket
convey; 1) bir yerden diğer bir yere almak, naklet lerinde dolaştırılan su vb. i.
mek veya taşımak. 2) İki kanal veya madde gibi hiz cooling air: Soğutma havası. 1) motorların radyatör
met vermek; iletmek. 3) bir özellik veya bir özel un peteklerinden geçirilerek ceket suyunu soğutan ha
vanı birinden diğerine (kişiye) aktarmak veya trans va. 2) küçük güçlü motorların soğutulmasında kulla
fer etmek. nılan ve bir fan ile sağlanan hava. 3) aşırı doldurucu
conveyance: 1) nakliyat; taşıma; iletme. 2) taşıma ci nun (superşarjerin) gaz türbinini soğutan hava.
hazı, özellikte bîr taşıt aracı. cooling coil; Mak. içersinden soğutucu sıvı geçirilen
conveyer (conveyor): Taşıyan bir kişi veya şey; özel borulardan oluşan kangal; soğutma kangalı.
likle sürekli bir zincir veya kayış ile bazı şeyleri, bir cooling fins: Mot hava ite soğutmalı makinelerde in
yerden diğer bir yere taşıyan mekanik bir cihaz; kon- ce ve geniş soğutma yüzeyleri, soğutma yüzeyleri
veyör. veya finleri; bir vantilatörün sağladığı hava ile soğu
conveyer belt: Bant, taşıyıcı kayış; sonsuz kayış; tulur.
Bkz. conveyer. cooling load: Soğutma yükü;
conveying: Taşıma. cooling medium: Soğutucu madde; soğutma madde
convolute: Bükülmüş; kıvrılmış; helezonî; bobin veya si; Bkz. coolant.
helezon haline getirilmiş; etrafına sarmak; bobin. cooling oil: Soğutma yağı; soğutucu yağ; yüksek
convoluted: Bobin şekline getirilmiş; bükülmüş; kıvrıl güçlü bazı dizel motoru pistonlarının soğutulmasın
mış; helezon yapılmış. da kullanılan yağ; motorların yataklarında da kullanı
convolve: Birlikte bükülmek, sarılmak, bobin haline lan yağlama yağı.
gelmek; birlikte dönmek; birbirine sarmak. cooling pond: Bkz. cooling tower.
convoy: 1) konvoy. 2) gemiler veya ordulardaki gibi cooling radiator: Soğutma radyatörü; kara taşıt araç
bîr koruyucu olarak refakat veya eskort. 3) refakat ları ve bazı gemi dizel motorlarının silindir ceketleri
edilen gemi, ordu vb. i. ve silindir kapaklarında dolaşarak ısınan suyun hava
cookhouse; Gemi kuzinesi gibi, yemek pişirmek için ile soğutulduğu eşanjör veya ısı alıp veren cihaz.
kullanılan bir yer. cooling, radiator: Radyatörlü soğutma; silindir ceket
cookstove: Yemek pişirmek için soba; kuzine veya leri ve kapaklarında dolaştırılarak ısınan suyun soğu
ocak. tulduğu bir kapalı devre soğutma sistemi.
cool: 1) mutedil veya ılımlı soğuk; ne ılık ve ne de cooling surface: Soğutma yüzeyi; soğutucu yüzey.
çok soğuk olan; serin. 2) mavi yeşil ve gri renkler; t) soğutucu ve kondenserlerde soğutma suyunun
serin renkler. 3) serin yer, şey, parça vb. I. 4) serin yaladığı yüzey; boruların dış yüzeyleri. 2) yağ, su ve
olmak; serinletmek. buhar soğutma yüzeyleri.
coolant: 1) soğutma ve soğuk hava sistemlerinde kul cooling system: Soğutma sistemi. 1) Mot. soğutma
lanılan türlü freon, amonyak, etil ve metil klorür vb. i amacıyla yararlanılan devre veya sistem: Açık Bkz.
kimyasal maddeler; soğutucu. 2) kapalı soğutucula open system, kapalı Bkz. closed system, omurga
rın, genellikle borularının içinden geçirilen deniz su Bkz. keel system sistemleri olmak üzere üçe ayrılır
yu ya da tatlı su. 3) vantilatör veya fanların motorlar, lar. 2) kondenserlerde egzoz buharını soğutarak yo-
elektrik makineleri vb. terini soğutmak için sağladık ğuşturmak amacıyla kullanılan sistem.
ları hava. 4) nükleer reaktörlerde kullanılan difenil cooling system, closed: Bkz. closed cooling sy
terfenil, su, ağır su, sıvı metal veya türlü gaz halinde stem.
ki soğutuculardan herhangi biri. 5) genişleme ve bu cooling system, open: Bkz. open cooling system.
harlaşma sırasında ısı emen madde. cooling tower: Soğutma kulesi. 1) kara enerji tesisle
coolant losses: 1) Mot. soğutucu kayıpları; soğutma rinde kullanılan dizel motorlarından çıkan sıcak su
suyu tarafından götürülerek hava ya da deniz suyu yun soğutulduğu kule; kara tesislerinde kullanılan
na aktarılan ısının oluşturduğu kayıplar. 2) kondan- ve bazan atmosferik ve bazan da mekanik türde ya
sörlerde soğutucu deniz suyuna aktarılan ısının oluş pılırlar; makineden gelen sıcak su kulenin saçakların
turduğu kayıplar. dan aşağıya doğru akarken, atmosferik hava tarafın
cooler: Gem. Mak. kuler; soğutucu. 1) enerji kuruluş dan soğutulur.
larında görev yaparak ısınan yağ, su ve havayı soğu cooling water: Soğutma suyu. 1) Mot. silindir ceketle
tan ve belirli sıcaklığa indiren eşanjör ya da ısı alıp ri ve silindir kapaklarında dolaştırılarak soğutma gö
veren cihaz. 2) Arg. hapishane. revi yapan deniz suyu, tatlı su veya damıtık su. 2)
cooler, air: Bkz air cooler. Büyük güçlü motorların enjektörleri, pistonları ve eg
cooler capacity: Soğutucu (kuler) kapasitesi; bir so zoz supaplarını soğutan, çoğu zaman tatlı su veya
ğutucunun bir saatte giderdiği ısı miktarı. damıtık su. 3) soğutucularda yağ, tatlı su, hava vb.
cooler, oil: Bkz. oil cooler. ini soğutan deniz suyu.
cooler, water: Bkz. water cooler. cooling water jacket: Bkz. cylinder jacket.
cooling: Serinletme veya soğutma. 1) Nük. Enerj, a) coolish: Bir dereceye kadar serin.
bir cismin, radyoaktif bozunma sonucunda radyoak coon's age: Sonsuz uzun zaman periyodu (süreci),
tivitesinin azalmasını belirten bir terim, b) radyoakti cooper: Varil ya da fıçı yapan ya da onaran kişi; fıçı
vitesi yüksek bir cismin, radyoaktivitesi istenilen dü (varil) yapmak ya da onarmak.
zeye düşünceye dek bir kenara bırakılmasını belirt cooperage: 1) fıçı (varil) yapımevi. 2) fıçı veya varil
cooperate 124 core plug
mı ve boyacılıkta kullanılan yeşil, kristalli bir bileşik.
yapım işi. 3) böyle bir işin ücreti copper gasket: Mot. silindir kapağı ile blok arasına
cooperate: 1) belirli bir amaç için bir diğeri veya di konulan conta; bakır conta.
ğerleriyle birlikle çalışmak; işbirliği yapmak. 2) üre copper joint: Bakır conta; Bkz. copper gasket.
timde gayretleri birleştirmek, copper losses: Elekt. bakır kayıpları; bir bobinde iç
cooperation: 1) işbirliği; efor ve çalışma birliği. direnci nedeniyle oluşan ve ısı şeklinde açığa çıkan
cooperative fuel research engine: C.F.R. Makinesi; ısı kayıpları; elektrik makineleri, transformatör vb. i
herhangi bir sıvı yakıtın setan sayısını saptamak cihazların kayıplarını belirtmek için kullanılır.
amacıyla kullanılan tek silindirli, değişken kompres- copper nail: Bakırdan yapılan çivi; bakır çivi. copper-
yon oranlı bir deney makinesi; hem dizel ve hem de nickel: Bkz. cupronickel.
benzin motoru gibi çalıştırılabilir. copper packings: Bkz. copper gasket.
coordinal (coordinal): 1) aynı sıra veya diziye ait. 2) copperplate: 1) baskı için kullanılan, bakırdan yapıl
Mate, bir nokta, çizgi veya düzlemin durumunu ta mış levha şeklinde bir tür klişe. 2) bunun yardımı ile
nımlamak için kullanılan iki veya daha fazla sayıda yapılan baskı.
bir sistemin herhangi bir niceliği; koordinat. 3) koor copper pyrites: Bakır demir sülfür, CuFeS2.
dinat yapmak. 4) belirti bir sıraya getirmek; ayarla halkopirit; bakır piritler.
mak. coppersmith: Bakırdan mutfak eşyası ve benzeri şey
coordinate: Koordinat. leri yapmak için çalışan kişi; bakırcı veya bakır ya
coordinate: Eşgüdüm sağlamak. pımcısı.
coordination: Koordinasyon; düzenleme; tanzim et copper sulfate: Mavi renkli, kristalli bir madde, Cu-
me; eşgüdüm. SO4.5H2O; ısıtıldığı zaman toz haline gelir ve beyaz
coordinator:. Koordinatör. renge dönüşür; bakır sülfat; mavi vitriol; elektrik ba
Cop.: Bkz. Copernican. taryası, mikrop öldürücü ve boya maddesi olarak
cop.: Bkz. 1) copper. 2) copyrighted. kullanılır.
copaiba: Bot, Güney Amerika'nın belirli bitkilerinden copper washer: Bakırdan yapılmış pul; bakır rondela.
elde edilen ve,tıpta kullanılan kokulu bir sakız (reçi coppery: 1) bakır kapsayan. 2) rengi bakımından ba
ne). kıra benzeyen.
copa!: Bot. türlü tropik ağaçlardan elde edilen ve ver coprocessor: Bilgisay. yardımcı işlemci.
nik yapımında kullanılan sert bir reçine. coracle: Hasır veya ağaç vb. inden su geçirmez mad
copalm: 1) Bol. tatlı sakız ağacından elde edilen ko de ile kaplanmış boyu kısa, fakat geniş bir bot; padıl-
kulu, sarımsı renkli aromatik bir reçine. 2) bu reçine bot.
yi veren ağaç. corbel: Dirsek; boru desteği,
cord: 1) kalın ip veya ince halat; kaytan; sicim. 2) ya
cope: Döküm kalıbı veya döküm kutusunun üst kıs
mı.
3 3

Copernican: Kopernik veya onun astronomi sistemi. kıt olarak kesilen ağaçlar için 128 ft 'lük (3,63 m )
Copernican system: Kopernik sistemi; gezegenlerin bir ölçü birimi. 3) Elekt, fiş ya da fişlere bağlanan kü
güneş çevresinde döndükleri Kopernik kuramı; mo çük, yalıtılmış esnek bir kablo. 4) ip ya da sicimle
dern astronominin temeli (esası). bağlamak veya birleştirmek.
copier: 1) kopya yapan kimse. 2) fotokopi makinesi, cord-drawing indicator: Diz.. Mot. ipli endikatör (endi-
copilot: Yardımcı pilot; uçaklarda kaptan pilota yar keyter) cihazı; ağır ve orta devirli makinelerden p-V
dım eden pilot. diyagramı almak için kullanılan bir cihaz.
coping saw: U harfi şeklinde, çerçevesinde dar bir bı cordage: 1) ip ve halatların tümü, özellikle bir gemi
çağı olan testere; oyma testeresi. nin armasını oluşturan ip veya halatlar, 2) belirli bir
3
copîus: Bol; çok bol. alanda 128 ft türünden Bkz, cord ölçülen odun mik
coplanar: Mate, aynı düzlemde (şekiller için söyle tarı.
nir). corded: 1) iplerle bağlanmış veya düğümlü. 2) ipler
copolymer: Kimy. vinil klorür-vinil asetat kopolimer ör veya sicimlerden yapılmış.
neğinde olduğu gibi, iki veya daha fazla monomer cordierite: Mavimsi veya menekşe renkli, kristal yapı
kullanılarak oluşturulan. lı bir mineral; alüminyum, demir ve magnezyum sili
copolymerization: Kopolimerizasyon; kopolimerlerin katı; mücevher olarak kullanılır; iolite adı da verilir.
oluştuğu işlem. cordite: Nitrogliserin, pamuk barutu, petrol jölesi ve
copolimerize: Kopolimerizasyona konu olma veya ko aseton kapsayan dumansız bir patlayıcı.
core: 1) Elekt. bir bobinin içine yerleştirilen ve dış
polimerizasyon oluşturma.
manyetik alanı kuvvetlendirmek görevi yapan ferro-
copper: 1) kırmızımsı kahverengi, dövülebilir, hadde
manyetik (yumuşak demir) malzeme Kütlesi; çekir
den çekilebilir metalik bir element; elektrik ve ısıyı
dek; göbek: Transformatör, endüksiyon bobini, zil,
çok iyi bir biçimde iletir; Simg. Cu; at.ağ. 63,54;
konjonktör vb. i parçalarda kullanılır. 2) herhangi bir
at.no. 29. 2) bu metalden yapılan şeyler. 3) bakır ve
şeyin merkezî veya en içteki parçası, 3) dökümcülük
ya bronzdan yapılmış madenî para. 4) çoğu zaman te maça veya maça parçası. 4) bir reaktörde fissil
demirden yapılan büyük kap veya kazan. 5) bakır maddeyi kapsayan bölge. 5) bir reaktörde yakıt ve
rengi; kırmızımsı kahverengi. ya moderatörle yakıtın tümü.
copper: 1) bakırla kaplamak. 2) bakır rengi vermek. core hole: Dök. maça kumunu çıkarma deliği,
copper alloys: Bakır alaşımları; bakır metalinin diğer core loss: Elekt. göbek kaybı; transformatörün man
metallerle yaptığı bronz, pirinç vb, i alaşımları veya yetik devresinde histerizis ve edi akımı kayıplarından
halitaları.
oluşan kayıp: Pc = Ph + Pe (watt).
copperas: Demir sülfat, FeSO 4 .7H 2 0; mürekkep yapı core plug: Mot. egzoz valf hücrelerinde bulunan 'pi-
cor e san d 125 corrosi o n fatigu e

rinçten yapılmış tapa; çekirdek tapa.


değişimi havanın iyonlaşmasına yetecek derecede
core sand: Döküm kumu; maça kumu; kurutulmuş
yüksek olduğu zaman görülen ışıklı boşalma veya
ve maça yapımında kullanılan kum.
deşarj.
cer» section; Petek dilimi (radyatörde).
corposant: Fırtına sırasında gemi direklerinin tepesin
co-resident; Bilgisay, birlikte yerleşik,
de, elektrik boşalımı sonucu oluşan ışık küresi.
core spacer: Ara parçası (radyatör peteği için).
correct: 1) düzeltmek; yanlışı doğruya çevirmek; hata
coriolis acceleration: Meteo. korîyolis ivme; uzayda
yı gidermek. 2) Hataları işaret etmek ya da belirt
ki sabit ekserilere göre, dünyanın dönüşü sonucu
mek.
havanın sahip olduğu ivme.
correcting plate: Belirli bazı teleskoplarda gelen ışık
corked: 1) bir mantar ile durdurulmuş; tıpalanmış; Tı
ışınlarını düzeltmek için kullanılan ince bir mercek;
palı şişe gibi. 2) yanmış mantar ile karartılmış veya
düzeltme levhası veya merceği.
siyahlanmış. 3) mantar kokusu ve tadında olan (ba
correction: 1) düzeltme veya düzeltilme. 2) yanlışı
zı içecekler için söylenir).
doğruya veya anormali normale çevirme, geliştirme;
cork: 1) mantar meşesi Bkz. cork oak adı da verilen
ıslah etme; düzeltme.
ve Akdeniz Bölgesi'nde, özellikle ispanya ve Porte
correction factor: Diz. Mot. düzeltme katsayısı; dü
kiz'de yetişen bir meşe ağacının kalın ve hafif kabuk
zeltme faktörü veya etkeni; kuramsal ortalama ba
ları; her 12 veya 15 yılda bir bu ağaçların kabuklari
sınç ile çarpıldığı zaman, ortalama endike basıncı ve
geniş levhalar şeklinde kesilir ve türlü amaçlar için
ren katsayı; a) dört zamanlı motorlar için 0,95-0,97,
kullanılır. 2) bir mantar parçası veya özellikte şişeleri
b) iki zamanlı motorlar için 0,96-0,98'dir.
kapamak için kullanılan mantardan yapılmış bir şey.
3) aynı şekilde cam, lâstik, metal, plâstik vb. i mad correcting fluid: Daktilo vb. i yazılarının hatalarını si
delerden yapılmış tıpa. 4) bir mantar ile tıpalamak len veya örten sıvı; düzeltme sıvısı; korektör.
veya kesmek. 5) yanmış mantar ile karalamak (si- correctional: 1) düzeltmeye ait. 2) düzeltme ya da
yahlaştırmak). 6) bîr tıpa ile durdurmak veya sızdır düzelme eğilimi.
maz yapmak. corrective: Düzeltme; ıslah etme veya geliştirme eğili
minde olan; düzeltici; geliştirici; ısları edici.
corker: Şişeleri mantarla tıpalayan işçi veya cihaz
corrector: Düzelten kişi veya şey; düzeltici; tashih
(makine).
eden; musahhih.
cork float: Mantar şamandra.
correlation: 1) Mate, değişkenler arasındaki ilişki; ko
cork gasket: Mantar conta.
relasyon. 2) yakın ya da karşılıklı ilişki.
cork plate: Mantar levha.
corroborate: 1) kuvvetlendirmek; dayanıklığını arttır
corkscrew: Mantar tıpaları şişe dışına çıkarmak için
mak. 2) daha belirgin yapmak; desteklemek.
kullanılan, çoğu zaman çelikten yapılmış spiral tür
corrode: 1) paslanmak; tüketmek veya sarfetmek;
den bir araç; tirbuşon; şekli bakımından tirbuşona
benzeyen; spiral; helisel. tahrip etmek (kimyasalların etkisi için söylenir).
corrodible: Paslanabilir.
cork washer: Mak. mantardan yapılmış rondela veya
corrosion: 1) korrozyon; paslanma; paslanarak aşın
pul; mantar rondela, pul.
ma. 2) korrozyon sonucu oluşan pas gibi bir mad
corky: 1) mantara benzeyen; mantar tıpaya benze
de. 3) yavaş yanma; oksitlenme. 4) ışık ve ısı oluş-
yen. 2) mantara veya mantar tıpaya ait.
turmaksizın yanma.
corned: Tuz ya da salamurada muhafaza edilen,
corner: 1) çizgi veya yüzeylerin birleşerek oluşturduk corrosion allowance: Korrozyon ya da paslanma pa
ları açı şekli; köşe. 2) doğru veya yüzeylerin birleş yı.
me noktalan arasında kalan yer; açı: Odanın köşesi corrosion, ammonia: Buh. Kaza. amonyak paslanma
gibi. 3) caddelerin birleştikleri yer. 4) bölge; kısım. sı veya korrozyonu; hidrazinin bozunmasıyla oluşan
5) köşelerle donatmak. 6) bir köşeye koymak. 7) bir ve besi sistemine giren amonyağın oluşturduğu kor
köşe şekli oluşturmak. rozyon; oksijenli ortamda bakıra hücum ederek ince
cornered: Köşelere sahip olan; köşeli. bir katman bakır oksit oluşturur; kazan borulannda
cornerwise: Bir köşeden karşı köşeye; çapraz olarak; karıncalanma, besi sistemlerinin alçak basınç bölge
köşegen olarak. lerinde, ecektör borularında akıtmaya neden olur.
corrosion, caustic: Bkz. caustic corrosion.
corona: 1) Elekt. yüksek gerilimli bir teli çevreleyen
corrosion fatigue: Korrozyon yorulması; mükerrer ge
havada olduğu gibi, bir gaz içinde elektrik bozunma-
rilme ve korrozyon sonucu oluşan yorulma; su boru-
sı sonucu oluşan, görünür elektrik boşalımı (deşar
lu kazanlarda görülen bir korrozyon türü; yüksek sı
jı). 2) Astr. a) ay veya güneşin çevresindeki ışık dai
caklık bölgesindeki borularda düzgün olmayan su
resi; hale; ışık halesi, b) sadece tam tutulma sırasın
dolaşımı nedeniyle, boru malzemesinde meydana
da güneşin çevresinde görülen hale.
gelen değişken gerilmelerin oluşturduğu bir dizi in
corona discharge: Elektrik boşalımı; ışıklı hale deşar
ce çatlaklar.
jı; şarjlı (yüklü) bir iletkenin yüzeyi çevresinde, voltaj
corrosion, high temperature 126 cotton cake
coruscate: Parıldamak; ışıldamak.
corrosion, High temperature: Yüksek sıcaklık korroz- coruscation: 1) parıltı; ışıma. 2) ani bir parlama.
yonu; bu tür korrozyon sirkülasyon kaybolduğu za COSAG: Buhar ve gaz türbinlerinin birleşimi ile olu
man, buhar atmosferindeki metal yüzeylerin aşırı şan enerji tesisi; Combined Steam and Gas Turbi
ısınması nedeniyle oluşur. ne plants sözcüklerinin baş harflerinden oluşur.
corrosion inhibitors: 1) Diz. Mot. özellikle fuel oil ve cosecant: Trigo. kosekant; bir dik üçgende bir açının
ağır yakıtlarla çalıştırılan makinelerde sodyum ve va kosekantı hipotenüsünün karşı dik kenara oranıdır;
nadyum bileşiklerinin makine parçalarında oluştur cosec kısaltması ile belirtilir.
dukları korrozyonu azaltmak için kullanılan kimyasal cosine: Trigo. bir dik üçgende bir açının kosinüsü
bileşikler; paslanma önleyiciler. 2) D/z. Mot. kapalı komşu dik kenarın hipotenüse oranıdır; cos kısalt
soğutma ceketlerinde kullanılan kromatlı veya kro- ması ile belirtilir.
matsız, inorganik veya organik pas önleyici madde cosin curve: Trigo. kosinüs eğrisi.
ler; laynerin korrozyon nedeniyle aşınmasına engel cosmic: 1) kozmoza ait; bir bütün olarak evrene veya
olurlar. uzaya ilişkin. 2) dünya dışında kalan uzay ya da ev
corrosion resistance: Mak. paslanma direnci; paslan rene ait. 3) çok geniş; vasî; muhteşem.
maya direnç; özellikle yatak malzemelerinin kimya cosmically: 1) kozmozla ilgili ya da kozmoz ilkelerine
sal korrozyona direnci. göre. 2) göz alıcı oranda.
corrosion resisting steel: Paslanmaya dayanıklı çe cosmic dust: Yıldızlararası uzaydan dünyaya düşen
lik; paslanmaz çelik. meteor parçacıkları oldukları düşünülen küçük parti-
corrosion, stress: Gerilme veya stres korrozyonu; kül ya da parçacıklar; kozmik toz.
paslandırıcı bir çevrede nispeten ağır gerilme deği cosmic rays; Atmosferin dışından dünyayı bombard-
şimlerine maruz kalan bir malzemenin, gerilme biri man eden, geçirgenlik gücü çok yüksek ve dalga bo
kim kısımlarında yorulma çatlaklarına neden olan yu fevkalâde küçük ışınlar; kozmik işınlar.
korrozyon. cosmic radiation: Bkz. cosmic rays.
corrosive: Paslandırıcı ve aşındırıcı madde, örneğin cosmic ray shower: Kozmik ışın yağmuru veya sağa
asitler, alkalin maddeler, deniz suyu vb. i nağı.
corrosiveness: Paslandıncılık veya çürütücülük; pas cosmism: Evrenin oluşumu felsefesi; kozmizm.
landırma veya çürütme özelliği (bir yakıl, kimyasal cosmo-: Dünya, evren anlamlarında bir önek.
madde vb. inin). cosmogenic: Bkz. cosmogony.
corrosive sublimate: Cıva klorür; zehirli, beyaz renk cosmogony: 1) evrenin yaratılışının başlangıcı. 2) bu
li, kristalli bir tuz, HgCI 2. nun kuramı veya hesaplanması.
corrugate: Paralel girinti ve çıkıntıları olan; kıvrık (on- cosmoline: 1) kozmetiklere katılan ve ateşli silahlar
düleli) olarak yapılmak; Gem. Mak. Korugeyt (kül da koruyucu katman olarak kullanılan ağır bir gres;
hanlar için söylenir.) Bkz. corrugated furnace. kozmolin. 2) kozmolin ile kaplamak.
corrugated: Kıvrık; ondüleli; oluklu; katlanmış. cosmos: 1) uyumlu, düzgün sistem olarak düşünü
corrugated furnace: Kıvrık saçtan yapılmış külhan; len evren. 2) uyum; düzen; organizasyon. 3) herhan
alev borulu kazanlarda kullanılan ocak ya da kül gi tam ve düzgün bir sistem.
han; ısıtma yüzeyini çoğaltmak, bağlantı yerlerini ko cost: 1) elde edilen veya elde edilebilir (belirli bir üc
rumak ve kazantası oluşumunu önlemek için kullanı retle). 2) bir şeyi almak için gerekli zaman, iş, para
lır. vb. i miktarı; fiyat; ücret; maliyet; harcama. 3) kayıp;
corrugated hose: Kıvrık hortum; oksijen solunum ci zarar; ziyan; hasar; gider
hazlarının solunum çantasını (torbasını) ağızlığa costly: 1) fiyatı yüksek; pahalı. 2) çok değerli; muhte
bağlayan hortum. şem.
corrugated iron sheet: Oluklu saç; yapıda dayanıklık cotangent: Trigo. kotanjant; bir dik üçgende bir açı
sağlamak üzere, levha demir veya çelikten yapılmış, nın kotanjantı, komşu dikkenarın karşı dikkenara ora
çoğu zaman galvanizlenmiş saç. nıdır; cotg kısaltması ile belirtilir.
corrugated metal: Ondüleli saç; oluklu saç levha. cotangential: Kotanjant tabiatına sahip olan; kotan
corrugated paper: Paket ya da ambalaj yapımında jant tabiatında olan.
kullanılan kâğıt veya karton; oluklu karton veya mu cotter: 1) bir oyuğa sokularak makinenin parçalarını
kavva. bir arada tutmak için kullanılan bir cıvata veya ka
corrugation: Oluklu, dalgalı veya kıvrık; ondüleli. ma. 2) çatal pin Bkz. cotter pin,
corruption: Bozulma. cotter key: Bkz. cotter pin.
corset lacing: Korse bağı; kaytan; Esk. balmumuna cotter pin: Gem. Mak. katerpin; çatal pin; yerine takıl
batırılmış olarak kondenser borularının sızdırmazlı- dıktan sonra uçları açılarak, tespit ettiği parçaların
ğında salmastra olarak kullanılırdı. laçka olması veya boşalmasına engel olan pin; kopil-
cortison: Öküz safrasından çıkarılan veya yapay ola ya.
rak belirli tropik bitkilerden hazırlanan ve romatizma, cotton: 1) yumuşak, beyaz renkli, lifli bir bitki; pa
artrit ve diğer bazı hastalıkların tedavisinde kullanı muk. 2) bu maddeyi veren bitki ya da bitkiler. 3) bu
lan bir hormon; kortizon. bitkilerin ürün veya mahsûlü. 4) pamuktan yapılmış
corundum: Alüminyumun yaygın bir minerali; alümin kumaş ya da iplik. 5) diğer bitkilerde büyüyen pamu
yum oksit, Al 2 0 3 ; sertlikte elmastan sonraki ikinci ğa benzer, tüy gibi yumuşak bir madde.
madde; koyu renkli tanecikleri olan türlü alıştırma ta cotton cake: Pamuk çekirdeğinin pres edilmesiyle çı
şındırma) ve cila yapımlarında kullanılır; saf, say karılan yağ; pamukyağı; besin olarak, sabun yapımı
dam türü rubi, safir, oryental ametist ve oryental to vb. i yerlerde kullanılır.
pazdır.
cotton covered 127 couple
cotton covered: Pamuk yalıtımlı ya da izoleli. countercurrent: 1) Elekt. zıt akım; karşı akım; zıt yön
cotton gin: Pamuk liflerini çekirdeklerinden ayırmak de akan elektrik akımı. 2) Den. ters akıntı; anafor
için kullanılan bir makine; çırçır makinesi. akıntısı; orkoz.
cotton mill: Pamuk ipliği veya pamuklu kumaş yapan counter electromotive force: Elekt. zıt elektromotor
fabrika. kuvvet; elektrik motorlarının endüvi iletkenlerinde
cotton picker: 1) ham pamuğu temizlemek için kulla meydana gelen kuvvet; endüvinin dönmesini sağlar.
nılan bir makine. 2) pamuk toplayan bir makine ve counter flow: Karşı akım; zıt akım; bir eşanjörde Bkz.
ya kişi. heat exchanger veya soğutucu, ısıtıcı, yoğuşturucu
cotton press: Pamuğu balya yapmak üzere sıkıştır vb. i cihazlarda soğutan ya da ısıtan madde ile soğu
mak için kullanılan bir makine; pamuk presi. yan veya ısınan akışkanın birbirlerine zıt yönlerde ak
cottonseed: Pamuk çekirdeği; pamuk bitkisinin çekir ması; bu yöntemle çalıştırılan ısıtıcı veya soğutucu
deği; cotton-seed, cotton seed şekillerinde de yazı lar.
lır. counterflow condenser: Zıt akımlı kondenser; egzoz
cotton-seed: Bkz. cottonseed. buharının bir taraftan, soğutma suyunun diğer taraf
cotton seed: bkz, cottonseed. tan girdiği bir yoğuşturucu.
cottonseed meal: Pamuk çekirdeğinin yağı çıkarıldık counter-flow engine: Ters akımlı buhar makinesi; bu
tan sonra geri kalan artıklar; pamuk çekirdeği küspe harın silindire girdiği portlan egzoz edildiği makine;
si; gübre ve hayvan yemi olarak kullanılır. karşıtı doğru akımlı makine Bkz. uniflow engine.
cottonseed oil: Pamuk çekirdeği yağı; pamuk yağı; countermine: 1) düşman tünellerini tahrip etmek için
Bkz. cotton cake. kazılan ve içi patlayıcı madde ile dolu tünel; lâğım.
cotton waste: imalathane, gemi, makine dairesi, atel- 2) düşman denizaltı mayınlarını tahrip etmek için su
ye vb. i yerlerde temizlik işlerinde kullanılan pamuk altına indirilen patlayıcı dolgusu; karşı mayın. 3) bir
ipliği artıkları; üstüpü. karşı mayın ile (düşman mayınıni) durdurmak.
cotton wool: Doğal veya ham pamuk; katman halin counterpoise: 1) bir ağırlığı dengeleyen diğer bir
de pamuk. ağırlık; karşı ağırlık. 2) bir başka kuvvet, etki vb.
cottony: 1) pamuk kapsayan. 2) pamuğa benzer; pa ini dengeleyen veya tarafsızlaştıran bir kuvvet vb. i
muk gibi; ince tüylü veya lifli. 3) denge ya da balans durumu. 4) dengelemek. 5)
cotton yarn: Bükümü az olan pamuk ipliği. denge ağırlığı olmak.
Coulomb: Elektrik akımı miktarının ölçümü için counterpoison: 1) zehire karşı koyan bir madde; anti-
kulla dot; panzehir. 2) bir zehiri tarafsızlaştıran diğer bir
nılan bir ölçü birimi; bir saniyede bir amperlik zehir.
akım tarafından sağlanan elektrik miktarı; Simg.C. countershaft: Ara mil; ara şaft; hareketi makinenin
Coulomb law: Kulon yasası veya kanunu: "iki elektrik ana milinden, çalışan bir parçaya aktaran ara mili ve
şarjı arasındaki itme veya çekim kuvveti, şarjların bu ya şaftı.
yüklüğü ile doğru ve aralarındaki mesafenin karesi countersink drill: Vidaların başının gömülebileceği
ile ters orantılıdır." dairesel delikler açabilen matkap; havsa matkabı.
count: Saymak. countersink: Havsa. 1) bir borunun metal iç kısmının
countdown (count-down): Bir roketin ateşlenmesin çapının büyütülmesi veya havsa açılması. 2) cıvata,
de veya nükleer bir patlamanın oluşturulması vb. i vida, perçin vb. inin başının oturması için deliğin ağ
için sıfıra doğru yapılan sayma; geriye sayma. zını koni şeklinde genişletmek. 3) böyle cıvata, vida
counter: 1) sayan kişi veya şey; sayaç. 2) makinenin vb. inin başını havsa açılmış yüzeye oturtmak. 4)
veya bir parçasının devir sayısı, kurs (strok) vb. ini havşalı delikler yapmak için kullanılan alet.
saptamak için kullanılan, çoğu zaman makineye countersink rivet: Havsa başlı perçin.
bağlı bir gösterge; kavunter 2) taklit ya da kalp para. countersunk head: Havsa başlı veya havşalı (perçin
counter: 1) karşıt; makûs; zıt. 2) gemi pupasının su ve bazı vidalar için söylenir).
hattı ile eğri kısmı arasında kalan bölüm; kıç kuruz countersunk screw: Havsa başlı vida.
ya da kepçe. counterweigh: Bkz. counterweight.
counter balance: 1) bir ağırlığı dengelemek için kulla counterweight: Silindir sayısı az, orta ve yüksek de
nılan diğer bir ağırlık; karşı ağırlık. 2) bir kuvvet virli motorlarda krank kollarına bağlanan ağırlıklar
veya tesiri dengeleyen herhangi başka bir kuvvet ya dan herhangi biri, karşı ağırlık; denge ağırlığı; zıt
da et ki. 3) dengelemek. merkezkaç kuvvet oluşturarak, krank milinin merkez
counter balances: Bkz. counterweight. kaç (santrfüj) kuvvetini dengeler ve titreşime engel
counter balance weight: Denge ağırlığı; karşı ağırlık; olurlar.
Bkz. countless: Hesaplanabilmek için çok fazla; hesapsız;
counter. sayısız; çok fazla.
counter balancing: Mot. krank millerine karşı ağırlık couple: 1) iki şeyi birbirine bağlayan veya birleştiren
lar bağlayarak dengeleme; titreşime engel olmak herhangi bir şey; bağ; bağlantı. 2) birbirine birleştiril
için uygulanır. miş veya bağlanmış aynı türden iki şey; çift; kupl;
counterbore: 1) Pist. Buh. Mak, silindirdeki bir çıkıntı ka pıl. 3) Elekt. termoelektrik, veya galvanik bir
nedeniyle piston segmanlarının aşınmasını önlemek akım şekli için birbirine temas ettirilen veya
için silindir çapının büyütülmesi; Gem. Mak. kavun- lehimlenen iki metal; termoküpl Bkz. pyrometer. 4)
terbor. 2) verileri bir derinlikte bir dairesel deliği ge Meka. dönme oluşturan birbirine paralel fakat zıt
nişletmek. 3) bir deliği silindirsel olarak büyütme. 4) yönlerde, şiddet leri birbirine eşit iki kuvvet;
bu iş için kullanılan alet. kuvvetler çifti. 5) Elekt, manyetik olarak veya
counterclockwise: Saat aksi yönü; saat akrep ve yel doğrudan (iki elektrik akımını)
kovanının dönüş yönüne zıt yönü; sola dönüş.
co u p l e d 128 cranag e

bağlamak ya da birleştirmek. 6) birleştirmek; bağla


cover gasket: Kapak contası.
mak,
cover glass: Mikroskop altında incelenmek üzere bir
coupled: Elekt. birbirlerini etkileyen elektriksel devre
slayta yerleştirilen ve örneği kapamak için kullanılan
leri belirtir; doğrudan bağlı ve dolaylı bağlı olmak
ince bir cam disk veya kare şeklinde cam; lamel.
uzere böyle iki devre vardır.
cowl: 1) şekli kukuleteye benzeyen herhangi bir şey,
coupled systems: Akust, bir sistem titreştiği zaman
özellikle: a) bacalarda çekiş veya draft! yükseltmek
diğer sistemin de titreştiği titreşim sistemleri; akuple
için kullanılan, döner metal kapak, b) Oto. ön cam
sistemler.
ve kontrol panelinin bağlandığı, oto karoserinin üst
couple of forces: Kuvvetler çifti; Bkz. couple.
ön kısmı; torpido, c) Den. manika; havalandırmaya
coupler: 1) birbirine bağlayan şey; özellikle iki demir
yarayan kısımlar.
yolu vagonunu birbirine bağlayan pnömatik bir ci
cowling: Oto ve kamyonların iç kaplaması.
haz. 2) kavrama; kavrama tertibatı; debriyaj.
c.p.: Bkz. 1) candle power. 2) chemically pure. 3)
coupling: 1) birbirine bağlama; çift oluşturma. 2) par
circular pitch.
çalari birbirine bağlayan mekanik bir cihaz; özellikle
cpd.: Bkz. compound.
iki mil veya boru parçasını birbirine bağlamaya yara
Cr: Bkz. chromium.
yan mekanik, hidrolik, elektromanyetik, fleksibıl (es
cr.: Bkz. crown.
nek) bir araç; kaplin; kavrama. 3) birinden diğerine
crab: Mekanik kriko; dişli kriko.
enerji aktarmak amacıyla iki elektrik devresini birbiri
crab: Bkz. hand winches.
ne bağlamak için yöntem veya cihaz.
crabber: Den. pavurya avlamak için kullanılan tekne,
coupling bolts: Kaplin cıvatalari; kaplinlerin birbirleri
pavurya teknesi.
ne bağlanmasında kullanılan cıvatalar.
crab hoist: Bkz. crab.
coupling, electro-magnetic: Bkz. electro-magnetic
crack: 1) kırılmada ani ve keskin ses çıkarmak. 2)
coupling.
özellikle parçalarda tümüyle ayrılmaksizın çatlamak
coupling, flexible: Bkz. flexible coupling.
veya yarılmak. 3) ani, keskin bir darbe ile kırılmak
coupling hub: Kaplin göbeği.
veya dar bir şekildeki yarılmaya neden olmak. 4) ha
coupling, hydraulic: Bkz. hydraulic coupling.
sar vermek veya bozmak. 5) kısmi kırılma; çatlama;
course: 1) ileriye doğru hareket; bir noktadan diğeri
çatlak.
ne gitme; gelişme veya ilerleme. 2) eğitimde kurs ve
cracked: 1) parçalarına ayrılmaksizın kırılmış veya çat
ya ders. 3) Den. a) kare armalı bir geminin en kısa
lamış; çatlak ya da çatlaklara sahip olan.
direğinin üzerindeki yelkenlerden biri. b) bir gemi
cracker: 1) kıran bir kimse veya cihaz, 2) kâğıt fişek.
nin seyrettiği cihete yönlendirilmiş pusula noktası,
cracking: Kimy. kraking; ısı ve basınç ile molekül ağır
c) rota; bir geminin üzerinde seyrettiği düşse! hat;
lığı düşük, daha hafif karbonlu hidrojenler elde et
gemi rotası.
mek için bozunma işlemi; bu yöntemle petrolün ağır
course: Buh. Kaza. kazan zarfı veya dramının (domu-
fraksiyonlarının kompleks hidrokarbonları bozurta-
nun) çevresel dikişler (perçin veya kaynak) arasın
rak daha basit karbonlu hidrojenlere dönüşürler.
daki bölümü.
cracking process: Kraking işlemi; Bkz. cracking.
covalence: 1) bir atomun, komşu atomlara paylaştıra-
crack zone: Çatlak bölgesi.
bildiği çift elektron sayısı. 2) iki atom arasında pay
cradle: 1) taşımak veya korumak için çubuk, ip, rod
laştırılan ve elektronlar tarafından oluşturulan bağ;
vb. lerinden yapılmış çerçeve. 2) otomobil altında ça
kovalent bağ.
lıştığı sırada bir tamircinin kullandığı düz, küçük te
covalency: Bir elementin bir atomunun diğer bir
kerlekli bir altlık. 3) tekne, gemi, uçak vb. i için ya
atomla kovalent bağ oluşturduğu, çift olmayan elek
pım, onarım veya kaldırma sırasında kullanılan ağaç
tronlarının sayısı.
ya da metal çerçeve (palet). 4) Den. gemi yapımın
covalent: Kimy. iyonları içine almayan bir bağ, bile-
şik, tepkime vb. ini belirtir: a) metan'da (CH 4 ) hidro da kullanılan kızak.
jen ve karbon arasındaki bağ, kovalent bir bağdır. craft: 1) Den. a) gemi, tekne veya uçak. b) gemilerin,
b) kükürt dioksit (S0 2 ) kovalent bir bileşiktir, c) tolu- teknelerin veya uçakların tümü. 2) özel bir beceri ve
ende çözünmüş amonyak (NH 3) ve HCI arasındaki ya sanat. 3) özel bir beceriyi gerektiren iş.
tepkime, kovalent bir tepkimedir. craftsman: 1) vasıflı işçi. 2) sanatçı.
covalent bond: Kimy. elektron çiftlerinin paylaşılması cram: Basınç veya sıkıştırma ile normal kapasitesinin
ile oluşan kimyasal bir bağ türü; kovalent bağ. ötesine kadar (bir hacim vb.) doldurmak; sıkıca dol
covalent lattice: Kimyasal örneklerin kovalent bağlar durmak.
la birbirleri ile birleştikleri bir kafes. cramp: 1) iki ucu kıvrık olan ve taş, tomruk vb. i kütle
cover: 1) önünde, üzerinde saklanılacak veya gizleni lerini taşımak için kullanılan metal bir çubuk; demir
lecek yer. 2) kaplamak; örtmek. 2) menzili içinde tut kenet. 2) mengene; kıskaç. 3) kramp.
mak (bir ateşli silahın). 4) cilt, kapak vb. i gibi kapa crampfish: Elektrikli balık; elektrik akımı üreten bir ba
yan herhangi bir şey. 5) silindir kapağı Bkz. cylin lık; electric ray, torpedo fish gibi isimler de verilir.
der cover. cramp iron: Her iki ucu kıvrık meta! çubuk; kenet de
coverall: Çoğ. makinist, tamirci vb. leri tarafından giyi miri; tespit parçası; taşlan bir arada sıkıca tutmak
len tek parçalı, bol, kolsuz elbise veya giysi; iş tulu için kullanılır.
mu; işbaşı elbisesi. crampon: Ağır parçaları kaldırmak için kullanılan iki
covered: 1) bir kapağa sahip olan; kapaklı. 2) üzerin demir kancadan herhangi biri.
de kapağı olan. 3) başında şapka, kep vb. i olan; crampoon: Bkz. crampon.
şapkalı. crampson: Mak. perçin çivisi.
cranage: Den. limanlarda yükleme boşaltma yaparı
crane 129 crankshaft balance

kreynlerin ücreti; kreyn ücreti. ne); karterden emişli (motor); Gem. Mak. krankkeys
crane: 1) ağır parçaları hareket ettirmek veya kaldır kompresyonlu (motor); iki zamanlı, küçük güçlü mo
mak için kullanılan türlü makinelerden herhangi biri; torlarda kartere emilerek orada piston tarafından sı
vinç; kreyn; macuna. 2) vinç ile kaldırmak. kıştırılan hava ile silindirlerin süpürülmesi (işlemi).
crane hook: Den. kreyn kancası; yük sapanının bağ crankcase subbase: Bkz. bedplate.
landığı kanca. crankcase ventilation: Karterin havalandırılması; olu
crank: 1) bir makinenin mili ya da şaftına dik açıda şabilecek basınç yükselmesi sonucu karterde patla
bağlı olan ve hareket iletmek için kullanılan bir kı maya ve yüksek yoğunluktaki yanmamış karbonlu
sım; krank. 2) Mot. iki krankkolu ile krankpinden olu hidrojenlerin yağlama yağını kirletmesine engel ol
şan, krank mili parçası; krank. 3) krank şeklinde mak amacıyla gazların atmosfere kaçırılması (işle
oluşmak. 4) bir krankla sağlamak. 5) bir krank ile iş mi).
letmek veya çalıştırmak. crank cheeks: Bkz. crank webbs.
crank angle: Mot. krank açısı; supapların açılıp ka crank circle: Krank dairesi; Mot. krankpinin karterde
pandıkları noktaları, yakıt püskürtme ve ilk hareket dönüşü sırasında havada oluşturduğu düşsel veya
zamanlarını ölü noktalara göre belirten açı. hayan daire; üzerine, ölü noktalara göre supapların
crank arm: Krank kolu; Bkz. crank webb. açma kapama, yakıt püskürtme, portların açılıp ka
crank arrangements: 1) krank dizilişleri; bir krank mi panması vb. i noktalar eklenerek zaman veya tay-
li üzerindeki krankların, aralarında belirli bir açı oluş ming diyagramı oluşturulur; bu dairenin çapı piston
turacak şekilde dizilişleri. 2) kranklar arasındaki açı strokuna eşittir.
farkı dört zamanlı makinelerde 720 ve iki zamanlı crank gear: Krank donanımı; krankpin, krank kolları,
motorlarda ise 360 silindir sayısına bölünerek bulu krank jurnal ve ana (palamar) yataklardan oluşan kı
nur. 3) Pist. Buh. Mak. iki genişlemeli makinelerde sım; krank mili üzerinde silindir sayısına eş sayıda
180 derece, üç genişlemeli makinelerde 120 derece krank bulunur.
veya 90 derece ve dört genişlemen makinelerde ise cranking: Motorları bir kol yardımıyla ve elle çevire
90 derecedir. rek çalıştırma veya ilk hareket.
crank capstan: Krank kollarıyla hareket ettirilen bo cranking motor: ilk hareket motoru; marş motoru;
curgat veya ırgat; bocurgat çubuklarının kullanılması elektrik enerjisi, basınçlı yağ veya basınçlı hava ile
nın yasaklandığı yerlerde kullanılır; ırgat kafası dön çalıştırılan marş motoru.
mez, güç kranklar ve ırgat kafasındaki konik dişliler cranking motor solenoid: Marş motoru bobini; marş
yardımıyla uygulanır. otomatiği; solenoit bobin.
crankcase: Mot. krank milini çevreleyen ve atmosfere cranking motor switch: Mot, marş düğmesi; marş bu-
karşı sızdırmaz yapan metal mahfaza veya keys; tonu.
Gem. Mak. krankkeys veya üst karter; buhar makine crank Journal: Gem. Mak. krank jurnali; krank milinin
lerinde aynı görevi yapan kısım. ana yataklar veya palamar yatakları içinde dönen
crankcase breather: Diz, Mot. karter havalandırıcısı; kısmı ya da bölümü.
karterde basınç yükselişi oluştuğu zaman, onu at crankpin: Krankpin; krank muylusu; krank kollarını
mosfere kaçıran çek valflı bir basınç firar sistemi. birbirine bağlayan kol ya da pin; biyel veya piston
crankcase compression: Karterden sıkıştırman maki kolunun alt ucundaki yatağın bağlandığı kısım.
ne ya da motor Bkz. crankcase scavenging; karte crankpin bearing: Krankpin yatağı; kol yatağı; biyel
linde atmosfer basıncından biraz daha yüksek ba ya da piston kolunun ait veya büyük tarafındaki ya
sınçlı (1,15-1,55 bar) hava veya hava-yakıt karışımı tak; biyelin krank miline bağlanmasını sağlar.
sağlanan dizel veya benzin motoru. crankpin bearing bolts: Krankpin yatak cıvataları;
crankcase doors: Mot. krankkeys'ya da üst karter ka kol yatağını krankpin çevresinde dairesel olarak tu
pakları; karter üzerinde bulunan sızdırmaz kapaklar; tan iki veya dört tane cıvata; genel olarak taçlı so
makinelerin bakım ve onarımları, yatakların denetlen munlarla sıkıca vira edilirler.
meleri için kullanılırlar; üzerlerinde karter patlaması crankpin box: Bkz. crankpin bearing.
na karşı kullanılan yaylı güvenlik (emniyet veya rilif) crankpit: Krank çukuru; krankpit; Mot, alt karterde,
valfları bulunur. kranklar altında bulunan ve yağlama yağının birikme
crankcase dilution: Mot. alt karterdeki yağın soğut sini sağlayan çukurlardan biri; krankpin yatağının alt
ma ceketi, silindir kapağı, soğutulan piston kafaları papucunun çarpmasıyla yağ çevreye savrularak yağ
vb. i yerlerden gelen su tarafından kirletilmesi. sisi oluşturur; yağ sisi öncelikle silindir duvarları ol
crankcase exhauster: Bkz. crankcase exhauster mak üzere bir çok yeri yağlar.
fan. crank radius: Krank yarıçapı; krank dairesi yarıçapı;
crankcase explosion: Karter patlaması; krankkeys in- krank dönerken havada çizdiği düşsel dairenin yarı
filâki; karterde oluşan yağ buharının tutuşarak patla çapı; piston kursu veya strokunun yarısına eşittir.
ması olayı. crankshaft: 1) Krank mili; krankşaft; üzerinde krank
crankcase oil: Karter yağı; makine yağı; Diz. Mot. kolları, jurnaller ve krankpinler (krank muyluları) bu
tüm yataklarda, çoğu zaman silindir yağlanması ve lunan, dövme çelikten yapılmış mil. 2) silindir içinde
bazan piston kafalarının soğutulmasında kullanılan çalışan pistonların işi aktardıkları pervane, jeneratör,
yağ. pompa vb. ini çalıştıran mil ya da şaft.
crankcase exhauster fan: Karter veya krankkeysin crankshaft balance: Krankşaft (krank mili) balansı ve
havalandırılması, karterdeki basıncın düşürülmesi ve ya dengesi: a) krankşaftın ağırlık merkezi ile merkez
dolayısıyla karter patlamasını önlemek için kullanı hattının çalıştırılması; statik denge, b) krankşaft kuv
lan fan. vetler çiftlerinin tümü ile dengelenmesi; dinamik ba
crankcase scavenging: Karterden süpürmen (maki lans.

Teknik Sözlük - F. 9
crank s ha f t b eari n g 130 creso l

crankshaft bearing: Krank mili ana yataklarından her


creatin: Bkz. creatine.
hangi biri; palamar yatağı; krank milini taşıyan ve alt
yarım parçaları bedpleyt girderlerine yerleştirilen si- creatine: Beyaz renkli, kristalli bir madde; bir alkaloit
veya amino asit, C 4H 9N 30 2; başlıca omurgalıların
lindirik metal yataklardan herhangi biri. kas dokularında bulunur.
crankshaft, built-up: Bkz, built-up crankshaft. creep: Mak, plâstik akma; sürekli olarak uygulanan
crankshaft deflections: Krank mili deflekşınları (sap bir yükün etkisiyle metallerin bünyelerinde oluşan
maları); yüksek güçlü dizel motorlarında krank kolla yavaş değişim; sıcaklık yüksek olduğu zaman, nispe
rının paralelliklerinin, türlü nedenlerle bozulması; ten küçük gerilmelerde metal bünyesinde meydana
deflekşın geyiçle saptanan pozitif veya negatif sap gelen yavaş hareket; bu durumun sonsuz olarak sür
ma. mesi, ağır yük ve sıcaklık altında çalışan makine par
crankshaft-driven pumps: Mor. özellikle dizel motor çaları için çok önemlidir.
larında krank mili tarafından çalıştırılan yakıt püskürt creep crack: Bkz. creeping crack.
me pompası, yağ pompası, dolaşım ve süpürme ha creeper: 1) bir göl, havuz vb. inin dibini taramak için
vası vb. i pompalar. kullanılan metal kancalı bir cihaz; Bkz. grapnel. 2)
crankshaft gear: Mot. krankşaft dişlisi; kam milini çe bir makineye veya bir makineden malzeme taşımak
virmek için krank miline bağlanmış olan dişli. için kullanılan herhangi bir cihaz.
crankshaft idler gears: Mot. krank mili dişlisi ile kam creeping crack: Plâstik akma çatlağı; yavaş olarak
mili dişlisi arasında bulunan ve krank milinin herake- hareket eden; gelişen çatlak veya yarık; Gem. Mak.
tini kam miline aktaran ara dişlileri; boşta çalışma üç faz şeklinde görülen bir kırılma türü: a) bir nokta
dişlileri. da gerilme birikimi başlangıcı ve bunun sonucu mi
crankshaft materials: Krank mili malzemesi; yüksek nik çatlakların oluşması, b) çatlaklar parça boyunca
güçlü gemi dizel motorlarının krank millerinin yapı geliştikçe, yüzeyin giderek bozulmaya başlaması ve
mında kullanılan ve yapısı % 0,2 karbon, % 0,32 silis c) çatlak derinleştikçe parçanın yüke dayanamayıp
yum, % 0,7 manganez, % 0,01 fosfor, % 0,015 kü anî olarak kırılması oluşur.
kürt ve % 98,755 demir olan malzeme. creep strength: Mak. yavaş değişim veya plâstik ak
crankshaft oil seal: Mot. krank mili yağ keçesi. ma dayanıklığı.
crankshaft, one piece: Tek parçadan yapılmış krank creep test: Plâstik akma deneyi ya da tecrübesi; de
mili; yüksek devirli, nispeten küçük güçlü dizel maki nenecek örnek, sabit sıcaklıkta sabit statik gerilme
nelerinin krank milleri (1-6 kranklı) bu şekilde yapı yükü etkisinde bırakılır; deney örneğindeki bozulma
lır; dövme çelikten tek parça halinde yapılan krank veya deformasyon belirli aralıklarla duyarlı bir biçim
mili. de ölçülür; test süresi 1000-10000 saat veya daha faz
crankshaft, semi-built: Yarı yapımlı krank mili; krankı la olabilir.
oluşturan iki krank kolu (veb) ile krankpin tek parça creosote: Sıv. Yük. kreozot; kömür katranı yağı; kre
dan yapılmakta ve referans markalan dikkate alına ozot yağı; kresilik kreozot; ağır yağ; naftalen yağı;
rak krank jurnale sıkı bir şekilde geçirilerek oluşturu katran yağı; açık kahverengiden siyaha kadar deği
lan krank mili şen renklerde, soğutulduğu zaman kristallenen, kat
crankshaft web: Bkz. crank web. ran kokusunda, insan sağlığı için zararlı, nem emme
crank up: Hareket ettirmek. yen bir karbonlu hidrojen; 15,5°C'de öz.ağ. 1,0-
crank web: Krank kolu; krank veb; birbirine paralel 1,10; k,n.195-400°C; 5°C'de visk. 5 cP, 50°C'de
olan ve aralarında krankpin bulunan kol; her krank 2 cP; gemilerde 37,7-48,88°C sıcaklık ve atmosfer
için birbirine paralel iki kol bulunur; crank cheecs basıncında taşınır; antiseptik olarak kullanılır.
olarak da kullanılır. crescen t 1) şekli hilâle benzeyen. 2) şanzıman hilâli.
cranky: 1) sırasız; düzensiz; donanımsız. 2) Den. düz 3) ilk ve son çeyrekteki ay; hilâl.
gün olmayan; tumba olması veya devrilmesi olasılığı crescent wrench: Ayarlı nahtar; kurbağacık.
olan. cresol: Kimy. krezol; renksiz, formülü C7 H8 O olan ya
crash: 1) ağır ve uzun süren gürültü ile düşmek, çar ğımsı sıvı veya katı üç izomerikten herhangi biri; kö
pışmak veya kırılmak; parçalamak. 2) kontrol dışı mür katranının damıtılmasından elde edilir, dezenfek
olarak hasar görecek veya tahrip olacak şekilde şid tan, dumanlı bileşikler ve boya maddeleri yapımında
detle düşmek (uçaklar için söylenir). 3) kaza geçir kullanılır.
mek (uçak için); parçalanmak. cresol, m-: Sıv. Yük. m-kresol; m-kresilik asil, m-metil-
crash dive: Hücumdan kaçmak için bir denizaltının fenol; 3-metil fenol; renksiz veya sarımsı, keskin de
anî olarak dalması; anî dalış: Denizaltılar için söyle zenfektan kokulu, insan sağlığı için zararlı, nem emi
nir. ci, fenol ailesinden bir bileşik; Simg. CH3 C6 H4 OH;
,
crash-land: Zorunlu (mecburi) iniş yapmak: Uçaklar 20°/4°C de öz.ağ. 1,034; k.n.191°C; d.n. 28-31°c;
için söylenir. 50°C'de visk. yaklaşık 3 cS; gemilerde 50-70°C sı
crawler tractor: Paletli traktör; Katerpillar traktörü. caklık ve atmosfer basıncında taşınır.
creak: 1) gıcırtı. 2) gıcırdamak. cresol, o-: Sıv. Yük. o-kresol; o-kresilik asit; o-hidrok-
creamer: 1) sütten kremayı ayıran bir cihaz; krema sitoluen; 2-metil fenol; beyaz kristalli, keskin dezen
makinesi; krema oluşturmak için sütün konulduğu fektana benzer kokulu, sıvı halinde iken insan sağlı
buzdolabı. ğı için zararlı, nem emici, fenol ailesinden bir bile
cream of tartar: Beyaz, kristalli asitik bir madde, şik; Simg. CH 3 C6 H 4 OH; 20°/4°C'de öz.ağ. 1,047;
KHC 4 H 4 0 6 ; tıpta ve aşçılıkta kullanılır; potassium k.n.191°C; d.n.28-31°C; 50°Cde visk. yaklaşık 3 cS;
bitartrate, potassium acid tartrate şekillerinde de gemilerde 50-70°C sıcaklık ve atmosfer basıncında
yazılır. taşınır.
cresol 131 critical temperature

cresol, p-: Sıv. Yük. p-kresol; p-kresilik asit; 4-metil fe critical angle: Opt. ışık ışınlarını tümü ile yansıtan,
nol; ışıkta rengi koyulaşan, renksiz, kristalli, tatlı ko mümkün olan en küçük geliş açısı.
kulu, sıvı olarak insan sağlığı için tehlikeli, nem emi critical compression ratio: Bkz. compression ratio,
ci, fenol ailesinden bir bileşik; Simg.CH 3 C6 H4 OH; critical.
15,5°C'de öz. ağ. 1,038; k.n. 202°C (yaklaşık); d.n. critical constants: Kritik değişmez veya sabiteler;
34°C; 40°C'de visk. yaklaşık 50 saniye Redwood; ge bunlar: Kritik sıcaklık (T c ), kritik basınç (P c ), kritik
milerde ısıtılarak ve atmosfer basıncında taşınır. yoğunluk (7 ) ve molar kritik volümdür; bunlar her
cresset: Yağ, odun vb. i yakma için kullanılan metal hangi bir gaz için değişmezdirler.
bir kap; kandil veya meşale. critical density: kritik yoğunluk (kesafet); bir gazın
crest: 1) herhangi bir şeyin tepesi veya bir hat ya da kritik sıcaklık ve basincindaki yoğunluğu; oksijen
alanın tepesi boyunca; bir dalganın tepesi veya zir için Tc = 154,2 K-3 ve pc = 49,7 atm kritik yoğunluğu
vesi; bir dağın tepesi veya doruğu. 2) tepesinde 7C = 0,430 kgm
uzanmak, 3) zirve şeklini almak (dalga gibi). 4) üs critical excess air coefficient: Diz. Mot. kritik fazla
tünden aşmak (dalga, tepe vb.). hava katsayısı; yakıtın yakılabilmesi için dizel motor
cresylic: Krezol veya kreozota ait veya onlardan, larının silindirlerine verilebilecek en düşük fazla ha
cresylic acid: Sıv. Yük. kresilik asit; renksiz ya da ko va katsayısı.
yu kahverengine kadar değişen renklerde, keskin ve critical frequency: Elekt. kritik frekans; alternatif akı
dezenfektan kokulu, sıvı ve gaz halinde iken insan mın yüksek frekanslarla alçak frekansların aynlma-
sağlığı için zararlı, nem emmeyen, fenol ailesinden sındaki frekansı; eğer bir devredeki kapasitör C ve
bir bileşik; 15,5°/15,5°C'de 1,010-1,055 k.n. direnç R ise kritik frekans : f = 1/2itCR formülünden
190-240°C; d.n. genellikle 0°C'nin altında (bazan bulunur.
30°C'den düşük); 20°C'nin altında visk. yaklaşık 20 critical isothermal: Kritik sabit sıcaklık; kritik sıcaklı
cks; gemilerde çevre sıcaklığı ve atmosfer basıncın ğında bulunan bir gazın basınç ve hacmi ile ilişkili
da taşınır; bazı karışımlarının ısıtılması gerekebilir. sabit sıcaklık (izotermal).
crevice: Yarık; rahne. critical load: Makinenin maksimum yükü veya devri
crew: 1) gemi zabitleri ve kaptan dışında kalan gemi- (rpm).
adamlarının tümü; tayfa; mürettebat. 2) gemi, uçak critical mass: Kritik kütle; bir reaktörde zincirleme tep
vb. i yerlerde, özellikle bir liderin yönetiminde birlik kimeyi kendiliğinden oluşturacak yeterli miktardaki
te çalışan bir grup insan; personel. 3) bir gemi veya fizyon maddesinin kütlesi.
uçakta çalışan insanların tümü. 4) çoğu zaman se critical point: Kritik nokta. 1) su buharı için yapılmış
kiz kişiden oluşan kürek ekibi veya timi. entalpi-entropı (hs) ve sıcaklık-entropi (TS), diyag
crew gangways: Den. tankerlerde kıç taraftan başa ramlarının kritik noktası; basıncı 221,2 bar (225 at)
doğru güverte üzerinde uzanan dar köprü; kedi köp ve sıcaklığı 374,15°C olan nokta; bu noktada su, sıvı
rüsü. ısısı almaksızın buharlaşır. 2) bir gazın kritik basınç
crew's quarter: Dan. mürettebat veya tayfa salonu; ve sıcaklıkta bulunduğu nokta.
gemilerde mürettebatın vardiya dışında veya liman critical pressure: Kritik basınç. 1) su buharı için TS
larda oturduğu, oyun oynayıp yemek yediği yer ya ve hs diyagramlarında kritik noktanın Bkz. critical
da salon. point basıncı: 221,2 bar (225 at); Pcr kısaltması ile
crew space: Den. mürettebat yatakhanesi, tuvalet, belirtilir. 2) kritik sıcaklığında bulunan bir gazın sıvı
banyo vb. inin bulunduğu yer. laşması için ancak yeterli basınç.
crib: 1) maden ocaklarında olduğu gibi, taşımak ve critical pressure ratio: Buh. Türb, bir nozul (meme)
kuvvetlendirmek için ağaç veya metal çubuklardan ya da kapalı bir kanaldan geçen buharın çıkış basın
yapılmış çerçeve; maden direği; çerçeve; kasa. 2) cının giriş basıncına oranı; kritik basınç oranı.
hububat, tuz vb. I depolamak için kullanılan ağaç ka critical range: 1) kritik bölge; allotropik değişmenin
sa veya ambar. görüldüğü sıcaklık bölgesi. 2) metalin bir fazdan di
crick: Ufak bocurgat; kriko. ğer bir faza atladığı geçici kademe, aşama veya ba
crimp: Buh. Kaza. boruların çapını küçültmek veya samak.
azaltmak. critical speed: Mak. kritik hız; iyi dengelenmemiş de
crimping: Buh. Kaza. değiştirilmesi gereken boruyu vir hareketli mil ve kütlelerde, hem teker ve hem de
yerinden çıkarmaya hazırlamak için çapını küçült şaftın ağırlık merkezi şaftın ekseninde olmadığı za
me; çoğu zaman çap küçültme aleti Bkz. crimping man oluşan ağır titreşim; devir hareketli, eksenel ha
tool ile yapılır. reketli makinelerde belirli bir devir sayısında oluşur.
crimping too!: Mak. çap küçültme (kazan borusu critical shearing stress: Kritik kesme gerilmesi.
vb.) aracı veya aleti; boru kıvırma makinesi. critical state: Kritik durum; bir maddenin sıvı durumu
crit: Bkz. critical. ile buhar durumunun eşit yoğunlukta olduğu hâl.
criteria: Ölçütler; kriterler; Bkz. criterion. critical stress: Kritik gerilme; maksimum gerilme; sı
criterion: Kriter; miyar veya ölçüt; mihenk. nır gerilme.
critical: 1) kritik; tehlikeli veya riskli. 2) Mate. Fiz. ka critical temperature: 1) kritik sıcaklık; kritik noktanın
rakter, özellik veya durumu etkileyerek değiştiren bir sıcaklığı: 374,15°C; bu sıcaklığın üzerinde gaz sade
nokta vb. ini belirtir; erit. kısaltması ile belirtilir. ce basınçla sıvı duruma getirilemez; T c r veya t kı
critical altitude: Hava. süperşarjlı bir benzin motoru saltmaları ile belirtilir. 2) belli bir gazın yalnızca ba
ile donatılmış bir uçak makinesinin kullanılır maksi sınçla, üzerindeki sıcaklıklarda sıvı duruma getirile-
mum güç verdisine eriştiği rakım; kritik altitüt, rakım mediği, fakat altındaki sıcaklıklarda sıvı duruma geti
veya yükselti. rildiği sıcaklık derecesi.
critical volume 132 croton oil
critical volume: Kritik hacim; kritik noktada Pcr basın belirtmek üzere 60 derecelik gönye ile birbirlerine
cı ve T c r sıcaklığında maddenin birim kütlesinin hac paralel olarak çizilen ince (0,1 mm) çizgiler.
mi. crosshead: Gem. Mak. kroshed; çapraz muylu; pis
crocein: Kırmızı azo (nitrojenli veya azotlu) boya. ton rod ile biyeli birbirine bağlayan, dövme çelikten
croceine: Bkz. crocein. yapılmış bir blok Bkz. crosshead block; kroshed
crocidolite: Kimy. krokodilit; lifli, mavi veya mavimsi blok; iki tarafında birer pin bulunur; bazan iki tarafı,
yeşil renkli demir ve sodyum silikatı. çoğu zaman bir tarafında bir gayıt içinde hareket
crocoisite: Bkz. crocoite. eden kayıcı veya sliper bulunur.
crocoite: Kimy. kırmızı veya portakal renkli, doğal kur crosshead bearings: Bkz. crosshead pin bearings.
şun kromat, PbCr0 4 . crosshead guide: Gem. Mak. kroset gayıtı; çapraz
Crookes dark space: Bkz. Crookes space. muylu gayıtı; kroshete bağlı kızak veya kızaklar bu
Crookes space: Bir vakum tüpünde, basınç azaldığı gayıt içinde hareket ederek piston rod ve pistonun
zaman katot çevresinde görülen karanlık bölge; dikey hareketini sağlarlar.
Kruks bölgesi. crosshead guide shoe: Bkz. slipper.
Crookes tube: Gazların yüksek dereceye kadar yo crosshead pin: Gem. Mak. kroshet pin; biyelin üst
ğunluklarını azaltmak için kullanılan vakum tüpü; Sir ucundaki yatakların bağlandığı pin ya da pinler;
William Crookes tarafından, alçak basınçta gazlarda kroshedin iki tarafında bulunan, silindir şeklinde ve
elektriksel boşalma derslerinde kullanıldı. yüzeyleri çok sert parçalar.
croloy: Krom kapsayan alaşımlar; kroloy; Cr-Mo (k- croshead pin bearings: Kroshed pin yatakları; Bkz.
rom-molibden), krom-nikel (Cr-Nİ) kapsayan vb. i crosshead pin.
croloy steels: Krom-nikel veya krom molibdenli çelik crosshead piston: Bkz. crosshead type piston.
ler. crosshead type piston: Krosetii (çapraz muylulu)
cropper: Kırpma makinesi; kırpma aleti. makine pistonu; baril piston; krosetli dizel motorların
cross: 1) birbirini kesen iki doğru veya yüzeyin oluş da kullanılan, çoğunlukla trank pistonlara göre kısa
turduğu şekil; çapraz; çarpı işareti. 2) Astr. a) Güney olan ve yağ segmanları bulunmayan piston.
Haçı (takımyıldızı, b) Kuzey Haçı (takımyıldızı). 3) crossover valve: Ekonomik seyir türbininin Bkz. cru
çaprazlamak; çapraz yapmak. 4) bir taraftan diğer ta ising turbine bulunduğu enerji tesislerinde YB ve
rafa uzanmak. 5) karşı; zıt; aksi; ters. 6) karşıdan AB türbinleri çalışırken, iktisadî seyir türbinine soğut
karşıya geçmek. 7) melez ırklar elde etmek. 8) haç ma amacıyla buhar veren valf; krosover valf.
(salip) işareti yapmak. cross section: 1) enine kesit; bir cismin simetri ekse
crossbar: Kol demiri; sürgü. nine veya sadece eksenine dik açıda bir düzlem ile
crossbeam: Bir duvardan diğer duvara yerleştirilen ki kesilmesi. 2) bu tür kesilmiş bir parça. 3) bir bütü
riş; enine kiriş; kiriş. nün özelliklerini kanıtlamak için görev yapan parça.
cross box: Babcock ve Wilcox'un boyuna domlu ka cross talk: Rady., Tif. bir kanalın bir başkası veya di
zanlarında, domlari (dramları) dolaşım nipellerine ğerleri tarafından kullanılması veya işgal edilmesi;
bağlamak için kullanılan için boş döküm veya metal Den. halatların karışması.
silindir. cross tie: Destek ya da dayanıklık sağlamak için eni
cross compound türbine: 1) Gem, Mak. kros kampa- ne yerleştirilen kiriş, posta, rod (çubuk) vb. i.
vund türbin; bir dişli çarkı (girvll) ayrı birer pinyon cross valve: Gem. Mak. kros valf; iki yerine üç çıkışı
dişli ile ayrı ayrı çeviren YB (yüksek basınç) ve al bulunan, glob valf türünden bir vana.
çak basınç (AB) türbinlerinden oluşan ünite. 2) Yük crossways: Bkz. crosswise.
sek basınç, orta basınç ve alçak basınç ünitelerin crosswind: Bir uçağın uçuş hattı, bir geminin rotası
den oluşan makine, veya verilen herhangi bir rota ya da yöne dik açılar
crosscut: 1) enine kesilmiş. 2) tahta testeresi Bkz. da esen rüzgâr.
crosscut saw. crosswise: Çapraz olarak; çaprazlama.
crosscut chisel: Enine kesmede kullanılan bir keski. crotchet: 1) küçük bir kanca; çengel. 2) çengele ben
crosscut saw: Ağaç testeresi; tomruk veya kütük kes zer parça veya işlem. 3) çengele benzeyen bir cihaz
mek için kullanılan iki saplı testere; ince ağızlı bıçkı. ya da çengelleme aracı; kroşe.
cross-domain: Bölgeler arası. crotonic acid: Organik sentezlerde kullanılan renksiz,
cross flow: Çapraz akım; bir ısıtıcı veya soğutucuda kristalli bir bileşik; krotonik asit, C3H50O0H.
ısınan ya da soğuyan sıvı ile ısıtan ya da soğutan crotonaldehyde: Sıv. Yük. krotonaldehit; 2-bütenal;
akışkanın birbirlerine çapraz şekildeki akımı ya da bütenal-2; trans-2-bütenal; krotonik aldehit; B-metil
akmaları. akrotin; propilen aldehit; beyaz ya da soluk sarı
cross flow cooler: Çapraz akımlı soğutucu veya ku- renkli, boğucu ve keskin kokulu; sıvı ve gaz olarak
ler; Bkz. cooler. çok tahriş edici, yangın tehlikesi oluşturan, nem em
cross-flow scavenging: Diz. Mot. ters akımlı süpür meyen, alifatiklerden bir aldehit, Simg. CH3CH:CH
me; dönüş akımlı süpürme; portlarla donatılmış iki CHO; 20°/20°C'de 0,851; k.n. 102,2°C; d.n.-75°C;
zamanlı motorların silindirlerinin süpürülmesi yönte Visk. yok; gemilerde çevre sıcaklığı ve atmosfer ba
mi. sıncında taşınır.
Crosshatch: Tek. Res. 60 derecelik paralel çizgilerle croton oil: Kroton bitkisinin çekirdeklerinden elde edi
taramak ya da gölgelemek. len kalın, acı bir yağ; kuvvetli müshil olarak ve dış
crosshatching: Tek. Res. 60 derecelik paralel çizgiler tan tahrişe karşı kullanılır.
çizme; tarama.
Crosshatch lines: Tek. Res. tarama çizgileri; kesitleri
cro w b a r 133 cr y o -

crowbar: 1) alev borulu kazanların cehennemlik tava


crude petroleum: Ham petrol; Bkz. crude oil.
larının dayanıklığını arttıran köprü payandaların Bkz.
crude tar: Ham katran; damıtma veya diğer işlemlerle
girder stay iki saç parçasını belirli bir aralıkla birbiri
yapısı değişiklik geçirmemiş katran.
ne bağlayan yatay pin veya pinler; Gem. Mak. krov-
cruise: 1) bir yerden diğer bir yere gemi ile seyahat
bar. 2) manivela; domuz tırnağı. 3) levye; manivela
etmek. 2) benzer şekilde hareket etmek. 3) belirli bir
kolu.
hızla hareket etmek: Uçak saatte 1000 km hızla hare
crowfoot: 1) payanda Bkz. stay. 2) Elekt. bir derece
ket ediyor, gibi. 4) bir noktadan diğer bir noktaya se
ye kadar karga ayağına benzeyen çinko elektrot. 3)
yahat etme, gezi yapma (özellikle deniz gezisi).
Den. kazayağı veya giz; tenteleri asmak için kullanı
cruiser: 1) kamaraları olan, makine ile yürütülen ve
lan çatal şeklinde bir askı.
yaşam için gerekli her türlü teçhizatı olan gemi; yol
crowfoot stays: Bkz. girder stays.
cu gemisi. 2) hat gemisinden biraz daha küçük,
crown: 1) taç. 2) şekli, durumu vb. i taca benzeyen.
ateş gücü daha az, daha hafif zırhlı, hızlı ve manev
2) zirve ya da en yüksek nokta (dağ vb.). 3) Den.
ra yeteneği yüksek savaş gemisi türlerinden biri; kru
demir ya da çıpanın, kolları arasındaki en alt nokta
vazör.
sı; demir (çıpa) memesi. 4) piston kafası Bkz. pis
cruising: Bir gemi ya da uçağın maksimum olmayan
ton crown veya piston tacı. 5) Den. fener cevizi.
en verimli hız ya da süratini belirtir.
crown cap: Şişelerin ağızlarına geçirilen, mantar kap
cruising power: Hava. kullanılan güç, maksimum gü
lı metal musluk veya durdurucu.
cün % 70 veya daha azı olan güç; uçuş gücü.
crown glass: 1) düz, daire şeklinde, ortası kalın pen
cruising radius: Seyir yarıçapı; bir gemi veya uçağın
cere camı. 2) çok berrak optik cam.
bir kerede alabileceği maksimum miktardaki yakıt,
crown lens: Çok berrak optik camdan yapılmış bir
su vb.i ile katedebileceği (gidebileceği) maksimum
mercek; özellikle renksiz bir merceğin dışbükey ve
mesafe.
ya konveks türü.
cruising range: Seyir mesafesi; geminin bir seferde
crown nut: Taçlı somun; Diz. Mot. krankpin yatak cı
alabileceği maksimum miktardaki yakıt ile, yeniden
vatalarında kullanılan bir somun türü.
ikmâl yapmaksızın gidebileceği mil ya da km türün
crown piece: Taç ya da en üst kısmı oluşturan bir
den mesafe.
parça.
cruising speed: Ekonomik hız; iktisadî sürat; bir ge
crown saw: İçi oyuk silindir şeklinde olan ve kesici
mi, uçak, oto vb. inin en az yakıt tüketimi ile yapabi
dişleri alt kenarda bulunan bir testere; dairesel par
leceği en yüksek hız.
çalar ve delikler kesmek için kullanılır.
cruising turbine: Ekonomik seyir türbini; özellikle
crown sheet: Cehennemlik tavanı; alev borulu
bu har türbinleri ile yürütülen savaş gemilerinde
kazan larda yaklaşık 15-20 cm kadar su altında
düşük, örneğin 15 mil/saatin altındaki hızlarda
kalan, gir der stey veya köprü payandalarla takviye
seyir yapıla cağı zaman kullanılan, nispeten küçük
edilen ve bazan sigorta tapaları da donatılan
güçlü türbin; çoğu zaman hız ve basınç basamaklı
cehennemlik kıs mı.
türde yapılır lar.
crown w heel: Oto. ayna dişlisi; büyük mahrutî
dişli. cruising valve: Ekonomik (iktisadî) seyir türbinine
bu har verilmesini sağlayan valf; Gem. Mak. kruzin
crow's nest: 1) gemi pruva direğinin tepesine yakın
valf. crush: 1) zıt iki kuvvet arasında sıkıştırmak;
bir kısımda bulunan ve gözcülük için kullanılan kü
kırmak ya da yaralamak; basınçla şekil ve durumunu
çük bir platform; karga yuvası; çanaklık. 2) buna
bozmak; birlikte sıkıştırmak. 2) toz ya da küçük
benzeyen herhangi bir platform.
parçacıklara dönüşünceye dek sıkıştırmak, öğütmek
C.R.S.: Corrosion Resisting Steel: Paslanmaya da
veya döv mek. 3) basınçla veya sıkıştırarak (özünü)
yanıklı çelik.
çıkarmak.
C.R.T.:Bkz. Cathod ray tube.
4) kırılmak; kırılmış olmak.
crucible: 1) yüksek sıcaklığa dayanıklı grafit, porse
crushed coal: Kırılmış kömür; ocaklardan çıkarılan
len, platin veya diğer maddelerden yapılan ve cev
farklı büyüklüklerdeki kömür 30 mm boyutlarına ka
her, metal vb. i eritmek için kullanılan kap; pota. 2)
dar kırılır veya bu büyüklüğe kadar elendikten sonra
bir ocak ya da fırının alt tarafında bulunan ve erimiş
kullanılır.
metalin alındığı oyuk veya boşluk.
crusher: Kırıcı; ezici; taş kırma makinesi; konkasör.
crucible steel: Pota çeliği; potada blister çeliğinin ve
ya dövme demir, karbon ve eritme maddesinin eritil crusher jaw: Konkasör çenesi; konkasörün (taşları)
kırıcı çenesi.
mesi ile elde edilen çelik; bıçak ve alet yapımı vb. in
de kullanılır. crusher roller: Konkasörün ince kırma
silindiri.
cruciform: Haç ya da salip şeklinde olan.
crushing load: 1) ezilme yükü. 2) eğici veya kırıcı
cruciform crack: Haç veya salip şeklinde oluşan çat
kuvvet ya da yük.
lak.
crushing resistance: Basınç direnci; eğilme direnci.
crude: 1) ham veya natürel (tabii, doğal) durumda;
crushing strength: Eğilme dayanıklığı veya mukave
rafine edilmemiş; damıtılmamış; ısıtma veya diğer şe
meti; ezilmeye karşı mukavemet veya dayanıklık.
killerde işlenmemiş veya rafine edilmemiş. 2) ham;
crushing stress: Eğilme gerilmesi.
olgun olmayan. 3) kaba; dikkatle yapılmamış. 4)
crushing test: Eğilme deneyi veya
ham petrol.
tecrübesi.
crude oil: Ham petrol; petrol yörelerinde açılan kuyu
crutch: 1) Den. bumba yatağı; bumba ayağı. 2) Den.
lardan çıkarılan, ısıtma veya türlü şekillerde işlenme
filikalarda kullanılan yanmay veya ıskarmoz. 3) ha
miş veya rafine edilmemiş petrol; parafinik, naftenik,
vuzlarda gemilerin desteklenmesinde kullanılan pa
aromatik veya karışık türleri vardır.
yanda. 4) Den. yelken sarıldığı zaman seren için kul
lanılan çatal uçlu bir destek (payanda).
cryo-: Soğuk, donma anlamlarında kullanılan bir
cr yog e n 134 cubi c centim ete r

önek. man, derhal sebze ve hayvansal zarlara giren bir


cryogen: Soğutucu; Bkz. refrigerant. madde; kristalloit.
cryohydrate: Tuz gibi bazı maddelerin hızla karışımı crystalloidal: Kristalloite ait.
ile suyun normal donma noktası altında oluşan kris crystallose: Sakarinin sodyum tuzu; sakarinle aynı
talli katı. amaç için kullanılır; soluble saccharin adı da verilir.
cryolite: Grönland'ta bulunan sodyum ve alüminyu crystal microphone: Kristal mikrofon; bir kristal (ku
mun fluorürü, Na 3 AIF 6; alüminyumun metalürjisinde varz) ile temas halinde olan iki metal elektrot; kristal
kullanılır; kriyolit. o şekilde düzenlenmiştir ki, düşen ses dalgalan ple-
cryometer: Çoğunlukla alkol doldurulmuş ve cıvalı zoelektrik etkisi üretirler.
termometrelerin ölçebileceğinden daha alçak sıcak crystal nucleus: Kristal çekirdeği; kristalin büyümeye
lıkları belirten bir termometre; kriyometre. başladığı küçük bir parçacık veya nokta
cryoscopy: Sıvıların donma noktalarının saptanmasıy crystal pickup: Çoğu zaman elektrik fonograflarında
la ilgilenen bilim dalı; kriyoskopi. (plâk çalarlarda) kullanılan kuvarz kristalli pikap ko
cryostat: Düşük sıcaklık sürdüren veya idame ettiren lu.
bir regülatör; kriyostat. crystal rectifier: Kristal rektifayer veya doğrultmaç;
cryptanalist: Şifre çözme uzmanı. yarı iletkenden (örneğin germanyum diottan) yapıl
cryptoclastic: Miner, mikroskopla bile görülmek için mış bir doğrultmaç.
çok küçük kristallerden oluşan bir yapısı olan. crystal set: Elektron tüp detektörü yerine, kristal de
cryptographic: şifrelemeye ilişkin. tektör kullanılan basit türden bir radyo alıcısı.
cryptography: Şifreleme bilimi. crystal structure: Kristal yapı ya da bünye; hem iç ve
cryst: Bkz. 1) crystalline. 2) crystallized. 3) crystal hem de dış yapıya sahip olan bir kristal; iç yapı iyon
lography. lar, atomlar veya moleküllerden oluşur; dış yapı, kris
crystal: 1) berrak ve saydam kuvarz. 2) bunun süs eş tal yüzlerin ve kristalin simetrisinin düzenlediği, kris
yası şeklinde kesilmiş bir parçası. 3) çok berrak ve talin geometrik şeklidir.
parlak cam. 4) bu tür camdan yapılmış kadeh, kase crystal symmetry: Kristal simetri; bir kristalin iç yapı
vb. i eşya ya da eşyalar; kristal; billur. 5) kristal gibi sı ve dış şeklinin simetrisi; bir kristal simetri düzlemi
berrak veya saydam herhangi bir şey. 6) bir madde veya düzlemleri, simetri ekseni veya eksenleri ya da
nin katılaşmış şekli. 7) Rady. kristal dedektör. 8) kris bir simetri eksenine sahip olabilir.
tale ait; kristalden oluşan. 9) kristale benzeyen; ber Cs.: Bkz. cesium.
rak ve saydam. csc: Bkz. cosecant.
crystal chemistry: Kristal kimyası; kristallerin yapıları cSt: Bkz. centistoke.
ve kimyasai özellikleri arasındaki ilişkiyi inceleyen bi et.: Bkz. certificate.
lim. ctg.: Bkz. cartridge.
crystal counter: Kristal sayaç; iyonlayıcı olaylar karşı etn: Bkz. cotangent.
sında geçici olarak iletken olan bir çok kristalden bi ctr.: Bkz. center.
ri ile yapılan bir sayaç. cts.: Bkz. centimes.
crystal detector: Kristal detektör; Rady, bir iletkenin cu.: Bkz. cubic.
(örneğin tungsten) keskin kenarı ile temasta olan bir cub.: Bkz. cubic.
yarı iletkenden (örneğin silikon) oluşan rektifayer ve cub: Küçük, tek motorlu bir uçak.
ya doğrultmaç. cubage: Kübik veya küpsel içerik ya da muhteva.
crystal face: Kristal yüzü; bir kristalin düzlem yüzü; cubature: 1) bir katının küpsel kapsamı veya içeriğini
en basit bir kristal olan küpün altı düzlem yüzü bulu saptamak. 2) küpsel içerik; hacim.
nur. cube: 1) Geom. herbiri kare olan, birbirine eşit altı yü
crystalliferous: Kristal üreten; kristal kapsayan. ze sahip olan bir katı. 2) Mate. verilen bir sayı veya
crystal lattice: Kristal kafes; noktaları uzayda kristal büyüklüğü karesi ile çarparak elde edilen ürün;
şekil oluşturan atomları, iyon veya molekülleri belir 3
üçüncü kuvvet: 3 = 27 gibi. 3) küp ya da küpler
ten bir kafes; kristal iyonik, metalik, dev moleküler şeklinde olmak.
3
veya moleküler olabilir. cube root: Küp kök; .I 8 = 2 gibi.
crystalline: 1) kristal kapsayan veya kristalden yapı cubic: 1) küp şeklinde olan. 2) üç boyutu olan. 3) Ma
lan. 2) kristale benzeyen; berrak ve saydam. 3) kris te, üçüncü kuvvet veya derece; sayıların veya büyük
tal özelliğinde veya yapısında olan. 4) kristallerden lüklerin küplerine ait.
oluşan. cubical: Küp şeklinde (olan).
crystallizable: Kristalleşmeye muktedir veya kristalleş- cubical dilatation: F/z. hacimsel genleşme veya ge
miş. nişleme.
crystallization: 1) kristalleşme veya kristal olma; bil cubically: Kübik ya da küpsel ölçüme ait.
3
lurlaşma. 2) kristalleşmiş yapı veya madde. cubic foot: Kadem (fit) küp; 28316,847 cm
crystallize: 1) kristaller meydana gelmesine neden ol cubic measure: Kübik ölçüm; küpsel ölçüm, hacimle
3
mak. 2) belirli bir şekil vermek. 3) şekerle kaplamak. rin küp birimleri ile ölçüldüğü bir sistem: 1000 mm
4) Kristalli şekilde olmak. 5) belirli bir şekil almak. 3 3 3
= 1 cm , 1000 cm = 1 dm 1000 dm = 1 m
3 3

crystallographical: Bkz. crystallographic. ;


3 3 3 3
crystallography: Kristallerin şekli, yapısı, nitelikleri ve cubic
1228 centimeter:
inç = 1 f! , Santimetre küp;
27 ft = 1 yrd eni boyu ve yük
gibi.
sınıflandırılmaları ile ilgilenen bilim dalı. sekliği Ver cm olan bir küpün hacmi ya da kapasite
3 3 6 3 3
crystalloid: 1) kristale benzeyen; kristal gibi. 2) genel si; 1000 mm ; 0,001 dm ; 10" m ; cm
olarak kristalleşebilen, çözelti halinde olduğu za ile ifade edilir.
kısaltması
cubic desimeter 135 current balance

cubic desimeter: Desimetre küp; eni, boyu ve yük cupel: 1) altın, gümüş vb. ini rafine etmek için kullanı
sekliği 1'er desimetre olan bir küpün hacmi veya ka lan sığ, gözenekli ve küçük bir kap. 2) gümüşü da
3 6 3 3 3
pasitesi; 1000 cm ; 10 mm ; 0,001 m ; dm mıtmak için ocak altı; ufak pota.
ması
kısalt ile belirtilir. cupellation: Değerli metalleri küçük bir potada rafine
cubic equation: Üçüncü kuvvet veya üçüncü derece etmek veya arıtmak.
3 2
den eşitlik: y + ay + by + c = 0 gibi. cup-head rivet: Norma! başlı perçin; kâse başlı per
cubic feet: Ayak küp; fit küp; eni, boyu ve yüksekliği çin; Bkz. rivet.
birer ayak veya fut (30,48 cm) olan bir küpün kapasi cupola: 1) metalleri eritmek için (kullanılan) küçük
3 3 3
tesi veya hacmi; 28317 cm ; 0,036 yrd ; ft bir ocak; kupola (ocağı); döküm ocağı. 2) bir savaş
sı ile belirtilir.
kısaltma gemisinin dom şeklinde, zırhlarla donatılmış döner
cubic inch: inç veya pus küp: eni, boyu ve yüksekliği top tareti; taret. 3) dom; kubbe.
birer inç veya pus (2,54 cm) olan bir küpün kapasite cupola melting: Pik demirin dökme demire çevrilme
3 3
si veya hacmi; 16 387 mm ; 16,387 cm ; 0,016 si için kupola fırınlarındaki eritme işlemi.
3 3
387 dm ; in kısaltması ile belirtilir. cupreous: 1) bakır kapsayan; bakıra benzeyen; bakı
cubicle switchboard: Elekt, çelikten yapılmış tüm ci ra ait. 2) bakır renkli; bakır renginde.
hazlar için tek bir paneli olan kapalı bir dağıtım tablo cupri-: Bakır anlamında bir önek.
su; gerilim ve akım transformatörleri, ölçü ve kontrol cupric: iki değerli bakır kapsayan; iki değerli bakıra
cihazlarından oluşmaktadır. ait.
cubic meter: Metre küp; eni, boyu ve yüksekliği birer cupriferous: Bakirli; bakır kapsayan ya da içeren.
metre olan bir küpün hacmi ya da kapasitesi; 10
9
cuprite: Kuprit; bakırın koyu kırmızı renkli bir cevheri;
3 6 3 3 3 3
mm ; 10 cm ; 10 dm ; m kısaltması ile belirtilir. bakır oksit, Cu0 2 .
cubic milimeter: Milimetre küp; eni, boyu ve yüksekli cupro-: Bakır anlamında bir önek.
ği birer milimetre olan bir küpün kapasitesi veya hac cupromagnesite: Kupromanyezit; bakır ve magnez
3
mi; mm kısaltması ile belirtilir. yum kapsayan bir mineral.
cubic yard: Yarda küp; eni, boyu ve yüksekliği birer cupro-nickel: Bkz. cupronickel.
yarda (91,5 cm) oları bir küpün hacmi ya da kapasi cupronickel: Metal, bakır nikel alaşımı ya da halitası;
3 3 3
tesi; 0,766 m , 766,06 dm veya 766 060 cm ; yrd kupronikel; % 30-% 70 bakır % 30 nikel ve % 0,5 de
3
kısaltması ile belirtilir. mirden oluşur ve kondenser borularının yapımların
cubiform: Küp şeklinde olan. da kullanılır.
cubit: Boyu yaklaşık 45,72-55,88 cm (18-22 inç) olan cuprous: Kimy. bir değerli bakır kapsayan veya ona
eski bir uzunluk birimi; orta parmağın ucundan dirse ait.
ğe kadar olan mesafe. cuprous chloride: Bakır klorür, CuCI; beyaz kristalli
cu.cm: Bkz. cubic centimeter; cubic centimeters. bir toz.
cucurbit: Geçmişte damıtma (distilasyon) için kullanı cuprous chloride solution: Bakır klorür çözeltisi; a)
lan geniş ağızlı, su kabağı şeklinde bir kap. alkalin bakır klorür çözeltisi 250 gram amonyum klo
3
cuddy: 1a) bir gemide küçük bir oda ya da kamara, rür 750 cm damıtık suda eritildikten sonra 200 gram
b) küçük bir gemide kuzine veya güvertede kamara. bakır klorür eklenerek, b) asit bakır klorür çözeltisi
3
2) küçük bir oda. 3) kol; manivela. cu. 83 gram bakır klorür 167 cm saf suda eritildikten
3
ft.: Bkz. cubic foot, cubic feet, cu. sonra 333 cm derişik hidroklorik asit eklenerek oluş
in: Bkz. inch; cubic inches. turulur; bakır klorür çözeltileri orsat cihazı ile baca
cuisine: 1) mutfak; kuzine. 2) restoran gibi yemek ha gazlarının analizlerinde karbon monoksit ayıracı ola
zırlanan yer. rak kullanılır.
culet: Tabanı düz olan elmas. cuprum: Bakır; Bkz. copper.
cullet: Tekrar eritilmek üzere depolanan hurda cam cup-tool: Mak. perçin başlarına köşe şekli vermede
parçaları; hurda cam. kullanılan araç.
culinary water: Den. gemi kuzine ve mutfaklarında yı curie: 1) Esk. 1 gram radyumla dengede olan 6,56 x
kama, yemek pişirme vb. i amaçlarla kullanılan su. -6
10 gram radon miktarı olarak tanımlanan ve radyo
culm: Kömür tozu; küçük antrasit parçaları. aktivitenin ölçümünde kullanılan bir birim; küri. 2)
culmiferous: Kömür tozu ya da antrasit kapsayan ve herhangi bir radyoaktif nüklidin saniyede 3,70x10
16

ya onları üreten. ayrışmasına uyan miktarı; radyoaktivite birimi.


culminant: En yüksek noktada; en yüksek rakımda Curie's law: Küri kanunu ya da yasası: "Paramanye-
veya yükseltide. tik veya mıknatısla çekilebilen bir maddenin mıkna
culminate: 1) en yüksek rakıma erişmek (gök cisimle tıslanmasının, mıknatıslayıcı kuvvete oranı, mutlak sı
ri için söylenir). 2) en yüksek noktasına veya doru caklık ile ters orantılıdır".
ğa erişmek. Curie point: Küri noktası; malzemenin ferromanyetik
culmination: 1) en yüksek rakım veya noktaya eriş özelliğini kaybettiği sıcaklık (noktası).
me. 2) en yüksek nokta. curium: Nükleer fizyon sonucu elde edilen element
cultrate: Bıçak gibi keskin ağızlı ve sivri. lerden biri; küryum; Simg.Cm; at. ağ. 242 (?) at.no.
cumulate: Birikmek; biriktirmek. 96.
cumulative: Birikmiş; birbirini izleyen eklerle etkisini, current: 1) belirli bir yönde akan su veya hava kütle
ölçüsünü, miktar vb. ini çoğaltmak; birikerek çoğa si. 3) akım; akıntı. 4) Elekt. bir iletkende daha yük
lan. sek gerilimli noktadan, alçak gerilimli noktaya akan
cup: 1) fincan, benzin fincanı. 2) bilyanı dış halkası. elektrik akımı veya akım miktarı.
3) bilyalı yatak dış kursu. current balance: Akım terazisi; mekanik kuvvetin öl-
current breaker 136 cu t o f f poin
t
mek için kullanılan hava ya da buhar. 2) Buh. Mak.
çümüyle, bir elektrik akımının büyüklüğünü duyarlı egzozun sonuna doğru, silindirde hapsedilen buhar;
olarak saptamak için kullanılan bir cihaz. yastıklık buhar. 3) yastık şeklinde olan veya kullanı
current breaker: Akım kesici. lan bir şey. 4) yastıklık sağlamak. 5) bir yastık yardı
current coil: Akım bobini; çoğu elektrik dağıtım tablo mı ile darbeden korumak.
larında bulunan ve gücü vat (W) türünden gösteren cushion cylinder: Yastıklık (görevi yapan) silindir;
vatmetrelerin içindeki iki bobinden biri; akım bobini serbest pistonlu makinelerde Bkz. free piston engi
devreye seri olarak bağlanır; karşıtı gerilim bobini; ne, pistonların dış ölü noktadan iç ölü noktaya hare
Bkz. voltage coil. ketini sağlayan ve iş stroku sırasında içinde yüksek
current cycle: Akım çevrimi veya saykılı; sinüs dalga basınç oluşan silindirler.
sının bir periyotluk osilasyonu tamamladığı bir alter cushioning: Pist, Buh. Mak, portlardaki yoğuşma ve
natif akımın değişiminin tam bir çevrimi; çevrim alter buharlaşma kayıplarını azaltmak için, egzozun sonu
natif akımın frekansını saptar. na doğru silindirlerde bir miktar buhar hapsetme;
current density: Verilen bir zaman biriminde iletke piston tarafından sıkıştırılan buharın basınç ve sıcak
nin enine kesit yüzeyinden geçen elektrik akımı mik lığı yükseleceği için, portlardaki kayıplar azalır.
2
tarı; yaygın olarak amper/cm türünden belirtilir; cushion release valve: Çapı 260 mm'yi geçen dup-
akım yoğunluğu veya kesafeti. leks silindirli (pistonlu) pompalarda, buhar ve egzoz
current electricity: Akım elektriği; doğru akım ve al portları arasına donatılan bir valf; yastık (buharı) fi
ternatif akımın incelenmesi. 2) statik (durağan) elek rar valfı; strok (kurs) sonunda yastıklık etkiyi düzen
triğin Bkz. static electricity karşıtı. lemek üzere egzoz ve stim portları arasında baypas
current meter: Mak. akım ölçer; yatay veya düşey bir görevi yapar.
eksen üzerine yerleştirilmiş kaplardan oluşan bir ci cushion steam: Yastıklık buhar; buhar yastığı; Pist.
haz; suyun hareketiyle dönen kapların belirli bir sü Buh. Mak. egzoz olayı sonuna doğru çekmece (s-
re içindeki devir sayısı, akım hızı ile orantılıdır. layt valf) portu kapatarak silindirde bir miktar buha
currycomb: 1) metal dişleri olan ve atların derilerini rın hapsedilmesini sağlar. Bu buharın piston tarafın
temizlemek için kullanılan madeni bir araç; kaşağı. dan basıncı yükseltileceği için, pistonun hareketi ya
2) kaşağılamak. vaşlar ve diğer ölü noktaya dönüşü kolaylaşacağın
cursor: Bilgisay. imleç. dan makine daha yumuşak ve vuruntusuz çalışır.
cursor down key: imleç aşağı tuşu. cusp: 1) iki eğrinin birleştiği yerde oluşan nokta ya
cursor left key: imleç sola tuşu. da sivri uç. 2) Astr. hilâl şeklindeki ayın sivri uçların
cursor right key: imleç sağa tuşu. dan herhangi biri.
cursor up key: imleç yukarı tuşu. cut: 1) keskin ağızlı bir alet ile delik açmak. 2) kes
curtain: Nük. Müh. ekran ya da perde; genel olarak mek. 3) keskin ağızlı bir alet ile parçalara bölmek ve
kadmiyumdan yapılmış olan ve yavaş nötron akımını ya parça çıkarmak; dilimlemek. 4) azaltmak; indir
tutmak için kullanılan ince bir perde ya da kalkan. mek (ücreti). 5) sulandırmak (alkol vb.i); su katmak;
Curtis principle: Körtis ilkesi; Körtis prensibi; buharın hafifletmek. 5) kazarak, yararak, yontarak (delik, ka
basıncının büyük oranda nozullarda düşürüldüğü ve nal vb. i) yapmak. 7) kesici bir alet kullanmak. 8) Si
hız kazanıldığı türbin ilkesi. ne, a) kamera veya kameraları stop etmek, b) film
Curtis-Rateau turbine: Körtis-Rato türbini; hız ve ba düzenlemek. 8) Pist. Buh, Mak. silindir veya silindir
sınç basamaklı aksiyon türbini; bir veya birkaç Körtis lere verilen buharı kesmek.
(Curtis) türbini ile onları izleyen Rato (Rateau) kade cutaway view: Tek. Res. kesit görünüşü; iki makine
melerinden oluşan aksiyon türbini; gemilerde, çoğu parçası vb. inin enine, boyuna veya 90 derecelik bir
zaman yüksek basınç ünitesi olarak kullanılır. düzlemle kesilmesi sonucu oluşan görünüş.
Curtis stage: Körtis kademesi; Körtis basamağı; çev cut down: Azaltmak; eksiltmek; azalmak; eksilmek.
resinde 2-5 adet hareketli kanat veya hız basamağı cut in: 1) ani olarak hareket etmek. 2) ani olarak bir
bulunan türbin; C-2, C-3, C-4 veya C-5 gibi kısaltma leşmek.
larla belirtilir. cutoff: 1) bir makinenin silindirine girmekte olan bu
Curtis turbine: Bkz. velocity compound turbine. har vb. inin kesilmesi işlemi. 2) bunu yapmak için
curvature: 1) eğilme veya eğilmiş. 2) eğri. 3) Geom. kullanılan cihaz veya bunun yapıldığı nokta. 3) kes
bir eğrinin veya eğri yüzeyin kendisine teğet olan bir mek.
doğru veya düzlem yüzeyden sapma miktarı. cut-off blade: Keski kalemi.
curve: 1) düz kısmı olmayan bir çizgi; eğri; açısal kıs cutoff block: Katof (kesme) bloku; ekspenşın blok;
mı olmayan kavis. 2) eğri şekline sahip olan şey ya katof ayar bloku; Pist. Buh. Mak. silindire verilen bu
da parça. 3) eğilme. 4) bunun miktarı. 5) Mate, üze harın, strokun yüzde kaçında veya neresinde kesile
rindeki bir noktaya uygulanabilen bir eşitlik ile yolu ceğinin ayarlandığı blok; ekspeşın blok Bkz. expan
ya da yörüngesi çizilen bir hat. 6) bükerek eğri şekil sion block olarak da kullanılır.
vermek. 7) eğri bir yörünge üzerinde hareket etmek. cut-off frequency: 1) özellikle, filtre devrede bir en-
curved line: Tek. Res. eğri çizgi; düz olmayan çizgi düktör ile direnç yer değiştirdiği zaman kritik frekans
veya hat. Bkz. critical frequency yerine kullanılır. 2) fotoemis-
curvi-: Eğrilmiş, eğri anlamlarında bir örnek. yon oluşmadığı zaman, bir elektromanyetik radyas
curvilineal: Bkz. curvilinear. yonun minimum frekansı; kesme frekansı.
curvilinear: Eğri ya da eğrilerden oluşan; eğri ya da cutoff point: Katof noktası; kesme noktası; Pist. Buh.
eğrilerle kuşatılmış. Mak. silindire verilmekte olan buharın, piston henüz
3
cusec: 1 ft /saniye; saniyede bir kadem (ayak) küp. strokunun ortalarında iken çekmece tarafından kesil-
cushion: 1) bazı makinelerde olduğu gibi, şok gider
cutof ratio 137 cyclic
yum siyanür (KCN) veya sodyum siyanür (NaCN) gi
diği veya buhar girişinin sona erdirildiği nokta; bu bi çok zehirli, beyaz, kristalli ve acı badem kokusun
noktadan sonra, piston, buharın üzerindeki basınçla da bir bileşik; düşük dereceli cevherlerden altının çı
itileceği için genişleme olayı meydana gelir. karılması, elektrometal kaplamacılıkta ve metal eritici
cutof ratio: Katof oranı; kesme oranı. 1) Pist. Buh. madde olarak kullanılır; siyanür.
Mak. piston yaklaşık olarak strokunun ortalarında cyanide-hardening: Siyanürle sertleştirme; bu tür
iken, silindire verilmekte olan buharın kesildiği nok sertleştirmede parçalar eritilimiş karbon monoksit
taya kadar olan silindir hacminin, kurs veya strok üreten sodyum siyanür banyosuna daldırılır; karbon
hacmine oranı; % 30-% 70 değerlerini almaktadır. 2) monoksit karbürleyici bir madde gibi etkir; banyo
Diz. Mot. ön genişleme oranı; katof oranı; kuramsal dan emilen azot, sert bir nitrit katmanı oluşmasına
diyagramda püskürtmenin sona erdiği noktadaki yardim eder.
hacmin, kurs ya da strok hacmine oranı; 1,1-1,2 de cyanide process: Düşük dereceli cevherlerden sod
ğerlerini almaktadır. yum siyanür veya potasyum siyanürle muamele et
cut-off volume: Katof ya da kesme hacmi; silindire tikten sonra elektroliz yolu ile altın ve gümüşün çıka
verilmekte olan buharın kesildiği noktanın hacmi; Vf rıldığı işlem; siyanür işlemi; siyanür prosesi.
kısaltması ile belirtilir. cyaniding: Siyanürle muamele etme.
cutout: 1) bir elektrik devresini kapamak için kullanı cyanine: Kimy. siyanin; çözünür, kristalli alüminyum
lan sviç ya da diğer bir cihaz; anahtar; şalter. 2) silikat, AI Si0 ; kyanite olarak da kullanılır.
Mot. egzoz gazlarını susturucu veya kıvılcım tutucu
2 5
yerine doğrudan havaya veren bir cihaz. cyano-: a) koyu mavi (lacivert), b) siyanojen kapsa
cutter: 1) kesmek için kullanılan bir alet; keski pensi; yan anlamlarında bir önek.
torna kalemi; planya kalemi. 2) kesen veya görevi cyanoethanol, 2-: Sıv. Yük. 2- siyanoetanol; glikol
kesmek olan kişi. 3) suyu hızla yarabilen herhangi si- yanohidrin; hidrokrilonitrit; etilen siyanohidrin;
bir bot veya küçük tekne; özellikle: a) makineli ve siya nür zehirlenmesi tehlikesi olan, kokusu hoş
kürekli olan ve gemi bordasında taşınan filika, b) olma yan, renksiz veya saman renginde, nem
Esk. gümrük yetkililerinin kaçakçı takibinde kullan emmeyen, dayanıksız ve kolayca ayrışarak hidrojen
siyanür üre
dıkları silahlı, tek direkli yelkenli tekne, c) Sahil Mu ten, alifatiklerden bir sıvı; Simg.CH2 (OH)CH2CN;
hafazanın (ABD) kıyı ve açık deniz devriyesi için kul 25°/4°C'de öz.ağ. 1,0404; k.n. 228°C; d.n. -46°C;
landığı silahlı gemi. d) tek direkli, derin omurgalı, Visk. bilinmiyor; gemilerde çevre sıcaklığı ve atmos
yelken alanı geniş, eni az bir yarış yatı. e) normal fer basıncında taşınır.
rüzgâr durumlarında iki yan yelken taşıyan, modern, cyanogen: Kimy. siyanojen. 1) şeftali çekirdeğine
tek direkli yat ya da yelkenli tekne. benzer kokulu, renksiz, zehirli, yanıcı bir gaz, C 2 N 2
cutting: 1) kesme. 2) kesen birşey veya parça. 3) .
dağ veya yüksek arazileri keserek tren, oto vb. i için 2) siyanürlerde görülen tek değerli bir kök (CN).
açılan geçit. cyanohydrin: Kimy. siyanohidrin; hem CN ve hem de
cutting angle: 1) kesme açısı; Mot, supap disklerinin OH kökleri içeren organik kimyasal bileşik sınıfların
kesildiği açı (30°, 45°, 60°). 2) piston segmanlarının dan herhangi biri.
ağız ya da uçlarının kesildiği açı (45°, 90°). eyanometer: Siyanometre; göğün maviliğini ölçmek
cutting blade: Kesici ağız: Bir makasın kesici ağızla için kullanılan bir cihaz.
rından herhangi biri. cyanotype: Siyanürle duyarlı duruma getirilmiş kağı
cutting lubricant: Kesme yağları; bor yağı; her türlü da yapılan fotoğrafik baskı.
metalin kesilmesi, işlenmesi veya delinmesi sırasın cyanuric acid: Kimy, siyanür asiti; beyaz, kristalli
asit, C N (OH) ; ürenin ısıtılması ile yapılır; ısı etki
3 3 3
da kullanılan tüm yağlar; mineral olmayan, domuz sinde siyanik asit verir.
yağı, domuz yağı ile kükürt karışımı gibi yağlardan cybernetics: Karmaşık elektronik hesap makineleri
yapılır. ve insan sinir sisteminin kıyaslanması ve böylelikle
cutting-plane line: Bkz. centre line. beynin doğal yapısını tanımlamaya uğraşan bilim da
cutting tools: Kesme aletleri. lı; sibernetik.
cutwater: 1) gemi pruvasının ön kısmı; gemi kafası. cycle: 1) zaman ölçüsü olarak kullanılan, belirli sayı
2) bir köprünün iskelesinin açısal kenarı. da yılların yinelenen periyodu veya süreci. 2) dö
cwt: Bkz. hundredweight. nem; devre; çevrim veya saykıl. 3) zamanın çok
cy.: Bkz. 1) capacity. 2) cycle; cycles. uzun bir süreci; çağ. 4) bisiklet; trisiklet veya motor-
cyan-: Bkz. cyanamide. siklet. 5) Astr. bir gök cisminin yörüngesi. 6) Elekt.
cyanamid: Bkz. alternatif akımın pozitiften negatife ve tekrar geriye
cyanamide. yinelenen tam bir süreci.
cyanamide: Kimy. siyanamid; beyaz kristalli bir bile cycle: Çevrim; saykıl; tekrar tekrar oluşabilen tüm
şik, CN.NH 2 ; karbon dioksitin kızgın sodyum amidle olaylar seti veya takımı.
(veya diğer işlemlerle) tepkimesinden elde edilir. cycle, Diesel: Bkz. Diesel cycle.
cyanate: Siyanik asitin tuzu veya esteri; siyanat. cycle efficency: Çevrim verimi; gerçek ya da ideal
cyanic: 1) siyanojen kapsayan; siyanojen'e ait. 2) bir çevrimin analitik veya hesap yolu ile bulunan ve
mavi. rimi; diyagram verimi; termodinamik verim.
cyanic acid: Kimy. siyanik asit; renksiz, dayanıksız, cycle, heat: Bkz. heat cycle.
zehirli bir asit, HOCN; siyanürik asitin ısıtılmasıyla el cycle of operation: Çalışma çevrimi; işleme çevrimi.
de edilir. cycle, Otto: Bkz. Otto cycle.
cyanid: Bkz. cyanide. cycle stealing: Bilgisay. çevrim çalma.
cyanide: Kimy. siyanojenin bazı element veya kökler cyclic: 1) bir çevrimin tabiatına sahip olan; çevrime
le birleşmesinden oluşan bir madde; özellikle potas
c y cli c ioadin g 138 c y linder h ea d

ait; çevrimli; çevrimlerde görülen; çevrimsel olarak


cyclone separator: Bkz. cyclone steam separator.
Hareket eden. 2) Kimy. kapalı zincir veya çember ya
cyclone steam separator: Siklon stim (buhar) sepa-
pılarda düzenlenmiş (atomlar için söylenir).
ratörü; Buh. Kaza. doma (drama) gelen haşlak su
cyclic loading: Çevrimsel veya periyodik yükleme.
yun buharını ve suyunu, merkezkaç kuvvetle ayıran
cyclical: Bkz. cyclic.
separator veya ayırıcı.
cyclization: Çevrimleştirme; esas olarak, düz zincir
cyclonic: Siklona benzeyen; siklon gibi; siklona ait.
yapılı molekülünün uçlarını birbirine birleştirerek naf-
cyclonical: Bkz. cyclonic.
ten ailesinin çember şeklindeki bir bileşiğini oluştur
cyclonoscope: Meteo. bir kasırganın veya tayfunun
mak.
merkezine yerleştirmek için kullanılan bir cihaz; sik-
cyclize: Kimy. düz zincir moleküllerden çember bile
lonoskop.
şiklere dönüşmek; örneğin heptan basınç altında
cyclopentane: Kimy. siklopentan; belirli petrollerden
500°C'de ısıtıldığı zaman metil siklohegzan'a dönü
elde edilen renksiz, doymuş bir karbonlu hidrojen,
şür.
cyclo-: Daireye ait, tekerleğe ait, dairesel anlamların C5H10
da bir önek, cyclopropane: Kimy. siklopropan; genel anestezik
cyclograph: 1) siklograf; metallerin sertliğini sapta 3
olarak kullanılan renksiz, yanıcı bir gaz, C H .
6
mak için kullanılan elektronik bir aygıt. 2) panaro- cyclotron: Fiz. parçacıklara, özellikle proton ve nöt
mik görüntüler çekebilen bir fotoğraf makinesi ya da ronlara yüksek enerji vermek için kullanılan bir ci
kamera. haz; siklotron.
cyclihexane: Sıv. Yük. siklohegzan; hegzahidroben- cylinder: 1) Geom. a) bir dikdörtgenin paralel kenarı
zen; hegzametilen; hegzanaften; renksiz, çok akıci, etrafında döndürülmesi ile oluşan solit şekil; silindir;
hafif ve tatlı kokulu, gözlerde ve deride tahrişler oluş silindirin tabanları birbirine paralel olup daire şeklin
turan, yangın tehlikesi olan, nem emmeyen sıvı bir dedir. 2) Mot. pistonun içinde hareket ettiği ve işin
karbonlu hidrojen; Simg.C 6 H 12 ; 20°/4° C'de öz.ağ. oluşturulduğu silindir şeklindeki sabit kısım; makine
Ö
0,7791; k.n. 80-81°C; d.n. yaklaşık -6 C; suda silindiri. 3) bir pompanın baril, silindir veya gayıtı.
çözün cylinder assembly: Silindir donanımı; motorlar ve
mez; 20°C'de Visk. 0,95 cP; gemilerde 7-30°C sıcak pistonlu buhar makinelerinde silindir kapağı (kaver),
lık ve atmosfer basıncında taşınır. silindir gömleği (layner), saplamalar ve contadan
cyclohexanol:Siv. Yük. siklohegzanol; anol: sikloheg- oluşan donanım.
zil alkol; hegzahidrofenol; hegzalin; hidralin; hidrofe- cylinder block: Silindir blok; blok; Mot, Pist. Buh.
nol; renksiz, yağ kıvamında veya renksiz iğnecikler Mak. silindir gövdesi; çoğu zaman içinde silindir
şeklinde, kâfuruya benzer kokulu, nem emmeyen, gömleklerini taşıyan makinenin soğutulması için so
insan sağlığı için zararlı, alifatik ailesinden bir alkol; ğutma suyunun dolaştırıldığı bir bölümü bulunan,
Simg. C 6 H 11 OH ; 25°/4°C'de öz. ağ. 0,9449; k.n. üst tarafı silindir kapağı ile sızdırmaz bir biçimde ka
161°C; d.n. yaklaşık 20°C; 250C'de visk. 56 cP; ge patılan, alt tarafı ise üst karter tarafından taşınan sa
milerde 30°-40°C sıcaklık ve atmosfer basıncında ta bit kısım.
şınır. cylinder bore: Silindir çapı; silindir iç çapı; genel ola
cyclohexanone: Sıv. Yük. siklohegzanon; ketohegza- rak D kısaltması ile ve mm türünden belirtilir; güç he
rnetilen; hegzanon; pimetik keton; sekston; beyaz- saplarında bazan cm ve çoğu zaman m türünden
soluk sarı renkli naneruhu gibi kokan, yangın tehlike kullanılır.
si oluşturan, nem emmeyen, çok dayanıklı, insan cylinder boring machine: Silindir rektifiye (taşlama)
sağlığı için zararlı, alisikl ailesinin bir ketonu; Simg. makinesi.
C 6 H 10 O ; 20°/20°C'de öz. ağ. 0,94; k.n. cylinder clearance: Mot., Pist. Buh. Mak. alt veya üst
157°C; ölü noktalarda bulunduğu zaman piston ile silindir
d.n.-47°C; 25°C'de visko. 2,2 cP; gemilerde çevre sı kapağı arasındaki en kısa düşey mesafe; silindir kle-
caklığı ve atmosfer basıncında taşınır. rensı.
cycloid: 1) Geom. Tek. Res. bir doğru boyunca hare cylinder constant: Silindir değişmezi, sabitesi veya
ket eden bir daire çemberi üzerindeki herhangi bir kostantı; silindir sabiti; endike beygirgücü veya güç
nokta veya yarıçapın, dairenin tam bir devri sırasın eşitliğinde bulunan ve devir sayısı (n) ile ortalama
da oluşturduğu eğri; sikloit; sikloit eğrisi. 2) dairesel. endike basınç (Pi) dışında kalan silindir çapı (D),
cycloidal: Sikloit veya sikloit eğrisine ait. piston stroku veya kursu (L), silindir sayısı (i), güç
cyclometer: 1) dairelerin yaylarını ölçmek için kullanı etkeni (z); silindir sabiti K = Vd.i/0,45.z eşitliğinden
lan bir cihaz. 2) devir sayacı, takometre; siklometre,
sayklometre. bulunur.
cyclone: 1) şiddetli, girdap hareketli bir rüzgâr fırtına cylinder cover: Silindir kapağı; Bkz. cylinder head.
sı; tornado veya tayfun; siklon; sayklon. 2) Meteo. cylinder diameter: Bkz. cylinder bore.
düşük atmosferik basınç çevresinde dönen, şiddetli cylinder dimensions: Mot. Pist. Buh. Mak. silindir öl
sağnaklı fırtına. çüleri; silindir ana ölçüleri; ana ölçüler: Silindir çapı,
cyclone cellar: Şiddetli rüzgâr fırtınaları ve tayfunlar piston stroku (kursu) ve piston ortalama hızı.
sırasında korunmak üzere, binaların altlarına yapılan cylinder gauge: Silindir (çap ölçüm) göstergesi;
sığınak; tayfun veya kasırga sığınağı. Mot. silindir çapındaki değişimleri saptamak için kul
cyclone furnace: Buh. Kaza. siklon veya sayklon oca lanılan bir cihaz; silindir çap mikrometresi.
ğı; hava ve kırılmış kömürün teğetsel olarak börner cylinder head: Silindir başlığı; silindir kapağı; Gem.
veya brülöre getirildiği kazan ocağı; çok hızlı bir dön Mak. kaver, silindir kaveri. 1) Mot. silindiri atmosfere
me ile hava ve kömürün karıştırıldığı ve erimiş cüru karşı sızdırmaz duruma getiren, kompresyonu sağla
fun alındığı ocak. yan ve üzerinde supaplar, enjektör, emniyet valfı vb.
cylinder head cover 139 cystine
cylinder test valve: Mot. silindir test (deney) valfı ve
i donanım bulunan sabit kısım. 2) Pist. Buh. Mak. si ya musluğu; kontrol musluğu; silindir içindeki olayla
lindir kapağı üzerinde sadece bir yağdanlık ve gü rı denetlemek için kullanılır.
venlik valfı (eskeyp valf) bulunur. cylinder wall: Silindir duvarı; laynerin iç yüzeyi; yağ
cylinder head cover: Mot. silindir kaveri kapağı; dört filmi katmanının oluşturulduğu yüzey; pistonun üze
zamanlı makinelerde supapları vb. örten mantar con rinde çalıştığı silindir veya gömlek yüzeyi.
talı kapak; üzerinde ufak bir gaz firar valfı bulunur. cylinder wear: Silindir aşınması; ağır devirli makine
cylinder head gasket: Silindir kapak contası; bazı lerde her 1000 saatlik çalışmada 0,001 inç (0,0254
makinelerde bulunan bakır conta. mm) ve yüksek devirli makinelerde ise 0,003 inç
cylinder head studs: Silindir kapağı veya başlığı sap (0,0762 mm) olan aşınma.
lamaları; silindir kapağını (başlığını) sızdırmaz bir bi cylindric: Bkz. cylindrical.
çimde somunlarla bloka bağlamak için kullanılan çe cylindrical: 1) silindir şeklinde olan; silindirik, silindir
lik saplamalar. sel. 2) silindire ait.
cylinder head valves: 1) Dört zamanlı motorlarda si cylindrical bearing: Silindirsel yatak; silindirik metal
lindir kapağı üzerinde bulunan emme ve egzoz su yatak; çelik veya bronzdan, bazan alüminyumdan
papları; basınçlı hava için ilk hareket valfı (startın yapılan ve iki yarım silindir şeklinde parçadan olu
valf) ve emniyet valfları. 2) İki zamanlı, doğru akımlı şan ve iç yüzeyleri beyaz metal ile kaplanmış yatak.
dizel motorlarının silindir kapakları uzerinde bulu cylindricality: Silindirik veya silindirsel olma durumu
nan, sayısı 1-4 arasında olan egzoz supapları ile star veya niteliği.
tın (ilk hareket), emniyet ve endikatör valfları. cylindrical roller bearing: Silindirsel bilyalı yatak; si
cylinder jacket: Silindir ceketi; Mot. silindir bloku ile lindirik rulman yatak.
silindir gömleği arasında kalan ve soğutma suyunun cylindrical shell: Skoç türü alev borulu kazanların ya
dolaştırıldığı boşluk ya da hacim tay bir silindir şeklindeki gövdeleri; silindirsel zart,
cylinder liner: Silindir gömleği; silindir layneri; piston keys veya gövde.
ların, içinde çalıştıkları ve aşırı şekilde aşındıkları za cylindrical valve: Pist. Buh. Mak. silindirik valf; özel
man değiştirilebilen, çoğunlukla dökme demirden likle yüksek basınç silindirlerinde kullanılan içten ka-
yapılan gömlek. toflu (buharı veren) slayt valf.
cylinder lubrication: Silindir yağlaması; Mot. a) yük cylindroid: 1) silindire benzeyen fakat tabanı elips
sek devirli, küçük güçlü motorlarda çarpma yöntemi şeklinde olan solit cisim. 2) silindire benzeyen.
ile yapılan yağlama, b) yüksek güçlü orta ve ağır de cymene: Üç izotnerik şekilde (ortosimen, metasimen
virli dizel motorları ile pistonlu buhar makinelerinde ve parasimen) görülen, benzenden türeyen bir kar
mekanik yağdanlık veya yağ otomatiği ya da lubrika- bonlu hidrojen; simen, C 1 0 H 1 4 .
tör ile yağlama; silindir gömleği yüzeyinde sürtünme cymene, p-: Siv. Yük. p-simen; p-simol; metilpropil-
yi önlemek amacıyla bir yağ filmi (katmanı) oluştura benzen; 1-metil-4 izopropil benzen; izopropil ben
rak yapılan yağlama, zen; izopropil toluen; renksiz, saydam, hafif ve hoş
cylinder lubricator: Diz. Mot. yüksek güçlü dizel mo kokulu, nem emmeyen, önemli bir tehlikesi olma
torlarında silindirlerin yağlanmasında kullanılan me yan, aromatik ailesinden sıvı bir karbonlu hidrojen;
kanik yağdanlık; lubrikatör veya lubrikeyter. Simg. H 3 CC 6 H 4 C 3 H 7 ; 15,6°/15,6°C'de öz.ağ.
cylinder mean pressure: Silindir ortalama basıncı. 0,861; k.n. 176°C; d.n. -73,5°c suda çözünmez
cylinder oil: Silindir yağı; Diz. Mot. silindirlerde kulla Visk. 20°C'de 12 cP; gemilerde çevre sıcaklığı ve at
nılan çok yüksek basınç ve sıcaklığa dayanan, çok mosfer basıncında taşınır.
iyi ve kolay bozulmaz yağ filmi (katmanı) oluşturan, cymo-: Dalga anlamında bir önek.
yanma asitlerini nötr hale getiren, temizleme görevi cymogen: Simojen; petrolün yanıcı bir damıtma ürü
de yapan yağ ya da yağlar; karter yağlarına göre vis nü; yoğuşturulduğu zaman dondurucu karışım ola
koziteleri biraz daha büyük olan mineral yağlar. rak kullanılır.
cylinder oiler: Silindir yağlayıcısı; Bkz. cylinder lubri cymograph: Simograf; profillerin, dış hatlar vb. inin
cator. çizimini yapmak için kullanılan bir cihaz; simoğraf.
cylinder relief valve: Pist. Buh. Mak. her silindir kapa cymometer: Simometre; radyo dalgaları ve elektrik
ğının merkezine ve her silindirin altına donatılan ve sel osilasyonların frekanslarını ölçmek için kullanılan
yay yükü ile çalışan güvenlik valfı; eskeyp valf; silin bir cihaz.
dirlere su yürümesi sırasında açılarak koruma görevi cymosure: 1) Küçükayı veya Ursa minör takımyıldızı.
yapar; rilif valf; basınç giderme valfı; silindir rilif valfı. 2) bu takımyıldızın içinde olan Kuzey yıldızı veya Ku
cylinder safety valve: Bkz. pressure relief valve. tup Yıldızı.
cylinder scavenging: Silindir süpürme; iki zamanlı cysteine: Sistein; hazım sırasında proteinlerin asit ile
motorlarda türlü yöntemlerle silindirlerin hava veya hidrolizi sırasında üretilen bir amino asit,
hava-yakıt karışımı ile egzoz gazlarından temizlen C 3 H 7 0 2 NS.
mesi yöntemi: a) ters veya dönüş akımlı ve b) doğru cystin: Bkz, cystine.
akımlı veya yuniflov süpürme olarak iki ana türü var cystine: Proteinlerin hazımı sırasında üretilen kristalli
dır; Bkz. scavenging. bir amino asit; sistin, C 4 H 6 (NH 2 ) 2 S 2 (COOH) 2 .
cylinder sleeve: Bkz. cylinder liner.
cylinder stock: Parafin kökenli ham petrolün yapısın
daki hafif kısımları buharlaştırıldıktan sonra kalan
ham yağ veya yağlar; buhar silindirlerinin yağlarının
yapılmasında kullanılırlar; iyi silindir yağları asfalt kö
kenli ham petrolden yapılmazlar.
40

D: 1) Romen sayılarından 500. 2) Kimy. a) döter-


özellikle savaş gemilerinde hasar gidermek üzere
yum'un simgesi. 3) Fiz, yoğunluğun simgesi.
oluşturulmuş ekip.
d.: 1) Mate, çap ya da kutur. 2) Fiz. din.
damage controlman: Den. Ask. yara savunmacı;
daguerrotype: 1) kimyasal olarak işlem görmüş me
ya ra savunma subayı; yara savunma,
tal veya bir cam levha üzerine yapılmış fotoğraf. 2)
marangozhane, yangın savunma ve NBC (nükleer,
bu tür fotoğraflar yapma yöntemi; bu yöntemle fotoğ
biyolojik, kimya sal) savaşı koruma teçhizatını
raf çekmek.
çalıştırır, kayıtları tutar ve raporlarını hazırlar.
daily: Günlük; her gün veya her hafta yapılan, olu
damage control officer: Yara savunma subayı.
şan, görülen veya basılana ait; her gün veya her haf
Damascus steel: Bkz. damask
ta basılan gazete; her gün; gün be gün.
steel.
daily fuel consumption: Günlük yakıt harcamı; bir
damask steel: 1) dalgalı çizgilerle bezenmiş veya gü
günde çalıştığı süre içinde mukannen ya da özgül
müş ya da altın kakma ile dekore edilmiş çelik; Şam
yakıt sarfiyatına göre makinenin tükettiği, kg veya
çeliği. 2) buna benzeyen herhangi bir çelik.
ton türünden yakıt miktarı.
dammar (dammer): Avustralya, Yeni Zelanda ve Do
daily lube oil consumption: Günlük yağlama yağı
ğu Hint adalarinın türlü çam ağaçlarından çıkarılan
sarfiyatı; bir dizel motorunun bir günde tükettiği ya
ve vernik yapımında kullanılan bir reçine; damar.
ğın, özellikle silindir yağının kg türünden miktarı.
damp: 1) nem; rutubet. 2) bazan maden ocaklarında
daily march of temperature: Meteo. 24 saat içinde
bulunan zararlı bir gaz; grizu; kömür ocağı gazı. 2)
termometrede saatlik değişikliklerin okunması.
nemli; rutubetli; yaş; ıslak. 4) nemlendirmek; rutubet
daily range of temperature: Meteo. günün en yük
lendirmek. 5) kontrol etmek veya kısmak (enerji, ha
sek ve en alçak sıcaklıkları arasındaki fark.
reket vb) . 6) Akust. titreşimi denetlemek veya hafif
daily water consumption: Günlük su sarfiyatı; bir ti
letmek. 7) Elekt. (osilasyon, dalga vb. inin) amplitüt-
caret gemisinde türlü amaçlarla bir günde tüketilen
lerini azaltmak veya kısmak.
ton türünden içme suyu miktarı. damp air: Nemli veya rutubetli hava.
Dakin's solution: Dakin'in çözeltisi; sodyum hipoklo- damp-dry: Bir miktar nem bırakarak kurutmak.
ritin hafif alkalin çözeltisi; yaraların tedavisinde anti damped: Amplitütleri veya frekansı yavaş yavaş aza
septik olarak kullanılır. lan osilasyon veya titreşimleri belirtir; söndürülmüş.
Dalton's law: Dalton kanunu veya yasası; "Bir gaz dampen: 1) nemlendirmek; rutubetlendirmek. 2) hafif
ka rışımı tarafından içinde bulunduğu kaba letmek, kısmak veya azaltmak. 3) nemli duruma ge
uygulanan basınç, karışımı oluşturan gazlardan tirmek.
herbirinin, di ğerleri yokmuş gibi kaba uyguladıkları damper: 1) soba veya ocağın bacasında bulunan ve
kısmî basınç ların toplamına eşittir". baca çekimini (draftı) denetlemek için kullanılan saç
Dalton's law of partial pressure: Bkz. Dalton's law. bir levha veya valf; damper. 2) belirli elektrik moto
dam: 1) akarsuları tutmak İçin yapılan set veya bari-
ru, jeneratör vb. lerinde normale göre olan hız deği
yer; baraj. 2) bunun gerisinde tutulan su; sulama ve
şimlerini azaltmak için, kutuplarda veya kutupların
elektrik enerjisi üretmek üzere kullanılır.
yakınlarında bulunan bakır parça. 3) bir manyetik iğ
damage: 1) hasar; herhangi bir kayıp nedeniyle za ne, hareketli bobin vb. inin osilasyonunu azaltmak
rar. 2) neden olunan kayıp. 3) Çoğ. fiyat veya paha. için kullanılan bir cihaz. 4) Mot. özellikle yüksek de
4) hasar yapmak. 5) hasara maruz kalmak; hasara virli ve silindir sayısı az olan makinelerde oluşabile
uğramak. cek titreşimleri azaltmak için kullanılan bir cihaz;
damagable: Hasar görebilir; hasarlanabilir.
' damper; titreşim söndürücü. 5) Den. Manika kapağı.
damage control: Ask. hasar kontrol; yara savunma; damping: 1) Fiz. bir osilasyon amplitütü veya dalga
hareketinin zamanla azalması. 2) bir hareketin, sür-
damping resistance force 141 DE

tünme vb. i bir nedenle azalması.


deney sonuçlarından kayıt edilen sayılar.
damping resistance force: Bir sistemin rezonansta
data bank: Veri bankası.
titreşimini geciktiren kuvvet; titreşim azaltma kuvveti.
data base: Veri tabanı.
damping tube: Manyetik sapmalı bobinlerde kullanı
data processing: Bilgi işlem.
lan bir katot ışını tüpü; tüpün içindeki herhangi bir
data, technical: Teknik bilgi; teknik malûmat ya da
geçici osilasyonu önlemek için kullanılır.
data.
dampish: Bir dereceye kadar nemli ya da rutubetli.
date: 1) bir şeyin oluştuğu zaman; tarih. 2) herhangi
dampness: Nem özelliği veya durumu; nemlilik.
bir şeyin geçtiği veya geleceği zaman; mühlet; va
dangerous cargo: Den. tehlikeli yük; taşınması sıra
de. 3) mevsim veya zaman süreci. 4) ayın herhangi
sında insan sağlığı ve yangın yönünden tehlikeli yük
bir günü. 5) randevu.
veya yükler.
dateless: 1) tarihsiz. 2) sınırı veya sonu olmayan.
Daniel cell: Danyel pili; anotu çinko sülfat çözeltisi
date line: Gün değişimi çizgisi; tarih çizgisi; 180'inci
içinde olan ve katotu bakır sülfat içinde olan bakır
meridyen boyunca Pasifik Okyanusunda (Büyük Ok
dan oluşan primer (birincil) bir pil.
yanusta) Kuzeyden Güneye doğru çizilen düşsel bir
Daniel hygrometer: iki hazne ile donatılmış bir boru
çizgi ya da hat.
dan oluşan higrometre; Danyel nemölçeri; hazneler
datum: 1) hesaplamalarda başlangıç olarak kabul edi
den biri etere batırılmış muslin ile kaplıdır; eter bu-
len veya gerçek şey; başlangıç noktası, çizgisi vb. i.
harlaşınca, diğer haznede basınç düşer, buharlaş
datum plane: Yükseklik ve derinliği ölçmek için kabul
ma başlar ve bir termometre ile buharlaşma noktası
edilen bir referans düzlemi; deniz yüzeyi çoğu za
saptanır.
man bu amaçla kullanılır.
daraf: Fiz. bir kondensatörün elektansının birimi; ta
daub: Harç, gres vb. i gibi yapışkan bir madde ile ört
rafın evriği.
mek.
Darcy's law: Gözenekli bir madde içinde bir sıvı akı
davit: 1) gemilerde küçük botları veya can sallarını
mının hızı, basıncın eşit olmaması nedeniyle, basınç
mayna ve vira etmek için el veya elektrik motoru ile
değişimi ile orantılıdır.
çalıştırılan cihaz; matafora. 2) geminin baş tarafında
dardelet thread: Dardelet vidası; somunu kendiliğin
bulunan ve demiri fundo veya vira etmek için kullanı
den kilitlenen bir vida türü; Acme vidasına benzer bi
lan kreyn.
çimde olup, kenarları 14,5 derece meyillidir.
Davy lamp: Davi güvenlik lâmbası; önceleri madenci
dark: 1) tümü ile veya kısmen ışıksız; karanlık. 2) ne
lerin kullandıkları emniyet lâmbası; bu lâmbalarda
ışık alan ve ne de veren. 3) hemen hemen siyah. 4)
alev ince tellerden örülmüş bir tül tarafından perdele
gizli, gizlenmiş veya saklı. 5) kolayca anlaşılmayan.
nerek grizu patlaması önlenir.
6) koyu renk veya gölge.
Davy safety lamp: Davi güvenlik lâmbası; Bkz. Davy
dark current: Fiz. aydınlatılmadığı zaman bir fotosel-
lamp.
de akan artık akım; siyah akım.
day: 1) Güneşin doğuşu ile batışı arasındaki ışık süre
dark discharge: Fiz. Bir gaz içinde görünür bir aydın
ci. 2) gün ışığı. 3) güneş ışığı. 4) dünyanın ekseni
lığı olmayan elektriksel boşalım.
çevresinde bir kez dönmesi için geçen süre (24 sa
darken: Siyah veya daha siyah yapmak; siyah veya
at); gün; gece yarısından gece yarısına kadar olan
daha siyah olmak.
süre (sivil, yasal gün); öğleden ertesi öğleye kadar
darkish: Bir dereceye kadar
siyah. olan süre (astronomi günü). 5) zaman süreci. 6) ça
dark lantern: Işığı gizlemek için bir kapatıcısı olan lışma saatleri. 7) Çoğ. zaman, çağ. 8) Astr. bir gök
lâmba; siyah fener. cisminin ekseni etrafında bir kere dönmesi için gere
ken süre.
darkness: 1) ışığın yokluğu. 2) karanlık veya zulmet.
dark room: Fotoğraf filmlerinin işlem gördüğü oda; day, astronomical: Bkz. astronomical day.
karanlık oda. day light: 1) gün ışığı; güneş ışığı. 2) gündüz.
daylight-saving time: Yaz aylarında, aydınlıktan bir
D'arsonval galvanometer: Bir mıknatısın kutupları
arasına asılmış, hareketli elemanı bir bobin olan gal saat daha fazla yararlanmak için kullanılan saat; ileri
vanometre; modern elektrik sayaçlarının akrabasıdır; saat; yaz saati.
D'arsonval galvanometresi. daytank: Motorlu gemilerin iki servis tankından biri;
dash: 1) sıçratmak. 2) az miktarda diğer bir madde servis tankı; deytank; günlük yakıt tankı; biri gemi
ile karıştırmak. 3) tahrip etmek. 4) Bkz. dashboard makinelerini 12 saat süre ile çalıştıracak kapasitede
dashboard: 1) bir taşıyıcı, bot vb. inin ön veya yan ta dir.
daywork: Gündüz veya gün boyunca yapılan iş.
rafında bulunan ve sıçrayan su ve çamura karşı kul
db.: Bkz. decibel.
lanılan siper veya çamurluk. 2) Oto. üzerinde ölçü ci
dbl.: Bkz. double.
hazları bulunan panel; torpido.
D.C. (d . a ) : Bkz. direct
dashed line: Tek. Res. kesikli çizgi; çizimde görünme
current.
yen kısımları belirtmek için kullanılır.
DDT: Diklorodifeniltrikloretan; çok kuvvetli bir bö
dasher: Dondurma kaplarında süt ya da meyva suları
cek öldürücüsü.
nı karıştırmak için kullanılan döner bir cihaz.
DC armature: Doğru akım makinesinin endüvisi; Bkz.
dashpot: Mekanik yavaşlatma cihazı; yavaşlatılacak
armature.
parçaya bağlı bir pistondan oluşmakta ve piston yağ
DC generator: Doğru akım jeneratörü; doğru akım
la dolu bir silindir içinde çalışmaktadır; vibrasyon ya
veya doğru gerilim üreten elektrik makinesi.
da titreşim yağın viskozitesi tarafından emilmektedir.
data: 1) bilgi; malûmat; istatistik; data; veri. 2) kompü- DC motor: Doğru akım elektrik motoru; doğru akım
veya doğru gerilimle çalıştırılan elektrik motoru.
ter tarafından kabul edilen sayılar, kelimeler. 3) bir
DE: Doktor mühendis (doctor of engineering).
Deacon process 142 d e cal esce nc e

Deacon process: Bakır klorürün katalizör olarak kul


dead wire: Ölü tel; pasif tel; akım geçmeyen tel.
lanıldığı (bir ortamda) hidrojen klorürün hava ile ok-
deaerate: Mak. havasını çıkarmak; havasızlandırmak.
sitlenmesiyle klor yapımı için geçmişle kullanılan bir
deaerated feed water: Havasızlandırma ısıtıcısından
işlem.
geçirilerek, çözünmüş oksijeni çıkarılmış besi suyu;
dead: 1) artık yaşamayan; ölü. 2) hareketsiz (su vb.
havasızlandırılmış besi (fid) suyu.
i). 3) Elekt. akım geçmeyen devre; şarjsız. 4) Matb,
deaerating: Havasızlandırma; havasını çıkarına.
basıma hazır (halde kullanılmayan). 5) Rady. çalış
deaerating feed tank: Bkz. deaerating heater.
mayan, ölü mikrofon gibi. 6) tüm yankıların söndü-
deaerating heater: Gem. Mak. havasızlandırma hiyte-
rüldüğü veya önlendiği yer.
ri veya ısıtıcısı; açık ısıtıcı; basınçlı besi suyu devrele
dead bank: Buh. Kaza, kazan ocağına verilen kömü
rinde kullanılır; besi suyu egzoz buharı ile karıştırıla
rün tamamen kesilmesi ve tümü ile sönmesine mü
rak hem ısıtılır ve hem de havasızlandırılır.
saade etmeksizin yanmanın bu durumda sürdürül
deaerating tank: Bkz. deaerating heater.
mesi; stim aram.
deaeration: Havasını çıkarma; havasını giderme. 1)
deadbeat: Mak. geri tepmeksizin bir vuruş yapma; ge
kapalı besi suyu devrelerinde, yoğuşum suyu içinde
ri tepmesiz vuruş.
ki erimiş havanın çıkarılması. 2) yüksek güçlü, doğ
dead cable: Ölü kablo; pasif kablo; akım geçmeyen
ru akımlı dizel motorlarının nidrolik supap hareket
kablo.
mekanizmasının havasızlandırılması.
dead cell: Boşalmış veya deşarj olmuş akümlatör;
deaeration heater: Bkz. deaerating heater.
ölü akü: a) yeniden şarj edilse veya doldurulsa bile,
deaerator: Havasızlandırıcı; havasını çıkarıcı; Bkz.
elektrolitinin yoğunluğu gerekli düzeye ulaşamayan
deaerating heater.
ve bu durumda bir daha kullanılması mümkün olma
dealumification: Alüminyum bronzunun, galvanik
yan akümlatör. b) elektrolitinin özgül ağırlığı 1,100
3 korrozyon nedeniyle alüminyumunu gidermek veya
g/cm 'ten düşük olan akü.
çıkarmak; alüminyumunu çıkarmak.
dead center: 1) Mot. Pist, Buh. Mak. pistonun silindir
deamination: Bir bileşikten amino grupların çıkarılma
içinde inebildiği ya da çıkabildiği en alt veya en üst
sı.
nokta; ölü nokta veya sente: Alt ve üst ölü noktalar
debark: Bir gemiden sahile koymak; boşaltmak veya
gibi,
tahliye etmek; karaya çıkmak.
dead end: Rady. bir bobinin devre ile birleşmemiş
debarkation: Sahile koyma veya gemiden sahile çık
herhangi bir parçası.
ma.
deadening: Bir odayı ses geçirmez yapmak için kulla
deblock: Bilgisay. blok çözmek.
nılan malzeme.
de Brogue's equation: Dalga tabiatındaki özelliğe sa
dead eye: Den. savlolar için ağaçtan yapılmış üç ka
hip bir hareketli partiküle uygulanan bir eşitlik: Kütle
nallı, yassı ve yumuşak bir makara; çarmıkları bağla
si m, hareket hızı v ise dalga boyu A = h/mv ; h =
mak için kullanılır.
Plank katsayısı; de Brogliye formülü veya eşitliği.
dead light: 1) fırtınalı havalarda kamara pencereleri
de Broglie's wave: Eter içinde elektron dalgası; de
veya gemi ambarını kapamak için kullanılan sağlam,
Brogliye dalgası.
madeni bir kapak; lomboz. 2) güverte ya da gemile
Debye unit: Bir molekülün dipol momenti için
rin yan taraflarında kullanılan kalın camdan yapılmış -30

pencere. 3) açılmamak üzere yapılmış bir kaporta. 3,3356x10 kulon metreye eşit olan bir ölçüm biri
mi; Debye birimi.
dead lime: Sönmüş kireç.
dec : Bkz. 1) decimeter. 2) declination. 3) decre
deadlead: Müh. hareketsiz ya da ölü yük; bir yapıda
ase.
ki gibi düzgün basınç veya ağırlık. 1

dead load: Bkz. dead weight. deca-: On anlamında bir önek: 10 ; da kısaltması ile
deadlock: Kilitlenme. belirtilir.
dead plate: Ölü levha; elle fayraplı kazanlarda ocak decade: 1) on yıllık bir periyot. 2) on'un bir grubu.
kapağı çemberinin alt veya taban saçı. decade resistance box: Direnç kutusu; on sarımdan
dead point: Bkz. dead center. oluşan iki sete sahip olan basit bir direnç kutusu; ta
dead reckoning: Astronomik gözlemler yerine jurnal kımlardan biri 1 Ohm ve diğeri 10 Ohmluk dirence
deki kayıtlar (hız, rota, gidilen mesafe vb. i) ve pusu sahiptir.
la kullanılarak bir geminin mevkiini bulmak. decagon: On kenarı ve on açısı olan bir düzlem şekil;
dead space: Bir gaz termometresinde, basınç mano ongen; on kenarlı şeklinde olan; dekagon.
decagonal: On kenarlıya ait; on kenarlı şekiide olan,
metresi ile hazne arasında bağlı borunun içinde kü
çük bir miktar hava bulunan hacim; ölü hacim. decagram (decagramme): 10 grama eşit olan bir
dead weight: 1) ağır bir yük. 2) bir taşıt aracının yük ağırlık birimi; 0,3527 oz; dkg kısaltması ile belirtilir.
süz ağırlığı. 3) kütlesi yerine ağırlığından ücret alı decahedral: On kenarlıya ait veya on kenara sahip
nan yük. olan.
decahedron: Dekahedron, on (10) düzlem yüzeyli
dead weight ton: Den. gemî ile taşınabilen yük, mal
bir katı şekil; on yüzlü.
zeme, yolcu ve mürettebat ile bagajları, kumanyala
rı, deniz suyu veya kuru safraların, içme, yıkanma decalcification: Kalsiyumunu çıkarma.
ve kazan sularının toplam ağırlığı; dedveyt ton. decalcify: Kalsiyum veya kirecini çıkarmak (kemik
dead wind: Bir geminin rotasına zıt yönde esen rüz vb. inden).
gâr; baş rüzgârı. decalescence: Belirli sıcaklık derecesine eriştikten
sonra (demir için 795°C), ısının büyük miktarda emi-
d ecali t e r (d ecali t re ) 143 dec k

lişi nedeniyle, ısıtılmış metalin sıcaklığının yükselme


decay law, radioactive: Bkz. decay, radioactive.
miktarındaki ani azalma; demir ve çeliğin kritik nok
decay product: Bozunma ürünü; bir radyonüklitin
talan üzerindeki ısı emilişi.
radyoaktif bozunmasından oluşan bir nüklit.
decaliter (decalitre): Dekalitre; 10 litreye eşit olan bir
decay, radioactive: 1) radyoaktif çürüme veya bozun
kapasite veya hacim birimi; 2,64 sıvı galonu; 9,08 ku-
ma. 2) bir örnekte, ani transferleri nedeniyle radyo
vart (kuru ölçüm); dkl, veya dal. kısaltmaları ile belir
aktif atomların azalması.
tilir.
decelerate: Yavaşlamak.
decameter (decametre): Dekametre; on metreye eşit
deceleration: Yavaşlama; hızını azaltma.
olan bir uzunluk birimi; 32,808 ft; dkm kısaltması ile
decelerator: Yavaşlayan bir şey ya da kimse; hız ke
belirtilir.
sen.
decane: Dekan; metan serisine ait, ham petrol veya
decennary: On yıllık bir süreç; on yıllık.
belirli petrol ürünlerinde, örneğin gaz yağında bulu
decennial: 1) her on yılda bir görülen. 2) onuncu yıl
nan ve C10H22 formülüne sahip olan izomerik kar
dönümü veya kutlama.
bonlu hidrojenlerden biri,
decennium: On yıllık bir süreç; Bkz. decade.
decanol, iso-: Sıv. Yük. izo dekanol; gözler için tehli
decenner: 1) merkez dışına çıkarmak; bir şeyi eksan
keli, renksiz ve hafifçe viskoz, birincil alifatik ailesin
trik veya merkezkaçık yapmak. 2) Optik ya da geo
den, nem almayan, dayanıklı bir alkol;
metrik merkezleri aynı olmayacak şekilde kesmek;
Simg.C 10 H 21 OH; 20°C'de öz.ağ. 0,83;
decentre olarak da kullanılır.
k.n.215-219°C; d.n.-76°C'nin altında; suda çözün -1
mez, 20°C'de visk. 14,8 cP; gemilerde çevre sıcaklı dec k Onda bir (10 , 1/10 veya 0,1) anlamında bir
ğı ve atmosfer basıncında taşınır. önek; d kısaltması ile belirtilir; desi.
2
decanol, n-: n-dekanol; "alkol c-10"; 1-dekanol; de- deciare: Desiar; ar'in onda birine (10 m veya 11,06
2
kan-1-01, n-desil alkol; nonil karbinol; insan sağlığı yrd ) eşit olan bir yüzey birimi.
için zararlı, dayanıklı, nem emmeyen, birincil alifatik decibar: Meteo. 100 milibara eşit olan bir basınç biri
ailesinden bir alkol; CH 3 (CH 2 )8 CH 2 OH; 20°/4°C'de mi (0,1 bar).
öz.ağ. 0,8297; k.n. 2310C; d.n. 7°C; suda çözün decibel: Desibel; bir sesin ton ölçü birimi; sesin yo
mez; 20°C'de visk. 15 cS; gemilerde 7°C'den aşağı ğunluğunun (şiddetinin) standart sesin şiddetine
olmamak üzere çevre sıcaklığı ve atmosfer basıncın oranının logaritması.
da aşınır; tatlı kokulu, renksiz, yağ kıvamında viskoz decigram: Desigram; gramın onda birine eşit olan
bir sıvı. metrik ağırlık birimi (0,1 gram, 1,5432 greyn,
decant: 1) tortusunu ayırmak için bir sıvıyı dikkatle 0,003527 oz); dg kısaltması ile belirtilir.
akıtmak. 2) bir kaptan diğer bir kaba akıtmak. deciliter (decilitre): Desilitre; litrenin onda birine eşit
decantation: Daha yoğun olanının kabın dibine çök olan metrik hacim veya kapasite birimi (3,38 sıvı
mesine izin vererek özgül ağırlıkları farklı maddeleri oz'u veya 6,1025 inç3); dl kısaltması ile belirtilir.
33
birbirinden ayırma ve daha az yoğun maddeyi akıt decillion: 1) ABD ve Fransa'da 10 . 2) ingiltere ve
60
ma. Almanya'da 10 sayıları; desilyon.
decarbonate: Karbon dioksit veya karbonik asilini çı decimal: Desimal; on sayısına göre düzenlenmiş on
karmak. lu; ondalık; onar onar değişen; ondalık kesir.
decarbonize: Karbonunu çıkarmak; karbonunu gider decimal fraction: Ondalık kesir; paydası on olan,
mek. an cak bu paydanın yazılmadığı veya paydan önce
decarbonizing job: Mot. piston kafaları; silindir ka bir virgül ile ayrılarak gösterilen sayı: 5/10 = 0,5
pakları, supaplar vb. inin bağladığı kurumu temizle gibi.
me işlemi. decimalize: 1) ondalık sisteme adapte etmek. 2) on
decarboxylation: Bakteri etkisiyle proteinler ve ami dalık veya ondalıklara çevirmek.
no asitlerden karbon dioksit moleküllerinin çıkarılma decimal equivalent: Bayağı kesrin ondalık
sı ve aminlerin oluşumu. sistemde ki karşıtı; 1/8, 3/16 inç ondalığı gibi.
decarburization: Metal, oksitleyici bir atmosferde ısı decimally: Ondalıklar yardımıyla.
tarak demir ya da çeliklerin yüzeylerindeki karbonun decimal number: Ondalık sayı.
çıkarılması. decimal point: Ondalık nokta veya virgül; ondalık
decarburize: Bkz. decarbonize. kes rin hemen önüne (sol tarafına) yerleştirilen
decare: Dekar; dönüm; 1000 m2; on ar'a eşit olan bir nokta ya da virgül.
yüzey birimi; 0,2471 akr (1 akr = 4,046 dönüm). decimal rheostat: Bkz. resistance box.
decastere: Dekaster; 10 metre küpe eşit olan bir ha decimal system: Ondalık sistem; onar onar azalıp ço
cim ya da kapasite birimi (13,08 yarda küp). ğalan sistem.
decay: 1) dayanıklık, sağlık, güzellik vb. ini yavaş ya decimeter (decimetre): Desimetre; metrenin onda
vaş kaybetmek; çürümek; bozulmak. 2) çürüme ya bi rine eşit bir uzunluk birimi (0,1 m, 3,937 inç,
da bozulmaya neden olmak. 3) çürüme; bozulma. 100 mm; 10 cm); dm., dec, decim kısaltmaları ile
4) kimyasal bozunma, 5) radyoaktif maddelerin ya belirti lir.
vaş yavaş bozunması. decimetric waves: Dalga boyu on santimetre olan
decay constant: Bir radyoaktif maddenin bozunma elektromanyetik dalgalar.
miktarının, değişmez maddenin miktarına oranı; bo decistere: Desister; metre küpün onda birine eşit
3
zunma sabitesi. olan bir kapasite veya hacim birimi (0,1 m ; 3,53
3
ft ).
deck: 1) gemi ambarları ve yaşam yerlerinin tabanını
d ec k a u x i lia ri e s 144 decompression sickness
açı. 4) Astr. bir gök cisminin, göksel ekvatordan ku
oluşturan saç veya tahtadan yapılmış taban; güver zey ve güneye doğru olan açısal uzaklığı.
te. 2) gemi güvertesine benzeyen herhangi bir plat declination, magnetic: Manyetik meyil; pusula ibresi
form veya döşeme. 3) güverte ile donatmak (bir ge nin, doğu veya batıya doğru, derece olarak gerçek
miyi). 4) kapamak. 5) Bilgisay. deste. kuzeyden sapması.
deck auxiliaries: Güverte yardımcıları; güverte yar decline: 1) aşağıya veya yana eğilmek ya da sark
dımcı makineleri; dümen makineleri, vinçler, matafo mak. 2) batmak (güneşin batması). 3) sağlık, kıy
ralar, halat ve demir ırgatları vb. i yardımcı makine met, kuvvet vb. inde azalmak; bozulmak. 4) aşağı
ler. veya yana doğru eğilme veya sarkmaya neden ol
deck, awning: Tente güverte; üst güverte üzerine ya mak.
pılmış ve onu koruyan hafif güverte. declinometer: Deklinometre; manyetik sapmayı ölç
deck beam: Güverte kemeresi; güvertenin üzerine mek için kullanılan bir cihaz.
oturduğu kemere; geminin şeklini tayin eden ele declutch: Mak. debriyajı boşaltma; kavramayı boşla
manlardan biri. ma.
deck brush: Den. güverte fırçası; güvertelerin yıkanıp decoct: Buharlaştırarak esans çıkarmak.
temizlenmesinde kullanılan fırça. decode: Bilgisay. kod çözmek.
deck compartment: Oto. bagaj. decohere: Elekt. duyarlılığı norma! durumuna geri
deck drain piping: Güverte boşaltma boru devresi. ge tirmek için değiştirmek; dalga reseptörleri için
deck flooding system: Güverte fıskiye sistemi; eski kulla nılır Bkz. coherer.
petrol tankerlerinde, tanklardaki yakıtın buharlaşma decoherer: Esk. dalga reseptörü; Elekt. bir akım geç
sına engel olmak için geminin güvertesine sürekli tikten sonra, dalga reseptörünün duyarlılığını normal
olarak deniz suyu püskürtülmesini sağlayan sistem. durumuna geri getiren bir titreşim cihazı.
deck hand: 1) özellikle güverte bölümünde çalışan decolor: Beyazlatmak; ağartmak.
tayfa; gemici. 2) zabitler dışında kalan güverte perso decolorant: Beyazlatma; beyazlatıcı madde.
neli. decolorize: Rengini gidermek; beyazlatmak.
deck house: Bir geminin üst güvertesinde bulunan decompose: Başlıca bileşenleri veya parçalarına ayır
ve üst yapı sınıfına dahil olmayan küçük bir yapı ve mak; ayrıştırmak.
ya kabin; kasara. decomposition: 1) organik maddelerin bakteri, man
deck lid: Oto bagaj kapağı veya kaportası. tar veya kimyasal etki ile bozulması. 2) bileşiklerin
deck load: Güverte yükü; bir geminin üst güvertesi ısı ile elemanlarına veya daha basit bileşiklere ayrıl
üzerinde taşınan yük. ması.
deck longitudinals: Gem. İnş. güverte saçları veya decomposition voltage: Bir elektrolitik hücre veya
kaplamasını taşıyan t şeklinde kirişler; güverte Mani pil de sürekli elektrolize neden olan en düşük
leri. elektro motor kuvvet; ayrıştırma gerilimi.
deck machineries: Güverte makineleri; güverte yar decompound: 1) birleştirmek (birleşmeye hazır şeyle
dımcı makineleri; dümen makineleri, vinçler, ırgat ri). 2) ayrıştırmak. 3) birleşmeye hazır maddeleri bir
lar, kreynler, tov makineleri, buz kırma makineleri leştirme.
vb. lerini kapsayan yardımcı makine grubu. decompress: 1) basınçtan kurtulmak, serbest kal
deck pantry: 1) güverte kileri. 2) güverte kumanyalı- mak. 2) bir hava kilidi yardımıyla (basınçlı havada
ğı. 3) güverte büfesi. çalışan bir işçiyi) kompresyon veya hava basıncın
deck scrubber: Bkz. deck brush. dan serbest bırakmak. 3) rahat çalışabilmek için di
deck, shade: Gölge güverte; yolcuları güneş ve yağ zel motoru silindiri içindeki sıkıştırma basıncını bir
murdan korumak üzere yapılan bir güverte biçimi; levye ile giderme; dekompresyon.
geminin dayanıklığı ve yüzdürme hacmini arttırmaz. decompression: Dekompresyon. 1) basıncın
deck, shelter: Barınak güverte; yağmur, rüzgâr vb. düşürül mesi. 2) derin su dalgıçları, tünel işçileri vb.
ine sürekli kapalı olmayan güverte; şelterdek. inin ha va basıncının düşürülmesi. 3) ameliyatlarda
deck, spar: Kuntra güverte; tente güverteye benzer kafata sındaki aşırı basıncın giderilmesi. 4) dizel
bir güverte şekli; üzerine kasara şeklinde bir başka motorları nın tornaçark edilmesi sırasında silindir
üst yapı yapılabilir. içindeki ba sıncın giderilmesi.
deck stringers: Gem. inş. güvertede ağız kuşağı saçı decompression chamber: Basınç odası; vurgun yi
ve postalarla birleşen ve tulaniler tarafından taşınan yen dalgıçların tedavi edildiği üst basınçlı oda; ba
güverte saçlarından daha kalın saç levha; güverte sınç odası veya hücresi.
alabanda levhası; güverte stringeri. decompression lever: Dekompresyon kolu; dizel mo
deck winches: Güverte vinçleri; yük vinçleri; ticaret torlarında ilk hareketin kolaylıkla yapılmasını sağla
gemilerinde yükleme boşaltmayı sağlayan buharlı, mak için, silindir kapaklarına yerleştirilen ve sıkıştır
elektrikli, hidrolik veya mekanik cihazlar ve yük do ma basıncını gideren bir kol; dekompresyon levyesi.
nanımları. decompression sickness: Dekompresyon hastalığı;
declension: Aşağıya doğru eğilen veya hareket derin su dalgıçlarının yüzeye çok hızlı çıkışları sıra
eden; meyilli. sında basıncın ani düşmesi nedeniyle kan ve vücut
declination: 1) aşağıya doğru eğilme veya dokularında hava kabarcıklarının neden olduğu du
meyletme; sapma; yatay veya düşey sapma; 2) rum; vurgun; caisson disease, bends, diver's dise
belirli yönden sapma. 3) serbest olarak dönen ase, tunnel disease gibi isimler de verilir.
manyetik bir ibre nin, gerçek kuzeyi gösteren
düşsel bir hat ile yaptığı
decompression valve 145 d e f lec t io n g aug
e
decompression valve: Bkz. decompression lever.
decompressor: Dekompresör; basınç kaçırma tertiba seyir tank:
deep bilimi. Dabılbotum veya çift dip tanklarının dışın
tı. da kalan ve türlü amaçlarla kullanılan servis, dinlen
decontaminate: Zehirli gaz gibi zararlı ve kirletici bir dirme, içme suyu, baş ve kıç pik, ving tank vb. i
maddeyi temizlemek ya da gidermek. tanklardan herhangi biri.
decontamination: 1) bir maddeden istenmeyen rad deep well: Derin kuyu.
yoaktif cisimleri ayırmak, örneğin Plütonyum veya deep well pump: Derin kuyu pompası.
uranyumdan fizyon ürünlerini uzaklaştırmak. 2) per defecate: 1) yabancı maddelerini çıkarmak veya gi
sonel, alet, teçhizat, oda vb. inden zararlı radyoaktif dermek; rafine etmek (şeker, şarap vb.). 2) yabancı
maddenin uzaklaştırılması. maddelerinden arî olmak.
decontamination apparatus: Gaz temizleme aracı defecation: Yabancı maddelerini giderme ve damıt
decrease: 1) yavaş yavaş azalmak, küçülmek vb. i 2) ma işlemi.
azalma; küçülme. 3) azalma, küçülme miktarı. defecator: Yabancı veya atık maddeleri gideren bir
decrement: 1) azalma; küçülme; eksilme. 2) azalma kimse veya şey, özellikle şekerin damıtılmasında ol
veya sarf nedeniyle kayıp miktar. 3) Mate, bir değiş duğu gibi, yabancı maddeleri gideren bir cihaz.
kenin azaldığı miktar. defect: 1) tamamlamak için gerekli şeyin yokluğu, ek
decremeter: F/z. elektrik dalgalarının yavaşlamasını sikliği veya noksanlığı; noksan; eksik. 2) hata; ku
ölçmek için kullanılan bir cihaz. sur.
decrepitate: Çatırdama sesi duyuluncaya dek (tuzla defection: 1) kusur; başarısızlık. 2) bağlılık, görev, il
rı, mineralleri vb.) kavurmak; ateşe maruz bırakıldığı ke vb. ini terketme.
zaman çatırdamak. defective: Hata veya hatalara sahip olan; hatalı; ek
decrepitation: 1) tuz vb. terinin ısıya maruz bırakılma sik.
sının neden olduğu çatırdama sesi. 2) kavurma (tuz defective component: Mak. arızalı parça veya kısım.
vb. i) işlemi. 3) içindeki suyun genişlemesi nedeniy defective material: Kusurlu malzeme; hatalı mater
le ısıtılan kristallerin kırılması. yal.
decrescent: Azalma; ufalma (ayın son çeyrek duru defence: Bkz. defense.
mu için söylenir.) defense: 1) koruma; hücuma karşı koruma; zarar ve
decuman: Çok büyük; onuncu parçaya ait; önemli; ya tehlikeden koruma. 2) koruyan şey.
büyük. deficiency: 1) bazı esas şeylerin yokluğu veya eksikli
decuple: 1) on misli büyük. 2) diğerinden on misli bü ği: Oksijen eksikliği gibi; eksiklik; yetersiz miktar ve
yük bir sayı veya miktar. 3) on ile çarpmak; oh misli ya durum; yetersizlik. 2a) açık. b) açık miktarı; he
yapmak. sap açığı veya zarar.
decussate: X şekli vermek için kesmek veya çaprazla- deficiency, oxygen: Bkz. oxygen deficiency.
mak. deficient: 1) bazı esas şeylerin yokluğu; eksik. 2) mik
decussation: X harfine benzeyen şekil; çapraz şeklin tarı, niteliği, derece vb. i eksik olan; yetersiz; yeterli
de; çaprazvarî. olmayan.
dedendum: Mak. bir dişlide diş dibi ile piç dairesi ara definite: 1) gerçek sınırlara sahip olan. 2) belirli; pozi
sında kalan radyal mesafe veya aralık. tif; sınırlı. 3) anlam bakımından açık ve kesin. 4) ke
deep: 1) alttan tepeye veya üst kenarına uzanma; sin.
ağır; şiddetli. 2) belirli bir mesafe veya uzunluğa definite integral: Belirli entegral; Bkz. integral.
uzanma: Sekiz fit derinliğinde gibi. 3) aşağı ve arka definite proportion, law of: "Her saf bileşik aynı ağır
ya uzak yerleştirilmiş. 4) anlaşılması zor. 5) şiddetli; lık oranında eşit elementler kapsar"; belirli oran ka
aşırı. 6) koyu ve zengin (renkler için söylenir). 7) su nunu veya yasası.
gibi derin bir yer. 8) evren, zaman, bilinmeyen vb. definition: 1) tanımlama; tarif etme. 2) bir merceğin
inin derinliği. 9) orta kısım; en koyu, en sessiz vb. i net ve keskin dış görünüş verme gücü. 3) bir fotoğ
kısım. 10) Den. iskandil savlosunda birbirini izleyen, raf vb. inin netlik derecesi. 4) Rady. Tlv. üretilen ses
işaretsiz iki kulaç arası. 11) teknelerin seyrine elveriş veya görüntülerin doğruluk derecesi.
li ve sığ su ile çevrelenmiş kanal. deflagrate: Şiddetli ısı veya göz kamaştırıcı bir ışık ile
deepening: Meteo. derinleşme; sinoptik meteoroloji hızla yaymak.
sinde bir depresyonun derinleşmesi, sistemin deflate: 1) hava veya gazın boşalmasına izin vermek.
merke
zinde zamanla basınç azalmasını belirtir. 2) miktar, önem, vb. ini azaltmak.
d ee p f reeze : Derin dondurucu; dipfriz. 1) soğutucula deflect: Bir tarafa eğmek veya döndürmek.
rın yiyecekleri donmuş olarak koruyan kısmı. 2) yiye deflection: 1) sapma; yön değiştirme; eğilme; inhiraf.
cekleri çok düşük sıcaklıklarda (-40°C) uzun süre ko 2) bunun miktarı. 3) bir ölçü cihazının göstergesinin
ruyan soğutucu. sıfır noktasından sapması. 4) büyük güçlü dizel mo
deep-sea: Denizin daha derin kısımlarında veya bu kı torlarında krank mili deflekşını; Bkz. crankshaft def
sımlara ait (derin deniz veya açık deniz balıkçılığı gi lection. 5) Mot. supap yaylarının deflekşını Bkz. val
bi). ve deflection. 6) sehim.
deep sea: Açık deniz. deflection, crankshaft: Bkz. crankshaft deflection.
deep socket: Mot. buji veya uzun cıvata sökme ve deflection gauge: Yüksek güçlü, ağır devirli dizel mo
takmaya yarayan uzun lokma anahtarı. torlarında krank kollarının paralelliğini denetlemek
deep sea navigation: Açık deniz navigasyonu veya için kullanılan bir cihaz; deflekşın geyiç, dial geyiç

Teknik Sözlük - F 10
d e f lec t ion , sha f t 146 d e h y d ra t in g age
nt
vb. i isimler alır.
deflection, shaft: Bkz. shaft deflection. üretilen histerizis
laşıncaya ilmeği, madde
dek küçültülür. 2) ona tümü ile mıknatıssız-
eşit, fakat zıt yönde
deflection, valve spring: Bkz. valve spring surge. oluşturulan bir manyetik alanla, mıknatısı alanının
deflection yoke: Bir elektron ışınını saptıran ve man nötrleştirilmesi.
yetik alanı bir veya daha fazla bobinden oluşan bir degenerate: Bozulmak; dejenere olmak.
cihaz. degenerate states: Aynı enerji düzeyine karşı, hare
deflective: Sapan veya sapma eğiliminde olan. ketin farklı durumları.
deflector: 1) yansıtan bir şey, özellikle hava, gaz, ses degenaration: 1) Bozulma; dejenere olma. 2) Fez. ya
vb. i akımları saptırmak için kullanılan bir araç. 2) iki ralanma veya hastalık nedeniyle işlevlerini kaybede
zamanlı motorların piston kafalarında bulunan ve sü cek şekilde doku ve organlarda biyokimyasal değiş
pürme portlarından verilen hava ya da hava-yakıt ka me; dejenerasyon.
rışımını silindir kapağına doğru yönelten kısım; def- degenerative: 1) bozulma eğilimi olan. 2) bozulma
lektör; yansıtıcı; yöneltici; yönlendirici; saptırıcı. 3) veya dejenerasyon nedenine ait.
Nük. Ener. hızlandırılmış tanecikleri normal yollardan deglutinate: Glütenini çıkarma.
saptırmak için elektrostatik veya manyetik kuvvetler degradation: Karmaşık bir molekülün, daha basit mo
uygulayan sistem. 4) Bkz. oil deflector. leküllere dönüşümü. 2) enerji üretiminin giderek
deflector, piston: Bkz. piston deflector. azalması sonucu mekanik enerjinin daha az olması,
deflector wheel: Tornistan türbini ile, onun aynı keys örneğin ısıya dönüşümü nedeniyle. 3) çarpışma ne
içinde bulunduğu ileri türbini arasında bulunan ve deniyle enerji kaybı. 4) erozyon nedeniyle kayaların
keyse bağlı olan bir sabit teker, perde ya da bariyer; aşınması.
tornistan türbininden çıkan ve ya ona giren buharın degreasing: Yağını, gresini çıkarmak; gemi makinele
ileri türbinin kanatlarını etkilememesi amacıyla kulla rinin parçalarının yağ, petrol jölesi (vazelin) ve diğer
nılır; deflektör, yansıtıcı veya saptırıcı teker. madeni greslerden temizlenmesi; temizleme işinde
deflexion: ing. Bkz. deflection. gaz yağı ve petrol kullanılır.
deform: 1) Fiz. basınç ve gerilme ile şeklini değiştir degree: 1) Mate., Astr., Coğr. vb. i bilimlerde açılar
mek. 2) deforme olmak, şekli değişmek veya bozun- veya yayların ölçü birimi; bir dairenin çemberinin
mak. 360'ta biri; derece. 2) F/z. sıcaklık ölçüm birimi: Su
deformable: Deforme olabilen veya basınç vb. i ile yun kaynama sıcaklığı 100°C (212°F) gibi. 3) Mate.
3 2 5
şekli değişebilen. a c ve x 'te olduğu gibi, terimlerin üssü (ikinci,
deformation: Deformasyon. 1) F/z. a) şeklini veya bi üçüncü dereceden vb. i gibi). 4) üniversite veya aka
çimini değiştirme, b) değiştirilmiş şekil. 2) bir malze- demilerin öğrencilere verdiği unvan, örneğin M.A.
minin sıkıştırıldığı zaman kısalması veya çekildiği za derecesi gibi.
man uzaması sırasındaki şekil değişmesi; deformas degree Baume: Bome derecesi; bir tür hidrometre
yon. olan bomemetre ile yapılan ölçümde elde edilen yo
deformation potential: Bir metal veya yarı iletkeni et- ğunluk birimi; °B kısaltması ile belirtilir.
kiyerek, sonuçta kristal kafesinde yerel deformasyon degree Celcius: Bkz. centigrade thermometer.
oluşturan elektriksel gerilim ya da potansiyel; bozun- degree Centigrade: Bkz. Centigrade thermometer.
ma veya deformasyon potansiyeli. degree Fahrenheit: Bkz. Fahrenheit thermometer.
deformity: Deforme veya bozulma durumu. degree Kelvin: Kelvin derece; santigrad dereceye
defrost: Don veya buzunu gidermek; buz veya don 273 eklenerek bulunan sıcaklık; termodinamik ve ısı
dan kurtarılmak. hesaplarında kullanılır; K kısaltması ile belirtilir.
defroster: Buz ya da don eriten veya uçak kanatları degree of dissociation: Ayrıştırma derecesi; molekül
ve otoların ön camlarında buzlanmayı önleyen her lerin toplam sayısına göre ayrışma yüzdesi.
hangi bir cihaz. degree of superheat: Term, buharın kalitesinin belir
defroster blower: Oto. buz ya da don çözücü vantila tilmesinde kullanılan bir kavram: Aşırı ısıtma derece
tör; sıcak havayı ön camın iç kısmına üfleyen cihaz si; üst ısıtma derecesi; doymuş buhar ile kızgın bu
(pervane, vantilatör, blover vb. ) har arasındaki sıcaklık farkı (°C).
defrosting: Buz ya da donunu giderme veya eritme. degree Rankine: Rankin Derece; Fahrenhayt derece
deg.: Bkz. degree, degrees. ye 460 eklenerek bulunan ve termodinamikte mutlak
degas: 1) gazını çıkarmak, özellikle: a) gazlarını bo sıcaklık için kullanılan bir sıcaklık birimi; °R kısaltma
şaltmak (bir vakum tüpü vb. inin), b) temizlemek sı ile belirtilir.
(zehirli bir gazdan etkilenmiş bir kimse veya alanı). dehumidification: Hava veya diğer gazları yapay (su
degasifier: Gazsızlaştırıcı; gaz çıkarıcı; gaz giderici. ni) olarak kurutma ya da nemini giderme.
degassing: Vakum tüplerinde kullanılan tellerden ve dehumidify: Nemini çıkarmak; rutubetini gidermek
ya yüzeyi kaplanacak metallerden emilmiş olan ga (hava vb. ini).
zın çıkarılması; gazsızlaştırma. dehumidifying: Nemini çıkarma veya giderme; kurut
degauss: Den. manyetik mayınlara karşı korumak ma; nemsizleştirme.
amacıyla (bir gemiyi) çevreleyen manyetik alanı dehydrate: Suyunu çıkarmak; ilerde kullanılacak mey-
nötr duruma getirmek ya da nötrleştirmek. va ve sebzelerde olduğu gibi, suyunu gidererek ku
degaussing: Den. digavsin. 1) bir mıknatısın, mıknati- rutmak; suyunu kaybettirmek; kuru duruma getir
siyetini giderme yöntemi; madde, bir solenoide yer mek; kurutmak.
leştirilir ve azalan şiddette alternatif akım verilir ve dehydrating agent: Su gideren veya alan (hidrofilik
d e h y d ra t io n 147 d em ag n e t iz
e

veya hidroskopik) bir madde; su giderici madde.


kil; portre. 3) tanımlama; tarif etme.
dehydration: 1) bir maddeden ısı veya nem emen
deliquesce: 1) erimek. 2) Kimy. havadan nem alarak
(higroskopik) bir madde ile suyun çıkarılması. 2) vü
sıvılaşmak.
cut dokusunun aşırı su kaybetmesi.
deliquescence: Bazı maddelerin havadan su emerek
dehydrator: Dehidratör; kurutucu; su giderici; soğut
bir çözelti oluşturma özelliği.
ma veya soğuk hava sistemlerinde resiver ile termos-
deliquescent: Havadan emdiği su ile eriyebilen.
tatik genişleme valfı arasına ve sıvı soğutucu içine
deliver: Vermek.
yerleştirilen bir cihaz.
delivery: Veriş; çıkış; verdi (stroku veya kursu).
dehydrogenation: Bir bileşikten hidrojeni çıkaran
delivery check valve: Diz. Mot. yakıt püskürtme pom
kimyasal tepkime.
palarının yay yükü ile çalışan çıkış valfı; disçarç ve
dehydrogenize: Kimy, hidrojenini çıkarmak veya gi
ya deşarj valfı adı da verilir; pompa içinde sıkıştırıla
dermek.
rak basıncı yükseltilen yakıt bu valfı yukarıya kaldıra
deicer: Uçakların kanatlarında olduğu gibi, buz oluşu
rak yakıt devresine girer ve enjektöre ileterek silindi
munu önlemek için kullanılan bir cihaz.
re püskürtülür; çıkış çek valfı; çıkış geri döndürmez
deionize: 1) iyonlarını gidermek. 2) iyonlaşmış bir ga
ventili.
zı ilk durumuna getirmek.
delivery line: Veriş veya çıkış devresi; çıkış boru dev
deionizing: Hidrojen değiştiricisi geçirerek tuzları ya
resi; bir pompa veya kompresörün çıkış devresi;
pay (sentetik) reçineler tarafından tutulan asitlere çe
benzin veya mazot borusu.
virerek su temizleme yöntemi; iyonlarını giderme.
delivery nozzles: Yüksek güçlü dizel motorlarında
deka-: On (10) anlamında bir önek; Dekalitre (10 İt),
mekanik yağdanlığın basınçla verdiği silindir yağının
dekametre (10 m) örneğinde olduğu gibi;
gömlek yüzeyine verilmesini sağlayan memeler; çı
dekagram : Metrik sistemde bir ağırlık birimi; dekag
kış nozulları.
ram; 10 gram.
delivery period: Kompresörlerde belirli basınçtaki ha
dekaliter: Dekalitre; on (10) litre; metrik sistemde bir
va, gaz vb. inin dış devreye verildiği süreç; veriş sü
hacim ya da kapasite birimi.
reci; çıkış periyotu.
dekameter: Metrik sistemde bir uzunluk birimi; deka
delivery pipe: Çıkış borusu; veriş borusu; bir pompa,
metre; on (10) metre.
kompresör vb. inin basınçlı sıvı, gaz, hava vb. ini
delaminate: Katmanlarına ya da tabakalarına ayır
ver diği boru (devresi).
mak.
delivery stroke: Veriş, çıkış kursu veya stroku; piston
delamination: Katmanlarına, tabakalarına ayrılmış.
!u pompalarda devreye basınçlı hava, deniz suyu,
De Laval Turbine: De Laval türbin, basit impuls
tatlı su, yağ, yakıt vb. i maddelerin verildiği strok ve
türbi ni; basit aksiyon türbini; tek kademeli aksiyon
ya kurs.
türbi ni; bir ya da birkaç nozul ile çevresinde bir sıra
delivery valve: 1) herhangi bir sıvı veya gazın meka
hare ketli kanat bulunan bir rotordan oluşan yüksek
nizma, devre vb. ine girişine müsaade eden veya
devir li (20 bin rpm) bir türbin.
onu düzenleyen valf. 2) Bkz. delivery check valve.
delay: 1) gecikmek; geciktirmek. 2) bir süre için dur
delta: 1) Elekt. alternatif gerilimde bir bağlantı şekli;
durmak; tehir etmek veya ertelemek. 3) gecikme ve
üçgen bağlama. 2) Astr. bir takımyıldızda dördüncü
ya geciktirme; rötarlı.
en parlak yıldızı belirtir.
delayed injection: Geç püskürtme; Bkz. injection.
delta connection: Elekt. üçgen bağlama; delta
delay period: Diz. Mot. yakıt püskürtme veya yakıtın
bağla ma; alternatif gerilimde trifaze (üç fazlı)
tutuşmasında gecikme; gecikme süreci ya da periyo-
sistemde bir bağlama şekli; hat geriliminin faz
tu; injection delay period, ignition delay şekillerin
gerilimine eşit ol duğu devre; gerilimi 220 volt ve
de de kullanılır.
frekansı 50 Hz'dir.
delete: Çizip çıkarmak (basılı veya yazılı harf, kelime,
delta engine: Bkz. deltic
pasaj vb. i); silmek.
engine.
deletion: 1) çizip çıkarma veya çıkartma. 2) çizilmiş delta metal: Delta metal; % 60 bakır ve % 40 çinko
kelime, pasaj vb. i. dan oluşan bir alaşım; bir tür pirinç.
delicate: Hassas, duyarlı (alet, geyiç, cihaz vb. i).
delta rays: Delta ışınları; alfa ışınları etkisindeki yü
delicate cargo: Den. duyarlı, bozulabilecek yük: Çay,
zeyler tarafından yayılan, nispeten yavaş hareketli
un, tahıl, pirinç vb. i yükler.
elektronlar.
delicate mechanism: Mak. duyarlı, hassas mekaniz
delta white metals: Delta beyaz metal; delta vayt me
ma.
tal; kalay kökenli bir beyaz metal olup, yatak metali
delimit: Sınırlarını koymak; sınırlamak; sınırlarını işa
yapımında kullanılır.
retlemek.
deltic engine: Delta makine; enine kesiti üçgen şek
delimitate: Bkz. delimit.
linde olan ve bir kenarı üzerinde karşılıklı çalışan iki
delimitation: 1) sınırlandırma veya sınırlandırılmış. 2)
piston ve üçgenin köşelerinde ise krank millerinin
sınır gibi görev yapan şey.
bulunduğu makine (ticarî isim).
delimiter: Bilgisay. sınırlayıcı.
deltoid: Şekli deltaya benzeyen; üçgen şeklinde
delineate: 1) şeklini çizmek; skecini yapmak; resmet
olan.
mek. 2) çizmek. 3) tanımlamak veya sözcüklerle
demagnetization: Bir maddeye manyetik özelliğini
açıklamak.
kaybettirme; manyetik özelliğini azaltma.
delineation: 1) şeklini çizme; resmetme. 2) resim; şe
demagnetize: Mıknatıslığını veya manyetik özellikleri
ni kaybettirmek; mıknatıs özelliklerini gidermek veya
yoketmek; bir mıknatısın manyetik özelliklerini tahrip
demagnetizing ampere-turns 148 d e n si t y al t i t ud
e
denatüran. 2) fissil maddeye eklenip geniş işlemlere
etmek. gerek olmaksızın bir maddeyi, atom silahlarinda kul
demagnetizing ampere-turns: Karşı amper sarim; ku lanılmaz hale getiren ve fissil olmayan izotop, örne
2 3 8 2 3 5 233
tuplarda manyetik özelliği kaybettirme niteliğinde ğin u ; bu izotop U veya U ' e yeterince
olan, bir bölüm endüvi sargısı. ek lendiğinde, bunları silahlarda kullanılmaz hale
demal solution: Çözeltinin bir desimetre küpüne eş geti rir.
değer bir gram erir madde kapsayan çözelti. denaturation: Doğal halinden çıkarma veya doğal ha
demand: 1) istemek; talep etmek; istekte bulunmak. linden çıkarılmış.
2) gerekmek; gereksinimi olmak. 3) talep etme; iste denature: 1) tabiatını değiştirmek; doğal veya tabii
me. 4) istenen veya talep edilen şey. özelliklerini alıp götürmek. 2) diğer özelliklerini de-
demand factor: Elekt. bir sistemin veya sistemin bir ğiştirmeksizin (alkol vb. ini) içilemez veya kullanıla
parçasının maksimum isteğinin, bir sisteme veya sis maz duruma sokmak.
temin bir parçasına bağlı toplam yüke oranı; işlek, denatured alcohol: Denature alkol; 1) yüz kısım etil
talep etkeni, alkole on kısım (hacim olarak) metil alkol ve 1/2 kı
demarcate: 1) sınırlarını işaretleme, sınırlamak. 2) sım benzen ya da iki kısım metil alkol ve 1/2 kısım
ayırmak; tefrik etmek; ayırt etmek. piridin eklenerek elde edilen alkol. 2) kanunlar tara
demarcation: 1) hudut veya sınırlarını işaretleme; sı fından insanlık hizmetinde kullanılması yasak olan
nırlama. 2) sınır; hudut. 3) ayırma; ayırt etme; tefrik bir alkol. 3) içt. Yan. Mak. soğutma sistemlerinde
etme. don tehlikesine karşı kullanılan antifriz katkı madde
dematerialize: Malzeme şeklini kaybetmek; malzeme si.
şeklini kaybetmeye neden olmak. denatured alcohol: Bkz. denaturated alcohol.
demi-: Çoğunlukla, yarım anlamında bir önek. denaturize: Bkz. denature (1).
demijohn: Cam veya topraktan yapılmış, dar boğazlı, dendrite: Dendirit; Metal, bir sıvının katılaşması sonu
hasır sepet ile korunan geniş bir kap; damacana. cunda oluşan ve ağaca benzeyen çok dallı yapıda
demineralization: Metallerini, madenlerini giderme bir kristal.
veya ayırma. denicotinize: Nikotinini gidermek veya çıkarmak (tü
demineralized: Metallerini ayırma; metalleri ayrılmış. tün için).
demineralized water: Saf su; damıtık su; demınerali- denitrate: Nitrik asit, nitrat iyonu veya kökü, nitro gru
ze su; metalleri iyon değiştiriciler ile alınarak yumu bu ya da nitrojen oksitlerini çıkarmak veya gider
şatılmış su. mek.
demineralizer: Mineralleri giderilmiş, iyonize su üre denitration: Nitrik asit, nitrat iyonu veya kökü, nitro
ten bir su yumuşatma cihazı. grubu ya da nitrojen oksitlerini çıkarma veya gider
demodulation: Ses frekans dalgalarının, modüle edil me işlemi.
miş taşıyıcı dalgalardan ayrılması; demodülasyon. devitrification: Serbest nitrojen (azot) çıkarmak için
demodulator: Bir radyo alıcısında taşıyıcı dalganın nitrojen!! bileşiklerin parçalanması.
demodüle edildiği yerdeki devrenin bir kısmı; ses fre denitrify: Nitrojen (azot) veya onun bileşiklerini çıkar
kans dalgası radyofrekans dalgasından ayrılır ve rad- mak veya gidermek; nitrojensizleştirmek.
yofrekans dalgası toprağa verilir. denitrying bacteria: Nitrojen çıkaran bakteri; oksijen
demolish: Tahrip etmek; yıkmak. siz ortamda topraktaki nitrat ve nitritleri parçalayarak
demolition: 1) tahrip etme veya tahrip edilmiş. 2) ge serbest nitrojen çıkaran bakteri.
mi bozma; hurdacılık. denominator; Mare. Ceb. payda; bayağı kesirde bö
demolition bomb: Parça tesiri yerine patlama kuvveti len; bir bütünün kaça bölüneceğini belirten sayı.
ile bina, siper vb. lerini yıkmak amacıyla yapılmış bir denote: işaret etmek; göstermek; bir işaret ile tanıt
bomba; tahrip bombası. mak.
demonstrate: 1) nedeni ile göstermek; prova etmek. dense: 1) sudan daha büyük yoğunluğa sahip olan.
2) örnek, deney vb. i kullanarak açıklamak veya 2) sıkıca paket edilmiş. 3) sık; koyu; kesif; yoğun.
açıkça belirtmek. 2) çalışma veya işlemesini göster dense, less: Bkz. less dense.
mek. denser: Daha yoğun: a) karbon dioksit havadan da
demonstration: 1) nedeni ile gösterme; prova etme. ha yoğun, b) altın bakırdan daha yoğun gibi.
2) örnek, deney vb. i kullanarak açıklama veya tarif densichron: Optik yoğunluğu ölçmek için kullanılan
etme; ispat, kanıtlama. bir cihaz; dansikron.
demount: Sökmek; parçalarına ayırmak: Sökülmüş densimeter: Yoğunluk ölçer; dansimetre; sıvıların yo
motor gibi. ğunluklarını ölçmek için kullanılan bir alet.
demountable: Sökülebilir; parçalarina ayrılabilir. density: 1) yoğun, kalın, bir araya toplanma durumu
demulsibility: Mot. bir yağın, içindeki herhangi bir su veya niteliği. 2) birim alana isabet eden miktar veya
dan temiz olarak ayrılma yeteneği; cebri besleme sayı: Nüfus yoğunluğu gibi. 3) Elekt. a) birim alan
sistemlerinde kullanılan yağlar için önemli bir özellik dan birim zamanda akan elektrik şarjının miktarı, b)
tir; demülsibilite. akım şiddeti. 4) Fotoğ. donuk özellik. 5) Fiz. bir mad
denary: Ondalık; on misli; on sayısı ile azalıp çoğa denin kütlesinin hacmine oranı; örneğin suyun yo
3 3
lan. ğunluğu 1g/cm veya 62,4 lbs/ft gibi; d kısaltması
denaturalize: Doğal veya tabii durumundan çıkar ile gösterilir.
mak; gayri tabii yapmak. density altitude: Hava. standart atmosferde verilen
denaturant: 1) doğal durumdan çıkarıcı bir madde;
density, luminous 149 depth meter

bir yoğunluğa uyan altitüt, rakım veya yükselti.


deposit: 1) tortu gibi birikinti. 2) rüzgâr, su ve volka
density, luminous: Uzayın birim hacminde bulunan
nik patlama ya da buz vb. i hareketlerle yığılan kum,
aydınlatma enerjisi.
kil, mineral kütleleri vb. i 3) katman; tabaka; tortu; bi
density, radiant: Uzayın birim hacminde bulunan rad-
rikinti; döküntü.
yan enerji (ısı enerjisi).
deposition, electrical: Kaplanacak metal tuzunun
density, relative: Belirli hacimdeki bir kütlenin, stan elektrolit olduğu bir pilde bir metali elektrolit olarak
dart olarak seçilen diğer bir maddenin aynı miktarda kullanarak diğer bir metal ile kaplama.
ki hacmine oranı; göreli yoğunluk.
deposition, potential: Belirli türde iyonları yığmak
dent: 1) darbe veya basınçla bir yüzeyde oluşan hafif için, bir elektrot ile onu çevreleyen elektrolit arasın
bir oyuk. 2) çukur yapmak; çukurlu olmak. daki en az potansiyel farkı.
dent: Dişliçark, kilit vb. indeki gibi, dişe benzer bir çı
depreciation: 1) aşınma, bozulma ya da eskime ile
kıntı.
eşyanın değerinin (fiyatının) azalması, 2) paranın sa
dentate: Dişleri ve dişe benzer çıkıntıları olan; dişli.
tın alma değerindeki düşme; depresyon.
dented: Yüzeyinde hafif çukur veya çukurları olan.
depress: 1) bastırmak; aşağıya doğru bastırmak; aşa
dented: Dişli.
ğıya çekmek veya itmek. 2) kuvvetini veya aktivitesi-
denti-: Diş veya dişleri veya dişe benzer çıkıntıları ni azaltmak. 3) değerini, fiyatını veya miktarını azalt
olan anlamında bir önek. mak.
denticle: Ufak dişleri veya dişe benzer çıkıntıları olan.
depressed: 1) aşağıya bastırılmış. 2) durumu, şidde
denticulate: Ufak dişlere sahip olan.
ti, miktarı veya derecesi azaltılmış. 3) aşağıya bastırıl
dentiform: Diş şeklinde olan. dığında yassılaşan veya oyulan.
dentoid: Diş şeklinde olan; şekli dişe benzeyen.
depressible: Bastırılabilen; bastırılmaya uygun.
deoxidize: 1) özellikle kimyasal olarak birleşmiş oksi
depression: 1) bastırma veya bastırılmış. 2) bastırıl
jeni gidermek, çıkarmak; oksijensizleştirmek.
mış yer ve kısım; bir yüzeydeki oyuk veya alçak kı
deoxigenate: Özellikle (su, hava vb. indeki) serbest sım. 3) kuvvet, aktivite, miktar vb. indeki azalma. 4)
oksijeni çıkarmak veya gidermek. Astr. ufkun altındaki bir gök cisminin açısal mesafe
dep.: Bkz. 1) department. 2) deposit. si. 5) Meteo. a) atmosferik basıncın düşmesi, b) bir
department: 1) bağımsız bir kısım, bölüm veya dal (b- barometrede bunu gösteren cıva sütununun düşme
ranş). 2) bilgi ve aktivite alanı. si. 6) atmosferik basıncın çevreye göre daha düşük
departmental: 1) bölüm veya bölümlere sahip olan. olduğu bölge; depresyon, depresyon çevrimsel rüz
2) bölümlere göre düzenlenmiş. gârlar getirir. 7) doğal emişli makinelerde pistonun
departure: 1) Den. a) sefere başladığı noktadaki me üst ölü noktadan alt ölü noktaya inişi sırasında büyü
ridyenden doğu veya batıya doğru alınan mesafe, yen hacim nedeniyle silindirde oluşan alçak basınç
b) seferin başlangıcında (paraketenin kullanılması merkezi.
ile) geminin enlem ve boylam olarak yeri veya mev
depression of freezing point: Donma noktasının dü
kii. 2) inhiraf; sapma; meteorolojik bir elemanın belir
şürülmesi; bir çözücünün içersine çözünmeyen bir
li bir değerden saptığı (pozitif veya negatif) miktar.
katı ekleyerek donma noktasının düşürülmesi; bir çö
dependability: Güvenilir olma durumu veya niteliği.
zeltinin donma noktası, onun yoğunluğu ile orantılı
dependable: Güvenilir; itimada şayan; emniyet edile
dır ve moleküler ağırlığın saptanmasında kullanılır,
bilir.
depression slide: içersinde, mikroskop altında kon
dependably: Güvenilir bir biçimde veya tarzda.
trol etmek için sıvı tutan, camdan yapılmış bir slayt.
dependence: Güven; itimat. depressive: Bastırmaya eğilimli; depresyon ile belirti
dependent: Bir başkasının etkilediği, denetlediği ve len.
ya saptadığı; bağlı; bağımlı; tabî.
depside: Kimy. fenol karboksilik asitin anidritleri sınıfı
dephosphorize: Kimyasal bir bileşiğin fosforunu çı nın herhangi biri; esterlere benzer.
karmak veya gidermek; fosforsuzlaştırmak. dept.: Bkz. department.
deplete: 1) kısmen veya tümü ile boşaltmak. 2) eg depth: 1) üstten alta veya önden arkaya düz hat, 2)
zoz etmek (enerji vb. i). 3) çok az bir miktar kalınca derin olma durumu veya niteliği; derinlik. 3) şiddet
ya dek tüketmek, sarfetmek veya harcamak. (renkler, sessizlik vb.) 4) düşünme derinliği; şümul.
depleted material: Nük. Ener. fakirleşmiş malzeme; 5) orta (gecenin veya kışın). 5) Çoğ. derin veya en
izotop ayırma işlemi ya da bir çekirdek tepkimesi so derin yer ya da kısım (deniz, dünya, uzay vb. inin).
nucunda, bileşenlerden birinin bir ya da daha fazla
depth bomb: Bkz. depth charge.
izotopunun miktarı azaltılmış malzeme, örneğin
235 depth charge: Derinlik bombası; su bombası; sualtı
U bakımından fakirleşmiş uranyum.
gemileri ve diğer sualtı hedeflere karşı kullanılan ve
depletion: Nük. Ener. fakirleşme; çalışması sırasında belirli bir derinlikte patlayacak şekilde zamanlanan
reaktör yakıtının içindeki fissil atomların miktarından güçlü bir patlayıcı dolgu; depth bomb şeklinde de
yüzde türünden azalma. kullanılır.
depolarization: Zıt elektromotor kuvvet polarizasyo depth gauge: Derinlik mikrometresi; özellikle türbinle
nu önleyerek, bir volta pilinin çalışmasını koruma. rin rotorşaft yataklarının boşluklarının ya da rotorun
depolarize: Depolarize; kutupsallığını önlemek veya radyal durumunun saptanmasında kullanılan duyarlı
tahrip etmek. bir gösterge.
depolarizer: Birincil (primer) pillerde asitin ayrışması depth meter: Derinlik göstergesi; dalgıçların bilekleri
ile oluşan hidrojeni sabitleştirmek için kullanılan bir ne taktıkları ve derinliği fit ya da metre türünden be
oksitleyici. lirten alet; derinlik ölçer.
dept h mic ro me t e r 150 d es t roye r

depth micrometer: Bkz. depth gauge.


ometri sistemi veya dalı; tasarı geometri.
depth recorder: Derinlik kaydetmek için kullanılan
desensitize: 1) duyarlılığını gidermek veya ortadan
bir cihaz; iskandil cihazı.
kaldırmak; duyarlılığını veya hassasiyetini azaltmak.
depurate: Temizlemek; temizlenmek.
2) Fotoğ. ışığa karşı (bir levha ya da filmi) daha az
depuration: Bkz. purifying.
duyarlı yapmak.
depurative: Temizleme; Bkz. purifying; temizleyici
desiccant: Bazı şeyleri kurutmak için kullanılan bir
bir madde; temizleme maddesi.
madde, ilâç vb. i; kurutucu madde.
depuration: Temizleme veya temizlenmiş.
desiccate: 1) tümü ile kurutmak. 2) kurutarak (yiye
der.: Bkz. 1) derivation. 2) derivative. 2) derived.
cekleri vb. i) muhafaza etmek. 3) kuru olmak.
derail: Rayların dışına çıkmaya (tren, dekovil vb.) ne
desiccation: Kurutma veya kurutulmuş; kuruma; ik
den olmak; rayların dışına çıkmak.
lim değişikliği ve özellikle yağmur azalışı nedeniyle
deriv.: Bkz. 1) derivation. 2) derivative. 3) derived.
herhangi bir alandan sürekli su kaybolması.
derivation: 1) türeme veya türemiş. 2) bir şeyin kay
desiccative: Kurutucu; kurutma yapan madde.
nağı veya kökeni; menşe. 3) Mate, bir formül ya da
desiccator: 1) kurutucu bir şey veya kimse. 2) mad
eşitliğin terimlerinde belirtilen bir çözümün üretilme
deleri kurutmak ve onları korumak için kullanılan bir
si; belirli kural veya ilkelere göre diğerinden bir fonk
lâboratuvar cihazı; genellikle nem giderici, örneğin
siyonun sonucunu çıkarmak. 4) Mate, türev.
kalsiyum klorür veya derişik sülfürik asit kapsar. 3)
derivative: 1) üretilmiş. 2) orijinal olmayan. 3) bir
kurutma fırını; etüv; desikatör.
maddeden kimyasal bir değişimle elde edilen ve
design: 1) plânlamak; tasarımlarını yapmak. 2) zihin
kendisini oluşturan maddenin genel yapısını koru
de (plânlar vb. ine) şekil vermek. 3) yapmak üzere
yan diğer bir madde; türev, örneğin benzenin türevi
plânlamak. 4) tasarımlar yapmak. 5) orijinal plânlar,
olan nitrobenzen. 4) bir maddeden gerçek olarak el
skeçler vb. i yapmak. 6) plân; tasarım; şema; proje.
de edilemeyen, fakat yapı olarak ona benzeyen ve
7) resmetmek; çizmek.
onun türevi olduğunu düşündüren bir başka madde;
designate: Belirtmek; hudutlarını yapmak; plânını
örneğin fenilamin (C 6 H 5 NH 2 ), ilk bakışta amonya
yapmak; kesinlikle belirtmek.
ğın (NH 2) bir türevi olarak görülür; çünkü bir hidro
designation: Belirtme; hudutlarını çizme.
jen atomu bir fenil grubu ile yer değiştirmiştir.
designed: Dizayn veya tasarıma göre yapılmış veya
derive: 1) doğrudan veya dolaylı olarak bir diğerin
oluşturulmuş; plânlanmış.
den bileşik, madde, yapı veya kuram elde etmek. 2)
designer: 1) dizayn veya tasarım yapan kişi; projeci;
bir dizi aşama ile A'dan B elde etmek. 3) diğer bir
proje mühendisi. 2) orjinal çizimler, modeller vb. ya
şekil elde etmek veya geliştirmek: a) elektrik enerjisi
pan kişi; Sahne düzenleyicisi gibi. 3) çizim ve tasa
ısıdan türer, b) benzen karboksilik asit, tepkime ile
rım yapan kişi.
toluenden türer gibi. 4) türetilmek; benzen karboksi
design factor: Dizayn faktörü; dizayn etkeni; dizaynı
lik asit metil benzenden türetilir.
etkileyen türlü faktörlerden herhangi biri.
derive: Kimy. bir bileşiğin, bir elemanını diğeri ile de
designing: 1) dizayn yapmaya ait; dizayn için. 2)
ğiştirerek (bir bileşik) elde etmek veya üretmek.
plânlama. 3) çizim yapma. 4) dizayn yapma sanatı
derived quantities: Yoğunluk, hız, kuvvet ve direnç
veya işi.
gibi esas ve temel birimlerden türetilmiş büyüklük
design pressure: Dizayn basıncı; dizayn yapımı sıra
ler.
sında proje hesaplarına esas olan maksimum ba
derived units: Uzunluk, kütle ve zamanın esas birim
sınç; proje basıncı.
lerinden türeyen birimler; örneğin hız için birim
design symbols: Dizayn sembol veya simgeleri; pro
uzunluk ve zaman birimlerinden türemiştir ve m/s
je simgeleri; proje yapımı sırasında kullanılan türlü
veya fit/s birimleri ile belirtilir; türetilmiş birimler.
valf, gösterge vb. i parçaların simgeleri.
dernek: 1) ağır cisimleri kaldırmak veya hareket ettir
design temperature: Dizayn veya proje sıcaklığı; pro
mek için kullanılan büyük bir donanım; makaralar
je hesaplarına esas olan maksimum sıcaklık.
ve sabit dikmelerden oluşur; dikme; bumba. 2) pet
desilverize: Kimyasal bir bileşiğin gümüşünü çıkar
rol kuyularının delgi makinelerini taşıyan, uzun ve
mak; gümüşünü ayırmak.
yukarıya doğru daralan çelik bir konstrüksiyon; son
desorption: Emmenin karşıtı; diğer bir madde içinde
daj kulesi.
veya yüzeyinde konsantre şekilde tutulan bir madde
derrick truck: Vinçli kamyon.
nin serbest kalması.
derv fuel: ingiltere'de yüksek devirli dizel makineleri
dessiatine: Sovyetler Birliği'nde 1,0908 dönüme eşit
için uygun gas oil'e verilen isim; diesel engine ro
olan bir arazi birimi; Rus dönümü.
ad vehicle baş harflerinden oluşturulmuştur.
destination: Gidilecek yer; birinin gönderildiği yer;
desalting apparatus: Deniz suyu veya içme suyunun
bir geminin gideceği ve yükün teslim edileceği yer;
tuzunu ayıran ve saf su oluşturan bir cihaz; Bkz. eva
deslinasyon; varış noktası.
porator, reverse osmosis.
destroy: 1) yıkmak; tahrip etmek, a) bir çubuk mıkna
descend: 1) Astr. güneye veya ufka doğru hareket et
tısın mıknatısiyeti ısı ile giderilir (yokedilir). b) kutu
mek. 2) dalgıcın dalması.
ateşle tahrip edilir, c) kristal, bir solvent içinde çö
descender: Bilgisay. aşağıya çıkıntı.
zündüğü zaman, kristal kafes tahrip olur, gibi. 2) da
descending: Alçalan.
ğılmak; tümü ile bozulmak; harap olmak. 3) etkisini
description: Çizme veya kopya elme işi veya işlemi.
gidermek veya nötrleştirmek.
descriptive: Tanımlayıcı; tanımlama ile bellrtilebilen.
destroyer: 1) tahrip eden kişi veya şey. 2) küçük, hız
descriptive geometry: Uzaydaki problemleri çözmek
lı, güçlü, yüksek manevra yeteneği olan zırhlı bir sa
için bir düzlem üzerindeki izdüşümleri kullanan ge
vaş gemisi; destroyer; orijinali torpedoboat destro-
destructibility 151 detonating gas

yer.
kullanılır.
destructibility: Tahrip veya imha edilebilir olma niteli
detector, oil mist: Bkz. oil mist detector.
ği- detector, radiation: Nük. Ener. radyasyon detektörü;
destructible: Tahrip veya imha edilebilir olma niteli radyasyon veya nötron flüksünün varlığını, bazan
ği- miktarını saptamak için kullanılan bir araç.
destructive: Tahrip edici; yıkıcı; zararlı; yok edici. detent: 1) Meka. hareketi durduran veya serbest bıra
destructive distillation: Organik bir katı veya kan bir kısım. 2) dişli kriko ve cırcır anahtarlarda ol
sıvının, kapalı bir kapta ısıtılarak parçalanması duğu gibi, bir yöne döndürülen dişlinin, aksi yöne
yöntemi; ör neğin kömürün parçalanarak kok, dönmesine engel olan tetik; germe kolu.
kömür katranı ve gazlara dönüşümü. deterge: Temizlemek; silmek.
destructor: ing. çöpleri yakmak için kullanılan bir fı detergence: Bkz. detergency.
rın; çöp fırını. detergency: Temizleme veya silme özelliği ya da gü
desulfur: Bkz. cünde olan (motor yağları için söylenir).
desuifurize. detergent: 1) sabun gibi köpüren veya temizleyen,
desulfurize: Kükürtünü gidermek veya çıkarmak. fa kat alkil benzen, sülfonatlar, alkil sülfat vb. inden
desuperheated steam: Kızgın buharın bir soğutucu ya pılan, yapımında hayvansal yağlar kullanılmayan
dan Bkz. desuperheater geçirilmesiyle elde edilen, te mizleyici bir madde; deterjan; temizleyici madde;
sıcaklığı kızgın buhara göre daha az olan yaş doy 2) Diz. Mot. silindir yağlarına katılan ve pistonlarda
muş buhar; üzerinden kızgınlık ısısı alınmış olan bu ar tık birikmelerini önleyen bir madde, genellikle
har. kalsi yum fenil stearat; büyük çamur parçacıklarını
desuperheater: Disüperhiyter; desüperhiyter; üst kız parça layıp küçük partiküller haline getirme
dırıcı veya süperhiyteri koruyan, ondan sürekli kız özelliğine sa hiptir.
gın buhar geçmesini sağlayan ve bu kızgın buharı detergent additives: Yağlama yağlarına, oksitlenme
yaş buhara dönüştüren bir tür eşanjör; buhar dramı ürünleri, kurum, su, pislik ve diğer çözünür maddele
nın (domunun) su bölgesinde veya kazan dışında ri askıda tutmak için eklenen ve makinenin çamur
bulunur. ve diğer birikintilerden temizlenmesini sağlayan kat
detach: 1) çözmek ve ıkarmak; ayırmak; sökmek. 2) kılar; deterjan katkıları; Bkz. detergent agent.
özel bir iş veya görevle göndermek (askeri birlik, ge detergent agent: Yağlama yağlarına katılan alümin
mi vb. i için söylenir). yum naftenat, kalsiyum fenil stearat, kalsiyum alkil
detachability: Sökülebilir; ayrılabilir olma özelliği ve salisilat, seti fenolün metal tuzları vb. i kimyasal bile
ya durumu. şikler; deterjan maddeleri, ajanları.
detachable: Sökülebilir; çıkarılabilir. detergent oil: O/z. Mot. temizleme özelliği olan
detachable chain: Yerinden çıkarılabilir veya söküle yağla ma yağı içinde metal bileşikleri veya sabunlar
bilir zincir; içten yanmalı makinelerin kam mili veya kapsa yan yağ; deterjan yağ; temizleyici yağ.
kemşaftını çevirmek üzere kullanılan bir zincir; Bkz. deteriorate: 1) kötüleşmek veya kötü olmak; fenalaş
silent chain. mak. 2) kalitesi veya değeri azalmak.
detached: Sökülmüş; ayrı.
determinable: Tayin edilebilir; saptanabilir.
detachment: 1) ayırma; ayrılma; çıkarma. 2) ordu ve
determinant: 1) tayin eden veya saptayan bir şey ya
ya gemileri özel bir görevle gönderme. 3) bir ordu
da faktör. 2) Mate, determinant; eşit sayıda sıra ve
birimi veya gemiyi özel bir görev için tahsis etmek
kolonlarla düzenlenmiş bir seri niceliklerden oluştu
(ayırmak, tefrik etmek). 4) özel bir işte olma duru
rulan ürünlerin toplamı.
mu.
determinate: 1) gerçek sınırlara sahip olan; belirli;
detail: 1) küçük parça veya parçalar. 2) çok ufak he
sa bit. 2) kesin; kati. 3) Mate, a) sabit bir sayıya
sap. 3) bir resim, heykel, bina vb. i nin küçük talî
sahip olan. b) sabit bir çözümü veya çözümleri olan
parça veya parçaları. 4) Ask. a) özel bir göreve gön
prob lemlere ait.
derilmek üzere seçilen bir veya daha fazla asker, de
determination 1) bir fiziksel büyüklüğün değerini
nizci vb. i b) özel bir görev. 5) ayrıntı; detay; tafsilat.
saptamak için bir deneyin gerçekten tamamlanması;
detail drawing: Detay, ayrıntı resmi; bir makinenin
örneğin ye çekimi nedeniyle ivmenin saptanması

deneyi. 2) seri gözlemler yaparak bir malın değerini
çük bir parça veya kısmının ayrı bir resmi.
duyarlı olarak anlamak, a) bir parça bakırın, kütlesi
detect: 1) keşfetmek; meydana çıkarmak. 2) herhan
ve hacmini ölçerek yoğunluğunu duyarlı olarak sap
gi bir şeyin varlığını keşfetmek. 3) Rady, alternatif
tamak, b) bir telin direncini ölçerek, özel bir madde
akımı doğru akıma çevirmek.
nin özdirencini saptamak.
detection: 1) meydana çıkarma; meydana çıkarılmış.
determine: 1) sınırlarını belirtmek; tanımlamak; sınır
2) Rady, ses olarak üretebilmek için sinyal dalgası
lamak. 2) kesin; kati. 3) Mate, a) sabit bir sayıya sa
nı, onu taşıyan dalgadan ayırma işlemi. 3) bir karı
hip olan. b) sabit bir çözümü veya çözümleri olan
şımdaki bir bileşik veya elementin özelliğinin teşhis
problemlere ait. 2) hesaplamak; duyarlı olarak tespit
edilmesi.
etmek. 3) sonuçlandırmak. 4) karar vermek.
detector: 1) bulan kimse veya şey. 2) elektrik dalgala
detinning: Hurda veya kalayla kaplı yüzeylerden,
rı gibi, bazı şeylerin varlığını gösteren bir cihaz veya
klor etkisiyle kalayın çıkarılması; kalay klorla
alet; detektör. 3) Rady. aranan bir dalganın taşıdığı
birleşerek SnCI4 şeklini alır.
sinyal dalgasını ayırmak için kullanılan ve çoğu za
detonate: Gürültü ve şiddetle patlamak; bir kapsül,
man bir vakum tüpü olan bir cihaz; rektifayer; doğ
fünye vb. i kullanılarak patlamaya neden olmak.
rultmaç; alternatif akımı doğru akıma çeviren bir ci
detonating gas: Ark (spark) şeklinde ışığın etkisinde
haz. 4) sadece bir devredeki akımın varlığını göste
ren basit bir galvanometre; demodulator olarak da
detonation 152 d e xt ros e
doktrin vb. inden); sapmaya neden olmak.
kaldığı zaman patlayan gaz karışımı; örneğin 1:1 ha deviation: 1) bir rota, yön, standart, doktrin vb. inden
cim oranındaki hidrojen ve klor ve 2:1 hacim oranın sapma ya da inhiraf; Den. devieyşın. 2) bunun mik
daki hidrojen ve oksijen. tarı. 3) sapma veya inhiraf sonucu bir ışık ışınının bü
detonation: 1) patlama, infilâk. 2) yüksek sesli, gürül külmesi ile oluşan açı.
tülü bir patlama. 3) yüksek bir ses. 4) Diz. Mot. silin deviation of compass: Pusula sapması veya inhirafı;
dirlerde tutuşma gecikmesinin uzaması, yakıtın er yerel durumlar, örneğin bir geminin demir kısımları
ken püskürtülmesi, yakıtın makineye uygun olmama nedeniyle pusulada oluşan bir hata; pusula iğnesi
sı nedenleriyle oluşan yüksek hızlı şok dalgasının nin durumu ile gerçek kuzey-güney doğrultusu ara
meydana getirdiği patlayıcı tepki; detonasyon; yakıt sındaki açı.
vuruntusu; gaz vuruntusu. 5) Benz. Mot. buji tırnak deviator: Sapan bir kişi veya şey.
ları arasında elektriksel kıvılcım oluşmadan önce, si device: 1) tasarlanan şey; plân; şema. 2) gizlice yapı
lindirde yanma oluşmasından kaynaklanan vuruntu. lan şema; hile. 3) bazı amaçlar için kullanılan bir ci
6) Mot. dolgunun bir parçasının silindirlerde ani yan haz; icat. 4) tertibat; mekanizma. 5) aygıt.
ması nedeniyle oluşan vuruntu. devil's claw: Den. domuz tırnağı; ırgat (fenerliği) ka-
detonation factors: Mot. detonasyonu etkileyen velataşını ve demir zincirinin bosasını sağlamak için
yakı tın moleküler yapısı, kendiliğinden tutuşma kullanılır.
sıcaklığı, yanma miktarı vb. i faktör ya da etkenler; devise: Düşünüp çıkarmak; tasarım yapmak; icat yap
patlama veya vuruntu etkenleri. mak.
detonation knock: Patlama vuruntusu; gaz vuruntu deviser: icat yapan kimse; mucit.
su; yakıt vuruntusu; Bkz. detonation. devitrify: 1) cama benzer özelliğini tahrip etmek. 2)
detonation wave: Vuruntu dalgası; şok dalgası; Diz. ısıtmayı uzatarak (cam vb. ini) sert, mat ve kristalli
Mot. vuruntu sırasında silindirde oluşan ve hızı za yapmak.
man zaman 2000-3000 metre/saniyeye ulaşan bir devolve: Dönmek; yuvarlanmak; hareketi iletmek.
şok dalgası; makine için son derece zararlıdır. dew: 1) çiğ; ılık bir günden sonra, özellikle geceleri
detonator: 1) patlatıcı; patlayıcılarda kullanılan fünye, soğuk yüzeylerde küçük damlalar şeklinde yoğuşan
kapsül vb. i. 2) bir patlayıcı madde, örneğin cıva ful- atmosferik nem. 2) küçük damlalar halindeki bir
minat, Hg (CNO) 2. nem. 3) çiğ ile nemlendirmek.
detriment: 1) hasar; zarar; ziyan, 2) hasar veya zara Dewar flask: Dewar termosu; sıvı havayı muhafaza
ra neden olan herhangi bir şey; hasar veya zarar ne et mek için kullanılan çift duvarlı cam termos; iki
deni. duvarı arasında çok yüksek bir vakum
detrimental: Zararlı; hasara neden olan. oluşturularak kon- düksiyon ve konveksiyon yolu ile
detruncate: Bir parça keserek kısaltmak. ısı transferi en aza indirilir ve termosun iç duvarı
detuner flywheel: Mot. detüner volan; bazı, özellikle gümüşle kaplanarak radyasyon ile îsı transferi
karşıt pistonlu, dizel motorlarında krankşaftın her iki azaltılır.
tarafına bağlanmış orta ağırlıktaki iki volan. dewater: Suyunu boşaltmak; suyunu boşaltarak
deuterium: 1) atom ağırlığı yaklaşık 2 olan bir hidro kurut mak.
jen izotopu; döteryum. 2) ağır hidrojen; Simg. D; ok dewatering pump: Su boşaltma pompası; drenaj
sijenle ağır su adı verilen bileşiği oluşturur (D 2 O); pompası.
Bkz. heavy water. dewfall: 1) çiğ oluşumu. 2) geceleri bunun başladığı
deutero-: ikinci, ikincil (talî) anlamlarında bir önek. vakit veya saat.
deuteron: Döteron; döteryum atomunun çekirdeği; dew point: Çiğleşme noktası veya sıcaklığı. 1) özellik
bir proton ve nötron kapsar; deutron, deuton şekil le yanma ürünleri içindeki su buharının yoğuşarak
lerinde de kullanılır; hidrojenin kütle sayısı 2 olan su haline geleceği sıcaklık derecesi. 2) Mot., Buh.
izotopu veya ağır hidrojenin ya da döteryumun çekir Kaza. çiğleşme noktası 100°C'nin altında başlar ve
deği. 80°-90°C'de en hızlı bir şekilde oluşur. 3) çiğin oluş
deuton: Bkz, deuteron. maya başladığı veya buharın yoğuşarak sıvıya dö
deutron: Bkz. nüştüğü sıcaklık derecesi. 4) havadaki nemin suya
deuteron. dönüştüğü nokta veya sıcaklık derecesi.
develop: 1) yavaş yavaş geliştirmek veya inkişaf ettir dew-point hygrometer: Bkz. Daniell hygrometer.
mek. 2) genişletmek (bir işteki gibi). 3) daha yaygın dewy: 1) çiğ ile nemlenme veya ıslanma. 2) çiğe ait.
yapmak (elektrik gücü gibi). 4) Fotoğ. a) film, levha dexedrine: Anfetaminin benzedrine benzeyen ve
veya baskı kâğıdı vb. ini türlü kimyasal çözeltilere so onun gibi kullanılan bir izomeri (ticarî bir isim).
karak resmi görünür hale getirmek, b) bu işlemle dextrin: Nişastanın glükoza hidrolizi sırasında oluşan
resmi görünür yapmak. 5) Mate, bir fonksiyon veya ara ürün bir polisakkarit; altıdan on ikiye kadar kısa
ifadeyi geliştirmek veya inkişaf ettirmek. 6) daha net zincir yapılı glükoz molekülünden oluşur; dekstrin.
tanımlamak. 7) bilinir veya görünür yapmak. dextrine: Bkz. dextrin.
developer: 1) geliştiren kişi veya şey; geliştirici. 2) dextrogyrate: Bkz. dextrorotary.
Fo toğ. bir film, levha vb. inde resmi görünür dextrorotary: Bkz. dexrorotatory.
yapmak için kullanılan kimyasal bir madde; örneğin dextrorotation: Saat yönünde dönen veya hareket
hidroki- non, C 6 H 4 (OH) 2 . eden.
development: 1) karışımın ayrılmasını sağlamak için dextrorotatory: 1) saat yönünde, sağa dönme veya
renkli fotoğraf kâğıtlarında, çözücünün kâğıttan akıtıl hareket etme. 2) polarize ışık düzleminin saat yönün
ması işlemi. 2) Tek. Res. açınım; geometrik yüzeyle de dönüşü (belirli kristaller için söylenir).
rin düzlem örneklere dönüşümü; açınım. dextrose: Dekstroz; glükoz: insan vücudu, bitki ve
deviate: Bir tarafa saptırmak (bir rota, yön, standart,
d ezi nci f ica t io n 153 di alyz e

hayvanlarda bulunan, kristalli bir şeker, C 6 H 12 O 6 ti lanılan geometrik şekil; diyagram. 2) bir şeyi, onun
carî olarak nişasta ile sülfürik asitin tepkimesinden parçalarını, çalışmasını vb. tanımlamak için yararlanı
elde edilir; tatlılaştırma maddesi olarak kullanılır. lan bir tasarım, şekil veya çizim. 3) fikirleri, istatistik
dezincification: Mak. elektrolitik etki nedeniyle kon- leri tanımlamak veya belirtmek için kullanılan bir tab
dansör vb. i eşanjörlerde bakır ve çinkodan yapılmış lo veya graf. 4) bir diyagram ile göstermek veya be
boru ve boru aynalarının yapısındaki çinkonun çıkari- lirtmek; bir diyagram yapmak.
larak hasar görmeleri; çinkosunu gidermek; çinko- diagram analysis: Diyagram analizi. 1) Diz. Mot. silin
suzlaştırmak; çinko bloklar kullanılarak giderilir. dirlerden alınan P-V diyagramlannın hava girişi, sı
D/F: Bkz. direction finder. kıştırma, yakıt püskürtme, iş, egzoz periyotları sıra
dg.: Decigram; decigrams. sındaki olayların ayrıntılı biçimde incelenmesi. 2)
di : 1) iki, çift anlamlarında bir önek. 2) Kimy. iki (a- Pist. Buh. Mak. silindirlerden alınan diyagramların er
tom, molekül, kök vb. ine) sahip olan. ken giriş (lid), buharın kesilmesi (katof), erken çıkış
diacaustic: Opt. kırılma ile üretilen meyilli eğri veya (riliz) vb. i bakımından analiz edilmesi. 3) makinele
düzlem. rin diyagramlarından arızaların saptanması.
diacetone alcohol: Sıv. Yük. diaseton alkol; diaseton; diagram efficiency: Diyagram verimi; termodinamik
4-hidroksi-2 keto-4-metilpentan; 4-hidroksi,4 metil- verim; kuramsal verim; analitik veya grafik yöntem
pentanon-2; D.A.A.; hoş kokulu, yangın tehlikesi lerle kuramsal diyagramlardan elde edilen verim.
olan, renksiz, nem emmeyen, dayanıklı fakat yüksek diagram factor: Pist. Buh. Mak. gerçek ortalama ba
sıcaklıkta aynşarak aseton, veren, hem tertlari alkol sıncın kuramsal ortalama basınca oranı veya gerçek
ve hem de keton özelliği gösteren bir bileşik, CH3- diyagram alanının teorik diyagram alanına oranı; di
COCH 2 C(CH 3 )2 OH, insan sağlığı için tehlikeli ve yagram faktörü veya-etkeni; iyilik derecesi.
,
narkotik etkisi vardır; 20°/20°C de öz,ağ. 0,9406; diagrammatic:.1) diyagram veya diyagramlar şeklin
Q
k.n. 167,9°C; d.n.-44 C; suda tümü ile çözünür; de olan. 2) diyagram durumunda veya ayrıntısı ol
20°C'de visk. 3,4 cP; gemilerde çevre sıcaklığı ve at mayan.
mosferik basınçta taşınır. diagrammatical: Bkz. diagrammatic.
diachylon: Bez. başlıca kurşun oksit, zeytinyağı ve su diagrammatic arrangement: Diyagram şeklinde dizi
ile yapılan bir yakı. liş veya düzenleme.
diachylum: Bkz. diachylon. diagrammatically: 1) diyagram şeklinde olan. 2) bir
diacid: 1) her molekülünde, bazik atomlar veya kök diyagram vasıtasıyla.
lerle yer değiştirebilen iki hidrojen atomu kapsayan; diagraph: Diyagraf; şekillerin çizimi veya maddelerin
genellikle asitler ve asit tuzları için söylenir. 2) bir izdüşümü için kullanılan bir cihaz; bir cetvel ile bir
molekül diasit veya iki monoasiti tepkiyerek tuz veya iletkiden oluşur ve çizim için kullanılır.
ester oluşturulabilen (genellikle bazlar ve alkoller dial: 1) güneş saati. 2) bir duvar veya cep saatinin yü
için söylenir). 3) her molekülünde metallerle yer de zü veya kadranı. 3) bir şeyin miktarını hareketli bir
ğiştirebilen iki hidrojen atomu bulunan bir asit; dia ibre ile göstermek için kullanılan bir cihazın saate
sit. benzer yüzü; bir pusula veya geyiçin yüzü veya kad
diacritic: Bilgisay. ayıran; belirten. ranı. 4) kesimi sırasında bir mücevher taşını tutan
diactinic: Işığın aktinik Bkz. actinic ışınlarını iletmeye mengene. 5) Rady. özellikle istasyonlan saptamak
muktedir; diaktinik. için kullanılan taksimatlı bir disk. 6) telefonlarda kul
diactinism: Kimyasal olarak aktif radyasyon olan gü lanılan döner disk. 7) madenci pusulası. 8) bir gös
neş vb. i ışınların iletilme özelliği; aktinizm. terge ile ölçmek veya araştırmak. 9) kadran ile gös
diag.: Bkz. diagram. termek. 10) telefon diski ile çağırmak.
diagenesis: Düzenleyerek veya tekrar birleştirerek ye dialed line: Bilgisay. çevirmeli hat
ni ürünlerin oluşturulması. dial gauge: Mehengir; kompratör; Gem. Mak. dial ge-
diagnose: Teşhis etmek; kontrol ve gözlem ile tanı yiç; Mot. çok küçük miktarları ölçmek için kullanılan
mak veya teşhis etmek (bir hastalık vb. ini); teşhis duyarlı bir cihaz; deflection gauge adı da verilir.
ler yapmak; tanılamak. dial indicator: 1) Bkz. dial gauge. 2) ölçer; ölçü sa
diagnosis: 1) bir şeyin tabiatını saptamak için gereç ati. 3) kompratör. 4) ibre.
lerin dikkatle araştırılması. 2) bir makinenin arızaları dial shaft: Dial geyiç veya mehengirin mili ya da şaf
nı teşhis etme. 3) teşhis; tanı. tı.
diagnostically: 1) teşhis (tanı) yolu ile. a) teşhis (ta dial-sheet gauge: Levha mehenglri veya dial geyici;
nı) bakımından. metal levhaların kalınlığını denetlemek için kullanı
diagnosticate: Bkz. diagnose. lan bir cihaz.
diagonal: 1) bir çokgen veya çok yüzlüde komşu ol dial test indicator: Bkz. dial gauge.
mayan açıları birleştiren doğru; köşegen; diagonal. dial tone: Telefonda hattın açık olduğunu belirten
2) bir köşegenin genel yönüne sahip olan. 3) meyilli ses; çevir sesi.
bir hat veya düzlem. 4) herhangi çapraz rota, sıra ve dialysis: Kimy. ozmosis ya da geçişmeye benzeyen,
ya kısım. 5) çapraz hatlı dokunmuş kumaş. bir çözeltideki iyon veya moleküllerin yarı geçirgen
diagonal stays: Birbiri ile dik açıda oluşturulan iki bir diyaframdan geçtiği, fakat koloidal parçacıkların
yassı yüzeyi, örneğin kazan zarfı ve kazan başlığını geçemediği işlem; diyaliz.
kuvvetlendirmek için kullanılan çubuk veya rodlar. dial-up terminal: Bilgisay. çevirmeli uçbirim.
diagonally: Diyagonal yönde veya tarzda; meyilli ola dialytic: Diyalize benzeyen; diyalize ait.
rak. dialytically: Diyaliz yardımı ile.
diagram: 1) bir teoremi açıklamak için sık olarak kul dialyze: Diyaliz uygulamak; diyaliz ile ayırmak.
dialize d iro n 154 diazortiu m

dialized iron: Ferrik hidroksitin, Fe(OH)3 koloidal bir lanılan regülatörlerin metalden yapılmış perdeleri. 6)
çözeltisi; ilaç yapımında kullanılan koyu kırmızı bir sı Akümlatör elektrotları arasındaki gözenekli levha; se
vı. parator; ayırıcı. 7) metal veya titreşebilen ve ses dal
dialyzer: Koloitleri gerçek çözeltilerden ayıran yarı ge gaları üreten veya ses dalgaları ile titreşen metal ya
çirgen bir diyafram. da lâstikten yapılmış ince bir levha; diyafram.
diamagnetic: 1) diamanyetizme sahip veya onunla il diaphragmatic: Diyaframa benzeyen veya ona ait.
gili; bizmut veya çinko gibi diamanyetik bir madde. diaphragmatically: Bir diyafram ile.
2) havadaki bir mıknatıs tarafından itilen; diamanye diaphragm control valve: Diyagram kontrollü valf;
tik. genel olarak kazanların yakıt devrelerinde kullanılan
diamagnetic substence: Manyetik geçirgenliği 1'den mazot (fuel oil) pompalarının buhar miktarını devre
küçük olan bir madde; örneğin bizmut. deki yakıt basıncına göre düzenleyen valf.
diamagnetism: L) bir mıknatısın iki kutbu tarafından diaphragm gauge: Bkz. diapragm-pressure gauge.
itilen ve mıknatısın etki çizgilerine dik açıda bir du diaphragm-pressure gauge: Diyaframlı basınç ölçer,
rum alan bazı maddelerin özelliği. 2) diamanyetik manometre veya preşer geyiç.
kuvvet. 3) tüm elektronları çift olan bir maddenin diaspore: Doğal alüminyum hidrat, Hal02; ısıtıldığı za
manyetik alanı tarafından iletilen; dlamanyetizm. 4) man parçalanarak dağılır.
diyamanyetik olay. 4) bu olay veya maddelerle ilgile diastase: Nişastayı önce maltoza ve sonra dekstroza
nen bilim. dönüştüren bir enzim; amilas.
diameter: 1) bir daire, küre vb. inin merkezinden ge diastatic: Amilas özelliklerine sahip olan veya ona
çerek çembere iki noktadan temas eden doğru; çap; ait; nişastayı şekere dönüştürme.
kutur. 2) böyle bir doğrunun boyu. 3) bir şeyin ge diathermancy: Kızılötesi veya ısı ışınlarının iletilme
nişliği veya kalınlığı. 4) Opt. bir merceğin büyütme özelliği.
gücünün ölçü birimi; diam., dia., d., di. kısaltmaları diathermanous: Bkz. diathermic.
ile belirtilir. diathermia: Bkz. diathermy.
diametral pitch: Çapsal piç; pi sayısının (3,1416) bir diathermic: 1) diyatermiye Bkz. diathermy ait. 2) ısı
dişin piçine bölünmesiyle bulunan sayı; bir dişin ışınlarının serbest olarak geçmesine izin vermek.
çapsal piçi. diathermize: Diyatermi ile tedavi etmek.
diametral plane: Herhangi bir kürenin en büyük dai diathermy: Diyatermi; yüksek frekanslı bir elektrik akı
resi. mı ile deri altındaki dokularda ısı üretilerek tıbbî teda
diametric: Bkz. diametrical. vi.
diametrical: 1) çap boyunca; çapa ait. 2) çap yönün diatom: Tek hücreli veya koloniler halindeki mikrosko-
de; çapsal; kesin olarak. pik yosunlardan herhangi biri.
diamin: Bkz. diamine. diaiomaceous; Mikroskobik yosunlar veya onların fo
diamine: iki NH 2 kökü kapsayan kimyasal bileşik sillerini kapsayan veya onlara ait.
gruplarından herhangi biri; double amine şeklinde diatomaceous earth: Diyatomik toprak; tek hücreliler
de kullanılır. den oluşan toprak; tek atomluların iskeletlerini kap
diamond: 1) hemen hemen saf, kristal şeklinde kar sayan gözenekli fosil; sıvıları süzmek için ve ısı yalıtı
bon; bilinen en sert maddelerden biri; elmas. 2) bu mında kullanılır.
maddenin mücevher, kesme takımları vb. i yerlerde diatomic: 1) molekülünde iki atomu olan. 2) molekü
kullanılan bir parçası. 3) eşkenar dörtgene benze lünde değiştirilebilir iki atomu veya kökü (radikali)
yen bir şekil; karo (oyun kağıtlarında bir işaret). 4) olan; iki veya çift değerli.
4,5 puntoluk. küçük ölçülerde bir harf. diatomite: Sıcaklığı 316°C'yi (600°F) geçen dört
diamond bit: Elmas uç. stroklu dizel motorlarının yalıtımında 650°C'ye kadar
diamond drill: 1) elmas uç; elmas delgi. 2) elmas kullanılan bir yalıtıcı madde; diatomit (ticarî bir mar
matkap. ka).
diamond drilling: Elmas uçla sondaj. diazin: Bkz. diazine.
diamond shape: Elmas kristali şeklinde; paralelke- diazine: Diazin; çember şeklinde düzenlenen dört
nar. atom karbon ve iki atom azottan oluşan moleküler
diamond engine: Eşkenar dörtgen şeklinde makine yapılı herhangi bir kimyasal bileşik.
veya dizel motoru; enine kesiti eşkenar dörtgen şek diazo: iki nitrojen atomunun doğrudan bir karbonlu
linde olan dizel motoru; eşkenar dörtgenin her kena hidrojen kökü ile birleşmesiyle oluşan bir gruba sa
rı üzerinde karşılıklı çalışan iki piston ve köşelerinde hip olan; diazo.
ise krank milleri bulunan makine. diazoamino: Diazoamino; diazo bileşiklerini belirtir;
diamond-pointed chisel: Elmas uçlu keski. bu bileşiklerde N2 grubu, bir amino kökünün nitroje
diaphanometer: Katı, sıvı ve gazların saydamlığını nine bağlanmıştır.
ölçmek için kullanılan bir cihaz; dlafanometre. diazo compound: Genel formülü RN:NR olan orga
diaphragm: 1) fotoğraf makinesi (kamera), mikros nik bir bileşik; boya yapım sanayii için çok kıymetli
kop vb. inin merceğinden giren ışık miktarını ayarla dir; diazo bileşikleri.
mak için kullanılan bir cihaz. 2) bir şeyi diğerinden diazole: 1) çember şeklinde düzenlenmiş üç karbon
ayıran herhangi bir bölme; diyafram. 3) Anat. göğüs ve iki nitrojen atomundan oluşan molekülsel yapılı
ve karın boşluklarını birbirinden ayıran perde veya herhangi kimyasal bir bileşik. 2) böyle bir bileşiğin
bölme; diyafram. 4) telefon alıcısı, kulaklık veya ho bir türevi. '
parlörlerde olduğu gibi, ses dalgası üreten bir disk diazonium: Diazonyum; nitrojen atomlarından birinin
ya da koni. 5) Buh. Kaza. akaryakıt devrelerinde kul beş ve diğerinin üç değerli olduğu, iki değerli orga-
di azo t iza t io n 155 dic t agra p h

nik kök kapsayan; aromatik bileşiklerin serilerinde


hidroklorik asit ve fosjen gazı oluşturan, alifatikler
görülür.
den bir halokarbon; simg.CH 2 CI 2 ; 15,5°/15,5°C'de
diazotizalion: Diazo bileşikleri üretmek için, aşırı mi
öz.ağ. 1,335-1,338; k.n. 40,2°C d.n.-96,7°C; suda
neral asit varlığında birincil aromatik amin ile nitröz
20°C sıcaklıkta %2 oranında çözünür; 20°'de visk.
asitin tepkimesi.
0,425 cP; gemilerde çevre sıcaklığı ve atmosfer ba
diazotize: Kimyasal olarak diazo bileşiklerine dönüş
sıncında taşınır.
türmek veya çevirmek.
dichloromonofluoromethane (F.21): Freon 21;
dibasic: 1) dibazik; iki hidrojen atomundan her biri Simg. CCI2F; soğutma sistemleri veya soğutucular
nin bazik kökler veya atomlarla yer değiştirerek tuz da kullanılan bir gaz.
ları oluşturduğu bir asiti belirtir; bu asite ait. 2) tek dichlorophenoxyacetic acid: Asetik asit ve fenolün
değerli bir metalin sahip olduğu iki atom. klor türevi; Simg.C7H5CI2.O.COOH; yabanıl otların
dibasic acid: Dibazik asit; değiştirilebilir iki hidrojen öldürülmesinde kullanılır; 2, 4-D olarak da belirtilir.
atomu bulunan bir asit; örneğin sülfürik asit. dichloropropene, 1,2: Sıv. Yük. 1,2-dikloropropen;
dibasic salt: Dibazik tuz; üç bazlı bir asitin iki hidro 1,2-dikloropropilen; yangın tehlikesi oluşturan, kloro
jen atomunun yer değiştirmesiyle oluşan bir tuz; ör form kokulu, beyaz veya sarı renkli, higroskopik ol
neğin orto fosforik asitin (H 3 P0 4 ) sodyum difosfat
mayan ve normal taşıma koşullarında dayanıklı, in
tuzu. Na 2 HP0 4 . san sağlığı için zararlı, doymamış alifatiklerden bir
dibutyl phthalate: Sıv. Yük. dibütil ftalat; dibütii o-fta- 0
halokarbon; Simg.HCIC:CCI (CH 3 ); 20°/4 C'de
lat; saf olduğu zaman kokusuz, saf olmadığında na
öz.ağ. 1,225; k.n. 75°C; d.n.-80°C; suda çözünmez,
hoş kokulu, renksiz, tehlikesiz, yağ kıvamında, hig
viskozitesi bilinmiyor; gemilerde çevre sıcaklığı ve at
roskopik olmayan, çok dayanıklı, aromatiklerden bir
mosfer basıncında taşınır.
ester; Simg.C 6 H 4 (C0 2 C 4 H 9 ); 25°C'de öz.ağ.
dichloropropene, 1,3-: Sıv. Yük. 1,3-dikloropropen;
1,043-1,047; k.n. 340°C; d.n.-35°C; suda 25°C'de
kloralliklorür; 1,3-dikloropropilen; -dikloropropilen;
0,25 g/lt çözünür; 20°C'de visk. 20,30 cS; gemilerde
kloroforma benzer kokulu, yangın tehlikesi oluştu
çevre sıcaklığı ve atmosfer basıncında taşınır.
ran, beyaz veya sarı renkli, higroskopik olmayan ve
dichlorid: Bkz. dichloride.
normal taşıma koşullarında dayanıklı olan, insan
dichloride: iki atom klorun bir element veya kök ile
sağlığı için zararlı, doymamış alifatiklerden bir halo
birleştiği herhangi kimyasal bir bileşik; diklorür.
karbon; 20°/4°C4de öz.ağ. 1,225; k.n.104-110°C;
dichlorobenzene, o: Sıv. Yük. o-diklorobenzen; 1,2-
d. n.yaklaşık -60°C; suda çözünürlüğü az, viskozitesi
diklorobenzen; o-diklorobenzol; saydam, renksiz,
belli değil; gemilerde çevre sıcaklığı ve basıncında
ağır aromatik kokulu, buharları zehirli, insan sağlığı
taşınır.
için zararlı, hafifçe higroskopik eğilimli, dayanıklı,
dichlorotetrafluoromethane (F.114): Freon 114;
aromatik ailesinden bir halokarbon, C 8 H 4 CI 2 ;
Simg.CCl 2F4; soğutma sistemlerinde kullanılan so
15,5°/15,5°C'de öz. ağ. 1,310; k.n 180°C;
ğutucu bir gaz.
d.n.-16,7°C; suda çözünmez ve 21 C'de viskozitesi
dichotomy: 1) iki parçaya ayırma. 2) bir bölüm 3) Ay
1,39 cP; gemilerde çevre sıcaklığı ve atmosfer basın
veya bir gezegenin yarısının ışıklı bir düzlem gibi gö
cında taşınır.
ründüğü aşaması.
dichlorodifluoromethan (F.12): Sıv. Yük. diklorodiflu
dichroism: 1) bazı kristallerin farklı iki açıdan bakıldı
orometan; difluorodikiorometan; "florkarbon-12"; "f-
ğı zaman iki farklı renk yansıtma özelliği; dikroizm.
reon-12"; "arcton 12"; "soğutucu 12"; kokusuz, don
2) F/z. maddedeki ışık yolunun boyuna bağlı olarak,
ma yanığı tehlikesi olan, renksiz, higroskopik olma
ilettiği ışığı farklı renklerde gösteren bir maddenin ni
yan, dayanıklı, fakat kızgın yüzeylere temas ettiği za teliği; dichromatism olarak da kullanılır.
man zehirli fosjen gazı çıkaran, alifatik ailesinden bir dichroite: iyolit; mavi renkli bir mineral.
halokarbon, CCI2F 2 30°C'de öz.ağ. 1,486;
dichromate: Dikromik asitin herhangi bir tuzu; dikro-
k.n.-29,8°C; d.n.-158 C; suda hafifçe çözünür, visko
mat; bichromate olarak da kullanılır.
zitesi belli değil; gemilerde çevre sıcaklığı veya altın
dichromatic: 1) iki renge sahip olan. 2) dikromatizm
da, atmosfer basıncı ya da üzerinde taşınır; soğut
ile belirtilen veya ona ait.
ma ve soğuk hava sistemlerinde kullanılır.
dichromatic cell: Pozitif kutbu karbon, negatif kutbu
dichlorofluoromethane: Sıv. Yük. dikiorofluorome- çinko ve elektroliti sülfürik asit (H 2 SO4 ) ve potas
tan; fluorodiklorometan; "Freon 21"; "Soğutucu 21; yum dikromat (K 2Cr2 7) cozeltisi olan birincil (pri
"arkton 21"; kokusuz sayılabilecek, donma yanığı mer) pil.
oluşturan, renksiz, higroskopik olmayan, dayanıklı dichromatism: Renk körlüğü; tayfın sadece iki rengi
fakat kızgın bir yüzeyle temas ettiğinde zehirli fosjen nin seçilebildiği bir göz hastalığı.
gazı çıkaran, insan sağlığı için zararlı, narkoz etkisi dichromic: 1) Kimy. a) her molekülünde iki krom ato
olan, alifatiklerden sıvı veya gaz bir halokarbon; mu olan. b) dikromatlari oluşturan dikromik asiti
0°C'de öz.ağ. 1,426; k.n. 8,9°c; d.n.-135°C; suda çö (H 2 Cr 7 0 7 7 belirtir.
zünmez; viskozitesi belli değil; gemilerde çevre sı dichrooscope: Dikroizmi incelemek için kullanılan bir
caklığı veya altında ve atmosfer basıncı veya üzerin cihaz; dikrooskop.
de taşınır. dichroscope: Bkz. dichrooscope.
dichloromethane: Sıv. Yük. diklorometan; metilen klo- dicoumarine: Çürütülmüş tatlı yonca yaprağından çı
rür; metilen diklorür; tatlı ve keskin kokulu, önemli karılan ya da sentetik olarak yapılan bir kimyasal bi
tehlikesi olmayan, renksiz, akıcı, higroskopik olma leşik; tıpta kanın pıhtılaşmasını geciktirmek için kulla
yan, nispeten dayanıklı, eğer kızgın yüzeylere temas nılır.
eder ya da çıplak alevin etkisinde kalırsa ayrışarak dictagraph: Bkz. dictograph.
dictaphone 156 di ese l e ngin e

dictaphone: Diktafon; ağızlığına söylenen sözcükleri etkisinde kalan bir yalıtkanın yalıtım özelliklerinin ka
kayıt etmek ve yeniden üretmek için kullanılan bir ci yıbı; dielektrik yorulma.
haz (Ticarî bir marka). dielectric flux: Dielektrik flüks veya akı.
dictionary, technical: Teknik sözlük veya lügat. dielectric heating: Elektriğe yalıtkan olan bir malze
dictograph: Bir başka odada yapılan konuşmaları giz menin yüksek frekanslı alternatif elektrik alanı tarafın
lice dinlemek veya kayıt etmek için kullanılan, küçük dan hızlı ve düzgün bir biçimde ısıtılması.
ve çok hassas vericisi olan, telefon türünden bir ci dielectrik intensity: Dielektrik şiddeti veya yoğunlu
haz. ğu.
Dicumarol: Beyaz kristalli, toz bir kimyasal bileşik; ka dielectric loss: Dieleklrik veya yalıtkan kayıbı; elek
nın pıhtılaşmasını geciktirmek için kullanılır Bkz. di- trik akımı bir yalıtkanı etkilediği zaman, ısı olarak açı
coumarin ; ticarî bir marka. ğa çıkan enerji kaybı.
icyclopentadiene: Sıv. Yük. disiklopentadiyen; renk dielectric strength: Dielektrik dayanıklığı; malzeme
siz, kristalli veya saydam, soluk saman renkli, tere- nin kırılmadan dayanabileceği maksimum potansiyel
bantine benzer kokulu, yangın tehlikesi oluşturan, in değişimi.
san sağlığı için zararlı, sıcaklık artışı ile polimerize dielectrophoresis: Dielektroforesiz; düzgün olmayan
olan, higroskopik olmayan, bir dereceye kadar reak- bir elektrik alanında, elektriksel olarak yönlendirilmiş
tif ve dayanıksız, ileri derecede doymamış, alisikl ai (polarianmış) parçacıkların hareketi.
lesinden sıvı, bir karbonlu hidrojen; Simg.C 1 0 H 12 ; dienes: Diyen'ler; karbondan karbona çift bağlı iki
15,5°/15,5°C de öz.ağ. 0,98-0,99; k.n. 160-170°C; karbon kapsayan doymamış organik bileşikler; örne
suda çözünmez, Visk. 50°C'de 50 saniye Redvud; ğin butadiyen, CH 2 : CH.CH:CH2; yapay kauçuk ya
gemilerde 40°C'yi geçmeyecek şekilde çevre sıcaklı pımında kullanılır.
ğında ve atmosfer basıncında taşınır. die nut: Pafta somun; altıgen veya dörtgen somun;
didactic: 1) öğretim için kullanılan. 2) didaktik; bilgi her ikisi de dişleri temizlemek için kullanılır; diş te
verici. mizleme somunu.
didactial: Bkz. didactic. die plate: Levha pafta; çapı 3,175 mm (1/8")'e kadar
didactics: Öğretim sanatı veya bilimi; pedagoji. olan çaplarda vida yapmak için kullanılan bir cihaz;
didym: Bkz. didymium. sapı olan bir levha üzerinde 24 farklı ölçüde pafta
didymium: Esk. bir element olarak düşünülen fakat olan bir araç.
sonra iki nadir toprak alkali metalin (nedimiyum ve diesel: Bkz. diesel engine.
praseodimiyum) karışımı olduğu anlaşılan nadir bir diesel cycle: Dizel çevrimi; sabit basınçta yanmalı
metal; çoğu zaman seryum ve lantan ile birlikte bulu çevrim; yakıtı silindirlere basınçlı (60-70 bar) hava ile
nur; simg.D veya Di. püskürtülen motorların kuramsal ya da teorik çevri
die: 1) Meka. orijinal olarak döküm veya baskı; kes mi; iki adyabat ile sabit basınçta yanma ve sabit ha
me veya şekil verme için kullanılan genellikle küp cimde ısı atılışından oluşan bir diyagram.
şeklinde alet veya cihazlar, özellikle: a) para, madal diesel direct drive: Doğrudan bağlı motor (pervane
ya vb. i basımı için kullanılan damga; sikke damga ye); gemi pervanesine doğrudan, ara safraları ile
sı, b) levha metal vb. lerine delik açmak için kullanı bağlı olan dizel motoru; genellikle ağır devirli dizel
lan bir makinenin hareketli kısmı; matriks. c) cıvata motoru.
ya da vidalardaki gibi diş açmak için kullanılan araç; diesel-driven ship: Dizel motoru ile yürütülen gemi;
pafta, e) içersinde deliği olan ve tel çekmek, çubuk ana makinesi dizel motoru olan gemi.
çekmek vb. i için kullanılan bir metal parçası. diesel efficiency: Dizel verimi (Hava ile püskürtmeli
die away: 1) amplitütü zamanla azaltmak ve böylece motorlar için); sabit basınçta yanmalı çevrimin veri
dalga hareketi tarafından şiddeti azaltmak: X ışınları mi; yakıtı silindirlere basınçlı hava ile püskürtülen
alüminyuma göre kurşunda çok daha hızlı azalır. 2) motorların çevrim verimi.
motorun yavaş yavaş ağırlaşarak stop etmesi. diesel electric: Bkz diesel electric system.
die away curve: Söndürülen osilasyon veya dalga ha diesel-electrik drive: Bkz. diesel-electric system.
reketinin zirvesinde birleşen bir eğri. diesel electric locomotive: Bir dizel-elektrik sistemi
die casting: 1) erimiş metali büyük bir basınç altında, nin ürettiği elektrik enerjisi ile tekerlek dingillerindeki
madeni bir derece veya kalıp içine dökerek döküm elektrik motorlarının çalıştırıldığı ve tekerlerin bu şe
yapma işlemi. 2) bu şekilde yapılan döküm. kilde döndürüldüğü bir lokomotif; dizel elektrikli lo
die-casting allyos: Yüksek basınçlı döküm Bkz, di e - komotif.
casting için uygun olan, çoğunlukla demirsiz, ba- diesel-electric system: Dizel elektrik sistemi; gemile
zan demirli alaşımlar: a) çinko kökenli, b) alümin re uygulanan bir tahrik veya propulsiyon sistemi;
yum ve magnezyum kökenli, c) pirinçler ve d) diğer yüksek devirli dizel motorlannın jeneratör veya alter-
bakır kökenli olanlar. natörleri çevirerek ürettikleri elektrik enerjisi, gemi
die down: Motorun kendiliğinden devirden düşmesi. nin kıç tarafındaki ağır devirli ve millerine pervaneler
dielectric: Manyetik alanın oluşmasına izin veren, fa bağlı bulunan elektrik motorlarının çalıştırılmasında
kat elektrik akımını geçirmeyen cam, tahta, lâstik vb. kullanılır.
i bir malzeme; dielektrik; yalıtkan; izolatör. diesel engine: Dizel motoru; silindirlerinde sıkıştırıla
dielectric constant: Bir yalıtkandaki elektrik kuvveti rak basınç ve sıcaklığı yükseltilen (30-40 bar,
tarafından üretilen elektrik flüks (akı) şiddetinin, ay 450°-650°C) hava içine püskürtülen yakıtın kendili
nı kuvvet tarafından vakumda üretilen flüks şiddeti ğinden yakılması ile iş üretilen ısı makinesi; sıkıştır
ne oranı; dielektrik sabitesi veya sabiti. ma ile yanmalı makine; Diesel, diesel motor şeklin
dielectric fatique: Bir süre sürekli elektriksel gerilme de de kullanılır.
di ese l e ngin e fuel s 157 di ff ere n t

diesel engine fuels: Bkz. diesei fuels.


diethylbarbituric acid: Dietilbarbitürik asit; barbitürik
diesel fuels: Dizel yakıtları; dizel motorlarında kullanı asitten elde edilen bir bileşik, C 8 H 1 2 I 3 N 2 ; uyutucu
lan: a) doğrudan damıtma (distilasyon) ürünü olan olarak kullanılır; veronal, barbital şeklinde de kulla
diesel oil, gas oil gibi yakıtlar, b) fuel oilier; hafif fuel nılır.
oil, ağır fuel oil, bunker C gibi kraking yöntemi ile el diethylbenzene (mixed isomers): Sıv. Yük. dietil
de edilen viskoziteleri yüksek yakıtlar, c) gaz yakıt benzen (kanşık izomerler); tatlı ve keskin kokulu,
lar, örneğin sıvılaştırılmış petrol gazı ve doğal gaz gi yangın tehlikesi olan, renksiz, akıcı, higroskopik ol
bi yakıtlar. mayan, dayanıklı, sağlık açısından benzene benzer,
diesel-gear drive: Dizei-dişli tahrik; yüksek devirli di aromatik ailesinden bir karbonlu hidrojen; simg.
zel motorlarının, devir düşürücü donanıma (ridakşın C6 H.(C 2 H 5 ) 2 ; 25° /25°'de öz.ağ 0,868; k.n. yakla
gir) ve ridakşın donanımının pervaneye bağlı olduğu şık 180°C; d.n.-43°C; suda çözünmez; 25°C'de visk.
sistem; reduksiyonlu çalıştırma. 0,85 cP; gemilerde çevre sıcaklığı ve atmosferik ba
diesel-generator: Dizel jeneratör; bir dizel motoru ta sınçta taşınır.
rafından çalıştırılan doğru akım elektrik üreteci veya diethylene glycol: Sıv. Yük. dietilen glikol; "D.E.G."
üreticisi. "digol"; dihidroksidietil eter; 2,2 oksidietanol; tehlike
diesel index: Dizel indeksi; dizel yakıtlarının tutuşma siz, kokusu olmayan, saydam, renksiz, şurup kıva
niteliğini belirten bir kavram; yakıtın anilin noktası mında, higroskopik, hava ve ısı etkisinde rengi koyu
laşan, gözlerde tahriş oluşturan,
0 glikol ailesinden bir
(sıcaklığı) hesaplandıktan sonra amprik eşitlik yardı sıvı, HO (C 2 H 4 O) 2 20 /20°C'de öz.ağ. 1,1184; k.n.
mıyla saptanan indeks; dizel indeksinin, gemi dizel 245,8°C; d.n.-7,8°C; suda tümü ile çözünür;
motorlarındaki ortalama değeri yaklaşık 35 dolayın 30°C'de visk. 22 cP; gemilerde çevre sıcaklığı ve at
dadır. mosfer basıncında taşınır.
diesel motor: Bkz. diesel engine. diethylene glycol monoethyl ether: Sıv. Yük. dieti
diesei oil: Dizel oil; motorin; ham petrolün damıtılma len glikol monoetil eter; "karbinol Solvent"; "Dova-
sından elde edilen, verimliliği setan sayısı ile ölçü nol DE"; "dovanol DESG"; etilglikol; "dioksitol"; etil
len, çevreye zarar veren, yangın tehlikesi olan ve glikol; hafif ve hoş kokulu, hemen hemen tehlikesiz,
başlıca dallanmamış parafinlerden oluşan yanıcı bir renksiz, higroskopik ve dayanıklı glikoleter ailesin
sıvı yakıt; öz.ağ. 1'den küçük; parlama noktası den bir sıvı; Simg. CH 2 OHCH 2 OCH s CH 2 OC 2 H5 ;
0,
43,33°-88°C (110°-190°F); yapısı % 87 karbon, % 12 20°/20 de öz.ağ. 1,0273; k.n. 195,0°C; d.n.-90°C;
hidrojen ve % 1 oksijenden oluşur; gemi, dizel loko suda tümü ile çözünür; 20°C'de visk. 1,7 cP; gemi
motif ve kara taşıt araçlarındaki dizel motorlarında lerde çevre sıcaklığı ve atmosfer basıncında taşınır.
yakıt olarak kullanılır. diethylene triamine: Sıv. Yük. dietilen triamine; 2,2-di-
diesel principle: Dizel prensibi veya ilkesi; havanın si aminodietilen; kuvvetli amonyak kokulu, gözler ve
lindir içersinde sıkıştırılarak, sıcaklığının yakıtın tutuş deri için tehlikeli, renksiz veya sarı, nispeten viskoz,
ma sıcaklığının üzerine çıkarılması ilkesi; böylelikle higroskopik, çok alkalin ve dayanıklı, alifatiklerden
püskürtülen yakıtın kendiliğinden tutuşması sağla bir amin; 25°/4°C'de öz.ağ. 0,9474; k.n. 193-270°C;
nır. d.n.-35°C; suda tümü ile çözünür; 25°C'de visk. 6,0
diesel propulsion: Dizelli tahrik; dizel motoru ile per cS; gemilerde çevre sıcaklığı ve atmosfer basıncında
vane çevirme: a) doğrudan bağlama, b) dizel-elek- taşınır.
trik sistemi ve c) devir düşürücülü bağlama şekille diethyl ether: Sıv. Yük. dietil eter; anestezi eteri; dietil
rinde uygulanır. oksit; eter; etoksietan; etil eter; etil oksit; solvent
diesel ship: Dizel motoru ile tahrik edilen veya yürü eter B.P.; sülfürik eter; yangın tehlikesi ve patlayıcı
tülen gemi; ana makinesi dizel motoru olan gemi; di peroksitler oluşturan, tatlı ve keskin kokulu, say
dam, akıcı, renksiz, hafif higroskopik eğilimli, insan
zel motorlu gemi; motorlu gemi; M/S, M/V kısaltma
sağlığı için zararlı, % 10'dan daha büyük derişimleri
ları ile belirtilir.
öldürücü olan, eter ailesinden bir sıvı; Simg.
diesinker: Baskı veya şekil vermek için damga, kalıp C H OC H ; 20°/20° C'de; öz. ağ. 0,714; k.n.
2 5 2 5
vb. i yapan kişi. 34,6°C; d.n.-123°C; suda %8 oranında çözünür;
die stamping: Kalıp ile kesilen veya şekil verilen bir visk. 20°C'de 0,2448; gemilerde çevre sıcaklığı veya
parça, çoğu zaman metal levha parçası. altında, atmosfer basıncı veya üzerinde taşınır; taşı
diestock: Su boruları, vidalar, cıvatalar vb. inde oldu nırken nitrojen gibi bir inert gazı gerektirir; soğuk ha
ğu gibi diş çekilmesi sırasında paftayı tutmak için valarda motorlarda kolay ilk hareket sağlamak üzere
kullanılan taşıyıcı, çerçeve veya kasa; pafta kolu. kullanılır.
diethanolamine: Sıv. Yük. dietanolamin; DEA; di (2 - die welding: Kaynak veya birleştirmenin bir ocakta ısı
hidroksietik) amin; hafifçe renkli, amonyağa benzer tılarak ve basınç uygulanarak yapıldığı ocak-kaynak
kokulu, insan sağlığı için zararlı, birincil alifatik aile yöntemi.
sinden bir amin/alkol; Simg. CI(HOCH 2 CH 2 )2 NH; differ: 1) benzemez olmak; farklı olmak. 2) zıt ya da
higroskopik ve dayanıklı bir bileşik, viskoz bir sıvı. farklı fikirlerde olmak.
diethyiamine: Sıv. Yük. dietilamin; amonyağa benzer difference: 1) durum, nitelik, gerçek veya örnekte
kokulu, yangın tehlikesi olan, renksiz, insan sağlığı farklı olma; fark. 2) farklı karakteristik. 3) diğerlerine
için zararlı, higroskopik ,su ile karışabilen, dayanıklı, benzemeyen fikirlere sahip olma durumu; uyuşmaz
ikincil alifatiklerden sıvı bir amin; Simg. (C 2 H 5 ) 2 NH; lık; ihtilaf. 4) Mate. bir büyüklüğün diğerinden daha
0
15,5°/l5,5 C'de öz.ağ. 0,710; k.n. 55,5°C; büyük veya daha küçük olduğu miktar; bir büyüklü
d.n.-39°C, suda tümü ile çözünür; 20°C'de visk. ğün diğerinden çıkarılması ile kalan miktar; fark; ka
0,35 cP; gemilerde çevre sıcaklığı ve atmosfer basın lan.
cında taşınır. different: 1) birbirine benzemeyen. 2) aynı olmayan;
di ff ere n t ia l 158 diffusion pump

farklı; ayrı. 3) muhtelif; türlü. 4) diğerlerinin çoğuna


diffract: 1) parçalara ayırmak. 2) Fiz. ışınları saptır
benzemeyen; alışılmamış.
mak veya kırmak.
differential: 1) fark ya da farklılıklar gösteren. 2)
diffraction: 1) ince bir yarıktan geçerken veya mat bir
fark lı, farklarla ilgili. 3) farklı etki veya sonuçlara
maddenin kenarından yansıtılan ışığın, diğer kısım
sahip olan. 4) Mak. diferansiyel dişli. 5) Mate, daki ışınlarla kesişmesi nedeniyle ışık ışınlarının si
diferansiyel; diferansiyeller kapsayan. 6) Elekt. bir yah ve beyaz bantlara ve tayfın renklerine ayrışması.
devrenin gere ken noktasında zıt kutupsallık 2) ses ve elektrikte olduğu gibi, hareket dalgasının
üretmek üzere düzen lenmiş iki sargılı bobinin biri. diğer türlerinin benzer kırılması.
7) Mate, değişken bir büyüklüğün iki ardıl değeri diffraction grating: Opt. yansıtılan kırılma veya ileti
arasındaki ihmal edilebi lir fark. 8) Bkz. differential len ışık ile tayf üretmek için kullanılan, üzerinde bir
gears. sıra, çok yakın, eşit aralıklı paralel çizgiler (15 bin-30
differential block: Mak. ceraskal; kademeli palanga. bin çizgi) bulunan cam bir levha veya parlatılmış me
differential calculus: Diferansiyel kalkülüs; diferansi tal; kırılma ızgarası.
yellerin sabitlerle ilişkisini inceleyen yüksek matema diffraction instrument: Kırılma veya difraksiyon ciha
tik dalı. zı; maddenin yapısını veya bir radyasyonun, örne
differential coefficient: Mate, değişkenine bağlı ğin X ışınları, elektronlar ve nötronların özelliklerini
ola rak bir fonksiyonun değişim miktarının dalgaların kırılması yardımıyla incelemek için kullanı
ölçülmesi; di feransiyel katsayı. lan bir cihaz.
differential equation: Mate, diferansiyel denklem; diffraction spectroscope: Kırılma ızgarasının
di feransiyel veya diferansiyel katsayılar kapsayan prizma ile yer değiştirdiği bir spektroskop; kırılma
bir eşitlik. spektros kopu,
differential gear; diferansiyel dişli; iki aksı aynı hatta diffraction spectrum: Kırılma tayfı veya spektrası.
bağlayan ve çevirme kuvvetini bunlar arasında bö diffuse: 1) yayılmış; derişik veya yoğun olmayan. 2)
len, fakat bir aksın diğerinden daha hızlı dönmesine gereğinden daha fazla sözcük kullanma. 3) her yön
müsaade eden, belirli şekilde düzenlenmiş dişliler; de akmak; yayılmak. 4) Fiz. gazlar, sıvılar vb.gibi ya
otomobillerin arka akslarında, virajlarda aks hızların yılma ile karışmak.
da bir farka müsaade etmek için kullanılır diffuse reflection: Işığın kaba yüzeylerden tüm yönle
differentially: Diferansiyel veya kademeli şekilde ya re yansıması.
da tarzda. diffuser: 1) difüzör; ters nozul; kendisinden geçirilen
differential needle: Diferansiyel iğne; Gem. Mak. akışkanın hızını azaltarak basıncını yükselten meme;
farklı çaplı iğne valf; enjektörlerde hidrolik püskürt santrfüj pompalarda, buhar enjektörleri vb. lerinde
meyi sağlayan, alt ucu konik iğne, iğne valf ya da ni- kullanılır. 2) Fotoğ. ışığı yansıtmak veya sert hatlar
dıl valf. dan kaçınmak için kullanılan ipek bir örtü. 3) hopar
differential piston: Kademeli piston; bu tür pistonlu lörlerde farklı frekanslarda ses dalgalarının düzgün
pompa. dağılımını sağlamak için kullanılan konik bir parça.
differential piston pump: Kademeli (diferansiyel) diffuser blade: Difüzör kanatı; Bkz. diffusere vane.
pis tonlu pompa; D/z. Mot. iki farklı çapı olan diffuser ring: Difüzör çemberi; santrfüj pompaların
pistonlarla donatılmış pompa; dizel motorlarında statoru veya mahfazalarına bağlanan ve çok sayıda
süpürme hava sı üretmek üzere kullanılır. difüzör kapsayan çember; reküperasyon Bkz. recu
differential plunger valve: Plenceri biri küçük, biri peration için kullanılır.
büyük olmak üzere farklı çapta iki pistondan oluşan diffuser vane: Difüzör kanatı; difüzöre ters nozul şek
bir pompa; kademeli plencerli pompa; diferansiyel li veren iki kanattan herhangi biri; difuser blade şek
plencerli pompa; büyük çaplı plencerin silindirinde linde de kullanılır.
sıkıştırma olurken, küçük çaplı plencerin silindirinde diffusion: 1) iki veya daha fazla maddenin molekülle
emme oluşturulur veya bunun tersi olur. rinin birbirine karışması; difüzyon. 2) moleküllerinin
differential pulley: Birbirine tespit edilmiş ve bir blok hareketi nedeniyle bir gaz, sıvı veya çözeltinin homo
şekline sokulmuş, çapları farklı iki makaradan olu jen yapılması veya homojen duruma getirilmesi.
şan palanga; kademeli palanga; makaralardan biri diffusion barrier: Gazları, özellikle izotopları ayırmak
bir ip veya zincirle alçaltılır ve diğeri kancayı yüksel için kullanılan gözenekli bir perde; perdenin üzerin
tir. de mikroskopla görülemeyecek kadar küçük delikler
differential quotient: Bkz. differential coefficient. bulunur ve madde transferi belirli hidrodinamik akı
differential thermometer: Diferansiyel termometre; mı yerine difüzyonla oluşur.
diffusion column: Radyal sıcaklık değişiminin sürdü
iki komşu sıcaklık arasındaki farkı gösteren bir ter
rüldüğü düşey bir boru; izotoplar ayrılmasında kulla
mometre (sıcaklık ölçer); U şeklinde bir cam boru
nılır.
ve içinde renkli sıvıdan oluşur.
diffusion current: Difüzyon akımı; elektrotlarına bir
differential windlass: Den, kademeli (diferansiyel)
potansiyel farkı uygulandığı zaman, bir çözeltide
ır gat; çapları farklı iki fenerliği olan ırgat.
iyonların elektrolitik göçü ile erişilen akım sınırlama
differentiation: Mate, diferansiyel veya diferansiyel sı.
katsayının çözülmesi.
diffusion, molecular: Moleküler difüzyon;
difficile: Zor; güç.
molekülle rin sürekli ısıl hareketleri sonucu olarak bir
difficult: 1) yapılması, imal edilmesi, anlaşılması vb.
cismin di ğer bir eismin içine yavaş yavaş girmesi
zor. 2) sorun, efor veya hüner kapsayan. olayı.
difficulty: 1) zorluk; güçlük. 2) engel, mania. diffusion pump: Difüzyon pompası; küçük sistemler
diffluence: Meteo. birbirlerine yakın akıntı hatlarının, de yüksek vakum oluşturan bir cihaz; vakum pompa
akını yönünde birbirlerinden uzaklaşması; diflüens. sı.
diffusor 159 dim e n sio n

diffusor: Bkz. diffuser. çözünmez, 20°C'de visk. 40 cS; gemilerde çevre sı


digest: 1) sistemli olarak, çoğunlukla yoğun biçimde caklığı ve atmosfer basıncında taşınır.
düzenlemek; özetlemek. 2) sindirime yardım etmek. diisooctyl phthalate: Sıv. Yük. diizooktil ftalat; "bizof-
3) Kimy. ısı ve nem ile yumuşatmak veya çözünür leks 88"; DIOP; tehlikesiz, hemen hemen kokusuz,
yapmak. 4) besinleri sindirmek ya da hazmetmek. saydam, viskoz, higroskopik olmayan, dayanıklı, aro
digester: Kimy. maddelerin içinde yumuşayıncaya ka matik ailesinden bir sıvı; Simg. C 6H (CO-
4
dar ısıtıldıkları veya çözünür elementlerin onlardan OC 8 17 ) 2 ; 20°/20°C'de öz.ağ. 0,98; k.n. 370°C;
H
çıkarıldığı ağır bir metal kap ya da tank. d.n.-50°C; suda çözünmez, viskozitesi 25°C'de 57
digester brick: Kâğıt hamurunun elde edilmesinde cS; gemilerde çevre sıcaklığı ve atmosfre basıncında
uygulanan sülfit yönteminde kullanılan metal tankla taşınır.
rın Bkz. digester iç yüzeylerinin kaplanmasında kul dilatancy: Birinden diğerine moleküller arasındaki
lanılan asite dayanıklı tuğla. mesafenin çoğalması nedeniyle şekli ile hacmindeki
diggins: 1) kazıp çıkarılan malzeme (materyal). 2) ka büyüme.
zı yapılan veya maden çıkarılan bir yer, özellikle işle dilate: 1) daha geniş veya daha büyük yapmak; ge
tilmesi süren altın madeni. 3) Arg. altın madencileri nişlemeye neden olmak. 2) ayrıntılı bir biçimde yaz
nin kampı. mak veya konuşmak.
digit: 1) bir parmağın genişliği; 3/4 inç veya 20 mm. dilation: 1) genişleme veya genişletilmiş. 2) genişle
2) sıfırdan dokuza kadar herhangi bir tam sayı. 3) miş bir parça.
Astr. Güneş veya Ayın çapının 12'de biri. 4) Sayı. 5) dilation number: Açılma, genişleme sayısı veya nu
basamak. marası; aynı sıcaklık ve aynı yapıdaki bir sıvının hac
digital: 1) bir parmaktan, özellikle el parmağından minin, katı hacmine oranı.
oluşan. 2) sayılara sahip olan. 3) bir parmak gibi; dilative: Genişleme; genişleme eğilimi; genişleme
parmağa benzer. 4) parmak; el parmağı. 5) sayı; sa oluşturan.
yıya ait; sayısal. dilatometer: 1) bir maddenin genişlemesini ölçmek
digital computer: dijital kompüter; bilgisayar; iki te için kullanılan bir cihaz. 2) kristallerin bağlantı nokta
mel kompüter türünden biri; dijitleri, fiziksel miktarla larını saptamak için kullanılan bir cihaz; dilatometre.
rı göstermek üzere kullanır ve problemleri program diluent: 1) sulandırma. 2) çözündürme, bir başka şe
yardımıyla çözer. yi sulandıran veya eriten bir şey; sulandırmak için
digitalin: Dijitalin; yüksükotu çekirdeğinden elde edi bir asite katılan su, tablet veya ilâçlara katılan nişas
len zehirli, kristalli bir glükosit, C 3 5 H 5 6 0 1 4 ; kalp
ta vb. i şey. 3) inceltici; cila veya verniklere eklene
uyarıcısı olarak kullanılır.
rek onların miktarını çoğaltan veya fiyatını azaltan,
digitalis: Bot. çekirdeklerinden dijitalin ilacının çoğu zaman petrol karbonlu hidrojeni olan bir sıvı.
üretildi ği bitki; dijitalis. dilute: 1) içersine su veya diğer sıvılar karıştırarak in
digitize: Sayılaştırmak.
celtmek veya zayıflatmak. 2) bazı şeyler katarak za
digitizer: Sayılaştırıcı.
yıflatmak veya değiştirmek. 3) çözeltinin yoğunluğu
dihedral: 1) iki düzlem yüz veya kenara sahip olan.
nu azaltmak için çözeltiye daha fazla çözücü ekle
2) solid Geometride kesişen iki düzlemle oluşturu
mek.
lan. 3) iki kenarlı açı. 4) bir uçağın kanatları arasın
diluted hydrochloric acid: Seyreltik tuz asiti veya hid-
daki açı.
rokiorik asit (HCI).
dihedral angle: Kesişen iki düzlem arasında oluşan
dilute solution: Zayıf çözelti; büyük miktardaki çözü
açı.
cü bir maddede, nispeten küçük bir miktardaki erir
diisobutylene: Sıv. Yük. diizobütilen; diizobüten; veya çözünür madde.
yan gın tehlikesi oluşturan, renksiz, insan sağlığı
dilution: 1) sulanmış veya su karıştırılmış. 2) su katıl
için za rarlı, nem emmeyen, doymamış alifatiklerden
mış şey. 3) daha sulu yapmak için bir sıvıya su ek
bir kar bonlu hidrojen; sıvı ve buhar halinde iken
lenmesi. 4) içersinde oksijen eritmek amacıyla, kana
anestezik etki yapar ve akıl hastalıkları meydana
lizasyon artıklarına büyük miktarda su karıştırılması.
getirebilir; 20°C'de öz.ağ. yaklaşık 0,72; k.n. 97-
5) içt. Yan. Mak. karterdeki yağa soğutma sistemin
107°C; suda çözünmez, viskozitesi belli değil;
den su karışması. 6) Kimy. daha fazla sözcük ekleye
gemilerde çevre sı caklığı ve atmosfer basıncında
rek bir çözeltinin yoğunluğunu azaltma işlemi.
taşınır.
dilution coefficient: Fazla hava katsayısı; bir kilog
diisobutyl ketone: Sıv. Yük. diizobütil keton; 2,6-di- ram yakıtın yanması için ağırlıksal olarak gerçek ha
metil-4-heptanon; izovaleron; nane ruhuna benzer va miktarının, bir kilogram yakıtın yanması için ge
hafif kokulu, renksiz, yağ kıvamında, yangın tehlike rekli kuramsal hava miktarına oranı; dilution ratio,
si olan, insan sağlığı için zararlı, nem emmeyen, da excess coefficient olarak da kullanılır.
yanıklı, alifatik ailesinden bir keton; Simg. dilution, oil: Bkz. oil dilution.
(CH 3 )2 CHCH 2 CH(CH 3 )2 ; 20°/ 20°C'de öz. ağ. dilution ratio: Bkz. dilution coefficient.
0,8076; k.n. 169,4°C; d.n.-41,5°C; suda çözünmez,
dim: 1) parlak olmayan; donuk; bir dereceye kadar
viskozitesi belli değil; gemilerde çevre sıcaklığı ve at
karanlık. 2) berrak olmayan; bulanık. 3) açık veya
mosferik basınçta taşınır.
net olarak görülmeyen, duyulmayan veya anlasılma-
diisobutyl phthalate: Sıv. Yük. diizobütil ftalat;
yan; müphem.
diizo- bütil-1,2-benzen dikarboksilat; saydam,
dim.: Bkz. dimension.
hemen he men renksiz, kokusuz ve tehlikesiz kabul
dimension: 1) boy, en, kalınlık vb. i herhangi ölçüle
edilen, hig roskopik olmayan, çok dayanıklı,
bilen bir uzunluk; dimensiyon; ebat; boyut. 2) Çoğ.
aromatik ailesin den bir ester; Simg.C 6 H 4 (C0 2 C 4
H 9 ) 2 ; 20°C'de öz.ağ. 1,04; k.n. 327°C; d.n.
yaklaşık -50°C; suda
dimensional 160 dioptric
dimmer: Oto. küçük far; karşıdan gelen aracın güven
boy, en ve bazarı yüksekliğin ölçüsü. 3) boyut; ölçü; liğini sağlamak için yakını ve yolun hendek tarafını
derece. 4) vüsat; önem. 5) Ceb, bir terimdeki üsle gösteren lâmba.
rin toplamı. dimmer: Oto. uzun ve kısa farların veya tiyatro lamba
dimensional: 1) boyut ya da boyutlara ait. 2) boyutla larının ışığını azaltmak için kullanılan bir cihaz; ışık
ra sahip olan; üç boyutlu bir şekil gibi. kısma düğmesi.
dimensioning: Tek. Res. ölçülendirme. dimorphic: Dimorfizm ile
dimension lines: Tek. Res. ölçü okları veya çizgileri. belirtilen.
dimer: Aynı maddenin iki molekülünün birleşmesiyle dimorphism: iki şekilde kristalleşme özelliği; dimor
oluşan bir molekül veya bileşik. fizm.
dimethylamine: Sıv. Yük. dimetilamin; dimetilamin (a- dineric: Birbirine karışmaz iki solvent ile tek bir erir
nidrit); DMA; yangın tehlikesi olan, balık kokulu, maddenin her ikisinde çözündüğü bir çözelti için
renksiz, higroskopik olmayan, dayanıklı, insan sağlı söylenir.
ğı için zararlı, ikincil alifatiklerden bir amin; Simg. Dines hygrometer: Dines higrometresi; bu higromet
(CH 3 )2 NH; 0°/4°C'de öz.ağ. 0,6804; k.n. 6,88°C; rede buz ile soğutulmuş su, yüzeyi cilalanmış metal
d.n.-92,2°C; suda oldukça çözünür, 20°C'de gaz bir kap içinden akar; metal kutu içindeki sıcaklık bir
-6
olarak viskozitesi 85x10 puvaz, sıvı olarak 25°C'de termometre ile denetlenir; Bkz. dew point hygrome
-3
visk. 1,86x10 puvaz; gemilerde çevre sıcaklığı veya ter.
altında, atmosfer basıncı veya üzerinde taşınır. dinghy: 1) Hindistan nehirlerinde kullanılan kürekli
dimethylamine aqueous solutions: Sıv. Yük. dimeti bir tekne; dingi. 2) bir savaş gemisinde taşınan kü
lamin sulu çözeltileri; DMA; yangın tehlikesi olan, ba çük bir tekne. 3) yat, motorlu gemi vb. i teknelerde
lık kokulu, renksiz, higroskopik olmayan, dayanıklı, sahil ile bağlantı sağlamak için kullanılan küçük, ori
insan sağlığı için zararlı, ikincil alifatiklerden bir jinal olarak kürekli bir tekne veya bot. 4) küçük, gü-
amin; Simg. (CH 3 )2 ; NH; 15,5°/15,5°C'de (% 40) vertesiz, tek direkli bir yarış teknesi; dingey, dingy
0/1 0
öz.ağ. 0,898, 15,5 5,5 C'de (% 60) 0,827; şeklinde de kullanılır.
k.n. dingy: 1) kirli renkli; parlak olmayan; donuk; temiz ol
0
51,5 C (% 40), 36,0°C (% 60); d.n.-36°C (% 60); mayan; pis.
su dingy: Bkz. dinghy.
da tümü ile çözünür, viskozitesi su ile aynı; gemiler dinitro-: Molekülde iki nitro grubuna sahip olan anla
de çevre sıcaklığı ve atmosfer basıncında taşınır. mında bir önek.
dimethylaminebenzaldehyde test: Dimetilaminoben- dinitrobenzene: Dinitrobenzen; nitrik asit ve benzen
zaldehit deneyi; kazan suyundaki hidrazin (N 2 H4 ) veya nitrobenzen tepkimesi ile oluşan kimyasal bir
miktarını saptamak için uygulanır; bu miktar maksi bileşik; Simg. C 6 H 4 (N0 2 ) 2 ; esnek iğneler gibi kris-
mum 0,25 ppm olmalıdır. tallenir.
dimethylaminoethanol: Sıv. Yük. dimetilaminoetanol; dinkey: Dem. Yol. manevra yerinde vagonları çek
deanol; 2,dimetilaminetanol; dimetiletanolamin; kuv mek, yollarını değiştirmek için kullanılan küçük bir
vetli balık kokusunda, gözler için tehlikeli, renksiz ve lokomotif. 2) küçük bir tramvay.
ya soluk sarı renkli, higroskopik, dayanıklı, birincil al- dinky: Bkz. dinkey.
koi/tertiari amin ailesinden sıvı bir bileşik; Simg. dioctylphthalate: Sıv. Yük. dioktilftalat; DEHP; dietil-
(CH 3 )2 NCH 2 CH 2 OH; 20°/20°C'de öz.ağ. 0,8879; hegzil ftalat; di (2-etilhegzil) flalat; DOP; hafif yangın
k.n. 134,6°C (760 mm Hg), d.n. -59,0°C; suda tümü tehlikesi oluşturan, kokusuz, hafif, saydam, higros
ile çözünür, viskozitesi belli değil; gemilerde çevre kopik olmayan, dayanıklı, insan sağlığı için tehlikeli
sıcaklığı ve atmosfer basıncında taşınır. olmayan, aromatik ailesinden bir ester; Simg.C H
dimethylformamide: Sıv. Yük. dimetilformamit; form-
dimetilamid; NN-dimetilformamid; gözler ve deri için
6 4
tehlikeli olan, balığa benzer hoş olmayan kokulu, (C0 CH CH(C H ) C H ] ; 20°/20°C'de öz.ağ.
2 2 2 5 4 9 2
higroskopik, dayanıklı, renksiz, akıcı, alifatik ailesin 0,895-0,989; k.n.386°C; d.n.-55°C (sert bir jelatin
den bir amid; 20°/4°C'de öz.ağ. 0,948-0,950; k.n. 151- olur); suda çözünmez, 20°C'de viskozitesi 57 cS; ge
153°C; d.n.-61°C; suda tümü ile çözünür ve 25°C'de milerde çevre sıcaklığı ve atmosfer basıncında taşı
viskozitesi 0,802 cP; gemilerde çevre sıcaklı ğı ve nır.
atmosfer basıncında taşınır. diode: 1) Fiz, alternatif akım doğrultmacı olarak kulla
dimetric: Dört açılı; tetragonal. nılan soğuk anotlu ve ısıtılmış katotlu bir vakum tü
dimetric draving: Karşılıklı iki dik kenarın eşit olarak pü; diyot. 2) sadece bir katot ve bir anot kapsayan
kısaltılması şeklinde maddenin döndürülmesine da bir termiyonik valf. 3) akımı sadece bir yönde geçire
yanan bir çizim yöntemi; dimetrik çizim. bilen bir devre elemanı.
dimetric projection: Bkz. dimetric drawing. diolefins: Bkz. diolefin.
diminish: 1) daha küçük yapmak; ölçü, derece, diopside: Genellikle saydam olan bir tür pirokzen
önem vb. ini azaltmak; küçültmek; ufaltmak. 2) da Bkz. pyroxene.
ha küçük olmak. dioptase: Yeşil, cama benzer prizmalar şeklinde görü
diminished: Ufaltılmış; küçültülmüş; azaltılmış. len sulu bakır silikat; zümrüt bakır cevheri.
diminution: Ufaltma, küçültme veya küçültülmüş; diopter: Diopter; Opt. bir merceğin kırılma gücünün
azaltma; azalma. ölçü birimi; odak mesafesi 1 metre olan bir merce
diminutive: 1) ortalamadan daha küçük; çok küçük; ğin gücüne eşittir.
ufacık; minicik. 2) çok küçük bir kimse veya şey. dioptometer: Gözün kırılmasını denemek (test et
dimlight: Oto. küçük far; karşıdan gelen aracın gü mek) için kullanılan bir cihaz; diyoptometre.
venliğini sağlamak için yakını ve yolun hendek tarafı dioptral: Diyoptere Bkz. diopter ait.
nı gösteren lâmba. dioptric: 1) optik merceklere veya onların kırılma güç-
dioptric syste m 161 direc t circulatio n

lerine göre numaralanma yöntemine ait; dioptral. 2)


dipping needle: Bkz. dip needle.
Bkz. dioptrics.
dipropylene glycol: Sıv. Yük, dipropilen glikol; 2,2-dl-
dioptric system: Diyoptrik sistem; kırılma sistemi;
hidroksipropil eter; pratik olarak zararsız, kokusuz,
merceklerin odaklama yaptıkları bir optik sistem; de
renksiz, hafifçe viskoz; hafif higroskopik eğilimli, da
niz fenerlerinde kullanılır.
yanıklı, glikol ailesinden bir sıvı; Simg. (CH3C-
dioptrical: Bkz. dioptric.
H OHCH 2 O ; 20°/20°C'de öz.ağ.
dioptrics: Merceklerden geçen ışığın kırılması ile ilgi
1,024;
lenen optik bilimi dalı.
k.n.231,8°C; d.n.-51°C; suda tümü ile çözünür,
diosmose: Bkz. osmose.
20°C'de viskozitesi yaklaşık 100 cP; gemilerde çevre
diosmosis: Bkz. osmosis.
sıcaklığı ve atmosfer basıncında taşınır.
dioxid: Bkz. dioxide.
dioxide: Dioksit; her molekülünde iki atom oksijen dipropylene glycol monomethyl ether: Sıv. Yük. dip
kapsayan bir oksit. ropilen glikol monometil eter; dipropilen glikol metil
dip: 1) bir sıvının içine veya altına bir süre koymak ve eter; "Dowanol DPM"; önemli bir tehlikesi olmayan,
sonra derhal çıkarmak; daldırmak; batırmak. 2) bu hafif ve hoş kokulu, renksiz, higroskopik, dayanıklı,
şekilde boyamak. 3) erimiş mum içine fitil koyarak glikol eter ailesinde bir sıvı bileşik, CH 3 OC,H 6
(bir mum) yapmak. 4) daldırarak kaplamak veya gal OC 3 H6 OH; öz.ağ. yaklaşık olarak 1; k.n.188,3°C;
vaniz yapmak. 5) alçaltmak ve sonra yükseltmek. 6) d.n.-83°C; suda tümü ile çözünür, 25°C'de visk.
batırmak veya ani olarak bırakmak. 7) Hava. tırman 3,57 cks; gemilerde çevre sıcaklığı ve atmosfer ba
madan önce ani olarak alçalmak. 8) daldırılarak ya sıncında taşınır.
pılan mum. 9) dalma, batma. 10) içine herhangi bir diprotic: Değiştirilebilen iki hidrojen atomuna sahip
şey daldırılacak sıvı. 11) meyil (aşağıya doğru). 12) bir asite ait veya onu belirten.
bunun miktarı. 13) ufak bir çukur. 14) kısa bir dalış. dipstick: Bir kabın içindeki maddenin derinliği veya
dip circle: Dünyanın manyetik alanını saptamak için miktarını ölçmek için kullanılan üzeri bölüntülü me
kullanılan bir cihaz; yatay eksende bağlı bir manye tal bir çubuk; örneğin motorların alt karterlerinde kul
tik iğneden oluşur. lanılan yağ çubuğu.
dipentene: Sıv. Yük. dipenten; sinen; limonen; esaslı dip tinning: Kalayla kaplama; kalay banyosuna batır
bir tehlikesi olmayan, limona benzer hoş kokulu, ma; yiyecek konulan kutuların kalayla kaplanması;
pratik olarak renksiz, higroskopik eğilimli, yavaş ola kalayla kaplanacak yüzey önce saf demir anot ile iş
rak polarize olan, dayanıklı, yüksek sıcaklıklarda lem görür ve sonra eritilmiş kalay banyosuna daldırı
izoprene ayrışan, doymamış aromatiklerden bir kar larak kalayla kaplanır.
0
bonlu hidrojen; Simg.C 10 H14 ; 20°/4 C'de öz.ağ. direct: 1) düz; sapmayan; kesilmeyen; kesiksiz; bir ta
0,840; k.n. yaklaşık 180°C; d.n.-97°C; suda çözün rafa dönmeyen. 2) derhal olan; hazır. 3) tam; ta
mez, 20°C'de viskozitesi 1,13 cP; gemilerde çevre sı mam. 4) tespit ediciye gereksinim göstermeyen (ba
caklığı ve atmosfer basıncında taşınır. zı boyalar için söylenir). 5) Astr. batıdan doğuya. 6)
diphase: Elektr. fazları arasında 90°'lik açı farkı bulu Mate, birinin diğeri ile azaldığı veya çoğaldığı değiş
nan iki alternatif akımla üretilme, taşıma veya çalış kenler arasındaki ilişkiyi belirtme veya onlara ait. 7)
ma; difaze; iki fazlı. yön vermek; yönlendirmek.
diphasic: Bkz. diphase. direct-acting governor: Mekanik regülatör veya ga-
diphenyl: Difenil; kimyasal olarak birleşmiş iki fenil vörnör; Bkz. governor.
grubunun oluşturduğu moleküle sahip kimyasal bile direct-acting pump: Buhar silindirinin krank mekaniz
şik, (C 6 H 5 ) 2 ; bifenil. ması bulunmayan ve sıvı silindirinin piston roduna
diphenylamine: Difenilamin; renksiz, kristalli kimya bir kaplin ile sıkıca bağlanan bir pompa; doğrudan
sal bileşik, (C 6 H 5 ) 2 NH; patlayıcılarda dengeleyici, etkili pompa; pistonlu pompa; bu tür pompalar çift
nitrik asit deneyinde ve boya yapımında kullanılır. etkili tek ya da çift silindirli yapılırlar.
diphosgene: Difosjen; fosjene akraba olan zehirli sıvı direct combination: Doğrudan birleşme; elementleri
bir bileşik, CIC0 2 CCI 3 ; kimyasal savaşlarda nin doğrudan birleşmesiyle bileşik oluşumu; örne
akciğer leri tahriş edici bir gaz olarak kullanılır. ğin : Zn + S = ZnS gibi.
diplo-: iki, çift veya ikiz anlamlarında bir önek. direct-connected engine: Bkz. direct drive.
dip magnetic: Meteo. manyetik meyil; bir mıknatısın direct-connected turbine: Doğrudan bağlı türbin;
ufka göre meyil açısı; meyülenme anlamında da kul aralarında bir dişli donanım bulunmaksızın türbin
lanılır. makinenin ara şaftları ve yatakları yardımıyla doğru
dip needle: Düşey olarak asılmış, serbest olarak hare dan pervaneye bağlanması.
ket eden ve yerkürenin manyetik yönünü gösteren direct-contact condenser: Doğrudan temaslı kondan •
bir manyetik iğne veya çubuk; yatay olduğu zaman sör (kondenser); açık kondansör; jet kondansör; eg
manyetik ekvatorda, fakat düşey olduğunda manye zoz buharı ile soğutucu suyun birbirlerine karıştırıla
tik kutuplardadır. rak egzoz buharının yoğuşturulduğu kondansör.
dipolar: iki kutupluya benzer; iki kutupluya ait. direct-contact heater: Havasızlandırma ısıtıcısı; Bkz,
dipole: 1) F/z. Kimy. iki eşit fakat zıt yönde elektrik deaerating heater.
şarjı veya manyetik kutuplara sahip olan; hidrojen direct control governor: Mekanik regülatör veya ga-
atomu gibi pozitif bir çekirdek ve negatif elektrona vörnör; Bkz. governor.
sahip olan; iki kutuplu; ikiz kutup. 2) yarım dalga bo direct circulation: Meteo. doğrudan sirkülasyon; yan-
yu uzunluğunda olan alıcı bir televizyon anteni. yana bulunan nispeten yoğun ve hafif hava kütleleri
dipole serial: Aralarında bir aralık bulunan, iki düz çu nin potansiyel enerjisinin, daha hafif havanın yüksel
buktan oluşan bir anten; dipol anten. mesi ve daha yoğun havanın düşmesi nedeniyle ki
netik enerjiye çevrildiği sirkülasyon.

Teknik Sözlük - F. 11
direct current 162 di scharg e

direct current: Doğru akım; bir iletken boyunca sade direction of rotation: Dönüş yönü; devir yönü; dön
ce bir yöne akan elektron akımı; D.C. veya d.c. kı me yönü.
saltmaları ile belirtilir. directly: 1) doğrudan doğruya. 2) tamamen; tümü
direct current balancer: Doğru akım dengeleyicisi; ile; tamam. 4) anında; hemen; derhal.
birbirlerine doğrudan bağlı iki veya daha fazla, doğ direct radiation: Doğrudan veya kaçak radyasyon ya
ru akım makinesinden (özellikle şönt ya da kampa- da ışınım.
vund uyarmalı) oluşan ve çok telli bir dağıtım siste direct reaction method: Doğrudan tepki yöntemi;
mine seri bağlı bir makine. gaz türbinlerinde, yakıtın ısıl enerjisinin, yüksek hızlı
direct-current dynamometer: Doğru akım dinamo gaz akımında mekanik kinetik enerjiye dönüştürüle
metresi; deney yeri veya tecrübe mahallinde Bkz. rek tepki oluşturulması yöntemi.
test stand, genel olarak dizel motorlarının fren bey direct reversible engine: Doğrudan tornistanlı maki
gir gücü veya fren gücünü (hp veya kW) türünden ne veya motor; ileri geri donanımına sahip olan ma
ölçmek için kullanılan doğru akım jeneratörü veya di kine ya da motor.
namometresi. directrix: 1) Geo. bir eğri veya düzlem çiziminde
direct-current machines: E/ekt. doğru akım makinele esas olarak kullanılan sabit bir doğru. 2) kadın mü
ri; doğru akım jeneratör ve motorları. dür; müdire.
direct-current motor: Elekt, doğru akım motoru; seri, direct stays: Buh. Kaza. doğrudan payandalar; birbiri
şönt ve kampavund motorlardan herhangi biri. ne paralel iki yüzeyi taşımak veya kuvvetlendirmek
direct-current propulsion: Dizel elektrik sistemi; doğ için kullanılan payanda veya steyler; masuralar, pa
ru akımlı propulsiyon sistemi; yüksek devirli dizel yandalar ve payanda boruları bu sınıfa girer.
motorları, onların çalıştırdığı doğru akım jeneratörle dirigibility: Hava gemisi özelliği veya durumunda ol
ri, doğru akım motorları vb. lerinden oluşan sistem. ma.
direct drive: Doğrudan bağlama; 1) çeviren veya çev dirigible; 1) altında bir kamarası olan, uzun, sigar
rilen ya da hareket veren ve hareket alan makinele şeklinde, yönlendirilebilen, motorla yürütülen bir ba
rin birbirlerine doğrudan bağlanması. 2) gemilerde lon; zeplin; hava gemisi. 2) yönlendirilebilen.
ana makinenin, aralarında esnek kaplın, hidrolik dirt: Maden, kum, toprak veya çakıl.
kaplin, elektromanyetik kaplin ve hız düşürücü bir dirt seal: Mak. toz veya pisliklerin (bir makineye) gir
donanım olmaksızın doğrudan pervaneye bağlanma mesini önleyen keçe conta.
sı. 4) Oto. motorun devrini aynen kardan miline akta dirty: 1) temiz olmayan; kirli; pis. 2) topraklı. 3) grim
ran şanzıman dişlisi; çoğu arabaların dördüncü vite si, çamurlu veya lekeli. 4) çok fazla (yere doğru
si. inen) nükleer artık meydana getiren: Nükleer silah
direct-drive diesel: Bkz. diesel-direct drive. lar için söylenir.
direct dye; Sabitleştirici kullanılmaksızın etkili olan dirty ballast: Kirli safra; türlü sıvı yakıtların taşındığı
bir boya. tankların yıkanması sonucu oluşan pis safra.
directed: Yönlendirilmiş. dirty oils: Ham petrol, türlü fuel oilier vb. i kapsayan
direct heater: doğrudan ısıtıcı; Gem. Mak. direkt hi- yakıtlar; pis yakıtlar.
ter; bunları: a) radyatörler, b) konveksiyon ısıtıcıları, dis.: Bkz. 1) distance. 2) distant. 3) distribute.
c) ünite ısıtıcılar ve d) elektrikli ısıtıcılar şeklinde sınıf disabled vessel: Hareketten aciz gemi ya da tekne.
landırmak mümkündür. disaccharide: Genel formülü C 1 2 H 2 2 O11 olan sük-
direct illumination: Doğrudan veya direkt aydınlat roz, maltoz ve laktoz gibi şeker gruplarından herhan
ma; ışığın en az % 90'inin aşağıya yöneltildiği bir ay gi biri; hidrolizleri iki monosakkarit verir; disakkarit.
dınlatma türü. disadvantage: 1) sakınca; dezavantaj; mahzur; handi
direct injection: Doğrudan püskürtme; Gem, Mak. di kap. 2) kayıp; hasar; zarar.
rekt incekşın; yakıtın enjektör yardımıyla doğrudan disadvantageous: Sakınca, dezavantaj veya mahzur
ana yanma odasına püskürtülmesi. ile belirtilen ya da neden olunan; elverişsiz; sakınca
direction: 1) yönlendirme; yöneltme; kontrol. 2) Çoğ. lı; dezavantajlı.
yapma, işletme, kullanma, hazırlama vb. i talimatı. disannul: Tümü ile geçersiz saymak; iptal etmek.
3) emir; kumanda. 4) istikamet, yön veya cihet; doğ disappear: 1) kaybolmak; görünmez olmak. 2) göz
rultu. den kaybolmak; yokolmak.
directional: 1) yön, cihet veya istikamete ait. 2) disarrange: Düzeni bozmak; düzensizlik.
Rady. a) sinyallerin geldiği yön. b) yöneltilmiş bir disarrangement: Düzensizlik; karışıklık.
ışın demeti şeklinde gönderilen radyo dalgaları için. disassemble: Parçalarına ayırmak; sökmek, onarım
directional antenna: Yönlendirici anten. ve temizlik için parçaları ayırma.
directional gyro: Yönlendirici cayro veya jiroskop; disaster: Büyük zarar ve hasara neden olan herhangi
durumunu azimutta tutan ve böylece rotadan açısal bir olay; ağır veya ani bir kaza; afet; felaket.
sapmayı gösteren ve hava ile çalıştırılan serbest bir disastrous; Felakeitn doğasına ait; büyük zarar, ha
jiroskop veya cayro. sar vb. nedeni.
directional signal: Oto. taşıtın dönüş yapacağı yönü disc: Bkz. disk.
işaret eden kol veya ışık; işaret lâmbası; sinyal lâm disc : Bkz. 1) discovered. 2) discoverer.
bası. discharge: 1) herhangi bir akünün boşalması veya
direction finder: Düşey ekseni çevresinde serbest deşarjı. 2) bir gemiden yükün tahliyesi veya boşaltıl
olarak dönebilen bir anteni olan ve gelen radyo dal ması, b) bir topun ateşlenmesi. 3) bir pompa, kom
gaları veya sinyallerden mevki bulmak için kullanı presör vb. i bir makinenin dış devreye su, yağ, ya
lan bir cihaz; Den, dayreksın faynder. kıt, basınçlı hava vb. i bir akışkanı vermesi ya da bo-
discharge capacity 163 disintegratio n rate

şaitması; deşarj; disçarç; boşaltma; boşalma. 3) buji


silme, aralık veya fasıla.
lerde olduğu gibi, bir aralıktan boşalan elektrik akı
discontinuation: Bkz. discontinuance.
mı. 4) bir kondensatörden şarj boşalımı. 5) bir gaz
discontinue: 1) stop etmek; vazgeçmek; ilişiği kes
içinde elektrik akımı aralığı. 6) belirli bir enine kesit
mek. 2) yarıda bırakmak; devam etmemek.
ten birim zamanda geçen sıvı akımının hacmi. 7)
discontinuity: 1) devam noksanlığı; devamsızlık. 2}
elektroliz sırasında elektrotlarda atomları değiştir
fasıla; ara.
mek için iyonların kullanılması.
discontinuous: Devamlı olmayan; devamsız; fasılalı;
discharge capacity: Boşalma veya deşarj kapasitesi;
aralıklı; devam etmeyen.
belirli bir şiddette akım çekildiği zaman, akümlatö-
discover: 1) ilk defa farkına varmak, görmek veya
rün kaç saatte boşalacağını belirten kapasite; am-
(hakkında) bilgi sahibi olmak; keşfetmek. 2) meyda
per-saat (ah) ile ifade edilir,
na çıkarmak; gerçekleştirmek veya realize etmek.
discharge cock: Bkz. discharge valve.
discovery: 1) keşfetmek. 2) keşfedilen herhangi bir
discharge coefficient: Boşalma katsayısı; deşarj kat
şey.
sayısı.
discrete: 1) ayrı, tek birimlerde görülen ve daha da
discharge in gases: Elektrotlar arasında, elektrik akı
bölünemeyen madde ya da enerjiyi belirtir. 2) ayrı;
mının gaz içinde akabileceği aralık veya pasaj.
farklı; ayrı kısımlardan oluşmuş. 3) kesikli.
discharge lamp: Camdan yapılan, alçak basınçlı gaz
discriminator: 1) frekans veya faz modülasyonunu
kapsayan tüp; deşarj tüpü; elektrik akımı geçtiği za
amplitüd modülasyonuna dönüştürmek için kullanı
man akkor haline gelir.
lan bir elektronik devre.
discharge pipe: Deşarj, disçarç ya da boşalma boru
disembark: Den. gemiden sahile yolcu ya da yük çı
su; özellikle kartuş tipi filtrelerin orta kısmındaki üze
karmak veya koymak; tahliye etmek veya boşalt
ri delikli boru.
mak; bir gemiden karaya gitmek veya. çıkmak.
discharge resistor: Deşarj ya da boşalma direnci;
disembarkation: Karaya yolcu veya yük çıkarma; ka
Bkz. resistor.
raya çıkma.
discharge stroke: Gem. Mak. disşarç stroku; deşarj
disembogue: 1) denize dökülmek veya boşalmak, 2)
kursu veya stroku; pistonlu kompresör ve pompalar
suyunu denize akıtmak (akarsular için söylenir).
da silindir içinde sıkıştırılan sıvı, gaz veya akışkanın
disengage: 1) kendisini kurtarmak; serbest kalmak;
dış devreye verildiği strok ya da kurs.
ilişkisini kesmek. 2) ayırmak; boşlamak, vitesi veya
discharge tube: Deşarj borusu veya tüpü; çoğa za
debriyajı boşa almak; bağlantısını kesmek.
man camdan yapılan, içinde vakum veya düşük ba
sınçlı gaz bulunan ve elektrik akiminin anottan kato : disengaged: 1) bağlantısı olmayan; serbest; hür. 2)
ta aklığı bir tüp. ayrılmış; boşta; bağlı değil; kavramamış vaziyette.
discharge tunnels: Buh, Mak. soğutma suyunun kon- disengagement: 1) ayrılmış, serbest bırakılmış veya
denserden çıkışı ile denize boşalması arasındaki dev serbest kalmış. 2) serbest bırakma; salıverme.
dish: içbükey veya konkav yapmak.
re; deşarj veya boşalma devresi.
disharmony: Uyumsuzluk; ahenksizlik.
discharge valve: Boşalma, disçarç veya deşarj valfı;
herhangi bir pompanın çıkış valfı; soğutma devresi dished: içbükey.
nin deniz suyunun, gemi bordasından dışarı verilme disinfect: Zararlı bakteri, virüs vb.lerini tahrip etmek
sini sağlayan valf veya vana; çıkış valfı. veya etkisiz hale getirmek; dezenfekte veya sterilize
discharge velocity: Boşalma veya deşarj hızı. etmek.
discipline: 1) kendini kontrol, karakter ve verim geliş disinfectant: Dezenfekte etme; dezenfekte eden her
tirme eğitimi. 2) böyle bir eğitimin sonucu. 3) disipli hangi bir şey; dezenfektan; bakteri, virüs vb. lerini öl
ne konu olmak; eğitmek; denetlemek veya kontrol düren veya etkisiz hale getiren bir madde.
etmek. 4) cezalandırmak. disinfection: Dezenfeksiyon; dezenfekte etme veya
discoid: 1) şekli diske benzeyen herhangi bir şey. 2) dezenfekte edilmiş.
dairesel veya diske benzeyen bıçağı olan bir dişçi disinfector: Dezenfekte eden kişi veya şey; dezenfek
aleti. te eden; öğütme makinesi.
discoidal: Bkz. discoid. disintegrate: Parça ya da kısımlara ayırmak; tümünü
discolor: Rengini değiştirmek; boyamak. kaybetmek; kaybetmek.
discoloration: 1) rengini değiştirme veya rengi değiş disintegrate series: Doğal radyoaktivitede, element
miş. 2) rengi değiştirilmiş benek veya işaret. isimleri ile başlayan seri: a) uranyum serisi, b) tor
discolored: Solmuş; rengi değişmiş. yum serileri, c) aktinyum serileri; neptünyum serileri
discolorment: Bkz. discoloration. doğada görünmez.
discolor: Bkz. İng. discolour. disintegration: 1) bir radyoaktif atomun çıkardığı alfa
discomposition: Atom atılması; bir kristal şebekesin veya beta parçacıkları. 2) pülverizasyon veya püs
de, bir atomun doğrudan bir çarpışma sonucu yerin kürtme. 3) ampulün iç yüzeyinde siyahlanmaya ne
den atılması olayı. den olan flamanın bozulması.
disconnect: 1) aralarındaki bağı çözmek veya kır disintegration energy: Radyoaktif enerji; radyoaktif
mak; ayırmak; çözmek. 2) ana devreden ayırarak bozunma sırasında radyasyon enerjisi, ısı enerjisi, ki
(bir elektrikli cihazın) akımını kesmek. netik enerji şeklinde açığa çıkan enerji.
disconnected: 1) ayrılmış; çözülmüş; ilişkisi kalma disintegration, nuclear: Nükleer bozunma veya de
mış. 2) ilişkisiz parçalara bölünmüş ya da ayrılmış. ğişme; çekirdeklere ilişkin herhangi bir değişim; de
disconnection: 1) ayrılma. 2) ayrılmış olma durumu. ğişim kendiliğinden oluşuyorsa radyoaktiftir.
discontinuance: 1) stop etme veya stop etmiş. 2) ke disintegration rate: 1) bir radyoaktif cismin bozunma
mutlak hızı olup, zaman birimi başına bozunma sayı-
disjoin 164 di s pl aceme n t
disorganize: Düzenini, dizilişini veya sistemini boz
sı ile belirtilir; bozunma sayısı. 2) bir nüklidin bom- mak.
bardman etkisiyle değişmesinin mutlak hızı. disparate: Esas olarak benzemeyen; eşit olmayan;
disjoin: Birleşmesine engel olmak; ayırmak; ayrıl tü rü farklı.
mak; ayrılmış olmak. disparity: Rütbe, miktar, derece, üstünlük vb. i bakı
disjoint: 1) yerinden çıkarmak; ek yerinden çıkar mından eşitsizlik veya fark.
mak. 2) bağlantı ayırmak; parçalamak; parçalarına dispatch: 1) göndermek; sevketmek. 2) hızlı ve acele
ayırmak. 3) bir birliği veya bağlantı vb. ini tahrip et olarak bitirmek. 3) gönderme; sevketme. 4) hız; sü
mek. 4) bağlantı yerinden ayırmak; birleştiği yerden rat; acele. 5) mesaj; özellikle resmi mesaj. 6) den,
ayırmak; sökmek. avaryanın taksim edilmesi; dispeç.
disjointed: 1) birleştiği yerden çıkmış; ek yerinden dispatcher: 1) gönderen veya sevkeden kimse. 2)
çıkmış veya ayrılmış. 2) parçalarına ayrılmış. tren, otobüs, kamyon vb. ini programa göre sevke
disjunct: Ayrılmış; ayrı. den nakliye işçisi. 3) dispeççi.
disjunction: Ayrılma ya da ayrılmış. dispend: Harcamak; sarfetmek, özellikle savurgan
disjuncture: Bkz. disjunction. olarak harcamak.
disk: 1) herhangi bir malzemeden yapılmış ince, yas dispensable: önemli olmayan; ihmal edilebilen; el
sı, dairesel şey; disk. 2) bu şekle benzeyen herhan zem olmayan; bağlayıcı olmadığı düşünülen.
gi bir şey. 3) gramofon veya fonograf plağı. 4) Zoo. dispensation: istisna; müstesna.
disk şeklinde parça veya yapı. dispensator: Dağıtıcı, distribütör veya yönetmen;
disk brake: Oto. disk fren; sürtünme yüzeyleri disk Nad. Ola. dağıtan veya tevzi eden kimse.
şeklinde olan fren; en az iki sürtünme diskinden olu dispensatory: t) ilaçların hazırlanması ve kullanılma
şan fren. sı konusunda bir hendbuk, el kitabı veya kodeks. 2)
disk clutch: Oto. disk kavrama, klaç veya debriyaj. dispanser.
disk coupling: Oto. disk kavrama; iki diskin yüzeyleri dispense: 1) dağıtmak; tevzi etmek. 2) hazırlamak ve
nin birbirine sıkı teması ile kuvveti ileten kaplin ya dağıtmak (ilaçlar vb.) 3) muaf tutmak; yönetmek.
da kavrama. dispersal: Dağılma; dağıtılma; dağıtma; tevzi etme.
disket: Bilgisay. disket. dispersant: Seyreltici.
disk grinder: Kaba yüzeyleri düzeltmek ve çapakları dispersing additives: Yağlama yağlarına eklenerek,
gidermek için kullanılan disk şeklinde, elektrik moto yağ içindeki yabancı maddelerin çok küçük parçacık
ru ile çalıştırılan bir araç; zımpara taşı; Bkz. grinding lar halinde askıda kalmasını sağlayan yoğun sod
wheel. yum silikatlar, polifosfatlar, lignin türevleri vb. i gibi
disk harrow: Disk şeklinde bıçakları olan, döner hare kimyasal maddeler; dispersan katıklar.
ketli kesek kırma makinesi; tohum ekmek için kulla disperse: 1) geniş şekilde dağıtma; tüm yönlerde da
nılır. ğıtmak ve saçmak. 2) dağıtmak (duman vb.). 3)
disk load brakes: Disk yüklü fren; bir dizi sürtünme renkli ışınlı bileşenlerine ayırmak (ışığı). 4) farklı yön
diski ve bunlara basan bir el tekerinden oluşan fren. lerde hareket etmek; dağılmak.
disk server: Bilgisay. disk hizmet programı. dispersed: Bir sıvı ya da gaz içinde küçük
disk storage: Bilgisay. disk bellek. parçacıkla ra yayılmış bir maddeyi belirtir.
disk wheel: Disk şeklinde tekerlek; göbeğinden jantı dispersed phase: Bir koloidal çözelti içinde asılı mad
na kadar solid olarak yapılan teker; disk teker. de.
dislocate: Birleştiği yerden veya mafsaldan çıkarmak; disperse system: Oldukça geniş bir yüzeyle
yerinden çıkarmak. birbirin den ayrılmış iki faza sahip olan bir koloidal
dislocation: 1) yerinden çıkma. 2) yerinden çıkma du sistem. dispersible: Dağılabilir; dağıtılabilir.
rumu; çıkık. dispersing agent: Bkz. dispersing additives.
dismantle: Sökmek veya parçalarına ayırmak: Bakım dispersing system: Radyan enerjiyi türlü dalga boy
veya onarım ya da ayar amacıyla makinenin dona larına ayırmak için kullanılan bir sistem.
nımlarını, enjektör, pompalar vb. lerini söküp, parça dispersion: 1) beyaz ışık, bir mercek ya da prizmada
larına ayırmak gibi. kırıldığı zaman renklerin ayrılması. 2) elektrik dalga
dismantling: Sökme ya da parçalarına ayırma; kaldır sı vb. lerinin benzer dağılması. 3) bir sıvı içinde askı
ma. daki katı parçacıklar. 4) dağılma; dağıtılma.
dismast: Den. direk ya da direklerini çıkarmak ya da dispersion, electrical: Elektriksel dağılma veya
tahrip etmek. dağıt
dismember: Parçalarına ayırmak veya sökmek. ma; bir elektrik akımı yardımıyla koloidal çözeltilerin
dismount: Mak. parçalanna ayırmak. hazırlanması.
disnature: Doğal kalitesini, görünüşü vb. ini kaybet dispersive: Dağıtmaya eğilimli.
meye neden olmak; gayri doğal yapmak. dispersive medium:Hızı dalga boyu ile değişen dal
disodium phosphate: Disodyum fosfat, Na 2 HP0 4 ; iç gaları ile bir madde; cam dağıtma eğilimli bir madde
me suyu kullanılan evaporatörlerde, 80°C'nin altın dir.
daki sıcaklıklarda kısır (kazan taşı) oluşumunu önle displace: 1) alıştığı yerden hareket etmek veya yer
mek için kullanılan kimyasal bir bileşik. değiştirmek. 2) ofisten başka yere nakletmek 3) yer
disorder: 1) düzen eksikliği; düzensizlik; intizamsız değiştirmek: Bir gemi belirli bir miktar su taşınr gibi.
lık. 2) düzenini bozmak; karıştırmak. displaced diagram: Bkz. offset diagram.
disordered: 1) bozuk; düzensiz; intizamsız. 2) hasta. displacement: 1) yüzen bir geminin taşırdığı suyun
disorderly: 1) düzensiz; sistemsiz; intizamsız. 2) ku hacmi ya da ağırlığı; deplesman. 2) bir balonda ga
ralsız. zın yer değiştirdiği havanın kütlesi. 3) eksenel hare-
displa ceme n t to nnag e 165 distan t

ketli pistonlu makinelerde, pistonun silindir içinde


maya neden olmak. 4) Kimy. çözünmeye uğramak.
süpürdüğü hacim; strok ya da kurs hacmi Bkz. pis
dissociation: 1) ayrışma; çözünmeye uğrama. 2) bir
ton displacement. 4) bir bileşikte bir elementin, di
elektrovalan Bkz. electrovalent bileşiğin iyonlarına
ğer bir elementin yerine geçeceği kimyasal değiş
ayrılması; örneğin, suda eritilen sodyum klorürürün
me. 5) yer değiştirme. +
Na ve Cl(-) iyonlarına ayrışması. 3) bir molekülün
displacement tonnage: Den. deplesman tonilatosu;
tersinir bölünerek daha basit moleküllere dönüşme
geminin dedveyt tonajının 1,64 ile çarpılması ile bulu
si; NH4CI = NH 3 + HCI. 4) içt. Yan. Mak. egzoz gaz
nur.
larının ayrışması Bkz. dissociation of exhaust ga
displacement volume: Strok veya kurs hacmi; Pist.
ses. 5) yüksek atmosferde morötesi (ültraviyole)
Buh. Mak. Mot. piston tarafından ölü noktalar arasın
2 3 radyasyon etkisiyle atmosferik moleküllerin bileşen
da taranan hacim : Vd = (7iD /4)xL; genellikle m
lere ayrışması.
ve bazan litre türünden kullanılır (D = silindir çapı ve
dissociation of exhaust gases: Egzoz gazlarının ay
L = Piston strokudur).
rışması veya parçalanması; içt. Yan. Mak. 1600°C'yi
displacement, piston: Bkz. piston displacement.
geçen sıcaklıklarda egzoz gazlan içindeki CO2 ve
display: Bilgisay. görüntü; görüntülemek.
H2O ayrışarak karbonmonoksitin oluşması ve maksi
display device: Bilgisay. görüntü aygıtı.
mum basıncın 3-5 bar ve maksimum sıcaklığın
display monitor: Bilgisay. görüntü izleyici.
100°-150°C kadar azalması olayı; dissosiasyon.
displode: Patlatmak; infilâk ettirmek.
dissolubility: Çözünür olma durumu veya özelliği; çö
disposable: Bir kere kullanıldıktan sonra atılan önem
zünürlük.
siz maddeleri tanımlar; bir kere kullanıldıktan sonra
dissoluble: Çözünür; çözünebilir; eritilebilir.
atılan bir enjektör (iğne) gibi.
dissolution: 1) çözülme veya çözünmüş. 2) parçaları
disposition: 1) bir maddenin gözlenmeye açık olma
na ayrılma; ayrılıp dağılma.
yan huyudur; 20°C'de 203,9 gram şeker 100 gram
dissoluable: Çözünebilir; eriyebilir.
suda çözünür; bu durum bizim tarafımızdan görülse
dissolve; 1) sıvı yapmak veya olmak; sıvılaşmak; eri
de görülmese de doğrudur; çözünmek şekerin huyu
mek, 2) bir sıvı ile karışmak. 3) dağılmak; parçaları
veya eğilimidir; eğilim; temayül. 2) Bilgisay. kütük iş
na ayrılmak. 3) bir sıvıda katının homojen çözeltisini
leme durumu.
hazırlamak; örneğin, suda çözünmüş şeker veya
disproportion: Orantısı olmayan; orantısız; simetrisi
tuz.
olmayan; asimetrik.
dissolved: Çözünmüş veya erimiş (hava, oksijen, vb.
disproportionality: Orantısız olarak; eşitsiz olarak.
için).
disproportionation: Bir maddenin aynı anda oksitlen
diği ve redüklendiği kimyasal tepkime; bu tepkime sı dissolved oxygen: Çözünmüş (su içinde) oksijen;
rasında bir atom, iyon veya molekül diğer bir atom, besleme (fid) suyunda çözünerek buhar kazanlarına
iyon ya da molekül tarafından oksitlenir ve redükle- kadar giden ve orada paslanmalara neden olan ha
nir. vanın oksijeni.
dissolved oxygen test: Çözünmüş oksijen (su için
distrate: Miktarını veya derecesini küçültmek.
de) deneyi veya tecrübesi; özellikle modern besle
disrepair: Onarım veya tamir isteyen durum.
me suyu devrelerinde etkili havasızlandırma veya ok
dissect: 1) parça parça kesmek; parçalarına ayırmak:
sijeni çıkarmak için kullanılacak sodyum sülfit mikta
Çalışma amacıyla (teşrih gibi) vücudun parçalara ay
rını saptamak için gerekli olan, fakat karmaşık bir
rılması. 2) dikkatle incelemek veya analiz etmek.
kimyasal deney.
dissection: 1) parçalarına ayırma veya parçalarına ay
dissolvent: Diğer maddeleri çözen veya eriten; çözü
rılmış. 2) inceleme için kesilmiş (bitki veya hayvan).
cü bir madde.
3) parça parça analiz etmek; ayrıntılı incelemek.
dissector: 1) keserek parçalarına ayırmak için kullanı dissymmetric: Bkz. dissymmetrical.
lan alet. 2) teşrihci. dissymmetrical: 1) simetrik olmayan; asimetrik. 2) in
san eli gibi, zıt yönlerde simetrik olan.
disserve: Zarar vermek.
dissymmetry: 1) simetri yokluğu veya eksikliği. 2) zıt
disservice: Zararlı iş veya aksiyon; hasar.
yönlerde simetrik olan.
dissever: 1) ayırmak; kesip ayırmak. 2) parçalarına
dist : Bkz. 1) distance. 2) distant.
ayırmak.
dissimilar: Benzer olmayan; benzemeyen; farklı. distance: 1) iki nokta arasındaki mesafe veya aralık;
dissimilarity: Benzemezlik; farklılık, mesafe; aralık. 2) iki nokta arasındaki zaman aralığı;
dissimilate: Benzemez veya farklı yapmak. müddet; fasıla; ara. 3) bir mesafe veya aralığın ölçül
dissimilation: Benzemez yapmak veya olmak. mesi.
distance, geocentric: Dünyanın merkezinden mesa
dissipate: 1) dağılmak; dağıtmak; yaymak; saçmak.
fe.
2) tümü ile kovmak; görünmez yapmak; kaybolmak.
distance, heliocentric: Güneşten mesafe veya uzak
3) ziyan olmak; sarfedilmek; harcanmak.
lık.
dissipated: israf olunmuş; israf edilmiş; dağılmış.
distance-piece: Ara parçası; reaksiyon türbinlerinde
dissipation: Dağıtma, dağılma; israf,
kanatlar arasına konulan ve onlari birbirinden ayıran
dissipation of energy: Enerjinin sık karşılaşılmayan
bir enerji şekline dönüşümü. eğri şeklindeki parça ya da parçalar.
dissipative force: Zıt yönde hareket eden ve etkisiyle distance table: Belirli limanlar arasındaki uzaklıklari,
mekanik enerjiyi ısı enerjisine dönüştüren kuvvet. mesafeleri mil veya km türünden belirten tablo.
distant!: 1) germek. 2) genişlemek (içindeki basınç
dissociate: 1) arasında bağlantı veya düğümü çöz
nedeniyle). 3) şişmek.
mek. 2) Kimy. çözünme. 3) Kimy. çözünmeye uğra
distant: 1) aralarında bir aralık veya mesafeye sahip
di s t e n sio n 166 di s ul f a t e

olan; ayırılmış. 2) geniş biçimde ayırılmış; aralık ve


esnek bir katıyı belirtir; bükülmüş; tahrif edilmiş.
ya zaman bakımından birbirlerinden uzak veya ırak:
distortion: 1) bozulma; tahrif. 2) çarpılma veya tahrif
istanbul'a 100 km uzaklıktadır gibi.
olma gerçeği veya durumu. 3) çarpılmış veya tahrif
distension: Genişleme; şişkinlik.
olmuş herhangi bir şey; çarpıklık.
distill (distil): 1) damlalar halinde düşmek; damla
distortion, liner: Bkz. liner distortion.
mak; damlatmak. 2) damıtmaya (distilasyona) uğra
distr.: Bkz. 1) distributed. 2) distribution. 3) distri
mak. 3) damlamaya neden olmak veya damlamaya
butor.
izin vermek. 4) damıtmaya konu olmak; damıtma ile
distress: Tehlike.
değişmek veya süzülmek. 5) bir karışımı damıtma
distress light: Den. tehlike ışığı veya fişeği; yardım
yolu ile ayırmak.
çağırmak için kullanılır.
distillate: Damıtma ürünü; damıtma ile elde edilen sı
distress signals: Tehlike işaretleri; imdat işaretleri;
vı; bir damıtma ürününde buharın yoğuşması ile top
gemi ve gemiadamlarının tehlike içinde bulunduğu
lanan maddeler.
nu belirten ve gemi tarafından verilen işaretler.
distillated fuel: Damıtma ürünü yakıt; rafinerilerde da
distribute: 1) bölmek ve parçalar halinde dağıtmak.
mıtma sonucu elde edilen yakıt; nafta, diesel oil,
2) bir yüzey üzerine dağılmak veya yayılmak. 3) bir
gas oil vb. i.
sınıflandırmaya göre bölmek ve düzenlemek; sınıf
distillate cooler: Evaporatörde tatlı su veya deniz su
landırmak. 4) Mar. basıldıktan sonra harfleri dağıt
yundan oluşturulan buharların soğutularak yoğuştu-
mak ve geriye, kendi kutularına koymak.
rulduğu eşanjör veya soğutucu; damıtma ürünü so
distribution: 1) dağıtma veya dağıtılmış; tevzi. 2) da
ğutucusu.
ğıtılan herhangi bir şey; porsiyon; pay; hisse.
distillation: 1) damıtma. 2) daha uçucu parçalarını az
distribution box: Bkz. valve chest.
uçucu kısımlarından ayırmak için bir karışımı önce
distribution chest: Bkz. valve chest.
ısıiıp, sonra oluşan buharları yoğuşturarak rafine ve
distribution panel: Elekt. tevzi tablosu; dağıtım tablo
ya arı maddeler elde etme işlemi. 3) evaporatörlerde
su; şalter tablosu ya da paneli.
olduğu gibi, deniz suyu veya içme suyunu, saf ya
distribution system: Dağıtım sistemi; Elekt. doğru
da damıtık suya dönüştürme işlemi. 4) damıtılmış
ve ya alternatif gerilim dağıtım sistemlerinden
herhangi bir şey. 5) herhangi bir şeyin özü.
herhangi biri.
distillation, fractional: Kaynama noktalarına göre, sı
distributor: 1) Bern. Mot, ateşleme devrelerinde yük
vı karışımlarının damıtma yöntemiyle ayırılması; frak-
sek gerilimli (10 bin-20 bin) endüksiyon akımını, ma
siyonlu damıtma; örneğin, ham petrolden benzen,
kinenin ateşleme sırasına göre bujilere dağıtan elek
benzin, gazyağı, diesel oil, gas oil, fuel oil vb. leri-
triksel cihaz; distribütör; tevzi edici; dağıtıcı. 2) ilk ha
nin damıtılması.
reketi hava ile yapılan dize! motorlarında, basınçlı
distilled: Damıtma yöntemi ile üretilmiş veya elde
havayı ilk hareket sırasına göre ilk hareket valflarına
edilmiş; damıtılmış.
dağıtan cihaz; distribütör. 3) bazı yüksek devirli di
distilled water: Saf su; damıtık su; distile su; damıt
zel motorlarına uygulanan yakıt püskürtme sistemi
ma yöntemlerinden herhangi biri ile içinde çözün
nin bir bölümü. 4) elektrik akımını bir kaynaktan çok
müş durumdaki katı maddeleri çıkarılan su; yüksek
sayıdaki ayrı devrelere dağıtmak için kullanılan devir
işletme basınçlı su borulu kazanlarda, lâboratuvarlar-
hareketli elektrik anahtarı ya da svici.
da kullanılır; insanların tüketimi için uygun değildir.
distributor cam: Distribütör miline bağlı olan ve silin
distiller: 1) damıtan bir insan veya cihaz; damıtıcı;
dir sayısı kadar çıkıntısı bulunan ve platinleri açıp ka
distiller. 2) deniz suyu veya içme suyundan oluşturu
payan kem, kam veya eksantrik.
lan buharları yoğuşturan soğutucu. 3) imbikten çeke
distributor drive gear: Mot. distribütör mili tahrik ve
rek yapılan alkollü içkilerin ticaretini yapan kişi veya
ya çalıştırma dişlisi.
şirket.
distributor drive shaft: Mot. distribütör mili; motor
distillery: 1) damıtma işinin yapıldığı yer. 2) alkollü iç
dan konik bir dişli ile hareket alan mil veya şaft; ka
kilerin damıtılarak yapıldığı tesis veya endüstriyel ku
mı ile platinleri açar.
ruluş.
distributor cap: Mot. üzerinde merkez terminali ve
distilling: 1) damıtma. 2) damıtmada kullanılan araç
buji kabloları ve iç kısmında pirinç lokma, levzi veya
ları belirtir.
dağıtım kömürü vb. i bulunan bakalitten yapılmış ka
distilling flask: Uzun boyunlu, boynunun üst kısmın
pak; distribütör kapağı.
da sapı olan yuvarlak bir cam kap; laboratuvarlarda
distributor points: Mot. distribütör platinleri; açıp ka
kullanılır; damıtma balonu.
patarak manyetik alanın oluşması, manyetik alanın
distilling plant: Deniz suyu veya tatlı sudan elde edi
bozulması ve yüksek gerilimli endüksiyon akımının
len buharlar yoğuşturularak damıtık su elde edilen
üretilmesini sağlayan ve aralarında yaklaşık 0,5 mm
bir tesis; damıtma tesisi.
aralık bulunan parçalar.
distillment (distilment): Bkz. distillation.
distribution points gap: Distribütör platinlerinin açık
distinct: 1) özellikleri, yapıları vb. birbirlerinden ayrı
olduğu zaman aralarında bulunan mesafe; normal
lan madde şekilleri, radyasyon şekilleri veya organiz
olarak 0,5-0,6 mm değerleri arasında bulunur.
maları belirtir; farklı; belli.
disturbance: 1) Meteo. normal ya da ortalama
distinction: Bir maddenin diğerine benzemeyen farklı
rüzgâr durumundan (lokal) ayrılma. 2) aranmayan
lık göstermesi; ayırt etme; fark.
bir kay naktan gelen sinyaller; karışıklık.
distort: 1) şeklini bozmak; görünüşünü veya şeklini
disulfate: Disülfat. 1) sülfürik asitin bir tuzu. 2) her
tahrif etmek; bozmak; çarpıtmak.
molükelünde iki sülfat grubu kapsayan kimyasal bir
distorted: 1) dış bir kuvvet tarafından şekli bozulan
bileşik. 3) Bkz. bisulfate.
disulfide 167 Dobson spectrophotometer

disulfide: Disülfür; disülfid; içinde bir elementin tek


dividable: Bölünebilir.
atomu veya tek bir kök (radikal) ile birleşmiş iki kü
divide: 1) parçalara ayırmak; bölmek; bölüştürmek.
kürt atomu bulunan kimyasal bir bileşik.
2) gruplara ayırmak; sınıflandırmak. 3) bir sınır veya
disulfuric acid: Disülfürik asit; molekülü, iki sülfürik
bölme ile ayırmak veya korumak. 4) aralarında an
asit ve bir molekül sudan oluşan bir asit, H 2 S 2 O7,
laşmazlığa neden olmak. 5) Mate, a) bir bölen ile
pyrosulfuric acid şeklinde de kullanılır.
disvalue: Değersiz; kıymetsiz. eşit parçalara ayırmak; bölmek. 6) bölünmüş olmak.
7) Mete. bölümlerini işaretlemek.
ditch: Özellikle su taşımak için toprakta açılan uzun,
dar hendek, ark; drenaj kanalı; sulama kanalı. 2) ka divided: Parçalarına ayrılmış veya bölünmüş.
nal, hendek veya ark kazmak. 3) hendek ile sınırla divided rim: Parçalı jant.
mak. dividend: Bölünmüş sayı veya büyüklük; bölünen.
ditcher: Hendek kazma makinesi. divider: 1) ayıran veya bölen kişi veya şey. 2) Çoğ.
dithionic acid: Her molekülünde iki kükürt atomuna doğruları bölmek, ölçmek ve mesafeleri işaretlemek
sahip ve sadece tuzlar ve çözeltilerde bulunan bir için kullanılan bir alet; pergel.
asit, H 2 S 2 0 6 ; ditiyonik asit; hiposülfürik asit. dividing head: Mak. freze tezgâhının dişli hesaplama
ditto machine: Yazı veya şekilleri çoğaltmak için kul aynası; bölme aynası.
lanılan bir makine (Ticarî marka). dividual: 1) bölünmüş; ayrılmış. 2) bölünebilir; ayrıla
div.: Bkz. 1) divide. 2) divident. 3) division, 4) divi bilir. 3) dağıtılmış; hisselere ayrılmış.
sor. diving apparatus: Dalma teçhizatı; derin su
divalent: 1) iki değer veya valansa sahip olan. 2) iki dalgıçları nın başlık, elbise, ağır ayakkabı, bıçak,
değerli; bivalent olarak da kullanılır. hava hortu mu vb. inden oluşan teçhizatı.
dive: 1) suya atlamak. 2) ani olarak su altına gitmek; diving beli: Dalgıçların sualtında çalışabilmesini sağ
dalmak: Denizaltı suya dalar gibi. 3) Hava, ani ola layan çan şeklinde içi boş, büyük bir cihaz; dalgıç
rak dalmak veya derin dalış yapmak. 4) dalma; balık çanı veya hücresi.
lama dalma. 5) herhangi atlama veya suya dalma. diving machine: Dalgıç pompası; dalgıç başlığına
6) keskin bir düşme. bağlı hortum ile tekneden hava basılmasını sağla
diver: 1) dalan bir kişi veya şey. 2) görevi su altına yan pompa; hava pompası.
daima veya su altında çalışma olan kişi; dalgıç. diving suit: Sualtında çalışan dalgıçların giydikleri su
diver, scuba: Bkz. scuba diver. geçirmez, başlığının içine bir hortum ile hava pom
diverge: 1) belirli bir nokta veya birbirinden farklı palanan ağır bir elbise; dalgıç elbisesi veya giysisi.
yön lerde olan veya farklı yönlere giden; divisibility: Bölünebilme özelliği.
birbirinden uzaklaşan. 2) standarttan veya divisible: 1) bölünebilir; ayrılabilir. 2) Mate, kalan bı
normdan değişik ol mak; farklı olmak. rakmaksızın bölünebilen.
divergence: 1) birbirinden uzaklaşma; ayrılma. 2) division: 1) bölünme veya bölünmüş; ayırma. 2) da
normdan değişik olmak; diverjans; fark; deviasyon ğıtma; taksim etme; paylaştırma. 3) bölen herhangi
veya sapma. bir şey; sınır; bölme. 4) bölünmüş veya ayrılmış her
divergency: Sapma; ayrilma. hangi bir şey; bölüm; kompartman; kısım; parça. 5)
divergent: Diverjan; belirli bir yol veya noktadan fark Mate, diğer bir sayı içinde ne kadar bölen olduğunu
lı yönlere dağılma. bulma işlemi; bölme veya taksim. 7) bir komutanın
divergent lens: Bkz. concave lens. emrindeki bir grup, özellikle dört gemiden oluşan fi
divergent nozzle: Buh. Türb. De Laval, Körtis gibi lo.
ak siyon türbinlerinde giriş buharının basıncını, divisional: Bir bölümden oluşan veya buna ait.
hemen hemen kondenser basıncına kadar division plate: Gem. Mak. kondenserin ön veya de
düşürmek üzere kullanılan nozul veya meme; niz suyu giriş tarafındaki kapağını tanı ortasından ya
genişlemeli nozul, me me veya lüle. tay olarak ikiye bölen ve böylelikle soğutucu suyun
diverging: 1) düzgün olarak çapı büyüyen ve bir nok kısa devre yapmasını önleyen kısmı; bölme levhası
tadan uzaklaşır görünen radyasyon, ışık vb. i ışınını veya saçı.
belirtir. division sign (or mark): Bölme işareti (.+.).
diverse: Farklı; benzer olmayan; çeşit çeşit; çeşitli divisive: 1) bölüme neden olan veya bölüm göste
olarak. ren. 2) anlaşmazlık veya ihtilaf nedeni.
diversified: Farklı yapma. divisor: 1) Mate, bölen. 2) bir başka sayıyı kalan bı
diversiform: Türlü şekil veya formlara ait. rakmaksızın bölen sayı veya büyüklük; faktör; etken.
diversify: Farklı yapmak; değişik bir hale sokmak. dk.: Bkz. 1) deck. 2) dock.
diversity: Farklı yönlerde veya yollarda; farklı olarak; dkg.: Bkz. decagram; decagrams.
çeşit çeşit. dkl.: Bkz. decaliter.
diversion: t) saptırma; yoldan çevirme. 2) bir karayo dkm.: Bkz. decameter.
lunun, nehirin, dere vb. inin güzergâhının bir kısım d!.: Bkz. deciliter; deciliters.
ya da tamamının başka bir tarata alınması. dm.: Bkz. decimeter; decimeters.
divert: 1) çevirmek (bir rotadan); saptırmak. D-layer: D tabakası veya katmanı; iyonosferin yakla
diverter valve: Kapalı besi suyu devrelerinde, şık 65-80 kilometreler arasında uzanan ve daha yük
havasız- landırma tankında su seviyesi yükseldiği sek düzeylerden yansıyan radyo enerjisini yutan ve
zaman, al çak basınç ısıtıcısından gelen suyun bir çok alçak frekanslı radyo dalgalarını yansıtabilen kıs
bölümünün atmosferik besi tankına verilmesini mı.
sağlayan valf; Gem. Ma/c. diverter valf. dobber: Balıkçı oltası üzerindeki şamandra.
Dobson spectrophotometer: Meteo. Dobson spek-
doc. 168 Doppler radar

trofotometresi; atmosferdeki ozon miktarının ölçü


kullanılan ara mesnet. 4) Astr. Orion takımyıldızına
münde kullanılan bir cihaz.
yakın, Samanyolu ile birbirinden ayrılan iki takımyıl
doc : Bkz.
dızdan biri: Büyük Köpek (Canis Major) veya küçük
document.
köpek (Canis Minor) takımyıldızları.
dock: 1) topraktan kazılmış, geniş ve bir kapı ile do
dogger: Kuzey Denizi balıkçıları tarafından kullanılan
natılmış, gemileri almak üzere kullanılan havuz;
iki direkli yelkenli bir tekne.
dok; kuru havuz; gemi havuzu. 2) rıhtım; iskele. 3)
dog star: 1) Büyük Köpek (Canis Major) takımyıldızı
iki dok arasındaki sualanı. 4) kamyon veya yük va
nın en parlak yıldızı; Sirüs; Akyıldız. 2) Küçük Köpek
gonlarının yükleme boşaltma yaptıkları platform (pe
(Canis Minor) takımyıldızının en parlak yıldızı; Ön
ron). 5) dok veya havuza getirmek (bir gemiyi); do
cü.
ka girmek.
dogwatch: Den. normal vardiyanın yarısı olarak 16.00-
dockage: 1) bir dokun kullanılması için ödenen üc
18.00 veya 18.00-20.00 saatleri arasında tutu lan
ret. 2) doka sokma veya yanaştırma. 3) gemileri dok-
vardiyalardan herhangi biri; öksüz vardiya.
lama veya doka sokma.
doldrum belt: Okyanusların, sakin denizlerin hakim
dock crane: Dok, havuz veya rıhtım vinci ya da krey-
olduğu ekvator bölgesi veya kuşağı.
ni.
doldrums: Meteo. şiddetli yağmurlar, boralar, hafif ve
dock, dry: Bkz. dry dock.
değişik yönden olmakla beraber, genellikle batılı rüz
docker: 1) dok işçisi. 2) Bkz. longshoreman. 3) dok-
gârların ve sakin denizlerin hüküm sürdüğü ekvato
layan veya doka sokan bir kişi veya şey.
ral Okyanus bölgesi.
docking survey: Havuz ya da doktaki gemide yapı
dolly: Alev borulu kazanlarda perçin ya da masuralar
lan survey ya da muayene.
yerlerine takılırken, genellikle onları desteklemek
dock trial: Gemi dokta veya tersane rıhtımında bulun
için kullanılan.bir metal çubuk.
duğu sırada yapılan ana makine tecrübesi; herhangi
dolomite: Dolomit; açık renkli, inciye benzer, kristalli
bir arıza, hatalı ayar vb. i olup olmadığını anlamak
mineral; kalsiyum magnezyum karbonat, Ca-
için yapılır ve iyi sonuç alınıncaya kadar tekrarlanır.
C0 3 -MgC0 3 ; kalsite benzer ve ısıya dayanıklı
dockyard: Makinelerin veya teçhizatın onarildığı veya
malze me yapımında kullanılır.
gemilerin yapıldığı havuzların bulunduğu yer; tersa
dome: 1) kubbe. 2) şoför mahallinin tepesi veya üst
ne.
kısmı. 3) kazan zarfına perçin veya diğer bir şekilde
doctrinaire: Kuramsal veya teorik; pratik olmayan; na
bağlanan üst yapı; genel olarak bir taraf flanşlı (f-
zarî.
lençli) metal bir silindir şeklindedir.
doctrinal: Kuram ya da teoriye ait,
domestic equipment: Yardımcı donanım veya ekip
doctrine: 1) öğretilen şey; öğreti. 2) ilke ya da ilkeler.
man.
document: 1) herhangi bir basılı veya yazılı kayıt; bel
domestic steam: Den. ısıtma sistemi, yıkama sistemi
ge; doküman. 2) kanıt olarak kullanılan herhangi bir
ve kuzinede kullanılan düşük basınçlı buhar (redyu-
şey. 3) belge veya belgelerle sağlamak. 4) tevsik et
sin buharı) veya egzoz buharı; yardımcı buhar.
mek; belgelerle kanıtlamak.
donkey boiier: Özellikle, limanlarda ana makineler
documental: Belge veya belgelere ilişkin; dokümen-
hariç vinç, ırgat vb. i makinelere yaş buhar sağlayan
tal.
alev borulu yardımcı bir kazan; donki kazanı.
documentary: 1) belge ya da belgelere dayanan; bel
donkey engine: Gem. Mak. özellikle, gemilerde yük
geleri kapsayan; belgesel. 2) yeni olayları veya du
kaldırmak, pompalama vb. i için kullanılan küçük bir
rumları kayıt eden filme ilişkin; dökümanter film.
buhar makinesi; donki makinesi.
documentation: Belgeleme (merkezi gibi).
donkey machine: Bkz. donkey engine.
dodeca-: On iki (12) anlamında bir önek.
donkeyman: Den. makine lostromosu.
dodecagon: On iki açısı ve on iki kenarı olan bir düz
door: Mot. karter kapaklarından herhangi biri. 4) ge
lem şekil.
milerin perde Bkz. bulkhead kapılarından biri. 5)
dodecahedral: On iki yüzlüye ait veya on iki yüzlü bi
Buh. Kaza. a) kül kapakları, b) kazan zarfı üzerinde
çiminde olan.
bulunan temizlik, kontrol ve onarım için kullanılan
dodecahedron: On iki düzlem yüzeyi olan bir şekil;
kapak, c) duman sandığının ağır, menteşeli kapakla
on iki yüzlü.
rı, d) fayrap kapağı Bkz. firedoor.
dodecane: Kimy. dihegzil; dodekan; renksiz, yanıcı,
door, watertight: Bkz. watertight door.
alkol, aseton ve eterde çözünen, suda çözünmeyen
dope: 1) bir şeyleri yağlama veya emme için kullanı
bir sıvı; Sima CH 3 (CH 2 ) 10 CH 3 ; 20°/4° öz.ağ.
lan herhangi kalın sıvı veya yapışkan madde. 2)
0,749; k.n. 213°C; d.n.-10°C; jet yakıtı araştırmaların
uçakların brandadan yapılmış kanat yüzeylerini koru
da, organik sentezlerde kullanılır.
mak için kullanılan vernik vb. i 3) Fotoğ. geliştirici
dodecyl benzene: Sıv. Yük. dodesil benzen; deterjan
ilâç.
alkilat; tehlikeli olmayan, saydam, parlak, higrosko
doping: Belirli elektriksel karakteristik elde etmek için
pik olmayan, dayanıklı, aromatik ailesinden bir kar
bir yarı iletkene, çok küçük bir miktarda yabancı
bonlu hidrojen; Simg. C6H5(10-15) H (21-31);
madde ekleme işlemi; doping.
öz.ağ. 0,8; k.n. 250°C'nin üzerinde; d.n. 34°C'nin al
Doppier effect: "Ses veya ışık dalgalarının frekansı
tında; suda çözünmez, 20°C'de viskozitesi yaklaşık
nın görünür (zahiri) değişimi, kaynağın veya gözlem
10 cS; gemilerde çevre sıcaklığı ve atmosfer basın
cinin hızı ile değişir"; eğer kaynak ve gözlemci birbir
cında taşınır.
lerine yaklaşacak şekilde çekilirlerse, frekans yükse
dog: 1) Bkz. andiron veya firedog, 2) Meka. tutmak
lir; Dopler etkisi.
için kullanılan türlü araçlardan herhangi biri; kelep Doppier radar: Meteo. Dopler Radarı; türlü bilgilerin,
çe, kanca, çengel, fırdöndü vb. i 3) torna edilirken
dosage 169 double-ported silde valve

örneğin bir yağış bölgesinde çeşitli yüksekliklerdeki


ları; gemi simetri eksein boyunca uzanan ve omur
yatay hava hareketi, yağış partiküllerinîn düşme hız
ga ile sintine arasında kalan (sancak, iskele) tankla
ları, yağış bölgesindeki dikine hava hareketlerini sap
rı; akaryakıt, yağ, sıvı, safra vb. i taşımak için kullanı
lamak için kulanılır.
lırlar.
dosage: 1) verilen ilâcın veya kimyasal maddenin
double bound: iki değerli (valanslı) bağ; bir kimyasal
önerilen miktarı; doz; dosaj. 2) kokulandırmak veya
bileşikte iki atomu birbirine bağlayan iki değerli bir
kuvvetlendirmek için şarap vb. ine katılan herhangi
bağ; doymamış bir bileşiğin özelliği, örneğin etilen,
bir madde. 3) bir kerede verilen ilâç.
CH = CH.
dose: Doz. 1) bir kerede veya belirli aralıklarla verilen
double but strap: Esk. buhar kazanlarının perçin bağ
veya alinan gerçek miktardaki yakıt. 2) bir kerede ve
lantılarında kullanılan ve uç uca getirilen kazan saç
rilen veya alınan ilâç, ceza vb. i miktarı. 3) buhar ka
larının hem alt ve hem üst taraflarına konulan iki saç
zanlarına, besleme suyunu ıslah etmek amacıyla bir
parça.
kerede verilen kimyasal madde miktarı. 4) bir doz
double compound engine: iki yüksek basınç (YB)
ilâç vermek. 5) dozlar (şeklinde ilâç, kimyasal mad
ve iki alçak basınç (AB) silindirlerinden oluşan dört
de vb. i) vermek. 6) bir doz iiâç almak. 7) vücudun
silindirli pistonlu buhar makinesi; çift iki genişlemen
tümü veya bir bölümüne uygulanan radyasyon mik
makine; Gem.Mak. dabıl kampavunt makine.
tarı.
double cut file; Çift ağızlı eğe; iki takım dişe sahip
doser: Mak. toprak tesviye bıçağı; dozer.
olan eğe; diş setleri arasında 60°'lik açı farkı bulu
dose raterneter: Radyasyon doz miktarını ölçen her
nur.
hangi bir cihaz.
double decker: 1) üst güvertesi olan bir taşıt aracı,
dosimeter: 1) ilaçlarda olduğu gibi, sıvıların çok kü
iki katlı otobüs. 2) üst güvertesi olan bir gemi.
çük miktarlarını ölçmek için kullanılan bir cihaz; do-
double decomposition: Atomların veya iki farklı bile
zimetre. 2) bir kişi tarafından, özellikle cepte taşı
şik grubunun yer değiştirerek iki yeni bileşik oluştur
nan ve vücudun emdiği röntgen sayısını ölçmek için
duğu kimyasal bir tepkime.
kullanılan bir cihaz; dosemeter biçiminde de kullanı
double-diode: iki anot levhalı bir diyot; tam-dalga dü
lır.
zeltmesinde kullanılır.
dosimetry: Dozimetre yardımıyla sıvıların ölçülmesi;
double-element air ejector: iki kademeli erecekler
dozimetri.
veya hava boşaltıcısı; Bkz. air ejector.
dot: 1) küçük bir dairesel leke; nokta. 2) noktaya ben
double end boiler: Bkz. double-ended boiler.
zeyen herhangi bir şey. 3) Mors alfabesi veya telg
double-ended boiler: Esk, iki taraftan fayraplı kazan;
rafta kullanılan kısa ses; nokta. 4) Mate, a) ondalık
genellikle sırt sırta bağlanmış gibi, iki skoç kazanın
nokta, b) çarpma simgesi veya işareti. 5) noktala
dan Bkz. soctch boiler oluşan alev borulu buhar ka
mak.
zanı.
dot map: Nokta haritası; istatistik için kullanılan bir
double end scraper: iki ucunda ağızlan bulunan ras
harita; her nokta belirli bir sayı veya miktarı gösterir.
pa; iki ağızlı raspa.
dot punch: Nokta zımbası; dökme çelikten yapılmış,
double face hammer: Çift yüzlü veya ağızlı çekiç.
yarıçapı yaklaşık 6,35 mm (1/4"). 60°'!ik sivri bir uca
double flap valve: Çiftli çalpara valf; Bkz. flap valve;
sahip, hatların, dairelerin merkezlerini işaretlemek
birbirine bağlı ve hareketli iki çalparadan oluşan bir
için sık kullanılan bir araç.
çek veya geri döndürmez valf.
dotted: Noktalarla saptanmış.
double helix: Çiftli helis; eşit çapta, zıt yönlerde dö
double: 1) dupleks; iki bileşik. 2) iki katmandan olu
nen iki helis.
şan; ikiye katlanmış; iki kat. 3) iki anlamı olan. 4)
double-flow: Çift akımlı (türbin, makine, pompa vb.i).
ekstra ölçü, değer, dayanıklık veya özelliğe ait. 5)
double-flow turbine: Çift akımlı türbin; buhar makine
çift dizayn edilen veya yapılan. 6) iki kat. 7) iki misli.
ye tam ortasından girer ve eşit miktarlarda, fakat bir
8) katlamak. 9) Den. etrafında seyretmek. 10) çift ol
birine zıt yönde akar; bu tür reaksiyon türbinlerinde
mak. 11) keskin bir biçimde geriye doğru eğilmek
dami pistona gerek yoktur.
veya dönmek.
double-furnace boiler: iki külhanlı veya iki ocaklı ka
double acting: Çift etkili veya çift tesirli (bir pompa,
zan; ocaklarından biri doymuş buhar, diğeri ise kız
makine vb.)
gın buhar üreten su borulu kazan; süperhiyteri ayrı
double acting engine: Çift etkili (pistonlu) makine;
fayraplı kazan; M-type boiler adı da verilir.
pistonlarinın hem üst ve hem de alt tarafında iş oluş
double.header: 1) iki lokomotif tarafından çekilen
turulan buhar makinesi veya dizel motoru.
tren; iki lokomotifli katar.
double acting pump: Çift etkili pompa veya tulumba;
double-helical gear: Bkz, herringbone gears.
pistonunun her kursunda (strokunda) hem emme
double insurance: Gemi ve yük için yapılan sigorta;
ve hem de basma yapabilen pistonlu bir pompa.
çift sigorta.
double action: Bkz. double acting.
doublejet carburetor: iki meme veya nozullu karbüra-
doubie-barreled: 1) bazı av tüfeklerinde olduğu gibi
tör; ana ve denge memelerinden oluşur.
iki namluya sahip olan; çifte. 2) iki amacı olan. 3) iki
double-lock: 1) anahtarın iki dönüşü ile kilitlemek. 2)
şekilde alınabilir.
özel bir itina ile kilitlemek. 3) çiftli kilit.
double-beat valve: Gem. Mak. çift disk ve yuvalı (sit-
double-ported valve: Bkz. double-ported slide val
li) bir buhar valfı; örneğin trotul veya manevra valfı:
ve.
Buhar makineleri ve buhar türbinlerinde kullanılır.
double-ported slide valve: Pist. Bub. Mak. yüksek
double bottom: Den. çift dip; Gem. Mak. dabılbotum.
güçlü buhar makinelerinin alçak basınç silindirlerin
double bottom tanks: Dabıl botum veya çift dip tank
de kullanılan çift portlu, ağir, düz slayt valf ya da
double radia! engine 170 draft, forced

çekmece.
downcast: Maden, havalandırma borusu veya kanalı.
double radial engine: Bir krank mili çevresine radyal
downcome: Bkz. downcomer.
veya çap yönünde yerleştirilmiş iki sıra silindirden
downcomer: 1) yüksek fırından gazları aşağıya, kız
oluşan makine: iki sıralı yıldız makine.
gın gaz sobaları ve kazanlara veren boru. 2) su bo-
double reduction gear: Buh. Tür. iki kademeli devir
rulu kazanlarda suyu buhar dramlarından (domların-
düşürme donanımı; Gem, Mak. iki kademeli ridakşın
dan), su dramlarına vererek dolaşım ya da sirkülas
gir; birinci kademe pinyon, birinci kademe gervil,
yonu sağlayan borular; aşağıya devir borusu; Gem.
ikinci kademe pinyon ve ikinci kademe ya da ana
Mak. davnkamer; buhar dramını kazan dışından su
gervilden oluşan bir dişli donanımı; yapılmış makine
dramlarına bağlar.
lerde 45/1 oranına kadar devir düşürme sağlanabil
downcomer, external: Bkz. downcomer.
mektedir.
downcomer tube: Asağı devir borusu; Bkz. downco
double refraction: Çift kırılma; gelen tek bir ışından
mer.
iki ışık ışını oluşturma; pek çok kristalin özelliğidir,
down-draft carburetor: Alttan çekişli karburatör; bu
örneğin kalsit.
karbüratöre hava üstten girer ve aşağıya doğru hare
double riveting: Zigzag olmayan, düz iki sıralı perçin
ket eder ve benzin memesi çevresinden geçer.
bağlantısı.
downline: Uca doğru.
double salt: Kimy. sodyum-potasyum tartarat gibi, çö
download: Aşağı yüklemek.
zeltisinde iki farklı katyon ve anyon üreten bir tuz;
çift tuz, örneğin Roşel tuzu, NaKC 4 H2 O6 . 2) iki farklı downright: 1) mutlak; salt; kesin; tümüyle. 2) yere
tuzun birleşimi ile oluşan herhangi bir bileşik. dik veya şakulî; düşey.
double snap gauge: C harfi şeklinde ve uçları yassı downstream load: Bilgisay. aşağı yüklemek.
olan bir gösterge veya geyiç. down stroke: Aşağı kurs, seyir veya strok; pistonlu
double spring: Mot. çift yay; supap yayı tarafına uy makinelerde pistonların alt ölü noktaya doğru hare
gulanan kuvvetin çok büyük olduğu durumlarda, ay ketleri.
nı merkezli, iç içe kullanılan iki yay. down time: 1) Bakım, yükleme vb. i işler için gerekli
double stage ejector: iki kademeli hava ecekteri; olan bir kimya tesisi veya nükleer reaktörün işleme
Bkz. air ejector. diği zaman. 2) Bilgisay. bozukluk süresi.
double star: Astr. çift yıldız; birbirine çok yakın, çıp downward: 1) aşağı yer, durum vb. ine doğru; aşağı
lak gözle tek, ancak teleskopla ayrı olarak görülebi ya doğru. 2) erkenden daha geç zamana doğru.
len iki yıldız. downwards: Bkz. downward.
double tackle: Den. aynı makara üzerinde veya çev downward stroke: Aşağı strok ya da kurs; pistonlu
resinde iki oyuk bulunan palanga. bir makinede pistonların üst ölü noktadan alt ölü
doubling plate: Gerektiğinde geminin gerekli yerleri noktaya doğru olan hareketleri; Bkz. down stroke.
ne, bu arada skoç kazanlarının payanda veya stey down-wash: Havadaki hareketi sırasında uçak kanalı
konulamayacak yerlerine, perçin veya kaynakla bağ nı aşağıya doğru bastıran veya iten hava.
lanan yama ya da ek saç; Den. dablin saçı. Dow process: Dov işlemi; susuz, erimiş magnezyum
double thread: Mak. çift ağızlı vida veya klavuz. klorürün elektrolizi ile magnezyum metalinin elde
douse: Ani olarak bir sıvıya dalmak. edilmesi işlemi.
dovetail: 1) kırlangıç kuyruğuna benzeyen şey ya da dowse: Bkz. douse.
parça; özellikle çıkıntılı, kama şeklinde parça; kırlan dowse: Çata! çubuk ile su veya mineral kaynağı araş
gıç kuyruğu geçme şeklinde kullanılır. 2) bu şekilde tırmak.
yapılan geçme; kırlangıç kuyruğu geçme. 3) kırlan dozen: Düzine; on ikiden oluşan takım.
gıç kuyruğu geçme ile bağlamak veya birleştirmek. dozenth: On ikinci.
4) kalafatçı aleti; filikaların armuzlarını kalafat etmek dpt.: Bkz. department.
için kullanılır. dr.: Bkz. doctor.
dowanol p-mix: Sıv. Yük. dovanol p-miks; esaslı bir draft: 1) çekme; çekmek. 2) çekilen bir şey, miktar ve
tehlikesi olmayan, hafif ve hoş kokulu, renksiz, hig ya yük. 3) balık ağı çekme. 4) ağın bir çekilişinde ya
roskopik, dayanıklı, glikol eter ailesinden bir bileşik; kalanan balık miktarı. 5) içmek (su). 6) bir kerede
25°/25°C'de öz. ağ. 0,944; k.n. 132,286°C, ağıza alınan miktar; yudum. 7) hava ya da duman gi
d.n.-84°C; suda tümü ile çözünür, 25°C'de viskozite bi ciğerlere çekilen. 8) çekilen hava, duman vb. i. 9)
si 3,11 cS; gemilerde çevre sıcaklığı ve atmosfer ba yapılan işin resmi ya da tasarımı. 10) oda, .ısıtma sis
sıncında taşınır. temi vb. lerinde olduğu gibi hava akımı veya hava
dowel: Ahşap, metal vb. inden yapılmış, kendisine uy cereyanı. 11) bir ısıtma sisteminde hava akımını dü
gun bir deliğe girerek iki parçayı birbirine bağlayan zenleyen bir cihaz. 12) boşalma; dreyn. 13) Hidro.
bir pin; tıkaç; tapa; pin ya da pim. su akımı için kullanılan bir deliğin ölçüsü. 14) Buh.
dowei pin: Gem. Mak. dovelpin; merkezleme pirıl; Kaza. baca çekmesi; draft; kazan ocaklarında yan
Bkz. dowel. ma sonucu oluşan gazların baca veya atmosfere
doğru çekilmesi. 15) Den. geminin çektiği suyun de
dow metal: Dovmetal; alüminyum magnezyum alaşı
rinliği; draft. 16) Tek. Res. ön çizim veya çalışma
mı; otomobil parçaları, özellikle piston yapımında
plânlarını yapmak.
kullanılan bir alaşım.
down: 1) ufkun altı. 2) daha alçak veya aşağıda düşü draft aft: Den. bir geminin kıç tarafta çektiği su; kıç
nülen bir yön veya yer. 3) daha az miktar veya kütle draft; m veya ft türünden kullanılır.
de olmak. 4) daha uyarıcı veya aktif olmak. 5) aşa draft, forced: Bkz. forced draft.
ğı; aşağıya; yere doğru. 6) Bilgisay. bozuk.
d ra f t f or w ar d 171 d ra m

draft forward: Den. bir geminin baş tarafta çektiği su; dragrods: Pist. Buh. Mak. birer ucu katof (kesme)
baş draft; m veya ft türünden belirtilir. blokuna ve diğer uçları linklere bağlı olan iki metal
draft gauge: 1) kazan ocaklarında kullanılan havanın çubuk; Gem. Mak. dragrot; istenilen eksantrik rodu
basıncının sürekli olarak denetlenmesini sağlayan U çekerek veya iterek slayt rodun altına getirir ve dola
şeklinde bir manometre; draft geyiç. 2) geminin çek yısıyla makinenin ileri-geri hareketini sağlarlar.
tiği suyu gösteren geyiç veya gösterge. dragrope: 1) top gibi, bazı şeyleri çekmek için kullanı
draft, induced: Bkz. induced draft. lan halat. 2) bir balon veya hava gemisinden sarkan
drafting: Çizim; tersim. halat; palamar halatı olarak kullanılır.
drafting machine: Çizim makinesi veya masası; üze drag sail (or sheet): Den. bir yelkenden yapılan de
rinde çizim aleti olan, eğimi mekanik olarak ayarla niz feneri.
nabilen bir resim masası; teknik ressam masası. drag strut: Uçak kanatlarının iç kısımlarının kuvvetlen
drafting tape: Bkz. scotch tape. dirilmesi için kullanılan çubuklar.
draft losses: Çekme veya draft kayıpları; sürtünme, drain: 1) tedricen veya yavaş yavaş (sıvı vb. ini) bo
gaz girdapları, hava kaçakları nedeniyle soğuma vb. şaltmak. 2) su veya herhangi bir sıvıyı tedrici olarak
inden kaynaklanan kayıplar (buhar kazanlarında kul çekmek; bu şekilde boşaltmak veya kurutmak. 3) ya
lanılır). vaş yavaş egzoz etmek; yavaş olarak tüketmek (da-
draft marks: Den. kana rakamları; baş ve kıç tarafın yanıklık, doğal kaynaklar vb. i için söylenir). 5) süz
da teknenin çektiği suyu gösteren m veya ft türün mek veya filtre etmek. 6) sıvıyı çekerek veya boşalta
den sayılar. rak kurutmak. 7) suyunu boşaltmak. 8) su, necaset
(dışkı) vb. ini boşaltan bir kanal ya da boru.
draft, mean: Den. baş ve kıçta, çekilen suyun ortala
ması; ortalama draft. drainage: 1) boşaltma işi, işlemi veya yöntemi; dre
draft, natural: Bkz. natural draft. naj. 2) boşaltma (dreyn) sistemi; atık maddeleri taşı
draftsman: 1) yapı veya makinelerin plânlarını çizen mak için kullanılan boru vb. lerinin düzeneği. 3) bir
nehir tarafından boşaltılan veya dreyn edilen alan ve ya
kişi; teknik ressam. 2) yasal belge, konuşma vb. teri
bölge.
ni yazan kişi; draughtsman şeklinde de yazılır.
drainage pump: Drenaj pompası; gemi teknesinin
draftsmanship: Bir teknik ressamın işi veya becerisi;
sintineleri veya sintine kuyularında biriken küçük
draughtsmanship şeklinde de kullanılır.
miktardaki suyu boşaltmak amacıyla kullanılan pom pa
draft survey: Gemideki yükün ağırlığının, kana rek ya da pompalar.
lamları okunarak, plân ve çizelgelerden yararlanıla
drainage system: Gem. Mak. dreyn edilecek yerlere
rak saptanması işlemi; draft survey. kadar uzanan emme devreleri ve edüktör veya dre
drafty: 1) hava cereyanının etkisinde bırakılmış; çeki naj pompalarına doğrudan bağlı ve genel olarak ma
me sahip olan; cereyanlı; draughty şeklinde de kul kine dairesine hizmet veren bir sistem; drenaj devre
lanılır. si; gemideki tüm atık sıvıları toplayan ve onları pis
drag: 1) özellikle yer veya diğer yüzeyler boyunca su tankına veya gemi dışına basan sistem.
çekmek. 2) araştırma veya avlama için (bir nehir, drain tank: Bkz. sump tank.
göl vb. i) dibinden dört kollu demir, ağ veya diğer drainage water: Toprak tarafından süzülen yağmur
bir cihazı çekmek. 3) çok yavaş hareket etme veya suyu; drenaj suyu.
geçme. 4) nehir, göl vb. ini dört kollu bir demir Bkz. drain cock: Dreyn valfı veya musluğu. 1) türlü valflar
grapnel, ağ veya diğer bir cihazla araştırmak. 5) su olup, su, buhar ve diğer sıvıları kapsayan, kazanla
dibinden bazı şeyleri yakalamak ve çekmek için kul ra, kaplara ve boru devrelerine bağlanarak onların
lanılan bir cihaz; dört kollu demir, ağ vb. i. 6) teker boşaltılmasına müsaade eden valflardan herhangi bi
leklerin freni gibi, hareketi denetleyen bir şey. 7) ri. 2) Bkz. belly plug.
ağır maddeleri çekmek için bir şey. 8) Hava. uçakla drain condenser: Dreyn kondenser; kapalı besi suyu
rın hareketine karşı havanın direnci. 8) hareketli bir devrelerinde dreynlerin, özellikle ısıtıcıların dreynleri-
cisme karşı bir sıvının direnci. 9) döküm derecesinin nin toplandığı ufak bir borulu kondenser.
alt parçası. 10) Bkz. dragrod. drain cooler: Bkz. drain condenser.
drag chain: Çekme zinciri; sürtme zinciri; yakıt (ben drainer: 1) boşaltmak veya dreyn etmek, alanları bo
zin) tankerlerinde, statik elektriği yok etmek için, şaltmak. 2) sıvı boşaltmak için kap.
araçlara takılan ve toprağa sürtünen zincir. drain pipes: Uygun çapta borular olup dreyn musluk
dragline: 1) Den. klavuz halatı. 2) çeneli ekskavatör larına bağlanırlar ve kazanlar, basınçlı kaplar ve bo
veya dreglayn. 3) ekskavatöre doğru dönük olan ve rulardan gelen buhar, su vb. inin drenajını sağlarlar.
ekskavatöre doğru çekilerek çalışan türden kepçe. drain plug: Mot. özellikle karterlerin alt kısımlarında
drag link: Iki makinenin şaftlarının (millerinin) krank bulunan yağ boşaltma veya dreyn tapası.
larını birleştiren bağ ya da link; istikamet çubuğu; drain system: Boşaltma ya da dreyn sistemi; gemi
cer bağlaması. makinelerinin türlü kısımlarından gelen dreynlerin
dragnet: 1) balık yakalamak için nehir, göl vb. inin di toplanmasını sağlayan sistem.
binde çekilen bir ağ. 2) küçük avları yakalamak için drain tank: Buhar türbinleri ile donatılmış gemilerde,
kullanılan bir ağ. yakıt için kullanılan dabılbotum tanklarındaki ısıtıcıla
dragon's blood: Türlü tropik bitki ve ağaçlardan elde rın dreynlerinin toplandığı tank; dreyn tankı; ısıtıcıla
edilen kırmızı, reçinemsi veya sakız gibi maddeler; rın birer trap aracılığı ile bağlı oldukları tank.
vernikleri renklendirmek için kullanılır; ejderha kanı. drain valve: Kendi drenaj olanakları olmayan ve ka
dragon tree: kırmızı reçinemsi maddelerin Bkz. dra zan, tank vb. ini boşaltmak için dizayn edilen bir
gon's blood elde edildiği zambak familyasından valf; Gem. Mak. dreyn valfı; boşaltma valfı.
uzun bir ağaç; ejderha ağacı. dram: 1) Ecz. yaklaşık 3,5 grama (1/8 oz) eşit olan
draught 172 drift

bir ağırlık birimi. 2) 1,75 grama (1/16 oz'a) eşit olan


lan ve üzerinde belirli ölçülerde dairesel delikler bu
bir ağırlık birimi. 3) herhangi bir şeyin küçük bir mik
lunan metal bir levha; tel çekme levhası.
tarı.
drawshave: Bkz. drawknife.
draught: Bkz. draft.
drawtube: Mikroskopta olduğu gibi, diğer bir tüpün
draughtsman: Bkz. draftsman.
içine kayarak sokulan bir boru.
draughtsmanship: Bkz, draftsmanship.
dreadnought, dreadnaught: 1) 1906 yılında yapılan
draughty: Bkz. drafty.
ağır, zırhlı, 12 inçlik (305 mm'lik) topları aynı yöne
draw: 1) yavaş yavaş veya aralıklı olarak suyla soğula
ve aynı anda ateş edebilen İngiliz savaş gemisi;
rak çeliğe su vermek. 2) çekmek. 3) çekmek veya ni
drednot. 2) bu türden büyük, güçlü, kalın zırhlı her
sa etmek (yelkeni). 4) ciğerlere çekmek; solumak;
hangi bir savaş gemisi.
soluk almak. 5) ıstampa, dövme vb. i ile yassıltmak
dredge: 1) tarak, istiridye vb. i şeyleri çıkarmak için
veya şekil vermek. 6) deliklerden çekerek metali tel
nehir, körfez vb. i yerlerin diplerinde çekilen ve bir
yapmak; haddeden çekmek. 7) çizim yapmak; diyag
çerçeveye bağlı ağdan oluşan bir cihaz; tarak kova
ram yapmak; formüle etmek. 8) çekim ya da draft
sı. 2) tarak veya tarama makinesi. 3) bir tarak ile
üretmek. S) suyu boşaltılan veya dreyn edilen arazi
araştırmak veya toplamak. 4) bir tarak ile (nehir, ka
veya havza.
nal, liman vb. ini) temizlemek, taramak veya derin
draw: Bkz. tempering.
leştirmek.
drawback: 1) tam başarılı olmayı önleyen veya azal
dredger: 1) tarak cihazını kullanan veya çalıştıran
tan herhangi bir şey; hasar; sakınca; kusur.
kimse. 2) tarak gemisi. 3) tarak makinesi.
drawbar: Demiryolu vagonlarını birbirine bağlayan
dredging machine: Tarak makinesi; kanallar, liman
kaplinin çubuğu; bağlantı çubuğu.
lar veya nehir yataklarını temizlemek veya derinleştir
drawbridge: Kaldırılıp indirilen veya bir tarafa çekilebi-
mek amacıyla çamur, kum vb. lerini çıkarmak için
len köprü; baskül köprü.
kullanılan bir cihaz.
draw card: Diz. Mot. normal veya 90° kaydırılmış (of
drench: 1) her tarafını ıslatmak; bir sıvıda doyurmak,
set) diyagram almak için gerekli mekanizma olma
işba haline getirmek veya ıslatmak. 2) ıslatan her
yan makinelerde, endikatör cihazı ipinin elle çekilme
hangi bir şey. 3) yangın söndürücü Bkz. drencher;
si ile elde edilen p-V diyagramı; çeki diyagramı; yan
ıslatmak için kullanılan çözelti.
ma veya sıkıştırma basınçlarının saptanması için kul
drencher: Bkz. sprinkler.
lanılır.
dress: 1) ilâç ve bandaj (yara, ağrı vb. i) uygulamak.
drawing: 1) kurşun kalem, dolma kalem, çini mürek
2) hazırlamak; kullanıma hazır yapmak, özellikle; a)
kebi kalemi vb. i ile bir yüzey üzerinde, bir şeyleri
düzeltme ve parlatma (taş, tahta vb. ini).
çizgilerle belirtme sanatı; çizim sanatı; çizim. 2) bu
dresser: Tahta, taş vb. ini düzeltmek veya cilalamak
şekilde yapılan resim, dizayn, tasarım, skeç veya di
için kullanılan bir araç.
yagram.
drib: Damlamak; küçük damlalar halinde düşmek ve
drawing board: Resim yapmak için kullanılan, üzeri
ya düşmesine müsaade etmek.
ne kâğıt, tuval vb. i bağlanabilen yassı, düzgün yü
dribble: 1) damlalar veya damlacıklar halinde akmak.
zeyli bir tahta; resim tahtası.
2) küçük damla; damlacık.
drawing ink: Resim mürekkebi; teknik resim çizimin
driblet (dribblet): Küçük bir miktar; bir parça.
de kullanılan mürekkep, özellikle çini mürekkebi.
dribbling: Diz. Mot. damlama; iğne valf ya da iğnesi
drawing instruments: Resim, özellikle teknik resim çi
yuvasına iyi oturmayan enjektör için söylenir; enjek
ziminde kullanılan türlü pergel, cetvel, gönye, pisto
törün damlaması veya işemesi; drippling biçiminde
le vb. i aletlerin tümü; çizim aletleri ya da araçları.
de yazılır.
drawing paper: Resim kâğıdı; teknik resim çiziminde
dried: Bkz. dry.
kullanılan, saydam veya saydam olmayan kâğıtlar
drier: 1) kurutan bir şey ya da kişi; kurutucu. 2) ısıt
dan herhangi biri; Bkz. drawing sizes.
ma, üfleme vb. i ile kurutmak için kullanılan bir alet
drawing pencils: Teknik resim kalemleri; teknik re
veya cihaz. 3) çabuk kuruması için boya, cila vb.
sim çiziminde kullanılan türlü kalınlıklarda yumuşak
ine eklenen bir madde; kurutucu, örneğin naftanat
(B) ve sert (H) kurşun kalem, yarı otomatik veya oto
ve kobalt oleat; dryer şeklinde de yazılır, sikatif. 4)
matik kalemler.
Soğ, soğutucunun neminin giderilmesi için kullanı
drawing sizes: Teknik resim çiziminde kullanılan kâ
lan silikajel vb. i maddeler.
ğıt veya kumaşların standart ölçüleri; 4 AO, 2 AO,
driest: Bkz. dry.
AO, A1, A2, A3, A4, A5 ve A6 gibi şekilleri vardır; 4
drift: 1) hava ya da su akıntısı ile taşınan veya çalıştırı
AO'ın ölçüleri 1682x2378, 2 AO'in 1189x1682, AO'ın
lan. 2) yan akıntısı veya rüzgâr nedeniyle bir gemi
841x1189, AVin 594x841,A2'nin 420x594, A3'ün
veya uçağın rotasından sapması. 3) meyil; eğilim; te
297X420, A4'ün 210x297, A5'in 148x210 ve A6'nin
mayül. 4) rüzgârın önünde sürüklenen yağmur, kar,
105x148 mm' dir.
toz veya duman ya da su akıntıları tarafından sürük
drawing tools: Düz levha saçlardan tas veya tabak
lenen yüzer maddeler. 5) Meka. a) ağır bir maddeyi
şeklinde araçlar yapmak için kullanılan aletler; sıva
sıkıştırmak için kullanılan bir alet. b) delikleri geniş
ma aletleri.
letmek veya şekil vermek için kullanılan bir alet (a-
drawknife: iki ucunda, çoğu zaman bıçağını dik tuta
raç). 6) Maden, kaya katmanı veya damarı boyunca
cak sapları olan bir alet; el rendesi; kullanan kendisi
veya içine açılan yatay geçit. 7) yavaş okyanus akın
ne doğru çekerek düzeltme işlemini yapar; drawing
tısı. 8) rüzgâr veya su kuvveti ile küme şeklinde yığıl
knife adı da verilir.
mak. 9) perçin deliklerine sokularak bağlanacak ka
drawplate: istenilen kalınlıkta tel çekmek için kullanı
zan saçlarını hizaya sokan konik metal pin.
driftage 173 driving motor

driftage: 1) sürükleniş, 2) sürüklenme nedeniyle sap


kinesi veya cihazı.
ma ya da deviasyon. 3) sürüklenmiş; sahile sürükle
drip pan: Damlama tavası veya kabı; hafif metal lev
nen herhangi bir şey.
halardan yapılarak kazan, makine ve boru devresi
drift anchor: Deniz demiri; Bkz. sea anchor.
nin çevresine konularak türlü bağlantılardan gelen
drifter: Akıntı ile sürüklenmesine müsaade edilen, ağ
su veya buharı toplayan kap.
ları olan bir balıkçı teknesi.
dripping: Damlama; 1) damla damla düşen sıvı. 2)
drift ice: Aysberg; buz dağı.
Çoğ. damlayan herhangi bir şey; dribbling olarak
drift punches: Perçin deliklerinin düzeltilmesi için kul
da kullanılır.
lanılan bir alet; rayba.
drip pipes: Damlama boruları; Buh. Kaza. hava valfla
drill: 1) odun, metal, taş vb. ine delik açmak için kul
rı ve emniyet valflarına bağlı olan ve buharın yoğuş-
lanılan bir alet veya cihaz; delgi; matkap; matkap
masıyla oluşan suyu kazanın üst kısmından uzaklaş
ucu. 2) delme stili veya yöntemi. 3) bir delgi veya tırmak amacıyla kullanılan borular; akıtan valflar ne
matkap ile delik açmak. 4) delik ya da delikler aç
deniyle kazan dışının paslanmasına engel olmak
mak. 5) çekirdek çıkarmak için delik açan makine. için kullanılır.
6) sondaj. 7) askeri talim. drill dripping pump: Damlama pompası.
bit: Matkap ucu; matkap.
drip-proof machine: Damla sızdırmaz makine; düşey
drill chuck: Matkap kovanı; matkap mandreni.
ile 15 dereceden daha büyük açılarda makineye,
drill drift: Mandren kaması. özellikle elektrik makinesine sıvı ya da katı maddele
drill, hand: Bkz, hand drill. rin giremeyeceği şekilde havalandırma açıklıkları bu
drill head: Matkap kafası. lunan makine.
drill hole: Sondaj deliği.
dripstone: 1) damlayan suların oluşturduğu sarkıt ve
drilling jig: Delgi gayıtı; delgi gayıtı daima yüzeyi sert
dikitlerde biriken kalsiyum karbonat, CaC0 3 . 2) filtre
leştirilmiş bir burç şeklinde olmalıdır ve bu burç mat
veya süzgeç olarak kullanılan gözenekli taş.
kaba gayıtlık yapmalıdır.
drive: 1) gitmek için zorlamak; ileriye gitmek. 2) aşırı
drilling machine: Matkap tezgâhı.
çalışmaya zorlamak. 3) hareketini denetlemek veya
drilling platform: Deniz, göl vb. inde petrol aramak
yöneltmek (otomobil, lokomotif vb.). 4) otomobil ve
için kullanılan platform; sondaj kulesi veya platfor
ya diğer bir araçla nakletmek. 5) hareket verici; mu
mu.
harrik güç olarak tahrik etmek veya itmek. 6) motor
drilling tools: Sondaj aletleri; sondaj teçhizatı.
lu araç çalıştırmak. 7) taşıt aracıyla gezi. 8) otomobil
drill, oil: Bkz. oil drill.
vb. için yol. 9) enerji; itme, tazyik etmek; basınç. 10)
drill post: Matkap desteği; bir taban ile ona dikey ola
bir motorlu aracın şevkini kontrol eden araç: Dişli do
rak bağlanmış veya kaynak edilmiş bir çubuktan olu
nanım gibi. 11) hareketi makine veya makine parça
şur.
larına ileten bir cihaz. 12) tahrik etmek; yürütmek;
drillpress: Metal vb. ine delik açmak için kullanılan ta
sürmek; araba kullanmak. 13) tahrik veya yürütme
kım tezgâhı; matkap makinesi; matkap tezgâhı.
donanımı. 14) sürücü.
drill, primitive: Bkz. primitive drill.
drive belt: Tahrik ya da çalıştırma kayışı.
drill rods: Matkap mili (sondajda).
drive bevel: Oto. ayna dişli; tahrik ayna dişlisi.
drill stock: Matkap tezgâhının, matkabın gövdesini tu
drive bevel gear: Oto. Ayna dişli; ayna mahrutî dişli
tan kısmı veya parçası.
si.
dring: D harfi şeklinde halka.
drive gear: Oto. tahrik dişlisi; hareket veren dişli.
drinkable: içmeye uygun; içilebilinir.
drive joint: Oto. aks mafsalı.
drinkable water: içilebilir (her türlü) su.
drive, mechanic: Bkz. mechanic drive.
drinker respirator: Yapay solunum için kullanılan bir
drive mechanism: Hareket veya çalıştırma mekaniz
cihaz; iron lung adı da verilir.
ması; gücü makinenin krank milinden alarak, türlü
drinking water: içme suyu; fresh water şeklinde de
makine parçalarına ve teçhizatına ileten mekanizma;
kullanılır.
hareketin türünü değiştirmeyen, sadece yönünü de
drinking water pump: içme suyu pompası veya tu
ğiştiren mekanizma.
lumbası.
driven shaft: Döndürücü, hareket verici ya da tahrik
drinking water system: Den. içme suyu devresi veya
edici şaft ya da mil.
sistemi; bir pompa, depo, hidrofor ve boru devresin
driver: 1) sürücü; şoför; binici; özellikle a) otomobil,
den oluşan bir sistem.
at, lokomotif vb. i kullanan kişi. b) sürü güden kim
drip: 1) damlalar şeklinde düşen nem veya herhangi
se. 2) hareketi diğer parçalara ileten herhangi bir
bir sıvı. 2) damlalar şeklinde düşen sıvının oluşturdu
makine parçası. 3) şahmerdan; zımba; rayba.
ğu ses. 3) damlalar şeklinde düşme.
drive screw: Yerine çekiçle sokulan ve tornavida ile
drip cooler: Isıtıcılara giren yoğuşumları ısıtan bir
yerinden çıkarılabilen vida; yassı başlı ve 12,7 - 89
eşanjör; damla kuleri veya soğutucu su.
mm (1/2"-3 1/2") boylarında yapılırlar.
drip feed: Damlalıklı besleme. 1) bir metal kap içinde
drive shaft: Oto, tahrik mili; muharrik şaft; otomobille
bulunan yağ, bir iğne valf ya da fitil yardımıyla de
rin kardan mili.
netlenerek bir boru ya da kanalla ve istenilen damla
drive tube: Oto. tahrik borusu veya kardan mili.
sayısında yataklara vb. yerlere verilerek yapılan bes
driving: 1) kuvvet ya da hareket ileten. 2) kuvvet ve
leme. 2) Diz. Mot. yüksek güçlü makinelerde silindir
şiddetle hareket etme.
lerin yağlanmasında kullanılan bir yağlama veya be
driving mirror: Oto. dikiz aynası.
si sistemi; Bkz. lubricator.
driving motor: Tahrik (çalıştırma) motoru; yardımcı
dripolator: Üç kısımdan oluşan bir kahve pişirme ma
bir makine, örneğin pompa, takım tezgâhı, elektrikli
driving po w e r 174 dry ceil

breyz vb. ini çalıştırmak için kullanılan bir elektrik


drossy: Metal cürufuna benzeyen veya cüruf kapsa
motoru.
yan.
driving power: Tahrik gücü veya itici güç.
draught: 1) kuruluk; nem yokluğu: nemsiz, özellikle
driving pulley: Tahrik kasnağı, örneğin benzin veya
yağmursuz; kurak. 2) kurak havaların sürmesi; ku
dizel motorundan kayışla alınan hareketi şarj dina
raklık; yağmur yokluğu nedeniyle kuraklık.
mosu, vantilatör vb. ine ileten kasnak.
droughty: Rutubetsiz; nemsiz; kuru.
driving shaft: Bkz. drive shaft.
drouth: Bkz. drought.
driving wheel: Çalıştırma dişlisi; hareketi, mekanizma
droughty: Bkz. droughty.
nın bir parçasından diğer parçasına ileten dişli.
drove: 1) taş keskisi; taş kalemi; taş yontma işi. 2)
drizzle: 1) ince, pus gibi (çapı 0,5 mm'den küçük,
taş keskisi ile tamamlamak.
0,2-0,5 mm) şeklinde yapmak; çiselemek. 2) bu tür
drove chisel: Taş düzeltmek için kullanılan geniş yüz
yağmur; çisenti; stratus bulutu damlacıklarının birleş
lü bir keski veya kalem.
mesinden oluşur.
drug: 1) ilâç veya ilâç katkısı olan herhangi bir mad
-dromous: Çalışan, hareketli anlamlarında bir sonek.
de. 2) Kimya, boyama vb. i alanlarda kullanılan her
drone: Uçuşu yerden radyo ile denetlenen pilotsuz
hangi bir madde. 3) özellikle bağımlılık oluşturan bir
bir uçak.
narkotik. 4) içine (içecek vb. inin) zararlı madde koy
drop: 1) düştüğü zaman, bir dereceye kadar küresel
mak.
ve armut şeklinde küçük miktarda bir sıvı; damla. 2)
druggist: 1) ilâçlar, kimyasal teçhizat vb. i satan kişi.
çok küçük miktarda bir sıvı. 3) Çağ, damlalar olarak
2) eczacı; reçete yapmaya yetkili kişi.
alınan ilâç. 4) herhangi bir sıvının çok küçük bir mik
drugstore: Reçetelerin yapıldığı, ilâç ve kimyasal
tarı. 5) şekli, ölçüsü vb. i damlaya benzeyen bir şey.
maddelerin satıldığı, mağaza ya da market; drag
6) yüksek ve alçak düzeyler arasındaki mesafe. 7)
ster; çoğunlukla kozmetik, tütün, dondurma, kitap
damlalar biçiminde düşmek. 8) düşmek. 9) hava ve
vb. ini satan mağaza.
ya su akımı ile aşağıya hareket etmek. 10) damlalar
drum: 1) Den. bir makine çevresine halat, zincir vb. i
şeklinde düşmesine izin vermek. 11) alçaltmak. 12)
sarılan metal silindir; tambur; fener veya fenerlik. 2)
Den. geçmek.
yağ vb. i için varile benzeyen metal bir kap. 3) su
drop feed lubrication: Damlalıklı yağlama; Pist. Buh.
borulu kazanlarda su ve buharın veya sadece suyun
Mak. bir yağ kabı ve fitili ile yağlanması gereken ye
bulunduğu silindirik metal kısım; buhar dramı (do
re damla damla yağ verilerek yapılan besleme; dam
mu), su dramı (domu) gibi. 4) kablo dolabı; kampa
lalıklı yağdanlık ile besteme.
na; varil; kasnak; tambura. 5) heder türü su borulu
drop-forge: Kalıplar arasında (ısıtılmış metali) şah
kazanlarda, ön hederin altında bulunan, kare priz
merdan yardımı ile dövmek; şahmerdan ile kalıp bas
ma şeklindeki dram, çamur dramı; kazan suyu için
mak.
deki tortu ve çamurun toplandığı, üzerinde henhol
drop-forging: Bkz. drop-forge.
kapaklarının bulunduğu kısım.
drop hammer: 1) yükseltilen sonra metalin üzerine bı
drum armature: Tambur sargılı, motor veya dinamo
rakılan büyük ağırlıkta ve metali döverek ona şekil
endüvisi; tambur endüvi.
veren bir makine; şahmerdan. 2) bu şahmerdanın
drumhead: Dik ırgat ya da bocurgatın, döndürmek
ağırlığı.
için demir çubuklar takılan üst kısmı; ırgat kafası.
droplet: Çok küçük damla; damlacık; Meteo. bulul
drum hook: Den. varil kancası; varil ya da fıçıları el-
elemanlar: kapsayan küresel su partikülleri.
leçlemek için kullanılan kanca.
dropper: 1) damlatan bir kimse veya şey. 2) iki tarafı
drum lathe: Mak. kampana tornası.
açık, ancak bir tarafı daha küçük çaplı, geniş tarafın
drummond light: Kireç lâmbası; kalsiyum ışığı.
da bir lâstik bulunan küçük bir cam tüp; damlalık
drum winding: Tambur sargı; bir elektrik makinesinin
drop pen: Tok. Res. normal pergellerle çizilemeyecek
endüvislnln dış yüzeyi altındaki iletken sargısı.
kadar küçük çaplı daireler çiziminde kullanılan bir
drum-type boilers: İki ya da daha fazla su dramı (do
pergel türü; nokta pergeli.
mu), bir su ve buhar dramına sahip olan su borulu
dropping: Damlalar halinde düşme; damlama.
kazan; A tipi kazan; D tipi kazan.
dropping bottle: Sıvıyı damla damla akıtacak şekilde
drum wire: Elekt. ağır sahra kablosu.
yapılmış olan ve küçük miktarlarda sıvı vermek üze
dry: 1) sulu olmayan; kuru; su altında olmayan. 2) ne
re lâboratuvarlarda kullanılan bir cam kap; damlat
mi olmayan; rutubetsiz. 3) yağmur veya suyu olma
ma şişesi.
yan; kuru. 4) nem ya da rutubeti kaybolmuş; kurak.
dropping point: Damlama noktası veya sıcaklığı;
5) su veya içeceğe ihtiyacı olan; susamış. 6) süt ve
greslerin, deney koşullarında yarı katı halden sıvı du
ya diğer sıvıları vermeyen. 7) sıvının karşıtı; katı.
ruma geçtikleri sıcaklık. dry air pump: Kuru hava pompası.
drop press: Bkz. drop hammer.
dry-back boilers: Bkz. boilers, dry-back.
drop shot: Erimiş metali yüksekten damlalar halinde
dry battery: 1) bir kaç kuru pilin birleştirilmesiyle
bir su kabına düşürüp katılaştırarak yapılan metal kü-
oluşturulan elektrik bataryası. 2) kuru pil.
recikler; saçma.
dry bulk carrier: Tümünde kuru dökme yük taşınan
drop-weight method: Enine kesiti bilinen küçük bir
gemi; kuru dökmeyük gemisi.
borudan damlanın ağırlığının saptanması İle bir sıvı
dry cargo liner: Tarifeli kuru yük gemisi.
nın yüzey geriliminin ölçülmesi.
dry cargo vessel: Kuru yük gemisi.
dross: 1) erimiş metal yüzünde oluşan cüruf; maden dry cell: Kuru pil; volta pili Bkz. Voltaic cell; sıvı yeri
ya da meta! cürufu. 2) kullanılmış (atık) maddeler;
ne pasta şeklindeki elektroliti olan pil; örneğin el fe
değersiz şeyler; çöp. neri pillerinden herhangi biri.
dry-clean 175 du a ! ignit io n

dry-clean: Kuru temizleme; su dışında kalan nafta,


ürünler.
benzin vb. i çözücülerle giysi vb.i temizlemek.
dry-salt: Korumak amacıyla (et vb. ini) tuzlamak ve
dry cleaner: 1) kuru temizlemede kullanılan nafta,
kurutmak.
benzin, karbon tetraklorür vb. i çözücüler. 2) işi ve
drysalter: Kurutulmuş veya tuzlanmış yiyecekler, bo
ya görevi kuru temizleme olan kişi; kuru temizieyici.
yalar, ilâçlar vb. i veya konserve yiyecekler, turşu
dry cleaning: Su ve sabun yerine, giysi vb. lerini naf
vb. i satan kişi.
ta veya benzin gibi çözücülerle temizleme; kuru te
dry saturated vapor: Bkz. dry steam.
mizleme.
dry spell: Meteo. kurak dönem; hiç birinde 1 mm ve
dry-cleanse: Bkz. dry-
ya daha fazla yağmur yağışı kaydedilmeyen, en az
clean.
15 günlük süreç.
dry crankcase: Temiz hava veya hava-benzın karışı
dry steam: Yapısında su partikülleri bulunmayan bu
mı olan, yağlama yağı bulunmayan karter; bazı iki
har; kuru buhar; sıcaklık ve basıncı kendisini oluştu
zamanlı dizel ve benzin motorlarında bulunur.
ran yaş doymuş buharın basınç ve sıcaklığına eşit
dry distillation: Voğuşturuiacak buharlar oluşturmak
olan buhar; yaş buhar ile kızgın buhar arasında bu
amacıyla bir katının ısıtılması işlemi: Kalsiyum etano-
lunan buhar.
at'ın kuru damıtılması ile propanon hazırlanması ve
dry storage: Kuru koruma ya da muhafaza (buhar ka
ya eide edilmesi gibi; kuru damıtma; kuru distilayon.
zanları için söylenir); kazan tümü ile boşaltılır, hava
dry-dock: Kuru havuza girmek veya gitmek.
nın oksijenini ve rutubeti gidermek için içersinde em
dry dock: Gemilerin yapımı ve onarımları için kullanı
niyet tedbirleri alınır ve sonra bu şekilde uzunca bir
lan ve suyu boşaltılabilen havuz; kuru havuz; dray-
süre muhafaza edilir.
dok.
dry sump: Mot, yağlama yağının alt kaderinde depo
dry electrolit: Fiz, kuru elektrolit.
lanmadığı veya samp tankta toplandığı makine karte-
dryer: Bkz. drier.
ri; kuru karter; Gem, Mak. kuru bedpleyti (makine).
dryer: Bkz.
dry sump engine: Mot, makinenin türlü yerlerinden
dehydrator.
gelen sıcak ve kirli yağlama yağlarının alt karterde
dry filter: Kuru filtre; kuru hava filtresi; telden örme,
depolanmadığı veya samp (makine altı) tankta top
dalgalı metal, fiber, keçe, kumaş ve kâğıttan yapılan
landığı makine; kuru karterli makine; samp tanklı
hava filtresi.
Bkz. sump tank makine.
dry gas: 1) petrol kuyularından elde edilen doğal ga
dry sump system: Diz. Mot, makine altı (samp) tan
zın zenginleştirmek amacıyla benzinle işlem görme
kı, yağ pompası, soğutucu, yağ rezervuarı vb. i kı
si sonucu oluşturulan gaz; kuru gaz. 2) Mot, Buh.
sımlardan oluşan devre veya sistem; kuru karterli ve
Kaza. yanma sırasında oluşan ve içinde su buharı
ya samp tanklı sistem.
bulunmadığı varsayılan gaz; kuru gaz.
D-îype boiler: D tipi kazan; iki dramlı, süperhiyterli,
dry ice: Kuru buz; yüksek basınç altında katı duruma
yüksek kapasiteli su borulu bir buhar kazanı.
getirilen veya katılaştırılan karbon dioksit; sıvı hale
D-type slide valve: Bkz. D-valve, slide valve.
dönmeden gaza dönüştüğü için soğutucu olarak kul
Ds: Bkz. dysprosium,
lanılır; -80°C sıcaklıktadır ve tam yapımlı krankşaftlar-
dual: Çift; kapıl; kupl.
da, supap yuvası yüksüklerinin yerlerine takılmasın
dual: 1) ikiye ait. 2) iki parçaya sahip olan veya iki
da ve bulut tohumlama deneylerinde kullanılır.
parçadan oluşan; çift; iki kat; 3) çift sayı; çift yakıt.
drying: Kurutma; sıvı, gaz veya katılardan oldukça az
dual carburetor: Oto. çift karbüratörlü (otomobil vb.
miktarda suyun çıkarılması.
drying agent: 1) kurutma maddesi; kurutulacak mad i).
denin nem içeriğini emen higroskopik bir madde: dual combustion chamber: iki valf tarafından açılıp
Kalsiyum florür ve konsantre sülfürik asit; kurutucu kapatılan bir duvar ile iki kısma bölünmüş bir yanma
olarak kullanılır. 2) Akatif (boya için söylenir). odası; çift yanma odası; ilk yanma odası kullanıldığı
drying tube: Kurutma tüpü; kalsiyum klorür gibi hig zaman kompresyon oranı 15/1 ve tüm ya da iki yan
roskopik bir madde ile doldurulmuş bir tüp; gazları ma odası kullanıldığı zaman Kompresyon oranı 19/1
kurutmak ve temizlemek için kullanılır. olur.
dry kiln: Kerestelerin yapay ısı ile kurutulduğu kapalı dual combustion cycle: Bkz. dual cycle.
bir yer; kurutma fırını. dual cycle: Diz. Mot. ikili çevrim; çift yanmalı çevrim;
dry liner: Kuru layner veya silindir gömleği; dış yü Sabathe çevrimi; Seiliger çevrimi; modern dizel mo
zünde soğutma suyu dolaştırılmayan, çoğu zaman torlarının kuramsal ya da termodinamik çevrimi; yan
hava ile soğutulan silindir gömleği. manın sabit hacim ve sabit basınçta olmak üzere iki
dry measure: Hububat, sebze vb. i kuru şeylerin ha kademeden oluştuğu çevrim.
cimlerinin ölçü sistemi. dual filter: Bkz. duplex filter.
dry pigment: Toz sülyen. dual fuel: Çift yakıtlı (makine, motor vb. i); dizel mo
torlarında kullanılan ve % 5'i sıvı ve % 95'i doğal gaz
dry pipe: Buh. Kaza, iç buhar borusu; kazanların bu
ya da petrol gazından oluşan yakıt.
har bölgelerinde (mahallerinde) en yüksek bir yere
dual-fuel engine: Çift yakıtlı makine; yakıtının % 5'i
yerleştirilmiş ve kazana su yürümesini önlemek üze
sı vı yakıt ve % 95'i gaz yakıt olan dizel makinesi.
re sadece üst tarafı delikli olan ve buhar dramı ya
dual ignition: İkili veya dual ateşleme. 1) biri batarya
da kazan boyunca uzanan çelik boru.
ve diğeri manyeto olmak üzere aynı buji takımını
dry point: 1) asit kullanılmaksızın bakır levha üzerine
besleyen iki kaynaktan oluşan ateşleme sistemi. 2)
işleme yapmak için kullanılan sivri, sert bir iğne ve
her silindir için, aynı anda ateşleme yapan iki bujiye
ya kalem. 2) böyle bir levha üzerine yapılan resim.
sahip olan bir ateşleme sistemi.
dry products: Kuru ürünler; yanma sırasında oluşan
veya yanma ürünlerinde bulunan C0 2 , N2 , 02 gibi
duality 176 duplex steel

duality: Çift olma niteliği veya durumu. dami mikrometresi.


duai pressure boiler: Çift basmçlı kazan; akaryakıt dummy piston: Reaksiyon türbinlerinde, buharın gi
ile fayrap edilen, özellikle türbo-jeneratörlere yüksek rişten itibaren rotoru mil ekseni yönünde itmesini ön
basınçlı, yardımcı makinelere ise düşük basınçlı bu leyen piston ya da pistonlar; dami piston.
har sağlayan su borulu bir kazan; bazı motorlu gemi dump: 1) Gemi yapımında kullanılan bir tür cıvata. 2)
lerde kullanılır. Bilgisay. döküm; dökmek.
dual processor: Bilgisay. çift işlemci. dumping valve: Bkz. unloading valve.
dual-purpose: Çift amaca sahip olan; çift amaçlı; iki dump out: Yağlama yağları içinde askıda tutulan katı
maksatlı, maddelerin makinede birikmesi; bu olay yağlama
dual strainer: Bkz. dual filter, yağları katı maddelerle aşırı yüklendiği zaman mey
dubbin: Deriyi su geçirmez yapmak ve yumuşatmak dana gelir.
için kullanılan gres gibi (donyağlı) bir madde. dump plates: Kömürle fayraplı kazanlarda külü bo
duct: 1) içinde gaz, sıvı vb. inin hareket ettiği bir ka şaltmak için kullanılan levhalar; boşaltma levhaları.
nal veya boru; mecra; kanal. 2) içinden tel ya da dump truck: Kasasını yukarı doğru kaldırarak yükünü
kabloların geçirildiği boru veya kanal. 3) Anat. vücut kendi boşaltan kamyon; damperli kamyon.
ta bezelerin salgılarını akıtan bir boru veya kanal. dungaree: 1) iş elbisesi, tente, yelken vb. i yapımın
ductile: 1) kırılmaksızın haddeden çekilebilir veya dö da kullanılan kalın pamuklu kumaş. 2) deniz öğrenci
vülebilir; kırılgan olmayan (metaller için söylenir). 2) lerinin (ABD) ceza ve filika talimlerinde, lâboratuvar
kolayca şekil verilebilir; plâstik; esnek. çalışmalarında vb. i giydikleri blucinden yapılmış el
ductility: Dövülebilir ya da haddeden çekilebilir olma bise veya giysi.
niteliği veya durumu; çekildiği zaman büyük gerilme dunnage: Den. korumak amacıyla yük etrafına veya
ler altında kopmaksızın kalabilme özelliği. iyi istifi için aralarına konulan yumuşak maddeler
ductility tests: Haddeden çekilebilme özelliğini sapta (kanaviçe, kâğıt vb. i) veya tahta; panyol tahtası; da-
yan deneyler; bu amaçla çeki ve eğilme deneylerin neç; istif gereci. 2) personel bagajı veya kişisel eşya
den yararlanılır; çekilme deneyleri. sı.
dud: Patlamayan (arızası olduğu için) bir bomba ve dunnite: Pikrik asitten üretilen bir patlayıcı madde.
ya mermi. duo-: iki veya çift anlamında kullanılan bir önek.
duedate: Tamamlama tarihi. duodecimal: 1) on iki veya on ikinciye ilişkin. 2) on
duff: Kömür tozu veya kömür tozu, kömür parçacıkla iki veya on ikinin kuvveti ile oluşan veya sayılan. 3)
rı ve yabancı maddelerden oluşan karışım Bkz. on ikide bir. 4) Çoğ, on iki tabanlı bir sayısal sistem.
slack. dulatera! coil: Bal peteği bobin; sargıların kapasitansı-
dugout: 1) bir kütükten oyularak yapılan bir bot veya nı azaltmak için kullanılan bir sargı.
kano. 2) toprak altında, oyularak yapılmış, kütük ve duotriode: Tek bir mahfaza (zarf) içinde iki triot.
kirişlerle kuvvetlendirilmiş yapı; sığınak. dup.: Bkz, duplicate.
dull: Kör veya kesmek (bıçak için söylenir). duplet: iki atom tarafından paylaşılan bir çift elektron.
Dulong and Petit's law: Dulong ve Petit kanunu: "Ka duplex: 1) Mak. aynı şekilde veya aynı anda işleyen
tı bir element için atom ağırlığı ve özgül ısı çarpımı iki ünitenin birinden oluşan; dupleks. 2) bir demiryo
sabit ve yaklaşık olarak 6,4 kaloriye eşittir." lu vagonunda iki küçük, bir üniteden oluşan özel
Dumas'bulb: Buharların yoğunlukları ve dolaylı ola kompartmanlardan biri. 3) çift yönlü.
rak moleküler ağırlıklarını ölçmek için kullanılan ve duplex carburetor: Dupleks karbüratör; karışım dağı
piknometre ilkesine göre yapılan bir cihaz; Dumas tımı için iki venturiye sahip olan karbüratör; otomo
ampulü veya haznesi. billerde kullanılır.
dumb-waiter: Yiyecek, servis vb. i göndermek için duplex compresson: Dupleks kompresör; silindirleri
kullanılan ve elle çalıştırılan küçük bir asansör. yan yana veya arka arkaya yerleştirilmiş, çapları bir
dumdum (bullet): Dumdum kurşunu; çarptığı zaman birine eşit iki silindirli kompresör.
genişleyen ve büyük yara açan kurşun. duplex filter: iki elemanlı filtre veya süzgeç; biri kir
dummy barge: Den. yükleme ve boşaltma için kulla lendiği veya tıkandığı zaman diğerine geçilebilen
nılan dümensiz, makinesiz ve yedekte çekilen ve iti yağ ya da yakıt filtresi; dupleks filtre.
len dört köşe duba ya da şat. duplexity: Dupleks olma niteliği veya durumu.
dummy clearance: Reaksiyon türbinlerinde kullanı duplex process: Bir çelik yapma yöntemi; ham mal
lan dami pistonun, türbin keysi ile arasındaki boş zemenin rafine edilmesinin veya damıtılmasının bir
luk; dami klerensi. ocakta ve çelik yapımının diğer bir ocakta tamamlan
dummy clearance indicator: Bkz. dummy microme dığı işlem; dupleks işlem veya proses.
ter. duplex pump: Dupleks pompa; tek krank mili tarafın
dummy cylinder: Reaksiyon türbinlerinde dami pisto dan çevrilen ve krankları arasında 180°'lik bir açı far
nun Bkz. dummy piston içinde döndüğü, boğaz kı bulunan, silindir çaplan birbirine eşit, iki silindirli
glendlert ile donatılmış keys kısmı veya parçası; da tek ya da çift etkili pompa; dupleks pompa; iki
mı silindir. silin dirli pompa.
dummy grip: Motorsiklet didonu gaz kolu. duplex safety valve: Buh. Kaza. ikiz ya da çift
dummy labyrinth: Reaksiyon türbinlerinde dami pis güven lik valfı; herbiri kendi yuvasına birer yay ile
ton ile dami silindir arasında bulunan ve sızdırmazlik oturtulan iki valf diskinden oluşan ve buhar
sağlayan glendler; dami labirent glendi. bölgesinin en yük sek yerine yerleştirilmiş bir valf;
dummy micrometer: Buh. Türb. dami pistonların kle- Bkz. safety valve. duplex steel: Dupleks çelik;
renslerini ölçmek üzere kullanılan duyarlı bir cihaz; fosfor dahil yabancı mad delerinin çoğunu asit
Bessemer ocağı ile açık ocak-
dupl e x s t rai n e r 177 dye

tan çıkarilan çelik; yabancı maddelerinden mangan


lan basit bir cihaz: a) 38 mm çapında 1220 mm bo
ve silikonun büyük bir kısmı Besmer könvertöründe
yunda lâstik bir hortum, b) elektrikli süpürgelerdeki
ve karbon ile fosfor ise açık fırında çıkarılan çelik.
gibi bir torba, c) küçük bir ecekterden oluşur.
duplex strainer: Bkz. duplex filter.
dust counter: Meteo. toz sayacı; belirli hacimde hava
duplex telegraphy: iki mesajın aynı anda tek bir tel
içindeki toz partiküllerini saymak için kullanılan bir
den gönderildiği telgraf sistemi.
cihaz.
dupli-: Çift, iki kat anlamlarında bir önek.
dust devil: Kumlu arazi üzerinde oluşan kum ve tozla
duplicate: 1) çift. 2) benzer iki parçaya sahip olan. 3)
rı bünyesine alan ve onları yaklaşık 915 metreye ka
gerçek kopya veya reprodüksiyon. 4) çift veya iki
dar çıkaran bir rüzgâr hortumu.
katlı yapmak. 5) gerçek kopya veya kopyalar yap
duster: Mobilya vb. lerinden toz almak için kullanılan
mak. 6) kopyasını çıkarmak; tekrarlamak; teksir yap
fırça veya bez; toz bezi; toz fırçası. 2) üzerine toz
mak.
serpmek için kullanılan bir cihaz. 3) şeker, öğütül
duplicating machine: Mektup, fotoğraf, teknik resim
müş tarçın vb. i serpmek için kullanılan bir cihaz.
vb. inin kopyasını çıkaran makine; teksir makinesi;
dust hopper: Toz tankı veya kül kutusu; çelikten ya
fotokopi makinesi; elektronik teksir makinesi; ozalit
pılmış dikey perdelerle bölünmüş olan sürekli bir
makinesi.
tank; gazların kazan boruları arasında baypas yap
duplication: Çoğaltma.
masını önler.
duplicator: Yazılı, daktilo makinesinde yazılmış şeyle
dust mask: Tozdan korunmak amacıyla kullanılan
rin tam kopyasını yapmak için kullanılan bir makine
maske; toz maskesi.
Bkz. duplicating machine; çoğaltıcı.
dust proof: Tozdan koruyan veya muhafaza eden;
durability: Dayanıklı olma niteliği veya durumu; daya
toz geçirmez.
nıklılık; mukavemet.
dust seal: Toz keçesi; bir makine, elektrik makinesi,
durabla valve: Sıvı elleçleyen pompalarla hava kom
pompa vb. inin içine toz girmesini önleyen araç;
presörlerinde kullanılan ve supap yuvası, disk, koru
duststorm: Toz fırtınası; aşağı ve orta enlem çöl böl
yucu ve yaydan oluşan bir valf ya da supap; daya
gelerinde oluşan ve karıştırıcı rüzgârlarla tozun çok
nıklı supap.
yükseklere kaldırıldığı ve görüşün bir hayli zayıfladı
durable: Sık sık kullanılmasına rağmen eskimeyen;
ğı fırtına.
dayanıklı; eskimez; sağlam.
dust strainer: Toz süzgeci veya filtresi.
durably: Dayanıklı şekilde veya tarzda.
dust whirl: Bkz. dust devil.
duralimin: Düralimün; alüminyumun bakır, manga
dusty: 1) toz ile kaplı; tozlu. 2) toz gibi; toza benzer.
nez, magnezyum ve silikon ile yaptığı dayanıklı, ha
3) toz rengine ilişkin.
fif bir alaşım (ticarî bir marka), % 95 alüminyum, %
Dutchman: 1) Hollanda gemisi. 2) Arg. Alman. 3)
4 bakır, % 0,5 manganez ve % 0,5 magnezyumdan
Den. Arg. bir Alman gemisi.
oluşur.
dutchman: Pist, Buh. Mak. eksantriklerin çevresine
duralumin alloy: Duralumin alaşımı; Bkz. duralumin.
geçirilen, iki yarım parça şeklindeki strapların arası
duration: Zamanda süreklilik; süre; zaman; müddet.
na dovel pinlerle yerleştirilen ara parçası; speyser.
dure: Sürmek; devam etmek.
Dutch metal: Tombak; bakır ve çinkonun bir alaşımı.
dusk: 1) geceleyin karanlığın başlaması; alacakaranlı
dutch process: Beyaz kurşun yapmak için baca yön
ğın karanlık kısmı. 2) kasvet; kasvetli yer. loş. 3) göl
temi; kurşun levhalar veya hurdaları, içinde sulandı
geli veya karanlık yapmak.
rılmış sülfürik asit bulunan bir kaba konulur ve baca-
dusky: 1) rengi bir dereceye kadar siyah olan; gölge
lı kap, meşe yaprağı veya gübresi ile mayalanmak
li. 2) ışıksız.
üzere iki veya üç ay terkedilir.
dust: 1) havada kolayca asılı kalabilecek kadar toz
dutrex 726 UK: Sıv. Yük. dutreks 726 U.K.; tehlikesiz
halinde toprak veya toz maddeler. 2) bu şekildeki
karakteristik kokulu, koyu kahverengi, viskoz, higros
bulut. 3) toprak. 4) değersiz herhangi bir şey. 5) po
kopik eğilimli bir yağ; 15,56°/15,56°C'de öz.ağ. 0,96-
len. 6) yıkanarak elde edilen çok küçük veya minik
0,98; k.n. 380-555°C; d.n.18°C (akma noktası); suda
altın parçacıkları. 7) tozlu yapmak. 8) özellikle mobil
çözünmez, 40°C'de viskozitesi 600-800 cS; ge
ya, döşeme vb. inden toz gidermek.
milerde 40°C'de ve atmosfer basıncında taşınır.
dust: Meteo. toz; atmosfer tarafından boşlukta uzak
duty: 1) İng. verdiği iş, yakıt birimine bölünerek bir
mesafelere kadar taşınan türlü katı maddeler; volka
makinenin performansının ölçülmesi. 2) bir makine
nik püskürtmeler, meteorlar, rüzgarların kaldırdığı
nin ürettiği iş miktarı. 3) bir araziyi sulamak için ge
toz ve dumanlar, endüstriyel ve lokal yanma işlemle
rekli su miktarı. 4) vergi; rüsum. 5) görev veya vazi
ri ile orman yangınlarından hasıl olan duman vb. in
fe.
den kaynaklanır.
D valve: Düz slayt valf veya çekmece; Bkz. slide val
dustbrush: Toz fırçası.
ve.
dust brush: Tek. Res. toz fırçası; resim kâğıtları üze
dwarf star: Sönük ışıklı ve az parlak bir yıldız.
rinde biriken tozları temizlemek için kullanılır.
dwindle: Sayısını, alanını veya hacmini sıfıra yaklaşa
dustcloth: Toz bezi; Tek. Res. resim kâğıtları üzerin
cak şekilde, düzgün olarak azaltmak:
de biriken tozları temizlemek için kullanılan bez.
dust-cloud theory: Solar (güneş) sisteminin kökenini dwt: Bkz. dead weight
tanımlamak için yararlanılan kuramlardan biri; toz- ton.
bulut kuramı. dy: Bkz.
dust collector: Elekt. toz toplayıcı; kollektörün taşlan dysprosium.
ması sırasında oluşan tozları toplamak için kullanı dyad: Kimy. iki değerli olan bir atom, element veya
kök.
dyadic: Bilgisay. ikiz işleyicili.
dye: 1) dokuma, saç vb. ine renk vermek için kullanı-
Teknik Sözlük -F. 12
dyeing 178 d ys p rosi u m

lan herhangi bir madde; boya; boyama maddesi ve


dynamics: 1) hareket ve sükûnette bir cismi etkileyen
ya onu kapsayan çözelti. 3) boya ile boyamak. 4)
kuvvetleri inceleyen fizik dalı; dinamik bilimi. 2) her
boya maddesi kullanarak belirli bir renk vermek (bir
hangi bir alanda çalışan türlü fiziksel kuvvetler. 3)
şeye).
herhangi bir alanda çalışan kuvvetlerin incelenmesi.
dyeing: Dokumaları boya ile boyama işi veya işlemi;
dynamic stability: Den. dinamik denge; hareketteki
boyama.
denge (gemiler için söylenir).
dyer: Görevi veya işi dokumaları boyamak olan kim
dynamic viscosity: Dinamik viskozite; Bkz. absolute
se veya şey.
viscosity.
dyestuff: Boya veren veya oluşturan herhangi bir
dynamism: 1) tüm olayların temel ilkelerinin kütle ve
madde; boya maddesi.
hareket yerine kuvvet ya da enerji olduğu teorisi ve
dyewood: Boya veren herhangi bir ağaç.
ya kuramı. 2) enerjik, kuvvetli vb. i olma niteliği; di
dyke: Bkz. dike.
namik nitelik; dinamizm.
dyn.: Bkz. dynamics.
dynamite: Dinamit; sodyum nitrat ve kâğıt hamuruna
dyna-: Güç anlamında kullanılan bir önek.
emdirilmiş nitrogliserin ile yapılan güçlü bir patlayı
dynam.: Bkz. dynamo.
cı; dinamit ile tahrip etmek veya patlatmak.
dynameîer: Bir teleskopun büyütme gücünü bulmak
dynamo: Mekanik enerjiyi veya işi elektrik enerjisine
için kullanılan bir cihaz; dinametre.
dönüştüren bir makine; dinamo; elektrik jeneratörü
dynamic: 1) harekette fiziksel kuvvet ve enerjiye iliş
veya alternator.
kin; dinamik; karşıtı statik. 2) dinamik bilimine iliş
dynamo-: Güç anlamında bir önek.
kin. 3) enerjik; kuvvetli; güçlü,
dynamoelectric: Dinamoelektrik; mekanik enerjiden
dynamic absorber: Dinamik damper veya titreşim
elektriksel enerji veya elektriksel enerjiden mekanik
söndürücü; volanın göbeğine bağlı bir yay ile etkisi
enerji üretimi yapan.
önemli şekilde arttırılmış olan bir damper; harmonic
dynamoelectrical: Bkz. dynamoelectric.
absorber olarak da kullanılır.
dynamometer: 1) kuvvet veya enerjiyi ölçmek için
dynamical: Bkz. dynamic. kullanılan bir cihaz. 2) Mot. tren beygirgücü veya ef-
dynamic balance: Dinamik balans; dinamik denge;
fektif gücün ölçülmesinde kullanılan mekanik, hidro
işletme devir sayısında dönmekte iken volan, türbin
lik veya elektriksel bir fren; dinamometre.
rotoru, krank mili, oto tekeri vb. ine uygulanan den
dynamometric: Dinamometrik; dinamometriye ait;
ge; balans cihazı ile sağlanır.
kuvvetin ölçümüne ait.
dynamic balancing: Dinamik dengeleme; Bkz. dyna
dynamometry: iş sırasında kuvvetlerin ölçülmesi işle
mic balance.
mi; dinamometri.
dynamic equilibrium: Dinamik denge; sürekli değişi
dynamotor: Dinamo ve motordan oluşan ve akımı bir
min dengeli durumu; örneğin su ve su buharı sabit
gerilimden diğer bir gerilime dönüştüren elektriksel
sıcaklıkta kapalı bir sistemdedir; moleküller sıvıdan
bir jeneratör; dinamotor.
buhara ve buhardan suya hareket eder.
dynatron: 1) üç elektrotlu bir vakum tüpü; sık sık bir
dynamic friction: Dinamik sürtünme; Bkz. kinetic
osilatör olarak kullanılır. 2) Bkz. mesotron.
friction.
dyne: Din; metrik sistemin (C.G.S.) kuvvet birimi; bir
dynamic head: Dinamik yükseklik; bir pompanın
gram kütlenin hızını bir saniyede bir cm değiştiren
bas tığı sıvının hızı ve yerçekiminden
kuvvet miktarı; d kısaltması ile belirtilir.
kaynaklanan ba sınç; m H 2 0 türünden belirtilir. dynetric balancing: Döner hareketli parçaların den
dynamic head pump: Statik hed (yükseklik) veya po
gelenmesinde elektronik yöntem.
tansiyel enerjiye ek olarak dinamik hed ya da kinetik
dynode: 1) bir foto çarpıcının anot ve katotu arasında
enerji üreten pompa; dinamik yükseklik (hed) pom
bir vasat (orta) elektrot. 2) başlıca görevi ikinci dere
pası.
ce elektronlar yaymak olan elektrot.
dynamic magnifier: Dinamik yükseltici; bir yayın kuv
dystatic mixture: İki veya daha fazla katıdan oluşan
vetinin, uyarma (ikaz) kuvvetine oranı.
ve sabit maksimum erime noktasına sahip olan bir
dynamic microphone: Bkz. moving-coil micropho
karışım.
ne.
dysprosium: Nadir toprak grubunun kimyasal bir ele
dynamic pressure: Meteo. dinamik basınç; herhangi
menti; Simg. Dy; at.ağ. 162,46; at.no. 66; bilinen
bir yüzeyin rüzgâr tutan tarafında birim alana rüzgâ
maddeler içinde en yüksek manyetik özellikli ele
rın uyguladığı kuvvet.
ment; disprosyum.
,e

E: 1) Kimy. Anştayniyum'un simgesi. 2) Fiz. a) esnek


earth's gravity: Yerçekimi; gravite; cazibe; dünyanın
lik ya da elastikiyet modülü, b) elektromotor kuvvet.
merkezine doğru olan çekim.
E., e.: Bkz. 1) earth. 2) engineering. 3) electromo
earth indicator: Bkz. earth inductor.
tor force.
earth inductor: Dünyanın manyetik alanını ölçmek
earn: Elektrikli muhasebe makinesi; Ehm, emm.
için kullanılan bir cihaz; dünyanın manyetik alanın
early: 1) bir seri iş, olay ya da şeylerin başlamasına
da ya dikey eksen veya yatay eksen çevresinde dön
yakın. 2) umulan zamandan daha önce; erken. 3)
dürülen (dönen) büyük alan ve çok sarımlı bir bo
eski çağlarda. 4) yakın bir gelecekte; çok zaman
bin; bobindeki manyetik flüksü veya akıyı ölçmek
geçmeden önce.
için endüklenen elektromotor kuvvet ölçülür; sonra
early injection: Diz. Mot. erken püskürtme; sıkıştırma
dünyanın düşey veya yatay manyetik alanı hesapla
stroku sonunda yakıtın normal püskürtülmesi gere
nır.
ken zamandan daha önce püskürtülmesi.
earths ine: Dünyadan yansıtılan güneş ışığı tarafın
early ignition: Erken tutuşma; yakıtın üs! ölü nokta
dan ayın karanlık kısmının zayıf şekilde aydınlatılma
dan önce tutuşması; tutuşma gecikmesi küçük olan
sı (yeniay döneminde görülür).
yakıtlarda, erken püskürtmede oluşabilir.
earthward: Dünyaya doğru.
earphone: radyo, telefon vb. inde kullanılan, özellikle
earthwards: Bkz. earthward.
başa takılan alıcı; kulaklık; headphone şeklinde de
ease: 1) germe, tansiyon veya basıncını azaltmak (ha
kullanılır.
lat, yelken vb. i) 2) bası, hız, ağrı vb. inde azalma.
earth: Astr. 1) üzerinde yaşam olan gezegen; Yerkü
2) çok sıkıştırılmış bir parçayı laçka etmek ya da gev
re; Dünya; Güneş sisteminin "beşinci ve güneşten
şetmek.
uzaklığı bakımından üçüncü olan gezegeni; Çapı
east: 1) yüzünü kuzeye çeviren kişinin sağ tarafı; gü
7918 mil veya yaklaşık olarak 12 742,8 km; E veya e
5 neşin doğduğu yön; doğu veya şark. 2) batının karşı
kısaltmaları ile belirtilir; açısal hızı 7,292x10" rad-
8 tı. 3) bu yöne doğru. 4) dünyanın doğu kısmı; özel
yan/saniye, güneşten ortalama uzaklığı 1,4968x10 likle Asya ve ona ait adalar. 5) doğuda; doğuya iliş
24
km; kütlesi 5,975.10 kg ve suya göre yoğunluğu kin; doğudan.
5,5'tur. 2) deniz ya da uzaydan ayrı kısım; yer. 4) Eastern Standard Time: Amerika Birleşik
toprak; yer. 5) Kimy. geçmişte element olarak sınıf Devletleri'n- deki dört standart zamandan biri;
landırılmış metal oksitlerden herhangi biri; alümina, İngiltere'de Grini- çin batısındaki 75 inci
zirkonya, strontiya vb. i. meridyendeki ortalama yerel zamana uyar;
earthed: Elekt. topraklı; topraklanmış; elektrik şarjını Griniçten beş saat geridedir.
derhal toprağa veren bir iletken veya bir devreyi be eat: 1) tahrip etmek; kemirmek; yiyip bitirmek: Asitle
lirtir.
rin yaptığı gibi; paslandırmak; çürütmek. 2) tüket
earth light: Dünya tarafından aya yansıtılan güneş ışı mek; yiyip bitirmek.
ğı; dünya ışığı. Eb: Bkz. erbium.
earthquake: Zelzele; yersarsıntısı; deprem. ebb: 1) gelgitin denize doğru çekilmesi; cezir. 2) geri
earth science: İklim, hava, bölgesel kaya oluşumu, ye doğru akmak. 3) zayıflatmak veya azaltmak. 4)
mineral kaynakları, topraklar, doğal bitkiler ve hay gelgit dalgasının okyanusa dönüşü.
vanların yaşamlarını inceleyen bilim dalı veya dalla ebb tide: Cezir; gelgit sırasında suların çekilmesi.
rı; dünya bilimi. ebonite: Kükürtle vulkanize edilmiş sert, siyah lâstik;
earth's crust: Yerkabuğu; litosfer; sert kaya kütleleri ebonit; ebonayt; elektriksel yalıtımlarda (izolasyon
nin üst tarafında uzanan yüzey toprağının dış katma larda) dolma kalem vb. terinde kullanılır.
nı; bir kaç mil kalınlığındadır. ebonite sheet: Levha ebonit; ebonit levha.
ebonize: Siyah yapmak (odun vb.); abanoza benzer
abon y 180 economize

yapmak; abanoz gibi yapmak.


oluşan ses tekrarı; eko; yankı; aksiseda. 2) bu şekil
ebony: 1) Afrika, Asya ve Seyhan'da yetişen sert,
de üretilen ses. 3) bir yüzeyden (sesi) yansıtmak ve
ağır, koyu renkli, dayanıklı bir kereste veren ağaç
ya tekrarlamak.
tüllerinden herhangi biri; abanoz ağacı; mobilya vb.
i yapımlarında kullanılır. 2) abanoz veren herhangi echo depth sounding: Bkz. echo sounding. echoic:
bir ağaç. 3) abanozdan yapılmış. 4) özellikle rengi Yankı ya da eko tabiatına sahip olan. echometer:
açısından abanoza benzeyen; siyah; koyu renkli. Derinlik iskandil cihazı; gemilerde kullanı lır.
echo ranging: Sonar (cihazı); denizaltı dinleme ciha
ebulloscope: Çözeltinin kaynama noktası düzeyin
zı; mayın, denizaltı gibi, su altındaki cisimleri, onlar
den, bir maddenin molekül ağırlığını saptamak için
dan yansıtılan yüksek frekanslı titreşim ile araştırıp
kullanılan bir cihaz; ebuliyoskop.
bulan bir cihaz; DDA DSA kısaltmaları ile belirtilir.
eccentric: 1) aynı merkeze sahip olmayan; merkezle
echo sounder: Derinlik iskandil cihazı; yankı ya da
ri farkıl noktalarda olan. 2) ekseni tam olarak mer
eko esasına göre çalışır ve gemi omurgası ile deniz
kezde olmayan; merkezkaçık; eksantrik; eksentrik.
dibi arasındaki derinliğin ölçümünde kullanılır.
3) tam dairesel şekilde olmayan. 4) aynı merkeze sa
echo sounding: Bir geminin altında, eko veya yankı
hip olmayan daire ya da küre. 5) Pist. Buh. Mak.
ile su derinliğini ölçme yöntemi; sesin gönderilmesi
slayd valf ya da çekmeceye hareket veren ve krank
ile yankının alındığı zaman ölçümü ile derinliğin öl
milinin devir hareketini doğrusal harekete çeviren
çülmesi; derinlik iskandil etme.
disk veya diskler; Bkz. eccentric sheave.
eciipse: 1a) ayın dünya ile güneş arasına girmesi ve
eccentrically: Eksentrik veya merkezkaçık durumda.
güneşin kısmen veya tümü ile kararması ile oluşan
eccentric bearing: Eksantrik veya merkezkaçık ya
görüntü; güneş tutulması, b) dünyanın gölgesinin
tak; yüksek güçlü ağır devirli dize! motorlannın kros-
ayın üstüne düşmesi; ay tutulması. 2) herhangi bir
hed pinlerinde kullanılır.
gölgelenme veya ışığın kesilmesi. 3) tutulmaya ne
eccentricity: 1) eksantriktik; merkezkaçıklık; merkez
den olmak.
kaçık olma durumu, özelliği veya miktarı. 2) dairesel
ecliptic: Astr. 1) güneşin yıllık yolu veya yörüngesi ya
şekilden sapma. 3) Mate, bir konik kısmın eğrisi üze
da dünyanın güneşten görünen yörüngesi; göksel
rindeki herhangi bir noktadan odağa doğru olan me
kürenin büyük dairesi; tutulma dairesi. 2) bu daireyi
safelerin ve doğrultmanın oranı. 4) Meka. merkez ile
kestiği ve yaklaşık 23,5 derecelik bir açı ile göksel
eksen arasındaki aralık ya da mesafe; eksantriktik;
ekvatora meyleden Dünyanın yörünge düzlemi. 3)
merkezkaçıklık; eksantrik kolu; eksantrik yarıçapı
yersel ekvatora aynı açıda, güneşin ekliptiğine kar
Bkz. eccentric radius. 5) Buh. Mak. krankşaft mer
şın, göksel küre üzerine çizilen büyük daire. 4) tutul
kezi ile puli merkezi arasındaki mesafe.
ma veya ekliptlğe ait.
eccentric load: Merkezkaçık yük; eksantrik yükleme.
ecliptical: Bkz. ekliptic.
eccentric pivot: Merkezkaçık veya eksentrik mafsal.
eclogite: Esas olarak yeşil pirokzen, kırmızı grena
eccentric pulley: Gem. Mak. eksantrik puli; Pist.
(lâl) ve diğer minerallerden oluşan metamorfik veya
Buh. Mak. slayt valf veya çekmecenin hareketini sağ
başkalaşım geçiren bir kaya.
layan eksantrik donanımının ilk elemanı; iki yarım
ecoclimatology: Canlıların (hayvan ya da bitkilerin)
parçadan yapılarak birbirlerine cıvata ve somunlarla
çevresel iklimle olan ilişkisini inceleyen bilim dalı;
bağlanırlar; bazı makinelerde krankşaft ile birlikle ya
ekoloji branşı.
pılırlar.
ecology: 1) ekoloji; biyolojinin çevre ile canlı organiz
eccentric pump: Devir hareketli elemanları eksantrik,
malar arasındaki ilişkisini inceleyen dalı.
çatal ve çemberlerden oluşur ve pompa mili üzerine
econ.: Bkz. 1) economic. 2) economics. 3) eco
ya serbest olarak yerleştirilir ya da kamalanırlar; ek
nomy.
santrik pompa; merkezkaçık tulumba.
economic: 1)ev, özel ticaret, toplum veya yönetimin
eccentric radius: Eksantrik yarıçapı. 1) eksantrik ko
gelir, gider vb. lerine ait; ekonomik; iktisadî; malî iş
lu; eksantrik diskinin merkezi ile krank mili merkezi
lere ilişkin. 2) bir malın üretimi, dağılımı ve tüketimi
arasındaki aralık veya mesafe. 2) eksantrik yarıçapı.
ne ilişkin. 3) Bkz. economics.
3) slayt valf ya da çekmecenin hareket miktarı
economical: 1) ekonomik olarak; para, zaman, yakıt
veya strokunun yarısı.
vb. inin ziyan edilmemesi; idareli; tutumlu; tasarruf
eccentrik reducer: Merkezkaçık adaptör veya kısıcı;
lu. 2) ekonomi bilimine ait.
iki ucu farklı çaplarda ve merkezleri farklı noktalarda
economical horsepower: Ekonomik beygir gücü; iç
olan bir adaptör.
ten yanmalı bir makinenin en az yakıt tüketimi ile
eccentric rod: Gem. Mak. eksantrik rod; strapların
ürettiği maksimum miktardaki güç.
düz olan üst kısımlarına bağlanan kol veya rod; ek
economics: Malların üretilmesi, dağılımı ve tüketilme
santrik donanımının bir parçası; tornistanlı makineler
si ve buna ek olarak iş, finans, vergi" vb. i konularda
de ileri geri hareketi sağlamak üzere iki eksantrik
ki sorunları inceleyen bilim dalı; ekonomi; iktisat;
rod bulunur.
ekonomi bilimi.
eccentric shaft: Eksantrik mili; kemşaft; kam mili;
economic speed: Ekonomik hız; gemi, oto vb. lerin-
Bkz. camshaft.
de en küçük yakıt harcamı ile sağlanan en yüksek
eccentric sheave: Gem. Mak. eksantrik strap; eksan
hız; ekonomik sürat; otolarda 80-90 km/saat değerle
trik pulilerin (disklerin), çevresine uygun bir biçimde
ri arasındadır.
hazırlanan, iki yarım parçadan oluşan, iç yüzeyleri
economize: 1) gereksiz veya çarçurdan kaçınmak;
ne metal dökülmüş dövme çelik parçalar.
ekonomik olmak; gider veya masrafları azaltmak; ta
eccentric throw: Bkz. eccentric radius. sarruf etmek.
echo: 1) ses dalgalannin bir yüzeyden yansıması ile
economizer 181 efficac y

economizer: Buh. Kaza. kazana verilecek suyun sı


den tertiplenmesi.
caklığını, baca gazları yardımıyla yükselterek yakıl
edition: 1) basılmış bir kitabın ölçüsü, türü veya şekli;
ekonomisi sağlayan borulu eşanjör; U şeklindeki bo
basım. 2a) aynı yerde aynı harflerle aynı anda bası
rulardan oluşur, içinden besi suyu ve dışından kız
lan bir kitap, mecmua vb. inin toplam sayısı; tiraj, b)
gın baca gazları geçirilir; yakıt harcamının % 5-% 18
böyle bir basımın tek bir kopyası.
oranında azalmasına neden olur; kazanların apteyk-
edp: Bllg. Say. elektronik bir işlemin kısaltılmışı; ebi kı
lerine Bkz. uptake yerleştirilir.
saltması ile belirtilir.
economizer fins: Ekonomizör borularının çevresine
edpm: Bilg. Say. elektronik bilgi islem makinelerinin
geçirilen metal diskler; çelik saçtan yapılan bu disk
kısaltılmışı; ebim kısaltması ile belirtilir.
ler baca gazlarından tuttukları ısıyı, eko borusu için
educt: Bir maddeden değişmeden ayrılan başka bir
deki suya aktarır; galsama halkası adı da verilmekte
madde.
dir.
eductor: Edüktör; gemilerde genellikle küçük, bazan
economizer jet: Oto. karbüratör rölanti veya boşta ça
nispeten büyük hacimleri dreyn etmek veya boşalt
lışma memesi ya da nozulu.
mak için kullanılan ve iç içe nozullardan oluşan bir
economizer tubes: Ekonomayzer (ekonomizör) boru
tür pompa; water jet eductor şeklinde de kullanilır.
su; büyük çaplı U şeklinde ve çevrelerinde metalik
eductor system: Edüktör sistemi veya devresi
diskler bulunan borular; fid ya da besi suyunun ba
edulcorate: 1) temizlemek veya yumuşatmak. 2)
ca gazları tarafından ısıtılmasında kullanılırlar.
Kimy. yıkayarak asitlerinden veya diğer çözünür ya
economy: Makine, gemi makinesi, buhar kazanı, ev,
bancı maddelerinden ayırmak.
özel işyeri, toplum veya yönetimin gelir, gider vb.
E.E.: Bkz. 1) electrical engineer. 2) electrical engi
inin idaresi; ekonomi.
neering.
ecto-: Dış ya da dış taraf anlamında kullanılan bir
EFA: Essential fatty acids: Esas yağ asitleri.
önek.
eff.: Bkz. efficiency.
EDTA: Ethylenediaminetetraacetic acid: Etilendia-
effect: 1) bir neden veya ajan ile meydana gelen her
mintetraasetîk asit; kazan sularının analizlerinde kul
hangi bir şey; sonuç; netice. 2) sonuçlan oluşturan
lanılır.
güç ya da yetenek; etki; yarar; tesir. 3) bir şey üze
eddy: Ana akıma karşı ve dairesel hareket yapan ha
rindeki tesir ya da etki. 4) oluşturmak; hasıl etmek.
va, su, elektrik vb. i akımı; Bkz. eddy current; ana
5) yapmak; üretmek; inşa etmek.
for; türbülans; girdap.
effective: 1) bir etkiye sahip olan; etkili; sonuç üre
eddy current: 1) Elekt. esas akıma karşı akan akım;
ten. 2) belirli veya istenen sonucu üretme; verimli.
edi akımı veya kayıbı; bu kayıp ısı biçiminde açığa çı
3) aktif; çalışır. 4) savaşa hazır ve teçhizatlı (bir ge
kar. 2) ana akıma karşı dairesel hareketlerle (girdap
mi vb.i) 5) geçerli olan.
larla) hareket etmek.
effective atomic radius: Etkili atomik yarıçap; birbiri
eddy-current dynamometer: Edi akımı dinamometre
ne bağlı atomlar arasındaki yarı mesafe veya aralık.
si; içt. Yan. Mak. test etme sırasında, effektif gücün
effective conductance: Bir alternatif akım devresin
saptanmasında kullanılan bir fren ya da dinanomet-
de, bir akımın enerji bileşeninin toplarn elektromotor
re; bir mahfaza ve şafttan oluşur; şaftın çevresinde
kuvvete oranı etkili kondüktans.
büyük bir elektrik sargısından geçirilen doğru akım
effective depth: Yararlı derinlik.
ile frenleme etkisi kontrol edilir.
effective efficiency: Bkz. overall efficiency.
eddy loss: Edi akımları nedeniyle ısı şeklinde açığa
effective half-life: Bkz. half-lite.
çıkan kayıp; edi kaybı; Bkz. eddy current.
effective horsepower: Bkz. brake horsepower.
eddy wind: Döner veya anafor oluşturan rüzgâr.
effective propeller thrust: Efektif pervane srastı ya
edge: 1) bir bıçağın ince, keskin, kesici ağzı. 2) kes
da itmesi; bir gemi veya uçakta pervanenin geliştirdi
kin veya sivri olma niteliği. 3) bilemek; keskinleştir
ği net itme kuvveti.
mek. 4) yandan hareket etmek. 4) Den. pervane ka
effective stroke: Efektif strok, kurs veya seyir; Mot.
natlarının kenarları.
özellikle iki zamanlı motorlarda egzoz portlarının üst
edge effect: Bir iletkenin sivri kenarının şarjı nedeniy
kenarı iie üst veya dış ölü nokta arasındaki mesafe;
le, bir eiektrik akımının anormal hali.
egzoz portiarının yüksekliği kayıp stroktur; faydalı ya
edge joint: iki ya da daha fazla paralel veya paralele
da yararlı strok.
yakın kısımların arasındaki bağlantı; kenar bağlantı
effective work: 1) Mot. silindir içinde oluşturulan en-
sı.
dike işten, makinenin türlü kayıplarının çıkarılması
edge tone: Yassı, ince bir hava akımı bir kenara çarp
sonucu elde edilen iş; fren (dinamometre) işi. 2)
tığı zaman oluşan ses.
fren, efektif veya şaft beygirgücünü veren iş.
edge tool: Kesici ağzı bulunan keski veya diğer bir
effervesce: 1) karbonatlı içeceklerde olduğu gibi gaz
alet.
kabarcıklan çıkarmak; köpürmek; kabarcık çıkar
edging tool: Bkz. edge tool.
mak. 2) bir sıvıda kabarcık şeklinde yükselmek.
Edison battery: Edison aküsü; kabı çelik, elektrotları
effervescence: 1) köpürmek; kabarcık çıkarmak; ka-
demir ve nikel, elektroliti % 20'lik KOH çözeltisi olan
barcıklanma; kabarma; efervessans. 2) bir kimyasal
alkalin akü; çelik akü; demir-nikelli akü.
reaksiyon sonucu, bir sıvıdan gaz küreciklerinin hızlı
Edison effect: Edison etkisi; bir elektrik ampulüne
bir biçimde kaçışı.
yerleştirilmiş bir elektrot ve flamanın uçlarından (ter
effervescency. Bkz. effervescence.
minallerinden) biri arasında akan akım.
effervescent: Gaz kabarcıkları çıkaran; köpüren; ka
Edison storage battery: Bkz. Edison Battery.
baran.
edit: Bil. Say. 1) derlemek. 2) bilgi gruplarının yeni
efficacy: Etkiler üreten güç; yarar; fayda; tesir; yararlı-
efficiency 182 elastic

lık.
egg coal: Çapı 38-102 mm (1,5"-4") değerleri arasın
efficiency: 1) en az efor, gider ya da kayıp ile iste
da değişen türlü ölçülerdeki kömürlerin herhangi bi
nen etkiyi üretme yeteneği; verimli olma özelliği. 2)
ri; yumurta kömür; briket.
alınan enerjinin verilen enerjiye oranı; verim; verimli
egg shaped: Oval; beyzî.
lik. 3) etkili işin genişletilen enerjiye oranı; verdinin
EHF (ehp): Extremely high frequency: Çok yüksek
aldıya oranı; randıman; verim. 4) yapılan işin (maki
frekanslı; Bkz. microwave.
neye) verilen işe oranı.
EHP (ehp): Bkz. effective horsepower.
efficiency-booster: Diz. Mot. daha çok yüksel güçlü
eight: Sekiz; VIII; 8.
dizel motorlarına uygulanan bir güç arttırma türü; ve
eighteen: On sekiz; 18; XVIII.
rimli besleme; Bkz. efficiency-booster system.
eighteenth: 1) bir dizide on yedinciden sonraki; on
efficiency-booster system: Yüksek güçlü, ağır devir
sekizinci. 2) herhangi on sekiz eşit parçadan biri. 3)
li dize! motorlarına uygulanan güç yükseltici bir dev
bir şeyin on sekiz eşit parçasından biri; 1/18.
re; daha çok süperşarjlı motorlara uygulanır; verimli
eightfold: 1) sekiz parçaya sahip olan. 2) sekiz kat
besleme devresi; süperşarjer gaz türbini ile paralel
veya sekiz misli.
çalışan bir başka gaz türbininin sağladığı ve makine
eighth: 1) bir dizide yedinciden sonra gelen; sekizin
şaftına (miline) iletilen ek güç temin eder.
ci. 2) bir şeyin sekiz eşit parçasından herhangi biri,
efficiency expert: Görevi türlü işlemleri geliştirmek,
3) bir şeyin sekiz eşit parçasından biri; 1/8.
kayıpları azaltmak vb. i gibi daha iyi yöntemler bula
eightly: Sekizinci sırada.
rak bir iş yerinin, enerji tesisinin üretim veya verimi
eightieth: 1) bir dizide yetmiş dokuzuncudan sonra
ni yükseltmek olan kişi; verimlilik uzmanı.
gelen; sekseninci. 2) bir şeyin seksen eşit parçasın
efficient: 1) doğrudan bir etki veya sonuç üretme;
dan herhangi biri; 1/80.
efektif; tesirli; etkili. 2) en az çaba, gider ya da kayıp
ile istenen etkiyi veya sonucu oluşturma; becerikli; eighty: Seksen; 80;
LXXX.
işbilir.
elkonometer: Eykonometre; bir mikroskopun bakılan
efflorescence: 1) Kimy. a) kristalleşmenin suyunu
tarafına takılan ve gözlenen cismin boyutlarını ölç
kaybederek belirli kristalli bileşiklerin toza dönüşme
mek için kullanılan bir cihaz.
si, b) bu şekilde oluşan toz. 2) mineral yüzeylerde
einsteinium: Aynştayniyum; uranyum'un nükleer par-
ince. Kristalli bir birikinti.
tiküller ile bombardmanından elde edilen radyoaktif
efflorescent: Kimy. a) hava etkisinde bırakarak kristal
kimyasal element; Simg. E; at.ağ. 247; at.no. 99.
leşme suyunu kaybederek kristal durumdan toz şek
Einstein shift: Kuvvetli yerçekimi nedeniyle güneşin
line dönüşme, b) buharlaşma veya kimyasal deği
tayf çizgisinde kırmızıya doğru hafif yer değiştirme;
şim sonucu toz kabukla kaplanan.
Aynştayn yer değişimi.
effluence: Dışa veya dışarıya doğru akan bir şey; fış
Einstein's photo-electric law: Aynştay'nın foto elek
kırma; çıkma.
trik kanunu: "Elektromanyetik radyasyon ile sağla
effluent: Dışarıya doğru akan, özellikle: a) bir su göv
nan kuvantum enerjisi, en azından bir metalin iş
desinden dışarıya akan akarsu (çay ya da dere), b)
fonksiyonuna eşit olmalıdır"; daha büyük bir kuvan
dışarıya akan kanalizasyon, atık tankı vb. c) bir fabri
tum uygulandığı zaman, atık enerji, elektronun kine
ka ya da şubesinin tesisatından çıkan akım,
tik enerjisi olarak götürülür.
effluent piping: Dreyn (boşaltma) boru donanımı.
eject: 1) ani bir kuvvet uygulayarak dışarı atmak; de
effluvium: 1) görünmez partiküllerin (parçacıkların)
fetmek; boşaltmak veya deşarj etmek. 2) kovmak;
akımı veya buhar şeklinde gerçek veya düşsel taşın-
defetmek; atmak.
tı. 2) istenmeyen veya kötü buhar ya da koku.
ejecta: Atılan, boşaltılan veya defedilen şey; atık mad
efflux: 1) dışarıya çıkış veya akış; fışkırma. 2) dışarıya
de.
akan bir şey.
ejector: Gem. Mak. ecekter; kapalı bir kabın hava ve
effort: 1) bir şey yapmak için enerji kullanma; daya
ya gazını boşaltan bir cihaz, örneğin kondansörlerin
nıklılık veya zihinsel güç çabası. 2) tekrar, özellikle
havasını boşaltarak vakum sağlayan hava ecekterı
zor tekrar. 3) çalışma ya da tekrarlamanın ürünü ve
Bkz. air ejector.
ya sonucu; başarı. 4) gayret; çaba.
ejector, air: Bkz. air ejector.
effort arm: Kuvvet kolu; kaldıracın mesneti (desteği)
ejector condenser: Gem. Mak. ecekter kondenserl;
ile kuvvetin uygulandığı nokta arasındaki mesafe.
eceklerin bir ve ikinci kademeleri arasında bulunan
effortness: Çaba göstermeyen; çabasız; gayretsiz.
bir kondenser; ecekterin birinci kademesinde kullanı
effulge: Parlamak veya ışık saçmak; parıldamak.
lan buharı yoğuşturmak için kullanılır; Bkz. air ejec
effulgence: Büyük parlaklık; parıltı; nur.
tor condenser.
effulgent: Parlak olarak ışıldayan; radyan. ışık saçan. 18
eksa-: 10 anlamında bir önek; eksa; E kısaltması ile
effuse: 1) dışarıya doğru veya ileriye akmak. 2) yay
belirtilir.
mak; yayılmak. 3) küçük bir delik veya malzeme gö
el: 1) ana yapıya dik açılarda uzantı ya da kanat. 2)
zeneğinden basınç altında geçmek; firar etmek.
yükseltilmiş demiryolu.
effusiometer: Efiizyometre; molekül ağırlıklarını sap
elaeoptene: Uçucu yağın katılaşmayan kısmı,
tamak için gazların küçük bir delikten kaçış miktarını
delapse: Koymak; geçmek (zaman için söylenir).
ölçen bir cihaz.
elapse time: Geçen zaman.
effusion: Yüksek basınçlı bir bölgeden bir gazın kü
eiastance: Bir kondensatörün daraf ile ölçülen, kapa-
çük bir delikten düşük basınç bölgesine firar etmesi.
sitansinın evrik değeri.
effusive: Dışarıya veya ileriye akan; taşıntı; taşan,
elastic: 1) genişletilip, esnetilip, sıkıştırıldıktan sonra
egalite: Bkz. equality.
derhal ilk ya da orijinal durumuna, şekline veya ölçü
süne dönme niteliğine sahip olan; esnek; elâstik;
elastically 183 elec t ri ca l s t oreroo
m

yay gibi; yayımsı. 2) içersine konulan lâstik telleri ve


elektriği taşıyan, örneğin elektrik teli. 2) elektrik üret
ya lifleri ile esnekleştirilen dokuma kumaş. 3) bu
me veya elektrik ile üretilen, örneğin elektrik jenera
malzemeden yapılmış bir bant, jartiyer vb. i. 4) elâs
törü. 3) elektrikle çalışan, örneğin ütü. 4) elektrikle
tik bant ya da şerit.
me; manyetik. 5) cam, kehribar vb. i gibi elektriği ge
elastically: Esnek şekilde veya biçimde.
çirmeyen, fakat onu depolamak veya elektriksel şarj
elastic body: Esnek gövde; bir kuvvet uygulandığın
ları uyarmak için kullanılan madde. 6) elektrikle ça
da şekil ve ölçüleri değişen ve uygulanan kuvvet kal
lıştırılan tren vb. i.
dırıldığı zaman orijinal şekil ve ölçüsüne dönen bir
electrical: 1) Bkz. electric. 2) elektrikli; elektriğe iliş
cisim.
kin. 3) elektrik bilimi veya elektriğin kullanılışı ile
elastic collision: Esnek çarpma; elâstik çarpma.
bağlantılı.
elastic coupling: Esnek ya da elâstik kaplin.
electrical accessories: Dizel ve benzin motorlarının
elastic deformation: Esnek bozunma; elâstik defor-
şarj dinamosu, marş motoru, ateşleme devresi gibi
masyon.
elektrikli kısımları; elektriksel teçhizat.
elastic energy: Elâstik veya esnek enerji; zorlanan
electrical appliances: Elektrik ütüsü, çamaşır makine
veya gerilen esnek bir cisimde yığılmış olan bir po
si, radyo vb. i gibi cihazlar; elektrikli cihazlar.
tansiyel enerji.
electrical attraction: Elektriksel çekim ya da cazibe;
elastic fatique: Esnek veya elâstik yorulma; gerilme
zıt işaretli elektrik yükleri arasındaki kuvvet.
giderildikten sonra tekrar orijinal şekli ve ölçülerini
electrical circuits: Elektriksel devreler; seri, paralel
kazanamayan, ancak yavaş olarak orijinal durumu
veya seri-paralel devreler.
na dönen belirli maddelerin niteliği.
electrical energy: Elektriksel enerji; elektrik enerjisi.
elasticity: 1) bir malzemenin deforrnasyonundan son
electrical engineer: Elektrik mühendisi.
ra tekrar ilk şekli ve büyüklüğünü alma eğilimi; es
electrical fires: Gemiler, kara kuruluşları vb. i yerler
nek olma durumu veya özelliği; plâstiktik. 2) katı ci
de, çoğu zaman elektrik kontakları, kötü elektriksel
simlerin dıştan olan bir etki ile eğrilip bükülmesi; es
bağlantılar, kablo yalıtımlarının bozulması, kısa dev
neklik; elastikiyet.
reler, aşırı yük vb. i nedenlerle oluşan yangınlar;
elasticity modulus: Esneklik modülü; elastikiyet mo
elektrik yangınları.
dülü.
electrical formulae: Elektriksel formüller; elektrik for
elastic limit: Elâstik veya esnek sınır; kalıcı bir bozun-
mülleri; elektrik bilimine ilişkin formüller; örneğin tel
maya neden olmaksızın, bir malzemede endüklene-
ya da iletken kesitleri için s = p x L/r, v = lxR vb. i
bilen maksimum gerilme ya da stres; gerilme bir
gibi.
malzemede endüklenen elâstik limitten biraz daha
electrical governor: Elektrikli regülatör veya gavör-
yüksek olduğu zaman, malzeme kırılmaz, ancak ge
nör; daha çok yüksek devirli, küçük güçlü dizel mo
rilmeye neden olan kuvvet giderilse de orijinal ölçü
torlarında kullanılan hassas bir regülatör; sabit bo-
lerine dönemez.
binli bir alternator, amplifikatör ve kontroller, hız
elastic scattering: Esnek difüzyon; Bkz. scattering.
ayar ünitesi, eiektro-hidrolik bir konvertör ve servo-
elastic system: Esnek sistem; kütlelerin ve onlara
motordan oluşmaktadır.
bağlı yayların herhangi bir düzenleme veya yerleşti
electrical heater: Elektrikli ısıtıcı ya da hiyter.
rilmesi.
electrical horsepower: Elektriksel beygirgücü; doğru
eastin: Kaynamaya veya asetik asite dayanıklı lifli bir
akım makinelerinde p = Vxl/746; tek (fazli alternatif
protein; eiastin.
akım makinelerinde P = VxIxCos (p / 746 ve üç fazlı
elastomer: Elastomer; bir çok kez gerildikten sonra
alternatif akım jeneratörlerinde P = .J3 x VxIxCos (p
bırakıldığında orijinal durumuna dönen, lâstiğe ben
I 746 eşitlikleriyle hesaplanan güç.
zer bir madde.
electrically: Elektriksel olarak; elektrik (enerjisi) ile.
elastometer: Esnekliğin ölçümünde kullanılan bir ci
electrically driven: Elektrik (enerjisi) ile döndürülen
haz; elastometre.
veya işletilen.
elaterin: ; Beyaz, kristalli bir madde; elaterin, electrically operated: Elektrikle çalıştırılan.
etateryumun aktif özü.
electrical officer: Elektrik zabiti; ticaret gemilerinde
C20H28O5
elaterite: Koyu kahverengi, lâstiğe benzer, esnek mi elektrik makineleri, cihazları, ölçü aletleri vb. inin ba
neral hidrokarbon; binalarda kullanılır. kım ve onarımından sorumlu zabit veya gemiadamı.
E layer: E tabakası ya da katmanı; iyonosferın, yakla electrical power: Elektriksel güç; doğru akım jenera
şık 100-120 km yükseklikte oluşan ve daha çok gün törlerinde P = Vxl, tek fazlı alternatif akım makinele
düzleri normal atmosferik sondajla görülmesi müm rinde P = VxIxCos (p ve üç fazlı makinelerde ise p =
kün, muntazam gözlenen en alt katmanı. .J3 xVxIxCos (p (vat), eşitliklerinden hesaplanan
elbow: 1) alt veya üst kol arasındaki bağlantı; dirsek. güç-
2) dirsek gibi herhangi bir eğri. 3) dirsek (boru için): electrical resistance: Elektriksel direnç veya rezis
dirsek şekli. tans; bir iletkenin kendisinden geçen elektrik akımı
elec. (elect.): Bkz. 1) electric. 2) electrical. 3) elec na gösterdiği direnç; elektriksel direnç.
tricity. electrical sounding: Den. elektrikli iskandil; elektrik
elective affinity: Diğer veya diğerleri yerine belirli bir sondajı.
madde veya maddelerle kimyasal olarak birleşme electrical sounding apparatus: Elektrikli iskandil ci
eğilimi. hazı.
electret: Elektret; sabit manyetik yeteneği olan bir ya electrical store: Bkz. electric store.
lıtkan. electrical storeroom: Bkz, electric store.
electric: 1) elektriğe ait, elektrikle şarj edilen veya
elec t rica l sys t e m 184 elec t ricia n ' s ma t
e
electrical system: Elektrik devresi; elektrikli devre
veya sistem. electric drill: Elektrikli
ile ana devreden alınanmatkap;
yüksek uygun birakımla
frekanslı könvertör
ça
electrical wiring: Elektrik enerjisini taşıyan kablolar; lıştırılan bir yüksek devirli matkap.
elektrik kabloları. electric drive: 1) gaz türbinleri tarafından çalıştırılan
electric arc: Elektrotlar arasında oluşan akım atlama veya çevrilen jeneratör ya da alternatörün ürettiği
sı; elektriksel ark; elektrik sparkı; elektrik kıvılcımı. akım ile gemi pervanesinin çalıştırılması; elektrikle
electric-arc furnace: Elektrikli ark ocağı; çelik erit çalıştırma. 2) dizel elektrik veya türbo elektrik siste
mek için kullanılan, üç karbon elektrotu bulunan bir mi.
ocak. electric eel: Zoo, elektrikli balık; Güney Amerika'nın
electric arc w elding: Elektrikli ark kaynağı; elektrik yılan balığına benzer; elektrik şokları veren özel or
kaynağı; bir elektrot ve yüksek şiddetteki elektrik akı ganlara sahiptir.
mı ile oluşturulan kaynak türü. electric etcher: Elektrikli klişe makinesi; kendisini
electric battery: Elektrik bataryası; elektrik akümlatö- oto matik olarak ayarlayarak ticarî marka, harf, şekil
rü. vb. ini yapan makine.
electric bell: Elektrikli zil; elektrik enerjisi ile çalışan electric eye: Bir fotoelektrik hücre; türlü cihazların
zil. kontrolü için kullanılır, örneğin kapıların açılması vb.
electric blue: Meneviş rengi; çelik menevişi rengi; çe i gibi.
lik mavisi; meneviş mavisi. electric field: Elektrik alanı veya sahası; alan, saha;
electric boiler: Elektrikli kazan; özel koşullarda ve sargılarından akım geçirilerek mıknatıslanan kuzey
ekonomik olarak buhar üreten kazan: a) dalgıç, b) (N) ve güney (S) kutupları arasında ve kuvvet çizgi
borulu ve c) elektrotlu türlerde yapılırlar. lerinden oluşan manyetik alan.
electric bonding cable: Tanker kamyonlarda electric furnace: Elektrik ocağı; elektrikle ısıtılan,
elektrik sparkı, arkı ya da kıvılcımı oluşmasını cev herlerin redüklenmesinde, karbür vb. lerlnln
önlemek için Kullanılan kablo; elektriksel bağlantı elde edilmesinde kullanılan bir fırın.
kablosu. brake: Elektrikli fren; elektriksel olarak
electric electric gauge: Mot. daha çok dizel motorlarının
çalıştı gömleklerinin iç çaplarının ölçülmesinde kullanılan
rılan fren. ve 9 voltluk bir pil ile çalışan bir cihaz; elektrikli gös
electric breakdown: Aşırı yüksek gerilim nedeniyle terge.
yalıtım maddesinden kaçakları oluşturan akım kanalı electric generator: 1) elektrik jeneratörü, üreteci ve
ya da pasajı.
electric bulb: Elektrik ampulü. ya kaynağı; doğru akım (DC) ve alternatif akım (AC)
electric cell: Elektrik pili; kimyasal enerjiyi elektrik üreten elektrik makinesi; dizel motoru, benzin moto
enerjisine çeviren bir cihaz; iki metal elektrot ile ge ru, buhar ve gaz türbini ve benzeri ısı makineleri ta
nel olarak saf su ve sülfürik asitli bir elektrolitten olu rafından çalıştırılan devir hareketli bir elektrik maki
şur. nesi. 2) iş ya da mekanik enerjiyi elektrik enerjisine
electric chain hoist: Elektrik enerjisi ile çalıştırılan zin çeviren makine.
cirli ceraskal. electric gypsy: Den. elektrikli ırgat; elektrik motoru ta
electric chair: Elektrikli sandalye; bazı ülkelerde rafından çalıştırılan, elle çalıştırmaya uygun olma
ölüm cezasının uygulanması için kullanılır. yan, sadece bir hıza sahip olan, tümüyle su geçir
electric charge: Elektriksel yük; elektrik şarjı. mez şekilde yapılan halat ırgatı.
electric condenser: Meksefe; elektrik kondensatörü. electric hammer: Elektrik çekici; elektrikli çekiç.
electric conductivity: Elektriksel iletkenlik. electric heater plug: Elektrikli ısıtıcı tapa; alçak kom-
electric conduit: Kablo borusu; elektrik kablolarının presyon oranlı ön yanma odalı ve türbülans yuvalı
içersinden geçirildiği boru. dizel motorlarında yanmayı sağlayan bir tapa; dize!
electric coupling: Bkz. electromagnetic coupling. motorlarında yanmayı sağlayan bir tapa; iki volt ile
electric-cradle dynamometer: Rotor ve statoru aynı çalışır ve 40-50 vatlık güç harcarlar; 1,50 mm (1/16")
merkezli bilyalı yataklar tarafından taşınan ve böyle kalınlığında, ısıya dayanıklı krom nikel tellerinden ya
ce statoru serbest olarak dönen bir doğru akım jene pılır; çalışması sırasında 25-30 amper çeker; glow
ratörü; elektrikli beşik dinamometresi; motorların plug adı da verilir.
torkları ve bakım yapılan makineleri denemek için electric heating: Elektrikle ısıtma; elektrik enerjisi ile
kullanılır. ısıtma; daha çok gemilere uygulanan bir ısıtma şek
electric crane: Elektrikli kreyn; elektrik enerjisi ile çalı li.
şan kreyn. electric hoist: Elektrikli ceraskal; Bkz. hoist.
electric current: 1) elektrik akımı; verilen bir nokta electrik horn: Elektrikli korna veya klakson.
dan birim zamanda geçen elektrik yükü miktarı. 2) electric hygrometer: Elektrikli nem ölçer ya da higro
bir iletkende elektronların sabit olarak akımı; yük ne metre; nem değişimlerini derhal veren bir cihaz;
gatif veya pozitif olabilir; elektrik akımının birimi am nem emici maddesi lityum klorürdür.
perdir ve I kısaltması ile belirtilir. electrician: Elektrikçi; görevi ya da işi elektrik cihazla
electric density: Elektrik yoğunluğu veya şiddeti; yü rını yerleştirme, onarma ve imal etme olan kişi.
zeyin her birim alanına düşen elektrik şarjı miktarı. electrician's mate: Ask. Den. elektrikçinin yardımcısı
electric dipole: Ölçüleri birbirine eşit fakat işaretleri ya da muavini; elektrik dağıtımı ve kontrol teçhizatını
zıt ve birbirlerine çok yakın, bir çift elektrik şarjı; çalıştırır, elektrik jeneratörleri, dağıtım tabloları, mo
elektrik ikiz kutbu. torlar, aydınlatma, donanımı ve diğer elektriksel ekip
electric discharge: iyonlaştırılmış bir gaz içinde bir manın bakım ve onarımını yapar, elektriksel kayıtları
elektrik akımı; elektrik boşalımı. tutar ve raporları yazar; elektrik zabiti.
electric ignition 185 electrification

electric ignition: Bern. Mot. elektrikle, ateşleme


electric psychrometer: Elektrikli nem ölçer; elektrikli
veya tutuşturma; bataryalı veya manyetolu
higrometre.
ateşlemeden herhangi biri.
electric ray: Elektrikli balık; özel organları ile elektrik
electric induction: Şarjlı veya yüklü bir cismin, ona
şoku verebilen balıklardan herhangi biri.
komşu olarak yerleştirilmiş bir iletkene etkisi; elek
electric refrigerator: Elektrikli buz dolabı veya soğu
triksel endüksiyon.
tucu.
electric intensity: Elektrik şiddeti; bir elektrik alanına
electric resistance: Elektriksel direnç; bir iletkenin
yerleştirildiği zaman, pozitif şarjlı partikülleri etkile
kendisinden geçen elektrik akımına gösterdiği di
yen kuvvet.
renç; elektriksel direnç.
electric iron: Elektrikli ütü; elektirik ütüsü.
electric rope hoist: Elektrikle çalışan ipli (halattı) ce-
electricity: 1) manyetik, kimyasal, radyan vb. i etkile
raskal.
re sahip olan ve sürtme, endüksiyon (endükleme)
electric scaling machine: Elektrikli raspa makinesi.
veya kimyasal değişim ile üretilen bir enerji şekli;
electric shock: Elektrik çarpması; ceryan çarpması.
elektrik enerjisi. 2a) elektrik akımı; hareketli elektron
electric soldering iron: Lehim yapımında kullanılan
ların akımı, b) statik veya durağan elektrik. 3) toplu
havya; elektrikli havya.
ma aydınlatma, ısıtma vb.i için sağlanan elektrik akı
electric spark: 1) Benz. Mot. elektrik arkı, sparkı veya
mı. 3) elektrik bilimi; elektrik bahsi veya konusu.
kıvılcımı; iki elektrot, örneğin bujilerin elektrotları ara
electricity, frictional: Sürtünme ile elektriklenme;
sında oluşturulan ve silindir içinde hava-benzin karı
farklı yalıtkan maddelerin, örneğin cam ve kürkün
şımını tutuşturan kıvılcım. 2) bir yalıtkan veya izola
birbirlerine sürtünmesi sonucu oluşan elektrik şarjı.
törden ışık ve sesle birlikte elektrik boşalımı veya de
electricity, static: Statik elektrik; durağan elektrik;
şarjı.
sürtünme veya çarpma vb. i mekanik yöntemlerle
electric spark machine: Elektrik ark veya spark
üretilen elektrik.
maki nesi; türlü çap ve şekillerde delik açmak,
electric light bulb: Bkz. light bulb.
metalleri kesmek, yüzeyleri kuvvetlendirmek, aletleri
electric log system: Elektrikli kayıt sistemi; bir gemi
bilemek ve yüzeyleri aşındırmak için kullanılan bir
nin hızını göstermek ve aldığı mesafeyi kayıt etmek
makine.
için kullanılan bir sistem; pahalı oluşu nedeniyle sa
electric starting motor: Elektrikli marş motoru; elek
dece büyük yolcu gemilerine uygulanır.
trikle çalışan ilk hareket motoru; otomotif makineleri
electric meter: Elektrik saati veya sayacı; evlerde,
nin hemen tümü ile, gemi dizel motorlarının bir bölü
en düstriyel kuruluşlarda vb. i tesislerde tüketilen
münün ilk hareketinin sağlanmasında kullanılan serî
elek trik enerjisini kW/saat türünden saptayan
türden bir doğru akım motoru.
cihaz; elektrik devrelerine paralel olarak bağlanır;
electric steel: Elektrik çeliği; elektrik ocağında yapı
wattme ter adı da verilir.
lan veya dolgunun ocakta elektrik enerjisi ile ısıtılma
electric motor: 1) elektrik motoru; doğru veya alterna
sından elde edilen çelik.
tif akımla çalıştırılan bir elektrik makinesi. 2) elektrik
electric steering gear: Elektrikli dümen donanımı.
enerjisini mekanik enerji veya işe çeviren elektrik
electric storage battery: Bkz. storage battery.
makinesi.
electric stores: Elektrik mağazası; gemilerde elektrik
electric needle: Elektrikli iğne; elektrik iğnesi; iğne
malzemesi, ölçü cihazları, araç ve gereçlerin depo
şeklinde yüksek frekanslı bir elektrot; ameliyatlarda
ya da muhafaza edildikleri mağaza veya depo; ge
dokuları kesmek için kullanılır; kesme sırasında do
nel olarak makine dairesinde veya ona yakın konuş
kuları dağladığı için kanamayı da önler.
landırılır.
electric osmosis: Elektro ozmoz; iki elektrot arasın
electric storm: Elektrikli fırtına.
daki bir diyaframdan bir sıvınıngeçiş hareketi.
electric strength: Elektriksel dayanıklık; bir yalıtkan
electric pig: Elektrik piki; demir veya hurda demir ve
veya izolatöre, bir arıza oluşturmaksızın uygulanabi
cevherinden elektrik ocaklann da (fırınlarında) yapı
lecek maksimum gerilim ya da voltaj.
lan pik.
electric vacuum cleaner: Elektrik süpürgesi; vakum
electric plant: Elektrik enerjisi üretilen tesis; elektrik
lu temizleyici.
enerjisi tesisi; elektrik santralı.
electric washing machine: Elektrikli çamaşır makine
electric polarization: 1) birincil (primer) bir pilde,
si.
elektrotlar üzerinde elektroliz artıklarının birikmesi
electric water fountain: Elektrikli sebil.
nedeniyle elektromotor kuvvetteki azalma. 2) Elekt.
electric wave: Elektrik dalgası; elektromanyetik bir
her bir atomu elektrik kuvvetine doğru hafifçe hare
dalga; Hertz dalgası; radyo iletişiminde kullanılır.
ket eden pozitif şarjından oluşan bir yalıtkana elek
electric welding: Bkz. electric arc welding.
trik akımının etkisi. 3) birim hacim başına dipol mo
electric whistle: Gemilerde kulianılan ve elektrikle ça
menti.
lıştırılan düdük; elektrikli düdük.
electric pole: Havai hat taşımak üzere yapılan direk;
electric winch: Den. elektrikli vinç; elektrik motoru
elektrik direği.
(seri motor) ile çalıştırılan ve yükleme boşaltma iş
electric polisher: Elektrikli cila makinesi.
lemleri için kullanılan vinçlerden herhangi biri.
electric potantial: Elektrik potansiyeli; birim pozitif
electric wire: Bkz. electric wiring.
elektrik şarjını, sonsuz bir mesafeden bir noktaya ge
electric wiring: Elektrik enerjisini taşıyan kablolar;
tirmek için gerekli iş.
elektrik kabloları.
electric-powered: Elektrik veya elektrik enerjisi ile ça
electrification: 1) elektriklenme veya elektrikleme. 2)
lıştırılan.
elektrikle çalıştırmak için gerekli tüm tesis ve teçhi
electric propulsion: Elektrikle yürütme veya tahrik.
zat. 2) bir cisimden elektron çıkarılması veya eklen
mesi.
eiec t ri f ıe r 186 elec t roly t i c chlorin e gene ra t
or
electrifier: Elektrikleyen şey ya da kişi.
electrify: 1) elektrikle doldurmak veya şarj etmek. 2) olarak dengelenmiş
tarafından çalıştırılanveçok
sabitkademeli
hızlı bir elektrik
merkezkaçmotoru
bir
elektrik şoku vermek. 3) uyarmak; şoklamak; heye pompa.
canlandırmak. 4) elektriği kullanmak için teçhizatlan- electroforming: Elektrikle yığma veya biriktirme yardı
mak. 4) elektriklenme; elektrik uygulama. mıyla meta! eşyaların üretimi.
electrize: Bkz. electrify. electrographic effect: Elektrograflk etki; paslandırıcı
electro: 1) Bkz. electrotype. 2) Bkz. electroplate. buharlara karşı metali daha az duyarlı yapmak için,
electro-: Elektrik, elektriksel olarak, elektrik enerjisi bir metal yüzeye katot ışınlarının etkisi.
ve elektroliz anlamlarında kullanılan bir önek. electrograph: 1) bir elektrometre veya elektrik enerji
electroanalysis: Elektroliz yardımıyla analiz. sinin etkilerini kayıt etmek için kullanılan diğer cihaz
electrochemical: Elektrokimyasai; çözelti ve iyonların ların yaptığı grafik kayıt. 2) levhaları kazıyarak süsle
kapsadığı elektriksel özellikle ilgili inceleme; kimya mek veya işlemek için kullanılan bir elektriksel ci
sal elektriğe ait. haz. 3) bir X ışını resmi; röntgen filmi. 4) fotoğraf, çi
electrochemical change: Elektrokimyasai değişim; zim vb. lerini ileten telgraf (türü) bir cihaz. 5) üreti
elektrik akımı tarafından neden olunan kimyasal de len şekil veya resim; telefoto. 6) kumaş ve duvar kâ
ğişim. ğıtlarını basan ruloyu hazırlamak için kullanılan bir
electrochemical equivalent: Elektrokimyasai eşde makine.
ğer; bir saniyede bir amperlik bir akım ile elektroliz electrohydraulic drive: Bir elektrik motorunun gücü
sırasında biriktirilen maddenin gram olarak kütlesi. nü, devir hareketi gerektiren bir yüke aktarmak için,
electrochemical series: Elektrokimyasai seriler. gemilerdeki yardımcı makinelerin kullandıkları hidro
electrochemistry: Elektrokimya; kimyasal elektrik; lik sistem; eiektrohidrolik çalıştırma veya tahrik.
elektriğin kimyasal etkilerini inceleyen bilim dalı. electro-hydraulic governor: Eiektrohidrolik regülatör
electrocute: 1) elektrikle idam etmek. 2) kaza sonu veya gavörnör; hidrolik hız düzenleme valflarını çalış
cu elektrikle ölmek. tıran bir seri solenoide sahip olan bir regülatör; boş
electrocution: Elektrik (sandalyesi) ile idam. ta çalışmadan tam hıza kadar 14 türlü hız ayarı sağ
electrode: 1) elektrot; bir batarya ya da pilde olduğu lanan ve dizel lokomotiflerde kullanılan bir gavör
gibi, bir elektrik kaynağının iki terminal veya ucun nör.
dan biri; anot ya da katot. electrokinetics: Elektrokinetik bilimi; elektrik akımları
electrode, gas: Gaz elektrotu; yüzeyine gaz emilmiş nın veya hareketteki elektrik ile ilgilenen elektrodina
bir elektrot. mik dalı.
electrode, glass: Cam elektrot; pH'ı bilinen bir çözel electrolimit gauge: Elektrolimit geyiç; imalât sırasın
tiyi, pH'ı saptanacak diğer çözeltiden ayıran ince da veya fabrikada 0,000 005 inç veya 0,000127
cam levha. mrn'ye kadar ölçebilen bir kompratör.
electrode holder: Elektrik kaynağında, elektrotu tu electroluminescence: Yüksek frekanslı eiektrik boşa
tan pense; kaynak pensesi. lımları ile üretilen ışıldama.
eiectrodeposit: Elektrolitik olarak metal yığmak; elek electrolysis: 1) elektroliz; geçen eiektrik akımının etki
trikle kaplamada olduğu gibi, elektrik akımı ile yapı si ile çözeltideki kimyasal bileşiğin iyonlarına ayrıl
lan kaplama maddesi, ması veya çözünmesi. 2) vücuttaki istenmeyen tüyle
electrodeposîtion: Elektrikle yığma ya da biriktirme; rin köklerinin elektrikli iğne ile tahrip edilmesi.
yığılacak metalin tuzunu çözelti ve kendisini elektrot electrolysis, Faraday's law of: Faraday'in elektroliz
yaparak diğer metali onun üzerinde biriktirmek. kanunları. 1) bir akım tarafından etkilenen kimyasal
electrode potential: Elektrot potansiyeli; eğer farklı değişim, geçen eiektrik miktarı ile doğru orantılıdır.
iki metal parçası bir elektrolit çözeltisine yerleştirilir 2) aynı miktar elektrik ile yığılan veya açığa çıkan
se, metaller bir iletkene bağlandığı zaman bir elek maddelerin ağırlıkları kendi kimyasal eşdeğerleri ile
trik akımı akar; akımın meydana gelmesinin nedeni doğru orantılıdır.
metal parçalarının elektrik potansiyel farklarıdır. electrolyte: Bir çözeltideki iyonlarına ayrılan ve böyle
electrodialysis: Elektrodiyaliz; elektrikle ayırma; elek likle elektrik akımını iletebilen bir madde; elektrik akı
trik akımının etkisi altındaki diyalizle bir koloyitten mı bir elektrolitten geçtiği zaman, gaz üretilir ve katı
elektrolitin ayrılması. elektrotlarda birikir; elektrolitler asit, alkali veya tuz
electrodynamic: 1) hareketli elektrik enerjisine ait. 2) olabilir.
elektrodinamik bilimine ilişkin. 3) aktif elektrik bilimi; electrolytic: 1) elektroliz ile üretilen veya elektrolize
elektrodinamik. ait. 2) elektrolit kapsayan veya elektrolite ait.
electrodynamics: Elektrik akımı ve onunla ilgili man electrolytic action: Bkz. galvanic action.
yetik kuvvetleri inceleyen fizik bilimi dalı; elektrodina electrolytically: Elektroliz ile; elektroliz yardımıyla.
mik bilimi. electrolytic capacitor: Elektrolitik kapasitör veya kon-
electrodynamometer: Elektrodinamometre; akım taşı densatör; aralarına amonyum borat ile kaplı kâğıt so
yan tek bir devrenin farklı parçaları arasında birbirini kulmuş iki uzun alüminyum parçasının silindir şekli
etkileyebilmesi ile bir elektrik akımının şiddetini ölç ne sokulması ile oluşturulan kondensatör; kondensa-
mek için kullanılan elektriksel bir cihaz. törden elektrik akımı geçtiği zaman oksit katmanı
electro-extracter: Yarı kapalı ve kapalı fid suyu devre oluşur ve bu katman bir yalıtkan gibi görev yapar.
lerinde kondenserin yoğuşum sularını boşaltan ve electrolytic chlorine generator: Elektrolitik klorin üre
bir elektrik motoru tarafından çalıştırılan pompa; teci veya jeneratörü; deniz suyunu elektroliz ederek
elektroekstrakter. sodyum hipoklorit üreten bir cihaz; kondenser boru
electro-feeder: Elektrikli besleyici (pompa); hidrolik ları içindeki deniz canlılarını öldürmek için kullanılır.
elec t roly t i c cleanin g 187 elec t ro n charg e

electrolytic cleaning: Elektrolitik temizleme; elektrolit


dalga; bir antenden yayılan elektrik dalgası.
yardımıyla temizleme.
electromagnetism: 1) bir elektrik akımı tarafından
electrolytic copper: Elektrolitik bakır; elektroliz yolu
üretilen elektromanyetizma veya mıknatısiyet. 2)
ile damıtılan ve % 99,9 oranında yüksek saflıktaki ba
elektrik enerjisi ve manyetizma arasında ilişkiyi ince
kır.
leyen fizik dalı; elektromanyetizma.
electrolytic dissociation: Elektrolitik ayrışma veya
electromechanic cutter: Elektromekanik kesici.
dissosiasyon; suda veya diğer uygun bir çözeltide
electromechanics: Elektromekanik bilimi; elektrik
çözündüğü zaman bir bileşiğin pozitif ve negatif
üreten veya elektrikle çalışan makinelerin bilimi, ör
iyonlarına ayrılması.
neğin elektrik jeneratör ve motorları.
electrolytic electrode: Elektrolitik elektrot; bir elektro
electrometallurgy: Elektroliz yolu ile metalleri cevher
lite daldırılmış negatif veya pozitif elektrot, örneğin
lerinden ayırmak veya onları eritmek, rafine etmek
akümlatör elektrotlarından herhangi biri.
vb. i için ısı enerjisi üretmek üzere elektrik enerjisi
electrolytic etching: Elektrolitik temizleme; elektrolit
kullanımı sağlayan metalürji dalı; elektrometalurji.
yardımıyla temizleme.
electrometeor: Meteo. Atmosfer elektriğinin gök gür-
electrolytic gas: Elektrolitik gaz; patlayıcı gaz; suyun
lemesi, şimşek, St. Elmo ateşi ve hale gibi görülür
elektrolizi ile üretilen 2 kısım hidrojen ve 1 kısım oksi
ve işitilebilir olayları için kullanılan bir terim; elektro-
jenden oluşan gaz karışımı.
meteor.
electrolytic iron: Bkz. Vanderloy.
electrometer: Genellikle, yüklü bir elektrot üzerine
electrolytic polishing: Metal elektrolitik polisaj veya
bir elektriksel alan nedeniyle etki yapan mekanik
parlatma; bir metali elektrolitik bir eriyikte anota bağ
kuvvetler yardımıyla, elektrik yüklerini ölçmeye yarı-
layarak ve özellikle çıkıntıları eritmek suretiyle düz
yan cihaz; elektrometre; elektrik sayacı; elektriksel
ve parlak bir yüzey sağlama işlemi.
potansiyel farkını ölçen cihaz.
electrolytic refining: Elektrolitik damıtma; elektroliz
electrometer tube: Elektrometre tüpü; özel olarak ya
yolu ile metallerin damıtılması.
pılmış bir vakum tüpü; giriş empedansı yüksek, giriş
electrolyze: Elektrolize konu olmak veya elektroliz ile
akımı alçak olan bir tüp.
ayrışmak.
eiectromeîric: Elektrometre ya da elektrometri'ye ait,
electromagnet: Çevresindeki telden yapılmış bir bo
electrometrical: Bkz. electrometric.
binden elektrik akımı geçirildiği zaman geçici olarak
electrometry: Elektriksel ölçümler yapma bilimi; elek-
mıknatıslanan yumuşak demir çubuk; elektromıkna
trometri; bir elektrometre ile ölçüm.
tıs; elektromanyet.
electromotion: 1) bir elektrik akımının hareketi. 2)
electromagnetic: 1) bir elektromıknatıs tarafından
elektrik enerjisi tarafından üretilen hareket.
üretilen veya elektromıknatısa ait. 2) elektromanye-
electromotive: 1) potansiyel farkı ile elektrik akımı
tizme sahip olan.
üretme, elektromotif. 2) elektromotor kuvvet veya
electromagnetically: Elektromanyet veya elektroman-
elektrik akımının hareketine ait.
yetizm yardımıyla.
electromotive force: 1) bir elektrokimyasal pilde (Vol
electromagnetic clutch: Elektromanyetik kavrama ve
ta pilinde) iki elektrot arasında volt türünden potansi
ya klaç; endüvisi motorun miline ve kutuplar ile sar
yel farkı. 2) elektromotor kuvvet; elektrik enerjisinin
gılarının çevrilecek mile bağlı oldukları indakşın mo
hareketini değiştirebilen kuvvet; EMF, emf, E., e. kı
tora benzer kavrama; motor ile devir düşürücü dişli
saltmaları ile belirtilir.
ler arasına yerleştirilir; electromagnetic coupling
electromotive series: Elektromotif seriler; giderek ço
olarak da kullanılır.
ğalan elektrot potansiyellerine göre elementlerin dü
electromagnetic coupling: Devir-düşürücü donanım
zenlenmesi.
lı gemi dize! motoru tesislerinde, dizel motoru ile diş
electromotor: 1) bir dinamo gibi, elektrik akımı üre
li donanım arasında bulunan bir kaplin türü; burul
ten veya uyaran herhangi bir araç (cihaz ya da maki-
ma titreşimlerinin dişlilere aktarılmasını önler; Bkz.
• ne); elektromotor. 2) bir eiektrik motoru.
electro-magnetic clutch.
electron: Tüm atomların bir parçası olan, negatif şarj-
electromagnetic energy: Işık, X ışınları, radyo dalga
lı, nükleer olmayan herhangi bir partıkül ya da par
ları gibi bir enerji türü; elektromanyetik enerji. -31
çacık; kütlesi 9,109x10 Kg; atomların her biri
electromagnetic field: Bkz. electric field, 19

electromagnetic induction: Elektromanyetik endüksi 1,602x10" kulonluk negatif şarj taşır; bir elektro
yon; manyetik flüks (akı) bir elektrik devresi ile bir nun kütlesi protonun kütlesinin 1/1800'üdür; çekirde
leştiği zaman devrede endüklenen elektromotor kuv ğin çevresinde dönen elektron sayısı, çekirdekteki
vet değişimi. pozitif şarj sayısına eşittir.
electromagnetic radiation: Elektromanyetik radyas electron affinity: 1) bir atoma bir elektron eklendiği
yon. zaman açığa çıkan enerji; elektron afinitesi. 2) bir
electromagnetics: Elelrtromanyetik bilimi; elektrik ile atom veya bir molekülün serbest elektronlarla birleş
manyetizma arasında süren karşılıklı ilişkiyi incele mesi ve negatif iyonlar oluşturması eğilimi.
yen bilim dalı; elektromanyetik. electron beam: Elektron ışını; aynı hızla aynı yönde
electromagnetic spectrum: Bir kaç milimetreden bir hareket eden elektronlar akımı.
kaç metreye kadar olan dalgalar tarafından üretilen electron capture: Bir çekirdek tarafından iç elektro
tayf veya spektra. nik kabuktan emilen bir elektronun bir tür radyoaktif
electromagnetic units (emu): cgs sisteminin elektro çürümesi; çekirdekte elektron, protonu nötrona dö
manyetik birimleri. nüştürmek için kullanılır.
electromagnetic wave: Rady. Telev. elektromanyetik eiectron charge: Elektron yükü veya şarjı; elektron
fazlalığı veya azlığından oluşan elektrik dengesizliği
electron cloud 188 electroplate
electronic lens: Paralel mıknatıslar tarafından üreti
durumu; şiddeti kulon ile ölçülür. len manyetik alanlar veya paralel levhalı kapasitörler
electron cloud: Elektron bulutu; bir elektron boşalım tarafından üretilen elektrik alanları; elektron ışınlan-
tüpünün elektrotları arasındaki boşlukta bulunan nın odaklanması için kullanılır; elektronik mercek.
çok sayıda, nispeten sabit elektronlar. electronic micrograph: Elektron mikrograf; bir cis
electron collection: Elektron toplanması; iyonlaştır min elektron mikroskopunda alınan fotoğrafı.
ma odaları ölçülerinde kullanılan ve elektron hareket electronics: Elektronik bilimi; vakum ve gazlarda
lerinin iyonlarinkine göre yüksek olmasından yararla elektronik hareketler ve vakum tüplerinin, fotoelek
nılan teknik. trik hücre vb, leri ile ilgilenen bilim.
electron distribution: Elektron dağılımı; elektronların electronic vacuum tube: Bkz. thermionic valve.
bir iyon ya da bir atom çekirdeği çevresindeki bir yö electron microscope: Elektron mikroskopu: madde
rüngede sıralanışı. nin görüntüsünü büyütmek için, ışık ışınları yerine,
electron duplet: iki atom tarafından (ek bir bağ, ku elektron ışınlarını odaklama üzere kullanılan bir mik
tupsal olmayan bir bağla paylaşılan bir çift elektron; roskop türü; optik mikroskoplardan çok daha güçlü
elektron çifti. bir cihaz.
electronegative: 1) negatif elektriksel yüke sahip electron, nuclear: Bir atomun çekirdeğinden çıkan
olan; elektrolizde anot veya pozitif elektrota hareket bir elektron; nükleer elektron.
etme eğilimi. 2) asit; metalik olmayan; elektronegatif electron octet: Sekiz elektron kapsayan bir elektron
bir madde. grubu.
electronegativity: Elektronegativite; bir bileşikte bir electron orbit: Elektron yörüngesi; bir elektronun
atomun elektronları kendine çekme kuvveti; metaller atom çekirdeği çevresinde dönerken çizdiği yol ya
düşük ve metalsiler yüksek elektronegativiteye sahip da yörünge.
tirler. electron pair: Elektron çifti; aynı yörüngeyi paylaşan
electron, extranuclear: Bir atomun çekirdeği etrafın iki elektron.
daki yörüngede hareket eden bir elektron. electron pairing: Tamamlanan bir yörünge ve oluşan
electron, free: Serbest elektron; bir atomun çekirde bağ vasıtasıyla işlem.
ğinin komşusu olmayan, fakat beta ışınlarında oldu electron shell: Bir atomda, hepsi aynı kuvantum sayı
ğu gibi serbestçe hareket eden bir elektron. sında olan bir grup elektron; elektron kabuğu.
electron gun: Elektron tabancası; elektronları topla electron specific heat: Elektron özgül ısısı; serbest
yan, odaklayan ve çıkaran katot ışın tüpünün bir par elektronlar nedeniyle bir metalin özgül ısısının bir
çası. parçası; elektron ısınma ısısı.
electronic: 1) elektronik; serbest elektronların, özellik electron theory: Elektron kuramı veya teorisi.
le vakum, gaz veya foto tüplerinde ve özel iletken ve electron tube: Elektron tüpü; X ışınları tüpünde oldu
ya yarı iletkenlerde hareketleri, yayımları ve akım ğu gibi, görevi geniş ölçüde elektronların hareketine
şeklinin uygulanmasına ilişkin. 2) elektron veya bağlı olan bir tür vakum tüpü; vacuum tube biçimin
elektronlara ait. de de kullanılır.
electronic brain: Elektronik beyin; elektronik olarak electron valence: Bir atomun tam olmayan dış kabu-
çalıştırılan türlü hesap makineleri, kompüter veya di ğundaki elektronlardan biri.
ğer cihazlar. electron volt: Elektron volt; elektron yükü kapsayan
electronic calculator: Elektronik hesap makinesi; bir partikülün, vakumda 1 voltluk bir potansiyel farkı
dört işlem, logaritma, trigonometrik hesap vb. lerini nın etkisinde kaldığı zaman kazandığı enerji; eV kı
12
kolaylıkla yapan, entegre devreler, transistor vb. te saltması ile gösterilir: 1 eV = 1.60X10" erg veya 1
-19
rinden oluşan dijital bir cihaz. eV = 1,6x10 jul'dür.
electronic charge: Elektronik yük (şarj); öz yük; electroosmosis: Elektroozmoz; bir elektromotor kuv
-19
elektrik yüklerinin doğal birimi; 1,602x20 kulon ; vet etkisinde bir sıvının bir diyaframdan geçmesi ola
10
4,803x10' elektrostatik birimi. yı-
electronic equation: Elektronik eşitlik; bir tepkimede electropathic: Bkz. electrotherapeutics.
maddenin kaybettiği veya kazandığı elektron sayıları electrophilic reagent: Elektrofilik ayıraç; elektronla
nı gösteren eşitlik. rın aşırı olduğu yerde bir bileşiğe hücum eden mi
electronic filing: Bilgisay. elektronik kütük (dosya) yar.
tutma.
electrophoresis: 1) elektroforez; akışkan bir ortam
electronic indicator: Elektronik endikatör (cihazı);
içinde, süspansiyon halinde (askıda) bulunan kolo
beygir gücünün saptanması yerine, yakıt püskürtme
idal partiküllerin, bir elektrik alanının etkisiyle hareke
ve yanma özelliklerini araştırmak üzere makine araş
ti. 2) Biof. yüklü taneciklerin bir akışkan içinden, bir
tırma ve geliştirmesi bakımından kullanılan bir cihaz;
elektrik alanının etkisi ile geçmeleri: Bkz. catophore-
basınca duyarlı eleman, senkronlaştırma ünitesi,
amplifikatör ve bir osiloskoptan oluşmaktadır. sis. 3) elektrik akımları kullanarak iyonların vücut do
kuları içine sokulmaları.
electronic ignition: Benz. Mot. silindir içinde sıkıştırı
electrophorus: Reçine, şellak vb. inden yapılmış yalı
lan hava-yakıt karışımının elektronik olarak tutuştu-
rulması; elektronik ateşleme; bataryalı bir ateşleme tılmış bir disk ve metal bir levhadan oluşan bir ci
sisteminde kullanılır. haz; endükleme yolu ile statik elektrik üretmek için
electronic ignition system: Benz. Mot. bataryalı ateş kullanılır; elektroforus.
leme sistemi parçalarına ek olarak distribütörü man electroplate: Elektroliz yardımıyla üzerinde metal bir
yetik ünite ve denetim ünitesi ile donatılmış bir ateş örtü (kaplama) biriktirmek; bu şekilde kaplanmış her
leme sistemi; elektronik ateşleme sistemi veya devre hangi bir şey, özellikle gümüş kaplama yemek [akım
si. ları.
electroplating 189 elementary
çelik
electroplating: Elektroliz yöntemi ile metal kaplama; .
galvanoplasti. electrostriciion: Bir elektrik alanının bir dielektrik ve
electropolar: Elektrikle kutup haline gelmiş; + veya - ya yalıtkan üzerindeki etkisi; elektrostrlksiyon.
kutuplanmış. eiectrosurgery: Ameliyatlarda dokuları kesmek veya
electropositive: 1) pozitif elektrik yüküne sahip olan; onlari tahrip etmek için elektrik enerjisi ile çalışan
elektropozitif; bir elektrolizde negatif elektrot veya aletlerle yapılan operasyon.
katota doğru hareket etmek eğiliminde olan. 2) baz; eleetrosynthesis: Elektrosentez; Kimy. elektrik akımı
asit olmayan; herhangi elektropozitif bir madde. yardımıyla üretilen veya yapılan sentez,
electrorefining: Elektroliz ile saf, pür veya an bir me electrotherapeutics: Elektroterapiye ilişkin.
tal üretme yöntemi; elektrikle damıtma; elektrorafi- electrothrapeutical: Bkz. eleetrotherapeutic.
ne. electrotherapeutics: Bkz. electrotherapy.
electroscope: Elektroskop; birbirinden uzaklaşan al electrotherapy: Elektroterapi; elektrik enerjisi yardı
tın varaklar (yapraklar) yardımıyla çok küçük elektrik mıyla hastalık tedavisi.
yüklerini araştırmak ve bu yüklerin pozitif ya da ne electrothermic: Elektrikle ısıtılan,
gatif olduğunu göstermek için kullanılan bir cihaz. electrothermic electrode: Elektrikle ısıtılarak eritilen
electroscopic: Elektroskopa ait, elektroskop ile ölçü (kaynak) eleklrotu; elektrotermik elektrot.
len veya bir elektroskop ile araştırilabilen. electrotype: Elektrotip. 1) elektrik kaplanarak yapıl
electrosol: Elektrosol; suya daldırılmış elektrotlar ara mış klişe. 2) böyle bir klişe ite yapılan baskı. 3) bu
sındaki ark ile üretilen, bir metalin koloidal çözeltisi. tür klişe veya klişeler yapmak.
electrostatic: Elektrostatik; durağan elektrik veya ha electrotypic: 1) elektrotipiye ait. 2) elektrotip veya
reketsiz elektrik partiküllerine ait; statik elektriğe iliş elektrotipiler kullanma; elektrotip tarafından üretil
kin. miş; elektrotip karakterine sahip olan; elektrotipik.
electrostatic charge: Statik elektrik yükü, birikimi ve electrotypy: Elektrotipi; elektrotipler yapımı.
ya şarjı. electrovalence: Elektrovalans; bir atomdan diğer bir
electrostatic field: Elektrostatik alan; hareketsiz yük atoma elektronların aktarılması ile bir moleküldeki
ler tarafından oluşturulan bir elektrik alanı. atomların birleşmesi; elektriksel bağ.
electrostatic filter: Elektrostatik filtre; bir hücre ile bu elecktrovalent bond: Bkz. ionic bond.
nun içine çapraz olarak paralel şekilde donatılmış electrum: 1) eski çağlarda kullanılan, altın ve gümü
tellerden oluşan filtre; çok yüksek gerilimli akım ile şün açık sarı renkli bir alaşımı. 2) bakır, nikel ve çin
beslenen teller tozlan toplar. konun bir alaşımı; anahtar, süs eşyası, sofra takımla
electrostatic force: Elektrostatik kuvvet; iki madde rı yapımında kullanılır; German silver, nickel silver
farklı şarjlı (yüklü) biri negatif ve diğeri pozitif olduk isimleri de verilir.
ları zaman, bu ikisi arasında uygulanan elektriksel elem.: Bkz. 1) element. 2) elementary. 3) elements.
kuvvet. element: 1) geçmişte tüm fiziksel maddeleri oluştur
electrostatic generation: Statik elektrik üretimi, oluş duğu düşünülen toprak, su, hava ve ateş gibi dört
ması veya meydana gelmesi. elemandan herhangi biri. 2) esas kısım. 3) Kimy.
electrostatic generator: Elektrostatik jeneratör; elek nükleer ayrışma istisna edilirse, farklı maddelere ay-
trik yüklerini sürekli ayırmak için kullanılan bir cihaz; rılamayan herhangi bir madde; element; tüm madde
yüksek gerilim fakat küçük miktarda yük ya da şarj ler elementlerden oluşmuştur. 4) Elekt. a) bir elektro
üreten bir cihaz. litle, birlikte etkileyerek elektrik enerjisi üreten bir çift
electrostatic hazard: Elektrostatik tehlike; statik elek metalik madde, b) pozitif veya negatif elektrot, c) bir
trik tehlikesi. elektriksel cihazın işleyen parçası: Ütünün ısıtıcı ele
electrostatic ignition: Statik elektrik tutuşması; statik manı gibi. 5) Mate, a) herhangi bir niceliğin bölüne-
elektrikle tutuşma veya iştial. meyen parçası; diferansiyel, b) bir doğru, yüzey vb.
electrostatic lens: Elektrostatik mercek; oluşan elek ini oluşturan nokta, doğru (çizgi) vb. i; eleman. 6)
trik alanlarını yüklü bir partikül ışın demeti üzerine Ask. hava kuvvetlerinin bir veya daha fazla uçaktan
odaklayıcı bir uygulama yapılan elektrotlar düzeni. oluşan temel ünitesi.
electrostatic potential: Elektrostatik potansiyel; elek element: Değişebilen veya değiştirilebilen parça; ele
trik alanının kuvvetlerine karşı yapılan iş bir noktada man: Filtre elemanı, akü plâkası vb. i.
ki elektrostatik potansiyeldir. elemental: 1) eski filozofların inandığı dört eleman
electrostatic precipitator: Elektrostatik çöktürücü; dan (toprak, hava, su, ateş) herhangi biri veya tü
Buh. Kaza. duman gazı içindeki tozlan tutmak için mü. 2) doğal kuvvetlere ait veya onlara benzeyen; fi
kullanılır; duman gazı içinde askıdaki maddeler yete ziksel evrenin özelliği. 3) esas, temel ve güçlü; başlı
rince kuvvetli bir elektrostatik alanda yüklenir ve zıt ca. 4) birinci ilkeye ait; aslî; temel; elemanter; basit;
şarjlı toplama elektrotu tarafından çekilerek toplanır, gelişmemiş. 5) esas parça veya parçalar olma 6)
electrostatics: Elektrostatik bilimi; durağan veya sta Kimy. bir elemente ait; bileşik değil.
tik elektrikle ilgilenen elektrodinamik dalı; karşıtı elemantarily: Basit bir biçimde veya tarzda.
elektrokinetik Bkz. electrokinetics. elementariness: Basit, öz veya esas olma niteliği.
electrostatic voltmeter Elektrostatik voltmetre; statik elementary: 1) Bkz. elemental. 2) birinci ilkeye ait;
şarjların (yüklerin) gerilimini ölçmek için kullanılan aslî; bir şeyin gelişmemiş veya esasına (kökenine)
bir voltmetre türü; bu tür voltmetre ile 10 bin volta ilişkin. 3) kimyasal bir elementten oluşan; bileşik ol
ka dar olan gerilimler ölçülebilir. mayan. 4) kimyasal bir element veya elemntlere ait.
electrosteel: Elektroçelik; elektrik potasında üretilen 5) basit, öz, sade; ilk; başlangıç.
el eme n t , elec t ro n ega t iv e 190 elutriatio n

element, electronegative: Elektronegatif element; ne


eliminator: Eleyen bir kişi veya şey.
gatif yük veya şarj taşıyan bir element.
elite (elite): 1) bir grubun çok dikkatle seçilmiş bir
element, electropositive: Elektropozitif element; po
parçası; elit. 2) 10 puntoya eşit ölçüde daktilo maki
zitif yük ya da şarj taşıyan bir element.
nesi harfi.
element of weather: Havanın elemanları: Sıcaklık, ba
elixir: 1) Ortaçağ simyagerlerinin esas metalleri altına
sınç, nem, bulutlar ve rüzgâr.
çevirmek veya yaşamı sonsuza dek uzatmak için
element, parent: Ebeveyn element; radyoaktif ele
araştırdıkları kuramsal bir madde; iksir. 2) Ecz. çoğu
mentlerin ayrışma serisinde en ağır, en karmaşık,
zaman tatlılaştırılmış, alkolde çözünmüş haplardan
doğal olarak görülen element.
yapılmış ilâç; ruh; alkol çözeltisi.
element, radioactive: Radyoaktif element; ani olarak
ell: Esk. uzunluk ölçüsü; esas olarak kumaş ölçmek
ayrışarak türlü ışın ve partiküller çıkaran ağır bir ele
için kullanılan Hollanda'da 0,686 ve ingiltere'de
ment.
1,143 m olan ölçü birimi; arşın; endaze.
elements, rare-earth: Nadir toprak elementler; atom
ellipse: 1) Geom. iki sabit noktadan Bkz. foci belirli
numaraları 21-39 ve 57-71 arasında olan elementler.
uzaklıktaki hareketli bir noktanın çizdiği yörünge ve
elemi: Türlü tropikal ağaçlardan üretilen merhem ve
ya şekil; elips. 2) bir koninin meyilli bir düzlemle ke
vernik yapımında kullanılan bir tür reçine.
silmesi sonucu oluşan fakat koninin tabanına dokun
elephant boiler: Fil kazan; çok büyük hacimli, üç mayan kapalı şekil.
dramlı (domlu), büyük su borulu ve dıştan fayraplı
ellipse, major axis of: Bir elipsin büyük çapı veya ek
buhar kazanı.
seni.
elevate: 1) yükseltmek; kaldırmak. 2) hacmini (ses
ellipse, minor axis of: Bir elipsin küçük çapı veya ek
vb. inin) yükseltmek.
seni.
elevated: 1) yükseltilmiş; kaldırılmış; yüksek. 2) yük
ellipsograph: Merkezleme iğnesi, kayıcı ayağı ve bir
seltilmiş demiryolu.
kolu olan ve bu kolun ucunda mürekkepli uç bulu
elevated railway: Yükseltilmiş demiryolu; yol seviye
nan ve elips çiziminde kullanılan bir cihaz; elips çi
sinden daha yüksekten geçirilen demiryolu; yollarda
zer; ellipsograf.
ki trafiği rahatlatmak için kullanılır.
ellipsoid: 1) düzlem kesitleri tümü ile elips veya daire
elevation: 1) yükseltme veya yükseltilme. 2) yüksek
ler olan solit şekil; elipsoit. 2) böyle bir katı şeklin yü
bir yer veya durum. 3) dünya yüzeyinden yukarı yük
zeyi. 3) bir elipsin, eksenlerinden biri çevresinde
seklik. 4) bina, makine, yapı vb. inin önden, üstten,
tam bir tur döndürülmesi ile oluşan katı şekil. 4) şek
yandan vb. i çizilmiş ölçekli resmi veya plânı. 5)
li elipsoite benzeyen veya elipsoite ilişkin.
Astr. herhangi bir gök cisminin ufuk üzerindeki açı
sal rakımı veya altitütü. 6) deniz düzeyinden ortala ellipsoidal: Bkz. ellipsoid.
ma yükseklik; rakım; altitüt; yükselti. ellipsoid, oblate: Bkz. oblate ellipsoid.
ellipsoid, prolate: Bkz. prolate ellipsoid.
elevator: 1) yükselten veya kaldıran kişi veya şey. 2)
elliptic: Bkz. ellipsoid.
asılı bir hücre veya kabin yardımıyla insan veya eş
elliptic: Bkz. elliptical.
yaları indirip, kaldırmak için kullanılan bir makine;
elliptic-leaf spring: Elips şeklinde yaprak yay; kam
elevator; asansör. 3) silolardaki gibi, hububatı elleç-
yonlarda kullanılır.
lemek için kullanılan, sonsuz bir kayışa bağlı kaplar
elliptic polarization: Elliptic polarizasyon; çevrimi bir
dan oluşan bir makine. 4) çoğu zaman silindirik ve
elips olan kutupsallaşma.
tahılı depolamak, boşaltmak vb. i için kullanılan de
po; tahıl ambarı; silo. 5) bir uçağın aşağı veya yuka elliptic spring: Bkz. elliptic-leaf spring.
rı hareketini sağlayan ve çoğu zaman kuyruk bölü elliptical: Elips biçiminde olan; elipse ilişkin; eliptik;
müne menteşe ile bağlanmış dümen; yatay dümen; oval ya da beyzi.
irtifa dümeni. elliptical cylinder: Eliptik silindir; tabanları elips olan
silindir.
elevator machinery: Asansör makinesi; asansörleri
elliptical gears: Eliptik veya elips şeklinde dişliler; çu
çalıştıran elektrik motoru veya bir ısı makinesi.
buk dönme hareketi elde edilen, türlü takım tezgâh
elevator machinery room: Asansör makine dairesi;
larında kullanılan dişliler.
asansör makinesi, şalterler vb. inin bulunduğu oda
elliptically: Eliptik şekilde; oval ya da beyzi bir biçim
ya da daire.
de.
eleven: 1) on ve on iki arasındaki tam sayı; on bir;
ellipticity: 1) eliptik, oval veya beyzi olma durumu;
11; XI. 2) futbolda takım.
oval şekilde. 2) bir elips, eliptik yörünge vb. inin dai
elevenfold: 1) on bir parçaya sahip olan. 2) on bir
resel biçimden ya da bir sferoitin küreden sapma
misli veya katına sahip olan; on bir misli veya katı.
açısı.
eleventh: 1) onuncudan sonra gelen; onbirinci. 2) bir
elongate: Uzamak; gerilmek; çekip uzatmak.
şeyin birbirine eşit on parçasından herhangi biri;
elongation: 1) uzama; uzanma. 2) boyu artmış; uza
1/11.
mış kısım. 3) aşırı vira ya da sıkma nedeniyle bir so
eligible: seçilir.
mun tarafından cıvatanın uzatılması. 4) bir gezege
eliminate: 1) çıkarmak; gidermek. 2) bırakmak; bir ta
nin güneşten derece olarak ölçülen mesafesi.
rafa atıvermek. 3) Ceb. eşitlikleri birleştirerek kurtul
elutriate: 1) yıkama ve süzme ile temizlemek. 2)
mak.
yıka ma ile hafif partikülleri ağır partiküllerden
elimination: Çıkarma veya çıkarılma; eliminasyon;
ayırmak. elutriation: Elütriasyon. 1) yukarıya doğru
eleme; bertaraf etme; elimine.
yönelmiş
eliminative: Çıkarma veya eliminasyon eğilimli olma.
bir akışkan akımının etkisiyle tozun hafif partikülleri-
nin ağır partiküllerden ayrılması. 2) bir iyon eşanjö-
Em. 191 em e rg e nc y sys t e m

ründen iyonların çıkarılması. S) farklı ağırlıktaki parti-


emergency battery: Emercensi (acil) batarya; aküle
külleri yıkama veya kaptan kaba aktarma ile ayırma.
rin seri, paralel veya seri-paralel bağlanmasıyla sağ
Em.: Bkz. emanation.
lanan türlü gerilim ve kapasitedeki batarya; çoğun
E.M.: Bkz. 1) electromotive. 2) engineer of mines. lukla gemilerde kullanılır.
emf: Bkz. electromotive force.
emergency brake: Oto. el freni; emercensi fren; gü
emagram: Emagram; Meteo. yüksek atmosferdeki du venlik freni.
rumları çizmek için kullanılan termodinamik bir di
emergency diesel: Den. gemilerde emercensi (acil)
yagram.
jeneratörü çalıştırmak için kullanılan nispeten küçük
emanate: Çıkmak; oluşmak; yayılmak. bir dizel motoru; emercensi dizel.
emanation: 1) Kimy. radyoaktif elementlerin bozun-
emergency escape: Emercensi çıkışı; acil çıkış; ge
ması sonucu kaçan radyoaktif gazlar, örneğin rad-
milerin şaft tünellerinin sonunda açık güverteye açı
yum'dan radon, fizyona uğrayan bir cisimden krip
lan ve içinde merdiveni bulunan ve bir tehlike anın
ton ve ksenon' un çıkması gibi. 2) doğal olarak olu
da makine dairesinin firar yolu olarak kullanılan dü
şan 219,220 ve 222 kütlesindeki izotoplar.
şey boru.
emanon: Bkz. emanation.
emerceny exit: Emercensi durumlarda çıkış ya da çı
embargo: Özellikle bir savaş önlemi olarak ticaret ge
kış kapısı.
milerinin limanlara girişini yasaklayan devlet emri;
emergency generator: Emercensi jeneratör veya di
ambargo. 2) kanunla ticarete getirilen kısıtlama;
namo; Den. çoğu zaman gemilerin filika güvertesin
özellikle belirli malların ticaretini yasaklama. 3) kısıt
de, baca içi veya özel bir kabine yerleştirilmiş ve bir
lama; yasaklama; sınırlama.
dizel motoru tarafından çalıştırılan bir elektrik jenera
embark: 1) bir gemiye binmek veya bindirmek. 2) ge törü; ana güç kaynağı arızalandığı zaman geminin,
miye çıkmak; gemiye koymak. 3) gemiye gitmek. özellikle makine dairesinin bazı yerlerini aydınlat
embarkation (embarcation): Gemiye binme veya bin mak, nadir olarak sintine pompasını vb. çalıştırmak
dirme; yükleme. için kullanılır.
embarkment: Gemiye binme veya bindirme; yükle
emergency governor: Bkz. emergency trip.
me.
emergency pipes: Buh. Türb. yüksek basınç veya al
embay: 1) korumak ya da müdafaa etmek için (gemi
çak basınç türbinlerinin biri arıza yaptığında, makine
vb. ini) bir körfeze koymak veya zorlamak. 2) bir kör
ye buhar vermek için kullanılan boru veya borular;
fezdeki gibi hapsetmek veya kuşatmak; kapamak.
emercensi borular; acil durum boruları.
embed: 1) etrafını çevreleyen bir kütle ile sağlam şe
emergency power: Den. bir jeneratör veya akü batar
kilde sabitleştirmek. 2) oturan bir geminin deniz dibi
yası tarafından sağlanan güç; emercensi güç devre
ne yerleşmesi veya gömülmesi.
sini besler; emercensi güç; acil durum gücü.
ember: 1) ateşten kalan parlak bir parça kömür,
emergency power system: Elekt. Ana güç kaynağın
odun, turp vb. i; özellikle küllerin arasında böyle için
da bir arıza oluştuğu zaman makine dairesinin belirli
için yanan parça. 2) Çoğ. yanmadan geriye kalan
kısımlarını ve seyir ışıklarını aydınlatmak üzere ve ba
ışık ve duman çıkaran fakat aievi olmayan parça.
zı yardımcı makineleri çalıştırmak amacıyla kullanı
emblage: 1) ışıklandırmak; aydınlatmak. 2) tutuştur lan bir sistem; emercensi güç sistemi.
mak.
emergency pump: 1) Gem. Mak, emercensi pompa:
emblem: 1) bir şeyin, bir fikrin, insan sınıfı vb. inin
çalışmaya hazır durumda bekletilen ve çalışan diğer
görünür bir sembolü; simge; amblem. 2) işaret, ni
pompanın arızası nedeniyle çok kısa bir sürede dev
şan, rozet, alâmet veya cihaz; alâmeti farika. 3) ya
reye sokulan, bazan otomatik olarak çalışan bir pom
pımcı firmanın özel işareti. 4) otomobil forsu.
pa; stand-by pump şeklinde de kullanılır. 2) gemile
embow: Yay şekli vermek için bükmek. rin su ile dolan bölümlerini boşaltmak için kullanılan
embrittlement: Metal, gevreklik; bir gaz veya başka bir pompa.
yabancı maddelerin girişi, iç oksitlenme veya bazı
emergency signals: Den. emercensi işaretler; yan
korrozyon türleri nedeniyle bir metalin gerilme etki
gın alarmı, filika talim işaretleri, gemi kaptanı tarafın
siyle kırılmaya karşı yeteneğinin artması.
dan oluşturulan diğer emercensi sinyaller veya işa
embrown: Rengi yönünden koyulaştırmak; daha ko retler.
yu yapmak; kahverengi yapmak.
emergency squad: Den. emercensi tim, ekip; genel
emerald: 1) parlak yeşil renkli, saydam, değerli bir
emercensi dışında, emercensi görevler için kullanıl
mücevher taşı; zümrüt. 2) korindon'un Bkz. corun
mak üzere kaptanın organize ettiği bir ekip; bu eki
dum benzer türü. 3) parlak yeşil renk; zümrüt yeşili.
bin işaretleri, seyir ve genel alarm işaretleri ile karıştı
4) Matb. yaklaşık 6,5 puntoluk harf ya da harfler. 5)
rılmamalıdır.
zümrütten yapılmış.
emercency steaming: Bun, Tür. ana makinenin yük
emerge: 1) bir sıvıdan yükselmek veya çıkmak. 2)
sek basınç ve alçak basınç ünitelerinden herhangi
meydana çıkmak; görünür, görülür veya bilinir ol
biri çalışamayacak şekilde arıza yaptığı zaman kulla
mak.
nılan emercensi borularla, makineye buhar verme
emergence: 1) görünür olma; çıkma. 2) hasıl olma;
ve onları çalıştırma işlemi.
zuhur etme.
emergency switchboard: Gemilerde kullanılan, ana
emergency: Ani, genellikle beklenmedik bir olay ve
elektrik güç kaynağında arıza oluştuğu zaman devre
ya acil hareketi gerektiren olaylar dizisi; Gem. Mak.
ye sokulan, emercensi güç kaynağının dağıtım tablo
emercensi; acil; ani bir gereksinimde kullanmak
su; acil durum dağıtım tablosu.
için.
emergency system: Emercensi sistem; yük ve yolcu
emerge nc y t ri p 192 em ul sio n carbure t o r

gemilerinde bir dereceye kadar ana güç kaynağına


molekülsel formülü C 6 H 6 iken, ampirik formülü
benzeyen ve acil durumlarda yararlanılan sistem;
emercensi jeneratör veya bataryadan oluşur. CH'-
tır.
emergency trip: Emercensi trip; Gem. Mak. özellikle
empiricism: 1) deneysel yöntem; gözlem ve
jeneratör çeviren gemi türbinlerinde herhangi bir ne
deneyim ile bilgi araştırma. 2) bilimsel ilkeleri
denle yükselen devir sayısının tehlikelerini önlemek
gözardı etme ve sadece deneyime güvenme.
için buhar valfını kapatan bir cihaz; mekanik ve yağ
basıncı ile çalışan hidrolik türleri bulunur. empiricist: 1) deney ve gözlem yöntemleri kullanan
kişi. 2) bilimsel ilkeleri bilmeyen ve sadece pratik de
emersed: Su yüzüne çıkmak, özellikte bazı belirli su
neye güvenen.
bitkileri gibi su yüzünde duran.
employ: 1) kullanmak. 2) iş sağlamak ve bunun için
emery: Korindon, manyetit veya hematit ve kuvarz-
ödeme yapmak. 3) kiralamak; bir hizmet ve işte kul
dan oluşan koyu renkli, çok sert, iri taneli bir karı
lanmak.
şım; aşındırma, parlatma vb. i için kullanılır.
employable: İş için kiralamak üzere fiziksel ve zihin
emery board: Tırnak törpüsü; manikür işlerinde
sel yeterlik; kullanılabilir; istihdam edilebilir.
kulla
nılır.
employee (employe): Bir başkası veya bir iş yeri ta
rafından bir ücret karşılığı çalıştırılmak üzere kirala
emery cloth: Zımpara bezi; zımpara tozu ve tutkal ka
nan kişi; işçi; memur; employe şeklinde de kullanı
rışımı ile kaplanan bez; metalleri temizleme ve cilala
lır.
ma için kullanılır.
employer: 1) bir ücret karşılığı çalışmak üzere bir ve
emery paper: Zımpara kağıdı.
ya daha fazla kişiyi kiralayan kişi veya işyeri; patron
emery powder: Zımpara tozu.
veya işveren. 2) kullanan.
emery w heel: Zımpara taşı; çoğu zaman bir elektrik
employment: 1) iş verme veya istihdam. 2)
motoru tarafından yüksek devirle döndürülen taş.
kullanılan bir şey; iş; meşgale; görev veya vazife.
emetin: Bkz.
emetine. empty: 1) içinde bir şey olmayan; boş; bir şey kapsa
emetine: Altın kökünden (ipeka) elde edilen ve kustu mayan. 2) içinde kimse olmayan; işgal edilmemiş;
boş; münhal. 3) bir şey taşımayan; çıplak. 4) değer
rucu olarak kullanılan bir alkaloit, C 29 H 40 N 2 O 4 .
E.M.F. (e.m.f., EMF, emf ): Bkz. electromotive for siz; kıymetsiz faydasız veya yararsız. 5) boşaltmak;
ce. tahliye etmek. 6) bir şeyi akıtmak veya dökmek. 7)
boşalmak. 8) akmak.
emission: 1) dışarı çıkarma; çıkarma; yayma; neşret
me. 2) deşarj etme. 4) Rady. emisyon; neşriyat; ya empyrean: Göksel; göğe ait.
yın. empyrean: 1) en yüksek gök; göğün en yüksek kıs
emission spectrum: Emisyon tayfı veya spektrası; mı, özellikle sırf ışık ve ateşten küre. 2) gök; göksel
görünür alanda enerji frekansları yayan bir gövde sema; gök kubbe; göksel.
nin oluşturduğu tayf veya spektra. E.M.U. (e.m.u., emu): Elektromanyetik birimler.
emissive: Boşalma, deşarj veya boşalma gücüne sa emulsification: Emülsiyon yapma; emülsiyon yapıl
hip olan. mış.
emissive power: Boşalma gücü; bir cismin birim yü emilsified: Subye haline getirilmiş, dövülmüş, çarpıl
zeyinden bir saniyede neşredilen ısı miktarı; cismin mış; emülsiyon haline getirilmiş.
sıcaklığı ve yüzeyin tabiatına bağlıdır. emuisifier: Sabit veya uçmaz yağ emülsiyonu yap
emissivity: 1) çıkarma, boşalma, neşretme kapasitesi mak için kullanılan jelatin, zamkı arabî vb. i gibi bir
veya eğilimi. 2) çıkarma, boşalma ya da neşretme madde.
miktarı. emulsify: Emülsiyon oluşturmak; emülsiyon şekli ver
emit: 1) neşretmek; çıkarmak; boşalmak. 2) çıkarmak mek.
(ses vb. i) 3) neşretmek veya basmak (kağıt para emulsifying agent: Emülsiyon oluşturan ve devam
vb. i); yaymak. 3) bir kaynaktan enerji, ışık, radyas et tiren bir madde; bir sisteme eklendiğinde
yon, madde, ses, gaz veya koku neşretmek ya da çı emülsiyo nu dengeleyen bir madde; örneğin sabun,
karmak; yaymak. yağ/su devrelerinde bu tür bir madde olarak kullanılır.
emiter: Emitör; bir transistörde akım taşıyıcıların aktı emulsion: Emülsiyon. 1) bir sıvının çok küçük parça
ğı bölge; p-n-p transistörlerde emitör p türünden bir cık veya zerreler halinde, çözünemeyeceği bir baş
yarı iletken (çoğunlukla germanyum), n-p-n transis ka sıvı içinde dağılmış, oldukça dayanıklı ya da sabit
törde ise n türünde ve elektron bakımından zengin bir süspansiyonu. 2) birbiri ile karışamayan iki sıvı
dir. dan birinin diğeri içersinde çok küçük damlacıklar
halinde dağılmış olduğu bîr karışım. 3) su ile karış
empennage: Bir uçağın dümen, dengeleyici ve yük
mayan türden en az bir sıvının, diğeri içersinde, ça
seltici kısımlarının bulunduğu kuyruk bölümü.
pı genellikle 0,1 mikronu aşan kürecikler şeklinde
empiric: 1) bilimsel ilkeleri bilmeyen ve sadece pratik
dağılmış olmasıyla oluşan heterojen bir sistem. 4)
deneyimlere güvenen kişi. 2) belirli eğitimi olmayan
Ecz. a) yapışkan bir madde yardımı ile suya benzer
kişi; şarlatan. 3) ampirik.
bir sıvı içinde askıda olan yağımsı bir madde ile ha
empirical: 1) sadece deney ve gözleme dayanan. 2)
zırlanan ilâç, b) Foto. jelatin veya kolodiyon içinde
bilimsel ilkelere başvurmadan pratik deneyimlere gü
bir gümüş tuzu süspansiyonu; film ve levhaları kap
venen veya dayanan.
lamak için kullanılır.
empirical formula: 1) ampirik formül; matematiksel
bir kökene dayanmayan ve deneyler sonucu oluşan emulsion carburetor: Emilsiyon karbüratörü; ana me
formül. 2) bir moleküldeki atomlar arasında en basit mesinden sıvı yakıt yerine hava-yakıt emülsiyonu ve
sayısal oranlar veren bir formül, örneğin benzenin ren ve venturisi bulunmayan karbüratör.
em ul sio n je t 193 e n erg y

emulsion jet: Bern. Mot. sadece sıvı yakıt yerine ha- end mill: Parmak freze bıçağı.
va-benzin emülsiyonu veren karbüratör memesi ve endo-: İçinde, içersinde anlamında bir önek.
ya nozulu. endosmosis: Ozmosiste, daha yoğun olanla karış
emulsion, nuclear: Nükleer emülsiyon; iyonlayıcı par- mak için daha az yoğun bir sıvının yan geçirgen bir
tiküllerin yörüngelerini gözlemlemek üzere, özellikle diyaframdan daha hızlı geçişi; endosmosis.
yapılan bir fotoğraf emülsiyonu. endosmotic: Endosmosise ilişkin.
emulsive: 1) emülsiyon tabiatına sahip olan. 2) emül endothermal: Bkz. endothermic.
siyon oluşturan. endothermic: Endotermik; ısı emilişinin olduğu yerde
enamel: 1) koruyucu veya süs olarak metal, cam vb. meydana gelen kimyasal değişime ait veya onu be
i yüzeyleri kaplamak için kullanılan cama benzer lirten; tüm çevreden ısı emen işlem; karşıtı exother
mat bir madde; emaye; emay. 2) emayeye benze mic.
yen herhangi düzgün, sert, cama benzer kaplanmış end pin: Uç pini.
yüzey. 3) emayelenmiş herhangi bir şey. 4) kurudu end play: Gezinti klerensi veya boşluğu; milin eksen
ğu zaman düzgün, sert ve parlak bir yüzey oluştu yönünde oynaması; yan boşluk; yatakların gezinti
ran boya ve vernik. 6) emaye ile kaplamak. 7) türlü payı.
renklerle süslemek. 8) emayeye benzer kaplama ve end point: Son nokta; bir asitin alkali ile nötrleştirildi-
ya yüzey şekli vermek. ği nokta veya tersi; nötrleştirme noktası.
enameler (enameller): Emaye yapan kişi veya şey. end product: 1) herhangi değişimler, işlemler veya
enamel film: Emaye kaplama; emaye katmanı veya kimyasal tepkimeler serisinin son ürünü. 2) bir rad
tabakası. yoaktif serinin son üyesiyle oluşan kum ve kil gibi
enamel insulated: Emaye ile yalıtılmış veya izole edil son ürünler.
miş; emaye izoleli; emaye yalıtımlı. end tanks: Den. can filikalarının baş ve kıç tarafların
enamelware: Emayelenmiş metalden yapılmış mutfak da bulunan üçgen şeklindeki tanklar; uç tankları.
eşyaları. endue: 17 Nad. Ola. giymek, giydirmek veya örtmek.
encase: 1) tümü ile kaplamak; kapamak. 2) bir san 2) sağlamak (bazı şeylerle); indue olarak da kullanı
dık veya sandıklara koymak; incase olarak da kulla lır.
nılır. endurable: Dayanabilir.
encasement: Beton ve benzeri ile çevresini sarma. endurance: 1) dayanma. 2) dayanma gücü, özellikle:
encaustic: Yakılmış; yakma işlemi ile yapılmış; ısı ile a) dayanma, devam etme veya baki kalma yeteneği.
yapılmış: bu şekilde yapılmış çini; kızgın demir ile b) ağrı, ızdırap, yorgunluk vb. ine dayanma yetene
eritilmiş mumla boyama ve dekore etme yöntemi; ısı ği; metanet; tahammül. 3) süreklilik; devamlılık. 4)
ile renkleri sabitleştirme. seyir yarıçapı.
enclose: 1) çevresini çit veya parmaklıkla çevirmek; endurance failure: Krankşaftlarda kırılma; endürans
kuşatmak; içine almak; tüm çevresini kapamak. 2) kırılması; eğilme ve tersinir burulma gerilmelerinden
bir deponun içine sokmak. 3) kapsamak; ihtiva et gelen gelişebilir çatlaklardan oluşur.
mek; inclose şeklinde de kullanılır. endurance limit: Endürans (dayanma) sınırı veya li
enclosed machine: Kapatılmış makine; içi ile dışı ara miti; kırılmaya neden olmaksızın sonsuz kere uygula
sında hava değişimi olmayan makine; yeterince ha nan maksimum gerilme; fatique limit biçiminde de
va sızdırmaz makine. kullanılır.
encode: Bilgisay. kodlamak. endurance ratio: Bkz. fatigue.
encrust: 1) bir kabukla kaplamak. 2) kabuk oluştur endure: 1) dayanmak (ağrı, yorgunluk, vb. i), taham
mak. mül etmek; katlanmak. 2) devam etmek, baki kal
encumber: 1) mani olmak; engel olmak; engellemek. mak; dayanmak. 3) çekinmeksizin ağrı vb. ine
2) kapamak; tıkamak. 3) doldurma ve yüklemeye en lanmak; indure biçiminde de kullanılır.
gel olmak. 4) sorumluluk altında bırakmak; incum enduring: 1) dayanıklı; sürekli veya devamlı. 2)
ber biçiminde de kullanılır. lı; tahammüllü.
endamage: Zarar vermek; hasar vermek; hasara uğ end user: Bilgisay. uç kullanıcı.
ratmak. endways: 1) dik; dikine; dikey olarak. 2) ucu iye
endanger: Tehlike, zarar veya kayıp vermek veya teh doğru. 3) boyuna. 4) uçtan uca.
like etkisinde bırakmak; tehlikeye atmak. endwise: Bkz. endways.
end assembly: Rod başlığı parçaları. energetic: Enerjiye sahip olan veya enerji gösteren;
end bearing: uç bilya; mil başı yatağı; uç yatak. enerjik; kuvvetli; güçlü; etkili; faal.
end dow el: Uç saplaması; uç pini. energetically: Enerjik olarak; enerjik tarzda; enerji
endless: 1) sonu olmayan; sonsuz; daima devam ile.
eden: ebedî; hudutsuz; nihayetsiz. 2) çok uzun sü energetics: Enerji yasalarını inceleyen bilim dalı.
ren veya devam eden; bitmez; tükenmez. 3) uçları energize: Enerji vermek; harekete getirmek; Fiz. rad
birleştirilerek kapalı bir çember şekli alan ve dişli, te yoaktif duruma getirmek; enerji göstermek aktif ya
ker vb. leri üzerinde sürekli olarak hareket eden: Ör da faal olmak.
neğin sonsuz zincir. energy: 1) Fiz. iş yapma ve direnci karşılama kapasi
endless chain: Palanga ya da ceraskallarda kullanı tesi. 2) enerji; erke; kudret. 3) verimli bir şekilde ge
lan ve ucu olmayan zincir; sonsuz zincir. çirilen dayanıklık veya güç. 4) potansiyel veya dura
endless screw: Sonsuz vida. ğan kuvvetler; kuvvetli girişim için kapasite. 5) Çoğ.
endlong: 1) boyuna veya uzunluğuna. 2) dik, dikine. böyle güçler.

Teknik Sözlük - F. 13
energy band 194 engine fuel system
blok.
energy band: Enerji bandı; izole edilmiş veya yalıtıl engine clutch: Mak. Oto. ana debriyaj; otolarda mo
mış atomlarda yörüngesel elektronlar. toru iletim (iletme) organlarına bağlayan kavrama;
energy band diagram: Enerji band diyagramı; bir pedal, baskı ve debriyaj balatası ile telinden oluşur;
metal için enerji bantlarını göstere diyagram. klaç.
energy barrier: Enerji engeli; enerji maniası; bir siste engine cooling: Makinenin soğutulması; Mot. su, ha
mi faaliyete geçirmek için sağlanması gereken enerji va veya yağla soğutma.
miktarı. engine department: Makine bölümü veya departma
energy carrier: Enerji taşıyıcı; akaryakıt taşıyan ge nı.
mi. engine displacement: Makine deplasmanı; her bir
energy cell: Enerji hücresi; hava hücresi; yüksek de pistonun tam bir stroku (kursu) dikkate alınarak tüm
virli makinelerde iki bölümden oluşan yanma odası; silindirlerde pistonlar tarafından süpürülen toplam
3
Lanova hücresi adı da verilir. hacim; toplam strok hacmi; gemi makinelerinde m ,
energy, Chemical: Bkz. Chemical energy. 3
kara taşıt araçlarında litre ya da cm ile belirtilir.
energy, heat: Bkz. heat energy. engine driven: Makine tarafından çalıştırılan.
energy, kinetic: Bkz. kinetic energy. engineer, chief: Bkz. chief engineer.
energy, iuminous: Işık enerjisi; ışığın cisimleri gözle engineer, civil: Bkz. Civil engineer.
görünür hale getiren radyan enerjisi. engineer, electrical: Bkz. electrical engineer.
energy, mechanical; Bkz. mechanical energy. engineer, erection: Montaj mühendisi.
energy, nuclear: Bkz. nuclear energy. energy, engineer, first assistant: Gem. Mak. Birinci mühen
potential: Bkz. potential energy. dis; ikinci makinist.
energy, radiant: Radyan enerji; ısı ve ışık yayan ener engineering: T) gemi, yol, köprü, bina, uçak, istih
ji; madde transferi olmaksızın elektromanyetik dalga kam, su yolları vb. lerinin planlanması, dizayn edil
lar tarafından iletilen enerji. mesi, inşa ve yönetilmesi; bir mühendisin bilim, mes
energy, thermal: Bkz. thermal energy. lek veya işi; mühendislik. 2) manevra yapma veya
energy unit: Bio. enerji birimi veya ünitesi; iyonlaştı- yönetme.
ran radyasyonun etkisiyle dokudaki bir noktanın, engineering log: Makine jurnali; makine dairesi veya
emdiği enerji gram başına 93 erg olduğu zaman aldı makine tesisindeki önemli günlük olayları kayıt et
ğı doz. mek için kullanılan büyük boy, kalın, ciltli defter.
enforce: 1) kuvvet vermek; kuvvetlendirmek; pekiştir engineering thermodynamics: Mühendislik termodi
mek. 2) zorla yaptırmak; mecbur etmek; kuvvetle namiği; Bkz. Thermodynamics.
empoze etmek. engineer, mining: Maden mühendisi.
enforcement: Uygulama, tatbik. engineer, nuclear: Bkz. nuclear engineer.
eng.: Bkz. 1) engine. 2) engineer. 3) engineering. engineer officer: Ask. Den. makine bölümünün emir
engage: 1) angaje etmek; kiralamak; çalıştırmak; ser verme yetkisi olan kişisi; makine bölümündeki kişile
visler için hazırlamak; işgal etmek. 2) birbirine geç rin başı; makine zabiti; mühendis subay; ABD'nde
mek (dişliler gibi) 3) kendini meşgul etmek. 4) işe al kullanılır.
mak; tutmak. engineer, second assistant: Gem. Mak. ikinci mü
engaged: Birbirine geçmiş; meşgul; kiralanmış. hendis; üçüncü makinist.
engagement: Meşguliyet; mecburiyet; randevu; çalış engineer, third assistant: Gem. Mak. Üçüncü mü
ma veya çalışma süresi; birbirine geçme (dişli gibi). hendis; dördüncü makinist.
engaging pawl: Mak. manyeto tırnağı veya çakmağı. enginer's bell book: Ask. Den. mühendis veya
Eng.D.: Doctor of engineering: Mühendislikte dok maki nistin kayıt defteri; makine devir sayısı, türlü
tor. manev ralar ve türlerinin, hız değişimlerinin kayıt
engine: 1) mekanik enerji veya iş üretmek üzere ener edildiği (makine jurnalinden ayrı) bir defter veya
ji kullanan herhangi bir düzenek. 2) türlü enerjileri jurnal.
mekanik enerjiye dönüştüren düzenek; özellikle bir engineer's scale: Ölçekli cetvel; mühendislerin kul
başka makineden ilk hareket almak için kullanılan landığı, genellikle üç ölçekli cetvel; resim büyütme
bir makine. 3) demiryolu lokomotifi. 4) herhangi bir veya küçültme işlemleri için kullanılır.
cihaz ya da makine. engineer's taper: Bkz. taper
engine altimeter: Aşırı doldurman bir makinenin ha gauges.
va manifoldundaki basınca karşın yükseltiyi göster engineer's workshop: Makine mağazası; atelye; içer
mek için kullanılan bir cihaz; makine altimetresi ve sinde türlü takım, takım tezgâhı, kaynak cihazı vb. i
ya yükselti göstergesi. bulunan ve gemi mühendis ya da makinistlerinin za
engine auxiliaries: Bir ana makineyi çalıştırmak için man zaman çalıştıkları yer.
gerekli yardımcı makinelerin tümü; makine yardımcı engine, finished with: Den. makine tamam; makine
ları; ana makine yardımcıları. ile manevra sona ermiştir.
engine base: Mot. silindir kapağı, silindir bloku ve engine fuel system: 1) Diz. Mot. yakıtın depolama
üst karteri taşıyan ve motoru döşeğine bağlayan kı veya çift dip (dabılbotum) tanklarından silindirlere
sım; alt karter veya bedpleyt; Bkz. bedplate. kadar iletildiği sistem; makine yakıt sistemi. 2) Ben.
engine block: Makine veya silindir bloku; üst kısmı si Mot. yakıtın hava ile karışık olarak silindirlere iletildi
lindir kapağı ile kapatılan ve çoğu zaman içersinde ği benzin deposu, benzin pompası ve karbüratörden
bir gömlek bulunan, motorların hareketsiz kısmı; oluşan devre veya sistem.
engine heat balance 195 enric h

engine heat balance: Makine ısı dengesi; ısı balansı; resinden trotul valf, kelebek valf yolu ile makineye
İçt. Yan. Mak. silindirde yakılan yakıtın oluşturduğu verilmesini sağlayan valf; makine stop valfı.
ısının effektif işe çevrilen, egzoz gazlan, soğutma su engine sump: Diz. Mot., Buh. Mak. makine altında
yu ve ışınım ile götürülen miktarlarını veren diyag bulunan, kirli ve sıcak yağlama yağının depolandığı
ram; Bkz. Sankey diagram. tank; samp tank. 2) makine alt karteri veya bedpley-
engine house: Yangın söndürme araçlarının yerleşti ti; makine sampı.
rildiği bina; yangın istasyonu; itfaiye merkezi. engine torque: Makine torku, momenti veya çekişi;
engine indicator: Makine endikatör (endikeyter) ciha bir mile dik olarak bir kuvvet uygulandığı zaman tork
zı; Buh. Mak. Mot., Komp. silindirlerinden türlü ba ya da döndürme kuvveti üretilir.
sınç hacim (p-V) veya endikeyter diyagramları al engine troubles: Türlü makinelerin çalışması sırasın
mak için kullanılan bir cihaz. da oluşan ve çoğu zaman işletme kitaplarında belirti
engine load: Makinenin yükü; herhangi bir devir sayı len sorunlar ya da arızalar; makine arızalari; makine
sında makinenin ürettiği hp veya kW türünden bey- sorunları.
girgücü veya güç. engird: ihata etmek; kuşatmak.
engineman: Ask. Den. (ABD) makine personelinden Englar distillation: Petrolün kaynama noktalarını sap
bir Kişi; makinist; dizel motorları, dizel jeneratörler, tamak için kullanılan bir lâboratuvar yöntemi.
3
damıtma tesisi, soğutma ve havalandırma sistemleri, Englar viscosimeter: 20°C sıcaklıktaki 200 cm su
hidrolik sistemler, vinçler, kreynleri çalıştıran ve ge yun belirli kesit ve boydaki Kanaldan saniye türün
rekli kayıtları tutan, raporları yazan kimse. den geçiş süresine göre, herhangi bir yağlama yağı
engine officer: Den. makine zabiti. veya yakıtın viskozitesinin ölçümünde kullanılan bir
engine oil gallery: Bkz. oil header. viskometre; Engler viskometresî ya da viskozlmetre-
engine oils: Türlü makine parçaları ve yatakların yağ si.
lanmasında, kompresörlerde, gemilerin pervane şaft English monkey wrench: İngiliz anahtarı,
larında kullanılan yağların tümü; makine yağlar; hay engr.: Bkz. engineer.
vansal, bitkisel yağlarla karıştırılmayan mineral ya engraving: 1) baskı için metal levha, ağaç bloklar vb.
da ham petrolden elde edilen yağlar. i üzerine şekil, arma vb. i oyma veya hakketme İşi,
engine orders: Makine komut veya kumandaları; işlemi veya sanatı, oymacılık; hakkâklık. 2) oyularak
özellikle manevralar sırasında makineye yaptırılması yapılmış levha, dizayn vb. 3) hak edilmiş yüzeyden
istenen tamyol, yarımyol, ağıryol ileri veya geri ma yapılmış herhangi bir baskı ya da klişe.
nevraları. engraving machine: Oyma ya da klişe makinesi.
engine overhaul: Makinenin bakım, tutum ve onarı enhanced: Geliştirilmiş.
mı; makinenin denetim amacıyla gözden geçirilme enkindle: 1) alev yapmak; alevlendirmek. 2) yakmak;
si; Gem. Mak. overhol. tutuşturmak.
engine power: Mot, Bub, Mak. Buh. ve Gaz Türb. ma enl.: Bkz. enlarge. 2) enlarged. 3) enlisted.
kineler tarafından üretilen güç; makine gücü. enlarge: 1) daha geniş olmak veya yapmak; genişlet
engine ratings: Makine personeli; makine müretteba mek; ölçüsü, hacmi vb. ini büyütmek. 3) Foto. daha
tı; mühendisler veya makine zabitleri dışında kalan büyük ölçüde oluşturmak.
personel; lostromo, yağcı, ateşçi, silici, fiter vb. i kişi enlargement: 1) büyütme veya büyütülmüş. 2) ilâve
ler. edilerek büyütülen şey. 3) Foto. ağrandizman: bir fo
engine room: Makine dairesi; makine ve onun çalış toğrafı daha büyük ölçekte genişletmek.
masını sağlayan yardımcı makineler, türlü pompa enlarger: 1) büyüten kişi veya şey. 2) Foto. ağrandi-
lar, boru devreleri, türlü gösterge ve kontrol cihazı zör; daha büyük ölçeklerde fotoğraf büyütme cihazı.
vb. lerinin bulundukları hacim veya yer. enlink: Mak. bağlatmak; kavramak; hareket mekaniz
engine room casing: Gem. Mak. makine kaportası. masını makinenin iletim organlarına bağlamak.
engine room log book: Makine dairesi jurnali. enmesh: Mak. dişlileri birbirine geçirmek; vites geçir
engine room stores: Makine dairesi araç ve gereçle mek.
ri. ennead: Dokuzdan oluşan bir grup veya set (kitap
engine room telegraph: Makine dairesi telgrafı; Esk. vb.).
gemilerde manevra sırasında makinenin ileri geri ha enneagon: Dokuz kenarı ve dokuz açısı oları düzlem
reketlerini sağlamak üzere köprüüstünden makine bir şekil; dokuzgen; Bkz. nonagon,
dairesine verilen komutları düzenleyen aygıt. enneahedral: Dokuz yüze sahip olan; dokuz yüzlü;
engineery: 1) makinelerin tümü; makineler. 2a) sa şeklinde olan.
vaş araçları, b) bu tür araçların yapım sanatı. enneartedron: Dokuz yüzeyi olan sölit şekil; dokuz
engine seat: Makine döşeği; Bkz. foundation. yüzlü.
engine shaft: Pompalama makinesinin yerleştirildiği, enormous: Normal ölçü, sayı veya dereceden çok
maden ocağı girişi. fazla; aşırı; büyük ölçüye ilişkin; çok iri; çok geniş
engine speed: Makinenin devir sayaçları veya kavun- veya vasî; hudutsuz; çok büyük.
terden okunan, dakikada devir olarak hızı; makine enormously: Aşırı derecede; çokça; çok büyük; hu
hızı; makine devir sayısı. dutsuz; sınırsız; ölçülemez.
engine starters: Makinelerin ilk hareketlerini sağlayı enregister: Kayıt etmek; sicile kayıt etmek; sicil defte
cılar; makine starterleri; ilk hareket verenler: a) Diz. rine kayıt etmek.
Mot, marş motoru, hava motoru vb. i. b) Gaz. Türb. enqueue: Bilgisay. kuyruğa koymak.
hidrolik motoru, marş motoru, hava motoru vb. enrich: 1) zengin veya daha zengin yapmak; zengin
engine stop valve: Pist. Buh. Mak. buharın stim dev leştirmek. 2) daha büyük değer veya önem vermek.
enriched 196 epicyclic train

3) gübrelemek (toprağı). 4) besin değerini yükselt


da nokta.
mek (ekmek, vb. i için) vitamin, mineral vb. lerini ek
environ: Kuşatmak; ihata etmek; çevrelemek; sar
lemek. 5) bir nükleer reaktörde kullanılmak üzere
mak; içine almak.
uranyumu zenginleştirmek.
environment: 1) kuşatma veya kuşatılma. 2) İhata
enriched: Zenginleştirilmiş; zenginleştirilmiş uran
eden veya saran (içine alan) şey; çevre; muhit.
yum.
environmental: Çevre ya da muhite ait.
enriched crude oil: Petrol gazları ya da diğer karbon
enzym: Bkz. enzyme.
lu hidrojen bileşikleri eklenmiş ham petrol; zengin
enzymatic: Bir enzim veya enzimlerden türeyen, enzi
leştirilmiş ham petrol.
me benzeyen veya enzime ait.
enriched material: Zenginleştirilmiş madde. 1) kapsa
enzyme: Bitki ve hayvan hücrelerinden üretilen ve ka
dığı izotoplardan biri veya daha fazlasının miktarı art
23 5 talitik etki ile diğer maddelere dönüşüme neden
tırılmış olan madde. 2) içindeki U izotopu mikta
olan türlü organik maddelerden herhangi biri; en
rı, normal miktara göre arttırılmış olan uranyum.
zim.
enriched reactor: Nük. Ener. zenginleştirilmiş reak
235 eon: Çok uzun veya sonsuz zaman periyotu.
tör; yakıtı zenginleştirilmiş uranyum veya U , plü eosin: 1) kömür katranından elde edilen gül rengi bir
tonyum ya da bunların bileşimi olan reaktör.
boya ve asit-baz ayıracı, 2) kömür katranından elde
enriched uranium: Zenginleştirilmiş uranyum; zincir
edilen diğer, türlü kırmızı boyalardan herhangi biri;
leme tepkime veya fizyona katılan atomları çoğaltı
eosin; kırmızı mürekkep yapımında, boyama işlerin
lan uranyum; % 5 zenginleştirilmiş uranyum, atomla
de kullanılır.
rının % 5'i fizyona katılan U-235 demektir. eosine: Bkz. eosin.
enrichment: 1) zenginleştirme. 2) zenginleştirilen her
eosinic: Eosin kapsayan veya ona ait.
hangi bir şey. 3) Nük. Ener. izotop oranını değiştiren
23 5 2 38' ephedrin: Bkz. ephedrine.
herhangi bir ameliye veya işlem; U 'in U e ora ephedrine: Efedrin; belirli bazı bitkilerden elde edilen
nını, izotopların ayrılması sonucu, arttıran işlem. bir alkaloit, C 1 0 H 15 NO ; burun tıkanıklığını gidermek
enrichment factor: Zenginleştirme faktörü; zenginleş için kullanılır.
tirme işlemi sonundaki izotop oranlarının, işlemden ephemeris: 1) Astr. bir gök cisminin, verilen bir süre
önceki oranlara oranı, de, hergün için hesaplanan durumunu veren bir tab
enthalpy: Entalpi; antalpi; h-s ve T-S diyagramların lo. 2) bu tür tabloları kapsayan astronomi almanağı.
da belirli basınç ve sıcaklıktaki buharın 1 kilogramın 3a) almanak; takvim, b) günlük; gündelik (seyir jur
da kal, kcal, Jul veya kJ türünden ısı miktarı; ısı tutu nali gibi).
mu. epi-: Üzerinde, üstünde, dış tarafında, yanında, ara
enthalpy-entropy diagram: Entalpi-entropi diyagra sında anlamlarında bir önek.
mı; h-s diyagramı; Esk. is diyagramı; ordinatı ental epicenter: 1) bir zelzelenin veya depremin odağı ve
pi, apsisi entropi olan diyagram; termodinamikte ısı ya orijininin doğrudan üzerinde dünyanın yüzeyinde
ve su buharı hesaplarında kullanılır. bir yer. 2) toplama noktası; epicentre olarak da kul
entrainment: Sürüklenme; su damlacıkları, gaz küre- lanılır; episenter.
cikleri veya küçük katı tanecikleri süspansiyonunun epicentre!: Episentere ait.
bir akışkan akımı tarafından sürüklenmesi. epicentrum: Bkz. epicenter.
entrance: 1) liman girişi. 2) bir teknenin su altındaki epichlorohydrin: Sıv. Yük. epiklorhidrin; 1-kloro-2;
baş kısmının şekil; baş kruz. 3-epoksipropan; klorometil okziran; y-kloropropilen
entrepot: 1) eşyaları depolamak için kullanılan yer; oksit; a:-epiklorohidrin; EPl; yangın tehlikesi olan, bu
antrepo. 2) eşya dağıtım merkezi. harları zehirli, kloroforma benzeyen tahriş edici ko
entropy: Bir termodinamik sistemde mekanik enerji kulu, nem emmeyen, dayanıklı, yüksek sıcaklıklarda
ye dönüştürülemeyen enerjinin kuramsal ölçümü; polimerleşen, İnsan sağlığı için zararlı bir sıvı; öz.ağ.
antropi; entropi; kal/kg-°C birimi ile ifade edilir. 20°/20° C'de 1,179-1,184; k.n. 115°C; d.n.-53,1°C;
entropy units; Antropi veya entropi birimleri; suda % 6 oranında çözünür, 20°C'de visk. 1,25 cP;
kal/kg-°C, Btu/1bs-°F, Jul/kg-°C birimleri. gemilerde çevre sıcaklığı ve atmosfer basıncında ta
entry: 1) giriş; girilecek yer. 2) girmek için bir yol ve şınır.
ya pasaj. 3) gümrükte bir gemi veya yükün tescili. epicycle: 1) merkezi bir başka veya büyük daire çev
enumerate: 1) saymak; teker teker veya bir bir say resi üzerinde hareket eden bir daire (bir gezegenin
mak. 2) teker teker isimlendirmek; listede olduğu gi yörüngesini tanımlamak için kullanılır). 2) Geo. içte
bi belirtmek. ya da dışta bir başka dairenin çemberinde dönen bir
enumeration: 1) sayma veya sayılma; sayım. 2) ayrın daire; episikl; episaykıl.
tılı veya detaylı liste. epicyclic: Episikl doğasında olan, episikl kapsayan
enumeralive: Sayıma ait; birer birer sayan; birer birer veya eplsikle ait.
söyleyen. epicyclical: Bkz.
enumerator: Sayan kimse. epicyclic.
enunciate: 1) kesin olarak belirtmek. 2) beyan et epicyclic gear: Sabit eksenli bir dişlinin iç veya dış
mek; bildirmek. çevresinde hareket eden bir veya birden fazla sayı
envelope: 1 yönlendirilebilir bir hava gemisi veya ba da dişli kombinasyonu ya da donanımı; episiklik do
lonun dış örtüsü veya zarfı. 2) bir hava gemisi veya nanım.
balonun gaz kapsayan torbası. 3) Astr. bir kuyruklu epicyclic gear train: Episiklik dişli donanımı; yüksek
yıldızın baş kısmını çevreleyen bulutumsu kütle. 3) hız oranı üretmek için kullanılan bir dişli donanımı.
Geo. bir seri eğri ya da yüzeylerin kesiştikleri yer ya epicyclic train: Mek. en az bir dişli ekseninin diğer
sabit ya da hareketli eksenin çevresinde hareket etti-
epicycloi d 197 equilibran t
ğerlendirme vb. indeki kişisel hatalar nedeniyle he
ği düz dişli, makaralı kayiş vb. i sistemi; episiklik do saplamadaki değişim veya bunu gidermek için dü
nanım. zeltme, b) astronomi hesaplarındaki gibi, bu hata ve
epicycloid: Geo. Tek, Res. bir dairenin çemberi üze ya düzeltmenin miktarı. 3) Kimy. kimyasal tepkimeyi
rindeki bir nokta tarafından, diğer bir dairenin dış belirtmek için kullanılan ve simge ve formüllerin kul
çevresi etrafında dönmesiyle oluşturulan eğri; episik-
loit. lanıldığı bir ifade: H 2 S0 + 2NaCI = 2HCI +
epicylcloidal: Episikloit biçiminde ya da doğasında
4

olan. Na 2 S0 4 . gibi. 4) Mate, iki nicelik arasındaki eşitliğin


epicycloidal wheel: Episikloit karakterinde olan bir ifadesi.
donanımın dişlisi. equation, algebraic: Cebirsel eşitlik veya denklem.
epidote: Kalsiyum, alüminyum ve demirin, rengi sa equation, biquadratic: Dördüncü dereceden denk
4 3 2

rımsı yeşilden siyaha kadar değişen türlü sulu silikat lem veya eşitlik: x + Ax + Bx + Cx+D = O
larından herhangi biri; epidot. gibi.
epidotic: Epidota ait veya epidot doğasına sahip equation, cubic: Üçüncü dereceden denklem veya
3 2
olan. eşitlik: y + ay + by + C = 0 gibi.
epifocal: Meteo. bir depremin dağılım merkezi veya equation, differantiai: Diferansiyel denklem ya da
odağı üzerinde; eplfokal. eşitlik.
EPIRB: Emergency Position Indicating Radio Bea equations of motion: Hareket formülleri; düzgün bir
con: Den. Emercensi durumda mevki belirten radyo hızla hareke! eden bir cismin hız, ivme, zaman ve
bikini. mesafesini bir araya getiren formül ya da eşitlikler.
epistemology: Bilginin kökeni, tabiatı, yöntemleri ve equation of state: Durum eşitlik ya da formülü; bir
sınırlarının incelenmesi veya kuramı ya da teorisi.
maddenin basınç, hacim ve sıcaklığı arasındaki ilişki
epoch: 1) herhangi bir şeyin tarihinde yeni ve önemli
yi gösteren bir eşitlik; örneğin ideal bir gaz için du
bir sürecin başlangıcı. 2) Astr. a) bir gök cisminin
durumunu saptayan göreceli bilgi için verilen keyfi rum formülü PV = GRT'dir; katılar, sıvılar ve ideal ol
tarih, b) gök cisminin o tarihteki durumu ya da po mayan gazlar için durum eşitliği çok karmaşıktır.
zisyonu. 3) jeolojik süreçlerin alt bölümleri. 4) Çağ; equation, quadratic: ikinci dereceden denklem; örne
2
devir; tarih; zaman. ğin x +Ax+ B = 0 gibi.
epoxy resin: Isı ile sertleşen sentetik bir reçine; tank equation, simple: Birinci dereceden denklem; basit
tepeleri ile alt karter arasında şok maddesi olarak eşitlik veya denklem.
kullanılır. equator: 1) Kuzey ve güney kutuplarının her noktasın
Epsom salts (or salt): Epsom tuzu; ingiliz tuzu; be dan eşit uzaklıkta olan, dünya çevresindeki düşsel
yaz kristalli tuz; magnezyum sülfat, MgS0 4 .7H 2 0; daire; ekvator; dünya yüzeyini kuzey ve güney ya
müshil olarak kullanılır. rımküreler olmak üzere ikiye böler. 2) bir küre ya da
eq.:Bkz. 1) equal. 2) equalizer. 3) equation. 4) equ diğer bir cismi iki eşit ve simetrik parçaya bölen her
ator. 5) equivalent. hangi bir daire. 3) Astr. dünya ekvator düzlemi ile
equal: 1) eşit miktar, ölçü, sayı, derece, değer, şiddet
gözlenen göksel kürenin kesişmesi sonucu oluşan
vb. ine ilişkin; eşit; müsavi, 2) eşi! oranlı; etkisi veya
düşsel bir daire; göksel ekvator,
operasyonunda dengelenmiş veya düzgün, 3) eşit
yapmak; eşitlemek. 4) eşit olmak; eşlemek. 5) bir şe equatorial: 1) dünyanın ekvatoruna ait veya onun ya
ye eşit yapmak. kınında. 2) ekvatora ait. 3) dünya ekvatoruna yakın
equal-angle cutter: Eşit açılı kesici veya freze bıçağı. karakteristik durumlar veya dünya ekvatoruna ait; iki
equalization: Eşit olma veya eşitleme; denkleştirme. hareket eksenine sahip olan, bunlardan biri dünya
equalize: 1) eşitlemek; eşit yapmak. 2) muntazam eksenine paralel, diğeri ona dik olarak yerleştirilen
yapmak; denklemek. bir teleskop.
equalizer: 1) eşitleyen bir şey, özellikle gerilimleri equatorial air mass: Ekvatora ait hava kütlesi; ekva
eşitlemek için kullanılan alçak dirençli elektriksel bir tor bölgesinden çıkan tropikal hava kütlesi.
iletken; gerilim veya potansiyel farkı eşitleyicisi. 2) equatorial countercurrent: Ekvatora ait ters akıntı;
paralel çalışan iki kısım arasındaki devir, güç veya kuzey ve güney ekvatora ait akıntılar arasında, doğu
periyot farkını yok eden. 3) eşitleyen kimse; eşitleyi-
ya hareket eden bir ters akıntı.
ci.
equatorial telescope: Ekvatoryal teleskop; saat açısı
equalizing bus: Bkz. equalizer. ve deklinasyonun ekvatoryal koordinatlarına paralel
equalizing pipe: Eşitleme borusu; eşitleyici veya den hareket edecek biçimde yerleştirilmiş teleskop.
geleyici boru. equi-: Eşit, eşit olarak, eşdeğer, eşit mesafe anlamla
equalizing tube: Dengeleme veya eşitleme borusu; rında bir önek.
su borulu kazanlarda buhar domlarının (dramları equiangular: Açılarının tümü eşit olan; eşit açılı.
nın) su bölgelerini hederlere bağlayan sirkülasyon equiangular triangle: Bkz. equilateral triangle.
veya dolaşım borusu. equidistance: Eşit mesafe.
equally: Eşit tarzda; eşit olarak; eşit uzantı veya dere equidistant: Eşit mesafeli; eşit uzaklıkta olan.
cede; muntazam olarak. equilateral: Eşitkenar; tüm kenarlari eşit olan: Eşke
equal mark: Mate, eşit işareti ( = ); her iki nar üçgen gibi; kenarları birbirine eşit olan şekil. 2)
tarafındaki- ierin birbirlerine eşit olduğunu belirtir: 2+2 diğeri veya diğerlerine tamamen eşit olan bir kenar.
= 4 gibi. equate: 1) Mate, eşitliğini belirtmek; equilateral hyperbola: Eşkenar hiperbol; Bkz. hyper
eşitlemek; eşitlik bola.
haline getirmek. 2) eşit ya da eşdeğer yapmak; eşit equilateral triangle: Tüm kenarları birbirine eşit olan
ya da eşdeğer gibi muamele etmek, göstermek ya üçgen; eşitkenar
da belirtmek. üçgen.
equation: 1) eşitleme veya eşitlenme. 2a) gözlem, de equilibrant: Fiz. diğer bir kuvvet veya kuvvetler tara
fından dengelenen bir kuvvet veya kuvvetler bileşimi
equilibrate 198 ergosterol
rin farklı ağırlıklarının kimyasal tepkimelerde eşde
ya da kombinasyonu. ğer olması ilkesi ya da prensibi.
equilibrate: Dengeye getirmek; dengelemek; denge equivalency: Bkz. equivalence.
sağlamak; denkleştirmek. equivalent: 1) miktar, değer, kuvvet, anlam vb. de
equilibration: Dengeleme veya dengeli; dengelen eşit; eşdeğer; eşanlam; eşit. 2) Kimy. aynı değere sa
miş. hip olan; eşdeğerli. 3) Geo. alan, hacim vb. i eşit fa
equilibrator: Dengeleyen şey; dengeyi devam ettirme kat aynı şekle sahip olmayan veya şekillen farklı. 4)
ye yanyan bir cihaz. eşdeğer bir şey. 5) Kimy. bir gram hidrojen veya se
equilibrium: 1) zıt kuvvetler arasındaki denge duru kiz gram oksijen ile birleşen bir maddenin ağırliksal
mu veya eşitlik, a) Kimy. oluşum ve tüketimin birbir miktarı.
lerine eşit olduğu, tersinir kimyasal değişimde bir ka equivalent circuit: Eşdeğer devre; elektriksel olarak
deme. 3) Nük. Ener. radyoaktif malzemenin bozun- başka bir devreye veya mekanik bir cihaza eşdeğer
ma ve oluşma miktarlarının eşit olduğu bir kademe olan bir elektrik devresi.
si. equivalent electrons: Eşdeğer elektronlar; bir ato
equilibrium, chemical: Kimyasal denge; bir tepkime mun aynı yörüngesinde bulunan elektronlar.
de bir yöndeki değişimin, diğer yöndeki değişime equivalent weight: Eşdeğer ağırlık; 1 gram hidrojenle
tam eşit olduğu denge durumu. doğrudan veya dolaylı olarak yer değiştirecek bir ele
equilibrium diagram: Bkz. phase diagram. mentin kütlesi.
equilibrium, heterogenous: Heterojen denge; iki ve equi-viscous: Eş viskozite.
ya daha fazla faz arasındaki denge, örneğin bir katı eradiate: Neşretmek veya yaymak (ışık ışınları); ışın
ve bir gaz, sıvı ve onun doymuş buharı. yaymak; saçmak (ışık).
equilibrium, isothermal: izoteımal veya sabit sıcaklık eradicate: Tahrip etmek; yoketrnek.
dengesi veya sabit sıcaklıkta denge. eradication: Toplam tahrip; yoketme.
equilibrium orbit: Bkz. stable orbit. eradicator: Tahrip eden şey veya kişi; kimyasal mü
equilibrium, potential: Denge noktası; bir sistemi rekkep gidericisi.
dengede tutan sıcaklık ve basınç gibi dış koşullar. erasable: Silinebilir.
equilibrium stable: Kararlı denge; küçük bir deplas erase: 1) kazımak, bozmak veya temizlemek; silmek;
man tarafından potansiyel enerjisi önemli şekilde ço bozmak. 2) tüm işaretlerini çıkarmak.
ğalan ve sonra ani olarak denge durumuna döne eraser: Silen bir şey; özellikle lâstikten yapılmış, kur
cek olan bîr cismin denge durumu. şun kalem veya mürekkeple yapılmış işaretleri gider
equilibrium unstable: Kararsız denge; bir cismin kü mek için veya karatahtadaki şekil veya yazıları sil
çük bir deplasman tarafından potansiyel enerjisinin mek için kullanılan kumaş ya da deriden yapılmış
azaldığı ve denge durumunda uzaklaşacak şekilde araç; silgi; lâstik silgi.
hareket ettiği denge durumu. erbium: Nadir toprak grubundan gri, toz halinde me
equimolecular: Eşit sayıda moleküllere sahip olan. talik kimyasal element; erbiyum; Simg.Er, E; at.ağ.
equimolecular mixture: Eşit moleküllü karışım; eşit 167,2; at.no. 68.
moleküler oranlarda maddeler kapsayan bir karışım. erect: 1) Geo. temel hatta (dikey, şekli vb.) tesis et
equimomental: Eşit kütle ve eşit atalet momentlerine mek veya çizmek. 2) kurmak; dikmek; yerine yerleş
sahip olan iki veya daha fazla cisim için söylenir. tirmek.
equip: 1) donatmak için gerekli olanlarla teçhiz et erecting prism: Optik cihazlarda ters yüz edilmiş gö
mek: teçhiz etmek; donatmak. 2) gerekli araç ve si rüntüleri düzeltmek için kullanılan dik açılı bir priz
lahları sağlamak. ma.
equipage: Bir gemi, ordu vb. inin donatılması; ekip erection: Mak. monte etme; kurma;
man. montaj. erection engineer: Montaj
equipment: 1) donatma veya donatılmış. 2) teçhizat; mühendisi.
donatım; levazım. 3) otolar, kamyonlar vb. i; malze E region: Bkz. Heavistde-Kennely Layer.
me, makine; makineler. erepsin: Erepsin; omurgalıların ince bağırsaklarında
equipment pool: Makine parkı; teçhizat parkı. salgılanan enzim; protein ve polipeptitleri amino asit
equipoise: 1) bir ağırlığın eşit dağılımı; denge duru lere dönüştürecek hidrolizi tamamlar.
mu ya da denge. 2) karşı ağırlık; denge ağırlığı. erg: F/z. C.G.S. (metrik) sisteminde iş ya da enerji
equiponderance: Denge; muvazene; ağırlığın denge bi rimi; bir dinlik bir kuvvetin bir cismi bir crn'lik
lenmesi. mesa feye götürmesi ile yapılan iş; erk; erg.
equiponderancy: Bkz. equiponderance. ergograph: Ergograf; kasların hareketi sırasında yapı
equiponderant: Eşit ağırlığa ait; eşit olarak dengelen lan işin miktarını ölçmek ve kayıt etmek için
miş kullanı lan bir cihaz, özellikle yorgunluk miktarını
. ölçmek için kullanılır.
equiponderate: 1) eşit olarak dengelenmiş yapmak. ergometer: Ergometre; kullanılan enerji veya yapılan
2) karşı ağırlıkla dengelemek veya balanse etmek. iş miktarını ölçmek için kullanılan bir cihaz.
equipotential: 1) eşit güç veya potansiyele sahip ergon: Fiz. 1) ısıya eşdeğer iş. 2) erk veya erg.
olan. 2) Fiz. aynı potansiyele ait. 3) bir elektrik ala ergonomics: Ergonomi.
nında aynı elektrostatik potansiyele sahip noktaları ergosterol: Yüksek molekülsel ağırlıkta bir alkol; er-
belirtir. 4) potansiyellerin her tarafta aynı değere sa

hip olması. gesterol, C 2 8 44 0 ; eskiden çavdar mahmuzundan


H
equivalence: 1} eşdeğer olma durumu; eşdeğerlilik; yapılırdı, şimdi ise başlıca bira mayasından yapıl
miktar, değer, kuvvet, anlam vb. inde eşitlik. 2) maktadır; ültraviyole ışınları etkisinde kaldığı zaman
Kimy. birleşme kapasitesinde eşitlik; farklı maddele D1 vitamini üretir ve raşitizmin tedavisinde kullanılır.
Ericsso n c y cl e 199 etch

Ericsson cycle: Erikson çevrimi; iki sabit basınç kendiliğinden çalışan ve makineyi koruyan bir valf;
(P=C) ve iki sabit sıcaklık (T=C) eğrisinden oluşan emniyet valfı; güvenlik valfı; eskeyp valf.
ve uygulamalı termodinamikte gaz türbinleri için kul escape wheel: Bir kol veya duvar saatinin pandülün-
lanılan kuramsal bir çevrim. de dişli teker.
eriometer: Eryometre; çok küçük partiküllerin veya escharotic: Korosif, paslandırıcı veya kostik; korosif
dişlerin çaplarını ölçmek için kullanılan bir alet. veya kostik bir madde.
Erlenmeyer flask: Erlenmayer şişesi; erlenmayer; di escort: 1) koruma veya şereflendirme için diğer veya
bi geniş, kısa boğazına kadar daralan cam bir şişe, diğerlerine eşlik eden bir ya da birden fazla kişi ve
Erlenmayer. ya gemi, uçak vb. i. 2) konvoy; refaket eden kimse.
erode: 1) yemek; aşındırmak. 2) yavaş yavaş aşındı 3) Ask. muhafız takımı. 4) konvoy (refakat) ile gil-
rarak biçim vermek. 3) aşındırmak. mek.
eradent: Errozyona neden olan; aşındırıcı. escutcheon: Bir geminin kıç tarafında adı ve bağla
erosion: Erozyon; toprağın yararlı kısmının akarsu, ma limanının yazıldığı kısım; kıç arması.
rüzgâr vb. tarafından götürülmesi. 2) yüksek hızlı bu especial: Özel; hususi; önemli; göze çarpan; müstes
har vb. i tarafından, özellikle boruların dirseklerinin na veya istisnai; Bkz. special.
aşındırılması; metal erozyonu. espial: 1) gözlem. 2) keşif.
erosion-resistant: Erozyona dayanıklı. essence: 1) çıkarıldığı bitki, ilâç, besin vb. tadı. lezze
erosion shield: Erosyon koruyucusu; Buh. Türb. ha ti, kokusu ve diğer özelliklerini, konsantre şeklinde
reketli kanatların tepe kısımlarına geçirilen erozyona koruyan bir madde; esans; uçucu yağ 2) böyle bir
dayanıklı bir parça metal. maddenin alkoldeki çözeltisi. 3) parfüm.
erosive: Erozyona neden olan; aşındırıcı. essential: 1) aslî; temel; esas; doğasında varolan. 2)
errata: Dizgi ve mürettip hatası; Çoğ. erratum. mutlak, salt; tarn; mükemmel; saf veya arı. 3) vazge
erratum: Baskı veya yazıda hatalar. çilmez;-elzem veya zarurî. 4) bir bitki, ilâç, besin vb.
erratic profile: Düzgün olmayan kesit; hatalı kesit. inin konsantre özünü kapsayan veya ona sahip
erronous: Hata kapsayan; hatalı; yanlış. olan: Esas yağ gibi; gerekli veya esas bir şey.
error: 1) gerçek veya doğru olmadığına inanılan du essential data: Esas veriler; esas doneler.
rum; hata; yanlış. 2) yanlış inanç; doğru olmayan fi essantial fatty acids: Esas yağ asitleri; araşidonik, II-
kir. 3) dikkatsizlik ve bilgisizlik nedeniyle doğru yapı noleyikveya linoleik asitler; EFA kısaltması ile belirti
lamayan şey; hata. 4) matematikte olduğu gibi, ger lir.
çek ve hesaplanan veya tahmin edilen değerler ara essential oil: Esas yağ; bitki dokuları, özellikle çiçek
sındaki fark. lerinde bulunan uçucu yağ gruplarından biri; bitki
error recovery: hatadan kurtulma. nin özellik belirten koku, tat vb. ini verir; gülyağı, iâ-
erythrite: 1) eritrioi. 2) sulu kobalt arsenat, C0 3 (A- vanta çiçeği yağı vb. i gibi.
s0 4 ) 2 8H 2 0 ; genellikle gül renginde olur. establish: 1) tesis etmek (devlet, iş vb. i); kurmak; te
erythritol: Tatlı, kristalli bir bileşik; eritritol, CH2OH sis etmek. 2) iş ya da meslek tesis etmek.
(CHOH)2 CH2OH; bazı liken veya yosunlardan elde establishment: 1) tesis etme veya tesis edilmiş. 2) iş,
edilir. askerî organizasyon, ev vb. i gibi tesis edilen bir
Es: Aynştayniyum'un kimyasal simgesi. şey. 3) müessese, fabrika; mağaza; kurum; tesis.
escalator: Büyük mağazalar, metro vb. i yerlerde kul ester: Ester; bir asitin alkolü tepkimesiyle oluşan ve
lanılan, sonsuz bir kayışa bağlı dişlilerden oluşan bir inorganik tuzlarla kıyaslanabilen bir organik bileşik;
merdiven; yürüyen merdiven {ticari bir isim). alkolün organik kökü veya radikali asitin hidrojeni
escape: 1) kurtulmak; kaçmak; firar etmek. 2) hasta ile yer değiştirerek oluşur; örneğin etil benzoat,
lık, kaza, ağrı vb. inden kurtulmak 3) akmak, boşal C 6 H5 COOC 2 H5
mak veya sızmak. 4) firar; kaçış; kurtuluş. 5) akıntı esterase: Esterlerin hidroliz işlemlerini hızlandıran' bir
veya sızıntı. grup enzimlerden herhangi biri.
escape cock: Mak. emniyet musluğu; firar musluğu esterification: Esterleştirme; su elimine edilerek bir
veya valfı. asitin alkol ile tepkimesi sonucu eter üretme işlemi.
escape door: Firar kapısı; kaçış kapısi. esterify: Estere dönüştürmek (asitler için söylenir),
escapement: 1) kol ve duvar saatlerinde denge teke estimable: Hesaplanabilir; değerlendirilebilir.
ri veya pandülün (sarkacın) hızını kontrol eden bir estimate: 1) tikir edinmek veya hüküm vermek. 2) ka
parça. 2) daktilo makinelerinde şaryonun yatay hare baca saptamak veya hüküm vermek (ölçü, değer, fi
ketini düzenleyen mekanizma. yat vb. i); yaklaşık olarak hesaplamak. 3) tahmin ya
escape pipe: Firar (kaçış) borusu; attıkları zaman em da tahminler yapmak. 4) ölçü, değer vb. inin kaba
niyet valflarının çıkış tarafında, fazla buharın atmosfe hesabı; özellikle bir iş parçasının olası fiyatının yakla
re atılmasını sağlayan boru. şık olarak hesaplanması. 5) bunun yazılı belgesi.
escape port: Firar kapısı; firar penceresi. estimating: Keşif yapma (bir iş için); tahmin etme.
escape trunk: Firar tüneli; tehlike sırasında özellikle estimation: t) hesaplama. 2) fikir veya hüküm. 3) gö
makine dairesi şaft tüneli ile teknenin en alt kısımla rüş; takdir.
rından kaçabilmek için bir kişinin geçebileceği, mer estimator: Oranlayıcı; tahminci.
diven bulunan bir tünel. esu: Esü; her iki işaretteki elektrik miktarının elektros
escape tube: Bkz. escape trunk. tatik birimi.
escape valve: Bu. Mak. silindirler üzerine yerleştiril etch: 1) asit etkisiyle metal, cam vb. i üzerine (resim,
miş, yay yükü ile çalışan bir güvenlik valfı; silindire dizayn vb.) yapmak; özellikle yüzey mumla kaplan
su girdiği zaman veya makineye su yürüdüğünde dıktan sonra asit uygulanarak yapılan. 2) bu şekilde
e t che d 200 e t h y la t e

yapılan ve baskı ya da basım işlerinde kullanılan ka hizmet eden bir madde; eather şeklinde de yazılır.
lıp (metal, levha, cam vb. i). 3) bu işlem ile üret 6) eter; ruh: Sirke ruhu gibi.
mek. etheral: 1) etere ait veya etere benzeyen ya da uza
etched: Yüzeyi aşınmış, çürümüş veya muntazam ol yın daha üst bölgesi. 2) çok hafif; duyarlı veya has
mayan. sas; hava gibi hafif. 3) göksel göğe ait. 4) Kimy. ete
etching: 1) asitle yeme; asit etkisi ile metal bir levha, re ait, etere benzeyen veya eter kapsayan.
cam vb. i üzerine şekiller ve dizaynlar yapma sanatı, etherify: Etere dönüştürmek; etere çevirmek (bir alko
işlemi veya işi. 2) bu tür levha, şekil veya dizayn. 3) lü).
bu tür levhadan yapılmış baskı. 4) klişecilik; çinkog- etherization: Tıp. özellikle anestezik olarak eter ver
raf işi. me. 2) eter olma işlemi.
etch test: Bkz. magnafiux test. etherize: 1) eter haline getirmek; etere dönüştürmek.
eternal: 1) başlangıcı ve sonu olmayan; tüm zaman 2) bilinçsiz yapmak için eter buharı solumaya neden
larda devam eden; ebedî; ebedî ve ezelî. 2) sonsuz. olmak; eterle bayıltmak veya uyutmak.
3) daima aynı kalan; daima gerçek veya geçerli; de ethoxyethanol, 2-: Sıv. Yük. 2- etoksietanol;
ğişmeyen. 4) daima gidip gelen; asla stop etmeyen "Dovanol
EE"; etilen glikol monoetil eter; "Ogzitol"; "Etil ogzi-
veya durmayan; sürekli ya da aralıksız. tol"; yangın tehlikesi olan hafif ve hoş kokulu, insan
eternalize: Sonsuz yapmak. sağlığı için tehlikeli, renksiz, glikol ailesinden, higros
eternity: 1) sonsuz olma özelliği, durumu veya gerçe kopik bir sıvı; Simg.CH 2 OHCH 2 OC2 H5
ği; sonsuz olarak devam etme; sonsuza dek varol ; 20°/20°C'de öz.ağ. 0,9311; k.n. 135,5°C; d.n.-
ma. 2) sonsuz zaman; başlangıcı ve sonu olmayan 100°;
suda tümü ile çözünür; 25°C'de Visk. 2 cS; gemiler
zaman. 3) sonsuz gibi görünen uzun bir zaman sü de çevre sıcaklığı ve atmosfer basıncında taşınır.
reci. ethoxyethyl acetate, 2-: Sıv. Yük. 2-etoksietil asetat;
ethane: Sıv. Yük. bimetil; dimetil; metil etan; çok yanı "Sellosolv" asetat; etoksi asetat; etilen glikol monoe
cı, sıvılaştırılmış, yangın tehlikesi olan kokusuz, renk til eter asetat; okzitol asetat; yangın tehlikesi olan,
siz, insan sağlığı için zararlı, doymuş alifatik ailesin hafif hoş ve etere benzer kokulu, renksiz, higrosko
den bir karbonlu hidrojen; Slmg.C 2 H6 ; 0°C'de pik ve nispeten dayanıklı, insan sağlığı için zararsız,
öz.ağ. 0,446; k.n.-88,63°C; d.n. -183,23°C; suda çö alifatik ailesinden bir eter/ester; 20°/20°C'de öz.ağ.
zünmez, viskozitesi belli değil; gemilerde çevre sı 0,9748; k.n. 156,3°C; d.n. -61,7°C; suda % 23 oranın
caklığı veya altında ve atmosfer basıncı veya üzerin da çözünür, 20°C'de vlskoziesi 1,3 cP; gemilerde
de taşınır; doğal gaz, aydınlatma gazı vb. inde bulu çevre sıcaklığı ve atmosfer basıncında taşınır.
nur ve soğutucu olarak kullanılır. ethyl: 1) adi alkol, eter ve diğer bileşiklerden oluşan
ethano!: Sıv. Yük. etanol; alkol; kolonya ruhu; etil al tek değerli karbonlu hidrojen kökü; Simg.CH 3CH2 ;
kol; etil hidroksit; fermentasyon alkolü; tahıl alkolü; etil. 2a) renksiz, zehirli bir kurşun bileşiği, Pb
metil karbinol; şarap ruhu; yangın tehlikesi olan, şa (C 2 H 5 ) 4 ; kurşun tetraetil. b) gücü yükseltmek ve
rap kokulu, insan sağlığı için zararlı, birincil alifatik vu runtuyu önlemek için kurşun tetraetil katılmış
ailesinden, saydam ve renksiz bir sıvı; benzin
veya diğer motor yakıtları. 3) etil veya kurşun tetrae
Simg.C 5 H5 OH; higroskopik ve dayanıklı bir alkol; til kapsayan.
20°/4°C'de öz.ağ. 0,7893; k.n. 78,32°C; d.n. ethyl acetate: Sıv. Yük. etil asetat; yangın tehlikesi
-114,1°C; suda tümü ile çözünür; 25°C'de visk. 1,08 olan, hoş güzel ve meyvaya benzer kokulu, say
cP; gemilerde çevre sıcaklığı ve atmosfer basıncında dam, renksiz, insan sağlığı için zararıl, narkotik etki
taşınır. si olan, higroskopik, dayanıklı ve alifatik ailesinden
ethanolamine: Sıv. Yük. etanolamin; /3-amino-etil al bir ester; Simg. CH 3 COOC 2 H5 ; 20°/20°C'de öz.ağ.
kol, 2-aminoetanoi; kolamin; 2-hidroksietilamin; etilo- 0,9020; k.n. 77°C (760 mmHg'de); d.n.-83,6°C; su
lamin; MEA; insan sağlığı için zararlı, amonyağa da 20°C'de % 7,94 oranında çözünür; Viskozitesi
benzer kokulu, renksiz, nispeten viskoz, higroskopik 20°C'de 0,448 cP; gemilerde çevre sıcaklığı ve at
ve dayanıklı, birincil alifatik alkollerle birincil aminler mosfer basıncında taşınır.
ailesinden
0 0
bir sıvı; Simg. HOCH 2 CH2 NH2 ethyl alcohol: Etil alkol; etanol; tahıl (hububat) alko
; 20 /20 C'de öz.ağ. 1,018; k.n. 170°C; d.n. lü; şekerin alkol mayalanması veya fermantasyonu
yaklaşık ile elde edilen renksiz bir sıvı, C 2 H5 OH; içecek, par
10°C; suda tümü ile çözünür, Visk. 20°C'de 24,1
cP; gemilerde 12°C'den yüksek olmak üzere çevre füm ve çözücü yapımında kullanılır.
sıcaklığında ve atmosfer basıncında taşınır. ethyl acrylate: Sıv. Yük. etil akrilat; akrilik asit eti! es
ethanol-in-glass thermometer: Çalışma sıvısı olarak ter; etil propenoat; yangın tehlikesi ve zehirli buhar
kırmızı boya katılmış etanol (alkol) kapsayan cam ları olan ve kolaylıkla polimerleşen, keskin kokulu,
termometre; etanolun donma noktası -117°C olduğu renksiz, insan sağlığı için zararlı, alifatik ailesinden
için düşük sıcaklıklarda kullanılan bir termometre. bir ester; H2C: CHCOOC 2H 5; higroskopik olmayan,
ethene: Bkz, ethylene. ısıtıldığı zaman zehirli buharlar veren bir sıvı bileşik;
ether: 1) eski çağ bilim adamlarına göre ayın ötesin 20°/20°C'de öz.ağ. 0,9230; k.n. 99,4°C; d.n.-72°C;
deki küreyi dolduran ve yıldızlarla gezegenleri oluş suda % 2 oranında çözünür, viskozitesi belli değil;
turan düşsel bir madde. 2) uzayın daha üst bölgesi. gemilerde çevre sıcaklığı ve atmosfer basıncında ta
3) Nad. Ola. hava. 4) Kimy. özellikle uçucu, renksiz, şınır.
çok yanıcı, hoş kokulu, sülfürik asit ile etil alkolün ethylate: Bir ya da daha fazla etil grubundan bileşik
tepkimesinden oluşan bir sıvı; eter, (C 2 H 5 ) 2 0 ; yapmak; aktif bir metal ile etil alkolün hidrokzil gru
anes- tezik olarak kullanılır. 5) Fiz. uzayda bundaki hidrojen atomunun yer değiştirmesiyle olu
görünmez ku ramsal bir madde (eski bir kurama şan bir bileşik.
göre); ışık dalga larının ve diğer radyan enerji
şekillerinin iletimi için
ethylated gasoline 201 e t h y l g ro u
p

ethylated gasoline: Kurşunlu benzin; benzin Simg.CH CICH CI; 2O°/20°C'de öz.ağ. 1,255; k.n.
motorla
2 2
rında yanma sırasında vuruntuya engel olmak için 83,5°C; d.n.-35,3; suda % 8 oranında çözünür; visk.
kullanılan ve içersine kurşun tetraetil katılmış ben 0,88 cP; gemilerde çevre sıcaklığı ve atmosfer basın
zin; zehirli olduğu için mavi veya kırmızı boya ile cında taşınır.
renklendirilir. ethylene glycol: Sıv. Yük. etilen glikol; dihidroksi
ethyl benzene: Sıv. Yük. etil benzen; etil benzol; etan; etandiol; 1,2-etandiol; etilen alkol; glikol;
feni- letan; yangın tehlikesi olan, insan sağlığı için M.E.G.; yiyecekler için zehirli, çok hafif kokulu, renk
zararlı, tatlı ve keskin kokulu, renksiz, higroskopik siz, hafifçe viskoz, higroskopik, 165°C'ye kadar da
olmayan, dayanıklı, aromatik ailesinden bir karbonlu yanıklı, glikol ailesinden bir sıvı; Simg.HO.
hidrojen; CH -CH .OH; 20°/20°C'de 1,116; k.n. 197,6°C;
Simg, C 6 H 5 C 2 H 5 ; 20°/4°C'de öz.ağ. 0,8669;
k.n. 0
136,2°C d.n.-94,9 C; suda % 0,1'den az çözünür; 2 2
20°C'de Visk, yaklaşık 0,7 cP; gemilerde çevre sıcak d.n."-13°C; suda tümü iie çözünür; Visk. 20°C'de
lığı ve atmosfer basıncında taşınır. 20,9 cP; gemilerde çevre sıcaklığı ve atmosfer basın
ethyi bromide: 1) etil bromür; Simg. C2 H5 Br; mol. cında taşınır; Preston adı da verilir.
ağ. 108,98; renksiz, uçucu ve kolay parlayan bir sıvı; ethylen glycol monobutyl ether: Sıv. Yük. etilen
kurşunlu benzin kullanılan karbüratörlü makineler gli kol monobütil eter; 2-bütoksietanol; "Bütil
de, silindirlerdeki kurşun birikintilerini önlemek için sellosolv"; "dovvanol EB"; glikol monobütil eter; bütil
katkı maddesi olarak kullanılır. 2) solunum yolu ile okzitol; tehlikesiz, hafif ve hoş kokulu, renksiz,
uygulanan anestezik bir sıvı. higroskopik ve dayanıklı, glikol eter
ailesinden bir sıvı;
Simg.CH 2OH.CH 2OC 4H 9; 25°/25°C'de öz. ağ.
ethyl chloride: Sıv. Yük. etil klorür; yangın tehlikesi 0,900; k.n.171,1°C; d.n.-75°C; suda tümü ile çözü
olan, insan sağlığı için zararlı, etere benzer kokulu, nür, Visk. 25°C'de 3,15 cks; gemilerde çevre sıcaklı
renksiz, nem emmeyen, dayanıklı, doymuş alifatik ğı ve atmosfer basıncında taşınır.
lerden bir halokarbon; Simg. CH 3 CH,CI; 0°/4°C'de ethylene glycol monobutyl ether acetate: Sıv. Yük.
öz.ağ. 0,9412; k.n. 12,3°C; d.n.-139°C; suda % etilen glikol monobütil eter asetat; bütil "sellosolv"
0,1-% 1 oranlarında çözünür, viskozitesi belli değil; asetat; esaslı tehlikesi olmayan, meyva kokulu, renk
gemilerde çevre sıcaklığı veya altında ve atmosfer siz, higroskopik olmayan ve nispeten dayanıklı, alifa
basıncı ya da üzerindeki basınçta taşınır; anestezide tik ailesinden bir eter/ester; 20°/20°C'de öz.ağ.
kullanılır. 0,9424; k.n.192,3°C; d.n.-63,5°C; suda yaklaşık %
ethylene (liquid): Sıv. Yük. sıvı etilen; yangın 1,6oranında çözünür; 20°C'de Visk. 1,8 cP; gemiler
tehlike si olan, solunulduğunda anestezik etki de çevre sıcaklığı ve atmosfer basıncında taşınır.
yapan, don maya benzer yanıklar oluşturan, ethylen glycol monomethyl ether: Sıv. Yük. etilen
karakteristik koku lu, renksiz, higroskopik olmayan, glikol monometil eter; "dovanol EM" 2-metoksieta-
dayanıklı, doyma mış alifatik ailesinden gaz halinde nol; "metil sellosolv"; "metil oksitol"; yangın tehlikesi
bir karbonlu hidro jen; -103°C'de öz.ağ. olan, hafif ve eter kokulu, renksiz, higroskopik daya
0,569; k.n.-103,705°C; nıklı, insan sağlığı için zararlı, glikol ailesinden bir sı
d.n.-169,16°C; suda çözünmez; 10,2 atm basınç ve vı; Simg.CH OH.OH OCH,; 20°/20°C'de öz.ağ.
-51°C'de visk. 0,20 cP; gemilerde çevre sıcaklığı ve 2 2
ya altında ve atmosfer basıncı ya da üzerindeki ba 0,9663; k.n.124,6°C; d.n.-87°C; suda tümü ile çözü
sınçta taşınır; yakıt, anestezik olarak veya meyvala- nür; Visk. 20°C'de 1,7 cP; gemilerde çevre sıcaklığı
rın olgunlaşmasını hızlandırmak için kullanılır; ethe- ve atmosfer basıncında taşınır.
ne olarak da kullanılır. ethyleneimin e (inhibited): Sıv. Yük. etilenimin; aza-
ethylene diamine: Sıv, Yük. etilen diamin; 1,2-diami- siklopropan; aziridin; dimetilenimin; etilenimin; parla
noetan; 1,2-etandiamin; gözler ve deri için çok tehli yıcı, buhar ve sıvı olarak zehirli, keskin amonyak ko
keli, amonyak kokulu, renksiz ve dumanlı, higrosko kulu, renksiz, yağ kıvamında, higroskopik eğilimli,
pik, dayanıklı, birincil alifatiklerden bir amin; patlayarak polimerleştiği için inhibitor kullanılmaksı
Simg.H 2 N.CH 2 .CH 2 .NH 2 ; 20°/4°C'de öz.ağ. 0,897- zın taşınamayan, çevrimsel (sayklik) ailesinden bir
0,902; k.n. 115°-116°C; d.n. 11°C; suda tümü 0
amin; Simg. NHCH CH ; 20°/20 C'de öz.ağ. 0,832;
2 2
ile çözünür; 20°C'de visk. 1,6 cP; gemilerde benzeyen, saydam, renksiz, yağa benzer,
11°-38°C'de ve atmosfer basıncında taşınır. higroskopik olma yan, nispeten dayanıklı, insan
ethylene dibromide: Sıv. Yük. etilen dibromür; 1,2- sağlığı için zararlı, doymuş alifatiklerden bir
dibrometan; EDB; glikol dibromür; tatlı kokulu, sa halokarbon;
man renkli, saf olduğunda renksiz, sıvı halinde ve
buharları zehirli olan, insan sağlığı için zararlı, hig
roskopik olmayan, dayanıklı, doymuş alifatiklerden
bir halokarbon; Simg. H2C.Br.CH2.Br; 25°C'de
öz.ağ. 2,16; k.n.131,7C; d.n. 9,97°C; suda çözün
mez; 20°C'de visk. 1,73 cP; gemilerde çevre sıcaklı
ğı ve atmosfer basıncında taşınır; soğuk havalarda
ısıtılması gerekir.
ethylene dichloride: Sıv. Yük. etilen diklorür; 1,2-
dik- loretan; Hollanda yağı; etilen kiorür; yangın
tehlikesi olan, buharları zehirli, kokusu klorforma
k.n. 57°C; d.n.-78°C; suda tümü. ile k.n. 10,73°C; d.n.-111,3°C; suda tümü ile çözünür;
çözünür, Visk. 20°C'de 0,53 cP; gemilerde 11°C üzerindeki sı
25°C'de visk. 0,418 cP; gemilerde çevre sıcaklığı ve caklıklarda ve atmosfer basıncında taşınır.
atmosfer basıncında taşınır. ethyl fluid: Etil sıvısı; kurşun tetraetil ve etilen dibro
ethylene oxide: Sıv. Yük. etilen oksit; dimetilen mür ya da diğer bromür bileşiklerine verilen isim.
oksit; E.O.; 1,2-epoksietan; okziran; yangın ve ethyl gasoline: Kurşunlu benzin; içersine vuruntuyu
patlama tehlikesi olan, etere benzer kokulu, önlemek için küçük bir miktar kurşun tetraetil ve eti
renksiz, higros kopik eğilimli, insan sağlığı için len bromür katilmiş benzin; normal benzin.
zararlı bir epoksi bi leşiği, Simg. (CH 2 ) 2 0 ethyl group: Etil grubu; tek değerli alkil kökü veya ra-
20°/20° C'de öz.ağ. 0,87;
ethyl hexanol 202 evaporating

dikali; Simg. -C 2 H5 eudiometrical: Bkz. eudiometric.


. eudlometry: Gazların odiyometre yardımı iie analizi.
ethyl hexanol, 2-: Sıv. Yük. etil hegzanol; 2-etil-1-heg- eugenoi: Yonca yağında bulunan ve parfüm yapımın
zanoll; 2-etil hegzil alkol; oktil alkol; pratik olarak teh da, diş hekimliğinde antiseptik vb. i olarak kullanılan
likesiz, alkol kokulu, renksiz, hafifçe viskoz, higros renksiz, hoş kokulu bir sıvı bileşik, C 1 0 H 1 2 0 2 ; öje-
kopik eğilimli, dayanıklı, birincil alifatik ailesinden nol.
bir alkol; 20°/20°C'de öz.ağ. 0,834; k.n. 184,6°C;
Euier's formulae: Euler (Öyler) formülleri; a) iki ucu
d.n.-76°C; suda % 1 oranında çözünür; visk. serbest veya gayıtlanmış. b) bir tarafı serbest, diğer
20°C'de 10,0 cP; gemilerde çevre sıcaklığı ve atmos
tarafı tespit edilmiş, c) her iki tarafı tespit edilmiş ko
fer basıncında taşınır. lonlar için öyler tarafından oluşturulmuş formüller.
ethyl hydride: fite. ethane. euphotic zone: Öfotik bölge; denizlerin, yaklaşık 100
ethylic: Etilden elde edilen veya etil kapsayan ya da metre derinliği olan üst bölgesi; burada ışık yoğunlu
etile ait. ğu, fotosentez olayının oluşmasına müsaade ede
ethyllîdene chloride: Sıv. Yük. etiliden klorür; klorin cek yeterliktedir.
hidroklorik eter; 1,1-dikloroetan; yangın tehlikesi europium: Öropiyum; gri renkli nadir bir toprak me
olan, kloroforma benzer kokulu, renksiz ve akıcı, hig tal; Sirng.Eu; at.no. 63.
roskopik olmayan ve normal olarak dayanıklı, fakai euscope: öskop; daha iyi görüntü elde etmek için kul
150°C'nin üzerindeki sıcaklıklarda ayrışarak vinil klo lanılan bir mikroskop projektörü.
rür ve fosjen üreten, insan sağlığı için zararlı, doy
eusol: Edinburg Üniversitesi çözeltisi; klorlanmış ki
muş alifatiklerden bir halokarbon; Simg.H3C.CHCI;
reç ve asit borikten yapılan ve hipoklorus asit kapsa
öz.ağ. 1,174; k.n.57,3°C; d.n.-96,7; suda çözünürlü
yan antiseptik bir çözelti.
ğü 0,5 rng/100 mg su; 20°C'de visk. 0,498; gemiler
eutectic: Ötekiik; Meta. ötektik. 1) bir sıvının, soğuma
de çevre sıcaklığı ve atmosfer basıncında taşınır.
sı sırasında, izotermik olarak ve sabit yapıda, birden
ethyl methyl ketone: Sıv. Yük. etil metil keton; 2- bü-
fazla katı faz haline geçmesi. 2) ötektik değişim etki
tanon; metil etil keton; MEK; yangın tehlikesi olan,
sinde kalan ve kendi yapısında en alçak donma nok
karakteristik kokulu, renksiz ve akıcı, insan sağlığı
tasına sahip sıvı alaşım. 3) ötektik değişmenin sonu
için hafifçe zararlı, higroskopik, % 25 oranında su ile
cu olarak, birden fazla faz kapsayan katı alaşım. 4)
karışan, dayanıklı, alifatik ailesinden bir keton;
0 mümkün olan en düşük sıcaklıkta eriyen; kolay eri
Simg. CH 3COC 2 H5 ; 20 /20°C'de öz.ağ. 0,805; k.n.
yen.
79.6°C; d.n.-85,9°C; 20°C'devisk. 0,425cP; gemiler
eutectic alloys: Ötektik alaşımlar; iki veya üç bileşe
de çevre sıcaklığı ve atmosfer basıncında taşınır.
nin aynı anda kristalleştiği ikili veya üçlü alaşımlar.
ethyl nitrate: Etil nitrat; hoş kokulu, tatlı, alkol ve eter
eutectic change: Ötektik değişim; ötektik alaşım ve
de çözünen, suda çözünmeyen, buharları havadan
ya minerallerin katılaşması.
üç kere ağır, yanıcı, patlama ve yanma tehlikesi
eutectic point: Ötektik noktası veya sıcaklığı: 1) bir
olan renksiz bir sıvı; Simg. C 2 H 5 N0 3 ; öz.ağ.
ötektik karışımın erime sıcaklığı, ötektik alaşımların
1,116; yapıları ve katılaşma sıcaklıklarını belirten yapısal di
k.n. 87,6°C; d.n.-112°; organik sentezlerde, ilâçlar
yagramdaki bir nokta.
da, parfümlerde, boyalarda ve roket yakıtlarında kul
eutectoid: Ötektik gibi; ötektiğe benzer; perlit gibi
lanılır.
ötektiğe benzer bir alaşım.
etiolage: Bot. güneş ışığı nedeniyle beyazlaşma;
euxenite: Kolombiyum, titanyum, itriyum, erbiyum,
ağarma
seryum ve uranyum kapsayan kahverengi siyah, par
Etna: 1) ısıtma veya sıvıları buharlaştırma için kullanı
lak bir mineral.
lan bir lâmba; içinde yakılacak alkol bulunan bir kap
ev: Bkz. electron volt.
ve bu kabın konulduğu fincan tabağından oluşur. 2)
evacuate: 1) boşaltmak; içeriğini veya muhtevasını
Doğu Sicilya'da bulunan volkanik bir dağ; Etna Ya
tahliye etmek. 2) deşarj etmek; ihraç etmek veya çı
nardağı.
karmak; atmak. 3) hareket etmek veya gidermek;
Eu: Bkz. europium.
kovmak; uzaklaştırmak. 4) askerî işgalden vazgeç
eucaine: Piridinden yapılan iki sentetik alkaloitten bi
mek. 5) gemiyi terketmek.
ri: /3-eucaine, C. 1 9 H 2 7 N0 4 ; /3- eucaine, C 15 H 21 N0 2
evaluate: 1) değeri veya miktarını bulmak; değerini
; bunların hidroklorürleri lokal anestezik olarak
saptamak; değer veya kıymet biçmek; değerlendir
kullanı lır.
mek. 2) sayılarla ifade etmek veya belirtmek.
eucalyptole (eucalyptol): Bazı esas yağlarda bulu
evaluation: 1) değerlendirme; kıymet biçme. 2) kıy
nan bir sıvı; Bkz. cineole.
met takdiri.
eucalyptus oil: Okaliptüs ağacının yapraklarından evaporability: Buharlaşabilme niteliği.
üretilen bir esas yağ Bkz. essential oil; antiseptik ve
evaporable: Buharlaştırılabilen.
dezenfektan olarak kullanılır.
evaporate: 1) buhara dönüşmek (sıvı veya katının);
euclase: Alüminyum ve berilyumun kristalli bir silika
buhar biçiminde çıkarmak. 2) konsantre ürün elde
tı; HBeAISiOg; rengi bazan soluk yeşil veya bazan
etmek için ısıtarak veya kurutarak (süt, sebze, mey-
mavidir; mücevher olarak kullanılir.
Euclid: 1) Öklit teoremi. 2) Öklit geometrisi. va vb. inin) nemini gidermek. 3) buhar olmak; bu
Euclidean (Euclidian): Öklit veya onun geometri ilke harlaşmak. 4) buhar çıkarmak. 5) buhar gibi kaybol
lerine ait. mak.
eudiometer: 1) orijinal olarak havadaki oksijen mikta evaporating: Buhara dönüşme; buharlaşma; buhar
rını ölçmek için kullanılan bir alet. .2) gazları ölçmek olma.
ve analiz etmek için kullanılan bir alet; odiyometre. evaporating cooling: Buharlaşma ile soğutma; Bkz.
eudiometric: Odiyometre veya odiyometri'ye ait.
e va po ra ti n g plan t 203 exces s

evaporative coating.
kirdekler.
evaporating plant: Saf, damıtık veya distile su elde et
event: 1) olay, özellikle önemli bir olay veya hadise.
mek amacıyla kurulmuş tesis; damıtık (distile) su te
2) sonuç; netice.
sisi.
everdur: Everdür; silikon bronzu; yapısı % 93 bakır,
evaporating surface: Buharlaşma yüzeyi; buhar ka
2 % 2 çinko, % 1,5 demir ve % 3,5 silisyumdan oluşan
zanlarının m türünden suyla çevrili ve yanma gazla ve deniz suyuna dayanıklı olan bir bronz türü.
rı tarafından yalanan toplam yüzeyi.
evolution: 1) Mate, a) verilen bir kuvvetten bir kökü
evaporation: 1) buhara dönüşme veya buhara dönüş çıkarma, b) bir eğriden invoiütün oluşturulması. 2)
müş; buharlaşma; özellikle ısı uygulayarak veya çev
Ask. ordular, gemiler, vb inin durumunu değiştirmek
resinden ısı alarak buharlaşma. 2) süt, meyva veya için türlü hareket veya manevralardan herhangi biri.
sebzelerde olduğu gibi, nemini giderme. 3) buhar
3) gelişme, evrim veya tekâmül. 4) gemi manevrası.
laştırma sonucu veya ürünü. 4) Meteo. sıvı su veya
5) gazın oluştuğu ve kabarcıkların çıktığı bir işlem.
buzun su buharına dönüşümü.
evolutional: Bkz. evolutionary.
evaporation fog : Meteo. buharlaşma sisi; nispeten
evolutionary: 1) evrime ait. 2) evolüsyon ya da evrim
sı cak suyun serin hava içinde buharlaşması ile
kuramına göre. 3) evrim ile; evrime ait.
oluşan sis.
evolve: 1) açılmak; dışarıya doğru açılmak; çıkmak;
evaporation of electrons: Elektronların buharlaşma
yavaş yavaş ya da tedricen geliştirmek. 2) saçmak
sı; yüzeyden elektronların kaybı nedeniyle oluşan
veya çıkarmak (gaz, ısı vb.); neşretmek. 3) evrim ve
yüzey soğutma.
ya evolüsyon ile üretmek veya değiştirmek. 4) yavaş
evaporation test: Buharlaşma deneyi veya tecrübesi;
yavaş geliştirmek. 5) açmak.
yeni bir kazanda, yapımcının başarısı ve garantisini
exact: 1) düzenli; sistemli; çok hassas veya duyarlı;
saptamak için yapılan bir deney; deney sırasında ka
doğru. 2) hata, sapma veya kuşku için yer bırakma
zan 24 saat çalıştırılır ve yakılan yakıt ile üretilen bu
yan. 3) kesin; sert; şiddetli. 4) mecbur olmak; gerek
har duyarlı bir biçimde hesaplanır, buhar basınç ve
li olmak; gerekli yapmak.
sıcaklığı ölçülür ve baca gazlarının analizi yapılır.
examinant: Sınav yapan kimse; mümeyyiz veya ayırt
evaporative: Buharlaştırmali; buharlaşmalı.
man.
evaporative cooler: Buharlaştırmali (soğutma) kule
examination: 1) araştırma; denetleme veya gözden
si; mekanik soğutma kulesi; Diz. Mot. kara tesislerin
geçirme; soruşturma; deneme veya tecrübe etme.
de makineden çıkan soğutucu suyun bir bölümünün
2) araştırma metodu veya yöntemi. 3) sınav; imti han;
buharlaştırılmasi sonucu, soğutulmasını sağlayan so
deneme için verilen cevaplandırılacak sorular
ğutucu veya kuler; evaporatlf soğutucu.
takımı.
evaporative cooling: Bazı dizel motorlarında olduğu
examine: 1) gerçekleri, fiziksel durum vb. terini bul
gibi, soğutma suyunun buharlaştırılması ile oluşan
mak için ciddî veya düzenli olarak incelemek veya
soğutma; buharlaştırmalı soğutma.
araştırmak; incelemek; araştırmak; ince eleyip sık
evaporator: 1) buharlaşmaya neden olan herhangi
dokumak; soruşturmak. 2) bilgi veya yeteneğini an
bir şey. 2) özellikle yiyeceklerden nemi gideren bir
lamak için (bir öğrenci vb. ine) dikkatte sorular sora
cihaz; buharlaştırıcı. 3) Gem. Mak. evaporator veya
rak test yapmak.
evaporeyter; deniz suyu veya içme suyundan saf
examinee: imtihan edilen veya sınav yapılan kişi; imti
(damıtık) ya da distile su üreten bir cihaz.
han olan veya imtihana (sınava) giren kişi.
evaporator pumps: Evaporator pompaları; deniz su
example: 1) geri kalanın tabiat veya karakterini göste
yu, tatlı su (içme suyu), salamura (brayn), distile su
ren, seçilmiş şey; örnek olarak kullanılan tek parça
vb. ini elleçleyen pompalann tümü.
veya birim; örnek; numune; tipik misal. 2) taklit edi
evaporator scale: Borulu veya kangal borulu evapo-
len şey ya da kişi; model; örnek. 3) Mate, ilke veya
ratörlerde, genellikle kalsiyum ve magnezyum tuzla
prensibi tanımlamak için dizayn edilen bir problem.
rının oluşturduğu taş tabakası; ısıya yalıtkandır; eva
excavate: 1) bir delik veya oyuk kazmak; oyup çıkar
porator taşı; evaporeyter kışın.
mak. 2) oyarak şekil vermek veya oluşturmak; kaz
evaporimeter: Meteo. atmosfere katılan buharlaşma
mak (bir tünel kazmak gibi). 3) kazarak (üstünü) aç
oranını saptamak için kullanılan bir cihaz; evapori-
mak veya meydana koymak. 4) hafriyat yapmak; gi
metre.
dermek (toprak vb. ini).
evapotranspiration: Meteo. buharlaşma-terleme; dün
excavation: 1) kazma veya kazılmış. 2) kazarak yapıl
ya yüzeyinden buharlaşma ve bitkilerden terleme ile
mış bir delik ya da oyuk; kazı; hafriyat.
su buharının atmosfere katılması.
excavator: Kazan bir kişi veya makine; kazı makinesi;
even: 1) düz, yassı; düzey, seviye; düzgün. 2) şekil
tarama dubası; tarak makinesi; ekskavatör.
siz olmayan; değişmeyen; sabit veya değişmez. 3)
except: Müstesna; istisna; hariç tutmak; bir münaka
sakin; durgun. 4) aynı düzlem veya hatta; sırasında.
şa, düşünce veya durum kapsamında olmayan; lit
5) eşit olarak dengelenmiş. 6) sayı, miktar, derece
yum karbonat, alkali metallerin karbonatları ısı ile ay
vb. inde eşit veya eşdeğer. 7) iki ile tam bölünebi-
rışma kuralının dışındadır.
len.
excess: 1) istekli, istenen, kullanılabilir vb. miktardan
even-even nuclei: Nük, Ener. çift-çift çekirdekler; çift daha büyük olan miktar ya da nicelik; çok fazla; aşı
sayıda protonu, nötronu kapsayan çekirdekler.
rı bolluk; geri kalan miktar. 2) bir şeyin diğerinden
even keel: Den. bir geminin baş ve kıçta eşit miktar daha büyük veya daha fazla olan miktarı veya dere
da su çekmesi; trim olmaması; trimsiz durum.
cesi; geri kalan; ekstra; normalden fazla. 3) fazla ha
even-odd nuclei: Nük. Ener. çift-tek çekirdekler; çift va katsayısı; motor silindirlerine verilen fazla havayı
sayıda protonu ve tek sayıda nötronu kapsayan çe
belirtir.
exces s air 204 exhaus t by-pass

excess air: Fazla hava; D/z. Mot. silindirlerine verile


ex-dock: Dokta teslim.
teorik (kuramsal) miktardan daha fazla hava; gerçek
execute: 1) uygulamak; tatbik etmek; tatbik mevkiine
hava; yanma için gerekli olan minimum kuramsal
koymak. 2) başarmak. 3) bi fikir, plân, ozalit vb. ine
miktardan daha büyük miktardaki hava.
göre yaratmak veya üretmek. 4) icra etmek (bir par
excess air coefficient: Fazla hava katsayısı; hava faz
ça müzik, bir oyun parçası vb. i); yürütmek.
lalık sayısı; 1 kg yakıtın yakılması için kullanılan ger
executive: 1) yönetici veya idareci; yetkili kişi. 2) ikin
çek havanın, yanma için gerekli minumum miktarda
ci kaptan.
ki havaya oranı.
executive officer: Den, ikinci kaptan; ikinci komutan
excess coefficient: Bkz. dilution ratio, dilution coef
exemplar: 1) taklit edilmesi değerli olan bir şey veya
ficient.
kişi; model; numune; örnek; orijinal numune. 2) bir
excessive: Aşırı; fazla.
örnek; misal.
excessive air: Fazla hava; Bkz. excess air.
exemplary: 1) örnek veya model gibi hizmet etme ya
exchange: 1) iki farklı maddenin birbirleriyle yer de
da görev yapma. 2) numune, orijinal numune, tür
ğiştirmesine neden olmak; yer değiştirmek; iyon de
vb. i gibi görev yapan; tipik ya da simge türünden.
ğiştirmek; örneğin sert sulardaki kalsiyum iyonları
exemplification: Örnek; numune; sembol, simge; mi
nın sudaki yumuşatıcının zeoiit reçinesine, zeolitteki
sal.
sodyum iyonlarının suya gitmeleri gibi. 2) kambiyo
exemplify: 1) örnekle göstermek; örneği olarak hiz
veya borsa.
met etmek. 2) misal göstermek; onaylı örneğini ya
exchanger: Eşanjör; ısı alıp veren cihaz; değiştirici,
da kopyasını çıkarmak.
örneğin gemilerde kullanılan soğutucu veya ısıtıcı
exercice: 1) uygulama; tatbikat; görev, vazife. 2) ma
lar.
tematik, gramer vb.inde olduğu gibi, teknik yeteneği
exchange rates: Kambiyo kurları.
geliştirmek için çalışılan veya öğrenilen yazılı örnek
exchanger, heat: Bkz. heat exchanger.
ler, pasaj vb. inin bir problem veya gurubu; egzersiz.
excipient: Ecz. gerekli şekli vermek için hazırlanacak
3) uygulamaya koymak; kullanmak. 4) adet olduğu
ilâçlara katılan türlü inert (ölü) maddelerden herhan
biçimde kullanmak; pratik yapmak; talim ettirmek.
gi biri.
5) talim yapmak (askerler için). 6) başarmak (görev
excise: Bir bütünden istenmeyen bir parçayı ameliyat
vb.); icra etmek; yerine getirmek.
ile kesip çıkarmak.
exerciser: Kaslara idman yaptıran mekanik bir cihaz.
excitability: Kolayca uyarılma niteliği.
exert: 1) enerjik olarak ileri gitmek; idman yapmak;
excitable: Uyarılabilir; ikaz edilebilir; kolayca uyarılan
uygulamak; kullanmak; sarfetmek.
veya ikaz ediien.
exertion: Çaba; emek; gayret.
excitation: 1) uyarma veya uyarılmış. 2) Fiz. a) elek
ex-factory: Fabrikada teslim.
trik, manyetizma veya bir manyetik alanın üretimi,
exfoliate: Pul pul dökülmek veya dökmek.
b) bir atom veya molekülün enerjisini normal değe
exfoliation: Pul pul dökülme veya dökme; özellikle
rinden daha yüksek duruma yükseltme.
bakır-nikelden yapımış borulu besi (fid) suyu ısıtıcıla
excitation energy: Uyarı ya da ikaz enerjisi; bir siste
rında görülür; alaşımdan nikel oksitlenir ve sonuç,
mi esas halinden uyarılmış hale getirmek için gerekli
metal bakır ve nikel oksit katmanlarıdır.
olan enerji.
exhalation: 1) soluma; teneffüs etme; solunum ya da
excitation voltage: ikaz ya da uyarı gerisimi, voltajı
teneffüs; nefes verme. 2) hava, buhar veya koku gi
ya da potansiyeli.
bi solunulan şey. 3) herhangi bir şeyden çıkan kötü
excite: 1) uyarmak; harekete getirmek. 2) Elekt. a)
koku.
elektrik veya manyetik alan oluşturmak ya da üret
exhale: 1) buhar gibi, havaya yükselmek; buharlaş
mek, b) harekete başlamak (elektrik akımı için).
mak. 2) solumak veya teneffüs etmek (hava ya da
excited: Fiz. uyarılmış; ikaz edilmiş.
duman). 3) çıkarmak (buhar, duman, su vb.i).
excitement: 1) uyarma veya uyarılmış. 2) uyaran bir
exhaust: 1) bir kabtan (hava, gaz vb.) çıkarmak veya
şey.
dışarıya bırakmak. 2) tüketmek (sarfetmek); tümü ile
exciter: 1) uyaran bir şey veya kişi. 2) Elekt. büyük
tüketmek. 3) tümü ile boşaltmak; içeriğini boşaltmak
bir jeneratör veya aiternatöre manyetik alan akımı
veya dışarı atmak. 4) yorulmak; zayıflatmak. 5) bir
sağlayan ya da onu uyaran küçük bir dc jeneratör;
makinede olduğu gibi, gaz ya da buharı boşaltmak
ikaz jeneratörü veya dinamosu.
veya dışarı atmak. 6) kısmî vakum ile dışarıya doğru
exciter coil: Mak. ikaz bobini; uyarı sargısı.
bir hava akımı yaratmak. 7) bunu yapan bir cihaz.
exciting current: Uyarı veya ikaz akımı; elektrik maki
8) her iş stroku (kursu) sonunda pistonların makine nin
nelerinde (jeneratör ve motorlarda) kutup sargıların
silindirlerinden kullanılmış buhar, gaz vb. ini dışa rıya
dan geçerek manyetik alanı oluşturan akım.
atma veya boşaltması; egzoz. 9) bu tür buhar, gaz
excitor: Bkz. exciter.
vb.inin atıldığı boru. 10) motorların dışarıya attı ğı
excrete: 1) böbrek ya da ter bezlerinde olduğu gibi
gaz kanşımı; egzoz gazı.
(atık maddeleri) vücuttan atmak için onları kan veya
exhaust back pressure: Egzoz karşı basıncı; egzoz
dokulardan ayırmak. 2) Sof. hücrelerden (atık mad
organlarındaki gaz basıncı; art basınç; motorlarda
deyi) çıkarmak veya elimine etmek.
değeri 1,25-2,0 bar değerleri arasında değişmekte
excretion: 1) atık madde çıkarma işlemi veya işi. 2)
dir.
atılan veya ifraz edilen atık madde; ter, idrar vb. i.
exhaust boiler: Bkz. waste heat boiler.
excursion: 1) sapma. 2) Fiz. a) bir salınım hareketin
exhaust by-pass: Diz. Mot. Küçük yüklerde egzoz
de orta durumdan dışarı doğru tek bir hareket, b)
gazlarının atık ısı kazanına verilmesini önleme ve
böyle bir harekette gidilen yol veya mesafe.
baypas etme; egzoz baypası.
e x h a u s t ca m 205 e x h a u s t smok
e

exhaust cam: Egzoz kamı (eksantriği); dört zamanlı


portu egzoza açtığı an; erken çıkış veya riliz.
dizel ve benzin motorları ile iki zamanlı yüksek güç
exhaustless: Egzoz edilemeyen; egzoz edilemez.
lü dizel motorlarında egzoz supaplarının açılmasını
exhaust line: Egzoz devresi; egzoz organı; yüksek
sağlayan ve eksantrik mili üzerinde bulunan kam ya
güçlü dizel motorlarında egzoz dirseği, egzoz mani-
da kem.
foldu, egzoz gaz türbini, atık ısı kazanı ve küçük güç
exhaust chamber: Bkz. exhaust manifold.
lü motorlarda egzoz dirseği, egzoz manifoldu ve sus
exhaust component: Egzoz (gazı) bileşenleri; yan
turucu veya kıvılcım tutucudan oluşan devre.
ma sırasında yeterli hava oluşu veya olmayışına gö
exhaust loss: Egzoz kaybı; Mot. egzoz gazları ile at
re egzoz gazı kükürt dioksit, kükürt trioksit, azot ok
mosfere atılan ısı nedeniyle oluşan ısı kaybı; makine
sitleri, metan, serbest karbon, karbon monoksit, al
silindirlerinde yakıtın oluşturduğu tüm ısının yaklaşık
dehitler ve su buharı kapsar.
%30'u kadardır.
exhaust connection: Egzoz bağlantısı. 1) Buh. Türb.
exhaust manifold: Mot. egzoz manifoldu; iş görerek
alçak basınç türbinini kondensere bağlayan flanş (f-
silindirden çıkan gazların toplandığı kısım.
lenç). 2) Diz. Mot. silindir bloklarının egzoz tarafları
exhaust muffler: Mot. egzoz gazlarının gürültüsünü
nı egzoz sistemine bağlayan kısım.
azaltan ve içindeki kıvılcımları tutan bir tür susturu
exhaust crankshaft: Diz. Mot, egzoz krank mili; kar
cu; Gem. Mak. mafler.
şıt pistolu ve iki krank miline sahip makinelerde, eg
exhaust nozzle: Jet motorlarında yanma dışında
zoz portlarını denetleyen pistonların bağlı oldukları
oluşturulan yüksek basınç ve sıcaklıktaki gazları ge
krankşaft.
nişleten ve böylelikle onların ısıl enerjilerini, çıkışta
exhaust economiser: Egzoz ekonomizörü (ekono-
kinetik enerjiye dönüştürerek tepki üreten meme ya
mayzeri); yüksek güçlü gemi dizel motorlarının eg
da nozul; çıkış nozulu; egzoz nozulu.
zoz gazları ısısından yararlanarak kazanların besi
exhaust organs: Egzoz organları. 1) manifold, boru,
(fid) sularını belirli bir sıcaklığa kadar yükselten bo-
susturucu ve uç borudan oluşan egzoz sistemi. 2)
rulu ısıtıcı; çoğu zaman baca ekonomizörü adını al
bazan bunlara aşırı doldurucu (süperşarjer) gaz tür
maktadır.
bini ve egzoz kazanı da eklenerek oluşan sistem;
exhaust elbow: Egzoz dirseği; egzoz manifoldunu
Bkz. exhaust system.
susturucuya bağlayan esnek metal hortum; çoğu za
exhaust pipe: Egzoz borusu; egzoz organlarının sus
man dirsek şeklindedir.
turucudan sonraki kısmı.
exhaust fan: Egzoz fanı.
exhaust piston: Egzoz pistonu; karşıt pistonlu dizel
exhaust, free: Diz. Mot: serbest egzoz; dört zamanlı
motorlarında veya iki pistonlu doğru akım süpürme
makinelerde egzoz süpapı ve iki zamanlı makineler
de egzoz portlarını denetleyen veya açıp kapayan
de egzoz portları açıldığı zaman, silindir içindeki iş
piston.
görmüş fakat atmosferden yüksek basınçtaki gazla
exhaust ports: Egzoz pencereleri veya portları; iki za
rın kendiliklerinden silindir dışına kaçmaları.
manlı motorlarda, egzoz gazlarının atılmasını sağla
exhaust, forced: Cebrî egzoz: kuvvetlendirilmiş eg
mak üzere silindir bloku veya gömlek yüzeyine açı
zoz; 1) dört zamanlı motorlarda egzoz gazlarının pis
lan pencereler,
tonun pozitif hareketi ile silindir dışına atılması. 2) iki
exhaust position: Egzoz pozisyonu ya da durumu;
zamanlı motorlarda basınçlı hava (1,15-1,55 bar) ile
a) iki zamanlı motorlarda piston tarafından egzoz
süpürülerek gazların silindir dışına atılması.
portlarının ve b) dört zamanlı makinelerde ise supap
exhaust gases: Egzoz gazları; motorların silindirlerin
den atmosfere atılan yanma ürünleri; azot dioksit hareket mekanizması tarafından egzoz supabı veya
(N0 2 ), karbon dioksit (C0 2 ) , kükürt dioksit (S0 2 ) supaplarının açıldığı durum.
oksijen (O) ve bazan karbon monoksit kapsayan exhaust pressure: Egzoz basıncı; iki zamanlı motor
gaz karışımı. larda egzoz portları açıldığı zaman egzoz basıncı 3-6
exhaust gas turbine: Egzoz gaz türbini; motorların bar ve dört zamanlılarda ise bazan 9 bara kadar eri-
egzoz gazları ile çalışan ve bloveri çevirerek makine şebllen basınç.
ye basınçlı dolgu havası sağlayan türbin; aşırı doldu exhaust rotary valve: Döner hareketli egzoz valfı;
rucunun gaz türbini. Gem. Mak. rotari valf veya osileytin valf; iki zamanlı,
ilmek süpürmen yüksek güçlü dizel motorlarında, eg
exhaust hood: Buh. Türb. keysin, egzoz buharını top
zoz portlarını kapatarak hava kayıplarını önleyen,
layıp egzoz borusu veya kondensere veren bölümü;
mekanik hareketli valf; oscilating valve adı da veri
egzoz kapağı veya keysi.
lir.
exhaustibility: Egzoz edilebilir olma özelliği; egzoz
exhaust pyrometer: Egzoz pirometresi; egzoz sıcak
boşalma kapasitesi.
exhaustible: Egzoz edilebilir. lık ölçeri; potansiyeli farklı iki metal ile bunları bir mi-
exhaustion: 1) egzoz etme; boşalma veya dışarı at livoltmetreye bağlayan kurşun kablodan oluşur; mili-
ma, 2) tüketime durumu; tam tüketim. voltmetrenin bölüntü veya taksimatları, sıcaklığı C
exhaustive: Egzoz edilir; tükenir; biter. ya da F derece türünden belirtir.
exhaust lap: Buh. Mak. slayd valf (çekmece) orta du exhaust silencer: Mot. egzoz gazlarının gürültüsünü
azaltan türlü yapıdaki cihazlardan herhangi biri; sus
rumda iken veya portları altta ve üstte eşit miktarda
turucu; saylenser; egzoz susturucusu; kuru ve su so
kapatıyorken, buhar portlarının kenarı ile egzoz tara
ğutmalı olarak iki şekilde yapılır.
fında kalan çekmece parçası; egzoz lepi; erken çıkış
exhaust smoke: Egzoz dumanı; hava yakıt oranı ve
(riliz) ve sıkıştırmayı (kompresyonu) oluşturur.
ya fazla hava katsayısı küçüldüğü zaman egzozda
exhaust lead: Egzoz lidl; Buh. Mak. piston alt veya
görülen duman; duman yanmamış karbon ya da ku
üst noktasına gelmeden hemen önce, slayt valfın
rumdan oluşur.
e x h a u s t snubbe r 206 e x p a n sio n tan
k
exhaust snubber; Diz. Mot. gaz titreşiminin frekansı
nın azaltılması ile gürültüyü hafifleten bir susturucu; geniş;
3) büyük miktarı.
genişleme genişlik. 2) ekspansiyon; genişleme,
egzoz susturucusu. expansibility: Genişleme için kapasite; genişleme ka
exhaust steam: Egzoz buharı; Buh.Mak., Buh. Türb. pasitesi.
iş gördükten sonra kondansör, ısıtıcı, hava vb. ine expansible: Genişlemesi veya yayılıp büyümesi müm
egzoz edilen düşük basınç ve sıcaklıktaki buhar; kün; genişleyebilir.
Gem. Mak. çürük buhar. expansible: 1) genişleyebilir. 2) genişlemeye eğilimli.
exhaust stroke; Mot. egzoz stroku veya kursu; dört 3) genişleme karakteristiği veya genişlemeye ait.
zamanlı makinelerde dördüncü ve son strok; egzoz expansion: 1) genişleme veya genişletilmiş. 2) geniş
gazlarının pistonun pozitif hareketi ile silindir dışına letilmiş bir parça veya şey. 3) genişemenin miktarı,
atıldığı strok veya kurs. derecesi veya büyüklüğü. 4) Ceb, bir eşitliğin açılımı
exhaust tail pipe: Mot. egzoz uç borusu; otolarda işlemi veya sonucu, 5) Mek. a) Buh. Mak. kesildik
susturucudan sonraki, gazların atmosfere atılmasını ten sonra buharın silindir içinde hacminin genişleme
sağlayan boru. si; genişleme veya ekpansiyon. b) Mot. yanmadan
exhaust temperature: Egzoz sıcaklığı; makine devir hemen sonra silindirde iş gören gazın genişlemesi.
sayısı veya yükü ile değişen bir sıcaklık; tam yükte expansion, adiabatic: Bkz, adiabatic expansion.
bu sıcaklık yaklaşık olarak, dört zamanlı makineler expansion bend: Genişleme gerilmesi veya stresini
de, iki zamanlı makinelerin 1,4-1,6 misli kadardır. güvenli düşük değerlerde tutmak için, içinden bu
exhaust thermocouple: Bkz. exhaust pyrometer. har, sıcak su,sıcak bir akışkan vb.i geçen borulara
exhaust trunk: Bkz. exhaust manifold. yerleştirilen ve çapı boru çapının yaklaşık 5 misli
exhaust turbine: Egzoz türbini; üç genişlemen bir pis olan, çoğunlukla omega harfi şeklinde olan kısım;
tonlu buhar makinesinin alçak basınç silindirinden genleşme ve büzüşme bu kısımda karşılanır; genişle
egzoz edilen düşük basınçlı buharla çalıştırılan bir me ilmeği.
türbin. expansion block: Buh. Mak, genişleme bloku; katof
exhaust turbocharger: Egzoz aşırı doldurucusu; eg ayar bloku; silindirlere verilen buhar miktarını düzen
zoz türboşarieri; egzoz gazları iie çalıştırılan bir gaz lemek üzere slayd valfın (çekmecenin) katofunu
türbini ve bloverden oluşan aşırı doldurucu; türbo- ayar eden blok.
şarjer. expansion bolt: Genişleme cıvatası veya kurtağzı cı
exhaust valve: Mot, egzoz valfı veya supabı; egzoz vata; genişlediği zaman içeriye doğru hareke! ede
gazlarının silindirden çıkmasını sağlayan ve kapak rek bir kama gibi görev yapan bir tür cıvata.
(kaver) üzerinde bulunan supap ya da valf. expansion curve: Genişleme eğrisi. 1) Buh. Mak.,
exit: Çıkılacak yer; çıkış kapısı; çıkış. Hav. Kompr. p-V diyagramlarından eğri; p-V=C. 2)
1
exit gases: Bkz. exhaust gases, flue gases. içten yanmalı makinelerin genişleme eğrisi; p-V' =
exit nozzle: Çıkış nozulu veya memesi; Bkz. exhaust C (n = 1,15-1,30). 3) kuramsal diyagramların geniş
nozzle. leme eğrisi; p-vk = C (k = 1,41).
ex-mill: Fabrikada teslim. expansion device: Soğutma devrelerinin yüksek ba
ex-mine: Maden ocağında teslim. sınçlı kısmından alçak basınçlı kısma hareketi sıra
exo-: Dış taraf, daha dış, dış parça anlamlarında bir sında, soğutucu maddenin başmandaki düşmeyi de
önek. netleyen cihaz; genişleme cihazı; genişleme valfı.
exosmosis: Ozmosiste, daha az yoğun bir sıvı ile ka expansion joint: Esnek bağlantı; Gem. Mak. exspen-
rışmak için daha yoğun bir sıvının yarı geçirgen bir şın coint; bazı boru devrelerinde sıcaklık değişimi ne
diyaframdan daha yavaş geçişi; Eksozmosis. deniyle oluşan genişleme ve büzüşmeye izin vererek
exosphere: Meteo. egzosfer; özellikle dünya atmosfe boru devresindeki hasarı önleyen bir bağlantı türü.
rinin, gaz yoğunluğunun çok düşük olduğu en dış expansion of steam: Buharın genişlemesi; Buh.
kenar bölgesi; alt sınırının dünyaya olan uzaklığı yak Mak. buhar katof edildikten sonra, üzerindeki basınç
laşık 402 km (250 mil) kadardır. la pistonu hareket ettirmesi ve bu arada büyüyen ha
exothermal reaction: Kimy. çevreye ısı veren tepki cim nedeniyle genişlemesi, basınç ve sıcaklığının
me; karşıtı çevreden ısı alan tepkime anlamında en- azalması.
dothermal reaction. expansion plug: Genişleme tapası; motorlarda bloka
exothermic: Yanmada olduğu gibi, çevreye ısı veren açılmış deliklere yerleştirilmiş tapa; soğuk mevsimler
kimyasal işlem; karşıtı endothermic. de don tehlikesine karşı güvenlik sağlamak için kul
expand: 1) yaymak; dışarıya doğru açılmak. 2) daha lanılır.
fazla hacmi doldurmaya neden olmak; ölçü, kütle, expansion ratio: 1) genişleme oranı; sis odasının ge
alan vb.inde büyümek; şişmek; genişlemek; genişlet nişlemeden sonraki hacminin, genişlemeden önceki
mek; büyütmek. 3) ayrıntısını geliştirmek. 4) Ceb. hacmine oranı. 2) dizel motorlarının kuramsal diyag
bir eşitliğin (formül vb. inin) açılımı işlemini yapmak. ramlarında genişleme sonundaki hacmin, sabit ba
expanded: Açılmış; söndürülmüş; yayık; genişletil sınçtaki yanma sonundaki hacime oranı.
miş. expansion stroke: Mot, genişleme stroku ya da kur
expander: Ekspander; boru makinesi; makineto; ka su; yanma sırasında oluşan yüksek basınçlı gazların
zan, ısıtıcı, soğutucu vb. i cihazların boru ağızlarını pistonu etkileyerek alt ölü noktaya ittiği ve işin oluş
genişleterek sızdırmalarını önleyen cihaz; Bkz. tube turulduğu kurs (strok); güç stroku; kuvvet stroku ve
expander; genişletici. ya kursu.
expanding reamer: Genişletici rayba. expansion tank: Gemi dizel motorlarında soğutma
expause: 1) geniş açık kalan veya bozulmuş yüzey; sisteminde herhangi bir nedenle azalan suyu yerine
e x p a n sio n t r un k 207 e x plosive limi t e

koyan, makine ısındığı zaman, suyun genişlemesine


expert: 1) çok yetenekli; özel bir alanda çok eğitim
müsaade een tank; genişleme tankı; imlâ tankı; taz
ve bilgiye sahip olan; uzman, mütehassıs; usta. 2)
min tankı; ekspenşın tank.
uzmana ait; uzmandan. 3) özel bir alanda çok yete
expansion trunk: Den. tankerlerin ana tanklarında nekli veya hayli eğitilmiş kişi.
akaryakıtın sıcaklık nedeniyle hacimsel genişlemesi
ex-pier: iskelede teslim.
ni karşılamak için kullanılan kısım; yük tankının dara
expiration: 1) Bir solunum organından hava veya su
lan üst kısmı; genişleme tankı.
çıkarma işi veya işlemi. 2) Bilgisay. korunma süresi
expansite: Ekspansite; mantar ağacının öğütülmüş
bitimi.
kabuklarının, uygun sıcaklıkta preslenmesiyle elde
expiration date: Vade bitimi. ex-
edilen levha; ısı yalıtımı için kullanılır.
piant: Fabrikada teslim.
expansive: 1) genişleme ya da yayılma eğilimi. 2) ge
ex-plantation: Zirai işletmede teslim.
nişleme yardımıyla çalışan veya genişlemeye ait. 3)
explode: 1) yüksek ses çıkararak patlamak; patlat
geniş olarak yayılmış; geniş, şümullü; kapsam ya da
mak; infilâk etmek. 2) katı veya sıvı durumundan şid
şümul.
detle ve hızla genişleyen bir gaz durumuna dönüş
expansive force: Şişme veya genişleme kuvveti.
meye neden olmak. 3) patlamak; gürültü ve şiddetle
expedite: 1) hızlandırmak; kolaylaştırmak; hız ver
patlamak.
mek. 2) çabuk yapmak. 3) Wad. Ola. göndermek,
exploded view: 1) bir donanım veya makinenin türlü
sevketmek. 4) engelsiz; serbest. 5) hemen olan, ha
parçalarının sırası ve ilişkilerini belirli bir düzey için
zır veya alesta. 6) uygun; elverişli.
de gösteren fotoğraf ya da teknik resim. 2) bir meka
expedition: 1) keşif veya savaş gibi belirli bir amaç
nizmanın parçalarını sırasına göre, dağıtılmış durum
için seyahat, yürüyüş vb.ine gönderme. 2) bu amaç
da gösteren resim.
la yapılan seyahat ya da gezi. 3) böyle bir gezi veya
seyahatte halk, gemi, teçhizat vb. exploration: 1) daha yakından bakma işlemi; incele
me; dikkatle inceleme; araştırma. 2) önceden az bili
expel: 1) kuvvetle kovmak veya defetmek; kovmak.
nen bir bölgede keşif amacıyla seyahat etme; keşif.
2) çıkarmak; azletmek.
3) Tıp. bir organ, yara vb. ini incelemek veya sonda ile
expend: Harcamak; sartetmek; tüketmek; kullanarak
yoklama.
harcamak.
explorative: 1) inceleme mahiyetinde. 2) araştırmaya
expendable: 1) harcanabilir; tüketilebilir. 2) Ask. göz
dayalı.
den çıkarılabilen veya feda edilebilen (teçhizat, as
exploratory: Araştırma için veya incelemeye ait.
ker, adam vb.)
explore: 1) yakından bakmak; dikkatle incelemek;
expenditure: 1) harcama; masraf; tüketilen (sarfedi-
araştırmak. 2) doğal yapısı, yaşayanları vb. ini öğ
len) para, zaman vb. i 2) harcanan para, zaman vb. i-
renmek amacıyla (bilinmeyen ya da az bilinen bir
nin miktarı.
bölgede) seyahat etmek. 3) Tıp. kontrol etmek veya
expense: 1) harcama; ödenen para; masraf. 2) Çoğ.
sondaj yapmak (bir organ vb. i hakkında); keşifler
fiyat; ücret; eder. 3) Çoğ. görev için ödenen para;
yapmak.
harcama.
explorer: 1) keşfeden, özellikle hiç bilinmeyen veya
expensive: Pahalı; kıymetli.
az bilinen bir bölgeyi keşfeden kimse; kâşif. 2) tıp
experience: 1) yaşanan gerçek olay ya da olaylar; ki
veya diş hekimliğinde inceleme veya araştırma için
şisel olarak gözlemlenen şey ya da şeyler; görgü;
kullanılan bir cihaz.
tecrübe; deneyim. 2) gözlemlenen veya yaşanan
herhangi bir şey; deneyim. 3a) eğitim, uygulamalı exploring coil: Araştırma bobini; elektromanyetik en
gözlem ve kişisel ortaklığı kapsayan girişim, b) böy düksiyon ile türlü noktalardaki manyetik yoğunluğu
le bir girişimin süresi. 4) bunun sonucu olan bilgi, denemek için manyetik alan içinde hareket ettirilen
yetenek veya pratik. S) deneyim sahibi olmak; tecrü küçük bir bobin.
be etmek veya denemek. explosimeter: Den. tankerlerde, tanklardaki patlayıcı
karışımı ölçmek için kullanılan bir cihaz; patlayıcı
experienced: 1) belirli bir meslekte fazla tecrübeye
gaz ölçer.
sahip olan; deneyimli; tecrübeli. 2) deneyim ya da
explosion: 1) patlama; yüksek sesle patlama; infilâk.
tecrübeden öğrenilen; deneyim yardımıyla akıllı, ye
2) patlama ile oluşan gürültü, 3) gürültülü patlama.
tenekli vb. i yapılan; marifetli; bilgili.
explosion cycle: Patlamalı çevrim; benzin motorları
experiential: Tecrübeye dayanan; deneyime ait; de
nın kuramsal çevrimi; Otto çevrimi; sabit basınçta
neysel; ampirik.
yanmalı çevrim; patlamalı makinelerin, uygulamalı
experiment: 1) bir şeyin deney veya tecrübesi. 2)
termodinamikte kullanılan kuramsal çevrimi; Otto
tec rübe (deney) veya tecrübeler yapmak.
çevrimi; Bo do Roşa çevrimi.
experimental: 1) kuram veya teori yerine deneye da
yanan; deneysel. 2) deneye dayanan; deney tabiatı explosion-proof: Patlamaya dayanıklı; patlamaz; alev
na sahip olan. 3) deney uğruna; deneme; tecrübe geçirmez.
etme. 4) deneme olarak yapılan. 5) deney veya de explosion-proof equipment: Patlamaya dayanıklı
neyler için kullanılan; deney ya da deneylere ait. teç hizat.
explosive: 1) patlamaya ait; patlama tabiatında olan;
experimentally: Deney yardımıyla; tecrübe ile.
patlamaya neden olan; patlayıcı. 2) patlama eğilimin
experimentation: Deneyler kullanma; deneyim; tecrü
de olan. 3) barut gibi, patlayıcı bir madde.
be.
explosive limite: Karbonlu hidrojen buharının yanıcı
experiment chamber: Deney odası; hava tünelinin
karışımlar oluşturan en düşük ve en yüksek konsan
uçak modelleri veya diğer cisimlerin test edildiği, ha
trasyon miktarları; patlamaya ilişkin sınırlar; patlama
va tünelinin orta bölümü.
sınırları.
experimenter: Araştırmacı; deneyci.
expiosiveness 208 e xt inguisher
extensimeter: Bkz. extensometer.
expiosiveness: Patlama yeteneği. extension: 1) F/z. bir cismin uzayda yer işgal etme ni
explosives: Patlayıcı maddeler. teliği. 2) uzama; uzatma; genişleme; büyütme; uzatıl
exponent: Ceb, üs; bir sayının sağ üst tarafında bulu ma. 3) temdit; uzatma.
nan küçük bir sayı ya da simge; üst sayının kuvveti; extension bar: Uzatma kolu veya çubuğu.
3
a = a.a.a gibi. extension line: Tek. Res. uzantı çizgi; ölçü oklarının
exponential: Üslerle ilgili; özellikle üs gibi bir değiş aralarına konulduğu çizgi ya da çizgiler; ölçü çizgisi.
ken veya bilinmeyen bir sayı içine alma; üstel. extensive: 1) büyük alana sahip olan; büyük alan
bx
exponential equations: Üstel eşitlikler; y = ae ve kapsayan; vasi. 2) geniş etki, alan vb. ine sahip
bx
ya y = a10 benzeri eşitlikler. olan. 3) geniş; yaygın; şümullü.
exponential series: Üstel veya eksponansiyel seriler: extensive property: Maddelerin miktarına bağlı olma
x 2 3
e = 1+x+x /2! + x /3! + ... gibi. yan bir nitelik, örneğin renk, yoğunluk, erime ve kay
exposal: Bkz. exposure. nama noktaları maddenin miktarından bağımsızdır
expose: 1) etkisinde bırakmak (tehlike, hücum vb. lar; 1 gram suyun kaynama noktası 6 gram suyunki
ine); korumasız bırakmak. 2) korumasız bir yerde bı ile aynıdır; yaygın özellik.
rakmak veya terketmek. 3) görülmesine müsaade et extensometer: Bir şeyin çok küçük, genişleme, çek
mek; göstermek; teşhir etmek; göz önüne sermek. me ya da deformasyonunu ölçmek için kullanılan
4) bir organizmayı ışık, yağmur ve rüzgâr etkisinde bir cihaz; ekstensometre.
bırakmak. extent: 1) bir şeyin yayıldığı hacim, miktar veya dere
exposure: Fotoğ. a) duyarlı bir film veya levhanın ak- ce; ölçü; uzunluk ve genişlik. 2) alan; sınırlar veya li
tinik ışınların etkisinde bırakılması, b) resim yapmak mitler; şümul. 3) geniş hacim; vasî alan. 4) sınırlar
için bir parçası veya hassasiaştirılmış yüzeyi, c) böy arasındaki hacim ya da limitler arasındaki zaman ve
le bir yüzey veya filmin çekilmesi sırasındaki zaman. ya olaylar arasındaki zaman,
exposure meîer: Fotoğ. ışığın şiddetini ölçmek için extenuate: 1) Orij. Ola. ince yapmak; inceltmek. 2)
kullanılan bir cihaz; pozometre. eksiltmek; zayıflatmak; hafifletmek.
express: 1) sıkıştırmak veya sıkmak (meyva suyu vb. exterior: 1) dış; en dıştaki; dış taraf. 2) haricî veya dış
i). 2) basınçla yapmak; kuvvetle temin etmek veya yüzey.
sağlamak. 3) kelimelere dökmek; dil ile belirtmek. exterior angle: 1) birbirine paralel iki doğruyu kesen
4) bilinir yapmak; göstermek. 5) bir işaret ile göster bir başka doğrunun, dışta oluşturduğu herhangi
mek. 6) ekspresle göndermek. 7) hızlı ve doğrudan dört açıdan biri. 2) komşu kenarın uzatılması ve çok
veya bir kaç durak yapan. 8) hız veya sürat ile belirti genin herhangi bir kenarı ile oluşan açı; dış açı.
len; özellikle: a) hızlı sürme için. b) yüksek hızlı, c) external: 1) dış; dışta; daha dış; haricî. 2) dıştan ya
yüksek hızlı mermiler için. d) demiryolu ekspresi da dışa doğru; görünür. 3) Anat. vücudun dış kısmı
için; ekspresle. 9) özel ulak; kurye. 10) böyle bir kur nı ilgilendiren,
ye ile gönderilen mesaj. 11) ekspres tren, otobüs, external combustion engines: Dıştan yanmalı maki
kamyon vb. i 12) hızlı olarak eşya nakliyatı ve para neler; yakıtın makine dışında yakıldığı ve oluşturulan
göndermek için bir yöntem veya servis. 13) ekspres buharın makinede genişletildiği makineler: Pistonlu
le gönderilen para veya nakledilen eşyalar. buhar makineleri ve buhar türbinleri gibi,
expression: Bazı cebirsel gerçekleri belirtmek için external cleaning: Dış temizleme; uzun bir süre kulla
sembol veya semboller takımı; ifade; ifade işareti. nılmayacak kazanların, hava ısıtıcısı, süperhiyter ve
express train: Ekspres tren; bir kaç durak yapan hızlı ekonomizör boruları dış yüzeylerinin temizliği; dış te
bir demiryolu treni. mizlik.
expressway: Otoyolu; otoban; ekspres yol; hız yoiu. external dead center: Mak. dış ölü nokta; yatık mo
ex-quay: Rıhtımda teslim. tor ya da pistonlu buhar makinelerinde, pistonun ka
exquisite: 1) dikkatle yapılmış. 2) en yüksek kaliteye pağa en yakın olduğu nokta; karşıtı iç ölü nokta;
sahip, çok güzel. 3) çok hassas veya duyarlı. DÖN kısaltması ile belirtilir.
exsecant (exsec): Bir açının trigonometrik fonksiyon external diameter: Dış çap,
ları. external load: Pompa, pervane, jeneratör vb. lerini
exsiccate: Kurutmak. çalıştıran bir makinenin gücü veya yükü; dış yük;
exsiccation: Kurutma ya da kurutulmuş; süzülme yo makinenin kendi kayıplarından daha fazla ürettiği
lu ile kuruma veya nem kaybolması. güc.
exsiccative: Kurutucu; sikatif. externally: Dıştan ya da dışta.
exsiccator: Kimy. kurutucu; desikatör. externally fired boiler: Dıştan fayraplı kazan; ocağı
ext.: Bkz. 1) extension. 2) external. 3) extra. kazan veya ısıtma yüzeyinden ayrı bir ünite şeklinde
extend: 1) belirli bir nokta veya belirli bir mesafe ya olan buhar kazanı,
da zamana uzatmak veya yaymak, 2) devam etmek; external threads screw: Mak. dıştan dişli vida; erkek
sürdürmek- 3) alan, faaliyet alanı, etki, anlam vb. ini vida.
genişletmek; büyütmek. 4) tevsi etmek; kapsamına external tooth washer: Mak. yıldız rondela veya pul;
almak. 5) uzatmak; uzanmak. dış kenarları tırtıllı rondela.
extended: 1) yayılmış; genişletilmiş. 2) devam eden; external work: Mot. dış iş; fren beygirgücü, effektif
süren. 3) etkisi, anlamı vb. inde genişleme. beygirgücü veya şaft beygirgücüne uyan iş.
extendible: Bkz. extensible. extinguish: 1) söndürmek (yangın vb. ini); sönmek;
extensibility: Uzatılır olma niteliği. bastırmak. 2) yoketmek; imha etmek.
extensible: Uzatılabilir. extinguisher: 1) söndüren bir şey veya kişi. 2) kimya-
extensile: Uzatılabilir; uzatılması mümkün.
extinguisher, fire 209 eye splice

sal sıvı, toz vb. i püskürterek yangın söndüren türlü


ları; fosfor veya klor kökenli katkıları içeren ve yük
cihazlardan herhangi biri.
sek basınç ve sıcaklık etkisinde metalik yüzeylerde
extinguisher, fire: Bkz. fire extinguisher.
koruyucu bir katman oluşturan yağ ya da gresler;
extra: Normal, umulan, gerekli vb. inden daha fazla,
yüksek basınç altında normal hidrodinamik film bo-
daha büyük veya daha iyi; ekstra; fazla olarak; fazla
zulsa bile, metal metale dokunmaya engel olan yağ
dan.
veya gresler.
extract: 1) gayretle dışarıya çıkarmak; çekmek. 2) sı
extremly: Aşırı derecede; çok fazla; çok.
kıştırma, damıtma vb. i ile elde etmek. 3) Mate, bul
extremly high frequency: Aşırı yüksek frekans;
mak (bir niceliğin, sayının kökü). 4) bir yiyecek vb.
3000-300 000 MHz değerleri arasındaki bir frekans;
inin yapışkan, sıvı veya konsantre biçimi; öz ya da
E.H.F. kısaltması ile belirtilir.
hülâsa. 5) Ecz. eter ve alkol gibi bir çözücü ve ilâcın
extrude: 1) itmek veya çıkarmak; kovmak. 2) dışarı çı
muamele edilmesi ile elde edilen madde.
karmak veya çıkmak; atmak; fırlatmak 3) kızgın ya
extracting tool: Mak. çektirme; çektirme
aleti. da yumuşak bir katıyı, şekil vermek amacıyla bir de
extraction: Öz; hülâsa; bir metalin cevherinden eide likten geçirmek.
edilme işlemi: Boksitten alüminyum yapımı gibi; bir extrusion: 1) çıkarma; kovma; ihraç etme. 2) erimiş
karışımdan bir maddenin elde edilmesi işlemi. metal veya plâstiği dikişsiz boru, çubuk veya tel yap
extraction pump: Gem. Mak. ekstrakşın pompası; eg mak için zorla bir kalıptan geçirme.
zoz buharının yoğuşması sonucu kondenserde olu extrusive: 1) çıkaran, ihraç eden; kovan. 2) dün
şan yoğuşum suyunu tahliye ederek besi veya fid ya (arz) kabuğundan erimiş durumda püsküren.
suyu devresine veren bir pompa; elektrik motoru ve exude: Küçük damlalar biçiminde yavaş olarak yüze
ya buhar türbini tarafından çalıştırılan türleri vardır. ye çıkmak.
extraction steam: Ara buharı; Bkz. extraction turbi ex-warehouse: Depo ya da antrepoda teslim.
ne. eye: 1) hayvan ve insanlarda görme organı; göz. 2)
extraction turbine: Ara buharlı türbin; Gem. Mak. göz çevresinde, gözkapaklarını kapsayan bölge. 3)
ekstrakşın türbin; ısıtma ve diğer amaçlarla belirli dikkat; bakış; gözlem. 4) göze benzeyen veya göre
yerlerinden buhar alınan türbin; genellikle kaskat vi göze benzeyen şey: a) bir hedefin merkezi, b) bir
Bkz. cascade heater ısıtıcıları ile birlikte kullanılan alttaki delik, c) bir iğnenin ipiik geçirilen kısmı, d)
bir türbin. metal veya tire ilmek, e) ışığa duyarlı bir organ, f) fo
extraction valves: Gem. Mak. ekstrakşın valfları; besi toelektrik hücre. 5) Meteo. çevresinde rüzgârın yük
(fid) suyu ısıtıcıları, evaporatörler vb. i servisler için sek hızla hareket ettiği (bir tayfunun) sakin ve alçak
türlü basınç ve sıcaklıklarda buharın alındığı ve tür basınçlı merkezi. 6) bakmak; gözlemek; dikkatle bak
bin keysinin (zarfının) türü noktalarına bağlanan valf mak. 7) Den. halat kasası.
lar. eyebar: Ucu gözlü demir; gözlü çubuk.
extractor: 1) besi suyu devrelerinde yoğuşum suyu eyebolt: Gem. Mak. aybolt; özellikle pistonların silin
nu kondansörden alarak fid devresine basan elektrik dirden çıkarılmasında kullanılan bir tür cıvata; gözlü
li veya buhar türbini tarafından çalıştırılan bir pom cıvata.
pa; ekstrakter veya ekstrakşın pompası. 2) ayırıp çı eyeglass: 1) hatalı bir görüşü düzeltmeye yardım için
kartan. 3) kazık sökümünde kullanılan bir makine; kullanılan tek cam veya mercekli gözlük; monokl. 2)
ekstraktör. çerçeve içinde böyle iki camdan oluşan ve göz hata
extra heavy: Çok ağır; ekstra ağır. larını gideren veya düzelten araç; gözlük. 3) Bkz.
extra strong: Çok dayanıklı; ekstra dayanıklı. epeyiece. 4) göz kabı Bkz. eyecup.
extraordinary: 1) alışılmış olmayan: alışılmışın dışın eyelet: 1) halat, kaytan, kanca (çengel) vb. i için kü
da. 2) alışılmış derece, ölçü, limit vb. i ötesinde gi çük bir delik. 2) böyle bir deliği kapamak için metal
den; fevkalâde; müstesna; olağanüstü. bir çember veya kısa bir boru.
extraordinary ray: Aşılmamış ışın; genel kırılma ka epeyiece: Teleskop, mikroskop veya diğer optik ci
nunlarına uymayan ışınlar. hazlarda, gözlemci tarafındaki mercek ya da mercek
extreme: 1) en dış noktanın sonunda; en uçta; en ler.
uzak; en son; uç değer. 2) son; final. 3) en büyük eye-high gauge: Gem. Mak. ayhay geyiç; kazan su
derecede; çok büyük veya en büyük; aşırı; çok faz yu düzeyinin uzaktan kontrolünü sağlayan bir sevi
la. 4) çok şiddetli. 5) birbirinden mümkün olduğu ka ye göstergesi; su düzeyinin yeşil bir sıvı ile belirtildi
dar uzak veya farklı olan iki şeyden biri. 6) aşırı ği cihaz.
dere cede. 7) aşırı durum veya hâl. 8) aşıri nokta; eyesight: 1) görüş kuvveti; gözlem; görüş. 2) görüş
aşırılık. mesafesi.
9) Mate, oran, orantı veya serilerin ilk ve son terimle eye splice: Bir halatın ucunu geriye döndürerek ve
ri. di ğer bir halatla yapılan örgü; Den. dikişli kasa.
extreme pressure (E.P.) lubricants: Aşırı basınç yağ

Teknik Sözluk - F. 14
3, / facer: Düz yüzeyleri taşlamak için kullanılan bir tez
F: 1) Kimy. fluor'un simgesi. 2) Mate, fonksiyon. 3) gâh.
Fiz. farad'in simgesi. face, slide: Bkz, slide face.
F.: Fahrenhayt'in simgesi. facet: 1) kesilmiş bir mücevherin herhangi küçük ve
F. (f.): Bkz. 1) farad. 2) fathom. 3) fluid. 4) feet. parlatılmış bir düzlem yüzeyi; faseta; façeta. 2) Zoo.
F/A: Bkz. fuel-air ratio. bazı sineklerde olduğu gibi, birleşik gözün küçük yü
fabric: 1) parçaları bir araya konularak yapılan her zeylerinden herhangi biri.
hangi bir şey; yapı; bina; iskelet (bina için). 2) yapı faciend: Mate, diğeri ile çarpılan bir sayı veya faktör;
plânı veya şekli; bünye. 3) herhangi dokunmuş veya çarpılan.
örülmüş bir kumaş ya da keçe; bez; dokuma; ku facile: 1) yapımı zor olmayan; kolay. 2) kolay ve hızlı
maş. çalışma veya hareket.
fabric ribbon: Dokuma şerit. facilitate: 1) kolay veya daha kolay yapmak; kolaylaş
fabricant: Yapan ya da inşa eden kimse; yapımcı. tırmak. 2) işini hafifletmek; yardım etmek.
fabricate: 1) yapmak; inşa etmek; imal etmek. 2) par facility: 1) yapma kolaylığı; zorluğu olmayan; kolay
çalarını monte ederek ya da bir araya getirerek yap lık. 2) hüner; maharet. 3) bina; tesisat.
mak veya inşa etmek. facing: Düzlem yüzeylere geçirilen balata; disk bala
fabricated steel: işlenmiş ve mamul çelik. ta.
fabrication: imal etme veya imal edilmiş; inşa etme; facing-sand: Döküm kalıbının yüzlerine şekil vermek
yapma. için kullanılan kum; perdah kumu; yüzeyleme ku
fabricator: Yapan ya da imal eden kişi; özellikle: a) mu.
yapımcı, b) imalâtçı. facsimile: 1) tam bir kopya veya reprodüksiyon; faksi
fabric bushing: Bezli lâstik ya da kauçuktan yapılmış mile. 2) basılı maddelerin radyo yayını ile aktarılma
burç ya da yatak. sı veya reprodüksiyonu.
fabric fuel tank: Bezden yapılmış benzin veya yakıt factitious: Doğal, gerçek veya ani olmayan; yapay ve
deposu. ya cebri ya da kuvvetlendirilmiş.
fabric-type filter: Bezden yapılmış benzin ya da yakıt factor: 1) etken; faktör. 2) Mate, birbirleriyle çarpıldık
deposu. ları zaman bir ürün veren iki veya daha fazla nicelik
fac : Bkz. ten herhangi biri; çarpan. 3) Mafe. çarpanlarını bul
facsimile. mak.
face: 1) bir şeyin yüzü; özellikle a) ana yüzey veya factorial: 1) bir etken veya faktöre ait. 2) Nad. Ola.
kenar, b) özellikle çalışan bir parçanın ön, üst ya da bir fabrikaya ait. 3) Mate, çarpanlara ait; faktöryel:
dış yüzeyi. 2) görünüm. 3) görev yapan taraf (bir 1 'den başlayarak bir seride verilen sayıya kadar sayı
alet ve benzerinin). 4) Mine. bir taş veya kristalin ların çarpımı; örneğin 5 faktöryeli 1x2x3x4x5 veya
herhangi bir yüzeyi. 5) Maden, kazı işinin sonu. 6) 120'di*r.
yeni yüzeyle kaplamak veya örtmek. 7) torna tezgâ factorize: Mate, çarpanlarına ayırmak (bir ürünü).
hında dönüş eksenine dikey olarak düz bir yüzeyi iş factor of safety: Emniyet veya güvenlik katsayısı; bir
lemek. parça malzeme veya onun bir kısmının maksimum
face angles: Gem. inş. kiriş, bayrak (braket), stringer dayanıklığının, ona uygulanan olası maksimum yü
vb. i elemanların iç kısımlarına yerleştirilen köşebent ke oranı; emniyet faktörü.
ler. factory: Bir şeylerin yapıldığı veya imâl edildiği bina
face bar: Gem. inş. kiriş, kuşak vb. lerinin iç kenarları ya da binalar; fabrika; imalâthane veya atelye.
boyunca yerleştirilen düz ve dar demir çubuk. factory ship: 1) Ask. Den. savaş gemilerinin bir çok
face cam: Yüzey kem, yüzey kam.
face plate: Kablo bağlantı plâkası.
facture 211 farad
silmesi veya aşınmasını önleyen bir halka, blok ya
onarımını yapabilecek takım tezgâhları ve personele da bir parça ağaç. 2) tel halat tanzim makarası. 3)
sahip bir gemi; fabrika gemisi, 2) baiık işleyen gemi. halatın gam almaksızın alınıp verilmesi.
facture: Bir şeyi yapma yöntemi veya işi. fairway: Den. bir nehir, liman vb. inin seyir yapılabi
facula: Astr. güneşin fotosferinde geniş, parlak bir len kanalı.
alan; sıcaklığı güneşin diğer kısımlarından daha yük fake Den. roda edilmiş halat, kablo vb.; roda etmek
sektir. (halat, palamar vb.).
fade: 1) daha az bellrgin olmak; renk ve parlaklık kay Falk-Bibby coupling: Yaylı esnek veya fleksibil kap-
betmek. 2) tazelik ve dayanıklığını kaybetmek. 3) ya lin; buhar türbinlerinde rotorşaft ile pinyon şaft ara
vaşça görünmez olmak. sında bulunur; Bkz. flexible coupling.
fade-in: Rady. Telev. görüntü ve sesin yavaş yavaş fall: t) Mek. bir palanganın halat ya da zincirinin ser
görülme ve duyulması. best bırakılmış ucu. 2) Den. Çoğ. kaldırma aracı. 3)
fade-out: Rady., Telev. görüntü ve sesin yavaş yavaş ani olarak düşmek; düşmek. 4) sayı, miktar, derece,
kaybolması. şiddet, değer vb. inde daha düşük olmak. 5) güç
fader: Modülasyon düzeyinin sıfırdan maksimuma ve kaybetmek.
geriye sürekli değişimleri için iletişim kanalına dona fall foul (or afoul): Den. çatışmak.
tılan bir cihaz. fallout: 1) nükleer bir patlamadan sonra radyoaktif
fadometer: Kontrollü koşullarda yapay gün ışığı veya parçacık ya da partiküllerin yeryüzüne düşmesi. 2)
ültraviyole ışığına maruz bırakıldığı zaman, malzeme bu partiküller.
lerin direncini test etmek veya denemek için kullanı false: 1) duyarlı olmayan; gerçek olmayan; hatalı;
lan bir cihaz; fadometre. yanlış. 2) gerçek değil; yapay; sahte. 3) Mek. koru
fagot: Metal, kaynak sıcaklığında dövülerek veya bü ma veya dayanıklığını arttırmak amacıyla konulan
külerek çubuk şekline sokulan, demet haline getiril parça.
miş çelik parçaları. false keel: Den. ana omurgayı korumak ve dayanıklı
Fah.: Bkz. Fahrenheit. ğını arttırmak amacıyla ana omurganın altına konu
Fahlband: Metal sülfürleri kapsayan bir kaya katma lan dar bir omurga; kuntra omurga
nı. family of elements: Benzer özellikte olan elementler;
Fahrenheit: Standart atmosfer basıncı altında saf su periyodik tablonun dikey sırasindaki elementler; ha
yun kaynama noktasının 212 derece ve donma nok lojenler, alkalî metaller gibi.
tasının 32 derece olduğu termometreye ait; bu ter tan: 1) havalandırma ve soğutma için hava akımı sağ
mometre veya onun bölüntüsü ya da taksimatı.; F., layan herhangi bir makine veya cihaz, özellikle: a)
Fah., Fahr. kısaltmaları ile belirtilir. kağıt, kumaş vb. inden yapılmış açılır kapanır araç;
Fahrenheit scale: Fahrenhayt skalası; suyun donma yelpaze, b) elle hareket ettirilen herhangi düz bir yü
noktası 32° ve kaynama noktası 212° olan bir termo zey, c) bir ya da daha fazla döner kanattan oluşan,
metre skalası. bir göbeğe bağlı ve bir elektrik motoru tarafından ça-
Fahrenheit thermometer: Fahrenhayt termometresi; lıştınlan cihaz; fan; blover; vantilatör. 2) şekli fana
sıcaklıkları fahrenhayt derece türünden ölçen bir sı benzeyen herhangi bir şey.
caklık ölçer. fan belt: Oto. vantilatör kayışı; çoğu zaman V şeklin
faince: Çok iyi boyanmış ya da sırlanmış fayans veya dedir.
porselen. fan blade: Oto. vantilatör pervanesi kanatlarından her
fail: 1) yetersiz olmak; yeterli olmamak. 2) güç ve da- hangi biri; pervane kanatı.
yanıklık kaybetmek; zayıflamak, 3) istenen sonucu fan brake: Kolay ayarlanmayan, çok duyarlı veya has
elde etmede başarısız olmak. 4) kullanışsız olmak. sas olmayan, sadece makinelerin uzun süreli deney
5) terketmek. 6) çökmek; bel vermek. lerinde kullanılan ve motorun şaftına bağlı bir fan
failing: 1) zayıflama; başarısız olma 2) küçük kusur dan oluşan fren; fan fren; motorların fren güçlerinin
veya hata. ölçümünde kullanılır
failure: 1) yetersiz olma durumu veya gerçeği; yeter fan, electric: Bkz. electric fan.
sizlik. 2) güç ve dayanıklık kaybetme; zayıflama. 3) fan, exhaust: Bkz. exhaust fan.
başarısızlık; muvaffakiyetsizlik. 4) bozukluk. fan hub: Oto. vantilatör pervanesi göbeği.
faint red: Çeliklerin tavlanması sırasında oluşan ve fanner: Hububat tanelerini samandan ayıran makine.
516°C (960°F)'ye karşın olan bir renk; soluk kırmızı. fan pulley: Oro. vantilatör kasnağı.
fair: 1) Meteo. açık ve güneşli; bulutsuz; fırtınasız. 2) fan room: Den. havalandırma fanlan, ısıtıcılar ve filtre
engelsiz; net veya açık. 3) düzgün ve düzenli; Bir ge lerin uygun bir şekilde yerleştirildiği bir yer; fan dai
mi şirketi için söylenir. 4) kurallara göre. 5) ne çok resi.
kötü ne de çok iyi; vasat. 6) görünüşte uygun veya fanwise: Katlanır yelpaze gibi açılan; yelpaze biçimin
münasip, fakat gerçekte hatalı. 7) fuar; festival; pa de.
nayır. far: 1) hacim veya zamanda mesafe; yakın olmayan;
fair copy: Üzerinde son düzeltme yapıldıktan sonra uzak. 2) uzun bir yol. 3) daha uzak. 4) niteliği veya
bir belgenin veya dokümanın gerçek kopyası. doğası çok farklı. 5) hacim, zaman veya derecede
fairing: Müh. uçak vb. ine dış görünüşünü düzgün çok uzak. 5) çok fazla; önemli derecede.
yapmak ve böylece havanın direncini azaltmak için far field: Kaynaktan büyük mesafelerdeki akustik rad
eklenen parça veya yapı. yasyon alanı.
fairish: Ilımlı olarak iyi, geniş vb. i farad: Uygulanan her bir voltluk gerilim farkı için de
fair-lead: 1) Den. ağaçtan yapılmış, içinde deliği bulu polanan bir kulonluk şarja (yüke) eşit olan, elektro-
nan ve halat ya da armaya gayıtlık yapan, onun ke
farada y 212 feasibl e

manyetik kapasitans birimi; 1 farad = 9 x 10 elek


11 mek; iskandil etmek.
12
trostatik birim, 10° mikrofarad, 10 mikro-mikro fa Fathometer: Deniz dibinden dönen eko veya yankı
rad; farad; Simg. F. nın alınması için geçen zaman ile denizlerin derinliği
faraday: Özellikle elektrolizde kullanılan, tek değerli ni ölçen bir cihaz; derinlik iskandil cihazı; elektrikli is
bir elementin bir gram atom ağırlığını serbest bırak kandil cihazı (Ticarî bir marka).
mak için gerekli elektrik miktarı birimi; faradey: De fathomless: Ölçmek için çok derin; ölçülemez.
ğeri yaklaşık olarak 96 494 kulon. fatigue: 1) maksimum bası dayanıklığının önemli şe
Faraday dark space: Bir boşalım (deşarj)t üpünde kilde altında olmasına rağmen terarlanan gerilmeler
negatif akkor ile pozitif kolon arasındaki karanlık böl nedeniyle bir metalin kırılma eğilimi; yorulma; malze
me yorulması.
ge; Faradey karanlık bölgesi.
Faraday's disk: Elektromanyetizmin basit ispatı için fatigue breakage: Malzemede yorulma nedeniyle kı
kullanılan bir disk; Faradey diski. rılma; yorulma kırılması.
Faraday's laws: Faradey kanunları: 1) bir elektrolit fatigue, elastic: Deforme edici gerilme üzerinden
ten geçen elektrik miktarı kimyasal aksiyon ile orantı kalktıktan sonra, bir esnek katının orjinal şekli ve öl
lıdır. 2) aynı miktar elektrik tarafından açığa çıkarılan çüsünü alması için süre; esnek yorulma.
veya yığılan maddelerin miktarları, kimyasal eşdeğer fatigue limit: Bir metalin kırılmaksızın sonsuza dek ko
leri ile orantılıdır. nu olduğu veya etkilendiği maksimum gerilme; Bkz.
endurance limit.
faradic: Elekt. endükleyici; endüklenmiş.
faradize: Tip, endüklenmiş elektrik ile muamele veya fatigue of metals: Belirli bir kritik değerin üzerindeki
tedavi etmek. tekrarlanan (mükerrer) gerilmeler nedeniyle metalle
farina: Patates nişastası veya diğer nişastalardan biri. rin bozulması: Sonuç kristal yapıdaki değişimlerdir;
farinaceous: Nişastaya benzer. metallerin yorulması.
fast: 1) sıkıca bağlanmış. 2) halatlarla sıkıca bağlı ge fatigue resistance: Malzemenin, özellikle yatak mal
mi. 3) tam; komple. 4) harekette çabuk; hızlı ya da zemesinin kırılmaksızın aralıklı yüklere dayanması
süratli. 5) hızlı harekete izin veren. 6) belirli bakteri yeteneği; yorulma direnci.
fatigue strength: Bkz. fatigue limit.
ler gibi boyamaya dayanıklı. 7) Foto. yüksek kapla
ma hızına sahip olan. 8) çabuk, tez veya hızlı ola fat-soluble: Yağlarda çözünen.
rak. fatty: 1) yağ kapsayan, yağla kaplı veya yağdan yapı
fast-breeder reactor: Çekirdeğinde moderator olma lan. 2) yağa benzer; yağlı; yağ gibi.
yan, çok zenginleştirilmiş yakıt kullanılan ve iki tür sı fatty acid: Genel formülü C n H 2n O 2 olan doymuş or
vı metal ile soğutulan bir reaktör; hızlı üretim reaktö ganik asitlerin serisinden herhangi biri; örneğin ase
rü. tik asit, CH3COOH ve palmitik asit, CH 3 (CH 2 )14 CO-
fast effect: Isıl bir reaktörde hızlı nötronlardan kay OH.
naklanan fizyonlardan oluşan reaktivite değişimi, fatty degeneration: Doku hücrelerinde yağ partikülle-
fasten: 1) bağlamak; birleştirmek. 2) kilitleyerek, ka rinin anormal görüntüsü.
patarak .düğümleyerek güvenli yapmak. 3) tutmak, fatty oils: Isı etkisinde yapışkan artıklar oluşturan, ok
sabitleştirmek veya yönlendirmek. 4) birleşmeye ne sitlenmeye daha az dayanıklı, oksijen kapsayan, me
den olmak. 5) bağlanmış veya birleştirilmiş olmak. talik yüzeylere yapışma yeteneği çok yüksek olan ve
fastener: Türlü parçaları birbirine bağlamak için kulla hayvanlardan elde edilen yağlar; hayvansal yağlar.
nılan cıvata, somun, saplama, setuskur, perçin, vida faucet: Bir boru, depo vb. inde sıvı akımını ayarlamak
vb. i parçalardan herhangi biri; bağlayıcı. için kullanılan ve elle çalıştırılan bir valf; musluk; va
fastening: 1) bazı şeyleri sıkı veya güvenli yapmanın na; cock, tap şekillerinde de kullanılır.
yolu veya işi. 2) bağlamak için kullanılan cıvata, ker- fault: 1) Elekt. bir devrede akımın tasarlanan yolu ta
ye veya kelepçe, kanca, kilit, düğme vb. i; bağlama kip etmesine engel olan kusur ya da hatalı nokta. 2)
fast fissions: Hızlı nötronların neden olduğu fizyon- Jeo. fay ya da çatlak. 3) kusur; defo; noksan; hata;
lar; hızlı fizyonlar. zaaf. 4) yanlış yapılan şey; özellikle hata ya da ku
5 sur. 5) aksaklık.
fast neutron: Hızlı nötron; enerji düzeyi 10 elektron
volttan daha yüksek olan bir nötron. faultily: Hatalı bir tarzda ya da şekilde.
faultless: Hatasız; mükemmel.
fast reactor: Yavaşlatmanın az olduğu ve içinde fizyo-
faulty: 1) hala (kusur) veya hatalara sahip olan; hata
nun başlıca enerjilerinin küçük bir kısmını kaybetmiş
veya kusurlar içeren; hatalı; kusurlu.
nötronlar yardımıyla oluştuğu reaktör; hızlı reaktör.
favorable: Müsait; uygun; elverişli.
fat: 1) yağ kapsayan; yağlı; gresli. 2) kalın; geniş. 3)
favored: Tercih edilen; yeğlenen.
büyük miktarda değerli şey kapsayan. 4a) hayvanla
fay: Gem. inş. birleştirmek; sıkı veya tam uydurmak.
rın vücutlarında oluşan sarı veya beyaz renkli bir
fc: Bkz. fixed carbon.
madde; içyağı, b) belirli bitkilerin çekirdeklerinde gö
Fe: Bkz. iron.
rülen benzer bir madde. 5) bunlardan yemeklerde
f-block elements: Kimy. lantanit ve aktinitlere ait olan
kullanılan herhangi biri; margarin. 6) herhangi bir şe
elementler.
yin en zengin parçası veya kısmı. 7) Kimy. yağ asitle
feasibility: Uygulanabilir olma niteliği; fizibilite; olur
rinin suda çözünmeyen gllseril esterlerinin bir sınıfı.
luk.
8) yağlamak veya yağlı olmak.
feasible: 1) yapılabilir veya uygulanabilir olma yete
fatal: Onulmaz; yokedici; öldürücü.
neği; tatbik edilebilir. 2) makul; muhtemel veya ola
fathom: 1) uzunluğu 1,8288 m'ye (6 fit'e) eşit, deniz
sı. 3) kullanılabilir olma yeteneği; uygun veya elveriş
derinliği veya halat ya da palamarların ölçümlerinde
li.
kullanılan bir uzunluk birimi; kulaç. 2) derinliğini ölç
f ea t h e r 213 f el d spa t hi c

feather: 1) karna veya siil şeklindeki bir parçayı bir sıvı durumundan katı durumuna geçen metalin hac
oyuğa sokarak birleştirmek. 2) Den. suyun direncini mi küçülür, bu küçülmeyi önleyen ve döküm kalıpla
azaltmak için kürek palasını çekişler sırasında yatay rına konan cihaz; besleyici.
veya yataya yakın bir şekilde döndürmek. 3) perva feeder circuit: Besleme paneli veya tablosundan, alı
ne kanatlarını mili üzerinde uçağın uçuş hattına he cı tablo veya panele uzanan tel sistemi; besleme
men hemen paralel duruma getirmek ve böylece devresi; besleyici devre.
boşta çalıştığı zaman minimum hava direnci sağla feeder panels: Elekt, bir ya da daha fazla devre için
mak. 4) tüy. 5) çoğu zaman göbeklere uygulanan şalterler ve sigortalara sahip ve bir jeneratörün bağlı
yassı bir kaymalı kama; Bkz. feather key. olduğu besleyici panel veya tablolar; her bir panel
featheredge: Bir tahta ya da alette olduğu gibi, kolay bir jeneratör, bir uyarıcı ve bir ya da bir kaç devreyi
ca kırılabilen veya bükülebilen çok ince bîr kenar. denetler.
feature: Özel aksam ya da parça. feed heater: Bkz. feedwater heater.
feature: Özellik. feeding: 1) bir makineye sağlanan malzeme. 2) su
feather key: Göbeğin, şaft boyunca küçük bir miktar akımı, demiryolu, hava yolu vb.; besleme. 3) Elekt.
hareketi gereken yerlerde kullanılan bir tür yassı ka bir merkeze enerji temin etme. 4) döküm dereceleri
rna; Bkz. feather. veya kalıplarına fazladan metal verme işlemi.
fecal: Dışkı veya necasete ait; faecel şeklinde de yazı feed line: Besleme hattı veya devresi; Bkz. feed cab
lır. le.
fecal pump: Den. dışkı tanklarında toplanan, tuvalet feed pipe: Besleme borusu.
ve idrar kaplarından ve diğer temizlik sistemlerinden feed pump: Besi suyunu hotvel veya havasızlandır
gelen sıvı ve katı biyolojik atıkları sahil tesislerine bo ma tankından alarak kazan işletme basıncının yakla
şaltmak için kullanılan pompa; dışkı pompası; neca şık 1,5 misli basınçla kazana veren pompa; besi
set pompası; biyolojik atık pompası. pompası; Gem. Mak. fidpamp.
feces: 1) vücuttan atılan atık maddeler; pislik ya da feed stop valve: Fidçek valfla ikili oluşturan ve fidçek
dışkı. 2) tortu; faeces şeklinde de yazılır. valfın bakımı veya onarımı sırasında devreyi kapatan
fecula: Kirny. nişasta. bir valf; fid stop valf; ana ve yardımcı olmak üzere
fecuîence: 1) tortulu veya çamurlu olma özelliği veya iki tanedir.
durumu. 2a) tortu; birikinti, b) pislik. feed systems: Bkz. feedwater systems.
feeble: Kuvvetli olmayan; zayıf, özellikle: a) derman feedtract: Bilgisay, besleme çekişi.
sız, b) kuvvetsiz ve etkisiz, c) kolayca kırılan. feedwater: Buh. Kaza. çoğu zaman evaporator tarafın
feed: 1) beslemek; yiyecek sağlamak. 2) bir makine dan üretilen damıtık su veya kazanlarda kullanılan iç
ye sağlanan malzeme. 3) bu malzeme ile sağlanan me suyu; fidsuyu; besleme suyu; besi suyu.
makinenin bir parçası. 4) bu malzemenin sağlanma feedwater heater: Besleme veya besi suyu ısıtıcısı;
sı. 5) buhar kazanlarının su ile beslenmesi. 6) buhar besi devresindeki suyu ısıtan a) borulu, b) açık veya
kazanlarını besleyen su; besleme suyu, besi suyu havasızlandırıcı türden ısıtıcı; kazan verimini yükselt
veya fid suyu. 7) yatakları, makineleri, sürtünme yü mek ve yakıt sarfiyatını azaltmak için kullanılır.
zeylerini yağlama yağı ile beslemek. feedwater pipe: Besleme suyunun kazana iletildiği
feed and filter tank: Bkz. hotweli. boru devresi; besleme suyu borusu.
feed-back: Bkz. regenerative. feedwater regulator: Çalışmakta olan bir buhar kaza
feedback: Elektronikte belirli bir fazda verdinin girdi nında su seviyesi veya fayrap düzeyini sabit tutmak
ye geri beslenmesi; bir sinyalin kuvvetini azaltmak için kullanılan şamandralı, pnömatik vb. i türden bîr
veya yükseltmek için radyolarda kullanılır; fidbek; ge cihaz; besi suyu regülatörü.
ri besleme. feedwater system: Egzoz buharının yoğuşturulduğu
feed booster pump: Vakumlu fid (besi) suyu devrele kondenserden başlayarak besi suyunun kazana gi
rinde, suyu vakum tankı veya havasızlandırma tan dinceye dek geçtiği sistem; besi suyu sistemi; fid su
kından emerek, erecekler kondenseri veya besi su yu devresi; açık, yarı açık veya yarı kapalı ve kapalı
yu ısıtıcısına veren pompa; fid buster pump; besi su (vakumlu ve basınçlı) türleri vardır.
yu besleme pompası. feeler: Yatak boşlukları, supap klerensleri, dişlilerin
feed cable: Elektrik akımı ileten kablo; besleme kab diş klerensleri, segman klerensleri vb. lerini ölçmek
losu. için kullanılan ve türlü kalınlıklarda parçaları olan
feed check valve: Besi (fid) pompasının yüksek ba alet; Gem. Mak. filer geyiç; filer çakısı; sentil.
sınçla verdiği besleme suyunun kazana girmesine feeler gauge: Bkz. feeler.
müsaade eden ve geriye, fid devresine dönmesine feeler pin: Diz. Mot. bazı enjektörlerde, kep üzerinde
engel olan valf; Gem. Mak. fidçek valf; fid suyu geri bulunan ve enjektörün çalışıp çalışmadığını denetle
döndürmez valfı; hem ana ve hem de yardımcı dev meye yarıyan küçük, ince bir metal çubuk; duyu pi-
re üzerinde bulunur. ni.
feed deionizer: Gaz. Türb. yoğuşum pompasının kon- feign: 1) Orij). Ola, şekil vermek. 2) icat etmek; imal
denserden alarak kazana bastığı besi suyunun yeni etmek; oluşturmak (hikâye vb). 3) hayal etmek, 4)
den iyonlarına ayrıldığı cihaz; fid suyu iyonlaştırıcısı. taklit etmek.
feeder: 1) besleyen şey veya kişi, özellikle bir maki feldspar: Başlıca alüminyum silikatlardan oluşan, ço
neye malzeme temin eden kişi. 2) besleyen su akı ğu zaman cam gibi, oldukça seri ve volkanik kaya
mı, demiryolu, hava yolu vb. i. 3) Elekt. türlü kanal larda bulunan, türlü kristalli minerallerden biri; feldis-
lardan dağıtılan enerjiyi, besleyici enerji olarak bir pat; felspar olarak da kullanılır.
merkeze sağlayan bir iletken; besleyici. 4) dökümde feldspathic: Feldispat kapsayan; feldispata benze-
feîdspathose 214 ferrous sulphate

yen.
nik asite, H3Fe (CN)6 ait veya onu belirten; ferrisiya-
feldspathose: Bkz. feldspathic.
nik.
felsite: Başlıca feldispat ve kuvarstan oluşan volkanik
ferricyanide: Ferrisiyanik asitin bir tuzu; ferrisiyanür.
bir kaya.
ferriferous: Demir kapsayan; demir veren.
felspar: Bkz. feldspar.
ferrite: 1) Demir bileşikleri kapsayan ve kayalarda gö
felt: Dokunma ve örülmeksizin yün, bazan yünle karı
rülen sarımsı veya kırmızımsı kahverengi bir madde.
şık kürk ve kıldan birlikte basınç, ısı, kimyasal etki
2) adî demir ve çelikle bileşen olarak görülen ve
vb. i iie yapılan bir tür kumaş; keçe; fötr. 2) keçe ve
manyetik geçirgenliği yüksek olan saf demirin bir tü
ya fötr'den yapılmış. 3) keçe ile kaplamak. rü. 3) kalsiyum ferrit, Ca (Fe0 2 ) 2 gibi, daha bazik
felting: 1) keçe veya fötr yapma. 2) keçenin yapıldığı
metalik oksitlerle birleşen demir oksit gibi türlü bile
madde. 3) keçeden yapılmış kumaş; keçe kumaş.
şiklerden biri.
felt packing: Keçeden yapılmış salmastra; keçe sal
ferritic low-alloy steel: Yüksek sıcaklıklarda
mastra.
sertliğini kaybeden ve bu sıcaklıklarda ciddî şekilde
felt washer: Yün keçeden yapılmış rondela, muhafa
pasla nan, sertleştirilebilir, giriş veya emme supapları
za pulu; keçe rondela.
yapı mında kullanılan bir çelik türü; ferritik alçak
felucca: Lâtin yelkeni veya kürekle ya da her ikisiyle
alaşım çelikleri.
yürütülen, iki veya üç direkli küçük, dar bir gemi;
ferritic steel: Yüksek sıcaklıklarda sertliğini kaybeden
özellikle Akdeniz sahilleri boyunca kullanılır.
ve bu sıcaklıklarda ciddî bir şekilde paslanan bir çe
female: 1) Meka. oyuk (dişi) kısma sahip olan ve ken
lik türü; ferritik çelik.
disine uygun bir parçanın girmesine elverişli kısım,
ferro-: Demir ve demir kapsayan anlamlarında bir
örneğin piriz vb. i. 2) dişi.
önek.
female thread: Dişi diş; dişi somun dişi.
-1 5 ferroalloy: Çelik yapımında kullanılan türlü demir
femto-: Femto; 10 (0,000000 000 000 001) ala şımlarından herhangi biri; eklenen metale göre
anlamın da bir önek; f kısaltması ile belirtilir. isim alırlar: Ferrokrom, ferromanganez vb. i gibi.
fender: 1) koruyucu herhangi bir şey; özellikle; a) ferrocalclte: Mine. kalsit kapsayan demir karbonat;
Oto tekerleklerin üzerinde bulunan metal koruyucu; ferrokalsit, FeC0 3 .
çamurluk, b) otobüs veya lokomotiflerin ön tarafla ferrochromium: Demir ve kromun bir alaşımı; ferrok
rında bulunan, herhangi bir şeyi yakalamak, itmek rom.
veya kenara atmak için kullanılan metal bir cihaz; ferroconcrete: Demir veya çelik bir iskelet ile çimen
tren mahmuzu, c) ateş mahallinin önüne konulan ve todan oluşan beton; betonarme; reinforced concre
yanmakta olan kömürleri tutan bir paravana, d) te, armored concrete şeklinde de kullanılırlar.
Den. gemilerin bordasından sarkan ve onu koruyan, ferrocyanic: Renksiz, kristalli bir asite, H4 Fe(CN) 6 ait
ip, ağaç vb. inden yapılmış parça; usturmaca. veya onu belirten; ferrosiyanik.
ferment: 1) diğer maddelerde fermantasyon veya ma ferrocyanide: Ferrosiyanik asitin bir tuzu; ferrosiya-
yalanmaya neden olan, bira mayası, bakteriler, en nür.
zimler gibi bir madde; maya; enzim. 2) fermentas- ferroelectric: Anî polarizasyon ve histerizis gösteren
yon; tahammür; mayalanma. 3) mayalanmaya uğra bir yalıtkan veya dielektrik, örneğin Roşel tuzu.
mak; mayalanma işleminde olmak; mayalanmak. ferromagnesian: Mine. bileşen olarak demir ve mag
fermentation: Bir mayanın etkisiyle organik bileşikler- nezyuma sahip olan.
deki kompleks moleküllerin parçalanması; fermen- ferromagnetic: Mıknatıslar tarafından şiddetle çeki
tasyon; tahammür etme; mayalanma. len; demir ve nikel gibi çok manyetik; ferromanyetik.
fermium: Bir sikiotronda nükleer bombardman sonu ferromagnetism: Demir, kobalt, nikel gibi belirli me
cu oluşturulan radyoaktif kimyasal element; fermi tallerin sabit mıknatıs olma özelliği; ferromanyetiklik.
yum; Simg. Fm; at.ağ. 254 (?); at. no. 100. ferromanganese: Sert çelik yapımında kullanılan de
ferrate: Ferrik asitin bir tuzu; ferrat. mir veya manganezin bir alaşımı; ferromanganez.
Ferrel's law: Dünyanın dönüşü nedeniyle rüzgârların ferrosilicon: Çelik yapımında kullanılan demir ve
kuzey yarımkürede sağa, güney yarımkürede ise so silis yumun asite dayanıklı bir bileşiği; ferrosilikon.
la sapması. ferrosilicon process: Magnezyum oksitin bir demir
ferreous: 1) demire ail veya demir kapsayan. 2) sert ve silisyum alaşımı tarafından redüklenmesi ile mag
lik vb. inde demir gibi; demire benzeyen. nezyum yapımı; ferrosilikon işlemi.
ferri-: Demir kapsayan anlamında bir önek; Bkz. 1er- ferrotype: 1) hassaslaştırılmış bir filmle kaplanmış in
ro-. ce bir demir levhaya doğrudan alınan pozitif bir fo
ferriage: 1) feribot ya da feri ile taşımacılık. 2) bunun toğraf. 2) bu tür fotoğrafları yapma işlemi.
ücreti. ferrous: 1) demir kapsayan; demire ait; demirden tü
ferric: 1) demire ait, üç değerli demir kapsayan veya reyen. 2) Kimy. iki değerli demir kapsayan veya bu
demirden türeyen. 2) Kimy. ikiden yüksek değerde tür demir kapsayan bileşiklere ait.
demire ait veya bu demiri kapsayan bileşikler; ferrik. ferrous alloys: Demir kökenli alaşımlar; demirli ala
ferric chloride: Sarımsı renkli, havadarı emdiği su ile şımlar.
eriyebilen kristalli kütle; ferrik klorür, FeCl 3 .6H 2 0; ferrous material: içinde demir bulunan veya demir
boya maddesi, ilâç, katalizör olarak ve besi suyu kapsayan madde; demirli malzeme.
nun pH değerini düzenlemek için kullanılır. ferrous sulphate: Yeşilimsi veya sarımsı kahverengi,
ferric oxide: Demirin en önemli cevheri olan kırmızı kokusuz, suda hafifçe çözünen, kondenser boruları
kristalli bir bileşik, ferrik oksit; hematit, Fe 2 0 3 . nın iç yüzeylerinde koruyucu bir katman oluşturmak
ferricyanic: Kahverengi kristalli, dayanıksız ferrisiya- için kullanılan bir kimyasal; demir sülfat, Fe-
ferruginous 215 field glass (field glasses)

S0 4 .7H 2 0 ; % 10 çözeltisinin pH'ı 3,7 ; bu çözelti


pılmış bir dişli türü; fiber dişli.
ya sürekli veya her gün bir saat süre ile verilir.
fiberglass: Bkz. fiberboard.
ferruginous: 1) demir kapsayan; demire ait; demir ta fiber packing: Bazı pistonlu buhar makinelerinin pis
biatında olan. 2) demir tozu renginde olan; kırmızım
ton rod boğazlarında kullanılan, çoğunlukla yumu
sı kahverengi.
şak lifli salmastra; fiber salmastra.
ferrule: 1) dayanıklık vermek ve çatlamasını önlemek
fiber rope: Den. keten, kenevir vb. i gibi türlü bitki lif
için baston, çubuk, alet vb. inin ucunun çevresine
lerinden yapılan halat; lif halat.
geçirilen metal bilezik veya yüksük. 2) Meka. bir
fiber rope net: Bitkisel ya da kendir halattan yapılan
bağlantıyı sağlamlaştırmak için kullanılan kısa bir bo
ve bir kenarı 3 metre kadar olan kare biçiminde bir
ru ya da burç. 3) Bun. Kaza. alev borularının cehen
ağ; kendir halatlı ağ.
nemlik tarafındaki ağızlarının tavlanmasına karşı,
fiber stress: Bir ya da daha fazia dış kuvvet tarafın
kondenser veya eşanjör borularının sızdırması ve va
dan etkilenen ve deformasyona direnç gösteren bir
kumun bozulmasına karşı ağızlarına takılan metal
cismin toplam gerilmesi; fiber gerilmesi.
yüksükler; Gem. Mak. farul veya ferul.
fibrin: Anat, esnek, life benzer, çözünmez bir protein;
ferry: 1) bir botla nehir veya dar bir kanalı enine geç
fibrin.
mek. 2) bir feribotla bir su kanalını karşıdan karşıya fibrinogen: Anat. kan proteini; fibrinojen.
geçmek. 3) dar bir su kanalından insan, eşya vb. ini fibrinogenic: Bkz. fibrinogenous.
karşıdan karşıya taşıma sistemi. 4) bu amaçla kulla fibrinogenous: 1) fibrinojene ait; fibronojen gibi. 2)
nılan bir gemi. 5) feribotun çalıştığı yer.
fibrin oluşturmaya muktedir.
ferryboat: Bir boğaz, haliç veya dar bir su kanalında fibrinous: Fibrine benzer; fibrine ait; fibrin labiatında
karşıdan karşıya yolcu, eşya vb. i taşıyan bir gemi;
olan.
feribot.
fibrous glass: Havalandırma kanallarında (mecrala
ferry, car: Bkz. car ferry.
rında) ses izolasyonunda kullanılan bir madde; lifli
ferry, passenger: Bkz. passenger ferry.
cam; cam pamuğu.
fertile: 1) verimli; kaynakları zengin. 2) bir nötron tu
fid: 1) Den. sert, konik bir pin; halat kollarını ayırmak
tarak fissil madde haline geçebilecek madde; fertil;
2 32 için kullanılır; kavelâ. 2) bazı şeyleri taşımak için kul
bilinen örnekler toryum (Th ) ve uranyumdur
238 lanılan ağaç veya metal bir pin ya da çubuk; 3)
(U ). Den. gabya çubuğunu taşımak için kullanılan kare
fertile material: Bkz. fertile. kesitli çubuk; kaşkaval.
fertility: Verimli olma durumu veya özelliği; verimlilik. fiddle: 1) Den. denizli havalarda yalpa ve başkıç sıra
fertilizable: Verimi arttırılabilir. sında, yemek takımlarının masalardan düşmesini ön
fertilization: Verimini yükseltme; mümbitleştirme; leyen kenarlık. 2) ziyan etmek (zamanı).
gübreleme. fiducial: Astr,, Fiz. ölçüm ve hesaplamalarda standart
fertilize: 1) verimli yapmak. 2) gübrelemek. (ölçüt) olarak kullanılan.
fertilizer: Gübreleyen, verimini yükselten şey veya ki field: 1) mikroskopta olduğu gibi gözlem alanı. 2)
şi, özellikle: a) bitkilerin nitelik veya nicelik bakımın alan; saha; özellikle: a) Fiz, elektriksel kuvvet veya
dan geliştirilmesi için toprağa verilen herhangi bir manyetik kuvvet çizgilerinin aktif olduğu yer; manye
madde; gübre. tik alan. b) yüklü bir nokta veya şarjlı bir iletkenden
Fessenden oscilator: Düşük frekanslı, hareketli bo- kaynaklanan bir alan: Elektrik alanı, c) som bir kütle
binli, elektromanyetik bir ses jeneratörü; su altı ses den kaynaklanan çekimsel (yerçekimi) alan. 3) ham
kaynağı olarak kullanılır; Fessenden osilatörü. madde üretiminde kullanılan alan: Altın alanı, petrol
fettle: 1) Metal, bir tav ocağının orta kısmını cevher, alanı vb. i gibi.
silika veya diğer gevşek bir malzeme ile örtme veya field, atomic: Diğer partiküller için önemli şekilde itici
kaplama. 2) tav ocağının orta kısmının kaplanması. bir atom tarafından işgal edilen bölge; atomik alan.
fettling: 1) Metal, bir tav ocağının orta kısmını koru field circuit: Elektrik makinelerinin (motorlar, jenera
mak amacıyla kaplamak üzere kullanılan cevher, sili törler) kutup sargılarının bulunduğu devre; alan dev
ka vb. i gevşek bir malzeme. 2) dökülen parçayı ka resi, saha
lıptan çıkardıktan sonra temizleme. Bkz. cleaning. devresi.
fever: 1) vücut sıcaklığının anormal yükseldiği bir du field coil: 1) bir elektrik makinesinde akım taşıyan bir
rum; yüksek ateş ya da humma. 2) çoğu zaman bobin; alan ya da saha bobini. 2) bir hoparlörde
nabzın yükselmesi, sayıklama ve vücut sıcaklığının güçlü bir manyetik alan oluşturmak için kullanılan
yükselmesi ile beliren herhangi bir hastalık. 3) ateş bir kaç bin sarımlı bir bobin; saha ya da alan bobini.
lenmeye neden olmak. field core: Bir jeneratör veya motorun alan sargısının
fevered: Ateşi olan; ateşli. göbek ya da çekirdeği; kutup; ana veya yardımcı ku
fhp: Bkz, friction horsepower. tup.
fiber (fibre): 1) ince, uzun, iplik gibi yapısı olan ve di field current: Bir elektrik makinesinin alan sargısında-
ğerleri ile birleşerek hayvansal veya bitkisel dokuları ki akım; alan veya saha akımı; manyetik alan oluştur
oluşturan yapı; lif. 2) dokuma için kullanılan, liflerine mak için kullanılır.
ayrılabilen herhangi bir madde. 3) life benzer kök. field, electric: Elektrik kuvvetlerinin etki yaptığı böl
fiberboard (fibreboard): 1) binalarda kullanılan ve lif ge; elektrik alanı veya elektrik sahası.
lerin sıkıştırılması veya pres edilmesiyle elde edilen field emission: Soğuk emisyon; otoemisyon; elek
ve yalıtım maddesi olarak kullanılan bir madde; fi tronların, yüksek potansiyel farkının etkisi altında ya
berglas; cam elyafı. yılması veya emisyonu; alan (saha) emisyonu.
fibergear: Hafif yük ve yüksek hızlar için fiberden ya field engineering: Teknik uzmanlık.
field glass (field glasses): Önemli büyütme gücüne
f iel d ma g ne t 216 f illet

sahip olan, küçük, taşınabilir, çiftli dürbün.


lan zımba; sayı zımbası.
field magnet: Bir motor veya jeneratörde manyetik
filament: 1) çok ince tel veya fiber (lif). 2) life benzer
alanı üreten veya devam ettiren mıknatıs; kutup;
bir kısım, özellikle elektrik ampulleri ve vakum tüple
alan mıknatısı.
rinin elektrik akımı ile ısıtıldıkları zaman akkor haline
field, magnetic: Bkz. magnetic field. gelen ince metal teli; filaman.
field of force: 1) fiz. yerçekimi, elektriksel vb. i bazı
filamentary: Filaman veya filamanlara ait; filamana
kuvvetlerin etkisinde olan bölge; kuvvet alanı. 2) bir
benzeyen; filamandan yapılan veya filamana sahip
elektrik akımı veya bir mıknatıs kutbunun çevresinde
olan.
ki bölge.
filamentous: 1) ipliğe benzeyen. 2) filamanlara sahip
field resistor: Alan direnci veya direnç elemanı.
olan; filamanlı.
field rheostat: Şönt ve kampavund elektrik makinele
filament transformer: Radyo tüplerinin filaman veya
rinde, şönt sargıya seri bağlı bir direnç; alan veya sa
ısıtıcılarını besleyen gerilimi, azaltmak üzere kullanı
ha reostası; devir sayısı (motorlarda) veya gerilimi
lan bir transformatör.
(jeneratörlerde) düzenlemek için kullanılır.
filar micrometer: Mikroskop veya teleskoplarda kulla
field rivet: Montaj yerinde çakılan perçin; montaj ya
nılan ve incelenen cismi ölçmeye yarıyan bir mikro
da şantiye perçini.
metre.
field strength: Alan şiddeti veya direnci.
filature: 1) iplik eğirme. 2) kozadan ham ipeğin elde
field winding: Kutup sargısı; mıknatıs sargısı; mıkna
edilmesi. 3a) bunun eğirilmesi. b) bu işlemin yapıldı
tıslanma ve dolayısıyla manyetik alan oluşturmak
ğı yer; iplikhane.
için bir demir göbek, kutup vb. i üzerine sarılan sar
file: 1) çelikten yapılmış, yüzünde paralel girinti ve çı
gı; alan sargısı.
kıntıları bulunan, metal yüzeylerini düzeltmek veya
field work: Botanikçi, jeolojisi vb. i bilim adamlarının
kesmek için kullanılan bîr alet; eğe; törpü. 2) eğe ile
arazide bilimsel bilgi toplamak için yaptıkları çalış
düzeltmek veya tasfiye etmek. 3) eğe ile kesmek;
ma; arazi çalışması.
törpülemek; eğelemek. 4) kütük. 5) dosyalamak.
field worker: Arazi çalışması yapan bilim adamı, tek
file, flat: Düz eğe.
nisyen veya öğrenci.
file, half rounded: Yarım yuvarlak eğe.
fierce: 1) vahşi; sert. 2) şiddetli; kontrolsuz; kontrol
file handle: Eğe sapı; çoğu zaman tahtadan yapılan
edilemeyen: Şiddetli fırtına gibi.
sap.
fierce cluth: Oto. sert debriyaj ya da kavrama.
file holder: Eğe sapı.
fiery: 1) ateş kapsayan veya ateşten oluşan. 2) ateşe
file, knife edge: Bıçak ağızlı eğe.
benzeyen. 3) kolayca tutuşabilir; yanıcı: Maden
file, round: Yuvarlak eğe.
ocaklarındaki grizu gibi.
file server: Bilgisay. kütük hizmet programı.
fife rail: Den. gemi direkleri çevresinde selviçelerin
file, square: Kare eğe.
bağlanması için kullanılan bağlama pinleri.
file.triangular: Üçgen eğe.
fifteen: 1) on beş; 15; XV. 2) on beş kişi ya da şey
filiform: İplik veya filaman şeklinde olan.
den oluşan grup.
filing: Çoğ. eğe ile çıkarılan küçük metal parçacığı ve
fifteenth: 1) on beşinci; 15.; 15 inci, 2) bir şeyin on
ya metal tozu.
beş eşit parçasından herhangi biri; 1/15.
fill: 1) doldurmak; ful yapmak. 2) kapamak ya da ta
fifth: 1) beşinci; 5.; 5 inci. 2) bir şeyin beş eşit parça
palamak (delik, çatlak vb. i). 3) beslemek. 4) dolun
sından herhangi biri; 1/5.
caya dek bir kaba koymak. 5a) Den. şişmek (yel
fifthly: Beşinci yerde; beşinci olarak.
ken), b) yelkenleri düzelterek rüzgârı yakalamak. 6)
fifth w heel: Bir taşıt aracının ön aksı üzerine yerleşti
bir hacmi dolduran veya doldurmak için kullanılan
rilmiş, dönmesini sağlayan, yatay, tekerleğe benzer
herhangi bir şey.
bir yapı; beşinci teker.
filled band: Her düzeyi elektronlar tarafından kaplan
fiftieth: 1) ellinci; 50.; 50 nci. 2) bir şeyin elli eşit par
mış bir enerji şeriti (bandı).
çasından herhangi biri; 1/50.
filled gold: Külçe altın yerine konularak kullanılan, al
fifty: Elli; 50; L.
tın katmanı ile kaplanmış pirinç veya diğer alkali me
fighter: Hava savaşları için kullanılan küçük, hafif,
taller.
yüksek manevra yeteneği olan bir uçak; fighter pla
filler: Dolduran şey veya kişi, özellikle: a) miktarını
ne olarak da kullanılır.
çoğaltmak için, diğerlerine eklenen bir madde; dol
figment: Hayal edilen veya zihinde yapılan şey; ha
gu maddesi; doldurucu madde, b) boyama veya ci
yal; icat.
lalamadan önce kerestenin çatlak vb. ini doldurmak
figure: 1) bir şeyin dış görünümü veya şekli. 2) şekil:
için kullanılan preparat.
diyagram; resim; çizim. 3) bir sayının simgesi. 4)
filler cargo: Büyük yüklerin istiflenmesinde, aralarda
Çoğ. bu simgelerle hesap; aritmetik. 5) Geo. her ta
kalacak boşluklara konulabilecek kadar küçük ve bu
rafı çizgi ya da düzlemlerle çevrili yüzey veya ha
yüklerin ağırlığı ile ezilip kırılmayacak kadar dayanık
cim. 6) belirli şekillerle takdim etmek; şekil vermek.
lı yük; doldurucu yük; filer kargo.
7) sayılarla hesaplamak. 8) aritmetik işlemi yapmak.
filler metal: Kaynak yapımında ilâve edilen metal; dol
9) hesaplamak.
durucu metal.
figured: 1) bir resim, diyagram vb. i ile belirtilen veya
filler pipe: Doldurma borusu (tank vb. i için).
gösterilen. filler plug: Doldurma tapası.
figurehead: 1) Den. bazı gemilerin baş tarafına oyul fillet: 1) Mot. krankpin ile krank kollarının birleştikleri
muş şekil. kısımda, yarıçapı belirli bir daire parçası. 2) iki yü
figure stamp: Sayı ya da rakam basmak için kullanı
zey arasındaki iç açının oluşturduğu daire parçası.
fillet weld 217 fine

fillet w eld: iki yüzeyi yaklaşık olarak dik açıda, bindir


olarak geçmek veya hareket etmek.
me, T bağlantı veya köşe bağlantı şeklinde birleştir
filterability: süzülebilir olma durumu veya niteliği sü-
mek üzere yapıian hemen hemen üçgen kesitinde
zülebilirlik.
bir kaynak; köşe kaynağı; açı kaynağı.
filterable: Süzülebilir; filtreden geçirilebilir.
fillet welding: Köşe veya açı kaynağı yapma; Bkz. fil
filter air vent: Diz. Mot. yakıt devresinin havasını al
let weld,
mak için açılan tapa veya hava boşaltma deliği; filtre
fill line: Diz. Mot. silindir ceketlerinin tatlı soğutma su
hava çıkışı.
yu ile doldurulduğu devre; doldurma hattı veya dev
filter bed: Tabanı kum veya ince çakıl kaplı bir tank
resi.
ya da depo; su, kanalizasyon atığı vb. lerini süzmek
filling plug: Doldurma deliği tapası.
için kullanılır.
filling station: Otomobil ve diğer motorlu araçlara pe
filter cartridge: Filtre veya süzgeç elemanı; filtrenin sı
rakende satılan benzin, yağ ve verilen servisin oldu
vıları süzen kısmı.
ğu yer; dolum istasyonu.
filter drain plug: Filtre boşalma veya dreyn tapası.
filling valve: Doldurma valfı; doldurma vanası.
filter element: Filtre elemanı; Bkz. filter cartridge.
fillister: 1) oyuk açmak veya kesmek için kullanılan
filter gauze: Metai filtre süzgeci.
rende; marangoz rendesi. 2) pencere çerçevesinde
filter paper: Filtre ya da süzgeç kağıdı; sıvıları süz
camı taşımak üzere açılan oyuk.
mek için kullanılan gözenekli bir kâğıt.
fillister head screw: Yıldız başlı vida.
filter, paper: Elemanı kâğıt olan filtre; kâğıt filtre ya
fillister head screwdriver: Yıldız tornavida.
da süzgeç.
film: 1) ince bir tabaka ya da katman. 2) fotoğraf çeki
filter screen: Metal filtre süzgeci; filtre ya da süzgeç
mi için kullanılan ve ışığa duyarlı bir madde ile kaplı,
perdesi.
esnek sellülozdan yapılmış levha ya da bobin; fotoğ
filtrability: Bkz. filterability.
raf filmi. 3) sinema filmi. 4) ince bir tire (iplik). 5) bir
filtrable: Bkz. filterable.
tabaka veya film ile kaplama. 6) fotoğrafını çekmek.
filtrate: Süzmek; filtre etmek; filtre edilmiş veya süzül
7) bir film ile kaplamak veya kaplanmak. 8) Mot. si
müş sıvı.
lindirlerin iç yüzeylerinde oluşturulan yağ katmanı;
filtration: Süzme; filtreleme; süzülmüş.
Bkz. oil film.
filtration plant: Şehir su şebekelerinde olduğu gibi,
film cooling: Gaz, Türb, rotor üzerindeki hareketli ka
suyun temizlendiği veya arıtıldığı yer; filtreleme istas
natların çevresinde hava tarafından oluşturulan kal
yonu; arıtma istasyonu.
man; kanadın kızgın gazlarla temasını önler ve soğu
fin: 1) balık, yunus vb. lerinin yüzme, dönme veya
masını sağlar; hava katmanlı soğutma; katmanlı so
dengeleme için kullandıkları, vücutlarında bulunan
ğutma.
diyaframa benzer birkaç kısımdan biri; yüzgeç. 2)
filmily: Ince bir tabaka ile kaplı şekilde.
şekli ya da kullanımı yüzgece benzeyen herhangi
filminess: İnce bir tabaka ile kaplı olma niteliği.
bir şey, özellikle: a) döküm derecesine basınçla veri
filming amines: Yardımcı buhar sistemini korumak
len metalin iki yarım parça arasında oluşturduğu in
için kullanılan film veya katman yapıcı oktadesilamin
ce kenar, b) görevi uçuş sırasında denge sağlamak
gibi aminler; bunlar buharın kazanı terkettiği boru
olan herhangi bir sabit ya da hareketli dümen, kanat
devresine verilir ve boruların iç yüzeyinde koruyucu
vb. i. c) Den. tekne veya denizaltıların altındaki ince
bir katman oluşturur; bu katman metali paslanmak
çıkıntı; salma omurga; fin keel olarak da kullanılır.
tan korur; film, tabaka veya katman yapıcı aminler.
fin: Hava ile soğutmalı motorlarda silindirlerin dış yü
film, oil: Bkz. oil film.
zeylerinde bulunan madeni soğutma diskleri veya
film pack: Fotoğraf makinesinin arkasına uyacak şe
yüzeyleri; bir vantilatör tarafından bu yüzeylere üfle
kilde yapılmış bir çerçeve içine-konulan bir kaç fo
nen hava ile soğutma sağlanır.
toğraf levhası; film paketi.
finable: Rafine edilebilir; damıtılabilir; süzülebilir; fine-
film pressure: Bir sıvı (özellikle su) yüzeyindeki mo-
able şeklinde de kullanılır.
nomoleküler (tek moleküllü) bir film ya da katman
final: Son; final.
tarafından uygulanan her birim boy için kuvvet
finder: 1) bulan kimse veya şey; bulucu. 2) fotoğrafta
(N/m); katman basıncı.
oluşacak görüntüyü göstermek amacıyla makinenin
film strength: Film, tabaka veya katman dayanıklığı.
durumunu ayar etmeye yarıyan ve özel bir mercek
fiimy: 1) filme benzeyen veya filme ait. 2) bir tabaka
olan fotoğraf makinesi cihazı; vizör. 3) Astr. güçlü
ile kaplı.
bir teleskopla görüntüleri daha yakına getirmek veya
filter: 1) bir sıvıyı gözenekli bir maddeden geçirerek
tespit etmek için büyük bir teleskopa takılan küçük,
içindeki katı partikül ya da parçacıkları ayırmak için
alçak güçlü bir teleskop.
kullanılan cihaz; filtre; süzgeç. 2) bu amaçla kullanı
finding: 1) keşif. 2) bulunmuş ya da keşfedilmiş şey.
lan kum, mangal kömürü, keçe vb. i herhangi bir gö
3) Çoğ. genellikle bir işçi veya çalışan tarafından
zenekli madde. 3) Fiz. a) belirli frekans veya frekans-
sağlanan alet, malzemeler vb. i. 4) sonuç, netice.
lardaki elektrik akımlarını geçiren cihaz veya madde;
fine: 1) Orj. Ola. tamamlanmış. 2) mükemmel nitelik
elektrik filtresi, b) belirli ışık ışınlarını kısmen ya da
te; ortalama üstü; mükemmel; çok iyi. 3) yabancı
tümü ile emen cihaz ya da madde, örneğin fotoğraf
maddeleri olmayan; arıtılmış; damıtılmış; rafine edil
makinesi objektiflerinin renk filtresi gibi. 4) bir filtre
miş. 4) belirli oranda saf meta! kapsayan (altın ve
den sıvıları geçirmek. 5) bir filtre ile (katı partiküi, ya
gümüş için söylenir). 5) net, açık ve parlak: Hava
bancı madde vb. lerini) bir sıvıdan ayırmak veya çı
için söylenir. 6) ağır veya iri olmayan. 7) çok ince ve
karmak. 6) belirli frekanslardaki elektrik akımları vb.
ya uzun. 8) keskin.
i için filtre ya da süzgeç görevi yapmak. 7) yavaş
fine: 1) son; sonuç. 2) para cezası. 3) para cezasına
f in e ar t s 218 f ir e d e t ec t o
r

çarptırmak.
boyuna olarak metal kanatlar kaynak edilmiştir; ka
fine arts: Genel olarak çizim, resim, heykel ve sera
natlı ısıtıcı.
mik, bazan mimarlık, edebiyat, müzik, dramatik sa
fire: 1) yanmanın ısı ve ışık ile beliren aktif ilkesi;
natlar ve dansın dahil edildiği sanatlar; güzel sanat
ateş; yangın. 2) bir ocaktaki yakıt gibi yanan şey. 3)
lar.
tahrip edici yanma: Orman yangını gibi. 4) ısı, alev
fine chemical: Çok küçük miktarlarda da olsa özel
vb. i bakımından ateşe benzeyen herhangi bir şey.
amaçlar için imal edilen veya yapılan bir kimyasal;
5) ateşli silahlar veya ağır silahlarla ateş; ateş etme.
bu kimyasallar, genel olarak çok saftırlar: Analitik mi
6) tutuşturmak; yakmak. 7) yakıtla sağlamak. 8) fırın
yarlar bu tür kimyasallardır.
da, pişirmek. 9) ısı ile kurutmak. 10) parlak yapmak;
fine-draw: Çok ince olacak şekilde (tel vb.) çekmek;
ateş ile aydınlatmak. 11) uyarmak. 12) ateş etmek.
haddeden çekmek.
13) yanmayı başlatmak. 14) ateşli bir silahla ateş et
fine-drawn: Tel gibi, ince oluncaya dek çekilmiş veya
mek.
haddeden çekilmiş.
fire alarm: 1) yangını haber veren, sinyal veya işaret;
fine filter: Sıvı yakıtlarla fayraplı kazanlarda, yakıt ısıtı
yangın alarmı. 2) bu işareti veren zil, düdük, siren
cılarından sonraki devre üzerinde bulunan ince süz
vb. i.
geçler; sıcak filtreler.
fire-alarm singnals: Den. a) yangın alarm işaretleri,
fine-grain: ince taneli; ince tanecikli.
a) on saniyeden küçük olmayacak şekilde gemi
fineness: 1) bir alaşımdaki saf altın ve gümüşün ora
kampanasının devamlı olarak çalınması, b) gemi dü
nı. 2) buhar kazanlarında atomizörün, dizel motorla
düğünün üç kısa işareti ile sağlanır.
rında enjektörlerin püskürttüğü yakıt küreciklerinin
firearm: Patlama kuvveti ile ateşlenen herhangi bir si
inceliği veya çok küçük oluşu.
lah; özellikle taşınacak kadar küçük, tabanca, tüfek
finery: Dövülebilir demir ya da çeliğin yapıldığı rafine
vb. i bir silah.
ri veya tasfiyehane.
fire axe: itfaiyeciler veya bu görevin sorumluluğu ve
finespun: Çok ince örülmüş veya çekilmiş (hadde
rilmiş kişilerin kullandıkları alet; yangın baltası.
den) : hassas; narin veya ince.
fire back: Mot. ateşleme sırasının yanlışlığı nedeniy
finger: 1) parmak. 2) kullanım veya biçimi bakımın
le, motorun çalışması sırasındaki geri tepme.
dan parmağa benzeyen. 3) bir parmağın genişliği;
fireball: 1) büyük, parlak bir meteor ya da akanyıldız.
19,05-25,4 mm (3/4-1 inç) veya orta parmağın uzun
2) Esk. savaşlarda fırlatılarak kullanılan ve içinde pat
luğu (yaklaşık 114,3 mm veya 4,5 inç) esas alınarak
lama ya da yangına neden atan bir madde bulunan
oluşturulan ölçü birimi. 4) Meka. bir parça ile temas
bir küre veya top; ateş topu.
ederek onun hareketini kontrol eden çıkıntılı bir par
fire boat: Den. yangın savunma teçhizatı ile donatıl
ça. 5) parmakla dokunmak.
mış, liman ve sahillerde kullanılan bir gemi; yangın
fingerbreadth: Bir parmağın genişliği; parmak genişli
botu.
ği; hemen hemen 1 inç veya 25,4 mm kadardır.
firebox: Lokomotif, soba vb. inde ateşin bulunduğu
fingerprint: 1) parmak izi; bir kişiyi teşhis etmek için
ya da yanmanın oluşturulduğu yer; ocak; külhan;
kullanılır. 2) parmak izi almak.
Bkz. furnace.
finial: En yüksek nokta; zirve ya da doruk.
firebrand: Yanan bir parça odun; meşale.
fining: Sıvıları, metal vb. lerini rafine etme veya arıt
firebrick: Buh. Kaza. ocak veya külhanları vb. i kapla
ma.
mak için kullanılan ve yüksek sıcaklığa dayanıklı tuğ
finis: Bkz. finish.
la; ateş tuğlası; şamot.
finish: 1) sonuna gelmek; son. 2) tamamlamak. 3) tü
firebrick, plastic: Bkz. plastic firebrick.
ketmek; tümü ile sarfetmek. 4) mükemmel; cilâlı. 5)
fire brigade: Yangınla savaş için düzenlenmiş veya
cila, mum vb. i gibi, bir şeyi parlatmak için kullanı
organize edilmiş, erkeklerden oluşan bir ekip.
lan herhangi bir madde. 6) bütünlük; tamamlama.
fire clay: Yüksek sıcaklığa dayanıklı bir tür kil; ateş
7) bitirme yöntemi veya tarzı. 8a) bir binanın içini ta
tuğlası yapımında, külhan veya ocak duvarlarının
mamlayan kapı, pencere, merdiven vb. birleştirme iş
kaplanmasında vb. kullanılır; esas olarak silika
lemi, b) bunun için kullanılan nitelikli kereste.
(Si02 ) ve alüminadan (Al 2 03 ) oluşur.
finished: 1) bitirilmiş, sonuçlanmış. 2) tamamlan-
fire-clay brick: Esas maddesi sulu alüminyum silikat,
mış.3) mükemmel yapılmış; ikmal edilmiş. 3) tamam
AI2 O3 .2SiO2 .2H 2 0 olan ve yaygın şekilde kullanılan
lama ya da bitirme. 4) Çoğ. bir binada aydınlatma,
ateş tuğlası; ateş toprağı tuğlası.
boru tesisatı vb. i teçhizatı.
fire company: 1) yangına karşı oluşturulmuş ekip. 2)
finite: 1) sonsuz olmayan; ölçülebilir veya belirli sınır
ing.yangın sigortası satan firma.
lara sahip olan. 2) Mate, sonsuz veya sonsuz küçük
firedamp: Kömürde bulunan ve metan'dan (CH4) olu
olmama.
şan, hava ile karıştığı zaman patlayıcı karışım oluştu
finitude: Sonsuz olmama veya sonlu olma durumu
ran bir gaz, grizu gazı; daha çok kömür madenlerin
ya da niteliği.
de bulunur.
fin keel: Den. derin, dar metal omurga; bazı yelkenli
fire department: Görevi yangınla savaş olan bir bele
teknelerde kullanılır; denge sağlar ve devrilmeyi ön
diye kuruluşu; itfaiye departmanı; itfaiye teşkilâtı.
ler.
fire-detecting system: Den. gemilerde yangın ihbar
finned: Yüzgeç veya yüzgeçleri olan; yüzgeçti.
etmek üzere kullanılan termostatik, pnömatik boru-
finny: 1) yüzgeçleri olan. 2) yüzgece benzer. 3) balı
lu, duman borulu vb. i sistemlerden herhangi biri.
ğa ait.
fire detector: Den. her kamara, ambar vb. i ile donatı
fin type heater: Sorulu türden bir ısıtıcı olup, borula
lan ve önceden saptanmış bir sıcaklıkta ısı ile geniş
rın dış yüzeylerine, ısıtma yüzeyini çoğaltmak için
leyerek alarm zilinin çalması veya köprüüstündeki
fire drill 219 f irin g ch amber

bir göstergenin hareketini sağlayan, termostatik bir


fire pot: 1) soba, külhan veya ocak vb. inin ateş tu
cihaz; yangın detektörü.
tan kısmı. 2) pota veya metal eritilen kap. 3) Esk. ya
fire drill: Den, yangın talimi.
nıcı madde ile doldurularak düşmana fırlatılan kap;
fire engine: 1) yangın söndürmek için su, kimyasal
ateş kabı.
madde vb. i püskürten bir makine; çoğu zaman özel
fireproof: 1) hemen hemen yanması veya ateş ile tah
olarak dizayn edilmiş motorlu kamyonun bir parça
rip edilmesi mümkün olmayan; çok zor yanan; ate
sı; yangın makinesi veya pompası. 2) itfaiyecileri ve
şe dayanıklı. 2) ateşe dayanıklı yapmak.
yangın söndürme ekipmanını taşıyan herhangi bir fire protection: Yangından koruma.
motorlu araç ya da kamyon; itfaiye arabası.
fire pump: Gemilerde yangın savunma sistemlerine
firedog: Şöminelerin ocaklarında odun veya kütükleri
su sağlayan pompa; yangın pompası; gemilerdeki
tutan metal taşıyıcı; ocak demir ayaklığı.
tüm yangın söndürücülerin % 15'ini, otomatik dren-
fire escape: Yanmakta olan bir binadan, gemiden
çer ve sprinkler sistemlerini ve en geniş bölmenin
vb. i kaçmak için kullanılan merdiven, yangın merdi
köpük yapım tesisini besler.
veni gibi bir araç.
fireroom: Kazan dairesi; Bkz. boiler room.
fire extinguisher: Söndürmek üzere yangın üzerine
fireroom efficiency: Blover ve pompa buhar sarfiyat
karbon dioksit, köpük vb. i gibi kimyasallar püskür
ları için düzeltilmiş kazan verimi; kazan dairesi veri
ten, taşınabilir bir cihaz; yangın söndürücü; yangın
mi.
söndürme cihazı.
fire screen: Kıvılcımların atlamasına engel olan veya
fire fighting: Yangınla mücadele veya savaş.
ısıya karşı koruyucu olarak kullanılan perde; yangın
fire fighting equipment: Yangınla savaş teçhizatı
perdesi; ateş perdesi.
ve ya ekipmanı; balta, kazma, yangın kovası,
fire ship: Yanıcı madde ile dolu olan ve tutuşturuldu-
hortum, karbon dioksit cihazları, fom cihazı vb. i
ğunda patlayan gemi; düşman gemilerini tahrip et
araçlardan oluşur.
mek için onlar arasında yüzdürülen bir gemi; ateş
fire fighting systems: Gemilerde kullanılan yangınla
veya yangın gemisi.
mücadele sistemleri: a) kimyasal sistemleri fom (kö
fire station: Yangın makinelerinin muhafaza edildiği
pük), karbon dioksit ve mekanik olarak çalıştırılan
yer; yangın istasyonu.
fom sistemlerini kapsar, b) kimyasal olmayan sistem
firestone: 1) Esk. çakmak taşı veya demir piritleri. 2)
ler ise su ile beslenen, buhar üfleme veya ineri gazlı
yüksek ısıya dayanıklı bir taş; ingiltere'de türleri
sistemleri kapsar.
olan ve kullanılan kumtaşı.
fireguard: Ocakların önüne yerleştirilen metal perde;
fire systems: Bkz. fire-fighting system.
yangın ya da ateş koruyucu.
fire temperature: Isıtılmış yakıtın buharlarının alevle
fire hazard: Yangın
temas ederek, tutuştuğu minimum sıcaklık; yanma sı
tehlikesi.
caklığı.
fire hose: Yangın hortumu; genel olarak yangın istas
fire tile: Bkz, firebrick.
yonlarında roda edilmiş bir biçimde muhafaza edi
fire tower: Ormanlarda yangın gözlemek ve alarm
len ve başlıkları olan hortumlardan biri.
firehouse: Yangın istasyonu; itfaiye istasyonu. vermek için kullanılan bir kule; yangın kulesi.
fire tube boiler: Bkz. boiler, fire tube.
fire irons: Süngü (demir çubuk), kürek, gelberi vb. i
fire tubes: Alev boruiu kazanlarda kullanılan ve iç
ocak takımları; fayrap takımları.
tireless: Ateşsiz. çaplan 38-101,6 mm (1,5-4 inç) değerleri arasında
değişen, içinden kızgın gazlar, duman veya elev ge
firelight: Açık bir ateşten çıkan ışık; alev ışığı.
firemain system: Denizden alınan suyu yangın mus çen ve kazanın ön aynası ile cehennemlik ön aynası
luklarına, sprinkler sistemlerine, yıkama sistemleri arasına yerleştirilen borular; dikişsiz ve çelikten yapı
ne, yardımcı makinelerin soğutma sistemlerine vb. i lırlar, çekme borulardır; alev ya da duman boruları.
diğer sistemlere basınçla dağıtan devre; ana yangın fire up: Bir kazanın belirli basınç ve sıcaklıkta buhar
söndürme devresi. üretecek şekilde, ocaklarındaki yanmanın düzenlen
fireman: 1) görevi yangınla savaş olan kişi, yangın mesi; fayrap etmek; fayrap.
departmanının bir üyesi; itfaiyeci; itfaiye eri veya ne fire-up level: Buh. Kaza. dram (dom) ya da kazarı
feri. 2) lokomotif makinesi, buhar kazanı ocağında içersindeki suyun belirli ve değişmeyen seviyesi; fay
fayrapı (yanmayı) yöneten kişi; ateşçi. 3) Buh. Kaza. rap seviyesi; tesviye şişesinin yaklaşık olarak yarısın
gemilerde kömür veya akaryakıt ile fayraplı kazanlar da bulunan su düzeyi ya da seviyesi.
da yanmayı yöneten kişi; kömür ateşçisi; yağ ateşçi fire wall: Yangının bitişik yerlere sıçramasını önlemek
si. için kullanılan ateşe dayanıklı duvar; yangın duvarı.
fireman's axe: Yangın baltası; itfaiyeci baltası. fireward: Bkz. firewarden.
fire marshal: Gemilerde, özellikle savaş gemilerinde firewarden: Orman, resmî bina vb. i yerlerde yangın
la savaş için tayin edilmiş kişi; yangın amiri.
yangın tehlikesini gideren, gemideki yangınla savaş
teçhizatının bakımını yapan, mühendis zabit altında firewood: Yakıt olarak kullanılan odun.
ki kişi; yangın mareşali; yangın müdürü. firing: 1) çanak çömlekleri sertleştirmek veya sırla
fireplug: Yangınla savaşta hortum bağlanan sokak mak için ısı uygulanması. 2) Buh. Kaza. ateş ya da
ya da cadde musluğu, vanası veya valfı. ocağı idare etmek. 3) ateşli silahlarla ateş etmek. 4)
fire point: Isıtılan yakıt buharlarının alevle temas et ateş için yakıt.
mesi sonucu yanması ve en az 5 saniye yanabilmesi firing chamber: Karşıt pistonlu dizel makineleri veya
için gerekli en düşük sıcaklık derecesi; yanma nokta gaz üreteçlerinde, pistonlar tarafından havanın skıştı-
sı; parlama noktasından yaklaşık 16°-38°C daha yük rıldığı, yakıtın püskürtüldüğü ve yanmanın oluşturul
sektir. duğu kısım; yanma odası; yanma hücresi.
f irin g ho e 220 f issio n

firing hoe: Alev borulu kazanlarda ızgara yüzeyindeki


mek.
kömürü düzelten ve fayrap işinde kullanılan küçük,
fish: 1) Den. demiri vira etmek için kullanılan bir ci
fakat kuvvetli bir alet; ateş gelberisi.
haz; ırgat. 2) Astr. dış görünümü balığa benzetilen
firing line: Ask. 1) atışların düşmana yöneltildiği hat;
iki grup yıldızdan herhangi biri; bu iki grup yıldızın
ateş hattı. 2) bu hat boyunca yerleştirilmiş ordu.
oluşturduğu takımyıldız, Balık Burcu veya takımyıldı
firing order: içt. Yan. Mak. silindirlerde birbirlerini izle
zı. 3) balık. 4} balık yakalamak. 5) ırgat ile demiri vi
yen tutuşma ve yanmanın sırası; ateşleme sırası; altı
ra etmek.
silindirli, dört zamanlı bir motorda 1-5-4-6-2-3 ve iki
fishbolt: Üçgen şeklindeki çelik parçayı küpeşteye
zamanlı motorlarda 1-6-2-4-3-5 şeklindedir.
bağlamak için kullanılan cıvata.
firing stroke: Motorlarda tutuşma veya ateşleme za
fisher: Balık avlamak için kullanılan bir bot ya da tek
manı; yanlış olarak genişleme stroku yerine kullanı
ne; balıkçı teknesi.
lır.
fisherman: Balık avlamada veya balıkçılıkta kullanılan
firing wire: Boyu 10 cm'den fazla olmayan (tercihan
tekne ya da gemi; balıkçı gemisi.
5 cm), demir ya da platinden yapılmış ve kalorimet
Fisher-Trospsch process: Bir katalizörün varlığında
relerde yakıtı tutuşturmak için kullanılan tel; ateşle
karbon rnonoksitin hidrojenize edilmesiyle linyit, fo
me ya da tutuşturma teli.
sil kömür ve doğal gazlardan hidrokarbon yakıtlar
firkin: 29,7675 litre, 1/4 varil veya 6,685 galona eşit
(yağlar) elde edilmesi yöntemi.
olan bir kapasite veya hacim birimi.
fishery: 1) balık veya diğer göl, nehir veya deniz
firm: 1) basınç altında kolayca baş eğmeyen; katı; so-
ürünlerini yakalama, paketleme ya da satma. 2) ba
iit; sert. 2) kolayca hareket etmeyen veya sallanma
lık vb. inin yakalandığı yer; balık bölgesi; dalyan. 3)
yan; sabit; sarsılmaz. 3) düzgün olarak devam
belirli zamanlarda belirli sularda balık yakalamak içn
eden. 4) değişmeyen; konstant veya sabit. 5) belirli;
yasal yetki veya hak. 4) balık üretilen yer.
son. 6) önemli şekilde yükselmeyen veya düşmeyen
fishgig: Balık yakalamak için kullanılan iğne; balık iğ
(fiyatlar için söylenir).
nesi.
first: 1) birinci. 2) diğerlerinden önce meydana ge
fishhook: Balık yakalamak için kullanılan iğne; balık
len; ilk; rütbe, özellik, önem vb. i bakımından birin
iğnesi.
ci; temei veya esas. 3) diğer kişi ya da şeylerden ön
fishing: Spor veya yaşama için balık avlama; balık
ce; başlangıçta. 4) ilk defa için. 5) birinci olan her
av lama yeri.
hangi bir kişi, şey, sınıf, yer vb. 6) ayın ilk günü. 7)
fishing boats: Sahillerde, açık denizlerde, göl, nehir
çağ, asır veya yüzyıl vb. inin ilk yılı. 5) ilk hareket;
vb. inde türlü balıkların avlanmasında kullanılan ge
start; başlangıç. 6) bir motorlu taşıtın birinci veya en
mi veya tekne; balıkçı teknesi; balıkçı gemisi.
küçük ileri dişli oranı; birinci vites.
fishing rod: Balık avlamada kullanılan ucuna misina,
first aid: Ani bir hastalık veya yaralamada, hekim gel
iğne ve bazan makara bağlanmış uzun, ince ve ya
meden önce yapılan geçici tedavi; ilk yardım.
pay bir kamış.
first assistant engineer: Den. vardiya mühendislerin
fishing tackle: iğneler, misinalar, makaralar vb. i ba
den yüksek, başmühendisten küçük rütbe ya da ye
lık avlama takımı; balıkçılık takımı
terlik derecesine sahip gemiadamı; birinci mühen
fishing vessei: Bkz. fishing boat.
dis; ikinci makinist.
fish joint: Kenarlardan demiryolu raylarını bağlayan
first-class: 1) birinci sınıf, rütbe vb. ine ait; en iyi kali
bir bağlantı.
te. 2) en iyi yatacak yere ait ya da onu belirten: Bi
fish ladder: Şelâle, baraj vb. lerinde balıkların, özellik
rinci sınıf gemi kamarası gibi.
le solmonların yukarıya çıkmasını sağlayan bir dizi
firsthand: ilk el; birinci el; orjinal üretici ya da kaynak
kademeden oluşan merdiven; balık merdiveni; balık
tan; doğrudan.
geçidi.
first harmonic: Mot. hareketli kütlelerin (piston, pis
fish line: Bir ucunda, genellikle iğne bulunan ve ba
ton rod, kroshed ve süperi ve konnektin rodun bir
lık yakalamak için kullanılan, dayanıklı ve türlü kalın
bölümü) ağırlığından gelen ve cos (p kanununa
lıklarda ya da türlü çaplarda naylon, ip veya tire; mi
uyan birincil veya primer atalet kuvveti; birincil har-
sina.
monik; primer ya da birincil atalet kuvveti.
fish oil: Balık yağı; balıklardan çıkarılan bir tür hay
first law of therdoynamics: Termodinamiğin birinci
vansal yağ; endüstride ve tıpta kullanılır.
kanunu: "Enerji yaratılamaz veya yokedilemez, fakat
fish pole: Bkz, fishing rod.
kısmen veya tümü ile bir enerji şeklinden diğer ener
fishpond: Balıkların canlı olarak muhafaza edildiği ve
ji şekline dönüşebilir."
ya üretildiği havuz; balık havuzu veya gölü.
first mate: Den. kaptandan küçük, fakat güverte zabit
fishpound: Balık avlamak amacıyla suya bırakılmış
lerinden büyük rütbe ya da yeterlik derecesine sa
ağ; dalyan.
hip gemiadamı; birinci zabit; ikinci kaptan; gemi di
fish tackle: Demir veya çıpa tırnaklarını geminin kü
siplin zabiti.
peştesine kadar kaldırmak için kullanılan kanca ve
first officer: Bkz. first mate.
ya palanga.
first quarter: 1) Astr. yeniay ile yanmay arasındaki ay
fissile: Çatlayabilen; kolayca çatlayıp yarılabilen; fiz-
zamanı; birinci çeyrek; ilk çeyrek. 2) ayın bu şekli.
yona maruz kalabilen.
first water: En iyi kalite ve en çok ışık veren: Elmas,
fission: 1) parçalarına bölünme; parçalanıp ayrılma;
inci vb. i mücevherler için söylenir.
çatlama; ayrılma. 2) Bio. bir çok basit bitkiler ve hay
fish: Kuvvetlendirmek için diğerine bağlanan veya ge
vanlarda organizmanın iki ya da daha fazla bireylere
çen bir parça ağaç vb. i; takviye parçası; böyle bir
ayrılması. 3) daha aktif elementlerin çekirdeklerini
parça ağaç vb. i ile kuvvetlendirmek veya birleştir
üretmek için ağır bir atom çekirdeğinin parçalanarak
f issiona bl e 221 f la g o ff ice r

nötronlar ve gama ışınlan vermesi: Zincirleme tepki


tive.
meyi başlatır.
fixative: Sabitleştiren, solmaktan koruyan vb. i; bazı
fissionabie: Fizyona uğrayabilen, özellikle uranyum
şeyleri sabit yapan, solmaktan koruyan, renkleri sa
gibi çekirdeği fizyona uğrayan bir maddeyi belirtir;
bitleştiren vb. i madde.
nükleer fizyona gitmeye muktedir.
fixed: sabitleştirilmiş; değişmez.
fissionable material: Atom ağırlığı 235 olan uranyum
235 fixed carbon: Kömürün damıtılarak uçucu maddeleri
izotopu (U ) , atom ağırlığı 239 olan plütinyum giderildikten sonra, az bir miktar kül kapsayan kıs
239
izo topu (P ) , toryumdan üretilen ve atom mı; sabit karbon; kömürün sabit karbon miktarı
233
ağırlığı 233 olan uranyum izotopu (U ) gibi 100'den nem, uçucu madde ve kül yüzdesi çıkarıla
fizyona uğrayabi lir maddelerden herhangi biri. rak bulunur,
fission bomb: Atom bombası. fixed carbon dioxide system: Den. genellikle ticaret
fission neutrons: Nükleer fizyon sonu neşredilen ya gemilerinin filika güvertelerindeki bir kabin (oda, ka
da yayılan nötronlar; fizyon nötronları. mara) vb. içinde bulunan birbirine seri olarak bağ
fission, nuclear: Bkz. fission (3). lanmış büyük tüplerden oluşan bir batarya veya sis
fission, photo: Fotonlar tarafından endüklenen nükle tem; sabit karbon dioksit sistemi; yangın halinde ge
er fizyon; fotofizyon. minin makine dairesi, yük ambarları vb. i gibi yerleri
fission process: Ağır bir atom, örneğin uranyum ato ne CO2 açmak için kullanılır.
munun çekirdeğinin bir nötron emerek dayanıksız fixed condenser: Kapasitansı sabit olan bir konden-
bir ürün oluşturduğu işlem; fizyon işlemi. satör veya kapasitans ya da meksefe.
fission products: Nükleer fizyon sırasında oluşan fixed disk: Bilgisay. sabitleştirilmiş disk; değişmez
radyoaktif çekirdekler; fizyon ürünleri. disk.
fission spectrum: Nükleer fizyondan oluşan nötronla fixedness: Sabit olma durumu; sabitlik.
rın enerjilerinin dağılımı; fizyon tayfı. fixed oil: Bitki dokuları, çoğu zaman çekirdeklerde
fission, spontaneous: Dıştan çekirdeklere parçacık görülen uçucu olmayan yağlardan biri; sabit yağ; ço
lar ve fotonlar girmeksizin oluşan nükleer fizyon: ğu zaman bu yağlar yiyeceklerde kullanılır; gliserol
kendiliğinden oluşan fizyon. ester ve yüksek oranda doymamış yağ asitlerinden
fissure: Parçalarına ayrılmak; çatlamak veya yarıl oluşurlar.
mak. fixed parts: Motorlar, buhar makineleri, buhar türbin
fist: Den. tutmak, yakalamak veya kullanmak. leri, elektrik makineleri vb lerinin mahfaza, blok, lay-
fit: 1) uygun şekil, ölçü vb. inde olmak. 2) uygun ve ner (gömlek), stator vb. i gibi türlü hareketsiz kısım
ehliyetli yapmak. 3) donatmak. 4) uygun olmak. 5) ları; hareketsiz parçalar.
bazı amaç, görev vb. i için ayarlanmış, uygun hale fixed pin: Diz. Mot, piston mesnetlerine birer setus-
getirilmiş vb. i. 6) uygun; elverişli. 7) hazır; eğitilmiş. kur ile bağlanan pisotn pin ya da perno için söyle
fitter: Gem. Ma/c. makine, boru vb. ini sağlayan, ku nir; sabit pin; sabit perno.
ran veya ayarlayan kişi; fiter. fixed point: 1) hassas olarak oluşturulabilen karakte
fitting: 1) ayar için kullanılan bir şey. 2) Çoğ. ev, ofis, ristik bir sıcaklık, bir sıvının kaynama noktası gibi. 2)
otomobil vb. inin teçhizatı; donatımı veya dekorasyo bir termometrede buzun erimesi ve suyun kaynama
nu. sını belirten iki referans noktası.
Fitting's synthesis: Fitting sentezi; aril ve alkil bro- fixed star: Sabit yıldız; diğer yıldızlara göre göreli du
mürlerden, metalik sodyum kullanılarak aromatik rumu değişmeyen, dünyadan büyük bir mesafede
hidrokarbon oluşturulması. bulunan yıldız.
five: 1) beş; 5; V. 2) beş birim veya üyeden oluşan fixing: Donatım; teçhizat.
herhangi bir şey. fixing bolt: Diz. Mot. yüksek güçlü makinelerin krank
fivefold: t) beş kısma sahip olan. 2) beş misline sa pin cıvatalarının laçka olmaları ya da gevşemelerini
hip olan; beş misli; beş kat. önlemek amacıyla kullanılan küçük cıvatalardan biri;
fix: 1) sağlam, sabit veya güvenli yapmak; sıkıca bağ tespit cıvatası.
lamak. 2) sabit ya da dayanıklı yapmak. 3) kesin ola fixity: 1) sabit olma durumu veya niteliği; denge; ka
rak düzenlemek; tesis etmek. 4) düzenlemek; sıra rarlılık; süreklilik. 2) sabitleştirilmiş herhangi bir şey.
sında düzenlemek. 5) onarma, tamir etmek. 6) ceza fixture: 1) yerinde sabit herhangi bir şey; sabit şey.
landırmak. 8a) Kimy. katı veya uçmaz yapmak, b) 2) Çoğ. ev, mağaza vb. inin bir parçası kabul edilen
nitratlar, amonyak vb. i oluşturmak için (atmosferik herhangi bir teçhizat veya mefruşatı.
nitrojeni) diğer elementler veya bileşiklerle birleştir fizzy: Kabarcıklanan efervesan.
meye neden olmak. 9) sabit olmak; sabitleşmek. 10) Fl.: Bkz. fluorine.
Hava., Den. iki veya daha fazla bilinen durumu sap flacon: Parfüm, ilâç vb. ini tutmak için kullanılan kü
tama veya mevki bulma. çük, kapaklı bir kap veya şişe.
fixation: 1) Kimy. katı veya uçmaz (buharlaşmaz) bir flag: 1) ulusal veya eyalet simgesi olarak kullanılan
şekle indirgeme, b) atmosferik nitrojenin sabitleştiril- belirli renkte bir parça kumaştan yapılmış sembolik
mesi. 2) Foto. sabit yapmak için bir film, baskı vb. araç; bayrak; sancak. 2) bayrak veya sancaklarla do
ini muamele etmek. natmak. 3) sinyallerle veya işaretlerle mesaj gönder
fixation of nitrogen: Atmosferik nitrojenin mek.
sabitleştiril- mesi. 2) Foto. sabit yapmak için bir flagman: 1) bayrak taşıyan kişi; bayraklar; sancaktar.
film, baskı vb. ini muamele etmek. 2) görevi bir bayrak veya fenerle demiryolu geçitle
fixaiton of nitrogen: Atmosferik nitrojenden rinde (tren vb.) işaret vermek olan kişi.
kimyasal bileşikler yapma; nitrojenin tespit edilmesi; flag officer: Ask. bir filoya komuta eden deniz suba-
Bkz. fixa
flagpole 222 flarin g too l

yi; amiral ya da komodor; bu rütbeyi belirten bay


bu hız normal çalışma koşullarında 25-35 m/s dola
rak.
yındadır.
flagpole: Bayrağın nisa veya mayna edildiği direk;
flame test: Fiz, Bünzen bekinin alevinin renginden
bayrak direği.
maddeleri tanımak veya teşhis etmek.
flagship: Den. komodor veya amirali ve onun sanca
flame-thrower: Düşman ordularına alevli sıvı püskür
ğını ya da forsunu taşıyan gemi; Amiral gemisi.
ten bir silah; alev püskürtücü; alev makinesi.
flagstaff: Bkz. flagpole.
flame veloity: Bkz. flame speed.
flake: 1) Den. onanırı, boya veya raspa işi yapan de
flaming: 1) alevlerle yanma: alevlenme. 2) parlaklığı
nizcileri taşıyan ve gemi bordasına asılan ayarlanabi
veya ısısı aleve benzeyen.
lir asma iskele. 2) yiyecekleri depolama veya kurut
flaming arc: Mineral çekirdekli karbonlar kullanılan
ma için kullanılan raf, parmaklıklı raf veya ızgara.
ve büyük bir ark alevi ve daha büyük ışık veren bir
flake white: ince, beyaz üstübeç (beyaz kurşun) pul
ark lâmbası.
larından yapılan renklendirici bir madde.
flammable: Kolayca tutuşabilen; çabuk veya kolay ya
flaking: Çok yüklü redüksiyon dişlilerinde, geniş ka
nan; yanabilir.
rıncalanma sonucu oluşan bir arıza; pullaşma; pul
flammable liquid: Benzin, alkol, eter vb. i gibi kolay
lanma.
tutuşabilen bir sıvı; yanıcı sıvı; kolay tutuşabilen sıvı.
flame: 1) ateşin türlü renklerde görülen titrek ışık şek
flammy: Aleve ait; aleve benzeyen.
lindeki yanan gaz ya da buharı; alev. 2) bir ateşten
flange: 1) bir teker, mil, boru vb. inin diğeri ile birleş
yükselen alev dili. 3) ışıklı alev ite yanma durumu.
mesine müsaade eden (izin veren) dairesel kısım;
4) ısı, ışık vb. inde aleve benzeyen. 5) ışıklı alev ile
flanş; Gem. Mak. flenç. 2) flenç ya da flanş yapmak
yanmak. 6) aleve benzer olmak. 7) alev veya ısı ile
için kullanılan bir alet.
yanmak.
flange bolt: Flenç ya da flanş cıvatası; flanşın iki par
flame are: Alevi renklendirmek için metal tuzlan ile
çasını birbirine bağlamak için kullanılan cıvatalardan
doyurulmuş karbonlar arasında üretilen bir elektrik
biri.
kivilimi; alev arkı veya kıvılcımı.
flange coupling: İki mil, boru vb. inin flenç ya da
flame arrestor: Bkz. silencer.
flanşlarının birbirlerine doğrudan cıvata ve somunlar
flame ceramic: Mot. piston kafaları, valf diskleri ve
la bağlandığı kaplin; takoz kaplin; flenç kaplin,
yanma odası duvarları vb. inin seramikle kaplanması
flank: 1) herhangi bir şeyin yanı, özellikte motorlarda
yöntemi.
supaplara hareket vermek, onları açıp kapamak için
flame-colored: Ateş veya alev renginde olan; ateş
kullanılan kem ya da eksantriklerin kem dairelerini
renkli.
tırnaklara birleştiren içbükey, dışbükey veya teğetsel
flame cutting: Oksi-asetilen şaluması ile kesme; oksi
türlerdeki kısım; kem sağrısı. 2a) Ask. bir kuvvetin
jen ile kesme: Yumuşak çelik ve dövme çeliğe uygu
sağ veya sol tarafı ya da cenahı, b) herhangi bir ta
lanır.
rafı sarılmış bir bölge. 3) yanda olmak. 4) Ask. yanı
flame hardening: Metal yüzeyinin, oksi-asetilen şaiu
nı korumak, b) bir düşman biriminin yan tarafına hü
ması ile ısıtıldıktan sonra su huzmesi ile soğutularak
cum etmek.
sertleştirilmesi; alevle sertleştirme; karbon içeriği %
flap: 1) parlak ve muntazam olmayan bir biçimde
0,75-% 0,35 olan tüm çeliklere uygulanabilen bir yön
alevlenmek. 2) alevlerle işaret vermek. 3) kısa bir sü
tem.
re devam eden parlak, düzgün olmayan göz kamaş
flame out: Bkz. blowout; patlama.
tırıcı ışık. 4) alev yapmak. 5) iniş alanını aydınlatmak
flame primer: Diz. Mot. bir miktar yakıt yakarak giriş
veya işaret vermek için kullanılan, kısa bir süre de
havasının ısıtılmasını sağlayan özel bir cihaz; alev
vam eden göz kamaştırıcı ışık. 6) objektiften ışığın
primeri; ön ısıtıcı; prehiter; bu tür ön ısıtıcı özellikle
yansıması nedeniyle filmde oluşan bulanık ya da
iki zamanlı dize! makinelerine uygulanır.
puslu nokta. 7) çalpara valf; bir tür geri döndürmez
flame proof: Yanmaz; alev geçmez; aleve dayanıklı.
valf.
flame propagation: Mot. tutuşma gecikmesinin he
flap valve: Bazan yüzü kösele ile kaplı, geri döndür
men ardından yanma odasının bir veya bir kaç yerin
mez veya tek yönlü akıma müsaade eden bir valf;
de oluşan alevin tüm yanma odasına yayılması; alev
flep valf; çalpara valf; pompaların emme borularının
yayılması.
alt ucu, posakül ecekterlerinin çıkış tarafları vb. i yer
flame propagation period: Mot. alevin yayılması sü
lerde kullanılır.
reci veya periyotu; Bkz, flame propagation.
flareback: 1) bir ateşli silâh veya topun geri tepmesi.
flame safety lamp: Maden ocaklarında, gemi akarya
2) Buh. Kaza. özellikle su borulu kazanlarda oaktaki
kıt tanklannda vb. i yerlerde kullanılan, patlama tehli
yakıt buharı ve hav/a karışımının patlaması; bu olay:
kesi oluşturmayan bir fener; emniyet lâmbası; gemi
a) hava kesilmeksizin atomizör fayrapı ve b) kızgın
makine dairelerinde, ambarlarda yangınlardan son
ocak duvarları yardımıyla yakıtın tutuşturulmak isten
ra da kullanılır.
mesi sırasında meydana gelir.
flame sreen: Çıplak alev veya kıvılcımların yakıt tank-
flare-up: Anî bir parlama.
larinın taşıntı borularından veya açık güverte delikle
flaring: 1) kısa bir süre için parlak ve gayri muntazam
rinden girmesini önleyen, bu amaçla karter kapakla
alevlenme; alevle parlayan; 2) dışa doğru yayılan ve
rının emniyet valflarında da kullanılan çok küçük de
ya eğriten.
likli, paslanmaz tellerden örülmüş perde; alev perde
flaring of tubes: Buh. Kaza. boru ağızlarının dış çap
si.
larını büyütme; Bkz. flaring tool.
flame speed: Mot. alevin yayılma süreci sırasındaki
flaring tool: Buh. Kaza. alev, payanda veya su borula-
hızı; alev hızı; flame velocity şeklinde de kullanılır;
rinin, boru aynasına sızdırmaz bir biçimde oturması
flash 223 flaxen

için dış çaplarının büyütülmesini sağlayan bir tür bo


flatcar: Tavanı ve yan duvarları olmayan ve bazı belir
ru makinesi.
li yükleri taşımak için kullanılan demiryolu vagonu;
flash: 1) anî olarak küçük bir alev veya ışık neşret
açık vagon.
mek. 2) parlak olmak; parlamak. 3) anî olarak ve hız
flat chisel: Metal levhaları kesmek için kullanılan bir
la gelmek, hareket etmek veya geçmek. 4) ani ola
alet; yassı keski.
rak veya hızla göndermek (haber, mesaj vb. i). 5) ta
flat cold chisel: Yassı veya küt ağızlı keski; yassı so
bakalar halinde cam yapmak. 7) anî ve kısa bir ışık.
ğuk keski.
8) kısa zaman; an. 8) telgraf veya radyo ile gönderi flat compounded: Bkz. flat compounding.
len kısa mesaj veya haberler.
flat compounding: Bir doğru akım jeneratöründe seri
flash bulb: Kapalı yerlerde veya gece fotoğraf çekimi
sargının hem tam yük ve hem de yüksüz durumda
için kullanılan flaşların, kısa süreli ve göz kamaştırıcı
aynı gerilimi üretmesi; düz kampavund (jeneratör).
ışık veren ampulü; flaş ampulü.
flat file: Düz ya da yassı eğe.
flash burn: vücut dokularında anî olarak serbest ka
flat gaskets: Mukavva kağıdı, lâstik ya da kauçuk, pa-
lan yoğun ısı, özellikle bir nükleer patlamanın ısısı
ronit, levha metal, bakirli, alüminyumlu veya nikelli
ile neden olunan yaralanma veya tahrip.
asbestostan yapılan contalar; düz contalar.
flash evaporator: Kaynama ve buharlaşma olayları flat head: Havsa başlı (vida, cıvata vb. i).
nın farklı bölümlerde olduğu evaporator; flaş evapo-
flatiron: 1) ısıtıldığı zaman elbise vb. i ütülemede kul
ratörü; bu cihazlarda deniz suyu iki ayrı yerde ve
lanılan ağır, altı düz cihaz; ütü. 2) Taymis nehrinde
kaynama sıcaklığının altındaki bir sıcaklığa kadar ısı
kömür taşımacılığında kullanılan yelkenli tekne.
tılır ve buharlaşma (flaş) hücresinde gerçekleştirilir.
flat knot: Camadan bağı; reef knot olarak da kullanı
Burada oluşan buharlar distilerde yoğuşturularak da
lır.
mıtık ya da saf su elde edilir.
flat nose pliers: Küt burunlu pense.
flash gun : Foto. flaş ampulü ve objektif kapağını aynı
flat scale: Teknik resim vb. inde kullanılan mm, cm,
anda çalıştıran senkronize bir cihaz; flaş tabancası.
inç vb. i ölçekli cetvel; yassı (düz) cetvel.
flashily: Parıltılı bir şekilde veya tarzda.
flat scraper: Düz raspa.
flashiness: Parıltılı olma niteliği; parıltılılık.
flat slide valve: Düz slayd valf; Bkz. D valve.
flashing: Bir kanalda suyun anî yükselmesi veya taş
flat spring: Şerit biçimindeki çelik parçalarından yapı
ması.
lan yay; yaprak yay; düz yay; daha çok kara taşıt
flashlight: 1) fenerler, uçaklar vb. inde olduğu gibi,
araçlarında kullanılır.
işaret (sinyal) olarak kullanılan anî çakma ya da pa-
flatten: Düz ya da daha düz yapmak; yassılatmak.
rıldama şeklinde ışık. 2) küçük gerilimli pil ile çalı
flattery: Düzleştirme işlemi.
şan, taşınabilir fener; el feneri. 3) kapalı yerlerde ve
ya gece fotoğraf çekmek için kullanılan kısa, göz ka- flatting: 1) yassıltma ya da yassılaştırma işi veya işle
mi; özellikle: a) metal levhaları rulo veya bobin hali
maştıncı ışık.
ne getirme, b) perdahlamadan kurtulmak için boya
flash point: Isıtılan yakıtların oluşturdukları buharların
uygulama.
kendiliğinden parlayabildikleri veya bir aievle temas
flat tire: Hemen hemen tüm havası kaçmış lâstik; in
ettikleri zaman geçici olarak tutuştuğu en düşük sı
miş lâstik; sönük lâstik.
caklık derecesi; tutuşma noktası; tutuşma derecesi;
flattish: Bir dereceye kadar düz (yassı).
tutuşma sıcaklığı.
flattop (flat-top): Arg. uçak gemisi.
flash temperature: Isıtılan yakıt buharlarinın bir aiev
flavin: 1) karmaşık bir heterosiklik keton; flavin,
le temas ettiğinde tutuştuğu en düşük sıcaklık; tutuş
C10H6N4O2.2) sentetik olarak sentez yoluyla hazırla
ma sıcaklığı.
nan veya belirli bitki veya hayvansal ürünlerde görü
flashy: Kısa bir süre için parlayan veya göz kamaştı
len sarı pigmentler grubunun herhangi biri; özellikle
ran.
riboflavin, laktoflavin.
flask: Lâboratuvar vb. i yerlerde kullanılan şişe şeklin
flavine: Bkz. flavin.
de, dar boğazlı herhangi bir kap. 2) küçük, yassı,
flavone: 1) belirli bitkilerden veya sentetik olarak elde
cepte taşınmaya uygun içki şişesi. 3) bir dökümha
edilen renksiz, kristalli bir bileşik; flavon, C 1 5 H 1 0 O 2
nede kullanılan iki ya da daha fazla parçadan olu
şan tam bir kalıp veya derece kutusu. .
2) bu bileşiğin herhangi bir türevi.
flasket: 1) küçük şişe. 2) uzun, derin olmayan sepel.
flavoprotein: Flavin'lerle kimyasal olarak bağlı prote
flat: 1) düzgün, gönyesinde bir yüzeye sahip olan. 2)
in gruplarından herhangi biri; özellikle hidrolizle ri
küçük derinlik veya kalınlığa sahip; geniş, düzlem
boflavin veren biri; flavoprotein.
ve ince. 3) mutlak; salt; pozitif. 4) değişken olma
flavopurpurin: Boya yapımında kullanılan sarımsı
yan; dalgalanmayan. S) net olmayan. 6) havası bo
kristalli kimyasal bir bileşik, flavopurpurin,
şalmış. 7) kesin olarak; tamamen. 7) sığ; sığlık yer;
C 14 H 2 0 2 .
resif; döküntü. 8) türlü düz şeylerden herhangi biri;
flaw: 1) çatlak; kırılmış veya hatalı yer; kusur. 2) hata;
özellikle; a) düz altlı bir bot ya da gemi. b) açık yük
kusur; defo. 3) hatalı yapmak veya hatalı olmak. 3)
vagonu, c) sönmüş lâstik.
Den. anî olarak çıkan şiddetli, çoğu zaman yağmur
flatbelt: Düz kayış; konveyör veya transmisyon kayı-
veya karla gelen rüzgâr; rüzgâr sağanağı.
si. flawless: Hatası olmayan; hatasız; mükemmel.
fiatboat: Sığ sular veya nehirlerde yük taşımada kulla flax: 1) çekirdeklerinden bezir yağı ile liflerinden iplik
nılan düz altlı gemi. yapılan bir bitki; keten. 2) bu bitkilerin bükülmeye
flat-bottomed: Düz altlı olan: Bilhassa gemiler için hazır, ipliğe benzer lifleri. 3) ketene benzer türlü bit
söylenir. kilerden herhangi biri.
flaxen: Ketenden yapılmış veya ketene ait; rengi kete-
flax fibers 224 floating light

ne benzeyen; soluk sarı; saman rengi.


flexional: Bkz. flectional.
flax fibers: Keten bitkisinin kurutulmuş gövdesinden
flexure: Mek. bir doğrunun düzlem bir eğriye dönüş
çıkarılan lifler; keten lifleri; salmastra yapımında kul
tüğü noktalardaki gerilme.
lanılır.
flicker: 1) rüzgârdaki mum gibi, düzensiz yanmak ve
flexseed: Keten tohumu; ilâç olarak ve bezir yağı ya
ya parlamak. 27 titreyerek yanmaya neden olmak.
pımında kullanılır.
3) titrek alev veya ışık.
flaxy: Ketene benzeyen; ketene ait.
flier: 1) uçan bir şey veya şeyler. 2) havacı; pilot. 3)
fleam: Neşter veya ameliyat bıçağı; damarları açmak
hızlı tarifeye sahip olan otobüs, tren vb. i.
için kullanılır; phlebotome şeklinde de kullanılır.
flight: 1) uçma işi, tarzı veya gücü. 2) uçak, kuş, mer
fleck: Küçük bir parça; partikül; parçacık; tanecik;
mi vb. i ile bir seferde alınan mesafe; menzil; erim.
pul.
3) havada birlikte uçan şeylerin grubu. 4a) uçuşta
flection: 1) eğilme; esneme. 2) bükülmüş parça ya
askeri uçakların düzeni, b) aynı türde az sayıda
da bükülmüş yer.
uçaktan oluşan grup; filo. 5) belirli zaman ve belirli
flectional: Eğilme ya da bükülmeye ait; bükülmeye
rotada uçmak üzere programlanmış uçak. 7) uçakla
benzeyen; flexional biçiminde de kullanılır.
seyahat ya da gezi.
fleet: 1a) çoğu kez belirli operasyon alanında, bir ko
flint: 1) çelik parçası ile vurulduğu zaman kıvılcım çı
muta altında ve birlikte hareket eden belirli sayıda
karan çok sert bir taş; bir tür kuvarz; çakmaktaşı; ge
savaş gemisi; filo. b) bir ülkenin tüm deniz kuvveti.
nellikle kahverengi, siyah veya gri renklidir. 2) yan
2) bir ülkenin deniz ticaretinde kullanılan ticaret ge
mayı başlatmak için ve ilkel silahlar ve aletlerde kul
milerinin tümü; ticaret filosu. 3) tek kontrol altında
lanılan bir taş parçası. 3) çakmaktaşı gibi fevkalâde
hareket eden gemiler, kamyonlar, otobüsler, uçaklar
sert veya dayanıklı bir şey.
vb. i grubunun herhangi biri. 4) birlikte çalışan balık
flint glass: Kurşun kapsayan sert, parlak bir cam;
ağları, İstakoz sepetleri vb. i takımı.
kristal, mercek vb. i için kullanılır.
fleet: 1) Orj. Ola. yüzmek. 2) hızla hareket etmek; uç
flinty: 1) çakmaktaşından yapılmış veya çakmaktaşı
mak. 3) hızla geçmek; kaybolmak. 4) Den. durumu
kapsayan. 2) çakmaktaşma benzeyen; fevkalade
nu değiştirmek. 5) hızlı; çabuk. 6) durum değiştirme
sert.
ye neden olmak.
flip-flop: Yaz boz.
Fleming's left-hand rule: Eğer sol elin başparmağı
flipper: Balıkadamların ayaklarına takılan lâstikten ya
ve ilk iki parmağı karşılıklı dik açılarda konulursa: a)
pılmış araç; palet; Arg. küçük ve ucuz otomobil,
ilk parmak veya işaret parmağı manyetik alanın yö
uçak vb. i.
nünü, b) ikinci parmak elektrik akımının yönünü ve
float: 1) bir sıvının yüzeyinde duran veya durmaya ne
c) başparmak, iletkeni etkileyen kuvvetin yönünü
den olan; özellikle: a) bir balığın hava kesesi, b) ol
gösterir.
taya bağlı mantar, c) buhar kazanı, karbüratör veya
Fleming's right-hand rule: Eğer sağ elin başparmağı
bîr tankta, hotvelde, su deposunda vb. su ve yakıt
ve ilk iki parmağı, karşılıklı dik açılarda konulursa:
düzeyini düzenleyen küresel parça; şamandra. e)
a) birinci parmak manyetik alanın yönünü, b) baş
can yeleği, f) deniz uçaklarının iniş takımları. 2) sıva
parmak iletkenin hareketi yönünü ve c) ikinci par
yı düzeltmek için kullanılan alet; mala. 3) bir sıvının
mak endükleme akımının yönünü verir.
yüzeyinde durmak. 4) su, hava vb. inde gayret sar-
Fletcher's trolley: Yatay harekette kuvvet, kütle ve iv
fetmeksizin hareket etmek. 5) bir sıvının yüzünde
me arasındaki ilişkiyi göstermek için kullanılan bir
durmaya neden olmak.
mekanizma.
floatage: Bkz. flotage.
flexibility: Esnek olma niteliği; esneklik.
float alarm: Mot. yakıt servis tankları, taşıntı tankları
flexible: 1) kırılmadan bükülen; sert ya da katı olma
vb. ine donatılan, elektrikle çalışan şamandralı bir ci
yan; kolayca bükülen; esnek; fleksibıl. 2) değişim
haz; şamandralı alarm cihazı.
için ayarlanabilir; Bkz, elastic.
floatation: Bkz. flotation.
flexible connection: Özellikle titreşim oluşturan maki
float chamber: Ben. Mot. karbüratörlerde içinde şa-
nelerde, titreşimin makineye bağlı kısımlara aktarıl
mandranın bulunduğu bölüm; şamandra hücresi; şa
masını önleyen esnek bağlantı.
mandra kabı; sabit seviye kabı.
flexible coupling: Buh. Türb. rotorşaft ile pinyon saft
float-feed: Ben. Mot. karbüratörlerdeki gibi, bir şa
arasında bulunan ve ısıl genişlemeyi önleyen bir
mandra ile yakıt akımının ayarlanmasını sağlayan
kaplin; rotorşaftı yatay ekseni yönünde bir miktar
besleme; şamandralı besleme.
serbest bırakarak pinyon ve gervil dişlilerinin dişleri
floating: 1) yüzer; yüzen. 2) sabit olmayan; seyyar;
nin hasar görmesini önler; pinti, yaylı, dişli, pençe
bağlı olmayan; değişen.
türü vb. i türleri vardır,
floating bank: Kömürle fayraplı kazanlarda tam basın
flexible metal hose: Kara tesislerinde makine titreşi
cı sağlayacak şekilde kazanın kömür ile beslenmesi.
minin binalara, gemilerde teknelere aktarılmasını ön
floating derrick: Yüzer vinç veya macuna.
lemek için kullanılan boru; esnek metal hortum ya
floating dock: Bir geminin girmesi için suda alçalan
da boru.
ve gemi girdikten sonra, kuru havuz olarak kullanıl
flexible metallic packing: Makinelerin kızgın buhar
mak üzere yükseltilen navuz; yüzer havuz.
uygulanan boğaz vb. i yerlerde kullanılan salmastra;
floating dredge: Yüzer tarak gemisi; nehir, liman vb.
esnek metalik salmastra.
i yerleri derinleştirmek için kullanılır.
flexibly: Esnek bir şekilde.
floating gear: Planet dişli;
flexile: Bkz. flexible.
floating light: Fener şamandrası; fener dubası.
flexion: Bkz. flection.
float in g tr ad e 225 f lui d fil m

floating trade: Deniz yolu ile yapılan ticaret; deniz ti


flow coefficient: Akım katsayısı.
careti.
flow energy: Düzgün akımda bir sisteme giren ve çı
float pivot: Den. Mot. karbüratör şamandrasının hare
kan bir madde nedeniyle sahip olunan enerji; akım
ketini iğne valfa aktaran mafsal; şamandra mafsalı.
enerjisi; yığılabilen veya depolanabilen mekanik
float steam trap: Şamandranın alçalıp yükselmesi 1le
enerji.
ona bağlı bir valfın suyun geçişine izin verdiği ve bu
flovers of sülfüre: ince sarı toz; kükürt çiçekleri;
harın geçişine engel olduğu bir kapan; şamandralı
ham kükürtün süblimleşmesinden gelen ya da olu
buhar kapanı; Gem. Mak. şamandralı stim trap.
şan kükürt buharlarından elde edilen çok küçük kü
float valve: Bir şamandra ile regüle edilen veya ayar
kürt kristalleri.
lanan valf; şamandralı valf.
flow indicator: Cazibe, gravite veya çekim ile yağla
float water gauge: Kirli, çamurlu sularda çalışan bu
nan sistemlerde, yağlama yağının gravite tankların
harlı gemilerin kazanlarında Kullanılan ve köpürme
dan yağlanması gereken yerlere akışını gösteren bir
den etkilenmeyen tesviye şişesi.
cihaz; akım göstergesi.
floc: Kimy. Çoğ. dumanda olduğu gibi, pamuğa ben
flowmeter: Bir kanaldan akan sıvının basıncı, akım hı
zer çok ufak parçacıklar; flock şeklinde de kullanılır.
zı ve boşalma miktarını ölçmek için kullanılan bir ci
flood: 1) su baskını; tufan; sel. 2a) gelgitin sahile
haz; akımölçer; flovmetre.
doğru akması; gelgitin yükselmesi. 3) sel ile dolmak
flowsheet: Maliyeti hesaplamak için imalât (yapım) iş
veya kaplamak; taşıntı; seylâp; sel. 4) fazla veya çok
lerinde kullanılan malzemeler, işletme vb. lerini gös
fazla su koymak (içine veya üstüne). 5) selden yük
teren bir diyagram.
selme.
flow, streamline: Viskoz akım; partikülveya parçacık
floading: Su kesimi altında oluşan bir hasar, çatışma,
ların yavaş, sürekli ve sabit miktarda hareket ettiği sı-.
yangınla mücadele suyu, kırılan deniz suyu borusu,
vı miktarı.
kinistin veya incekşın valfın kaçırması vb. i nedenler
fl, oz.: Bkz. fluid ounce; fluid ounces.
le gemi teknesine su dolması; su baskını.
fluctuant: Değişme; azalıp çoğalma; titreme.
floodlight: 1) yüksek yoğunlukta yapay ışık veren ci
fluctuate: 1) aşağı yukarı veya ileri geri hareket et
haz; projektör. 2) böyle bir ışık huzmesi. 3) projek
mek; dalgalar gibi alçalmak veya yükselmek; dalga
tör ile aydınlatmak.
lanmak. 2) düzgün olmayan bir biçimde sürekli ola
flood valve: İmlâ veya doldurma valfı.
rak değişmek, 3) dalgalanmaya neden olmak.
floor: 1) köprü, iskele vb. inin plâtform ya da sahanlı
fluctuation: 1) aşağı yukarı veya ileri geri hareket et
ğı. 2) Den. gemi altının düz kısmı. 3) döşeme ile kap
me. 2) düzensiz veya sürekli değişim ya da değiş
lamak veya donatmak.
me.
floppy disk: Bilgisay. disket.
flue: 1) duman, kızgın hava, gaz vb. i için boru veya
flos ferri: Çoğunlukla demir cevherinde bulunan mer
bir geçit. 2) ocak bacası; baca.
cana benzer bir tür aragonit.
flue-cured: Bacalardan geçen kızgın hava ile tütsülen
flotage: 1) yüzme işi, durumu ya da güü. 2) yüzen
miş veya kurutulmuş: Tütün için söylenir.
herhangi bir şey; özellikle denizde yüzen (kazaya
flue gas analyzer: Özellikle yüksek kapasiteli kazan
uğramış) gemi parçaları; floatage biçiminde de kul
larda baca gazlarının analizi için kullanılan bir cihaz;
lanılır.
baca gazı analiz edicisi; baca gazı içindeki CO2 CO
flotation: 1) yüzme ya da suya indirme işi ya da işle
ve 02 yüzdesini saptamak için kullanılır; Bkz. Orsat
mi. 2) başlangıç işi; kurulmuş veya tesis edilmiş
apparatus.
olan. 3) Maden, yağ eklenmiş bir çözelti yardımıyla
flue gases: Bir buhar kazanının karbon dioksit, kar
çok ince toz haline getirilmiş maden cevherini ayır
bon monoksit, oksijen, nitrojen ve su buharı vb. i
ma yöntemi; floatation biçiminde de kullanılır.
kapsayan gaz halindeki yanma ürünleri; baca gazla
flotilla: 1) küçük bir filo; filotilla. 2) tekneler (botlar) rı; yanma ürünleri; bunlar analiz edilerek kazan ge
veya küçük gemilerden oluşan filo. nel verimi saptanabilir.
flotsam: Deniz üstünde yüzer durumda bulunan veya
fluid: 1) akabilen; katı olmayan; basınç altında oldu
karaya vuran kazazede bir gemi veya onun yükü.
ğu zaman ayrılmaksızın yer değiştiren ve harekete
flour mill: 1) tahıl taneciklerinin öğütülerek una dö
muktedir olan; akışkan; sıvı. 2) akışkan ya da akış
nüştürüldükleri yer; değirmen. 2) hububat tanecikle
kanlara ait, 3) akışkana benzeyen; hızlı ve kolayca
rini una dönüştüren makine; değirmen makinesi.
değişebilen hareketli veya şekil verilebilen. 4) her
floury: 1) una ait. 2) yapısı ve rengi bakımından una
hangi akabilen bir madde; sıvı veya gaz; Bkz. liqu
benzeyen; beyaz ve toz halinde.
id.
flow: 1) suyun yaptığı gibi hareket etmek; akmak. 2)
fluid coupling: Yüksek devirli dizel motorlarında, ma
yumuşak, düzgün ve kolayca hareket etmek; kayıp
kine ile devir düşürücü dişliler arasına donatılan, ma
gitmek. 3) dışarıya doğru akmak. 4) türemek. 5) dal
kinenin gücünü devir düşürücü donanıma aktaran,
galanmak; sallanmak, 6) yükselmek veya kabarmak
titreşimlerin aktarılmasına müsaade etmeyen ve iki
(gelgit gibi). 7) taşırmak. 8) taşmak; su basmak. 9)
parçadan oluşan bir kavrama ya da kaplın; hidrolik
akıcılık. 10) akım miktarı. 11) akan herhangi bir şey;
kaplın; hydraulic coupling biçiminde de kullanılır.
akıntı veya akım. 12) gelgitte yükselme. 13) bir boru
fluid film: Bir eşanjörde ısı transferi sırasında rnetal
ya da kanal veya bir yüzey ya da bir delikte hareket
yüzeyinin hem sıcak sıvı ve hem de soğuk sıvı tara
etmek (akışkan, ısı ya da elektrik).
fında oluşan, fevkalâde ince, fakat çok önemli bir
flowage: 1) akma, taşma veya su basma. 2) taşıntı katman; boundary layer biçiminde de kullanılır.
durumu.
fluid friction: Bir makinenin hareketli ve hareketsiz
flowchart: Akış şeması.
yüzeyleri arasındaki yağ filmi ya da katmanının mole-

Teknik Sözlük - F. 15
fluid homogenous 226 fluxio n
fluoride: Florür; hidroflorik asitin zehirli bir tuzu, örne
küllerinin sürtünmesi; sıvı sürtünmesi. ğin sodyum florür, NaF.
fluid homogenous: Tüm noktalarda özellikleri aynı fluorin: Bkz. fluorine.
olan sıvı; homojen sıvı. fluorine: Kimy. flor; halojen familyasında çok aktif,
fluidic: Akışkana ait; akışkan doğasında olan. paslandırıcı, yeşilimsi sarı renkli, gaz halinde kimya
fluidity: Akışkan durumu veya niteliği; akışkanlık. sal bir element; en negatif halojen; Simg.F, Fl;
fluid lubrication: Sürtünme yüzeylerine çekilen yağla at.ağ. 19,00; at.no. 9.
ma yağı tarafından oluşturulan yağ filmi veya katma fluorite: Kimy. bir çok renkleri olan, saydam, kristalli
nı ile yağlama; akışkan katmanı ile yağlama. küpsel bir mineral; kalsiyum florür, CaF2; eritici mad
fluid mechanics: Bilimsel olarak akışkanların özellik de olarak çelik ve cam yapımında kullanılır; fluor,
lerini inceleyen, hidrostatik, hidrolik, hidrodinamik fluor spar şekillerinde de kullanılır.
ve gaz dinamiğini kapsayan bilim dalı; akışkanlar fluoro-: Flor ve floresan anlamlarında bir önek.
mekaniği. fluorogen: Karıştırıldığı zaman diğer floresan madde
fluid meter: Sıvı ölçer; sıvı sayacı; akışkan yi redükleyen bir madde; florejen.
sayacı. fluorometer: Floresan şiddetini ölçmek için kullanılan
fluidounce: Bkz. fluid ounce. bir cihaz; florometre.
fluid ounce: Amerika Birleşik Devletleri'nde 29,6 fluoroscope: 1) X ışınları yardımıyla cismin veya par
3 3
cm , ingiltere'de 28,4 cm 'e eşit olan bir sıvı ölçüm çaların floresan bir perde üzerindeki gölgesinin görü
birimi; fl.oz. kısaltması ile belirtilir. nüşü ile iç yapılari kontrol etmede kullanılan bir ci
fluid, perfect: Deformasyon için dirençsiz, sıkıştırıla- haz; floroskop. 2) floresanı gözlemek için kullanılan
maz ve sabit yoğunlukta ideal sürtünmesiz akışkan; bir cihaz.
mükemmel sıvı veya akışkan. fluoroscopy: Floroskop yardımıyla kontrol; florosko-
fluid pressure: Sıvılar tarafından aktarılan, tüm nokta pi.
larda ve tüm yönlerde eşit olan basınç; akışkan ba fluor spar: Bkz. fluorite.
sıncı; sıvı basıncı. flurry: 1) anî ve kısa süren bir rüzgâr; bora. 2) yağ
fluid-tight: Akışkan (yağ, su, gaz vb. ini) geçirmez ya mur ya da kar fırtınası.
da sızdırmaz. flush: 1) anî ve hızlı olarak akmak ve yayılmak. 2) ak-
fluke: 1) Den. çipa veya demirin kollarının ucunda bu korlaşmak; akkor haline gelmek; kızarmak. 3) anî
lunan, çoğu zaman üçgen şeklinde ve toprağı yaka bir su akımı ile temizlenmiş, yıkanmış ve boşalmış ol
layan sivri tırnak; demir tırnağı. 2) ok, mızrak, zıpkın mak. 4) ısınma; kızarma.
vb. inin sivri ucu. flushing system: Bazı küçük gemiler istisna edilirse,
flume: Güç elde etmek, tomrukları nakletmek amacıy ana yangın devresinden bir kol ile deniz suyu alan
la kullanılan yapay bir su kanalı. ve bu suyu idrar kapları, WC vb.lerine veren sistem;
flump: Ağır olarak veya gürültülü bir şekilde damla temizlik sistemi.
mak veya düşmek. flushing valve: Diz. Mot. enjektörlerde kullanılan ta-
fluo: Flor kapsayan. şıntı, hava firar veya prayming valfı; pompa ile enjek
fluo: Flor ve floresan anlamlarında bir önek. tör arasındaki borunun havasını çıkarmak için kulla
fluor: Bkz. fluorite. nılır.
fluoresce: Floresan üretmek, göstermek veya olmak. flush mica: Elektrik makinelerinin kollektörlerinde ba
fluorescein: Resorsin ve fitalik anidritten sentetik ola kır dilimlerle aynı hizada olan mika izolatör.
rak yapılan sarımsı kırmızı, kristalli bir bileşik, flush r/l: Bilgisay, sağdan/soldan hizalı.
C 20 H 12 O 5 ; yansıyan ışıkta yeşil ve geçen ışıkta kır fluting iron: Yüzeyi dalgalı ya da ondüleli olan de
mızı renkte görülen bir alkalin çözelti; flöresin; tekstil mir; ondüle (saçları) yapmak için kullanılır.
lerin boyanmasında ve belirteç olarak kullanılır. fluting machine: Levha metalleri dalgalı veya ondüle
fluoresceine: Bkz. fluorescein. li yapan bir makine. 2) alev borulu kazanların kül
fluorescein test: Flöresin deneyi veya testi; konden- han saçlarını dalgalı yapan makine; ondüle makine
ser kapakları ve boru aynalarının temizliği yapılır ve si.
sonra buhar bölgesi üst boruların seviyesine kadar, flutter: 1) hızlı ve düzensiz bir şekilde dalgalanmak
küçük bir miktar flöresin kapsayan su ile doldurulur veya titreşmek. 2) hızlı titreşim, çırpma vb. 3) titre
ve borularla boru aynaları bir tür ültraviyoie ışığı ile me; titreşim. 4) Hava. uçaklarda, uçuş sırasındaki ka
aydınlatılır. Kaçar bulunan kısımlar floresan ışık ve nat sarsıntısı.
rir. Deneyden sonra kondenser içinde hiç su kalma flutter wheel: Yüksekten düşen akarsu ile dönen do
yacak şekilde boşaltılır. lap; su tankeri; su dolabı.
fluorescence: Belirli bir dalga boyunda ışığın emilme flux: 1) akma veya akıntı. 2) met (gelgit) ile gelen;
si ve daha büyük dalga boyundaki radyasyonun anî gelgitin getirdiği. 3) sürekli hareket; sürekli değişim.
neşredilmesi; floresan; görünür tayfta morötesi ışın 4) lehimdeki gibi, metallerin birbirlerine kaynatılması na
ları floresana neden olabilir. yardım eden ve oksitlenmeyi önleyen boraks ve ya
fluorscent lamp: iç kısmı floresan bir madde kaplan reçine gibi bir madde. 5) F/z. bir yüzeyden çıkan
mış ve cıva buharı ile doldurulmuş bir elektron tüpü; enerji, sıvı vb. i akımların miktarı; flüks; akı. 6) erite
floresan lâmba; morötesi boşalımı ya da deşarjı gö rek (metalleri) birbirine yapıştırmak.
2
rünür ışığa dönüştürür. flux density: Fiz. bir cm 'deki manyetik kuvvet çizgile
fluoric: Florin veya floritten elde edilmiş veya onlara ri; flüks yoğunluğu; akı yoğunluğu.
ait; florik. fluxion: 1) akma. 2) sürekli değişim. 3) akan bir şey,
fluorid: Bkz. fluoride. deşarj; boşalma. 4) Mate, değişken büyüklüklerde
fluoridate: Dişlerdeki çürümeyi azaltmak amacıyla
(su kaynağına) florürler eklemek.
fluxiona l 227 foa m rubbe r

sürekli değişme miktarı; diferansiyel.


flying saucer: 1947 yılından bu yana dünya semala
fluxional: Bkz. fluxion.
rında görülen, büyük bir hızla uçan, başka dünyalar
fluxionary: Bkz. fluxional.
dan geldiğine inanılan ve teşhis edilemeyen cisimler
flux, luminous: Bir kaynak tarafından birim zamanda
veya hava gemileri; Bkz. UFO.
yayılan ışık miktarı; lümen ile ölçülür.
flying wing: Kuyruk grubu ve gövdesi olmayan ve tek
flux, magnetic: Bir yüzeydeki toplam manyetik en
kanattan oluşan bir uçak; uçan kanat.
düksiyon miktarı; Maksvel ile ölçülür, manyetik flüks
flyweights: Bkz. flyballs.
veya akı.
flywheel: 1) silindir şeklinde, çoğu zaman dökme de
fluxmeter: Bir devredeki toplam manytik flüksü ölç
mirden yapılmış, motorların krank mili flencine bağ
mek için kullanılan bir cihaz; döner bobinli galvano
lanan, makinenin hemen hemen sabit devir sayısın
metre; flüksmetre.
da çalışmasını sağlayan, çevresindeki işaretlerle ma
flux, radiant: Isı yayan (radyan) enerjinin iletilmesi
kinenin bakımına katkıda bulunan ağır bir teker; vo
için zaman miktarı; erg/s veya vat ile ölçülür.
lan; Gem. Mak. flayvil; düzenteker; denkpervanesi.
fly: 1) havada hareket etmek; uçmak; özellikle: a) bir
2) Den. parakete düzentekeri.
uçakta hava içinde hareket etmek, b) havada mermi
flywheel effect: Volan jantının ağırlığı (W) ile volan
gibi ileriye itilmek. 2) uçak kullanmak, çalıştırmak ve
jantının kesitinin ağırlık merkezinden geçer dairenin
ya işletmek. 3) havada dalgalanmak veya uçmak: 2
çapının karesinin çarpımı (WD ); volan etkisi; savur
Bayrak ya da uçurtma gibi. 4) anî ve hızlı olarak ha
ma momenti olarak da isimlendirilir.
reket etmek. 5) hızlı bir şekilde tüketmek (para vb. i
için söylenir). 6) havada hareket etme veya uçmaya flywheel gear: Volanın çevresine sıkı olarak geçiril
neden olmak. 7) işletmek (bir uçağı). 8) bir uçakla miş dişli; volan dişlisi; marş motorunun bendiks dişli
geçmek (Pasifik Okyanusunu). 9) uçakla taşımak ve sinin geçtiği dişli; ilk hareket ve tornaçark sağlama
ya nakletmek. 10) Mot. volan ya da denk pervanesi ya yarar.
Bkz. flywheel. flywheel hub: Volanın krankmiline bağlanmasını sağ
layan göbek; volan göbeği.
fly ash: Baca çıkışında duman içinde, çapı 100 mik
flywheel knock: Çoğu zaman volanı krankmiline bağ
rondan (0,1 mm'den) küçük olan tozlar; uçan toz.
layan kamanın, kama kanalı duvarlarına çarpması
flyaway: 1) rüzgârda uçma. 2) kaçma.
flyball: Motorlarda kullanılan mekanik veya hidrolik sonucu oluşan vuruntu; volan vuruntusu.
regülâtörlerde kullanılan, bazan küre ve çoğu za flywheel mass: Volanın kütlesi.
flywheel rim: Mot. volanın, göbeğe kollarla bağlı
man prizma şeklinde olan ağırlıklar; regülâtör ağırlık
olan kısmı; volan tekeri; volan jantı.
ları.
flywheel ring gear: Bkz. flywheel gear.
flyball governor: Esk. Pist. Buh. Mak. ağırlıklı meka
FM: Bkz. frequency modulation.
nik regülâtör ya da gavörnör.
Fm: fite. fermium.
flyball lug: Hidrolik regülâtörlerde ağırlıkların alt iç ta-
fm.: Bkz. fathom.
raftannda bulunan ve dışa doğru açıldıkları zaman
hız yayını sıkıştıran parçalardan herhangi biri; ağırlık F number: Foto. objektif çapının, onun odak mesafe
kolu veya sapı. sine oranının ölçümü; Simg. f/ , F/f, F, vb. i kısalt
fly bars: Bkz. fly weights. malarla belirtilir; F sayısının az olması, daha kısa
flyblow: Kirletmek; bozulmak; lekelemek. poz süresini gerektirir.
flyblown: Kirlenmiş; bozulmuş; lekelenmiş. foam: 1) şiddetli çalkalama, mayalanma veya ferman
flyboat: 1) hızlı, düz altlı bir Hollanda teknesi. 2) hızlı tasyon vb. i ile sıvılarda oluşan beyazımsı kütle; kö
ve yelkenli, türlü teknelerden herhangi biri. pük. 2) köpüklü yangın söndürücü. 3) köpük ürete
ci. 4) köpüğe benzeyen herhangi bir şey. 5) köpüğe
flyby: Gezegenlere veya gök cisimlerine gitmek üze
neden olmak.
re belirli bir rota izleyen ve tekrar dünyaya dönme
yen bir uzay aracı. foam compound: Akaryakıt yangınları için köpük ya
flyer: ete. flier. pımında kullanılan kimyasal bileşik; köpük bileşiği.
flying: 1) uçan yad a uçabilen. 2) hızlı olarak hareket foam extinguisher: Püskürttüğü köpük yardımı ile ha
eden; hızlı. 3) havada uçar gibi. 4) havada dalgalan va ile yangının ilişkisini kesen bir yangın söndürme
ma veya akar gibi gitme. 5) uçak ya da pilotlara alt; cihazı; köpüklü söndürücü; akaryakıt yangınlarında
uçak veya pilotlar için. kullanılır.
foamily: Köpüklü bir biçimde; köpüklü olarak.
flying boat: Gövdesi suya inmeye ve kalkmaya müsa
foaminess: Köpüklü durum veya nitelik.
ade edecek şekilde (yapılmış) uçak; deniz uçağı.
flying bridge: Den. köprüüstünün üstünde olan kı foaming: 1) bir sıvıda gaz kabarcıkları oluşması; kö
sım; miyar güverte. pürme; kabarcıklanma. 2) kazan suyu düzeyinde,
yabancı maddeler ve kazan kimyasalları nedeniyle
Flying Dutchman: 1) denizlerde günahları için kıya
oluşan köpüklenme.
met gününe kadar seyretmeye mahkûm edilmiş efsa
nevi Felemenk (Hollanda) denizcileri. 2) onların, gö foam inhibitor: Küçük kabarcıklar arasındaki direnci
ren denizcilere uğursuzluk getirdiğine inanılan haya kırarak onları daha büyük kabarcıklar haline getiren
lete benzer gemisi. ve böylece dayanıklı bir köpük ve emülsiyon oluşu
flying field: Uçaklar için küçük hizmet veren ve iniş muna engel olan madde; köpük inhibütörü; köpük
kalkış için kullanılan havaalanı. önleyici.
foam maker: Köpük yapıcı; köpük üreteci; Bkz. fo
flying jib: Den. civadra üzerinde uzanan, küçük ve
am.
genellikle üçgen şeklinde olan bir yelken; flok.
flying machine: Herhangi bir uçak veya tayyare. foam rubber: Dayanıklı, süngere benzer bir şekilde
hazırlanmış lâstik; sünger; köpük lâstik; döşemecilik-
foa m solutio n
228 fool' s gol d

te kullanılır.
fog light: Bkz. fog lamp.
foam solution: Karıştırma işlemi yapılmadan önce kö
foil: 1) çok ince metal levha veya varak (yaprak): Al
pük bileşiği ile su karışımı; köpük çözeltisi veya eriyi
tın, kalay varağı gibi; folyo; yaldız kağıdı; alümin
ği-
yum folyo. 2) mücevherlerin altlarına konulan ve on
foamy: 1) köpürme veya köpükle kaplanmış. 2) kö
lara parlaklık veren ve diğer maddelerin altına konu
pükten oluşan. 3} köpük gibi; köpüğe benzeyen.
larak onu değerli gösteren ince, parlatılmış metal va
F.O.B. (f.o.b.): Yapıldığı yerde teslim edilen eşyala
rak. 3) folyo ile kaplamak.
rın taşıma giderlerini kapsamayan fiyatlar için söyle
fold: 1) bir şeyi bükerek veya pres ederek bir parçası
nir; Bkz. free on board; gemide ya da trende tes
nı diğerinin üstüne koymak; katlamak. 2) sarmak;
lim,
paket etmek veya yapmak. 3) katlanmış olmak. 4)
focal: Odağa ait.
katlama. 5) katlanmış parça veya katman. 6) katla
focal distance: Bir merceğin optik merkezinde, ışık
ma ile yapılan işaret. 7) Jeo. basınçla katlanmış bir
ışınlarının birleştiği noktaya olan mesafe; odaksal
kaya katmanı. 8) kat.
mesafe; odak mesafesi; focal length olarak da kulla
folder: 1) katlayan kişi veya şey. 2) kâğıtları tutmak
nılır.
için katlanan bir levha karton veya kalın kâğıt. 3) kır
foalization: Odaklaştırma ve odaklaştırılmış.
ma veya katlama makinesi. 4) klasör veya dosya. 5)
focalize: 1) Fiz. odağa getirmek veya odağa göre
broşür.
ayarlamak. 2) Tıp. küçük bir alana sınırlamak veya
folding: 1) evolüt profilindeki hata ve metal yorulması
sınırlanmak: Herhangi bir hastalık için söylenir.
sonucu, çeviren pinyonun piç dairesinin dişi boyun
focal length: Bir mercek veya aynanın esas odağı ile
ca oluşan yarık. 2) katlama; katlanan.
optik merkezi arasındaki mesafe; odaksal boy.
folding door: Katlanan (madenî) kapı.
foci: Bkz. focus.
foliate: 1a) ince katmanlara bölmek ya da ayırmak,
focometer: Bir mercek veya bir optik sistemin odak
b) döverek ince varaklara ayırmak. 2) katmanlara
sal boyunu ölçmek için kullanılan bir cihaz; fotomet
ayırmak.
re; focimeter şeklinde de kullanılır.
foliation: 1) metalleri döverek katmanlarına ayırma işi
fo'c's'le: Bkz. forecastle.
veya işlemi. 2a) yaprağa benzer katmanlara ayırma:
focus: 1) ışık ışınları vb. inin veya ses dalgalarının bir
Belirli mineral ve kayalar için söylenir, b) bu tür kat
leştiği veya yayıldığı ya da yayılır gibi göründüğü
manlar. 3) ayna yapmak için camın metal folyo veya
nokta; odak; mihrak; özellikle bir ayna ile ışık ışınları
diğer yansıtıcı madde ile kaplanması işlemi.
nın yansıtıldığı nokta. 2) odak mesafesi. 3) net bir
folic acid: Yeşil yapraklar ve belirli bazı bitkiler ve
görüntü yapmak için bu mesafenin ayarı. 4) herhan
hayvansal dokularda bulunan, vitamin B kompleksle
gi bir aktivite. dikkat vb. i merkezi. 5) Mate, a) elips
rinden biri olduğuna inanılan azotlu bir asit; folik
çiziminde kutlanılan iki sabit noktadan herhangi biri.
asit.
b) bir parabol veya hiperbol için benzer herhangi bir
folium: 1) Geom. düğüm noktasında iki ucunun ara
nokta. 6) Sismo. bir depremin başlangıç noktası. 7)
kesiti ile çevrilmiş eğrinin bir parçası. 2) Jeo. meta-
odağa getirmek. 8) odak mesafesini (göz, mercek
morfik kayalardaki gibi, ince bir katman veya taba
vb. i için) ayarlamak. 9) bir odakta toplamak. 10) yo
ka.
ğunlaştırmak.
follower: Bir başka parça ile hareket verilen (bir maki
focusing: 1) bir elektrik alanı veya manyetik alan ya
nenin) parçası; izleyici; takipçi.
da bir katot ışın tüpünde, pozitif iyonlar tarafından
follower, cam: Bkz, cam follower.
bir elektron huzmesini bir noktaya dönüştürmeye ne
follower pin: Birleşik enjektörlerin pompa kısmında
den olma. 2) fotoğraf çekmeden önce bir kameranın
bulunan ve plencerin hareketini sağlayan bir pin; iz
optik sisteminin doğru ayarı. 3) bir diyaframdan ses
leyici veya takipçi pin.
dalgalarının konsantrasyonu.
follower ring: Segmanları yuvalarında tutmak için pis
focusing coil: Bir elektron ışınının odaklanması için
ton kafasına, segmanların üst kısmına gelecek şekil
manyetik alan üreten bir doğru akım (d-c) bobini.;
de donatılan ve pistona setuskurlar ile bağlanan çe
odaklama bobini.
lik çember; Gem. Mak. cang ring; pistonun silindir
fog: 1) çok küçük tanecikler (partiküller) halinde he
dışına alınmaksızın segmanların çıkarılmasını sağlar.
men dünya yüzeyinin üzerinde yoğuşan büyük su
following: Geminin hareket ettiği aynı yönde hareket
buharı kütlesi; sis. 2) atmosferi karartan benzer du
eden: Rüzgâr ve gelgit için söylenir.
man, toz vb. i kütleleri. 3) bir fotoğraf veya filizin bu
follow-up: 1) takip etmede kullanılan herhangi bir
lanıklaşması. 4) sisle kaplanmak. 5) sisle kaplamak
şey. 2) dümen makinelerinde dümeni viyaya alan
veya kuşatmak. 6) bulanık yapmak.
mekanizma Bkz. follow-up mechanism; karşılama
fog bank: Yoğun sis kütlesi.
donanımı.
fogbound: Sis nedeniyle seferine engel olunan (ge
follow up: izlemek; takip etmek.
mi vb. i).
follow-up gear: Bkz. follow-up mechanism.
fogdog: Siste, bazan ufukta görülen parlak bir nokta.
follow up mehanism: Den. dümen belirli bir derece
foggily: Sisli bir şekilde veya tarzda.
sancak veya iskeleye geldikten sonra, dümenin viya
fogginess: Sisli olma durumu veya niteliği.
durumuna alınmasını sağlayan, çoğunlukla dişli bir
foggy: 1) sisli; dumanlı; karanlık. 2) bulanık; bulutlu.
mekanizma; karşılama donanımı.
foghorn: 1) siste gemileri uyarmak için çalınan dü
font: Bilgisay, yazı tipi.
dük; sis düdüğü. 2) tiz, yüksek bir ses.
fool's gold: Rengi bakımından altına benzeyen demir
fog lamp: Siste, özellikle yoğun siste kara taşıt araçla
pirit; aptal altını; FeS2.
rının kullandığı far; sis fan; sis lâmbası.
foot 229 fore

foot: 1) bir bacağın alt kısmı; ayak. 2) bazı tarafları ocaklarına atmosfer üstü basınçta yanma havası sağ
ayağa benzeyen bir şey; özellikle: a) bir şeyi ayakta lar.
tutan; temel, b) en alt kısım; alt; dip. c) bir dizinin forced draft blower: Bkz. fored draft fan.
sonu. d) bir dikiş makinesinin kumaşı tutan kısmı. 3) forced exhaust: Dört zamanlı motorlarda egzoz gaz
insan ayağının yaklaşık boyuna (12 inç veya 30,48 larının piston, iki zamanlı motorlarda hava veya ha-
cm.) eşit olan bir uzunluk birimi; ayak; kadem; tut. va-benzin karışımı tarafından silindir dışına atılması;
4) piyade; yaya asker. 5) bir sıvıdaki tortu. 6) bir ge cebrî egzoz.
mi ile yolalmak veya seyretmek. forced feed: Mot. basınçlı yağ ile besleme yöntemi;
footage: Fit, kadem veya ayak olarak belirtilen uzun özellikle silindirlerin yağlanmasında uygulanan bir
luk: Özellikle sinema filmleri için söylenir. sistem.
foot brake: Otomobillerdeki gibi ayak basıncı ile çalı forced feed lubricator: Diz. Mot., Pist. Buh. Mak. si
şan fren; ayak freni. lindirlerin yağlanmasında kullanılan ve makineden
foot-candle: Aydınlatmanın pratik birimi; merkezine hareket alan, plencerli bir tür mekanik yağ pompası;
yerleştirilen 1 mum gücündeki bir kaynak tarafın her silindire ait plencer deposundan aldığı yağı sıkış
dan, yarıçapı 1 fit (30,48 cm) olan bir kürenin yüzeyi tırarak silindir gömleği yüzeyine vererek yağlanmayı
2
nin aydınlatılması; 1 lümen/ft 'ye eşdeğerdir. sağlar; lubrikatör; lubrikeyter; mekanik yağdanlık;
footer: Bilgisay. altlık. yağ otomatiği.
foot-pound: 1 libreiik (452 gram) bir ağırlığı.bir fut forced-feed oil system: Daha çok buhar türbinlerin
(30,48 cm) yüksekliğe kaldırmak için gerekli enerji de kullanılan basınçlı yağlama sistemi; cebri yağla
miktarına eşit olan, Emperyal Sistemin enerji birimi ma devresi: bir pompanın samp tanktan alarak sağ
13 560 000 erg; ft-lbs, fp, F.P., f.p. kısaltmaları ile be ladığı basınçlı yağlama yağı, doğrudan türbin rotor-
lirtilir. şaft ve devir düşürücü dişillerin yataklarına verilir.
foot-poundal: Emperyal sistemde bir libreiik bir kütle force-feed system: Bir pompanın yağlama yağının
2
nin bir fut/saniye 'lik bir ivmede bir fitlik bir mesafe basınçia (2,5-6 bar) krankşaft ana (palamar), krank-
ye hareket ettirilmesiyle yapılan işe eşit olan iş biri pin ve kam mili ve kam mili hareket dişlilerinin yatak
mi. larına verildiği sistem; cebri besleme sistemi; basınç
foot-pound-second system: Üç esas biriminin foot la yağlama sistemi ya da devresi.
(30,48 cm), libre veya pount (452 g) ve saniye olan forced flow boiler: Bkz, forced circulation.
bir ölçüm sistemi; fut-libre-saniye. forced lubrication: Makineden hareket alan veya
foot rule: 1 fut (30,48 cm) boyunda bir ölçü çubuğu; elektrik motoru ile çalıştırılan bir pompa tarafından
bir fut'luk cetvel. sağlanan basınçlı yağ ile sürtünme yüzeyleri vb. inin
footstep: 1) bir insan adımı; adım. 2) bir adımda alı yağlanması; cebri yağlama; zorlu yağlama.
nan mesafe; adını uzunluğu. forced oscillation: Cebri titreşime uyan bir durum;
foot-ton: fiz. bir ton ağırlığı bir fut (30,48 cm) yukarı bir sisteme salınım üretmek üzere uygulanan küçük,
ya kaldırmak için gerekli iş veya enerji miktarına eşit periyodik bir kuvvetin frekansı, sistemin doğa! fre
olan enerji birimi. kansından farklı olduğundan sistem küçük bir ampli-
force: 1) dayanıklık; enerji; güç; kuvvet. 2) güç yo tüt ile salınır; cebri osilasyon.
ğunluğu; şiddet. 3a) bir kişi veya şeye karşı sarfedi forced vibration: Bir cisme periyodik olarak uygula
len fiziksel güç veya dayanıklık. b) bir kişiyi yenmek nan ve rezonans tarafından yükseltilebilen bir kuvvet
için fiziksel güç kullanılması. 4) bir kişinin etkili ve ile endüklenen titreşim; cebri titreşim.
gayretli bir biçimde iş yapma gücü; moral; manevî forceful: Güçlü; kuvvetli; etkili; etkin.
dayanıklık. 5) kontrol, inandırma, etkileme için güç; force major: Bkz. forcemajeure.
etki; tesir. 6) kara, deniz veya hava kuvveti. 7) asker force of friction: Sürtünmeyi yenmek ve diğeri üze
ler, denizciler vb. inin teşkilâtlı herhangi bir grubu. rinde kayan bir düzlemin düzgün hareketini sürdür
8) belirli aktiviteler için teşkilâtlanmış insan grupların mek için gerekli kuvvet; sürtünme kuvveti.
dan herhangi biri. 9) F/z. cismin hareketini sağlayan force of gravity: Fiz. cisimlerin ağırlık merkezlerine
veya hareketli cismi durduran neden; kuwet; kgf, N uygulanan ve yerçekiminden kaynaklanan kuwet;
vb. i kısaltmalarla gösterilir. 2) zorlamak; mecbur et yerçekim kuvveti.
mek. 13) zorla almak. 14) bir cismin ivmesinin nede fore polygon: Aynı düzlem üzerinde bulunan şiddet
ni; bir birim kütlenin bir birim ivmesinin nedeni olan ve yönleri farklı kuvvetlerin bileşkesini bulmak için
birim kuvvet. kullanılan çokgen; kuvvet çokgeni.
forced: Doğal olmayan; cebrî; kuvvetlendirilmiş. forceps: Özellikle cerrahlar veya operatörler ve diş
forced circulation: Suyun hızını çoğaltmak için bu hekimlerinin çekme, bastırma ve yakalama içitt kul
har kazanlarına eklenen bir dolaşım, sirkülasyon ve landıkları küçük bir maşa veya pense; forseps.
ya serküleytin pompası ile sağlanan cebrî dolaşım: force pump: 1) valfsız, pistonlu, sıvıyı valflar arasın
Buhar kazanları için söylenir. dan sıkıştırarak geçiren bir pompa. 2) temizlemek
forced draft: Buh. Kaza. ocaklara atmosfer üstü ba için boruların içinden hava geçirmek için kullanılan
sınçta hava verilmesi ve dolayısıyla daha büyük mik bir pompa. 3) suyu basınç altında önemli bir yüksek
tarda yakıt yakılmasını sağlayan kuvvetlendirilmiş çe liğe kadar göndermek için kullanılan valfsız, plancer-
kim; Gem. Mak. kuvvetlendirilmiş draft veya baca !i pompa.
çekmesi. forcible: 1) kuvvetle (cebrî olarak) yapılan veya etkile
forced draft fan: Cebrî draft fanı veya bloveri; bir mi nen. 2) kuvvete sahip olan; güçlü; kuvvetli.
le bağlı çok büyük bir rotor ile onu çevreleyen bir forcibly: Kuvvetli veya güçlü bir biçimde.
keys veya mahfazadan oluşan bir blover; kazan fore: Den. başta; başa doğru; bir geminin ön kısmı
f ore -a nd -a f t 230 f or m le tt e r

ya da başı; pruva.
forked : 1) çatal ya da çatallara sahip olan; kollara
fore-and-aft: Den. baştan kıça; boyuna; boyuna do
ay rılmış. 2) çatal biçiminde; çatallı.
natılan.
forked end: Bkz. forked
fore and aft: Den. 1) baştan kıç tarafa veya kıça; bo
rod.
yuna; boyuna donatılan. 2) baştan kıça; baştan kıça
forked rod: Kroshedli dizel motorları İle çift etkili pis
doğru.
tonlu buhar makinelerinde kullanılan çatal veya U
forecast: 1) önceden plânlamak; ileriyi görmek. 2)
harfi şeklindeki üst kısmı kroshed ya da çapraz muy
önceden tahmin etmek veya hesaplamak; kehanet
luya bağlanan biyel veya konnektin rod; çatal rod;
veya önceden haber vermek; tahminde bulunmak;
çatal konnektin rod.
tahmin etmek.
forklift: Kaldırma tertibatının altında kolları olan, özel
forecastle: 1) bir ticaret gemisinde, bazan denizci ka
paletli veya dolgu tekerlekli küçük vinç; forklift; istif
maralarının yerleştirildiği baş taraf; baş kasara. 2)
makinesi.
bir geminin pruva direğinin önündeki üst güvertesi.
form: 1) bir şeyin dış görünümü; şekil; renk, bünye
forefoot: Den. bir geminin omurgası ile baş bodosla
ve yoğunluk dışında yapı. 2) bir insan veya hayva
masının birleştiği nokta; baş bodoslama topuğu.
nın gövdesi veya şekli. 3) bir şeye şekil vermek için
foreign: Yabancı (yağlama yağındaki yabancı madde
kullanılan herhangi bir şey. 4) düzenleme; özellikle
ler gibi).
sırasına göre düzenleme. 5) boş yerleri doldurula
forelock: Çatal pin; bu tür bir pin ya da pinlerle bağla
cak basılı evrak. 6) bir okulda sınıf. 7) şekil vermek.
mak.
8) eğitmek; öğretmek. 9) geliştirmek. 10) organize
foreman: Gemi ambarı, fabrika, değirmen vb. inde ça
etmek. 11) bir dişin profili veya enine kesiti.
lışanlar grubu veya bir bölümün sorumlusu; postaba-
formal: Biçimsel
şı; ustabaşı; formen.
formaldehyde: Çözeltisi kuvvetli dezenfekte edici ve
foremast: Bir geminin baş tarafına en yakın olan di
koruyucu olarak kullanılan renksiz, keskin kokulu
rek; pruva direği. bir gaz; formol; formaldehit, HCHO.
forepart: Ön parça veya kısım.
formaldehyde solution: Sıv. Yük. formaldehit
forepeak: Den. gemi bodoslaması ile çatışma perdesi
çözelti si; formalin; metanol; metil aldehit; metilen
arasında bulunan kısım; başpik.
oksit; keskin kokulu, sıvı ve buhar halinde iken insan
forepeak tank: Den. gemi bodoslaması ile ön çatış
sağlı ğı için zararlı, higroskopik olmayan, dayanıksız,
ma perdesi arasında bulunan ve trim ya da safra tan
alifa tiklerden bir aldehit; Simg. HCHO; öz.ağ. 1,07-
kı olarak kullanılan tank; başpik tankı.
1,11;
forepump: Diğer bir pompanın çalıştırılması için kıs
k.n. 95°C; 16° ve 32°C'de viskoz. 1,7-2,5 cP; suda
mî vakum oluşturmak üzere kullanılan yardımcı bir
tümü ile çözünür; gemilerde 16°-32°C'de ve atmos
hava pompası.
ferik basınçta taşınır.
foreshorten: Tek. Res. perspektif ilkesine göre bir
formaline: Formaldehit'in sudaki % 40'lık çözeltisi;
cis min kenarlarını gerçek ölçülerinden daha kısa
antiseptik olarak kullanılır; formalin şeklinde de
gös terme.
yazı lır.
foretop: Gemi pruva direğinin tepesinde bulunan bir
formate: Kimy. formik asitin tuzu ya da esteri;
platform; pruva çanaklığı. format.
forge: 1) işlenecek metali tavlamak için kullanılan bir formation: 1) şekil verme veya şekil verilmiş. 2) şekil
ocak; demirci ocağı; lav fırını. 2) metallerin ısıtılıp çe verilmiş şey. 3) düzenleme; yapı; sıra. 4) Ask. ordu,
kiçlendiği veya dövülerek şekil verildiği yer; demirha gemi vb. lerinin düzenlenmesi ve tertibi.
ne. 3) demir cevheri veya pik demirinden dövme de form document: Bilgisay. kabuk belge.
mir yapılan yer; demir imalâthanesi. 4) ısıtma veya form factor: Bir alternatif akım dalgasının şeklini tarif
dövme işlemi ile bir metale şekil vermek. 5) bu yön için kullanılan şey; şekil veya form faktörü.
temle yapmak, oluşturmak, şekil vermek veya üret
form f eed: Bilgisay. 1) form besleme, a) sayfa başı
mek. 6) bir demircinin yaptığı gibi, metale şekil ver
(tuş).
mek.
formic: 1) karıncalara ait. 2) deriyi tahriş eden renk
forged craknshaft: Dövülerek yapılan krankşaft; siz bir asiti, karınca asitini, HCOOH belirtir; karınca,
döv me krankşaft. örümcek vb. i hayvanlarla ısırgan vb. i bitkilerde bu
forged steel: Dövme çelik. lunur; ticari olarak ogzalik asit ve gliserinden elde
forge pig iron: Bkz. pig iron. edilir; formik.
forger: Bir metale döverek şekil veren kişi; demirci.
Formica: Isı ile sertleşen ince katmanlardan oluşan
forge welding: Birleştirilecek parçalar lokal olarak bir
bir plâstik; ısı ve kimyasallara dayanıklı oldukları
fırında tav derecesine kadar ısıtılır ve sonra el veya
için, özellikle levha halinde masa vb. i yerlerde kulla
bir makine ile pres edilerek kaynatılır; demirciler tara
nılırlar (Ticarî bir marka).
fından uygulanan bir kaynak şekli.
formic acid: Sıv. Yük. formik asit; karınca asiti; hidro
forging: Dövülerek şekil verilen herhangi bir şey;
jen karbolik asit; metanoik asit; aşındırıcı, keskin ve
özellikle dövülmüş bir metal parçası; demirin sıcak
tahriş edici kokulu, renksiz, dumanlı, higroskopik,
iken dövülmesi.
dayanıksız, ayrışarak çok zehirli karbon monoksit
fork: 1) çatal. 2) şekli bakımından çatala benzeyen oluşturan, insan sağlığı için zararlı bir organik asit;
herhangi bir şey; diyapozon. 3) kollara ayrılan kı Simg. HCOOH; 20°/4°C'de öz.ağ. 1,2201; k.n.
sım. 4) nehir, yol vb. inin iki veya daha fazla kola ay- 100,6°C; d.n. 8,4°C; suda tümü ile çözünür,
rildığı veya bu kolların birleştikleri nokta 5) bu kollar 20°C'de visk. 1,770 cP; gemilerde 15-25°C sıcaklık
dan biri. 6) kollara ayrılmak. ve atmosfer basıncında taşınır.
formless: Belirli bir şekil veya plâna sahip olmayan;
şekilsiz; amorf.
form letter: Bilgisay. kabuk
mektup.
f ormul a 231 Fourier serie s

formula: 1) matematik gerçek, ilke, kural vb. lerini ifa fossil: 1) Jeol. kazılarak çıkarılmış herhangi bir kaya
de eden cebirsel sembollerin takımı; formül; eşitlik : veya mineral. 2) bitki ya da hayvan yaşamının top
2
A = n x r gibi. 2) Kimy. bir bileşiğin (veya radikal, rak içinde, jeolojik devirlerden kalan taşlaşmış artık
kök vb. inin) yapısını, bileşenlerin gerçek oranlarını ları; fosil.
göstermek için kullanılan simge ve sayıların terkibi; fossil fuels: Türlü maden kömürleri, ham petroller,
kimyasal formül. gazlar vb. i gibi yakıtlar; fosil yakıtlar.
formulae: Bkz. formula (Çoğ.). Foucault gyroscope: Bir gemi ya da uçakta dengele
formula, electronic: Bir molekülde atomlar arasında yici olarak kullanılan bir jiroskop veya cayroskop;
ki elektronik ilişkiyi gösteren bir formül; elektronik bir cayrokompasın (pusulanın) temel elemanıdır; Fu-
formül. ko cayroskopu; Fuko jiroskobu.
formula, emprical: Bir bileşiğin atomları arasındaki Foucault pendulum: Dünyanın dönme eksenini kanıt
en basit sayısal oranı gösteren bir kimyasal formül; lamak için kullanılan bir sarkaç; çok uzun ince bir
amprik formül; örneğin hidrojen peroksitin amprik tel ile bunun ucuna asılmış ağır bir küreden oluşur;
formülü HO, fakat moleküler formülü H 2 02 'dir. 2) Foucault sarkacı.
kökeni matematiksel olmayan herhangi bir formül. foul: 1) çok kirli. 2) tümü ile pislik veya yabancı mad
formula, molecular: Bkz. formula (2). delerle kaplanmış. 3) açık değil; fırtınalı. 4) dolaş
formularize: Formüle etmek; Bkz. formulate. mış: Halat gibi. 5) hoş olmayan; nahoş. 6) Matb. ha
formula, structural: Moleküldeki atomların düzen ve ta dolu. 7) kirletmek. 8) deniz canlıları ile kaplan
onlarla birleşenlerin değerlerini gösteren kimyasal mak (bir geminin altı); midye veya yosun bağlamak.
bir formül; yapısal formül; açık formül. found: 1) eritmek veya potaya akıtmak (metal veya
formulary: 1) formüller kolleksiyonu. 2) formül. 3} cam maddesini). 2) erimiş metali potaya dökerek
Ecz. ilâçların formülleri ve bileşim talimatının listesi; yapmak; döküm yapmak veya dökmek.
kodeks. 4) formül veya formüllere ait; formül veya foundation: t) bir duvar, ev vb. ini taşıyan parça; te
formüller doğasında olan. mel. 2) buhar kazanı, ana ve yardımcı makineler vb.
formulate: 1) bir formül ile belirtmek. 2) bir kuramda lerini taşıyan ve gemi bünyesine bağlayan kısımlar;
ki gibi, sistematik bir şekilde belirtmek. temel; döşek; Gem. Mak. favundeyşın.
formulation: 1) formüle etme; formül haline getirme. foundation bolts: Ağır devirli motorlarda çapı, silindir
2) formül şeklinde bir ifade; formülsel bir ifade. çapının 1/12, yüksek devirli makinelerde 1/8'i olan
formulator: Formül ya da formüller yapan kişi. cıvatalar; döşek veya favundeyşın cıvataları; motorla
formulism: 1) formüller sistemi. 2) formüllere inanma rın alt karterlerini döşeğe bağlayan cıvatalar.
ve bağlılık. foundation engineering: Temel mühendisliği; temel
formulize: Bkz. formulate. tekniği.
formyl: Formik asitin kökü ya da radikali; formil, founder: Su ile dolmak ve batmak: Bir gemi için söy
HC0 2 . lenir.
forsterite brick: Esas maddesi forsterit (2MgO.SiO2) founder: Metal vb. lerini döken kişi; dökümcü; dö
olan ve % 57 MgO, % 32 Si0 2 , % 6 FeO ve % 5 di kümcü ustası.
ğer oksitlerden oluşan bir ateş tuğlası; çelik fırınların foundry: 1) metalleri eritme ve dökme işi, işlemi veya
da, limanlarda, külhan duvarlarında, apteykler vb. le- çalışması; döküm. 2) metal dökümler. 3) metal dökü
rinde kullanılır. len yer; dökümhane.
fortieth: 1) kırkıncı; 40.; 40 inci. 2) bir şeyin kırk eşit foundry pig iron: Silisyum içeriği yüksek ve kükürt
parçasından herhangi birini belirten. 3) bir şeyin kırk kapsamı çoğu zaman düşük bir pik demiri; döküm
eşit parçasından herhangi biri; 1/40. işlerinde kullanılır.
fortify: 1) kuvvetli veya daha kuvvetli yapmak; fiziksel foundry work: Döküm işçiliği; dökümcülük.
veya yapısal olarak kuvvetlendirmek. 2) bir hücuma fount: Kaynak: Enerji vb. için söylenir.
karşı bina, istihkâmlar, duvarlar vb. ile kuvvetlendir fountain: 1) doğal su kaynağı. 2) bir akarsuyun kay
mek. 3) takviye etmek; dayanıklığını arttırmak. 4) al nağı veya başlangıcı. 3) herhangi bir şeyin orijini,
kol ekleyerek (bir içkiyi) kuvvetlendirmek. 5) besin kaynak. 4a) yapay kaynak, huzme veya su akımı, b)
değerini yükseltmek için mineraller, vitaminler vb. i bu akımların olduğu havuz, borular vb. c) çeşme; fıs
eklemek. 6) askeri istihkâmlar inşa etmek. kiye veya benzer cihaz, d) soda cihazı. 5) sıvı için
Fortin's barometer: Adî barometreler ile elde edilen depo yeri; mürekkep, yağ vb. için kap veya depo.
den daha duyarlı atmosfer basıncı ölçümleri yapan four: 1) üç ile dört arasındaki tam sayı; dört; 4; IV.
cıvalı bir barometre; Fortin barometresi. four cycle: Dört (stroklu) çevrim; emme, sıkıştırma,
fortran (formula translation): Bilg. özellikle mühen genişleme ve egzozdan oluşan bir çevrimin, pisto
dislik, bilim vb. inin problemlerinin programlarını ba nun dört stroku ile tamamlandığı (motor).
sitleştirmek üzere hazırlanan otomatik bir kodlama four-cycle engine: Dört zamanlı veya stroklu makine
sistemi; fortran (dili). veya motor; bir iş çevrimi oluşturmak için pistonun
forty: Kırk; 40; XL; otuz dokuz ile kırk bir arasındaki dört strokuna gereksinimi olan makine veya motor.
tam sayı. four-dimensional: Dört boyutluya ait; dört boyutluda.
forward: 1) ileri. 2) göndermek. fourfold: 1) dört parçaya sahip olan. 2) dört misli ve
forward perpendicular: Gem. inş. bir geminin yaz ya dört kat.
yüklü su hattında, baş bodoslamanın ön yüzünden Fourier series: Bağımsız bir değişkenin herhangi bir
su yüzeyine çıkılan dik; baş dikme; baş kaime. fonksiyonunun, bu değişkenin sinüs ve kosinüs kat
forward rear axle: Oto, orta dingil. larına göre temsil edilmesi: f (x) = A0 + A1.sin x +
forward speed: Oto. ileri vites; ileri hız. A2.sin 2x+B 1 cos x + B2 cos2x+....
four masted 232 franklinit e

four masted: Dört direkli (yelkenli gemi). fraction of saturation: Bağıl nem; havadaki gerçek
four-stroke cycle: Dört stroklu ya da kurslu (benzin buhar basıncının, aynı sıcaklıktaki maksimum buhar
ya da dizel motoru).çevrimi; işin, pistonun dört stro- basıncına oranı.
kunda oluşturulduğu çevrim. fractural: Kırık tabiatında olan veya kırık tarafından
four-stroke cycle engine: Bkz. four-cycle engine. neden olunan.
four-stroke engine: Bkz. four-cycle engine. fracture: 1) kırılma veya kırılmış. 2) kırık; çatlak; ya
fourteen: On dört; 14; XIV. rık. 3) kırılmak; kırmak; çatlamak; yarılmak. 4) dişlile
fourteenth: 1) on dördüncü. 2) bit şeyin on dört eşit rin dişleri arasında oluşan çatlak.
parçasından herhangi birini belirten. 3) bir şeyin on fragile: Kolayca kırılan, parçalanan, hasar gören ve
dört eşit parçasından herhangi biri; 1/14. ya tahrip olan; gevrek; kırılgan; kolay kırılan.
fourth: 1) dördüncü; 4 üncü; 4. 2) bir şeyin dört eşit fragility: Kolay kırılır olma niteliği.
parçasından herhangi birini belirten. 3) bir şeyin fragment: 1) bir bütünden kırılan parça; kırılmış par
dört eşit parçasından herhangi biri; 1/4. ça. 2) tam olmayan, ayrılmış parça; fragman.
fourth dimension: Boy, genişlik ve derinliğe ek olan fragmentarily: Parça halinde olma durumu.
boyut; izafiyet veya rölativite kuramında zaman dör fragmentariness: Parça halinde olma durumu veya
düncü boyuttur; dördüncü boyut veya dimension. niteliği.
fourth gear: Oto. dördüncü vites; hız vitesi veya dişli fragmentary: Parçalardan oluşan; bütün olmayan;
si. parça halinde; parça parça; ayrılmış.
fourthly: Dördüncü olarak; dördüncü sırada. fragmentation: Parçalarına ayrılma; parçalanma.
four-way: Dört yönde geçit veren: Dört yollu valf gibi. fragmentation bomb: Patladığı zaman geniş bir ala
four-way cock: Dört yollu valf ya da vana. na yayılan ve parça etkisi yapan bir bomba; parça
four-wheel: Dört tekerlekli; dört tekerlekle çalışma. tesirli bomba.
four-wheeled: Dört tekerleğe sahip olan; dört teker fragmented: Parçalarına ayrılma; parçalarına ayrıl
lekli; dört tekerlekle çalışan. mış.
fox; 1) Den. üç veya dört kol ya da flasadan büküle fragmentize: Parçalanmak; parçalarına ayrılmak.
rek yapılmış halat. frail: 1) kolay kırılan, parçalanan, hasar gören veya
fp (F.P., f.p.): Bkz. foot-pound; foot pounds. tahrip olan; kınlgan. 2) dayanıklı olmayan; zayıf; in
f.p. (fp): Bkz. freezing point. ce ve hassas.
FPH; Bkz. feet per hour. frame: 1) parçalarına bir araya koymak; tesis etmek.
fps.: Bkz. foot-pound-second system. 2) meydana getirmek; tasarlamak, kurmak. 3) belirli
Fr.: Bkz. francium, bir kullanım için adapte etmek; ayarlamak veya ayar
fraction: 1) kırılmış ufak bir parça; küçük bir parça, etmek. 4) bir sınırla çevrelemek; bir sınır sağlamak.
miktar, derece vb. i. 2) Kimy. kısmi kristalleşme, da 5a) bir tasarıma göre parçalarının takılması ile yapı
mıtma vb. i ile ayrılan parça. 3) Mate. a) ondalık ile lan herhangi bir şey; esas veya iskelet halindeki bir
belirtilen ve bütünden, küçük olan bir nicelik veya yapı, gemi, ev vb. inin iskeleti, b) bir çevreye üzerin
pay ya da payda (1/2, 2/3); kesir, b) terimleri pay de veya içinde inşa edilen türlü makinelerden her
ve payda ile ifade edilen herhangi bir nicelik, 13/4 hangi biri, 6) organizasyon; şekil ya da form. 7) ku
gibi; bayağı kesir; Bkz. common fraction, complex ruluş sırası veya sistemi. 8) Gem. inş. geminin kabur
fraction, compound fraction. gaları şeklinde ve borda saçı ile stringer saçının bir
fractional: 1) kesir ya da kesirlere ait; kesir veya leştiği noktadan sintine veya omurgaya kadar uza
kesir lerden oluşan. 2) çok küçük; önemli olmayan; nan herhangi bir enine yapı; eğri veya kaburgalar;
önem siz. 3) Kimy. çözünürlükleri, kaynama omurganın düşey düzlemine dik açıda konulduğu
noktalarındaki vb. i farklılıklar avantaj alınarak, bir zaman kare eğri, geniş açıda konulduğu zaman ya
karışımın bileşen lerinin ayrılması için türlü tay eğri adını alırlar. 9) bir kompüterin büyük kısmını
işlemlerin herhangi birini belirten: Fraksiyonel kapsayan bir kutu.
damıtma gibi. frame serial: Bir çerçeve çevresine sarılmış yuvarlak
fractional digit: Bilgisay. kesirli sayı. tellerden oluşturulan bir anten; yönlendirici, yön veri
fractional distillation: Kaynama noktaları arasındaki ci ya da yöneltici anten.
fark nedeniyle bir karışımdan iki veya daha fazla sıvı frame antenna: Bkz. frame aerial.
nın ayrılması işlemi, usulü veya yöntemi; franksiyo- framework: 1) yapı, gemi vb. i iskeleti; iskeletsel ya
nel damıtma. pı. 2) esas yapı, düzenleme ya da sistem. 3) kara ta
fractionary: Bkz. fractional. şıt aracının kaporta kısmı.
fractionate: Kimy. kristalleştirme, damıtma vb. ile par framing: a) bir çerçeve veya iskelet, b) çerçeveler sis
ça veya kısımlarına (fraksiyonlarına) ayırmak. temi.
fractionating tower: Ham petrolün türlü bileşenlerine Francis turbine: Vasat veya orta su yükseklikleri için
ayrıldığı kule; ürün ayırma kulesi; ayırma kulesine kullanılan bir su türbini; Fransis türbini veya radyal
verilmeden önce ham petrol separatörden geçirile türbin.
rek yaş gaz (doğal benzin) ve kuru gazları (doğal francium: Alkali gruptan metalik kimyasal bir ele
gaz) ayırılır ve sonra belirli sıcaklık derecelerinde ısı ment; Simg. Fr; at.ağ. 223 (?); at. no. 87.
tılarak elde edilen buharlar ürün ayırma kulesine frangibility: Kırılabilir olma durumu veya özelliği.
gönderilir.
fractionation: Fraksiyonel damıtma ile bir karışımın bi frangible: Kırılabilir; kolay kırılır.
leşenlerine ayrılması. franklinite: Kimy. demir, manganez ve çinko oksit;
fractionize: Kısım veya parçalarını (fraksiyonlarına) parlak siyah bir mineral; franklinit, (Fe, Mn, Zn)
ayırmak. (FeMn) 2 04 .
Franklin stove 23 freighter
3
Franklin stove: Benjamin Franklin tarafından keşfedi olarak açık bir liman veya korumalı bir liman parça
len şömineye benzer, açık türden bir soba; Franklin sı; serbest liman; açık liman.
sobası. free radical: Serbest kök ya da radikal; çiftli olmayan
frap: Den. 1} palamar, halat vb. i ile birbirine bağla elektronlu bir atom ya da atom grubu; bu tür kökler
mak veya dayanıklığını arttırmak. 2) boşunu almak özellikle reaktif olurlar ve bir tepkimede ara ürünü
(gevşek halatların). olarak görülürler, örneğin CH 3 ; bazı serbest kökler,
frasch process: içice borulardan kızgın buhar vere örneğin NO ve N0 2 oldukça dayanıklıdırlar.
rek derinde, kum katmanlarının altında bulunan kü free surface: 1) iki akışkan arasındaki sınır fazı. 2)
kürt cevherlerinden erimiş kükürtü yüzeye çıkarmak. bir gemi içinde serbest olarak hareket edebilen bir
Fraunhofer lines: Güneşin tayfı ya da spektrasında sıvının oluşturduğu yüzey; serbest yüzey.
görülen koyu hatlar; Fraunhofer hatları veya çizgile free vibration: Dış bir kuvvet uygulaması olmaksızın
ri. bir cismin doğal frekansta titreşimi; serbest titreşim.
fray: Sürtünme ile eskitme veya yıpranma. free water: 1) toprak partikülleri arasından serbest
frazzle: 1) Aşınarak paçavra haline gelmek; yıpran olarak akan su; yağmur miktarı ite değişir. 2) yağ su
mak. 2) yorulmak; yormak, karışımından kolayca ayrılabilen su; serbest su.
free: 1) serbest; bağımsız. 2) herhangi bir yöne hare free wheel: 1) bîr bisiklette, arka tekerin göbeğinde
kete muktedir. 3) çalışkan olmayan; tembel. 4) ha olan ve pedallar stop edildiği zaman arka tekerleğin
zır; hazır olarak yapılmış. 5) engellerden biri; engel dönmesine izin veren bir cihaz; serbest teker. 2) oto
siz. 6) bağlantı ya da teması olmayan. 7) birleşme- mobillerde bir güç iletim sistemi.
miş: Serbest oksijen gibi. 8) Den. karşı olmayan. 9) freewheeling: 1) serbest teker Bkz. freewheel. 2) ser
Den. uygun bir rüzgârla; serbest yapmak; özellikle: best teker kullanma. 3) serbest tekere ait; serbest te
a) esaret veya keyfi bir güç, otorite, mecburiyet vb. keri olan. 4) bir arabanın tahrik kuvveti olmaksızın
inden kurtulmak, b) bir engelden neta olmak. hareketi.
free air: Makine veya hava ile çalışan bir aletin gerek freeze: 1) buz şeklini almak; buz gibi katılaşmak ve
tirdiği hava hacmi; serbest hava; dakikadaki hacim ya sertleşmek. 2) buz ile kaplanmak veya tıkanmak.
olarak belirtilir. 3) çok soğuk olmak. 4) donarak sabit olmak veya
free atmosphere: Yeryüzünden yaklaşık 600 metre bağlanmak. 6) soğuğun etkisinde kalarak hasar gör
yukarıda bulunan, sürtünme seviyesi üzerinde uza mek ya da ölmek. 6) hareketsiz olmak. 7) Meka. aşı
nan atmosfer; serbest atmosfer. rı ısınma nedeniyle parçaların genleşmesi sonucu sı
freeboard: Den. bir geminin yüzdüğü su hattı ile gü kışmak ve sıkı olmak. 8) buz oluşmasına neden ol
verte arasındaki gemi bordasının bir kısmı. mak; soğuk ile sertleşmek veya katılaşmak. 9) buzla
freedom of the seas: Bir engel ya da kısıtlama ol kaplanmak veya tıkanmak. 10) çok soğuk olmak;
maksızın, herhangi bir ülkenin ticaret gemilerinin donmak. 11) hızlı soğutma ile (yiyecekleri) koru
açık denizlerin herhangi bir kısmında herhangi bir mak, 12) donma ile sabit yapmak veya tespit etmek.
zamanda serbest olarak hareket edebilme ilkesi. 13) soğuk etkisinde bırakarak öldürmek veya hasar
free electron: Bir maddenin içinde, fakat sabit olarak vermek. 14) donma; donmuş. 15) soğuk periyodu;
atoma bağlanmayan bir elektron; serbest elektron. dondurucu hava; don.
free energy: Tepkimenin dışında faydalı işe dönüşe freezer: 1) donduran kişi veya cihaz; özellikle dondur
bilen tepkime enerjisi; serbest enerji. ma ve şerbet yapmak için kullanılan bir makine. 2)
free exhaust: Dört zamanlı motorlarda egzoz supabı -17,7°C (0°F) veya daha düşük bir sıcaklık sürdüren
ve iki zamanlı motorlarda ise egzoz pencereleri veya ve kolay bozulabilen yiyecekleri donmuş olarak mu
portları piston tarafından açıldığı zaman gazların ba hafaza eden buzdolabı veya refrijeratör.
sınçları nedeniyle kendiliklerinden silindir dışına kaç freezing: Çok soğuk; dondurucu.
ması; serbest egzoz freezing mixture: 0°C (32°F) altında bir donma sıcak
free expansion: Jul deneylerine göre, gazların dış bir lığı üreten iki veya daha fazla maddeden oluşan bir
iş yapmaksızın, ısı alıp vermeksizin genişlemesi; ser karışım; örneğin buz ve sodyum klorür karışımı; don
best genişleme. ma karışımı.
free fall: Frenlenmemiş bir cismin yerçekimli bir or freezing point: Sıvıların donduğu veya katılaştığı sı
tamdaki hareketi; serbest düşme. caklık derecesi; donma sıcaklığı; donma noktası; lâ-
free gold: Maden, saf altın. boratuvar koşullarında suyun donma noktası 0°C ve
freehand: Tek. Res. aletler, ölçüm veya benzer yar ya 32°F'dir; f.p., fp kısaltmaları ile belirtilir. F-
dımcılar olmaksızın sadece elle çizilen veya yapılan. region: Bkz. Appleton layer.
freehand drawing: Serbest elle çizilen veya yapılan freight: 1) eşya veya yükleri taşımak için bir yöntem;
resim, skeç vb. i; Bkz. freehand. özellikle hacimli yükleri su, kara ve hava yolu ile taşı
free on board: Yükleme noktasında alıcıya daha faz ma yöntemi. 2) bu tür taşımacılığın ücreti; navlun; ta
la ücret ödenmeksizin (satıcı tarafından) tren, gemi şıma ücreti. 3) taşınan yük; yük; yükleme; kargo. 4)
vb. inde teslim; f.o.b., F.O.B. kısaltmaları ile belirti yük treni. 5) herhangi bir yük. 6) yük ile yüklemek;
lir. yüklemek. 7) yük treni veya marşandiz ile taşımak
free-piston engine: Krank mili olmayan, sıkıştırma ile veya göndermek.
yanmalı, karşıt pistonlu bir tür dizel motoru; gaz üre freightage: 1) taşınan yüklerin ücreti; taşıma ücreti;
teci ve kompresör olarak kullanılan bir makine; ser navlun. 2) yük; kargo. 3) yükün taşınması.
best pistonlu makine. freight car. Yük taşınmasında kullanılan demiryolu va
free port: ithalât ve ihracat mallarının gümrük veya gonu; yük vagonu.
vergiye tabi olmadığı, tüm ülkelerin gemilerine eşit freighter: 1) bir gemiyi yükleyen kişi. 2) yük vagonu
f rei gh t hous e 234 f ric t io n

ile yük gönderen kişi. 3) yük taşıyan gemi; yük gemi


titreşim, çevrim ya da periyot sayısı, b) alternatif
si; şilep.
akımda bir saniyedeki çevrim sayısı; frekans.
freight house: Yüklerin alındığı ve talep edilinceye
frequency converter: Frekans değiştirici; frekans
dek korunduğu yer; yük deposu; yük ambarı.
konvertörü.
freight train: Yük vagonlarından oluşan tren; yük tre
frequency meter: Frekansmetre; frekans ölçer; alter
ni veya marşandiz.
natif akımın frekansının ölçülmesi için kullanılan bir
French chalk: Terzilerin kumaşlarda işaret yapmak
cihaz; elektrik devrelerine paralel olarak bağlanır.
için kullandıkları çok yumuşak bir sabun; gres lekele
frequency modulation: 1) Rady. neşredilen sese
rinin çıkarılmasında da kullanılır; terzi tebeşiri.
bağlı olarak iletilen radyo dalgalannın frekansının de
trench curve: Tek. Res. türlü eğrilerin düzgün olarak
ğişimi. 2) bunu kullanan radyo yayını; frekans modü-
çizilmesinde kullanılan alet; pistole; hina.
lasyonu, FM, F.M. kısaltmaları ile belirtilir.
freon: Özellikle soğutucu olarak kullanılan renksiz bir
frequency, natural: Bkz. natural frequency.
gaz; freon, CCI 2 F2 (Ticarî bir marka).
frequent: 1) Orj. Ola. kalabalık, dolu. 2) sık görünen
freon 11 : Freon 11; trikloromonoflorometan; Genet-
veya vukubulan; kısa zaman aralıklarında tekrarla
ron 11; Simg. CCI3F; k.n. 23,72°C (74,7°F); santrfüj
nan. 3) sabit, mutat veya alışılmış.
soğutmada soğutucu olarak kullanılır.
frequently: Sık sık veya kısa aralıklarda; sık sık.
freon 12: Diklorodiflorometan; freon 12; genetron 12;
fresh: 1) en son üretilen, elde edilen veya büyütülen;
Slmg. CCI2 F2 ; k.n. -21,6°F; (-29°C); pistonlu soğut
yeni olarak yapılmış; taze. 2) orijinal dayanıklık, kali
ma devrelerinde yaygın olarak kullanılır.
te, tat vb. ine sahip olan; özellikle: a) tuzlu ya da sa
freon 13: Monoklorotriflorometan; freon-13; Simg.
lamura ile muhafaza edilemeyen, b) yorgun olma
CCIF 3; kaynama noktası -81,4°C (-114,5°F) soğut
yan; kuvvetli. 3) yeni; yeni olmuş. 4) serin (hava);
ma sistemlerinde kullanılır.
tatlı su veya içme suyu. 5) sert: Rüzgâr için söylenir.
freon 14: Tetraflorometan; freon-14; Simg.CF4; kay
6) tuzlu olmayan; tatlı: içme suyu için söylenir.
nama noktası -128°C (-198,2°F); suda hafifçe çözü
fresh-water: 1) tuzlu olmayan ve tatlı suya ait; tatlı
nen, yanmaz, -184°C'de sıvı iken yoğunluğu 1,96
su da yaşayan. 2) sadece nehir veya göllerde sefer
g/ml; solunulduğu zaman kısmen zehirli, soğutma
yap maya alışık. 3) tecrübesiz; deneyimsiz;
devreleri ve gaz yalıtıcı olarak kullanılan bir kimya
yeteneksiz.
sal.
fresh water: Özellikle motorların büyük bir bölümü
freon 22: Monoklorodifloroetan; Freon-22; Genet-
nün silindir ceketlerinde kullanılan ve içersindeki me
ron-141; Simg.CHCI2F; kaynama noktası -40,8°C (-
tal tuzları önemli miktarda olmayan su; içme suyu;
41,4°F); soğutma devrelerinde kullanılır.
tatlı su.
freon 113: Triklorotriflorometan; freon-113; Simg. fresh water cooler: Mot. silindirlerde ısınan tatlı suyu
CCI2 F-CC3F2; kaynama noktası 83°C (117,6% so soğutmak üzere kullanılan ısı alıp verici cihaz veya
ğutma devrelerinde kullanılır. eşanjör; tatlı su, deniz suyu, hava vb. i tarafından so
freon 114: Diklorotetrafloroetan; Freon-114; Simg ğutulur; borulu, levha türden olanları vardır.
C 2 CI 2 F 4 ; k.n.39°C (38,4°F); soğutma devrelerinde fresh water cooling: Mot. silindir ceketleri ve kapakla
kullanılır. rında dolaştırılan tatlı su ile soğutma; tatlı su ile so
freon bottle: Soğutucu olarak freon kullanılan devre ğutma.
lerde, basınç altında sıvı freon taşıyan çelik tüp; fre fresh water pump: 1) Mot. tatlı suyu, soğutma ama
on tüpü. cıyla soğutucu, makine silindirleri, yine soğutucu
freon compressor: Alçak basınç devresinden emdi arasındaki boru devresinde dolaştıran pompa; tatlı
ği, içersinde gaz kabarcıkları bulunan freonu sıkıştı su pompası. 2) gemi bünyesindeki musluk, lavabo,
rarak basıncını yükselten ve onu kondensere (kon sebil vb. i yerlerde içme suyu sağlayan tulumba; iç
dansöre) veren, çoğu zaman pistonlu kompresör; me suyu pompası.
freon kompresörü. fresh water system: Mot. makineleri soğutmak
freon condenser: Freonlu soğutma sistemlerinde ama cıyla silindir ceketleri, silindir kapakları, kuler
kompresörlerden gelen yüksek basınçlı freon buhar (soğu tucu), tatlı su pompası, genişleme tankı, boru
larının yoğuşturulduğu kısım; freon kondenseri; fre devre si vb. inden oluşan sistem veya devre; tatlı su
on yoğuşturucusu. devre si.
freon dryer: Freonlu soğutma devrelerinde bulunma fret: 1) ısırarak, sürterek, ovarak, paslandırarak vb.
sı olası, zararlı nemi gideren bir cihaz; freon kurutu aşındırma. 2) aşındırarak yapmak veya şekil ver
cusu. mek. 3) kaba yapmak. 4) tahriş etmek. 5) yenmek,
freon receiver: Freonlu soğutma devrelerinde paslandırmak, aşındırmak vb.
soğutu cuya depoluk eden kısım; freon deposu; fret saw: Modele göre ağaç ve metal levhalarını kes
Gem. Mak. freon resiveri. mek için kullanılan dar ve ince dişli ağzı olan bir tes
freon system: Soğutucu olarak freon 12 vb. i gazlar tere; kıl testeresi.
dan birinin kullanıldığı soğutma sistemi veya devre fretwork: Kıl testeresi ile yapılan oyma işçiliği; kıl tes
si; freon sistemi. teresi işçiliği.
frequency: 1) sık ya da tekrar tekrar görünen. 2)
frlalibitv: Kolay ufalanabilir olma durumu veya niteli
veri len bir süreçte, herhangi bir hareket veya
oluşun za man sayısı. 3) Mate. a) verilen bir ği.
süreçte gerçek oluş sayısının, olası oluşlara oranı, friable: Kolayca ufalanıp toza dönüşebilen; Bkz. fragi
b) belirli bir sınıf ta görülen bireylerin sayısının, le.
denetim altındaki top lam birey sayısına oranı. 4) friction: 1) özellikle biri diğerine zıt (karşı) olan cis
Fiz. a) birim zamandaki min aşındırması. 2) Meka. yüzeyleri birbirine doku
nan iki hareketli cismin hareketlerine karşı direnç;
f ric t ional 235 f ro t h a pp ara t u
s
sürtünme.
frictional: Sürtünmeye ait veya sürtünme ile. frigate:
larında1)kullanılan
18 inci yüzyıl
orta sonları ile 19hızlı,
ölçülerde, uncu 28-60
yüzyıl topu
baş
frictional electricity: Kürk ve cam gibi, benzemez iki olan yelkenli bir savaş gemisi. 2) günümüzün, boyut
yalıtkan maddesinin birbirlerine sürtülmesiyle üreti ları korvet ile muhrip arasında olan savaş gemisi; fir
len elektrik; sürtünme elektriği. kateyn.
frictional force: Bkz. friction forces. frigidaire: Elektrikli soğutucu veya buzdolabı: Ticarî
frictional horsepower: Mot. hareketli ve hareketsiz bir marka.
parçalar arasındaki sürtünme, makine tarafından ça frigidity: Fevkalâde soğuk olma durumu ya da niteli
lıştırılan türlü pompa, regülâtör vb. inin tükettiği güç ği-
ve rüzgârlama kayıplarından oluşan güç; sürtünme Frigid Zone: Arktik ve Antarktik daireleri ve kutuplar
beygirgücü; endike beygirgücünden fren beygirgü- arasındaki alanlar.
cünün çıkarılmasıyla elde edilen güç; fhp kısaltması frigorific: Soğutmak; soğuk yapmak; dondurmak ya
ile belirtilir. da soğutmak.
frictionally: Sürtünme ile veya sürtünme tarafından. fringe: Işık dalgalarının karışması ile üretilen koyu çiz
frictional resistance: Sürtünmeye ilişkin direnç veya giler.
rezistans. frit: 1) camın yapılmasında kullanılan, kısmen erimiş
frictional stress: Sürtünme gerilmesi. kum ve eritici madde karışımı. 2) belirli sırlar için
friction angle: Sürtünme açısı. esas olarak kullanılan kısmen eritilmiş bir madde. 3)
friction band: Sürtünme balatası veya şeriti ya da yumuşak porselenin yapıldığı yarı eritilmiş bir mad
bandı. de. 4) ısıtma ile hazırlamak (cam maddesi için söyle
friction brake: Sürtünme esasına göre çalışan fren; nir).
sürtünmen fren; balatan fren gibi. front: Meteo. yoğunlukları farklı iki hava kütlesi arasın
friction clutch: Sürtünme yüzeylerinin birbirlerine te daki sınır; cephe; sıcak veya soğuk cephe.
ması ile gücü aktaran bir kavrama; sürtünmen kavra frontal plane: Tek. Res. önden görünüşü veya cisim
ma lerin önden görünüşünü veren düzlem; alın düzle
friction coefficient: Sürtünme katsayısı. mi.
friction coupling: Birbirine bağlanmamış ve sadece front header: Heder türü su borulu kazanlarda su ve
sürtünme kuvveti ile hareketi ileten kavrama; sürtün buhar dramı (domu) altında bulunan, ona nipellerle
meli kavrama veya kaplin. bağlanan, ufukla 12-18°'lik açı yapan, kare prizma
friction drive: Sürtünme ile hareket iletme; sürtünme- şeklindeki Kısım; su boruları ile kendisine paralel
li tahrik. olan arka hedere bağlanır; ön heder.
friction forces: Çok küçük bir basınç altında olsalar front tube plate: Alev borulu kazanlarda, duman ve
bile birbirlerine dokunan iki katının göreli hareketleri ya alev ve payanda borularının bağlandıkları ön, da
ni önleme eğiliminde olan iç molekülsel kuvvetler; iresel saç levha; kazan ön aynası; karşıtı Bkz. back
sürtünme kuvvetleri. tube plate.
friction gearing: Sürtünme ile dişlilerin birbirlerini front tube sheet: Kazan ön aynası; Bkz. front tube
döndürmesi; sürtünmen dişli (takımı); çeviren ve çev plate.
rilen dişlilerden oluşur. front view: Tek. Res. önden görünüş.
friction horsepower: Mot. Bkz. frictional horsepo frore: Çok soğuk; buz tutmuş; donmuş.
wer. frost: 1) donma veya donmuş olma durumu. 2) don
frictionless: Sürtünmesiz; sürtünmesi olmayan. maya neden olan sıcaklık; suyun donma sıcaklığı al
frictionless bearing: Sürtünme katsayısı 0,003 dola tındaki nokta. 3) donmuş çığ veya buhar; yerde, be
yında olan bir yatak; bilyalı yatak; rulman yatak; sür yaz, kristalli bir örtü oluşturan donmuş nem; kırağı.
tünmesiz yatak. 4) donma (don) ile hasar vermek, bozmak ya da öl
frictionless engine: Sürtünme kayıpları bulunmayan dürmek. 5) kırağı veya buzla örtmek. 6) bazı say
veya mekanik verimi % 100 olan düşsel veya kuram dam olmayan camlar gibi, buzlu yapmak.
sal bir makine; sürtünmesiz makine (motor). frosted: 1) don ile kaplı veya beyazlanmış. 2) don ya
friction losses: Mot. Mak. silindir yüzeyleri ile piston da karla kaplı. 3) saydam olmayan camlardaki gibi,
lar ve piston segmanları, yataklar, dişliler, supap ha yüzeyi cama benzer olan.
reket mekanizmalarının türlü kısımlarındaki sürtün frostily: Çok soğuk bir şekilde veya tarzda.
me nedeniyle oluşan kayıplar; sürtünme kayıpları. frostiness: Çok soğuk olma durumu veya niteliği.
friction match: Sürtme veya sürtünme ile yanan kib frosting: 1) cam, metal vb. i üzerinde buza benzer,
rit. mat cila. 2) süs eşyaları yapmak için kullanılan öğü
friction power: Bkz. frictional horsepower. tülmüş cam, vernik vb. inden olsan karışım.
friction resistance: Bkz. frictional resistance. frost line: Donun nüfuz etme sınırı veya limiti.
friction surfaces: Biri sabit, diğeri hareketli veya her frost resistance: Dona karşı mukavemet ya da daya-
ikisi de hareketli olan ve birbirlerine sürtünen yüzey nıklık; don direnci.
ler; sürtünme yüzeyleri; piston, silindir vb. i. frosty: 1) don oluşturmak için yeterli soğuk; don ile
friction tape: Elektrik telleri vb. ini dışından sarmak belirtilen. 2) kırağı ile kaplanmış.
için kullanılan yapışkan bir bant; izole bant. froth: 1) küçük; fom. 2) köpürmeye neden olmak. 3)
Friedel-Crafts reaction: Katalizör olarak susuz alü köpük ile kaplamak. 4) köpük üretmek; köpürmek.
minyum klorür varlığında alkil halidlerin benzen ve froth apparatus: Akaryakıtın sızması halinde en geniş
onun türevlerinin yoğuşması ile aromatik karbonlu yüzey üzerine 152,4 mm (6 inç) kalınlığında köpük
hidrojenler hazırlanması. oluşturabilecek bir cihaz; köpük cihazı; Bkz. foam
froth extinguisher 236 fue l knoc k
rinde bulunan ve yakıt püskürtme pompalarının çalış
extinguisher. masını sağlayan kamlardan biri; yakıt kamı, kemi ve
froth extinguisher: 10 galon (37,8 litre) kapasiteli bir ya eksantriği.
cihaz; köpüklü söndürücü; Bkz. foam extinguisher. fuel cell: Kimyasal maddelerden doğru akım üretmek
frothily: Köpüklü bir şekilde veya tarzda. üzere kullanılan bir pil; büyük güçlü elektrik enerjisi
frothiness: Köpüklü olma durumu veya özelliği. üretmek üzere kullanılır; Yakıt pili.
frothy: Köpüğe ait, köpüğe benzer veya köpükle kap fuel charge: Diz. Mot. bir çevrimde silindirlere püskür
lı; köpüklü. tülen yakıt miktarı; yakıt dolgusu; tam yükte strok
Froude efficiency: Yürütme ya da tahrik verimi; Bkz. hacminin yirmi binde biri ve boşta çalışmada yüz
propulsive efficiency. binde biridir.
froze: Bkz. freeze. fuel cock: Mot. makine ile benzin ya da yakıt deposu
frozen: 1) kara dönmüş veya buzla kaplanmış; soğuk arasında bulunan bir valf ya da musluk; akaryakıt
ta donmuş. 2) ağır don ya da aşırı soğuğa sahip musluğu.
oları. 3) dondurularak korunan (yiyecek vb. i). fuel consumption: Yakıt harcamı: a) saatteki yakıt
frt.: Bkz. freight. harcamı. b) 1 beygirgücü başına 1 saatte tüketilen
fructose: Tatlı meyvalar ve balda bulunan kristalli bir yakıt sarfiyatı.
şeker; meyva şekeri; früktoz, C6H12O6; fruit sugar; fuel day tank: Yakıt servis tankı; Bkz. day tank.
levulose şekillerinde de kullanılır. fuel dope: Vuruntuyu önlemek ve makinenin perfor
fruit boat: Meyva taşımacılığında kullanılan, soğuk mansını geliştirmek için uçak motoru yakıtına katılan
hava sistemli gemi; meyva taşıma gemisi. küçük miktardaki kimyasal bir madde.
fruit sugar: Bkz. fructose. fuel filter: Yakıt içindeki yabancı maddeleri (organik,
frustule: Bir diatomun sert kabuğu. anorganik vb. i) ayırmak veya tutmak için kullanılan
frustum: 1) bir koni ya da piramitin, tabanına paralel süzücü; filtre ya da süzgeç.
bir düzlemle kesilmesi sonucu oluşan şekil; kesik ko fuel flow meter: Buh. Kaza. Mot. yakıt devreleri üzeri
ni veya piramit. 2) bir katı şeklin, iki özellikle birbirle ne konulan ve tüketilen fuel oil, diesel oil vb. i yakıt
rine paralel iki düzlem arasında kalan parçası. miktarını saptayan sayaç; yakıt akım ölçeri; yakıt sa
frustum-pyramid: Kesik piramit; Bkz. frustum. yacı.
ft.: Bkz. foot; fuel, gaseous: Doğal gaz, kok ocağı gazı, yüksek fı
feet. rın gazı vb. i gibi gaz halinde olan yakıtlardan her
ft-c.: Bkz. foot candle. hangi biri; gaz yakıt.
fth. (fthm): Bkz. fathom. fuel gauge: Yakıt göstergesi; benzin veya dizel oil
ft-lb.: Bkz. foot-pound. tankındaki yakıt miktarını belirten gösterge (Oto).
fuchsin: Morumsu kırmızı renkli anilin boya; galiber- fuel ignition point: Yakıtın tutuşma noktası; Bkz. igni
da; aniline red, magenta olarak da kullanılır. tion point.
fuchsine: Bkz. fuchsin. fuel ignition period: Mot. silindirler içinde tutuşturu
fucus: Herhangi bir boya veya boya maddesi. lan yakıtın yanması için geçen süre; yakıt tutuşma
fuel: 1) yakıldığı zaman ısı veya güç sağlayan kömür, süreci veya periyodu.
yağ, gaz, odun vb. i herhangi bir madde; yakıt; ya fuei injection: Yakıt püskürtme. 1) Diz, Mot. diesel
kacak. 2) yakıt sağlamak. 3) yakıt elde etmek. 4) ya oil, gas oil, fuel oil'in çok küçük çaplı (10-15 mik
kıt almak (gemi, tekne vb. i). 5) Nük. Ener. bir reak ron) kürecikler halinde enjektörlerle silindirlerdeki
törde enerji üretmek için kullanılan veya kullanılabi kızgın havanın içersine püskürtülmesi. 2) 8enz. Mot.
len ve ömrü epeyce uzun olan fisil madde. benzinin dizel motorlarındaki gibi silindirlere püskür
fuel additives: Diz. Mot. Korrozyonu önlemek, tutuş tülmesi.
mayı ve setan sayısını geliştirmek için akaryakıtlara fuel injection nozzle: Bkz. spray nozzle.
katılan amil nitrat gibi katıklar; amil nitrat setan sayı fuel injection pump: Diz. Mot. yakıt pompası, özelik
sını yükseltir ve tutuşma gecikmesini küçültür. le yüksek basınç veya yakıt püskürtme pompası;
fuel-air ratio: Yakıt-hava oranı; motorlarda silindirlere besleme pompasının sağladığı yakıtı sıkıştırarak çok
verilen yakıtın yanma havasına oranı; ağırlıksal bir yüksek basınçlarda enjektörlere gönderen ve püs
orandır; dizel motorlarında 1/13 ve benzin motorla kürtmeyi sağlayan pompa; yüksek basınç pompası.
rında ise 1/13-1/16 değerleri arasındadır. fuel injection system: Diz. Mot., Gaz. Türb. yüksek
fuel bleed line: Diz. Mot. yakıt pompaları ve enjektör basınç pompası, enjektörler ve bunları birbirlerine
lerden sızan yakıtın toplanarak depoya verildiği boru bağlayan boru devresinden oluşan sistem; yakıt püs
devresi; yakıt taşıntı devresi. kürtme sistemi.
fuel bleed manifold: Diz. Mot. yüksek basınç pompa fuel injection valve: Bkz. injector.
ları ve enjektörlerin taşıntılannın toplandığı kısım; ya fuel jet: Benz. Mot. karbüratörün venturisinde bulu
kıt taşıntı manifoldu; Bkz. fuel bleed line. nan ve hızlanan hava tarafından benzinin çekilerek
fuel booster pump: Yüksek güçlü dizel motorlu tesis silindire sürüklendiği nozul; yakıt nozulu; yakıt me
lerde servis tankından aldığı yakıtı yüksek basınç mesi; ana meme.
pompalarına veren ve onların giriş taraflarında pozi fuel knock: Yakıt vuruntusu; gaz vuruntusu; yakıt se
tif bir basınç oluşturan pompa; yakıt besleme pom tan sayısı (dizel motorlarında), veya oktan sayısının
pası. (benzin motorlannda) makineye uygun olmaması ve
fuel BTU valve: Bkz. calorific value. ya yakıtın tutuşma gecikmesinin çok büyük olması
fuel calorimeter: Yakıtların ısı değerlerini saptamak ya da yakıtın erken ateşlenmesi veya çok erken püs
için kullanılan bir cihaz; Bkz. calorimeter, bomb ca kürtülmesi gibi nedenlerle silindirlerde oluşan ve hı-
lorimeter.
fuel cam: Diz. Mot. kemşaft ya da eksantrik mili üze
f u el -leve l indicato r 237 fulguratin g

zi yaklaşık 2000-3000 m/saniyeye ulaşan şok dalga


servis sistemi; fuel oil (mazot) devresi.
sı.
fuel oil service tanks: 1) Bull. Kaza. fuel oilin dabıl
fuel-level indicator: Motorlu gemilerde tanklardaki
botum (çiftdip) tanklarından alınarak pompalandığı
yakıtın seviyesini öğrenmek için kullanılan şamand-
tanklar; dinlendirme tankları. 2) D/z. Mot. dinlendir
ralı, basınçlı hava ile çalışan cihazlardan biri; yakıt
me tanklarından alınarak separatörden geçirilen fuel
seviye göstergesi.
oilin verildiği tanklar; servis tankları.
fuel, liquid: Büyük ölçüde petrolden türeyen benzin,
fuel oil storage tanks: Gem. Mak. fuel oilin depolan
fuel oil, dizel oil vb. i gibi, akar yakıtlardan herhangi
dığı dabılbotum (çiftdip) ve safra tankları; fuel oil de
biri; akaryakıt; sıvı yakıt.
polama tankları.
fuel line: Yakıt harlı; yakıt borusu,
fuel per cycle: Diz. Mot. bir çevrimde silindire püskür
fuel meter: Bkz. fuel oil meter.
tülen yakıt; tam yükte yaklaşık olarak strok hacminin
fuel metering jet: Bern. Mot. karbüratörlerin, hava--
1/20 000'i ve boşta çalışmada 1/100 OOO'idir.
benzin karışımını sağlayan ana nozulu veya meme
fuel pressure regulator: Bkz. unloader valve.
si; karbüratör memesi; ana meme; ana nozul.
fuel pumps: Diz. Mot. yakıtın çiftdip (dabılbotum)
fuel modulator: Büyük kamyonlara (TIR'lara) yerleşti
tanklarından alınarak enjektörlere kadar iletilmesini
rilen özel bir regülâtör; ağır bir yük nedeniyle maki
sağlayan aktarma (transfer), besleme (buster) veya
ne yavaşladığı zaman yakıt miktarını azaltan, maksi
yüksek basınç ya da yakıt püskürtme pompalarının
mum ve minimum hızları düzenleyen bir regülâtör
tümü; yakıt pompaları.
veya gavörnör.
fuel rods: Nük. Ener. bir nükleer reaktörde kullanılan
fuel nozzle: Bkz. spray nozzle.
çubuk şeklinde, ince ve uzun yakıtlar; yakıt çubukla
fuel oil: Son yıllarda ağır devirli, yüksek güçlü dizel
rı.
motorlarında da yaygın bir şekilde kullanılan ağır bir
fuel seperator: Diz. Mot., Gas. Türb. akaryakıtlar,
yakacak; genel olarak viskoziteleri 1500-3500 saniye
özellikle diesel oil, fuel oil vb. i yakıtların içindeki su,
Redwood 1 değerleri arasındadır; dizel motorlarında
kum, toz vb. i yabancı maddeleri ayırmak için kulla
kullanılabilmeleri için yaklaşık olarak 90°-150°C do
nılan ve merkezkaç kuvvet ilkesine göre çalışan, yük
laylarında ısıtılmaları gerekmektedir.
sek devirli (7 500 rpm) bir cihaz; yakıt ayiricisı, temiz
fuel oil ash: Fuel oil külü; buhar kazanları ve ağır de
leyicisi, arıtıcısı veya separatörü.
virli dizel motorlarında kullanılmakta olan fuel oiler
fuel settling-tanks: 1) fuel oil yakan gemilerde yakı
de, özellikle artık yakıtlarda (Bunker C) bulunan kül
tın dinlendirilerek tortularının çöktürülmesi için kulla
yüzdesi; eskiden % 0,01-% 0,10 arasında iken günü
nılan tanklar; dinlendirme tankları; setling tankları.
müzde en fazla % 0,2 ve yaygın olarak % 0,10-%
2) ince yakıt (diesel oil, gas oil vb. i) kullanılan gemi
0,15 değerleri arasında değişmektedir.
lerde ise servis veya günlük servis tankları; Bkz. ser
fuel oil burner: Ticaret gemilerinde, kazanların ön ta
vice tank, day tank.
raflarında bulunan püskürtücü (atomizör) ile hava re-
fuel, solid: Kömür, odun, antrasit, linyit vb. i katı ya
cisteri gibi iki kısımdan oluşan, belirli basınç ve sı
kacaklardan herhangi biri; katı yakıt.
caklıktaki yakıtı kazana püskürten cihaz; fuel oil bör-
fuel spray; Bkz. fuel injection.
neri.
fuel strainer: Bkz. fuel filter.
fuel oil filling system: Fuel oil depolama tanklarını
fuel supply tanks: Gem. Mak. türlü makinelerin ve
doldurmak için kullanılan devre; fuel oil doldurma
kazanların yakıt gereksinimi karşılayan dabılbotum
sistemi veya devresi.
(çiftdip), dinlendirme (setling), servis tankları; yakıt
fuel oil filter: Isıtılmış fuel oilin içindeki katı yabancı
sağlama tankları.
maddeleri tutmak için kullanılan bir süzgeç; fuel oil
fuel systems: Yakıt sistemleri; küçük güçlü motorlar
filtresi.
da, orta güçlü makinelerde ve yüksek güçlü motor
fuel oil heater: Buhar kazanları ve dizel motorlarında
larda kullanılan.diesel oil (motorin), benzin, marine
ağır fuel oillerin kullanılabilmesi için 90°-150°C'ye
diesel oil ve fuel oil devreleri; yakıt devreleri.
kadar ısıtılmalarını sağlayan borulu bir ısıtıcı; fuel oil
fuel tanks: Gem. Mak. motorlu ve buharlı gemilerde
ısıtıcısı veya hlyteri.
kullanılan türlü tanklar: Çiftdip (dabılbotum), pik,
fuel oil heating system: Buh. Kaza., Diz. Mot. fuel
dinlendirme (setling), servis veya dey tank vb. tank
oili ısıtan sistem ya da devre; fuel oil ısıtma devresi :
ların tümü; yakıt tankları.
a) dabılbotum (çiftdip), setling (dinlendirme) ve ser vis
fuel test engine: Kompresyon oranı değiştirilebilen,
tanklarının ısıtma sistemi (primer sistem) ve b)
hem dizel ve hem de karbüratörlü makine gibi çalıştı
ısıtıcıları kapsayan devre ya da sistem.
rılan ve sıvı yakıtların setan veya oktan sayılarının
fuel oil overflow tanks: Bordadan taşıntısı olmayan
saptanmasında kullanılan tek silindirli bir makine; ya
yakıt tanklarının taşıntılarinı toplayan tanklar; fuel oil
kıt deney makinesi; C.F.R. (Cooperative Fuel Rese
taşıntı tanklari.
arch) makinesi; yakit test makinesi.
fuel oil pumps: Fuel oil'i dabılbotum tanklarından
fuel transfer pump: Yakıt aktarma pompası; Bkz.
alan, tanktan tanka aktaran, servis ya da setling
transfer pump.
tanklarına veren veya kazan börnerlerine ileten aktar
fulcrum: 1) kaldıracı taşıyan ve onun herhangi bir ta
ma, besleme veya mazot pompalarının tümü; fuel
rafının alçalıp yükselmesine neden olan nokta ya da
oil pompaları.
taşıyıcı; mesnet; destek; dayanma noktası; kaldıraç
fuel oil service system: Fuel oil servis tankları, mani-
ya da manivela.
foldlar, borular, servis pompaları, sayaçlar, ısıtıcılar,
fulgent: Çok parlak; radyan.
süzgeçler vb. inden oluşan, yakıtı gerekli basınç ve
fulgurate: Şimşeğe benzeyen ışıklar çıkarmak.
sıcaklıkta kazana kadar ileten boru devresi; fuel oil
fulgurating: Şimşek gibi.
f ulgu ri t e 23 f u ra n
8
fulgurite: Yıldırım tarafından kum, kaya, vb. inin eri fulminous: Gök gürültüsü ve yıldırıma ait veya onlara
mesi ile oluşturulan, çoğu zaman boru şeklinde, ca benzeyen.
ma benzer bir madde; fulgurit. fumaric: Sentetik olarak malik asitten elde edilen ve
fulgurous: Şimşek ya da yıldırıma benzeyen. ya izlanda yosunu, türlü yosunlar ve diğer bitkilerde
fuliginous: 1) duman ya da kuruma ait; duman ya da görülen beyaz, kristalli, dayanıksız bir organik asite;
kurum dolu; kurum veya dumana benzeyen; kurum C2 H2 (COOH) 2 ait veya o asiti belirten.
gibi. 2) karanlık; oldukça karanlık veya esmer. fumatory: 1) dumanlama veya dumanla dezenfekte
full: 1) verilen hacmin tümünü kullanma ya da işgal edilme için kullanılan yer. 2) gaz, duman, veya bu
etme; Tüm yük gibi. 2) iyi donatılmış, stok edilmiş har çıkarmak; tütmek. 5) duman, gaz ya da buhara
ya da sağlanmış. 3) gerekli sayı, kapasite, ölçü vb. maruz bırakmak. 5) dumanla doldurmak veya mu
inde doldurma; tamamlama. 4) en büyük gelişme, amele etmek.
ölçü, uzantı, yoğunluk vb. ine ulaşmış olan. 5) tama fume: Bir katı ya da sıvının bir gaz içinde askıda olan
men görünen. 6) en büyük miktar, sayı, ölçü vb. i. çok küçük (0,1-1,0 mikron) partikülleri.
7) tam olarak; en büyük derecede. 8) doğrudan ola fumigate: 1) özellikle dezenfekte etmek veya içindeki
rak; tam olarak. canlıları öldürmek amacıyla buhar etkisinde bırak
full ahead: Den. tamyol ileri komutu. mak; buhardan geçirmek; buhar ile dezenfekte et
full astern: Den. tamyol tornistan komutu. mek.
full floating bushing: Mor. piston pini taşıyan ve pis fumigation: 1) duman, gaz ya da buharla dezenfekte
ton kolunun küçük ucuna basınçla geçirilen, silindir etme. 2) ambarlara gaz doldurularak bir geminin, yü
şeklinde ve tek parçadan yapılmış yatak; piston pin küne zarar veren böceklerden arındırılması; fümigas-
burcu. yon.
full floating pin: Mot. konnektin rod veya biyelin ya fumigator: 1) duman, gaz veya buharla dezenfekte
da piston kolunun üst ucuna yerleştirilmiş bir burç eden makine. 2) bu işlemi yapan kişi.
içinde hareket eden pin; tam salınımlı pin; tam salı- fumy: Buharla dolu; dumanlar üreten; dumanlı.
nımlı perno ya da gacın pin. function: 1) Mate, değeri bir büyüklük veya büyüklük
fuller: 1) demirciler tarafından demire oyuklar açmak lere bağlı olan değişken bir nicelik; fonksiyon. 2) gö
için kullanılan bir alet. 2) bu şekilde yapılan oyuk ya rev; iş. 3) diğer bir şeye bağlı ve onunla değişen
da kanal. şey. 4) gerekli veya beklenen bir tarzda çalışmak,
full-load: Tam yük; Makine için söylenir. görev yapmak; kullanılmak.
full speed ahead: Bkz. full ahead. functional: 1) pratik; amelî. 2) görev ya da görevlere
full speed astern: Bkz. full astern. ait.
fuller's earth: Yünden yapılmış kumaşlardan gresleri fundemental: 1) esas ya da esasa ait; temel şeklin
çıkarmak, makine yağlarını temizlemek vb. i işlerde de. 2) F/z. esasa ait; esası belirten. 3) Fiz. karmaşık
kullanılan yüksek emicilikte, kile benzeyen bir mad (kompleks) bir titreşimdeki en küçük titreşime sahip
de. 2) Mot. yağların temizlenmesinde bazı filtrelerde olan bir bileşen.
kullanılan bir cins kil; çamaşırcı toprağı. funicular: 1) bir halat veya palamar ile çalışan veya
full-length: 1) bir cismin tüm boyunu gösteren. 2) ori ona ait: Vagonları bir kablo ile kaldırılan veya indiri
jinal veya standart uzunluğa ait; tam boy. len bir dağ treni gibi.
full line: Tek. Res. resim, şekil vb. i çiziminde kullanı funnel: 1) sıvıları çeşitli kaplara doldurmak için kulla
lan ve şekillerin görünür taraflarını belirten çizgi ya nılan bir araç; huni. 2) şekil huniye benzeyen bir
da hat; dolu çizgi. şey. 3) bir lokomotif veya buharlı geminin silindir
full section: Tek. Res. bir şeklin kesit düzlemi tarafın şeklindeki bacası. 4) baca; ocak bacası.
dan tam olarak kesilmesi; tam kesit. funnel cape: Uzun süre kullanılmayan kazanlarda,
full speed: Den. tamyol (ileri ya da geri komutu). oksitlenme, yağmur ve kardan korunma amacıyla
full swing: Tam kapasite ile çalışma. bacaları kapatan örtü; Den, baca kapelâsı; baca
full throttle: 1) Benz. Mot. gaz kelebeği tam açık ve mahfazası; baca fistanı.
ya tamyol. 2) Diz. Mot. gaz kolu maksimum yakıt funnel casing: Buh. Kaza. 1) bacanın oturduğu yer
verdisinde; tam yük veya ful trotul. 3) Buh. Türb. ileri veya apteyk; baca kaidesi. 2) baca kapelâsı veya fis
manevra valfı tam açık; maksimum miktarda buharın tanı.
makineye verildiği durum. funnel damper: Özellikle alev borulu kazanlarda ça
full tilt: Tam hız; tamyol; tam kuvvet. lışma sırasında tam açık durumda olan, çalışmayan
fullword: Bilgisay. tüm sözcük. kazanı çalışandan ayırmak için kullanılan ve apteyke
fulminant: Gürleme ve şimşek çakma. yerleştirilen, dışarıdan açılıp kapatılan saç klape;
fulminate: 1) gürlemek ve şimşek çakmak. 2) anî ve damper; baca damperi.
şiddetli infilâk etmek ya da patlamak. 3) patlamaya funnel paint: Baca boyası
neden olmak. 4) yüksek patlayıcılıkta herhangi bir funnel temperature: Buh. Kaza. bacadan atmosfere
barut. atılmakta olan gazların sıcaklığı; çığlaşmayı Bkz.
fulminating powder: Özellikle cıva fulminat kapsa dew, dew point önlemek için geçmişte
yan, yüksek patlayıcılıkta herhangi bir barut. 200°-220°C'de tutulurdu, günümüzde minimum
fulmination: 1) patlama. 2) şiddetli bir patlama. 125°C dolayındadır.
fulmine: Bkz. fulminate. tunneled (funelled): Bacası olan; bacalı; baca ya da
fulminic: 1) patlayıcı. 2) belirli metaller, özellikle cıva huni şeklinde.
ile çok patlayıcı tuzlar oluşturan dayanıksız bir asite furan: Ağaç katranından elde edilen, çözücü veya se
(fuiminik asite) ait veya o asiti belirten. pileme maddesi olarak kullanılan renksiz bir sıvı; fu-
f u ra n e 239 fusîie

ran, C 4 H 4 0 .
ocak donanımı.
furane: Bkz. furan.
furnace floor: Su borulu kazanların ocaklarının ısıya
furbish: 1) ovalama ile parlatmak; parlatmak. 2) yeni
yalıtkan ateş tuğlası ile döşenen taban kısmı; ocak
den kullanılır hale getirmek.
tabanı veya döşemesi; bazı kazanlarda bu kısma,
furfural: Siv. Yuk. karınca yağı (yapay); fural; furalde- buhar üreten su boruları da yerleştirilir.
hit; 2-furankarbonal; furfuraldehit; furfurol; insan sağ
furnace heating: Bir bina, gemi vb. inin sıcak hava
lığı için zararlı, renksiz, sarı veya kahverengi, amon
kazanı (ocağı veya külhanı) ile ısıtılması.
yak kokulu, heterosiklik ailesinden higroskopik eği
furnace lining: Su borulu kazanlarda, ocağın taban,
limli bir aldehit; Simg. C4 H3 OCHO; 20°/4°C'de
yan duvarlar, arka ve ön duvarların ısı kaçaklarını ön
öz.ağ. 1,1598; k.n.161,7°C; d.n.-36,5°C; suda
leyecek şekilde ateşe dayanıklı tuğlalarla kaplanma
20°C'de % 8,3 oranında çözünür; 25°C'de visk. 1,49
sı; ocak kaplaması.
cP; boya, ciiâ, sentetik reçine vb. i yapmak için kul
furnace sag: Alev borulu kazanlarda yağ sarması, kı
lanılır; gemilerde çevre sıcaklığı ve atmosfer basın
sır oluşumu gibi nedenlerle külhanın tavlanması ve
cında taşınır.
çökmesi; külhan çökmesi.
furfuran: Bkz. furan.
furnish: Gerekli veya yararlı olan herhangi bir şey
furfurane: Bkz. furan.
sağlamak, temin etmek veya donatmak.
furfuryl alcohol: Sıv. Yük. Furfuril alkol; 2-furil karbi-
furniture: 1) bir makine, gemi, ticaret vb. inin gerekli
nol; insan sağlığı için zararlı, zehirli, kehribar rengin
teçhizatı. 2) bir apartman, oda vb. ine yaşamak için
de, birinci alkol ailesinden, hafifçe higroskopik bir sı
donatılan sandalye, masa, yataklar vb. i gibi eşya.
vı; Simg. C 4 H 3 OCH 2 OH; 20°/4°C'de öz.ağ. 1,1285;
Furol viscosimeter: Viskoz yakıtların viskozitelerinin
k.n. 170°C; d.n.-14,63°; 25°C'de visk. 4,62 cP; suda
ölçümünde kullanılan bir cihaz; viskometre veya vis-
tümü ile çözünür; gemilerde 49°C'yi geçmeyecek şe
kozimetre; Furol viskometresi.
kilde çevre sıcaklığı ve atmosfer basıncında taşınır.
fuse: 1) yüksek ısı ile sıvı yapmak veya sıvı hale getir
furlong: Bir milin sekizde birine veya 220 yardaya ya
mek; eritmek veya erimek. 2) birlikte eriterek birleş
da 201,3 metreye eşit olan bir uzunluk birimi.
tirmek veya yapıştırmak; fuze şeklinde de yazılır.
furnace: 1) bir binayı ısıtmak, buhar elde etmek, ma
fuse: 1) Elekt. koruma amacıyla devrelere seri olarak
den cevheri veya metalleri eritmek için ısı üretilen ka
konulan ve içersinde kolayca eriyen bir tel bulunan
palı bir hücre veya yapı; özellikle alev borulu kazan
ve taşıyabileceğinden daha yüksek akım geçtiği za
larda külhan ya da ocak; yakıtın yakıldığı kısım; ço
man devreyi açan bir cihaz; sigorta. 2) içersinde ya
ğu zaman kıvrık saçtan yapılır. 2) çok sıcak herhan
nıcı bir madde olan veya yanıcı madde ile doyurul
gi bir yer. 3) yüksek sıcaklıklardaki işlemler için kul
muş fitil bulunan ve patlayıcı bir dolgunun fünyesi
lanılan yer.
olarak kullanılan dar bir boru ya da tüp. 3) bomba
furnace bridge wall: Kömürle fayraplı alev borulu ka
veya patlayıcı dolgu fitili için diğer türlü cihazların
zanlarda külhanın sonunda bulunan, yüksekliği kül
herhangi biri: Kimyasal fünye, elektriksel fünye vb. i
han çapının 2/3'ü kadar olan ve ateş tuğlalarından
gibi.
örülen duvar: a) kızgın gazları cehennemlik tavanı
fused: 1) erimiş Bkz. molten: Erimiş sodyum hidrok
na yöneltir, b) soğuk havanın cehennemliğe geçme
sitli kurşun dioksit gibi. 2) yüksek sıcaklığa kadar ısı
sine engel olur ve c) kül, posakül, cüruf ve kömürün
tılmış ve erimiş veya viskoz duruma redüklenmiş ve
cehennemliğe dökülmesine engel olur,
sonra soğutularak katılaşmış belirli katı maddeleri
furnace combustion: Boru çapı 50,8 ve 101,6 mm (2
belirtir: Erimiş silika, kalsiyum klorür gibi.
ve 4 inç) olan kalın su borulu heder türü kazanlar
fused electrolyte: Saf metaller yapımında kullanılan,
da, ocakta oluşan gazların gaz perdeleri (batıllar)
elektriksel olarak iletken olan erimiş bileşik; erimiş
arasından bir kaç kere geçiş yapması.
elektrolit.
furnace, corrugated: Bkz. corrugated furnace.
fusee: 1) büyük başlı, rüzgârda da yanmasını sürdü
furnace crown: Alev borulu kazanlarda yakıtın yakıldı
ren sürtmeli kibrit. 2) demiryolu sinyali olarak kullanı
ğı kısım olan külhanın tavanı; vardiyalar sırasında
lan renkli bir işaret lâmbası; fuzee olarak da yazılır,
sık sık kontrol edilmesi gereken kısım; külhan tava
fuselage: Hava. bir uçağın makine, yolcu, yük vb. ini
nı.
taşıyan ve kanatlar, kuyruk ve iniş takımlarının bağ
furnace distortion: Bkz. furnace sag.
landığı kısmı; gövde; uçak gövdesi.
furnace doors: Alev borulu kazanların ön kısmına do
fuse plug: Sigorta buşonu; sigorta göbeği.
natılan, genellikle 457,2x381 mm (18"x15") ölçülerin
fuse terminal: Sigorta bağlama yeri.
de olan ve iç kısmı ısı iletimini önleyecek madde ile
fuse wire: Sigorta teli.
kaplı olan kapak; külhan kapakları.
fusible: Eritilebilir veya kolayca eritilir: Kurşun, kalay
furnace draft: Kazan ocağının içindeki hava basıncı;
vb. i kolay eriyebilir metallerdir.
ocak draftı; bu basınç bazan atmosfer basıncından
fusible alloy: Düşük sıcaklıkta eriyebilen bir alaşım.
küçük, bazan ona eşit ve çoğu zaman da ondan bü
fusible plug: Çelik ya da bronzdan yapılmış ve içi
yüktür.
450°F (232° C)'de eriyen kalay alaşımı ile doldurul
furnace explosion: Külhanda akaryakıt buharı ve ha
muş bir tapa; emniyet tapası; buhar basıncı 15 barı
va karışımının hızlı yanması sonucu oluşan patlama;
(225 psig) ve sıcaklığı 232°C'yi geçmeyen alev boru
külhan patlaması.
lu kazanlarda kullanılır ve cehennemlik tavanına yer
furnace fittings: Külhan veya ocağın ön dış ya da fay
leştirilir.
rap tarafında bulunan börner ya da brülör, hava yö-
fusil: 1) eriyebilir. 2) eritilmiş. 3) döküm ile yapılmış;
neltici (hava recisteri), hava düzenleyicisi (regülâtö
fusile şeklinde de kullanılır.
rü), mavi camdan denetim penceresi vb. i teçhizat;
fusile: BKZ. fusil.
f u silla d e 240 f uz e e

fusillade: 1) çoğu ateşli silahların aynı anda hızlı ve


fusion temperature: Erime sıcaklığı.
sürekli ateşi; yaylım ateş. 2) bunun gibi herhangi bir
fusion welding: Mekanik basınç ya da darbe uygu
şey.
lanmaksızın erimiş durumdaki metallerin birleşmesi;
fusion: 1) katı durumdan sıvıya dönüşme. 2} hafif ele
erime kaynağı.
mentlerin çekirdeklerinin birleşerek daha ağır çekir
f uze: Bkz.
değe dönüşmesi. 3) erime; eritme veya birlikte eri
fuse.
me. 4) erime ile yapılmış herhangi bir şey.
f uze: Bkz. to
fusion bomb: Bkz. hydrogen bomb.
fuse. fuzee: Bkz.
fusion, nuclear: Daha ağır bir elementin bir atomunu
fusee.
yapmak için, iki veya daha fazla hafif atomun, çok
büyük ısı çıkararak birleşmesi; nükleer fizyon.
G,g
G.: Bkz. specific gravity.
gal.: Bkz. gallon; gallons.
G. (g): Bkz. 1) gauge. 2) gold. 3) grain. 4) gram;
galactometer: Sütün özgül ağırlığının ölçülmesinde
grams. 5) guide.
kullanılan bir tür hidrometre; galaktometre.
g: Bkz. a) gravity, b) acceleration of gravity.
galactose: Laktoz'un hidrolizi ile elde edilen beyaz,
Ga: Bkz. gallium.
kristalli bir şeker; galaktoz; meyva şekeri, C 6 H 12 O 6 .
Ga.: Bkz. gallic.
galalith: Kimy, kazeinden elde edilen bir yalıtım mad
gadget: 1) herhangi küçük bir mekanik cihaz. 2) özel
desi; galalit.
likle, oldukça kullanışsız, küçük herhangi bir mad
galaxy: 1) milyonlarca yıldızdan oluşan ve ışıklı bir
de.
bant şeklinde fezada (uzayda) uzanan bir grup; Sa
gadolinite: Nadir toprak grubunun bazı metallerinin
manyolu; galaksi. 2) benzer fakat daha küçük yıldız
bileşimini kapsayan, kahverengi veya siyah silikat
lar grubundan herhangi biri.
mineral; gadolinit.
galaxy noise: Isıl elektronik gürültüye benzeyen ve
gadolinium: Nadir toprak grubundan kimyasal bir ele
samanyolundan gelen gürültü; galaksi veya Saman
ment; Simg. Gd; at.ağ. 156,9; at.no.64.
yolu gürültüsü.
gaff: 1) iri balıkları karaya çekmek için kullanılan bü
galbanum: ilâç yapımında kullanılan acı, kötü kokulu
yük, sağlam kancalı bir zıpkın; balıkçı zıpkını. 2) ba
bir Asya reçinesi.
lıkçı zıpkını i!e vurmak veya karaya çekmek. 3) Den.
gale: Meteo. yerden yaklaşık 10 metre yükseklikte ve
randa yelkeninin üst sereni; giz.
hızı 55 - 65 km (34-46 mil/saat) arasında esen rüz
gag: 1) Meka. stop etmek veya tıkamak (bir valf vb.
gâr fırtınası; bora; fırtına; Bofor skalasında 8 numara
i). 2) kazanlara hidrolik deneyi uygulanırken, seyfti
ile belirtilir.
valf (emniyet valfı) diskinin yuvasına oturmasını sağ
galena: Metal parlaklığında, kurşun grisi bir mineral;
layan kilitleme veya bastırma cihazı; tıkaç.
galena; doğal kurşun sülfür, PbS; kurşunun bazan
gage: Bkz.
gauge. gümüş kapsayan başlıca cevheri; galenite şeklinde
gagger: Tıpalayan kişi; özellikle bir döküm kalıbında de kullanılır.
galenite: Bkz. galena.
maçayı yerinde tutmak için kullanılan bir demir par
gale warning: Meteoroloji istasyonları tarafından li
çası.
manlara ve balıkçı merkezlerinde, denizcilere radyo
gahnite: Yeşil, kahverengi veya siyah renkli kristalleri
ve telgrafla yapılan fırtına veya bora olasılığı ihbarı;
olan ve hemen hemen mat olarak bulunan çinko alü-
fırtına ihbarı; bora uyarısı.
minat, ZnA! 2 04 .
gain: 1) Rady. bir amplifikatör sisteminde, çoğu za galipot: Güney Avrupa'nın belirli çam ağaçlarından
man desibel türünden belirtilen, sinyal gücünün bir çı karılan ham terebantin Bkz. turpentine. '••
kademeden diğer kademeye yükseltilmesi için ses gallalith: Bkz.
galaiith.
reprodüksiyonu. 2) gayret ya da çaba ile elde et
galley: 1) gemi mutfağı; kuzine. 2) Ortaçağ'da kullanı
mek. 3) ulaşmak; erişmek; kazanmak. 4) geliştir
lan büyük, yelkenli tekne; kadırga.
mek.
gallic: Mürekkep, boya vb. i yapımında kullanılan ve
gain: Marangozlukta diş, oluk ya da zıvana ile birleş
tanen, meşe mazısı vb. inden elde edilen gallik asiti,
tirme; böyle bir zıvana veya kanal (oluk) ile bağla
(OH) 3 .C6 H2 .COOH, belirten veya ona ait; gallik.
mak veya birleştirmek.
galiic acid: Bkz. gallic.

Teknik Sözlük - F. 16
gallium 242 gan t r y s caff ol d

gallium: Kimy. yumuşak, mavimsi beyaz, erime nokta nometre veya galvanometri ile ilişkili.
sı düşük (29,75°C) olan metalik bir kimyasal ele galvanometry: Galvanometre ile elektrik akı mının şid
ment; galyum; yüksek sıcaklık termometrelerinde cı det ve yönünün saptanması; galvanometri.
vaya katılır, diş dolguları vb .inde kullanılır; Simg. galvanoplastics: Elektroliz ile cisimleri meta
Ga; at.ağ. 69,72; at.no. 31. l ile kap
lama işlemi; galvanoplasti.
galvanoscope: Çok zayıf elektrik akımlarını araştır
3
gallon: 1) 4 kuvart veya 231 inç ya da 3,78 litreye mak ve onların yönünü belirtmek için kullanılan bir
eşit olan sıvı hacim birimi; İngiliz ölçü sisteminde cihaz; galvanoskop.
3
emperyal galon 277,42 inç veya 4,55 litredir. 2) 1/8 galvanoscopy: Tıbbî tanılar için galvanoskop kullanı
buşele eşit olan bir kuru hacim birimi. 3) kapasitesi mı; galvanoskopi.
veya hacmi bir galon olan herhangi bir kap; gal., galvanothermy: Tıbbî tedavide olduğu gibi, galva
gali. kısaltmaları ile belirtilir. nizm ile ısı üretimi; galvanotermi.
gallon, imperial: Bkz. Imperial gallon. gamboge: Belirli Asya ağaçlarından çıkarılan zamklı
gallon, USA: Bkz. USA gallon. reçine; sarı boya maddesi olarak kullanılır.
gallous: Kimy. iki değerli galyum kapsayan. gamma: 1) Bir takımyıldızda en parlak üçüncü yıldız.
gallstone: Bazan safra kesesinde oluşan katı bir küt 2) manyetik alan şiddet birimi. 3) herhangi bir dizide
le; safra taşı; kolesterol veya kalsiyum tuzlarından üçüncünün simgesi. 4) mikrogram.
oluşur. gamma globulin: Çocuk felcine karşı 1951 yılından
gate : Bkz. beri kullanılan bir ilaç; gama globulin.
gallons. gamma iron: Demirin başlıca bileşeni ostenit olan, al-
galvanic: 1) özellikle bir bataryadan üretilen elektrik lotropik ve manyetik olmayan türü.
akımına ait, bu akım ile veya bu akımın neden oldu gamma meter: Çoğu zaman Geiger-Müller türünden
ğu; galvanik; galv. kısaltması ile belirtilir. 2) elektrik olan ve gama radyasyonunun ölçümünde kullanılan
şoku ile uyarma veya uyarılmış. bir cihaz; gamametre; gama sayacı.
galvanic action: Bkz. electrolytic action. gamma radiation: X ışınlarından daha küçük dalga
galvanic battery: Galvanik pil ya da batarya. boyunda ve büyük nüfuz etme gücüne sahip olan
galvanic cell: Galvani'den sonra primer ya da birincil elektromanyetik radyasyon; gama radyasyonu.
pillerin orjinal adı; galvanik pil. gamma rays: Radyoaktif maddelerin neşrettiği elek
galvanic coating: Gemi onarımında korrozyon ya da tromanyetik dalgalar (dalga boyu 1,4-0,01 Angstrom
aşınmaya direnci arttırmak için uygulanan nikel kap birim) şeklindeki radyan enerji; gama ışınları; rad
lama, galvanizleme, çelik kaplama, kalay kaplama yum tuzları ile enerji kaynağı olarak, kaynakların ve
vb. i herhangi bir kaplama; galvanik kaplama. dökümlerin radyografik denetimi vb. i yerlerde kulla
galvanic corrosion : Kondenserlerin deniz suyu nılır.
tara fında oluşan küçük gerilimli elektrik akımı gamma ray spectrometer: Gama ışınlarının enerji da
nedeniyle suyun elektrolizi sonucu oluşan oksijenin ğılımını saptamaya yarıyan bir cihaz; gama ışınları
oluşturdu ğu korrozyon ya da paslanma; galvanik spektrometresi.
korrozyon. gang: Birlikte çalışmak üzere dizayn edilmiş veya dü
galvanic electricity: Galvanik elektrik. zenlenmiş alet ya da makine takımı; alet takımı.
galvanic pile: Bkz. galvanic pile: Galvanik pil. gangplank: Bir gemiye girmek ve onu terketmek için
galvanism: 1) kimyasal etki ile üretilen elektrik; kim kullanılan köprü şeklinde dar, hareketli platform; sür
yasal elektrik; galvanizm. 2) fizik biliminin bununla il me iskele.
gili dalı. 3) hastalıkların tedavisinde elektriğin kullanı gang saw: 25-54 testerenin dikey ve belirli mesafeler
mı. le birbirlerine paralel olarak yerleştirildikleri mütena-
galvanization: Galvanizleme veya galvanizlenmiş. vip veya eksenel hareketli bir testere tezgâhı.
galvanize: 1) elektrik akımı uygulamak. 2) elektrik şo gangue: Bir birikintide ticarî olarak değersiz mineral
ku ile uyarmak, ikaz etmek. 3) çinko ile metal kapla ile bulunan, ekonomik olarak değerli mineraller;
mak; orjinal olarak, galvanik etki ile kaplamak; galva gang olarak da kullanılır.
nize etmek; galvanizlemek. gangway: 1) girmek veya terketmek için geçit veya
galvanized : Galvanizli; galvanizlenmiş; paslanmadan yer; özellikle: a) geminin her iki bordasında yük yük
korumak üzere çinko ile kaplanmış. lemek ve boşaltmak veya yolcular için bir açıklık;
galvanized coating: Galvaniz lumbarağzı. b) sürgü iskele, c) kamara iskelesi, d)
kaplama. sıra ve oturacak yerler arasındaki geçitler. 2) bir ma
galvanized iron: Galvanizlenmiş demir. den ocağında ana seviye.
galvanized sheet iron: Galvanizlenmiş demir saç; ganister: Bazan kömür yataklarının altında uzanan ve
galvanize saç. ya sentetik olarak yapılan sert, silisli bir kaya; çak
galvanized sheed metal: Galvanizlenmiş demir saç mak taşı; metalürji ocaklarını kaplamak için kullanı
veya çinko levha; galvanizli metal levha. lır.
galvanizing: Korrozyon ya da paslanmadan korumak gantry: 1) Den. gemi ve limanlarda yük alıp vermek
için demir ya da çelik yüzeylerin çinko ile kaplanma için kullanılan büyük kreyn ya da vinç. 2) varillerin
sında uygulanan herhangi bir işlem; galvanizleme; yatay olarak birleştirildikleri çerçeve.
galvaniz yapma. gantry crane: Limanlarda ve konteyner gemilerinde
galvano-: Galvanik, galvanizm anlamlarında bir önek. kullanılan ve 5-250 ton ağırlığındaki yükleri kaldırabi-
galvanoluminescence: Bazı elektrolitli pillerde çalış len, iki ayaklı büyük vinç ya da kreyn.
ma sırasında anotta görülen zayıf bir kızarma. gantry scaffold: Hava. uzay araçları, özellikle roket-
galvanometer: Küçük elektrik akımlarının şiddet ve
yönünü ölçmek için kullanılan bir cihaz; galvanomet
re.
galvanometric: 1) galvanometre ile ölçülen. 2)
galva
gap 243 gas furnace
metresi.
ler için seyyar kule. gas calorimetry: Gazların kalorimetre ile ısı değerleri
gap: 1) geçit; rahne; açıklık; aralık; boşluk. 2) Mot. nin saptanması işlemi; gaz kalorimetrisi.
buji elektrotları veya tırnakları arasındaki mesafe ve gas carburizing: Parçalar, karbon yönünden zengin
ya aralık (0,40-1 mm), b) silindir içinde bulunan bir su gazı, hava gazı veya propan gibi bir gaz atmosfe
segmanın uçları arasındaki mesafe; uç klerensi: ri içinde ısıtılır ve gazdaki karbon ısıtılan parçaya ge
Tam olarak gap clearence şeklinde yazılır. 3) bir çer; gaz ile karbürleme veya karbon ile birleştirme,
manyetik devrenin iki parçasını ayıran hava aralığı, gas coal: Aydınlatma amacıyla kullanılan gazın çıkarıl
4) açık iken platinler arasındaki aralık. dığı yumuşak kömür; gaz kömürü.
gap clearence: Bkz. gap (2b). gas constant: Term, ideal gaz formülünde (pV =
gap gauge: Kalınlık ya da açıklık mastarı; aralık gös nRT) ve bazı eşitliklerde görülen sayısal bir değiş
tergesi; aralık veya klerens ölçüm aleti. mez; gaz sabitesi; gaz değişmezi.
gap growth: Bern. Mot. buji elektrotları aralığının bü gas cooled reactor: Hava, hidrojen, helyum veya kar
yümesi. bon dioksit gibi gazlarla soğutulan reaktör; gaz so
garage: 1) otomobillerin depo edildiği, onarıldığı, yı ğutmalı reaktör.
kandığı, yağlandığı vb. i ticari yerler; garaj. 2) bir ga gas counter: Örnek ya da numunenin, tüpün içine
rajda muhafaza etmek; garaja koymak. gaz halinde hazırlanarak konulduğu bir sayaç veya
garbage: Bilgs. bellek veya bir bantta bulunan, isten sayıcı; gazlı (radyasyon) sayacı; gaz sayacı.
meyen veya anlamı olmayan bilgi grubu; süprüntü; gas cycles: Karno, Diesel, Otto, çift yanmalı,
çöp; atık. Atkin son, Stirling ve Ericcson çevrimlerini
garbage disposer: Den. gemilerde oluşan çöpleri kapsayan ve ideal gazlar için yapılmış çevrimler; gaz
(cam vb. i dahil) öğüterek toz haline getiren elektrik çevrimleri. gas deflector: O/z. Mot. egzoz sırasında
li bir makine; çöp öğütme makinesi. gazların eg
garboard: Gem. İnş. omurga ile birleşen (yanyana zoz supabı gayıtı ile supap sapı arasına girmesini ön
olan) saçlar; dip sıra kaplaması. leyen kısım; gaz deflektörü; gaz saptırıcısı.
garboard strake: Bkz. garboard. gas detector: Araştırarak gaz bulmaya yardım eden
garland: Den. sapanlı halat. bir cihaz; gaz araştırıcı; gaz detektörü.
garnet: 1) türlü renklerde sert, cam gibi bir silikat mi gas discharge tube: Bir gazda elektrik boşalımı ya
neral; grena; koyu kırmızı ve saydam olan en kıymet da deşarjının görüldüğü tüp; gaz boşalım (deşarj) tü
li türüdür ve mücevher olarak kullanılır; lâl. 2) koyu pü.
kırmızı. gaselier: Esk. kollarının ucunda havagazı memeleri
garnet: Den. yük tahmil tahliyesi için kullanılan hare bulunan bir tür avize; gazlı avize; havagazı avizesi.
ketli donanım; palanga. gas engine: Bkz gasoline engine.
garnierite: Mine. magnezyum ve nikelin elma yeşili gaseous: Gaz tabiatı veya doğasında olan; gazlı; gaz
renkli sulu silikatı. şeklinde; gaza ait.
gas: 1) bir maddenin sonsuz olarak genişleyen ve ka gaseous fuels: Bkz. gas fuels.
bını tümü ile dolduran akışkan şekli; sıvı veya katı ol gas equation, general: Term, genel gaz eşitliği; Boy
mayan; belirli şekli veya hacmi olmayan madde; le ve Charles kanunlarından elde edilen ve PV =
gaz; buhar. 2) aydınlatma veya ısıtma için kullanılan nRT eşitliği ile belirtilen eşitlik: R = gaz sabitesi ve n
herhangi yanıcı bir gaz karışımı. 3) anestezide kulla = molekül sayısıdır.
nılan, nitrus oksit gibi, herhangi bir gaz. 4) savaşlar gas filter: Gaz boruları ve teçhizatının onarımı ve tesi
da kullanılan fosjen gibi zehirli ve tahriş edici her si içinde çalışan kimse.
hangi bir gaz; zehirli ve tahriş edici herhangi bir gas fixture: Borudan, meme ve yakıcıya ya, da börne-
gaz; zehirli gaz. 5a) benzin, b) oto vb. inde hızlandı re (brülöre) gaz taşıyan bir cihaz; gaz teçhizatı.
rıcı veya kısıcı. 6) Maden, hava ile patlayıcı bir karı gas-fired furnace: Gaz yakıt ile fayrap edilen kazan
şım oluşturan gaz karışımı; grizu. 7) gaz sağlamak. ocağı; akaryakıtla fayraplı ocağa benzer.
8) gazla hücum etmek; savaşta gazla yaralanmak ve gas flow counter: Tüpü içinden belirli bir gazı yavaş
ölmek. 9) gaz çıkarmak. 10) gazla çalışan; gaz kulla yavaş geçirerek içinde istenilen bir atmosfer sağla
nan veya gaza ait. nan sayaç; gaz akımlı (radyasyon için) sayaç.
gas-air mixture: Benzin motorlarının silindirlerine veri gas free: Den. özellikle petrol tankerlerinde akaryakıt
len hava-benzin karışımı: a) normal karışım, b) fakir taşınmış olan tankların temizlenmesi ve patlayıcı gaz
karışım ve c) zengin karışım olarak üç türlüdür. lardan arındırılması işlemi; gazfri.
gas analysis: Bir gaz karışımının emme ile bileşenleri gas free engineer: Patlayıcı ve yanıcı maddelerin bu
nin miktarsal analizi; gaz analizi. lunduğu bölmelere yakın sıcak işleri veya kapalı ya
gagbag: Bir balon veya hava gemisinde olduğu gibi, da havalandırması zayıf yerleri denetleyen, bu bö
gaz tutan bir torba; gaz torbası. lümlerin gemi adamlarına zarar vermeyecek hale ge
gas balance: Gazların yoğunluklarını ölçmek için kul tirilmesini sağlayan ve gemi baş mühendisi ve kapta
lanılan bir cihaz; gaz terazisi. nına karşı sorumlu olan zabit; gazfri zabiti ya da mü
gas black: Bir gaz damıtıcısı ya da imbiğinde biriken hendisi.
yoğun karbon. gas fuel: Doğal gaz, petrol gazı, yüksek fırın gazı vb.
gas burner: 1) gaz yakıcısının memesi; havagazı me i gaz halindeki yakacaklardan herhangi biri; gaz ya
mesi; bek. 2) gazın yakıt olarak kullanıldığı bir soba kıt.
ya da ocak. gas furnace: 1) kömür vb. inden gaz damıtan fırın ve
gas calorimeter: Gazların ısı değerlerini ölçmek için ya ocak. 2) yakıt olarak gaz yakan bir fırın veya
veya saptamak için kullanılan bir cihaz; gaz kalori ocak; gaz fırını; gazocağı.
gashouse 244 gasometry

gashouse: Gazhane; ısıtma ve aydınlatma gazının ha gas line: Benz. Mot. karbüratör ile benzin deposu ara
ırlandığı yer. sındaki hat; benzin borusu; benzin hattı.
gasification: Gaz haline getirme veya gaz haline geti gas main: Ev, fabrika vb. terine iletilmek üzere hava-
rilmiş. gazini daha küçük borulara veren, geniş yeraltı boru
gasiform: Gaz biçiminde olan; gaz gibi. su; havagazı ana borusu.
gasify: Gaz haline dönüşmek. gasman: 1) kullanılan gaz miktarını saptamak için tü
gas, indicator: Gaz göstericisi; gaz belirticisi; keticinin gaz sayaçlarinı okuyan kişi; havagazı görev
gas, inert: Bkz. inert gas; ölü gaz. lisi; havagazı memuru. 2) Maden, görevi grizuya kar
gas jet: 1) aydınlatma gazının alevi. 2) gaz cihazının şı havalandırma ve koruma görevi yapmak olan kişi.
ucundaki meme, yakıcı veya bek; gaz memesi; gaz gas manometer: Gazlann basınçlarını ölçmek için kul
börner veya brülörü. lanılan bir basınç göstergesi; gaz manometresi.
gasket: 1) sızdırmazlık sağlamak için boru flanşlarına gas mantle: Akkor haline gelebilen belirli metallerle
vb. i yerleştirilen lâstik, metal, plastik ve kâğıttan ya muamele edilmiş ve bir gaz yakıcısının üzerine bağ
pılmış bir parça ya da çember; conta. 2) Den. yelke lanmış, ısıtıldığı zaman ışık veren bir boru veya ku
ni kısmen kapatmak veya camadana vurmak için kul maş; gaz fitili.
lanılan ip ya da kaytan. gas mask: Dış havayı filtre ederek veya süzerek zehir
gasket, cardboard: Karton ya da mukavvadan yapı li gazların solunmasını önlemek için yüze takılan bir
lan yağlara ve benzine dayanıklı, yüksek basınç ve cihaz; gaz maskesi.
sıcaklık için uygun olmayan, yağ ve petrol boru dev gas meter: Özellikle yakıt olarak kullanılan aydınlat
relerinde kullanılan bir conta; karton conta veya gaz- ma gazının miktarını saptamak üzere kullanılan bir
ket. cihaz; gazölçer; gaz sayısı; havagazı sayacı
gasket cement: Conta yapıştırmak için kullanılan, şel- gas-mixing valve: Mot. makinenin giriş stroku veya
lak gibi bir tür macun; conta macunu. kursunda hava ile gaz yakıtı mekanik olarak karıştı
gas coolant: Nükleer enerjiden yararlanılan kapalı ran valf; gaz kariştırma valfı.
gaz türbini devrelerinde yaklaşık 70 barlık (1000 psi'- gas oil: Ham petrolden benzin ve gazyağı (kerosen)
lik) bîr basınçla dolaştırılan gaz; gaz soğutucu. damıtıldıktan sonra geri kalan ve rengi sarıdan kah
gasket, iron: Demir conta. verengiye kadar değişen yakıt; gazoyl; dizel motoru
gasket, klingerite: Asbestos, lâstik ve dolgu madde yakıtı olarak ve su gazını zenginleştirmek için kullanı
sinden yapılan, özellikleri ve uygulanması paronite lır.
benzeyen bir conta; klingerit conta (Ticarî bir mar gasoline (gasolene): Ham petrolün kısmî damıtılma
ka). sı ya da distilasyonundan elde edilen, kaynama nok
gasket material: Mantar, kâğıt, lâstik, metal vb. i gibi tası düşük ve karbüratörlü makinelerde yakıt olarak
conta yapımında kullanılan bir madde; conta malze kullanılan uçucu, çok yanıcı ve renksiz bir sıvı; ben
mesi; conta maddesi. zin; hangi yöntemle elde edilirse edilsin ticarî benzin
gasket, monel: Monel metalden yapılımş conta; Bkz. % 10-% 80 parafin (C n H 2 n + 2 ) , % 15-% 85
monel metal: monel (metal) conta. naften (C n H 2 n ) ve % 4-% 40 aromatikler (C n H 2n _6 )
gasket, paronite: Asbestos, lâstik ve dolgu maddesin kapsar. gasoline additives: Benzin katıkları: Oktan
sayısını
den yapılan 45 bar basınç ve 375°C sıcaklıktaki bu yükseltmek için benzine ilâve edilen, kurşunlu bile
hara dayanabilen bir conta; paronite conta; buhar şikler, örneğin kurşun tetraetil, kurşun tetrafenil, me
devrelerinde kullanılır. talik bileşiklerden nikel karbonil, demir karbonil ve
gasket, polyvinyl chloride: Polivinil klorür, dengele karbonlu hidrojenlerden izooktan, benzen (benzol)
yici ve dolgu maddelerinden oluşan bir conta türü; gibi katkı maddeleri; ayrıca benzine, oksitlenmeyi,
polivinil klorür conta; 40 bar basınca ve 60°C sıcaklı pas ve karbüralörde buzlanmayı önleyici katkılar da
ğa kadar yağ ve yakıt devrelerinde kullanılır. eklenir.
gasket, ring type: Çember şeklinde conta ya da gaz- gasoline engine: Benzinin ısı enerjisini mekanik ener
ket. jiye çeviren içten yanmalı bir makine; benzin moto
gasket, rubber: Yüksek sıcaklığa dayanmayan, es ru; Otto makinesi; karbüratörlü veya benzin püskürt
nekliği çok iyi olan, petrol ürünleri ve mineral yağlar meli makine.
dan etkilenen, soğuk ve ılık su ile hava devrelerinde gasoline-starting engine: Soğuk iklim veya yerlerde
kullanılan bir conta; lâstik conta. dizel motorlarının ilk hareketlerini sağlamak üzere
gasket, sheet copper: Hava, buhar ve petrol boru kullanılan bir ya da iki silindirli bir benzin motoru; ilk
devrelerinde kullanılan, yüksek sıcaklığa dayanıklı, hareket (için) benzin motoru; dizel motoruna bir kav
ancak hafifçe oksitlenen bir conta türü; levha bakır rama ile bağlanır.
conta. gasoline supply tank: Benzin motoruna yakıt sağla
gasket, sheet lead: Asitler gibi aşındırıcı maddelerin yan tank ya da depo; benzin deposu; yakıt deposu.
sızdırmazlıklarinın sağlanmasında kullanılan bir con gasoline tank: Benzin deposu veya tankı (otolar
ta türü; levha kurşun conta; 40-50 bar basınç ve vb.).
100°C sıcaklığa kadar dayanır,. gasoline tank cap: Oto. benzin deposu kapağı.
gasket, soft: Yumuşak conta. gasoline-truck engine: Kamyonlarda kullanılan ben
gas laws: Term, ideal gazlar için yapılmış Böyle, Char zin motoru; kamyon benzin motoru.
les, Gay- Lussac, Mariot vb. i kanunlar; gaz kanunla gasometer: 1) gaz ölçmek veya depolamak için kulla
rı. nılan bir kap; gazometre. 2) gaz deposu veya rezer-
gaslight: 1) aydınlatma gazının yanmasıyla üretilen vuarı.
ışık. 2) gaz memesi, börneri ya da beki. gasometry: Gazlan ölçme sanatı; özellikle bir karışım-
gas pedal 245 gear
bir kaptaki cıvanın miktarı, türlü akışkan ve sıvı ba
daki bir gazın miktarını saptama. sınçlarını ölçmek için kullanılan herhangi bir cihaz.;
gas pedal: Motorlu taşıt araçlarında motora verilen geyiç; gösterge. 4) bir demiryolunun rayları arasın
yakıt miktarinı düzenleyen ve çoğu zaman ayakla daki mesafe (bir çok ülkede 1,435 m veya 56,5 inç).
kullanılan veya çalıştırılan pedal; gaz pedalı. 5) bir taşıt aracının zıt taraflarındaki tekerlekleri ara
gas permanent: Oksijen, hidrojen, nitrojen gibi sivı- sındaki mesafe. 6) bir ateşli silahın, özellikle av tüfe
laşma sıcaklığı çok düşük olan bir gaz; sabit gaz. ğinin çapının ölçüsü. 7) bir tahtanın kenarına paralel
gas, poison: Bkz. poison gas. kanal açan bir alet. 8a) Den. bir geminin diğer bir
gas power cycles: Otto, Diesel, sıkıştırma ile yanma gemi ve rüzgâra göre durumu, b) tam yüklü bir ge
lı, karışık çevrimler gibi gaz gücü iie oluşan kuram minin suya battığı kısmının derinliği veya draftı. 9)
sal çevrimler; gaz güç çevrimleri. bir geyiç yardımıyla duyarlı olarak ölçmek. 10) ölçü,
gas pressure: İçinde bulunduğu bir kabın duvarları miktar, uzunluk veya kapasitesini ölçmek.
na bir gaz tarafından uygulanan basınç; gaz basın gauge bracket: Gem. Mak. krank milinin makine alt
ci. karterine göre durumunu saptamak için kullanılan
gas producer: Kömür, buhar ve havadan gaz yakıt bir alet; geyiç braket.
yapan bir makine; gaz üreteci. gauge cocks: Bkz. try cocks.
gas reheater: Bkz, reheater. gauge, compound: Bkz, compound gauge.
gas shell: içi zehirli ve tahriş edici gazla dolu, patlayı gauge, diaphragm: Esk. deriden yapılmış diyaframı
cı kovan; gaz kovanı; kimyasal savaşlarda kullanılır. bulunan ve kazanlarda draftgeyiç olarak kullanılan
gas station: Motorlu araçlar için benzin, yağ vb. i sa bir manometre veya basınç göstergesi; diyaframlı ge
tan, hizmet eden yer; benzin istasyonu. yiç veya gösterge.
gassy: 1) gaz kapsayan; gaz dolu. 2) gaza benze gauge glass: Buhar kazanları, genişleme tankları,
yen. servis tankları vb. i yerlerde kullanılan, su veya yakıt
gastrin: Midede oluşan ve mide özsuyunun üretimini vb. i düzeyini göstermek için kullanılan cam boru;
uyaran bir hormon; gastrin. Gem. Mak, tesviye şişesi.
gastraphotography: içersine küçük bir kamera soku gauging: Ayarlama; kalibrasyon.
larak mide içinin fotoğrafını çekme yöntemi. gauge plate: Bkz. gauge bracket.
gastroscope: Mide içini muayene etmek için kullanı gauge pressure: Atmosfer basıncı üzerindeki basınç;
lan bir cihaz; gastroskop. manometre veya geyiç basıncı; üst basınç; atmosfer
gas thermometer: Gazların sıcaklıkla hacim ve ba basıncına 1 eklenerek bulunur.
sınçlarının değişimini kapsayan gaz kanunlarının uy gauge, rain: Bir bölgedeki yağış miktarını gösteren
gulanması ile sıcaklık ölçen bir cihaz; gaz termomet bir cihaz; yağmur göstergesi.
resi. gauge reading: Barometre veya termometrenin gös
gastroscopic: Gastroskop veya gastroskopiye ait. terdiği değer; geyiç okuma; geyiç işarı.
gastroscopy: Gastroskop ile mide içinin muayenesi. gauge, steam; Bkz. steam gauge,
gas tight: Gaz geçirmez; gaz sızdırmaz. gauge, temperature: Bkz. temperature gauge.
gas turbine plant: Kompresör, yanma odası veya gauge, thickness: Bkz, thickness gauge.
kombastör, gaz temizleyici, soğutucu, gaz türbini gauge, tire: Bkz. tire gauge.
vb. ile boru devrelerinden oluşan tesis; gaz türbini gauge, vacuum: Bkz. vacuum gauge.
tesisi. gauge, wind: Bkz. wind gauge.
gas turbine: Sürekli olarak sağlanan yüksek basınç gauntry: Bkz. gantry.
ve sıcaklıktaki gaz ile çalıştırılan türbin makinesi; gauss: Elekt, manyetik akı (flüks) yoğunluğunun met
gaz türbini. 2
rik birimi; 1 maxvel/cm veya 1 kuvvet çizgisinin
gas vent line: Tankerlerin akaryakıt tanklarındaki ba 2
manyetik alanının 1 cm 'sine oranına (1 kuvvet çizgi
sıncı kaçırmak veya vakumu düşürmek için düzenle 2
si/cm ) eşittir.
nen boru devresi; gaz firar devresi veya hattı. gauze: 1) pamuk, ipek veya çoğunlukla bakır telden
gas welding: Kaynağın, basınçlı veya basınçsız, dol ince, hafif, saydam, seyrek olarak dokunan malze
gu madden veya dolgu maddesiz bir alevin ısısı ile me; tül; kafes teli; filtre elemanı, tel filtre. 2) ince du
sağlandığı kaynak; gaz kaynağı. man veya pus. 3) tülden yapılmış veya tüle benze
gasworks: Isıtma ve aydınlatma için kullanılan gazın yen.
hazırlandığı yer; gazhane. gauze filter: Çok ince gözenekli, telden yapılmış süz
gat: Den. kayalık veya kum topukları arasındaki dar geç ya da filtre; ince tel filtre.
gemi kanalı. gauze screen: Bkz. flame screen.
gate: 1) boru, kanal vb. inde olduğu gibi, su akımını gavel: 1) taşların kaba kenarlarını kırmak için kullanı
kontrol eden yapı; kanal kapağı. 2) testere çerçeve lan duvarcı çekici. 2) toplantılarda dinleyicileri dikkat
si. ve sessizliğe davet için kullanılan ufak masa çekici.
gate: 1) erimiş metalin döküm derecesine akıtıldığı ka Gay-Lussacs'law: Bkz. Charles'law.
nal. 2) bu kanalda oluşan artık döküm parçası. 3) g-cal: Bkz. gram calorie; gram calories.
Nük. Ener. bir deliği kapamak için koruyucu madde G.C.D. (g.c.d.): Bkz. greatest common divisor.
den yapılmış hareketli engel. G.C.F. (g.c.f.): Bkz. greatest common factor.
gate valve: Gem. Mak. geyt valf. G.C.M. (g.c.m.):Bkz. greatest common measure.
gather: Toplamak. Gd: Bkz. gadolinium.
gauge: 1) ölçü; ölçmenin standart ölçü veya ölçeği. Ge: Bkz. germanium.
2) dimensiyon; ebat; boyutlar; kapasite. 3) bir tel ya gear: 1) belirli bir görev için bir ustanın aletleri, bir ge-
da metalin kalınlığı, işlenecek bir parçanın boyutları,
gea r backlas h 246 Geissler t ub e

minin arması, koşum takımı vb. i gibi aletler ve teçhi


ğı; gemi devir düşürücülerinde bu amaçla makine
zat. 2) Meka. a) birbirine geçmiş iki veya daha fazla
yağları kullanılır.
dişliden oluşan ve hareketin birinden diğerine iletildi
gearmotor: Kendi devir düşürücü donanımı ile dakika
ği sistem; dişli sistemi; dişli takımı, b) dişliçark; devir
da 10 devire kadar dönebilen ve dakikada 1750 de
düşürücü dişlilerin büyük dişlisi, c) doğru çalışma sı
virde kullanılabilen bir elektrik motoru.
rası veya ayar. d) özel ayar. e) bir mekanizmanın
gear oil: Bkz, gear lubricant.
özel görev yapan bir parçası. 3) vites; şanzıman. 4)
gear puller: Zamanlama (tayming) dişlilerinden her
dişli ile donatmak. 5a) Meka. dişlilerle bağlamak, b)
hangi birini yerinden çıkarmak için kullanılan çektir
dişlilerle donatmak. 5) çalışma sırasında olmak.
me; dişli çektirmesi.
gear backiash: Birbirine geçen dişlilerin dişleri arasın
gear pump: Çoğu zaman motorlu gemilerde kullanı
daki boşluk, klerens ya da oynama payı; Gem. Mak.
lan yağ pompası; dişli pompa; bir mahfaza içinde
dişli bekleş'i veya dişli klerensi.
birbirine geçen iki dişliden oluşur; dişlilerden biri
gear bearing: Gem. Mak. devir düşürücü dişlileri taşı
döndürüldüğü zaman diğeri de onunla birlikte ters
mak için dişli kutusuna yerleştirilen yataklardan biri;
yönde döner ve yağ ya da yakıt dişliler ile keys ara
dişli yatağı.
sında taşınarak dış devreye verilir.
gear, bevel: Bkz. bevel gear.
gear, reduction: Bkz. reduction gear.
gearbox: 1) bir güç iletim sisteminde, aktarma (trans
gear, reverse: Bkz. reverse gear.
misyon) dişlilerinden oluşan birim ünite; dişli kutu
gear ring: Mak. Oto. büyük konik dişli; mahrutî dişli;
su; vites kutusu. 2) dişlileri toz ve yabancı maddeler
ayna dişlisi.
den korumak için kapalı bir mahfaza; dişli mahfaza
gear, running: Bkz. running gear.
sı.
gear shaft: Dişli şaftı veya mili.
gear case: Bkz. gearbox.
gear shaft lever: Bkz. gear lever.
gear cluster: Mak. dişli grubu veya demeti.
gearshift: Herhangi 'bir vites dişlisi takımını motora
gear cutter: Dişliçark dişlerini kesmek için kullanılan
bağlayan veya ondan ayıran bir mekanizma; vites;
freze bıçağı; Çoğ. freze bıçakları.
vites değiştirme; vites mekanizması.
gear cutting machine: Dairesel metallere veya çarkla
gearshifter: Kara taşıt araçlarında vites değiştirme ter
ra diş açmak için kullanılan makine; freze makinesi;
tibatı veya donanımı.
çark (dişli) freze makinesi.
gearshift lever: Taşıt araçlarında vites değiştirmek
gear drive: Yüksek devirli dizel makinelerinin gemile
için kullanılan kol; vites kolu.
re uygulanmasında kullanılan dişli ile bağlama siste
gearshift rail: Taşıt araçlarında vites dişlisini kaydır
mi; dişli ile tahrik; makine ile pervane arasında hidro
mak için kullanılan çubuk; vites kaydırma çubuğu.
lik kaplin veya elektromanyetik kaplin ve devir düşü
gear, spur: Düz dişli.
rücü dişli donanım bulunan sistem.
gear tooth: Dişlilerin çevrelerinde bulunan dişlerden
gear-driven: Bir dişli veya dişli donanım tarafından
herhangi biri; dişli dişi.
çalıştırma; dişli ile çalıştırılan.
gear train: Birbirine geçmiş türlü sayıdaki dişlilerden
gear-driven pump: Dizel motorunun krank milinden
oluşan düzenek; dişli takımı; dişli düzeni.
bir dişli donanım veya zincir ile hareket alan pompa;
gear-type cutter: Düz ya da eğri biçimindeki kazan
dişli donanım tarafından çalıştırılan pompa.
borularının içindeki ağır kışıri temizlemek için kullanı
geared: Dişli; dişleri olan.
lan bir tür çakı; Gem. Mak. dişli türünde çakı.
geared diesel: Devir düşürücü bir dişli donanım ve
gearwheel: 1) bir dişli sisteminde diğerlerine geçmek
hidrolik kaplin veya elektromanyetik kaplin yardımıy
üzere dizayn edilmiş dişli; dişliçark, 2) Gem. Mak.
la pervaneye bağlanmış yüksek devirli bir gemi dizel
devir düşürücülerin büyük dişlisi veya pervane şaftı
motoru; dişli donanımlı dizel motoru.
na bağlı dişli; gear wheel şeklinde de yazılır; dişli
geared turbine: Devir düşürücü bir dişli donanımın çark; gervil veya girvil.
veya redüksiyon dişlileri ile pervaneye ya da bir gear, worm: Vorm dişli; sonsuz dişli.
elektrik jeneratörüne bağlanmış türbin; dişli dona Geiger counter: içinden geçen iyonlanmış parçacıkla
nımlı türbin.
rı araştırmak ve saymak için kullanılan bir cihaz; rad
gear, high: Bkz, high gear.
yasyonla iyonize edildiği zaman bir elektrik alanında
gear housing: Dişli mahfazası; dişli yuvası; Buh. akım oluşturan, içi gazla dolu metalik bir silindirdeki
Türb. devir düşürücü dişlileri çevreleyen, onları at
iğneye benzeyen elektrottan oluşur; Geiger sayacı.
mosfere karşı sızdırmaz hale getiren mahfaza veya
Geiger-Müller counter: Geiger sayacına benzeyen,
keys.
fakat radyoaktivite arama ve ölçme için kullanılan bir
gearing: 1a) bir makinenin dişlilerle uyumu, b) dişlile
cihaz; Geiger-müller sayacı; genel olarak, boş silindi-
rin uyum tarzı. 2) Meka. hareketi iletmek için kullanı
rik bir katot ile, ekseni boyunca yerleştirilmiş bir
lan dişliler sistemi veya diğer parçalar; dişli tertibatı;
anot telden oluşan gazlı bir hücre.
tanrik mekanizması.
Geiger region: Sayıcı bir tüpte bulunan bir voltaj böl
gear, intermediate: Hareket veya gücün aktarılmasın
gesi; Geiger bölgesi.
da kullanılan dişlilerden herhangi biri; ara dişli; id
Geigers: Geiger sayacı ile ölçülen radyoaktif parçacık
ling gear biçiminde de kullanılır.
lar.
gear lever: Mot. vites kolu.
Geissler tube: Elektriklendiği zaman gazın karakteri
gear, low: Bkz. low gear.
ne göre ışıklı kızarıklık oluşturan, içi gaz dolu ve iki
gear lubricant: Kara taşıt araçları, kâğıt değirmenleri,
elektrotu bulunan bir tüp; Geisler tüpü: Spektrosko-
tekstil tesisleri vb. i yerlerde dişlilerin ve dişli teçhiza
pi'de kullanılır.
tının yağlanmasında kullanılan bir tür gres; dişli ya
gel 247 geocentric coordinates

gel: Bir koloitin katı fazında, koloit çözeltisi tarafından


met pompaları.
oluşturulan jelatine benzer bir madde; jelatin; pelte;
generate: 1) üretmek; vücuda getirmek; hasıl etmek.
karşıtı sol; koloit şeklini almak; koloit haline gelmek;
2) Mate, bir nokta, doğru (hat) veya düzlem ile bir
koloitleşmek.
şekil çizmek veya (hat, düzlem, şekil ya da hacim)
gelatin (gelatine): 1a) kemik, paça ve hayvansal do
oluşturmak.
kuların kaynatılması ile elde edilen tatsız, renksiz ve
generating: Elektrik akımı, buhar, gaz vb. ini üretme.
kırılgan bir madde; jelatin, b) benzer sebze madde
generating belt: Mot. şarj dinamosuna motordan ha
si; Jelatin sıcak suda çözünür ve soğuduğu zaman,
reket veren kayış; şarj dinamosu kayışı; Çoğunlukla
jöleye benzer bir madde biçimini alır ve türlü yiye
V şeklinde olur.
cek, ilâç kapsülü, fotoğraf filmi vb. i yapımında kulla
generating plant: Termik santrallar, barajlar vb. i gibi
nılır. 2) jelatinden yapılan jöle.
üretme tesisi; elektrik enerjisi üretim tesisi; güç tesi
gelatinate-. Jelâtin ya öa jelatinli maddeye cevirmek
si.
veya dönüştürmek.
generating surface: Buh. Kaza. buhar üretme
gelatinize: Jelatin veya jelatinli maddeye çevirmek.
borula rı, su duvarı boruları, su perdesi boruları ve
2) Foto. jelatinle kaplamak; jelatin veya jelatine ben
ocak dö şemesinde bulunan ve tuğla ile
zer bir maddeye dönüştürmek.
kaplanmamış borula rın yüzeylerini kapsar; ısıtma
gelatinoid: Jelatin gibi; jelatine benzer; jelâtinli (jela
yüzeyinin bir bölümü; buhar üretme yüzeyi.
tin kapsayan) madde.
generating tube: Heder türlü su borulu kazanlarda
gelatinous: 1) jelatine ait, jelatin kapsayan. 2) jelatin
buhar üreten borulardan veya su borularından her
gibi veya jöle; jelatin veya jöle kapsayan; viskoz.
hangi biri; buhar üretme borusu.
gelation: Soğuma veya donma ile katılaşma.
generation: 1) Mate bir nokta, doğru, düzlem veya
gelid: Donmuş; buz tutmuş; aşırı derecede soğuk.
katının hareketi ile bir hat, şekil, düzlem veya hacim
gelidity: Aşırı derecede soğuk olma durumu.
oluşturma.
gelignite: Nitrogliserin, nitrosellüloz, güherçile ve kâ
generator: 1) üreten kimse veya şey; özellikle: a) gaz
ğıt hamuru karışımından oluşan bir patlayıcı; gelinyit
ya da buhar üreten bir makine, b) mekanik enerjiyi
(Ticarî bir marka); jöle şeklinde dinamit.
elektrik enerjisine veya yüksek elektrik potansiyeline
gelling point: Koloidal çözelti veya diğer yarı katıların
çeviren makine; jeneratör, alternator veya dinamo.
katı olduğu sıcaklık derecesi; katılaşma noktası veya
2) şarj dinamosu. 3) gaz üreten kimyasal cihaz.
sıcaklığı.
generator, acoustic: Elektriksel, mekanik ve diğer
gem: 1) süs olarak kullanılmak üzere kesilmiş, parla
enerji türlerini sese dönüştüren cihaz; akustik veya
tılmış kıymetli veya yarı değerli bir taş; mücevher;
ses üreteci.
kıymetli taş; yarı kıymetli taş. 2) mücevherlerle süsle
generator armature: Bkz. armature, generator.
mek.
generator belt Mot. motordan şarj dinamosuna hare
gemel: Mete. birlikte bir menteşe oluşturan, kanca
ket veren kayış; şarj dinamosu kayışı; çoğunlukla V
ve ilmek gibi, iki üniteden veya parçadan herhangi
şeklinde olur; Bkz. generating belt.
biri.
generator brush: Bkz.
gen.: Bkz. generator.
brush.
generable: Üretilebilir.
generator commutator: Bkz.
general: Genel; umumî.
commutator.
general alarm: Yolcu ve yük gemilerinde genel
generator, double current: Aynı endüviden hem doğ
alarm, köprüüstü veya yangın kontrol istasyonuna
ru ve hem de alternatif akım sağlayan üreteç; çift
yerleştirilmiş ve elle çalıştırılan bir kontaktör ile yapı
akımlı (AC, DC) jeneratör.
lır; bu amaçla çapı 203 mm (8 inç) veya daha bü
generator, electric: Elektrik jeneratörü v
yük, titreşimli bir gong kullanılır; bu alarmlar perso
mekanik enerjiyi elektrik enerjisine çeviren döner ha
nelin her zaman duyacağı yerlere konulur ve emer-
reketli makine.
censi dağıtım tablosundan (24 volt DC) beslenir.
generator field coil: Bkz. field coil.
general average: Den. gemi, yük ve navlunun içinde
generator, magneto field: Alan kutupları sabit mıkna
bulunduğu tehlikeden kurtarılması için kaptanın ser
tıslardan oluşan elektrik üreteci; mıknatıs alanlı jene
best iradesiyle verdiği karar sonucu yaptığı harcama
ratör.
lar ve zararlara denir; Genel avarya; büyük avarya.
generator panel: Ana jeneratörün denetimini sağla
general cargo: Den. bir geminin yüklediği birbirinden
mak üzere voltmetre, ampermetre, vatmetre, otoma
farklı mallardan oluşan yük; karışık yük; kırkambar.
tik şalter, kaçak kontrol lâmbaları, frekansmetre vb. i
general circulation: Meteo, atmosferik dolaşım veya
kontrol cihazları ile donatılmış ana dağıtım tablosu
sirkülasyon; tüm dünyanın büyük rüzgâr sistemi.
kısmı; panel; jeneratör paneli; her jeneratör için bi
general formula: Kimy. bir serinin tüm üyelerini belir
rer panel bulunur.
tebilmek için kullanılan formül; genel formül; örne
generator pole: Bkz. pole.
ğin alken serisinin genel formülü C n H 2 n + 2 'dir . n = 1
generator pulley: Bkz. pulley.
alındığı zaman metan (CH4) ve n = 16 alınırsa hegza- generator set: Jeneratör grubu,
dekan (C 16 H 34 )
generator switchboard: Bkz. switchboard.
bulunur. generatrix: Mate, hareketi doğru, düzlem, şekil veya
general radiation: Devamlı ya da sürekli radyasyon.
katı şekil oluşturan bir nokta, doğru veya düzlem; ya
general rule: Genel ya da umumî kural.
pıcı çizgi (hat).
general service pumps: Gemilerde türlü işler için
geo-: Dünya, dünyaya ait anlamlarında bir önek.
kul lanılan ve sintine, sağlık, yangın ve emercensi
geocentric: 1) dünyanın merkezinden görülen veya
pom palarını kapsayan genel ad; genel servis
ölçülen; jeosentrik. 2) dünyanın merkezine ait.
veya hiz
geocentric coordinates: Göksel küre üzerinde dün-
geocentric theory 248 gild

yanın merkezi, onun orijini veya referans noktası ola


lerini ve uzayda karşılıklı ilişkilerini inceleyen dalı;
rak kullanılan koordinatlar sistemi; jeosentric koordi
geometri; hendese; Bkz. plane geometry, solid
natlar.
ge ometry. 2) geometri kitabı; geom. kısaltması ile
geocentric theory: Dünyanın, evrenin merkezi oldu
belir tilir.
ğuna ait eski bir kuram veya teori.
geophysical: Jeofiziğe ait; jeofiziksel.
geochemistry: Yer kabuğunun geçmişte ve bugün
geophysics: Dünya ve onun atmosferi ile ilgilenen
kimyasal yapısı ve değişimi ile ilgilenen kimya dalı;
fi zik dalı; hava, rüzgâr, gelgit vb. lerini ve onların
jeokimya.
dün yadaki etkisini inceleyen bilim; jeofizik; geofizik.
geodesic line: Küresel bir yüzeyde iki nokta arasında
Georgia pine: Bot. 1) güney ABD'de yetişen kereste
ki en kısa mesafe; büyük dairenin bir yayı; büyük
si değerli ve terebantin kaynağı olan bir çam ağacı;
da ire yayı.
Corcia çamı. 2) bu ağacın kerestesi.
geodesy: Dünya veya onun büyük bir parçasının yü
geosphere: Dünyanın katı ve su ile karışık olan kısmı
zeyinin veya yüzeyi üzerinde yeri kesin olarak belli
litosfer ile hidrosferin bileşimi; jeosfer; geosfer.
bir noktanın yüzeyinin ölçümü veya saptanması ile il
geostatic: 1) dünyanın basıncı veya benzer bir mad
gilenen, uygulamalı matematik dalı; geod. kısaltma
de ile ilgili; jeostatik. 2) bu basıncı taşımaya mukte
sı ile belirtilir; geodezi; jeodezi.
dir.
geodetic: Geodezi'ye ait veya geodezi ile saptanan.
geostatics: Katı cisimlerde kuvvetlerin denge
geodetically: Geodezi ile veya geodeziye göre.
mekani ğini inceleyen fizik bilimi dalı; katı cisimlerin
geodetics: Bkz. geodesy.
statiği; jeostatik bilimi.
geognosy: Dünyanın yapısı ve türlü katmanların ve
geotectonic: Dünya yüzeyindeki kayaların yapı, şe
mineral yataklarının dağılımını inceleyen jeoloji dalı;
kil, dağılım vb. i ile ilgili; jeoteknik.
jeognosi.
geothermic: Dünyanın iç kısmındaki ısı ile ilgili; jeo
geographical mile: Ekvatorda boylamın bir dakikası
termik.
na eşit olan uzunluk birimi; coğrafya mili; 1853, 184
geothermal: Dünyanın iç kısmındaki su ile ilgili; bu
metre veya 6080 fit.
ısı ile ısıtılan veya çalışan; jeotermal.
geography: 1) coğrafya bilimi. 2) bir bölge veya ye
geothermal energy: Dünyanın iç kısmındaki ısı ya
rin fiziksel yapısı. 3) coğrafya kitabı.
da enerji; bu enerji ile çalışan makine; jeotermal
geoid: Ortalama deniz yüzeyinde olduğu gibi, dünya
enerji. germanium: Kimy. karbon ailesinden nadir,
nın tüm yüzeyini belirten kuramsal sayı.
grimsi be yaz, kimyasal metalik bir element;
geologic: Bkz.
germanyum;
geological.
Simg. Ge; at.ağ. 72,60; at.no. 32.
geological: Jeolojiye göre veya ona ait.
German silver: Çinko, nikel ve bakırın beyaz bir alaşı
geologically: Jeolojiye göre; jeoloji ile.
geologize: Bir alan vb. ini jeolojik olarak incelemek. mı; alpaka; GS kısaltması ile belirtilir; Alman gümü
geology: 1) yer kabuğunun yapısı ve onun türlü kat şü; nikel gümüşü adı da verilir.
manlarının oluşumu ve gelişimi ile ilgilenen bilim da getter: Vakum tüpü veya elektrik ampullerinden gaz
lı; jeoloji. 2) verilen bir bölge, alan veya yerde yer çıkarmak için kullanılan, çoğu zaman metal ve kolay
kabuğunun yapısı; kayalar, kaya oluşumu vb. i. 3) ca oksitlenen bir madde.
jeoloji kitabı. geyser: 1) belirli aralıklarla kaynar su ve buhar püs
geom.: Bkz. 1) geometer. 2) geometric. 3) geomet kürten kaynak; gayzer. 2) ing. bobin türünde küçük,
rical. 1. 4) geometrician. 5) geometry. gaz veya sıcak su ısıtıcısı.
geyserite: Geyzer ve sıcak su kaynaklarının kenarla
geomagnetism: Dünyanın manyetik alanı ve bu ala
rında biriken opale benzer bir mineral; gayzerit.
nın değişikliklerinin içyüzü ve nedenlerinin etüt ya
da incelenmesi; jeomanyetizm; geomanyetizm. G-force: Bir cismi saniyede 9,75 m (32 fit) hızla hare
ket ettirmek için gerekli yerçekimi.
geometer: Geometrici; geometri
uzmanı. ghost: 1) Opt. Telev, istenmeyen ikincil (sekonder)
geometric: 1) geometriye göre veya geometriye ait. görüntü veya parlak bir nokta. 2) hayalet.
2) doğru, üçgen, daire vb. i şekillerle belirtilen; ge Gl (G.l.) Bkz. galvanized iron.
ometrik. giant powder: Dinamite benzeyen bir patlayıcı; dev
barut.
geometrical: Bkz. geometric.
geometrical progression: Bkz. geometric progressi gib: 1) Mak. bir makinenin hareketli kısımlarını yerin
on. de tutmak, muhafaza etmek için kullanılan metal ya
geometrically: Geometri ile veya geometriye ait. da tahtadan yapılmış bir parça; pin; çatal pin. 2) bir
geometric head: Geometrik yükseklik; geometrik pin ile bağlamak veya yerinde tutmak. 3) bir kreynin
hed. yük kaldıran hareketli kolu; bumba.
geometrician: Geometri uzmanı; geometrici; hende- gig: 1) uzun, hafif, kürek ve yelkenle yürütülen, çoğu
seci; geometer biçiminde de yazılır. zaman komutana ait bir gemi botu; kik. 2) yarışlarda
geometric progression: Her terimin bir sonrakine kullanılan kürekli tekne. 3) kumaşların üzerindeki ha
oranının, serinin her tarafında birbirine eşit olduğu vı toplamak için kullanılan makine. 4) zıpkın. 5) zıp
dizi; geometrik dizi; 1,2,4,8,16,32 vb. i bir geometrik kın ile balık yakalamak. 7) kik ile gezi yapmak.
dizidir. giga-: Bir milyar (1 000 000 000) veya 10*9 anlamında
bir önek; giga; G kısaltması il belirtilir.
geometrize: 1) geometri çalışmak. 2) geometrik ilke
gilbert: Metrik sistemde manyetomotif kuvvet birimi;
lerle çalışmak. 3) Nad. Ola. geometrik olarak çöz
0,7958 amper-sarım.
mek veya çözümlemek.
gild: 1a) ince bir altın katmanı ile kaplamak, b) altın
geometry: 1) matematiğin nokta, çizgi, düzlem ve ka
yaldızla kaplamak. 2) parlak ve çekici yapmak. 3)
tı şekillerle ilgilenen ve onların özelliklerini ve ölçüm
gilding 249 glas s cu tt e r

bir şeyi olduğundan daha çekici veya daha değerli


havanın türbine girmesini önleyen kısımlar; boğaz
görünür yapmak.
glendi.
gilding: 1) Metal, taş, ağaç vb. yüzeyine altın veya al
tına benzer bir madde uygulama işlemi veya sanatı. gland exhaust condenser: Ana türbinlerin boğazla
2) bu şekilde uygulanan madde. rından gelen buhar hava karışımının toplandığı kon-
gill: 1/4 pinte (0,1183 İt) eşit olan bir sıvı ölçüm biri denser; glend egzoz kondenseri; buhar burada yo-
mi. ğuşturularak yoğuşum devresine verilir ve hava at
gill rings: Galsama halkaları veya diskleri; Buh. Kaza. mosfere atılır.
Ekonomayzer borularının çevresine, ısıyı tutmak üze gland exhauster: Bkz. gland leak-off exhauster.
re yerleştirilen madenî diskler. gland exhaust system: Buh. Türb, boğaz glendlerin-
gilsonite: Başlıca Utah eyaletinde (ABD) bulunan sat den boğaz sızdırmazlık buharını ve havayı egzoz
asfalt. kondenserine ileten devre; boğaz egzoz sistemi ve
gilt: Bkz. gild; bir yüzeyi kaplayan ince altın katmanı ya devresi.
veya altına benzeyen bir madde. gland leakage loss: Aksiyon türbinlerinde boğazlar
gim: Vinç; macuna. dan, reaksiyon türbinlerinde hem boğazlar ve hem
gimbals: Eksenleri birbirine dik açıda yerleştirilmiş, de dami pistondan sızan buharın oluşturduğu kayıp;
bi ri diğerinin içinde serbest salınım yapan bir çift glend kaçak kaybı; bpğaz kaçak kaybı.
çem berden oluşan bir cihaz; yalpa çemberleri; gland leak-off condenser: Türbin boğazlarından ka
gemi pu sulası, fener vb. leri yalpa çemberine çan hava ve buhar karışımlarının giderilerek gönde
asıldıkları za man yatay veya ufkî durumlarını rildikleri kondenser; boğaz sızıntı veya kaçak kon
korurlar.
denseri.
gimlet: Bir ucunda delgi ve diğer ucunda delgi ile dik gland leak-off exhauster: Boğazlardan kaçan buha
açı yapan tutacağı olan küçük, delik açma aleti; del
rın çoğu zaman bir boru ile gönderildiği kondenser;
gi; burgu; el matkabı; toprak veya ağaç burgusu. 2)
hava ve yoğuşmayan buharı atmosfere atan egzoz
burgu ya da matkap ile delik açmak. 3) sondaj mat
kabı. fanı.
gimmal: iki veya daha fazla küçük dairenin birbirine gland packing: Türlü makineler, pompalar vb. lerlnin
geçmesinden oluşan çember. şaft boğazlarında gaz, buhar, sıvı vb. i kaçaklara en
gin: 1) ağır maddeleri kaldırmak için kullanılan bir ma gel olmak üzere türlü maddelerden yapılan sızdır
kine. 2) pamuk liflerini çekirdekten ayırmak için kul mazlık parçaları; salmastra; boğaz salmastrası.
lanılan bir makine; çırçır makinesi; çoğu zaman cot gland, packing: Bkz. gland.
ton gin olarak kullanılır. 3) balıkçılık için ağ veya ka gland seal system: Türbin boğazındaki basıncın at
pan. mosfer basıncından küçük olduğu kısımlarda hava
gin tackle: ikili veya üçlü makaralardan meydana ge nın türbine girmesini önlemek üzere boğazlara dü
tirilmiş bir palanga. şük basınçlı (1,08-1.22 bar) buharın verildiği sistem;
girasol: Parlak ışıkta kırmızımsı ışına sahip olan bir boğaz siil ya da sızdırmazlık sistemi.
tür opal; ateş opal. gland steam condenser: Bkz. gland exhaust con
girder: Bir köprünün üst yapısını, bir binanın iskeleti denser.
ni vb. taşımak için kullanılan çelik veya ağaçtan, ço glare: 1) kuvvetli, göz kamaştırıcı sabit bir ışıkla parla
ğu zaman yatay, geniş bir kiriş; payanda; putrel. mak. 2) çok parlak veya gösterişli olmak. 3) kuvvet
girder stay: Alev borulu kazanlarda cehennemlik ta li, göz kamaştırıcı, sabit bir ışık veya parlak bir yansı
vanlarının dayanıklıklarının arttırılmasında kullanılan ma.
payanda; köprü ya da kiriş payanda.
glare: Buz gibi parlak, düzgün, cama benzer bir yü
girosol: Bkz. girasol.
zey; düzgün, parlak ve cam gibi.
girth joint: Bkz. girth seam.
glaring: Sabit ve göz kamaştırıcı bir parlaklık. 2) çok
girth seams: Alev borulu kazanların aynalarını zarfa
bağlamada kullanılan ve çoğu zaman iki sıralı per parlak veya gösterişli.
çin bağlantısından oluşan dikiş; çevre veya kuşak di glary: Bkz. glaring.
kişi; circumferential joint şeklinde de kullanılır. glass: 1) silikatlann soda, potas, kireç ve bazan türlü
Gl.: Bkz. glucinum. metal oksitleri ile eritilerek elde edilen sert, kırılgan
gl.: Bkz. 1) glass. 2) gloss. ve çoğu zaman saydam bir madde; cam. 2) yapısı
glacial: Kimy. buza benzer kristalli görünüme sahip ve özellikleri bakımından cama benzeyen herhangi
olan: Buzlu asetik asit gibi. 2) buzul devri periyotu bir madde. 3) cam eşya veya züccaciye. 4a) ayna,
veya sürecine ait. sürahi, pencere camı, teleskop, barometre vb. i gibi
glacial asetic acid: Düşük erime noktasına sahip ol herhangi bir şey. b) Çoğ, gözlük, c) Çoğ. çiftli dür
duğundan derhal kristalleşen ve buza benzer kristal bün. 5) su bardağının kapsadığı miktar. 6) koruma
ler veren saf, derişik (konsantre) asetik asit; buza amacıyla bir cam kavanoza koymak. 7) yansıtmak.
benzeyen asetik asit. 8) cam ile donatmak. 9) camdan yapılmış; cama ait.
glair: 1) çiriş veya cila yapımında kullanılan çiğ yu glass blower: Üfleyerek cam yapan kimse veya maki
murta akı. 2) bundan yapılan çiriş veya cila ile kapla ne; cam üfleyici.
mak. glass blowing: Bir borunun ucundaki erimiş cam küt
glance: Metalik parlaklığı olan türlü maden cevherle lesine üflenen hava ile gerekli şeklin verilmesini sağ
rinden herhangi biri; örneğin argentit ve galen. layan işlem ya da sanat; cam üfleme sanatı.
gland: 1) Meka. salmastra kutularında salmastraları sı glass cutter: 1) görevi istenen ölçü ve şekillerde cam
kıştırmak için kullanılan, somun ve cıvata ile hareket
kesmek olan kişi; cam kesici. 2) görevi cam üzerine
ettirilen hareketli bir parça; salmastra glendi; sal
şekiller yapmak olan kişi. 3) cam kesmek veya ca
mastra kapağı. 2) Buh. Türb. rotorşaftın mahfaza ya
da keysten çıktığı kısımlarda buhar sızmasını veya ma oyma yapmak için kullanılan cihaz; elmas (alet).
gl asshous e 25C glucos e

glasshouse: Cam fabrikası veya atelyesi.


yı ilgilendiren; tüm dünyayı kapsayan. 3) genel.
glasses: Bkz. binoculars.
globale: Küre ya da glop şeklinde olan; küresel.
glassiness: Cam imâl eden kişi.
globated: Bkz. globate.
glass, magnifying: Bkz. magnifying glass.
globe: 1) yuvarlak, top şeklinde olan herhangi bir
glassman: 1) cam eşya satan kimse; züccaciyeci. 2)
şey; küre; özellikle; a) dünya; yerküre, b) dünyanın
cam imâl eden veya yapan kişi. 3) camcı veya cam
anakara (kıta), denizler vb. ini gösteren küre şeklin
kesen kişi.
deki modeli, c) takımyıldız vb. lerini gösteren, uza
glassware: Camdan yapılmış şeyler; züccaciye.
yın veya göğün benzer modeli. 2) şekli bir dereceye
glass water gauge: Buh. Kaza. cam borudan yapıl
kadar küreye benzeyen herhangi bir şey; Özellikle:
mış testiye şişesi; bu tür testiye şişeleri buhar basın
a) balık konulan yuvarlak bir cam kap. b) bir lâmba yı
cı düşük olan kazanlarda kullanılır.
çevreleyen yuvarlak cam mahfaza; glop. c) elek
glass wool: Cam yünü; cam pamuğu. trik ampulü.
glasswork: 1) cam yapan fabrika; cam fabrikası. 2)
globe valve: Glop valf.
cam veya cam eşyalar yapma; camdan yapılmış süs
globin: Hemoglobinin protein bileşeni; globin.
eşyaları; züccaciye. globoid: Bir dereceye kadar küre şeklinde; küresel;
glassworker: Cam işçisi; cam ile çalışan kişi.
küre şeklinde olan; küresel olan herhangi bir şey.
glassy: Görünüş ve kalitesi cama benzeyen ve camı
globose: Küresel veya hemen hemen küre şeklinde
düşündüren; düzgün; saydam.
olan.
Glauber's salt (or salts): Kristalli bir tuz; sodyum sül
globous: Bkz. globose.
fat, Na 2 S0 4 .10H 2 0 ; Glauber salt şeklinde de
globular: 1) bir top ya da globa benzeyen şekilde; kü
yazı lır.
resel; yuvarlak. 2) küçük küreciklerden oluşan.
glauconite: emir ve potasyumun yeşilimsi renkli bir si
globule: Çok küçük (minicik, mini mini) top ya da
likatı; glokonit.
glop; kürecik (özellikle sıvılar için); çok küçük dam
glaze: 1) eritildiği zaman cama benzer sonuç veren
la.
bir madde ile kaplamak, b) cilalama vb. i ile yüzeyi
globuliferous: Çok küçük kürecikler üreten ya da sa
ni parlak yapmak. 2) cama benzer parlak veya ince
hip olan.
katman ile kapalmak. 4) cama benzer bir katman;
globulin: Hem hayvansal ve hem de bitkisel dokular
sır. e) bunu yapmak için kullanılan herhangi bir
da bulunan, suda çözünmeyen albüminimsi protein
madde.
lerin bir grubu; globulin.
glazier: 1) görevi belirli ölçü ve şekillerde cam kes
glomerate: Yuvarlak kütle şekli verilmiş.
mek veya pencere vb. lerine takmak olan kişi; cam
glomeration: 1) yuvarlak kütle şekli verme işi. 2) yu
cı; sırcı. 2) görevi toprak kapları veya kap kaçağı sır
varlak kütte şekline sokulmuş herhangi bir şey.
lamak olan kişi.
glonoin: Nitrogliserin, özellikle bunun homopati'de
glasiery: Camcının işi; camcılık; sıralık.
Bkz, homeopathy kullanılan bir çözeltisi.
glazing: 1) camcının pencerelere vb. i cam takma işi.
glonoine: Bkz. glonoin.
2) çerçevelere takılan veya takılmış olan cam. 3) ca
ma benzer kaplama. 4) sır uygulama işi. 5) sır ola gloss: 1) düzgün, cilâlı bir yüzeyin parlaklığı veya pa
rıltısı. 2) cilâlı, parlak bir yüzey vermek; parıltılı yap
rak tatbik edilen madde.
mak. 3) cila; perdah. 4) cilalamak veya cila yapmak;
gleam: 1) bir anlık parlaklık; flaş veya ışık ışını. 2) do
yaldız yapmak veya yaldızlamak.
nuk ışık. 3) cilalanmış bir yüzeydeki gibi, yansıyan
glossary: Bilgisay. öze! sözlük.
parlaklık. 4) ışın ya da ışınlar ile parlamak veya yan
sımak. glossy: Düzgün, parlak ya da cilâlı bir yüzeye sahip;
parlak; cilâlı.
gleed: Akkor haline gelmiş veya kızarmış kömür.
glow: 1) büyük ısı sonucu parlak ışık çıkarmak; ısıdan
gliadin: Buğday ve diğer huubbat tanelerinde bulu
akkor haline gelmek veya kıpkırmızı olmak. 2) bü
nan bir protein; gliadin; prolamin.
yük ısı sonucu çıkarılan ışık; akkor. 3) alev ya da
glide: 1) Hava. makinesini kullanmaksızın yavaşça in
alaz olmaksızın sürekli veya düzenli ışık. 4) bir ren
mek (uçak için). 2) akmaya neden olmak. 3) düz
gin yoğunluğu, şiddeti ya da parlaklığı.
gün ve kolay akım. 4) bir uçağın makinesini kullan
glow discharge: Alçak basınç ve alçak gerilimde gaz
madan yavaş inişi.
doldurulmuş bir tüpte ışıklı ve sessiz bir elektrik bo
glider: Hava akımları yardımıyla uçabilen makinesiz
şalımı ya da deşarjı.
uçak; planör.
glim: Işık, lâmba, mum vb. i. glow filament: Akkor fitili; Bkz. glow plug.
glimmer: 1) zayıf ve titrek bir ışık vermek. 2) zayıf ve glow plug: Diz. Mot. bilinen bujilere benzeyen fakat,
titreyen bir ışık. kıvılcım aralığına yerleştirilen yüksek dirençli telden
yapılan küçük bir sargıya sahip olan bir buji; akım
glimmering: Bkz. glimmer.
geçtiği zaman sargı kızarır ve ön yanma odasını ısıta
glint: 1) bir an veya birden parlamak. 2) hızlı şeKilde
rak yanmaya yardım eder; kızdırma bujisi.
hareket etmek.
glucinium: Bkz. glucinum.
glisten: Parlama; kıvılcım; parıltı.
glucinum: Metalik kimyasal bir element; Simg. Gl; be
glister: Parıltı; kıvılcım; anî bir parlaklık.
rilyum'un eski adı.
glitter: 1) kıvılcımlı bir ışıkla parlamak. 2) parlak, kıvıl
glucoprotein: Bkz. glycoprotein.
cımlı ışık; parlama veya parıldama.
glucose: Doğal olarak meyvalar, bal vb. inde bulu
glittery: Parıltısı olan; parıltılı; parlak.
nan kristalli bir şeker; glükoz, C 6 H 1 2 0 6 ; dekstroz,
gloaming: Akşam karanlığı; alaca karanlık; tan.
üzüm şekeri gibi isimler de alır; ticari şekli dekstrin
global: 1) küre veya glop şeklinde. 2) tümü ile dünya
ve maltoz kapsar.
glucosid 251 gold foil

glucosid: Bkz. glucoside.


tir.
glucoside: Hidrolizde şeker ve bir ya da daha fazla
glycols: iki hidrojen atomu için hidrokzil grubu ekle
diğer maddelerden veren doğal veya yapay bileşik nerek alifatik hidrokarbonlardan türeyen (türetilen)
ler sınıfının herhangi biri; glükosif. dihidrik alkoller.
glucosidic: Glükosltler kapsayan veya glükositlere glucolysis: Şekerlerin hidrolizi.
ait. glyconeogenesis: Karbonhidratların, özellikle glikoje
glue: 1) hayvan deri, kemik, ayak vb. lerinin kaynatıl nin, glükositsiz maddelerden üretimi.
ması ile yapılan sert, kırılgan ve suda ısıtıldığı za glycoproteid: Bkz. glycoprotein,
man yapışkan ya da zamk oluşturan bir jelatin. 2) ci glycoprotein: Proteinin bir karbonhidrat grubu ile bir
simleri birbirine yapıştırmak için kullanılan herhangi leştiği bileşikler sınıfının herhangi biri; glucoprotein
viskoz (yapışkan) bir madde; tutkal; zamk. 3) tutkal olarak da kullanılır.
iie birbirine yapıştırmak, gm.: Bkz. gram; grams.
gluepot: Tutkal eritmek için kullanılan ve bir su kabı GMDSS: Global Maritime Distress and Safety Sy
içersine konulan bir başka kap; tutkal kabı; tutkal stem: Küresel Deniz Tehlike ve Emniyet Sistemi.
eritme kabı. G.M.T.: Bkz. Greenwich Mean Time,
gluey: 1) tutkal gibi; yapışkan. 2) tutkal ile kaplı, gnesis: Granite benzeyen iri taneli, metamorfik kaya;
glutamine: Bazı bitkilerin kök ve yapraklarında bulu feldispat, kuvars, mika ve horablent gibi farklı mine
nan kristalli bir madde; glutamine, C 5 H 10 N 2 O 3 . ral katmanlarından oluşur.
gluten: Glüten; buğday ununda bulunan gri renkli, gneissic: Feldispat, kuvarz, mika ve hornblent gibi
besleyici bir madde, farklı minerallar kapsayan bir kaya veya bu kayaya
glutenous: 1) glütene benzeyen. 2) glüten dolu. ait ya da bu kayaya benzer.
glutinous: Yapışkan; tutka! gibi. gnomon: 1) güneş saati vb. i üzerindeki ve gölgesi
glyceric: 1) gliserine ait; gliserinden türeyen. 2) renk günün saatini (zamanını) gösteren bir sütun veya
siz, şurup kıvamında bir asiti (gliserik asit, CH2OH.C- pin; güneş saati ibresi veya iğnesi. 2) bir paralelke-
narın köşesinden benzer bir paralelkenar çıkarıldığın
HOC.COOH) belirtir; gliserin veya giiserol'un kısmî
oksitlenmesinden elde edilir, da geriye kalan şekil.
gnomonic: 1) güneş saatine ait. 2) güneş saati ile za
glycerid: Bkz. glyceride.
manın ölçülmesine ait.
glyceride: Doğal veya yapay gliserin ya da gliserol gnomonic map: Tüm büyük dairelerin doğrular şek
esteri; gliserol ile organik asitlerin esteri; örneğin gli- linde oluştuğu harita.
serii monooleat. go: 1) boyunca hareket etmek; seyahat etmek; ilerle
glycerin: Sıv. Yük. renksiz, kokusuz, şurup kıvamında mek: Bu araba saatte 160 km hızla ilerleyebilir gibi.
bir sıvı; gliserin, C 3 H 5 (OH) 3 ; yağ ve hayvansal yağ 2) hareketli olmak. 3) hareket etmek; çalışmak veya
ların hidrolizi ile elde edilir; çözücü veya solvent, de işlemek. 4) belirli bir rota, hareket hattı vb. ini almak
ri losyonu, besin koruyucusu vb. i ve patlayıcı yapı ya da takip etmek; özellikle: a) sonuçlandırmak;
mında kullanılır; kimyada gliserol Bkz. glyserol ola imâl etmek veya oluşturmak, b) bir usul, yöntem vb.
0
rak kullanılır; 15,5 C/15,5°C'de öz.ağ. 1,2627; i ile ayarlamak veya yönlendirmek. 5) geçmek: Za
k.n.239°C; d.n.15°C; suda tümü ile çözünür; man için söylenir.
25°C'de visk. 775 cP; gemilerde 25°-30°C sıcaklık go about: Den. yön değiştirmek.
ve atmosfer basıncında taşınır. go-devil: Bîr yakıt boru hattından engelleri kazıyarak
glycerine: Bkz. glycerin, çıkaran alet; boru kazıyıcısı.
glycerol: Gliserinin kimyadaki ismi: gliserol. godown: Uzakdoğu'da ambar ya da antrepo,
glyceryl: Gliserinin üç değerli kökü, C 3 H 5 . goethite: Kırmızımsı kahverengi bir mineral; demirin
glyceryl nitrate: Bkz. nitroglycerin, sulu oksit minerali, Fe 2 0 3 H 2 0 pasın başlıca bileşe
ni.
glycine: Kristalli bir madde, NH 2 CH 2 C0 2 H; proteinle
goggles: Gözleri toz, rüzgâr, metal parçası vb. inden
rin hidrolizinden elde edilir ve amino asitin özellikleri
korumak için kullanılan, kenarları kapalı büyük göz
ne sahiptir; glisin. lük; kaynakçı gözlüğü.
glyco-: Gliserin veya gliserol; glikojen anlamlarında go-ahead: Bilgisay. yürütmek
bir önek. gold: 1) madenî para, mücevherat, alaşımlar vb. i ya
glycogen: Nişastaya benzer, çözünmez bir madde: pımında kullanılan ağır, sarı renkli yüksek derecede
glikojen; hayvansal nişasta; Simg. (C 6 H 1 0 O 5 ) x; dövülebilir, değerli bir metalik kimyasal element; al
hayvansal dokularda, özellikle karaciğer ve kaslarda tın; Simg. Au; at.ağ. 197,2; at.no. 79; G., g. kısaltma
üretilir ve basit şekere dönüştürülür. ları ile belirtilir. 2) altın para. 3) para; zenginlik; sağ
glycogenesis: Glikojen veya hayvansal nişasta oluş lık. 4) metalin parlak sarı rengi. 5) altın kapsayan, al
ması. tına benzeyen, altından yapılmış veya altına ait. 6)
glycogenic: Glikojene ilişkin; glikojenin oluşumuna altın rengine sahip olan; altın renkli, 7) altına dayalı,
ait. gold beater: Kaplama için altın döverek çok ince va
glycol: 1) belirli etilen bileşiklerinin alkali karbonat ile raklar (levhalar) oluşturan kişi; varakçı.
ısıtılmasından elde edilen ve antifriz olarak kullanı gold dust: Madenlerde bulunan çok küçük parçacık
lar veya toz halindeki altın; altın tozu.
lan renksiz, şurup kıvamında bir sıvı; glikol; Simg.
golden: 1) altın veren, altından yapılan, altın kapsa
C 2 H 4 (OH) 2 ; tam olarak ethylene glycol. 2) bu bile
yan veya altına ait. 2) altın rengi ve parlaklığına sa
şiğin, türü olduğu alkol gruplarından biri.
hip olan; parlak sarı. 3) çok değerli; mükemmel.
glycolite: 1) glikole ait veya glikol kapsayan. 2) ko gold-filled: Bir metalin altın kaplanmasıyla yapılmış.
rukta bulunan veya glikolun oksitlenmesiyle yapılan gold foil: Varaktan biraz daha kalın ve dövülerek ya-
kristalli bir asite (CH 2 OHC0 2 H) ait veya o asiti
belir
gold-leaf 252 grain
da (süperşarjerlerde) kullanılan yağlama yağı; regü
pılmiş altın levha. latör yağı; eğer bu tür yağ mevcut değilse SAE 30
gold-leaf: Altın varağa ait; altın varakla süslenmiş. numara karter yağı kullanılır.
gold leaf: Altın kaplamacılığında kullanılan, dövüle governor, shaft-operated: Daha çok jeneratör çalıştı
rek yapılmış çok ince altın levha; altın varak. ran pistonlu buhar makinelerinde volanlara donatı
gold mine: 1) altın cevherinin elde edildiği maden lan mekanik regülatör; şaft tarafından çalıştırılan re
ocağı; altın madeni. 2) çok değerli veya yararlı bir gülatör.
şeyin kaynağı. governor spring: Regülatör yayı; Bkz. speeder
Goldschmidt process: Çok ince alüminyum tozları spring.
iie redükleyerek oksitlerden metallerin elde edilmesi governor valve: Buh, Turb. buhar valfı ve bu valfın sa
işlemi; termit işlemi; Goldşimit işlemi. pına bağlı bir regülatörden oluşan valf; doğrudan tür
goldsmith: 1) altından eşyalar yapan usta; kalemkâr. bine verilen buhar miktarını ayar ederek makinenin
2) bu tür eşyaları satan kişi; kuyumcu. devir sayısının belirli bir değerde kalmasını sağlar.
gondola car: Bir kristal ya da prizmanın yüzeyleri ara governor weight: Bkz. governor ball.
sındaki açıları ölçmek için kullanılan bir cihaz; gon- gr.: Bkz. gram; grams.
yometre; goniometre. grab: Kaldırılacak şeyleri tutmak için kullanılan, iki
goniometry: Açıları ölçme bilimi veya kuramı. parçadan yapılmış, açılır kapanır, tırnaklı, türlü meka
goo: Tutkal gibi yapışkan olan herhangi bir şey. nik araçlardan herhangi biri; kepçe.
good deal: Büyük bir sayı ya da nicelik; bir çok ya grab rope: Gemilerin bordalanna asılı; tutma halatı;
da çok. vardakova.
gooey: 1) tutkal gibi yapışkan. 2) yapışkan veya tatlı. gradation: Bilgisay. Karartı ölçeği;
googol: 1) bir sayısını izleyen yüz sıfırdan oluşan sa grade: Derece. .
100
yı; 10 . 2) çok büyük herhangi bir sayı. grader: Toprak tesviye makinesi; daha çok yol yapı
goose: 1) tutulacak yeri kaz boynuna benzer şekilde mında kullanılan makine; greyder.
uzun, terzi ütüsü. 2) düzensiz hamleler için (bir mo grading: Tesviye etme; reglaj.
toru) yakıtla beslemek. gradient: 1) Fiz. a) sıcaklık, basınç vb. inin değişim
goose barnacle: Kendilerini gemi, tekne vb. lerinin miktarı, b) bunu belirten diyagram veya eğri. 2) Me-
alt ya da karinalarına bağlayan uzun bitkisel saplan teo. barometrede düşme veya yükselme. 3) bir yol
olan deniz kabukluları. veya demiryolunun eğimi; meyil; yokuş. 3) meyil de
gooseneck: 1) boruların metal bağlantısı, masa lâm recesi.
balarını taşıyan esnek çubuk gibi, şekli kazboynuna gradient thermocouples: Metal bir borudaki sıcaklık
benzeyen türlü mekanik cihazlardan herhangi biri. değişimlerini ölçmek ve ısı akımını veya boru içinde
2) Diz. Mot. büyük güçlü dize! motorlarında soğut ki kısır katmanının ısıl direncini saptamak için kullanı
ma suyunu silindir bloklarından silindir kapaklarına lan ve boru etine farklı derinliklerde yerleştirilen iki
ileten U şeklindeki boru; kazboynu. 3) Den. bumba pirometre veya termokupl.
topuğu veya bumba menteşesi. gradiometer: Meyil ölçmek için kullanılan bîr alet;
gouge: 1) tahtaya oyuk açmak veya delikler yapmak gradiyometre.
için kullanılan eğri ağızlı, içi boş bıçağı olan bir kes gradual: 1) hemen hemen farkedilmez adımlar veya
ki; kalem; keski kalemi; tahta keskisi. 2a) böyle bir derecelerle oluşma; kademe kademe; tedricî; anî ve
keski ile oyuk veya delik açma işi. b) bu şekilde ya ya keskin bir biçimde etkilenmeme; azar azar geliş
pılmış oyuk veya delik. 3) ağaç keskisi ile oyuk ya me veya ortaya çıkma.
da delikler açmak. gradually: Tedricî olarak; tedricî; yavaş yavaş.
gov.: Bkz. governor. graduate: 1) çizgi veya sayı iie bölüntülü (taksimatlı),
govern: 1) gavörnör veya regülatör (oto vb. inin) ha sıvıları veya katıları ölçmek için kullanılan şişe, boru
reketini düzenlemek. 2) saptamak veya tespit et veya diğer bir kap. 2) ölçüm için (şişe, boru, göster
mek; kural veya kanun olmak. ge vb. ini) işaretlemek. 3) miktar, ölçü, kalite vb. ine
governable: Ayar edilebilir. göre derecelerini düzenlemek veya sınıflandırmak.
governor: 1) buhar, yakıt vb. i girişini denetleyerek graduated: Derece bölüntülü veya taksimatlı; taksi-
bir makine ya da motorun hızını otomatik olarak matlandırılmış.
kontrol eden mekanik, hidrolik veya elektrikli cihaz; graduated cylinder: Sıvıları ölçmek için kullanılan
regülatör; Gem. Mak. gavörnör. taksimatlı ya da bölüntülü kap veya silindir.
governor balls: Regülatör ağırlıkları; merkezkaç kuv graduation: 1) ölçme veya ölçüm için şişe, boru, gös
vetle dışa veya içe doğru hareket ederek, regülatör terge vb. ini bir sıra derecelerle işaretleme; bölüntü
tarafından makineye daha fazla buhar ve yakıt veril veya taksimat yapma, 2) bir derece veya ölçek. 3)
mesini sağlayan veya buhar ya da yakıtı azaltan ağır miktar, ölçü, kalite vb. ine göre cinsleri bakımından
lıklar; küre ya da prizma şeklinde olurlar. sıralama ya da sınıflama.
governor centrifugal: Bkz. centrifugal governor. graduator: 1) hatları (çizgileri) ve yüzeyleri küçük,
governor drive: Bir regülatörü çalıştıran mekanizma. muntazam bölümler şeklinde işaretlemek için kullanı
governor drive gear: Regülatör hareket mekanizması lan bir cihaz. 2) böyle bir aleti kullanan kişi.
ya da dişlisi. grain: 1) tuz ve kum gibi çok küçük katı parçacık; ta
governor, hydraulic: Gemi dizel motorları ile jenera ne. 2) çok küçük miktar; çok küçük bir parça. 3)
tör çeviren yüksek devirli makinelerde kullanılan çok ABD ve İngiltere'de kullanılan ve 0,0648 gram veya
duyarlı bir regülatör türü; hidrolik regülatör; hidrolik 64,8 miligrama eşit olan en küçük ağırlık birimi;
gavörnör. greyn. 4a) kırmız böceği, b) bundan yapılan kırmızı
governor oil: Diz. Mot. genellikle aşırı doldurucular
g rai n aico ho ! 253 g ra ppl e r

boya c) herhangi çabuk kuruyan bir boya. 5) kristal


veya kaba olmak.
leşme veya billûrlaşma.
granulater: Bkz. granulator.
grain alcohol: Özellikle hububat (tahıl) tanelerinden
granulation: Tanecik veya granüller oluşumu.
yapıldığı zaman, etil alkol; Simg. C2 H5 OH.
granulator: Tanecikler yapan kişi veya şey.
grains: Metalleri oluşturan minik tanecikler.
granule: 1) küçük tanecik; granül. 2) taneciğe benzer
gram: Metrik sistemin 1/28 oza eşit olan temel ağırlık
bir partikül veya benek.
birimi; kenarlan metrenin yüzde biri veya 1 cm olan
granulite: 1) kuvarz, feldispat ve bazan koyu kırmızı
bir küpün -4°C'de kapsadığı saf suyun ağırlığı;
grena kapsayan, tanecikli ve kristalli kaya. 2) kara
gram; 1000 miligram; 1/1000 kilogram; 0,035 oz;
mika Bkz. biotite ve mika kapsayan granit.
0,0022 libre; 15,4 grain.
granulitic: Granülitten yapılan; granülit kapsayan.
gram atom: Kimy, sayısal olarak elementin atom ağır
granuiose: Nişasta taneciklerinin enzimlerin etkisiyle
lığına eşit olan, o elementin gram cinsinden miktarı;
şekere dönüştürülen daha fazla kısmı.
bir atom gram sodyumun (atom ağırlığı 23 gram ol
grape sugar: Bir çok bitki ve meyvada, özellikle ol
duğundan) ağırlığı 23 gramdır; atom gram.
gun üzümde bulunan basit bir şeker; üzüm şekeri;
gram-atomic weight: Bkz. gram
atom. dekstroz; glükoz; D-glükoz; C 6 H 1 2 0 6 ; besin
gram calorie: Metrik sistemde bir ısı birimi; küçük ka olarak kullanılır.
lori; bir gram suyun sıcaklığını 1°C yükseltmek için graph: 1) değişken miktar ya da miktarların değerleri
gerekli ısı miktarı; gram kalori. nin birbirini izleyen değişimlerini gösteren eğri, ke
gram-centimeter: Metrik sistemde enerji ve iş birimi; sikli çizgi vb. terinden oluşan bir diyagram; graf; gra
bir gramlık bir kuvvetin bir cismi 1 cm mesafeye gö fik. 2) Mate. birbirlerine dik açılarda yerleştirilmiş ko
türmesi ile yapılan iş; g-cm kısaltması ile belirtilir. ordinatlar serisinde, fonksiyonun yerini gösteren eğ
gram ion: Bir iyonda, gram olarak ifade edilen atom ri veya yüzey.
ağırlıklarının toplamı; gram iyon. graphic: 1) çizime ait. 2) çizim sanatlarına ait. 3) gra
gramme: Bkz. gram (weight). fik veya diyagramlara ait. 4) grafik veya grafiklerle
gramme-ring: Göbeği ya da çekirdeği sürekli bir de gösterilen.
mir çember olan bir elektromıknatıs; elektrik makine graphical: Bkz. graphic.
lerinde endüvi olarak kullanılır. graphic arithmetic: Grafik aritmetik; sayıların çizgiler
gram-molecular volume: Bir gazın normal basınç ve le belirtildiği aritmetik.
sıcaklıkta bir gram moleküler ağırlığının hacmi; graphics: 1) matematik kurallarına göre, mimarlık ve
gram moleküler hacim; ideal bir gaz için 22,4 litre mühendislikte olduğu gibi, çizimler yapma sanatı. 2)
dir. bu çizimlerden yapılan gerilme vb. i hesaplama; gra-
gram molecule: Kimy. sayısal olarak elementin mole fostatik bilimi; grafostatik.
kül ağırlığına eşit olan, o elementin gram türünden graphite: Karbonun yumuşak, siyah, parlak bir türü;
sahip olduğu miktar; gram molekül; molgram; mol., grafit; kurşun kalem ucu, pota, yağlayıcı, elektrot
mole şeklinde de kullanılır. vb. i yapımlarında kullanılır; black lead, plumbago
Gram-negative: Tıp. Gram yöntemi ile muamele edil adları da verilir.
diği zaman boyasını kaybeden bakteri veya dokular graphite cement: Yağlama yağı ile karıştırılan toz gra
için söylenir; gramnegatif. fitten oluşan bir macun; cıvata, somun, saplama vb.
Gram-positive: Tıp. alkol ile muamele edildikten son lerinin paslanmasına karşı kullanılır.
ra boyasını kaybetmeyen bakteri veya dokular için graphite grease: Yapısına toz grafit katılarak yapılan
söylenir; grampozitif. gres; grafitli gres.
gram roentgen: Bir gram havaya bir röntgenlik doz graphite lubricant: Yağlama amacıyla kullanılan toz,
verildiği zaman gerçekten dönüşen enerji miktarı pudra kıvamındaki grafit; grafit yağlayıcı.
(yaklaşık olarak 84 erg); gram röntgen. graphite powder: Toz ya da pudra kıvamındaki gra
Gram's method: Tıp. sınıflandırma amacıyla bakterile fit; toz grafit.
rin boyanması yöntemi. graphitic: Grafite ait, grafite benzer veya grafit tabia
granite: Jeo. başlıca kristalli kuvarz, feldispat ve tında olan.
mika dan oluşan çok sert, çoğu zaman gri veya graphitic coal: Bkz. super-antracite.
pembe renkli volkanik kaya; granit. graphitization: Korumasız olarak deniz suyunun etki
granitic: Granite ait; granite benzeyen. sinde bırakılan dökme demirin paslanması sonucu,
granitite: Kara mika ya da biyotit kapsayan granit. metalinin giderek grafit katmanlarının kalması; grafit-
gratinoid: Granite benzeyen; granit yapısına sahip leşme.
olan. graphitize: 1) ısıtma veya tavlama ile grafite dönüş
granophyre: Kuvarz ve feldispat kapsayan soluk renk mek. 2) içine grafit koymak.
li volkanik kaya. graphophone: Bkz. phonograph Ticarî bir marka.
granular: 1) tanecikler veya granüller kapsatan veya graphotype: İnce metal levhalar üzerine kabartma
onlardan oluşan; tanecikli. 2) tanecik veya granülle- harfler yapan makine.
re benzeyen. grapnel: 1) dört ya da daha fazla pençeli küçük bir
granularity: Tanecikli veya granüler olma durumu ve demir ya da çıpa. 2) ucunda bir kancası veya kanca
ya niteliği. ları bulunan bir araç; Bkz. grappling iron.
granular snow: Meteo. küçük tanecikli yoğun veya grapple: 1) demir kancası (borda kancası) veya dört
kesif kar. ya da daha fazla kollu küçük çıpa. 2) demir kanca
granulate: 1) tanecik veya granüler oluşturmak. 2) ta kullanmak.
necikler veya minik çıkıntılar ile yüzeyi kaba yapmak grappler: Bkz. grappling iron.
g ra pplin g iro n (or hook 254 g reas e p ai n t
)
gravitationally: Yerçekimi tarafından veya yerçekimi
grappling
kullanılan,iron
bir (or hook):kancalar
ucunda Tutma veya yakalama
bulunan demir için
bir ne göre.
çubuktan oluşan bir alet; Bkz. grappnell. gravitative: 1) yerçekimine ait veya yerçekiminin ne
grass cutter: Çim kesme makinesi; çim makinesi. den olduğu. 2) çekime neden olan veya cazibe eğili
grate: Aşındırarak partikül ya da parçalarına ayırmak; mi olan.
öğütmek; rendelemek. gravity: Fiz. bir cisme uygulanan dünyanın çekim kuv
grate: 1) şömine, soba veya ocakta yakıtı taşıyan, me veti; deniz düzeyinde ve 45° enleminde bir madde
2
tal çubuklardan yapılmış çerçeve; ızgara; ocak ızga ye 9,80 m/s 'lik ivme veren kuvvet; gravite; cazibe;
rası. 2) şömine veya ocak. 4) Maden, kırılmış cevher yerçekimi.
leri boyutlandırmak için kullanılan kalbur ya da elek. gravity feed: Çekim veya cazibe ile besleme; motor
4) pencere, kapı vb. lerine yerleştirilen kafes; pence seviyesinden yüksekteki bir depodan kendi ağırlığı
re kafesi. veya cazibe ile akan (yakıt, yağlama yağı vb. i için
grate bars: Kömürle fayraplı kazanların ocaklarında söylenir).
kömürün üzerinde yakıldığı, çoğunlukla 3 veya daha gravity filtration: Yağlama yağı içindeki farklı yoğun
fazla parçadan yapılmış ızgaralar; ocak ızgaraları. luğa sahip yabancı maddelerin yerçekimi (cazibe)
grate bearer: Çoğu zaman dökümden yapılmış, ocak ile dibe çökmesi şeklindeki süzme; gravite temizle
yan duvarına yerleştirilerek ızgara ucunu taşıyan me me, süzme veya filtreleme.
tal bir kısım; ızgara eşiği; gate rests şeklinde de kul gravity flow: Cazibe, gravite veya kendi ağırlığı ile
lanılır. oluşan akım; gravite ile akım.
grate surface: Kömürle fayraplı buhar kazanlarında gravity lubrication system: Özellikle buhar türbinleri
kömürün yayılarak yakıldığı yüzey; ızgara yüzeyi. ne uygulanan ve yüksekteki tanklara pompalanan
grating: 1) pencere, kapı vb. lerine donatılan paralel yağın, oradan kendi ağırlığı ile türbin ve devir düşü
çubuk veya kafesten yapılan bir çerçeve; kafes; pen rücü dişlilerin yataklarına aktığı sistem; Gem. Mak.
cere kafesi. 2) Opt. kırılma ile tayftaki ışığı dağıtmak gravite (cazibe) ile yağlama sistemi.
için kullanılan düzgün, parlayan bir yüzeye yakıla gravity pressure: Sıvıların ağırlıklarının neden oldu
rak açılmış paralel hatlar veya çok ince teller düzene ğu basınç; cazibe, çekim ya da gravite basıncı.
ği. 3) ızgara. gravity, spesific: Bkz. specific gravity.
grave: Katran ile kaplayarak bir gemi karinasının ka gravity tank: Yüksek bir yere yerleştirilmiş ve içinde
buklularını çıkararak temizlemek. bulunan sıvıyı cazibe veya yerçekimi ile istenilen ye
gravel: 1) Den. karada, çakıl taşları üzerinde (bir ge re ileten tank; gravite tankı.
mi veya tekneyi) hareket ettirmek. 2) çoğu zaman gravity, tank: Bkz. tank gravity.
kum vb. i ile karışık, kumdan daha büyük kaya par gray: 1) siyah ve beyaz boyaların karışımı olan bir
çaları ve çakıl taşları karışımı. 3) Tıp. böbreklerde renge ait. 2) siyah ve beyaz boyaların karışımı olan
oluşan ve idrar yollarından idrar kesesine inen kü renk; gri; kurşunî; külrengi.
çük taş parçacıkları. gray cast iron: Metal, esmer dökme demir; sincabî
gravimetric: Kimy., Fiz. ağırlık ile ölçüme ait; gravi- font.
metrik; özgül ağırlık ile ilgili. gray iron: Grafit kapsayan pik demiri veya dökme de
gravimetrical: Bkz. gravimetric. mir; gri demir.
gravimetric analysis: Bir bileşiğin bileşenlerini ayırıp, grease: 1) sabunlaşabilen hayvansal yağlar ve kireç
bunların ağırlıklarının ölçümü ile yapılan kimyasal ya da kostik soda ile yapılan ve sonra içersine isteni
analiz; gravimetrik analiz. len miktarda mineral yağ eklenen, iyice karıştırılarak
gravimetry: Ağırlık ya da yoğunluğun ölçümü; yoğun homojen bir yapıya kavuşturulan yağlayıcı; gres; diş
luk ölçme bilgisi; gravimetri. liler, rulman yataklar vb. i yerlerde kullanılır.
graving: Bir geminin teknesini yakarak veya raspa grease cup: Mak. yatakları yağlamak veya gresle bes
ederek temizleme; temizlemeye ait. lemek için yataklar üzerinde bulunan küçük bir kap;
graving dock: Gemi teknesinin yakılarak veya raspa yağ ya da gres kabı; gres kutusu; vidalı gresör.
edilerek temizlendiği havuz; kuru havuz; Bkz. dry grease extractor: Besi (fid) suyu devrelerinde, fid su
dock. yu pompasından sonra boru devresine donatılan
gravitate: Yerçekim kuvvetine göre hareket etmek ve yağ çıkarıcı; bir tür süzgeç ya da filtre.
ya hareket etme eğiliminde olmak. 2) batmak ya da grease filter: Tüm kuzinelerin çıkış bacalarına, buhar
düşmek; bir sıvıda olduğu gibi, dibe çökmek veya laşan yağları tutmak için ve ciddî yangın tehlikesini
çökelmek. 3) çekilmek veya harekete neden olmak. önlemek üzere donatılan filtre; yağ filtresi.
gravitation: 1) F/z. bir maddenin her partikülü veya grease fitting: Gresörlük; gresör; gres memesi.
kütlesinin çektiği ve diğer bir maddenin her partikül grease gun: Gresörlere gres basmak veya vermek
veya kütlesi tarafından çekildiği kuvvet; çekim kuvve için kullanılan bir pompa; gres pompası; gres taban
ti; yerçekimi; çekim; çekilme; cazibe. cası.
gravitational: Yerçekimine ait; yerçekiminin neden ol grease monkey: Arg. özellikle otomobil ve uçaklarda
duğu. çalışan makinist ya da makine ustası; yağcı; taşıt
gravitational acceleration: Bkz. acceleration. yağlayıcısı.
gravitational constant: Newton'un evrensel çekim ka grease nipple: Makineler, motorlar vb. inin gres bas
nunundaki G sabitesi veya konstantı ya da değişme ma yeri; gres nipeli; gres memesi.
zi; yerçekim sabitesi. grease" paint: Gres ve boya maddelerinin karışımı;
gravitational field: Yerçekimi kuvvetinin etki yaptığı gres boyası; sahne makyajı için sanatçıların kullan
saha veya alan; yerçekimi alanı. dıkları boya.
greaser 255 g ri ndin g p as t e

greaser: 1) yağlayan (gresleyen) kişi veya şey; yağ greyhound: 1) Esk. stimli (buharlı) ve hızlı okyanus
cı; makine yağcısı. 2) gresör. gemisi; tam olarak ocean greyhound şeklinde yazı
greaser cup: Bkz. greaser. lır. 2) tazı.
grease seal: Gres keçesi. gribble: Den, yengeç, karides vb. inin akrabası olan
greasily: Grese benzer bir şekilde veya tarzda. ve su altındaki tahtaların içinde büyüyen ve onu tah
greasiness: Grese benzer olma durumu veya niteliği. rip eden küçük bir deniz hayvanı.
greasy: 1) gresle kaplı veya gresle kirletilmiş. 2) gres grid: Elektrik akımını yeraltı ve yerüstü kabloları ile
kapsayan; gresli; gres dolu. 3) grese benzeyen; yağ santraldan ülkenin her yerine ileten sistem; ana sis
lı; yağ gibi. 4) gresli. tem yüksek gerilimli (275 kv) olup, indirici transfor
great calorie: Büyük kalori; kilokalori; bir kilogram su matörlerle 220 veya 110 volta kadar indirilir.
yun sıcaklığını 1°C yükseltmek için gerekli ısı mikta grid: Elekt. a) bir akümlatörün kurşun plâkalarından
rı; kcal, kkal kısaltmaları ile belirtilir. biri. b) bir elektron tüpünde anot ve katot arasına
great circle: Dünya veya diğer bir kürenin merkezin yerleştirilen örgülü telden yapılmış, elektronları geçi
den geçen bir düzlemin oluşturduğu herhangi bir da ren bir elektrot.
ire; büyük daire. grid battery: Bir vakum tüpünün elektrot devresinde
great-circle sailing: Ekvatorda olduğu gibi, dünyanın levha akımını denetleyen batarya; C batarya; elek
herhangi bir büyük dairesi üzerinde yapılan seyir; trot bataryası.
büyük daire seyri; böyle bir rota, dünyanın yüzeyi grid bias: Bir vakum tüpünün katotu ve elektrotu ara
üzerinde herhangi iki nokta arasındaki en kısa mesa sına uygulanan düzgün gerilim ya da voltaj.
fedir. grid capacitor: Izgara kondensatörü.
greatest common divisor: En büyük ortak bölen. grid circuit: Bir vakum tüpünün giriş devresi; devre
greatest common factor: En büyük ortak faktör ya elektrot ve katot arasına bağlanmıştır; elektrot devre
da etken. si.
greatest common measure: En büyük ortak ölçüm. grid condenser: Bir elektron tüpünün ızgara devresi
great gross: Yüz kırk dört düzine: 12x12x12 = 1728 ile seri bağlı bir kondensatör veya kapasitans.
adet. grid current: Kontrol elektrodu pozitif olduğu zaman
great year: Göksel ekvator noktalarının tam bir devri ızgaradan katota akan akım; elektrot akımı.
için gerekli süre; büyük yıl; plâtonik sene; 26 000 yıl. gride: Raspa etmek; kazıma ile raspa etmek.
Greek (ire: Eski ve Ortaçağ savaşlarında kullanılan grid leak: Elektrotta şarj birikmesine engel olmak için
ve suda yanan bir madde; Rum ateşi; Bizans ateşi; ızgara kondensatörüne paralel bağlanmış veya yer
ateş-i Rum. leştirilmiş çok yüksek bir direnç; ızgara kaçağı (sız
green-blue: Tayfta tam olarak birincil yeşil ve birincil ması).
mavi arasındaki renk; yeşil-mavi. grid, radio: Elektron akımını kontrol için radyo tüple
green coal: Yeşil kömür. rinde kullanılan bir elektrot; radyo elektrodu.
green lead ore: Yeşil demir cevheri; piromorfit; kur grid resistance: Çok büyük D-C motorlarda bir demir
şun damarlarında bulunan kristalli bir mineral. çerçeveye yerleştirilmiş ilk hareket rezistansı veya di
green light: Yeşil trafik ışığı. renci.
greenockite: Kadmiyumun nadir sarı sülfürü; kadmi grid resistor: Radyo tüpünün elektrot devresinde kul
yum sülfür, CdS; lâstik, kauçuk ve kâğıtta pigment lanılan yüksek bir direnç; elektrot direnci.
olarak kullanılır. Grignard reagent: Organik sentezlerde önemli bir ayı
green sand-mold: Nemli kumdan hazırlanan ve dö raç; örneğin etil magnezyum iyodür, C 2 H 5 Mgl.
küm yapılan kalıp veya derece; karşıtı dry sand - grind: 1) iki yüzey arasında parça ya da partiküllere
mold: Kalıp hazırlandıktan sonra kurutulur ve sonra ayıracak şekilde öğütmek; toz haline koymak; ez
döküm yapılır. mek. 2) sürtme ile keskinleştirmek veya bilemek, şe
green soap: Potas, bezir yağı ve alkolden yapılan, kil vermek ya da düzeltmek. 4) kolunu çevirerek ça
deri hastalıklarının tedavisinde kullanılan, yeşilimsi lıştırmak: Kahve değirmeninde olduğu gibi. 5) öğüt
yumuşak bir sabun; yeşil sabun. me ile yapmak veya üretmek. 5) büyük bir gayretle
green vitriol: Kristalli demir sülfat, FeS0 4 .7H 2 0; me- öğütmek. 6) öğütme işi. 7) taşlamak; taşa tutmak;
lanterit. taşla torna etmek; bilemek.
Greenwich mean time: Griniç'te (ing.) meridyenin or grinder: 1) öğüten veya bileyen kimse; özellikle İşi
talama güneş zamanı; dünyanın büyük bir bölümün alet vb. lerini bilemek olan kişi; bileyici. 2) öğütülen
de standart zamana esas olarak alınır. bir şey; özellikle: a) öğütme veya bileme için kullanı
Gregorian calendar: Papa 13. Gregory tarafından lan türlü makinelerden herhangi biri; taşlama tezgâ
1852 yılında takdim edilen ve Julian takviminin düzel hı, b) azı dişi.
tilmiş şekli olan ve ülkelerin büyük bir çoğunluğun grinder machine: Bileme makinesi; taş tezgâhı.
da kullanılan takvim; Gregoryan takvimi. grindery: 1) aletlerin bilenmesinin yapıldığı yer; bileyi
grenade: 1) bir fünye ile patlatılan ve el ile atılan ve ci dükkanı. 2) İng. saraç malzemesi ve teçhizatı.
ya bir tüfekle ateşlenen küçük bir bomba; elbomba- grinding: Taşlama, öğütme, taşlayarak tesviye etme.
sı. 2) fırlatılarak atılan ve kırılarak içindeki kimyasal grinding compound: Bkz. grinding paste.
lar çevreye yayılan cam bir kap; yangın çıkarmak, grinding disk: Taşlama diski.
gözyaşı gazı vb. i yaymak için kullanılır. grinding machine: Taşlama tezgâhı.
Grenz rays: 5-20 kv bölgesinde oluşan X ışınları; sı grinding paste: Mot. supapları, enjektör iğne valfları
nır ışınları; Grenz ışınları. nın alıştırılmasında kullanılan macun; alıştırma macu
grey: Bkz. gray (İng.). nu.
g ri ndin g po w d e r 256 Grünel se n's la w

grinding powder: Fuel oil ile karıştırılarak kalın alıştır 3) yerin toprağı; toprak; arazi. 4) esas; döşek; te
ma macunu yapılan bir toz; alıştırma tozu. mel. 5) Elekt. elektriksel iletken veya toprağın bağ
grinding stone: Şekil verilme, parlatılma veya keskin lantısı; toprak hattı. 6) toprağa ait, yerde veya yere
leştirme için kullanılan döner hareketli taş disk; bile yakın. 8) karaya çıkmasına veya karaya oturmasına
ği taşı. neden olmak: Bir gemi için söylenir. 9) Ham. yerde
grinding wheel: Elektrikli breyze takılarak supap yu kalmasına neden olmak; uçmasına engel olmak. 10)
valarının düzeltilmesinde kullanılan küçük çaplı Jaş. Elekt. elektrik devresinin bir parçası olan toprak ile
grindstone: Bkz. grinding stone. (elektriksel iletkeni) toprağa bağlamak. 11) Den. ka
grip: 1) tutmak veya kavramak için kullanılan meka raya oturmak; Bir gemi için söylenir. 12) Nük. Ener.
nik bir cihaz. 2) alet, silâh vb. inin el ile tutulan veya bir çekirdek, atom ya da molekülün en alçak enerji
kavranan kısmı; Kabza. kademesi.
gripe: 1) sıkıca tutan ya da kavrayan bir cihaz. 2) kav groundage: Bir geminin limanda kalması iznine karşı
ramak; yakalamak. 3) vinç kastanyola çemberi. lık ödenen ücret; işgaliye ücreti; işgaliye resmi; li
grit: 1) kum, taş vb. inin kaba, sert partikül ya da par man ücreti.
çacıkları. 2) taneciklerinin iriliği veya inceliğine göre ground cable: Elekt. toprak altına döşenen kablo;
taşın yapısı. 3) iri, sert bir kumtaşı. 4} iri taneli kum. toprakaltı veya yeraltı kablosu.
5) kum ile kaplı. 6) maden talaşı; maden kırıntısı. ground circuit: Elekt. türlü elektrikli ev aletleri, prizler
grit blasted: Basınçlı hava ile kum püskürtülmesi yön ve fişlerde kullanılan toprak hattı; toprak devresi.
temi; gemilerin madenî yüzeylerinin, özellikle borda grounded: Topraklı; topraklanmış (elektrik devresi
ve karinalarının temizlenmesinde kullanılan bir yön vb. i).
tem; kum püskürtme. ground color: 1) boyanın birinci katı; birinci kat bo
gritty: Kuma ait, kuma benzer veya kum kapsayan; ya; astar boya. 2) fon boyası.
kumlu. ground crew: Uçak bakım ve onarımı ile görevli bir
groan: Yüklemek veya yük altında olmak. grup insan; yer personeli; yer mürettebatı.
grommet: 1) Den. bir yelkenin kenarını yerine bağla grounded: Topraklı veya topraklanmış (elektrik devre
mak, küreği yerinde tutmak için kullanılan halat ve si vb. i); topraklı bobin; arz kaçağı oluşmuş bir bo
ya halat çember; simit halkası. 2) ip asbestostan sa- bin.
nlarak yapılan, yağ ya da kırmızı sülyen boya ile do ground glass: Işığı geçiren, fakat saydam olmayan
yurularak cıvata somun başının altına konulan ve cam; buzlu cam.
böylece sızdırmazlık sağlayan bir tür conta; gromet; grounding: 1) Den. gemi omurgasının deniz dibine
küçük çaplı, bakır gibi yumuşak metaller de bu değmesi, gemi yüzücülüğünün kaybolması; karaya
amaçla kullanılır. oturma. 2) Elekt. topraklama.
groove: 1) bir aletle açılan uzun, dar kanal; oluk; yiv. ground lead: Elekt. toprak hatlarının toprakta bulu
2) buna benzeyen herhangi bir kanal; makine yatak nan iletkeni; toprak iletkeni.
larının yağ kanalı gibi. 3) oluk ya da oluklar yap ground plan: 1) zemin ya da binanın herhangi bir ka
mak; oluk açmak. tının üstten görünen plânı. 2) ilk, esas veya temel ta
grooved: Oluklu; yivli. sarım.
grooved pliers: Ağızlan bir oyuk boyunca kaydırıla ground plate: 1) bir elektrik devresini topraklamak
rak ayarlanabilen pense; ayarlı pense. için yere konulan metal levha. 2) demiryolu travers
groove w eld: Birleştirilecek iki metal arasında kare, lerini taşıyan döşek kısmı.
V şeklinde vb. i kanal veya oyuk açılarak yapılan grounds: 1) bir sıvının dibine çöken partiküller (par
kay nak; oyuk kaynağı. çacıklar); tortu; telve. 2) temel; kaide.
gross: 1) yoğun; sık. 2) kaba; inceliği olmayan; has ground-speed meter: Bir uçağın yere göre hızını ölç
sas veya duyarlı olmayan. 3) toptan; tamam. 4) mek için kullanılan bir cihaz; yer-hizölçeri.
Çoğ. kütle; tüm miktar. 5) on iki düzine; 144 adet. 6) ground terminal: Elekt. toprak ucu veya terminali.
net olmayan; brüt. 7) hepsi, tümü veya bütünü. ground wave: Vericiden alıcıya doğrudan sapmaksı-
gross heating value: Bkz. higher heat value. zın hareket eden radyo dalgası.
grass pressure: Mutlak ya da salt basınç; Bkz. abso ground wire: Elektrik devresi, radyo vb. inden topra
lute pressure. ğa giden ve iletken görevi yapan tel; toprak teli; top
gross ton : 2240 libre veya 1012,48 kg'a eşit olan bir raklama teli.
ağırlık birimi; groston; büyük ton; long ton biçimin groundwork: Temel; kaide.
de de kullanılır. group: 1) Kimy, kök ya da radikal. 2) periyodik tablo
gross tonnage: Gem. inş. tonilâto güvertesi altındaki da elementlerin dikey sırası ya da sütunu. 3) Hava.
hacimin, tonilâto güvertesi üzerindeki güverteler ara aynı türden dört filodan oluşan bir birim (ABD'de).
sındaki hacmin, üst güvertede bulunan ve yük ya da grouser: Tank, dozer, traktör vb. paletli araçların pa
malzeme koymaya, yolcu ya da mürettebatın yatma let tırnağı.
sına veya oturmasına elverişli sabit kapalı mahalle growth: 1a) ölçü, ağırlık, güç vb. inde artma, b) bu
rin hacimlerinin ve ambar eşikleri fazlalığının topla nun miktari. 2) vücudun üstü veya içinde gelişen tü
mından ibarettir; gros tonilâto; gros tonaj. mör (ur) veya anormal doku kütlesi.
gross weight: Kaplama malzemesi veya kabının ağırlı grub hoe: Kök çıkarmak için kullanılan ağır bir çapa.
ğı dahil, bir eşyanın toplam ağırlığı; brüt ağırlık; dara- grub screw: Mak. başsız vida.
lı ağırlık grummet: Bkz. grommet.
ground: 1a) bir şeyin en alt, dip veya temel kısmı; ze Grüneisen's law: "Bir metalin genişleme katsayısının
min, b) deniz gibi. 2) dünyanın katı yüzeyi; toprak. sabit basınçta özgül ısısına oranı, tüm sıcaklıklarda
gr.wt . 257 gunne r

sabittir"; Grünayzen kanunu veya yasası.


guide pulleys: Birbirine paralel olmayan, kesişme
gr.wt.: Bkz. gross weight.
yen iki şaftın birinden diğerine hareketi iletmek için
GS: Bkz. German Silver.
kullanılan kayış kasnakları; gayıt (klavuz) kasnakla
guaiacol: Beyaz, kristalli katı veya renksiz, yağlı bir sı
rı.
vı, C 6 H 4 (OH)OCH 3 ; guyakum veya odun kreozo
guide ring: Diz. Mot. kroshedli makinelerde piston ro-
tundan elde edilir ve kimyasal ayıraç olarak ve tıpta
dun silindirden çıktığı kısımda bulunan, süpürme ve
kullanılır.
ya süperşarj havasının kartere kaçmasını önleyen ve
guaiacum (guaiocum): 1) mavi veya mor çiçekleri
pislikleri sıyıran segman veya ring; gayıt segmanı;
olan ve meyvası kapsüllerde büyüyen bir grup tro
salmastra kutularında bulunur.
pin Amerikan ağacından herhangi biri. 2) bu grubun
guide rope: Yükü düzgün bir şekilde kaldırmaya yar
ağaçlarından birinin çok sert, kahverengimsi, yeşil
dım eden ve bir başka halata bağlanmış, kaldırma
kerestesi; pelesenk. 3) bu ağaçtan elde edilen, ro
veya çekme için kullanılan bir halat; klavuz halatı.
matizma, gut vb. i hastalıkların tedavisinde kullanı
gum: 1) suda çözünen, kuruduğu zaman kristalsiz, kı
lan bir reçine.
guanidin: Bkz, guanidine. rılgan bir kütle oluşturan, belirli ağaç ya da bitkilerin
herhangi biri. 3) endüstri, sanat vb. inde kullanılmak
guanidine: Guanin'in oksitlenmesiyle oluşturulan kuv
için işlenen herhangi bir bitki sakızı. 4) yapıştırıcı;
vetli baz ve kristalli bir madde; guanidin,
özellikle pulların arkasındaki; tutkal; zamk. 5a) her
NHC(NH 2 )2 .
hangi bir zamk ağacı, b) onun kerestesi. 6) lâstik. 7)
guanin: Bkz. guanine.
guanine: Hayvanların karaciğer ve pankreaslarında sakız; iiklet. 8) yapışkan olmak veya pıhtılaşmak.
bulunan ve ticarî olarak guano'dan Bkz. guano elde gum ammoniac: Doğal sakız reçinesi; uşak ağacının
edilen organik bir baz, C 1 5 H 5 N 5 0 ; guanin. verdiği sakız.
guano: Özellikle Peru sahillerindeki adalarda bulu gum arabic: Belirli akasya ağaçlarından elde edilen
nan deniz kuşlarının gübreleri; guano; doğal gübre zamk; zamkı arabî; tıpta ve şekerleme vb. i yapımla
olarak kullanılır. 2) buna benzeyen doğal veya ya rında kullanılır.
pay herhangi bir gübre. gum deposits: Mot. doymamış karbonlu hidrojenle
guardian valve: Tornistan türbini ile tornistan manev rin giriş supapları, piston segmanları ve diğer parça
ra valfı arasında bulunan ve geminin seyri sırasında larında oluşturdukları, bazan karbüratör memeleri
buhar sızdırmayacak şekilde kapalı ve manevralar sı nin tıkanmasına da neden olan yapışkan artıklar.
rasında tümü ile açık bulunan bir valf; ileri türbinler gum elastic: Lâstik.
çalışırken, geri türbinine buhar geçmesini önler; gar gummy. 1) zamk ya da sakız doğasında olan; yapış
diyan valf; buhar kazanlarının blöf devrelerinde, blöf kan; tutkal gibi. 2) zamkla kaplı veya zamk kapsa
valfları ile deniz valfları arasında da bulunur. yan. 3) zamk veren.
guardrail: Den. küpeşte; parmaklık; vardaveielerin gummy deposits: Bkz. gum deposits.
ağaçtan yapılan en üst sırası. gum resin: Belirli bazı ağaç veya bitkilerin çıkardıkları
guard ship: 1) bir limanı korumak için kullanılan bir zamk ve reçine karışımı.
savaş gemisi. 2) koruma görevi yapan gemilerden gum tragacanth: Türlü, Asya ve Doğu Avrupa ağaçla
oluşan bir filo. rından elde edilen bir zamk ya da sakız.
gudgeon: 1) tekerleği döndüren aksın sonundaki me gun: 1) silâh; tabanca, tüfek, makineli tüfek, top vb. i
tal bir pin ya da mil; dişli mil; frezeli şaft. 2) pinin ateşli silâhlardan herhangi biri. 2) Bir patlayıcı ile
geçtiği menteşe kovanı. 3) bir yatak içinde dönen ateş etmeyen benzer bir alet: Havalı silâh gibi. 3)
şaft parçası. 4) dümen iğnecik yatağı. şekli ve kullanılışı yönünden silâha benzeyen her
gudgeon pin: Nispeten küçük güçlü makinelerde pis hangi bir şey. 4) Arg. bir makinenin hızlandırılması;
tonu, piston kolu veya biyeli bağlayan, yüzeyi sert gazlamak. 5) silâh ile ateş etmek veya avlanmak. 6)
leştirilmiş pin; gacın pin; perno; piston pin şeklinde Arg. hızını çoğaltmak için makineyi gazlamak.
de kullanılır. gunboat: Nehir devriyesi vb, i olarak kullanılan, çekti
guess-rope: Den. 1) varagel halatı. 2) filika tarafın ği su veya etraftı az olan, silâhlı küçük bir tekne; gan-
dan şamandraya götürülen gemi halatı veya palama bot.
rı. 3) yan mataforadan borda iskelesine verilen halat gun bronze: Bkz. gunmetal.
guest machine: Bilgisay. konuk makine. guncotton: Pamuktan yapılan, nitrik asit ve sülfürik
guest rope: Den. 1) geminin sabit bir şekilde çekilme asitle işlem görmüş çok patlayıcı bir madde; pamuk
si için kullanılan çeki halatı. 2) gemi bordası boyun barutu; nıtrosellüloz; sellüloz hegza-nitrat.
ca bağlanan, böylece teknenin aborda olmamasını gun-metal: Koyu gri; gun-metalgray şeklinde de kul
temin eden halat. lanılır.
guidance: Bilgisay. yol gösterme. gunmetal: 1) Esk. top yapımında kullanılan bir tür
guide: 1) yol göstermek; fiziksel etki ile hareketini ve bronz; top metali. 2) buna benzemek için işlem gör
ya rotasını yöneltmek (bir araç vb. inin). 2) bir maki müş türlü metal ya da alaşımlardan herhangi biri. 3)
nenin diğer parçalarının hareketini kontrol eden, on koyu gri. 4) yapısı % 88 bakır, % 10 kalay ve % 2 çin
ların düzgün çalışmasını sağlayan parça; gayıt; bu kodan oluşan ve döküm işlerinde kullanılan bir ala
har makineleri ve kroshedli dizel motorlarının süper şım; top metali; ganmetal.
gayıtları gibi. gunnel: Bkz. gunwale.
guided missile: Hedefe doğru yöneltilen radyo sinyal gunner: 1) top ile ateş eden veya edilmesine yardım
leri, radar cihazları vb. i tarafından kontrol edilen as eden er, denizci; topçu. 2) geminin toplarından so
kerî füze; güdümlü füze. rumlu subay; topçu subayı; topçu zabiti. 3) silâh kul
lanan bir avcı.
Teknik Sözlük - F. 17
gunne r y 258 GZ.
gunnery: 1) ağır silâhlar. 2) ağır silâhlar ve mermileri gyration: 1) dairesel veya spiral hareket. 2) sabit bir
yapma ve kullanma bilimi; topçuluk. 3) ağır silâhları merkez veya eksen etrafında dönme.
ateşleme ve kullanma. gyration, radius of: Bkz. radius of gyration.
gunpowder: Potasyum nitrat, toz mangal (odun) kö gyratory: Dairesel veya spiral bir yörünge üzerinde
mürü ve kükürt karışımından oluşan patlayıcı; barut. hareket eden; dönen veya devreden.
gunshot: 1a) ateşlenen bir silâhın atışı, b) silâh atışı. gyre: 1) dairesel veya spiral şekil; hızla çevrilme; de
2) ateşli silâhın menzili; topun erimi veya menzili. vir sayısı. 2) dairesel veya spiral şekil; girdap, özellik
gunsmith: Küçük silahları yapan veya onaran kişi; tü le girdabın tam merkezi.
fekçi ustası; tüfekçi. gyro: Bkz. 1) autogiro. 2) gyroscope. 3) gyrocom
Gunter's chain: Boyu 66 ft (20,1168 m) olan ölçüm pass.
zinciri; her biri 7,92 inç (201,16 mm) boyunda olan gyrocompass: Dönüş ekseni yatay düzlemde olan,
100 bakladan oluşur; Günter'in ölçme zinciri. dünyanın dönüş eksenine paralel durum alan ve
gunwale: 1) bir gemi veya teknenin bordasının üst böylece manyetik kutup yerine coğrafya kutbunu
kısmı; gunnel şeklinde de kullanılır; borda saçı ile gösteren, elektrik motoru ile çalıştırılan bir jiroskop
stringer saçının birleştiği kısım. 2) filika küpeştesi. kapsayan pusula; Den. cayropusula.
gusher: Ham petrolün pompalanmadan fışkırdığı pet gyrodynamics: Dönen cisimlerin dinamiği; jirodina-
rol kuyusu. mik.
gusset: Bir şeyin köşesini veya açısını kuvvetlendir gyrohorizon: Hava, yapay veya suni ufuk (horizon).
mek için kullanılan üçgen şeklinde metal bir köşe gyromagnetic: Döner bir elektrik şarjının, özellikle bir
bent; Gem. İnş. gaset; gaset veya köşebent ile do atom içinde hareket eden bir elektronun manyetik
natmak veya teçhiz etmek. özelliklerine ait; jiromanyetik.
gusset stay: Den. alev borulu kazanların aynalarını gyropilot: 1) uçağîn düzenlenen rotası üzerinde aynı
keys veya zarfa bağlayarak dayanıklığı arttırmak üze yükseklikte uçmasını otomatik olarak denetleyen bir
re kullanılan üçgen şeklinde bir levha; gaset payan cihaz; otomatik pilot; iki adet, vakumla çalışan jiros-
da; gaset stey; köşebent payanda. koptan oluşur. 2) Den. geminin rotası üzerinde hare
gust: Meteo. 1) anî ve şiddetli esen hava veya rüz ketini sağlayan ve cayropusula ile dümenin birbirine
gâr; sağnak rüzgâr; fırtına; bora. 2) anî olarak boşa bağlanması ile oluşan dümen donanımı; otomatik
lan yağmur, duman, ateş, ses vb. i. dümen.
gusty: Rüzgârlı veya fırtınalı. gyroplane: Yatay pervanesinin kanatlarının piçi, ka
gutta-percha: Malezyanın gutaperka ağaçlarından el natların kendi eksenleri çevresinde döndürülmesi ile
de edilen süte benzer bir özsu ile oluşturulan lâstik değiştirilebilen, otojire benzer bir uçak.
gibi bir madde; malezya zamkı; elektrik izolasyonun gyro room: Den. cayro pusulanın yerleştirildiği kısım
da, dişçilikte, golf topu vb. i yapımlarında kullanılır. veya oda; cayro dairesi; cayro odası.
gutter: Taşıt araçlarının pencere ve kapılarının üst ta gyroscope: Herhangi bir yönde serbest olarak döne
rafında bulunan ve yağmur suyu toplanmasını sağla cek şekilde bir çembere yerleştirilmiş bir teker; jiros
yan kanallar; su (yağmur) toplama oluk veya kanalı. kop; Den. cayroskop; teker hızlı olarak döndüğü za
guy pin: Tespit çivisi veya pini. man, çember ne tarafa dönerse dönsün, tekerlek
gypseous: 1) alçıtaşına benzeyen. 2) alçıtaşı kapsa dönme düzlemini muhafaza eder; cayropusulalar ge
yan; alçıtaşından oluşan. mi, uçak vb. inin hareketini korumak için kullanılır.
gypsiferous: Alçıtaşı kapsayan; alçıtaşı üreten. gyroscopic: jiroskopa veya onun karakteristik hareke
gypsum: Tortul kayalarda doğal olarak görülen sulu tine ait.
kalsiyum sülfat, CaSO 4i.2H20; alçı yapımında kulla gyrostabilizer: Bir uçak veya geminin yalpasını hafif
nılır; 120°C'de tüm suyunu kaybederek beyaz bir letmek için kullanılan ve düşey düzlemde dönen ji-
toz (alçı) durumuna gelir. roskoptan oluşan bir cihaz.
gypsy: Geçmişte demir ve halat ırgatı yerine kullanı gyrostat: Dönen cisimlerin dinamiğini kanıtlamak için
lan vindles ve kepsten ile karıştırılan bir güverte yar kullanılan bir mahfaza içinde dönen bir tekerden olu
dımcı makinesi; halat ya da palamar için kullanılan, şan jiroskop; jirostat.
elektrik motoru ve dişli bir donanımla çalıştırılan dik gyrostatic: Jirostatik bilimine ait.
ırgat; cipsi. gyrostatics: Dönen cisimler ve onların dönme düz
gyral: Dairesel veya spiral bir yörünge üzerinde hare lemlerini sürdürme eğilimini inceleyen fizik dalı; jiros
ket eden. tatik.
gyrate: 1) dairesel veya spiral bir yörünge üzerinde G2:Den metasentr yüksekliğinin (GM'in) meyil açısı
hareket etmek. 2) merkez veya eksen çevresinde nın sinüsü (sin ) ile çarpılarak bulunan değer; GZ kı
dönmek; çevirmek; döndürmek; hızla çevirmek. 3) saltması ile belirtilir; gemi düzeltme kolu righting
spiral şeklinde; sarmal; dairesel. arm şeklinde de kullanılır.
H, h
H: 1) Kimy. hidrojenin simgesi. 2) Fiz. a) Henri (bi
na.
rim), b) yerküre manyetizminin yatay bileşeni.
hair hygrometer: Nemin değişmesi ile insan saçının
H. (h. ): Bkz. 1) hard. 2) hardness. 3) height. 4)
boyundaki değişimlerle bağıl nemi ölçmek için kulla
high. 5) hour; hours. 6) hundred.
nılan bir cihaz; saçlı higrometre; saçlı nemölçer.
ha.: Bkz. hectare; hectares.
hairbreadth: Çok kısa mesafe; fevkalâde küçük ara
heaf: Açık deniz; okyanus.
lık; çok dar; sıkı.
Haber process: Atmosferik nitrojen ve hidrojenden
hair breadth: Bkz.
yüksek basınç (200-300 bar) ve yaklaşık 500°C'de hairbreadth.
ve bir katalizör yardımıyla amonyak üretimi; Haber hair space: Matb. yarım puntoya eşit olan ve kelime
işlemi.
ler arasında kullanılan en dar metal parçası.
hachure: 1) kısa, ince, paralel çizgiler sırasının her hairspring: Herhangi bir saatte denge tekerinin dü
hangi biri; özellikle Harita yapımcılığında yamaçları
zenli hareketini denetleyen çok ince, kıla (saça) ben
veya yüksek yüzeyleri belirtmek için kullanılır. 2) ta zer bir yay; zemberek.
rama çizgileri (Tek. Res.), 3) bu tür çizgilerle göster
hair-trigger: Çok küçük bir impuls veya etki ile hare
mek veya gölgelemek. ket veya çalışmaya başlayan.
hack: Kesmek veya yontmak için kullanılan herhangi hair trigger: Çok duyarlı bir biçimde ayarlanmış ve
bir alet; balta, kazma, çapa vb. i. çok küçük bir basınçla bir silâhı ateşleyen kısım; te
hack hammer: Kesere benzer bir alet; taşları düzelt tik.
mek için kullanılır. hair tube: Kılcal veya kapller boru,
hacksaw: Bkz. hacksaw halation: Foto. bir negatif üzerindeki ışıklı ve detaylı
. kısmın çevresinde hale gibi görünen, istenmeyen
hack saw: Metal kesmek için kullanılan dar, ince dişli ışık kırılması veya yayılması.
ağzı, madenî bir çerçeveye bağlı bir testere; demir
half: 1) bir şeyin birbirine eşit iki parçasından biri; bir
testeresi.
kütle veya sayısının yaklaşık olarak yüzde ellisi. 3)
hack saw blade: Demir testeresi ağzı veya bıçağı;
iki eşit parçadan biri olma. 4) bir kütle veya sayının
tes tere ağzı. yaklaşık yüzde ellisi olma. 5) tamam olmayan; kıs
hack saw frame: Testere ağzının takıldığı demir teste
mî; parça parça. 6) bir bütünün uzunluğunun yakla
resi kolu. şık veya kesin olarak yüzde ellisi; yarı yarıya.
haematite: Bkz. hematite.
half adjust: Bilgisay. yuvarlamak.
hafnium: Kimy. bir dereceye kadar zirkonyuma ben half cell: Elektrot ile elektrolit arasındaki tersinir iyoni-
zeyen ve onunla birlikte bulunan kimyasal metalik
zasyon tarafından çalıştırılan, bir elektrolite batırılmış
element; hafniyum; Simg. Hf.; at.ağ. 178,6; at.no. sistem; tek elektronu sistem; yarım pil.
72; tugnstent filamanlar yapımında kullanılır.
half deck: Den. üst güvertenin altında, ana direkten
hahnium: Kimy. 105 numaralı element; at. ağ. 262;
veya grandi direğinden kamaralara kadar uzanan
at.no. 105.
güverte; yarım güverte.
hail: Den. çağırmak, bir gemiye işaret vermek veya
half-hour: 1) bir saatin yarısı; yariım saat; 30 dakika.
selâmlamak.
2) verilen bir saatten otuz dakika sonraki nokta. 3)
hail: Meteo. bazan, fırtınalı havalarda yağan küçük,
yarım saat süren. 4) her yarım saat veya otuz
yuvarlak buz parçaları; dolu.
dakika da bir oluşan veya vukubulan.
hailstone: Dolu parçası.
half-hourly: Otuz dakikalık veya yarım saatlik aralar
hailstorm: Dolu fırtınası; dolu ile birlikte görülen fırtı
la.
half-length 260 handle

half-length: Tam boyun yarısı; yarım boy. tizmin çekiç atma dalında kullanılan ağırlığı 5,425-
half life: Nük. Fiz. belirli bir radyoaktif maddenin örne 7,232 kg (12-16 libre) olan, ucunda bir tele bağlı
ğinde atomların yarısının bozunması için gerekli sü tutulacak yeri bulunan metal bir küre; çekiç. 5)
re; yarılama süresi: Plütonyumun yarılama süresi tavlanmış demirin dövülmesinde kullanılan çekiç;
yaklaşık 50 yıldır. şahmerdan. 6) bir çekiç ile tekrar tekrar vurmak; çe-
ha!f-load: Yarım yük veya yarım gaz: Bir makine, ge kiçlemek.
mi vb. i için söylenir. hammered: Çekiç darbeleri ile şekil verilmiş veya işa
haif-mast: Bir gemi bayrağının matem ya da tehlike retlenmiş (metal işçiliği için söylenir).
işareti olarak yarıya indirilmesi; yarıya indirmek (bay hammer-hardening: Çekiç veya şahmerdan ile döve
rağı). rek sertleştirme.
half pint: 1/4 kuvart'a veya 0,23625 litreye eşit olan sı hammering: Çekiçlerine; bir çekiç ile tekrar tekrar vur
vı veya kuru ölçüm bilimi. ma.
half round bastard: Yarım yuvarlak ve çift sıra dişli hammer, riveting: Perçin yapımında kullanılan çekiç;
eğe; yarım yuvarlak eğe. perçin yapma çekici; perçin çekici.
halt round file: Bkz. file, half round. hammer welding: Bir ocakta tavlandıktan sonra çekiç
half round nose plier: Mak. kargaburun. darbeleri yardımıyla basınç uygulanarak yapılan döv
half round wood rasp: Mak. yarım yuvarlak ağaç tör me kaynak; çekiç kaynağı.
püsü veya raspası. hamper: 1) Den. engel olan şey; çapariz. 2) gemi do
half speed: Yarımyol ileri anlamında bir komut: Maki nanımının üst kısımlarda bulunan elemanları.
ne için söylenir. hand: 1) gösterge; libre: Saat ibresi veya yelkovanı.
half staff: Bkz. half-mast. 2) yaklaşık 102 mm (4 inç) dolayında bir ölçü birimi.
half-throttle: Yarım gaz veya yarım gazla çalışma. 3) Den. sarmak veya kapamak (yelkeni). 4) el. 5) el
Half tide: Yüksek ve alçak gelgitler arasındaki durum ya da ellere ilişkin. 6) ei ile denetlenen veya kontrol
veya orta periyot; yarım gelgit. edilen. 7) el ile verilen veya aktarılan.
half-track: Arka tekerlekleri yerine paletleri olan zırhlı hand auger: El burgusu; tirpüşon.
taşıt aracı veya askerî kamyon. hand brake: Oto. el freni; Den. kastanyola; fren.
halfway: 1) iki nokta vb. i arasında eşit olarak yarıyol. handbreadth: Avuç içini ölçmek için kullanılan, çoğu
2) yarı mesafe; yarı yolda; ortada. zaman yaklaşık 102 mm (4 inç) dolayında bir ölçü bi
half wire: Çok ince tel; kılcal tel. rimi.
halfword: Bilgisay. yarım sözcük. hand car: Demiryollarında işçileri vb. taşımak için kul
halid: Bkz. halide. lanılan ve elle çalıştırılan küçük bir vagon.
halide: Kimy. halojenlerden birinin bir başka element hand controlled: El ile kumanda edilen veya yöneti
veya kök ite yaptığı bileşik; haloit Bkz, haloid; örne len; el ile denetlenen.
ğin sodyum klorür (NaCI), hidrojen bromür (HBr). hand crank: Küçük güçlü benzin ya da dizel motorla
halide torch: Freonlu soğutma sistemlerinde freon ve rının ilk hareketlerini sağlamak için volan göbeğine
genetron grubu gazların kaçaklarının saptanmasın sokulan kol; ilk hareket kolu.
da kullanılan alkolle çalışan bir şaluma; freon ya da hand drill: Ei sondası; el burgusu; el matkabı.
genetron şaluması; kaçak şalumanın mavi-yeşil yan hand driven: El ile çalıştırılan veya tahrik edilen.
masına neden olur. hand-fired boiler: Daha çok kalorifer kazanı, eski ge
halite: Doğal sodyum klorür (NaCI); kaya tuzu. milerin kömür yakan ana ve yardımcı kazanları gibi,
Haliey's comet: Astr, son olarak 1910 yılında görülen elle fayrap edilen kazanlardan herhangi biri.
ünlü kuyruklu yıldız; Halley kuyruklu yıldızı. hand fire extinguisher: Portatif (el) yangın söndürü
Hall coefficient: Hal etkisi tarafından geliştirilen po cülerinden biri; soda asit, köpük, karbon dioksit ve
tansiyel farkı, manyetik alanın akı (flüks) yoğunluğu, karbon tetraklorür söndürücülerinden biri.
akım şiddeti ve iletkenin genişliği ile orantılıdır; bu hand firing: El ile fayrap etme (bir kazan, ocak vb.).
oranın sabitesi Hall katsayısıdır. hand forging: Tavlanmış çeliklere elle döverek şekil
Hall effect: Atom taşıyan bir iletkende, manyetik alan verme; demircilerin uyguladığı basit işlem.
uygulandığında iletkenin kenarları arasında elektrik hand gear: Bazı makineleri çalıştırmak için kumanda
potansiyeli değişiminin gelişimi; Hall etkisi. edilen donanım; el donanımı.
Halll process: Eritilmiş alüminyum oksitin elektrolizi hand glass: Küçük yazı vb. lerini okumak için kullanı
ile alüminyum imalâtı. lan büyütme aracı: büyüteç.
Hallwachs effect: Bir vakumda ültraviyole veya morö hand granade: 1) çarpma veya zamanlı fünyesi ite
tesi ışığının oluşumu nedeniyle negatif yüklü cisimle ateşlenen, elle fırlatılan küçük bir bomba; el bomba
rin deşarjı. sı. 2) yangına fırlatılarak onu söndürmek için kullanı
halogenation: Bir organik bileşikte bir hidrojen ato lan ve içi kimyasal maddelerle dolu cam bir kap.
munun geçmesi işlemi; halojenieştirme. handhole: Heder türü kazanlarda çamur domu (dra
halogens: Flor, klor, brom, astatin ve iyottan oluşan mı) üzerinde bulunan, elin girebileceği büyüklükle,
çok aktif, metal olmayan kimyasal elementler; nega kare şeklinde deliklerden herhangi biri; Gem. Mak.
tif elementler ailesi; halojenler. henhol. 2) bir mahfazanın iç kısımlarına ei girebilme
haloid: Bîr halojenin diğer bir metal ya da kök ile yap si için konulmuş delikler.
tığı bir bileşiğe benzeyen veya bu bileşiğe ilişkin. handhole cover: Henhol deliklerine uyacak şekilde
halt: Bilgisay. duruş. yapılmış, meta! contalı veya gazketli kapak; henhol
hammer: 1) çekiç. 2) kullanımı veya şekli bakımın kapağı.
dan çekice benzeyen bir şey; mezatçı çekici. 3) atle handle: 1) bir kap, alet vb. inin elle tutulan, döndürü-
handle r 261 har d glas s

len, kaldırılan, çekilen vb. i kısmı veya parçası; sap;


ği ile yükleri kaldırabilen vinç; el vinci.
kulp; tutamak. 2) Mak. bir valfın dairesel şekilde
handwork: Makine yerine el ile yapılan iş; el işi.
olan ve onu açmak ya da kapamak için kullanılan
handy: 1) el allında; kolayca erişilen; uygun yerde
kısmı; el tekeri; Gem. Mak. hendıl.
bulunan; kolay bulunur. 2) kullanışlı; uygun. 3) ko
handler: Bilgisay. işleyici.
layca idare edilen veya elleçlenen; Gemi için söyle
handle bar: Bisiklet, motosiklet vb. ini yönetmek için
nir. 4) elleri yetenekli; hünerli; marifetli,
kullanılan ve ön tekere kumanda eden kısım; gidon;
hangar: Özellikle uçak ya da uçaklar için baraka veya
didon.
diğer bir sığınak; hangar.
handling: Tankerlerde dövme yük, kaplı yük ve baias-
hanger: 1) cisimlerin asılmasını sağlayan şey; özellik
tın yüklenmesi, boşaltılması veya aktarılması; elle
te: a) bu amaçla kullanılan çengel veya kanca, zin
me; elleçleme; işleme.
cir, halat, kayış vb. i. 2) Ofo. makasın kelepçesinin
handmade: Makine ile yapılmamış; elle yapılan; el ya
şasiye bağlanmasını sağlayan bayrak ya da braket.
pımı.
3) bele takılan kısa kılıç; meç.
hand-operated: El ile çalıştırılan (makine, cihaz, alet
hanger belt: Tahta ya da ahşap eşyalarda kullanılan
vb. i).
bir tür cıvata.
hand pump: 1) gemide buhar ve elektrik bulunmadı
hank: 1) Den. yelken dikmek için kullanılan sicim ya
ğı zaman, kazanları fayrap edebilmek için kullanılan
da ip; ispavio. 2) yün, iplik ya da ipek çilesi: Yün çi
ve elle çalışan motorin pompası; el pompası. 2) kü
lesi 512 m (560 yrd), pamuk çilesi 768,6 m (840
çük teknelerde sintineye giren suyu boşaltmak için
yrd). 4) esnek bir şeyin ilmek ya da kangalı.
kullanılan pompa.
harbor: 1) güvenli ve sığınılacak bir yer (gemiler
hand punches: Kaliteli dökme çeliklerden yapılarak
için); sığınak. 2) gemiler için sığınılacak veya demir
sertleştirilen ve parça markalamak, merkez belirt
yeri olarak kullanılan deniz, göi vb. inin girişi veya
mek vb. i için kullanılan kalem; el kalemi veya zım
kolu; liman; barınak. 3) koruma yeri olarak hizmet
bası; ei delgisi.
etmek.
handrail: Makinelerin iskele korkuluğu; korkuluk.
harborage: 1) gemiler için barınak; liman; demir yeri.
hand reamer: Delikleri büyütmek, paralel delikleri me
2) sığınak.
yilli hale ve dairesel delikleri tam ölçülerine getirmek
harbor master: Limanlarda devletin kurallarını uygula
için kullanılan bir alet; rayba (rayma); el raybası.
yan resmi görevli; liman reisi; liman başkanı.
hand riveting: Elle perçin yapma; el perçini.
harbour: Bkz. harbor.
hands: Gemi mürettebatı; personel veya tayfa.
harbourage: Bkz. harborage.
handsaw: El testeresi.
Harcourt pentane lamp: Pentarı yakan ve standart
hand's-breadth: Bkz. handbreadth.
ışık kaynağı olarak kullanılan bir lâmba; Harcourt
hand screw: 1) el ile çalıştırılan kriko (oto vb. i için).
pentan lâmbası.
2) el ile sıkıştırılan ağaç mengenesi; cendere. handset:
hard: 1) kolayca kırılmayan; basınca dayanıklı; ricid;
1) Ağıziıkiı ve kulaklık!) telefon cihazı; 2) e! takımı.
katı ve sıkı; yumuşağın karşıtı; sert. 2) metalden ya
hand shears: ince metal levhalara şekil vermek için
pılmış: Madenî paralar için söylenir. 3) büyük kuvvet
kullanılan düz, eğri vb. i makaslardan herhangi biri;
veya dayanıklık gösteren veya yapan; güçlü; zorlu,
el (teneke) makası.
kuvvetli. 4) kolayca hareket etmeyen. 5) çok soğuk,
hand spike: 1) özellikle gemilerde ağır cisimleri hare
fırtınalı vb. i. 6) sabunun temizleme özelliğini engel
ket ettirmek için levye olarak kullanılan ağır, metal
leyen, mineral tuzlann çözeltisine sahip olan: Su
çubuk; manivela; kavelâ.
için söylenir. 7) çok alkol kapsayan; kuvvetli. 8) zor-
hand starting: Küçük güçlü motorlarda volan göbeği
lukia; güçlükle. 9) Den. tam alabanda anlamında kul
ne sokulan bir kol veya volana sarılan bir ip ya da
landan ve serdümene verilen emir. b) baştan kara
kaytanın elle çekilmesiyle sağlanan ilk hareket; el ile
yapmaya uygun yer.
ilk hareket.
hard brass: Sert pirinç; sert pirinç alaşımı.
hand steering: El dümeni; ana dümen makinesi arı
hard bronze: Sert bronz.
za yaptığı zaman kullanılan yardımcı dümen; dişli ve
hard casting: Sert döküm.
kavramalar ile devreye sokulur.
hard chroming: Sert kromla kaplama (silindir gömle-
hand steering gear: Den. ana dümen arızalandığı za
ği, piston segmanı vb. i.).
man gemiyi yönetmek için kullanılan ve el ile kon
hard coal: Antrasit kömürü; Bkz. anthracite coal.
trol edilen yardımcı dümen donanımı; dümen el do
.hard copy: Bilgisay. basılı kopya.
nanımı; ei dümen donanımı.
hand tools: El takımları; el avadanlığı. hard disk: Bilgisay. değişmez disk.
harden: Sertleştirmek, su vermek (çelik vb. ine).
hand-tripping device: Buh. Türb. emercensi regüla
hardened: Sertleştirilmiş; su verilmiş.
tör arızası nedeniyle, bir düğmeyi bastırarak devreye
sokulan, emercensi regülatör devresi üzerindeki elle hardener: Sertleştiren şey veya kimse; özellikle: a)
çalıştırılan mekanizma. metal aletlere su veren kişi. b) boya, cila vb. ine da
hand turning gear: Küçük güçlü makineleri torna- ha sert bir katman vermek için kullanılan bir madde;
çark etmek için kullanılan ve elle çalıştırılan bir dişli sertleştirici.
donanım; el tornagiri. hardening: Kritik sıcaklığın üzerindeki tavlanmış çeli
ği, sertliğini arttırmak için yağ veya diğer bir sıvıya
hand vice: El mengenesi.
batırarak aniden soğutma işlemi; su verme; sertleştir
hand winch: Bir kol ya da krankın kontrol ettiği bir
me.
pinyon dişli tarafından çalıştırılan ana dişlinin fenerli-
hard glass: Kimyasallar ve ısıya dayanıklı borosilikat
camı; sert cam.
hard metal 262 h avo c
rak.
hard metal: Sert metal; sert alaşım. harmonic balancer: Bkz, dynamic absorber.
hardness: Sert olma durumu veya niteliği; sertlik; zor harmonic, first: Bkz. primary inertia force.
luk; güçlük. harmonic mean: Harmonik ortalama; eğer M, H ve N
hardness, alkaline: Bkz. hardness, temporary. bir harmonik dizide ise H=2MN/M + N harmonik or
hardness nonalkaline: Bkz. hardness, permanent. talamadır.
hardness, permanent: Kaynama ile giderilemeyen harmonic motion: İvme daima orijine doğrudur ve
çözünmüş kalsiyum ve magnezyum klorürler gibi onun mesafesi doğru orantılıdır; elastik ya da esnek
tuzların varlığı nedeniyle suyun sertliği; sabit sertlik; cisimlerin titreşimi; harmonik hareket
harmonic progression: M, H ve N gibi Uç niceliğin
kalıcı sertlik.
M:N: :M-H: H-N oldukları durum; harmonik dizi.
hardness, temporary: Kaynama ile giderilen çözün
harmonic, second: Bkz. seondary inertia force.
müş kalsiyum ve magnezyum bikarbonat gibi tuzla harmotome: Kimy, kompleks silikatlar kapsayan deği
rın varlığı nedeniyle suyun sertliği; geçici sertlik; kar şik renkli bir mineral; zeollt.
bonatlı sertlik. harpoon: 1) balina veya diğer büyük deniz hayvanla
hardness test: Kazan besi (fid) suyunun sertliğinin rının avlanmasında kullanılan, savlosu bulunan kan
saptanmasında uygulanan deney; sertlik deneyi: calı kargı ya da zıpkın. 2) bir zıpkın ile vurmak, yaka
Standart sabun çözeltisi, içinde 100 ml süzülmüş su lamak ya da öldürmek.
bulunan musluklu bir şişeye konulur ve kazandan hartshorn: 1a) amonyağın sudaki çözeltisi, b) amon
alınan örnek suya damla damla eklenir. Her 0,2 ml yum karbonat, amonyak ruhu olarak da kullanılır;
sabun çözeltisi ilâve edildikten sonra örnek su iyice uçucu tuz.
çalkalanır. Bu işlem 5 dakika süre ile bozulmayacak hasp: 1) kapı, pencere, çekmece vb. i yerlerde kulla
bir köpük katmanı oluşuncaya kadar devam ettirilir. nılan bir ucu yank, diğer ucu menteşe gibi sabit, me
Bir ml sabun çözeltisi 10 ppm CaCOg'ü çöktürür. tal bir parça; kenet ya da kilit köprüsü. 2) bu köprü
Böylece: mi sabun çözeltisi x 10 = CaC0 3 sertliğini ile kilitlemek.
verir. hastelloy: %0,15 karbon (maksimum), %16,5 krom,
hardness, total: Kalıcı ve geçici sertliklerin toplamı; %17 molibden, %4,5 vanadyum, %6 demirden olu
Fransız sertliği; °FH kısaltması ile belirtilir. şan bir alaşım; hasteloy.
hard-over: Den. dümeni iskele veya sancak alabanda hatch: 1) plân ya da tasarım yapmak; tasarlamak; ya
yapmak. şama sokmak; hayatiyet kazandırmak (plân, fikir vb.
hard-over angle: Dümenin viya durumu ile alabanda i), b) işaretleyerek çizmek. 2) ısı uygulayarak yumur
tadan civciv çıkarmak.
durumu arasındaki açı; alabanda açısı; maksimum
hatch: 1) bir gemi güvertesinde dikdörtgen şeklinde
35°-37,5° dolayındadır.
ve yüklerin indirildiği açıklık; ambarağzı; lumbarağ-
hard patch: Kalıcı veya sabit onarım; bir buhar kaza zı. 2) bir akarsuyun akımını ayarlamak için kullanı
nına yapılan, arızalı parçaların ve perçinlerin kesil lan bir kapak; bent kapağı. 3) bir tür balık tuzağı ve
mesi ve yerine aynı kalınlıkla saçtan yama yapılması ya kapanı.
şeklindeki tamir ya da onarım. hatch: Tek. Res. Gölge yapma amacıyla çok ince,
hard rubber: Sert ve esnek olmayan vulkanize edil çapraz veya paralel çizmek veya işaretlemek; bu çiz
miş lâstik; sert lâstik; vulkanize lâstik; ebonit. gilerden herhangi biri; tarama çizgileri ile donatmak;
hard scale: Buhar kazanlarında kalsiyum sülfat, kalsi taramak.
yum silikat, sodyum fosfat gibi maddelerin oluşturdu hatchel: 1) keten, kenevir vb. ini temizlemek ve tara
ğu kazan taşı ya da kısır; sert kısır. mak için kullanılan peteğe benzer bir alet; haçel.
hard solder: Sert lehim; Bkz. solder. hatchet: Tek elle kullanılan kısa saplı küçük bir balta.
hardware: 1) metalden yapılan aletler, çiviler, kap, ka hatching: 1) Tek. Res. gölgelemek amacıyla ince, pa
çak vb. i. 2) bilgisay. kompüter sistemini oluşturan ralel veya çapraz çizgiler çizme; tarama. 2) tarama
parçalar ya da aygıtlar; donanım. çizgileri.
hard water: Sodyum sülfat ve diğer kazan taşı yapan hatchway: 1) gemi güvertesinde yükün indirildiği dik
çözünmüş maddeler kapsayan herhangi bir tatlı su; dörtgen şeklinde açıklık; ambarağzı. 2) bir güverte
sert su; kaba su; sabunun köpürmesini geciktiren yapısı veya kıç kasarada sürme kapısı bulunan ben
herhangi bir su; çoğunlukla kuyu suyu. zer bir açıklık. 3) bir binanın çatı veya tabanında bu
lunan benzer açıklık.
hardy: Demircilerin kullandıkları kare gövdeli keski;
haul: 1) kuvvetle çekmek; çekerek veya iterek hare
demirci keskisi; örs keskisi.
ket ettirmek. 2) vagon, kamyon vb. i ile nakletmek.
harm: 1) yara; bere; hasar; zarar. 2) zarar yapmak; 3) Den. yelkenlerini düzenleyerek bir teknenin rotası nı
zarar vermek; hasar vermek. değiştirmek. 3) çekmek. 4) yön değiştimek: Rüz
harmful: Zarara neden olan; zararlı; incitici. gâr için söylenir. 5) çekme işi; çekme. 6) bir şeyin
harmful gases: Zararlı gazlar, gemilerin tankları, am taşındığı mesafe veya rota. 7) taşınan yük ya da ni
barları, kömürlükler vb. i yerlerde biriken ve bu ha celik.
cimlere korunmasız olarak giren personelin sağlığı haulage: 1) çekme işi veya işlemi. 2) bir şeyi çekme
na zarar veren gazlar. işinde kullanılan kuvvet. 3) çekme veya taşıma işi
harmless: 1) zararlı olmayan; zararsız. 2) zarara ne için ücret; taşıma ücreti.
den olmayan. haven: 1) liman şehri; liman; korunmalı (muhafazalı)
harmonic: 1) Mate, evrikleri aritmetik dizi olan sayıla demir yeri. 2) herhangi bir barınak, güvenli yer vb. i;
rın sırasını belirten veya onlara ait. 2) Elekt. frekansı, sığınılacak yer. 3) limana koymak (bir gemiyi); lima
esas frekansın tam katı olan gerilim veya alternatif na sokmak. 4) iiman sağlamak; korumak.
akım. 3) harmonik; harmoniye ait; ahenkli; uyumlu. havoc: Tayfun, savaşlar vb. i sonucu oluşan büyük
harmonically: Mate, harmonik ilişkide; harmonik ola
hawk 263 h ea t e r

tahribat veya harap olma. headlamp: 1) lokomotif, otomobil vb. inin baş tarafın
hawk: Sıva taşımak için kullanılan, altından saplı, kü daki reflektör veya mercekli fener; far. 2) Den. pruva
çük, kare şeklinde tahta; sıvacı tahtası. direği tepesindeki beyaz ışıklı fener; silyon feneri.
hawse: 1) Den. geminin baş, sancak ve iskele tarafın headphone: 1) bir band ile başa takılan kulaklıklı tele
da, zincirin hareketini sağlayan deliklerin bulunduğu fon veya radyo alıcısı. 2) Çoğ, bu tür bir çift alıcı.
yer; loca. 2) loca ağzı veya deliği. 3) demirlerle bir headset: Başa takılan kulaklıkları olan bir cihaz.
geminin kafası arasındaki yatay mesafe. 4) iki demir head, static: Bkz. static head.
le demirlediği zaman geminin zincirlerinin düzenlen headstock: 1) bir makinenin hareketli veya döner kıs
mesi. mı için bir yatak. 2) bir torna tezgâhının sıpındıl veya
hawsehole: Gemilerin baş taraflarında bulunan zincir aynasını taşıyan parçası.
veya yoma halatlarının geçtiği deliklerden herhangi head studs: Mot. silindir kapağını (kaveri) silindir blo-
biri; loca; Bkz, hawse. ka bağlayan ve çoğu zaman 4'e bölünebilen sayıda
hawse pipe: Den. demir bedenine yataklık yapan ve olan ve bîr tork anahtarı veya hidrolik olarak yerleri
demir zincirinin geçmesine yardım eden silindirsel ne bağlanması gereken saplamalar; kapak saplama
boru; loca. ları.
hawser: Geminin demirlemesi, çekilmesi vb. i sırasın head, total: Bkz. total head.
da kullanılan, çoğu zaman çelikten yapılan, bitkisel headway: 1) ileri hareket. 2) iş vb. inde gelişme veya
olarak da imâl edilebilen kalın yoma halatı veya kü başarı. 3) aynı yön ve aynı rotada sefer yapan iki
çük zincir. tren, iki gemi vb. i arasındaki zaman farkı.
hazard: 1) risk; riziko; tehlike; tehlikeye maruz kalış; head wind: Bir gemi veya uçağın rotasına zıt yönde
nazik durum. 2) şans; talih. 3) tehlikeye maruz kal esen rüzgâr.
mak. hearth: 1) ocak, soba veya külhanda, üzerinde ateş
hazardous: 1) riskli; rizikolu; tehlikeli. 2) şansa bağlı bulunan kısım; ocak. 2) demirci ocağı. 3) Metal, yük
veya şansa ait. sek fırının erimiş metal ve cüruf biriken alt kısmı.
haze: Duman. heat: 1) Fiz. moleküllerin hızlanan titreşimleri tarafın
H-bar: Enine kesiti H şeklinde olan kiriş; H profil. dan üretilen bir enerji türü; ısı; hararet; kuramsal ola
H-bomb: Bkz. hydrogen bomb. rak -273°C'de molekülsel titreşim duracağı için ısı ol
H.C.F. (h.c.f.): En büyük ortak faktör. maz; sıcak olma niteliği; kızgınlık. 2) dalga boyu
hd.:Bkz. head. 25,4 mm ile 0,000 081 mm arasında olan bir enerji tü
He: Bkz. helium. rü. 3) kızgınlık ya da ılıklık derecesi. 4) sıcak hava
HE (H.E.): Bkz. high explosive. ya da iklim. 5) bir soba veya ocak ile oda, ev vb. ini
head: 1a) bir iskelenin karadan en uzak olan kısmı ve ısıtma. 6) Metal, a) bir ocak ya da fırında metal, cev
ya baş tarafı, b) bir geminin baş tarafı; bodoslama; her vb. inin bir kere ısıtılması, b) tek bir ısıtmada işle
pruva. 2) basınç; hed; Buhar hedi (basıncı) gibi. 3) nen miktar. 7) ılık ya da sıcak yapmak, veya olmak.
maden ocağının dar girişi. 4) Bilgisay. kafa. 8) ateş (vücut için).
head bolts: Bkz. head studs. heat accumulator: Bkz. accumulator, heat.
head crash: Bilgisay. kafa arızası. heat, atomic: Bir elementin gram atomik ağırlığı ve
head, dynamic: Bkz. dynamic head. onun özgül ısısının ürünü; bir elementin gram ato
header: 1) pin, çivi, perçin vb. İerine baş yapan kişi munun sıcaklığını bir derece C yükseltmek için ge
veya cihaz. 2) başakların tanelerini çıkaran ve onları rekli ısı miktarı; atomik veya atomsal ısı.
eğik bir düzlemden kamyon veya vagonlara gönde heat balance: Isı makinelerinde, özellikle motorlarda
ren bir makine; biçer döver makinesi. 3) bir akışka yakılan yakıtın verdiği ısının faydalı işe çevrilen ve
nın akımına müsaade etmek için diğer parçalara kaybolan yüzdeleri; ısı dengesi; ısı balansı.
bağlanan boru vb. 4) Buh. Kaza. heder türü kazan heat capacity: Bir madde veya bir cismin sıcaklığını
larda buhar domunun (dramının) büyük çaplı kısa bir derece yükseltmek için J/°C veya kal/°C türün
borularla bağlandığı dikdörtgensel kısım; heder; ön den ısı miktarı; ısı kapasitesi.
ve arka hederlerden biri. 5) Bilgisay. başlık. heat conduction: Isı iletimi.
header, front: Heder türü kazanlarda buhar dramının heat conductivity: Bkz. thermal conductivity.
altında bulunan ve ona nipellerle bağlanan heder; heat conductor: Isı iletici; ısıl
ön heder. iletken.
header, rear: Heder türü kazanlarda ön hedere para heat content: Bir maddenin iç enerjisi; entalpi.
lel ve ona su boruları ile bağlı, yukarı devir boruları heat dam: Döküm pistonlarda, piston kafası iç yüzeyi
ile buhar dramına bağlı heder; arka heder. nin, segmanları taşıyan kışıma doğru olan yuvarlak
header-type boiler: Gem. Mak. buhar domu (dramı) bölümü; ısı barajı; piston kafasındaki ısının daha ça
ile dikdörtgensel prizma şeklinde iki hederden olu buk olarak en üst segmana ulaşmasını sağlar.
şan su borulu bir kazan; heder türü kazan; kalın ve heat engine: Isı enerjisini mekanik enerjiye çeviren
ince su borulu türleri vardır. makine; buhar makinesi, buhar türbini, motorlar vb.
head gasket: Mot. silindir kapak (kaver) contası; ba i; ısı makinesi.
kırdan yapılan, sıkıştırma sırasında havanın, yanma heat-engine cycle: Term, makinenin kendisinde, ısı
sırasında basınçlı gazların firarını önleyen conta ya nın çalışma akışkanına eklendiği çevrim; ısı makine
da gazket. si çevrimi; içten yanmalı makinelerin çevrimi.
head gear: 1) maden ocağının girişinde bulunan bir heat energy: Fiz. ısı enerjisi.
kaldırma aracı. 2) Den. ön yelkenlerdeki arma. heater: 1) ısı vermek için kullanılan araçlar: Soba,
heading: 1a) Maden, galeri, b) bu galerinin sonu. 2) ocak, radyatör vb. i; ısıtıcı; Gem. Mak. hiyter veya hi-
Matb. başlık veya serlevha. ter. 2) bir elektron tüpünde içine yerleştirilen ve kato-
tu doğrudan belirli bir sıcaklığa kadar ısıtarak onun
heater , f e e d 264 hea t stres s

elektron .çıkarmasını sağlayan bir eleman. 3) Müh. kullanılan bir sayı; 427 kgm/kcal; 4,1840 J/kal, 4184
su, yakıt, yağlama yağı vb. i akışkanların sıcaklığını kJ/kal.
yükselten ısı eşanjörü; ısıtıcısı. 4) herhangi bir şeyi heat, molecular: Bir bileşiğin gram-moleküler ağırlığı
ısıtan işçi. ve onun özgül ısısının ürünü; bir bileşiğin 1 gram
heater, feed: Bkz, feed heater. moleküler ağırlığının sıcaklığını, 1 °C yükseltmek için
heater, jet: Bkz. jet heater. gerekli ısı; miktarı; moleküler ısı.
heater plug: Bkz. glow-plug. heat of adsorption: Verilen bir miktar madde emildi-
heater, surface: Bkz. surface heater. ği zaman gelişen ısı; kalori/g, kalori/mol veya gaz
3
heat exchangers: Isıtıcı ve soğutucu vb. i gibi ısı alıp lar için kal/cm birimleri ile belirtilir.
veren cihazlardan herhangi biri; ısı alıp veren cihaz; heat of combustion: Bir maddenin bir gram molekü
eşanjör. lü, oksijende yakıldığı zaman serbest kalan veya açı
heating: Isıtma. ğa çıkan ısı miktarı; yanma ısısı.
heating circuit: Bkz. heating system. heat of compression: Bir maddenin, örneğin bir ga
heating coil: Isıtma kangalı; tanklar, evaporator, se zın basıncı veya hacmi bir birim değiştiğinde her bir
parator, ekspenşın veya genişleme tankı vb. i yerler birim kütlede üretilen ısı; sıkıştırma ısısı; kompres-
de ısıtma amacıyla kullanılan ve kangal cihazlardan yon ısısı.
oluşan bir eşanjör; ısıtma kangalı veya bobini. heat of condensation: Bir gram buhar, sıcaklığında
heating, electric: Bkz, electric heating. herhangi bir değişiklik olmaksızın yoğuşarak sıvı şek
heating, hot-air: Bkz. hot-air heating. line dönüştüğünde çıkardığı ısı; yoğuşma ısısı.
heating, hot-water: Bkz. hot-water heating. heat of dissociation: 1 gram moleküler ağırlığındaki
heating insulation: Isı kayıplarını azaltmak, en aza in bir maddeyi elemanlarına veya daha basit molekülle
dirmek amacıyla soğutma odaları, soğuk su borula re ayırmak için gerekli ısı; ayrışma veya disosiasyon
rı, sıcak su ısıtma devreleri, sıcak hava devreleri, ısısı.
yüksek basınçlı buhar devreleri, kazan ocakları, fırın heat of fusion: Bir gramlık bir maddeyi eritmek için
lar vb. ine uygulanan yalıtım; ısıl yalıtım; ısı yalıtımı. gerekli (kalori türünden) ısı miktarı; erime ısısı; füz-
heating, steam: Bkz. steam heating. yon ısısı.
heating steam: Yakıt, fid (besi) suyu ısıtıcıları, evapo heat of ionization: Bir bileşiğin bir molünü iyonlarına
rator, ısıtma sistemleri vb. inde kullanılan buhar; ısıt ayırmak için gerekli ısı miktarı; iyonlaşma ısısı.
ma buharı. heat of mixing: Aralarında kimyasal tepkime olmaksı
heat insulation material: Isı yalıtımında kullanılan am zın iki sıvı karıştırıldığı zaman çıkarılan veya emilen
yant, asbestos, mineral yün, cam yünü, alçı vb. i ısı; karışma ısısı.
maddelerden herhangi biri; yalıtım maddesi; izolas heat of neutralization: Verilen bir mol asit veya baz
yon malzemesi. tümü ile nötrleştirildiği zaman çıkan ısı; nötrleştirme
heating surface: 1) Buh. Kaza. kızgın gazların yaladı ısısı.
ğı buhar üreten yüzey; ısıtma yüzeyi; kazan ısıtma heat of radioactivity: Bir radyoaktif maddenin birim
yüzeyi. 2) bir hiyterde ısıtıcı medyum (madde) tara kütlesinin radyoaktif bozunması ile birim zamanda
fından yalanan yüzeyler. üretilen ısı; radyoaktivite ısısı.
heating system: Sıcak su, buharlı, elektrikli, sıcak ha heat of reaction: Tepkime eşitliği tarafından belirtilen
valı ısıtma sistemlerinden herhangi biri; ısıtma siste reaktanlar arasında tepkime oluştuğu zaman ısı ener
mi. jisi değişimi; tepkime ısısı; reaksiyon ısısı.
heating value: Belirli durumlarda birim ağırlık veya bi heat of solution: Bir maddenin bir molekülünün bü
rim hacim yakıtın yakılması ile üretilen ısı miktarı; ka- yük bir hacimdeki çözücü içinde eridiği zamanki ısı
lorifik değer; ısı değeri; ısıl değer. değişimi; çözelti ısısı.
heat value, higher: Bir kilogram yakıtın sabit hacim heat of vaporization: 760 mm basınç ve kaynama
de tam yanmasıyla oluşan gazların +15°C'ye kadar noktasında, bir sıvının birim ağırlığı buhara dönüştü
soğutulmasıyla elde edilen ısı miktarı; üst ısı değeri; ğü zaman emdiği ısı miktarı; buharlaşma ısısı.
üst ısıl değer. heat proof: Isı geçirmez; ısıya dayanıklı.
heating value, lower: Bir kilogram yakıtın sabit ha heat pump: Enerjinin düşük sıcaklıkta aılndığı ve yük
cimde tam yanmasıyla oluşan ve yanma gazları so- sek sıcaklıkta atıldığı ve çevrimi oluşturmak için ge
ğutulmaksızın elde edilen ısı miktarı; alt ısı değeri; rekli işin elde edildiği makinenin (soğutma makinesi
alt ısıl değer. nin) adı; ısı pompası.
heat, latent: Sıcaklığı değişmeksizin bir maddenin bir heat radiation: İsı radyasyonu; ısı ışınımı.
gramının katıdan sıvıya veya sıvıdan gaza dönüşme heat recovery boiler: Atık ısı kazanı; Bkz. waste heat
si için gerekli ısı miktarı; buharlaşmanın gizli ısısı. boiler.
heat lightning: Özellikle yaz akşamları ufka yakın gö heat-resisting: Isıya dayanıklı; ısı geçirmez.
rülen gök gürültüsüz şimşek. heat-resistong alloys: Isıya dayanıkli alaşımlar.
ö
heat losses: Isı kayıpları; a) Mot. egzoz gazları, so heat-resisting steel: 815 C'ye (1500°F) kadar daya
ğutma suyu tarafından götürülen, sürtünme nedeniy nıklı, bir dereceye kadar işlenmesi zor, dövülebilen
le oluşan ve radyasyon ile kaçan ısının oluşturduğu krom nikelli paslanmaz çelik; ısıya dayanıklı çelik.
kayıplar, b) elektrik makinelerinde ısı şeklinde olu heat, solar: Bkz. solar heat.
şan bakır,, demir, eddy ve histerizis kayıpları, c) bu heat, specific: Bir maddenin 1 birim kütlesinin sıcaklı
har, sıcak su, sıcak hava taşınan boruların bozuk ğını 1 C yükseltmek için gerekli, kalori türünden ısı
izolasyonları nedeniyle oluşan kayıplar. miktarı; özgül ısı; ısınma ısısı; spesifik ısı.
heat, mechanical equivalent of: Isının mekanik eşde heat stress: Isıl gerilme veya stres; yüksek sıcaklık
ğeri; mekanik enerjiyi ısıl enerjiye dönüştürmek için nedeniyle metallerde oluşan gerilme.
hea t strok e 265 heelin g syste m

heat stroke: Aşırı ısı etkisinde kalma sonucu oluşan için yüzde yüze kadar aşın yük taşıyabilen dizel mo
türlü durumlardan herhangi biri; ısı çarpması; Bkz. torları.
sunstroke. heavy-duty oil: Büyük makine ve mekanizmalarda
heat transfer: İsı alıp veren cihazlarda (eşanjörlerde) kullanılan yağ; ağır iş yağı; özel ağır iş yağı.
ısının sıcak kaynaktan soğuk kaynağa aktarılması; heavy earth: Baryum monoksit; barita.
ısı transferi; ısı aktarilması; ışınım, kondüksiyon ve heavy fuel: Bkz. heavy fuei oil.
konveksiyonla olmak üzere üç tür ısı aktarılması var heavy fuel oilve: dizel
Özgülmotorlarında
ağırlığı 0,986-1,021 kg/dm
3
dır. olan, kazan kullanılabilmeleri
0
heat transmission: Bkz. heat transfer. için 90°-150 C'ye kadar ısıtılması gereken ve ağırlık-
heat treatment: istenilen yapı ya da özellikleri sağla sal analizi; % 86 karbon, % 10,5 hidrojen, % 1,5 oksi
mak amacıyla bir metal veya alaşım üzerinde uygula jen, % 2 yabancı maddeler olan, % 0,10-% 0,50
nan ısıtma ve soğutma işlemi; ısıl işlem; ısı dola yında kül ve % 0,50-% 3,5 kükürt kapsayan
muamele si. yakıt; ağır fuel oil.
heat utilization coefficient: Mot. görülür yanma sıra heavy hydrogen: Atom ağırlığı 2'den biraz daha faz
sında gazlann iç enerjilerini ve kullanılan dış işi ço la olan bir hidrojen izotopu; ağır hidrojen. 2) döter-
ğaltmak için Delirtilen bir katsayı; ısıdan yararlanma yum; oksijen ile ağır suyu oluşturur.
katsayısı: Dizel motorları için 0,65-085 ve karbüratör heavy-laden: Ağır yüklü.
lü makineler için 0,85-0,95'tir. heavy lift: Ağır yük.
heat utilizer: Bkz. engine. heavy lift ship: Ağır yükleri kaldıracak şekilde donatıl
heat wave: 1) oldukça yüksek sıcaklıktaki bir hava mış gemi; ağır yük gemisi.
kütlesinin yavaş olarak hareketi sonucu alışılmamış heavy nitrogen: Atom ağırlığı 15 olan bir nitrojen (a-
sıcak hava. 2) belirli bir yerde böyle bir hava perlyo- zot) atomu; ağır nitrojen veya azot.
tu,
heavy oil : Kömür katranının damıtılmasında 250°-
heave: 1) özellikle, gayretle kaldırmak veya yükselt
325°C sıcaklıkları arasında elde edilen ürün; ağır
mek. 2) Den. a) bir halat veya zincirin çekilmesi ile
yağ; buharlaşmayan yağ.
yükseltmek, vira veya nisa etmek, çekmek, hareket
ettirmek vb. i. b) özel bir tarzda veya yönde (bir ge heavy oxygen: Oksijenin atom ağırlığı 17 ve 18 olan
minin) hareketine neden olmak. 3) Den. a) çekmek iki izotopundan herhagni biri; ağır oksijen,
veya hisa etmek (zincir, halat vb. de), b) hareket et heavy spar: Baryum sülfat; barit.
mek; ilerlemek; ileri gitmek. heavy water: Atom ağırlığı 2 olan hidrojen izotopu ve
heaving: 1) Den. bir halatı kuvvetle çekmek veya vira oksijenden oluşan su; ağır su döteryum oksit, D2O
etmek. 2) geminin deniz veya dalga etkisiyle yüksel (H 2 0) ; kimyasal özellikleri su ile aynı, fakat fiziksel
mesi (kalkması). özellikleri farklıdır.
heaving line: Gemi halatlannı sahile vermede kullanı hect-: Bkz.
lan, gemiciler tarafından fırlatılarak atılan ve ucunda hecto-.
4
bir ceviz bulunan ince ip; el incesi. hectare: Meirik sistemde kullanılan ve 10 metrekare
Heaviside-Kennelly layer: Üst atmosferde radyo dal ye eşit olan bir yüzey birimi; hektar.
2
galarını yansıtarak onların dünyanın eğri yüzeyine hecto-: 10 (100) anlamında bir önek; hekto; h kısalt
paralel hareketine neden olan iyonize bölge; iyonos- ması ile belirtilir.
fer. hectobar: Ulus. Sist. 100 bar, 10 N/m , 1
7 2

Heaviside layer: Bkz. Heaviside-Kennelly layer. 2


kgf/mm 'ye eşit olan bir basınç birimi; hektobar.
heavy: 1) kaldırılması veya hareket ettirilmesi, ağırlığı hectogram (hectogramme): Metrik sistemin 100 gra
nedeniyle zor olan; ağır. 2) yüksek özgül ağırlığa ma eşit olan bir ağırlık birimi; hektogram.
ait. 3) normal ya da alışılmışa göre daha geniş, da hectograph: Yazılı şeyleri gliserinle kaplı bir jelatin
ha büyük veya daha yoğun; özellikle: a) büyük bir sayfasına aktararak çoğaltılmasını sağlayan teksir
kuvvet veya etki ile düşürme, b) alışılmış miktardan makinesi; hektograf; hektografla çoğaltmak.
daha fazlaya ait. c) kaba: Ağır denizler gibi. d) ka
hectoliter (hectolitre): Metrik sistemin 100 litreye eşit
lın; yoğun, masif; kaba. e) büyük ölçekte operas
olan hacim birimi; hektolitre.
yon. 4) önemli. 5) zor. 6) kasvetli, bulutlu, karanlık;
alçalmış: Ağır hava gibi. hectometer: Metrik sistemin 100 metreye eşit olan bir
uzunluk birimi; hektometre; 10 dekametre.
heavy-armed: Ağır silahlar veya zırhla donatılmış ve 3
hectostere: Metrik sistemin 100 m 'e eşit olan hacim
ya teçhiz edilmiş.
ya da kapasite birimi.
heavy cargo: Gemiyi tümü ile doldurmayan fakat si
gorta hattına kadar batıran yük; ağır yük. heel: 1) bir tarafa yatırmak; bayıltmak: Özellikle gemi
heavy chemicals: Endüstri için gerekli başlıca (esas) ler için söylenir. 2) yana yatırmak veya bayıltmak
kimyasallar: Sülfürik asit boya endüstrisi ve deterjan (bir gemiyi). 3) bayıltma ya da yatırma işi. 4) bunun
yapımı için, sodyum karbonat ve sodyum sülfat büyüklüğü. 5) bölüm bölüm damıtma sonuna kadar
cam, nitrik asit, patlayıcı ve gübre yapımı için kullanı uygulandıktan sonra kalan kısım; artık.
lır. heel angle: Den. bayılma açısı.
heavy derrick: Gemilerde normal bumba veya vinçler heel gudgeon: Gem. Mak. dümen topuk iğneciği.
le kaldırılamayan ağır yükleri kaldırmak için kullanı heeling system: Gemiye balast ya da safra alınırken,
lan bumba; ağır bumba. maksimum (yana) yatma momenti oluşturarak, bayıl
heavy-duty: Büyük gerilme, aşınma vb. ine dirençli ma momentini azaltan bir sistem; daha çok buzkıran
ya da dayanabilir; dayanıklı; ağır görevli (makine). lara uygulanan bir sistem; sancak ve iskelesinde bu
heavy-duty engines: Ağır görev motorlan ya da maki lunan iki tank, tanktan tanka aktarma yapabilen ve
neleri; özellikle yoi yapım araçlannın, kısa bir süre kapasitesi 135 ton/dakika oian tersinir bir pompa
dan oluşur; yan yatırma sistemi.
heeling tank 266 hemicellulose

heeling tank: Yan yatırma devresinde kullanılan ve heliocentric: 1) güneşin merkezinden hesaplanan ve
3
her birinin kapasitesi 200 m olan sancak ve iskele ya görünen. 2) merkez olarak güneş alınan veya gü
taraflara yerleştirilen iki tanktan biri; yan yatırma tan neş olan.
kı; Dan. Hiling tank. heliochrome: Doğal renklerdeki bir fotoğraf.
heft: 1) ağırlık. 2) önem; etki ya da tesir. 3) bir şeyin heliogram: Helyografla gönderilen mesaj; helyog-
daha büyük parçası veya kısmı. 4) kaldırmak veya ram.
çekmek. 5) kaldırarak ağırlığını saptamaya çalışmak. heliograph: 1) geçmişte güneşin fotoğraflarını çek
hefty: 1) ağır; oldukça ağır. 2) büyük ve güçlü. mek için kullanılan bir cihaz. 2) Güneş ışığının şidde
height: 1) herhangi bir şeyin en üst noktası. 2) en tini ölçmek için kullanılan bir cihaz; helyograf.
yüksek sınır; en büyük derece; aşırı; şahika, zirve ya heiîography: 1) güneş yüzeyinin incelenmesi. 2) foto
da doruk. 3) alttan tepeye olan mesafe; yükseklik. klişeciliği işlemi ya da sanatı. 2) helyograf yardımıy
4a) verilen bir yer veya denizden yükseklik veya me la sinyal verme veya haber gönderme ya da iletişim
safe; altitüt, rakım ya da yükselti, b) ufkun üstünden sağlama.
(güneş, yıldız vb. inin) yüksekliği. 5a) alttan tepeye, heliometer: İki yıldız arasındaki açısal mesafeyi ölç
oldukça büyük mesafe, b) verilen bir seviye üzerin mek için kullanılan cihaz; helyoskop, helyometre.
den nispeten büyük bir mesafe. 6) Çoğ. diğerlerin heliostat: Güneş ışınlarını sürekli olarak sabit bir yön
den önemli şekilde yüksek veya yukarıda olan bir de yansıtan ve saat mekanizması ile yavaş olarak
nokta veya yer. döndürülen aynalı bir cihaz; helyostat.
heighten: 1) yüksek veya daha yüksek duruma getir helium: Yanıcı olmayan, çok hafif, renksiz, inert bir
mek veya gelmek; yükseltmek. 2) daha geniş; daha gaz kimyasal element; helyum; balonların şişirilme
büyük, daha güçlü (kuvvetli) vb. i yapmak veya ol sinde kullanılır; Simg. He; at.ağ. 4,003; at.no. 2.
mak; büyümek; şiddetini çoğaltmak. helix: Bir eksen olarak diğer hat çevresinde düzgün
hektare: Bkz. hectare. olarak dönen bir "doğru boyunca düzgün olarak ha
hekto: Bkz. hecto-. reket eden bir nokta tarafından üretilen uzay eğri;
hektogram: Bkz. hectogram. tek başına silindirsel helisi belirtir; heliks; helis; hele
Hele-shaw pump: Elektro-hidrolik dümen donanımla zon; sarmal. 2) Mate. silindir çevresinde oluşturulan
rında kullanılan sabit hızlı, değişken verdili, radyal si böyle bir eğri. 3) Zoo. spiral kabuklu yumuşakça
lindirli yağ pompası; Helşov pompası (Ticarî bir mar grubunun herhangi biri.
ka). helix, conic: Konik helis.
heli-: Bkz. helio-. helix, cylindrical: Silindirik helis.
helical: Helis ya da spirale ait; helis ya da spiral şek helleborin: Çöpleme otunun köklerinden elde edilen
linde olan; helisel; helezonî; sarmal. zehirli bir glükosit; helleborin, C 3 6 H 1 2 O 8 ;
helical angle: Buh. Türb. devir düşürücülerde bulu kuvvetli
nan halis dişlilerin helis açısı; günümüzde helis açısı bir müshil.
30°-45° arasındadır. helm: a) bir gemiyi yönlendiren dümeni hareket etti
helical-flow turbine: Buharın, rotorun çevresine teğet- ren yeke veya dümen yekesi, b) dümen dolabı veya
sel olarak keyste ve rotordaki kanatların tümüne gir dümen yekesi, dümen, telemotor vb. ini kapsayan
diği bir yardımcı türbin; teğetsel akımlı türbin; tan tüm dümen donanımı.
gential flow turbine biçiminde de kullanılır. Helmann: Bkz. T-substance.
helical gear: Buhar türbinli ve bazı motorlu gemiler helm indicator: Dümen müşiri; köprüüstünde, dü
de kullanılan devir düşürücü dişliler gibi helis şeklin men dolabı üzerinde bulunan ve dümenin durumu
de kesilmiş dişli; helis dişli. nu gösteren bir gösterge; dümen göstergesi.
helical gear pump: Basit dişli pompalara benzeyen, helmsman: Dümen tutan kişi; dümenci; serdümen;
fakat onların değiştirilmiş şekli olan pompa; dişli diş gemi dümenini kullanan gemici veya gemiadamı; ço
leri helis şeklindedir; helisel dişli pompa; helis dişli ğu zaman usta gemici.
pompa. help function: Bilgisay. yardım işlevi.
helical spring: Kare veya çoğu zaman dairesel kesitli helvite: Kimy. berilyum, manganez ve demirin komp
çelik tel vb. i malzemeden yapılmış silindirsel yay; leks silikatı olan bir mineral; berilyumun çok boi
helozonî veya helisel yay. olan fakat fakir bir cevheri.
helices: Bkz. helix (Çoğ.). hematein: Kırmızımsı kahverengi, kristalli bir boya;
helico-: Spiral (helezonî), spiral şeklinde anlamların hematein, C 1 6 H 1 2 O 6 ; oksitlenme ile bakkam ağacın
da bir önek. dan elde edilir; hematin şeklinde de kullanılır.
helicoid: 1) spiral (helezon) şeklinde olan; bobin şek hematin: 1) demir kapsayan, hemoglobinin ayrışma
linde. 2) Geo. sabit bir helisin tüm noktalarından ge sından elde edilen koyu kahverengi veya siyahımsı
çen bir doğrunun hareketi ile oluşan veya üretilen bir madde; hematin. 2) Bkz. hematein.
yüzey: Örneğin pervane. hematite: Demirin önemli bir cevheri olan doğal, su
helicoidal: Bkz. helicoid. suz demir trioksit; hematit, Fe 2 0 3 ; toz haline
helicopter: Büyük yatay pervaneli ve pervanesi üstte getiril diği zaman kahverengimsi kırmızıdır.
bulunan, kalkış ve inişi için uzun bir piste gerek gös hematitic: Hematite ait.
hematoxylin: Bakkam ağacından çıkarılan kristalli bir
termeyen, dikine kalkış ve inişler yapabilen bir tür bileşik, C 16 H 14 O 6 ; mikroskopide boyama için kulla
uçak. nılır; ısıtıldığı zaman hematein boya verir.
helio: Bkz. 1) heliogram. 2) heliograph. hemicellulose: Basit şekerler ve sellüloz arasında po-
helio-: Güneş, parlak, radyan vb. i anlamlarında lisakkaritler olan bir ara ürünü; hegsoz şekerlerinin
önek. bir yoğuşma ürünü; yarı seliüloz.
h emi coloi d 26 H er t zia n w ave
7 s
hemicoloid: Boyları 0,005-0,0025 mikron arasındaki
çok küçük partiküilerden oluşan bir koloit; yarı kolo hepta-: Yedi,önek.
lamlarında yedi atomlu veya köklü bir madde an
it. heptad: 1) Kimy. yedi değerli bir element ya da kök.
hemicycle: 1) yarım daire. 2) yarım daire şeklindeki 2) yedili grup; yedinin grubu.
oda, duvar vb. i. heptagon: Yedi açısı ve yedi kenarı olan bir düzlem
hemihedral: Tam simetri için gerekli düzlemlerin yarı şekil; yedi kenarlı; yedigen; heptagon.
sayısında olan: Bir kristal için söylenir. heptagonal: Yedigene ait veya yedigen şeklinde
hemihydrate: Suyla birleşen maddenin ve suyun bir olan.
çok molekülünün yarısını kapsayan bir hidrat; yarı heptahedral: Yedi yüzlüye ait; yedi yüzlü şeklinde;
hidrat. heptahedral.
hemin: Tıp. kan, tuz asiti veya buza benzer asetik asit heptahedron: Yedi yüzeyi olan bir katı şekil; yedi yüz
ve sodyum kloriir ile işlem gördüğü zaman elde edi lü; heptahedron.
len kahverengi, kristalli, proteinsiz hemoglobinin klo heptane: Sıv. Yük. Yangın tehlikesi olan, karakteristik
ruru; nemin. kokulu, alifatiklerden sıvı bir karbonlu hidrojen; hep-
hemisphere: 1) yarım küre veya glop; özellikle a) tan; dipropllmetan; n-heptan; Simg.CH3
göksel ekvator veya ekliptik tarafından bölünen gök (CH 2 ) 5 CH 3 ; 20°/4°C'de öz.ağ. 0,864; k.n. 98,52°C;
sel kürenin yarım parçalarından herhangi biri. b) d.n. yaklaşık -01 C; suda çözünmez, 20°C'de visko
dünyanın herhangi bir yarım parçası; dünya, ekva zitesi 0,413; gemilerde çevre sıcaklığı ve atmosfer ba
tor tarafından kuzey ve güney, bir meridyen ile Avru sıncında taşınır.
pa, Asya, Afrika ve Avustralya'yı kapsayan doğu ve heptane-i-ol: Sıv. Yük. heptan-i-ol; alkol C-7; enantil
Amerika'ları, Okyanusya'yı kapsayan batı yarım kü alkol; heptil alkol; n-heptanol; güzel kokulu, renksiz,
relerine bölünür, c) bu kısımlardan herhangi birinin birincil alifatiklerden birsıvı; Simg.
model ya da haritası. 2) dünyanın herhangi bir ya CH 3 (CH 2 )5 CH 2 OH; 20°/4°'de öz.ağ. 0,824; k.n.
rım küresindeki ülkeler ve insanlar. 175,8°C; d.n.-34,6°C; 20°C'de viskozitesi 7,4 cP; ge
hemispheric: 8t e hemispherical. milerde çevre sıcaklığı ve atmosfer basıncında taşı
hemispherical: Yarımküreye ait; yarımküre biçimin nır.
de; yarımküreye benzeyen. heptavalent: Yedi değere sahip olan; yedi değerli;
hemisphere-id: Bir sferoidin Bkz. spheroid yarısı. septavalent biçiminde de kullanılır.
hemiterpene: Genel formülü C5H8 olan izomerik kar heptene (mixed isomer): Sıv. Yük, heptilen; hepten;
bonlu hidrojen grubunun herhangi biri; yarıterpen. yangın tehlikesi olan, hoş ve hafif çam kokulu, renk
hemocytometer: Kanın hemoglobin muhtevasını ya siz, doymamış alifatiklerden, hafif anestezik etkili sıvı
da miktarını ölçmek için kullanılan bir cihaz; hemosi- bir karbonlu hidrojen; 15,56°/15,56°C'de öz.ağ.
tometre. 0,715; k.n.85-100°C; d.n.-120°C; suda çözünmez;
hemoglobin: Kırmızı kan hücreleri veya alyuvarların 15,56°C'de viskozitesi 0,45 cP; gemilerde çevre sı
kırmızı renkli maddesi; hemoglobin; oksijeni akciğer caklığı ve atmosfer basıncında taşınır.
lerden dokulara ve karbon dioksiti dokulardan akci heptode: Bir anot, bir katot ve bir kontrol elektrodu
ğerlere taşır; Simg. Hb. ve ek dört elektrottan oluşan, yedi elektronu bir
hemoglobinometer: Kandaki hemoglobin miktarını elektron tüpü; frekans değiştirici olarak kullanılır.
ölçmek için kullanılan bir cihaz; hemolobinmetre. hermaphrodite brig: İki direkli yelkenli bir tekne; bri-
hemp: Sof. kendir; liflerinden yelkenbezi, halat, sal gantin.
mastra vb. i yapılan bir bitki. hermaphrodite caliper: Dairesel çubuk veya rodları
hemp fiber: Kendir lifi; kendir bitkisinin kurutulan, merkezlenmek için kullanılan bir tarafı düz ve ucu siv
gövdesinden çıkarılan halat, yelkenbezi ve özellikle ri, diğerinin ucu eğri, iki bacaklı metal pergel;
salmastra yapımında kullanılan lifleri. Jenny caliper şeklinde de kullanılır.
hemp packing: Kenevir bitkisinin liflerinden yapılan hermetic: 1) sihirli; alşimiye ait. 2) hava girişi veya çı
salmastra; kenevir salmastra. kışına engel olacak şekilde, tümü ile lehim vb.i ile
hendeca-: on bir (11) anlamında bir önek. kapatılan; hava sızdırmaz.
hendecagon: On bir açısı ve on bir kenarlı düzlem hermetical: Bkz, hermetic.
şeklinde olan. hermetically: Hava geçirmez veya sızdırmaz bir bi
hendecagon: On bir açısı ve on bir kenarı olan bir çimde.
düzlem şekil; on bir kenarlı. heroin: Morfinin beyaz renkli, kristalli, toz şeklindeki
hendecahedron: On bir (11) düzlem yüzeyi olan bir asetil türevi; eroin, C 2 1 H 2 3 N0 5 ; çok güçlü,
katı şekil; on bir yüzlü. bağımlı lık yapan, yapımı ve satımı yasak olan bir
H-engine: Silindirlerinin dizilişi H harfi şeklinde olan narkotik.engine: ilk buhar makinelerini tanımlamak
Hero's
makine; H makine. için bir cihaz; Hero'nun makinesi.
henry: Elekt. endüktansın pratik ölçü birimi; henri; bir Hero's gas turbine: M.Ö. 130 yılında İskenderiye'n
elektrik devresinde akım 1 amper/saniye miktarı de Hero tarafından tasarımlanan makine; Hero'nun gaz
ğiştiği zaman 1 voltluk bir elektromotor kuvvet en- türbini.
düklenirse, o elektrik devresinin endüktansı bir henri- Herringbone-gear pump: Basit dişli pompalara ben
9
dir; 10 elektromanyetik birim; 1000 milihenri; 1 000 zeyen, onların biraz değiştirilmiş şekli olan pompa;
000 mikrohenri. Herringbon dişli pompası.
Henry's law: "Bir gazın sabit sıcaklıkta bir sıvıda çözü- Hertz: Frekans birimi; saniyede çevrim; çevrim/sani
nebilirllği, gazın basıncı ile doğru orantılıdır"; Henri ye.
10
kanunu veya yasası. Hertzian waves: 3x10 çevrim/saniyenin üzerinden
hesperidin 268 hgt.
veya somun; altıgen başlı.
5
1,5x10 çevrim/saniyenin altına kadar elektromanye hexagon head screw: Altıgen başlı (makine) vidası.
tik dalgalar. hexagon nut: Altıgen somun; altı kenarlı veya köşeli
hesperidin: Ham portakal vb. i türden meyvalarda bu somun.
lunan kristalli bir glükosit; hesperidin, C 2 2 H 2 6 0 1 2 . hexagram: Tek. Res. düzgün altıgenin kenarları uzatı
hessite: Miner, kesilebilir kütlelerde bulunan gümüş larak veya iki eşit kenar üçgenden elde edilen altı
tellürid, Ag 2 Te; hesit. köşeli yıldız. 2) altı kenarlı olan herhangi bir şekil.
hessonite: Bkz. essonite. hexahedral: Altı yüzlüye ait; altı yüzlü şeklinde olan.
Hess's law: Hess kanunu veya yasası: "Her ne şekil hexahedron: Altı düzlem yüzeyli katı şekil; altı yüzlü.
de olursa olsun bir kimyasal değişme meydana gel hexahydrate: Suyla birleşen maddenin bir mol gramı
diğinde işlemin toplam ısı değişimi aynıdır." için altı mol gram ağırlığında su kapsayan hidrat;
hetero-: Farklı, diğer, diğeri anlamlarında bir önek. hegzahidrat.
hexahydric: Altı (6) hidroksil kökü kapsayan, örneğin
heterochromafic: Farklı veya kontrast renklerden olu
hegzahidril alkol.
şan ya da bu tür renkleri olan veya bu tür renklere
ait; çok renkli; heterokromatik. hexamethylenetetramine: Kauçuğun vulkanizasyonu-
heterochromosome; Bkz. heterochromatic. nu hızlandiricı ve idrar yolları antiseptiği olarak kulla
heteroclite: Standart ya da normdan ayrılan; anor nılan kristalli bir bileşik; hegzametilentetramin;
mal; normal olmayan; istisna. Sirng. C 6 H 1 2 N 4 .
heteroclitical: Standart veya normdan sapma; Bkz. hexane: Sıv. Yük. n-hegzan; hegzan; yangın tehlikesi
heteroclite. olan, parafin kokulu, renksiz, doymuş alifatiklerden
heterocyclic: Karbon veya diğer elementlerin atomla sıvı bir karbonlu hidrojen; Simg. CH 3 (CH 2 ) 4 CH 3 ;
rının, çevrimsel moleküler düzenlemesine ait veya hafif aneztezik etkili; 20°C'de öz.ağ. 0,6; k.n. 69°C,
bunu belirten; heterosiklik; azot (N), oksijen (O), kü d.n.-95°C; suda çözünmez; 20°C'de viskozitesi yak
kürt (S) vb. i atomlarla yer değiştirebilen bir ya da laşık 0,3 cP; gemilerde çevre sıcaklığı ve atmosfer
daha fazla karbon atomlu, halka yapılı ve karbonlu basıncında taşınır.
hidrojen kökenli bir bileşiğe ait. hexanol, i-: Sıv. Yük. i-hegzanol; amil karbinol; n-heg-
heterogeneity: 1) heterojen olma durumu veya niteli zanol; n-hegzil alkol; hafif kokulu, renksiz, birincil ali
ği; başkalık; benzemeyiş. 2) heterojen element. fatiklerden bir alkol; Simg. CH 3 (CH 2 )4 CH 2 OH;
heterogenous: 1) yapı, nitelik vb. inde farklı olma; 25°/4°C'de öz.ağ. 0,8153; k.n. 156°C; d.n. yaklaşık
Ö

benzememe; aykırı; yabancı. 2) ilişkisi olmayan ve -50 C; gemilerde çevre sıcaklığı ve atmosfer basın
ya benzemeyen element veya parçalardan oluşan; cında taşınır.
heterojen. hexavalent: Altı değerli; altı değeri olan.
heterologous: Farklı elementler veya aynı elementler hex nut: Bkz. hexagon nut.
den fakat farklı oranlarda oluşan. hexode: Bir anot, bir katot, bir kontrol elektrodu ve
heterosphere: Yaklaşık olarak 22 bin mil uzanan bir üç elektrot kapsayan altı elektrotlu bir elektron tüpü;
atmosfer katmanı; heterosfer. hegzot.
heterosplasty: Bir canlıdan alınan dokunun diğer bir hexone: 1) sakız, reçine vb. i için çözücü olarak kulla
bireye aşılandığı cerrahî dalı; plâstik cerrahî. nılan renksiz bir sıvı; hegzon, C 6 H 1 2 O. 2) proteinle
heulandite: Türlü renklerde inciye benzer pırıltılı kris rin hidrolizinden oluşan, her molekülünde altı kar
bon atomu kapsayan organik bazların bir grubunu
taller halinde görülen, kalsiyum ve alüminyumun su
belirtir.
lu silikatı, CaAl 2 Si 6 .5H 2 0.
heuristic: Bilgisay. buluşsal; anlamaya yarıyan. hexosan: Hidroliz edildiği zaman hegzozları oluştu
Heusler alloy: Manyetik olmayan metallerin ferro- ran polisakkarit gruplarından herhangi biri.
manyetik alaşımı; örneğin bakır, manganez ve alü hexose: Dekstroz veya früktoz gibi her molekülünde
minyum alaşımı; Heusler alaşımı. altı karbon atomu bulunan besit şekerler grubunun
hex: Bilgisay. on altılı. herhangi biri; hegzoz; örneğin glikoz, C 6 H 1 2 0 6 .
hexyl: Tek değerli veya valanslı hidrojen kökü; heg-
hexa-: Altı (6) anlamında bir önek.
zil, C6H13
hexabasic: 1) her molekülünde, alkalin (bazik) kök
ler ya da radikaller veya atomlarla yer değiştirebilen hexylen glycol: Sıv. Yük. hegzilen glikol; hegzandi-
ol-1, 2 ; 2-metilpentan-2,4 diol; 4-metil-2,4-pentandi-
altı hidrojen atomu olan asiti belirtir. 2) her molekü
ol; 2-metilpentandiol-2,4; insan sağlığı için zararlı,
lünde altı atom kapsayan tek değerli bir metal; neg-
kokusuz, renksiz, glikol ailesinden bir sıvı; Simg.
zabazik. 0

hexad: 1) altılı grup veya seri. 2) Kimy. altı değerli bir (CH 3) 2CONCH2 CHONCH3 ; 20 /20°C'de öz.ağ.
element veya kök. 0,9234; k.n. 198,0°C; d.n.-40°C; suda tümü ile çözü
hexadic: Altıya ait; altı doğasında olan. nür; 20°C'de viskozitesi 38,4 cP; gemilerde çevre sı
hexagon: Altı açılı ve altı kenarlı olan bir düzlem şe caklığı ve atmosfer basıncında taşınır.
kil; altıgen. hexylresorcinol: Antiseptik ve mikrop öldürücü ola
hexagonal: 1) altıgene ait; altıgen şeklinde olan. 2) rak kullanılan, zehirsiz, soluk sarı renkli, kristalli bir
tabanı veya kesiti altı kenarlı olan. madde, C 6 H 1 3 0 6 H 3 (OH) 2 ; hegzilresorsinol.
Hf: Bkz. hafnium.
hexagonal die nut: Cıvata dişlerini temizlemek için
hf.:Bkz. half,
kullanılan, altıgen pafta somun; altı kenarlı pafta so
H.F.: Bkz. high frequency.
mun.
Hg: Bkz. mercury.
hexagonal nut: Altıgen somun; altı kenarlı veya köşe
hgt.: Bkz. height.
li somun.
hexagon head: Altıgen ya da altı kenarlı cıvata başı
high-viscosit y 270 homoc y cli c compoun d

26,5" Hg'lik vakum.


hold down bolt: Tespit cıvatası; Bkz. holding-down
high-viscosity: Yüksek viskoziten veya akıcılığı az (o-
bolt.
lan akaryakıt, yağlama yağı vb. i).
hold down screw: Tespit vidası.
high-voltage: Bkz. high potential.
holder: Taşıyıcı; tutucu.
high-voltage accelerator: Elektron, proton veya alfa
holdfast; Bir şeyi yerinde tutan bir alet; kanca, çivi,
tanecikleri gibi yüklü partiküllere, manyetik ya da-
mengene vb. i.
yüksek gerilimli elektrik alanları ile hızlandırarak,
holding-down bolts: Aralarında şoklar olmak koşuluy
yüksek kinetik enerji veren bir cihaz veya makine
la düz alt karterleri tank tavanlarına bağlamada kulla
parçası; yüksek gerilimli hızlandırıcı.
nılan cıvatalar; tespit cıvataları.
high-water mark: 1) gelgit akıntısı, taşıntı vb. inde bir
hole: 1) oyuk; delik; oyulmuş yer; özellikle: a) kazıla
su gövdesinin eriştiği en yüksek seviye veya düzey.
rak yapılmış çukur, b) küçük bir giriş veya körfez. 2)
2) yüksek su geri çekildikten sonra geride bıraktığı
makara kanalı. 3) mağara. 4) oyuk ya da oyuklar
iz ya da işaret. 3) en yüksek nokta; varılan en yük
yapmak. 4) tünel açmak.
sek nokta.
hole gauge: iç çap mikrometresi.
hinge: 1) ileri geri harekete izin veren esnek bir bağ
hole-type nozzie: Dizel motorlarında kullanılan tek
lantı; reze; menteşe. 2) menteşe ile donatmak.
veya çok delikli enjektör memelerinden herhangi bi
hinged: Menteşe veya menteşeleri olan; menteşeli;
ri; delikli türden nozul veya meme.
rezeli.
hollow: 1) boş ya da içersinde sadece hava bulunan
hiss: Kaçan ya da firar eden buhar, hava vb. inin çı
bir hacime sahip olan; içi oyuk olan; içinde boşluk
kardığı ses; ıslık sesi; tıslama.
olan. 2) içi boş; oyuk; çukur. 3) boş, kıymetsiz.
histamine: Renksiz kristalli, hayvansal dokularda ve
hollow circle: Bir daireden aynı merkezli olmak
çavdar mahmuzunda bulunan bir amin; hlstamin,
Koşu luyla, daha küçük çaplı bir daire çıkarılmasıyla
C 5 H 9 N 3 (NH 2 CH 2 CH 2 C 3 H 3 N 2 ); kan basıncını
geri kalan şekil; oyuk daire: içi oyuk daire.
yük seltir ve midedeki HCl salgısını uyarır.
hollow pin: Atalet kuvvetlerini azaltmak amacıyla, yük
histidin: Bkz. histidine.
sek devirli dizel motorlarında kullanılan içi boş pis
histidine: Proteinlerin hidrolizi ile oluşan bir amino
ton pin veya perno.
asit; histidin, C 6 H 9 N 3 0 2 .
hollow rectangle: Büyük bir dikdörtgenden simetrik
histone: Hidrolizle amino asitleri veren, hemoglobi
olarak küçük bir dikdörtgenin çıkarılmasıyla geri ka
nin globini gibi basit proteinler grubunun herhangi
lan şekil; oyuk dikdörtgen.
biri; kanın pıhtılaşmasını önler.
hollow shaft: içi boş mil ya da şaft.
history file: Bilgisay, geçmiş kütüğü.
hollow sphere: Merkezleri aynı olma koşuluyla bir bü
hit: Silindirlerdeki yanıcı (hava-benzin) karışımını tu
yük küreden, küçük bir kürenin çıkarılması sonucu
tuşturmak: Benzin motorları için söylenir.
geri kalan şekil; oyuk (içi boş) küre.
hl.: Bkz. hectoliter; hectoliters.
hollow square: Simetrik olarak, büyük bir kareden
hm.: Bkz. hectometer; hectometers.
küçük bir karenin çıkarılmasıyla geri kalan şekil;
Ho: Bkz. holmium.
oyuk kare; içiboş kare.
hoe: 1) bahçıvan çapası. 2) çapa ile kazmak, dikmek
holmic: Üç değerli holmiyuma ait; üç değerli holmi
veya zararlı otları ayıklamak.
yum kapsayan.
hog: Sualtında gemi karinasını kazımak veya temizle
holmium: Nadir toprak grubundan metalik, kimyasal
mek için kullanılan fırçaya benzer bir alet; sakal fırça
bir element; holmiyum; Simg. Ho; at.ağ. 164,94;
sı. 2) Den, merkezinde kamburlaşmaya neden ol
at.no. 67.
mak (gemi, omurga vb. i). 3) sakal fırçası ile (gemi
holocaine: 1) kömür katranından üretilen kristalli or
nin karinasını) temizlemek.
ganik bir madde; holokain; Simg. C 1 8 H 2 2 0 2 N 2 ;
hogshead: 1) özellikle 100-140 galonluk (378-529,2 lit
özellikle anestezik olarak kullanılan holoksin hidrok-
relik) hacim kapsayan büyük bir fıçı veya kap. 2)
lorür; fenakain.
özellikle 63 US galona ya da 52,5 emperyal galona
holohedral: Tam simetri için gerekli tüm düzlem sayı
(238,14 litreye) eşit olan bir sıvı ölçüm birimi.
sına sahip olan; holohedral.
hoise: Bkz. hoist (1). holomorphic: Simetrik şekilde iki uca sahip olan; ho-
hoist: 1) yukarıya kaldırmak; özellikle zincir, makara, lomorfik.
kreyn vb. i ile yukarıya kaldırmak veya çekmek. 2) holophotal: Bir kaynaktan ışığının tümü veya büyük
yukarıya kaldırma. 3) ağır şeyleri yukarı kaldırmak bölümünün yansıması veya kırılması.
için kullanılan bir araç; asansör veya ceraskal. 4) holphote: Lâmbadan gelen ışının hemen hemen tü
Den. a) bir serenin orta kısmı, b) bir yelken veya münü istenilen yön fırlatmak için kullanılan mercek
bayrağın düşey yüksekliği, c) işaret olarak bayrakla ler ve reflektörlerden oluşan bir cihaz; holofot.
rın birlikte hisa veya toka edilmesi. homeomorphism: Kimyasal yapıları farklı maddeler
hoist carrier: Ceraskal Bkz. hoist taşıyıcısı. arasında kristal yapısında çok yakın benzerlik.
hoisting engines: Karada ve gemilerde kullanılan home position: Bilgisay. ana konum.
vinç, kreyn, filika mataforaları ve palanga, ceraskal, homocentric: Aynı merkezli olan.
makara vb. i gibi basit makineler vb. i; kaldırma ma homochromatic: Bir ya da aynı renge ait; bir ya da
kineleri. aynı renge sahip olan; karşıtı heterochromatic.
hold: Den. bir geminin güverteler, özellikle en alt gü homochromous: Bkz. homochromatic.
vertenin altında kalan ve yüklerin taşınmasını sağla homocyclic compound: Çemberinde sadece karbon
yan iç kısmı; ambar; geminin iç kısmı. atomları kapsayan çemberli bir bileşik, örneğin ben
hold down: Tespit etmek. zen (C 6 He ).
h omog e n e i t y 271 ho rologis t

homogeneity: Homojen olma durumu veya niteliği. hopcalite: Gaz maskeleri ve havalandırma sistemlerin
homogenous: 1) yapı, nitelik vb. inde aynı; benzer de, karbon monoksitin oda sıcaklığında oksitlenme
veya aynı. 2) benzer ya da aynı elemanlar veya par sinde katalizör olarak kullanılan bakır ve manganez
çalardan oluşan; homojen; mütecanis. 3) Mate. a) oksitlerle bazı gümüş ve kobalt oksitlerinin karışımı.
aynı türe ait ve böylece ölçüleri kıyaslanabilen. b) hop count: Bilgisay. sekme sayısı.
tüm terimleri aynı boyutlara sahip olan. hopped up: Arg. aşırı doldurman; süperşarjlı: Otomo
homogeneous reactor: Homojen reaktör; uranyum bil motoru vb. i için söylenir.
(U-235) veren bir sıvının pompa ile reaktör ve kazan hopper: 1) bir şeyi beslemek için kullanılan ve içine
arasında dolaştırıldığı reaktör; bu reaktörde uran gevşek maddeler veya sıvı konulan bir kutu, tank
yum çok küçük tanecikler halindedir ve sıvı bizmut vb. i. 2) gemilerin yükleme ve boşaltmasında kullanı
tarafından taşınmaktadır. lan dibi açılabilir kova. 3) kazan ocaklarını kömürle
homogenize: 1) homojen veya mütecanis yapmak. besleyen otomatik bir cihaz. 4) Bilgisay. besleme gö
2) kısımlara ayırma veya partiküllerini karıştıma ile zü.
yapısı, karışımı, özelliği vb. ini her tarafında daha hopper car: Üstü açık ve alt tarafı açılır kapanır, yük
muntazam veya homojen yapmak. boşaltmak için kullanılan bir yük vagonu.
homogeny: Homojen olma niteliği. hor.: Bkz. 1) horizon. 2) horizontal.
homologous: Kimy. a) üyelerinden her birinin yapısı horal: Saat veya saatlere ait.
nın komşu üyeden CH 2 grubu kadar farklı olduğu bi horary: 1) saat veya saatlere ait. 2) saatleri göster
leşikler serisine alt veya onu belirten, b) bu ilişkinin mek veya belirtmek. 3) her saatte bir vukubulan. 4)
sürdüğü böyle bileşikleri belirten. bir saat süren.
homologous series: Bkz. homologous. horizon: 1) göğün dünya ile birleşmiş gibi göründü
homopolar: Elektriksel olarak simetrik. ğü hat; göz ile görülebilir veya görünür ufuk; ufuk.
homosphere: Dünya yüzeyinden yaklaşık 55 mil yu 2) Astr. a) rasıt veya gözlemcinin gözünden göksel
karıdaki bir atmosfer katmanı; homosfer. küreye dik açılarda ve çekim (cazibe veya gravite)
hone: Kesme aletlerini (araçlarını) keskinleştirme, yönünde uzanan bir düzlem, b) dünyanın merkezin
özellikle usturaların bilenmesi için kullanılan taş; in den geçen bu düzleme paralel düzlem; aynı zaman
ce biley taşı; bilemek (bıçak, ustura vb. i.). da göksel kürenin büyük dairesi: Astoronomik, gök
honed: Taşlanmış (veya rektifiye edilmiş), honlanmış sel veya gerçek ufuk adı verilir.
(layner veya silindir gömleği, krankpln, krank jurnal horizontal: 1) ufka ait; ufka yakın. 2) ufuk düzlemine
vb. i). paralel; yatay; horizontal; ufkî; karşıtı vertical (dü
honing cylinder: Mot. taşlayarak bir silindiri rektifiye şey, dikey). 3) başlıca yatay yönde yerleştirilen (işle
etme; silindire cam gibi düzgün bir yüzey kazandır yen) veya çalışan. 4) yassı veya düzlem; seviye ve
ma. ya düzey. 5) yatay olan herhangi bir şey. 6) yatay
hood: Oto. motoru örten metal kapak; motor kaputu. düzlem, hat vb. i.
hook: 1) bir şeyi tutmak, taşımak veya çekmek için horizontal axis: Yatay eksen.
kullanılan metal, tahta vb. inden yapılmış kıvrık veya horizontal engine: Yatay veya ufkî makine veya mo
bükülmüş bir parça; özellikle: a) balık yakalamak tor.
için iğne. b) kanca; çengel, c) Den. Arg. çıpa (gemi horizontal force: a) Mot. yön ve şiddeti değişen ve
demiri). 2) ekin biçmek için kullanılan metal alet; makineyi, krankşaft ekseni dolayında eğmeye çalı
orak. 3) şekli kanca, çengel vb. ine benzeyen her şan momenti oluşturan kuvvet; biyeli etkiyen kuvve
hangi bir şey. 4) tuzak, kapan. 5) bir menteşenin tin bileşeni; yatay kuvvet; ufkî kuvvet, b) trank pis
pin taşıyan sabit parçası. 6) kopçalamak. 7) bir kan tonlu makinelerde gaz basınç kuvvetinin yatay bile
ca ile tutmak. 8) olta ile yakalamak. şeni olan ve silindir gömleğini etkiyerek onu ovalleş-
hook and eye: Erkek veya dişi kopça. tlrmeye çalışan kuvvet; normal kuvvet; yan srastı.
hook bolt: Bir ucu kanca şeklinde diğer ucuna diş çe horizontally: Yatay bir biçimde veya yönde.
kilmiş cıvata; kanca cıvata. horizontal plane: Yatay düzlem.
hooked: 1) çengel veya olta gibi eğri. 2) çengelden horizantal pump: Yatay olarak donatılmış, çoğu za
veya kancadan yapılmış. man buhar makinesi ile çalıştırılan pistonlu pompa;
hooker: 1) Den. eski, yaşlı ve hantal bir gemi (gemici yatay pompa.
deyimi). 2) irlandalı veya ingilizlerin tek direkli, yel horn: Oto. korna; klakson; Den. sis düdüğü.
kenli balıkçı gemisi. hornblende: Çoğu zaman demir ve manganezin, kal
Hook's law: "Zor, esneklik sınırı veya elâstik limite ka siyum ve magnezyumun siyah, siyahımsı yeşil veya
dar gerilme ile doğru oranıtlıdır"; Hook yasası veya koyu kahverenkli bir silikatı; granit veya diğer volka
kanunu. nik kayalarda bulunan yaygın bir mineral
hook spanner: Mak. kanca şeklinde, iki ağızlı özel horn silver: Doğal gümüş klorür, AgCI; cerargyrite-,
bir anahtar; kanca anahtar. türlü renklerdeki bir mineral.
hookup: Radyo, telefon sistemi, radyo istasyonları şe horologe: Kronometre, duvar saati, cep saati, kumsa-
bekesindeki parçalar, devreler vb. inin bağlantı ve ati, güneş saati vb. i.
düzenlenmesi. horologer: Bkz. horologist.
hook: 1) varil, fıçı vb. inin tahtalarını tutmak için kulla horologic: Bkz. horology or horologes.
nılan dairesel çember veya bant. 2) çembere benze horologicaî: Bkz. horologic.
yen herhangi bir şey; özellikle çocukların çevirdikleri horologist: Zaman ölçüm sanatında uzman kişi; saat
çember. 3) çemberlemek; çemberle donatmak; çem veya kronometre yapan veya satan; saatçi; saatçi us
berle bağlamak. tası.
high-viscosity 27 homocyclic compound
0
hold down bolt: Tespit cıvatası; Bkz. holding-down
26,5" Hg'lik vakum. bolt.
high-viscosity: Yüksek viskoziten veya akıcılığı az (o- hold down screw: Tespit vidası.
lan akaryakıt, yağlama yağı vb. i). holder: Taşıyıcı; tutucu.
high-voltage: Bkz. high potential. holdfast: Bir şeyi yerinde tutan bir alet; kanca, çivi,
high-voltage accelerator: Elektron, proton veya alfa mengene vb. i.
tanecikleri gibi yüklü partiküllere, manyetik ya da- holding-down bolts: Aralarında şoklar olmak koşuluy
yüksek gerilimli elektrik alanları ile hızlandırarak, la düz alt karterleri tank tavanlarına bağlamada kulla
yüksek kinetik enerji veren bir cihaz veya makine nılan cıvatalar; tespit cıvataları.
parçası; yüksek gerilimli hızlandırıcı. hole: 1) oyuk; delik; oyulmuş yer; özellikle: a) kazıla
high-water mark: 1) gelgit akıntısı, taşıntı vb. inde bir rak yapılmış çukur, b) küçük bir giriş veya körfez. 2)
su gövdesinin eriştiği en yüksek seviye veya düzey. makara kanalı. 3) mağara. 4) oyuk ya da oyuklar
2) yüksek su geri çekildikten sonra geride bıraktığı yapmak. 4) tünel açmak.
iz ya da işaret. 3) en yüksek nokta; varılan en yük hole gauge: İç çap mikrometresi.
sek nokta. hoie-type nozzle: Dizel motorlarında kullanılan tek
hinge: 1) ileri geri harekete izin veren esnek bir bağ veya çok delikli enjektör memelerinden herhangi bi
lantı; reze; menteşe. 2) menteşe ile donatmak. ri; delikli türden nozul veya meme.
hinged: Menteşe veya menteşeleri olan; menteşeli; hollow: 1) boş ya da içersinde sadece hava bulunan
rezeli. bir hacime sahip olan; içi oyuk olan; içinde boşluk
hiss: Kaçan ya da firar eden buhar, hava vb. inin çı olan. 2) içi boş; oyuk; çukur. 3) boş, kıymetsiz.
kardığı ses; ıslık sesi; tıslama. hollow circle: Bir daireden aynı merkezli olmak koşu
histamine: Renksiz kristalli, hayvansal dokularda ve luyla, daha küçük çaplı bir daire çıkarılmasıyla geri
çavdar mahmuzunda bulunan bir amin; histamin, kalan şekil; oyuk daire: içi oyuk daire.
C 5 H 9 N 3 (NH 2 CH 2 CH 2 C3 H 3 N2 ); kan basıncını yük hollow pin: Atalet kuvvetlerini azaltmak amacıyla, yük
seltir ve midedeki HCI salgısını uyarır. sek devirli dizel motorlarında kullanılan içi boş pis
histidin: Bkz. histidine. ton pin veya perno.
histidine: Proteinlerin hidrolizi ile oluşan bir amino hollow rectangle: Büyük bir dikdörtgenden simetrik
asit; histidin, C 6 H 9 N 3 0 2 . olarak küçük bir dikdörtgenin çıkarılmasıyla geri ka
histone: Hidrolizle amino asitleri veren, hemoglobi lan şekil; oyuk dikdörtgen.
nin globini gibi basit proteinler grubunun herhangi hollow shaft: İçi boş mil ya da şaft.
biri; kanın pıhtılaşmasını önler. hollow sphere: Merkezleri aynı olma koşuluyla bir bü
history tile: Bilgisay. geçmiş kütüğü. yük küreden, küçük bir kürenin çıkarılması sonucu
hit: Silindirlerdeki yanıcı (hava-benzin) karışımını tu geri kalan şekil; oyuk (içi boş) küre.
tuşturmak: Benzin motorları için söylenir. hollow square: Simetrik olarak, büyük bir kareden
hl.: Bkz. hectoliter; hectoliters. küçük bir karenin çıkarılmasıyla geri kalan şekil;
hm.: Bkz. hectometer; hectometers. oyuk kare; içiboş kare.
Ho: Bkz. holmium. holmic: Üç değerli holmiyuma ait; üç değerli holmi
hoe: 1) bahçıvan çapası. 2) çapa ile kazmak, dikmek yum kapsayan.
veya zararlı otları ayıklamak. holmium: Nadir toprak grubundan metalik, kimyasal
hog: Sualtında gemi karinasını kazımak veya temizle bir element; holmiyum; Simg. Ho; at.ağ. 164,94;
mek için kullanılan fırçaya benzer bir alet; sakal fırça at.no. 67,
sı. 2) Den. merkezinde kamburlaşmaya neden ol holocaine: 1) kömür katranından üretilen kristalli or
mak (gemi, omurga vb. i). 3) sakal fırçası ile (gemi

nin karinasını) temizlemek. ganik bir madde; holokain; Simg. C H 0 N ;


18 22 2 2
hogshead: 1) özellikle 100-140 galonluk (378-529,2 lit özellikle anestezik olarak kullanılan holoksin hidrok-
relik) hacim kapsayan büyük bir fıçı veya kap. 2) lorür; fenakain.
özellikle 63 US galona ya da 52,5 emperya! galona holohedral: Tam simetri için gerekli tüm düzlem sayı
(238,14 litreye) eşit olan bir sıvı ölçüm birimi. sına sahip olan; holohedral.
hoise: Bkz. hoist (1). holomorphic: Simetrik şekilde iki uca sahip olan; ho-
hoist: 1) yukarıya kaldırmak; özellikle zincir, makara, lomorfik.
kreyn vb. i ile yukarıya kaldırmak veya çekmek. 2) holophotal: Bir kaynaktan ışığının tümü veya büyük
yukarıya kaldırma. 3) ağır şeyleri yukarı kaldırmak bölümünün yansıması veya kırılması.
için kullanılan bir araç; asansör veya ceraskal. 4) holphote: Lâmbadan gelen ışıgın hemen hemen tü
Den. a) bir serenin orta kısmı, b) bir yelken veya münü istenilen yön fırlatmak için kullanılan mercek
bayrağın düşey yüksekliği, c) işaret olarak bayrakla ler ve reflektörlerden oluşan bir cihaz; holofot.
rın birlikte hisa veya toka edilmesi. homeomorphism: Kimyasal yapıları farklı maddeler
hoist carrier: Ceraskal Bkz. hoist taşıyıcısı. arasında kristal yapısında çok yakın benzerlik.
hoisting engines: Karada ve gemilerde kullanılan home position: Bilgisay. ana konum
vinç, kreyn, filika mataforaları ve palanga, ceraskal, homocentric: Aynı merkezli olan.
makara vb. i gibi basit makineler vb. i; kaldırma ma homochromatic: Bir ya da aynı renge ait; bir ya da
kineleri. aynı renge sahip olan; karşıtı heterochromatic.
hold: Den. bir geminin güverteler, özellikle en alt gü homochromous: Bkz. homochromatic.
vertenin altında kalan ve yüklerin taşınmasını sağla homocyclic compound: Çemberinde sadece karbon
yan iç kısmı; ambar; geminin iç kısmı. atomları kapsayan çemberli bir bileşik, örneğin ben
hold down: Tespit etmek. zen (C 6 H 6 ).
h om o gene it y 271 horol ogi s t

homogeneity: Homojen olma durumu veya niteliği. hopcalite: Gaz maskeleri ve havalandırma sistemlerin
homogenous: 1) yapı, nitelik vb. inde aynı; benzer de, karbon monoksitîn oda sıcaklığında oksitlenme
veya aynı. 2) benzer ya da aynı elemanlar veya par sinde katalizör olarak kullanılan bakır ve manganez
çalardan oluşan; homojen; mütecanis. 3) Mate. a) oksitlerle bazı gümüş ve kobalt oksitlerinin karışımı.
aynı türe ait ve böylece ölçüleri kıyaslanabilen. b) hop count: Bilgisay, sekme sayısı.
tüm terimleri aynı boyutlara sahip olan. hopped up: Arg. aşırı doldurman; süperşarjlı: Otomo
homogeneous reactor: Homojen reaktör; uranyum bil motoru vb. i için söylenir.
(U-235) veren bir sıvının pompa ile reaktör ve kazan hopper: 1) bir şeyi beslemek için kullanılan ve içine
arasında dolaştırıldığı reaktör; bu reaktörde uran gevşek maddeler veya sıvı konulan bir kutu, tank
yum çok küçük tanecikler halindedir ve sıvı bizmut vb. i. 2) gemilerin yükleme ve boşaltmasında kullanı
tarafından taşınmaktadır. lan dibi açılabilir kova. 3) kazan ocaklarını kömürle
homogenize: 1) homojen veya mütecanis yapmak. besleyen otomatik bir cihaz. 4) Bilgisay. besleme gö
2) kısımlara ayırma veya partiküllerini karıştıma ile zü.
yapısı, karışımı, özelliği vb. ini her tarafında daha hopper car: Üstü açık ve alt tarafı açılır kapanır, yük
muntazam veya homojen yapmak. boşaltmak için kullanılan bir yük vagonu.
homogeny: Homojen olma niteliği. hor.: Bkz. 1) horizon. 2) horizontal.
homologous: Kimy. a) üyelerinden her birinin yapısı horal: Saat veya saatlere ait.
nın komşu üyeden CH 2 grubu kadar farklı olduğu bi horary: 1) saat veya saatlere ait. 2) saatleri göster
leşikler serisine ait veya onu belirten, b) bu ilişkinin mek veya belirtmek. 3) her saatte bir vukubulan. 4)
sürdüğü böyle bileşikleri belirten. bir saat süren.
homologous series: Bkz. homologous. horizon: 1) göğün dünya ile birleşmiş gibi göründü
homopolar: Elektriksel olarak simetrik. ğü hat; göz ile görülebilir veya görünür ufuk; ufuk.
homosphere: Dünya yüzeyinden yaklaşık 55 mil yu 2) Astr, a) rasıt veya gözlemcinin gözünden göksel
karıdaki bir atmosfer katmanı; homosfer. küreye dik açılarda ve çekim (cazibe veya gravite)
hone: Kesme aletlerini (araçlarını) keskinleştirme, yönünde uzanan bir düzlem, b) dünyanın merkezin
özellikle usturaların bilenmesi için kullanılan taş; in den geçen bu düzleme paralel düzlem; aynı zaman
ce biley taşı; bilemek (bıçak, ustura vb. i.). da göksel kürenin büyük dairesi: Astoronomik, gök
honed: Taşlanmış (veya rektifiye edilmiş), honlanmış sel veya gerçek ufuk adı verilir.
(layner veya silindir gömleği, krankpin, krank jurnal horizontal: 1) ufka ait; ufka yakın. 2) ufuk düzlemine
vb. i). paralel; yatay; horizontal; ufkî; karşıtı vertical (dü
honing cylinder: Mot. taşlayarak bir silindiri rektifiye şey, dikey). 3) başlıca yatay yönde yerleştirilen (işle
etme; silindire cam gibi düzgün bir yüzey kazandır yen) veya çalışan. 4) yassı veya düzlem; seviye ve
ma. ya düzey. 5) yatay olan herhangi bir şey. 6) yatay
hood: Oto. motoru örten metal kapak; motor kaputu. düzlem, hat vb. i.
hook: 1) bir şeyi tutmak, taşımak veya çekmek için horizontal axis: Yatay eksen.
kullanılan metal, tahta vb. inden yapılmış kıvrık veya horizontal engine: Yatay veya ufki makine veya mo
bükülmüş bir parça; özellikle: a) balık yakalamak tor.
için iğne. b) kanca; çengel, c) Den. Arg. çıpa (gemi horizontal force: a) Mot. yön ve şiddeti değişen ve
demiri). 2) ekin biçmek için kullanılan metal alet; makineyi, krankşaft ekseni dolayında eğmeye çalı
orak. 3) şekli kanca, çengel vb. ine benzeyen her şan momenti oluşturan kuvvet; biyeli etkiyen kuvve
hangi bir şey. 4) tuzak, kapan. 5) bir menteşenin tin bileşeni; yatay kuvvet; ufkî kuvvet, b) trank pis
pin taşıyan sabit parçası. 6) kopçalamak. 7) bir kan tonlu makinelerde gaz basınç kuvvetinin yatay bile
ca ile tutmak. 8) olta ile yakalamak. şeni olan ve silindir gömleğini etkiyerek onu ovalleş-
hook and eye: Erkek veya dişi kopça. tirmeye çalışan kuvvet; normal kuvvet; yan srastı.
hook bolt: Bir ucu kanca şeklinde diğer ucuna diş çe horizontally: Yatay bir biçimde veya yönde.
kilmiş cıvata; kanca cıvata. horizontal plane: Yatay düzlem.
hooked: 1) çengel veya olta gibi eğri. 2) çengelden horizantal pump: Yatay olarak donatılmış, çoğu za
veya kancadan yapılmış. man buhar makinesi ile çalıştırılan pistonlu pompa;
hooker: 1) Den, eski, yaşlı ve hantal bir gemi (gemici yatay pompa.
deyimi). 2) Irlandalı veya ingilizlerin tek direkli, yel horn: Oto. korna; klakson; Den. sis düdüğü.
kenli balıkçı gemisi. hornblende: Çoğu zaman demir ve manganezin, kal
Hook's law: "Zor, esneklik sınırı veya elâstik limite ka siyum ve magnezyumun siyah, siyahımsı yeşil veya
dar gerilme ile doğru oranıtlıdır"; Hook yasası veya koyu kahverenkli bir silikatı; granit veya diğer volka
kanunu. nik kayalarda bulunan yaygın bir mineral
hook spanner: Mak. kanca şeklinde, iki ağızlı özel horn silver: Doğal gümüş klorür, AgCI; cerargyrite;
bir anahtar; kanca anahtar. türlü renklerdeki bir mineral.
hookup: Radyo, telefon sistemi, radyo istasyonları şe horologe: Kronometre, duvar saati, cep saati, kumsa-
bekesindeki parçalar, devreler vb. inin bağlantı ve ati, güneş saati vb. i.
düzenlenmesi. horologer: Bkz, horologist.
hook: 1) varil, fıçı vb. inin tahtalarını tutmak için kulla horologic: Bkz. horology or horologes.
nılan dairesel çember veya bant. 2) çembere benze horological: Bkz. horologic.
yen herhangi bir şey; özellikle çocukların çevirdikleri horologist: Zaman ölçüm sanatında uzman kişi; saat
çember. 3) çemberlemek; çemberle donatmak; çem veya kronometre yapan veya satan; saatçi; saatçi us
berle bağlamak. tası.
horology 272 ho t p ressi n g machin
e
horology: Zamanı ölçme veya kronometre ya da saat
yapma sanatı veya ilmi. horseshoe:
pılarak koruma1) düz, U şeklinde,
amacıyla atlarındövme demirden
ayaklarına ya
çakılan
horse: Maden, bir damarın içindeki toprak veya kaya araç; nal. 2) şekli buna benzeyen herhangi bir şey.
kütlesi. 3) Den. pervane srast yataklarında, pervanenin tepki
horsecollar: Alev borulu kazanlarda kullanılan, şekli sini karşılamak ve gemi bünyesine aktarmak için
at boyunduruğuna (hamuta) benzeyen külhanın ce srast kolarları arasına konulan parçalardan herhangi
hennemlik tarafındaki flenci ya da flanşı; elips şeklin biri; srast papucu.
de yapılır, cehennemliğin boru aynasına bağlanır; horseshoe magnet: Daha çok manyetolarda kullanı
külhanın çıkarılması ve değiştirilmesine olanak sağ lan mıknatıs; atnalı mıknatıs.
lar. hose: 1a) akışkanları, özellikle yangın muslukların
horsepower: 1) bir at tarafından çekmede uygulanan dan su taşımak için kullanılan esnek bir boru; hor
kuvvet. 2) motorlar veya makinelerin gücünün ölçü tum, b) bir başlık veya nozul ile donatılmış böyle bir
mü veya belirtilmesi ya da hesaplanmasında kullanı boru. 2) bir hortuma su koymak. 3) hortumla ıslat
lan ve 33 000 ft-lbs/dakika, 75 kgm/saniye, 746 mak.
vat'a (metrik sistemde 736 vata) eşit olan bir güç biri hose band: Hortum kelepçesi.
mi; beygirgücü. hose coupling: iki hortumu birbirine bağlamak için
horsepower, brake: Deney yerinde mekanik, hidrolik kullanılan metal kısımlar; hortum kaplini.
veya elektriksel bir fren yardımıyla bir motor ya da hose, fire: Bkz. fire hose.
buhar makinesinden veya bir buhar türbininden sap hose nozzle: Hortum başlığı; hortum nozulu veya lü
tanan beygirgücü; frenbeygirgücü. lesi.
horsepower constant: Silindir çapı m türünden kulla host system: Bligisay. iletişim ana sistemi.
nıldığı zaman, beygirgücü eşitliğinin Vd/0,45.z veya hot: 1a) sıcaklığı, insan vücudu sıcaklığından daha
silindir çapı cm türünden alındığında F. L/4500, z yüksek olan. b) nispeten veya anormal yüksek sıcak
eşitliği; beygirgücü değişmezi; beygirgücünü hesap lıkla belirtilen; çok sıcak; kızgın; karşıtı cold (so
layabilmek için bu sabite ortalama basınç ve devir ğuk). 2a) elektriksel olarak, özellikle yüksek gerilimli
sayısı ile çarpılır. bir akım ile yüklenmiş, şarj edilmiş veya doldurul
horsepower, continuous: Sürekli beygirgücü; bir mo muş, b) radyoaktif. 3) sıcak. 4) şiddetli radyoaktif.
torun sürekli olarak ve bir arıza oluşmaksızın oluştu- hot-air heating: Havanın bir ısıtıcıda ısıtılan, bir soğu
rabildiği güç. tucuda soğutulan, bazan termotank adı verilen bir
horsepower, effective: Bkz. brake horsepower; bir eşanjörde hem ısıtılıp, hem de soğutulduğu ısıtma
makinede krankşafta iletilen güç. sistemi; sıcak hava ile ısıtma.
horsepower, economic: Bir motor ya da makinenin hot atom: Nük. Ener. nötron tutulması, beta bozunma-
en az yakıt harcamı ile ürettiği maksimum beygirgü sı vb. i gibi bir nükleer olay sonucunda yüksek kine
cü; ekonomik güç veya ekonomik beygirgücü. tik enerji veya iç enerjiye sahip olan atom; sıcak
horsepower, frictional: Sürtünme beygirgücü; Bkz. atom.
frictional horsepower. hot atom chemistry: Nükleer olaylar sonucu yüksek
horsepower-hour: Beygirgücü-saat: a) metrik sistem kinetik enerjiye sahip olan atomların kimyasal reaksi
de 0,7355 kilovat saate eşit olan bir enerji birimi, b) yonları ve özellikleri; sıcak atom kimyası.
emperyal sistemde 0,746 kW-saate eşit olan bir ener hot-bail engine: 1) silindir kapağı küre şeklinde olan
ji birimi. fitilli dizel motoru; kızdırma küreli makine. 2) kızma
horsepower, indicated: Mot. silindirler içinde üreti kafalı makine.
len beygirgücü; endike beygir gücü; endikatif güç. hot bending: Sıcak bükme veya eğme.
horsepower, liter: Litre gücü; makine gücünün, tüm hot bending test: Sıcak bükme veya eğme deneyi.
silindirlerin strok hacimleri toplamına oranı; hp/litre. hotbox: Bir aks veya şaftın (milin) aşırı ısınmış yatağı.
horsepower, maximum: Maksimum beygirgücü; hot bulb: Kızma kafa; bir pürmüz lâmbası ile ısıtala-
Bkz. maximum horsepower. rak akkor haline getirilen kafa.
horsepower, maximum continuous: Sürekli maksi hot bulb engine: Esk, silindir kapağı üzerine yerleşti
mum güç; bir motorun arıza oluşturmaksızın, su, rilmiş hücrenin ısıtılmasıyla çalıştırılan tek silindirli,
yağlama yağı, egzoz sıcaklıklarında bir değişme ol iki zamanlı bir motor; kızma kafalı makine.
maksızın sürekli olarak üretebildiği maksimum güç. hot cable: Elektrik akımı taşıyan kablo; aktif kablo;
horsepower, mechanical: Bkz. Frictional horsepo canlı kablo; sıcak kablo.
wer, mechanical horsepower. hot cathode: Sıcak ya da kızgın katot; bir deşarj tü
horsepower, nominal: Nominal beygirgücü; Bkz. no pünde katot olarak kullanılan sıcak filaman; filaman
minal horsepower. ince telden yapılır ve alçak gerilimli bir batarya tara
horsepower, peak: Bkz. maximum horsepower; fından ısıtılır.
maksimum güç veya zirve gücü ya da beygirgücü. hot key: Bilgisay. geçiş tuşu.
horsepower, propeller: Pervane beygirgücü; Gem. hotness: Sıcak olma durumu veya niteliği; sıcaklık.
Mak. makine tarafından pervaneye iletilen güç; itme hot plate: Yemek pişirmek için kullanılan küçük bir
gücü; yürütme gücü; tahrik gücü. gaz veya elektrik ocağı ya da sobası.
horsepower, shaft: Bkz. brake horsepower. hot-press: Isı ve basınçla (kâğıt ve kumaşta) parlak
horsepower, specific: Mot. makinenin ürettiği gü lık sağlamak; bunu yapan makine.
cün, makinenin tüm silindirlerinin strok hacmine ora hot pressing: Sıcak presleme.
3 3
nı; strok hacmi m türündendir; hp/m kısaltma biri hot pressing machine: Tavlanmış metalleri sıkşıtır-
mi ile belirtilir. mak için kullanılan makine; kızgın pres makinesi.
hot rod 273 hull machinery
saat; sürekli olarak; mütemadiyen.
hot rod: Arg. yüksek hızlar için motoru aşırı hourmeter: Çalışma saatlerini saptayan bir sayaç; sa
doldurma- lı yapılan bir otomobil. at sayacı.
hot shortness: Isıtıldığı zaman bir metalin gevrekliği house: 1) Den. güverte üstü yapısı; kasara. 2) ticarî
veya kolayca kırılabilirliği. firma; ticarî kuruluş. 3) üniversitedeki bir kolej. 4)
hot spark plug: Bern. Mot. yanma odasına yakın ve ev; mesken; hane.
işletme sıcaklığında olan buji; sıcak buji; karşıtı so houseboat: 1) çoğu zaman çekilerek götürülen ve ev
ğuk buji; Bkz. cold spark plug. olarak kullanılan, üst yapısı eve benzeyen büyük, al
hot spot: Özellikle benzin motorlarında, hava-benzin tı düz bir bot. 2) içinde yaşam yerleri olan motorlu
karışımının zamanından önce ateşlenerek motorun yat.
kaba ve vuruntulu bir şekilde çalışmasına neden housekeeping: Bilgisay. program ön işlemleri.
olan nokta; kızgın nokta. housing: 1) Meka. bazı parçaları yerinde tutmak için
hot-tube engine: Esk. pürmüz (primus) lâmbası ile kullanılan çerçeve, freym, kutu vb. 2) Den. güvertele
ısıtılarak kapaktan silindire sokulan bir kızgın boru rin altındaki direk parçası.
ile yakıtın tutuşturulduğu kızma kafalı makine. hovercraft: Su yüzeyi ile gövdesi arasında oluşturu
hotwater: Sıcak su; özellikle gemi, apartman vb. lerin- lan hava yastığı üzerinde yüksek hızla hareket edebi
de faydalanılan sıcak su. len, kumsallara çıkabilen yolcu teknesi; hoverkraft;
hotwell: Açık besi (fid) suyu devrelerinde hava pom air cushion vessel = hava yastıklı tekne şeklinde
pasının (erpampın) kondenserden emdiği suların ve de kullanılır.
rildiği ve özellikle yağlarından arındırıldığı tank; hot- Howden-Johnson boiler: Yapısı skoç kazanlarına
vel; feed and filter tank şeklinde de kullanılır. benzeyen, fakat ateş tuğlalarından örülmüş ayrı bir
notwell pump: Bkz. feed pump. cehennemlik ve alev boruları ile birlikte su boruları
hot-wire ammeter: Üzerinden elektrik akımı geçerken na sahip olan bir kazan; su ve alev borulu kazan;
Dır iletkenin direncinin değişimleri veya genişleme Havdın-Jonson kazanı.
sindeki akımı ölçen bir cihaz; sıcak telli ampermetre Howitzer: Ask. mermi yolu nispeten yüksek, namlu çı
hot-wire anemometer: Elektriksel olarak ısıtılmış bir kış hızı düşük, kısa bir top; obüs; Hovitzer.
teldeki soğuma etkisi ile rüzgâr hızını ölçen bir ci hoy: 1) büyük bir mavna veya bare. 2) Esk. artık kulla
haz; sıcak telli anemometre. nılmayan, şalopaya benzer, subye armalı küçük bir
hot-wire instrument: Kızgın telli cihaz; elektrikle ısıtıl tekne.
dığı zaman bir telin genişlemesi ilkesine göre çalı H.P..HP, (h.p., hp): Bkz. 1) high pressure. 2) horse
şan bir cihaz; genişleme, amper veya volt olarak bö- power.
iüntülenmiş veya kalibre edilmiş bir kadran üzerine H.P. cylinder: Pistonlu buhar makineleri ve pistonlu
mekanik olarak kayıt edilir. kompresörlerin en küçük çaplı silindiri; yüksek ba
hot-wire voltmeter: Kızgın telli ampermetre ile aynı il sınç silindiri.
kede çalışan voltmetre; sıcak telli voltmetre. H.P. turbine: Buhar türbinli güç tesisinde yüksek ba
hot work: Yanıcı gazların tutuşmasına neden olabile sınçlı buharın ilk girdiği ve genişletilerek iş gördüğü
cek alev veya sıcaklıkla yapılacak iş; sıcak iş; buna makine; yüksek basınç türbini.
kaynak, lehim veya yakma makineleri ve aletleri, fır.: Bkz. hour; hours,
pürmüz lâmbaları, güç ile çalışan aletier, patlama ile ht.: Bkz. 1) heat. 2) height; heights,
ten seyyar elektrik cihazları, içten yanmalı makineler hub: Bir tekerin merkez kısmı veya parçası; göbek;
vb. i dahildir. jantın bağlı-olduğu kısım.
hour: 1) günün 24 eşit parçasından herhangi biri hue: Renk fonu.
olan zaman birimi; saat; altmış dakika, b) böyie bir hulk: 1a) Orj. Ola. herhagni bir gemi. b) büyük, bat
bölümün başlangıç ve sonunu belirten on iki nokta tal bir gemi. 2) özellikle eski ve sökülmüş veya öze!
dan biri. 2) zaman noktası veya süreci; özellikle: a) olarak yapılmış, sefer yapmamış, önceleri hapisha
sabit bir nokta veya belirli bir girişim için zaman peri ne olarak kullanılmış bir gemi.
yodu, b) belirsiz bir zaman süreci, c) bir ders saati hub dynamometer: Pervane göbeğine yapılmış, ma
süresi. 3) saat tarafından saatler, dakikalar ve sani kinenin srastı ve torkunu ölçmek için bir cihaz; gö
yelerle belirtilen zaman parçası; zaman; vakit. 4) bek dinamometresi.
Astr. yıldızlara göre düzenlenmiş saat; göksel ekva hulking: iri ve battal; büyük ve hantal.
tor boyunca ölçülen, 15°'ye eşit olan dik çıkımın açı hulky: Bkz. hulking.
sal birimi. hull: 1) direk, seren, yelken ve armaları dışında bir
hour circle: Astr. ekvatora dik açılarda göksel kutup geminin gövdesi (teknesi) veya gövdesi. 2) denizde
lardan geçen on iki büyük düşsel daireden herhangi yüzdüğü zaman bir deniz uçağı veya anfibiyanın
biri. ana gövdesi veya bedeni. 3) bir gemi teknesinin içi
hourglass: Kum, cıva, su vb. ini küçük bir delikten ne mermi, torpido vb. ini koymak.
akıtarak ölçen, camdan yapılmış bir alet; kum saati; hull cooler: Bkz. keel system,
kabın içindekilerin bir taraftan diğer tarafa akması hull efficiency: Gemi teknesinin şekli, pervanenin tek
için geçen zaman bir saattir. neye göre yeri, pervane dizaynı, pervane ve tekne
hourhand: Bir duvar veya cep saatinin, saatleri göste nin birbirlerine uyumundan etkilenen bir verim; tek
ren küçük ibresi; akrep. ne verimi.
hourly: 1) her bir saatte yapılan veya vukubulan; bir hull machinery: Bir geminin pervane çeviren ana ma
saatlik aralarla. 2) bir saatlik sürede yapılan veya kinesi, ana makine yardımcıları, güverte yardımcıları
meydana gelen. 3) çok sık yapılan veya meydana ve hizmet makinelerinin tümünü kaplayan makine;
gelen; sık sık oluşan. 4) herhangi bir saatte; saat be

Teknik Sözlük - F. 18
hull membe r s 274 h y d ra uli c couplin
g
gemi makinesi.
hull members: Den. bir gemide en büyük gerilmele hyacinthine: Zirkon, yapılan.
zeyen; bu taşlardan zümrüt vb. ine ait veya ona ben
rin oluştuğu yerlerde dayanıklık arttırıcı, güverte gir- hybrid: Karma; melez.
derleri, kirişler, yan ve taban kaplamaları, omurga, hybrid propulsion plant: iki veya daha fazla farklı tür
enine freymler, alt karina kaplaması, iç kaplama vb. den makinelerle donatılmış tahrik ya da yürütme sis
i kısımlar; tekne üyeleri, azaları veya kısımları. temi, örneğin dizel motoru ve gaz türbinlerinden ve
hull survey: Tekne sürveyi. ya dizel motorları ile buhar türbinlerinden oluşan te
humid: Nemli; rutubetli; özellikle su buharı kapsayan. sis; birleşik tahrik tesisi; birleşik yürütme tesisi.
humidiflcation: Hava veya diğer gazların su içerikleri hyalite: Opalin renksiz, bazan saydam, bazan beya
nin çoğalması. zımsı ve yarı saydam bir türü.
humidifier: Nemlendiren herhangi bir şey, cihaz ya hyalo-: Cam, cama benzer, saydam anlamlarında bir
da makine; havanın nemini koruyan bir cihaz. önek.
humidigraph: Bağıl nemi kayıt eden bir cihaz; humi- hyalogen: Hayvansal dokularda bulunan, çözünmez,
digraf. hidroliz edildiğinde hiyalinler üreten türlü maddeler
humidify: Nemli yapmak; nemlendirmek; rutubetlen den herhangi biri; hiyalojen.
dirmek. hyaloid: Anat. cama benzer veya saydam; Bkz. hyali
humidity: 1) nem; rutubet. 2) havadaki nem miktarı ne.
veya derecesi. hyd.: Bkz. 1) hydraulic. 2) hydrostatics.
3,
humidity, absolute: Havanın her bir cm ünde gram hydnocarpate: Hidnokarpik asitin bir tuzu veya este
olarak su buharı içeriği; mutlak nem; salt rutubet. ri; hidnokarpat.
humidity control: İnsanların çalıştığı binalarda nem hydnocarpic: Hindistan ve Malezya'da yetişen bir
durumunun belirli sınırlar içinde kontrol edilmesi; ağacın yağında bulunan ve cüzzam tedavisinde kul
nem kontrolü veya denetimi; bu işlem yerel durumla lanılan hidnokarpik asite (C 15 H 27 COOH) ait veya
ra göre hava dolaşım sistemine su püskürtülerek ve onu belirten.
buhar verilerek nem eklenir veya hava, soğutucu hydr-: Bkz. hydro-.
nun soğutma cihazından geçirilerek nem giderilir. hydracid: Oksijen kapsamayan HCI, H2S, HCN vb. i
humidity gauge: Bkz. hygrometers, hygroscope. gibi bir asit; hidrasit.
humidity, relative: Verilen bir sıcaklıkta atmosferdeki hydrant: Ana su devresinden su almaya yarayan bü
su buharının gerçek basıncının, aynı sıcaklıktaki yük, valflı bir deşarj (boşalma) borusu; yangın mus
maksimum veya doymuş nem basıncına oranı; bağıl luğu veya valfı.
nem; nısbî nem; rölâtif nem. hydrargyric: Cıvaya ait; cıva kapsayan; cıvalı.
humidor: 1) içersinde nemli bir sünger bulunan bir hydrargyrism: Cıva; Simg. Hg.
tüp ile bu tüpün kavanozu veya kabındaki havanın hydrargyrum: Cıva; Simg. Hg.
neminin korunmasını sağlayan bir cihaz. 2) böyle hydrastin: Bkz. hydrastine.
bir cihaz ile donatılmış bir kap vb. i. hydrastine: Kristalli bir alkaloit; hidrastin,
hund.: Bkz. hundred; hundreds. C 2 1 H 2 1 O 6 N; hazımsızlık ve pekliğin tedavisinde
hundred: On kere on; yüz; 100; Romen sayısı yüz: C. kul lanılır.
hundredfold: 1) yüz parçaya sahip olan. 2) yüz mis hydrate: 1) su ile diğer maddelerin kimyasal bileşim
li; yüz katı. 3) yüz misli olan sayı ya da miktar. lerinden oluşan bir bileşik; hidrat: Alçı, 2CaS0 4 .H 2 0
hundredth: 1) bir dizide (seride) doksan dokuzuncu bir hidrattır. 2) hidrata dönüşmek veya hidrata dö
dan sonra gelen; yüzüncü. 2) bir şeyin yüz eşit kıs nüşmeye neden olmak.
mından herhangi birini belirten. 3) bir şeyin yüz eşit hydrated: Su ile kimyasal birleşmeden oluşan.
parçasından herhangi biri; 1/100. hydrated ion: Düzenli bağlar ile bir ya da daha fazla
hundredweight: ABD'de 100 libre (45,2 kg), ingilte su + molekülleriyle birleşen
+
bir iyon; örneğin,
re'de 112 Ibs'ye (50,7 kg) eşit olan bir ağırlık birimi; H (H 0) veya H 0
.
2 3
CWT kısaltması ile belirtilir. hydrated lime: Sönmüş kireç, Ca(OH) 2.
hunting: 1) Elekt. bir senkron motorda akıma bağlı hydration: Hidrat oluşturmak için su ile kimyasal bir
olarak hızın periyodik olarak azalıp çoğalması. 2) leşme.
Mot. yük değişmese bile makinenin gerekli hızının hydraulic: 1) hidrolik bilimine ait. 2) bir sıvının kuvve
sürekli olarak dalgalanması veya azalıp çoğalması, ti ve hareketi ile çalıştırılan; hidrolik; haydrolik: Hidro
şeklinde belirtilen regülatör özelliği. lik fren veya pres gibi. 3) su altında kurma ve sertleş
hunting case: Menteşen, madenî saat kapağı. tirme: Hidrolik sıva gibi.
hunting knife: Büyük, keskin bir bıçak; av bıçağı. hydraulic adjuster: Bkz. hydraulic lifter.
hurricane: 1) saatte 73 mil (117,5 km) veya daha faz hydraulic brake: Yeni yapılan motorların deney
la hızla esen, tropik, özellikle Batı Hint Adaları köken yerin de Bkz. test stand fren beygirgücünü
li şiddetli bir siklon fırtınası; kasırga; hariken; bora. saptamak için kullanılan bir fren türü; hidrolik fren;
2) şiddeti veya kuvveti ve hızı bakımından kasırgaya hydraulic dyna mometer biçiminde de kullanılır.
benzeyen herhangi bir şey. hydraulic bronze: Ucuz ve kolay işlenebilir ve % 85
hurricane deck: iç sularda düzenli seferler yapan bakır, % 5 kalay, % 5 çinko ve % 5 kurşundan olu
yol cu gemilerinin en üst güvertesi. şan bir bronz türü; hidrolik bronzu.
H.V. (h.v.): Bkz. 1) high voltage. 2) heating value. hydraulic clutch: Bkz. hydraulic coupling.
hyacinth: Kıymetli bir taş; özellikle a) eskileri arasın hydraulic coupling: Yüksek devirli dizel motorların
da olasılıkla safir, b) zirkon, zümrüt veya topazın kır da, makine şaftı ile pinyon şaft arasında bulunan ve
mızımsı turuncu türlerinden herhangi biri. makine titreşimlerinin pinyon dişliye aktarılmasını ön-
h y d ra uli c cran e 275 h y d roc hlo ri c

leyen ve basınçlı yağ ile çalışan bir kaplin; hidrolik


nan verici (transmitter) ve dümen dairesinde bulu
kaplin; haydrolik kaplin.
nan bir alıcıdan (resiverden) oluşur; alıcı ve verici,
hydraulic crane: Hidrolik kreyn; daha çok dok ve li
içinde telemotor yağı bulunan borularla birbirlerine
manlarda kullanılan hidrolik basıncı ile çalıştırılan
bağlanmışlardır.
sessiz bir vinç.
hydraulic test: Yapımları tamamlandıktan veya belirli
hydraulic drive: Bkz. hydraulic coupling.
bir süre çalıştırıldıktan ve boruları değiştirildikten
hydraulic dynamometer: Bkz. hydraulic
sonra kazanlara uygulanan hidrolik deneyi; Her yeni
brake.
yapılan kazan dizayn basıncının 1,5 misli bir basınç
hydraulic elevator: Bir çok savaş gemisinde uçak,
la test edilir; kazan teçhizatı ise dizayn basıncının bir
bomba, yük, mayın, torpido, cephane ve diğer mal
misli, fid devresindeki valflar ise 2,5 misli hidrolik ba
zemeleri elleçlemek için kullanılan elektrohidrolik
sınçla denenir.
asansörlerden herhangi biri.
hydraulic turbine: Akarsu ile çalıştırılan türbin; hidro
Hydraulic exhaust valve: Hidrolik egzoz valf (su
lik türbini; su türbini.
pap): Yüksek güçlü, ağır devirli, doğru akımlı maki
hydraulic valve lifter: Bkz. hydraulic lifter.
nelerin hidrolik olarak açılan egzoz süpapı (valfı).
hydraulic winch: Hidrolik vinç.
hydraulic fluid: Hidrolik sistemlerde en çok kullanı
hydrazin: Bkz. hydrazine.
lan sıkıştırılamaz ve paslanma oluşturmaz bir yağ;
hydrazine: Amonyak kokulu, normal olarak % 35 su
hidrolik yağı; hidrolik akışkanı.
çözeltili, dikkatle elleçlenmesi gereken renksiz, sıvı
hydraulic governor: Hidrolik regülatör; hidrolik
baz; hidrazin, NH 2 NH 2 ; monohidrat (NH 2 NH 2 .H 2 0)
gavör- nör; daha çok elektrik jeneratörlerini
ve bir dizi tuzlar şeklindedir; güçlü bir redukleme
çalıştıran dizel makinelerinde kullanılan ve gücü
maddesidir; besi (fid) sistemine sürekli olarak çekti-
basınçlı yağ ile sağlanan duyarlı bir hız
rlldiğinde çözünmüş oksijenle tepkimeye girer, azot
düzenleyicisi; haydrolik re gülatör.
hydraulic hoist: Hidrolik kaldırıcı; hidrolik vinç. ve su oluşturur.
hydraulic injection: Diz. Mot. hidrolik püskürtme hydrazine reserve: Hidrazin reservi; kazan suyu
için deki yedek hidrazin miktarının saptanması için
ha vasız püskürtme; yakıtın yüksek basıncı nedeniyle
iğ ne valfı yuvasından kaldırarak silindire dime- tilaminobenzaldehit testi: örnek suda
hidrazinin varlı ğı ayıracın sarı renk oluşturması ile
püskürtülme si; modern dizel motorlarına
uygulanan püskürtme türü; havasız püskürtme, anlaşılır; bu ren gin koyulaşması numunedeki
hidrazin miktarına bağ lıdır.
solid incekşın ve cörk pomp sistemi gibi isimler de
alır. hydrazo-: -HNNH- grubu kapsayan, iki karbonlu hid-
rajen kökü ile birleşen anlamlarında bir önek.
hydraulic jack: Daha çok kara taşıt araçlarında, alev
borulu kazanların çöken külhanlarında, düzeltme hydrazoate: Hidrazoik asitin herhangi bir tuzu; hidra-
amacıyla kullanılan ve hidrolik olarak çalışan bir ci zoat.
haz; hidrolik kriko; haydrolik kriko. hydrazoic: Hidrazoatların türediği renksiz, uçucu bir
hydraulically: Hidrolik gücü ile; hidrolik olarak. asite (HN3) ait veya onu belirten; hidrazoik.
hydric: Hidrojene ait veya hidrojen kapsayan; hidro
hydraulic lift: Hidrolik basıncı ile çalışan asansör,
jenli.
özellikle yük asansörü.
hydrid: Bkz.
hydraulic lift track: Tamirhane, atelye vb. i yerlerde
hydride.
kullanılan ve hidrolik olarak bir kol ile çalıştırilan te
hydride: Hidrojenin bir başka element veya kök ile
kerlekli kriko.
oluşturduğu bileşik; hidrojen bileşiği.
hydraulic oil: Hidrolik yağı; Bkz. hydraulic fluid.
hydriodic: Hidrojenin doğrudan iyotla birleşmesin
hydraulic press: Hidrolik pres.
den veya fosfor triiyodür'ün hidrolizinden üretilen,
-
hidriiyodik asite (HI) ait veya bu asiti belirten; HI
hydraulic pump: Hidrolik sistemlerde kullanılan, sa
renksiz bir gaz olup suda derhal çözünür ve iyodür
bit hacimde sıvı veren, genel olarak dişli veya vida
denilen tuzları oluşturur.
türünden bir tulumba; hidrolik pompa.
hydro-: Su ve kimyada hidrojenin varlığı anlamların
hydraulic pushrod: Yüksek güçlü; ağır devirli, doğru
da bir önek.
akım süpürmeli dizel motorlarında hidrolik pompası
ile egzoz supabı arasındaki boru; hidrolik supap itici hydrobarometer: Basıncı yardımıyla deniz suyunun
si; Gem. Mak. hidrolik puşrod. derinliğini saptamak için kullanılan bir cihaz; hidro-
barometre.
hydraulics: Su ve diğer sıvıların mekanik özelliklerini
hydrobromic: Hidrojen ve bromun doğrudan birleş
ve bu özelliklerin mühendisliğe uygulanmasını ince
mesi veya fosfor tribromürün hidrolizi ile üretilen hid-
leyen bilim; fizik biliminin bir dalı; hidrolik veya hid
robromik asite (HBr) ait ya da bu asiti belirten, HBr
rolik Mimi.
renksiz bir gaz olup suda derhai çözünür ve bromür-
hydraulic steering gear: Hidrolik olarak veya telemo-
leri oluşurur.
tor yağı ile çalıştırılan dümen donanımı; hidrolik dü
men donanımı; Bkz. steering gear. hydrocarbon: Sadece karbon ve hidrojen kapsayan
herhangi bir organik bileşik; örneğin benzen, metan
hydraulic system: Özellikle savaş gemilerinde dü
vb. i; alifatik veya aromatik, doymuş ya da doyma
men donanımı, demir ırgatı, hidrolik presleri, uzak
mış olabilir.
tan kontrol valflarını ve diğer üniteleri çalıştıran bir
hydrochloric: Hidrojen ile klorun birleşmesi ya da
sistem; sıvılar sıkıştırılamazdır ve herhangi bir nokta
sül fürik asit ya da tuzun tepkimesinden oluşan bir
larına uygulanan basıncı aynen bulundukları kabın
asite (HCI) ait veya hidroklorik asiti belirten; HCI
her tarafına iletirler, ilkesi ile çalışırlar.
renksiz bir gaz veya bu gazın sudaki çözeltisi olup
hydraulic telemotor system: Dümenin köprüüstün-
klorin adı verilen tuzları oluşturur.
den hareketini sağlamak için kullanılan hidrolik ci
haz; hidrolik telemotor sistemi; köprüüstünde bulu
hydrochloric acid 276 h y d roki n e t i c

hydrochloric acid: Sıv. Yük. hidroklorik asit; tuz asiti; hydrogenation of oils: Hidrojen etkisiyle sıvı hayvan
hidrojen klorür çözeltisi; müriatik asit; tuz ruhu; tehli sal ve bitkisel yağları sertleştirme.
keli, keskin asit kokulu, renksiz veya soluk san renk hydrogen bomb: Nükleer fizyon ilkesine göre çalı
li, inorganik asitler ailesinden dumanlı bir sıvı; Simg, şan, yüksek tahrip gücü olan atom bombası; hidro
HCI; öz.ağ. 1,14-1,18; asitin % 36'sı 60°C'de donar; jen bombası; nükleer tepkime sırasında, bombanın
suda tümü ile çözünür; 25°C'de viskozitesi 2,12 cP nükleer fizyon ünitesindeki ağır hidrojen izotoplan-
(% 36), 1,71 cP (% 28); gemilerde çevre sıcaklığı ve nın atomları helyuma dönüşür ve çok yüksek sıcak
atmosfer basıncında taşınır. lık ve basınç üretilir.
hydrochloride: Hidroklorik asit ya da tuz asitinin ve hydrogen bond: Yüksek elektronegativitedeki iki
organik bir bazın bileşiği; hidroklorür. atom arasında hidrojen atomu tarafından oluşturu
hydrocyanic: Hidrojen ile siyanür iyonunun birleşme lan bir bağ türü; hidrojen bağı.
sinden oluşan, şeftali çiçeği veya acı badem gibi ko hydrogen bridge: Bkz. hydrogen bond,
kan, zayıf, çok zehirli bir asite (HCN) ait veya bu asi hydrogen bromide: Renksiz bir gaz ya da sarımsı bir
li belirten; hidrosiyanik. sıvı; hidrojen bromür, HBr; kuvvetli bir asit.
hydrocyanic acid: Bkz. hydrocyanic. hydrogen chloride: Suda çözünerek tuz asilini (HCI)
rıydrodynamic: 1) hidrolik bilimine ilişkin; hareketli veren renksiz bir gaz; hidrojen klorür.
su vb. ine ait, onun tarafından çalıştırılan veya türeti hydrogen cyanide: Çok zehirli ve (gemi vb. i) yerler
len; hidrodinamik. de zararlıları öldürmek için kullanılan bir gaz; hidro
hydrodynamic governor: Bkz. hydraulic governor. jen siyanür, HCN.
rıydrodynamic head: Bir pompalama devresinde yük hydrogen electrode: Çok ince platin tozu ile kaplı ve
seklikleri gelen hed (z). basınç hedi ve hız hedinin yarıya kadar suya sokulan platin bir elektrot; pH'ı
toplamına eşit olan hed (m); hidrodinamik hed. ölçmek için kullanılır.
hydrodynamics: Su ve diğer sıvıların hareket ve etki hydrogen ion: Pozitif şarjlı hidrojen atomu; bir pro
lerini inceleyen bilim; hidrodinamik bilimi; sıvıların di ton; hidrojen iyonu; Simg.H+.
namiği. hydrogen-ion concentration: Bir çözeltinin asit duru
hydroelectric: Su gücü ile elektrik üretme veya elek munun ölçümünde kullanılan bir kavram; hidrojen
trik üretimine ait; hidroelektrik. iyon konsantrasyonu; Bkz. pH.
hydroelectricify: Su gücü veya su ya da buhar sür hydrogenize: Bkz. to hydrogenate.
tünmesi ile üretilen elektrik. hydrogenous: Hidrojene ait veya hidrojen kapsayan;
hydrofluoric: Konsantre (derişik) sülfürik asiîin katı hidrojenli.
florörleri tepkimesiyle üretilen asite (H 6 F 6 , H4 F 4 , hydrogen peroxide: Sıv. Yük. hidrojen peroksit; kuv
H2 F2 veya HF) ait veya bu asiti belirten; renksiz, du vetli oksitleyici, kokusuz, buharları tahriş edici, renk
manlı ve paslarıdırıcı bir sıvı; 19°C'de kaynar, silikat siz, higroskopik olmayan bir sıvı olup insan sağlığı
ları etkilediğinden camların oyulmasında kullanılır; için tehlikelidir; 20°C'de öz.ağ. 1,195 (% 50 konsan
hidroflorik. tre); % 100 konsantre için k.rı. 150° C, % 35 konsan
hydrofluoric acid: Sıv. Yük. hidroflorik asit; sulu hid tre için 108°C; d.n. % 50 konsantre için -51°C; suda
rojen florür; floridrik asit; keskin ve tahriş edici koku tümü ile çözünür; 20°C'de viskozitesi 1,0-1,3 cP; ge
lu, saydam, renksiz, inorganik asitler ailesinden, hig milerde çevre sıcaklığı ve atmosfer basıncında taşı
roskopik bir asit; Simg. HF; insan sağlığı için zararlı; nır.
öz.ağ. 1,12-1,26; 79°C'de % 70'i kaynar, 42°C'de % hydrogen sulfide: Çürük yumurta kokulu, yanıcı, ze
60'ı donar; suda tümü ile çözünür; gemilerde çevre hirli bir gaz; hidrojen sülfür; H2S; kükürtlü hidrojen;
sıcaklığı ve atmosfer basıncında taşınır. hidrojen sülfür.
hydrofoil: Sefer sırasında gövdesi sudan dışarı çıkan hydrogen zeolite: Suların ıslahında kullanılan yapay
ve ayakları üzerinde kayarak hareket eden tekne; bir reçine, H2Z; hidrojen zeolit.
haydrofoil; ayaklı tekne. hydrogen zeolite softener: Hidrojen zeoiit yumuşatı
hydrogen: Yanıcı, renksiz, kokusuz, gaz halinde ve cı; hidrojen zeolit, kalsiyum, magnezyum ve sod
tüm elementler içinde en hafif olan kimyasal bir ele yum sülfatlar ile temas etliğinde kaisiyum zeoiit
ment; hidrojen; Simg. H; at.ağ. 1,0080; at.no.1; 1 ve (CaZ), magnezyum zeoiit (MgZ) ve sodyum zeoiit
2 atom ağırlığında iki doğal izotopu vardır: Birincisi (NaZ) üretir; suda bulunan kalsiyum, magnezyum
hafif ve ikincisi ağır hidrojen veya döteryumdur. ve sodyum klorürlerle CaZ, MgZ, Na2Z ve HCl olu
hydrogenate: Hidrojenle birleştirmek, muamele et şur; sülfürik asit ile muamele edildiğinde H2Z, Ca-
mek veya hidrojen etkisinde bırakmak. S0 4 , MeSO4, Na 2 S0 4 meydana gelir.
hydrogen atom: Hidrojen atomu; bir çekirdek ve yö hydrography: 1) özellikle navigasyon bakımından ve
rüngesinde dönen elektrondan oluşan normal atom; ticarî kullanımlar için okyanus, deniz, göl ve nehirle
hidrojenin diğer iki izotopu; a) döteryum Bkz. deute rin haritalarını çıkaran, tanımlayan bilim; hidrografi.
rium ve b) trityum'dur Bkz. tritium. 2) bir haritanın yüzey sularını belirten parçası.
hydrogen attack: Bazı korrozyon türleri nedeniyle hydrokineter: Alev borulu kazanlarda külhanlar arası
manyetit'e Bkz. magnetite katman kırılması sonucu, na yerleştirilen, içice iki nozul ile bunlara buhar ve
yüksek sıcaklıktaki hidrojen atomlarının çeliğin mole- ren bir stop valftan oluşan bir cihaz; haydrokineter;
küler yapısına girmesi ve karbon atomları ile birleşe dolaşım hızlandırıcı; dolaşımı hızlandırarak kazanın
rek metan gazı oluşturması; hidrojen atağı veya hü buhar tutma süresini kısaltır.
cumu. hydrokinetic: Akışkanların hareketleri veya bu hare
hydrogenation: Hidrojenle birleştirme işlemi; hidro ketlerin oluşturduğu veya etkilediği kuvvetlere ait;
jenleştirme. hidrokinetik; haydrokinetik.
hydrokinetic s 277 hyetorap h

hydrokinetics: Akışkanların hareketlerin inceleyen bi sayan çözeltilerde bitkilerin büyümesini inceleyen bi


lim; fiziğin bir dalı olan kinetik bilimi; hidrokinetik bili lim dalı; hidroponik; hidroponik bilimi.
mi. hydroquinol: Bkz. hydroquinone.
hydrologic: Bkz. hydrology. hydroquinone: Tıp ve fotoğrafçılıkta kullanılan be
hydrologist: Hidroloji uzmanı. yaz, kristalli bir madde; hidrokIion, C6 H4 (OH) 2 .
hydrology: Suyun özellikleri, kanunları ve dağılımını, hydroscope: Suyun çok altındaki şeyleri görmek için
özellikle yeraltı su kaynaklarını inceleyen bilim; hid kullanılan bir cihaz; hidroskop.
roloji. hydroskimmer: Hava yastığı üzerinde suda ve kara
hydrolysis: 1) zayıf asit veya baz ya da her ikisini da hareket edebilen bir tür hoverkraft Bkz. hoverc
+ -
üretmek için, bileşiğin su iyonları (H ve OH ) ile raft; hidroskimer; farklı olarak bu tür teknelerin yürüt
tepkidiği kimyasal bir reaksiyon; hidroliz. 2) oda sı me organı kıç üstünde olan iki büyük pervanedir.
caklığı veya ısıtma ile (asit veya alkaliler var ya da hydrosol: Suyun dağıtıcı bir madde olduğu, sıvı halin
yok) suyun etkisi altında organik bileşiklerin ayrışma de bir koloit; hidrosol.
sı. hydrosphere: 1) dünya yüzeyindeki suların tümü;
hydrolyte: Hidroliz olan madde; hidrolit. hidrosfer; suküre. 2) dünyayı çevreleyen atmosferde
hydrolytic: Hidrolize ait veya hidrolize neden olan; ki nem ya da rutubet.
hidrolitik. hydrostat: 1) bir depo vb. indeki su düzeyini göster
hydrolyze: Hidroliz olmak veya hidrolize neden ol mek veya ayarlamak için kullanılan elektrikli bir ci
mak. haz; hidrostat. 2) bir buhar kazanının patlamasını ön
hydromechanical: Hidromekanik bilimine ait. lemek için kullanılan bir cihaz.
hydromechanics: Akışkanların hareket ve denge du hydrostatic: Bkz. hydrostatics.
rumlarını düzenleyen kanunlarla ilgilenen bilim; fizi hydrostatic lubricator: Alt ve üst tarafından birer bo
ğin bir dalı; hidromekanik. ru ile buhar devresine bağlı ve için yağ dolu bir yağ
hydrometallurgy: Çözünmez maddelerini türlü sıvı danlık; hidrostatik yağdanlık; içinden geçirilen buhar
ayıraçlarla yıkayarak maden cevherlerini redüklen- yağlama yağı ile birlikte buhar makinelerinin silindir
mesine ilişkin bilim dalı; hidrometalurji. lerine verilir.
hydrometer: Sıvıların özgül ağırlıklarını saptamak için hydrostatic pressure: Homojen bir sıvı tarafından içi
kullanılan bir cihaz; hidrometre; bölüntülü ve ağırlıklı ne daldırılmış bir yüzeye dikey olarak uygulanan ba
bir boru, özgül ağırlığı ölçülecek sıvı içine daldırıla sınç; hidrostatik basınç; hidrostatik basınç cismin de
rak uygulanır. rinliğine ve sıvının ağırlığına bağlıdır.
hydrometer scale: Emperyal sistemde özgül ağırlığı hydrostatics: Su ve diğer sıvıların basınç ve denge
Baume ve AP! türlerinden veren hidometre taksimatı durumlarını inceleyen bilim: fizik bilimi dalı; hidrosta
veya bölüntüsü. tik bilimi; sıvıların statiği.
hydrometer scale, API: API türünden özgül ağırlık hydrostatic test: Bkz. hydraulic test,
skalası veya taksimatı; petrol ürünlerinin yoğunlukla hydrosulfide: Kükürtlü hidrojendeki hidrojenin kısmî
rının saptanmasında kullanılır ve "API yer değiştirmesi ile elde edilen, HS kökü ve bazı di
(141,5/7)-131,5 amprik eşitliğinden bulunur. ğer kök veya element kapsayan bileşik; hidrosülfür;
hydrometer scale, Baume: °B türünden özgül ağırlık bisülfür adı da verilir.
skalası: °B = (140/7)-130 amprik eşitliğinden bulu hyposulfite: 1) hidrosülfüroz asitin herhangi bir tuzu;
3
nur (7=özgül ağırlık, kg/dm ). hiposülfit. 2) sodyum hiposülfit; beyazlatıcı madde
hydrometric: 1) hidrometriye ait. 2) hidrometreye ait olarak kullanılır.
veya ona göre. hydrosulfurous: Bkz. hyposulfurous.
hydrometrical: Bkz. hydrometric. hydrothermal: Sıcak suya ait; özellikle sıcak suların
hydrometry: Hidrometre kullanılarak sıvıların özgül etkisiyle dünya kabuğundaki minerallerin çözünme
ağırlıklarının ölçülmesi. si, yer değiştirmesi ve dağılımlarının değişmesi; hid-
hydronic: Hidronik bilimine ait. rotermal.
hydronics: Sıvıların veya buharların cebri dolaşımı ile hydrous: 1) su kapsayan; sulu. 2) özellikle kimyasal
ısıtma, soğutma vb. i için kullanılan, elektrikle kon bileşik olarak su kapsayan.
trollü sistemleri inceleyen bilim; hidronik bilimi. hydroxide: Hidrokzil kökü (OH) ile birleşen bir ele
hydronium ion: Protonların sulu bir çözeltide bulun ment veya kökten oluşan bir bileşik; hidroksit.
+
dukları bir şekil; hidronyum iyonu, H 30 . hydroxonium ion: Bkz. hydrogen ion, hydrated.
hydrophanous: Islandığı zaman yarı saydam veya hydroxy: Bkz. hydroxyl.
saydam olan. hydroxy-: Organik kimyada hidroksil anlamında bir
hydrophone: 1) su içinde iletilen sesin yönü ve mesa önek.
fesini saptamak ve kayıt etmek için kullanılan bir ci hydroxy acid: Hem hidrogzil ve hem de karbokzil
haz; hidrofon. 2) bir boru içindeki su akımını araştır köklerin görüldüğü, laktik asit gibi, organik bir asit;
mak için kullanılan bir cihaz. hidrokzi asit.
hydroplane: 1) altı düz, hafif, küçük ve su yüzünde hydroxyl: Hidrokzil; tüm hidroksitlerde bulunan tek
yüksek bir hız yapabilen motorlu tekne. 2) deniz değerli bir kök, OH.
uçağı. 3) bir uçağa, onun su yüzünde kaymasını hydroxylamine: Renksiz, kokusuz bir baz; hidrokzila-
sağlamak için takılan kısım. 4) denizaltılann suyla min, NH2OH.
dolması veya yükselmesi için kullanılan yatay dü hydroxyl group: -OH grubu.
men. 5) Bkz. hydrofoil. hydroxyl ion: Negatif iyon, OH".
hydroponics: Toprak yerine, gerekli mineralleri kap hyetoraph: Yıllık ortalama yağmur miktarını gösteren
h ye tog ra ph i c 278 hyst eresi s

bir harita veya grafik; hiyetoğraf.


rengi bir minerali; hipersiten.
hyetographic: Hiyetoğrafiye ait,
hypersthenic: Hipersitene ait veya hipersiten kapsa
hyetography: Yağmurların coğrafik dağılımını incele
yan.
yen bilim veya meteoroloji dalı; hiyetoğrafi.
hyphen: Bllgisay. Ayırma çizgisi.
hyetological: Hiyetoloji'ye ait.
hyphenate: Bilgisay. hecelere ayırmak.
hyetology: Yağmur, kar vb. i ile ilgilenen meteoroloji
hypo: Renksiz, kristalli bir tuz; sodyum tiyosülfat,
dalı; hiyetoloji.
Na2S2O3.5H2O; çözeltisi fotoğrafçılıkta tespit mad
hygienics: Sağlık bilimi; hijyen. desi olarak kullanılır.
hygro-: Nem veya rutubet anlamlarında bir önek. hypochlorite: Hipoklöröz asitin (HCIO) herhangi bir
hygrograph: Saat mekanizmasına benzer şekilde çalı tuzu; hipoklorit; beyazlatıcı ve dezenfektan olarak
şarak atmosferin nemini sürekli olarak kayıt eden bir kullanılır.
cihaz; hlgrograf. hypochlorous: Sadece çözeltilerde olduğu bilinen,
hygrometer: Nem veya rutubet miktarını ölçmek için beyazlatma ve oksitleme maddesi olarak kullanılan,
kullanılan bir cihaz; higrometre; nemölçer. dayanıksız bir asite (HCIO) ait veya onu belirten.
hygrometer, dew-point: Hava nem ile doyduğu za hypocycloid: Tek. Res., Geom, bir başka dairenin
man sıcaklık ölçmek için kullanılan bir cihaz; çığlaş- çemberinin içinde hareket eden bir dairenin çemberi
rna noktalı higrometre veya nemölçer. üzerindeki bir noktanın çizdiği eğri; hiposikloit (eğri
hygrometer, hair: Bkz hair hygrometer. si).
hygrometric: 1) higrometri veya nem ölçüm bilimine hyponitrous: Oksitleyici bir madde olan nitrojenüs di-
ait. 2) havadan emilen veya cezbedilen veya emilen bazik asite, hiponitröz asite (H 2 N 2 0 2 ) ait veya onu
nem. belirten.
hygrometry: Havadaki nem miktarının ölçümü ile ilgi hypophosphate: Hiposfsforik asitin tuzu; hipofosfat.
lenen fizik dalı; higrometri. hypophosphite: Hipofosfit; hipofosforöz asitin tuzu.
hygroscope: Bağıl nem değişimlerini gösteren ya da hypophosphoric: fosforun nemli havada yavaş ya
kayıt için kullanılan bir alet; higroskop. vaş olarak oksitlemesi ile elde edilen hipofosforik asi
hygroscopic: 1) higroskopa ait, higroskop ile ölçüle te (H 4 P 2 0 6 ) ait veya onu belirten.
bilen veya higroskopa göre. 2) havadan nem ölçme hypophosphorous: Hipofosforöz asite (H 3 P0 2 ) ait
ve nem emme; higroskopik, nem emici. veya bu asiti belirten.
hyoscyamin: Bkz. hyoscyamine. hyposulfite: 1) hipofosforöz asitin bir tuzu. 2) sod
hyoscyamine: Renksiz, kristalli, çok zehirli bir alkalo yum hiposüifit, Na 2 S 2 04 .3) yanlış olarak sodyum ti
it; hiyosiyamin, C 1 7 H 2 3 N0 3 ; köpeküzümü familya- yosülfat, Na 2 S2 O3 ; fotoğrafçılıkta tespit maddesi
sındaki bitkilerden elde edilir ve tıpta müsekkin, ola rak kullanılır.
uyuşturucu vb. i olarak kullanılır. hyposulfurous: Sülfüröz asitten elde edilen ve beyaz
hyp-: Bkz. hypo-. latma maddesi olarak kullanılan dibazik hiposülfüröz
hyp.: Bkz. 1) hypotenuse. 2) hypothesis. 3) hypot
asite (H 2 S 2 0 4 ) ait veya bu asiti belirten.
hetical. hypotenuse: Dik açılı bir üçgende, dik açının karşısın
hyper-: Üst, üstünde, normalden büyük, aşırı anlam daki veya dik kenarlar dışındaki kenar; hipotenüs.
larında bir önek; hiper. hypoth.: Bkz. 1) hypothesis. 2) hypothetical.
hyperacid: Aşırı ve yüksek asit. hypothenuse: Bkz hypotenuse.
hyperacidity: Yüksek asitlilik, özellikle mide suyun hypothesis: Belirli gerçekleri açıklamak veya ilerki
da. araştırmalar, münakaşalar vb. inde esas (temel) sağ
hyperbola: Dik bir koninin tepesi dışından geçen dü lamak için kabul edilen, kanıtlanmamış kuram veya
şey bir düzlemle kesilmesinden oluşan şekil; hiper öneri; hipotez; faraziye; varsayım.
bol. hypothesize: Hipotez yapmak; farzetmek; kabul et
hyperbolic: Hiperbole ait; hiperbol şeklinde olan; hi mek.
perbolik. hypothetic: Bkz. hypothetical.
hyperbolically: Hiperbolik bir şekilde; hiperbole ben hypothetical: 1) teorik; kuramsal; kabul edilen; varsa
zer bir tarzda. yılan; hipoteze ait; hipotez tabiatı veya doğasında
hyperbolic logarithm: 2,718281828 tabanına göre lo olan.
garitma; doğal logaritma; hiperbolik logaritma; Bkz. hypothetically: Kuramsal, nazarî veya teorik bir bi
logarithm. çimde; hipotez gibi.
hyperbolic spiral: Hiperbol şeklinde olan spiral veya hypoxanthine: Dalak vb. inde bulunan nitrojenli bir
helezon; hiperbolik helezon ya da spiral. bileşik, C 5 H 4 N 4 0 ; hipokzantin.
hypereutectic: Ötektik bir çözelti veya alaşımda bulu hypso-: Yükseklik anlamında bir önek.
nan daha az bileşenden fazlasını kapsayan; hiperö- hypsometer: Bir sıvının kaynaması ile kara yüzeyleri
tektik. nin yüksekliklerinin ölçümü için kullanılan bir cihaz;
hyperboioid: Hiperbolün simetri ekseni çevresinde hipsometre.
döndürülmesi ile oluşan hacim; hiperboloit. hypsometry: Özellikle deniz düzeyi esas alınarak,
hyperphysical: Fiziğin ötesi; fizik ötesi; olağanüstü. Dünya yüzeyinin yüksekliklerinin ölçülmesi; fıipso-
2) fizikselden ayrılmış. metri.
hypersonic: Ses hızından beş misli daha yüksek hız hysteresis: Fiz. bir gövdede onu etkileyen kuvvet de
la seyahat etmeye ait. ğiştiği zaman etki gecikmesi; özellikle mıknatıslan
hypersthene: Demir ve magnezyum silikat; piroksen ma kuvvetinin değişmesi ile mıknatıslanma değişi-
grubunun parlak, yeşilimsi siyah veya koyu kahve mindeki gecikme; histerizis; artık mıknatısiyet.
h ys teres i s c y cl e 279 h ysteret i c loss

3
hysteresis cycle: Bkz. hysteresis loop. hysteretic constant: Bir çevrimde erg/cm türünden
hysteresis energy: Histerezisi karşılamak için işlet histerezis kaybı.
menin her çevriminde kullanılan enerji; histerezis hysteretic loss: Çalıştırılan elektrikli cihazlarda, man
enerjisi. yetik histerezisin neden olduğu güç kaybı; histerezis
hysteresis graph: Herhangi numune maddenin oto kaybı; ısı şeklinde belirir.
matik olarak histerezis ilmeklerini çizen bir cihaz. hysteresis, magnetic: Manyetik alan şiddetinin, mık
hysteresis loop: Histerezis eğrisinin kapalı şekli; his natıslanma kuvvetinin geride kaması; manyetik histe
terezis ilmeği. rezis.
hysteresis loss: Tekrarlanan mıknatıslanma ve mık hysteresis tester: Manyetik histeresizi doğrudan öl
natıslanmanın kalkışı nedeniyle, mıknatıslanabilen çen bir cihaz; Ewing deney cihazı.
metallerdeki güç kaybı; histerizis kaybı; ısı şeklinde hysteretic: Histerezise ait; histerezisle belirtilen veya
belirir. histerezisin neden olduğu.
hysteresis, magnetic: Manyetik alan şiddetinin mık 3
hysteretic constant: Bir çevrimde erg/cm türünden
natıslama kuvvetinin gerisinde kalması; manyetik his histerezis kaybı.
terizis. hysteretic loss: Çalıştırılan elektrikli cihazlarda, man
hysteresis tester: Manyetik histerezisi doğrudan öl yetik histerezisin neden olduğu güç kaybı; histerezis
çen bir cihaz; Ewing deney cihazı. kaybı.
hysteretic: Histerezise ait; histerezisle belirtilen veya
histerezisin neden olduğu.
i: 1) Romen sayılarında bir (1). 2) Astr. bir yörünge
resi.
nin tutulma dairesine meyli. 3) Kimy, iyotun simgesi.
iced: 1) üzerinde, içinde veya çevresinde buza sahip
4) F/z. a) akım şiddeti simgesi, b) atalet momenti
olan; buz ile soğutulan; buzlu. 2) buzla kaplı; don
simgesi.
muş.
IAA: Bkz. indole-3-acetic acid.
ice-free: 1) buzsuz; donmayan. 2) daima buzsuz; as
IAN: Bkz. indole-3-acetonitrile.
la donmayan: Suyu donmayan liman gibi.
l-bar: Enine kesiti I şeklinde olan çelik profil; putrel;
icehouse: 1) buz yığılan veya depolanan bina. 2)
kiriş.
su ni buzun yapıldığı bina; buzhane.
I.C.:Bkz. interior communication.
iceland spar: Özellikle İzlanda'da bulunan saydam,
İ CBM: intercontinental ballistic missile: Kıtalar
renksiz kalsit; çift kırılmalı prizma yapımında kullanı
ara sı balistik füze; minimum mesafesi 8045 km
lır.
(5000 mil)'dir.
ice machine: Buz yapımında kullanılan, çoğu zaman
ice: 1) suyun 0°C veya 32°F'ye kadar soğutulmasıyla
amonyakla çalışan bir makine; buz makinesi; buz
oluşan cama benzer, kırılgan su şekli; buz; donmuş
kompresörü.
su. 2) bunun bir parçası, katmanı ya da tabakası. 3)
ice machinery: Den. buz yapımında kullanılan maki
görünüm, yapı vb. i bakımından donmuş suya ben
ne; buzluk kompresörü; buz kompresörü.
zeyen herhangi bir şey. 4) Arg. elmas ya da elmas
ice machinery room: Buz makinesi veya buzluk
lar. 5) buza dönüşmek; donmak. 6) buz ile kapla
kompresörü dairesi.
mak; buz uygulamak. 7) içine veya çevresine buz
ice manufacture: Buz yapımı; buz imalâtı.
koyarak soğutmak.
ice pick: Buzun kırılması için kullanılan sivri uçlu me
ice bag: Buz kütlesi.
tal alet; buz kıracağı.
iceberg: Bir buzuldan kopan ve denizlerde yüzen bü
ice plant: Kalıp biçiminde buz yapan bir tesis ya da
yük buz kütlesi; aysberg; buzdağı.
kuruluş; buz fabrikası; buz imalâthanesi; buzhane.
iceboat: 1) buz üzerinde yelkenle hareket eden hafif
ice point: Saf katı su (buz) ile saf sıvı suyun 101 325
bir tekne; buz botu. 2) hafif, tekneye benzer iskelet- 2
N/m 'de (760 mm Hg'de) dengede olduğu sıcaklık
!i, çoğu zaman üçgen şeklinde, paten bıçağına ben
skalasında sabit bir nokta; buz noktası.
zeyen ve yelkenle hareket ettirilen tekne.
ice water: 1) erimiş buz. 2) buz ile soğutulan su; buz
ice bomb: Dondurulduğu zaman su tarafından uygu
lu su.
lanan son derece büyük kuvveti kanıtlamak için kul
ichnography: 1) bir binanın ölçekli çizilmiş temel plâ
lanılan bir cihaz; buz bombası.
nı; zemin plânı. 2) böyle plânları çizme sanatı.
icebound: 1) buzla çevrilmiş bir tekne veya gemi;
iconoscope: Televizyon vericisinde, ışığa duyarlı lev
buzda mahsur kalmış gemi. 2) buz tarafından yakla-
ha ile kuşatılmış bir vakum tüpünden oluşan ve op
şılamaz yapılmış veya bloke edilmiş (bir sahil gibi).
tik görüntüleri elektrik impulslarına çeviren bir elek
icebox: Özellikle içinde yiyecek, içecek vb. ini soğut
tron tüpü (ticarî bir marka).
mak için buz kullanılan dolap; buzdolabı.
icosohedral: Tek. Res. yirmi düzlem yüzü olan katı
icebreaker: 1) buzu kırarak bir kanal açan dayanıklı
şekil; yirmi yüzlü.
bir gemi; buzkıran. 2) rıhtım vb. ini yüzen buzlardan
icosi-: Yirmi anlamında bir önek.
korumak için siil şeklinde bir yapı.
icositetrahedron: Yirmi dört düzlem yüzeyi olan katı
ice calorimeter: Eriyen buz miktarı ile numunenin öz
veya solid şekil; yirmi dört yüzlü.
gül ısısının ölçüldüğü bir kalorimetre; buz kalorimet
icy: 1) çok buz olan; tümü ile buzla kaplı; buzla kap-
IDC 281 Ignition delay

lanmış. 2) buza ait; özellikle a) çok soğuk, b) kay


tı ya da mili; döndürülen
gan, kaypak.
mil.
IDC: Bkz. inner dead center. idler sprocket: Mot. krank milinden hareket alarak
ideal: Mükemmel olan, özellikle gerçekleşmemiş teo kam milini çeviren sessiz zinciri taşıyan ara dişliler
rik (kuramsal) bir cisim, olay, işlem, sistem veya den herhangi biri; ara dişli.
te oriyi belirtir; ideâl; mükemmel. idle wheel: İki dişli arasına yerleştirilerek, yönünü ve
ideal combustion cycle: Yanmanın sabit basınçta ol hızını değiştirmeksizin hareketi bir dişliden diğerine
duğu kuramsal {teorik) çevrim; ideâl yanma çevrimi; ileten dişli; ara dişlisi.
sabit basınçta yanmalı çevrim; diesel çevrimi.
idling: Boşta çalışma; rölânti.
ideal cycle: Eksik yanmadan gelen kayıplar istisna idling adjustment: Benz. Mot. karbüratörlerin boşta
edilirse, gerçek makine ile eşit koşullarda çalışan fa
çalışma devir sayılarinın ayar edilmesi; rölânti ayarı.
kat kayıpları olmayan bir makinenin çevrimi; ideâl
idlng carburetor: Boşta çalışma veya rölânti memesi
çevrim.
olan alçak yüklü karbüratör; boşta çalışma karbüra-
ideal efficiency: Term, kuramsal ya da teorik diyag törü; rölântili karbüratör.
ramlardan hesaplanan verim; ideâl verim; diyagram idling speed: Boşta çalışma sırasında motorun hızı
verimi; termodinamik verim. ya da devir sayısı; rölânti hızı; rölânti devir sayısı.
ideal engine: ideâl makine.
idocrase: Bkz. vesuvianlte.
ideal gas: Gaz kanunlarına kesin olarak uyan bir gaz;
ideâl gaz; mükemmel gaz. i.f.: Bkz. intermediate
ideal gas scale: Sıcaklık değişiminin basınç ya da frequency. ign.: Bkz. ignition.
ha cim değişimi ile hesaplandığı skala, bölüntü veya igneous: 1) ateşe ait; ateş kapsayan; ateş tabiatında
taksimat; ideal gaz skalası. olan; ateş gibi. 2) ateş etkisiyle meydana gelen;
ideal heat cycle: iş elde etmek için ısıyı ideâl olarak özellikle büyük ısı ya da volkanik hareketle oluşmuş;
kullanan çevrimlerden biri; ideâl ısı çevrimi; Bkz. he volkanik kaya gibi.
at cycle. igneous rock: Magmanın sertleşmesi sonucu oluşan
ideal mixture: Benz. Mot. hava-benzin oranının kaya; volkanik kaya.
15,13/1 veya benzin-hava oranının 0,066 olduğu ignescent: 1) çelik ile vurulduğu zaman kıvılcım çıka
karı şım; ideâl karışım; mükemmel karışım; normal ran; kıvılcım çıkaran madde. 2) alev çıkararak patla
karı şım. ma.
ideal power: Bir gaz türbininde ideâl bir durumda, ignis fatuus: Bataklık alanların üzerinde hareket
gaz akımının tüm kinetik enerjisinin işe dönüştüğü eden, geceleri görülen, çürüyen organik maddeler
türbin gücü; ideâl güç. den oluşan yanıcı gazların neden olduğuna inanılan
identical: 1) çok benzer. 2) tümü ile benzer ya da ışık.
eşit; özdeş. ignitable: Tutuşturulabilir.
ideogram: Bilgisay. kavramçizi. ignite: 1) tutuşturmak; ateşlemek; yanmaya neden
idiochromatic: Fotoelektrik özelliklere sahip olan. ol mak. 2) büyük miktarda ısı oluşturmak; ısı ile
idioelectric: Sürtünme iie elektriklenebilen. akkor yapmak. 3) tutuşturma; yanma başlatma.
idiomorphic: 1) kendi uygun şekline sahip olan. 2) igniter: 1) alçak kompresyonlu makinelerde tutuşma
Mine. alışılmış şekline sahip olan: Kristaller için söy yı sağlamak üzere kullanılan, batarya, endüksiyon
lenir bobini ve bujilerden oluşan ve yüksek tansiyonlu kı
. vılcım üreten bir araç; ateşleyici; tutuşturucu; torpi
idle: 1) bir motor veya buhar makinesinin ancak ken doların barutunu tutuşturmak için kullanılan zaman
di kayıplarını karşılayacak kadar güç üretmesi; boşta ayarlı patlayıcıyı patlatan bir cihaz; patlatıcı; ateşleyi
çalışma; rölanti. 2) güç iletmeksizin yavaş olarak ça ci; ateşleme düzeni.
lıştırmak; boşta çalışmak: Makineler için söylenir. 3) ignitibility: Tutuşturulabilir olma niteliği; tutuşabilirlik.
boşuna harcamak, sarfetmek veya tüketmek. 4) boş ignition: 1) tutuşma veya tutuşturma. 2) bir şeyin
ta çalışmasına (motor vb. inin) neden olmak. 5) tu- tuşturulması ortamı. 3) Mot. a) silindirdeki yanıcı
ya vaş olarak hareket etmek. 6) zamanı verimsiz ve ya patlayıcı karışımın tutuşturulması. b) bunu
olarak tüketmek. yapan cihaz. 4) Kimy. tam yanma veya tam
idle adjusting screw: Bir benzin motorunun karbüra- kimyasal deği şim noktasına kadar bir bileşik veya
töründe boşta çalışmayı düzenleyen vida; rölânti karışımın ısıtıl ması.
ayar vidası. ignition accelerator: Mot. amil nitrat gibi, sıvı
idle jet: Benz. Mot. karbüratörde boşta çalışmayı dü yakıtla rın tutuşma niteliğini geliştirmek için
zenleyen meme; boşta çalışma memesi veya nozu- kullanılan ve ya kıtlara belirli oranlarda katılarak
lu. tutuşma gecikmesi ni azaltan, setan sayısını
idle pulley: Boşta çalışma kasnağı; hareketin iletilme yükselten kimyasal madde lerden herhangi biri;
sinde kayışa klavuzluk eden veya kayışın boşluğunu tutuşma hızlandırıcı.
alan kasnak; avara kasnağı. ignition advance: Diz. Mot. üst ölü noktadan önce
idler: 1) Meka. boşta çalışma dişlisi veya kasnağı; rö püskürtmenin başladığı nokta ile üst ölü nokta ara
lânti kasnağı; ara dişlisi. sındaki krank açısı; tutuşma avansı.
idler gear: Avara donanımı; boşta çalışma donanımı; ignition cable: Distribütör kapağı ile bujiler arasında
ara dişlisi: (motorların supap hareket mekanizmala bulunan kablolardan herhangi biri; buji kablosu.
rında kullanılır). ignition coil: Akümlatörlerin düşük gerilimli akımını,
idler pulley: Bkz. idle pulley. bujilere gerekli, yüksek gerilimli akıma yükseltmek
idler shaft: Dişli pompaların döndürülen dişlisinin şaf için kullanılan bobin; endüksiyon bobini; benzin mo
torlarında kullanılır.
ignition delay: Tutuşma gecikmesi. 1) Diz. Mot.
yakı-
ignit io n d ela y p erio d 282 imbricate d

tın enjektörden silindirlere püskürtüldüğü an ile tu mada kullanılan gazlardan herhangi biri; aydınlatma
tuşması arasındaki zaman aralığı; standart değeri gazı; kızgın kok veya kömür üzerine buhar (stim) üf
krank açısı türünden 13°'dir. 2) Benz. Mot. buji elek lenerek elde edilir.
trotları arasında kıvılcım oluşması ile tutuşmanın baş illumination: 1) aydınlatma; özellikle: a) tenvirat; ışık
laması arasındaki zaman aralığı; krank açısı türün landırma; ışık sağlama, b) ışıklarla donatma. 2) ışık;
den 5°-20° dolayındadır. birim alana düşen ışık şiddeti. 3) bir şehir vb. ini süs
ignition delay period: Tutuşma gecikmesi periyotu lemek için kullanılan ışıklar.
veya süreci; içten yanmalı makinelerde yaklaşık illumination, direct: 1) ışığın en az % 90'ının aşağıya
5°-20° dolaylarındadır. doğru yöneltildiği aydınlatma; doğrudan veya dolay
ignition improver: Yanma veya tutuşma geliştirici; sız aydınlatma. 2) bir aynadan yansıtılmaksızın bir
Bkz. ignition accelerator. mikroskopun basamağına yukarıdan düşürülen ışık;
ignition jump: Diz. Mot. Tutuşma sıçraması; tutuşma doğrudan aydınlatma.
gecikmesini izleyen süreçte alevin yayılması. illumination, indirect: Işığın en az % 90'ının yukarıya
ignition key: Oto. marş ve ateşleme devrelerine çalış doğru verildiği aydınlatma; dolaylı aydınlatma.
tırmak için kullanılan ve akü ile devre arasında bulu illumination meter: Işık şiddetlerini ölçmek için kulla
nan anahtar; kontak anahtarı. nılan bir fotometre; aydınlatma ölçeri.
ignition lag: Bkz. ignition delay. illumination, photometer: Bkz. illumination meter.
ignition lag period: Bkz. ignition delay period. illuminative: Aydınlatıcı; aydınlatma eğiliminde olan.
ignition order: Bkz. firing order. illuminator: Aydınlatan bir kişi veya şey; özellikle, ışık
ignition plug: Bkz. spark plug. verme, şiddetlendirme veya yansıtma için kullanılan
ignition point: Hava yakıt karışımının silindir içinde tu- bir cihaz veya alet.
tuşturulduğu nokta, örneğin üst ölü noktadan bir illumine: Aydınlatmak veya aydınlatılmak.
kaç derece sonra; tutuşma noktası. illustrous: 1) orijinal olarak parlak; ışıltılı; ışıldayan.
ignition quality: Diz. Mot. yakıtın sıkıştırılmış hava 2) şöhretli; çok meşhur.
içersine püskürtüldüğü zaman yanmaya olan yetene ilmenite: Demir ve titanyum oksitten oluşan siyah
ği; tutuşma veya yanma niteliği; tutuşma niteliği. renkli, parlak bir mineral; ilmenit.
ignition switch: Bkz. ignition key. i.m.e.p.: Bkz. indicated mean effective pressure.
ignition system: Benz. Mot. çoğu zaman akü tarafın image: 1) bir aynadan yansıma, bir mercekten kırıl
dan beslenen ve buji elektrotları arasında kıvılcım ma vb. i ile üretilen bir şeyin görsel hayali; görüntü;
oluşturarak silindirdeki hava yakıt karışımının tutuştu hayal; imge. 2) diğerine çok fazla benzeyen bir kişi
rulmasıni sağlayan devre; ateşleme sistemi veya dev ya da şey; kopya; suret; benzerlik; tasvir. 4) tipik ör
resi; akü, anahtar, endüksiyon bobini, distribütör, nek; sembol; simge. 5) yansıtmak; aksetmek. 6) zi
bujiler ve bu parçaların tümünü birbirine bağlayan hinde resmetmek; tahayyül etmek. 7) simgesi ol
izoleli, bakır kablolardan oluşur; ayrıca manyetolu mak 8) grafik olarak tanımlamak.
ateşleme sistemleri de vardır. image force: Şarj yüklü küçük bir cisim ile komşu bir
ignition temperature: Yanmanın başlaması ve yanıcı iletkendeki onun elektrik görüntüsü arasındaki çe
karışıma yayılmasına neden olabilecek en düşük sı kim ya da cazibe.
caklık; tutuşma sıcaklığı. image orthicon: ikonoskopun değişimini geliştiren te
ignition test: Bir elektrik fırını kullanarak kömürün tu levizyon kamera tüpü.
tuşma sıcaklığının saptanmasında kullanılan bir de image, real: Işık ışınlarının gerçek olarak geçtiği ve
ney; tutuşma deneyi. bir perde ya da fotoğraf levhasına yansıtabildiği bir
ignition timing: Benz. Mot. buji tırnakları arasında kı ayna veya mercek tarafından oluşturulan bir görün
vılcım oluşturularak hava-yakıt karışımının tutuşturul- tü; gerçek görüntü.
ması zamanı; tutuşma zamanlaması veya taymingi; image, virtual: Fotoğrafı çekilemeyen veya bir perde
silindirdeki hava-yakıt karışımı daima üst ölü nokta üzerine yansıtılamayan görüntü; gerçek olmayan gö
dan önce tutuşturulur. rüntü.
ignitor: Bkz. igniter. imaginable: Göz önüne getirilebilir; tahayyül edilebi
ignitron: Tek bir grafit anot ve cıva katota sahip olan lir.
bir tür cıvalı ark rektifayeri; tutuşturma çubuğundan imaginary: 1) sadece muhayyelede var olan; düşsel;
havuza akım geçtiği zaman cıva buharı iyonize olur gerçek olmayan; gerçekten uzak. 2) Mate, negatif
ve anot ile katot arasında ark ya da kıvılcım başlar; bir büyüklüğün kareköküne ait veya onu belirten;
alternatif akımı, 0,00001 amperlik doğru akıma çevi imajiner; sanal.
rir; ignitron. imaginary number: Mate, imajiner sayı; sanal sayı.
I.H.P. (i.h.p.): Bkz. indicated horsepower imbalance: Denge yokluğu; dengesizlik.
illimitable: Limitsiz ve sınırsız; ölçülemeyen; uçsuz. imbark: Bkz. to embark.
illimium: 6 numaralı elementin ilk adı; şimdiki promet- imbibition: 1) renkli resimler basımında uygulanan
hium. mekanik bir yöntem. 2) bir katı ya da koloit tarafın
illume: Bkz. to illuminate. dan bir sıvının emilmesi.
illuminable: Aydınlatılabilir. imbricate: Kiremit veya balık pulu gibi birbiri üzerine
illuminant: İşık veren; aydınlatan; aydınlatan veya bindirmek veya binmek.
ışık veren şey. imfing: Kristalleşmeyi redüklemek amacıyla bir sıvıyı
illuminate: 1) ışık vermek; aydınlatmak. 2) ışıklarla küçük bir kristal ile tohumlama.
donatmak; tenvir etmek. imbricated: Bkz. imbricate.
illuminating gas: Havagazı, sugazı vb. i gibi aydınlat
imbue 283 imper f ec t lubrica t io n

imbue: 1) nem ya da rutubet ile doldurmak; doyur


çarpışma floresanı.
mak; ıslatmak. 2) renkle doldurmak; boyamak; renk
impact test: Bir ya da bir kaç darbe ile yapılan deney
vermek; hafifçe boyamak.
örneğin eğilme veya çeki deneyi; örnek ya da numu
imfing: Kristalleşmeyi endüklemek için bir sıvıyı kü
neyi kırmak için gerekli sonuç ft-lbs türünden kayıt
çük bir kristal ile tohumlamak.
edilir.
imidazole: Renksiz kristalli bir baz; imidazol,
impair: Daha kötü, az, daha zayıf vb. i yapmak; boz
C 3H 4N 2.
mak; zayıflatmak; hasar vermek; azaltmak.
imide: İki asit kökü ile birleşmiş, iki değerli NH kökü
impairment: Bozulma; hasar; zarar.
ne sahip olan bir organik bileşik; imid şeklinde de
imparity: Eşitsizlik; eşitlik noksanlığı.
kullanılır.
impasto: 1) kalın bir katman oluşturacak şekilde bo
imine: Bkz. imide.
yama. 2) bu tür sürülen boya.
imino: imin ya da iminlere ait.
impeccability: Kusursuz veya hatasız; mükemmel.
immeasurability: Ölçülemez olma niteliği.
impedance: 1) bir devreye uygulanan gerilimin ortala
immeasurable: Ölçülemez; sınırsız; hudutsuz; vasi;
ma karekök değerinin, o devreden akan akıma ora
engin.
nı; alternatif akımda, doğru akımdaki gerçek dirence
immeasurably: Ölçülemez derecede veya uzunlukta.
karşın zahirî direnç; empedans. 2) birim alandaki
immensurable: Bkz. immeasurable.
kuvvetin, sesin iletildiği verilen bir yüzeyin deplasma
immerge: Suya daldırmak veya batırmak; bir sıvıda ol
nına oranı.
duğu gibi kaybolmak.
impedance factor: Bir cihaz ya da devrenin empe-
immerse: Tümü ile örtülecek biçimde bir sıvıya daldır
dansının direncine oranı; empedans faktörü = Z/R
mak, damlamak veya batmak.
(Z = empedans, R = direnç).
immersed: 1) bir sıvıya daldırma. 2) Sof. tümü ile su
impede: 1) engel olmak; önlemek; geciktirmek; tehir
altında büyüme.
etmek; gelişmeye engel olmak.
immersion: 1) bir sıvıya batırma veya batırılmış. 2)
impedometer: Çok yüksek frekans bantları için empe
Astr. bir gök cisminin diğerinin veya onun gölgesi
dans ölçen bir cihaz; empedometre.
nin arkasına gizlenmesi; tutulma. 3) dalma; daldır
impel: 1) ileriye doğru itmek, çalıştırmak veya hare
ma; batma; batırılma.
ket ettirmek; ileriye doğru sevketmek. 2) tazyik et
immersion heater: Soğuk bölgelerde çalıştırılan yük
mek, zorlamak veya sıkıştırmak; tahrik etmek; mec
sek devirli dizel motorlarının soğutma suyunu ısıta
bur etmek.
rak kolay ilk hareket sağlamak için yararlanılan ve
impellent: Tahrik eden herhangi bir şey; motive
soğutma suyuna batırılarak kullanılan ısıtıcı; daldır
eden; sevkeden, itici vb. i.
ma (dalgıç) ısıtıcı veya hiyter.
impeller: 1) merkezkaç (santrifüj) pompaların, çevre
immersion objective: Yüksek güçlü mikroskoplarda
lerinde öne veya geriye kıvrık, bazan çap yönünde
kullanılan, ön mercek ve slayt arasında yağ veya su
düz kanatlar bulunan döner hareketli kısmı; rotor ve
damlası damlatılan bir objektif; yağa batırılmış objek
ya impeler. 2) hidrolik kaplinlerde, makinenin hare
tif.
ketini kendisine bağlı olmayan başka bir parçaya ile
immiscibility: Bazı sıvıların karışamaz fakat katmanla
ten, yarım küre şeklinde bir parça; impeler; karşıtı
rına ayrılabilir olma özelliği, örneğin yağ ve su; karış
runner (raner). 3) iten, çalıştıran veya hareket veren
mazlık.
immiscible: Karıştırılamaz veya harman edilemez. kişi veya şey. 4) jet motorlarında kanatları fana ben
zeyen türbin. 5) buhar türbinlerinin rotoru.
immix: Tümü ile veya tamamen karıştırmak.
impeller casing: Nadir olarak dört, çoğunlukla iki par
immixture: 1) tümü ile karıştırma. 2) iyice karıştırılmış
çadan yapılan ve rotoru hava ya da buhar sızdırmaz
olma durumu veya gerçeği.
biçimde kapatan mahfaza; keys; türbin keysi; Bkz.
immobile: 1) hareket etmeyen; sıkıca tespit edilmiş;
turbine casing.
kımıldayamaz; sabit. 2) değişmeyen; hareketsiz.
impenetrable: F/z. iki cismin aynı anda, aynı yeri iş
immobility: Hareketsiz olma durumu veya niteliği.
gal etmesinin önlenmesi özelliğine sahip olan; geçiş-
immovability: Yerinden oynamaz, kımıldamaz veya
mesiz. 2) nüfuz edilemez veya delinemez; tesir edile
sabit olma durumu ya da niteliği.
mez; su ya da hava geçirmez. 3) çözümlenemez ve
immovable: 1) hareket edemez; sıkıca tespit edilmiş;
ya anlaşılamaz; idrak edilemez.
harekete muktedir olmayan. 2) hareket etmeyen; de
impenetrability: İki cismin aynı anda aynı yeri işgal
vinmeyen; hareketsiz; devinimsiz; kımıldamaz; sabit.
etmedeki yeteneksizliği.
3) değişemez. 4) ağaçlar, binalar, arazi vb. i gibi ha
imperceptible: Nilelik ve nicelikte gözlemci tarafın
reket edemez mal; gayri menkûl.
dan meydana çıkarılamayan veya sezilemeyen deği
imp.: Bkz. 1) imperfect. 2) imperial.
şimi belirtir; örneğin 1 ampere kadar ölçübilen bir
impact: 1) çarpışmada birinin veya her ikisinin hızının
ampermetrede 1 miliamperlik değişim; seziiemeyen
değişeceği, iki cismin ortak veya karşılıklı etkisi;
değişimdir, gibi.
çarpma; şiddetli temas; çarpışma. 2) bir çekicin
imperfect: Mükemmel ya da ideal olmayan bir cisim,
çarpma gücü; çarpma kuvveti.
çizim, olay, işlem veya niteliği belirtir; mükemmel ol
impact effect: Çarpma etkisi veya tesiri.
mayan; eksik; natamam.
impact, elastic: Çarpma sırasında deforme olan ve
imperfect combustion: Yanma ürünlerinin karbon
derhal orjinal ölçü veya şekline dönen iki cismin çar
monoksit (CO) kapsadığı yanma; tam olmayan yan
pışması; esnek çarpma; elâstik çarpma.
ma; eksik yanma.
impact fluorescence: Uyarılmış ya da ikaz edilmiş
imperfection: Noksan; kusur.
bir atom diğeri ile çarpıştığı zaman üretilen floresan;
imperfect lubrication: Bkz. thin-film lubrication.
imper f ec t machin e 284 in .

imperfect machine: Enerjinin sürtünme veya diğer hakikat veya kurala uymayan; yanlış; doğru olma
kayıplarla boşuna tüketildiği makine; mükemmel ol yan.
mayan makine; kayıplı makine; pratikte kullanılan improper fraction: Payı paydasından büyük olan ba
makinelerin tümü mükemmel olmayan makinelerdir. yağı kesir: 5/3 gibi.
imperforate: 1) delik ya da açıklıklari olmayan; delik improvabilriy: Gelişebilir veya düzeltilebilir olma niteli
siz. 2) kenarlari düz olan veya delikli olmayan. ği.
imperforated: Bkz. imperforate. improvable: Gelişebilir.
impertforation: Deliksiz olma durumu. improve: 1) daha iyi nitelik veya duruma yükseltmek;
imperial: 1) büyük ölçü veya en iyi niteliğe ait. 2) İngi daha iyi yapmak; ıslah etmek; geliştirmek. 2) ıslah
liz yasalariyla saptanmış ağırlıklar ve ölçülerin stan- ederek değerini çoğaltmak. 3) kalite ve durumda da
dartlarina göre; İngiliz ölçü standartlarina uygun. 3) ha iyi olmak. 4) kârlı veya yararlı olarak kullanmak.
büyük ölçü veya üstün nitelikte eşya. 4) ölçüleri improvement: 1) özellikle: a) ıslah, b) değerini arttır
584-878 mm (ABD'de), 579-762veya 559-813 mm (İn ma, c) tekâmül; gelişme; ilerleme; terakki.
giltere'de) olan yazı kağıdı ölçüsü. impulse: 1a) ant bir kuvvet ile ileriye gitmek veya sev-
imperial gaitan: ingiliz galonu; emperyal galon, ketmek. b) itme kuvveti; itici kuvvet; tahrik ya da
3
277,42 inç veya 4,52 litre; Amerikan galonunun yak sevk; anî tahrik kuvveti; itme; srast. c) böyle bir kuv
laşık 1,195 misli. vetin neden olduğu hareket ya da etki; impuls. 2a)
impermeability: Su ve hava geçirmez olma durumu Meka. bir kuvvet tarafından etkilenen momentumda-
veya niteliği; sızdırmazlık. ki değişim; kuvvetin ortalama değeri ile onun etki sü
impermeable: Su ve hava geçirmeyen; özellikle sıvıla resi çarpılarak bulunur.
ra geçi! vermeyen; geçirgen olmayan; sızdırmayan. impulse blades: Aksiyon türbinlerinin rotorları çevre
impermeably: Hava ve su geçirmez şeklide. sine geçirilen, giriş ve çıkış açıları birbirine eşit, di
impervious: Nüfuz edilemez; su ya da hava geçir key eksenlerine göre simetrik ve paslanmaz çelikler
mez. 2) etki edilemez. den yapılan kanatlar; aksiyon (türbin) kanatları.
impervious layer: Suyun geçemeyeceği bir katman. impulse force: Bir akışkanın teğetsel hızının yönü
impetus: 1) kütlesi ve hızı nedeniyle hareketli bir cis nün değişmesi veya şiddetinin azalmasından gelen
min uyguladığı kuvvet; momentum. 2) aktiviteyi tah kuvvet; aksiyon türbinlerinin çalışmasını sağlayan
rik eden herhangi bir şey; impuls; etki; çalıştırma ve kuvvet; aksiyon kuvveti; impuls kuvveti.
ya işletme kuvveti ya da hareket veren veya tahrik impulse generator: Kondensatörleri paralel şarj veya
eden; harekete geçirici; tahrik edici. seri olarak deşarj ederek gayet kısa, yüksek gerilimli
imp.gal.: Bkz. imperial gallon. impulslar oluşturan cihaz; impuls jeneratörü.
impinge: Çarpmak; vurmak. impulse-reaction staging: Giriş tarafında aksiyon ve
impingement: Çarpma; vurma. onu izleyen reaksiyon kademelerinden oluşan (bu
impingement cooling: Gaz. Türb. içi boş hareketli ka har türbini); aksiyon-reaksiyon türbini; Körtis-Rato
natların içine açılmış küçük dairesel delikler yardı türbini.
mıyla verilen hava ile kanatların soğutulması; darbeli impulse- reaction turbine: Buhar giriş tarafında bir
soğutma. ya da birkaç aksiyon kademesi ile reaksiyon kade
impingement filter: Diz. Mot, çelik yünü veya benzer melerinden oluşan buhar türbini; aksiyon-reaksiyon
bir maddeden yapılarak prizma şeklindeki bir kutu türbini; kombine türbin.
oluşturan ve buharlaşmayan toz tutucu bir yağ ile impulse scavenging: Bkz. simple port scavenging.
kaplı bir hava filtresi; darbeli filtre veya süzgeç. impulse stage: Buh. Türb. aksiyon kademesi veya ba
implement: 1) belirli bir iş için kullanılan veya gerekli samağı; De Leval türbinlerinde tek ve Rato türbinle
şey; alet, araç, cihaz vb. î. rinde çok sayıdaki kademelerden herhangi biri; im
impletion: Doldurma; doldurulma. puls kademesi.
implode: İçeriye doğru çökmek. impulse turbines: De Laval, Körtis, Rato vb. i gibi et
implosion: Dış basıncı iç basıncından daha büyük ol ki ya da aksiyon kuvvet ile çalışan türbinler; impuls
duğu zaman bir cam kap veya bir konteynerin şid türbinleri; aksiyon türbinleri.
detle içeriye doğru paramparça olması; patlamanın impulsion: 1) itici, tahrik edici kuvvet. 2) bu kuvvet
karşıtı. ten gelen hareket veya hareket eğilimi. 3) impuls; et
importance: Önemli olma durumu veya niteliği; ki.
önem; ehemmiyet. impulsive: 1) ileriye doğru itme. 2) impuls ile oluştu
important: 1) güç, yetki, etki, yüksek duruma sahip rulan veya impulstan kaynaklanan. 3) Meka. impuls
olma. 2) büyük önem, ehemmiyet veya değere sa (etki) sonucu oluşan.
hip olan; önemli; ehemmiyetli; mühim. impure: Saf ya da arı olmayan, içinde yabancı mad
impractical: Pratik olmayan. deler bulunan; özellikle: a) temiz olmayan; kirli, b)
impregnate: Doyurmak; işba haline getirmek. yabancı maddelerle karışmış, c) karışık; birden fazla
impregnation: işba haline getirme; doyurma. renk, ton, stil vb. ine sahip olan.
impress: 1) üzerinde işaret bırakmak için basınç kul impure oil: Mot. içinde metal parçacıkları, su, kurum,
lanmak. 2) basınç kullanılarak işaret yapmak; baskı yanma asitleri, grafit vb. i bulunan yağlama yağı; kir
yapmak; damgalamak. 3) basınçla yapılmış herhan li yağ.
gi bir işaret, damga, mühür vb. i. impurity: 1) pis, karışık, temiz olma durumu veya ni
impression: Matb. a) kâğıt vb. i üzerine harf ya da kli teliği; pislik; kirlilik. 2) pis bir şey ya da eleman.
şelerin bastırılması; baskı, b) basılı kopya. in: Bkz. indium.
improper: 1) uygun olmayan; uygunsuz. 2) gerçek, in.: Bkz. inch; inches.
inaccurate 285 incommensurable
açısı.
inaccurate: Doğru olmayan; tam olmayan; kesin oi- incinerate: Yakarak kül etmek; yakıp bitirmek; yakıp
mayan. bitmek.
ination: Hareket yokluğu; hareketsizlik; atalet. incinerator: Yakıp kuleden kişi veya şey; özellikle: a)
inactivate: 1) etkisiz yapmak. 2) Biokimy. bir seru yakarak kuleden veya kül haline getiren bir fırin ve
mun etkisini ısı ile tahrip etmek. ya benzer bîr cihaz.
inactive: 1) etkisiz veya hareketsiz; atıl; inert. 2) boş incise: Keskin bir alet ile kesmek. 2) keserek (şekiller
ta; işe meyilsiz. 3) polarlanmış ışık düzlemini etkile vb. i) yapmak; oymak; hâketmek.
meyen: Optik olarak aktif bazı kritalli maddelerin izo incised: Kesme; oyma veya hakketme.
merleri için söylenir. incision: 1) kesme. 2) yarma; deşme. 3) Tıp. bir or
inactive gas: Helyum, neon, argon gibi, diğer madde gan ya da dokuyu kesme.
lerle tepkimeye girmeyen gaz; asal gaz; nadir gaz; incisive: 1) kesilmiş. 2) keskin; sivri; nüfuz edici; de
aktif olmayan gaz; inert gaz; ölü gaz. lip geçen. 3) kesici bir dişe ait.
inactive substance: 1) reaktif olmayan madde. 2) op inclination: 1) meyil; eğim. 2) bir yatay veya düşey
tik olarak nötr bir madde. durum vb. inden meyil uzunluğu veya derecesi. 3)
inadequacy: Yetersiz olma niteliği veya durumu. aralarındaki açı ile, iki hat, iki düzlem veya yüzeyin
inadequate: Kifayetsiz; yetersiz. yönündeki fark ya da diferans. 4) yokuş; bayır.
inalterable: Değişmeyen; değiştirilemez. inclination of the earth's axis; Göksel ekvator ile
inapplicable: Uygulanamaz; tatbik olunamaz; uygun dünyanın yörünge düzlemi arasında oluşan açı; yak
olmayan. laşık olarak 23°26'40" ve her yıl 0,47" küçülür.
inartificial: 1) yapay veya sunî olmayan; doğal; tabiî. incSinatory: Meyil veya eğime ait ya da onunla belirti
2) yeteneksiz. 3) etkisiz; basit. len.
inaudible: Duyulamayan; işitilemeyen. incline: 1) yatay veya düşey durum, rota vb. inden
inboard: 1) bir gemi veya bot teknesinin içinde veya yapmak; meyletmek; eğilmek; inhiraf etmek; sap
bordalarında. 2) Meka. içeriye doğru. 3) içten takma mak. 2) meyil, eğim, bükülme vb. ine neden olmak;
(deniz motoru). yatmak. 3) eğik düzlem veya yüzey.
inbound: Bilgisay. gelen. inclined: 1) meyilli olan; eğik; özellikle: a) meyilli;
in bulk: Dökme olarak; dökme: Gemilerde taşınan kö eğimii. 2) diğer hat, düzlem veya gövde ile açı oluş
mür, ayçekirdeği, metal cevheri, sıvı yükler vb, i için turan.
söylenir. inclined belt: Toz kömürün taşınmasında kullanılan,
incalculability: 1) hesaplanamaz olma durumu ya da yatayla 22°'lik bir açı yapan kayış; meyili veya eğik
niteliği. 2) Çoğ. hesaplanamayan şey. kayış.
incalculable: 1) hesap edilemez; sayılmak için çok inclined experiment: Den. bir gemiyi bir kaç derece
büyük ya da çok fazla. 2) sayılabilmesi çok şüpheli. sancak veya iskeleye yatırarak yapılan deney; meyil
incandesce: Akkor yapmak; akkor olmak. tecrübesi veya deneyi.
incandescence: Yüksek sıcaklığı nedeniyle bir mad inclined plane: 1) yatay düzlemle açı oluşturan her
de tarafından neşredilen ya da çıkarılan görünür hangi bir düzlem; eğik düzlem. 2) büyük ağırlıktan
ışık; akkor olma. kaldırmak için kullanılan ve eğik bir düzlemden olu
incandescent: 1) yoğun ısı ile akkor haline gelmek; şan basit bir makine.
kızıl veya özellikle akkor olmak. 2) çok parlak; parıl inclining moment: Den. bir geminin belirli açılarda
dayan; parıltılı veya ışık saçan. yatmasını veya meyletmesini sağlayan moment; me
incandescent lamp: Elektrik ampulü. yil momenti; yatırma momenti; meylettirme momen
incendiary: 1) kasıtlı olarak bir mülkün yangın ile tah ti.
rip edilmesi. 2) belirli maddeler, bombalar vb. i ile inclinometer: Dünyanın manyetik kuvvetinin yönünü
yangına neden olma veya yangın tasarlama 3) yan göstermek üzere kullanılan ve düşey düzlemde ser
gınla kasıtlı olarak mülk tahrip eden kişi. 4) yangın best olarak salınım yapan manyetik bir iğne. 2) bir
çıkaran bomba, madde vb. i. yüzeyin meyil açısını ölçen bir cihaz; yalpametre. 3)
incendive spark: Yanıcı bir gazı tutuşturmak için ye Hava. uçakların, dönüş ve yatış miktarını gösteren
terli ısıya sahip kıvılcım; tutuşturmaya yeterli kıvıl bir cihaz.
cım, ark veya spark. includable: Kapsayabilir; içine alabilir.
inch: 1) inç; 2,54 cm, 25,4 mm, 1/12 kadem veya fite include: 1) kapsamak. 2) bir bütünün bir parçasına
eşit olan bir uzunluk birimi; pus; parmak; Simg. ("). sahip olmak; kapsamak; ihtiva etmek. 3) hesaba kat
2) Meteo. toprağı bir inç kalınlıkta bir tabaka ile ör ten mak; dikkate almak.
(yağmur, kar vb. i) yağış. 3) basınç göstergesin de included angle: Dış ters açı.
bir pus yüksekliğindeki bir cıva sütununun ağırlı ğı incoercible: Fiz, basınçla sıvı haline redükleneme-
ile dengelenen basınca eşit ve barometre ya da yen: Bir gaz için söylenir.
manometre tarafından ölçülen basınç birimi (inç Hg incombustibility: Yanmaz, ateş almaz olma durumu
yüksekliği). 4) çok küçük bir miktar, derece veya veya niteliği.
mesafe. 5) çok yavaş hareket etmek. incombustible: Yanmayan; yanmaz; yanmaz veya
incidence: 1) Geom. içersinde doğru ve bir nokta ateş almaz (bir madde).
kapsayan iki şekil arasındaki kısmî rastlantı. 2) Fiz. incommensurable: 1) aynı standart veya ölçüm ile öl-
a) bir hat, ışık ışını, mermi vb. inin bir yüzeye, hare çülemeyen veya kıyaslanamayan; genel standart ve
ketli bir hatta düşmesi, b) bu düşmenin yönü. ya mukayeselere uymayan. 2) kıyaslamaya değ
incidence, angle of: Bir yüzeye düşen bir ışık ışını ve mez. 3) genel böleni olmayan: iki veya daha fazla
(o noktada düzleme) teğet arasındaki açı; düşme
incommensurate 286 I ndia r ubb e r (india r ubb er
)
yüme; artma; artım. 2) büyüme miktarı. 3) Mate, de
sayı veya nicelik için söylenir; ölçülmez şey, büyük ğişken bir büyüklükteki türlü küçük değişkenlerden
lük vb. i. herhangi biri.
incommensurate: Ölçülemez; özellikle: a) ölçü veya increscent: Artma; büyüme; yükselme: Ay için söyle
ebadı eşit olmayan, b) orantısız; yetersiz; kâfi olma nir.
yan, c) aynı standart veya ölçüm ile öiçülemeyen ve incrustation: 1) kabuk bağlama. 2) kabuk; sert dış
ya kıyaslanamayan. katman veya kaplama.
incommunicable: Nakledilemez. indamin: Bkz. indamine.
incommutable: Değiştirilemez; mübadele edilemez. indamine: NH grubu kapsayan organik boyalar gru
incomparable: Kıyaslanamaz; mukayese edilemez. bunun herhangi biri; özellikle fenilen mavisi; inda
incompatible: Karıştırılma veya birlikte kullanılmaya min, NH:C 6 H4 :N.C 6 H4 .NH 2 .
uygun olmayan: Bazı madde, yakıt, yağ vb. i için indecomposable: Ayrışamaz; çürümez; bileşimi ya
kullanılır. da terkibi bozulmaz.
incompatibility: Birlikte kullanılmaya elverişli olma indefectible: 1) çürümez; bozulmaz; kusursuz. 2)
yan veya tehlikeli olan. ha tasız; mükemmel.
incomplete: 1) parça ya da parçalan olmayan; tam indefinite: Belirli olmayan; özellikle: a) belirli sınırları
olmayan; eksik; natamam. 2) bitirilmemiş. 3) ideal olmayan, b) anlamı açık veya net olmayan; müp
olmayan. 4) tersinir kimyasal bir tepkimeye ait veya hem, c) belirli veya pozitif olmayan.
onu belirten. indeformable: Deforme olmaz; şekil değiştirmez.
incomplete combustion: Diz. Mot., Buh. Kaza. yakı indelible: Silinemez, bozulamaz, yıkanamaz vb.; sa
tın yetersiz hava ve dolayısıyla yetersiz oksijen ile ya bit.
kıldığı yanma; yanma ürünlerinde karbon monoksit, indelible pencil: Sabit kalem.
aldehitler, kısmen yanmış yakıt ve kurum bulunur ve indelicate: Uygun olmayan; iri; kaba.
sıkıştırma sonu basıncı düşer; tam olmayan yanma. indemnity: 1) kayıp, hasar vb. ine karşı korumak, mü
incomplete expansion: Pist. Buh. Mak. eksik genişle dafaa etmek ya da savunmak; sigorta etmek. 2) ka
me; genişleme sonucu basıncının karşı basınçtan yıp ya da hasarı ödemek; kayıp vb. ini karşılamak;
büyük olduğu bir genişleme türü. zararını ödemek.
incomplete-expansion card: Pist. Buh. Mak. genişle indemnity: 1) kayıp, hasar vb. ine karşı koruma veya
me sonu basıncının karşı basınçtan büyük olduğu sigorta. 2) kayıp, hasar vb. i için ödeme veya tazmi
kuramsal diyagram; eksik genişlemen p-V diyagra nat.
mı. indene: Renksiz, yağımsı, kömür katranından elde
incomplete-expansion engine: Genişleme sonu ba edilen bir karbonlu hidrojen; inden, C9 H8 .
sıncının karşı basınçtan büyük olduğu pistonlu bu indestructible: Tahrip edilemez; harap edilemez; bo
har makinesi; eksik genişlemen (buhar) makinesi. zulamaz.
incompletely: Tam olmayan; eksik; eksik olarak. index: 1) işaret parmağı. 2) bir geyicin ibresi gibi, bir
incompressibility: Sıkıştıramaz olma durumu veya ni gösterge. 3) belirten bir şey; gösteren; işaret eden.
teliği; sıkıştırılmazlık. 4) kitapların sonundaki alfabetik yazı; indeks; dizin.
incompressible: Sıkıştırılmaz; sıkışmaz. 5) katolog. 6) bir miktar veya ölçünün diğerine oranı
2
incomputable: Hesaplanamaz. ya da ilişkisi. 7) Mate, üs; bir sayının üssü: 10 gibi.
incondensability: Yoğuşmaz olma niteliği; yoğuşa- 8a) dizinini yapmak, b) bir indekste içine almak. 9)
mama; yoğuşmazlık. göstermek veya işaretini vermek.
incondensable: Yoğuşamaz; yoğuşturulamaz; teka index error: Gösterge ya da ölçü cihazı hatası.
süf edemez; gaz veya buhar durumundan sıvı duru index number: Fiyatlar, ücretler, istihdam, üretim vb.
muna geçirilemez. indeki değişimi ölçmek için kullanılan bir sayı; in
inconsumable: Harcanamaz; sarfedilemez; tüketile- deks sayısı; indeks rakamı.
mez. index of refraction: Işığın vakumdaki hızının, verilen
inconel: %0,04 karbon, %0,35 manganez, %0,20 silis bir maddedeki hızına oranı; kırılma indeksi.
yum, %15 krom, %78 nikel ve %7 demirden oluşan index register: Bilg. Say. adresleri kompüterin kon
bir alaşım; inkonel. trol kısmının gerektirdiği şekilde, otomatik olarak de
incontroliable: Denetlenemez; kontrol edilemez; kon ğiştirmede kullanılabilen bir sayıyı içinde bulundu
trolsuz. ran kayıt yeri; indeks kayıt yeri.
inconvertible: Değiştirilemez; dönüştürülemez veya index word: Bilg. Say. indeksleme sırasında, esas
tahvil edilemez. ola rak bir adresin büyütülme ve küçültülmesinde
incorporate: 1) bir gövde veya birim (ünite) şeklinde kulla nılan sayısal basamakları kapsayan sözcük
birleşen veya oluşan. 2) birlikte bir bütün haline ge veya keli me; indeks kelimesi.
tirmek; tam olarak birleştirmek veya karıştırmak. India ink: 1) kandil isinin siyah boya maddesinin jela-
incorrect: Doğru olmayan; özellikle: a) uygun olma tinimsi bir madde ile karıştırılmasından elde edilen
yan, b) yanlış; gerçek olmayan; hatalı. madde; yazma, boyama vb. i için kullanılır. 2) bun
incrassate: Koyu veya daha koyu yapmak veya ol dan yapılan sıvı mürekkep; çini mürekkebi.
mak; özellikle: Buharlaştırma ile koyulaştırmak: Sıvı Indian red: 1) sarımsı kırmızı bir demir cevheri; Pers
lar için söylenir; koyulaştırılmış; kalınlaştırılmış. körfezindeki bir adadan çıkarılır ve geçmişte boya
increase: 1) ölçü, miktar, derece vb. inde artmak; bü maddesi olarak kullanılırdı. 2) Esk. Amerikan ressam
yümek. 2) nesil üreterek sayıca daha büyük olmak; ları tarafından kullanılan doğal demir oksit; Hint kır
çoğalmak; çoğaltmak. 3) ölçü, miktar, derece vb. in mızısı.
de daha büyük olmaya neden olmak; büyütmek. India rubber (india rubber): Doğal lâstik; özellikle lâ-
increment: 1) daha büyük veya daha geniş olma; bü
indican 287 indi spe ns a bl e

teks'ten Bkz. latex elde edilen kauçuk; ham kauçuk. indicator cord: Diz. Mot. endikatör cihazının, makine
indican: 1) doğal durumda çivit bitkisinde bulunan üzerindeki mekanizmaya bağlanmasını sağlamak
bir glükosit, C 14 H 17 NO 6 ; su ve oksijen ile çivite dö üzere ucunda bir kanca bulunan ve cihazın kart takı
nüştürülür. 2) hayvan idrarında bulunan ve çivit oluş lan silindirini döndüren ip; endikatör (cihazı) ipi.
turan madde, C8 H6 NOS0 2 OH. indicator diagrams: Mot., Pist. Buh. Mak., Kornp.
indicant: Gösteren; belirten; gösteren veya belirten en dikatör cihazı ile silindirlerden alınan ve strok
bir şey. sırasın daki basınç hacim değişimlerini belirten
indicate: 1) göstermek; belirtmek. 2) işaret etmek; diyagram lar: a) kapalı, b) 90 derece kaydırılmış, c)
ima etmek. zayıf yay.
indicated: Gösteren; belirten; işaret d) açık, e) kompresyon diyagramları; endikatör ve
eden. ya endikeyter diyagramları.
indicated combustion diagram: Bîr tür basınç endi- indicator diagnosis: Mot. silindirler içindeki olayların
katörü tarafından alınan ve silindir içindeki tutuşma endikatör cihazı ile alınan p-V diyagramı yardımı ile
gecikmesi, hızlı basınç yükselmesi veya kontrolsuz teşhisi; endikatör tanı veya teşhisi.
yanma, yavaş yanma ve kontrollü yanma gibi gaz indicator drum: Endikatör cihazının, diyagram kartı
basınç değişimlerini gösteren bir eğri; endike yan takılan ve mekanizmaya bağlı ip ile döndürüldüğü si
ma diyagramı. lindiri; endikatör (cihazı) silindiri veya dramı.
indicated efficiency: Bkz. indicated thermal effici indicator oil: Bir süre kullanılmayacak endikatör ci
ency. hazlarında koruma amacıyla kullanılan yağ; endika
indicated energy: Mot. yanma sırasında oluşan ve tör yağı; cihaz kullanılacağı zaman bu yağ, benzen
endike işi meydana getiren gazların enerjisi; endike de ıslatılmış bir bezle silinmelidir.
enerji veya erke. indicator operating gear: Endikatör veya endikeyter
indicated horsepower: Bkz. Horsepower, indicated. cihazının çalıştırma mekinazması.
indicated mean effective pressure: Ortalam indicator springs: Endikatör cihazının kutusunda bu
effektif basınç; genişleme stroku boyunca sabit lunan farklı tansiyonlarda, farklı diyagramlar alınma
kalan ve di yagramdan alınan işe veya güce sında kullanılan silindir şeklindeki helisel yaylar; en
eşdeğer olan orta lama basınç; endike ortalama dikatör (cihazı) yayları.
basınç, indicator stylus: Mot., Buh. Mak. endikatör cihazında
indicated net work: Mot. bir endikatör diyagramının diyagram çizen madenî kalem; endikatör cihazı kale
pozitif alanının işi; endike net iş; kgm veya Nm ile mi.
belirtilir. indicator valve: Bkz. indicator cock.
indicated power: Mot., Pist. Buh. Mak. silindirler için indifferent: 1) nötr. 2) bilhassa iyi veya kötü, büyük
de elde edilen veya oluşturulan güç; endike güç; en- veya küçük vb. i olmayan; ortalama; vasat. 3) özel
dikatif güç; hp ve daha çok kW türünden belirtilir. likle iyi olmayan; oldukça zayıf veya kötü. 4) aktif ol
indicated specific fuel consumption: Mot. bir bey- mayan. 5) kimyasal mıknatıstaki gibi nötr özellik.
girgücü veya kilovat başına saatte tüketilen gram ya indigo: 1) belirli bazı bitkilerden elde edilen veya ço
da kg türünden yakıt harcamı; özgül endike yakıt ğu zaman anilinden yapılan lâcivert (mavi) boya; in
harcamı. digo, C 1 6 H 1 0 N 2 O 2 ; çivit 2) Bota. bezelye ailesinden
indicated thermal efficiency: Endike ısıl veya termik çivit veren bitki gruplarından herhangi biri. 3) koyu
verim; makine silindirlerinde bir çevrimde işe dönü menekşe mavisi. 4) bu renge ait,
şen ısının, bir çevrimde silindire püskürtülen yakıtın indigo-blue: Bkz. indigo mavisine ait; Bkz. indigo
oluşturduğu ısıya oranı; endike verim; endike gücün blue.
ısıl güce oranı şeklinde de belirtilir. indigo blue: 1) çivilin renk maddesi; indigotin. 2) çi
indicated work: Makine silindirlerinden bir endikatör vit (indigo) rengi.
cihazı ile alınan diyagramın alanına eşdeğer iş; endi indigo-carmine test: Besi suyundaki çözünmüş oksi
ke güce eşdeğer iş; endike iş. jen için yapılan bir deney; çivit kırmızı deneyi; bu mi
indication: 1) belirti. 2) gösteren, belirten veya işaret yar besi suyundaki oksijen miktarına göre portakal
eden şey. 3) bir endikatör cihazı ile kaydedilen mik rengi ile pembeden maviye kadar değişen renkler
tar ya da derece. gösterir; ayıraç, glükozla zayıflatılmış 8 mililitre çivit,
indicator: 1) gösteren kişi veya şey; özellikle: a) öl kırmızı solüsyonu içine 2 ml potasyum hidroksit katı
çen ya da kayıt eden ve gösteren geyiç, dial, recis- larak taze biçimde hazırlanır, iyice çalkalanır, karan
ter, pointer vb. i gibi herhangi bir cihaz, b) çalışmak lıkta ve 15°-30°C'de yaklaşık 30 dakika muhafaza
ta olan bir makinede akışkanın basınç ve hacim ve edilir ve 12-15 saat içinde kullanılır.
ya basınç zaman değişiminin diyagramını çizen alet; indigoid: Çivite benzer renk veren boyalar sınıfına
endikatör cihazı; Gem. Mak. endikeyter cihazı. 2) ait; bu sınıfın bir boyası.
kimyasal bir tepkimenin baş ya da sonunda renk de indigotin: Çivitin renk maddesi ve esas bileşenlerin
ğişimi ile çözeltinin asit ya da aikalin olup olmadığı den, bakır gibi parlak, koyu mavi bir toz; indigotin,
nı belirlemek için kullanılan türlü maddelerden her C H N O ; indigo mavisi.
hangi biri. 16 10 2 2
indicator card: Endikatör cihazı ile silindirlerden alın indirect: Doğrudan olmayan; dolaylı; özellikle doğru
mış olan endikatör diyagramı; endikatör kartı; p-V olmayan; dolaşık; dolaylı.
kartı. indirect lighting: Dolaylı aydınlatma; gölgesi olma
indicator cock: Diz. Mot. endikatör cihazının bağlan yan aydınlatma veya ışıklandırma.
dığı valf ya da musluk; zaman zaman kontrol valfı ve indiscrete: Ayrılmamış; kısımlarına bölünmemiş; par
ya musluğu olarak da kullanılır; endikatör valfı; endi çaları birarada; kısımları derli toplu.
katör musluğu; kontrol musluğu. indispensable: Mutlak gerekli veya zorunlu; vazgeçil-
indissolubi lit y 288 inductivit y
lim ya da voltaj endüklemesi olayı: Henri Bkz.
mez; vazgeçilmez kişi veya şey. Henry ile ölçülür. 2) bir elektrik devresinin bu yolla
indissolubility: Çözünmez, erimez olma durumu ve üretilen akıma tepkisi için kapasite. 3) endüktansı
ya niteliği. olan bir devre, kondensatör (meksefe) vb. i. 4) bir
indissoluble: Çözünemez, parçalara ayrılıp dağıta devredeki toplam endüktansın, onu üreten akıma
maz veya yok edilemez; sabit; dayanıklı; devam oranı.
eden. inductile: Dövülmeyen; özellikle: a) uzatılamaz, çeki
indium: Yumuşak, dövülebilir ve gümüş beyazı ren lemez veya kırılmaksızın dövülüp inceltilemez. b) ko
ginde, çinko cevherleri ile birlikte görülen nadir, me layca kalıba dökülemez; eğilip bükülemez.
talik kimyasal element; indiyum; Simg. İn; at.ağ. inductility: Uzatılmaz, çekilemez veya dövülüp incelti-
114,76; at.no. 49. lemez olma durumu veya niteliği.
individual: 1) Orj. Ota. bölünmez; ayrılmaz. 2) tek; induction: 1) bir mıknatısın yakınına getirilme veya
yalnız; ayn; belirli. 3) tek kişi veya şeye ait. 4) birey ona dokunma iie demir ya da çeliğin mıknatıslanma
veya fert. sı. 2) bir iletkende, onu manyetik alanın kuvvet çizgi
individually-driven pump: Mot. büyük güçlü makine leri arasında hareket ettirerek elektrik akımı üretme;
endüksiyon; indakşın.
lerde kullanılan, fakat makineden hareket almayan
ve bir elektrik motoru tarafından çalıştırılan pompa; induction coil: Birinde akım kesildiği zaman diğerin
bağımsız hareketli pompa. de gerilim (voltaj) üretilen, iki bobinli bir düzenek;
endüksiyon bobini; Bkz. ignition coil; biri 240 sarırn-
indivisible: 1) bölünemez. 2) Mate, bir artık bırakmak lı ve primer (birincil) sargı ve diğeri 21 bin sanmdan
sızın bölünemeyen. 3) bölünemeyen herhangi bir oluşan ve sekonder (ikincil) adı verilen iki sargıdan
şey. oluşur; sekonder ya da ikincil sargıda 10 bin-20 bin
indole: Çivit veya indigodan elde edilen ve proteinle voltluk bir endüksiyon akımı endüklenir.
rin bağırsaklarda çürümesinden oluşan beyaz, kris induction compass: Gösterdiği değerler, dünyanın
talli bir bileşik; benzopirol; indol, C 8 H 7 N; parfüm en manyetik alanından etkilenen ve çevresinde dönen
düstrisi vb. inde kullanılır. bir bobin tarafından üretilen akıma bağlı olan bir pu
indophenol: Kinoniminlerden türeyen sentetik mavi sula; uçaklarda rota göstericisi olarak kullanılır.
boyalar serisinin herhangi biri; indofenol. induction current: Endükleme akımı; endüksiyon akı
indoxyl: indikan'ın hidrolizi ve türlü yöntemlerde sen mı veya cereyanı.
tezinden üretilen bir bileşik; indoksil, C8 H7 NO; çivi- induction, electromagnetic: Bkz. electromagnetic
tin sentezi için önemlidir. induction.
indraft (indraught): 1) içeriye çekme; içeri doğru çek induction furnace: Ocak ya da fırında bulunan dolgu
me veya cezbetme. 2) içeriye doğru bir akış, akım nun bir akımla endüklenerek çeliğin eritilmesi için
ya da cereyan. kullanılan bir ocak; endüksiyon ocağı; endüksiyon fı
induce: 1) oluşturmak; meydana getirmek; neden ol rını.
mak; hasıl etmek; etkilemek. 2) Fiz. bir gövdede induction generator: Elektr. bir endüksiyon motoru
onu, bir kuvvet alanı etkisi veya değişimine maruz bı tarafından çalıştırılan alternatif akım jeneratörü veya
rakarak (bir elektriksel veya manyetik etki) oluştur üreteci; endüksiyon jeneratörü.
mak. induction heating: Bir ocaktaki metalik dolguyu en
induced: Endüklemek; elektrik ya da manyetik etki dükleme ile ısıtma; endüksiyon ocağı veya fırını.
oluşturma; endükleme ile neden olunan bir e.m.k. induction machine: Endüksiyon motoru, endüksiyon
veya akımı belirtir; endüklenmiş. jeneratörü, belirti bir tür frekans değiştirici ve faz de
induced current: Bir iletkenin, bir manyetik alanın ğiştiriciler gibi asenkron alternatif akım makinelerin
kuvvet çizgilerini kesmesi sonucu iletkende oluşan den herhangi biri; endüksiyon makinesi.
akım; endükleme akımı; endüksiyon akımı. induction manifold: Mot. emme borusu; emme mani-
foldu.
induced draft: Gem. Kaza. apteyk veya baca kaidesi
ne yerleştirilen bir aspiratör ile, yanma sonucu olu induction motor: Elekt. asenkron motor; alan sargıla
şan gazların kazan ocağından emilerek çekilmesi ile rı alternatif akım tarafından beslenen ve endüvisi bir
bakır çembere her iki ucundan kaynak edilmiş bakır
oluşturulan baca çekmesi; aspiratörlü baca çekme
çubuklardan oluşan bir motor; endüksiyon motoru.
si; Gem. Mak. indiyust draft.
induction stroke: Emme veya giriş stroku; Bkz. inta
induced-draft fan: Bkz. induced draft; aspiratörlü ke stroke.
baca çekimindeki blover ya da fan. induction system: Benz. Mot. belirli hava-yakıt karışı
induced e.m.f.: Bkz. electromagnetic induction. mı hazırlayan ve bu karışımı silindirlerin her birine
induced radioactivity: Çekirdek tepkimeleri sonucu veren (yönelten) sistem; endüksiyon sistemi; emme
oluşan radyoaktivite; endüklenmiş radyoaktivite. sistemi.
induced voltage: Bir tel. sargı ya da devrede değiş inductive: 1) endüksiyonla üretilen. 2) endüktans ve
ken bir manyetik alan tarafından oluşturulan; endük- ya elektriksel ya da manyetik endüksiyona ait.
lenen gerilim. inductive load: Bir alternatif akım devresinde direnç
induce magnetism: Bir mıknatısa dokunduğu zaman ve sargılar, selonoitler ve bobinlerin endüktansında
veya yaklaştırıldığında, bir demir parçasında geçici oluşan reaklif yük.
olarak mıknatıslanma. inductive reactance: Bir elektrik devresinde sarım sa
induct: 1) Fiz. endüklemek. 2) resmî olarak silahlı yısından oluşan, elektrik akımına direnç.
kuvvetlere (askere) almak. inductivity: 1) bir maddenin, elektriksel veya manye
inductance: 1) endüktans; bir elektrik devresinin, tik endüksiyon kapasitesini saptayan özelliği; endük
akım değişimi ile değişik manyetik alan oluşturması tans. 2) özgül endükleyici kapasite.
ve bunun o devrede veya ona yakın bir devrede geri
induc t ome t e r 289 inertia forces, primary

inductometer: Endüktansı henri veya milihenri türün inelastic collision : Çarpışan cisimlerin enerjilerinin
den belirtmek üzere kalibre edilmiş veya taksimatlan- bir bölümünün ses, ısı ve cisimlerin deformasyonun-
dırılmış değişken bir endüktan; endüktometre. da harcandığı çarpışma; esnek olmayan çarpışma.
inductor: 1) endüktansı olan bir bobin. 2) kimyasal inelasticity: Esnek veya elâstik olmama durumu veya
tepkimeleri hızlandıran pozitif bir katalizör. 3) endük- niteliği; esneksizlik.
lenen şey; özellikle diğerini endüksiyonla etkileyen inequality: 1) eşit olmama niteliği; eşitlik yokluğu;
elektriksel bir cihazın bir parçası; endükleyici. 4) eşitsizlik. 2) eşitsizlik örneği; özellikle: a) ölçü, mik
elektrik makinelerinin kutupları ve bunların sargıları. tar, rütbe, özellik, sosyal durum vb. indeki fark ya
indulin: Bkz. induline. da değişim, b) yüzeyde düz olmayış, c) uygun ora
induline: Mavi veya siyah anilin boyalar serisinin her nın yokluğu; oransızlık; eşit olmayan dağılım. 3) Ma
hangi biri; endülin. te, eşitsizlik; eşit olmayan iki nicelik arasındaki ilişki
indurate: 1) sertleştirmek; sert yapmak. 2) sertleştiril veya bu ilişkinin ifadesi; örneğin a /= b (a, b'ye eşit
miş. değil); 4 < 7 (4, 7'den küçük); 3a > 2b (3a, 2b'den
induration: 1) sertleştirme. 2) sertleştirilmiş kütle ya daha büyük).
da oluşum. inequation: Mate, eşitsizlik.
industrial: 1) endüstri veya endüstrilerle belirtilen ve inequi-: Eşit olmayan anlamında bir önek.
ya onların karakterine sahip olan; endüstriyel. 2) en inequilateral: Eşitkenar olmayan; çeşitkenar.
düstri veya endüstrilere ait; endüstri veya endüstriler inerasable: Silinmez.
den oluşan. 3) endüstrilerin kullanımı için. 4) endüs inerrability: Hatasız olma durumu veya niteliği; hata
tride çalışan kişi. sızlık.
industrial analyzer: Ampermetre, voltmetre, vatmet- inerrable: Hatasız.
re, güç faktörü ölçer ve cihaz transformatörü ve ci inerrancy: Hatasız olma durumu veya niteliği; hatasız
hazların anahtarlarından oluşan ve alternatif akımlı lık.
gemiler için önerilen taşınabilir bir cihaz; endüstriyel inerrant: Hatasız; hatasız yapma.
analiz edici. inert: 1) ataleti veya eylemsizliği olan; zıt kuvvete di
industrial arts: Endüstride kullanılan teknik sanatlar; renme veya hareket için güçsüz. 2) aktif özellikleri
özellikle okullarda bir konu; endüstriyel bilimler (sa az ya da hiç olmayan; nötr; tarafsız; ölü; atıl; inert.
natlar). Inert condition: inert gazın eklenmesi sonucu bir yük
industrial disease: Genellikle belirli endüstri dalında tankının atmosferi içindeki oksijen miktarının % 8 ve
vukubulan bir hastalık; endüstri hastalığı; meslek daha az bir orana düşürülmüş hâli; inertli durum ve
hastalığı. ya hâl.
Industrial Revolution: Endüstri veya sanayi devrimi; inert gas distribution system: Tankları yüksek ba
ingiltere'de 1760'larda başlayan ve sonra diğer ülke sınç ve vakuma karşı koruma, gazları atmosfere at
lere yayılan devrim. ma, yük ya da kargo tanklarına inert gaz dağıtımı
industrial school: Endüstri (sanayi) okulu; endüstri için donatılmış tüm boru, valf ve teçhizatlar; inert
meslek lisesi. gaz dağıtım sistemi.
industrial smog: Başlıca kirleticileri S0 2 (kükürt diok- inert gases: 1) helyum, neon, argon, kripton,
sit), S0 3 (kükürt trioksit), H 2 S0 4 (sülfürik asit), ksenon ve radon gibi reaktif olmayan gazlar; ölü
olan ve hava kirlenmesine neden olan duman; en gazlar; inert gazlar; asal gazlar. 2) nitrojen, karbon
düstriyel duman; sanayi dumanı. dioksitegzoz gazları gibi % 11'den daha az oksijene
veya
industry: 1) Orj, Ola. a) hünerli iş; maharet veya yete sahip ve yanmayı desteklemeyen bir gaz ya da gaz
nek; beceriklilik, b) bunun tatbikat veya uygulaması; karışımı.
cihaz; mekanizma. 2) sistemli çalışma; mutat veya inert gaz plant: Özellikle tankerlerde yük tanklarına
alışılmış iş. 3) ticaret, iş, üretim veya yapım dalları verilecek egzoz gazlarının makineden alınması, te
nın herhangi biri: Kâğıt endüstrisi vb. i gibi. 4) en mizlenmesi, soğutulması, basınç altında korunması
düstri; sanayi; iş. 5a) tarım dışında üretim yapan ku ve denetiminin yapılması için kullanılan kuruluş;
ruluş veya işletme, b) endüstrinin sahipleri ve yöneti inert gaz sistemi veya devresi.
ciler. inert gas system: Bkz. inert gas plant.
-ine: 1) belirli ürünlerin ticarî isimlerinde kullanılan bir inertia: 1) Fiz. dış bir kuvvet tarafından etkilenmedik
sonek: Vaseline gibi. 2) kimyasal isimleri oluştur çe maddenin sükûnette ise hareketsiz kalma veya
mak için kullanılan bir sonek: a) bromine, iodine gi hareketli ise aynı yöne hareketi sürdürme eğilimi;
bi, b) morphine gibi. atalet; Simg. I. 2) değişmeksizin sabit durumda kal
ineffaceable: Silinmez; silinmesi mümkün olmayan; ma eğilimi; hareket ya da iş için eğilimsiz.
çıkmaz; sabit (boya, mürekkep vb) . inertia filter: Kendinden sonra daha ince delikli bir
ineffective: 1) etkili olmayan; etkisiz; tesirsiz; isteni süzgeç bulunan ve havanın içindeki yabancı madde
len etkiyi üretmeyen. 2) yararlı olarak görev yapma leri merkezkaç kuvvetle ayıran filtre; atalet filtresi;
yan; yetersiz; kifayetsiz. centrifugal filter şeklinde de kullanılır.
inefficiency: Verim yokluğu; verimsizlik veya kifayet inertia forces: Eksenel hareketli kütlelerin ağırlıkların
sizlik; verimsiz olma niteliği, durumu veya gerçeği. dan gelen kuvvetler; atalet kuvvetleri.
inefficient: Verimli olmayan; özellikle: a) en az ola inertia forces, primary: Mot. eksenel hareket yapan
rak kullanılan enerji zaman vb. i ile gerekli etkiyi piston, piston rod, kroshed ve süperi ve konnektin
üretmeyen; etkisiz; tesirsiz, b) gerekli yetenek (ma rodun bir bölümünün ağırlıklarından gelen ve cos ip
haret) yokluğu; yeteneksiz; ehliyetsiz. yasasına uyan kuvvetler; birincil ya da primer atalet
inelastic: Esnek olmayan; elâstik olmayan. kuvvetleri; birincil harmonikler.

Teknik Sözlük - F. 19
iner t i a f orces , seco nd ar y 290 in f uc si b i e

inertia forces, secondary: Mot. devir hareketi yapan


sayı ya da uzunluk.
kütlelerin ağırlıklarından gelen ve cos 2 tp kanununa
infinity: 1) sonsuz olma niteliği, sonsuzluk. 2) sonsuz
uyan kuvvetler; sekonder veya ikincil atalet kuvvetle
şey; uçsuz veya sınırsız hacim, zaman, mesafe, mik
ri; ikincil harmonikler.
tar vb. 3) belirsiz büyük sayı veya nicelik. 4) Geom.
inertia governor: Ağırlıkları, makinenin miline kamalı
düşünülen nokta ya da yerden sonsuz mesafede
bir tekere bağlanan regülatör ya da gavörnör.
olan bir nokta ya da yer. 5) Mate, <& işareti ile göste
inertial: Atalete ait; atalet doğasında olan.
rilen sonsuz büyüklük. 6) Foto. ışık ışınlarının para
inertial mass: Atalet özelliği bakımından tanımlanan
lel olduğu düşünülen çok büyük mesafe.
bir cismin kütlesi; atalete ait kütle.
inflame: 1) tutuşturmak; ateşe vermek. 2) sıcak, ateş
inertia moment: Mot. atalet momenti; eylemsizlik
li, şiş, kırmızı, ağrılı vb. ne neden olmak. 3) tutuş
mo menti; eksenel ve devir hareketli kütlelerden
mak. 4) sıcak, ateşli, şiş, kırmızı ağrılı vb. i olmak.
gelen atalet kuvvetleri tarafından oluşturulan
inflammability: Tutuşabilir olma niteliği ya da duru
moment.
mu; özellikle derhal yanma eğilimi veya bu eğilimin
inert substance: Kimyasal tepkimelerin alışılmış ko
derecesi.
şullarında diğer maddelerle tepkimeye girmeyen
inflammable: 1) kolayca tutuşabilir; derhal veya hızlı
kimyasal bir madde; inert madde.
bir biçimde yanabilen; yanıcı. 2) tutuşabilen herhan
inestimable: Tahmin edilemez veya ölçülemez; özel
gi bir şey.
likle doğru ölçülmek için çok büyük veya değerli;
inflammably: Tutuşabilir bir şekilde; kolayca tutuşabi
çok kıymetli veya paha biçilemez.
len.
inexact: Doğru olmayan; yanlış; doğru veya duyarlı
inflatable: Şişirilebilir.
olmayan.
inflatable life raft: Den. şişirilebilir can salı; denize atı
inexhaustible resources: Hava gibi, tüketilemeyen
lınca şişen ve deniz kazalarında gemiyi terkeden per
doğal kaynaklar; tüketilemez kaynaklar.
sonel tarafından kullanılan kapalı ya da korunmalı
inexpensive: Pahalı olmayan; fiyatı nispeten düşük;
sal.
düşük fiyatlı; ucuz.
inflate: Hava ya da herhangi bir gazla şişirmek.
inexperience: Tecrübe veya deneyimi, bilgisi ya da
infiater: Şişiren kişi veya şey.
hüneri olmayan; deneyimsiz; tecrübesiz.
inflation: Hava ya da gaz doldurarak genişletme.
inexperienced: Deneyimi veya bilgisi ya da tecrübe
inflator: fite. inflater.
den gelen mahareti olmayan; tecrübesiz; deneyim
inflection: Eğilme; bükülme.
siz.
inflection point: Bükülme ya da eğilme noktası.
inexpert: Uzman olmayan; maharetsiz veya hünersiz;
inflexibility: Esnek olma durumu veya özelliği; esnek
acemi ya da amatör.
lik.
inexplosive: Patlayıcı olmayan; parlayıcı olmayan.
inflexible: 1) eğilmez ya da bükülmez; sert; katı;
inextinguishable: Söndurulemez; bastırılamaz veya
elâs tik ya da esnek olmayan. 2) değişemez;
durdurulamaz (yangın vb. i gibi).
değiştirilme si olanaksız; sabit.
inferior: 1) uzayda daha alt; aşağıya yerleştirilmiş. 2)
inflow: 1) içe veya içeriye akış. 2) içe akan herhangi
sıra, statü, rütbe vb.i aşağı veya daha aşağı; aşağı;
bir şey.
alt. 3) değer veya kalitede daha aşağı. 4) kalitesiz;
influence: 1) Elekt. endüksiyon; indakşın. 2) etki ve
niteliksiz; düşük nitelikli; ortalamanın altında. 5)
ya tesir.
Astr. a) Güneş ve Dünya arasında, b) göksel kutbun
influential: 1) etkisi olan. 2) büyük etki veya tesire
altında. 6) Matb. harf çizgisinin altına yerleştirilen; in
sa hip olan; güçlü.
dis, örneğin N0 2 'deki 2 sayısı gibi.
influx: 1) içe ya da içeriye akan; sıvı, gaz vb. i gibi
infernal machine: Patlama veya yaralanma ya da tah
içeriye akış. 2) bir nehrin bir başka akarsu ile birleşti
ribata neden olmak için herhangi gizli bir cihaz; sui
ği yer.
kast bombası.
informatics: Bilişim.
infiltrate: 1) küçük aralık veya deliklerden geçirmek
information: Bilgi.
veya geçmeye neden olmak (sıvılar için); filtre et
infra-: ait anlamında bir önek.
mek; süzmek. 2) süzmede olduğu gibi geçirmek.
inframedian: Derinliği 91,5-183 m (300-600 ayak ya
infiltration: 1) filtre etme veya süzme; süzülme. 2)
da fit) olan okyanus alanlarını belirtir; inframedyan.
sü zen veya filtre eden herhangi bir şey.
infragible: Kırılmaz ya da parçalarına ayrılamaz.
infinite: Sınırları veya limitleri olmayan; sınırsız; uç
infrared: Görünür tayfın (spektranın) hemen ötesinde
suz; ölçülemeyen; sonsuz. 2) çok büyük; vasi 3)
görünmeyen ışınlara ait veya onları belirten; kızılöte
Mafe. belirtilen bir sayıdan daha büyük değere (pozi
si; enfrared; enfraruj; dalgaları tayfın renklerinden
tif olarak sonsuz) ait. 4) uzay veya zaman gibi son
daha uzun, fakat radyo dalgalarından daha kısadır.
suz olan şey. 5) Mafe. sonsuz büyüklük veya mik
infra-red bulb: Enfraruj lâmbası ya da ampulü.
tar.
infra-red radiation: Bir ısı radyasyonu ya da ışınımı
infinite dilution: Molar iletimin maksimum olduğu
olup, bir cismin yüzeyindeki etkisi ile anlaşılan bir
su landırma veya su katma; kuvvetli elektrolitler için
radyasyon türü; kızılötesi radyasyon.
mo lar iletimin, derişiminden bağımsız olduğu
infrared rays: Geniş bir görünmez radyasyon kuşağı;
sulandır ma ya da su katma.
infinitely: Sonsuz derecede. ısı ışınları; kızılötesi ışınları; görünür kırmızı ile yan
infinitesimal: 1) Mate, sınırı olan sıfıra sürekli yakla yana ve Hertzian dalgalarına gömülen frekanslar.
şan: Değişkenler için söylenir. 2) ölçülebilmek için infuse: içi veya üzerine (bir sıvı) akıtmak.
küçük; sonsuz küçük. 3) sonsuz küçük miktar. infusibility: Erimez olma niteliği.
infinitude: 1) sonsuz olma niteliği. 2) sonsuz miktar, infusible: eritilemez; birbirine kaynatılamaz.
infusio n 291 injecto r cu p

infusion: 1) içi veya üzerine akıtma işi veya işlemi. 2) mak için bir monomere ilâve edilen benzol peroksit
içine dökülen veya akıtılan şey; içine katılmış; ilâve gibi bir madde;
ya da ek. 3) bir madde veya suya ilâve edildiği ya inject: 1) bazı pasaj veya oluklara (bir sıvıyı) kuvvetle
da eklendiği zaman elde edilen sıvı özü. sokmak ya da sürmek. 2) vücudun bir bölümüne en-
infusorial earth: İki atomlularin silikon kapsayan iske jekte etmek. 3) enjeksiyonla doldurmak (bir oyuk
letlerinin çok ince tozu; dialomit; izolatör olarak ve vb. ini).
cilâcılıkta kullanılır. injection: 1) enjekte (şırınga) etmek. 2) enjekte edi
ingle: 1) özellikle bir ocaktaki ateş ya da alev. 2) şö len şey; özellikle vücuda enjekte edilen bir sıvı. 3)
mine. kan hücumu; kan toplanması. 4) Diz. Mot. yakıtın en
ingolin: Almanya'da hidrojen peroksit ve T-maddesi- jektörden sis biçiminde silindirlere püskürtülmesi.
ne verilen, fakat bilimsel olarak kabul edilmeyen bir injection delay: Diz. Mot. sıvı yakıtların sıkıştirılabilir
isim; ingolin. olması nedeniyle, yakıt pompasının yukarı hareketi
ingot: Orj. Ota. çubuk metal dökmek için kullanılan ne başladığı an ile silindire yakıtın püskürtülmesi ara
kalıp. 2) çubuk ya da diğer şekillerdeki döküm için sındaki zaman aralığı; püskürtme gecikmesi.
kullanılacak metal kütlesi; ingot. injection delay period: Püskürtme gecikmesi periyo
ingot iron: Yüksek saflıkta ve külçe halinde dökül du Bkz. injection delay period.
müş, demir oranı % 99,9'dan az olmayan, sert, dövü injection lag: Bkz. injection delay period.
lebilir, korrozyona dayanıklı, yüksek manyetik ve injection nozzle: Diz. Mot. enjektörün, uç kısımların
elektriksel özelliklere sahip olan demir; ingot demiri. da olan ve ucunda püskürtme deliği veya delikleri
ingredient: 1) bir karışımı oluşturan şeylerden her ve içinde iğne valf (nidıl valf) bulunan kısmı; enjek
hangi biri; bileşen; cüz. 2) herhangi bir şeyin bile tör nozulu; püskürtme memesi; enjektör memesi.
şen parçası veya cüzü. injection period: Diz. Mot. enjektörün üst ölü nokta
inhalant: 1) solunum için kullanılan; soluma. 2) solu dan önce silindire yakıt püskürtmeye başladığı nok
num ile içe çekilen ilâç. ta ile, üst ölü noktadan sonra püskürtmenin sona er
inhalation: 1) solunum; teneffüs. 2) solunulan ilâç. diği nokta arasındaki zaman aralığı; krank açısı tü
inhale: 1) soğuk almak; akciğerlere çekmek; ciğerle ründen kullanılır; püskürtme süreci veya periyodu.
re çekilen madde; özellikle tütün dumanını solumak. injection pipe: Diz, Mot. Püskürtme pompası ile en
inhaler: 1) soluk alan kişi. 2) havadaki duman, toz jektör arasında bulunan çelik ya da demirsiz metal
vb. ini süzmek için kullanılan herhangi bir cihaz. 3) lerden yapılan, yeterli kalınlıktaki dikişsiz boru; püs
solunum ile ilâç buharlarını vermek için kullanılan kürtme borusu; yüksek basınç borusu; kamçı.
bir alet. injection pressure: Diz. Mot. 100-2030 bar arasında
inhibit: Çalışması sırasında bir işlemi yavaşlatmak ve değişen bir basınç; püskürtme basıncı (enjektörler
ya durdurmak; örneğin hidrojen ve klor karışımında için).
oksijenin varlığı hidrojen klorür oluşumunu yavaşla injection pump: Diz. Mot. yakıtı yüksek basınçla
tır. (100-2030 bar) enjektörlere göndererek püskürtmeyi
inhibitor: 1) bir enzimin faaliyetini yavaşlatan madde; sağlayan pompa; yüksek basınç pompası; yakıt püs
inhibitor. 2) Kimy. bir tepkimeyi yavaşlatmak için kul kürtme pompası; yanlış olarak boş pompası Bkz.
lanılan negatif bir katalizör, örneğin demirin paslan Bosch pump.
masını yavaşlatan korrozyon inhibitörü. 3) makine injection pump plunger: Bkz. plunger.
parçalarında çamur oluşumuna engel olan, genel injection pump rack: Diz. Mot. yüksek basınç pompa
olarak ve özellikle alaşım yataklarda korrozyonu ön sının enjektör tarafından püskürtülecek yakıt miktarı
leyen madde; antioxidante, anti-corrosive şeklinde nı ayar eden kremayer dişli kol; rak kolu; pompa
de kullanılır. plencerinin dikey ekseni etrafında döndürülmesini
initial: Başlangıç; başlangıçta bulunan; ilk; birincil. sağlar.
initial compression pressure: Mot. sıkıştırma stroku injection timing: Diz Mot. püskürtme taymingi veya
veya kursu başlangıcındaki basınç; başlangıç sıkıştır zamanlaması; üst ölü noktadan önce başlayan ve
ma (kompresyon) basıncı. üst ölü noktadan belirli bir süre sonra sona eren za
initial condensation: Buharın stim devresi veya silin manlama; Bkz. injection period.
dire ilk girdiği an oluşan yoğuşma; başlangıç yoğuş- injection valve: Bkz. injector, fuel injector.
ması. injection valve needle: Bkz. needle valve.
initialize: ilk kullanıma hazırlamak. injection valve nozzle: Bkz. injection nozzle.
initial pressure: Mot. sıkıştırma başlamadan hemen injector: Özellikle: a) buhar kazanlarına su vermek
önce ya da sıkıştırma başlangıcında silindirdeki ha için kullanılan bir pompa Bkz. steam injector, b)
va dolgusu ve atık gazların basıncı; başlangıç basın Diz. Mot. yakıtı silindirlere püskürten alet; enjektör
cı; ilk basınç. Bkz. fuel injector, c) gaz türbinlerinde yakıtı yanma
initial stabiiity: Başlangıç dengesi veya stabilitesi; ilk odasına püskürten benzer cihaz.
denge (gemi vb. i için). injector: Bkz. steam injector.
initial velocity: Bir nokta veya cismin hareket geçtiği injector adjusting screw: Yayının tansiyonunu çoğal
andaki hızı; başlangıç hızı; ilk hız. tarak veya azaltarak enjektörün püskürtme basıncı
initial volume: Mot. sıkıştırma veya kompresyon kur nın ayarlanmasını sağlayan vida ya da cıvata; ayar
su (stroku) başlangıcında silindirdeki hacim; ilk ha cıvatası; ayar vidası.
cim; başlangıç hacmi. injector body: Enjektör gövdesi; Gem. Mak. enjektör
initiate: Başlatmak; başlamaya neden olmak. kütüğü.
initiator: Bir tür polimer zincirleme reaksiyonu başlat injector cup: Enjektör nozulu ya da memesi; Bkz. in-
inject o r rac k 292 inspec t io n

jection nozzle,
inorganic chemistry: Karbon, onun oksit ve
injector rack: Bkz. injection pump sülfürleri ni kapsayan organik kimyaya ait diğer
rack. tüm karbon bileşiklerinin dışında kaldığı, kimyasal
injector, steam: Bkz. steam injector. elementler ve onların bileşiklerini inceleyen kimya
injector tester: Enjektörlerin püskürtme basınçlarının bilimi dalı; inor ganik kimya.
saptanmasında kullanılan el veya bir elektrik motoru inorganic salt: Kimy. inorganik tuzlardan herhangi bi
ile çalıştırılan test ya da deney cihazı; enjektör test ri; inorganik tuz.
cihazı. inorganic substance: Organik olmayan madde; inor
injector tip: Bkz. injector nozzle. ganik madde.
iniet: 1) Mot. giriş supabı ya da valfı Bkz. inlet valve; inosite: Bkz. inositol.
bir pompanın giriş tarafı. 2) giriş ya da açıklık. 3) bir
nehir, göl, okyanus vb. inin bir kara parçası içersine inositol: Hayvansal ve bitkisel dokularda ve türlü izo
mer şekillerinde bulunan kristalli bir alkol; inositol,
uzanan dar ve uzun bir kısmı; küçük körfez veya C 6 H 6 (OH) 6 ; B kompleks vitaminlerinden biri; kas
koy. şe keri olarak da isimlendirilir.
inlet header: Buh. Kaza. yaş buharın üst ısıtıcıya (sü- inoxidable: Paslanmaz., okitlenmez.
perhiytere) girdiği kısım; giriş hederi. inoxidize: Oksitlenmeye engel olmak.
inlet manifold: Temiz hava veya hava-yakıt karışımı inphase: Elekt. aynı fazda olan: Akımlar için söylenir.
nın silindirlere verilmesini sağlayan, dairesel kesitli, inpour: içine veya içersine akıtmak.
silindir sayısının yarısı kadar kolu olan ve silindir blo- input: Bir makine, elektrik motoru vb. ine onu çalıştır
kuna bağlanan döküm boruları taşıyan kısım; giriş mak için verilen ya da giren güç ya da akım miktarı;
manifoldu; giriş (havası) manifoldu. girdi; input.
inlet pipe: Bir pompa, motor, makine vb. inin giriş ta insanitary: Sağlığa uygun olmayan; sağlık ya da sıh
rafında bulunan boru; giriş borusu; emme borusu. hate zararlı; hastalığa neden olan
inlet ports: İki zamanlı motorlarda sadece hava veya inscribe: Geom. bir şekil içine, onun sınırlarına müm
hava-yakıt karışımının silindirlere girmesini sağlayan kün olduğu kadar çok noktada dokunan veya temas
küçük pencereler; giriş portları; hava portları; süpür eden bir başka şekil çizmek.
me portları; Bkz. scavenge ports. insecticide: Böcek ya da haşareleri yoketmek için
inlet valve: Dizel motorlarında temiz hava, benzin mo kullanılan herhangi bir madde.
torlarında hava-yakıt karışımının silindirlere girmesini insectology: Böcekleri, özellikle onların tarım ve en
sağlayan ve silindir kapağı üzerinde bulunan valf ya düstriye etkilerini inceleyen bilim; böcek bilimi.
da supaplardan biri; inlet veya inteyk supabı; giriş insert: Katı bir maddeyi sabit durumda iki veya daha
supabı; emme supabı. fazla parçalar arasına koymak; örneğin bir elektrik
in-line engine: Diz. ve Benz. Mot. siiindirleri dikey devresine ek direnç sokmak gibi.
olarak yan yana olan veya bir sıra oluşturan motor; insert bushing: Tek parçadan yapılmış, silindir şeklin
sıra motor; sıra makine; Gem. Mak. Inlayn makine. de geçme yatak (piston pin burcu gibi); burç.
inner: 1) iç; dahilî. 2) içerde; içeriye. insert plug: Geçme tapa.
inner bottom: Den. çift'dip (dabılbotum) tankları üze inside: İç; iç
rindeki yüzey; iç dip. taraf.
inner dead center: Mot, iç ölü nokta; Bkz. bottom inside admission valve: Pist. Buh. Mak. buharı iç ta
dead center. rafından buhar portlarına veren ve dış tarafına egzoz
inner diameter: İç çap. eden valf; içten kesmeli veya katoflu valf; içten veriş
inner field: 1) polarlanmış bir elektriğin içinde her il valf; piston veya silindir valf.; yüksek basınç silin
hangi bir molekülü derhal çevreleyen manyetik dirlerinde kullanılan bir tür slayt valf.
alan; iç alan. 2) mıknatıslanabilir bir maddenin bir inside bore: Dairesel bir deliğin iç çapı; iç çap.
molekülünü çevreleyen manyetik aian. inside caliper: iç çapların veya ölçülerin ölçümünde
inner friction: iç sürtünme; Bkz. interna! resistance. kullanılan bir alet; iç kompas.
inner tube: Oto. iç lâstik; şamriyer. inside micrometer: Pist. Buh. Mak. ve D/z. Mot. silin
innovate: Yeni yöntem (metot) veya metotlar, cihaz dirlerin iç çaplarının ölçümünde kullanılan bir alet;
lar vb. i sunmak; değişiklikler yapmak. çap mikrometresi; iç mikrometresi.
innovation: 1) yenilik yapma veya yeni yöntem, ci inside-mixing burner: Buh. Kaza. püskürtülecek ya
haz vb. i çıkarma işi veya işlemi; icat; yenilik. 2) ye kıt ile püskürtücü (basınçlı ve taze) buharın birbirine
ni olarak çıkarılan şey; yeni yöntem, alet, cihaz vb. karıştırıldığı börner ya da atomizör; içten karıştırmalı
I. yakıcı ya da börner.
innoxious: Zararsız; sağlığa zarar vermeyen. inside spring caliper: içten yaylı kompas.
innumerable: Sayılmak için sayısı ya da adedi çok inside thread: içe veya iç kısma çekilmiş diş; iç diş;
fazla; sayılamaz; pek çok; sayısız. dişi diş.
innumerably: Çok büyük sayıda. insolate: Beyazlatmak ve kurutmak için güneş ışınları
inodorous: Kokusu olmayan; kokusuz. nın etkisinde bırakmak.
inoperable: Çalıştırılamaz; özellikle: a) pratik olma insolation: 1) güneş ışınlarının etkisinde bırakarak
yan, b) üzerinde ameliyat (operasyon) yapmaya uy hastalık tedavisi. 2) güneş çarpması. 3) Meteo. a)
gun olmayan; işletim dışı. özellikle dünya yüzeyinin güneşten aldığı radyas
inoperative: Çalışmayan; işlevini yapmayan; etkisi ol yon, b) her birim yüzeye isabet eden bir tür radyas
mayan; etkisiz. yon miktarı.
inorganic: Organik olmayan; inorganik; anorganik; insolubility: Erimez olma durumu veya niteliği; eri-
özellikle: a) hayvansal ve bitkisel maddelerden oluş mezlik; çözünmezlik.
mayan; canlı şeylerin düzenli yapısına sahip olma insoluble: 1) eritilemez; çözündürülemez; erimez ve
yan, b) yapısı bir organizmaya benzemeyen, c) or ya çözünmez. 2) çözümlenemez; halledilemez.
ganik olarak sınıflandırılmayan herhangi bir kimya insolubly: Erimez bir biçimde veya tarzda.
sal bileşiğe ait ya da onu belirten: inorganik bileşik insolvable: 1) dikkatle bakmak. 2) resmî olarak mua
lerin çoğu karbon kapsamaz ve mineral kaynaklar yene etmek veya gözden geçirmek; teftiş etmek.
dan türer, d) bu tür bileşiklerle ilgilenen kimya dalı inspection: 1) dikkatle araştırma; muayene; kontrol
na ait veya onu belirten. ya da denetleme. 2) resmî muayene veya gözden
geçirme; teftiş.
inorganically: inorganik olarak.
in sp ecti o n cove r 293 intak e strok e

inspection cover: Kontrol veya muayene kapısı veya insufficient air: Yetersiz hava; eksik hava; yanma sı
Kapağı. rasında karbon monoksit oluşmasına neden olan
inspection hole: Kontrol veya muayene deliği. normal miktardan az hava ve oksijen.
inspection opening: Bkz. inspection hole. insulate: Elekt. ısı veya ses pasajları veya kaçakların:
inspection plug: Kontrol veya muayene tapası. önlemek amacıyla yalıtkan bir madde ile ayırmak ve
inspection schedules: Bakim programları; makinele ya kaplamak; izole etmek; tecrit etmek.
rin bakımlarının nasıl ve ne kadar aralıklarla yapıla insulated: izole edilmiş; yalıtılmış.
cağını gösteren programlar. insulated cable: izole edilmiş veya yalıtılmış tel; izole-
insphere: Bkz. ensphere. li tel.
inspiration: Soluma; nefes alma; ciğerlere hava çek insulated wire: izole edilmiş veya yalıtılmış tel; izoleli
me; karşıtı, Bkz. expiration. tel.
inspiratory: Nefes ya da soluk almaya ait; soluk alma insulating: Yalıtma; tecrit etme; izole etme; yalıtkan
ile belirtilen. bir madde; tecrit maddesi.
inspirator: Bkz. steam injector. insulating firebrick: Sıcaklık sının 870°-1538°C (1600°-
inspissate: Buharlaştırarak vb. i şekilde koyulaştır 2800°C) olan, düşük sıcaklıklarda daha iyi yalıtım
mak; yoğunlaştırmak. görevi yapan, gözenekli ateş tuğlası; izolas yon ateş
instability: Denge yokluğu; dengesizlik; özellikle: a) tuğlası; kazanların ocak duvarlarında kulla nılır.
dayanıklığı olmayan; dayanıksız, b) dayanıksızlık.
instable: Bkz. unstable. insulating strength: Bir elektrik izolatörünün kırılmak-
install: 1) tesis etmek. 2) kullanmak için yerleştirmek. sızın elektriksel gerilmeye dayanma yeteneğinin öl
3) tesisat yapmak. çümü.
installation: 1) kullanım için düzenlenen tam bir me insulating varnish: Elektrik makinelerinde bozulan
kanik cihaz: Isıtma tesisi gibi. 2) tesis, ekipman vb. sargı izolasyonlarını kuvvetlendirmek için kullanılan
ini kapsayan herhangi bir askerî tesis. bir tür vernik; izolasyon veya yalıtım verniği.
instant: 1) hemen olan. 2) gecikmeksizin; derhal. 3) insulation: 1) izole etme; yalıtma; izole edilmiş; izole
su veya diğer bir sıvı ekleyerek hazırlanan veya der etmek için kullanılan bir madde. 2) elektrik akımının
hal eriyen çay, kahve, kakao vb. ini belirtir. 4) zama akışının önlenmesi. 3) ısı transferini yavaşlatma. 4)
nın çok kısa bir aralığı veya noktası; an. sesin yayılmasını azaltma. 5) yalıtkan bir madde ile
instantaneous: 1) bir anda olan, yapılan veya vuku- elektrik teli ya da kablosunu kaplama.
bulan. 2) gecikmeksizin yapılan; derhal. insulation band: Elekt. izole bant.
instantaneous velocity: Bir cismin, zamanda belirli insulation resistance: 1) bir izolatör ile ayrıldıkların
noktadaki hızı; bir andaki hız. da, bir devrenin iki iletkeni veya bir iletken ile toprak
instantly: Bir anda; derhal; hemen; gecikmeksizin. arasındaki direnç; izolasyon direnci. 2) bir elektrik
instauration: Restorasyon; yenileme; onarım; tamir. kablosunun, Ohm ya da çoğunlukla Mega-Ohm tü
instill (instil): Damla damla içine akıtmak. ründen direnci; sağlam bir izolasyonda bu direnç en
instruct: 1) bilgi iletmek; öğretmek; eğitmek. 2) tali az 500 bin Ohm'dur.
mat ya da emir vermek. 3) ders vermek. insulation tape: Elektriksel cihazları yalıtma veya ısı
instruction: 1) öğretme; eğitme. 2) verilen veya öğre izolasyonu için kullanılan mika, PVC, lâstik, asbes
nilen bilgi, malûmat vb. i herhangi bir öğretim; ders. tos, grafitli asbestos vb. inden yapılan bant; izole
3) Çoğ. talimatlar; emirler; komutlar. bant; yalıtım bandı.
instruction book: Ana ve yardımcı makinelerin çalıştı insulator: Bir cismi yalıtkan yapan veya yalıtan her
rılması, bakım tutumu, onarımı vb. yöntemleri göste hangi bir madde; özellikle elektrik tellerini taşımak
ren kitap; işletme el kitabı; makine katalogu; Gem. veya yalıtmak için kullanılan, çoğu zaman cam ya
Mak. instrakşın buk. da porselenden yapılan bir cihaz; fincan; izolatör;
instruction, operating: işletme ya da kullanım talima yalıtıcı.
tı; ana makine, ana makine yardımcıları, güverte yar- int.: Bkz. 1) interior. 2) internal.
dımcılari, hizmet makineleri hakkında, işletme bilgile intake: 1) giriş; içeriye giriş. 2) içeriye giren şeyin
ri veren kitap; işletme el kitabı. miktarı. 3) bir boru, kanal vb. inde akışkanın içeri gir
instrument: Bir şey yapmak, imâl etmek için bir kişi diği kısım; giriş ağzı. 4) Mete. içeri giren enerji mik
tarafından kullanılan türlü alet, cihaz veya aygıtlar tarı. 5) Maden. Bkz. air shaft. 6) Mot. hava ya da ha-
dan herhangi biri; ölçü aleti; cihaz; aygıt; alet; ge va-yakıt karışımının verildiği veya emildiğl makine
reç. bölümü.
instrumental: Bir alet ya da araca ait; bir alet veya intake cam: Kam veya eksantrik mili üzerinde bulu
araç ile yapılan. nan ve giriş veya emme valfının açılmasını sağlayan
instrumentation: 1) bilimsel olayların kullanımı veya kem, kam ya da eksantrik; giriş kamı (kemi).
bilimsel cihazlarla çalışma. 2) makineleri başarılı bir intake manifold: Mot. temiz hava ya da hava yakıt ka
biçimde çalıştırmak ve onları hasardan korumak rışımının silindirlere emilmesini sağlayan, dairesel
amacıyla alet veya cihazlar kullanma. kesitli, silindir sayısının yarısı kadar koiu olan ve si
instrument flying: Görsel gözlem yapmaksızın sade lindir blokun emme supapları tarafına bağanan ma
ce cihazlan kullanarak bir uçağın denetimi; kör densel boru; giriş veya emme manifoldu.
uçuş; cihaz veya aletlerle uçuş. intake ports: Bkz. scavenge ports.
instrument panel (or board): Otomobil ve uçaklarda intake silencer: Yüksek güçlü makinelerde emme su
ki gibi, üzerinde göstergeler, cihazlar vb. i bulunan paplarından yüksek hızla geçen havanın uzak mesa
tablo; kontrol tablosu veya paneli. felerden duyulan gürültüsünü azaltmak üzere kulla
instrument, scientific: 1) araştırma, ölçme veya kayıt nılan, silindir kapağına bağlanan ve dökme demir pi
için kullanılan Geiger sayacı, fotometre, elektroskop, rinç veya alüminyumdan yapılan bir boru; giriş sus
spektroskop, ampermetre, termometre, barometre, turucusu.
barograf vb. i cihazlardan herhangi biri; bilimsel ci intake stroke: Benzin motorlarında pistonun silindir
haz. 2) Tek. Res. çizim için kullanılan gönye, pergel, içine hava-yakıt karışımı ve dizel motorlarında sade
hina vb. i aletlerden herhangi biri. ce temiz hava, pistonlu kompresörlerde hava, soğu
insufficient: Yetersiz; eksik; yetersiz hava, yağ ya da tucu vb. ini emdiği strok ya da kurs; emme stroku;
yakıt gibi. giriş stroku; suction stroke, inlet stroke şekillerin-
intak e syste m 294 interelectrod e capacitanc e

de de kullanılır.
seviyesi.
intake system: Hava giriş sistemi; özelikle dış hava
nın dizel motorlarınin silindirlerine girinceye dek geç intensity magnetization: Bkz. magnetic polarizati
tiği hava filtresi, susturucu, manifold vb. inden olu on.
şan devre; hava giriş sistemi; tam olarak air intake intensity modulation: İşın akımının değişimi ile tele
system şeklinde kullanılır. vizyon ekranı parlaklığının kontrolü.
intake tunnel: Bkz. kondenserlerde soğutma suyu intensity of light: Birim alana düşen ya da onun tara
nun girdiği kısım; giriş tüneli. fından emilen radyasyon; ışığın şiddeti; ışık şiddeti.
intensity of pressure: Her bir birim alana sıvı basın
intake valve: Mot. temiz hava ya da hava-yakıt karışı cı; basınç şiddeti.
mının silindirlere girmesi veya emilmesini sağlayan intensity of radiation: Her bir birim alandan akarak
supap; emme supabı; emme valfı. geçen enerji veya foton ya da parçacıklarin (partikül-
integer: Kendisini tamamlayan herhangi bir şey; var lerin) sayısı; radyasyon şiddeti; ışınım şiddeti.
lık; tüm. 2) tam sayı, örneğin 5, 10, 748 vb. i. intensity, radiant: Kaynaktan herhangi bir yönde her
integrabiiity: Tam olma niteliği veya durumu; bütün bir soiit açıdan, radyan enerjinin aktarılan miktarı;
lük. radyan şiddet.
integrable: Parçalarına ayrılamaz. intensity of radioactivity: Birim zamanda bozunan
Integral: 1) tam olma veya bütünlük için gerekli; te atomların sayısı; radyoaktivite şiddeti.
mel. 2) tam ya da tamam. 3} Mate, a) tam sayı veya intensive property: Kütle, hacim, alan, boy, ısı kapa
tam sayılara alt; kesirli olmayan, b) integrallere ait sitesi ve elektriksel direnç gibi maddenin miktarına
veya onlara sahip olan. 4) bütün. 5) Mate, bir fonksi bağlı olan bir özellik.
yon veya bir formülün entegrasyonunun sonucu. interact: Birbirini etkilemek; karşılıklı etkilemek.
integral calculus: Entegrallerin kuramı, uygulaması,
fonksiyonları vb. i ile ilgilenen cebir dalı; entegral he interaction: Etkileşim.
sabı. interaction space: Bir elektronik cihazda enerjinin
internal demek: Komple vinç. elektronlara veya elektronlardan aktarıldığı elektrot
integrand: Mate. entegrasyonu yapılan fonksiyon ya lar arasındaki boşluk.
da eşitlik. interactive: Birbirini etkileyen; birbirine tesir eden; et
integrant: Entegral; tamamlayıcı parça; bütünü mey kileşimli.
dana getiren veya oiuşturan. intercept: 1) tasarlanan yere varmadan önce durdur
integrate: 1) parçaları bir araya getirerek veya ekleye- mak veya yolunu kesmek; durdurmak veya kesmek.
rekbir bütün yapmak. 2) bir bütün yapmak için par 2) durdurmak, engel olmak veya önlemek. 3) iletişi mini,
çaları bir araya getirmek ya da koymak; birleştir görünüşünü vb. i kesmek. 4) Mate, iki nokta, çizgi
mek. 3) tümünü, toplamını vermek veya göstermek. veya düzlem arasını kesmek, işaretlemek veya
4) Mate, a) entegral veya entegralierini (fonksiyon, sınırlamak. 5) işaretlenen, kesilen veya sınırlanan
forrnüi vb.) hesaplamak, b) entegrasyon işlemi yap bir doğru, düzlem vb. i parçası.
mak. 5) birleştirmek veya tam yapmak. intercepter: Bkz. interceptor.
integrated: Tümleşik. interception: Kesme, kesilmiş, işaretlenmiş veya sınır
integrated circuit: Elektronik devrelerde (sistemler lanmış.
de) kullanılan, bileşen sistemler şekli oluşturan bir interceptor: 1) kesen, durduran kişi veya şey. 2) özel
devre; entegre devre. likle düşman saldırılarına karşı savaşmada kullanı
integrating meter: Belirli bir zaman sürecinde ölçü lan, hızlı tırmanma yeteneği olan askerî uçak; avcı
len değerleri toplayan veya bütünleme yapan bir ci uçağı.
haz. interchange: 1) karşılıklı almak ve vermek; mübade
integration: 1) tamamlama veya tamamlanmış. 2) Ma le; takas. 2) diğerinin yerine koymak (iki şeyden biri
fe. verilen bir büyüklük veya fonksiyonun türev ya ni). 3) değiştirmek. 4) mübadele etmek. 5) değiş to
kuş; takas; özellikle: a) değiştirme; mübadele.
da diferansiyelinin büyüklük ya da fonksiyonunu bul interchangeable: Değiştirilebilir; birbiriyle takas edile
ma işlemi; entegrasyon. bilir; özellikle birbirlerinin yerine konulabilir veya kul
integrator: 1) bütünleyen kişi veya şey. 2) entegralle- lanılabilir.
ri hesaplayan mekanik bir cihaz; entegratör. interconnect: Birbirine veya bir diğerine bağlanmak
intense: 1) yüksek derecede vukubulan veya devam veya bağlanmış olmak.
eden; çok kuvvetli; şiddetli; aşırı ya da kuvvetli. 2) interconnection: Birbirine veya bir diğerine bağlı ol
Foto. yoğun ya da mat. ma.
intensifier: t) Foto. bir negatifin baskı yoğunluğunu intercontinental: Kıtalararası.
arttırmak için kullanılan türlü çözeltilerden herhangi intercooler: 1) çok kademeli hava kompresörlerinde,
biri; şiddetlendirici. kompresörün kademeleri arasına yerleştirilen ve ha
intensifier coil: Bkz. induction coil. vayı soğutmak için kullanılan soğutucu. 2) aşırı dol-
intensify: 1) şiddetini arttırmak veya daha şiddetli durmalı veya süperşarjli makinelerde hava bloveri
yapmak; çoğaltmak, arttırmak; dayanıklığını arttır ile hava resiveri arasında bulunan soğutucu; iç soğu
mak. 2) Foto. bir şiddetlendirici ile muamele ederek tucu; Gem, Mak. interkuler.
yoğun yapmak. 3) şiddetli olmak veya şiddetini arttır intercooling: Bir silindirden diğer silindire geçiş sıra
mak. sında, sıkıştırılmış havanın ısısının bir bölümünün
intensitometer: Radyografi (röntgen) sırasında poz alınması; ara soğutma; iç soğutma.
süresini kontrol etmek ve bağıl X-ışinı şiddetini sapta interdeck superheater: Daha çok ince su borulu he
mak için kullanılan bir cihaz; intensitometre. der türü kazanlarda kullanılan, gazlann kazandan çı
intensity: 1) şiddetli olma özelliği; özellikle: a) her kış tarafında su boruları arasına yerleştirilen süper-
hangi bir şeyin aşırı derecesi; ifrat derece, b) düşün hiyter ya da üst ısıtıcı; borular arasına yerleştirilen
ce veya aktivitenin büyük enerjisi. 2) Foto. bir görün süperhiyter.
tünün yoğunluk ya da donukluğu. 3) Fiz. birim alan, interelectrode capacitance: Bir vakum tüpü devresi
hacim, dolgu vb. ine düşen ısı, ışık, ses, elektrik akı nin iki elektrotunun kondensatör etkisi nedeniyle ka-
mı vb. kuvvet miktarı veya enerji. pasitansı; iç elektrot kapasitansı.
intensity level: Bir sesin diğerine göre şiddetinin, bel
veya desibel ile belirtilen ilişkisi; şiddet düzeyi veya
interface 295 internal medicine
interface: Kimyasal bir sistemin iki fazı arasındaki do intermediate pressure: Orta basınç (silindiri vb.);
kunma yüzeyi; arabirim. Bkz. intermediate pressure cylinder
interfacial angle: Bir kristalin komşu iki yüzeyi arasın intermediate pressure cylinder: Orta basınç silindiri;
daki, iki düzlemden oluşan açı. üç genişlemen pistonlu buhar makinelerinde orta ba
interfacial tension: Bir kristalin komşu iki yüzeyi ara sınç silindiri; çapı yüksek basınç silindirinden bü
sındaki, iki düzlemden oluşan açı. yük, alçak basınç silindirinden küçük olan silindir
interfere: İşiemi değiştirecek, yavaşlatacak, durdura (pistonlu buhar makineleri ve eski hava kompresör
cak veya anlaşılması güç hale getirecek şekilde bir lerinde kullanılır).
işlemin normal seyrini etkilemek; araya girmek, en intermediate neutrons: Orta şiddette nötronlar.
gellemek. intermediate shaft: Ara şaft veya mil.
interference: 1) Fa. birleştiği noktadaki rölatif fazları intermedate survey: Klâs sürveyörleri veya yetkililer
na bağlı olarak birbirlerini nötrleştiren ses, ışık, vb. i tarafından gemilerde iki yılda bir yapılan denetleme
gibi dalganın veya titreşim akımının karşılıklı etkileş ve muayeneler; ara sürveyi.
mesi. 2) Rady. statik veya istenmeyen yayını boz intermingle: Birbirine karışmak; karışmak; harman ol
mak için üretilen statik, istenmeyen ses sinyalleri vb. mak.
i; parazit. intermission: 1) fasıla; ara, 2) ara verme. 3) faaliyet
interferential: Hz. çarpışmaya ait; çarpışma ile çalı periyotları arasındaki zaman aralığı.
şan. intermit: Bir zaman için stop etmek veya durdurmak
interferometer: Işık yardımıyla dalga boylarını kıyasla (durmak, ara vermek); aralıklarla durmak; aralıklarla
mak, bir tayfın küçük parçalarını analiz etmek ve bir yapılan ya da olan; sürekli olmayan.
yüzeyin düzgünlüğünün sapmasını ölçmek için kulla intermittence: Aralıklı olma durumu veya niteliği.
nılan bir cihaz; interferometre. intermittency: Bkz. intermittence.
interferometer, acoustic: Bir gaz ya da sıvıdaki emi intermittent: Aralıklı olarak durma ve tekrar çalışma;
len ses veya uitra sesleri (ultrasonları) ve hızı ölç duran ve yeniden çalışan.
mek için kullanılan bir cihaz; akustik interferometre. intermittent current: Belirli aralıklarla kesilen fakat
interferometer, optical: Standart ışık dalga boyu ile daima aynı yönde akan bir elektrik akımı.
bilinmeyen dalga boylarını kıyaslamak için kullanı intermittent horsepower: Bir dizel motorunun iyi iş
lan bir cihaz; dar bir tayf bölgesinin analizi için kulla letme koşullarında aralıklı olarak geliştirdiği güç; ara
nılır; optik interferometre. lıklı güç.
interfuse: 1) birlikte karıştırma, harman etme veya eri intermittent lubrication: Sürekli olmayan; basit takat
terek birleştirmek. 2) içinden veya bir maddeden güvenilir olmayan bir yağlama şekli; aralıklı yağla
geçmeye neden olmak. ma.
intergrade: Yavaş yavaş birbirine karışmak. intermittent welding: Aralıklı kaynak; kaynaksız alan
interior: 1) içersinde; içinde. 2) bir ülkenin iç işlerine lar nedeniyle kaynak yapımı sırasında sürekliliğin ke
ait. 3) herhangi bir şeyin iç parçası; özellikle: a) bir sildiği kaynak.
oda veya binanın iç kısmı, b) bir ülke veya bölgenin intermix: Birbirine karıştırmak; harman etmek; karış
iç kısımları. 4) bir binaya da odanın iç görüntüsünün mak.
resmi vb. i 5) içişleri (Bakanlığı). intermixture: 1) karıştırma; karışma. 2) karışım. 3) ilâ
interior angle: 1) iki doğruyu kesen bir başka doğru ve ya da ek.
nun oluşturduğu içteki dört açıdan herhangi biri; iç internal: 1) içe ait; içinde; iç; dahilî.
açı. 2) bir çokgenin komşu iki kenarı arasındaki açı; internal combustion engine: Hava yakıt karışımının
karşıtı; exterior angle. silindirleri içinde veya yanma odasında yakılarak
interior communication: Den. gemilerde türlü yön güç üretilen otomobil, uçak, gemi vb. i yerlerde kul
temlerle (ses ile, kayıt veya belirtme ile) kaynaktan lanılan makine ya da motor; içten yanmalı makine.
bir veya daha fazla noktaya bilginin aktarılması veya internal cleaning: Buh. Kaza. domların (dramların) gi
işaretlenmesi; iç iletişim; iç ulaşım; iç muhabere. riş kapakları acılarak, buhar dramlarından boruların
interior planet: Dünya ile güneş arasındaki herhangi kontrolü ve iç temizliği; dahilî ya da iç temizlik.
bir gezegen ya da planet. internal dial gauge: Silindir çaplarının ölçülmesinde
interlink: Birlikte bağlamak; birbirlerine bağlamak. kullanılan, yatay ve dikey iki bileşen ile mehengir-
interlock: 1) bir arada kilitlemek; bir diğeri ile birleş den oluşan ölçü aleti; iç (çap) mehengiri.
mek. 2) bağımsız olarak işlemeyecek şekilde parça internal diameter: İç çap; Bkz. bore.
ları birleşmek veya birleştirmek. internal efficiency: İç verim; buhar türbinleri için kul
interlocking signals: Birbirlerine bağlı demiryolu sin lanılır.
yalleri; biri alçaldığı zaman, diğerleri tren geçinceye internal energy: Bir maddenin içindeki moleküllerin
kadar değişemez. durumu ve hareketleri nedeniyle sahip olunan yığıl
interlocked: Birbirine geçmiş; kenetlenmiş. mış ısı enerjisi; iç enerji; u ile belirtilir.
intermeddle: Birbirine karışmak. internal friction: Aynı cismin parçaları arasındaki ba
intermediate: Aradaki herhangi bir şey; arasında ğıl harekete direnç; iç direnç; u ile gösterilir.
olan veya vukubulan; ortadaki; orta basınç (silindiri) internal gear pump: Yakıt devrelerinde besleme pom
gibi. pası olarak kullanılan dişli veya viking pompası.
intermediate bearing: Ara yatak. internally: 1) herhangi bir şeyin içi ya da iç tarafına
intermediate bushing: Ara yatak; ara burç. göre. 2) dahilî olarak; içe doğru.
intermediate frequency: Ara frekans, orta dalga. internal medicine: iç hastalıkları; dahiliye; iç organ
intermedate gear: Mak. ara dişli; mutavassıt dişli. lar ve sistemlerin hastalıklarının tanı ve tedavisiyle il-
in t er n a ! po t e n t ia l 296 inulase

gilenen tıp dalı. vam etmeyen. 2) Bota. simetrik olmayan; düzensiz.


internal potential: Bir metalin içindeki serbest elek interrupter: Elekt. bir devreyi açmak ya da kapamak
tronların ortalama elektrik potansiyeli; iç potansiyel. için kullanılan otomatik bir mekanizma; kesme (ka
internal relative efficiency: Bir buhar türbininin iç ve pama) mekanizması.
ideal güçlerinin oranı; iç relatif verim. interruption: kesinti.
internal resistance: Elektromotor kuvvet üreten bir ci intersect: içinden veya enine geçerek iki parçaya
hazın elektriksel direnci; iç direnç veya rezistans. böl mek; ikiye bölmek; enine kesmek; birbirini
internal thread (nut): Bir silindir ya da koninin iç yü kesmek: Yollar demiryolunda kesişir gibi.
zeyindeki bir diş; iç diş. intersection: 1) kesişme. 2) kesişme yeri; özellikle:
internal-thread micrometer: Ölçülecek deliğe sokula a) iki doğru veya yüzeyin kesiştiği nokta, b) iki cad
rak ve ayar somunu döndürülerek iç çap ölçümü ya denin kesiştiği yer; kavşak. 3) Geom. kesişme hattı
pılan hassas bir cihaz; içten dişli mikrometre. veya noktası. 4) Tek. Res. parçalar arasındaki kesiş
internal work: Bir sistem tarafından içi veya parçaları me hattını saptamak için gerekli izdüşüm; ara kesit.
arasında çalışan kuvvetlere karşı yapılan iş; böyle interspace: 1) aralarında boşluk bırakmak; aralık bı
kuvvetler tarafından sistemde yapılan iş; iç iş. rakmak. 2) aralarındaki boşluğu doldurmak.
international: Uluslararası; milletlerarası. interstage: Buh. Türb. kademeler arası; basamaklar
international candle: Uluslararası mum; bir saatte ya arası (kayıp vb.i).
kılan 7,776 gram ve çapı 22,225 mm (7/8") olan is interstage leakage losses: Buh. Türb. basamaklar ve
permeçet mumunun çıkardığı aleve eşit ışık şiddeti ya kademeler arası kaçak kayıpları; Bkz. interstage
birimi. leakage losses: Buh. Türb. buharın diyafram pakin-
international nautical mile: 1852 metreye eşit olan leri veya kanatların tepesinden ve iş yapmaksızın bir
bir uzunluk birimi; uluslararası deniz mili. basamaktan diğerine geçmesi ile oluşan kaçak ka
internodal: 1) düğüm noktasına ait. 2) iki düğüm nok yıpları; kademeler arası kaçak kayıpları; Bkz. inter
tası arasında. stage losses.
interpenetrate: 1) tamamen nüfuz etmek; kaplamak; interstellar: Yıldızlar arası (yıldızlararası uzay gibi).
yayılmak; içinden geçmek. 2) parçalar vb. i arasına interstice: Bir fazın içinde veya partiküller arasındaki
nüfuz etmek. küçük bir boşluk.
interphone: Uçak, tank vb. i aracın personeli arasın intersystem: Sistemler arası.
da iletişimi sağlayan bir telefon sistemi; iç veya dahi intertwine: Birlikte örmek; bir halatın kollan gibi birbi
lî telefon. rine sarılmak.
interplanetary: Astr. 1) gezegenler arası; gezegenler intertwist: Birbirine sarılmak; bükülmek.
le ilgili bölgede; gezegenler bölgesinde. 2) güneş interval: 1) iki şey arasındaki mesafe; aralık. 2) zama
sisteminin içinde, fakat herhangi bir gezegen veya nın, olayların vb. i iki noktası arasındaki zaman süre
güneşin dış tarafında. ci. 3) iki büyüklük, durum vb. i arasındaki farkın bo
interplanetary space: Gezegenler arası veya geze yu.
genler bölgesindeki uzay; gezegenler arası uzay. intervene: 1) arasına gelmek; arasında olmak ya da
interplay: Birbirlerini veya bir diğerini etkileme; birbiri arasında uzanmak. 2) zaman, olaylar vb. inin iki
ne tesir etme; karşılıklı olarak birbirini etkilemek. noktası arasında yeralmak. 2) aracılık yapmak.
interpolate: 1) iki şey arasına veya aralarına (bir şey) into: 1) Mate, a) nadir olarak, çarpma; misli; katı; 7 in
sokmak. 2) Mate, bir terim ara terimler sağlamak. 3) to 3 = 21. b) bölme : 3 into 21 = 7 gibi. 2) dışından
enterpolasyon yapmak. içine doğru. 3) dahiline; içine.
interpolation: 1) Mate, bir terimler serisinde ara teri intra-: içinde, iç tarafında ve içinde bulunan anlamın
mi sağlama veya bulma. 2) Tıp. plâstik cerrahide do da bir önek.
ku transferi yapma. intractile: Dövülemeyen; haddeden çekilemeyen.
interpoles: Doğru akım Jeneratörlerinde ana kutuplar intramolecular: Bir molekül veya moleküller içinde
arasına yerleştirilen, yüksek güçlü jeneratörlerde devam eden veya yer alan.
ana kutup sayısı kadar, küçük jeneratörlerde ise ana intranuclear: Bir atom, hücre vb. inde olduğu gibi,
kutup sayısının yarısı kadar olan küçük kutuplar; yar çekirdeğin içinde.
dımcı kutuplar; fırçalarda kıvılcıma engel olur ve ko- intrasystem: Bligisay. sistem içi.
mütasyona Bkz. commutation yardım ederler ve en- intratelluric: 1) Dünyanın derinliklerinde oluşan, yer
düvi ile daima seri bağlanırlar. leşen veya vukubulan vb. 2) püskürtmeden önce,
interpose: Bir maddeyi diğerinden korumak için iki kayaların kristâlleştiği periyota ait veya onu belirten.
madde arasına bir engel veya katı bir madde koy intrinsic: içsel.
mak: a) radyoaktivite kaynağı ile bir gözlemci arası intrinsic energy: 1) bir bileşikte depolanan veya yığı
na kurşun perde koymak, b) dolgular arasındaki lan, onun oluşum ısısına eşdeğer enerji; iç enerji
kuvveti azaltmak için iki elektrik dolgusu arasına yük Bkz. internal energy. 2) maddî bir sistemin, sadece
sek dielektrik sabiteye sahip bir madde koymak. onun başlangıç ve son durumuna bağlı olan enerji
interradial: Işınlar veya yarıçaplar arasına yerleştiril si. 3) bir maddenin toplam enerjisi; U ile belirtilir. 4)
miş. Bkz. internal energy.
interrecord: Bilgisay. kayıtlar arası. intro-: içinde, içeriye doğru, içe doğru anlamlarında
interrupt: 1) sürekliliğini bozmak; kesmek; engel ol bir önek.
mak; önlemek. 2) geçici olarak durdurmak veya intumesce: Isı ile şişmek, genişlemek, irileşmek veya
stop etmek. kabarcıklar çıkarmak.
interrupted: 1) kesilme ile bozulmuş; kesilmiş; de inulase: inülini levüloza dönüştüren enzim; inulaz.
inulin 297 iodide

inulin: Hidroliz edildiği zaman levüloz veren ve bir


için 650 (K)'dlr.
çok bitkilerin kökünde bulunan beyaz bir polisakka-
invert: 1) başaşağı döndürmek. 2) tam zıttına değiştir
rit.
mek; sıra; durum; yön vb. ini tersine çevirmek. 3)
inurbane: Ham; kaba; parlatılmamış.
Kimy. tersine çevrilmiş.
inutile: Kullanışsız; gereksiz; lüzumsuz; faydasız veya
invertase: Belirli bitki ve hayvanların bağırsaklarında
yararsız.
bulunan ve sükrozu dekstroz ve levüloza dönüştü
inutility: 1) faydasız, lüzumsuz, gereksiz vb. olma ni
ren bir enzim.
teliği; yararsızlık. 2) faydasız insan ya da şey.
inverter: Doğru akımı alternatif akıma dönüştüren bir
inv.: Bkz. 1) invented. 2) inventor.
cihaz; inverter: Gazla dolu bir elektron tüpü gibi.
invacuo: Vakumda; boşlukta; halâda.
invert sugar: Yaklaşık olarak eşit oranlarda dekstroz
invalid: Geçersiz; hükümsüz.
ve levülozdan oluşan ve meyvalarda bulunan veya
invaluable: Çok kıymetli; ölçülebilirden daha büyük
yapay olarak sükrozdan elde edilen bir karışım; tabiî
değere sahip olan; paha biçilmez; kıymetli; çok pa
ve doğal şeker.
halı.
investigation: Gözlem, uygulamalı deneyler ve yazılı
invar: Alçak genleşme katsayısı nedeniyle duyarlı ci
gerçeklerden sonuç çıkararak dikkatli bir çalışma
hazlar yapımında kulanılan ve % 36 nikel kapsayan
yapmak; inceleme; araştırma.
bir çelik alaşımı.
investigator: Araştırmacı; araştırıcı.
invariability: Değişmez olma durumu veya özelliği;
invisibility: Görünmez olma durumu veya niteliği; gö-
değişmezlik.
rünmezlik; görülmezlik.
invariable: Değişken olmayan; değişmeyen; sabit;
invisible: 1) görünmez veya görülmez; görülemez. 2)
şekli değişmeyen
görüntü dışı; seçilmez. 3) görülmek için çok küçük.
invariably: Değişmez bir tarzda; değişmeyen; sabit
4) gizli muhafaza edilen. 5) görülmez olma; görül
olarak; daima.
mez şey.
invariant: Değişmeyen; sabit; Mate, değişmez (sabit)
invisible flame: Yakıtın sabit karbonunun görünmek-
bir nicelik.
sizin yanması sırasında üretilen alev; görünmez ya
invent: 1) düşünüp bulmak; zihinde tasarlamak veya
da görünmeyen alev
imal etmek. 2) düşünüp çıkarmak veya üretmek (ye
invisible ink: Isı, buhar ya da kimyasal bir ayıraç ile
ni bir cihaz, işlem vb. i); ilk defa tasarlama; keşfet
muamele edilmedikçe, kağıt üzerinde görülmeyen
me; Edison'un fonografı keşfetmesi gibi. 3) bulmak;
bir mürekkep; görünmez mürekkep; sympathetic
keşfetmek.
ink şeklinde de kullanılır.
inventer: Bkz. inventor.
involute: 1) helezon ya da spiral şeklinde bobin yap
invention: 1) keşfetme veya keşif. 2) keşfetme gücü;
mak. 2) Geom. involüt: Bir çokgen (poligon) veya
yaratıcılık. 3) keşfedilmiş şey; özellikle: a) düşünü
dairenin çevresine sarılmış gergin bir ip üzerindeki
lüp bulunmuş veya zihnen imal edilmiş, b) deney
bir nokta tarafından çizilen spiral bir eğri; çokgen in-
vb. i ile ilk defa yapılan bir şey; yeni bir cihaz.
volütü, daire involütü gibi.
inventional: Kesife ait veya kesife benzeyen.
involuted: Bkz. involute.
inventor: Keşif yapan kişi; mucit; kaşif; özellikle yeni
involute gear: Dişlerinin profili hemen hemen bir in
bir cihaz, alet, vb. lerini yapan ya da sunan kişi; in
volute benzeyen dişli; involüt dişli; evolvent dişli.
venter şeklinde de kullanılır.
involute gear-cutter: Bir freze tezgâhında dişil çark
inventory: Sayım; depo. kesmek için kullanılan kesici; involüt dişli kesici;
inverse: 1) tersine çevrilmiş; doğrudan zıt. 2) Mate. Evolvent dişli frezesi.
değişkenler arasında biri büyüdüğü zaman diğerinin
involution: 1) Mate, verilen herhangi bir kuvvete ka
azaldığı bir ilişki; ters orantı. 2) tersine çevirmek.
dar bir büyüklüğü yükseltme.
inverse photoelectric effect: Hareketli bir elektronun
io: Bkz.
kinetik enerjisinin radyan enerjiye dönüşümü. ionium.
inverse proportion: Ters orantı. iodate: 1) iyot ile muamele etmek; iyotlamak. 2) iyo-
inverse square law: Bir ışık kaynağı tarafından veri dik asitin bir tuzu; iyodat.
len bir yüzeyin alanının aydınlatılması, ışık kaynağı iodation: iyotlama veya iyotlanmış.
nın mesafesinin karesi ile ters orantılıdır. iodic: 1) iyota ait veya iyot kapsayan. 2) iyotun ne
inversion : 1) tersine çevirme; tersine dönmüş. 2) den olduğu; iyot zehirlenmesi gibi. 3) beş değerli
ter sine çevrilmiş bir şey. 3) Kimy. optik olarak aktif iyotun kimyasal bileşiğine ait ya da onu belirten;
bir maddenin, polarizasyon düzleminde etkisiz, özellikle iyotun oksijen asitine (HI0 3 ) ait veya onu
diğer bir maddeye dönüştüğü kimyasal değişim. 3) belirten; hydrogen iodate (hidrojen iyodat) şeklin
Mate. de de kullanılır.
a) zıt kural veya yöntem kullanılan işlem, b) bir ora nın iodid: Bkz. iodide.
terimlerinin değiştirilmesi. iodide: iyotun, sodyum iyodür'de (Nal) olduğu gibi,
inversion temperature: Verilen bir gazın, Jul-Tom- diğer bir element veya metil iyodürde (CH 3l)'deki gi
son etkisi olmayan sıcaklığı; ters çevirme sıcaklığı; bi bir kök ile yaptığı bir bileşik; iyodür; hidroklorik
bu sıcaklığın altında soğutma etkisi ve üzerinde ısıt asitin bir tuzu (HI).
ma etkisi vardır; helyum için bu sıcaklık 25 (K), azot
iodi n 298 I. P. c y linder

iodin: Bkz. iodine.


oluşur; iyon bağı; iyonik bağ.
iodine: 1) halojenlere ait ve menekşe rengi buharlar
ionic crystal: Elektrostatik kuvvetlerle birlikte tutulan,
çıkararak buharlaşan grimsi siyah kristalli, metalik ol
iyonlardan oluşan katı bir yapı; iyonlara ait kristal.
mayan bir kimyasal element; iyot; antiseptik olarak,
ionic migration: Bir elektrik akımının etkisinde, bir
boya yapımında, fotoğrafçılıkta vb. kullanılır; Simg.
elektrolitte yüktü partiküllerin elektrotlara doğru hare
I; at.ağ. 126,92; at. no. 53. 2) tentürdiyot: Antiseptik
keti.
olarak kullanılır.
ionic radius: Küre biçimindeki bir iyonun yançapı;
iodism: Aşın iyot kullanımı ile oluşan bir hastalık duru
iyonik yarıçap; iyon yariçapı
mu; iyodizm; iyot zehirlenmesi.
ionium: Uranyumun bozunması sonucu oluşan, tor
iodize: iyot veya iyodür ile (yara, fotoğraf levhası vb.
yumun radyoaktif izotopu; iyonyum; Simg. lo; at.ağ.
ini) muamele etmek.
230; at.no. 90.
iodized sait: Küçük bir miktar sodyum ve potasyum
ionization: İyonlaşma veya iyonlaşmış olan; iyonian-
iyodür eklenmiş yemek ya da masa tuzu; iyotlanmış
na ayrılmış.
tuz.
ionization condenser: iyonlarına ayrılmış bir gazın
iodo-: iyot veya iyot bileşiği anlamlarında bir önek.
elektriksel özelliklerini tecrübe etmek için kullanılan
iodoform: İyotun sarımsı, kristalli bir bileşiği; iyodo-
bir cihaz.
form; CHI 3 ; ameliyat giysilerinde antiseptip olarak
ionization current: iyonlarına ayrılmış bir gazda, bir
kullanılır.
elektrik alanı tarafından üretilen akım.
iodol: iyotun kahverengimsi, kristalli bileşiği; iyodol,
ionization energy: Bir nükleer dolgunun çekimine
C 4 HI 4 N; antiseptik vb. için kullanılır.
karşı, bir atomdan bir elektron çıkarmak için gerekli
iodometric: iyodornetri'ye ait; iyodometrik.
enerji; iyonlaşma veya iyonizasyon enerjisi.
iodometry: Hacimsel analitik yöntemlerle iyodun ve
ionization of gases: Gaz atomlarının yüklü partikülle-
ya onunla tepkimeye giren maddenin miktarının sap
re dönüşerek ayrılması; gazların iyonizasyon veya
tanması; iyotun miktarsal saptanması; iyodometri.
iyonlarına aynlması.
iodous: 1) iyota ait; iyot kapsayan. 2) beşten küçük
ionization potential: Bkz. ionization energy.
değerli iyot kapsayan kimyasal bir bileşiğe ait ya da
ionization pressure: Bir gazın iyonlarına ayrılması
onu belirten. 3) iyotun üç değerli olarak içinde bu
lunduğu kuramsal bir asite (HI0 2 ) ait veya onu belir nedeniyle bir gaz deşarj tüpü içinde basınçtaki yük
ten: Sodyum hipoiyodit (NalO) bu asitin bir tuzudur. selme; iyonlaşma basıncı.
ionize: İyonlarına dönüştürmek; iyonlaştırmak; iyonla
iolite: Alüminyum, demir ve magnezyumun mavimsi
ya da eflâtun renkli, kristalli bir bileşiği; kordierît; iyo- rina ayırmak; radyasyon etkisinde katan bir gaz gibi
elektriksel olarak şarj edilmiş veya suda çözünmüş
lit; mücevher olarak kullanılır.
ion: Nötr atom veya atomlar grubu bir ya da birden bir tuz gibi iyonlarına ayrılmak.
fazla elektron kaybettiği veya kazandığı zaman, ionized: 1) elektron kaybederek bir iyona dönüşme.
elektriksel olarak yüklenen (şarj edilen) atom veya 2) elektrolitik olarak iyonlarina ayrılma.
atomlar grubu; iyon; elektron kaybı pozitif şarjlı (kat ionizing radiation: Doğrudan veya dolayiı olarak
yon), elektron kazancı negatif şarjlı iyonları (anyon) iyonlaşmaya muktedir radyasyon; iyonlaştırıcı rad
oluşturur; bu kayıp ve kazanç, kimyasal tepkimeler yasyon.
de, maddedeki X ışınları, morötesi ışınlar ve diğer ion, negative: Negatif yük taşıyan iyon; negatif iyon;
belirli şekillerdeki radyan enerji veya alfa, beta parti- anyon.
külleri, protonlar, nötronlar vb. inin atomlar ve mole ion pair: Radyasyon etkisiyle nötr bir atom veya mole
külleri etkilemesi ile elektronlar bir atomdan diğerine külden oluşan ve aynı şiddette yüklü bir pozitif ve
aktanlır. bir negatif iyon veya elektron; iyon çifti.
ion, amphoteric: Uzun bir zincirin alt uçlarında hem ion, positive: Pozitif yük taşıyan bir iyon; pozitif iyon;
pozitif ve hem de negatif şarja sahip olan iyon; örne katyon.
ğin amino asitlere ait iyonlar. ionogen: iyonlaşan veya iyonlar üretebilen bir mad
ion, aquo: Bir iyonun bir ya da daha fazla su molekü de; iyonojen
lü + ile yaptığı kompleks+ tanecik; örneğin hidronyum, ionogenic: Elektrolitler gibi iyon oluşturan veya sağla
H (H O) veya H 0 yan.
. tonometer: Neşredilen iyonlaşmanın şiddetinin ölçül
2 3
ion beam: Tümü aynı hız ile aynı yönde hareket mesi için kullanılan bir iyonlaşma hücresi; iyonomet-
eden ve elektronlar dışında kalan yüklü veya şarjlı re.
partiküller ışını; iyon ışını. ionone: Menekşeye benzer kokusu ile parfüm yapım
ion, complex: Daha basit iyonlara ayrılabilen bir endüstrisinde kullanılan sıvı aldehit (sitral) ve aseton
iyon; kompleks iyon. dan yapılan renksiz bir sıvı, C 13 H 20 O ; iyonon.
ion exchange: iyon değişimi; katının yapısında önem ionosphere: As/r. iyonosfer; stratosferin çok dışında
li bir değişiklik olmaksızın, bir katı ve bir sıvı arasın uzanan ve ağır olarak iyonize edilmiş ve sürekli ola
da tersinir iyon değişimi: Suyun zeolitle yumuşatıl rak değişen bir dizi katmandan oluşan, yeryüzün
ması gibi. den 104,5 km (65 mil) yükseklikten başlayan, dünya
ion-exchange resin: Bir sıvı ile iyon değiştirebilen ya atmosferinin dış parçası; Bkz. Kennelly Heavyside
pay (sentetik) bir reçine; su yumuşatmada kullanılır; layer.
iyon değiştiricili reçine. iota: Çok küçük bir miktar; zerre.
ionic: İyon veya iyonlara ait veya iyon şeklinde olan. I.P.: Bkz. intermediate pressure.
ionic bond: İyonlar arasında oluşan bir tür kimyasal Î.P. cylinder: Pist. Buh. Mak. üç silindirli veya üç ge
bağ; daha çok metal ve ametal elementler arasında nişlemeli makinelerde ikinci silindir; orta basınç silin-
ir 299 is-
ironstone: Sert demir cevherlerinden herhangi biri.
diri; yüksek basınç silindirinden geien buharı bir mik ironware: Demirden yapılan şeyler; Bkz. hardware.
tar daha genişlettikten sonra alçak basınç silindirine iron wire: Demirden çekilmiş tel; demir tel.
verir. ironwork: Demirden yapılmış eşya veya parçalar; de
ir: Bkz. mir eşya
iridium. ironworker: 1) demir veya demir eşyalar yapan kişi;
IRBM: Intermediate range bailistic missile: Orta me demirci. 2) çelik köprü vb. terinin iskeletini yapan iş
safeli balistik füze. çi; demir işçisi.
iridic: 1) iridyuma ait ya da iridyum kapsayan. 2} irid ironworks: Demirin eritildiği veya ağır demir eşyala
yumun dört değerli olduğu bir kimyasal bileşiğe ait rın yapıldığı yer; izabe atelyesi.
veya onu belirten. irony: Demire ait; demir kapsayan; demire benzeyen.
iridium: Platin cevherinde bulunan beyaz, ağır, kırıl irradiance: Işıldama; ışık saçma.
gan metalik kimyasal bir element; iridyum; platin ala irradiant: İşık saçma; parıldama; ışıldama.
şımları yapımında faydalanılır; alaşımları kalem uçla- irradiate: 1) parlamak veya ışık saçmak; parıldamak;
n, saat yataktan ve bilimsel cihazların yapımlarında ışık çıkarmak. 2) X ışınları, morötesi ışınları, radyum
kullanılır; Simg. İr; at.ağ. 193,1; at.no. 77. veya diğer bazı radyan enerji şekillerinin etkisinde bı
iridosmine: Bkz. osmiridium. rakarak muamele etmek. 3) ışınlar çıkarmak; parla
iris diaphragm: Kamera, mercek vb. terinde metal mak. 4) radyan veya ışık yayan olmak.
levhalarin üst üste bindirilmesi ile oluşan ve bir delik irradiated: Herhangi tür bir radyasyon çıkaran bir
şekli meydana getiren bir cihaz; diyafram; iris diyag maddeyi belirtir; radyasyon çıkaran veya yayan.
ramı. irradiation: Herhangi bir tür radyasyon yayma işlemi.
iron: 1) tüm metallerin en yaygını ve en çok kullanıla irrational: Mate, bir bütün veya bir bütünün bir bölü
nı olan beyaz, dövülebilir, haddeden çekilebilir kim mü olarak ifade edilmeye muktedir olamayan; irras
yasal metalik bir element; demir; Simg.Fe; at.ağ. yonel.
55,85; at.no.26. 2a) demirden yapılan herhangi bir irrecoverable: Kaplanamaz, düzeltilemez; telâfi edile
alet, araç, cihaz vb. b) ütü. 3) Çoğ. demir zincirler. mez veya ele geçirilemez.
4) güç; kuvvet. 5) Arg. küçük bir ateşli silâh; taban irreducible: Azaltılamaz; küçültülemez.
ca. 6) Tıp. demir kapsayan tonik veya diğer preparat- irrefrangible: 1) kınlamaz veya bozulamaz. 2) yansıtı-
lar. 7) demir kapsayan; demire ait. 8) demir gibi; lamaz (ışık ışını).
kuvvetli, dayanıklı. 9) demirle donatmak veya kapla irregular: 1) tesis edilmiş kural, yöntem, kullanım vb.
mak. 10) kızgın ütü ile ütülemek ine uymayan; anormal; alışılmışın dışında. 2) kanun
iron alloy: Türlü metaller ve demirle yapılan halita ve suz; nizamsız. 3) doğru veya düzlem olmayan; si
ya alaşım; demir alaşımı. metrik olmayan; asimetrik; şekil, dizayn, tasarım ve
iron band: Şerit şeklinde ve çoğu zaman rulo halinde ya oran bakımından düzgün olmayan.
demir; şerit demir; lama demir. irregularity: 1) alışılmışın dışında veya intizamsız ol
ironbound: 1) demir ile dayanıklığı çoğaltılmış. 2) ma durumu veya niteliği; nizam ve intizam yokluğu.
sert; ricid; esnek olmayan. 2) Çoğ. düzensiz olan herhangi bir şey.
ironclad: 1) demirle kaplanmış. 2) değişme veya kırıl irregular polygon: Geom. Tek. Res. düzgün olmayan
ması zor; bozulmaz. 3) kalın zırhlı levhalarla kaplı sa çokgen veya çok kenarlı; irregüler poligon veya çok
vaş gemisi (19.yüzyıl deyimi). gen.
iron core: 1) endüksiyon bobini, zil vb. i elektrikli ci irrelative: 1) ilgisi olmayan; ilgisiz; ilişkisi olmayan;
hazların yumuşak demirden yapılan göbeği; demir ilişkisiz. 2) konu veya mevzu dışı.
göbek. 2) yumuşak demirden elektromıknatıs çubu irresoluble: 1) çözülemez; çözümlenemez; eritile-
ğu. mez. 2) giderilemez.
iron fillings: Mıknatıslanma veya manyetizmayı kanıt irresovabie: 1) eleman veya parçalarına ayrilamaz.
lamak için kullanılan çok ince demir tozları. 2) çözümlenemez.
iron foundry: Demirhane; dökümhane. irrespirable: Solunum için uygun olmayan; solunula-
iron, galvanized: Bkz. galvanized iron. maz; teneffüs edilemez.
iron horse: 1) lokomotif. 2) bisiklet veya trisiklet (üç irreversibility: Term, tersinir olmama durumu veya ni
lekerli bisiklet.). teliği; tersinirsizlik.
iron losses: Bir transformatör, elektrik makinesi, en irreversible: 1) ters çevrilemez; özellikle: a) içi dışına
düksiyon bobini vb. inin demir göbeğinden kaynak çıkarılamaz, geriye doğru çalışamaz vb. 2) tersinir ol
lanan ve ısı şeklinde açığa çıkan kayıplar; demir ka mayan (çevrim, saykıl vb. i).
yıpları. irreversible adiabatic: Term, kaynak ile çalışma mad
iron master: Demir yapımcısı; demir imalâtçısı. desi arasında ısı alışverişi olmayan ve sıvının kendi
iron mold: Demir tozu veya mürekkep ile kumaşa ya hareketi nedeniyle çalışma maddesinde ısı oluşan;
pılan kahverengi boya. tersinir olmayan adyabatik.
iron ore: Hematit, limonit, manyetit, sıderit, takonit irreversible cycle: Term, içten yanmalı makinelerin
vb. i gibi demir cevherlerinden herhangi biri; demir çevrimleri gibi, tersinir olmayan çevrim.
cevheri. irreversible deformation: Tersinir veya geriye dönü
iron plate: Bkz. iron sheet. şü olmayan deformasyon veya bozunma; kalıcı bo-
iron pyrite: Sarı, altın renkli, küpsel bir mineral; de zunma; sürekli veya devamlı deformasyon; plâstik
mir pirit; aptal altını; demir disülfür, FeS2; Bkz. pyri şekil değiştirme ya da akma.
te. is-: Bkz. îso-.
iron sheet: Levha halinde demir; saç; demir levha.
ironsmith: Demirci; demir işçisi.
isacusti c 300 isol ogou s

isacustic: Sesin şiddetine ait veya sesin eşit şiddeti


isochronize: Eşit zaman aralığında yapmak.
ile ilgili.
isochronous: Bkz. isochronal.
isallobar: Meteo. bir hava haritasında verilen bir peri
isochronous: Amplitüt periyotu bağımsız olan titre
yotta, eşit barometrik basınç değişimine sahip olan
şim ya da vibrasyon için söylenir.
yerleri birleştiren bir hat veya çizgi.
isochronous governing: O/z. Mot. makinenin tüm
isatin: Çivit ya da indigonun oksitlenmesi ile üretilen
yüklerinde sabit hız sürdürme; sadece özel dengele
ve boya yapımında kullanılan, kırmızımsı turuncu,
me cihazlı hidrolik regülâtörlerle elde edilir.
kristalli bir bileşik; isatin, C 8 H 5 NO 2 .
isoclinal: 1) eşit eğime ait. 2) dünya yüzeyinde eşit
isatine: Bkz. isatin.
manyetik meyile sahip olan noktaları gösteren veya
isentropic: Entropi değişikliği veya ısı alışverişi olmak
birleştiren. 3) Jeol. aynı yöne meyleden.
sızın oluşan ya da meydana gelen; izantropik; adya-
batik Bkz. adiabatic Bkz. reversible adiabatic. isoclinic: Bkz. Isoclinical.
isoclinic line: Manyetik meyilin aynı olduğu Dünya
isentropic compression: Term. ısı alışverişi veya ısı
yüzeyindeki noktalardan çizilen düşse! hat, çizgi ve
transferi olmaksızın sıkıştırma, adyabatic sıkıştırma;
k ya doğru.
isantropik sıkıştırma; pV = C ifadesi ile belirtilir.
isocosm: Dünya yüzeyinde eşit kozmik ışın şiddeti ve
isentropic efficiency: Adyabatik veya izantropik işin
ya yoğunluğu hattı.
gerçek endike işe oranı; İzantropik verim; adyabatik
isocyanin: Bkz. isocyanine.
verim; sıkıştırma verimi.
isocyanine: Fotoğraf film ve levhalarını hassaslaştır-
isentropic expansion: Term. ısı alışverişi veya ısı
mak için kullanılan kinolin boyalar grubunun herhan
transferi olmaksızın genişleme; adyabatik genişle
k gi biri.
me; izantropik genişleme; pv = C ile belirtilir.
isodiametric: Eşit çaplara sahip olan.
isentropic process: Bkz. adiabatic process.
isodimorphism: İki dimorf maddenin iki şekli arasın
isinglass: Mika. özellikle ince katmanlar şeklinde mi
daki kristal yapısının benzerliği.
ka
. isodrom: Sabit hızlı (regülâtör, hidrolik regülâtör).
isodromic governor: Sabit hızlı regülâtör; Bkz. isod
ISM: International Safety Management: Uluslararası
rom.
Güvenlik Yönetimi.
isodynamic: 1) eşit kuvvete ait; eşit kuvvete sahip
ISO: International Standart Organization: Uluslara
rası Standart Örgütü. olan. 2) dünyanın yüzeyinde eşit manyetik şiddete
sahip olan noktaları gösteren veya onları birleştiren.
iso-: Eşit, benzer, eşdeğer anlamlarında bir önek.
iso-amylınitrate: Bkz. amylnitrate. isodynamical: Bkz. isodynamic.
isodynamic line: Dünyanın manyetik alanının yatay
isobar: 1) verilen bir zaman ya da periyotta, bir harita
şiddetinin eşit olduğu Dünya yüzeyindeki tüm nokta
üzerinde eşit barometrik basınca sahip olan noktala
ları birleştiren hat.
rı birleştiren hat; izobar; sabit basınç (hattı, eğrisi).
2) aynı atom ağırlığına (kütle sayısına) sahip, fakat isoelectric: Eşit elektrik potansiyeline sahip olan.
farklı atom sayıları ve farklı kimyasal elementleri be isoelectronic: Çekirdek dışında aynı sayıda elektron
lirten bir atomun iki veya daha fazla şeklinden her lara sahip olan.
hangi biri. isoenergic: İç enerjisi sabit kalarak oluşan veya mey
dana gelen.
isobaric: İzobarlara ait; izobarlara sahip olan. 2) eşit
isogeotherm: Dünya yüzeyi altında bulunan ve aynı
barometrik basınca sahip olan veya eşit basınç gös
ortalama sıcaklığa sahip olan noktaları birleştiren
teren; izobarik; basınç değişikliği olmaksızın oluşan.
düşsel (hayalî) hat ya da düzlem; izojeoterm.
isobaric isotope: Aynı atom ağırlığı (veya kütle sayı
sı) ve atom numarasına sahip, fakat radyoaktif bo- isogeothermal: izojeoterm tabiatı veya doğasında
zunmalarının tabiatı nedeniyle, farklı kimyasal ele olan; izojeotermal.
mentleri belirten radyoaktif atomların İki veya daha isogeothermic: Bkz. isogeothermal.
fazla şeklinden herhangi biri; bu tür izotoplar yapay isogon: Tüm açıları eşit olan çokgen; izogon; düz
olarak üretilir; Bkz. isotop, Isobar. gün çokgen.
isogonal: Eşit açılara sahip olan; izogonal; Bkz. iso-
isobaric process: Bkz. constant pressure process.
gonic.
isobar surface: Eşit atmosferik basınçlı yüzey; izobar
yüzey. isogonic: 1) eşit açılara ait; eşit açıları olan. 2) Dün
ya yüzeyinde aynı manyetik meyile sahip noktaları
isocheimal: 1) sabit sıcaklıklara sahip olan; sabit sı
gösteren veya birleştiren.
caklıklara ait. 2) aynı kış ortalama sıcaklığı gösteren.
isochor (isochore): 1) Term, sabit hacim; Mot. a) isolable: Tecrit edilebilir.
benzin motorlarının kuramsal diyagramlarında yan isolate: 1) diğerlerinden ayırmak; tecrit etmek. 2) Tıp.
mayı belirten sabit hacim doğrusu, b) dizel motorla belirli bir bakterinin saf kültürünü yetiştirmek, 3)
rında yanmanın ilk kademesi olan doğru. 2) bir şe Kimy. bir bileşik veya karışımdan (bir element veya
yin hacmi sabit kaldığı halde basınç ve sıcaklığında bileşiği) saf şekilde ayırmak. 4) Tıp. enfeksiyonun
ki paralel değişimleri gösteren grafik üzerindeki bir yayılmasını önlemek için (hastalığı bulaşıcı olan kişi
hal, çizgi veya doğru. yi) diğerlerinden ayrı yerleştirmek; karantinaya al
isochoric: Sabit hacime alt; izokorik; Bkz. isochor. mak; izole etmek.
isochromatic: 1) Opt. aynı renge sahip olan. 2) Foto. isolation: Tecrit etme veya tecrit edilmiş olan; diğerle
ortokromatik. rinden ayırma; yalıtma; yalıtım.
isochronal: 1) eşit zaman boyunda. 2) eşit zaman isolation paper: izolasyon ya da tecrit kağıdı.
aralıklarında vukubulan, meydana gelen veya olu isolator: İzole eden; yalıtan; yalıtıcı; tecrit.edici.
şan. isologous: 1) Kimy. çoğu zaman aynı periyodik gru
isochronism: Eşit zaman boyunda olma özelliği, du ba ait veya aynı değerde farklı atomlar kapsayan fa
rumu veya gerçeği. kat benzer yapıda olan iki veya daha fazla kimyasal
isolux 301 isothermal process
lu, doymamış alifatik ailesinden, insan sağlığı için za
bileşikten herhangi birine ait veya onu belirten. 2) rarlı sıvı bir karbonlu hidrojen; Simg.C 5 H8 ; d.n.-
bu bileşiklerden oluşan bir diziye ait veya onu belir 146°C; suda çözünmez; 20°/4°C'de öz.ağ. 0,681;
ten. k.n. 34,08°C; 20°C'de viskozitesi 0,216 cP; ge
isolux: Eşit ışık şiddeti yüzeyi veya eğrisi; izoiüks. milerde, kaynama noktasını geçmeyecek şekilde
isomagnetic: 1) manyetik kuvvetin eşitliğine ait. 2) çevre sıcaklığı ve atmosfer basıncında taşınır; sod
bir haritadaki hatlar (çizgiler) gibi, dünya yüzeyinde yum ile ısıtıldığı zaman doğal kauçuğa çok benze
ki aynı manyetik şiddete veya yoğunluğa sahip olan yen bir madde oluşturacak şekilde polimerleşlr.
noktaları birleştiren veya gösteren; izomanyetik; izo- isopropyl: Tek değerli propil kökünün (C 3 H 7 ) izome
manyetik çizgi (hat). ri olan tek değerli bir radikal ya da kök; izopropil,
isomagnetic line: Bkz. isomagnetic. (CH 3 )2 CH.
isomer: Ağırlıksal olarak aynı oranda aynı kısmî ele îsopyre: Demir veya diğer yabancı maddeler kapsa
mentlere sahip olan, fakat moleküllerinin yapısında yan bir tür opal.
ki değişiklik nedeniyle farklı kimyasal ve fiziksel özel isosceles: iki yanal kenarı birbirine eşit olan üçgeni
liklere sahip iki veya daha fazla kimyasal bileşikten veya ikizkenar üçgeni belirtir.
herhangi biri; izomer. isosceles trapezoid: Geom. paralel olmayan kenarla
isomeric: izomerizme ait veya izomerizm belirten. rı birbirine eşit olan yamuk; ikizkenar yamuk.
isomerism: izomerlerin ilişkisi durumu. isosceles triangle: ikizkenar üçgen; tabanı dışındaki
isomerization: Moleküler formülünü değiştirmeksizin iki kenarı birbirine eşit olan üçgen.
bir karbonlu hidrojen molekülündeki atomların göre isoseismal: 1) zelzele şokunun eşit şiddetine ait. 2)
li durumlarını değiştirme; izomerizasyon; izomerleş- Dünya yüzeyindeki bu tür yoğunluk noktalarını bir
tirme. leştiren veya gösteren. 3) izosismal; izosismal çizgi
isomerous: 1) aynı sayıda parçalar, işaretler vb. ine ya da hat.
sahip olan, 2) izomerik. isoseismic: Bkz. isoseismal.
isometric: 1) ölçü bakımından eşit olan, ölçüsü eşit isostatic: 1) her tarafında eşit basınç durumu belirten
olana ait veya eşit ölçü gösteren. 2) birbirine dik açı ya da gösteren; izostatik. 2) hidrostatik denge.
da üç eşit eksene sahip şekildeki bir kristali belirten. isoteniscope: Bir U tüpündeki sıvı seviyesinin değişi
3) Term, sabit hacimde basınç veya sıcaklık değişim mini saptayarak buhar basıncının ölçümünde kullanı
lerini belirten bir çizgi. lan bir cihaz; izotenlskop.
isometrical: Bkz. isometric. isotherm: 1) Term, sabit sıcaklıkta hacim ya da ba
isometric drawing: Üç boyutu, perspektif yerine ger sınç değişimlerini belirten bir eğri veya hat. 2) dün
çek ölçülerde gösterilen leknlk resim veya harita; ya yüzeyinde aynı ortalama sıcaklık veya verilen bir
izometrik resim. zamanda eşit sıcaklığa sahip noktaları bir harita üze
isometric process: Bkz. constant volume process. rinde birleştiren çizgi; izoterm. 3) Term. Karno, Otto
isometric projection: Tek. Res. üç boyutu, perspektif vb. i kuramsal çevrimlerde genişleme veya sıkıştır
yerine gerçek ölçülerde gösterilen bir izdüşüm şekli; mayı belirten ve pV = C ile belirtilen eğri; izoterm
izometrik projeksiyon veya izdüşüm. eğrisi; izoterm.
isometry: 1) ölçü eşitiiği. 2) Çoğ. deniz düzeyinden isothermal: 1) sabit sıcaklık belirten veya sabit sıcaklı
eşit yükseklik; izometri; rakım ya da yükseltide eşit ğa ait. 2) sabit sıcaklıkta hacim veya basinç değişim
lik. lerine ait veya bu değişimleri belirten; izotermal. 3)
isomorph: Diğeri veya diğerleri ile eş biçimli veya izo izoterm veya izotermlere ait; izoterm.
morfik bir madde veya organizma: izomorf. isothermal atmosphere: Sıcaklığın yükselti ile değiş
isomorphic: 1) benzer veya eşit yapı ya da görünü mediği atmosfer bölgesi; stratosfer; izotermal atmos
me sahip olan; izomorfik. 2) S/o,, Mine. izomorfizm fer.
gösterme; Bkz. isornorphous. isothermal change: Sabit sıcaklıkta oluşan değişim;
isomorphism: 1) Kimy., Mine. benzer yapıdaki mad izotermal değişim; sabit sıcaklıkta değişim; sabit sı
delerin kristal şekillerindeki yakın benzerlik veya eşit caklıkta sıkıştırma ya da genişleme.
lik. 2) Bio. farklı tür veya ırklardaki organizmaların isothermal compression: Verilen bir gaz kütlesinin
yapı veya görünümlerindeki benzerlik; izomorfizm. sıcaklığı değişmeksizin sıkıştırılması; izotermik sıkış
îsornorphous: Çok yakın veya benzer şekilde kristal tırma; sabit sıcaklıkta sıkıştırma.
leşen bileşiklere ait veya onları belirten; İzomorfik. isothermal condition: Bkz. isothermal process.
isooctane: Sıv. Yük. izooktan, 2,2-4-trimetilpentan; ya isothermal efficiency: Pistonlu bir kompresörde sa
nıcı, yangın tehlikesi oları, insan sağlığı için zararlı bit sıcaklıktaki işin endike işe oranı; izotermal verim;
ve renksiz bir sıvı; Simg. (CH 3 ),CCH 2 CH(CH 3 )2 ; sıkıştırma verimi şeklinde'de kullanılır.
20°/4°C'de öz.ağ. 0,6919; " k.n, 99,2°C; isothermal expansion: Verilen bir gaz kütlesinin sı
d.n.-107,4°C; suda çözünmez; alkol ve esterde hafif caklığı değişmeksizin genişlemesi; izotermik genişle
çe çözünür; kendiliğinden parlama noktası 417,8°c me; sabit sıcaklıkta genişleme.
(784°F); organik sentezlerde, motor yakıtı, çözücü isothermal horsepower: Kompresör silindirlerine gi
(solvent) olarak ve normal heptan ile karıştırılarak riş basınç ve sıcaklığında emilen havanın izotermik
benzinin oktan sayısının saptanmasında kullanılır. olarak sıkıştırılması için gerekli kuramsal beygirgü-
isopiestic: Eşit basınç gösteren; bir izobar. cü; izotermik beygirgücü.
isoprene (inhibited): Sıv. Yük. izopren; 3-metil-1,3 isothermally: Sabit sıcaklıkta; izotermik olarak.
bütadiyen; 2,metil-1,3 bütadiyen, 2-metiibütadi- yen- isothermal process: Bir gaz kütlesinin sıcaklığı sabit
1,3; ham kauçuğun kuru damıtılması ile veya tutularak sıkıştırılması veya genişletilmesi; sabit sı-
sentetik olarak hazırlanan renksiz, uçucu, kötü koku
isotone 302 ivory black

caklık islemi.
isotopic. izotopa ait; izotop tabiatında olan.
isotone: Genel olarak aynı sayıda nötronu, fakat fark
lı sayıda protonu kapsayan herhangi bir atom; izo- isotopic weight: Bkz. mass number.
ton. isotopy: İzotopların ilişkisi veya durumu.
isotonic: 1) eşit gerilmeye ait. 2) aynı geçişmen; oz- isotron: iyonlarını elektriksel olarak ayıklayıp izotopla
motik basınca sahip olan; özellikle kan ile aynı oz- rı ayıran bir cihaz; izotron.
motik basınca sahip olan ve dolaşım sistemine zerk isotropic: Ölçüm yönü bakımından aynı olan iletken
edildiği zaman kırmızı kürecikleri veya alyuvarları lik, esneklik vb. i gibi fiziksel özelliklere sahip olan;
tahrip etmeyen bir tuz çözeltisine ait veya onu belir izotropik.
ten; izotonik. isotropous: Bkz, isotropic.
isotoniciiy: İzotonik olma niteliği; iztoniklik. isotrapy: İzotropik olma durumu veya niteliği.
isotope: Bir elementin, eşit atom sayısı ve aynı veya item: Madde; öğe; kalem.
daha çok yakın özelliklere, fakat farklı atom ağırlıkla ivory black: Yanmış fildişinden hazırlanan parlak si
rına (veya kütle numaralarina) sahip olan iki veya yah bir pigment veya boya; fildişi siyahı.
daha fazla şeklinden herhangi biri; izotop: U 235, U
238 ve U 239 uranyumun üç izotopudur.
J, j
J; Bkz. Joule.
döndürmek; Gem. Mak. tornaçark etmek.
jack: 1) denizci; gemici. 2) çizme çekeceği. 3) ağır
jacking device: Buh. Türb. rotorşaft yatağının selini
bir cismi kısa bir mesafeye kaldırmak veya hareket
rahat ve kolayca çıkarabilmek amacıyla jurnali kü
ettirmek için kullanılan türlü makinelerden biri: Kri
çük bir miktar kaldırmak için kullanılan bir cihaz;
ko, hidrolik kriko, oto krikosu, kriko vida vb, i. 4) ay
şaft kaldırma cihazı.
dınlatmada kullanılan yakıtın kabı. 5) Den. işaret ve
milliyeti göstermek için gemilerin baş taraflarında jacking gear: Mak. makine krank mili veya rotorşaftı-
dalgalanan küçük bayrak; milli bayrak. 6) elektrik nı çok ağır devirle döndürmek için kullanılan bir do
akımı almak amacıyla fiş takılan yer; priz. 7) kriko ile nanım; bir elektrik motorunun miline bağlı bir son
kaldırmak veya hareket ettirmek. suz dişli ile volanın çevresindeki dişliden oluşur; tor
naçark donanımı; shaft turning gear biçiminde de
jackhammer: Mak. basınçlı hava ile çalıştırılan kaya
kullanılır.
delgi tabancası.
jacking gear engaged: Gem. Mak. tornagir
jack, hydraulic: Bkz. hydraulic jack.
makinesi devreye bağlı veya devrede; tornagir
jacket: 1) Mot. soğutma suyu dolaştınlan ve silindir makineye bağ lı.
ya da silindir gömleği ile blok arasındaki kısım; silin
jacking gear in: Gem. Mak. tornagir
dir ceketi; soğutma ceketi. 2) buhar borusu, buhar devrede.
kazanı vb. inin yalıtılmış keys veya dış mahfazası. 4)
bir merminin metal kaplı kısmı. 4) Buh. Mak. Bkz. jacking gear out: Gem. Mak. tornagir devrede
değil.
steam jacket.
jackknife: 1) büyük çakı. 2) suya dalmadan hemen
jacket cooling: Mot. Ceket soğutma; motorlarda blok
önce bir sporcunun bacaklarını düz tutarak ve elleri
ile silindir gömleği arasındaki cekette dolaştırılan su
ile bacaklarına dokunması şeklindeki dalma duru
ile soğutma.
mu; ceknayf. 3) çakı ile kesmek veya bıçaklamak.
jacket, cylinder: Bkz. cylinder jacket.
jack-lift truck: Krikolu araba veya kamyon.
jacket, steam: Bkz. steam jacket.
jack-o-iantern: 1) geceleri bataklıklar üzerinde görü
jacket, water: Mot. silindirlerin dış yüzü ile silindir len hareketli, anlaşılması zor ışık. 2) içi oyulmuş ka
blok arasında bulunan ve soğutma amacıyla su do baktan yapılan ve insan yüzüne benzeyen fener.
laştırılan hacim; su ceketi.
jackplane: Tahtaları tesviye etmek, düzeltmek vb. i
jacket water: Mot. silindir ceketlerinde soğutma ama için kullanılan bir alet; marangoz rendesi.
cıyla kullanılan, nadir olarak deniz suyu, çoğunlukla
jackscrew: 1) bir vidayı çevirerek çalıştırılan ve ağır
içilebilen herhangi bir su; ceket suyu.
şeyleri kısa bir mesafeye kaldırmak için kullanılan
jacking: Makineyi ısıtmak, denetlemek vb. i amaçlar basit bir makine; kriko. 2) Buh. Türb. keyslerin kaldı
la ve bir elektrik motoru, buhar makinesi vb. i ile rılması sırasında alt keyse bağlanan, vira edildiğin
de, iki keys parçası arasındaki vakumun bozulması
nı sağlayan ve böylelikle üst keysln kaldırılmasına
jacksta y 304 je t - p ro p elle
d

yardım eden vida ya da vidalar; kriko vida; kriko cı


mak, itmek, dürtmek veya fırlatmak. 2) anî ve keskin
vata.
olarak hareket etmek. 3) anî olarak çekip koparmak;
jackstay: 1) gemi serenleri boyunca uzanan ve yel seğirmek. 4) anî ve acele hareket etmek; çabuk çek
kenlerin bağlanmasına yarayan bir ip. 2) gemi direği me, salınım yapma, itme vb. i. 5) anî ve bilinçsiz kas
üzerinde aşağı yukarı hareket eden, üzerinde seren hareketi; tik.
lerin hareket ettiği halat veya çubuk.
jerk-pump: D/z, Mor. hidrolik püskürtme sisteminde
jack-tar: Gemici; denizci. kullanılan yakıt püskürtme (Bosch) pompası; yakıtı
Jacop's ladder: Den. şeytan çarmıhı; tahta basamak basarken çıkardığı ses nedeniyle bu isim verilmiştir;
lı ip merdiven. Gem. Mak. cörk pamp.
jade: 1) çoğu zaman yeşil ya da beyaz renklerde ye jerk-pump system: Diz. Mot. bir yakıt püskürtme
şim veya nefritten biri olan sert bir süs taşı; yeşim. pompası (cerk pamp) ve enjektörden oluşan sistem;
2) bu taşın yeşil rengi. 3) yeşimden yapılmış. 4) ye cerk pamp sistemi; hidrolik püskürtme sistemi.
şim gibi yeşil. jerrycan: Yaklaşık 20 litre kapasiteli, metalden yapıl
jadeite: Çoğu zaman yeşil veya beyaz oları sert, sağ mış benzin ya da yağ kabı; ceriken.
lam ve yarı saydam kompleks bir silikat; gerçek ye jet: 1) anî olarak bir huzme ya da ışın demeti gibi çı
şim. kan, fışkıran su ya da diğer bir sıvının akımı. 2) bir
jam: 1) sınırlı bir hacime sıkıştırmak. 2) ezmek; kır gazın benzer fışkırması. 3) su, diğer bir sıvı veya
mak; sıkmak. 3) itmek; dürtmek; sıkıştırmak. 4) sıkış gaz akımı çıkarmak için kullanılan bir fıskiye, nozul
tırarak ya da ezerek (bir geçidi) doldurmak veya tıka veya meme. 4) jet pervanesi ile yürütülen bir uçak;
mak. 5) hareket edemeyecek şekilde sıkıştırılmaya jet (air) plane biçiminde de kullanılır. 5) Benz, Mot.
neden olmak. 6) Rady. diğerlerine aynı dalga boyun karbüratör memesi.
da (sinyal ve yayınlar) göndererek yayını anlaşılmaz jet: 1) kömüre benzeyen sert, siyah bir mineral; bir
yapmak ya da bozmak. 7a) sıkışmak veya hareket tür linyit; kara kehribar; Oltu taşı; parlatıldığı zaman
siz kalmak, b) parçalarının sıkışması nedeniyle çalış mücevher olarak kullanılır. 2) parlak siyah. 3) kara
mamak veya çalışmaz olmak. kehribar veya Oltu taşından yapılmış. 4) kara kehri
jamming relay: Elekt. Yüksek, aşırı yük durumunda bar gibi siyah.
motor endüvisi iie seri durumda bir direnci araya so jet ll: Jet makinelerinde kullanılan bir dizi sentetik ya
karak, endüvi akımını güvenli bir değere kadar azal kıtın ticarî adı.
tan ve aşırı yük ilkesi ile çalışan bir röle.
jet black: Kara kehribar gibi parlak siyah.
jam nut: Sıkıştırma somunu.
jet burner: Üzerinde çok sayıda delik bulunan hava
jargon: Zirkonun renksiz veya dumanlı türü; jargoon gazı borusu.
biçiminde de yazılır.
jet condenser: Yoğuşturulacak egzoz buharı ile so
jargoon; Bkz. jargon. ğutma suyunun birbirlerine karıştırıldığı yoğuşturu-
jarosite: Sulu potasyum ve demir silikat; sarı renkli cu; açık kondenser; jet kondenser; suyu tatlı olan
bir mineral; jarosit. göllerde çalıştırılan buharlı gemilerde kullanılır.
jasper: 1) çoğu zaman kuvarsın kırmızımsı, sarı veya jet engine: Jet propulsiyonu sağlamak üzere uçaklar
kahverengi, mat bir türü. 2) yeşil renkli bir süs taşı; da kullanılan bir makine; jet makinesi; makinenin
yeşim. baş tarafından emilen hava radyal bir kompresörde
javel (or javel water): Sodyum hipokloritin (NaOCI) sıkıştırılır ve yanma odasına verilir, yanma odasında
sudaki çözeltisi; Javel suyu; beyazlatma maddesi ve yakılan sıvı yakıtların oluşturduğu büyük miktardaki
dezenfektan olarak kullanılır. gazlar bir türbinden geçer ve makinenin ardındaki
jaw: Mengene veya İngiliz anahtarının bir şeyi tutmak bir ya da birkaç nozuldan büyük bir hızla firar eder.
için kapanan ya da açılan, iki mekanik parçasından jet exit nozzle: Roket makinelerinde gazların büyük
herhangi biri; mengene vb. i çenesi. bir hızla çıktığı meme; jet çıkış memesi ya da nozu-
jeep: 1) dört tekerlekli, 1/4 ton kapasiteli, küçük, da lu.
yanıklı bir otomotif aracı; ilk defa. 2. Dünya Savaşı'n- jet exit velocity: Roket makinelerinde gazların çıkış
da Amerikan ordusunda kullanıldı; peep biçiminde nozulunda (memesinde) kazandıkları hız; jet çıkış hı
de kullanılır. 2) sivillerin bindiği benzer bir taşıt ara zı.
cı. 3) bir çok askeri birimde keşif veya komutan ara jet fuels: Jet makineleri için gaz yağına veya lâmba
cı olarak kullanılan 3/4 ton kapasiteli bir motorlu petrolüne benzeyen, çoğu zaman ham petrol ürünü
araç. oları yakıtlar; jet yakıtları; farklı özellik ve yapıda
jenny: Çok sayıda iğleri olan eğirme makinesi; çıkrık. olup JP-1, JP-4, JP-5 vb. i türleri vardır.
jenny caliper: Bkz. hermaphrodite caliper. jet heater: Isıtılacak besi suyu ile ısıtıcı buharın birbir
jeopard: Bkz. to jeopardize. lerine karıştırıldıkları ısıtıcı; açık ısıtıcı; jet hiyter.
jeopardize: Kayıp, hasar veya bozulma tehlikesine at jet motor: Bkz. jet engine.
mak; tehlikeye atmak; rizikoya sokmak. jet plane: Jet makinesi veya motoru ile yürütülen
jeopardy: Risk: riziko; tehlike. uçak; tepkili uçak veya jet uçağı.
jerk: 1) anî ve keskin hareketle çekmek, salınım yap jet-propelled: Jet motoru ile çalıştırılan veya yürütü
len.
je t p ro pulsio n 305 J osh i e ff ec t

6) Rady. osilasyon transformatörü.


jet propulsion: Gazların yüksek basınç altında arka jiggle: Çabuk, yavaş sarsıntılı olarak hareket etmek;
daki nozul ya da memeden çıkarılması ile uçak, tek hafif hafif salınmak veya salınım yapmak; sarsıntılı
ne ve füzelerin hareket ettirilmesi yöntemi. hareket.
jet pump: Sıvı, gaz ya da buharın statik enerjisini ki jigsaw: Dar ağızlı, metal bir çerçeveye yerleştirilmiş
netik enerjiye dönüştüren veya bunun tersini yapan, makineli bir testere; dikey testere; jig saw şeklinde
hareketli parçası olmayan, çoğu zaman akışkanın hı de kullanılır.
zını çoğaltan bir pompa; jet pamp; jet pompası veya
jitney: 1) belirli bir güzergâhı izleyen, yolcuları küçük
tulumbası.
bir ücretle taşıyan, otobüs, troleybüs vb. i. 2) beş
jetsam: 1) Den. tehlikedeki bir gemiyi hafifletmek için sentlik (ABD) madenî para.
bordadan atılan yükün bir parçası. 2) karaya sürükle
jitter: Titreşme.
nen bu tür yük. 3) ıskarta şeyler,
joggle: 1) tahta, taş vb. inden yapılmış iki yüzey ara
jet stream: 1) Meteo. kutupların çevresinde ve 3048-
sında, bir tarafa oyuk diğer tarafa çıkıntı yapılarak
15 240 m (10000-50000 fit) yükseklikleri arasın da,
oluşturulan bağlantı geçme. 2) bu geçmenin diş ya
çoğu zaman batıdan doğuya doğru esen, hızı yaklaşık
da çıkıntısı; lâmba. 3) geçmelerle bağlamak veya bir
322-483 km/h (200-300 mil/saat) olan çok kuvvetli bir
leştirmek; geçme ile tutturmak.
rüzgâr akımı. 2) bir jet uçağı, roket vb. inin gerisinde
iz biçiminde bırakılan egzoz akımı. join: 1) tek ve farklı bir şey yapmak için iki ya da da
ha fazla şeyi bir araya getirmek; birleşmek: a) bir
jettison: 1) bir tehlike durumunda gemi, uçak vb. ini
metan molekülü yapmak için bir karbon atomu ile
hafifletmek için bordadan atılan yük. 2) Bkz. jetsam.
dört hidrojen atomunu birleştirmek, b) iki parça de
3) bordadan (mal) atmak.
mir, kaynakla birleştirilerek tek parça haline getirile
jetty: 1) akıntıları önlemek; liman ya da rıhtımın ucu bilir. 2) tek olmak; birleşmek. 3) Geom. bir doğru ya
nu korumak için suda inşa edilen bir tür duvar; dal da eğri ile birleşmek.
gakıran; mendirek. 2) iniş merdiveni.
join: İki şeyin birbirleri ile birleştikleri yer.
Jet-X: Yolcu uçaklarında kullanılan koruyucu yangın
joiner: 1) birleştiren şey ya da kişi. 2) kapı, merdiven
köpüğü; sulu köpük maddesi, protein hidrolizat ile vb. i gibi iç yapıları yapan veya bitiren kişi; maran
kuvvetlendirilmiş % 2,5 deterjan türü alkil sülfonattır goz.
(Ticarî bir marka).
joinery: 1) marangoz ya da doğramacının işi, ticareti
jib: Bir kreyn veya vincin yükü kaldıran ve indiren ko
veya hüneri; marangozluk; doğramacılık. 2) bir ma
lu ya da dikmesi; bumba.
rangoz tarafından yapılan şeyler.
jib: ileri gitmek yerine geriye veya yanlara hareket et
joint: 1) iki şey ya da parçayı birleştiren yer veya kı
mek. sım. 2) böyle bir kısım ile iki şeyin birleşmesi usulü.
jib boom: 1) Den. geminin baş tarafına uzanan sabit 3) birleştirilmiş bir bütünün parçaları ya da bölümle
bir seren; flok yelkeninin bağlandığı seren. rinden biri.
jibe: 1) Den. bir geminin rotasını değiştirmek. 2) ge jointed: Eklem, mafsal veya birleşmelere sahip olan;
minin bir yanından diğer yanına değiştirmek: Yelken birleşmiş; eklemli.
ler için söylenir. 3) yelken veya bumbayı geminin bir
jointer: 1) birleştiren makine veya kişi. 2) tahtaları dü
yanından diğer yanına değiştirmek: gibe, gybe bi
zeltmek için kullanılan uzun bir planya tezgâhı. 3)
çimlerinde de kullanılır.
sapan kirişine bağlanan üçgen şeklinde bir cihaz. 4)
jibe-headed: 1) flok şeklinde kesilmiş; üçgen şeklin taşları birlikte tutmak için kullanılan bükülmüş demir
de. 2) bu şekilde kesilmiş yelkenlerle (özellikle ana bir çubuk.
yelkenle) donatılmış.
joint, expansion: Bkz. expansion joint.
jib frame: Pist. Buh. Mak. silindirleri ve silindir blokla
joint, universal: Bkz. universal joint.
rını taşıyan kısım; freym veya çerçeve.
joist: Kirişlerle donatmak.
jig: 1) sarsıntılı olarak çalışan ve cevher ayırmak için
jolly balance: Bir maddenin hava ve sudaki ağırlığı öl
kullanılan elek, dövme makinesi veya delgi gibi türlü
çülerek, özgül ağırlığının saptanması için kullanılan
makinelerden herhangi biri. 2) çoğu zaman metal
bir cihaz (Hook yasasını doğrular).
yüzeyli, aletler için gayıt ya da şablon olarak kullanı
lan bir araç. 3) çoğu zaman takım olarak düzenle jolly boat: Küçük bir gemi filikası.
nen, kaşığa benzer parçası olan türlü balık iğnelerin jolt: Bir cismi anî olarak itmek; bir kuvvet tarafından
den herhangi biri. 4) torna tezgâhı aynası. anî olarak hızla itilmeye neden olmak.
jominy test: Metal, bir çeliğin sertlik niteliklerini araş
jigger: 1) çoğu zaman 42 cm 3 (1,5 oz) kapasitesi
tırmak için düzenlenen bir deney ya da test: Çelik
olan ve alkollü içki ölçmek için kullanılan küçük bir çubuğun her iki tarafı tavlanır ve sonra bir ucu suda
bardak ya da kupa. 2) bir tür (balık avlama) iğnesi. soğutulur ve sonra çubuk boyunca sertlikteki fark öl
3) Meka. salınım hareketli olarak çalışan türlü araç çülür; jomlni deneyi.
lardan herhangi biri. 4) Maden, kalbur veya elek. 5)
Joshi effect: "Bir gaz ya da buhardan geçen elektrik
Den. a) küçük bir palanga, b) küçük bir yelken, c)
akımı, gaz veya buharın ışıkla aydınlatılması ile aza
bir tür yelkenli, küçük tekne ya da bot. d) yelkenli
lır veya çoğalır"; Joşi etkisi.
teknelerin baştan dördüncü direği; kuntra mizana.

Teknik Sözlük - F. 20
joule 306 jun k ri n g

7
joule: Fit. 10 erge eşit olan bir enerji veya iş birimi; elektrik. 3) Arg. güç sağlayan benzin veya diğer her
jul: a) uygulama noktasına tatbik edilen 1 N'luk bir hangi bir sıvı. 4) öz ya da suyunu çıkarmak. 5) bir
kuvvetin kendi yönünde 1 metrelik bir mesafeye yer bitki, sebze veya meyvanın sıvı kısmı; usare; özsu.
değiştirmesiyle yapılan iş. b) bir amperlik bir akımın
Juke box: Madenî para atılıp düğmesine basılınca iste
bir saniyede bir omluk bir dirençten geçmesiyle yapı
lan iş; J simgesi ile gösterilir. nilen plâğı çalan ve salonlar, restoranlar vb. inde kul
lanılan elektrikli bir fonograf veya pikap.
Joule cycle: Bkz. Brayton cycle.
Julian calendar: Jül Sezar'in,takvimi; Milâttan önce
Joule effect: Bir dirençte akan elektrik akımı tarafın 46 yılında yapılan, normal yılın 365 gün ve artık yılın
dan üretilen ısı; Jul etkisi. (dört yılda bir) 366 gün olduğu, ayların Gregoryan
Joule efficiency: Bkz. Brayton efficiency. takvimi ve günümüzdeki gibi olduğu bir takvim.
Joule's law: Bir gazın sabit sıcaklıkta iç enerjisi ba jumbo: iri veya hantal bir kimse, hayvan ya da şey;
sınç ve hacminden bağımsızdır; mükemmel bir ga kendi türünde alışılmamış büyüklükte şey; çok bü
rın iç enerjisi sadece sıcaklığın fonksiyonudur; Jul yük.
kanunu; bu kanun sadece ideal gazlara uygulanır. jumbo boom: Den. çok ağır yükleri kaldırmak
Joule-Thomson effect: Hızlı olarak genişletildiği za amacıy la gemilerde kullanılan vinç veya bumba;
man bir gazın sıcaklığındaki değişim; bu durum ga ağır bum- ba.
zın gözenekli bir tıkaç ile yüksek basınç bölgesin jump: Atlama.
den alçak basınç bölgesine geçişi sırasında görülebi
lir. jumper: 1) atlayan bir kimse veya şey. 2) saat dişlileri
nin kastanyolası. 3) Elekt. bir devreye girmek veya
jounce: Sallamak, sarsmak veya zıplamak. ayırmak için kullanılan kısa tel. 4) akü hücreleri ara
journal: 1) günlük. 2) olayların günlük kayıtı. 3a) ge sındaki köprü. 5) Maden, aşağı yukarı atlama hare
mi seyir jurnali, b) gemi makine jurnali. 4) herhangi keti ile çalışan bir delgi cihazı. 5) gemici veya işçi tu
bir gazete veya periyodik; dergi; mecmua. 6) Meka. lumu.
bir yatak içinde dönen şaft, mil ya da aks parçası. jumper wire: Elekt. bir devrenin akımını iki cihaz ara
journal bearing: 1) Mot. krankşaft veya krank milini sında ileten kablo.
taşıyan ve onun düzgün çalışmasını sağlayan yatak; jump spark: Bazı makinelerin ateşleme devrelerinde-
jurnal yatağı; palamar yatağı; krankşaft ana yatağı. ki gibi, sabit kutuplar, buji tırnakları veya elektrotları
2) herhangi bir jurnal yatağı. arasındaki aralıkta atlayan elektrik akımının oluştur
journal box: 1) bir jurnal yatağı. 2) bir jurnalin mahfa duğu spark, ark ya da kıvılcım.
zası veya zarfı. junction: 1) birleşme; birleştirilmiş olan. 2) otoyol ve
journal bronze: Jurnal bronzu. ya demiryollarındaki gibi, birleşme veya kesişme ye
journal, crank: Bkz. crankshaft journal. ri ya da noktası. 3) Mak. bir pirometrenin sıcak ya
journal, crankshaft: Mot. krankşaftların ana ya da pa da soğuk bölgelerinden herhangi biri.
lamar yatakları içinde dönen kısımları; krankşaft jur junction box: Elekt. bir devreyi besleyen hatların bu
nali. lunduğu kutu; sigorta kutusu; buvat.
journal diameter: Yataklar içinde dönen şaft, mil ve junction cable: Elekt. ara bağlantı kablosu.
ya muylu parçasının çapı; muylu çapı; Gem. Mak. junction, cold: Soğuk bölge; pirometrenin Bkz. pyro
jurnal çapı. meter farklı iki metalden oluşan kısımlarının uçlarına
journal, shaft: Herhangi bir mil veya şaftın yatak için bağlı olan kablonun ucundaki milivoltmetrenin bu
de dönen kısmı; şaft (mil) jurnali ya da muylusu. lunduğu bölge.
joy stick: Arg. bir uçağın kumanda ya da kontrol ko junction diode: iki tür malzeme arasında birleşme
lu; denetim kolu. noktası olan bir yarı iletken diot türü; bağlantı diotu.
JP: Bkz. jet propulsion. junction, hot: Pirometrenin farklı iki metalden oluşan
JP-1: Askerî jet uçaklarında kullanılan, d.n.-46°C'nin kısmının sıcaklığı ölçülecek yerdeki bölümü.
altında, kendiliğinden tutuşma sıcaklığı 228°C, parla junction rectifier: Bir alternatif akım için doğrultmaç
ma noktası 35°C olan bir yakıt. gibi kullanılan bağlantı diotu.
JP-4: % 65 benzin ve % 35 hafif petrol ürünlerinden juncture: 1) birleşme veya birleştirme. 2) birleşen bir
oluşan bir jet yakıtı; kerrdiliğinden tutuşma noktası nokta veya çizgi; iki kemikteki gibi mafsal, oynak ye
242°C, parlama noktası 23°C olan bir yakıt. ri; dikiş yeri. 3) zaman; vakit. 4) olayların gelişmesin
JP-5: Jet yakıtı olarak kullanılan parlama noktası deki belirli ya da kritik bir an.
35°C olan, özel olarak damıtılmış kerosen (lâmba junk: 1) kalafat, üstüpü, paspas, usturmaça yapımla
petrolü, gaz yağı); kendiliğinden tutuşma noktası rında kullanılan eski halat. 2) hurda metal, kâğıt, pa
246°C. çavra vb. i. 3) Den. sert tuzlu et. 4) değersiz olduğu
jug: 1) çoğu zaman küçük bir deliği veya sapı bulu için atmak.
nan ve sıvılar için kullanılan pişmiş toprak, cam ya junk: Altı düz, trizll, yelkenleri olan Çin teknesi.
da metalden yapılan bir kap; çömlek. 2) çömlekte pi junkman: Hurda metal, cam, kâğıt, paçavra vb. i satı
şirmek. cısı; hurdacı; eskici.
juice: 1) herhangi bir şeyin özü ya da esansı. 2) Arg. junk ring: Bazı buhar makinelerinde pistonların üze
rinde bulunan ve ona saplamalarla bağlanarak seg-
junkyards 307 jutty
men; ariyet dümen; iğreti dümen.
manian yuvalarında tutmaya yarayan çelik çember; jury steering gear: Ana dümen donanımı yerine kul
Gem. Mak. cankrink. lanılan dümen donanımı: geçici veya iğreti dümen
junkyards: Burda metal, kâğıt vb. inin toplandığı ve donanımı.
muhafaza edildiği, türlerine ayrıldığı ve satıldığı yer; jüte: 1) çuval, paspas, usturmaça, halat vb. i yapımla
hurda deposu. rında kullanılan dayanıklı, parlak bir lif; jüt. 2) bu li
jurneywork: Gündelik iş. fin elde edildiği iki tür Doğu Hindistan bitkisinden
jury: Geçici; iğreti. herhangi biri. 3) jüte ait.
jury-rigged: Bir gemide geçici olarak kullanılan arma jutty: Rıhtım, dalgakıran ya da mendirek.
lı; iğreti armalı.
jury rudder: Ana dümen yerine kullanılan geçici dü
K,
k
K,
k.

K: 1) karat'ın simgesi. 2) Kimy. potasyum'un (eski


Kalyum) simgesi.
K. (k): Bkz. 1) carat. 2) kilo. 3) kilogram. 4) Elect,
capacity. 5) knot.
K: Bkz. Kelvin.
KB: Den. bir geminin yüzme merkezi ile omurga ara
sındaki dikey yükseklik.
kainite: Gübre ve potasyum kaynağı olarak kullanılan
bir mineral, MgSO4 .MgCI 2 .K 2 SO4 . 6H 2 0 ; sulu
mag nezyum sülfat, magnezyum klorür ve
potasyum sül fat tuzu.
kaleidoscope: Cihaz döndürüldüğünde aynaları tara
fından türlü simetrik şekiller yansıtan renkli parçaları
kapsayan boruya benzer bir cihaz; kaleydoskop; çi
çek dürbünü.
kaleidoscopic: 1) kaleydoskopa ait. 2) sabil olarak
değişen.
Kaldo process: Çelik yapımında kullanılan ve en faz
la dakikada 30 devirle dönen bir fırın ile yapılan iş
lem; Kaldo işlemi; hem ısıl verimi yükseltmek ve
hem de ocak duvarlarını korumak amacıyla kullanı
lır.
kalendar: Bkz. calendar.
kali: Yakıldığı zaman nötr sodyum karbonat veren bir
bitki; dikenli çöven.
kalium: Potasyumun Lâtince adı; kalyum; Bkz. potas
sium.
kalsomine: Bkz. calcimine.
kamewa system: Den. göbeğindeki hidrolik silindirler
tarafından pervane kanatlarının hareket ettirildiği ve
dizel motoru hep aynı yöne çalışırken tornayt, tornis
tan manevralarının kanatların hareketi ile sağlandığı
hidrolik sistem; Ka-Me-Wa sistemi (İsveç buluşu).
kampometer: Özellikle ısıl bölgelerde radyan enerjiyi
ölçmek için kullanılan bir cihaz; kampometre.
kantar: Esk. 47,77 kg veya 99,05 libreye eşit olan ve
Mısır'da kullanılan bir ağırlık birimi; kantar; Eski. Ül
kemizde yaklaşık 54 kg (120 librelik) bir ağırlık biri
mi.
kaolin (kaoline): Kaolen; ince beyaz bir kil; alümin
yum silikat, Al 2 0 3 .2SiO 2 .2H 2 0; porselen, seramik,
tekstil, kâğıt, lâstik vb. i yapımlarında ve tıpta kullanı
2
nan geniş hazneli ve her bir cm 'dekl ısı kaybını öl
çecek şekilde taksimatlandırılmış bir termometre; in
san gövdesinden çıkan ısının giderilmesindeki hava
landırma verimini ölçmek için, havalandırılacak bir
l oda ya da kompartmana yerleştirilir.
ı Kater's pendulum: Fiz. yeryüzünün farklı yerlerindeki
r yerçekim ivmelerini kıyaslamak için kullanılan bir sar
. kaç; Kater sarkacı.
kaolinite: Kaolenin ana maddesi olan sulu katharometer: Isıl iletkenliklerindeki değişimlerin öl
alümin yum silikat; kaolinit. çülmesi ile bir gaz karışımının yapısını saptamak için
kaolin wool: Erimiş kaolen kilinden püskürtülerek kullanılan bir cihaz; katarometre.
ya pılan saf beyaz bir yün; kaolen yünü; kathode: Bkz. cathode.
1150°C'ye ka dar dayanıklı olup kazan duvarları ve kation: Bkz. cation.
tanklarda kulla nılır. kayak: 1) ayıbalığı derisinin ağaçtan yapılmış bir iske
kapnometer: Bir gazda askıda bulunan katı ya da let üzerine gerilmesi ile yapılan kano; Eskimo kano
sıvı partiküllerin, örneğin duman veya sisin su. 2) herhangi benzer bir kano; kaiak, kyak biçim
yoğunluğu nu saptamak için kullanılan bir cihaz; lerinde de kullanılır.
kapnometre. karat: Bkz. carat. KB: Bir geminin su içindeki kısmının yüzme merkezi
Karl Fischer reagent (KFR): İyot, kükürt dioksit, nin omurgadan düşey yüksekliği.
pri- K-capture: Bkz. K-electron capture.
din ve metanol karışımı olan, titrimetrik nemin kc : Bkz. kilocycle; kilocycles.
sap tanması için kullanılan özel bir çözelti; Karl kedge: 1) Den. özellikle gemilerin kıç tarafında bulu
Fişer ayı racı. nan hafif bir demir ya da çıpa; tonoz demiri. 2) belir
katalysis: Bkz. catalysis. li bir mesafeye fundo edilen çıpaya bağlı bir halat
katalytic: Bkz. catalytic. yardımıyla (bir geminin) manevrasını yapmak veya
Kata-thermometer: İçersinde etanol (etil alkol) gemiyi çekmek. 3) tonoz demiri ile bir gemiyi hare-
bulu
kee l 309 kerosen e engin e

ket ettirmek. 4) tonozlama ile hareket etmek.


(yerleştirilen) yumuşak demirden yapılmış bir çu
keel: 1) bir gemi ya da botun altında, tüm boyunca
buk; endüvi.
uzanan ve iskeleti taşıyan çelik ya da ahşap kısım;
keeping: 1) yerine getirme; yapma. 2) itina; bakım;
omurga. 2) gemi omurgasına benzeyen herhangi
muhafaza; sorumluluk. 3) onarım ya da onarım vesi
bir şey. 3) katı veya yarı katı bir hava gemisinin alt
lesi. 4) gelecekte kullanma için ayırma, muhafaza et
tarafındaki kirişler, hatıl vb. i donanımı; çökme ya da
me veya saklama.
bükülmeyi önlemek için kullanılır. 4) omurga ile do
keg: 1) 37,8 litreden (10 galon) az olan küçük bir va
natmak veya teçhiz etmek. 5) alabora etmek (gemi
ril. 2) çiviler için kullanılan ve 45,2 kg'a eşit olan
yi). 6) alabora olmak.
(100 libre) bir ağırlık birimi.
keel: 1) omurga; gemi omurgası. 2) düz altlı gemi;
K-electron capture: Bir tür radyoaktif bozunma olup,
özellikle alçak, düz altlı kömür mavnası veya layteri.
bir atomun K katmanındaki bir elektronun çekirdek
3) kömür yüklü mavna. 4) kömür için 21,2 longton ya
tarafından tutulması ile oluşur.
da yaklaşık 21,54 tona eşit bir ingiliz ağırlık biri mi.
Kellner-Solvay process: Cıva katot kullanarak deri
keel: Karıştırarak, köpüğünü alarak vb. i biçimlerde
şik sodyum klorür (salamura) çözeltisinin elektrolizi
(sıcak bir sıvıyı) soğutmak.
ile sodyum hidroksit yapımı için uygulanan bir iş
keel: Tomruk vb. ini işaretlemek için kullanılan kırmı
lem; Kelner Solvey yöntemi veya işlemi.
zı bir boya.
kelp: 1) Büyük, kaba, kahverengi deniz yosunların
keel blocks: Den. havuzlara giren gemilerin altlarına
dan herhangi biri. 2) iyotun elde edildiği deniz yosu
konulan ve omurganın üzerine oturduğu ağaç kütük
nu külü.
ler; omurga blokları; omurga takozları; takarya.
kelson: Bkz. keelson.
keel, even: Bkz. even keel.
Kelvin: Suyun üç noktasının termodinamik sıcaklığı
keel, false: Bkz. false keel.
nın 1/273,15'lük kesri; K kısaltması ile gösterilir.
keelhaul: Bir geminin altından, bir yanından (sancak
Kelvin balance: Elektrik akımı ölçmek için kullanılan
tan) diğer yanına (iskeleye) geçmek; Esk. cezalan
ikili köprü; Kelvin köprüsü.
dırmak için kullanılırdı.
Kelvin effect: Bkz. Thomson effect.
keel plate: Den. çelik saçlardan yapılan omurga; lev
Kelvin scale: Fiz., Term. Selsüyüs veya santigrad de
ha omurga.
receye 273,15 eklenerek bulunan sıcaklık; mutlak sı
keelson: Yapısının dayanıklığını arttırmak için bir ge
caklık; (K) ile belirtilir.
minin omurgası boyunca üstüne bağlanan bir kiriş
Kelvin scale of temperature: Bkz. absolute tempera
(tulanî kiriş) ya da yerleştirilen kalaslar ya da metal
ture.
levhalar; iç omurga.
Kelvin sounding machine: Den. derinlik ölçmek için
keel strake: Den. omurganın bağlandığı saçlardan
kullanılan bir makine; Kelvin derinlik ölçme cihazı;
herhangi biri; omurga saçı; baştan kıça omurga bo
Kelvin iskandil cihazı.
yunca devam eden kaplamayı oluşturur.
kempstock: Bkz. capstan.
keel system: Bazı dizel motorlu gemilerde makineyi
kennel: Açık bir boşalma yeri veya kanalizasyon; hen
soğutan tattı su borda dışında bulunan ve gemi bo
dek; su yolu.
yunca devam eden bir boru içersine verilir ve bu bo
Kennelly-Heaviside layer: Üst atmosferde, türlü tah
ru çevresindeki deniz suyu ile soğutulur; buna omur
minlere göre dünya yüzeyinden 48-322 km yükseklik
ga sistemi soğutma adı verilir; deniz suyu pompası,
te ve radyo dalgalarını yansıtarak, onlann dünya yü
soğutucu ve uzun bir boru devresini ortadan kaldı
zeyine paralel hareket etmesini sağladığına inanılan,
ran bir sistemdir; keel type cooling biçiminde de
yüksek iyonlanmış bir katman; Heavisidelayer biçi
kullanılır.
minde de kullanılır.
keen: 1) keskin kenan veya sivri ucu olan; keskin ke
kenotron: Sıcak bir katot ve anot kapsayan yüksek
narlı; sivri uçlu; iyi kesebilen; keskin bıçak gibi. 2)
gerilimli diyot doğrultmaç tüpü; kenotron.
keskin; kesici; delici. 3) çok hassas; nüfuz edici; siv
kentledge: Bir gemide sabit safra (balast) olarak kul
ri; keskin; ince. 4) şiddetli; kuvvetli; keskin kokulu.
lanılan dökme demir; dökme demir safra.
5) Arg. iyi; mükemmel.
keramic: Bkz. ceramic.
keep: 1) bakmak; özellikle: a) korumak; müdafaa et
keramics: Bkz. ceramics.
mek, b) gözetmek; korumak, c) saklamak, d) yiye
kerf: 1) kesme veya kesik; özellikle balta, testere vb. i
cek, barınak vb. i sağlamak; desteklemek, e) devam
ile yapılan kanal ya da oyuk. 2) kesilmiş bir parça.
etmek; devam ettirmek; idare etmek; yürütmek, f)
kernel: 1) bir şeyin merkezi ya da en önemli parçası;
belirli bir durum, pozisyon vb. ini sürdürmek: Maki
öz; nüve; çekirdek. 2) Mısır buğday vb. i gibi tane
neyi çalışır durumda tutmak gibi. 2) sahip olmak,
ya da çekirdek. 3) fındık veya bir meyve çekirdeği
özellikle: a) gelecekte kullanma veya uzun bir za
nin iç ya da yumuşak kısmı.
man için tutmak veya sahip olmak, b) çoğu zaman
kerosene: Sıv. Yük, suya benzer renkli, kuvvetli koku
atış için stok yapmak. 3) belirli bir durum, pozisyon
lu, 180°-300°C'de ham petrolden elde edilen, yan
vb. inde kalmak veya devam etmek. 4) devam et
gın riski olan, solunulduğu zaman hafifçe zehirli ve
mek. 5) iyi durumda kalmak; bozulmamak, ekşime-
yağımsı bir sıvı; kerosen; gazyağı; lâmba petrolü;
mek vb. i. 6) oturuma devam etmek.
öz.ağ. 0,81; yakıt olarak roket ve jet motorları, dize!
keeper: 1) bir şeyi yerinde tutan veya tespit eden tür
ve traktörlerde ve ısıtma amacıyla evlerde kullanılır.
lü aletlerden herhangi biri; kontra somun, kopça vb.
kerosene engine: Otto veya sabit hacimli çevrimle
i gibi. 2) manyetizm kaybına engel olmak için sabit
çalışan ve yakıt olarak lâmba petrolü kullanılan kar
atnalı bir mıknatısın kutupları arasına enine konulan
büratörlü bir makine; kerosen makinesi; yükü hızlı
olarak değişmeyen yerlerde kullanılır.
kerosene lamp 310 kilo me t e r (ki lome t re
)

kerosene lamp: Gazyağı veya kerosen yakılan, fitilli


keyseat: Bkz. keyway.
ve cam şişeli lâmba; gaz lâmbası veya gazyağı lâm
keystroke: Bilgisay. vuruş.
bası.
keyway: 1) bir mil, göbek, kasnak vb. inde bulunan
Kerr cell: Televizyonlarda kullanılan, içinde iki metal
veya bir teker, kasnak vb. ini mile bağlayan kama
elektrotu sızdırmaz bir şekle getiren küçük bir cam
nın sokulduğu oyuk ya da yarık; kama kanalı; kama
hücreden oluşan bir cihaz; cam hücre saf nitroben-
yuvası. 2) bir kilitte bulunan ve yassı bir anahtar ile
zen ile doldurulmuştur ve bu sıvı elektrotlar arasına
çalışan bir anahtar deliği.
yüksek bir gerilim uygulandığı zaman çift kırılma
keyword: Bilgisay. anahtar sözcük.
gösterir; Kerr hücresi.
KG: Bir geminin ağırlık merkezinin omurgadan düşey
ketch: Baş-kıç yönünde açılan yelkenleri olan, iki di
yüksekliği.
rekli ve cıvadralı bir yelkenli tekne; keç.
kg.: Bkz. kilogram; kilograms.
keten: Bkz. kefene.
kgm: Bkz. kîlogram-meter.
ketene: 1) su ile birleşerek asetik asiti oluşturan, kes
kin kokulu, renksiz bir gaz; keten, H2C:CO. 2) kete kick: Cam bir şişenin altında, onun kapasitesini azal
tan, İçeriye doğru girinti ya da oyuk.
nin en basiti olduğu organik bileşiklerden herhangi
biri. kieselgurhr (kisselgur): Bkz. diatomite.
keto-: Keton, ketonlara ait anlamlarında bir önek. kieserite: Sulu magnezyum sülfat, MgS0 4 .H 2 0.
kil.: Bkz. kilometer; kilometers.
ketogenesis: Aseton gibi, vücutta ketonların oluşu
mu. kilderkin: 1) küçük bir varil; fıçı. 2) 68,04 litreye (18
ketogenic: Ketonlara dönüşebilen. galon) eşit olan eski bir ingiliz sıvı ölçü birimi.
ketone: iki hidrokarbon kökü ile birleşen iki değerli kilerg: F/z. 1000 erg'e eşit olan bir iş birimi.
karbonil (CO) grubu kapsayan Kimyasal organik bi killed steel: Katılaşması sırasında kabarcıklanmayı
leşik; keton; genel formülü R-CO-R' (R ve R' benzer önlemek için oksijensizleştirilmiş çelik; öldürülmüş
ya da farklı alkil veya aril gruplarıdır); bu kökler birbi çelik.
rine benzediği zaman basit keton, benzemedikleri killick: Den. küçük bir çıpa; bazan bir taş ile ağırlığı
zaman karışık keton oluşur. arttırılan bir çıpa olarak kullanılan taş; killock biçi
keton body: İnasn metabolizması için önemli olan ve minde de kullanılır.
aseton kapsayan üç ilişkili maddeden biri; acetone killock: Bkz.
body biçiminde de kullanılır. killick.
ketonîc: Ketonlara ait; ketonlara benzeyen. kiln: 1) tuğla, kiremit, hububat tanesi veya kireç kurut
ketose: Bir karbonil grubu ( > C = 0) kapsayan mo- mak, yakmak ya da pişirmek için kullanılan fırın ve
nosakkarit; örneğin früktoz. ya ocak. 2) bir fırında kurutmak, yakmak veya pişir
kettle: Sıvıları kaynatmak vb. i için kullanılan metal mek.
bir kap; kazan; tencere. kiln-dry: Bir fırında kurutmak.
kilo: 1) kilogram. 2) kilometre.
kev: 1000 elektron volt veya 1 kilo-elektron volta eşit 3
3 kilo-: Metrik sistemde kullanılan 10 ya da 1000 anla
olan bir enerji birimi; 10 eV.
mında bir önek; kilo; k kısaltması ile belirtilir.
kevel: Bir geminin ağır halatlarının ya da palamarları
kilo.: Bkz. 1) kilogram. 2) kilometer.
nın bağlanması için kullanılan ağaç baba veya koç
kilocalorie: Bir kilogram suyun sıcaklığını 1°C yükselt
boynuzu.
mek için gerekli ısı miktarı: kilokalori; büyük kalori;
key: 1) metalden yapılmış ve kilitleri açıp kapamaya
kkal, kcal kısaltmaları ile belirtilir; 1000 kalori; 4,186
yarayan alet; anahtar; açkı. 2) şekli bakımından bir
kilojul (kJ).
dereceye kadar anahtara benzediği düşünülen türlü
kilocycle: 1) bin çevrim veya sikl. 2) 1000 çevrim/sa
mekanik cihazlardan herhangi biri, özellikle: a) bir
niye; radyoda, elektromanyetik dalgaların frekansını
cıvatayı gevşeten veya sıkan alet: Saat anahtarı gibi.
belirtmek için kullanılır; kc kısaltması ile belirtilir.
b) parçaları tamamlayan veya bir arada tutan pin, cı
vata, kama, çatal pin veya benzer bir alet. c) elektrik kilo-electron volt: Bkz.
devrelerini açıp kapamak için kullanılan bir cihaz; kev.
elektrik anahtarı, d) tekerlek, pull (kasnak) vb. ini mi kilogram (kilogramme): 1 litre saf suyun -4°C'deki
le bağlayan küçük bir metal parçası; kama; siil. 3) ağırlığı; Fransa'da Sevr'de muhafaza edilen uluslara
yazı makinelerinde tuş. 4) telgraf cihazlarının manip rası prototip ile belirtilen kütle; 1000 gram; 1000000
lesi. 5) bir anahtar veya kama ile bağlamak ya da ki miligram; 2,2046 libreye eşit olan ağırlık veya kütle
liflemek. 6) anahtar ile donatmak. birimi; kilogram; kilo.
keyboard: Piyano, daktilo makinesi, linotip vb. inin kilogram calorie: Bir kilogram suyun sıcaklığını 1°C
tuş sıra veya sıraları; klavye. yükseltmek için gerekli ısı miktarı; kilogram kalori; ki
lo kalori; büyük kalori; 1000 gram kalori; 3,968 Btu.
keyboard clicker: Bilgisay. tuş seslendirici.
kilogram-meter (kilogram-metre): 1 kilogramlık bir
keyed: Kama ile tespit edilmiş; kamalı; kamalı geç
ağırlığın 1 metre yükseltilmesi veya kaldırılması için
me.
gerekli enerji veya iş birimi; metrik sistemde kullanı
keyhole: Anahtarın (kilide) sokulduğu delik; anahtar
lır; 7,2334 ft-lbs'ye eşittir.
deliği.
kilohertz: Bkz. kilocycle.
'rey in: Bilgisay. (veri) girmek; 3
küoliter (kiiolitre): 1000 litre veya 1 m 'e veya 264,17
key pad: Tuş takımı. 3

key punch: Bir karta delikler açarak bilgileri kayıt galon ya da 1,308 yrd 'e eşit olan bir kapasite biri
eden ve tuşlarla çalıştırılan bir makine; bu kartlar bil mi; kiiolitre; kl kısaltması ile belirtilir.
gisayarlarda kullanılır. kilometer (kilometre): Metrik sistemin 1000 metre,
3280 fit ve 10 ince veya yaklaşık 0,62 mil ya da 10
hektometreye eşit olan bir uzunluk veya mesafe biri
mi; kilometre; kın kısaltması ile belirtilir.
kilometric 311 klys t ro n

kilometric: 1) kilometreye ait. 2) kilometrelerle işaret bağlanan ve araç dönerken ona eksen ya da mihver
lenen veya ölçülen. görevi yapan dikey bir cıvata ya da süngü; ana sür
kilovolt: 1000 volta eşit oları bir elektromotor kuvvet gü veya kilit.
birimi (emk); kilovolt. king bolt: Bkz. kingbolt.
kilovolt-amper: Elekt. alternatif akımda görünür (zahi kinghorn valve: Gem. Mak. hava pompalarında Bkz
rî) gücün birimi olan volt-amperin 1000 misli; 1000 air pump kullanılan ve yay yükü ile çalışan valflar
volt-amper; kilovolt amper. dan herhangi biri (fut valf, baket valf ve disçarç
kilowatt: 1000 vat, 1,34 beygir gücü, 44000 ft-lbs/daki- valf); yay yükü ile çalışan bir çek valf; yay yüklü geri
ka veya saniyede 102 kgrn'lik işe eşit olan elektrik döndürmez valf; kinghorn valf.
sel güç birimi; kilovat; kW kısaltması ile belirtilir. kinghorn valve disc: Kinhorn valfı oluşturan farklı
kilowatt-hour: Bir saatte bir kilovatlık bir güç tarafın çaplardaki üç diskten herhangi biri; kinghorn valf
dan yapılan elektriksel enerji veya iş birimi; 2,25 diski.
9
MEV x 10 ; kilovat saat, kWh, k.W.h., kW-hr kısalt kingpin: Bkz. kingbolt.
maları ile belirtilir. kingpost: Bkz. mast.
kindle: 1) tutuşturmak; ateşe vermek. 2) alevlendir king-size: Normalden daha büyük ölçüde olana ait.
mek. 3) aydınlatmaya neden olmak; parlamak. 4) tu- king-sized: Bkz. king-size.
tuşmak; yanmaya başlamak. 5) aydınlık olmak; ay kingston valve: Sualtı gemilerinde, açıldığı zaman
dınlatmak. safra (balant) tanklarına deniz suyu dolmasına ne
kindling: Ateş yakmak için kullanılan bir parça odun den olan bir valf; gemilerde dolaşım pompalarına su
veya kolayca tutuşabilen bir madde; çıra. sağlayan valf; kinistin valf; Bkz. injection valve.
kinematic: 1) harekete ait. 2) kinematik bilimine ait. king valve: Mekanik soğutma sistemlerinde sıvı soğu
kinematical: Bkz. kinematic. tucunun salamura tankındaki genişleme kangalları
kinematics: Mekanik biliminin hareketle ilgilenen da na verilmesini sağlayan bir stop valf.
lı; kinematik veya sinematik bilimi. kino: Bot. tropikal ağaçlardan elde edilen koyu kırmı
kinematic viscosity: Sıvı yakıtın mutlak (salt) veya di zı veya kırmızımsı kahverengi bir sakız; başlıca sepi
namik viskozitesinin, bu viskozitenin ölçüldüğü sı leme ve tıpta damar büzücü olarak kullanılır.
caklıktaki özgül ağırlığına oranı: kinematik viskozite; kip: 453,6 kg veya 1000 libre ya da pavundluk bir ağır
2
birimi cm /saniyedir; Bkz. stoke. lık birimi.
kinematograph: Bkz. cinematograph. Kipp's generator: Belirli gazları sürekli olarak (özel
kinescope: Televizyonda görüntü üretmek için kulla likle lâboratuvarlarda kükürtlü hidrojen) üretmek için
nılan bir tür katot ışın tüpü; Ticarî bir marka. kullanılan bir cihaz; Kipp jeneratörü ya da üreteci.
kinetic: Harekete ait; hareketten gelen. Kirchhoff's bridge: Diferansiyel (kademeli) bir galva
kinetik energy: Hareketli bir cismin kütlesi ve hızın nometrede bilinen ve bilinmeyen dirençlerdeki po
dan gelen bir enerji türü; kinetik enerji; hareket ener tansiyel farkının dengede olduğu bir direnç köprüsü;
2
jisi; mv /2 eşitliği ile hesaplanır (m = kütle, kg ve Kirşof köprüsü.
v=hız, m/s); karşıtı potansiyel enerjidir. Kirchhoffs laws: Kirşof kanunları: 1) herhangi bir şe
kinetic equation: Kinetik ieorisi ve mekanik ilkelerin bekede bir noktada buluşan akımların cebirsel topla
den çıkarılan bir formül; kinetik formülü: PV =m- mı sıfırdır. 2) herhangi bir kapalı devredeki elektro
2
nu /3 (p = gaz tarafından uygulanan basınç, V = motor kuvvetlerin toplamı o devredeki potansiyel
hacim, m = 1 molekülün kütlesi, n = molekül sayı farklarının toplamına eşittir.
sı, u « ortalama hız). kish: Demir eritme ocaklarında ara sıra oluşan grafit.
kinetic friction: Birbirlerine göre bağıl hareketli iki yü kit: 1) alet takımı; alet; araç. 2) aletleri taşımak için
zey arasındaki sürtünme; kinetik sürtünme. kullanılan kutu, çanta veya diğer bir kap; konteyner.
kinetic reaction: Hızlanmış bir cisimde atalet tepkisi; 3) balık, yağ vb. i taşımak için kullanılan küçük bir
kinetik tepkisi. tekne veya kova.
kinetics: Kütlelerin hareketleri ve onu etkileyen kuv kitchen: Gemi mutfağı; kuzine; mutfak.
vetlerle ilişkisini inceleyen bilim dalı; kinetik; kinetik kitchenware: Tencere, tava vb. inden oluşan kuzine
bilimi. araç ve gereçleri.
kinetics, chemical: Kimyasal tepkimelerin hızlarını in Kjeldahl flaş: Nitrojen (azot) saptanmasında kullanı
celeyen bilim dalı; kimyasal kinetik. lan yuvarlak dipli, uzun boyunlu bir kap ya da şişe.
kinetic theory: "Tüm maddelerin molekülleri sabit ha kl.: Bkz. kiloliter; kiloliters.
reketlidir ve maddenin sıcaklığı bu hareketin hızına klaxon: Klakson; korna; otomobil kornası.
bağlıdır"; hız çoğaldığı zaman ona bağlı olarak sıcak klieg light: Bkz. klieg light.
lık da artar"; kinetik kuramı veya teorisi. kleig light: Film setlerini aydınlatmak için kullanılan
kinetic theory of matter: Bkz. kinetic theory. çok parlak, sıcak (kızgın) ark ışığı; kleig olarak da
kinetic viscosity: Kinetic viskozite; dinamik viskozite kullanılır.
nin, aynı sıcaklıktaki özgül ağırlığa oranı; Bkz. kine K-line: Elektronların yavaşlamasından gelen sürekli
matic viscosity. bir tayf; K-hattı.
kineto-: Hareket, hareket etme, devinme anlamların klingerite: Asbestos, kauçuk ve dolgu maddesinden
da bir önek. oluşan, 45 bar basınç ve 375°C sıcaklığa kadar yaş
kinetograph: Sinema (film) kamerası. ve kızgın buhara dayanabilen bir conta türü; klinge-
kinetoscope: Sinema makinesinin eski adı; kinetos- rit; su ve buhar devrelerinde kullanılır.
kop. klystron: Mikro dalga alanındaki bir yüksek frekansın
kingbolt: Bir demiryolu vagonu vb. inin ön aksına titreşimlerini yükseltebilen veya azaltabilen bir termi-
km. 312 ky mog ra phi c

yonik valf türü; klistron.


knurlize: Mot. özel tezgâhlarda aşınmış pistonların
km.: Bkz. kilometer; kilometers.
dış yüzeylerini tırtıllayıp tekrar kullanılır hale getir
K monel: Bkz. monel metal.
mek; tırtıllamak; tırtıl çekmek.
kn: Bkz. knot.
knurlizer: Tırtıl çekme kalemi; tırtıl çekici.
knife: 1) çoğu zaman sivri ucu olan bir ya da daha
knurlizing tool: Tırtıl çekme kalemi.
fazla kesici ağzı bulunan kesme cihazı; bıçak. 2) ma
Kodak: Makara şeklindeki filme fotoğraf çekmek için
kine bıçağı. 3) bıçakla kesmek.
kullanılan küçük, taşınabilir veya portatif, kutu kame
knife bastard: Çift sıra dişli, bıçak kesitli eğe.
ra ya da fotoğraf makinesi (ticarî isim).
knife-edge: 1) bir bıçağın ağzı. 2) çok keskin herhan
kohl: Çoğu zaman toz halinde olan antimon sülfür;
gi ağız ya da bıçak. 3) bir terazi kolu, sarkaç vb. in
kozmetik yapımında kullanılır.
de ince kenarı destek olarak görev yapan bir kama.
kok-sagyz: Birleşik Devletler Topluluğu'nun bazı kı
knife grinder: Bıçak bileyici.
sımlarında yetişen ve köklerinden kauçuk elde edi
knife sharpener: Bıçak bileyici (alet); bıçak bileme
len bir bitki; kara hindiba; kök sakız.
aleti.
kola: 1) kola cevizi. 2) Bot. kola cevizi ağacı. 3) kola
knife switch: Bıçağa benzer kontağı olan, elle açılıp
cevizinden yapılan uyarıcı veya öz; cola biçiminde
kapatılan elektrik cihazı; şalter; mekanik şalter.
de kullanılır.
knit: 1) sıkı ve sağlam bir biçimde birbirine bağla
kola nut: Kola cevizi; iki tropik ağacın herhangi birin
mak; birleştirmek. 2) bir düğüm ile bağlamak veya
den elde edilen kahverengi acı ceviz; kafein ve teob-
birleştirmek. 3) sıkı ve sağlam bir şekilde bağlan
romin kapsadığından kolalı içkilerin yapımında kulla
mak. 4) özel iğnelerle örmek.
nılır.
knitting needle: El örgülerinde kullanılan uçları sivri
Koop's law: "Katı bir bileşiğin moleküler ısısı, onun
olmayan metal, kemik vb. inden yapılan uzun, ince
bileşenlerinin atomsal ısılarının toplamına, yaklaşık
bir araç; şiş.
olarak, eşittir": Kopp yasası ya da kanunu.
knives: Çoğ. knife.
kort nozzle: Den. kort nozul; pervanenin çevresine
knob: Düğme; topuz.
yerleştirilen nozul biçiminde bir mahfaza; pervaneye
knock: 1) dövme, vuruntu veya takırdama gürültüsü
gelen veya pervaneden gelen su akımını denetleye
yapmak (bir makine için söylenir). 2) vurmak. 3) vur
rek hem pervane alanına giren çıkan su akımını
ma. 4) hatalı yanma nedeniyle olduğu gibi, bir maki
kontrol eder hem de titreşimi önler, pervane kanatla
nede vuruntu.
rını hasardan korur ve daha iyi manevra yapılmasını
knockabout: 1) cıvadrası olmayan, tek direkli, salma sağlar; nehir tekneleri ile römorkörlerde kullanılır.
omurgalı yelkenli küçük bir yat. 2) kaba; gürültülü;
kos: Belirli yörelere göre değeri 2,41-4,82 km (1,5-3
vuruntulu.
mil) arasında değişen Hint uzunluk birimi.
knocking: Bkz. detonation.
Kr.: Bkz. krypton.
knot: 1) iplik, ip, kaytan vb. indeki yumru; düğüm;
kraft: Sülfat hamurundan yapılan, çoğu zaman kahve
bağ; Den. ceviz; halat veya ince cevizi. 2) kaytan,
rengi, dayanıklı bir ambalaj kâğıdı; kraft paper ola
halat, sicim vb. i parçalarının birleştirilmesi ile yapı
rak da kullanılır.
lan bağ. 3) sorun, problem; zorluk; güçlük; karışık
Krebs cycle: Piruvik asitin aerobiklerle oksitlenerek
lık. 4) düğüme benzer parça. 5) Den. a) gemi hızı
karbon dioksit ve suya dönüştürüldüğü çevrimsel
nın ölçülmesinde kullanılan parakete savlosunun bir
kimyasal tepkime; çevrimde dokuz tepkime vardır.
bölümü, b) deniz mili olarak saatteki hız; mil/saat;
1852 m/saat; 6076,10ft/saat. c) deniz mili; 1852 met Kroll's process: Cevherinden titanyum çıkarma yön
re; 6076,10 fit. 6) Den. bağ ya da bağlar. 7) bağ ya temi; Kroll işlemi.
da bağlarla bağlamak ya da birleştirmek; bağ yap Kundt's apparatus: Bir metal çubukta sesin hızını ölç
mak. 8) düğüm (bağ, ceviz) ya da bağlar biçimi ver mek için kullanılan bir cihaz; Kundt cihazı.
mek. 9) düğümler, cevizler veya bağlar yapmak. Kundt's tube: Bir gazda sesin hızını ölçmek için kulla
nılan bir cihaz parçası; Kundt tüpü.
know-how: Bir şeyin nasıl yapılacağının bilgisi; teknik
krypton: Havada çok küçük miktarlarda bulunan inert
beceri ya da hüner.
bir gaz ve nadir kimyasal bir element; kripton;
known quantity: Ceb. bilinen bir büyüklük: Genellik Simg.Kr; at.ağ.83,7; at.no.36.
le a, b, c ile gösterilir.
k t : Bkz.
knuckle: Mafsal; bir eksen çevresinde hareketli maf
carat.
sal.
kunzite: Spodümen'in Bkz. spodumene saydam bir
knuckle joint: 1) menteşede olduğu gibi, bir mafsal.
türü; leylâk rengi kristallerde görülür ve mücevher
2) Gem. İnş. ağaçtan açısal fitting.
olarak kullanılır.
Knudsen gauge: Enerjileri farklı moleküller tarafın
kva: Bkz. kilovolt-ampere.
dan bir yüzeyin eşit olmayan bombardmanı ilkesi ile
kW : Bkz.
çalışan ve çok küçük gaz basınçlarını ölçmek için
kilowatt.
kullanılan bir basınç ölçer; Knudsen basınç ölçeri.
kW h (K.W .H., kW-h, kW -hr): Bkz. kilowatt-hour.
knurl: Torna ile tırtıl çekme; tırtıllama.
kyak: Bkz. cyanite.
knurled: Tırtıllı; torna ile tırtıl çekilmiş.
kyanite: Mavimsi renkli bir mineral; alüminyum sili
knurled nut: Tırtıllı el ayar somunu; tırtıllı somun.
kat, AI 2 Si0 5 .
knurled piston skirt: Bkz. serrated piston skirt.
kyanize: Biklorit veya süblime çözeltisi ile muamele
knurling: Devir düşürücü dişlilerin dişlerinde, hatalı
ederek (keresteyi) çürümeye dayanıklı yapmak.
yağlama nedeniyle oluşan ve yağ filmini bozan çen
kymograph: Uçuş sırasında bir uçağın pervanesinin
tik ya da çizik.
dönüş hareketini kayıt etmek için kullanılan bir ci
knurling tool: Tırtıl çekme aleti ya da kalemi. haz; kimoğraf; cymograph biçiminde de kullanılır.
kymographic: Kimoğraf ile kayıt edilen veya kimoğra-
fa ait.
Ll

L,
harın firarını önlemek için oluşturulan düzenek; Bkz.
I.
labyrinth gland. 2) bir blok içersine açılmış soğut
ma suyu, soğutma yağı vb. i kanalı. 3) pencereli
I.: Bkz. 1) latitude. 2) law. 3) length. 4) libra, po
dehliz ya da koridorlardan oluşan karmaşık ve kapa
und; librae, pounds. 5) line. 6) link. 7) liter, liters.
lı bir yapı; lâbirent.
8)
labyrinth gland: Gem. Mak. lâbirent glend; lâbirent
Sow.
boğaz glendleri; buhar türbinlerinde rotorşaftın mah
lab.: Bkz. laboratory.
faza ya da keysten çıktığı kısım veya boğazlara yer
La: Bkz. lanthanum.
leştirilen sızdırmazlık sağlayıcılar; rotorun yüksek ba
label: 1) türlü makinelerin üzerine takılan ve makine
sınç tarafında buharın türbin dışına çıkması ve alçak
nin gücü, devir sayısı, modeli, ürettiği ya da çalıştırıl
basınç tarafında ise havanın türbine girmesine engel
dığı gerilim, güç faktörü veya cos ip vb. i özellikleri
olur.
belirten, çoğu zaman pirinçten yapılmış, küçük, dik
dörtgen parça; etiket. 2) bir yükün üzerine yapıştırıla labyrinth packing: Bkz. labyrinth gland.
rak onun doğası, içeriği, varacağı liman, sahibi vb. lac: Güney Asya'da fidan özlerini emen bazı böcek
ini gösteren etiket, kart ya da kâğıt parçası. türleri tarafından belirli ağaçların ince dalları arasın
labeled atom: Nük, Ener. fevkalâde küçük miktarlar da biriktirilen koyu kırmızı renkli, reçineye benzer bir
da, çoğu zaman izotopin veya radyoaktif anlamda madde; şellak elde edilen madde; lâk.
ortaya çıkan bir element; sık sık biyokimyasal örneği LACE (liquid-air-cycle engine): Kendi oksitleyicisini
izleyerek ortaya çıkar; işaretlenmiş atom. üreten bir roket makinesi.
labeled compound: Nük. Ener. işaretlenmiş bileşik; lace: 1) birleştirme; bağlama; dikiş yapma. 2) trans
radyoaktif atomları kapsayan bir bileşik; bileşik veya misyon kayışı dikişi. 3) Buh. Mak. kondenser borula
kısımları fiziksel, kimyasal ya da biyolojik uygulama rının ağzı ile aynalar arasından kaçakları önlemek
lar boyunca izlenebilir. için erimiş balmumuna batırıldıktan sonra kullanılan
kaytan; Bkz. corset laceing. 4) kordon, kaytan vb.
labeled molecule: Nük. Ener. izotop yapıları (ister
i. 5) uçlarını çekerek bir kaytan ile bağlamak.
radyoaktif ister stabil) doğadaki terkibi gibi olmayan
lacing: Mak. süs olarak kullanılan pancur; otomobille
bir ya da daha fazla sayıda atom kapsayan bir bile
rin içindeki süs pancuru; şerit; bağlama.
şik.
lacing wire: Buh. Türb. reaksiyon türbinlerinde, daya
label plate: Bkz. label.
nıklılığını arttırmak için kanatların, çevrelerine yakın
labile: 1) Kimy. dayanıksız; kararsız; belirli organik
kısımlarından birbirlerine bağlanmasını sağlayan tel.
moleküllerde olduğu gibi, derhal değişerek atomları
lack: Yetersizlik; eksiklik; eksik olma veya tümü ile ol
anî olarak yeniden düzenlenen.
mama.
labile oscillator: Frekansı uzaktan kontrol edilebilen
bir lokal osilatör. lack of current: Elektrik akımı yetersizliği.
labor: Ağır şekilde baş-kıç ve yalpa yapmak (kaba de lack of grease: Gres (yağı) yetersizliği veya eksikliği.
nizlerdeki bir gemi için söylenir. 2) iş ya da uğraş. lack of oil: Yağlama yağı yetersizliği veya eksikliği.
3) tüm ücretli çalışanlar; işçi sınıfı. lack of power: Güç yetersizliği; güç eksikliği.
laboratory: 1) bilimsel bir deney veya araştırma için lacker: Bkz. lacquer.
kullanılan bir oda ya da bina; lâboratuvar. 2) kimya lackluster (lacklustre): Parlaklık eksikliği; donukluk;
sal maddeler, ilâç vb. inin hazırlandığı yer veya me donuk; sönük.
kan. lacquer (lacker): 1) şellak veya zamk ve reçine karışı
labour: Bkz. labor. mı alkol ya da diğer çabuk kuruyan çözücü veya sol-
labradorite: Renk oyunları gösteren veya rengârenk ventlerde eritilerek oluşturulan nitrosellülozlu veya
bir feldispat türü; en mükemmel örnekleri Labra nitrosellüzossuz saydam bir vernik; verniklere pig
dor'da olduğu için bu ad verilmiştir. ment eklenerek elde edilen vernik emayesi. 2) Çin
labyrinth: 1) Buh. Türb. rotor şaftın boğazlarından bu
lacquer 314 Lam b er t p roject io n

ve Japonya'daki belirli ağaçlardan elde edilen ve ah


lading, bill of: Bkz. bill of lading.
şap eşyaları parlatmak veya cilalamak, sert ve düz
ladle: 1) sıvıları boşaltmak için kullanılan uzun saplı
gün bir yüzey sağlamak için kullanılan bir vernik ya
kap; kepçe. 2) kepçe ile boşaltmak. 3) kaldırmak ve
da cila. 3) vernik ya da cila ile kaplamak; cilalamak.
kepçede taşımak.
lacquer: İçt. Yan. Mak. pistonlarin üzerinde bir kat
ladle, casting: Bkz. casting ladle: Döküm kepçesi.
man oluşturma eğiliminde olan ve yağda çözünme
ladle, foundry: Bkz. foundry ladle: Dökümhane kep
yen artık; yüksek sıcaklık etkisindeki yağın oksitlen
çesi.
mesinden oluşur; verniğe benzer fakat ondan daha
ladleful: Kepçe dolusu.
serttir.
ladle, slag: Bkz. slag ladle: Cüruf kepçesi.
lact.: Bkz. lacto.
lag: 1) geri kalmak; yavaş hareket etmek; yolda du
lactam: Kimy, çemberinde NHCO grubu kapsayan or
raklayarak gitmek. 2) hareket, gelişme vb. inde geri
ganik çevrimsel bileşikler grubunun herhangi biri;
kalma veya gerileme. 3) bu tür geri kalma veya röta
amin ve karboksil gruplarının suyu giderilerek oluştu
rın miktari. 4) Elekt. alternatif akımda faz zirve akımı
rulur; amino asitin iç anidriti.
nın, ona uyan zirve geriliminden geride kalışı veya
lactase: Belirli bira mayası ve hayvan bağırsaklarında
gecikmesi. 5) Mak. dizel motorlarında yakıtın tııtuş-
bulunan ve laktozu giükoz ve laktoza çeviren bir en
masindaki gecikme Bkz. ignition lag.
zim.
lag: 1) fıçı tahtası. 2) kazanları, silindirleri vb. kapla
lactate: 1) süt salgılamak. 2) laktik asitin herhangi bir
mak için kullanılan dar parçalar halinde herhangi bir
tuzu veya esleri; lâktat.
yalıtım maddesi. 3) bu tür yalıtım maddesi ile kapla
lactate, antimony: Antimon sütü.
mak.
lacterene: Kazein veya süt kesmiğinden yapılan ve
lag bolt: Kare şeklinde somunu olan cıvata; Bkz. lag
basma bezinde basma için kullanılan bir madde; lâk-
screw.
teren.
lagging: 1) radyasyonla ısı kayıplarını önlemek için
lactirene: Bkz. lacterene.
kazan, silindir, tank veya depo vb. inin kaplanmasın
lactic: 1) sütten elde edilen veya süte ait. 2) süt ekşi-
da kullanılan uzun, dar parçalar halinde tahta veya
diği zaman laktozun fermentasyonu (mayalanması)
diğer yalıtkan bir madde. 3) kemerleri taşımak için,
ile oluşan veya belirli mikroorganizmaların etkisiyle
yapımları sırasında tahtadan yapılan açık kalıp.
sükroz veya diğer karbonhidratlardan üretilen say
lagging current: Elekt. çevriminde en yüksek değeri
dam, şurup kıvamında bir asiti, laktik asiti belirtir.
ne, kendisini üreten gerilimden sonra ulaşan bir al
lactic acid: Kimy. bakterilerin etkisi nedeniyle kesilen
ternatif akım; geciken akım.
sütte görülen renksiz, organik asit; laktik asit, CH3C-
lag screw: Kare başlı, ahşap vidasına benzer dişli, ko
HOHCOOH; yapay olarak şeker veya mısır nişastası
nik uçlu bir vida.
nın fermentasyonundan elde edilir; ilâç ve boya yapı
lag wrench: Mak. iki ağızlı anahtar.
mında ve deri endüstrisinde kullanılır.
laid: Bkz.
lactoflavin: Riboflavin; vitamin B,.
lay.
lactometer: Sütün özgül ağırlığının saptanmasında
laid up: 1) Den. kullanım dışı personelsiz, nöbetçileri
kullanılan bir tür yoğunluk ölçer cihaz; lâktometre.
olan, sökülmek üzere hurdaya çıkanlan bağlı bir ge
lactones: Klmy. hidroksi asitin bir molekülünün -OH
mi. 2) yatakta tutulan hasta ya da yaralı.
ve -COOH gruplarından bir su molekülünün elimine
lake: 1) yakıt, yağ veya diğer bir sıvının havuzu; sıvı
edilmesi ile oluşan organik bileşikler grubunun her
havuzu ya da gölü. 2) havuz 3) göl.
hangi biri; karboksilik asitlerin iç esterleri; lâktonlar.
lake; 1) kırmız böceğinden elde edilen koyu kırmızı
lactoproteid: Bkz. lactoprotein.
bir pigment veya boya maddesi. 2) bu boya madde
lactoprotein: Sütte bulunan proteinlerden herhangi
sinin rengi. 3) sabitleştirici olarak bir metal tuzu ekle
biri; lâktoprotein.
nerek elde edilen, çözünmez, renkli bir bileşik; ku
lactoscope: iki sıvının matlık farkı ile sütteki krema
maş boyası olarak kullanılır.
miktarını saptamak için kullanılan bir cihaz; lâktos-
lake-asphalt: 1) yer kabuğunun doğal çöküntülerinde
kop; Bkz. lactometer.
yüzey depoları halinde bulunan doğal asfalt; göl as
lactose: Kimy. sütte bulunan ve kesilmiş sütün buhar-
faltı.
laştırılması sonucu elde edilen beyaz renkli, kristal
lake-marl: Göl tebeşiri; traverten.
biçiminde bir şeker; laktoz, C12H22O11; bebek ma
lambda: Bir buhar türbininin, kendi maksimum verim
maları vb. inde kullanılır; süt şekeri.
devrinde taşıyabileceği ener]i; lamda; gerçek ve ku
ladder: 1) insanlann inip çıktıkları, basamakları olan
ramsal lamda.
bir düzenek; merdiven. 2) buna benzer herhangi bir
lambda ratio: Gerçek lâmdanın kuramsal lâmdaya
şey. 3) madenî, ahşap veya halat merdiven. 4) Den.
oranı; lamda oranı.
iskele.
lambent: 1) bir yüzey üzerinde onu yakmadan yayı
ladder accomodation: Den, gemilerde borda iskele
lan (bir alev); titreyerek yanma (alev vb.i için söyle
si; ana iskele.
nir). 2) yumuşak bir ışık çıkaran veya veren.
ladders, hold: Den. gemilerde ambar merdivenleri.
lambert: Bir lümen/cmr miktarındaki ışığı yansıtan ve
lade: 1) yüklemek Bkz. load. 2) kepçe ile (su vb. i)
ya yayan mükemmel bir yüzeyin parlaklığına eşit
boşaltmak; su boşaltma kabı; kepçe.
olan, C.G.S. sisteminin parlaklık birimi.
laden: 1) yüklü; yüklenmiş. 2) yük taşıma kapasitesi;
Lambert projection: Havacıların kullandığı bir harita;
yüklenme.
bu haritada meridyenler kuzeye doğru birer düz çiz
laden: Yüklemek; yüklenmek.
gi ve paraleller eşit yerleştirilmiş ve aynı merkezli da
lading: 1) yükleme. 2) yük; kargo; hamule.
irelerin yaylarından oluşmakladır; Lambert izdüşü
mü.
lame 315 landing-bridg e

lame: 1) çoğu zaman metalden yapılmış ince bir lev


ampul.
ha. 2) Çoğ. zırhın bir parçası, birbiri üzerine bindiril
lamp, mercury vapor: Cıva buharlı lâmba; elektriğin
miş ince metal levha.
elektrotlar arasındaki cıva buharına dokunmasıyla
lamina: 1) levha, plâka veya madenî yaprak. 2) hay
mavi-yeşil ışık veren ve cıva kapsayan bir ampulden
van dokusu, metal vb. inde olduğu gibi ince levha,
oluşan lâmba.
pul ya da katman.
lamp, oil: Yağ lâmbası; kandil.
lamina coupling: Mak. esnek kavrama veya levhalı
lamp, petroleum: Petrol lâmbası.
kavrama; Otomobil şanzımanlarında kullanılır.
lamp, pilot: Pilot lâmba.
laminable: Yaprak, varak veya levha şekli verilebilir
lamp, portable: Seyyar lâmba; taşınabilir lâmba.
veya sıkıştırılarak varak, levha vb. i haline getirilebilir
lamp, quarz: Morötesi radyasyonunu aktarmak için
ya da katmanlara ayrılabilir.
kuvarz ampulü olan lâmba; morötesi ışınlan açısın
laminal: Bkz. laminate.
dan zengin ışık kaynağı olarak kullanılır; çoğu za
laminar: Bkz. man cıva buharlı türdendir.
laminate. lamp room: Den. genel olarak gemilerin başaltında
laminar flow: Bkz streamline flow. bulunan ve türlü malzeme, boya vb. inin muhafaza
laminate: 1) İnce levha veya katmanlara ayırmak. 2) edildiği kapalı kısım; fenerlik.
kontrplak gibi Katmanlarla yapılmak. 3} ince katman lamp, safety: Madenciler tarafından kullanılan bir
lara bölünmek. 4) ince levha ya da katmanlardan lâmba; güvenlik ya da emniyet lâmbası.
oluşan veya düzenlenen; katmanlı; varaklı. lamp, safety flame: Emniyet lâmbası; güvenlik lâm
laminated: ince katman veya tabakalardan yapılmış; bası; grizu tehlikesine karşı kömür ocaklarinda ma
katmanlı, tabakalı. dencilerin kullanıldıkları lâmba.
laminated core: 1) Elekt. bir metalde eddy akımlarını, lamp spectrum: Işınlayan, alev üreten bir lâmba; katı
dolayısıyla fuko kayıplarını önlemek için, yalıtılmış ve sıvılardan geçişi sırasında alev üreten radyasyo
demir saç levhalardan oluşturulan endüvi gövdesi. nun spektroskopik denetiminde kullanılır.
2) Elekt. levhalardan oluşturulmuş göbek; kondansa lamp, spirit: ispirto lâmbası; kamineto.
tör veya transformatör göbeği. lamp, street: Sokak lâmbası.
laminated shim: İnce metal katmanların birbirlerine lamp, test: Tecrübe lâmbası.
lehimlenmesi ile oluşan şamata, şim ya da layner; lamp, three filament: Üç fiiamanlı lâmba.
her katman diğerinden kolayca ayrılabilir. lamp wick: Lâmba fitili.
laminated spring: Mak. yaprak yay; susta yay; düz lance: Meme, lüle veya nozul olarak kullanılan boru
çelikten yay. parçası; bu borudan verilen buhar veya basınçlı ha
lamination: 1) ince levha veya katman haline girme va, kazanların boru ve ayna yüzeylerinde birikmiş
veya ince katman haline girmiş. 2) varaklı yapı; ince kurumun üflenmesi ve kazan dışına atılmasını sağ
katmanlardan yapılmış şey. 3) ince katman; tabaka lar; buhar tomarı; Bkz. soot blower.
ya da katman. lancet: 1) çoğunlukla iki ağızlı, ameliyatlarda kullanı
laminose: Bkz. laminate. lan küçük bıçak; neşter. 2) Mim. dar kemer ya da
laminous: Bkz. laminate. pencere.
lamp: 1} yağ, alkol vb. yakarak işık ve ısı oluşturan, fi lancet arc: Mim. dar, sivri uçlu kemer.
tili bulunan bir Kap; kandil, fitil çoğu zaman alevi ko land: 1) dünyanın, denizlerin dışında kalan katı kısmı.
rumak için bir cam veya baca içinde tutulur. 2) elek 2) dünya yüzeyinin belirli bir yeri. 3) bir gemiden ka
trik ışığı veya güneş ışığı lâmbaları gibi, ışık veya şi raya çıkmak. 4) karaya veya suya konmak (uçak
fa verici ışınlar üretmek için kullanılan herhangi bir için söylenir). 5) gemiyi terketmek ve sahile çıkmak;
cihaz. karaya çıkmak. 6) bir limana veya sahile inmek (ge
lamp, arc: Elekt. ark lâmbası; ışık kaynağı; esas ola mi için söylenir).
rak, elektrik arkının aralarında meydana getirildiği iki land breeze: Kara tarafından denize doğru esen rüz
karbon elektrottan oluşur; çok parlak oluşu nedeniy gâr.
le projektör ve spot ışıkları için faydalıdır. land measure: 1) bir arazi parçasının yüzeyini bul
lamp, black: is; is siyahı; toz siyah boya. mak için kullanılan bir alan sistemi. 2) böyle bir öl
lamp, bulb: Elektrik ampulü; lâmba ampulü. çüm sisteminin ar, dekar, hektar vb. i herhangi bir
lamp, carbon filament: Karbon fiiamanlı lâmba ya da birimi.
ampul.
land mine: Toprak yüzeyi altına saklanan ve üzerin
lamp, circuit: Lâmba devresi; elektrik ampullerinin den askerler ve araçların geçişi sırasında patlayan
devresi; aydınlatma devresi; ışik devresi. mayın; kara mayını.
lamp cord: Lâmba kordonu.
land plaster: Kimy. gübre olarak kullanılan öğütül
lamp, electric: Elektrik lâmbası veya ampulü; genel müş sulu kalsiyum sülfat, CaSO .2H 0.
olarak inert gaz ile doldurulmuş ampul içersinde, 4 2
ısındığı zaman ışık veren filaman ya da arK'a sahip landing: 1) karaya çıkma veya çıkarma işlemi. 2) bir
olan cihaz. geminin yüklendiği veya boşaldığı yer. 3) uçak mer
lamp, filament: Elekt. lâmba filamanı; kısmen veya ta divenin alt tarafındaki platform; merdiven sahanlığı.
mamen bir inert gaz ile dolu bir cam ampul içine yer 4) konma veya toprağa inme işlemi; iniş.
leştirilmiş ve elektriksel olarak ısıtılan ve ışık üreten landing angle: Hava, bir uçağın uçuş pistinde, doğa!
bir tel. duruşu ile, piste iniş hattı arasındaki dar açı; iniş açı
lamp, hand: El feneri; el lâmbası. sı.
lamp, inspection: Kontrol lâmbası. landing-bridge: Yükleme boşaltma için yapılan geçit
lamp, metallic filament: Metal fiiamanlı lâmba ya da köprü.
landin g c ha rge s 316 laps t rak e

landing charges: Yükleme ve boşaltma masrafları. tarafından keşfedilen, kalay beyazı renkte, dövülebi
landing gear: Hava. tekerlik, ponton vb. inden olu lir fakat haddeden çekilemeyen gümüşe benzer, na
şan ve uçağı karada ve suda taşımak için kullanılan dir toprak alkali grubundan parlak bir metalik kimya
donanım; iniş takımı. sal element; Simg.La; at.ağ. 138,92; at.no. 57.
landing platform: Sahanlık. lanthanum salts: Kimy. lântan'in tuzlari.
landing speed: Hava, normal inişi sırasında bir uça lanthorn: Bkz. lantern.
ğın, piste dokunduğu andaki minimum hızı; iniş hızı; lanyard: 1) bazı teknelerin dıştan takma motorlarını
iniş sürati. çalıştırmak için kullanılan kaytan ya da ip. 2) bazı
landing stage: Den. bir gemiden yolcu ve yüklerin şeyleri tutmak veya bağlamak için gemilerde kullanı
boşaltıldığı, bazan yüzer bir şekilde olan platform ya lan kısa ip ya da çıma. 3) denizcilerin boyunlarına bı
da rıhtım. çak asmak için kullandıkları kaytan. 4) belirli tipteki
landlubber: Den. çok küçük bir deneyime sahip ve topları ateşlemek için ucuna kanca bağlanmış kay
gemide işe yaramaz kişi (denizcilerin küçük görme tan. 5) laniard biçiminde de kullanılır.
amacıyla kullandıkları bir terim). lap: 1) Gem. Mak. buhar makinelerinde dıştan katofiu
landolt band: Şiddetli bir ışık kaynağı, örneğin güneş (kesmeli) bir slayt valf ya da çekmece orta durumda
kullanıldığında, zaman zaman görülen koyu bir iken veya altta ve üstte bulunan buhar portlarını ay
bant; ışığın kesinlikle paralel olmaması nedeniyle nı miktar kapamışken, üst buhar portu üst kenarı ile
meydana gelir. slayt valfın buhar tarafındaki ucu arasında kalan par
landsman: Yeni ve deneyimsiz bir denizci. ça; buhar lebi; egzoz tarafındaki parça ise egzoz le
landward: Karaya doğru; durumu veya yüzü karaya bidir. 2) içten katoflu slayt valflarda ise buharın girdi
dönük. ği iç taraftaki parçalar buhar lebi, dış veya egzoz ta
İane: 1) güvenlik nedeniyle gemi, uçak, otomobil vb. rafındaki parçalar ise egzoz lepidir; buhar lepi lid ve
leri için düzenlenmiş güzergâh veya rota. 2) gemiler ya erken giriş ve egzoz lepleri ise riliz ya da erken çı
için buzlar arasında açılan seyire (navigasyona) uy kış ile kompresyonu sağlarlar.
gun dar su yolu. lap: Kızgın bir metalin katlanması nedeniyle oluşan
Langmuir-theory: Langmuir kuramı ya da teorisi; biri yüzey bozukluğu.
ya da ikisi birden hareketli yüzeyler arasında oluştu lap: 1} Mak. alıştırma; tam uyacak şekilde taşlama. 2)
rulan sıvı katmanı ile ilgili yağlama kuramı; bu kura birbirine sıkı geçme yapma. 3) bindirme ya da üst
ma göre yağlanan yüzeyler arasında daha fazla sayı üste binme. 4) aşındırıcı bir madde ile doyurulmuş
da katman devam ettirilir. (yüklü) ve parlatmak için kullanılan yumuşak metal,
lankroflex: Sıv. Yük. izooktileat/lineolat'ın karışımın ağaç veya deri parçası. 5) alıştırarak parlatmak. 6)
dan oluşan, pratik olarak tehlikesiz, hafif kokulu, so cam, mücevher vb. lerini kesmek veya parlatmak
luk sarı renkli, dayanıklı bir bileşik; insan sağlığı açı için kullanılan yumuşak metal, ağaç veya deri parça
sından zararlı etkisi yoktur; 25 C'de viskozitesi 35 sı. 5) alıştırarak parlatmak. 6) cam, mücevher vb. le
cS; 25°C'de öz.ağ. 0,920; d.n. yok; gemilerde çevre rini kesmek veya parlatmak için kullanılan döner bir
sıcaklığı ve atmosfer basıncında taşınır. disk veya taş. 7) cam ya da mücevherlerde olduğu
lanolin: Yapağıdan elde edilen yağlı bir madde; koz gibi, bir disk ile kesmek veya parlatmak.
metik, merhem vb. i için kullanılır; lânolin. lapbelt: Oto. kara taşıt araçlarinda, özellikle otomobil
lanoline: Bkz. lanolin. lerde kullanılan emniyet kemeri.
Lanova cell: Bkz. air cell. lap, exhaust: Bkz. exhaust lap.
Lanova combustion chamber: Bkz. air ceil. lap-joint: Bindirme şeklinde bağlama.
Lanova energy cell: Bkz. air cell. lap joint: 1) iki parçadan birini diğerinin üzerine bindi
lantern: 1) ışığı muhafaza etmek ve onu rüzgâr ve ha rerek yapılmış (kaynak, perçin vb. i biçimindeki)
vadarı korumak için saydam bir fanus veya fener. 2) bağlama. 2) Pist. Buh. Mak., Diz. Mot. piston seg-
fener kulesinin en üstünde, içinde lâmba bulunan manlarının uçlarının hava ya da gaz kaçaklarına en
oda. 3) bir binanın çatısı üzerinde veya bir kulenin gel olacak şekilde birbirlerinin üzerine bindirilmesi
tepesinde ya da benzer yerlerde ışık ve hava girme ile oluşan yapı.
si için açık bir yapı. lap, steam: Bkz. steam lap.
lantern: Esk. slayd göstericisi veya projektör. lap weld: Bkz. lap welding.
lantern pinion: iki diskten oluşan eski tür bir dişli lap welding: İki parçayı dövme sıcaklığında çekiç ve
çark. ya presle döverek yapılan bir kaynak türü; Smith's
lantern ring: Pompa özellikle yoğuşum pompası vb. weld (demirci kaynağı) biçiminde de kullanılır.
inin boğazlarının sızdırmazlığı için kullanılan, delikli lapis: Taş (Lâtin ifadelerinde kullanılır).
ve oyuklu bir çember. lapping: Mak. birbiri üzerine binen; sıkı geçmeli; alış
lantern slide: Projeksiyon makinesi için fotoğraf slay- tırma.
tı; orijinal olarak göstericinin fotoğraf slaytı. lapping compound: Mak. alıştırma macunu; Mot. su
lantern wheel: Bkz. lantern pinion. papların alıştırılmasında kullanılan macun.
lanthanides: Kimy, periyodikler tablosunda lântanı iz lapse rate: Yükselti ya da rakım veya altitütün çoğal
leyen 14 elementten oluşan grup; lântanidler; lânta- ması ile atmosfer sıcaklığının azalma miktarı; her
nit serisi. 100 metre için 0,6°C'dir.
ianthanide series: Kimy. lântan ile başlayan nadir lapstrake: Kalın tahtaların birbiri üzerine bindirilip per
toprak alkali metaller serisi. çinlenmesi ile yapılan tekneye sahip olan; kaplama
lanthanium: Bkz, lanthanum. tahtaları birbiri üzerine bindirilmiş gemi; bu şekilde
lanthanum: Kimy. lântan; 1839 yılında C.G. Mosander yapılmış gemi; bindirme kaplamalı gemi.
lapstreak 317 lateral

lapstreak: Bkz. lapstrake. sü; kapı mandalı; kapı sürgüsü. 2) bir pencere vb. i
larboard: Den. baştarafa doğru bakan bir kişiye göre, için mandal. 3) bir mandal ile kapatmak veya bağla
bir geminin sol tarafı; iskele (tarafı); bu tarafta ya da mak ya da kilitlemek.
bu tarafa doğru; eski bir deyim olup, bugün yerini latchkey; Bir kapının, özellikle dış kapının dışarıdan
port (iskele) sözcüğüne bırakmıştır. sürgüsünü çekmek veya açmak için kullanılan anah
lard oil: 1) domuz yağından yapılan ve yağlama yağı tar.
ve aydınlatma sıvısı olarak kullanılan yağ. latch lever: Diz. Mot. kumanda kolu üzerinde bulu
lardy: 1) domuz yağı ile kaplanmış veya domuz yağı nan ve onun rahat olarak hareket ettirilmesini sağla
kapsayan. 2) domuz yağına benzer; domuz yağı gi yan kol; sürgü kolu.
bi. latch spring: Mandal yayı Bkz. latch.
large: 1) Den. açık ve elverişli (hava için söylenir). 2) late: 1) her zamanki, uygun veya umulan vb. i zaman
Den. rüzgârı kemere gerisinde kullanarak yapılan se dan sonra gelen ya da oluşan; gecikmiş. 2a) gün,
yir. 3) Den. uygun rüzgâr. gece, yıl vb. inde gecikerek süren, oluşan vb. i. b)
large-bore engine: Büyük (silindir) çaplı pistonlu bu sona doğru oluşum, olma, devam etme vb; son za
har makinesi, özellikle dizel motoru; büyük çaplı ma manlarda. 3) şimdiki zamandan hemen önce olu
kine. şan. 4) şimdi olmayan, geçenlerde; özellikle: a) ge
large calorie: Büyük kalori; kilo kalori; 1000 gram ka çenlerde öldü. b) geçenlerde ofis dışına gitti. 5) alı
loriye eşit bir ısı ya da enerji birimi; bir kilogram su şılmış, uygun ve umulan zamandan sonra; gecike
yun sıcaklığını 15°C'den 16°C'ye yükseltmek için ge rek. 6) gün, gece, yıl vb. inin geç zamanlarına ka
rekli ısı miktarı; kkal kısaltması ile belirtilir. dar. 7) son zamanlarda; yakınlarda.
large gear: Büyük dişli; Bkz. gearwheel. late ignition: Diz. Mot. geç tutuşma; rötarlı tutuşma
large hammer: Büyük çekiç; ağır çekiç. ya da ateşleme; Mot. silindirdeki kızgın hava veya
large-scale: 1) büyük ölçekle çizilmiş (harita vb. i için hava-yakıt karışımının normalden geç tutuşması;
söylenir). 2) geniş faaliyet alanı; geniş bir alan üze maksimum yanma basıncı azalır.
rinde; şümullü. late injection: Geç püskürtme; Diz. Mot. yakıtın nor
laser (light amplification by stimulated emission of mal zamanından geç silindirlere püskürtülmesi; tu
radiation): Görülebilir tayfta çalışan bir mikrodalga tuşma üst ölü noktadan çok sonra ve giderek geniş
büyültücüsü; lazer. leyen bir hacim içinde oluşacağından, ortalama en-
laser doppler anemometer: Diz. Mot. yanma odasın dike basınç ve maksimum basınçlar azalır, makine
daki gaz hızını doğrudan ölçmek için bir makine si devir sayısı ve üretilen güçler azalır.
lindirine donatılan bir cihaz; lazer dopler anemomet- Sateen: Üçgen biçiminde bir yelken; lâtin yelkeni; geç
resi. mişte Portekiz'li denizcilerin kullandıkları bu yelken
lash: 1) Mak. hareketli ve hareketsiz parçalar arasın günümüzde Akdeniz teknelerinde kullanılmaktadır.
daki boşluk; supap boşluğu. 2) Den. bir halat ile 2) bu tür yelkene sahip olan. 3) bu tür yelkenli tek
bağlamak. 3) Den. façuna etmek; bağlamak. 3) Mot. ne.
supapların boşluklarının ayarlarına ait. latin-rigged: Lâtin yelkene sahip olan; lâtin armalı (o-
L.A.S.H.: Bkz. lash ship. lan).
lash adjuster: Mot. dört ve iki zamanlı doğru akım sü latency: Gecikme süresi.
pürmeli motorlarda supapların boşluklarını otomatik latent: 1) buharlaşma ve yoğuşmanın gizli ısısına ait.
olarak düzenleyen hidrolik bir cihaz; supap klerens 2) Huk. gizli. 3) henüz saklı ya da gizli; açıklanma
ayarlayıcısı; Bkz. zero lash adjuster. mış ya da gizli kalmış.
lash adjuster, automatic: Otomatik klerens ayarlayıcı latent heat: Term, gizli ısı; bir maddenin sıcaklığını de
sı. ğiştirmeden fiziksel durumunu değiştiren ısı; örneğin
lash adjuster, hydraulic: Basınçlı yağlama yağı yardı 32°F (0°C)'deki buzu yine aynı sıcaklıktaki suya çe
mıyla supap klerenslerini ayarlayan cihaz, hidrolik virmek için gerekli ısı miktarı.
kierens ayarlayıcısı. latent heat of condensation: Term, yoğuşmanın gizli
lash adjuster, mechanical: Mekanik olarak ya da bir ısısı; su buharının yoğuşması, özellikle bulut oluşu
helisel yay yardımıyla supap klerenslerinin ayarlan mu sırasında su buharının yoğuşması için firar eden
masını sağlayan düzenek; mekanik kierens ayarlayı ısı miktarı.
cısı. latent heat of evaporation: Buharlaşmanın gizli ısısı.
lash ship: Den. yüklü layterleri taşıyan ve onları rıh latent heat of fusion: Sıcaklıkta bir değişim olmaksı
tımlara yanaşmaksızın denize bırakana modern bir ti zın buzun erimesi için eklenmesi gereken 36,268 ka
caret gemisi türü; lâyter gemisi. lori (144 Btu)'lik ısı; erimenin gizli ısısı.
last: Türlü yer veya şeylerde değişen bir ağırlık ölçü latent heat of vaporization: Term, buharlaşmanın giz
sü; 1812 kilogramlık (4000 libre) bir ağırlık olduğu li ısısı; verilen herhangi bir miktardaki sıvının, sıcaklı
kabul edilir. ğında bir değişim olmaksızın, buharlaşması için ge
lastex: Pamuk, rayon, ipek vb. i ile dokunan ince yu rekli ısı miktarı.
varlak lâstik iplikten oluşturulan kumaş ya da örgü latent image: Bilgisay. belirlenmemiş imge.
(ticarî bir isim). lateral: 1) yana doğru, yanda, yandan, yana alt; yan
lasting: 1) Uzun zaman dayanan; dayanıklı; bozulma taraftan (yanal hareket gibi). 2) yana yerleştirilmiş
yan; sabit. 2) dayanma; tahammül gücü; süreklilik veya yapılmış herhangi bir şey; yan parça, büyüme,
veya istikrar. dal vb. 3) Mot. yan boşluk veya silindirde segman
lat.: Bkz. lateral. yan klerensi Bkz. side clearence. 4) Maden, ana da
latch: 1) kapı veya bahçe kapısı mandalı ya da sürgü mara paralel yan birikinti veya damar.
la t era l cle arenc e 318 la w o f eq u a l are a s

lateral clearence: Bkz. side


iyonları birbirinden ayırmak için gerekli enerji/mol.
clearence.
latticework: 1) kafes. 2) kafes grubu. 3) kafes işi.
lateral compression : Yanal sıkıştırma; yanal basınç;
laughing gas: Kimy. gülme gazı; özellikle dişçilikte
yanal itme.
uyuşturucu olarak kullanılan bîr gaz; azot oksit,
lateral deformation: Yanal veya enine bozulma ya
N 20
da deformasyon.
lateral expansion: Yanal genişleme; yanal yayılma. .
lateral force: Yanal kuvvet. launch: 1) herhangi bir kuvvetle ileriye doğru fırlat
lateral friction: Yanal sürtünme; yan sürtünme. mak (katapültün yaptığı gibi). 2) fırlatmak, boşalt
lateral resistance: Teknelerin su altında kalan kisımla- mak veya göndermek (silâh, rüzgâr vb. i). 3) kaydı
nnın yanal harekete direnci; yanal direnç. rarak (yeni yapılmış bir gemiyi) denize indirmek;
laterite: Jeo. belirli kayalarin ayrışması ile şekillenen yüzdürmek. 4) işletmeye başlamak; harekete başla
ve büyük miktarda alüminyum, demir ve titanyum mak. 5) bir kurs veya mesleğe başlamak. 6) denize
hidroksit kapsayan gözenekli, kırmızı kil; iâterit. açılmak.
latex: Yapısında protein, alkaloit, nişasta, şeker, yağ, launching: Denize (suya) indirme; denize indirilmesi
tanen, reçine, sakız gibi maddeler bulunan beyaz (bir geminin).
renkli, sütümsü, karmaşık bir emülsiyon; kauçuk launching pad (or platform): Roket, gayıtlı füze vb.
ağacından elde edilen, pıhtılaştığında kauçuğu ve inin fırlatıldığı ya da ateşlendiği plâtform; füze rampa
ren viskoz bir sıvı; lâteks; lâdeks. sı.
launching ways: Suya indirme yolları (gemiler için
lathe: 1) ahşap ve metal cisimleri döndürerek, kesici
söylenir).
aleti veya kalemi yardımıyla onlara şekil veren bir
launch, motor: Bkz. motor launch.
makine; torna tezgâhı; torna makinesi. 2) torna tez
gâhında şekil vermek. launch out: 1) denize açılmak. 2) yeni bir şeye başla
mak.
lathe bastard: Mak. dikdörtgen kesitli, tek sıra dişli ve
torna tezgâhlarında kullanılan bir tür eğe; torna eğe launch, steam: Bkz. steam launch.
si. launder: 1) Mine, cevherden yabancı maddeleri ayır
lathe bed: Mak. torna kızağı; torna yatağı. mak için kullanılan (akar) su. 2) yıkamak (çamaşır
lathe carriage: Mak. bıçak tertibatının bioku; yatakta vb. i). 3) yıkama ve ütüleme. 4) yıkamak ve ütüle
ileri geri hareket eden takım; torna arabası. mek.
lathe centers: Mak. torna mesnetleri; toma karşılık lanudry: 1) çamaşırhane. 2) çamaşırların yıkandığı
puntosu; torna puntoları. yer. 3) yıkanmaya hazır çamaşırlar vb. i; kirli çama
şırlar.
lathe chuck: Mak. torna başlığı; torna aynası; şekil ve
rilecek parçanın torna tezgâhına bağlandığı kafa. lava: Bir yanardağdan patlama sırasında çevreye yayı
lathe cutting tool: Torna tezgâhlarında kesme, diş lan erimiş kaya; lâv veya püskürtü. 2) lâvın soğudu
çekme vb. i için kullanılan türlü kalemler; torna (tez ğu zaman oluşturduğu kayalar; volkanik kaya.
lavation: 1) yıkama. 2) yıkama için su; yıkama suyu.
gâhı) kesme kalemleri.
law: Fen bilimlerinde kanun; Matematik, fizik, termodi
lathe dog: Mak. torna fırdöndüsü; büyük parçalar
namik vb. i yasalar, gaz kanunları vb. i.
için torna ara mesnedi.
law, gases: Bkz. gas laws: Gaz kanunları.
lathe headstock: Mak. torna başlık tertibatı; torna fe
law, ideal gases: Bkz. ideal gas laws: ideal gaz ka-
neri; torna aynası; tahrik tertibatı.
nunlan.
lathe jaw: Mak. torna ayağı.
law, marine: Bkz. marine laws: Deniz Ticaret Kanun
lathe spindle: Mak. torna mili veya şaftı.
ları.
lathe tailstock: Mak. tornanın hareketli punta tertiba
law, ideal gases: Bkz. ideal gas laws: ideal gaz ka-
tı.
nunlan.
lathe tools: Mak. toma takımları.
latices: Latex'in çoğulu. law, marine: Bkz. marine law: Deniz ticaret kanunları
law of conservation of energy: Enerjini sakinimi
laticiferous: Lâteks üreten, kapsayan ya da gizleyen.
ka nunu: "Enerji yaratılamaz veya tahrip edilemez,
latten: 1) dövülerek ince levha veya varak haline geti
an cak kısmen ya da tamamen bir enerji türünden
rilmiş pirinç ya da pirince benzer alaşım. 2) ince lev
diğe rine dönüştürülebilir; kapalı bir sistemin toplam
halar halindeki herhangi bir metal, özellikle kalay.
ener
lattice: 1) perde, çerçeve vb. i olarak kullanılan tahta,
jisi sabittir.
metal vb. inden yapılan çubuk veya telden yapılmış
law of conservation of matter: Maddenin sakinimi
kafes; pencere kafesi. 2) böyle bir yapıya benzeyen
kanunu: "Madde ne yaratılabilir ve ne de tahrip edi
veya benzediği sanılan. 3) böyle bir yapı ile çevrele
lebilir."
nen pencere, kapı, bahçe kapısı vb. i. 4) kafes ile
law of constant composition: "Nasıl bir kimyasal bi
donatmak veya çevrelemek. 5) kafes ile kaplamak
leşik hazırlanırsa hazırlansın, daima kütlesi ile aynı
veya teçhiz etmek.
oranda elementleri kapsar; sabit yapı ya da bünye
lattice: Noktaların uzayda muntazam geometrik dizili yasası.
şi- law of definite proportions: Belirli oranlar kanunu:
lattice, crystal: Bkz. crystal lattice. "Belirli bir bileşiği oluşturmak için elementler belirli
lattice dynamics: Şebeke dinamiği; kristal şebekele oranlarda birleşir"; böylelikle bir bileşiğin yapısı
rin ısıl titreşimlerinin özellikleri ile ilgilenen katıların onun hazırlanması yönteminden bağımsızdır.
durumunun kuramının bir dalı. law of electric charges: Elektrik yükleri kanunu:
lattice energy: Şebeke enerjisi; bir iyonik kristalde, "Benzer yükler birbirini iter, zıt yükler birbirini çe
aralarinda çok büyük bir mesafe bulunacak şekilde
ker."
law of equal areas: Eşit alanlar kanunu: "Kepler'in
la w o f eq uilib ri u m 319 lead
karmak.
ikinci kanununun uygulaması: "Herhangi bir merke lay out: 1) bir gemiyi belirti bir yerde belirli bir süre
zi kuvvetin etkisi altında hareket eden bir partikül, için tutmak. 2) kürekli bir teknede veya filikada birlik
eşit zaman aralığında, eşit alan tarayacak şekilde ya- te, uyumlu ve kuvvetli bir biçimde kürek çekmek. 3)
nçap vektörü yönünde hareket eder." palamari bağlanacağı yere göndermek. 4) bir plâna
law of equilibrium: Denge kanunu: "Eğer bir cisim göre düzenlemek.
denge durumunda (hareketsiz) ise, onu bir tarafın lay up: 1) Den. onarım amacıyla bir gemiyi doka sok
dan etkileyen kuvvetlerin bileşkesi, zıt yönden etkile mak. 2) Den. görev dışı yaparak bir gemiyi bağla
yen kuvvetlerin bileşkesi ile denge durumundadır." mak. 3) halat yapımı için lifleri bükmek. 4) gelecekte
law of gravitation: Cazibe veya yerçekimi kanunu: kullanmak üzere depolamak; stok etmek; biriktir
Bir cismin diğer bir cismi çekmesine neden olan kuv mek.
vet, onlarin kütleleri ile doğru orantılı ve merkezler! lay day: 1) Den, ekstra bir ücret ödenmeksizin bir ge
arasındaki mesafenin karesi ile ters orantılıdır". minin yüklenmesi veya boşaltılması için müsaade
law of heat exchange: Isı değişimi kanunu: edilen gün ya da günler. 2) Den. bir geminin liman
"Birbirleri ne temas ettileri veya dokundukları da geciktiği günlerden herhangi biri; delay day'in
zaman sıcak maddenin kaybettiği ısı miktarı, soğuk kı saltılmışı.
maddenin ka zandığı ısı miktarına eşittir." layout plan: Genel durum plânı; umumi vaziyet plânı.
law of inverse squares: "Eğer fiziksel bir büyüklük layshafl: Diz. Mot. mekanik ilk hareket devrelerinde,
kaynaktan olan mesafe ile değişiyorsa, bu değişim ilk hareket valflarının açılmasını sağlayan ve kısmen
mesafenin karesi ile ters orantılıdır"; örneğin bir yü dönerek ilk hareket supaplarının kulbütörlerine ku
zeyin aydınlatma şiddeti; ışık kaynağı ile aradaki me manda eden yatay şaft ya da mil.
safenin karesi ile ters orantılıdır. lazaret: Bkz. lazaretto.
law of magnetic poles: Manyetik kutuplar kanunu: lazaretto: 1) Den. bazı gemilerde güverteler arasında
"Bir mıknatısın aynı isimli kutupları birbirini iter. aksi bulunan ve erzak depolamak için kullanılan hacim;
kutuplan ise çeker. kumanyalık. 2) karantina istasyonu olarak kullanılan
law of mass action: Kütle etkisi kanunu: "Homojen bir bina ya da gemi. 3) bulaşıcı hastalık, özellikle
bir kimyasal tepkimenin hızı, tepkileyicilerin konsan cüzzamlı fakir insanlar için devlet hastanesi.
trasyonunun ürünü ite orantılıdır". lazulite: Cam gibi, gök mavisi renkli bir mineral; deği
law of moments: Momentler kanunu: "Bir cismin şik miktarlarda demir ve mağnezyumlu sulu alümin
den gede olduğu zaman saat yönündeki yum fosfat.
momentlerin toplamı, saat aksi yönündeki lazy tongs: Birbirine çapraz bağlı çubuklardan olu
momentlerin toplamına eşittir." şan ve onu kullanan kişiden biraz uzakta bulunan
law of multiple proportions: Çok yönlü oranlar küçük maddeleri tutmaya yarıyan bir cihaz; bir tür
kanu nu: "İki element birden fazla bileşik maşa
oluşturmak için birleştikleri zaman, diğerinin sabit lazy bar: Kömürle fayraplı kazanlarda, fayrap kapağı
ağırlıkları tam sayı ların küçük bir oranıdır." boşluğuna çapraz yerleştirilmiş metal bir çubuk; ağır
law of octaves: "Elementlerin atom ağırlıklarına göre fayrap aletlerinin taşınmasında kullanılır.
düzenlenmesinde her sekizinci element benzer özel Ib.: Bkz. libra;
liklere sahiptir." pound.
law of properties: Özellikler kanunu: "Sabit koşullar L bar: L biçiminde yapılan bir çelik çubuk veya profil.
altında bir madde daima, tanımlanabilir belirli karak Ibs.: BKZ. librae; pounds.
teristik özelliklere sahiptir." LC: Lead covered ; Kurşun kaplı.
law of rebound: Esnek çarpma kanunu: "Mükemmel LCM: Lead-coated metal: Kurşun kaplı metal.
esnek bir top için geri tepme açısı, çarpma açısına LCR circuit: Elekt. endüktör ve endükleyici, kapasitör
eşittir". ve dirençler kapsayan bir devre; LCR devresi; L, C
law of work: iş kanunu:" ideal bir makinede alınan ve ve R'nin belirli değerleri için rezonant bir devredir.
verilen işler birbirine eşittir." Le Chateiier's law: Lö Şatelye kanunu: "Eğer bir ge
lawn mover: El ile veya bir benzin motoru ile ya da rilme dengedeki bir sisteme yerleşmişse, tepki, geril
güçle çalıştırılan çim kesme makinesi; çim makinesi. meyi giderecek yöne gitme eğilimindedir.
lawrencium: Lavrensyum; aktinit serisi elementlerin lea: 1) boyu genellikle 73-274 metre arasında değişen
sonuncusu; 1963 yılında keşfedildi; 103 numaralı ele uzunluk ölçüsü (iplik için); yün için 73 m; ipek ve pa
ment; Sig.Lw. muk için 109 m; keten için 274,5 metredir.
lay: 1) Den. halatın bükümü ve büküm yönü. 2) hala leach: 1) bir sıvıyı filtreden geçirmek ve süzmek. 2)
tın bükümü sırasında uygulanan kuvvet. filtre etmek. 3) çözünmek ve su ile götürülmek. 4)
lay a course: 1) Den. dar kanallarda geçişi sağlamak süzme; filtre etme. 5) sıvının süzüldüğü madde. 6)
için yapılmış gemi bağlama yerleri. 2) saklamak; giz Den. yelken yakası.
lemek. leaching: Su gibi çözücülerle yıkayarak çözünmeyen
lay bay: 1) Den. dar kanallarda geçişi sağlamak için bir maddeden çözünür bir maddeyi ayırma; süzme;
yapılmış gemi bağlama yerleri. 2) saklamak; gizle yıkama.
mek. leachy: Toprak gibi gözenekli.
lay down: Den. gemi omurgasını kızağa koymak. lead: 1) Elekt. a) bir devrede akımı bir noktadan
layer: Tek bir tabaka, katman ya da yeryüzü tabaka diğer bir noktaya taşıyan tel. b) cihazın bir
sı. noktasına veya bir noktasından akım taşıyan bir tel
layer of air: Hava katmanı veya tabakası. ya da kablo. 2) Mine. eski bir nehir yatağındaki
layer of coal: Kömür katmanı veya tabakası, cevher katmanı; ma den daman. 3) diğer vektörden
önce zirveye ulaşan bir alternatif akım vektörü için
lay off: 1) Den. sahilden uzaklaşmak ve liman dışın
söylenir.
da kalmak. 2) özellikle bir işçiyi geçici olarak işten çı
lea d 320 leaf me t a l

lead: 1) Gem. Mak. pistonlu buhar makinelerinde eg


tı; kurşunsuz benzin.
zoz kursunun sonuna doğru, piston ölü noktasına
leadin: Anteni bir radyo alıcısı veya vericisine bağla
kursunun % 1-% 3'ü kadar yaklaştığında, portun
yan tel; anten teli.
slayt valf (çekmece) tarafından buhara açıldığı nok
lead-in: Elekt. giriş kablosu.
ta; erken giriş veya lid; buhar lidi Bkz. steam lead.
leading: 1) kurşunla kaplama veya kurşun kaplı. 2)
lead: Helis ve vorm (sonsuz) dişlilerde bir dişin tam
bir grup kurşun levha veya şerit.
bir devirdeki mesafesi.
leading edge: 1) Hava. bir pervane kanadının ön ke
lead: 1) Kimy. Ağır, yumuşak, dövülebilir, mavimsi gri
narı ya da ağzı. 2) Den. yelkenin rüzgârla ilk karşıla
renkli metalik bir kimyasal element; boru ve yaygın
şan kısmı. 3) bir gemi dümeninin ön veya pruvaya
olarak alaşım ve bileşikler yapımında kullanılır;
(baş tarafa) bakan kenarı.
Simg. Pb; at. ağ. 207,21; at.no. 82. 2) bu metalden
lead joint: Kurşun conta.
yapılan herhangi bir şey, özellikle: a) denizde iskan
leading light: 1) Den. bir liman içinde veya dışında
dil ağırlığı, b) Çoğ. çatıları kaplamakta kullanılan kur
gemilere yol gösteren fener.
şun levhalar. 3) mermiler. 4) kurşun kalemlerde kul
lead line: Den. iskandil hattı; iskandil savlosu.
lanılan ince çubuk şeklindeki grafit. 5) kurşundan ya
lead ore: Kurşun cevheri.
pılan veya kurşun kapsayan. 6) kurşunla kaplamak
lead ore oxide: Kurşun oksit cevheri
veya bağlamak. 7) Matb. satırların arasını açmak
lead out: Elekt. çıkış kablosu.
için kullanılan kurşun parçası; anterlin. 8) çanak
lead oxide: Kimy. sarıdan kahverengimsi kırmızıya ka
çömlek vb. ini kurşun sır ile kaplamak. 9) kurşunla
dar değişen renklerde bir bileşik; kurşun monoksit
kaplamak.
veya kurşun oksit, PbO; boya maddesi, kristal, sır
lead acetate: Kimy. zehirli, renksiz, kristalli bir bileşik;
vb. i yapımlarında kullanılır.
kurşun asetat; Simg. Pb (C 2 H 3 0 2 ) 2 .3H 2 0 ; vernik
lead pencil: Kurşun kalem.
ve boya tesbit edicisi yapımlarında kullanılır; kurşun
şe keri (lead sugar) adı da verilir. lead pipe: Kurşun boru.
lead-acid accumulator: Elektr. kurşun plâkalı asitli lead plates: Asitli akülerin pozitif ve negatif elektrotla
akü; şarjlı iken elektrolitinin yoğunluğu 1,270 rını oluşturan çok sayıdaki levhalar; kurşun levhalar
3 veya plâkalar.
g/cm , + ve - plâkaları kurşundan oluşan akü; bir
lead poisining: Vücuda kurşun veya kurşun tozları
doğru akım elektrik üreteci; şarjı sırasında elektrik
enerjisini kimyasal enerji olarak depo eden ve de nın girmesiyle oluşan akut veya kronik zehirlenme;
şarj sırasında bu kimyasal enerjiyi tekrar elektrik kurşun zehirlenmesi; kansızlık, peklik, karın ağrısı,
enerjisine çevirerek dış çevreye veren doğru akım felç veya kas kramplarına neden olur.
üreteci. lead, red: Çelik levhalar üzerine ilk kat olarak sürülen
lead-acid battery: Bkz. lead-acid accumulator. astar boya; kırmızı sülyen.
lead-acid cell: Bkz. lead-acid accumulator. lead, refined: Rafine edilmiş kurşun; saf kurşun.
lead age: Bkz. age. lead sheet: Kurşun levha.
leadsman: Den. iskandil almak için kurşun fırlatan
lead arsenate: Kimy. çok zehirli, renksiz, kristalli bir
bileşik, Pb 3 (As0 4 ) 2 ; böcek öldürücü olarak kullanı adam (gemici); iskandil yapan kişi;
lır. lead sulphate: Kurşun plâkalı, asitli akülerin deşarjla
lead base babbit:Kurşun kökenli babit metal veya rı (boşalmaları) sırasında pozitif ve negatif plâkaların
vayt (beyaz) metal; % 6-% 10 oranında kalay ve geri yüzeyinde beyaz renkli, sert bir katman oluşturan
kalan kısmı kurşun olan alaşım. kimyasal madde; kurşun sülfat, PbS0 4 .
lead, black: Bkz. black lead. lead, tetraethyl: Bkz. tetraethyl lead.
lead, bottom: Bkz. bottom lead. lead, tinned: Kalaylanmış veya kalay kaplanmış kur
lead cable: Kurşun kablo; elektrikte kullanılır. şun.
lead-chamber process: Kükürt dioksit (S0 2 ) ve azot lead tin overlay: Kurşun-kalay kaplama.
oksit (NO) vermek için azot dioksitin sülfürik dioksili lead-tin solder: Çeşitli oranlarda kurşun, kalay ve kü
etkimesi ile sülfürik asit (H 2 S0 4 ) yapımı; NO hava çük bir miktar antimondan oluşan bir alaşım; kurşun
ile birleşerek N0 2 'yi verir; S0 3 su ile birleşerek kalay lehimleri; yumuşak lehimler % 40-60 kalay ve
H 2 S0 4 'ü oluşturur. % 40-60 kurşundan oluşur.
lead dioxide: Koyu kahverengi toz; kurşun dioksit ve lead, top: Bkz. top lead.
ya kurşun peroksit, Pb0 2 ; oksitleyici madde olarak lead, white: Beyaz kurşun; üstübeç; beyaz üstübeç.
kurşun plâkalı ve asitli akülerde pozitif plâkaların yü lead wire: Kurşun tel. 1) Gem. Mak. buhar makineleri
zeylerinde oluşur; aktif madde; kimyasal enerji. ile dizel motorlarının krankşaft ana veya palamar ya
leaded: Kurşunlu; kurşunla kaplı. takları boşluklarının ölçülmesinde kullanılan, genel
leaded bronze: Bkz. bronze. likle çapı 0,50 mm olan tel. 2) Elekt. ana kablo; giriş
leaded cable: Elekt. kurşunlu kablo; kurşunlanmış ve veya çıkış kablosu.
ya kurşun kılıf geçirilmiş elektrik kablosu. leady: Kurşuna benzer; kurşun gibi; kurşundan yapıl
leaden: 1) kurşundan yapılmış. 2) kurşun gibi. 3) ko mış.
yu gri renkli; kurşun renginde. leaf: 1) Mak. yaprak yay yapımında kullanılan ve birbi
leader: 1) su vb. i sıvıları taşımak için kullanılan bir ri üzerine yerleştirilen metal şeritlerinden herhangi
boru. 2) Den. içersinde bir deliği bulunan bir ağaç biri. 2) çok ince metal levha; lâmina veya varak. 3)
blok veya metal parça. bu varakların grubu. 4) Bot. yaprak. 5) taç yaprağı.
lead-free gasoline: Galonunda (3,78 litresinde) 0,05 leaf aluminum: Yaprak ya da varak alüminyum.
gramdan fazla kurşun bileşiği kapsamayan oto yakı leaf gold: Yaprak ya da varak altın.
leaf metal: Yaprak ya da varak metal.
leaf spring 321 left-hand generator rule

leaf spring: Oto. yaprak yay; şerit halinde düz, yassı


leather gasket: Kösele conta; kösele pul.
çelikten yapılmış yay; otomobil, kamyon vb. i araçla
leather packing: Kösele salmastra.
rın makasları gibi.
leather packing ring: Köseleden yapılmış segman;
league: Farklı zaman ve ülkelerde değişen bir uzun
kösele segman.
luk ölçüsü; ingilizce konuşulan ülkelerde, çoğu za
leather strap: Mak. taşıma
man yaklaşık olarak 3 deniz mili veya 5,556 km.
kayışı.
leak: 1a) Eiekt. yalıtım veya izolasyondan oluşan
leaven: 1) maya veya diğer maddelerle fermantasyon
elektriksel şarj kaybı, b) bunun oluştuğu yer. 2) bir
oluşturmak; mayalamak; mayalandırmak. 2) bira ma
sıvı maddeyi sızdırmak. 3) bir kaptan kaza ile sız
yası gibi bir madde; maya.
mak ya da içine girmek; sızmak. 4) sızıntıya müsa
leavenin g agent: Pişirme sırasında hamurdan karbon
ade etmek. 5) kaza ile oluşan ve bazı şeylerin içeri
dioksiti çıkaran bir madde.
girmesi veya çıkmasına neden olan delik ya da çat
leaving: 1) Çoğ. atık veya geri kalan şey; artan veya
lak. 6) sızıntı.
atık; bakiyye; geri kalan.
leakage: 1) İçe ya da dışa sızma; sızıntı; sızma. 2) içe
leaving loss: Buh. Türb. buharın son sıra kanatları
ya da dışa sızan şey. 3) taşıma sırasında sıvılarda ol
ter- ketmesinden sonraki çıkış hızı ve faydalı iş
duğu gibi, sızma nedeniyle oluşan ve müsaade edi
yapma ması nedeniyle oluşan kayıp; çıkış kaybı.
len kısım; sızıntı kaybı. 4) içeri veya dışarı sızan mik
Leblanc process: Bilinen tuz (NaCI) ve sülfürik asit
tar. (H 2 S0 4 ) kullanarak sodyum karbonat (Na 2 C0 3 )
leakage current: 1) bir yalıtkandan akan akım; kaçak ya pılması işlemi; löblan işlemi.
akım. 2) bir transistörde, kristal kafesinin titreşimin Lecher oscillator: Lecher osilatörü; iki paralel telde,
den gelen ısıl iyonlaşma ile firar eden elektronlar ve bir sabit dalgalar sistemi üretmek için kullanılan bir
deliklerin neden olduğu kaçak akımı. cihaz.
leakage efficiency: Buh. Türb. 7), = (G-G|)/G formü Lecher wires: Lecher telleri; öncelikle yüksek
lü ile belirtilen verim (G=toplam akım kütlesi, G L =-
frekans alanında, frekansları ölçmek için kullanılan
Kaçak akım kütlesi); kaçak verimi.
özel tür de bir transmisyon devresi.
leakage of electricity: Elektrik kaçağı.
lecithin: Sinir dokusu, kan, süt, yumurta sarısı ve ba
leakage neutron: Özellikle bir nükleer reaktörün, de
zı sebzelerde bulunan nitrojenli yağlı bir madde;
lik ya da çatlak nedeniyle kalkanından kaçan nöt
ilâç, gıda vb. inde kullanılır; lesitin.
ron; kaçak nötron.
Leclanche cell: Löklanşe pili; karbon ve çinko elek
leakage pattı: Kaçak yolu; sızıntı yolu.
trotlar, nisadır elektrolit ve kutupsallığı giderici ola
leakage pipe: Kaçak ya da sızıntı borusu.
rak manganez dioksit kullanılarak yapılan açık devre
leakiness: Sızma özelliği veya durumu
li basit bir pil.
leakproof: Sızdırmaz.
leakproof gasket: Sızdırmaz conta; sızıntıya karşı kul led: Bkz.
lead.
lanılan conta.
ledge: 1) Den. ahşap teknelerde, güverte altlarında
leakproof joint: Mak. sızdırmaz biçimde bağlantı.
kemerelere ek olarak kullanılan dayanıklık arttırıcı ki
lean: 1) düşey durumdan sapmak veya eğilmek; mey
riş. 2) maden cevheri bulunan kaya katmanı; da
letmek. 2) ağırlığını birisinin üzerine yükleyerek eğil
mar; maden damarı.
mek veya meyletmek; istinat etmek. 3) düşey durum
lee: 1) mahfuz ya da korunan taraf. 2) özellikle rüzgâ
dan eğilme veya meyletmeye neden olmak. 4) eğil
rın estiği yönden en uzakta olan taraf; Den. rüzgâral-
me; dayanma; meyil.
tı. 3) rüzgârdan korunan taraf. 4) rüzgârın estiği yö
lean: Mot. zayıf ya da fakir (hava-benzin karışımı gi
ne doğru olan; rüzgârın estiği tarafa ait olan.
bi).
lee anchor: Den. bir geminin rüzgâraltı tarafına atılan
lean mixture: 1) Benz. Mot. fakir karışım veya mah
demiri; gemi tek demirde yatarken locasında bulu
lut; 20/1 veya daha büyük değerlerdeki karışım. 2)
nan demir.
20 birim hava ile 1 birim benzinden oluşan karışım;
lee shore: Bir geminin rüzgâraltında kalan sahil; rüz
karşıtı zengin karışım Bkz. reach mixture.
gârın estiği sahil.
leap year: Astr. her dört yılda bir görülen ve 366 gün
lee-side: Den. yelken, direk vb lerini etkileyen rüzgâr
olan artıkyıl; gerçekte 365,25 gün olan normal yıl
nedeniyle gemi ya da teknenin denize doğru eğilen
365 gün varsayılmakta ve normal yılların çeyrekleri
tarafı.
dört yılda bir gün oluşturmaktadır; artıkyıl 4'e tam
lee tide: Den. denizde rüzgârın oluşturduğu kabarma
olarak bölünebilen yıldır.
ve yükselme; rüzgâr gelgiti.
least common multiple: En küçük ortak kat; 5 ve 10
left: 1) sola ait; sol; soldaki; sol taraf; sol kanat. 2)
sayılarının en küçük ortak katı 20'dir gibi.
sol tarafta; sol el ya da sol tarafa doğru.
leather: 1) tabaklanmış hayvan derisinden yapılmış left adjust: Bilgisay. soldan ayarlamak.
madde; meşin; kösele. 2) bu maddeden yapılmış tür
left-hand: 1) sola doğru yöneltilmiş; solda. 2) sol ele
lü eşya veya parçalardan herhangi biri; deriden ya
ait; sol el ile; sol el için.
pılmış; deriye ait. 3) deri ile kaplamak veya donat
left-hand drive: Soldan direksiyonlu (otolar için söyle
mak ya da teçhiz etmek.
nir).
leather belt: Mak. kösele kayış; köseleden yapılmış
left-handed: 1) sol elini sağ elinden çok daha bece
transmisyon kayışı.
rikli olarak kullanan; solak. 2) sol el ile yapılan. 3)
leather cup washer: Köseleden yapılmış rondela.
sol el ile kullanılmak üzere yapılmış. 4) sağdan sola
leather cushion: Köseleden yapılmış tampon; deri
doğru dönme; saat aksi yönünden dönerek çalışan.
yastık.
left-handed thread: Bkz. left hand thread.
left-hand generator rule: Bir iletkende endüklenen
elektromotor kuvvetin yönünü bulmak için uygula-

Teknik Sözlük - F. 21
left hand motion 322 leucite
da dağıtır: mercek; adese; lenz. 2) bu tür mercekler
nan kural; jeneratörler için sol el kuralı. den iki veya daha fazlasının bileşimi. 3) Anat. insan
left hand motion: Sola veya saat aksi yönüne hare gözünde iris ile camsı cisim arasında bulunan göz
ket. merceği.
left hand propeller: Den. ileri ya da tornayt durumun lens, achromatic: Renksiz mercek; odak mesafeleri
daki dönüş yönü sola doğru veya saat aksi yönüne aynı, farklı iki dalga boyunun ışığı için, aynı büyüt
doğru olan pervane; sola dönüşlü pervane. meye sahip, en az iki tür camdan oluşan bileşik mer
left-hand rule: Elektr. sol e! kuralı; elektrik motorların cek ya da adese.
da kuvvet yönünün bulunmasında uygulanan kural; lens, apochramat: Odak mesafesi farklı üç dalga bo
işaret parmağına dik durumda olan başparmak kuv yu için aynı olacak şekilde yapılmış bir bileşik mer
vet ve ikinci parmak ise akım yönünü gösterir; Fle cek.
ming'in sol el kuralı adı da verilir. lens, converging: Gerçek foküsü veya odağı yakın
left-hand thread: Sol vida; sola helis vida. sak olmak için, ışığın eksenine paralel olmasına ne
left Justify: Bilgisay. sola yanaştırmak. den olan mercek; yakınsak mercek.
leg: 1) Mate, bir üçgenin tabanı dışındaki kenarların lens, cylindirical: Silindirik mercek; bir yüzeyi bir si
dan herhangi biri; dik üçgende hipotenüs. 2) bir ge lindir yüzeyi şeklinde olan mercek.
zi ya da seyahatin aşamalarından herhangi biri. 3) Sens, diverging: Iraksak mercek.
şekli ve kullanılışı bacağa benzeyen; bacak. lens, electric election: Bir elektron ışınını odaklamak
legend power: Bkz, maximum continueous horse için, sadece elektrik alanlarında kullanılan bir cihaz.
power. lens, field: Uzun bir optik sistemin bir veya daha faz
leg-of-mutton: 1) bir ucu diğerinden çok daha büyük la kademesinden geçen ışığın, son kademeden geç
olan (yelken vb. i için kullanılır). 2) şekli bir derece meden önce ışığı odaklamak için kullanılan yardımcı
ye kadar koyun bacağına benzeyen. bir mercek.
leg-of mutton sail: Üçgen şeklinde olan üç köşeli yel lens, magnetic: Bobinlerden, elektro mıknatıslar ve
ken; lâtin yelkeni; Bkz lateen sail. ya mıknatıslardan yapılan ve yüklü partiküllerin ışını
legumin: Kimy, bezelye familyasının çekirdeklerinde na odaklama kuvveti geçiren manyetik alanlar; man
bulunan bir protein maddesi; globulin. yetik mercek.
leg-vice: Ayaklı mengene; ayağı yerdeki bir ağaç lens, meniscus: Her iki yüzeyi eşit şekilde içbükey
blok, kendisi bir tezgâh ya da masaya bağlanan veya dışbükey olan bir mercek.
mengene. lensometer: Gözlük camlarının optik özelliklerini ölç
lehr: Camın yavaş olarak soğutulmasını sağlayarak mek için kullanılan cihaz; lenzometre.
gerilmelerinin azaltılmasına müsaade etmek için kul lenticular: 1) şekli mercimek veya çift dışbükey mer
lanılan bir tav fırını. ceğe benzeyen. 2) merceklere ait. 3) gözün merce
Lemberg's solution: Kimy, kalsit ya da argonit ve do ğine ait. 4) sinema makinesinde mikroskopik mer
lomit arasındaki fark için standart milyar olarak kulla ceklere ait.
nılan ve sulu alüminyum klorürde sindirilen bakkam lenticulated: 1) şekli mercimek veya çift dışbükey
ağacı boyasından yapılmış bir çözelti; Lemberg çö merceğe benzeyen. 2) sinema filminde mikroskopik
zeltisi veya solüsyonu. mercekler; doğal renkte resimler oluşturmak üzere
length: 1) uzunluk; boy. 2) hacimde büyüklük. 3) sü özel renk filtresi olarak kullanılırlar.
re ya da müddet. 4) belirli veya standart uzunlukta ientoid: Mercek veya adese şeklinde olan.
bir şey. 5) bir madde ya da hayvan vb. i yarışması lentz valve: Bazı özel buhar makinelerinde kullanılan
nın uzunluk birimi. bir tür slayt valf; Lentz valf; Bkz. slide valve.
length, approximate: Yaklaşık boy. Lenz's law: Elektr. Lenz kanunu: "Nerede olursa ol
length at water-line: Su hattı boyu (gemi icin söyle sun bir elektrik devresinde endüklenen akım, şarj ve
nir). ya harekete zıt yönde bir manyetik alan oluşturacak
length, average: Ortalama boy. şekilde akar".
lengthen: Uzamak veya uzatmak; daha uzun yapmak lepidolite: Kimy. potasyum, lityum ve alüminyum sili
veya olmak. katları kapsayan mika grubu pembe ve mor renkli
lengthening bar: Tek. Res. daha büyük yariçaplı da mineraller; lepidolit.
ire çizebilmek için bazı pergellere ilâve edilebilen lepton: Elektron, pozitron, nötrino ve antinötrino ile
kol; uzatma kolu. aynı sınıftan olan küçük kütleli partiküller; lepton.
length, exact: Gerçek boy. lettering device: Tek. Res. norm yazısı yazmak için
lengthily: Uzun uzadıya; uzun bir durumda. kullanılan türlü boyutlardaki şablonlardan herhangi
length over all: Tüm boy. biri; yazı yazma aleti.
length perpendiculars: Kaimeler arası boy (gemi letterpress: Kelimeleri ve satırları kurşun bir blok şek
için söylenir). linde veren bir baskı makinesi; linotip; tipo baskı ma
lengthways: Bkz. lengthwise. kinesi.
lengthwise: Boyuna yönde; boyuna ya da uzunluğu leucin: Bkz. leucine.
na. leucine: Bio. sindirim sırasında proteinlerin pankreas
lengthy: 1) uzunluğu olan; uzun; özellikle çok uzun; enzimleri tarafından hidrolizi ve azotlu organik mad
sıkıcı uzunlukta (yazı, konuşma vb. i). 2) boylu veya delerin çürümesi ile üretilen bir amino asit,
uzun.

lens: 1) F/z. iki eğri yüzey ya da bir düzlem ya da bir C 6 13 N0 2 ; lösin.


H
eğri yüzeyi olan bir cam parçası veya diğer saydam leucite: Volkanik kayalarda bulunan beyaz veya gri
madde; kendisinden geçen ışık ışınlarını toplar ya renkli bir mineral; lösit, KAl (Si0 3 ) 2 .
level 323 iibratory
level: 1) bir düzlemin yatay olup olmadığını anlamak
levigation: Su ile çok küçük tanecikler halinde öğüt
veya yüzeyi düzleme göre ayarlamak için kullanılan
mek.
cihaz; tesviye cihazı; duvarcı terazisi; kabarcıklı dü
levis: iş tulumu veya giysisi; özellikle dikişleri kuvvet
zeç. 2) böyle bir cihaz ile yükseklik ve yükselti (ra
lendirilmiş giysi; blucin (Ticarî bir marka).
kım) farklarının ölçümü. 3) yatay bir düzlem veya
levitate: Havada yükselme ve uçmaya neden olmak;
doğru (deniz düzeyi veya seviyesi gibi). 4) yatay
hafifliği ve yüzdürme özelliği nedeniyle havada yük
düzlem. 5) yükseklik; yükselti; rakım; altitüt. 6) birbi
selmek ve uçmak.
rinden farkli yükseklikte olmayan; aynı seviyede; mü
levitation: 1) havada yükselen veya yükselmiş olan.
kemmel bir şekilde yatay veya ufkî. 7) ufuk düzlemi
2) küçük veya hiç bir fiziksel katkı olmaksızın, ağır
ne uyan. 8) aynı yükseklikte veya düzlemde olma.
bir maddenin havada yükselmesi.
10) iyi dengelenmiş; muntazam. 11) tesviye etmek,
levity: 1) ağırlığı az; hafif; yüzme özelliği. 2) kararsız
düzeltmek, özellikle, a) bir tesviye aleti ile mükem
lık; dengesizlik.
mel bir şekilde yatay ya da ufkî yapmak, b) yatay ve
levoduction: Sola doğru olan hareket.
ya ufkî bir yüzey sağlamak. 12) ateşleme durumuna
levogyrate: Sola doğru dönüş; saat aksi yönünde dö
getirmek (bir silah vb.) için kaldırmak. 13) hedefe
nüş.
doğru yöneltmek. 14) yükseltiler arasındaki farkları
levogyrous: Bkz. levogyrate.
saptamak. 15) bir kimse ya da şeyi hedef veya
levorotation: Sola dönüş veya devir; saat aksi yönün
amaç olarak seçmek.
de dönüş veya devir.
level gauge: Seviye göstergesi.
levorotatory: 1) saat aksi yönünde, sol tarafa doğru
level indicator: 1) bir tankta olduğu gibi, seviye yük
dönüş veya devir. 2) polarize edilmiş ışık düzleminin
sekliğini gösteren bir cihaz; seviye göstergesi. 2) bu
sola veya saat aksi yönünde dönüş veya deviri.
har kazanlarındaki su seviyesini gösteren türlü cihaz
levulin: Kimy, hidroliz edildiğinde, levüloz şeklini alan
lardan herhangi biri; tesviye şişesi; Bkz. glass ga
renksiz, nişastaya benzer bir karbon hidrat,
uge. 3) bir aletin çevresindeki radyasyon miktarını
C 6 H 10 O 5 ; levülin.
gösteren cihaz.
levulose: Früktoz veya meyva şekeri; levüloz.
level, low: Alçak seviye (Kazan suyu için söylenir).
lewis: Ağır taşları kaldırmak için kullanılan levye; ma
level, high: Yüksek seviye (Kazan suyu için söyle
nivela; kaldıraç; lewisson adı da verilir.
nir).
lewisite: Kimy. deride sıvı kabarcıkları oluşturan soluk
leveling bottle: Termo. buhar kazanları ve dizel mo
sarı renkli, zehirli bir gaz olarak kullanılan bir arse
torlarının yanma ürünlerinin analizinde kullanılan Or- nik bileşiği, CICH - CHAsCl2; levisit; klorovinil diklo-
sat cihazının, lâstik bir hortumla büretin altına bağ
roarsin.
landığı seviye şişesi. Lewis machine gun: Mermileri daire şeklinde bir kar
leveling rod: iki nokta arasındaki yükseklik farkını tuşa yerleştirilmiş, seri atış yapan, bir kişi tarafından
saptamak için kullanılan bölüntüiü bir çubuk. kullanılan, hava soğutmalı bir makineli tüfek; Lewis
level, normal: Normal seviye ya da düzey. makineli tüfeği; Lewis gun, Lewis automatic rifle
level, oil: Yağ seviyesi. adları da verilir.
level regulator: Seviye düzenleyicisi ya da regülatö
lewisson: Bkz. Lewis.
rü.
lex: Kanun; yasa; kural ya da kaide.
level, safety: Güvenlik ya da emniyet seviyesi.
Leyden jar (or vial): Statik elektrik için kondensatör
level, sea: Deniz seviyesi.
veya meksefe görevini yapan bir citıaz; Leyden şişe
level sensor: Buhar kazanlarında, özellikle küçük ka
si; iç ve dış yüzeyleri kalay varakı ile kaplı ve mantar
zanlarda su seviyesi önceden saptanmış bir değerin
tıpasından içeriye uzatılmış ve iç kaplamaya bir tel
altına indiği zaman, fid suyu pompasına işaret gön
ile bağlı bir metal çubuktan oluşan bir cihaz.
dererek onun çalışmasını sağlayan bir cihaz; seviye
Leyden temperature scale: Hidrojen (-252,74°C) ve
düzenleyicisi veya sensoru.
oksijenin (-182,95°C) kaynama noktalarına göre Cel-
level, water: Su seviyesi.
cius (santigrad) skalasının alçak sıcaklık bölgesi ve
lever: 1) manivela veya kaldıraç olarak kullanılan bir
ya alanı.
çubuk; manivela. 2) Mak. sabit bir nokta veya des
L.F.: Bkz. low frequency.
tek etrafında hareket eden, bir ucuna bir kuvvet uy
Igth.: Bkz. length.
gulandığında, diğer ucuna yerleştirilen ağırlıkları kal
LHV: Bkz. low heat value.
dıran basit bir makine; kaldıraç. 3) bir manivela ile
li: Milin 1/3'ürıe (0,536 km) eşit olan Çin uzunluk biri
kaldırmak veya hareket ettirmek vb. 4) bir manivela
mi; li.
gibi kullanmak; manivela kullanmak.
Li: Bkz. Lithium.
leverage: 1) bir manivelanın kuvveti. 2) bundan son
liberate: 1) Kimy. bir bileşimden serbest Kalmak veya
ra gelen mekanik güç. 3) Arg. piston.
açığa çıkmak.
lever balance: Kollu veya manivelâlı, kolu üzerinde
liberation: Serbest bırakılmış veya libere edilmiş.
hareket ettirilebilen ağırlığı oları, tek gözlü bir terazi;
liberty: 1) Den. sahile gitmek için bir gemici veya de
kollu terazi; manivelâlı terazi.
nizciye verilen müsaade, b) bu izinin 48 saat veya
lever safety valve: Daha çok kalorifer kazanlarında
daha az olan süresi. 2) muafiyet; imtiyaz.
kullanılan kollu emniyet valfı; kollu seyfti valf.
Liberty Ship: Den. ikinci Dünya Savaşı sırasında
levigate: Yüzeyini pürüzsüz hale getirmek, özellikle:
ABD'de çok sayıda inşa edilen, üç genişlemen bu
a) çok küçük tanecikli toz haline getirmek için öğüt
har makinesi ile yürütülen yaklaşık 10 bin dedveyt
mek, b) iyice karıştırmak; yumuşak hamur haline ge
ton dolayında bir gemi türü; liberti gemisi.
tirmek; cilalamak.
Iibratory: Salınma veya havada duraksama.
licence 324 lifting screw

licence: Bkz. license. edilmesi sırasında denizcilerin tuttukları, üzerlerinde


license: 1) bir şeyi yapmak için resmî izin veya müsa belirli aralıklarla düğümler bulunan ve mataforadan
ade, özellikle yasa tarafından verilen yetki. 2) böyle indirilen can halatları. 6) can simitlerine bağlı olan
bir müsaadenin verildiğini gösteren doküman ya da halat veya ince, 7) büyük önemi olan deniz rotası ve
belge; ruhsat; ehliyet; lisans. 3a) ehliyet ve ruhsat ya ticarî rota. 8) belirli bir yere sadece bir kere yapı
vermek; yasal izin; licence biçiminde de yazılır. lacak mal taşınmasında kullanılan rota.
license, driving: Oto ehliyeti. life, mean: Nük. Ener. atomun aktif kaldığı veya aktivi-
license, marine engineering: Gemi makineleri ehli teslni sürdürdüğü ortalama zaman; ortalama ömür.
yeti. life preserver: 1) gövdesini yüzer durumda tutarak,
license plate: Oto. plâka. bir kişiyi boğulmaktan kurtaran araç; çoğu zaman
lichenin: Kimy. nişasta ile aynı amprik formüle sahip çember ya da kolsuz bir ceket şeklinde olup branda
olan bir karbonhidrat, (C 6 H 10 O 5 )n ; İzlanda ile kaplı bir mantardan oluşmaktadır; can simidi ve
adası yosunları ve diğer likenlerden elde edilir. ya can yeleği. 2) nefis müdafaası için kullanılan içi
licht: Bkz. light. kurşunla doldurulmuş baston.
lick: Yeryüzünde oluşan ve hayvanların yaladıkları do life raft: Uluslararası Denizcilik Örgütü'nün (IMO) So
ğal tuz birikintisi; kaya tuzu kaynağı. las sözleşmesi gereğince gemilerde bulunması gere
licorice; 1) Bot. bezelye familyasından, mavi çiçekleri ken sal; denize atıldığında kendiliğinden şişen sal;
ve kısa, yassı tohumları olan bir Avrupa bitkisi; me can salı.
yan. 2) bu bitkinin kurutulmuş kökleri; meyan kökü. lifesaver: 1) Kazazedeleri boğulmaktan kurtaran kişi
3) bu köklerden çıkarılan ve hekimlikte kullanılan si veya şey; can yeleği; can simidi. 2) cankurtaran.
yah bir öz; meyan balı. 4) meyan balı ile kokulandırı life vest: Bkz. life jacket.
lan veya meyan balı ile yapılan şekerleme; liquorice lift: 1) daha yüksek duruma getirmek; yukarı kaldır
şeklinde de yazılır. mak; yükseltmek. 2) kaldırmak ve yükseltmek. 3) bir
licorice root: 1) akaryakıt yangınlarında kullanılan ve şeyi kuvvet uygulayarak yükseltmek veya yükseltme
köpük (fom) oluşturmaya yarayan cihazlarda kullanı ye çalışmak. 4) yükselmek veya yükseltilmek; çık
lan bir madde; meyan kökü. 2) bu kökten çıkarılan mak veya yükselmek. 5) kaldırma, yükselme veya
ve kök birası yapımında kullanılan öz; meyan balı. yükseliş; yukarıya doğru hareket etmek. 6) bir kere
lid: 1) Anat. gözkapağı. 2) bir kutu, kap vb. inin men de kaldırılan miktar. 7a) kaldırılan bir şeyin mesafe
teşen veya bağlantısız kapağı; üst kapağı. 3) engel, si, b) yükselme veya kaldırma mesafesi, 8) kaldırma
mani ya da yasak. 4) başlık, şapka vb. i. kuvveti veya tesiri. 9) ing. asansör. 10) Hava. uçağın
lidded: 1) bir kapakla kapatılmış. 2) göz kapakları ol kanat ve dümenini etkileyerek onu kaldıran kuvvet;
mayan. havanın kaldırma kuvveti; yerçekimine zıt yöndeki
Liebig condenser: Damıtma için kullanılan ve arala kuvvet.
rında soğutma suyu dolaştırılan iç içe iki cam boru. lift-check valve: Geçen sıvının basıncına göre dikey
lie detector: Sanıkların doğru söyleyip söylemedikleri olarak alçalan veya yükselen diskli geri döndürmez
ni saptayan bir makine; yalan makinesi; bu makine valf; kalkmalı çek valf.
nin testleri yasal kabul edilmez. lifter: Bkz. push rod.
life belt: Den. kişinin göğüs çevresine giyilen, yelek lifter cylinder: Yükseltici silindir; Mot. hidrolik ayarla
şeklinde bir hayat koruyucu; can yeleği. ma sistemlerinde kullanılan ve içersinde hidrolik ba
lifeboat: 1) sahilde hazır bir şekilde tutulan ve boğul sıncı ile hareket eden bir piston bulunan silindir.
ma tehlikesinde olan kişi veya kişileri kurtarmak için lifter, exhaust valve: Mot, egzoz supabının açılıp ka
kullanılan kuvvetli ve denize dayanıklı bir bot veya panmasında kulbütörlerin hareketlerini sağlayan da
tekne; yüzme yeteneğini arttırmak için, genellikle ha iresel kesitli çelik çubuk; egzoz supabı iteceği veya
va hücreleri ile donatılan tekne. 2) terk sırasında kul puşrodu.
lanılmak üzere gemi tarafından taşınan küçük botlar lifter, inlet valve: Giriş veya emme supaplarının kul-
dan herhangi biri; can filikası. bütörlerini hareket ettiren dairesel kesitli çelik çu
lifeboat gear: Den. can filikalarını mayna veya vira et buk; giriş supabı iteceği veya puşrodu.
mek için kullanılan donanım; filika donanımı. lifting: Kaldırmak; yükseltme; yükseliş
life buoy: Bkz life preserver. lifting gas: Balonlarda kullanılan havadan hafif gaz;
life car: Bkz. breeches buoy. yükseltme veya kaldırma gazı.
life Insurance: Hayat sigortası. lifting gear: Kaldırma donanımı.
life jacket: Can lifting guide: Buh. Türb. rotorların kaldırılması için alt
yeleği. keyse bağlanan ve rotorun bir yere çarpmaksızın kal
lite layer: Dünyanın, canlı organizmaların yaşayabile dırılmasını sağlayan parçalar; kaldırma gayıtları.
cekleri parçası; toplam kalınlığı 19,3-20,9 km (12-13 lifting jack: Mak. kriko.
mil); yaşam katmanı. lifting magnet: Manyetik kaldırıcı; özellikle hurda de
life line: 1) Den. tehlike sırasında karadan bir gemiye mirin boşaltılması sırasında kullanılan manyetik bir
atılan ve gemi ile kara arasındaki bağlantıyı sağla kaldırıcı veya vinç.
amacıyla gemi güvertelerine gerilmiş halat; can hala lifting power: Kaldırma kuvveti veya gücü.
tı. 3) dalgıçların deniz dibine inmesi veya su yüzüne lift pump: Hava basıncı yardımıyla çalışarak sıvıları
çıkması amacı ve sinyal için kullanılan halat ya da in emen ve basan bir pompa; emme pompası; emici
ce. 4) gemi bordalarının boyanması vb. işlerde çalı pompa.
şan gemicilere güvenlik için bağlanan ince veya ha lifting screw: Den. tel veya halatları germek için kulla
lat. 5) özellikle soğuk havalarda can filikalarının hisa nılan klavuzlu bir araç; germe cıvatası; liftinuskur.
lif t truc k 325 lightshi p

lift truck: En fazla 5 ton ağırlığı kaldırabilen dişli, hid dukça akıcı ve yoğunluğu 0,909-0,825 değerleri ara
rolik ya da elektrikle çalıştırilabilen kaldırıcı (kriko) sında bulunan tortu ve pisliği olmayan yakıtlar; hafif
araba; kaldırma kamyonu. fuel oilier.
ligament: 1) Buh. Kaza. bir boru aynasında komşu iki light house: Navigasyon açısından önemli veya tehli
boru deliği arasındaki en az metal kesiti. 2) bir şeyi keli yerlere yerleştirilen, tepesindeki çok parlak ışık
diğerine bağlamaya yarayan bir bağ ya da düğüm. ile gemilere yol gösteren ve onları uyaran bir kule;
light: 1) görmeyi mümkün kılan; aydınlık; gözün reti deniz feneri binası; fener kulesi.
nası, görme sinirleri vb. ini etkileyen ve görmeyi sağ light housetender: Bkz. lightship.
layan bir radyan enerji türü; bu enerji bir dalga ya light hydrocarbon gas: Hafif karbonlu hidrojen gazı.
da titreşim hareketi olarak saniyede yaklaşık 300 bin light, incandescent: Akkor ışığı.
kilometrelik (186 000 mii/s) bir hıza sahiptir; ışık. b) lighting: 1) ışık verme ya da ışıklandırma; aydınlat
buna benzer fakat normal retinayı etkilemeyen bir ma; tutuşma. 2) boyamada ışık ve gölgenin dağılı
enerji türü; ültraviyole (morötesi) ve Kızılötesi rad mı. 3) sahne ışıklarının tümü.
yasyonu. 2) görme duygusuna bağlı olarak ışık rad lighting circuit: Elekt. sadece ışıklandırma veya ay
yasyonunun akım miktarı; ışık şiddeti (lümen ile öl dınlatma için ampullerden oluşan devre; aydınlatma
çülür). 3) parlaklık; aydınlatma. 4) ışık veren şey; devresi; ışık devresi.
lâmba, güneş vb. i ışık kaynağı. 5) güneşten gelen lighting gas: Aydınlatmada kullanılan gaz; aydınlat
ışık; güneş ışığı; gün ışığı. 6) yanmayı başlatan şey. ma gazı.
9) 7) pencere
yangın veya pencere
çıkarmak; camı. 8)10)
tutuşturmak. aydınlık; parlak.
ışık vermeye lighting off: Buh,devreden
ri söndürülerek Kam. Bir çıkarılması.
buhar kazanının, börnerle-
neden olmak. 11) ışık ile donatmak. 12) parlatmak. lighting system: Bkz. lighting circuit.
13) ışık vererek yolunu göstermek. 14) tutuşmak. lighting-up system: Buh. Kaza. belirli seviyeye kadar
15) ışıklandırmak; parlatmak; aydınlatmak. su alınan soğuk bir kazanın börnerlerinln fayrap edil
light-airs: Den. bir yelkenli tekneyi hareket ettirmeye mesi için kullanılan devre; börner fayrap devresi.
yeterli kuvveti olan rüzgâr. lightly: 1) hafifçe. 2) küçük bir ağırlık veya basınçla.
light alkaline oils: Diz. Mot. kükürtlü yakıtlarla çalıştı light metal alloys: Hafif metal alaşımları; aülminyu-
rılan makinelerde kullanılan ve yanma sırasında olu mun diğer metallerle yaptığı alaşımlar; silümin Bkz,
şan asitleri nötrleştiren ve TBN'i yaklaşık 10 (10 silumin, düralimin Bkz. duraluminum vb.
mg.KOH/g) olan silindir yağları; hafif alkalin yağlar. light metals: Alüminyum vb. i metaller; hafif metaller.
light apparatus: Işık cihazı. light modulation: Televizyonlarda kullanmaya elveriş
light, arc: Ark ışığı. li yapmak için, elektriksel olarak ışık yoğunluğunun
light, auxiliary: Yardımcı ışık. denetimi.
light buoy: Den. ışıklı şamandra. light, monochromatic: Sodyum alevi gibi sadece bir
lighten: 1) ışık yapmak; aydınlatmak. 2) bilgi vermek, dalga boyu kapsayan ışık; monokromatik ışık.
bilgi dağıtmak; öğretmek; aydınlatmak. 3) ışık ver light, navigation: Navigasyon ışığı; navigasyon fene
mek; birden parlamak. 4) ışık saçmaya neden ol ri; seyir feneri.
mak. 5) parlak bir biçimde ışık saçmak; ışık saçmak. lightness: Hafif olma durumu; hafiflik.
6) kıvılcım veya ışık çıkarmak. lightning: 1) Meteo, atmosferdeki elektriğin bir bulut
tan diğerine veya bir buluttan yeryüzüne boşalması
lighten: la) ağırlığını azaltmak; hafifletmek, b) daha
nın neden olduğu ışık saçılması; şimşek; yıldırım. 2)
hafif yapmak; yükünü azaltmak. 2) daha az şiddetli,
bu tür elektrik boşalması.
sert veya zahmetli hale getirmek. 3) ağırlığını azalt
mak; hafifletmek. lightning arrester: Fiz. radyo ve elektrik cihazlarını,
toprağa boşalan yıldırımdan korumak üzere kullanı
lightening holes: Gemi teknesindeki hafifletme delik
lan bir cihaz.
leri.
lighter: Bir şeyi tutuşturan veya onu yakmaya başla lightning conductor: Bkz. lightning rod.
yan bir kimse veya şey; yakan; sigara çakmağı gibi lightning rod: Fiz. all tarafı bir iletken gibi görev yapa
yakıcı şey. rak topraklanan ve bina vb. lerinin tepelerine yerleşti
rilen ve yıldırımı bina yerine toprağa ileten sivri uçlu
lighter: 1) Den. sığ sularda büyük teknelerin karaya
metal bir çubuk; paratoner; siperi saika; yıldırımsa
oturmasını önlemek amacıyla, esas olarak yükleme
var.
ve boşaltma yapımında kullanılan geniş ve açık mav
na; hafifletici veya yük aktarıcı tekne; layter. 2) maki light oil: Hafif yağ.
ne ile yürütülen, draftı (çektiği su) ve fribordu az, ge light pen: Işıklı kalem.
niş ve çoğu zaman 500 tona kadar su taşıyan tekne; light, quantity of: Işık akışının zamanın bir parçası
layter. 3) bir layter ile (mal, eşya, yük vb.) naklet olarak ölçümü; genel olarak lümen-saat ile belirtilir;
mek. ışık miktarı.
light quantum: Fazında anî bir değişiklik olmaksızın
lighterage: 1) Den. layter ile bir gemiyi yükleme, bo
bir atom ya da molekül tarafından neşredilen ışık
şaltma ve yük taşıma. 2) yüklen taşıma veya gemiyi
dalgalarının tek sırası.
hafifletmek amacıyla, taşıma ücreti olarak ödenen
ücret; taşıma ücreti; yükleme boşaltma ücreti. light shearing machine: Sabit ve hareketli iki bıçak
tan oluşan, çubuk kesmek için bir deliği bulunan, ka
lighterman: Den. bir layterde görevli veya çalışan ki lın olmayan metal levhaları ve çapı yaklaşık 9 mm'e
şi- kadar olan çubukları kesmek için kullanılan bir alet;
light filter: Tayfın belirli bölgelerindeki ışınları emmek hafif kesme makinesi.
için kullanılan homojen bir optik madde; ışın filtresi lightship: Den. fener gemisi; tehlikeli bir bölgeyi be
veya süzgeci. lirtmek için kullanılan makineli ve belirli bir yerde de
light, fixed: Sabit ışık. mirli, özel yapılmış ve güçlü ışık veren fener gemisi;
light flux: Verilen bir alandan geçen ve lümen ile öl ışık, ses vb. i işaretler veren bir gemi.
çülen, radyan enerji akımı.
light fuel oils: Çoğu zaman damıtma ürünü olan, ol
lightsome 326 limited

lightsome: 1) ışık veren; ışıklı; parlak. 2) iyi ışıklandı


da çalışmasını sağlar.
rılmış veya aydınlatılmış; parlak.
lignum vitae bushing: Bkz. lignum vitae bearing.
light-spring card: Diz Mot, özellikle dört zamanlı ma
ligroin: Kimy. ham petrolün damıtılmasından elde edi
kinelerde giriş ve egzoz supaplarının açma ve kapa
len, çözücü olarak ve aydınlatmada kullanılan, kay
ma zamanlan ile iki zamanlı motorların giriş ve eg
nama noktası 70°-120°C olan yanıcı bir sıvı ya da
zoz portlarırıın tıkalı olup olmadıklarını anlamak üze
petrol ürünü; ligroin.
re silindirlerden alınan hafif yay diyagramı.
light spring card: Bkz. weak spring card. like: 1) aynı yönde etkiyen: Paralel kuvvetler için söy
lenir. 2) bir mıknatısın, ya kuzey veya güney kutbu
light spring diagram: Bkz. weak spring card.
nu arayan kutbu; benzer kutup; iki kuzey veya iki gü
light sources: Işık kaynakları olan tungsten filamanlı
ney kutbu benzer kutuplardır.
lâmbalar, cıva buharlı lâmbalar vb. i.
iimber holes: Oluk delikleri; Bkz. limbers.
light-struck: Foto. ışık etkisinde kalarak bozulmuş ve
ya dumanlanmış. limbers: 1) Den. gemi omurgasına yakın ve suyu
light valve: Işık valfı; bir ışık huzmesinin veya ışın de pompaların kuyularina boşaltma veya dreyn etmeye
metinin kontrolü içki kullanılan mekanik ya da elek- yarıyan delik ya da kanallar. 2) gemilerin ambarların
tro-optik bîr cihaz. da binken suların akmasını sağlamak amacıyla tek
1 0 ne ile tank yan kaplaması arasında oluşturulan oluk
light, velocity of: Işık hızı; 2,9978 x I0 cm/s; 186
veya yol. 3) ahşap teknelerde iç omurganın yanların
326 mü/s; 299 788 km/s; yaklaşık olarak saniyede
300 000 km kabul edilir. da yapılmış olup, ağaç döşekler delinmiştir.
light vessel: Bkz. lightship. limber water: Den. sintinelerde biriken ve geminin tür
lü yerlerinden gelen sular; sintine suyu ya da suları.
light year: Işık yılı; ışığın 362,25636 gün, saniyede
lime: 1) kireçtaşı, istiridye kabuğu veya diğer kalsi
299 768 km hızla alabildiği mesafe; yaklaşık olarak
3 yum karbonat kapsayan maddelerin 800°C'ye kadar
11 milyon mil/dakika veya 17 699 x 10 km/dakika
ısıtılmasıyla elde edilen beyaz bir madde; kalsiyum
veya hemen hemen 5 trilyon 880 milyon mil; yıldızla
oksit; harç, çimento vb. i yapımlarında ve asitli top
rın mesafelerini belirtmek için kullanılır.
rakların nötrleştirilmesinde kullanılır; kireç; çabuk ki
light water: Kimy. H2O simgesi ile gösterilen su; hafif
reç Bkz. quicklime, sönmüş kireç Bkz. burnt lime,
su; karşıtı ağır su (D 2 O).
kostik kireç Bkz. caustic lime olarak da belirtilir. 2)
lignite: linyit; linyit kömürü: 1) fosii kömürlere göre
kireç uygulamak. 3) kireç ile muamele etmek. 4) ya
daha yeni oluşmuş, kendilerini oluşturan ağaç şekil
pıştırmak. 5) beton ile kaplamak.
lerini koruyan kömürler, daha çok taş kömürüne
benzerler. 2) linyit damıtıldığı zaman, odun gibi ase lime bath: Kireç banyosu.
tik asit verir. 3a) sarimtrak esmer linyit % 15 kül kap lime burner: Kireç yapmak amacıyla kireçtaşını ya
sar ve ısı değeri 2500 kkal/kg'dir; uzun, isli ve için kan kimse.
deki kükürt nedeniyle fena kokulu bir alevle yanar, lime, hydrated: Bkz. lime, slaked.
b) esmer linyit özellikle sobalarda kullanılır; ısı değe ri limekiln: Kireçtaşı, istiridye kabuğu vb. i şeylerin yakı
4300-4400 kkal/kg'dir. c) bitümlü linyit briket yapı- larak sönmüş kireç elde edildiği ocak veya fırın; ki
mında kullanılır; ısı değeri 5500 kkal/kg dolayındadır reç ocağı.
ve yakıt olarak kullanılır. limelight: 1) kirecin oksitlenmesiyie üretilen parlak
bir ışık; karpit lâmbası; geçmişte tiyatrolarda kullanıl
lignite briquette: Linyitten veya linyit kömüründen ya
maktaydı. 2) kireç lâmbasının kullanıldığı tiyatro sah
pılmış briket; linyit briketi.
nesi.
lignite coal: Bkz. lignite.
lignite coke: Linyitten yapılan kok kömürü; linyit ko lime, slaked: Kalsiyum hidroksit, Ca(OH) 2 ; tarımda
ku kullanılır.
lime-soda method: Buh. Kaza, suyun yumuşatılması
lignite, crude: Ham linyit.
için uygulanan bir yöntem; kireç-soda yöntemi; Bkz.
lignite mine: Linyit kömürünün çıkanldığı yer; linyit
water treatment.
ocağı; linyit kömürü ocağı.
limestone: Kireç, inşaat taşı vb. inin yapıldığı ve esas
lignite mining: Bkz. lignite mine.
olarak kalsiyum karbonat (CaC0 3 ) kapsayan tortul
lignite power plant: Linyit kömürü yakılarak enerji
kaya veya kaya parçası; kalker; ısı ve basınç altında
üretilen güç tesisi; linyitli güç tesisi.
kıistalieştiği zaman mermeri oluşturur.
lignite tar: Linyit kömürünün kuru damıtılmasıyla elde
lime sulfur: Kimy. bir kalsiyum sülfür veya sülfat karı
edilen katran; linyit katranı.
şımı; temas ile böcek öldürücü; derilerin tabaklanma
lignitic: Linyit kömürüne benzeyen.
sı ve ışıklı boya yapımlarında kullanılır.
Iignose: 1) lignin. 2) nitrogliserin ve odun lifi kapsa
lime water: Kalsiyum hidroksitin sulu bir çözeltisi; an-
yan bir patlayıcı.
tasit olarak ve kimyasal analizlerde kullanılır.
lignum vitae: 1) Bol. deriye benzer yapraklı, mor çi
limey: Kalkerli; kireçli.
çekli tropik bir Amerikan ağacı; pelesenk; pelesenk
limit: 1) bir şeyin sona erdiği veya sona ermesi gere
ağacı; çok sert ve yeşil kahverengi kerestesi olan bir
ken nokta, hat veya kenar; hudut; sınır. 2) Çoğ. sınır
ağaç. 2) Den. gemilerin şaft kovanlarında yataklık
lar; hudut hatları. 3) müsaade edilen en büyük sayı
malzeme olarak kullanılır; Bkz. lignum vitae bea
veya miktar. 4) Mate, limit. 5) limit ya da sınır koy
ring.
mak; tahdit etmek; kısıtlamak.
lignum vitae bearing: Den. pelesenk ağacından ya
limitation: 1) sınırlama veya sınırlanmış. 2) Huk. hu
pılmış yatak; pelesenkli kovanlarin yatak malzemesi;
dut saptama; sınırlı sorumluluk veya mesuliyet.
iki yarım silindir şeklindeki mahfaza içine boyuna pe-
limitative: Sınırlı; limite edilmiş.
lesenkler yerleştirilerek yapılan ve kovan milinin için
limited: 1) hudutlarla sınırlı; sınırlı; dar; sınırlamak. 2)
de döndüğü yatak; deniz suyu pelesenklere temas
ekstra ücretle hareket eden, belirli sayıda yolcusu
ettiği zaman kaypak, yağ kıvamında bir sıvr oluştura
veya az durağı olan (tren); ekspres tren. 3) limited
rak şaftın aşınmasını önler ve aynı zamanda laynın-
(şirket).
limit, elastic 32 liner
7
iimit, elastic: Elâstik sınırı; Bkz elastic limit. olduğu fakat genişliği olmadığı düşünülen düz hat
limiter: Sınırlayıcı; radyo dalgalarının amplitütlerinln veya eğri. b) mükemmel bir şekilde düzgün olduğu
sınırlanması için, radyo alıcılarının frekans modülas- kabul edilen böyle bir yörünge. 11a) elemanları bir
yonlarında kullanılan bir elektron tüpü. birleriyle aynı hizada bulunan gemi, ordu vb. leri b)
limiting: Sınırlama. çatışma sırasında düşmanla yakın temas sağlanan
limiting density: Sınırlı yoğunluk; sabit sıcaklıkta ba bölge ya da durum. 12) üzerine veya içine çizgiler
sıncı sıfıra yaklaştığı zaman bir gazın yoğunluğunun çizmek. 13) düzgün bir sıra haline getirmek veya ne
yaklaştığı değer. den olmak; hizaya getirmek.
limiting friction: Durağan ya da statik sürtünme ile line: 1) içine bir kalman veya astar koymak. 2) içinde
uygulanan maksimum kuvvet; sınırlı sürtünme; sınır astar olarak kullanmak.
lı sürtünme yenildiği zaman, cisim kaba bir yüzey linear: 1) doğru veya doğrulara ait, 2) çizgilerden ya
üzerinde harekete başlar. pılan veya çizgiler kullanma. 3) sadece boyu olan.
limitless: Sınırsız; hudutsuz veya sonsuz; limitsiz; 4) Bota. bazı belirli söğüt ağaçlarının yaprakları gibi,
çok büyük; vasî. genişliği az ya da dar.
limit of deformation: Deformasyon limiti; bozunması- linear accelerator: Lineer hızlandırıcı; eksenleri aynı,
nın; sekil değiştirme limiti. çember şeklinde elektrotlardan oluşan ve elektrotla
iimit of elasticity: Elâstik limit; esneklik limiti. rın bir doğru üzerinde yavaş yavaş hızlarının arttığı
limnology: Tatil suyun, özellikle göl ve havuzların su bir elektronik cihaz.
yunun biyolojik, kimyasal, fiziksel ve coğrafik özellik linear density: Bir tel veya ince, uzun bir çubuğun bi
lerinin bilimsel incelenmesi. rim boyunun kütlesi.
limonene: Limonkabuğu, portakal yağı, çam iğnesi, linear distortion: Lineer çarpıklık ya da bozulma; sin
nane vb. i türlü bitkilerde bulunan üç izomerik ter- yalin amplitütü ile ilişkisi olmayan bir bozulma.
penden herhangi biri; limonen, C 1 0 H 1 6 . linear equation: Birinci dereceden, a+b-c - 0 gibi.
limonite: Bir çok kaya ve toprağa sarımsı kahverengi cebirsel denklem; lineer eşitlik.
rengini veren bir demir cevheri; limonit, linear expansion: Doğrusal genişleme.
2Fe 2 O 3 3H2 0. linear measure: 1) uzunluk ölçüsü. 2) uzunluk ölçme
limonitic: Limonite alt; limonite benzeyen. sistemi.
limousine: 1) üç ya da daha fazla kişinin oturabilece linear motion: Doğrusal hareket; lineer hareket.
ği kapalı bir otomobil. 2) ön koltukları ile arkası birbi linear oscillator: Lineer osilatör; birbirlerine göre, on
rinden cam bir bölme ile ayrılan herhangi geniş ve ları birleştiren hat boyunca osilasyon yapan ve birbir
lüks otomobil; limuzin. lerine bağlı iki parçadan oluşan bir sistem.
limpet: Asbestos liflerinden yapılan hafif, nem emme linear units: Uzunluk birimleri; mm, m, inç, fit vb. i bi
yen, ateşe dayanıklı ve kimyasal olarak inert (ölü) rimler.
bir yalıtım maddesi; limpet. linear wear: Aşınma yüzeyi boyunca oluşan aşınma;
limpid: Mükemmel bir biçimde berrak; saydam; şef lineer aşınma.
faf; duru. lineate: Çizgilere sahip olan veya çizgilerle işaretlen
limpidity: Saydam, duru, şeffaf olma durumu veya miş; çizgili.
özelliği. line bearing: Ara şaft yatağı; Bkz. line shaft bearing.
limy: 1) kirece ait; kirece benzeyen; kireç kapsayan lined: Balatalı
veya kireçli. 2) yapışkan. line density: Bkz. linear density.
lin.: BKZ. linear, line feed: Bilgisay. satır atlama
linage: 1) Den. layna alma; gönyesine alma; sıraya lineman: Telefon ve elektrik taşıyan hatları döşeme
dizme. 2) bir sayfadaki basılı veya yazılı satırların sa ve onarmakla görevli kişi. 2) görevi demiryolu rayla
yısı. rını denetlemek olan adam.
linchpin: Oto. tekerleğin boşalmasını önleyen, dingil line of flow: Akış sırasında, bir sıvı partikülünün takip
den tekerin dışına uzanan bir pin; linçpin. ettiği yol ya da devre.
line: 1a) ip, kaytan, tel ya da kordon, b) balık avla line of flushing: Devre ya da hattın temizlenmesi.
makta kullanılan uzun, ince ve sağlam ip; olta ipi, line of force: Bir elektrik veya manyetik alanı belirten
özellikle misina, c) ölçme veya tesviye için kullanı ve herhangi bir noktasındaki yön, o noktadaki elek
lan ip, çelik şerit vb. 2a) telgraf ve telefon sistemle trik kuvveti veya manyetik alanın yönüne tekabül
rinde istasyonları birbirlerine bağlayan teller veya eden hat; kuvvet çizgisi.
tel. b) bu tür tellerde oluşan tüm sistemler; telefon line of nodes: Eliptik bir yörüngenin arakesitinin iki
ve telgraf hatları. 3) sıvı, elektrik vb. ini bir yerden di noktasını birleştiren bir doğru hat.
ğer bir yere ileten herhangi bir hat, boru ve tel sis line of stress: Gerilmeli bir esnek cisimden geçerek
temleri. 4) ekvator (denizciler kullanır). 5) sınır veya esas çeki, bası ve kesme yönünde uzanan düşünsel
hudut. 6) taslak; Çoğ. yapı tasarımı; çizilen plân. bir hat; gerilim hattı.
7a) İki veya daha fazla nokta arasında otobüs, gemi lineoöl: Türlü esas yağlarda bulunan terpen alkol,
vb. leri ile yapılan muntazam gezilerden oluşan ula C 10 H 1 7 OH .
şım sistemi veya servisi ya da taşımacılığı, b) böyle line pressure: Devre ya da hat basıncı.
bir sistem veya servisi çalıştıran firma, c) böyle bir liner: 1) çizgiler çizen kimse veya şey. 2) belirli bir
sistemin bir dalı ya da bölümü, d) demiryolunun tek hatta düzenli seferler yapan buharlı bir gemi, yolcu
hattı. 8) bir pusun on ikide biri. 9) Büyük Okyanus'- uçağı vb. i.
tan geçen 180° meridyeni; gün değişimi çizgisi. 10) liner: 1) astar yapan veya astar takan, kimse. 2) astar
Mate, a) hareketli bir noktanın yörüngesi olan, boyu olarak kullanılan; bir şeyin içine konulan astar veya
liner 328 linseed oil

şey. kalma ve bir birim gibi hareket etme veya iş yapma


liner: 1) Mot. silindir bloklarının içlerine basınçla soku eğilimi. 3) Elekt. bir bobindeki sargıların çevresinde
lan, genellikle dökme demir ve bazan dökme çelik manyetik akı veya flüks üretimi. 4) kimyasal bağ.
ten yapılan gömlek; silindir gömleği; silindir layneri. linkage, catenary: Kimy. moleküllerin uç uca birbirle
2) Mot., Mak. yatak ile jurnali Bkz. journal arasında rine bağlanması; örneğin amino asitlerin polipeptit-
ki boşluğun ayarlanması için kullanılan ince metal ler şeklinde birleştirilmesi.
levhalar; yatak layneri, şamata veya şim. 3) Gem. linkage editor: Bilgisay, bağlantı düzenleyicisi.
Mak. ölü hacim ya da klerens hacmini ve dolayısıyla linkage singlet: Bir elektrondan oluşan iki atom ara-
klerensi Bkz. clearence ayarlamak için piston kolu sındaki valans bağı.
ile kol yatağı arasına konulan veya çıkarılan metal link block: Buh. Mak. kadran veya linklerin içinde ha-
levhalar. 4) Mot. gayıt ile kızak Bkz. slipper arasın reket ettikleri ve slayd rodun pinlerine bağlandığı
daki boşluğu düzenlemek amacıyla kullanılan ve kı blok; link blok.
zak ile kroshed blok arasına sokulan ince metalik link bracket: Bağlama konsolu, bayrağı ya da brake-
levha ya da levhalar. 5) kuru layner Bkz. dry liner ti.
veya yaş layner Bkz. wet liner. link coupling: Mak. ara parçalı kavrama; vasıtalı kav
liner distortion: Mot. özellikle dizel motorlarında, si rama veya kaplin.
lindir kapağı saplamalarının aşırı sıkılması nedeniy link gear: Bkz. link motion gear.
le, silindir gömleğinin silindirsel şeklinden uzaklaş link motion: Buh. Mak. hareket yönünü değiştiren bir
ması; layner distorsiyonu; silindir gömleği çarpılma valf donanımı; Gem. Mak. link donanımı.
sı. link motion gear: Gem. Mak. linkmoşın donanımı;
liner micrometer: 1) Mot. pistonlu pompa ve kompre pistonlu buhar makinelerinde en az iki görevi yerine
sörlerde silindir gömleği veya blokun aşınma ve getirmek için kullanılan bir donanım: a) makinenin
ovalleşme miktarını ölçmek üzere kullanılan duyarlı ileri geri hareketini sağlar, b) türlü silindirler arasın
bir cihaz; layner mikrometresi; çap mikrometresi. daki güç dengesini temin eder; Eksantrik puli, strap,
liner seals: Diz. Mot. yaş laynerlerde veya silindir rodlar ile linkler, link blok, drag rod, katof ayar blo-
gömleklerinde ceketten kartere su kaçaklarını önle ku, tornistan kolu, veyşaft ve slayt rottan oluşur; Bkz.
mek için laynerin her iki ucunun dış yüzüne donatı Stephenson gear.
lan lâstik veya neopirenden yapılan çemberler; 0 link pin: Mak. palet baklası pini; Mot. sessiz zincir pi-
ringler. ni; mafsal pini; ara parçalı kavrama pini.
liner wall: Layner veya silindir gömleğinin, pistonun lin kpin retainer: Mak. ara parçalı kavrama pini tutu
çalıştığı veya yağ filmi oluşturan yüzeyi; layner duva cusu.
rı; silindir gömleği duvarı. link rod: 1) Gem. Mak. bağlantı kolu: linkrot; V türü
line shaft: Gem. Mak. srast şaftı kovan şafta bağla motorlarda kullanılan kısa bir piston kolu ya da bi
yan ve genellikle tünelde bulunan çok sayıda ve yel; ana biyele geçen kısa kol veya biyel.
flanşlarla birbirine bağlanarak oluşturulan ve büyük link rope: Bağlama halatı.
metal yataklar tarafından taşınan şaft; pervane şaftı; link throttle: Mak. gaz kolu bağlantısı.
ara şaft. link trainer: Savaş vb. i durumlarda öğrencileri uçak
line shaft bearing: Gem. Mak. pervane şaftı veya ara pilotu olarak eğiten bir cihaz; pilot eğiticisi.
şaftları taşıyan, basınçla yağlanan büyük metal veya linkwork: 1) bir zincir gibi bakla veya baklalardan ya
rulman yatak. pılmış olan herhangi bir şey. 2) zincir baklası veya
line spectrum: Parlak hat tayfı; keskin, düzgün olma halkalarla çalıştırılan dişli sistemi.
yan hatları kapsayan bir tayf; örneğin aktif gaz mole linoleic: Kimy, gliseril ester olarak keten tohumu yağı
külünün tayfı. (bezir yağı) ve diğer kurutucu yağlarda bulunan doy
line squall: Fevkalâde gürültülü, koyu renkli, döner mamış yağ asitine (C 1 8 H 3 2 0 2 ) ait veya onu belir
türden fırtına bulutları; düşük sıcaklık ve dolu ya da ten.
sağnak yağmur getirir. linoleic acid: Bkz, linoleic.
line strainer: Diz. Mot. yağ pompasının çıkış tarafın linoleum: 1) oksitlenerek sertleştirilmiş bezir yağı. 2)
da bulunan filtre; çıkış veya devre filtresi ya da strey- toz mantar ile oksitlenmiş bezir yağı karışımının
neri. branda, kanaviçe veya çuval bezi üzerine püskürtül-
lining: 1) Mak. silindir gömleklerinin iç yüzeylerinin mesiyle yapılan sert, düzgün yıkanabilir ev ve bina
krom vb. i maddelerle kaplanması. 2) astar kapla tabanlarının döşenmesinde veya kaplanmasında kul
ma; astar. 3) fren balatası; debriyaj balatası; balata. lanılan bir madde; linolyum; bir tür muşamba.
4) iç kaplama. linotype: Matb. daktilo makinesine benzeyen, fakat
link: 1) Den. zincir baklası. 2) yol yapım makinelerin daha geniş klavyesi olan ve kitap satırlarını birer kur
de palet baklası. 3) ara bağlantı parçası. 4) oynak şun satır şeklinde dizen ve döken, kurşun eritilmesi
iki parçayı birbirine birleştiren parça; bağ mafsal- 5) ne has elektrikli bir potası olan dizgi makinesi; lino
Mek. güç ya da hareketi aktarmak için kullanılan kı tip (ticarî bir marka); bu makine ile dizmek.
sa bir bağlayıcı kol ya da biyel. 6) 7,92 ince (20,11 linotyper: Linotip makinesini çalıştıran teknisyen; lino
cm) eşit bir uzunluk birimi. 7) mafsal veya mafsallar tip operatörü.
la birbirine bağlamak. linotypist: Bkz. linotyper.
link: Özellikle zift ve kıtıktan yapılan meşale. linseed : Keten tohumu; sütlü kahverengi susama
linkage: 1) Mak. bir dizi bağlantı veya bağlantı siste benzer bir tohum; beziryağı üretmek için kullanılır.
mi, özellikle güç veya hareketi aktarmak için bir sıra linseed oil: Keten tohumundan çıkarılan sarımsı renk
biyel veya kol. 2) S/o. kalıtımda bazı genlerin birlikte li bir yağ; keten tohumu yağı; bezir yağı; kuruma
liparoi d 329 liqui d propellant s

özelliği nedeniyle yağlı boya baskı mürekkebi, linol


yum vb. yapımlarında kullanılır. rap vb. i maddeler; sıvı yük; likii kargo.
liparoid: Yağlı; yağ gibi; yağa benzer. liquid cargo system: Sıvı yük sistemi veya devresi.
lipase: Yağları, yağ asitleri ve gliserine çevirerek sin liquid columns: Sıvı sütunları; farklı boru türlerindeki
dirime yardım eden, pankreas salgısının bir enzimi; sıvı sütunu; bir sıvı sütunundaki basınç, sütunun yük
lipaz. sekliği ile doğru orantılıdır.
lipid: Bkz. lipide. liquid cooled: Türlü sıvılarla soğutulan motorlar için
lipide: Yağlar vb. özellikteki diğer maddeler kapsa söylenir.
yan, suda çözünmeyen, yağ solventleri ve alkolde liquid cooling: Etilen glikol veya preston ya da özel
çözünen ve dokunulduğunda grese benzeyen orga likle su gibi sıvılarla soğutma; motorlar için söylenir;
nik bileşik; lipit; lipoid biçiminde de kullanılır. sıvı ile soğutma.
lipoclastic: Yağlan hidroliz ederek yağ asitleri ve gli liquid crystal: Bir kristalin ışığı kırma özelliklerine sa
serine çeviren enzimler için söylenir; örneğin lipase. hip olan sıvı; sıvı kristal.
lipoid: Blokimy. yağa benzeyen lipit. liquid cylinder: Pistonlu bir pompada herhangi bîr sı
lipolysis: Sindirim sırasında olduğu gibi yağların ay vının, çoğunlukla suyun emilip sıkıştırılarak basıncı
rışması. nın yükseltildiği silindir; sıvı silindiri.
lipolytic: Yağları ayrıştırabilen; yağların ayrışmasını liquid fire: Ask. savaşta tank ve istihkamlara karşı,
sağlayabilen. aiev makinelerinde kullanılan yanıcı kimyasal bile
lipper: 1) deniz yüzeyinin hafif şekilde kırışması; bo şik; sıvı ateş.
doslama veya küpeşteye kadar çıkabilen küçük de liquid fuels: 1) Benzin, kerosen, diesel oil, fuel oilier
nizler. 2) bu kırışma nedeniyle hafif serpinti; civarna. gibi içten yanmalı makineler, buhar kazanları, uçak
Iiq.: Bkz. 1) liquid. 2) liquor. lar, füzeler, roket vb. lerinde kullanılan akar yakıtlar;
liquate: Eriyebilen maddeleri (metal vb.) daha az eri sıvı yakıtlar. 2) rafinerilerde elde edilen ve damıtma
yenden ayırma amacıyla ısıtmak. ürünü olan ya da olmayan yakıtlar; distile yakıtlar ya
liquation: 1) yapısındaki maddelerin erime noktaları da fuel oilier.
arasındaki fark esas alınarak metalleri birbirinden liquid gas carrier: Sıvılaştırılmış gaz taşıyan gemi; sı
ayırma veya temizleme. vılaştırılmış gaz taşıyıcı; LNG veya LPG tankeri.
liquefaction: Bir sıvı veya katıyı gaza dönüştürme. liquid hydrogen: 1) Kimy. yüksek basınç altında sıkış
liquefiable: Sıvılaşabilen; sıvılaştırılabilen. tırılan ve sonra kaynama noktasına kadar soğutula
liquefied: Sıvılaştırılmış (doğal gaz, petrol gazı vb.). rak sıvı haline getirilen hidrojen; sıvı hidrojen; ısı de
liquefied gases: Sıvılaştırılmış gazlar; yüksek basınç ğeri 34 000 kkal/kg olduğundan yakıt olarak kullanı
altında sıvılaştırılan doğal gaz, petrol gazı, karbon di- lır.
oksit, oksijen, azot vb. i gazlar. liquid indicator: Soğutma devrelerinin sıvı depoların
liquefied gas carriers: Sıvılaştırılmış petrol gazı veya daki soğutucu düzeyini gösteren ve iki mercekten
doğa! gaz taşımak üzere yapılmış ve çoğu zaman oluşan gösterge; sıvı (seviyesi) göstergesi.
güvertelerinde büyük küresel tanklar bulunan özel ti iiquid-in-glass thermometer: Fiz. çok küçük çaplı kıl
caret gemileri veya tankerler; Bkz. LNG or LPG tan cal bir borunun bağlı olduğu ve içersinde sıcaklık
ker. yükseldiği zaman düzgün olarak genişleyen ve sı
liquefied methane: Sıvılaştırılmış metan gazı; sıvı me caklık azaldığı zaman yine düzgün olarak büzüşen
tan. cıva, cıva-talyum, alkol, toluol vb. i diğer sıvılardan
liquefied natural gas: Sıvılaştırılmış doğal gaz; biri bulunan bir hazneden oluşan termometre ya da
-152°C sıcaklığındadır. sıcaklık ölçer; camdan yapılmış sivili termometre;
liquefied petroleum gas: Sıvılaştırılmış petrol gazı; sı -51°C'den 650°C'ye kadar ölçüm yapabilen bir sı
vı petrol gazı. caklık ölçer.
liquefier: Gazları sıvılaştırmak için kullanılan bir ci liquid-metal pumps: Bazı nükleer güç tesislerinde
haz; gaz sıvıiaştırıcı. kullanılan sıvı bizmut, sodyum, sodyum-potasyum
liquefy: Sıvı haline dönüştürme; sıvı haline getirme; ve diğer metalleri elleçleyen pompalar; sıvı metal
sıvı yapma. pompaları.
liquefying point: Sıvılaşma noktası; sıvılaşma sıcaklı liquid metals: Nük. Enerj. reaktör soğutucusu olarak
ğı veya derecesi. kullanılması düşünülen, düşük erime noktasına sa
liquescence: Sıvılaşabilir veya eriyebilir durumda. hip sodyum, potasyum metalleri ve sodyum-potas
liquescent: Sıvılaşabilir; sıvı olabilir, eriyebilir. yum alaşımları; sıvı metaller.
liquid: 1) maddenin üç halinden biri; kolayca akabi- liquid oxygen: Sıvı oksijen.
len, içinde bulunduğu kabın şeklini alabilen, pratik liquid petroleum gas: Kamyon, otobüs, traktör vb.
olarak sıkıştırılamaz bir madde (su ve alkol gibi); sı araçların makinelerinde kullanılan ve başlıca propan
vı; likit. 2) katı ve gazlara benzemeyen, sonsuz ge ile bütan ve küçük miktarda diğer gazlar ile çok kü
nişleme özelliğinde olmayan, akmaya hazır bir mad çük miktarda ağır karbonlu hidrojenlerden oluşan
de. gaz; sıvı petrol gazı.
liquid air: -191°C'ye (-322°F) kadar soğutularak sıvı liquid piston: Pist. Pomp, buhar pistonuna bir mil ile
laştırılan hava; sıvı hava; soğutucu olarak kullanılır. bağlı ve bir silindir içinde hareket ederek sıvıyı
liquid asphalt: Sıvı asfalt. emen, sıkıştırılarak basınçla dış devreye verilmesini
liquid cargo: Den. ticaret gemileri, demiryolları tara sağlayan piston; sıvı pistonu; su pistonu.
fından yük olarak taşınan petrol, sıvı kimyasal mad liquid pressure: Sıvı basıncı; akışkan basıncı.
de, sıvılaştırılmış gaz, türlü yağlar, meyva suyu, şa liquid propeliants: Roket makineleri ve jet motorları
nı çalıştırmak için kullanılan oksitleyici ile yakıtlar; sı-
liqui d receive r 330 loa d

vi yakıtlar ve oksitleyiciler; sıvı oksijen ve sıvı hidro live: Türlü durumlarda yüzer durumda kalmak (gemi
jen, sıvı oksijen ve etil alkol vb. i. için söylenir),
liquid receiver: Mak. soğutma devrelerinde, soğutu live: 1) canlı. 2) canlılara ait; yaşama ait. 3) enerjik.
cunun toplandığı ve genişleme valfına gönderildiği 4) sakin yanma ya da ışıldama. 5) yanmayan; yan
kap; sıvı resiveri. mamış. 6) kullanılmayan; kullanılmamış; genişleme
liquid refrigerant: Sıvı soğutucu; Bkz. refrigerant. miş (taze buhar gibi). 7) elektrik akımı taşıyan. 8)
liquid, saturated: Doymuş sıvı; Bkz. saturated liqu hareket ve güç veren. 9) Matb. basıma hazır olan.
id. live center: Bir torna tezgâhı veya diğer bir makine
liquid state: Sıvı hal; sıvı durum; likit durum. nin parçayı çeviren döner milinin merkezi.
liquid, subcooled (compressed): Sıkıştırılmış ve alt live load: Hareketli yük; yararlı yük.
soğutulmuş sıvı; Bkz. subcoled liquid. live loading: Hareketli yükleme.
liquor: Bazı maddelerin sudaki çözeltisi, live stearn: 1) doğrudan kazandan gelen ve iş yap
liquorice: Bkz. licorice. mak üzere genişletilmeden hemen önceki buhar; ta
lisaloîd: Bir katı fazı tarafından kuşatılmış sıvı fazın ze buhar. 2) basıncı ve sıcaklığı, kazandaki basınç
dan oluşan koloidal bir sistem. ve sıcaklığa uyan (buhar). 3) basıncı bir kısma valfın
list: 1) Den. bir yana yatmak veya bayılmak (gemi da düşürülen fakat henüz iş görmemiş buhar. 4) ma
için söylenir). 2) Den. bir geminin rüzgâr etkisiyle ol kinelere henüz verilmemiş buhar; iş görmemiş bu
mayıp, yük hareketleri nedeniyle bir yana (sancak har; egzoz buharının karşıtı.
ya da iskeleye) yatması veya bayılması. 3) Bilgisay. live steam space: Kazanların buhar bölgesi veya ma
liste. 4) listelemek. halli; taze buhar bölgesi.
list to port: iskeleye yatma ya da bayılma. live wire: Elekt. akım geçen tel; aktif tel; elektrikli tel;
list to starboard: Sancağa yatma veya bayılma. akım taşıyan tel.
liter: Metrik sistemde bir hacim veya kapasite bîrimi; livid: Kurşun rengi; grimsi mavi.
3
1 kilogram suyun +4°C'deki hacmi; yaklaşık 1 dm ; lividity: Kurşun rengi.
3
1 000 cm ; 1 000 mililitre; 1,06 kuvart; 2,12 pint; lividness: Bkz. lividity.
33,82 sıvı oz'u. lixiviate: Bkz. to leach.
literal: Bilgisay. hazır bilgi. lixiviation: Rltre etme veya süzme işlemi.
litharge: Kimy. sarımsı kırmızı renkli kurşun oksit, lixivium: Süzme işlemiyle elde edilen kül suyu gibi
PbO; hava akımı içinde kurşunun ısıtılmasıyla elde bir çözelti.
edilir ve cam, emaye, cila, boya ve böcek öldürücü lizard: Gem. bir ucunda radanza bulunan kısa tel ve
yapımlarında kullanılır. ya rnanila halat.
lithia: 1) Kimy. beyaz, kristalli bir bileşik; lityum oksit, Ljungstrom air-heater: Buh. Kaza. elektrik motoru ile
Li 2 O. 2) lityum bileşikleri kapsayan. çalıştırılan ve mahfazası içinde yavaş olarak dönen
lithia water: Kimy. lityum tuzlan kapsayan bir maden (4 devir/dakika) rotorlu bir hava ısıtıcısı; rejeneratif
suyu; idrar söktürücü olarak ve romatizma tedavisin hava ısıtıcısı.
de kullanılır. Lloyds's: 18.yüzyılda Londra'da deniz sigorta politika
lithic: Kimy. lityuma ait. sını yürütmek üzere kurulan bir sigortacılık kuruluşu;
-lithic: Taşın kullanımında aşamalar anlamında bir so- bugün türlü sigorta işlemleri yapmaktadı; Loyd.
nek: Neolithic gibi. Lloyd's agent: Den. ticaret limanlarinda bulunan,
lithium: Kimy. yumuşak, gümüş beyazı, metalik bir Lloyd tarafından atanan, kendi bölgesinde, gemiler
kimyasal element; lityum; en hafif element olarak bi de oluşan hasarlari tespit ederek firmasını koruyan
linir; Simg.Li; at.ağ. 6,940; at.no. 3; yatak alaşımları temsilci; Loyd acentesi.
yapımında kullanılır. Lloyd's dimensions: LJoyd'un saptadığı boyutlar
lithium chloride: Havalandırma devrelerinde nem Lloyd's gauge: Bkz. bridge gauge.
emici olarak kullanılan kimyasal bir madde; lityum Lloyd's length: Loyd'un saptadığı uzunluk ve boy.
klorür. Lloyd's list: 1884 yılından beri ticaret denizciliği, satı
litho-: Taş, kaya, vücut taşı anlamlarinda bir önek: Lit- lık veya kiralık ya da hurdaya çıkanlacak gemiler
hosphere vb. gibi. hakkında aynntılı bilgi veren, ingilizce günlük gaze
litho: Taş baskı. te.
üthopene: Kimy. baryum sülfat ile çinko sülfitin karıştı Lloyd's mirror: Loyd aynası; bir kaynağın doğrudan
rılmasıyla yapılan beyaz bir pigment veya boya mad ışığı ve bir ayna tarafından yansıtılan ışık arasındaki
desi; boya, linolyum vb. i yapımlannda kullanılır. koyu çizgileri üretmek için kullanılan bir araç.
lithosphere: Dünyanın katı, kayalı bölümü; dünyanın Lloyd's register: Loyd tarafından bastırılan ve tüm ül
dış tabakası; dünyanın kabuğu; taşküre; litosfer. kelerin denizaşırı çalışan gemilerinin durum, yaş, to
litmus: Kimy. türlü likenlerden elde edilen ve kimya naj ve denize elverişlilik bakımından sınıflandırılması
sal analizlerde miyar olarak kullanılan mor renkli bir nı kapsayan bir yıllık; Loyd recister; Loyd sicil kitabı.
madde; turnusol. Lloyd's rules: Loyd tarafından yeni yapılacak veya
litmus paper: Kimy. turnusol ite işlem gören emici bir onanlacak ya da Klâslanacak ticaret gemileri veya
kâğıt; turnusol kâğıdı; asit veya baz saptanmasında benzer müesseseler için konulmuş yazılı kurallar;
endikatör olarak kullanılır; bazlarda maviye, asitler Loyd kuralları.
de kırmızıya döner. LNG: Bkz. liquefied natural gas.
litmus test: Kimy. turnusol kâğıdı ile yapılan (baz, al LO: Bkz. lubricating oil.
kali, asit) deneyi veya tecrübesi. load: 1) Elekt. bir dinamo veya diğer bir elektrik ürete
litre: Bkz. liter. cinin sağladığı akım miktarı. 2) Mek. bir makine vb.
load, allowable 331 locker
loca!: 1) yere ait; lokal; yerel; mevziî. 2) sınırlı; dar; kı
tarafından üretilen güç; özellikle çalıştırılan araç tara sıtlı. 3) vücudun belirli bir parçası veya özel bir alanı
fından makineye gösterilen dış direnç. 3) doldur na ait. 4) her istasyonda duran tren; banliyö treni; lo
mak; fotoğraf makinesine film koymak. 4) bir silâhı kal tren. 5) yerel otobüs, tren vb. i. 6) yerel gazete.
cephane ile doldurmak. 5) silâhı doldurmak. 6) bilgi local action: Metal parçalannın farklı kısımları arasın
grubunun kompütere sokulması veya yüklenmesi. da galvanik hücreler oluşumu nedeniyle korrozyon
load, allowable: Müsaade edilir yük. ya da paslanma.
load, applide: Uygulanan yük; tatbik edilen yük, local anesthesia: Lokal anestezi; Bkz. anesthesia.
load, capacity: Yük kapasitesi. locate: Yer; mahal; yöre; özellikle belirli bir olayın ve
load case: Yük durumu veya hali. ya olayların oluştuğu veya geçtiği yer.
load, constant: Sabit ya da değişmez yük. localization: Lokalleştirme; yerelleştirme; lokalize edil
load displacement: Den. tam olarak yüklenmiş bir miş; yeri belirtilmiş.
geminin long ton türünden deplesmanı. localize: 1) yerel veya lokal yapmak; lokalleştirmek:
load distribution: Yük ya da yüklerin dağılımı. yerelleştirmek; belirli bir yer, alan veya yöreye sınır
load duration: Yükleme süresi. lamak. 2) yerel orijinini saptamak.
loaded: 1) yük taşıma. 2) içinde cephane şarjı olan. local time: Yerel ya da lokal saat.
3) yüklü; özellikle belirli bir tarafından yüklü. 4) Arg. local wear: Lokal veya yerel aşınma.
çok parası olan; zengin. locate: 1) belirli bir yere tesis etmek. 2) tam yerini
load factor: Yük etkeni ya da faktörü; yükleme faktö keşfetmek. 3) durumunu göstermek. 4) belirli bir
rü. yer, görev, iş vb. tahsis etmek. 5) yerini belirlemek.
load fluctuation: Yük dalgalanması ya da azalıp ço locating dowel: Tespit pini.
ğalması; yük değişimi. location: 1) yerleşme veya yerleştirme. 2) bir fabrika,
load, full: Tam yük. ev vb. inin bulunduğu yer. 3) özel bir amaç için atan
load, half: Yarım yük. mış veya işaretlenmiş bir alan. 4) yer; mahal; me
loading: Yükleme. kan; mevki. 5) stüdyo dışında, sinema filminin çekil
loading coil: Elekt, bir elektrik devresinde, onun en- diği yer ya da açık hava sahnesi.
düktansını yükseltmek için konulan bir bobin; yükle loci: Bkz. locus (Çoğ.).
me bobini. lock: 1) bir kanal ya da su yolunun gemileri bir sevi
load limited governor: Yükün gerekli güvenlik sınırla yeden daha yüksek bir seviyeye çıkarmak için kulla
rı dışına çıkmasını önleyen veya yakıtı kesen bir me nılan özel kapalı kısmı; geçiş havuzu; lok (Panama
kanizma ile donatılmış regülatör; yük sınırlı regüla Kanalı gibi). 2) basınçlı hava bulunan bir bölmeye
tör. girmek için, hava sızdırmaz bir hücrenin girişi veya
load line: Den. tümü ile yüklendiği zaman battığı dü kapısı. 3) yay ve cıvata ile donatılmış kapı, kasa vb.
zeyi veya çektiği suyu belirtmek üzere geminin iki lerini anahtar ile kapamak için kullanılan mekanik
bordasına da konulan markalar boyunca uzanan bir cihaz; kilit. 4) kilitleme; kilitli şey. 5) ateşli bir si
hat; yükleme hattı; yük hattı; Bkz. Plimsol marks. lahta dolgu veya şarjı patlatmak için kullanılan meka
load machine: Bir nükleer reaktör içine yakıt doldu nizma. 6) bir kilit yardımıyla (kapı vb.) kilitlemek. 7)
ran veya boşaltan makine; yükleme boşaltma maki kapamak; hapsetmek. 8) bağlamak; örülmek; sarıl
nesi. mak. 9) kilit ya da kilitlerle donatmak. 10) kapalı bir
loadmaster computer: Yükleme bilgisayarı veya kom- kanal içinden hareket etmek veya geçmek (bir ge
püteri. mi). 11) kilitlemeye muktedir olmak. 12) sıkı ve kuv
load, moving: Hareketli yük. vetlice kapamak. 13) birbirine geçmek.
load, permanent: Sabit yük; daimi yük. lockage: Den. bir geminin lok yardımıyla Bkz. lock
loadstar: Bkz, lodestar. bir su seviyesinden diğerine hareket etmesi işi; ka
load, static: Durağan ya da statik yük. nal havuzundan geçirme. 2) böyle bir servisin ücre
loadstone: 1) Kimy. mineral manyetitin kuvvetli man ti; lok ücreti. 3) bir kanalda lok yapımı veya işletilme
yetik türü; mıknatıs taşı. 2) manyetik kuvvetle çeken si. 4) bir kanaldaki lok veya loklar yardımıyla yükselt
şey; lodestone olarak da kullanılır. me veya alçaltına miktarı.
load, temporary: Geçici yük. lock and trip relay: Kapama veya açma rölesi.
load test: Yükleme veya yük deneyi. lock ball: Mak. kilitleme bilyası; vites dişlilerini mille
load, uniform: Düzgün (dağılmış) yük. rin üzerindeki yuvada tutarak dişlilerin belirli duru
load wind: Rüzgâr yükü. munu sağlayan bilya.
loard: Bkz. load. locked: Kilitli; kilitlenmiş.
lobe: Mak. kulaklı veya loblu bir pompanın motorları locked-train: Buh. Türb. gücün iki takım dişli ve şaftla
üzerinde bulunan kulaklardan herhangi biri. 2) Jeo, rı ile yüksek hızlı pinyonlardan dişli çarklara düzgün
karadaki bir buz katmanının çıkıntılı ucu. 3) Çoğ. ra olarak dağıtımını belirtir; iki kademeli (devir düşürü
dar dalgaları huzmesi veya ışın demeti. cü vb.i).
lobe pump: Iki rotorlu, rotorlarda kanat adı da verilen locker: 1) kilitleyen bir kimse veya şey. 2) Den. gemi
iki ya da üç lob bulunan bir pompa; rotorlardan biri kamaralarında, içine türlü eşyaların konulduğu kilitli
bir elektrik motoru tarafından döndürüldüğü zaman kutu ya da dolap. 3) özellikle, kişisel kullanımlar
diğeri de onunla birlikte döner ve loblarla pompa için, çoğu zaman metalden yapılmış kiliti olan kutu,
gövdesi arasında sıkıştırılan yağ, su, hava vb. i akış bölme, çekmece vb. i. 4) Den. zincir temizlik madde
kan, dış devreye iletilir; loblu pompa. si, güverte araçları vb. i için kullanılan hacim; mağa
lobe-type pump: Bkz. lobe pump. za; fenerlik; portuç.
lobitos: Açık renkli bir bitüm.
locker , chai n 332 loggerhea d

locker, chain: Bkz. chain locker. maden damarı. 2) içinde bulunduğu kayadan ayrı
locker clench: Den. gemi veya çıpa zincirinin, zincir- lan herhangi bir cevher birikintisi.
likte bağlanarak güvenlik altına alındığı haika ya da lodestar: 1) Den. dümen tutuluşunda yön gösterici
mapa; hırca mapası. veya klavuz (rehber) alınan yıldız, özellikle kutup yıl
locker room: içersinde elbise, spor malzemesi vb. dızı. 2) taklit için model; ideal bir yol gösterici; lo
inin korunduğu kilitli metal dolapların bulunduğu adstar biçiminde de yazılır.
oda (gemi, spor salonu, klüp vb. inde). lodestone: Bkz. loadstone.
locking collar: Mak. kilitleme çemberi ya da bileziği. loft, rigging: Den. bir geminin armalarının hazırlandı
locking device: Emniyet tertibatı; kilitleme donanımı. ğı veya bakımının yapıldığı yer.
locking pawl: Mak. kilitleme tırnağı ya da mandalı. loft, sail: Den. yelkenlerin yapıldığı veya onarıldığı
locking pin: Mak. kilitleme pini; tespit pini. yer ya da mahal.
locking ring: Mak. kilit çemberi; kilitleme bileziği. log: 1) Den. geminin su üzerindeki hızının ölçümü
locking screw: Kilitleme vidası veya cıvatası. için kullanılan bir cihaz; parakete; log chip, log li
locknut: Bkz. lock nut. ne, log reel biçiminde de kullanılır. 3) gemi hızının
lock nut; Mak. kontra somun; tespit somunu; kilitle ve günlük gelişmelerin, seferdeki olayların kayıt edil
me somunu. diği defler; gemi seyir jurnali; güverte jurnali; seyir
lock pin: Tespit pini. jurnali. 4a) Ham. bir uçak veya onun makinesinin
lock plate: Tespit levhası; emniyet levhası. çalışma süresinin kayıtı. b) uçak pilotunun uçuş sü
lock ring: Tespit çemberi veya segmanı. resi, deneyimi vb. hakkında kayıt. 5) bir gezi veya
lock screw: Tespit vidası ya da cıvatası. deneydeki gelişmelerin kaydı. 8) Den. seyir jurnalin
lock washer: Mak. yaylı ronela; yaylı pul. de belirtildiği gibi (belirli bir mesafeye) sefer yap
lock wire: Mak. önemli yerlerdeki cıvataların gevşe mak ya da seyretmek. 8) Den. seyir jurnaline kaydet
memesi için başlarından geçirilen ve bağlanan tel; mek.
emniyet teli; tespit teli. log.: Bkz. logarithm.
loco-: Bir yerden diğer bir yere anlamında bir önek: log.: Bkz. logic.
Locomotive gibi. logarithm: Mat. ax = N formülünde x sayısı, H sayısı
locofoco: 1) Orf. sürtme ile yakılan sigar ya da kibrit. nın a tabanına göre logaritmasıdır; logaritma; genel
locomobile: Kendi öz gücü ile hareket eden. olarak 10 tabanına göre hesaplanır ve log kısaltması
locomotion: Bir yerden diğer bir yere hareket ya da ile belirtilir.
hareket gücü: lokomosyon. logarithm, Brigg's: Brigg logaritması.
locomotive: 1) harekete ait. 2) bir yerden diğer bir ye logarithm, common: Bkz. common logarithm.; baya
re hareket edebilen; sabit olmayan; hareketli. 3) ken ğı logaritma; adî logaritma.
di öz gücü ile hareket eden makinelere ilişkin; kendi logarithmic: Logaritma veya logaritmalara ilişkin.
gücü ile hareket edebilen bir makine, özellikle teker logarithmically: Logaritma ile; logaritma yardımıyla.
lerde bulunan ve demiryolu trenini itmek veya çek logarithmic amplifier: Logaritmik amplifikatör veya
mek için dizayn edilen elektrik, buhar veya dizel ma yükseltici; çıkış işareti giriş işaretinin logaritmik fonk
kinesi; lokomotif. siyonu olan bir amplifikatör.
locomotive-boiler: Buh. Kaza. lokomotif kazanı; pis logarithmic chart: Hem apsisi ve hem de ordinatı lo
tonlu buhar makinesi ile çalışan lokomotiflerde kulla garitmik olarak bölüntülenmiş grafik; logaritmik gra
nılan, kömürle fayraplı, küçük bir duman borulu ka fik.
zan; doğru alev borulu kazan. logarithmic serie: Logaritmik seri.
locomotive, diesel: Dizel motoru ile yürütülen loko logarithm, Napierian: Bkz. Napierian logarithm.
motif; dize! lokomotif. logarithm, natural: Bkz. Napierian logarithm.
locomotive, electric: Bir dizel motorunun çalıştırdığı log bridge: Ahşap köprü.
jeneratör ya da alternatörün ürettiği elektrik enerjisi logbook: Bkz. log.
nin tekerleklerdeki motorları beslemesi şeklinde ça log chip: Den. bir geminin su üzerindeki gerçek hızı
lıştırılan bir lokomotif; elektrikli lokomotif; sadece nı ölçmek için kullanılan paraketenin tahtası; parake
elektrikle çalışan lokomotif. te tahtası.
locomotive engine: Pistonlu buhar makinesi, dizel log desk: Gem. Mak. makine dairesinde bulunan ve
motoru, elektrik enerjisi ile çalıştırılan bir lokomotifin makine jurnali için kullanılan sıra veya masa; jurnal
makinesi. masası.
locomotive furnace: Stimli lokomotiflerde buhar ka log, engineering: Gem. Mak. Makine jurnali; Bkz. en
zanının ocak ya da külhanı. gineering log.
locomotive, steam: Pistonlu buhar makinesi ile yürü log error: Den. tomruk veya ağaç kütüklerini taşımak
tülen lokomotif; stimli ya da buharlı lokomotif. üzere, özel olarak yapılmış gemi; tomruk gemisi. 2)
locomotive type boiler: Bkz. locomotive-boiler, tomrukları vagona yüklemek için kullanılan makine.
locomotor: Hareket gücü olan bir kimse veya şey; ha 3) görevi ağaç ya da kütük kesmek olan kişi; balta
rekete ait. cı; kesici.
locus: 1) Mate, a) belirli koşullarda herhangi bir nok logger: 1) Den. tomruk veya ağaç kütüklerini taşımak
ta veya doğrunun kendi hareketiyle oluşturduğu yü üzere, özel olarak yapılmış gemi; tomruk gemisi. 2)
zey veya hat. b) verilen bir ya da daha fazla durum Vagonlara tomruk yüklemek için kullanılan makine.
da yararlanan nokta, doğru ve benzerlerinin sistem 3) görevi, ağaç ya da kütük kesmek olan kişi; kesici;
leri; geometrik yer. baltacı.
lode: 1) Mine. maden cevheri kapsayan bir damar; loggerhead: 1) ucunda bir lâmba bulunan, ısıtıldığı
tagging 333 loom
leştirilmiş; boyuna çalışan. 2) boylam ya da meridye
zaman katranı eritmek ve sıvıları ısıtmak için kullanı ne ait. 3) boyuna; boyuna alt.
lan uzun saplı bir alet. 2) Den. balina gemilerinde longitudinal beam: Boyuna kiriş; uzunlamasına kiriş;
zıpkın savlosunun çok hızlı akışını yavaşlatmak veya tulanî kiriş.
durdurmak için yararlanılan baba. longitudinal bulkhead: Gem. inş, boyuna perde; tula
logging: 1) Den. seyir jurnaline kayıt etme. 2) Den. nî perde; bir geminin simetri ekseni doğrultusunda
cezalandırılan gemiadamina ait, türlü hususlardaki yapılan perde ya da perdeler.
kayıt. longitudinal contraction: Boyuna çekme veya kısal
logic: Mantık; mantık bilimi; yargılama gücü. ma.
logical design: Lojik plânlama; ayrıntılı bir mühendis longitudinal crack: Boyuna çatlak.
lik hazırlığından önce bir kompüter sisteminin tasa longitudinals: Gem. inş. baştan kıça doğru boyuna
rımlanması veya planlanması. olarak uzanan T biçimindeki yapı elemanları; tulani-
logical operations: Lojik işlemler; lojik ya da ayırıp çı ler; longitudinal beam şeklinde de kullanılır,
kartma ve kararlar gibi yapı bakımından lojik olan longitudinal seam: Buh. Kaza. bir kazan zarfının Bkz.
kompüter işlemleri. shell, boiler shell boyuna ekseni yönünde perçinli
logistic: Ask. lojistik bilimine ait. veya kaynaklı bağlantı; boyuna dikiş.
logistic: Kalkülasyon ya da hesaplamaya ait; bazan longitudinal stability: Hava. bir uçağın alçalma ya
hesap sanatı; genel aritmetik. da yükselme yapmaksızın normal hızda düzgün uçu
logistic: Ask. orduları hareket ettirme, donatma ve kış şu; boyuna denge.
laya yerleştirme konularını kapsayan askerî bilim da longitudinal stress: Boyuna gerilme veya stres (ge
lı; lojistik. mi için).
log line: Den. parakete tahtasına bağlanan ip; parake longitudinal vibration: Boyuna titreşim.
te savlosu. longitudinal wave: Fiz. dalganın geçtiği yol boyunca
log MTD: Logaritmik ortalama sıcaklık farkı Bkz. loga partiküllerin ileri geri titreştikleri bir dalga hareketi;
rithmic mean temperature difference. örneğin ses dalgaları.
Logo: Amblem. long-lived: Uzun ömürlü (makine, makine parçası
log reel: Den. parakete savlosunun sarılması veya bo vb. i).
şaltılması için kullanılan makara; parakete savlosu long measure: Uzunluk ölçüsü.
makarası. long-range: 1) uzun bir menzil ya da erime ateş et
log room: Gemi içinde vardiya mühendislerinin ofisi. mek için dizayn edilen; uzun menzilli. 2) geleceği
log screw: Ahşap vidası; ağaç vidası. dikkate alma; uzun vadeli plânlar. 3) uzun dalga.
log sheets: Makine dairesinde bir ay boyunca yapı long shot: 1) Sine. uzak bir mesafeden kamera ile fo-
lan işlerin kayıt edildiği çizelgeler; bakım-tutum çizel toğraflanan sahne.
geleri; bakım çizelgeleri. longshoreman: Gemileri yüklemek ve boşaltmak üze
long: 1) uzun; kısa ya da özet olmayan. 2) bir uçtan re liman bölgesinde çalışan kimse; liman işçisi; rıh
diğer uca ölçülen; uzunluk. 3) uzunlukta belirtilen tım işçisi.
boya ait; mesafece uzun. 4) alışılmış veya standart long shunt: Elekt. kampavund jeneratörlerde endüvi
boy, miktar vb. inden daha büyük; alışılmıştan uzun. ve seri sargı ile paralel durumda olan uzun bir sargı;
5) bir çok madde veya üye kapsayan. 6) boyca aşırı uzun şönt sargı.
uzatılmış. 7) uzun bir zaman için. 8) başlangıçtan long ton: 1016 kg veya 2240 libreye eşit olan bir ağır
sonra. 9) belirtilen zamandan çok önce veya çok lık birimi; ingiliz tonu; Ig. ton kısaltması ile belirtilir.
sonra. long wave: Boyu 545 metreden büyük olan radyo dal
long bridge ship: Uzun köprü kasaralı gemi. gası; frekansı 550 kilosikl'den daha küçük olan rad
long-distance: Uzun mesafeli; şehirlerarası (telefon yo dalgalan; uzun dalga.
konuşması). long-wave: Uzun dalgalar için; uzun dalgalara ait.
long distance: Uzun mesafe konuşması bağlayan te loofah: Gem. Mak, buharlı gemilerde besleme suyu
lefon operatörü ya da santralı. devrelerinde, hotvellerin kirli su bölgelerinde süzgeç
long dosen: on üç; 13. veya filtre elemanı olarak kullanılan sünger. 2) ban
long division: Arit. iki veya daha fazla haneli bölme yolarda kese yapmak üzere kullanılan sünger. 3) tro
işlemi. pik iklimlerde yetişen bir tür kabağın lifi olan tohum
long-drawn: Uzun veya çok uzun bir zaman için de zarfı; loofah sponge adı da verilir.
vam etme; uzatılmış; uzatma. loofah sponge: Bkz. loofah.
longeron: Hava. bir uçağın gövdesi boyunca esas ya looker-on: Gözlemci; seyirci.
pısal parçaları veya uçak gövdesi. looking glass: Ayna.
long hundredweight: 50,624 kg'a (112 libre) eşit İngi look into: 1) dikkatle araştırmak; denetlemek. 2) so
liz ağırlık ölçüsü. ruşturmak.
longish: Bir dereceye kadar uzun. look out: Den. gece ve siste yüksek bir yerde gözcü
iongitude: 1) Grinviçten geçen boylam ile herhangi lük yaparak yaklaşan gemileri vardiya zabitine rapor
bir yerin boylamı arasında oluşan açı; ekvator üzerin eden gemici; gözcü.
deki yay; boylam; meridyen; tul dairesi. 3) Astr. do lookout: 1) biri ya da birşey için dikkatli bir gözetle
ğuya doğru, ilkbahar ekinoksundan tutulma dairesi me. 2a) gözetleme yeri. b) Den. karga yuvası. 3)
nin yıldız, gezegen vb. i büyük daire tarafından kesil özel bir işe tahsis edilmiş kişi. 4) bekleme; gözleme.
diği noktada ölçülen tutulma dairesi yayı ve tutulma look over: Denetlemek; kontrol etmek.
dairesinin kutbu; long., lo. kısaltmaları ile belirtilir. loom: 1) tire veya ipliği dokuyarak kumaş yapan ma-
longitudinal: 1) boyunca; uzunlamasına; boyuna yer
loo m 334 lo w

kine; dokuma tezgâhı; dokuma makinesi. 2) doku loss: 1) bir noktadan diğer bir noktaya neşriyat sıra
ma sanatı. 3) Den. bir küreğin topacı ile palası ara sında sinyal gücündeki azalma, 2) Elekt, bir devre
sındaki kısım; kürek bedeni. nin kısımlari veya farklı devreler arasında, elemanla
loom: Den. sis veya pusta bir gemi veya kara vb. inin rın direnci nedeniyle oluşan gerilim, akım ya da güç
olduğundan büyük, kocaman görünmesi. düşümü. 3) ısı ve elektrik makinelerinde genellikle
loop: 1) devre, boru devresi vb. i. 2) bir doğru tarafın ısı şeklinde ortaya çıkan türlü kayıplar.
dan oluşturulan, aşağı yukari dairesel bir şekil; il loss, eddy: Elektrik makinelerinde anafor, (girdap)
mek; ilmek halkası; gemicilikte dobiin. 3) bu biçim akımlar nedeniyle oluşan ve ısı kaybı şeklinde açığa
de olan herhangi bir şey. 3) keskin viraj (dönüş). 4) çıkan bir kayıp; edi kaybı; fuko kaybı.
Aero. uçak ile havada düşey düzlemle kapalı bir da losses, cooling: Bkz. cooling losses.
ire çizme; takla atma. 5) Elekt. tam bir devre. 6) Fiz. losses, frictionai: Bkz. frictional losses.
kordon, hava sütunu vb. i parçasının iki düğüm nok losses, mechanical: Bkz. mechanical losses.
tası arasındaki titreşmesi; iki düğüm ortası. 7) ilmek losses, radiation: Bkz. radiation losses.
ya da ilmekler yapmak. 8) ilmeklemek. 9) Elekt. dev losses, vindage: Bkz. vindage losses.
reyi tamamlamak için iletkenlerle bağlamak. 10) il loss, total: Den. bir geminin veya yükün tam olarak
mek şekli oluşturmak; ilmek şekli vermek. 11) Aero. kaybı; sigortalının, tümüyle kaybı veya onanlamaya-
takla atmak. cak şekilde hasar görmesi.
loop antenna: Kafes anten; radyo dalgalarını almak lost: 1) tahrip olmuş; harap olmuş. 2) bulunmayan;
ya da yaymak için bir kafes üzerinde bulunan bir ya kaybolmuş. 3) verimli ve kullanışlı bir biçimde sarfe-
da daha fazla iletken sargısından oluşan bir kapalı dilmemiş; ziyan edilmiş. 4) yerinde sarfedilmemiş.
devre anteni. lost motion: Yanlış bağlama vb. i nedenlerle bir maki
loop flow scavenging: Bkz. loop scavenging. nenin çeviren ve çevrilen parçalarının hareket miktar-
loop losses: Bkz. throttling losses. larındaki fark; kayıp hareket.
loop scavenge: Bkz. loop scavenging. lost stroke: Gem. Mak. kayıp piston stroku ya da kur
loop scavenging: 1) Gem. Mak. yüksek güçlü, iki za su; kayıp strok; iki zamanlı dizel ve benzin motorla
manlı dizel motorlarında bir süpürme (ürü; ilmek sü rında strokun faydalanılmayan bölümü; iş ya da ge
pürme; lup skavencin; bu tür bir süpürmede egzoz nişleme kursu sonuna doğru, piston tarafından eg
pencereleri üstte ve hava pencereleri ise onların al zoz portlarının açılması ile geri kalan kurs parçasın
tındadır. 2) ters ya da dönüş akırnlı süpürmenin bir dan faydalanılamaz ve kayıp kurs oluşur; kayıp strok
türü. 3) süpürme portlarından verilen havanın, silin (kurs) egzoz portiarının yüksekliğine eşittir ve tüm
dir içinde oluşturduğu ilmek şeklindeki yörünge. kursun % 15-% 25'i kadardır; doğru akırnlı dizel mo
loop seal: Gem. Mak. iki sistem arasındaki farklı ba torlarında kayıp strok, süpürme havası portiarının
sınçları sürdürmek için dizayn edilen alçak basınçlı yüksekliği kadardır.
dreyn; ilmek devre. lost stroke volume: Kayıp strok (kurs) hacmi; kayıp
loose: 1) serbest; bağlı olmayan. 2) kilit ve anahtar al strokun oluşturduğu hacim.
tında saklanmayan. 3) sıkıca bağlanmamış. 4) sıkı loud: 1) yüksek ses. 2) yüksek tonda ses veya sesler
olmayan. yapma. 3) gürültülü. 4) çok kuvvetli. 5) yüksek ses
loose coupling: 1) Gem. Mak. zayıf bir kaplin ya da veya gürültü ile.
bağlayıcı. 2) ayrı yerleştirilmiş bobinlerden oluşan louden: Yükselmek (ses); yükseltmek.
ve böylece manyetik transferin zayıfladığı bir kaplin, loudish: Bir dereceye kadar gürültü ya da yüksek
loose ends: Sonuçlandırılmamış işler; elan dikkat (ses).
edilmesi gereken. loud-speaker: Rady. elektriksel enerjiyi sese çeviren
loose fit: Mak. gevşemiş geçme; laçka olmuş bağlan ve bu sesi gerekli tona kadar yükselten veya azaltan
tı. bir cihaz; hoparlör; lavdspiker.
loose-jointed: 1) bağlantıları iyi olmayan. 2) eğrilir, lounger: 1) Mak. boşta çalışan kasnak; Mot. rölanti
bükülür; serbestçe ve esnek olarak hareket etme. memesi.
loosen: Gevşetmek, laçka etmek veya daha gevşek lounges: Ticaret gemilerinde yolcu salon ya da salon
yapmak. ları.
loose nut: Mak. gevşek somun; laçka somun. lour: Bkz. lower.
loose rivet: Mak. gevşek perçin; laçka perçin. louver: 1) Mot. soğutma sistemlerinde kullanılan at
lopsided: Simetrik olmayan; simetrik; bir tarafı önem- mosferik veya mekanik soğutma kulelerinin saçak
senmeye değer biçimde ağır, daha büyük ya da da ya da saçakları; pancur. 2) Oto. havalandırma pan-
ha alçak. curu.
Loran: Uzun mesafe navigasyonu; birlikte çalışan bir louver board: Pencere ve diğer açıklıklara takılarak
çift radyo istasyonu tarafından gönderilen sinyallerle hava ve ışığın girmesini sağlayan, yağmuru önleyen
denizde veya havada mevki saptanmasını sağlayan plâstik veya ince tahtalardan yapılmış bir çerçeve;
bir sistem. Loran (cihazı). pancur; louver boarding adı da verilir.
Lorents Electromotive force: Manyetik alana göre lovibond tintometer: Bir çözelti veya maddenin rengi
göreli hareketi nedeniyle bir elektrik partikülünü etki ni ölçmek için kullanılan bir cihaz; kolorimetre.
leyen kuvvet; Lorentz elektromotor kuvveti. low: 1) alçak. 2) normal yükseltinin altında olan. 3)
lorry: 1) kenarları olmayan düz ve alçak vagon. 2) küçük. 4) küçük bir miktar, derece, yoğunluk, değer
raylar üzerinde gitmek amacıyla donatılmış türlü ağır vb. inde olan. 5) normal yükseklik, yükselti, miktar,
yük vagonlarından herhangi biri. 3) ing. motorlu derece vb. inden az olan. 6) ufka yakın. 8a) ekvato
kamyon. ra yakın. 8) enerjisiz; zayıf. 9) motorlu araçlarda üre-
Sow alloy steel 335 low temperature
tilen en az hız ve en yüksek güçlü dişli oranını belir
l.c.m. kısaltmaları ile belirtilir.
tir. 10) nispeten düşük titreşimlerde üretilen sesler.
lowest temperature: En düşük sıcaklık; -273°C.
11) ekvator veya ufka yakın olma durumu, özellikle:
low flashpoint: Alçak parlama noktası veya sıcaklığı
a) düşük hız ve büyük güç üreten bir motorlu aracın 0
( C,°F).
donanımı, b) Meteo. düşük basınçlı bölge; alçak ba
low-frequency: Elekt. çoğu zaman 10 bin çevrim/sa
sınç bölgesi. 12) siklon; genel olarak fırtınalı hava
niyeden küçük titreşimi olan alternatif akım veya osi-
getiren alçak basınçlı hava kütlesi.
lasyon; 30-300 kilosikl alanı.
low alloy steel: Metal, yapısında küçük miktarlarda,
iow gear: O.'o. birinci vites; birinci vites dişlisi.
örneğin % 0,12 karbon (rnaks), % 0,5-% 1 mangan,
low-grade fuel: Düşük dereceli yakıt.
% 0,8-% 0,12 fosfor, % 0,05 kükürt (max), % 0,05-%
low heat value: Bir kilogram sıvı yakıtın sabit hacim
0,50 silisyum, % 0,20-% 10 krom, % 0,25-% 0,75 ni
de tam yanması ile oluşan gazlar soğutulmaksızın el
kel, % 0,50-% 0,70 bakır bulunan orta dayanıklıkta
de edilen ısı miktarı; alt ısı değeri; alt ısıl değer.
bir çelik; düşük alaşım çeliği.
low ambient temperature: Düşük çevre sıcaklığı. low idle: Mak. düşük rölanti; motorun boşta çalışma
low boiling point: Alçak kaynama noktası veya sıcak sında en düşük devir sayısı.
lığı; °C veya °F türünden belirtilir. low idle speed: Mak. alçak boşta çalışma ya da rölan
low-carbon steels: Yapısındaki karbon miktarı % 0,25 ti hızı.
olan çelikler; düşük karbonlu çelikler; çoğu zaman low inertia ring; Diz.Mot. Yay yükü ile taşınan yağ sı-
makine çeliği, karbon çeliği vb. i gibi isimler alırlar. yırıcı segmarı; conformable ring şeklinde de kullanı
low cetane number: Düşük setan sayısı; alçak setan lır.
numarası; Diz. Mot. ağır devirli, yüksek devirli, yük low-level alarm: Mak. türlü devrelerde, özellikle yağla
sek güçlü makinelerde kullanılan yakıtların setan sa ma sistemlerinde, yağ düzeyi belirli bir düzeyin altı
yısı; bu sayı alçak devirli makineler için 25-35 dola na indiğinde, ses ve ışıkla işletmecileri uyaran bir ci
yındadır; en düşük setan sayısı 20'dir; bu sayı azaldı haz; alçak seviye alarmı.
ğında tutuşma gecikmesi süresi uzar, yatak yükleri low-melting alloy: Düşük sıcaklıkta eriyebilir alaşım;
artar ve makinenin ilk hareketi zorlaşır. 450°F veya 232°C sıcaklığın altında eriyebilen her
low compression: Zayıf kompresyon; düşük sıkıştır hangi bir alaşım; sigorta, lehim vb. i yapımlarında
ma (basınç ya da sıcaklığı). kullanılır.
low compression engine: Düşük kompresyon oranlı lowmoor quality iron: İngiltere'de imal edilen, kül
makine; genel olarak ağır devirli dizel makinesi. han ve cehennemliklerin yapımında kullanılan, ısıya
iower: 1) bir yerde veya fiziksel kondisyonda bir baş dayanıklı, nitelikli bir çelik.
low-nickel bronsje: Yapısındaki nikel miktarı % 5'ten
kasından aşağıda (olan). 2) rütbe, otorite, itibar vb.
i bakımından aşağıda (olma). 3) Çoğ. erken çağla az olan bronz; düşük nikelli bronz.
low-pass filter: Elekt. belirli bir değerin altındaki tüm
rın bölümleri için kullanılır: Erken Devoniyen gibi. 4)
diğer benzer şeyden aşağıda olan şey. 5) indirmek frekansları ileten ve onun üzerindekileri engelleyen
bir dalga filtresi; alçak iletimli filtre.
veya yere koymak. 6) yükseklik, miktar, değer vb.
ini azaltmak. 7) zayıflatmak ya da azaltmak. 8) hac low-pressure: Mak, alçak basınçlı; düşük tazyikli.
mini (sesin) veya şiddetini azaltmak. 9) daha alçak low pressure: Mak. alçak basınç veya tazyik (türbini
yapmak. veya silindiri gibi).
low-pressure cylinder: Bun. Mak. kampavund veya
lower case: Alt keys ya da mahfaza; Bub. Türb., Gaz.
iki genişlemeli, üç genişlemen ve dört genişlemen
Türb. türbinlerin çoğu zaman tek, bazan iki parça
makinelerde en büyük çaplı silindir; alçak basınç si
dan yapılan ve döşeğe bağlanan alt kısmı.
lindiri.
lowercase: Küçük harf.
low pressure heater: Gem. Mak. alçak basınçlı ısıtıcı
lower crankshaft: Bazı karşıt pistonlu dizel motorların
veya hiyter; besleme suyu devrelerinde kullanılan
da süpürme portlarını denetleyen pistonların bağlı ol
borulu besi (fid) suyu ısıtıcısı.
dukları krank mili; alt krankşaft.
low-pressure turbine: Buh. Türb. yüksek basınç türbi
lower deck: Den. alt güverte.
ninde genişletilerek basıncı düşen buharın verildiği
lower, explosive limit: Bir gaz karışımının alt patlama
türbin; alçak basınç türbini; LP Turbine biçiminde
sınırı veya derecesi (°C, °F türünden).
de kullanılır.
lower flammable limit: Bir gaz karışımı veya yanıcı
low sea suction: Gem. Mak. sığ su alıcısı; buharlı ve
karışımın alt alevlenme ya da tutuşma sınırı ya da
motorlu gemilerde kullanılan biri derin su ve diğeri
derecesi (°C, °F türünden).
lower heating value: Bkz. low heat value. sığ su alıcısından ikincisi; özellikle incekşın (kinistin)
lower mast: Den. diğer direk parçalarını üzerinde taşı valf için kullanılır.
low speed: Mak. alçak devir; alçak hız; düşük hız.
yan ana direk.
low speed engine: 1) Mot. piston ortalama hızı 4,5
lower piston: Gem. Mak. alt piston; karşıt pistonlu di
m/saniyeye kadar olan içten yanmalı makine, özel
zel motorlarında bir silindir içinde aynı doğrultu ve
likle dizel motoru. 2) devir sayısı 70-400 devir/daki
fakat zıt yönlerde hareket eden iki pistondan altta
ka veya rpm olan motorlar veya pistonlu buhar maki
olanı; süpürme portlarını denetleyen piston; alt pis
neleri; ağır devirli makine.
ton; süpürme pistonu.
low speed running: Mot. Ağır hızda çalışma.
lowest: En alçak; en düşük.
low starting: Mak. ilk hareket devir sayısı az; düşük
lowest common multiple: Aritm. bayağı kesirde iki
devirde iik hareket.
veya daha fazla sayıdan her birini tam olarak bölebi-
len en küçük sayı; en küçük ortak çarpan; L.C.M., low temperature: 260°C dahil 260°C'ye kadar olan sı
caklık; düşük ya da alçak sıcaklık.
lo w - t em p era t u r e reac t o r 336 lubrica t in g w ic
k
low-temperature reactor: Nük. Ener. nispeten alçak
sıcaklıklarda çalışmak üzere dizayn edilen nükleer karter
cu, yağyarezervuarı,
da makine yataklar
altı tanktan alan pompa,
ve samp soğutu
tank arasındaki
reaktör, devre, b) Buh. Türb. samp tank, pompa, soğutucu,
low tension: Elekt. düşük gerilimli akıma sahip veya gravite tankı, rotorşaft ve devir düşürücü yatakları
alçak gerilimli akım taşıyan. arasındaki devre.
low-test: Yüksek kaynama noktasına sahip (benzin lubricant: Mak. hareketli ve hareketsiz parçalar ara
için söylenir). sında bir katman oluşturarak aşınmayı azaltan, yan
low tide: 1) alçak gelgit sırasında erişilen en düşük ma asitlerini nötrleştiren, soğutma temin eden, te
seviye ya da düzey. 2) bu noktaya erişildiğinde za mizleme yapan madde; yağlayıcı; yağ, gres vb. i
man. 3) bir şey tarafından erişilen en alçak nokta. maddeler.
low-tide level: Den. su çekilmesi ya da gelgitte en al lubricant additives: Bkz. lubrucating oil additives.
çak su seviyesi. lubricant film: Buh. Mak., Diz. Mot. silindir duvarı üze
low water alarm: Buhar kazanı içindeki su seviyesi rinde veya yüzeyinde oluşturulan yağ tabakası; yağ
tehlikeli bir düzeye indiği zaman tiz bir düdük sesi çı filmi; yağ katmanı.
kararak işletmecileri uyaran cihaz; alçak seviye alar lubricate: Yağlamak.
mı. lubricating: Yağlama.
low water mark: Alçak su seviyesi işareti. lubricating greases: Sabunlar ve yağlama yağları ile
lox: 1) roketler için yakıt karışımında kullanılan sıvı ok yapılan basit gresler ile silikonlar, dibazik asit esterle
sijen. 2) bir tür tuzlu füme som balığı; füme som. rinden yapılan metaller veya inert (ölü) maddelerle
loxodromic: Kerte hatları üzerinde seyir yapan; zorun karıştırılarak oksitlenmeyi önleyen, paslanmaya en
lu seyire ait. gel olan, aşırı basınçlara dayanan greslerin tümü;
loxodromics: Kerte hatları üzerinde seyir yapma sa yağlama gresleri.
natı veya uygulaması. lubricating oils: Makine yağları: 1) ham petrolün da
lozenge: 1) Geom. birbirine eşit dört kenarı ve geniş mıtılmasından elde edilen yağlar; madenî ya da mi
iki açısı bulunan düzlem bir şekil; eşkenar dörtgen. neral yağlar. 2) bitkilerden elde edilen ve makinele
L.P. (İ.p.): Bkz. low pressure. rin yağlanmasında kullanılan yağlar; bitkisel veya ne
LP . cylinder: 1) Buh. Mak. en büyük çaplı ve en dü batî yağlar. 3) hayvansal maddelerden elde edilen
şük basınçlı buhar ile çalışan silindir; alçak basınç si yağlar; hayvansal ya da hayvanî yağlar. 4) ham pet
lindiri. 2) kompresörlerin düşük basınçlı akışkan rol ve hayvansal ve bitkisel maddelerden elde edil
oluşturan en büyük çaplı silindiri. meyip kimyasal maddelerden oluşturulan yağlar; ya
LPG: Bkz. liquefied petroleum gas. pay veya sentetik yağlar. 5) yağlama yağların yapıla
LPG carrier: Sıvılaştırılmış petrol gazı taşıyan (gemi, rında % 85-% 87 karbon ve % 13-% 15 hidrojen
barç vb. i); bir tür tanker. bulu
L.R.: Bkz. Lloyd's Register. nur. 6) başlıca yağlama yağları: Karter yağı, makine
LST: Bkz. landing Ship Tanks. yağı, silindir yağı, kompresör yağı, telemotor yağı,
l.t.:Bkz. long ton. sederval yağı, kesme yağı, transformatör yağı, türlü
Lu: Bkz. Lutetium. gresler vb. idir.
lube: Mak. yağlama yağı; yağlama yağının kısa ifade lubricating oil additives: Yağlama yağı katkıları: 1)
si Bkz. lubricating oil kısa ifadesi; lube oil biçimin Mak. yağlama yağlarına, özellikle mineral yağlara,
de de kullanılır. kulanıldıkları yerlere göre ilâve edilen türlü kimyasal
lube oil: Bkz. lubricating oil. maddeler: a) organo-metalik türevler, fenol salisilik
lube oil cooler: Mak. yağlama yağı soğutucusu; asitten üretilerek çinko, kalsiyum, baryum ile birleşti
Gem, Mak, yağ kuleri; Içt. Yan. Mak. karter veya ma rilen katkılar, b) poliizobütan, c) kalsiyum fenil stea-
kine altı tankından Bkz. sump tank bir dolaşım pom rat. d) deterjanlar, e) alkil naftelen vb.
pası ile alınan sıcak yağın soğutulduğu bir eşanjör luricating oil manifold: Diz. Mot. makine boyunca
veya ısı alıp veren cihaz; yağ müberridi; genellikle uzanan, çoğu zaman dairesel kesitli, içi temiz ve ba
soğutucunun boruları içinden deniz suyu ve dışın sınçlı yağ ile dolu bulunan ve ana yataklara birer in
dan ise soğutulacak yağ dolaştırılır. ce ya da küçük çaplı boru ile bağlanan hacim; yağla
lube oil gauge: Yağlama yağı pompasının basıncını ma yağı manifoldu; yağ hederi; yağ galerisi; yağ re
gösteren basınçölçer; yağlama yağı geyici veya ma zervuarı.
nometresi. lubricating oil passages: Mot. ana yataklardan kol
lube oil pressure: Yağlama yağı pompasının çıkış ba (krank kolu) yataklarına yağ taşımak üzere krank
sıncı; yağlama yağı basıncı; 2-5 bar arasında olan millerinin içine açılan dairesel kanallar; yağlama ya
geyiç basıncı. ğı kanalları.
lube oil priming pump: Yağlama yağı devrelerinde lubricating oil purifier: Zaman zaman çalıştırılarak
kullanılan havasızlandırma pompası. yağlama yağlarının içinde bulunan, su, metal parça
lube oil pump: Yağlama yağı pompası. 1) Türb., Diz. cıkları, kurum vb. yabancı maddeleri ayırarak yağın
Mot. yağlama yağını makine altı tanktan alarak bir temizlenmesini sağlayan yüksek devirli (~ 7500
soğutucudan geçirdikten sonra makine yataklarına rpm) bir cihaz; merkezkaç ilkesi nedeniyle farklı öz
veren pompa. 2) Mot. karterden aldığı yağı bir filtre gül ağırlıktaki cisimlerin birbirlerinden ayrılacağı esa
ve soğutucudan geçirdikten sonra yataklara veren, sına göre çalışır.
çoğu zaman dişli türden bir pompa. lubricating oil system: Bkz. lube oil system.
lube oil purifier: Bkz, lubricating oil purifier. lubricating, self: Kendiliğinden yağlama.
lube oil system: Yağlama yağı devresi: a) Mot. yağı lubricating stocks: Bkz. lubricating oils.
lubricating wick: Damlalıklı yağdanlıklarda kullanılan
lubrica t io n 337 lum p s ug a r

ve bir ucunda bir kurşun parçası bulunan ve diğer


luciferin: Kimy. ateşböceklerinin kanında, bazı deniz
ucu yağlanacak yere kadar uzanan bir yağ borusu
yumuşakçalarının vücutlarında bulunan bir enzim ile
na sokulan fitil; yağlama fitili; Esk. buhar makinele
birleşerek ışın üreten bir madde; lüsiferin.
rinde kullanılırdı.
luciferous: Işık sağlayan.
lubrication: 1) türlü ısı ve elektrik makinelerinde, özel
lucite: Isıtıldığında şekil verilebilen şeffaf kristalli ya
likle içten yanmalı motorlarda türlü kısımları temizle
pay sakız ya da reçine.
mek, sürtünme yüzeylerini aşınmadan korumak, ma
lug: 1) taşımak veya çekmek (ağır bir şeyi), 2) kulak.
kinenin soğutulmasına katkıda bulunmak, yanma
3) kulağa benzer bir çıkıntı. 4) başlık; kulp. 5) Çoğ.
asitlerinden gelen aşınmaları önlemek, mekanik
kulak köşebentleri.
aşınmaları en aza indirmek ve yatakları korumak
lugging engine: Mak. motorun aşırı derecede
için yağlama yağının kullanılması ve uygulanması
yüklen mesi.
yöntemi ya da yöntemleri; yağlama.
lukewarm: 1) ancak ılık; ılık (sıvılar için söylenir).
lubrication chart: Mak. yağlanacak yerleri, yağlama
lumen: 1) F/z. ışık akımı için ölçü birimi; bir
sürelerini ve kullanılacak yağ türünü gösteren şema
uluslarara sı mum şiddetinin bir saniyede bir
tik cetvel; yağlama cetveli.
steradian açıda
lubrication, continuous: Sürekli veya devamlı yağla
neşrettiği ışık miktarı; lümen; Simg. İm. 2) B/o. bir
ma.
boru bir kese veya bezedeki boşluk; bir hücredeki
lubrication, drip-oil: Damlama yağla yağlama Esk.
merkezî boşluk (hücre veya diyafram duvarlarından
buhar makinelerinin yağlanması gibi.
herhangi biri tarafından çevrelenmiştir; çoğu zaman
lubrication fitting: Mak. gresör memesi.
bir sıvı ile doludur).
lubrication, forced: Bir elektrik motoru veya makine
lumen-hour: Bir saatte neşredilen 1 lümene eşit olan
nin kendisi tarafından çalıştırılan bir pompa yardımıy
aydınlatma enerjisinin miktar birimi.
la ve basınçla yağlama; cebri yağlama; kuvvetlendi
lumeter: Aydınlatma fotometresi.
rilmiş yağlama.
luminal: Kimy. fenobarbütal; yatıştırıcı ve uyuşturucu
lubrication grooves: Yağlama kanalları. 1) ısı maki
bir ilaç (Ticarî bir marka).
nelerinin çoğunun yataklarının iç yüzeylerine açılan
luminary: 1) Güneş ve Ay gibi ışık veren cisim ya da
kanallar. 2) yüksek güçlü motorların silindir gömlek
kütle. 2) ışığı bazı maddeler üzerine yayan.
lerinin iç yüzeylerine belirli bir açı ile ve çepeçevre
luminesce: Işık saçmak; ışıldamak.
açılan kanallar.
luminescence: F/z. radyan veya çok küçük partikülle-
lubrication, hand: El ile ve bir yağdanlık yardımıyla
rin enerjisinin emilişi nedeniyle ışık çıkarmak; ışılda
yağlama.
ma; herhangi soğuk bir ışık.
lubrication mechanical: Özellikle dizel motorlarında
luminescent: Işıldama veya ışık çıkarma yeteneği
silindir yağlanmasında kullanılan ve makineden aldı
gösteren; ışıldayan.
ğı hareketle çalışan plencerli bir tür pompa ile yapı
luminiferous: 1) parlak olma durumu veya özelliği;
lan yağlama; mekanik yağlama; Bkz. lubricator.
parlaklık. 2) Çoğ. parlak herhangi bir şey.
lubrication quill: Bkz. oil wick: Yağ fitili.
luminophere: 1) bir bileşiğe ışıma veren atomlar gru
lubrication system: Bkz. lube oil system.
lubrication theory: Yağlama kuramı veya teorisi. bu. 2) oda sıcaklığında ışık çıkaran bir madde.
lubricative: Yağlama; yağlama yapabilen; yağlamaya luminosity: 1) parlak olma durumu veya niteliği; par
muktedir. laklık. 2) Çoğ, parlak herhangi bir şey.
luminosity of a star: Güneşin parlaklığı ile kıyasla
lubricator: Mak. yağdanlık; mekanik yağdanlık; lubri-
nan bir yıldızın parlaklığı; bir yıldız tarafından yayı
katör; Gem. Mak. lubrikeyter. 1) yüksek güçlü dizel
lan ya da neşredilen ışığın miktarı olarak da belirtilir.
motorlarının ve pistonlu buhar makinelerinin silindir
luminous: 1) ışık veren; ışık çıkaran; parlak ya da
lerinin yağlanmasında kullanılan ve makineden hare
ışık lı. 2) ışıkla yayılan. 3) karanlıkta kendiliğinden
ket alarak çalışan küçük, pistonlu ya da plencerli bir
parla
pompa. 2) silindirlerin iç yüzeylerinde yağ filmi oluş
yan; fosforlu.
masını sağlayan pompa; silindir yağını yüzeylere
luminous dial: mak. karanlıkta görülebilen ölçü aleti
damlalar halinde verir.
kadranı.
lubricator cock: Yağlama musluğu.
luricator, wick: Fitilli yağdanlık. luminous energy: Işık.
luminous intensity: Işık şiddeti; ışık yoğunluğu.
lubricity: 1) kayganlık; kaypaklık; özellikle etkili bir
yağlayıcı bu özellikleri gösterir. luminous flux: Işık kaynağı tarafından neşredilen gö
lubricous: Yağlama özelliği olan; kaygan veya kay rünür toplam enerji.
pak. luminous gas flame: Hidrokarbonları ısıtarak parçala
lubrite coating: Diz. Mot. döküm pistonlara uygula yıp hidrojen ve karbona ayırdıktan sonra, karbonu
nan ve piston yüzeyinde bir fosfat katmanı bırakan akkor haline getirmek için ısıtma.
işlem; lubrit kaplama. luminous sign: Mak. fosforesan boya ile yazılmış işa
lucency: Parıldama özelliği veya durumu olan. ret (trafik) levhaları gibi.
lucent: 1) ışık saçan veya çıkaran; parıldayan. 2) yarı lump: 1) kaz yumurtası veya ondan bir kaç misli bü
saydam. yük parçalar halinde yumuşak kömür. 2) yığın. 3)
küme; toplanmış şeyler; koleksiyon. 4) biçimsiz par
luces: Lux'in çoğulu; Bkz. lux.
çalar halinde bir araya getirmek. 5) yığmak. 6) bir
lucid: 1) saydam; transparan.
grupta toplamak.
lucidity: Parlak olma özelliği ve durumu.
lump coal: Kaz yumurtası ile ondan bir kaç kez bü
lucifer: Sürtme ile tutuşan eski tür bir kibrit.
yük, iri parçalar halinde kömür veya bitümlü kömür.
lump sugar: Dikdörtgenler prizması veya küp haline
getirilmiş şeker; kesme şeker.

Teknik Sözlük - F. 22
lump sum 33S lyso!
lustreware: Bkz. lusterware.
lump sum: Bir kerede toptan ödenen para. lustrous: Parlak; ışık saçan; ışıklı.
Luna: Alşimide gümüş. lute: Boru bağlantılarını sızdırmaz hale getirmek için
lunar: i) aya ait. 2) aya benzer; ay gibi, özellikle: a) kullanılan killi çimento; killi çimento ile kaplamak.
soluk; sararmış veya silik, b) yuvarlak veya hilâl şek lutecium: Bkz. lutetium,
linde. 3) ayın dönüşleri ile ölçülen (ay yılı gibi). 4) luteolin: Kimy. kumaşları boyamada kullanılan kristal
gümüş kapsayan veya gümüşe ait. li, sarı renkli bir bileşik; luteolin, C 15 H 10 O 6 .
lunar caustic:,Dağlama veya yakma için kullanılan lusetring: Bkz. lustring.
eritilmiş gümüş nitrat; cehennem taşı. Lutetium: Kimy. nadir toprak grubundan metalik bir
lunar cycle: t) Metonik çevrim; yeni ve dolunayların kimyasal element; Simg.Lu; at.ağ. 174,99; at.no. 71;
yılın aynı gününe rastlayarak oluştuğu 19 yıl; Meton, geçmişte lutecium adı verilirdi.
M.Ö. 15.yüzyilda yaşamış Atina'lı astronom. 2) 27 luting: Bkz. lute (çimento).
759 günlük kalipik çevrim. lux: Fiz, 1 uluslararası mumluk bir kaynağın, düzgün
lunar eclipse: Ay tutulması; Dünya, Ay ile Güneş ara olarak bir metre uzaklıktaki aydınlatılmış bir yüzey
2
sından geçerken, Güneşin gölgesinin Ay üzerine veya 1 lümen/m 'ye eşit aydınlatma birimi; lüks.
düşmesi şeklinde meydana gelen olay. iuxmeter: Işık şiddetini ölçmek için kullanılan bir foto
lunar month: Astr. Ayın, dünyanın çevresindeki 29 metre; lüksmetre.
gün, 12 saat, 44 dakika ve 27 saniye süren tam devi- luzerite: Süs eşyası olarak kullanılan mavi renkli bir
ri; kamer ayı. taş; lüzerit; sodyum, kalsiyum ve alüminyum silikat
lunar probe: Ay ve onun çevresi hakkında bilgi topla lar kapsar.
mak üzere dizayn edilen herhangi bir uzay aracı; ay LV: Bkz. low voltage.
modülü. lyddite: Kimy. % 10 nitrobenzen, % 3 saf vazelin ile
lunar year: Astr. 12 kamer ayı veya 354 1/3 günlük pikrik asitten oluşan ve mermi kovanlarında kullanı
süreç ya da periyot. lan güçlü bir patlayıcı (madde); lidit.
lune: 1) iki yay (ark) ile sınırlanmış geometrik şekil; lye: 1) Kimy. odun külünün süzülmesiyle elde edilen
lunula adı da verilir. 2) bir düzlem veya küresel yü kuvvetli alkalin çözelti; kül suyu; sabun yapımı ve te
zeyde hilâl biçiminde bir şekil veya figür. mizlikte kullanılır. 2) herhangi bir kuvvetli alkalin
lunt: 1a) yavaş yanan kibrit, b) meşale. 2) duman. 3) madde, 3) filtreieme ile elde edilen herhangi bir
yakmak; tutuşturmak; duman çıkarmak. madde. 4) sodyum hidroksit, NaOH; çamaşırcılıkta
lupulin: Çam kozalağından elde edilen ve hekimlikte kullanılır.
teskin edici olarak kullanılan reçine tozu. Lysholm compressor: Gaz. Türb. Lisholm kompresö
lurch: 1) Den, bir geminin denizde giderken bir tarafı rü; gaz türbinli tesislerde kullanılan bir tür hava
na yaptığı an? s i l k i e k e t i ; anî yalpa. kompresörü.
lysimeter: Maddelerin çözünürlüğünü saptamak için
luster: 1) ışığı yansıtarak parlama durumu veya özelli kullanılan bir cihaz; lisimetre.
ği; pırıltı; parlayan. 2) parlaklık; aydınlık; fevkalâde lysin: 1) bakterileri, kan yuvarları vb. terini yokeden
parlaklık. 3) cilalama için kullanılan madde; cila. 4) bir madde; lisin. 2) Bkz. lysine.
bir mineralin yüzeyinin yansıtma ve parıldama özelli lysine: Kimy. sindirimde belirli proteinlerin hidrolizi ile
ği. 5) sırlanmış çanak çömleklere verilen metalik gö veya sentetik olarak elde edilen bir amino asit,
rüntü. 6) parlaklık vermek; parıldamak.

lusterware: Sir olarak metalik oksitler uygulanarak C 6 14 0 2 .


H
süslenmiş çanak, çömlek; lustreware biçiminde de lysol: Sabun ve kreoldan yapılan kahverengi sıvı bir
kullanılır. karışım; antiseptik ve dezenfektan olarak kullanılır (ti
lustral: Beş yıllık bir süre; beş yılda bir olan. carî bir marka).
lustre: Bkz. luster.
machine molding: Makine dökümü; makine ile dö

w
küm; döküm makinesi Bkz. molding machine ile ya

,
M: 1) 1000'e eşil Romen sayısı. 2) Kimy. elektroliz edi
len bir elementin simgesi. 3) Elekt. Henri türünden
endüktans simgesi.
m-: Bkz. meta-.
M.(m.): Bkz. 1) manual. 2) mark. 3) medium. 4) me
ridian. 5) meter; meters. 6) middle. 7) mile; miles.
8) mill; mills. 9) minute; minutes. 10) month. 11)
moon. 12) modulus. 13) mass.
mach.: Bkz. 1) machine. 2) machinery. 3) machi
nist.
machinable: İşlenebilir; işlemeye uygun.
machine: 1a) geçmişte araba, fayton vb. i gibi bir ta
şıt aracı, b) özellikle otomobil gibi, mekanik olarak
çalıştınlan bir taşıt aracı. 2) türlü sabit ve hareketli kı
sımlardan oluşan ve belirli bir tür iş yapmak için kul
lanılan bir cihaz: Dikiş makinesi gibi. 3) makine ya
da makinelere ait. 4a) türlü enerjileri mekanik enerji
ya da işe çeviren düzenek; makine, b) elektrik enerji
sini mekanik enerji veya işe dönüştüren cihaz; elek
trik motoru veya elektrik makinesi, c) ağırlık veya
yük kaldırmak için kullanılan palanga, makara, ce-
raskal, kriko vb. i. d) kaldıraç, tekerlek ve aks, ka
ma, vida, pulu (kasnak) ve eğik düzlemden oluşan
6) elemanter ya da basit makine, e) yardımcı maki
ne, f) hizmet makinesi, g) güverte yardımcı makine
si. 5) makine veya makinelere ait. 6) makine ile ya
pılmış veya imal edilmiş. 7) makine ile imal etmek,
şekil vermek vb. i.
machine bolt: Altıgen başlı ve bu baş tarafında diş
bulunmayan cıvata; makine cıvatası; cıvata.
machined: Bir takım tezgâhında (iorna, planya vb. i)
işlenmiş.
machine drawing: Bkz. technical drawing.
machine elements: Türlü dişliler, bağlama elemanla
rı vb. lerinin hesaplanması bilimi; makine elemanla
rı.
machine gun : Soğutma donanımlı, seri olarak sürekli
ateş edebilen otomatik bir silâh; makineli tüfek.
machine language: Bilg. Say. bir kompüter tarafın
dan yorumlanacak biçimde kaydedilmiş bilgi grubu.
machine-made: El ile yapılmamış, makine ile imal
edilmiş; makine yapımı.
machine shop: Makineler ve makine parçalarını yap
mak ve onarmak için atelye, fabrika ya da fabrika
bölümü; Gem. Mak. atelye; makine atelyesi.
machinery space: Ana ve yardıma makineler tarafın
dan kaplanan hacim; makine dairesi; engine room
pılan şeklinde de kullanılır.
döküm. machine-tool: Takım tezgâhına ait; takım tezgâhı
machine oil: Yataklar, sürtünme yüzeyleri, için; takım tezgâhı ile.
çalışan parçalar vb. lerinin yağlanmasında machine tool: Torna, pianya, matkap tezgâhları vb. i
kullanılan yağlar dan herhangi biri; makine yağı; gibi elektrik ile çalıştırılan otomatik veya yan otoma
Bkz. lube oil. machine parts: Bir makineyi tik tezgâh; takım tezgâhı.
oluşturan hareketli ve hareketsiz parçaların tümü; machinist: 1) makine yapan veya onaran kişi. 2) ta
makine parçalan. machine readable: Bilgisay. kım tezgâhı kullanmada hünerli kişi; tornacı; frezeci.
makinece okunur. machinery: 1) makinelerin tümü. 3) bir makineyi çalıştıran, bakım ve onarımını yapan
2) bir makinenin ça kişi; makinist.
lışan machinist's mate: Buharlı ana makine ve onun yar-
parçası. dımcılan, türbojeneratör, evaporator, soğutma ve ik-
machinery foundation: Bkz. limlendirme sistemleri ile dümen makinesi, demir ır
foundation. gatı, kreyn ve vinçleri çalıştıran, bakım ve onarırnlan-
machinery repairman: Den. atelyedeki torna, nı yapan, jurnalleri, kayıtlan ve raporları yazan gerni-
freze, matkap, planya vb. i tezgâhları kullanarak adamı (ABD); makine zabiti.
gemideki makineleri onaran, mağazadaki Mach number: Aero, bir cismin (uçak ya da füzenin)
tezgâhlarin bakımını yapan, türlü kayıtları tutan havadaki hızının, atmosferin aynı bölgesindeki sesin
kişi (ABD Bahriyesinde); makine tamircisi; hızına oranını belirten sayı; Mach sayısı.
mağazacı. Mackinaw boat: Büyük göller ve çevresinde (ABD,
machinery room: Bkz. engine Kanada) kullanılan düz altlı, keskin başlı ve kare ve
room. machine screw: Bkz. ya sivri pupalı (kıçlı) kürek veya yelkenle yürütülen
machine bolt.
macle 340 magnetic pole
çekme özelliğine sahip olan herhangi bir parça, de
bir tekne. mir, çelik veya manyetit Bkz. loadstone: Bu özellik
macle: 1) elmas gibi çift kristal. 2) belirli minerallerin doğal olarak bulunduğu gibi, bir metalin çevresine
üzerindeki siyah benek veya nokta. sarılı, yalıtılmış tellerden geçirilen elektrik akımı ile
macro-: Uzun, büyük, genişletilmiş veya uzatılmış an de yapay olarak endüklenebilir. 2) çeken bir şey ya
lamlarında bir önek. da kişi.
macro definition: Makro tanım. magnetic: 1) bir mıknatıs ya da manyetin özelliğine
macrograph: Bir cismi olduğu gibi gösteren bir çizim sahip olan: Manyetik demir gibi. 2) manyetizma üre
veya fotoğraf; makrograf. ten, manyetizmaya neden olan veya manyetizma ile
macrography: Bir cismi mikroskop yerine çıplak göz çalıştırılan. 3) Dünya'nın manyetizmine ait: Manyetik
le tetkik etme ya da inceleme; makrografi. meridyen gibi. 4) mıknatıslanabilen. 5) güçlü çekicili
macromolecule: Çoğu zaman bir moleküle ait olan ği olan.
çok büyük bir molekül; makromolekül. magnetically: Manyetik ya da mıknatısî olarak: man
macrophyslcs: Doğrudan gözlenebilecek veya ölçü yetizma ile; manyetizma tarafından.
lebilecek yeterlikteki kütlelerle ilgilenen fizik bilimi magnetic axis: F/z. Bir mıknatısın iki kutbunu birleşti
dalı; makrofizik bilimi. ren doğru; manyetik eksen; eğer mıknatıs serbest
macroscopic: Çıplak gözle görülebilen; karşıtı mikros- olarak asılmışsa eksen, manyetik kuwet çizgilerine
kopik. paralel olur.
macroscopic properties: Basınç, hacim, sıcaklık, ya magnetic circuit: Fiz. manyetik devre; mıknatısî dev
pı ve kütle gibi özellikler; makroskopik özellikler; kar re; manyetik kuvvet çizgilerinin geçtiği kapalı devre.
şıtı mikroskopik nitelikler. magnetic compass: Dünya'nın manyetik alanının bir
madder: 1) ilâç ya da boya veren türlü bitkilerden her çubuk mıknatıs üzerindeki etkisi ile coğrafya yönleri
hangi biri. 2a) bir bitkinin kırmızı kökü. b) bu kökten ni gösteren bir cihaz; manyetik pusula; mıknatısî pu
yapılan kırmızı boya (bu terim kömür katranından ya sula.
pılan sentetik boyalara da uygulanır); alizarin. 3) magnetic course: Hava. manyetik rota; bir uçağın,
parlak kırmızı; koyu kırmızı. manyetik kuzeyden hesaplanan rotası.
made: 1) yapılmış; şekil verilmiş; oluşturulmuş. 2) ya magnetic equator: Manyetik ekvator; Dünya çevresin
pay olarak üretilmiş; doğal olmayan. 3) keşfedilmiş; de ekvatora yakın ve pusula iğnesinin hareket etme
icat edilmiş; tertip edilmiş. 4) özet olarak hazırlan diği düşsel veya meyilsiz bir hat.
mış. magnetic field: Fiz. manyetik alan ya da saha; man
Mae West: Denize düşen uçak pilotlarının giydikleri yetik kuvvet çizgileri tarafından işgal edilen hacim;
şişirllebilir can yeleği. bir mıknatısın çevresinde bulunan ve manyetik kuv
mag.: Bkz. 1) magnetic. 2) magnitude. vetin uygulandığı hacim.
magazine: 1) depo, debboy veya askerî teçhizat de magnetic flux: Fiz. bir manyetik devreden geçen top
posu gibi depolama yeri. 2) patlayıcıların depolandı lam manyetik kuvvet çizgileri veya manyetizma akı
ğı bina, oda, kale veya savaş gemisinin bir bölümü mı; manyetik flüks; manyetik akı.
gibi yer; cephanelik. 3) tüfek ya da tabancalarda şar magnetic force: Fiz. bir mıknatısın bir demir veya çe
jörün sokulduğu hazne; fişek haznesi, fotoğraf maki lik parçasını çekme veya itme kuvveti; manyetik kuv
nesinin levha ya da film makarası konulan kısmı ya vet.
da bir sobanın yakıt depolanan kısmı. 4) dergi. 5) magnetic induction: Fiz. manyetik endüksiyon; man
Bilgisay. disket takımı kutusu. yetik alanına sokulduğu zaman, bir mıknatısın de
Magdeburg hemispheres: F/z. içi boş ve birbirine mir, çelik vb. inde manyetizma endükleme gücü.
uyan iki yarım küreden oluşan, havası boşaltılabilen magnetic meridian: Fiz. manyetik meridyen; manye
bir cihaz; Mağdeburg yarımküreleri; hava basıncının tik boylam (dairesi); göksel kürenin başucu (zenit)
etkisini göstermek için kullanılır. ve manyetik kutuplardan geçen dairesi.
magenta: 1) morumsu kırmızı bir anilin boya; galiber- magnetic mine: Ask. manyetik mayın; metal tekneli
da. 2) morumsu kırmızı (renk). bir geminin yakınından geçmesi durumunda, manye
magnesia: 1) Kimy. magnezyum oksit, MgO; antasit tik bir iğnenin sapması ile bir elektrik devresinin ka
ve müshil ve tuğlalarda yalıtım maddesi olarak kulla panması sonucu, patlayıcı bir dolgunun patlaması
nılan beyaz, tatsız bir toz. 2) sulu magnezyum karbo sağlanacak şekilde dizayn edilmiş bir mayın.
nat. magnetic needle: Fiz. manyetik iğne; manyetik ibre;
magnesian: Kimy. magnezyum kapsayan; magnezyu manyetik meridyen hattı boyunca manyetik kutupla
ma alt. ra (yaklaşık olarak kuzey ve güneye) doğru serbest
magrtesic; Magnezyum ya da onun tuzlarından birini olarak hareket eden mıknatıslanmış ince bir çubuk;
kapsayan. bir pusulanın temel parçasıdır.
magnesite: Kimy. kazan ocaklarının duvarlarında kul magnetic north: Manyetik iğnenin gösterdiği veya yö
lanılan, bazan tanecikli veya kristalli, bazan yoğun neldiği yön; manyetik kuzey; bir çok yerde gerçek
kütleler halinde bulunan ve çoğu zaman beyaz renk kuzey değildir.
li bir mineral; doğal magnezyum karbonat, MgC0 3 . magnetic pickup: Manyetik pikap; mıknatıs ve bobin
magnesium: Kimy. hafif, gümüşî beyaz renkli, hadde ler ve bir iğnenin hareketi ile ses üreten bir cihaz.
den çekilebilen, dövülebilen kimyasal bir element; magnetic pole: 1) Fiz. kuvvet çizgilerinin yoğunlaştığı
türlü alaşımlar ve beyaz bir alevle yandığı için fotoğ mıknatıs uçlarının herhangi biri. 2) pusula iğnesinin
raf makinelerinin flaş ampulleri vb. yapımında kulla kuzey ve güney kutbuna doğru olan uçlarından biri;
nılır; Simg. Mg; at. ağ. 24,32; at.no. 12. Manyetik kuzey ve güney kutupları, coğrafya kutup-
magnet: 1) Elekt. Manyet; mıknatıs; demir ve çeliği
magnetics 341 mailer

lari ile duyarlı bir biçimde çakışmaz.


lanılan bir cihaz.
magnetics: Manyetik bilimi; fiziğin mıknatıslar ve
magnetomotive: Manyetik akı veya flüksü yükselten
manyetik olaylarla ilgilenen dalı.
kuvvete ait ya da onu belirten; manyetomotif; m.m.f.
magnetic storm:Dünya manyetik alanının önemli bir
kısaltması ile belirtilir.
biçimde değişmesi: Güneş tarafından oluşturulur ve
magnetomotive force: Bir manyetik devrede manye
elektronik iletişim araçlarında parazitler oluşturur;
tik akıdan sorumlu olan kuvvet; manyetomotif kuv
manyetik fırtına.
vet.
magnetic tape: Manyetik bant; elektrikli teyplerde tür
magneton: Manyetik moment birimi; manyeton; Bohr
lü ses kayıtları için kullanılan bant.
manyetonu 5584 gaus-cm/mol'e eşittir.
magnetic variation: Manyetik değişim ya da sapma;
magneto resistance: Sabit bir manyetik alan nede
pusula iğnesinin gerçek kutuptan sapma miktarı ve
niyle bir iletkenin direncindeki çoğalma.
ya derecesi.
magnetoscope: Manyetik kuvvet araştıran bir cihaz;
magnetism: 1) F/z. manyetik olma niteliği, özelliği
manyetoskop.
ve ya durumu; mıknatısiyet; manyetilik. 2) buna
magnetostatics: Zaman ile değişmeyen manyetik
ne den olan kuvvet. 3) Fiz. mıknatıslar ve manyetik
alanların incelenmesi bilimi; manyetostatik.
olay larla ilgilenen bilim dalı; manyetizma;
magnetron: Çok kısa radyo dalgaları üretmek için
manyetik bili mi. 4) çekim gücü.
kul
magnetite: Maden, demirin önemli bir cevheri olan si
lanılan ve ısıtılmış katottan anoda doğru olan iyon
yah demir oksit, Fe 3 0 4 ; manyetik olduğu zaman
akımının bir manyetik alan ile kontrol edildiği bir va
lo adstone adı verilir; manyetit.
kum tüpü; magnetron.
magnetizable: Mıknatıslanabilen.
magni-: Büyük, iri, geniş anlamlarında bir önek.
magnetization: Mıknatıslanma veya mıknatıs olma.
magnification: 1) büyütme veya büyütülmüş olan. 2)
magnetize: 1) bir mıknatıs yapmak; mıknatısı özellik
büyütme kuvveti veya gücü. 3) büyütülmüş görüntü
vermek (demir, çelik vb.). 2) manyetik olmak; mıkna
veya model.
tıslanmak.
magnified: Daha büyük yapılmış; büyütülmüş; görün
magneto-: Manyetizma, manyetik kuvvet ve manyeto-
tüsü büyütülmüş.
eiektrik anlamlarında bir önek.
magnifier: Büyüten bir şey; özellikle, büyütme için
magneto: Bir ya da daha fazla sabit mıknatısın man
kullanılan bir mercek veya mercekler düzeni.
yetik alan oluşturduğu bir doğru akım (DC) elektrik
magnify: 1) ölçü, statü veya önemini daha büyük
üreteci; benzin motorlarından hareket aiarak ateşle
yapmak; büyütmek. 2) gerçekten daha büyük, daha
me devrelerini besleyen ve buji tırnaklan arasında kı
önemli göstermeye neden olmak; abartmak; mübâla-
vılcım ya da ark oluşturan küçük bir elektrik makine
ğa etmek. 3) olduğundan daha büyük görünmeye
si; manyeto.
neden olmak; mercek ya da merceklerle (bir cis
magneto block: Manyeto gövdesi; manyeto bloku. min) görülür ölçüsünü büyütmek. 4) bir cismin görü
magneto breaker points: Manyeto içinde bulunan nür ölçüsünü büyütme gücüne sahip olmak.
platinler; distribütör platinleri.
magnifying glass: Bakıldığında, bir cismin görünür
magneto brush: Manyeto kömürü ya da fırçası.
ölçüsünü büyüten mercek veya merceklerden olu
magnetochemistry: Kimyasal tepkimelerle birlikte gö
şan bir araç; dışbükey mercek; büyüteç; pertavsız.
rülen manyetik olayları inceleyen bilim dalı; manye-
magnifying power: Cismin büyüteçle görülen ölçüle
tokimya.
rinin, çıplak gözle görülen ölçüsüne oranı; büyütme
magneto distributor: Manyeto distribütörü.
gücü.
magneto-dynamo: Sabit olan mıknatısları olan bir di
magnitude: 1) büyüklük; özellikle: a) ölçüye ait. b)
namo; manyeto dinamo.
boya ait. c) önem ya da etkiye ait. 2a) ölçü veya öl
magnetoelectric: Mıknatıslar tarafından üretilen elek
çülebilir büyüklük, b) önem ya da etki. 3) Astr. a) ku
triğe ait veya onu belirten; manyetoelektrik.
tup yıldızı standart alınarak, sabit yıldızların parlaklık
magnetoelectric induction: Manyetik akı veya flük-
derecelerine göre sınıflandırılmaları; parlaklık; kadir;
sün kesilmesi ile elektromotor kuvvet üretimi, manye
en parlak yıldızlar birinci, çıplak gözle ancak görüle
toelektrik endüksiyon.
bilen yıldızlar ise altıncı kadirdendir, b) parlaklığı be
magnetoelectricity: Elektrik iletkenleri ve mıknatısla
lirten sayı. 4) Mate, aynı sınıftan niceliklerin diğerleri
rın bağıl hareketi iie üretilen elektrik.
ile kıyaslanması amacı ile verilen bir sayı.
magneto generator: Manyeîojeneratör; Bkz. magne
Magnolia metal: Yapısı % 80 kurşun, % 14 antimon
to.
ve % 6 kalay olan bir tür babit metai ya da yatak ala
magnetohydrodynamic generator: Isiy: doğru akı
şımı; Manolya metal.
ma çevirmek için kullanılan üreteç; manyetohidrodi-
magnum: 1) yarım galon (1,89 litre) kapasiteli bir
namik jeneratör; yüksek sıcaklıktaki gaz bir manye
kap. 2) böyle bir kap ya da şişenin aldığı miktar.
tik alandan geçirilir ve dönüşüm sağlanır; MHD ile
Magnus effect: Ekseni bir hava akımına dik olan dö
belirtilir.
ner bir silindirde yanlara olan itme veya srast; Gemi
magneto ignition system: Akümlâtörsüz benzin mo
veya rotorların tahrik edilmesinde kullanılır.
torlarında ateşleme devresini besleyen ve kontak
maiden voyage: Den. yeni yapılan bir geminin ilk se-
anahtarı, manyeto, buji kabloları ve bujilerden olu
feri.
şan devre; manyetolu ateşleme devresi.
mailboat: Posta taşıyan gemi; posta gemisi; mail bo
magnetometer: 1) manyetik kuvvetler; ölçmek için
at şeklinde de yazılır.
kullanılan bir cihaz; manyetometre. 2) dünyanın
mail car: Posta taşıyacak şekilde donatılmış demiryo
manyetik alanının elemanlarının saptanması için kul
lu vagonu,
maiier: Bkz. mailboat.
mai n 342 ma ke u p w a t e
r

main: 1) fiziksel dayanikiik; kuwet; güç. 2) esas ya


devre; ana yağlama devresi.
da önemli nokta veya kısım. 3) su, gaz, elektrik vb. i
main nozzle: Bkz. main jet.
dağıtımında ana boru, kanal vb. i. 4) demiryolu ana
main poles: Elektrik makinelerinde gövde ya da çer
hattı. 5) açık deniz; okyanus. 6) Den. ana direk; pru
çeveye bağlı, parça saçlardan yapılan ve çevrelerine
va direği. 7) temel, esas ya da başlıca 8) geniş ara
alan sargıları sarılmış olan ve manyetik alanı üreten
zi, deniz veya yer. 9) pruva direğine ait.
parçalar; ana kutuplar.
main bearing: D/z. Mot. krank milini taşıyan ana ya
main propulsion: Bkz. main engine.
taklardan herhangi biri; palamar yatağı; ana yatak.
main propulsion unit: Bkz. main engine.
main bearing journal: Ana yatak ya da palamar ya
mains: Fabrika, ev vb. ine elektrik akımı (AC) sağla
takları içinde dönen mil parçalarından herhangi biri;
yan, biri akım geçen ve diğeri nötr olan kablolar;
ana yatak iurnali veya muylusu.
ana kablolar; bazı ülkelerde üç kablo vardır.
main bearing sea!: Ana yatak keçesi.
main shaft: Gem. Mak. gücün pervaneye aktarıldığı
main boiler: Ana kazan; ana makinelere buhar üre
mil; ana şaft veya mil; dişli kutusu ana mili.
ten kazan; bu tür kazanlar yardımcı makinelerin ge
mainspring: Cep, duvar vb. i saat veya diğer bir me
reksinimi olan buhari da üretirler.
kanizmadaki esas yay; çalıştırma yayı; zemberek;
main circulating pump: Buhar makinelerinde kon-
ana yay.
denserden, dizel motorlarının soğutucularından ge
main steam: Ana makinenin çalıştırılması için kullanı
çen soğutma (deniz) suyunu sağlayan tulumba; ana
lan buhar; ana buhar; ana stim.
doiaşım pompası; Gem. Mak. serküleytin pompası.
main steam system: Buhar makineleri ve buhar tür
main condenser: Buh. Mak., Buh. Türb. ana makine
binlerinde kazandan başlayıp ana makineye kadar
nin egzoz buharının yoğuşturulduğu kondenser Bkz.
uzanan stim stop valf, boru devresi, buhar seperatö-
condenser; ana yoğuşturucu; ana kondenser.
rü ve manevra valfından oluşan yüksek basınçlı bu
main control board: Bkz. main switchboard.
har devresi; ana buhar devresi.
main deck: Den. tüm gemi boyunca uzanan su geç
main storage tank: Ana depolama tankı; daha çok
mez güverte; ana güverte.
dabılbotum (çiftdip) tankları için kullanılır.
main dimensions: Pistonlu pompalar, buhar makine
main switchboard: Üzerinde voltmetre, ampermetre,
leri ve içten yanmalı makinelerin silindir çapı, piston
vatmetre, frekansmetre vb. i ölçü cihazları ve otoma
kursu (stroku) ve piston ortalama hızı; ana ölçüler.
tik şalter ile kaçak kontrol lâmbaları bulunan tablo;
main engine: Gem. Mak. tekne ya da gemilerde per
ana dağıtım tablosu.
vaneyi çevirmek için kullanılan türlü makinelerden
maintenance: 1) devam ettirme ya da sürdürme. 2)
herhangi biri; ana makine.
bakım, koruma, müdafaa vb. i.
main feed pump: Gem, Mak. hotvelden emdiği suyu
maintenance park: Türlü araç ya da makinelerin ba
bir ısıtıcıdan geçirdikten sonra veya havasızlandırma
kımlarının yapıldığı yer; bakım yeri; bakım parkı.
tankından aldığı besi suyunu yüksek basınçla kaza
maintenance period: Bakımlar arasındaki zaman ara
na basarı pompa; ana besi pompası Bkz. feed
lığı; 1500 veya 3000 saatlik süreler gibi; bakım süre
pump.
si; bakım periyotu.
main feed system: Gem. Mak. ana makinede genişle
maintenance pool: Bkz. maintenance park.
tildikten sonra kondensere verilen egzoz buharının
maintenance record: Mak. bakım kayıiı; yapılan ba
yoğuşturulması sonucu oluşan besi suyunun kaza
kım işlerinin kayıtı.
na girinceye kadar geçtiği devre; ana besi (fid) suyu
maintenance vehicle: içinde türlü aletler, ölçü cihaz
devresi.
ları, yedek parçalar vb. i bulunan bir taşıt aracı; sey
main frame: Ana bilgisayar.
yar bakım onarım aracı.
main gear: Bkz. gearwheel, buligear.
major: a) ölçü, miktar, sayı veya uzunlukta daha bü
main generator: Dizel motorları, buhar ve gaz türbin
yük, b) önem ve rütbece daha büyük.
leri vb. i tarafından çalıştırılan ve geminin her türlü
major diameter: 1) elipsin büyük çapı; majör çap; bü
elektrik enerjisi gereksinimini karşılayan elektrik üre
yük çap. 2) bir vida, dişli vb. inin diş üstü çapı.
teci; ana jeneratör.
majority: 1) daha büyük parça veya daha büyük sa
main injection period: Diz. Mot. enjektörün üst ölü
yı; bir toplamın yarısından fazlası; çoğunluk; ekseri
noktadan önce silindire püskürtmeye başladığı an bi
yet.
te püskürtmenin üst ölü noktadan sonra sona erdiği
major parts: Bir makineyi oluşturan silindir blok, pis
nokta arasındaki süreç; ana püskürtme süreci.
ton, piston kolu, krank mili vb. i esas hareketli ve ha
main injection scoop: Ana kondenser ve ana yağla
reketsiz parçalar; esas parçalar veya kısımlar.
ma yağı soğutucularına soğutma suyu sağlamak
major repair: Bir makinede, belirli bir süre, örneğin
amacıyla gemi teknesine açılan giriş; deniz suyu
3000 saatlik bir çalışmadan sonra yapılan büyük ona
ana girişi veya kepçesi.
rım veya revizyon.
main jet: Benz. Mot. karbüratörlerde esas hava-yakıt
make: 1) Elekt. kapamak (bir devreyi). 2) Elekt. kon
karışımının oluşmasını sağlayan, meme; ana meme;
tak yapma ile bir devrenin kapatılması.
ana nozul main journal: Ana yataklar içinde dönen şaft veya mmial ke and break: Bir elektrik devresini sıra ile açıp
ka
parçası; ana jurnal. patan bir cihaz.
makeup feed: Kapalı su-buhar devresinden oluşan
main lube oil system: Motorlu gemilerde ana maki kayıpları yerine koymak için kullanılan damıtık (disti
nenin palamar ve kol yataklarını, türlü sürtünme yü le) su; Gem. Mak. karnin suyu.
zeylerini, buhar türbinlerinde rotorşafî yatakları, de make-up feedwater: Bkz. makeup feed.
vir düşürücü donanım yatakları ile dişlileri yağlayan makeup water: Bkz makeup feed.
makeweight 343 manifes t

makeweight: Gerekli ağırlığı tamamlamak için bir tera


zinin kefesine eklenen herhangi bir ağırlık. ordu, savaş gemileri vb. inin büyük ölçekli ve sava
malachite: Bakır cevheri olarak kullanılan yeşil renkli şa benzer koşullardaki plânlı hareketleri; askerî ma
nevra. 4) ordular, savaş gemileri vb. lerinin plânlan
bir mineral; doğal bakır karbonat; malahit, Cu-
mış ve kontrol, taktik ya da stratejik hareketi.
CO3 .Cu(OH) 2 ; çok iyi cila kabul ettiği için süs eşya maneuverability: Manevra yapabilir olma durumu ve
sı yapımında kullanılır, ya niteliği.
malate: Malik asitin bir tuzu veya esteri; rnalat. maneuvering gear: Gemilerde ileri (tornayt) ve geri
male: Meka, bir oyuğa uyacak parçaya sahip olan ve (tornistan) hareketleri sağlamak amacıyla kullanılan
ya onu belirten; erkek; karşıtı dişi (parça). donanım; manevra donanımı; ileri-geri hareket dona
male-: Bkz. mal.-. nımı.
maleic: Beyaz, kristalli maleik asile (C 4 H 4 0 4 ) ait maneuvering valves: Den. manevra valfları; bir gemi
ve ya onu belirten; fümarik asitin bir izomeri; nin türlü ileri ve geri manevralarını yapmak için ve bi
maleik; boya vb. olarak kullanılır. ri ileri ve diğeri geri olmak üzere iki manevra valfı.
malfunction: Tekleme; tutukluk; fena çalışma; arıza. manganate: Manganat; manganik asitin bir tuzu; po
malic acid: Elma ve diğer bazı meyvalarda bulunan tasyum manganat gibi, K 2 Mn0 4 .
renksiz, kristalli bir asit, malik asit, C 4 H 6 O 5 . manganese: Demir gibi paslanan, fakat manyetik ol
malleability: Dövülebilir olma durumu veya niteliği; iş- mayan, çoğu zaman sert ve kırılgan, grimsi beyaz
lenebllme yeteneği; metalin özelliklerinden biri. renkli metalik kimyasal bir element; manganez veya
malleable: 1) kırılmaksızın veya orijinal şekline dön mangan: demir, alüminyum ve bakır alaşımları yapı
meden türlü şekiller verilmek üzere dövülebilen, çe- mında kullanılır; Simg. Mn; at.ağ. 54,93; at.no.25.
kiçlenebilen veya pres edilebilen (metaller için söyle manganese bronze: 1) bronz renginde bir boya. 2)
nir). yapısı % 58,5 Cu, % 39,2 Zn, % 1,0 Fe, % l,0 Sn ve
malleable iron: 1) özel bir işlemle bir tür pik demirin % 0,3 Mn'den oluşan korrozyona dayanıklı, perva
düşük sıcaklıklarda uzun süre ısıtılması ile yapılan ne, dişli, yatak, burç vb. i yapımlarında kullanılan bir
çok dayanıklı ve dövülebilir, işlenebilir bir dökme de meta! alaşımı; manganez bronzu.
mir. 2) dövme demir. manganese dioxide: Oksitleyici madde olarak kullanı
malleable casting: Tavlanarak sertleştirilmiş adî dö lan ağır, siyah toz; mangan (manganez) dioksit,
küm; dövülebilir döküm; düzgün metal kalınlığı ara MnO 2.
nan küçük döküm parçalarına uygulanır. manganese spar: Bkz. rhodonite.
malleable cast iron: Bkz. malleable iron. manganese steel: % 7-% 14 oranında manganez
maileaîe: Döverek (metallere) varak ya da levha şekli kap sayan, sert, dövülebilir ve haddeden çekilebilir
vermek. bir çelik; manganez çeliği.
mallet: Ağır, ağaçtan bir başı olan kısa saplı, keski manganic: 1) manganezli bileşiklere göre daha yük
için kullanılan bir tür çekiç. sek manganez kapsayan kimyasal bileşiklere ait ve
malonic acid: Oksitlenme yolu ile maiik asitten elde ya onları belirten; manganik. 2) sadece tuz ya da
edilen renksiz, kristalli, dibazik bir asit; malonik asit, manganatlarda olan manganik asite (H 2 Mn0 4 ) ait
CH 2 (CO 2 H) 2 . ya da onu belirten.
maltase: Flayvan, bitki, bakteri vb. lerinde görülen ve manganin: Bir miktar manganez ve nikel (% 87 nikel,
maltozu dekstroza çeviren bir enzim; maltaz. % 13 manganez) kapsayan bir alaşım; yüksek elek
maltz extract: Suya sokulan malttan elde edilen ya triksel dirençli oluşu nedeniyle elektrik ısıtıcı eleman
pışkan, şekerli madde; malt özü; malt hulâsası; teda ları, reosta vb. i yapımında kullanılır.
vi edici besin olarak kullanılır. manganite: 1) metalik pırıltılı, çelik grisi veya siyah
maltha: 1) yapısı bakımından ham petrol ve asfalt ara renkli, kristalli bir mineral; sulu manganez trioksit,
sında siyah, yarıkatı, türlü bitürnlerden herhangi biri. Mn 2 0 3 .H 2 0 ; manganit. 2) manganus asit, beş de
2) değişik yapıda türlü çimentolardan herhangi biri. ğerli manganez hidroksitin türevleri olarak düşünü
maltose: Maltın nişasta üzerindeki diyastazı ile elde len tuzlar serisinin herhangi biri.
;
edilen beyaz, kristalli bir şeker; maltoz, C 12H 22O 11 manganous: Manganik Bkz. manganic bileşiklerin
malt şekeri. den daha düşük değerli manganez kapsayan kimya
malt sugar: Bkz. maltose. sal bileşiklere ait veya onları belirten; manganus.
man.: Bkz. manual. mangle: 1) kumaşları pres etmek ve ütülemek için
Man, isle of: İngiltere ile İrlanda arasında, bir çok de kullanılan bir makine; rulolu ütü makinesi. 2) bu ma
nizcilik kuruluşunun gemilerini tescil ettirdikleri kü kine ile pres etmek ve ütülemek.
çük bir ada; loM kısaltması ile belirtilir. manhandle: 1) mekanik yardım olmaksızın sadece in
manage: 1a) elleçlemek (silâh, cihaz, alet vb.). 3) yö san kuvveti ile hareket ettirmek veya yapmak. 2) ka
netmek; idare etmek. ba olarak, elleçlemek.
management: Yönetim; idare. manhole: Onarım yapmak, denetlemek vb. i amaçlar
mandrel (mandrill): 1) bir şey işlenirken veya torna la bir buhar kazanı, kanalizasyon, boru, devre vb.
tezgâhında döndürülürken, onu tutmak için sıkı ola ine bir insanın girmesini sağlayan büyük, genel ola
rak geçirilen, çoğu zaman koni şeklinde metal spın- rak elips şeklinde bir giriş ya da açıklık; Gem. Mak.
dıl veya çubuk; torna puntası. 2) dövme veya tel sar menhol.
ma işleminde olduğu gibi bir metal, cam vb. i dökü manhole door: Elips şeklinde, içten dışa doğru kapa
lürken veya şekil verilirken göbek olarak kullanılan nan ve bir kastanyola ve somunu ile kazan zarfına
metal bir çubuk veya rod. bağlanan kapak; rnenhol kapağı Bkz. manhole.
maneuver: 1) Den. ticaret gemilerinin dok, rıhtım, şa- man-hour: Bir adam tarafından bir saatte yapılan işe
mandra vb. lerine bağlamak veya demirlemek, de eşit olan iş birimi;
mir almak vb. i için yaptıkları türlü ileri geri hareketle manifest: 1) açıkça göstermek. 2a) bir geminin mani
rin tümü; manevra. 2) manevra ya da manevralar ic festosuna girmek, b) manifestosunu (yük için) gös
ra etmek; manoeuvre şeklinde de kullanılır. 3) Çoğ. termek. 3a) boşaltına yeri, varacağı yer vb. ini güm-
mani f ol d 344 ma r bl e

rük yetkililerine göstermek için yapılan, gemi yükü


3,36285 sayısında 3 karakteristik ve 36285 ise man-
nün ayrıntılı listesi; manifesto, b) hızlı gemiler ile taşı
tis'tir.
nan bozulabilir yük.
manifold: 1) türlü birimler veya parçalardan oluşan, mantle: 1) toryum ve seryum bileşikleri gibi
kapsayan veya işleyen: Belirli cihazlar için söylenir. maddeler den örülerek yapılmış, çoğunlukla silindir
2) en az bir girişi, iki veya daha fazla çıkışı olan ve şeklinde, küçük bir başlık ya da kep; bir alev üzerine
motorların hava giriş ve egzoz sistemlerinde kullanı konuldu ğu zaman akkor haline gelir ve ışık çıkarır;
lan bir boru veya tüp, örneğin hava manifoldu, eg lüks lâm bası gömleği. 2) bir duvarın dış
zoz manifoldu. 3) teksir etme; kopya çıkarma. 4) kaplaması. 3) bir yüksek fırının (kalbi üzerindeki)
kopya yapmak; çoğaltmak. 5) birden fazla kopya dış duvar mahfaza sı, keysi ya da zarfı. 4) bal
yapmak. mumundan döküm mode lini örten kil 5) kaplamak;
manifolder: Kopya ya da teksir yapan şey ya da kişi; örtmek,
belgelerin vb. i kopyalarını çıkarmak için kullanılan MAN type scavenging: Bkz, loop scavenging.
makine; teksir makinesi. manual: 1) el ya da ellere ait; el ile imal edilen, yapı
manifold pressure: Motorların manifoldlarında aşırı lan, işlenen veya kullanılan; elle çalışan 2) katalog
doldurman veya aşırı doldurmasız oluşlarına ve yük veya e! kitabı doğasında olan veya ona ait. 3) klavuz
lerine göre değişen basınç; manifold basıncı. ya da başvuru vb. kitabı; elkitabı; hendbuk.
manifold valves: Den. bir tankerin boru devresinde, manual control: Otomatik olmayan, el ile yapılan
gemi-kıyı bağlantı flençlerinin hemen yakınındaki kontrol; el ile kontrol veya denetim.
valflar veya vanalar. manual controller: Temel fonksiyonlarının veya işlev
manipulate: 1) el ya da ellerle çalıştırmak veya işlet lerinin tümü el ile yapılan kumanda cihazı.
mek; özellikle maharetle elleçlemek veya kullan manual controls: El ile denetim veya kontrolü sağla
mak. 2) ustalıkla idare veya kontrol etmek. yan aletler; el kumanda aletleri; el ile kumanda terti
manipulation: El ile işleme ya da elleçleme; özellikle batı.
manually: 1) el ya da ellerle; elle yapılan.
hünerli idare veya işletme.
man-made fuels: Bkz. nuclear fuels; insan yapımı manual starter: Elekt, doğru akım makinelerine yo!
yakıtlar. vermek için kullanılan bir kol ile 60°'lik bir yay üzeri
mannite: Bkz. mannitol. ne donatılmış kontaklardan oluşan ve elle çalıştırılan
mannitic: Manitol'dan elde edilen veya ona ait; Bkz. cihaz; starter; elle çalıştırılan yol verici.
mannitol. manual trip: Gem. Mak. özellikle elektrik jeneratörü
çeviren her türbine donatılan, türbinin yataklarındaki
mannitol: Türlü bitki ya da hayvanlarda görülen renk
yağ basıncı düştüğü zaman, işletmecinin makineyi
siz, kristalli bir alkol; manitol, C6 H8 (OH) 6 .
çabuk olarak devreden çıkarabildiği bir emniyet ya
mannosa: Manitol'ün oksitlenmesiyle oluşturulan bir
da güvenlik cihazı; elle çalıştırılan trip; el tribi.
şeker; manoz, C 6 H 1 2 0 6 .
manocryometer: Basınç ile donma noktasının değişi manuf. (manuf ac): Bkz. 1) manufacture. 2) manu
mini saptamak için kullanılan bir cihaz; manokriyo- facturer.
metre. manufactory; Bkz. factory.
manoeuvre: Bkz. manufacture: 1) sık olarak büyük ölçüde makineler
maneuver. tarafından veya el ile mal veya maddeler imal etme.
manometer: 1) gaz ya da buhar basınçlarını ölçmek 2) bu şekilde herhangi bir şey; imal edilmiş ürün. 3)
için kullanılan, çoğu zaman U şeklinde olan bir ci bir işin parçası olarak büyük ölçüde makineler tara
haz; manometre; basınçölçer. 2) basınçlı hava yardı fından el ile mal veya maddeler yapmak. 4) kullanılır
mıyla kan basıncını ölçmek için kullanılan bir cihaz; şekilde (yün, çelik, vb. ini) işlemek. 5) mekanik ola
tansiyon cihazı. rak üretmek. 6) imal etmek.
manometer, differential: Basınçtaki farkları ölçmek manufacturer: İmalât yapan kişi; özellikle fabrika sa
için kullanılan bîr manometre; diferansiyel manomet hibi; fabrikatör; yapımcı; imalâtçı.
re. manufacturing: Yapım; imalât.
manometer, hot-wire: Elektriksel olarak ısıtılmış bir map: 1) dünya yüzeyi üzerindeki ülkeler, deniz ve
teldeki ısı kaybı ile basınç ölçmek için kullanılan ma akarsular, dağlar, şehirler vb. ini gösteren renkli bir
nometre; kızgın telli manometre. çizim şekli; harita. 2) yıldız, gezegen vb. lerlnin rölâ-
tif durumlarını ve göğün bir parçasını gösteren ben
manometer, multible tube: Bkz. multible tube ma
zer şekil; gök haritası. 3) haritaya benzer herhangi
nometer.
bir şey. 4) harita veya haritalarını yapmak: bir harita
manometer, single tube: Bkz. single tube manome
veya grafik üzerinde belirtmek. 5) ayrıntılı plân yap
ter.
mak veya düzenlemek. 6) harita yapmak amacı ile
manometer, U tube: Bkz. U tube manometer.
araştırmak veya keşfetmek. 7) Bilgisay. eşlem.
manometric: Manometreye ait; manometrik.
map light: Seyyar lâmba; harita lâmbası.
manometric atmosphere: Metrik sistemde kullanılan
2 mar.: Bkz. 1) marine. 2) maritime.
ve 1 cm 'ye uygulanan 1 kg'lık kuvvetin oluşturdu
2 mapped buffer: Bilgisav. eşlenmiş arabellek
ğu basınç; 1 at; 1 kgf/cm ; manometrik atmosfer;
mapping: Eşleme.
teknik atmosfer.
manometric flame: Ses dalgaları tarafından basınçta marble: 1) çok iyi cila kabul eden, bina ve heykeller
ki değişim nedeniyle titreşen küçük bir gaz alevi; ma de kullanılan, beyaz ya da türlü renklerde ve bazan
nometrik alev. damarlı olan serî, kristalli, metamorfik bir kireçtaşı;
manometric head: Manometrik yükseklik; durağan mermer; kalsiyum karbonat, CaC0 3 . 2) sertliği, düz
(statik) yük; manometrik yük. gün yüzeyi, soğukluğu, renkleri vb. i yönünden mer
manpower: 1) insanın fiziksel dayanıklığının sağladığı mere benzeyen veya benzediği düşünülen herhangi
güç; insan kuvveti veya gücü. 2) bir insanın normal bir şey. 3) oyunlarda kullanılan taş, cam veya kilden
olarak yapabileceği veya beygirgücünün onda biri yapılmış küçük küre; bilya. 4) mermerden yapılan
ne (1 /1 0 hp) eşi! olan güç; insan gücü. veya mermer kapsayan. 5) bir bakıma mermere ben
mantissa: Bir logaritmanın ondalık kısmı; mantis; lo zeyen; sert, soğuk, beyaz vb.
garitmanın karakteristiğine eklenen ondalık sayı;
marbl y 345 mas s

marbly: Mermere benzeyen; soğuk sert vb. Mariotte's bottle: Farklı seviyelerdeki dışarıya akışın
marcasite: 1)18. yüzyılda süs olarak kullanılan kris hız ve basincindaki farkları göstermek ya da kanıtla
talli demir pirit. 2) bunun bir parçası. 3) demir pirite mak için kullanılan bir cihaz; Maryot şişesi.
benzeyen bir mineral; demir disülfür, FeS2. Mariotte's law: Maryot kanunu: "ideal bir gazın sıcak
margaric: Likenlerden elde edilen veya sentetik ola lığı sabit tutularak durumu değiştirilirse, basıncı hac
rak yapılan beyaz, kristalli bir yağ asitini mi ile ters orantılı olarak değişir"; V1 /V 2 = P 2/P1 ve
(C 16 H 33 C0 2 H ) belirtir; margarik asite ait; ya P1V1 = P2V2 = C ifadesi ile belirtilir.
margarik. margarin; 1) margarik asitin gliseriti. 2) maritime: 1) denizde, deniz kıyısında veya denize ya
stearin veya karışımından oluşan, belirli hayvansal ve
palmitin'in kın yaşayan. 2) denizin navigasyon (seyir), gemici
bitkisel yağlarda bulunan yağlı bir bileşik. 3) marga likte ilişkisine ait. 3) denizlerin özellik veya niteliği;
rin. denizciliğe ait.
margarine: Tereyağına benzeyen, yenilebilir sebzele Mark: Almanların 2. Dünya Savaşı'nda kullandıkları
rin veya etin ya da her ikisinin harman edilmesinden tank veya diğer silahlar, makine vb. inin modeli için
elde edilen katı bir yağ; margarin. isim; Mark VI, 88 mm'lik top taşıyan kaplan tankı gi
margin: Bilgisay, kenar boşluğu. bi.
marina: Küçük sportif tekneler için dok, servis ve teç mark: 1) işaret, simge veya sembol ya da gösterge;
hizat sağlayan küçük bir liman veya barınak; mari özellikle basılı ya da yazılı işaretler; noktalama işaret
na; yat limanı. leri, b) ambalajların üzerine, sahibini, yapımcısın;
marine: 1) deniz ya da okyanusa ait; deniz tarafından vb. i göstermek için konulan mühür, etiket, marka
meydana getirilen, denizde bulunan, denizde yaşa vb. i; ticarî marka. 2) Den. a) belirli aralıklarla derinli
yan. 2a) denizde seyire veya navigasyona ait; deni ği kulaç türünden ölçmek için kullanılan ve üzerinde
zel, b) bahriye; bahriye olaylarına ait. c) deniz ticare işaretler bulunan iskandil savlosu. b) sigorta işareti
tine ait. 3) denizde kullanılan ve kullanılmakta olan: Bkz. Plimsoll mark.
Gemi makinesi gibi. 4) denizde görev yapmak üzere marked: 1) marka veya işaretlere sahip olan; işaret
eğitilmiş. 5) böyle ordulara ait. 6) savaş ve ticaret ge lenmiş. 2) aşikâr; açık, vazıh.
milerinin tümü; bir devletin açık deniz gemileri; filo: marker: Belirteç.
Deniz ticaret filosu gibi. 7) bazı ülkelerde deniz işle marking buoy: işaret şamandrası.
rinden sorumlu devlet dairesi. 8) gemi ya da deniz marks: Den. gemilerin baş ve kıç taraflarında bulu
manzarası resmi. nan, başta ve kıçta çektiği suyu gösteren kana ra
marine diesei engines: Çoğu zaman gemilerin per kamları.
vanelerini çalıştırmak üzere yapılan dizel makinesi; Marpol: Bkz. Marine Pollution.
gemi dizel motorları. marsh: Alçak, yumuşak, nemli toprak; bataklık; batak
marine diesel oil : Ham petrolün damıtılmasından el lık bölge; batak.
de edilen, yanma özelliği setan sayısı ile belirtilen, marsh gas: Bataklıklardaki gibi bitkisel maddelerin ay
başlıca dallanmış parafinlerden oluşan, uçuculuğu rışması sonucu oluşan renksiz, kokusuz ve yanıcı
gas oil'e benzeyen ve özgül ağırlığı 1'den küçük bir gaz; bataklık gazı; metan, CH 4 .
olan bir yakıt; marine diesei oil; gemiler, kamyonlar, martensite: Metal, demir ve karbonun ya da demir
diğer ağır kara taşıt araçlarında yakıt olarak kullanı karbürün (Fe3C) çok sert, kırılgan, katı çözeltisi; çe
lır. lik ısıtıldıktan sonra soğuk su ile anî soğutularak üre
marine engineer: 1) gemi makineleri işletme mühen tilir; martensit.
disi. 2) gemi makineleri mühendisi veya yüksek mü martial: Demir gibi; demire ait.
hendisi; vardiya mühendisi. maser: Bir atomik veya molekülsel sisteme kazandırı
marine engines: Deniz araçlarında kullanılan küçük lan doğal titreşimler ile yüksek dayanıklıkta elektro
ya da büyük güçlü dizel motoru, gaz türbini, buhar manyetik dalgalar üreten cihaz; microwave multipli
türbini, pistonlu buhar makinesi gibi makinelerin tü cation by stimulated emission of radiation sözcük
mü; gemi makineleri. lerinin ilk harflerinden oluşmaktadır.
marine gas turbines: Gemilerde ana ve yardımcı ma mask: Yüz ve başı korumak için kullanılan tel perde,
kine olarak kullanılan açık, yarı açık veya kapalı çev metal kalkan veya koruyucu gaz maskesi; maske.
rimle çalışan gaz türbinlerinin tümü, gemi gaz türbin masking tape: Boya veya benzer şeylerin uygulanışı
leri. sırasında boyanmaması gereken kısımları kaplamak
marine pollution: Uluslararası denizcilik örgütünün (I- ve korumak için kullanılan yapışıcı bant veya teyp.
MO) denizlerin kirlenmesi ve kirliliğin önlenmesine masonite: Odun liflerinin pres edilmesiyle oluşturulan
ilişkin kuralları kapsayan 1973/1978 sözleşmesi; de ve bina malzemesi, izolasyon (yalıtım) vb. i olarak
nizlerin kirlenmesi veya Marpol. kullanılan tahta; masonit (Ticarî bir marka).
mariner's compass: Denizci pusulası; dümenci pusu Mason psychrometer: Bir tür yaş ve kuru hazneli ne-
lası. mölçer; Mason higrometresi veya psikrometresi.
marine steam engines: Gemilerde ana ve yardımcı mason's tools: Taş kesimi ve işlenmesinde kullanı
makine olarak kullanılan iki, üç ve dört genişlerneii lan türlü çeliklerden yapılmış aletler; taşçı aletleri.
buhar makineleri ile stimli pompalar; gemi stim maki mass: 1) belirsiz şekil ve ölçüdeki çoğu zaman nispe
neleri. ten büyük ölçüde bir gövde oluşturan maddenin mik
marine steam turbines: Gemilerde ana ve yardımcı tarı; küme; külçe; yığın. 2) büyük bir miktar ve sayi.
makine olarak kullanılan, aksiyon ve reaksiyon tür 3) kütle; ölçü; büyüklük. 4) ana veya daha büyük
binleri ile kombine türbinlerden oluşan buhar maki parça; çoğunluk; ekseriyet. 5) Maden, düzensiz şe
neleri; gemi buhar türbinleri. kilde mineral katmanı. 6) Fiz. bir gövdedeki madde
mass defect 346 matrass
master mechanic: Formen olarak görev yapan yete
nin miktari; kütle; verilen bir maddenin ağırlığı yerçe- nekli bir usta; makine ustabaşısı.
kim ivmesine bölünerek bulunur. 7) büyük sayıdaki master rod: Diz. Mot. V makinelerde, sıra makineler
şeylere ait; büyük ölçüde. 8) kütlelere ait. de kullanılan piston koluna benzeyen ve kendisine
mass defect: Herhangi bir atomun izotoplk ağırlığı ve link (bağlantı) rod geçen kol; master rod; master pis
kütle numarası arasındaki fark; küfle eksikliği. ton kolu.
mass dilatometer: İşaretli seviyeye kadar ölçülecek master switch: Elekt. çoğunlukla elektromanyetik ola
sıvı ile bir dilatometreyi doldurmaya müsaade eden rak çalıştırılan kontaktörler olan; diğer şalterleri regü-
bir cihaz; kütle dilatometresi Bkz. dilatometer. le etmek ya da ayarlamak üzere görev yapan şalter
2
mass-energy equation : E = mc formülü ile belirti ler; ana şalter; master şalter.
len kütle enerji eşitliği (E = kütle c = ışığın masurium: 1925 yılında keşfedilen ve kolümbit, gado-
boşlukta ki hızı). linit vb. inde az miktarda bulunan 43 nolu kimyasal
mass forces: Kütle kuvvetleri. elemente verilen isim; masuriyum; Simg. Ma; tech
mass formula: Bir nüklidin atomsal kütlesi için, atom netium.
numarası ve kütle numarasının fonksiyonu olan for mat: 1) mat yüzey. 2) Matb. hurufat takımı veya
mül; kütle formülü. mat ris. 3) mat yüzey oluşturmak (metal, cam vb.
massicot: Kurşunun havada erime noktasına kadar inde).
ısıtılmasiyla üretilen sarı kurşun oksit, PbG; pigment match: 1) top ya da patlayıcıları ateşlemek için kulla
(boya maddesi) olarak ve kırmızı sülyen Bkz. red le nılan ve belirli miktarda yanmak üzere hazırlanan fi
ad yapımında kullanılır. til veya kaytan. 2) ucu özel olarak hazırlanmış bir
massive: 1) büyük bir kütlenin oluşması veya büyük yü zeye sürtüldüğü zaman tutuşan ince uzun bir
kütle meydana getiren; büyük (iri) ve ağır; büyük ve parça tahta, karton, mumlu kaytan vb.; kibrit. 3)
katı; çok yer kaplayan; masif. 2) içi oyuk veya levha kükürte batırılmış, bir kıvılcım ile yakılan, mum,
şeklinde olmayan; som; gümüş ve altından yapılmış lâmba vb. le rini yakmak için kullanılan ince uzun
şeyler için söylenir. 3) önemli büyüklüğe ait. bir kâğıt parça sı vb. i. 4) Bilgisay. eşleştirme.
mass number: Nük. Fiz. bir nüklitte, herbirinin birim matched set: Birlikte kullanılan takım, vantilatör kayı
kütleye sahip olduğu kabul edilen nötron ve proton şı vb. i takımı.
larının sayısı; kütle numarası. matched turbocharger: Diz. Mot, Çoğu zaman, yük
mass of electron: Bir elektronun kütlesi. sek güçlü, ağır devirli makinelerde türboşarjerin hay
mass production: Özellikle makineler ile büyük mik kırması, bağırması veya öksürmesi.
tarda mal üretimi veya yapımı. matchmark: Monte etmeye yardımcı olarak makine
mass spectrograph: Bkz. mass spectrometer. parçalarına konulan bir işaret; tam yapımlı krank mil
mass spectrometer: Elektriksel ve manyetik alanlar leri, kam milini çeviren ara dişlileri vb. i üzerindeki
kullanılarak bir tayfla pozitif iyonların akımını ayıran işaretler gibi.
bir cihaz; kütle spektrometresi. mate: 1) Den. a) ticaret gemilerinde kaptan rütbesi
mass storage: Bilgisay. yığınsal bellek. nin altındaki bir zabit, b) kaptana yardımcı olan gü
mass unit: Bîr atomdaki protonun kütlesi; verte zabitlerinden herhangi biri. c) birinci zabit ve
ya ikinci kaptan; güverte zabitleri (3. ve 4. kaptan
1,66x10 - lar). 2) ABD bahriyesinde türlü astsubaylardan her
24 g. hangi biri.
mast: 1) bir teknenin omurgası veya güvertesinden di material: 1) maddeye ait; malzemeye ait; hacim işgai
key olarak yükselen, bazan bir kaç parçadan yapı eden şeye ilişkin; fiziksel; maddî. 2) elemanlar, par
ları ve yelkenleri, serenleri vb. taşımak üzere kullanı çalar veya bileşenler. 3) Çoğ. bir şey yapmak için
lan uzun gönder; direk; gemi direği. 2) bunun belirli gerekil aletler, araçlar vb. i; Yazı araçları gibi.
bir bölümü. 3) kreyn ya da bumba dikmesi. material-testing reactor: Çok yüksek radyoaktivite al
master: 1) ticaret gemisi kaptanı. 2) mumlu kâğıt; ya tında malzemenin davranışını incelemek için kullanı
zılı mumlu kâğıt. 3) özellikle diğerlerini kontrol eden lan bir reaktör; malzeme deneme reaktörü.
bir mekanizma veya cihazı belirtir: Master sviç gibi. math: Bkz.
4) V makinelerde kullanılan piston kolu; Master rod mathematics.
gibi. 5) Bilgisay. ana. mathematic: Bkz. mathematical; mathematics.
master-at-arms: 1) bir savaş gemisinde disiplini de mathematical: 1) matematiğe ait; matematik tabiatın
vam ettirmek, polis görevi yapmakla yükümlü assu- da olan. 2) kesin olarak tam, tamam, doğru vb.;
bay. 2) ticaret gemilerinde güvenlikten sorumlu gü math kısaltması ile belirtilir.
verte zabiti. mathematical check: Bilg. Say. matematiksel özellik
master clutch: Motorlu taşıtlarda makine ile tahrik do lerinden yararlanarak bir işlemin denetimi; matema
nanımını birbirlerine bağlayan kavrama; ana debri tiksel denetim.
yaj. mathematically: 1) matematiğe göre. 2) matematik
master cylinder: Mot. taşıt araçlarında hidrolik frenin sel tarzda; matematik yönünden.
merkez pompası silindiri; merkez hidrolik silindiri; mathematician: Matematik dalında uzman; matema
ana hidrolik silindiri. tikçi.
master cylinder piston: Ana hidrolik silindiri pistonu; mathematics: Miktarlar, büyüklükler, şekiller ve bun
Bkz. master cylinder. ların birbirleriyle ilişkisini sayı ve semboller kullana
master key: Aynı türden, birden çok kiliti açmak için rak inceleyen, (aritmetik, geometri, cebir, kalkülüs
kullanılan anahtar; ana anahtar; maymuncuk. vb. ini kapsayan) bilimler grubu; matematik; mate
master link: Bazı traktör; dozer vb. i yol yapım araçla matik bilimi..
rında kullanılan paletlerin baklalarından biri; palet matrass: 1) Esk. damıtmak için kullanılan uzun bo-
ana baklası; ana bakla.
matrices 347 mean

yuntu, yuvarlak gövdeli cam bir kap; imbik. 2) üfle maximum continuous rating: Bkz. maximum conti-
me borusu analizinde kullanılan ince uzun, sert cam nous power.
tüp. maximum efficiency: Maksimum verim; en yüksek
matrices: Matrix'in çoğulu. verim veya randıman.
matrix: 1) özellikle: a) mücevher, mineral, fosil vb. maximum gap: Maksimum aralık ya da açıklık.
inin içinde bulunduğu kaya; bunun kaya içinde maximum horsepower: Mot. bir makinenin verebile
bı raktığı iz. b) dökme veya şekil verme için lokma ceği en yüksek güç; maksimum beygirgücü; makine
ve ya kalıp, o) Matb. çoğu zaman bakırdan nin maksimum yükü; gemi makineleri bu yükü en
yapılmış metal bir levha; hurufat kalıbı olarak fazla yarım saat taşıyabilecek şekilde hesaplanırlar;
ris peak horsepower adı da verilir; zirve gücü.
. maximum load: 1) maksimum yük: Makine yatakları
matte: Bakır, nikel, kurşun vb. i kükürt cevherinin eri için söylenir. 2) bir makinenin taşıyabileceği maksi
tilmesi ile üretilen saf olmayan kükürt karışımları, mum yük; Bkz. maximum power.
matter: 1) bir şeyin yapıldığı madde veya malzeme. maximum power: Diz. Mot, maksimum güç; silindir
2) tüm şeylerin yapıldığı madde; Modern fizikte mad ler içinde üretilen kW veya Hp türünden en yüksek
de ve enerji eşdeğer kabul edilir ve Einstein formülü güç; zirve gücü; maksimum güç.
ne göre (E = mc2) karşılıklı olarak birbirlerine dönü maximum pressure: Mot. yanma sırasında silindirler
şebilir. 3) belirli bir madde: Boyama maddesi de oluşan en yüksek basınç; maksimum basınç; ter
gibi. minal yanma basıncı; dizel motorlarında 40-140 bar,
4) çoğu zaman belirsiz miktar veya büyüklük. 5a) benzin motorlarında yaklaşık 50 bar değerierindedir;
önemli bir olay. b) önem; ehemmiyet. 6) sorun; pmax kısaltması ile belirtilir.
zor luk. 7) posta ile gönderilen doküman, mektup maximum pressure indicator: p-V diyagramı alına
vb. i posta. 8a) dizilecek metin, müsvedde veya mayan orta ve yüksek devirli dizel motorlarının mak
kopya, simum basıncını ölçmek için kullanılan araç;
b) baskı için bağlanmış hurufat. maksi mum basınç endlkatörü veya basınç ölçeri.
mattock: Kazma (alet) maximum rating: Bkz. maximum horsepower.
maximum speed: Maksimum ya da en yüksek hız.
mattrass: Bkz. matrass.
maximum speed governor: Diz. Mot. ilk hareketten
maul: Çoğu zaman ağaçtan yapılan çok ağır bir
sonra makine maksimum hızına eriştiğinde çalışan
çe kiç; tokmak; kazık, kazma vb. lerinl sokmak için
ve sadece makinenin maksimum hızını sınırlayan re
kul lanılır.
gülatör; maksimum hız regülatörü veya gavörnörü.
mauve: 1) anilinin oksitlenmesiyle üretilen kömür
maximum temperature: Mot. yanma sırasında
kat manı boya maddesinden elde edilen menekşe
silindir
rengi (mor) boya veya pigment. 2) açık menekşe lerde oluşan en yüksek sıcaklık; maksimum sıcaklık;
renginin türlü tonlarından herhangi biri. 3) böyle bir maksimum yanma sıcaklığı; terminal yanma sıcaklı
renk. max.: Bkz. maximum. ğı; dizel motorlarında 1400°-2500°C ve benzin motor
maxima: Çoğ. maximum. 0
larında 2200 -2500°C değerlerini alır,
maximal: En büyük ya da azami ihtimal. maximum thermometer: Cıvası, günün en yüksek sı
Maxim gun: Maksim makineli tüfeği; tek namlulu, su caklığında yükselen ve o noktada sabit kalan termo
ile soğutulan makineli tüfek. metre; maksimum termometre.
maximite: Pikrik asit ile yapılan kuvvetli bir patlayıcı maximum voltage: Alternatif elektromotor kuvvetin
madde; Esk. zırh delici madde yapımında kullanılır her bir değişimde eriştiği en yüksek voltaj; maksi
dı. mum gerilim.
maximize: Yükseltmek; çoğaltmak; maksimuma çıkar maximum volume: Mot, piston alt ölü noktada iken
mak; mümkün olan en büyük dereceye yükseltmek; silindirdeki hacim; strok hacmi ile klerens hacminin
mümkün olduğu kadar büyütmek, yoğunlaştırmak toplamı; maksimum hacim; sıkıştırma oranının he
vb. saplanmasında kullanılır.
maximum: 1) mümkün olan ya da müsaade edilen Maxwell: Manyetik akının (flüksün) C.G.S. ve ulusla
en büyük miktar, sayı veya derece. 2) varılan veya rarası birimi; Şiddeti bir gausluk bir manyetik alana
2
kayıt edilen (sıcaklık gibi) en yüksek derece veya dik olan bir cm yüzeyden geçen akıya eşittir; maks-
nokta; değişimin üst sınırı. 3a) Astr, a) değişken bir vel; marıyelik kuvvetin bir çizgisi.
yıldızın en parlak olduğu an. b) yıldızın bu andaki Maxwell bridge: Self endüktansı saptamak için
parlaklığı ya da kadiri. 4) mümkün olan, müsaade kulla nılan alternatif akım cihazı; Makswel köprüsü.
edilen veya erişilen en büyük veya en yüksek. 5) Mayday: Uluslararası radyotelefonda imdat işareti;
maksimum; azamî; en çok, 6) maksimum veya mak tehlikedeki uçaklar ve gemiler tarafından kullanılır.
simumlara ait. Mazda: Belirli standartlara uyan bir elektrik ampulü
maximum allowable stress: Müsaade edilir en yük nün ticarî adı.
sek stres veya gerilme. mc: Bkz. megacycles per second.
maximum and minimum thermometer: 24 saatlik bir MCR: Bkz. continuous rating.
süre içinde görülen en alçak ve en yüksek sıcaklıkla Mc Leod gauge: Boyle kanunu esas alınarak düşük
rı kayıt eden sıcaklık ölçer; maksimum ve minimum basınçları ölçmek için kullanılan bir cihaz.
termometre. Me: Bkz. methyl.
maximum continuous load: Sürekli maksimum yük. M.E.: Bkz. 1) mechanical engineer. 2) Military engi
maximum continuous power: Bir dizel motorunun neer. 3) mining engineer.
soğutma suyu, yağlama yağı ve egzoz sıcaklıkların mean: 1) iki ucun ortası; yer, zaman, nitelik,
da bir değişme olmaksızın sürekli olarak nicelik, tür, değer, derece vb. inin orta durumunda.
üretebilece ği güç; sürekli maksimum güç; CHP 2) orta-
kısaltması ile ve kW ya da Hp türünden belirtilir.
mea n b rak e p ress u r e 348 mechanical d ra w in g

lama; orta; vasati. 3) orta durum, kalite, strok vb. i.


nülen belirli bir büyüklük. 7) belirli oran, nicelik ya
4) Mate, a) iki veya daha fazla sayıdaki nicelikler
da derece. 8) Mate. artık bırakmayan bölen. 9)
arasında ortalama değerdeki bir büyüklük, b) dört te
Matb. bir sayfa ya da sütunun genişliği. 10) kıyasla
rimli bir orantının iki ya da üçüncü terimi, c) verilen
ma ile tahmin etmek. 11) ölçüsünü almak. 12) bir
iki sayının çarpımının kare kökü: Geometrik ortala
standart ile ayarlamak ya da oranlamak. 13) ölçüm
ma olarak isimlendirilir.
lerle uzunluğu, boyutları vb. ini bulmak veya tahmin
mean brake pressure: Bkz. mean effective pressu etmek. 14) ölçüldüğünde belirli boyut, nicelik vb. ol
re. mak. 15) ölçmeye müsaade etmek.
mean draft: Den. bir geminin başta ve kıçta çektiği
measured: 1) bir standart tarafından saptanmış; ölçül
suların toplamanın ortalaması; ortalama draft.
müş. 2) muntazam ya da düzgün. 2) hesaplanmış.
mean effective pressure: Mot. genişleme stroku bo
measureless: Ölçülmek için çok büyük olmak; hudut
yunca sabit kalan ve fren beygirgücü veya effektif
suz ya da vasî, sınırsız; çok geniş.
güce eşdeğer güç veren basınç; effektif ortalama ba
measurement: 1) ölçme, 2a) ölçme ile saptanan
sınç; fren ortalama basıncı; mep; fren gücünün he
uzunluk, nicelik veya ölçü. b) Çoğ, boyut; dimensi-
saplanmasında kullanılır.
yon. 3) ölçme veya ölçüm sistemi veya usulü.
mean error: Ortalama hata.
measurer: 1) ölçen (resmî durumdaki) kişi. 2) ölçme
mean free path: 1) diğeri ile çarpışmadan önce bir
için kullanılan gösterge (geyiç), kap veya diğer bir
gaz molekülü tarafından alınan ortalama mesafe. 2)
cihaz; ölçüm cihazı; ölçüm kabı.
bir odadaki iki ardıl kırılma arasında bir ses dalgası
measuring: Ölçme; ölçüm
tarafından alınan ortalama mesafe.
measuring apparatus: Ölçüm cihazı; ölçü aleti.
mean free time: Bir atomun iki çatışması arasındaki
measuring bridge: Elekt. ölçme köprüsü.
ortalama zaman.
measuring cup: Taksimatlı veya bölüntülü kap; ölçü
mean indicated pressure: Mot. genişleme kursu (s-
lü kap.
troku) boyunca sabit kalan ve endike güce eşdeğer
measuring device: Ölçme işleminde kullanılan volt
güç veren basınç; endike ortalama basınç; mip kı
metre, ampermetre, megermetre gibi herhangi bir ci
saltması ile belirtilir; endike gücün hesaplanmasında
haz; ölçü cihazı, ölçüm cihazı.
kullanılır.
measuring instrument: Mehengir, komprator, briç
mean ordinate method: Geometrik olmayan düzlem
geyiç vb. i gibi bir ölçme aleti; ölçü cihazı.
şekillerin, örneğin endikatör diyagramları alanlarının
measuring tape rule: Metre ya da fit türünden bölün
yaklaşık olarak hesaplanması metodu; ortalama ordi
tülü şerit metre.
nat yöntemi; p-V diyagramlarından ortalama endike
mech.: Bkz. 1) mechanical. 2) mechanics. 3) mec
basıncın hesaplanmasında kullanılır.
hanism.
mean piston speed: Piston ortalama hızı; motorlar
mechanic: 1) makine ya da alete ait. 2) aletleri kullan
ve buhar makinelerinin güç hesaplarında kullanılan
ma hünerine sahip olan veya makine yapan, çalıştı
ortalama hız; Cm = Lxn/30 formülü ile hesaplanır (L
ran veya onaran kişi; mekanik; usta; makine ustası.
= piston stroku, m ve n = dakikadaki devir sayısı
mechanical: 1) makineler veya aletlerle yapılmış
dır).
olan. 2) makineler veya bir mekanizma tarafından
mean pressure: Orta basınç; Bkz. intermediate pres
üretilen veya çalıştırılan. 3) mekanik bilimin ilkeleri
sure; MP ve IP kısaltmaları ile belirtilir.
ve terminolojisine göre veya onlara ait. 4) makineye
mean pressure cylinder: Pist. Buh. Mak. orta basınç benzeyen. 5) el sanatlarına ait. 6) bu sanatı yapan
silindiri; çapı yüksek basınç silindirinden büyük ve işçilere ait. 7) mihaniki: Mihaniki teknoloji gibi.
buhar basıncı küçük olan silindir; intermediate pres
mechanical adjuster: D/z. Mot. bir yay ve onun de
sure Cylinder biçiminde de kullanılır.
netlediği bir kemden oluşan ve supap sapları ile su
mean sea level: Ortalama deniz düzeyi.
pap liveri arasında sürekli temas sağlayan bir kle-
mean temperature: Ortalama sıcaklık.
rens ayarlayıcı; mekanik klerens ayarlayıcı.
mean temperature difference: Isı alış verişin© neden
mechanical atomization: Bkz. mechanical injection.
olan sıcaklık farkı; ortalama sıcaklık farkı; MTD sim
mechanical brake: Hidrolik, basınçlı hava yardımı ol
gesi ile belirtilir.
maksızın doğrudan pedal ile kasnak sürtünmesi ile
meas.:Bkz. measure. çalışan fren; mekanik fren; çubuk fren.
measurability; Ölçülebilir olma durumu veya niteliği.
mechanical clearance: Mot. piston üst ölü noktada
measurable: Ölçülebilir. iken piston kafası ile silindir kapağının yanma odası
measurable: Ölçülebilir derece ya da uzunluk.
na bakan yüzü arasındaki dikey mesafe; mekanik
measure: 1) herhangi bir şeyin, özellikle bir standart
boşluk ya da klerens; piston-end cfearence adı da
la saptanan boyu, boyutları, kapasite vb. i. 2) uzun
verilir,
luk, boyutlar vb. inin saptanması işi veya işlemi; ölç
mechanical cycle: Bkz, operating cycle.
me; ölçüm. 3} inç, yarda veya buşel gibi ölçü birim
mechanical draft: Bkz. natural draft.
leri. 4) ölçü sistemi. 5) ölçme cihazı veya standart
mechanical drawing: T cetveli, gönye, cetvel, pergel
kapasiteli bir kap. 6) ölçülen ya da ölçüldüğü düşü
vb. yardımıyla yapılan çizim; teknik resim.
mechanica! -draft-towe r 349 mediu m f re quenc y

mechanical-draft tower: Kara enerji tesislerinde dizel


mechanical work: Mekanik iş Bkz. work.
motorlarının soğutulmasında kullanılan kule; meka-
mechanical working: Dövme, çekme vb. i basınç ile
nik çekimli kule.
metal işçiliği.
mechanical efficiency: Mekanik verim. 1) fren gücü
mechanician: Makinelerin kuramı (teorisi), dizaynı
nün endike güce oranı. 2) fren özgül yakıt harcamı-
(tasarımı), işletilmesi (operasyonu) veya bakımında
nın, endike özgül yakıt harcamina oranı. 3) endike
deneyimli, hünerli ya da mahir kişi; makinist; meka-
güç ile fren gücü arasındaki kayıpları belirten ve mo
nisyen.
torlarda 0.73-0,90 değerlerini alan verim
mechanics: 1) cisimleri etkileyen kuvvetleri ve hare
mechanical energy: Göreli harekeli ya da durumu
keti inceleyen fizik dalı; mekanik; mekanik bilimi, 2)
nedeniyle büyük cisimlerin enerjisi; mekanik enerji.
makinelerin yapımı, tasarımı, çalıştırılması ve bakımı
mechanical engineer: Makine mühendisi. nın kuramsal ve uygulamalı bilgisi; makine bilimi ve
mechanical engineer's scale: cm ya da mm bölüntü- ya bilgisi.
lü (taksimatlı) cetvel; makine mühendisi cetveli.
mechanism: 1) bir makinenin çalışan parçaları ve bu
mechanical equivalent of heat: Isının mekanik eşde
parçaların düzenlenmesi; mekanizma: Bir saatin me
ğeri; jul eşdeğeri; birim miktarda ısı üretmek için ge
kanizması gibi. 2a) bir makine gibi, parçaların bera
rekli iş miktarı; 778ft-1b = 1 Btu; 4,18 jul = 1 kalori.
berce çalıştığı bir sistem, b) bir şey yapmak için her
mechanical governor: Parçalarının tümü mekanik
hangi bir sistem; bilinçli ve bilinçsiz olarak yapılan
olarak çalışacak şekilde yapılmış olan bir regülatör; ve bazı sonuçlar üreten fiziksel ve zihinsel işlem ya
daha çok küçük güçlü makinelerle otomobil motorla
da işlemler. 3) teknik parça; mekanik görüş. 4) ev
rında kullanılır; mekanik regülatör. rendeki tüm olaylar, bilhassa yaşamın kesin olarak fi
mechanical horsepower: Mor. mekanik kayıplara eş ziksel ve kimyasal terimlerle açıklanabileceği kuram
değer olan güç; endike güç ile fren beygirgücü ara ya da doktrin.
sındaki fark; mekanik beygirgücü; mekanik kayıpla
mechanist: 1) mekanizmaya inanan kişi. 2) makinist
rın gücü; sürtünme beygirgücü; mhp, fhp kısaltmala
veya mekanisyen ya da teknisyen.
rı ile belirtilir.
mechanistic: 1) mekanizma veya mekanistlere ait;
mechanical indicator: Bkz. indicator, mechanical.
mekanizma veya makinistlere özgü. 2) mekanik bili
mechanical injection: Esk. Diz. Mot. hava ile ve sabit
mi veya mihaniki görüşlere ait; mekanistik.
basınçlı püskürtme sistemlerinde enjektörün meka
mechanistically: Mekanistik bir şekilde ya da tarzda.
nik olarak açılması ile sağlanan püskürtme; mekanik
mechanization: 1) makineleşme veya makineleşmiş
püskürtme.
olan. 2) bunun derecesi veya boyu.
mechanical injection valve: Diz. Mot. Esk. mekanik
mechanize: 1) mekaniksel yapmak. 2) elle değil ma
olarak, bir mekanizma ile iğne valfın yuvasından kal
kine ile yapmak veya çalıştırmak. 3) makineleri kulla
dırılarak püskürtme sağladığı enjektör; mekanik püs
narak (endüstri vb.) oluşturmak. 4) vurucu gücünü
kürtme valfı; mekanik enjektör.
ve hareket yeteneğini çoğaltmak için (bir ordu vb.
mechanical jack: Oto. bir kol ve dişli donanımla çalış ini) motorlu araçlar, tanklar, güdümlü mermi vb. leri
tırılan kaldırıcı; mekanik kriko; dişli kriko. ile donatmak ya da teçhiz etmek.
mechanical losses: Sürtünme kayıpları, devir hare
mechanotherapy: Mekanik şekilde, örneğin masaj
ketli parçaların havalandırma kayıpları, makine tara
ile hastalık tedavisi.
fından çevrilen türlü pompa, kompresör, regülatör
median: 1) orta; aradaki; ortadaki. 2a) bir parça
vb. inin tükettiği güçlerin toplamı; mekanik kayıplar.
veya cismi boyuna olarak iki simetrik parçaya
mechanical lubricator: Dizel motorları ve doğru akım-
bölen bir düzlemi belirtir; medyan, b) bu düzlemde
lı buhar makinelerinde kullanılan ve silindirlerin ceb
bulunan. 3a) İsta. tek sayıdaki bir seride
ri yağlanmasında faydalanılan yağdanlık; mekanik (1,4,7,16,43) ortadaki sayıyı (7) belirten, b) çift
yağdanlık; Bkz. lubricator. sayılı bir seride (3,4,8,12,46,72) iki sayının
mechanically: 1) mihaniki olarak; mekanik bir şekil arasındaki bir sayıyı (10) belirten. 4) Geo. kenar
de. 2) mekanik olarak; mekanik bir tarzda. ortay; Bir üçgenin kenar orta yı gibi. 5) medyan
mechanically driven: Mekanik veya makine gücü ile sayısı, noktası veya hattı.
çalıştırılan.
medium: 1a) arada, ortada olan bir şey. b) orta du
mechanical oiler: Bkz. mechanical lubricator.
rum veya derece; orta; ortalama; vasatî. 2) çevre. 3)
mechanical steam trap: Şamandrali buhar kapanı ve
agar gibi bakteri, virüs vb. bakteri üretebilen ortam
ya stim trap Bkz. steam trap.
(çevre). 4) akıcılık sağlamak için boyaya katılan ya
mechanical stoker: Buh. Kaza. mekanik olarak ka da karıştırılan sıvı. 5) yazı kağıdı ölçüsü (19x24 inç,
zanlara kömür atan cihaz; mekanik fayrap cihazı. 482,6x609,6 mm). 6) orta durumda; nicelik, nitelik,
mechanical torsiograph: Mot. krank millerinin burul yer, ölçü veya derecede orta ya da ara.
ma titreşimlerini saptayan ve saat mekanizmasına
medium alkaline oil: Diz. Mot. kükürtlü yakıtlarla ça
benzeyen bir donanımla kayıt yapan bir cihaz; meka
lıştırılan makinelerde kullanılan ve TBN sayısı 30 (30
nik torsiograf. mg KOH/g) oları bir silindir yağı; orta alkalin yağ.
mechanical ventilation: Mekanik havalandırma.
medium frequency: 100-1000 metre dalga boyuna
uyan 3000-30000 kHz'lik frekans; orta frekans; yerel
medium manganes e steel 350 mercaptan

radyo istasyonlarında yayın için kullanılır.


meltage: 1) erime işi. 2) erime sonucu oluşan miktar
medium manganese steel: Yaklaşık % 1,75 oranında
veya şey.
manganez kapsayan çelik; orta manganez çeliği;
melting: Katıdan sıvıya dönüşme işlemi; erime.
köprü ve demiryolu rayları yapımında kullanılır.
melting furnace: Çeşitli cevher, pik demir, çelik vb. i
medium-nickel alloy: % 5'e kadar nikel ilâve edilerek metalleri eritmek için kullanılan ocak ya da fırın; erit
elde edilen çelik; orta nikel alaşımı. me ocağı.
medium-sized: Orta boya ait. melting heat: Erime ısısı.
medium speed engines: Piston ortalama hızı 4,5-6,5 melting point: Belirli bir katının sıvı haline dönüştüğü
metre/saniye veya dakikadaki devir sayısı 400-1000 sıcaklık; erime noktası; erime sıcaklığı.
olan içten yanmalı makine; orta hızlı (devirli) maki melting pot: Metal ya da diğer maddelerin eritildiği
ne. kap; pota.
medium steel: Orta sertlikte çelik; orta nitelikli çelik. melting range: Bir alaşımın eridiği sıcaklık sahası.
medium wave: Orta dalga. melting temperature: Bkz. melting point.
meerschaum: 1) yumuşak, beyaz, kile benzer, ısıya member: 1a) matematiksel eşitlik, cümle, seri, bina,
yalıtkan mineral; sulu magnezyum silikat, köprü vb. inde olduğu gibi bir bütünün elemanı ve
H4 Mg 2 Si 3 O 1 0 ; tütün piposu vb. yapımında kullanı ya bağımsız parçası, b) bir sınıflandırma sisteminin
lır; sepiolit. 2) bundan yapılan pipo. bir parçası ya da bölümü. 2) Mate, denklem veya
6
mega-: a) iri, büyük, güçlü, b) 10 (1 000 000) formülün bir tarafı. 3) üye; aza.
milyon anlamında bir önek; mega; M kısaltması ile membrane: Bir organ veya kısmı kaplamak veya ört
belirtilir. megacycle: Fiz. saniyede bir milyon çevrim me görevi yapan ince, yumuşak, esnek bir katman;
veya say- zar; gışa; membran; diyafram.
kıl memory: 1) hatırlama gücü, işi veya işlemi; hafıza;
(sikl). hafıza kuvveti. 2) bilgisayar veya kompüterlerin hafı
megadyne: Bir milyon din; megadin. zası ya da belleği.
megaerc: Bir milyon erg; megaerg. mend: 1) onarmak veya tamir etmek (kırılmış veya es
megaparsec: Bir milyon parsek; megaparsek; en kimiş bir şeyi); hatalarını gidermek; tashih etmek;
uzun ölçü birimi; 19 155 830 550 milyar mil; astro restore ederek iyi bir duruma getirmek. 2) daha iyi
nomlar tarafından yıldızlararası mesafelerin ölçümün yapmak; geliştirmek; reform yapmak.
de kullanılır. Mendeleev's law: Bkz, the periodic law.
megaphone: Büyük (geniş), huni şeklinde, ses yük mendelevium: Yüksek enerji düzeyine sahip olan al
seltmek ve istenilen yöne göndermek için kullanılan fa partikülleri ile anştayniyum'un bombardmanından
bir cihaz; megafon. 2) megafon yardımı ile sesi üretilen radyoaktif kimyasal element; mendelevyum;
yük seltmek ve yöneltmek. Simg. Mv; at.ağ. 256 (?); at.no. 101.
megaton: Bir milyon ton dinamitin (TNT) patlama meniscus: 1) bir tarafı içbükey ve diğer tarafı dışbü
kuvveti; termonükleer silahlann güç ölçüm birimi; key bir mercek. 2) Fiz. bir sıvı sütununun üst eğri
megaton; milyon ton. yü zeyi; kabın duvari kuru olduğu zaman eğrilik
Megger: Bkz. Megger meter. dışbü key ve ıslak olduğu zaman içbükeydir.
Megger meter: Elekt. kablo ve sargıların izolasyon meniscus lens: Bkz. meniscus (1).
(yalıtım) dirençlerinin ölçülmesinde kullanılan, içer menstrum: Çözücü veya solvent; katılan eriten veya
sindeki bir manyeto ile 500 voltluk doğru gerilim üre çözen bir sıvı.
tebilen ve pasif devrelere uygulanabilen bir ölçü ci mensurability: Ölçülebilir olma durumu veya yetene
hazı; meğer metre. ği; ölçülebilirlik.
megilp: Beziryağı ve mastik vernik ya da terebantin mensurable: Ölçülebilir; ölçülmesi mümkün.
vb. i karışımı; yağlı boyalarda kullanılır; magilp, me- mensural: Ölçüme
gilph biçimlerinde de yazılır. ait.
6
megohm: Mega-om; milyon om; 10 cm; 1000 kilo- mensuration: 1) ölçme işi, işlemi veya sanatı. 2) ma
om; elektrik kablolarının izolasyon dirençlerinin ölçü tematiğin uzunluk, alan veya hacim ölçümleri ile ilgi
birimi olarak kullanılır. lenen dalı.
Meker burner: Yüksek sıcaklık sağlayan bir gaz yakı menthene: Mentol veya nane yağından elde eilen
cısı veya börneri; Meker yakıcısı. renksiz, yağımsı bir hidrokarbon; menten, C 10 H 18 .
melinite: Lidit'e Bkz. lydite benzeyen güçlü bir patla menthol: Nane yağından elde edilen tıp ve parfümeri
yıcı; pikrik asit ile pamuk barutu birleştirilerek yapı de kullanılan beyaz, muma benzeyen, kristalli bir al
lır. kol; mentol, C 10 H 19 OH.
melt: 1) genellikle ısı ile katı durumdan sıvı duruma mentholated: Mentol kapsayan; mentol ile muamele
dönüşmek. 2) çözünmek; parçalara aynlıp dağıl edilmiş veya doyurulmuş; mentollü.
mak; erimek. 3) yavaş olarak kaybolmak veya kay menu driven: Bilgisay. menu ile çalıştırılan.
bolmaya neden olmak. 4) yavaş olarak birleşmek, mephitis: 1) yerden çıkan zararlı, kötü kokulu buhar
karışmak veya harman olmak. 5) yumuşatmak. 6) ya da zehirli gaz. 2) kötü koku.
erimek ve erimiş olmak. 7) erimiş şey. 8) çalışma ve mercaptan: OH kökündeki oksijenin kükürtle yer de
ya bir süreç sırasında eriyen miktar. 9) erimek üzere ğiştirmesi ile belirtilen, alkollere benzeyen kimyasal
bir fınn veya potaya konulan dolgu.
merca ptid e 351 mes s dec k

bileşikler sınıfının herhangi biri; merkaptan C2 H5 SH;


mercury-chloride: Bkz. mercuric chloride.
thio olarak da kullanılır.
mercury-in-glass thermometer: Cıvalı cam termo
mercaptide: SH kökündeki hidrojenin yerini bir meta
metre; termometre cıva için hazne görevi yapan bir
lin aldığı, merkaptanın metalik bir tuzu.
depoya sahiptir ve sıcaklık yükseldiği zaman, cıva
mercapto: Tek değerli bir kök (SH).
genişleyerek taksimatlı cam boruda yükselerek sı
Mercator's projection: Dünya yüzeyinin dikdörtgen
caklığı °C ya da °F türlerinden gösterir.
olarak görüldüğü, boylamlarin dikey ve eşit aralıklı
mercury-in-steel thermometer: içi cıva dolu çelik bir
paralel çizgiler, enlemlerin boylamları dik açılarla
hazne ile bu hazneye bağlı çelikten yapılmış esnek,
kestiği paralel fakat ekvatora yaklaştıkça aralıklan da
kılcal bîr boru ile onun bağlı olduğu bir spiral boru
ralan çizgiler şeklinde görülen bir harita yapma yön
dan oluşan sıcaklık ölçer; cıvalı çelik termometre.
temi; Markator izdüşümü; Markaîor projeksiyonu;
mercury thermometer: Cıvalı termometre.
navigasyon ya da seyir bilimi için yararlıdır.
mercury tungsten lamp: Cıvalı tungsten lâmba veya
merchant boilers: Ticaret gemilerinde kullanılan ka
elektrik ampulü.
zanların tümü; ticaret gemisi kazanları.
mercury turbine: Cıva buharının genişletilmesiyle iş
merchant marine fieet: Deniz ticaret filosu.
elde edilen türbin; cıva buharlı türbin.
merchant marine vessels: Ticaret gemisi.
mercury vapor: Cıva buharı.
merchant vessel: Ticaret gemisi.
mercury-vapor lamp: Elektrik boşalımının cıva buharı
mercurate: Cıva veya bir cıva bileşiği ile muamele et
içinden geçtiği, morötesi bakımından zengin, mavim
mek ya da birleştirmek.
si yeşil ışık çıkardığı cam bir tüp veya ampul; cıva
mercurial: 1) cıvaya ait; cıva kapsayan. 2) cıva kulla
buharlı lâmba veya elektrik ampulü.
nılmasına neden olan. 3) cıva kapsayan ilâç ya da
merge: Bilgisay. birleştirmek.
preparat. 4) Merkür gezegeni veya tanrı Merkür'e
merthiolate: Kırmızı veya renksiz bir sıvı (sodyum
ait.
etil-merküritiyosalisilat); organik bileşikte % 49'dan
mercurial barometer: Hava basıncını ölçmek için cı
daha fazla cıva kapsar; antiseptik ve mikrop öldürü
va sütunu (kolonu, yüksekliği) kullanılan bir baro
cü olarak kullanılır (Ticarî bir marka).
metre; cıvalı barometre.
mescaline: Beyaz, kristalli bir alkaloit; meskalin,
mercurialism: Cıva veya bileşiklerinin neden olduğu
C 1 1 H 1 7 0 3 N ; kurutulmuş kaktüs tepesinden elde
kronik zehirlenme; cıva zehirlenmesi.
edi lir ve narkotik özelliğe sahiptir; mezcaline
mercurialize: 1) cıvalı yapmak. 2) cıva ya da cıva bi
şeklinde
leşiği ile muamele etmek.
de kullanılır.
mercurial thermometer: Bkz. mercury-in-glass ther
mesh: 1) bir ağ, perde, elek vb. inin herhangi açık
mometer.
kısmı; ağ, perde, elek vb. i gözü. 2) Çoğ. bu göz ya
mercuric: Özellikte iki değerli cıvaya veya cıva bileşi da delikleri oluşturan iplik, sicim vb. leri. 3) bir ağ
ğine ait. ya da şebeke. 4) dişli dişlerinin birbirine geçmesi. 5)
mercuric chloride: Beyaz, çok zehirli, kristalli bir bile birbirine geçmek veya geçirilmek; dişliler veya vites
şik; cıva klorür, HgCI 2; antiseptik olarak kullanılır;
dişlileri için söylenir.
corrosive sublimate, bichloride of mercury, mer
meshing: İki dişlinin birleşmesi veya birbirine geçme
cury chloride biçimlerinde de kullanılır.
si; birleşme; geçme.
mercuric oxide: Zehirli, kırmızı bir toz; cıva oksit,
HgO; kimyasal ayıraç ve boya maddesi, kozmetik ve meshwork: Şebeke.
mesitylene: Renksiz, aromatik (kokulu) bir karbonlu
hidrojen; mesitilen, C 6H 3(CH 3) 3; kömür katranında
cila bileşikleri yapımlarında kullanılır. bulunur ve sülfürik asit ve aseton karışımının damıtıl
mercurochrome: 1) kırmızı, kristalli boya, ması ile yapılır.
C 2 0 H 8 O 6 Br 2 Na,Hg; merkürokrom. 2) bunun anti meson: Pozitif, negatif veya sıfır yüke sahip ve kütlesi
septik olarak kullanılan sulu çözeltisi elektronun 210-1000 misli olan maddenin dayanıksız
mercurous: Cıvaya ait, özellikle tek değerli olana iliş bir partikül veya parçacığı; mezon; kozmik radyasyo
kin; tek değerli cıva kapsayan. nunda bulunur ve hayatı saniyenin milyonda bir ka
mercury: 1) bazan serbest olarak görülen, fakat ço çı kadardır.
ğu zaman kükürtle birleşik olarak bulunan, normal mesothorium: 1) radyumun toryumdan oluşan radyo
sıcaklıklarda sıvı olan, ağır, gümüşî beyaz metalik aktif bir izotopu; mezotoryum; mesothorium 1 adı
bir element; cıva; termometre, hava pompalan, dişçi da verilir. 2) mezotoryum'dan oluşan radyoaktif ak
lik, eczacılık vb. inde kullanılır; Simg. Hg; at.ağ. tinyum izotopu; mesothorium 2 ismi de verilir;
200,61; at.no. 80. 2) termometre veya barometredeki Simg. Ms-Th veya MsTh.
cıva sütunu. mesotron: Bkz. meson.
mercury are: Bir vakum tüpündeki cıva buhan arasın message: Mesaj; ileti.
dan elektrik boşalımı; cıva arkı. message handler: Bilgisay. ileti işleyici.
mercury arc rectifier: Cıvalı ark redresörü. mess deck: Den. yemek salonlarının yerleştirildiği gü
mercury barometer: Bkz. mercurial barometer. verte.
mes s h al l 352 me t all u r g y

mess hall: Asker veya denizcilerin muntazam olarak


kenarlı filtre.
yemeklerini yedikleri salon veya bina; yemek salo
metal errosion: Buhar devrelerinde, stimin basıncı ve
nu; yemekhane.
hızı nedeniyle dirseklerde, türbinlerin kanat uçların
mess room: Bkz. mess hail.
da oluşan aşınma; metal errozyonu.
meta-: Sonra, arka, arasında vb. i anlamlarında bir
metal fatique: Uzun süre kullanılan metal parçalarda
önek.
oluşan küçük çatlak ya da kırılmaların nedeni; mal
meta acid: Kimy. bir orto asitten iki hidrojen ve bir ok
zeme yorulması; metal yorulması.
sijen atomunun çıkarılması ile oluşan bir asit; meta
metal filament: Elektrik ampullerinde kullanılan ve ısı
asit.
tıldıkları zaman akkor haline gelen ince tel; metal fi-
metacenter (metacentre): Gem. Inş, düşey (dikey)
laman.
durumda yüzmekte olan bir teknenin yüzme merke
metalic coating: Bkz. galvanic coating.
zi veya enine simetri ekseninden geçen dikey doğru
metalize: 1) metal veya metal bileşimi ile muamele et
nun, tekne meylettiği zaman, yüzme merkezinden
mek, kaplamak veya doyurmak. 2) metale dönüştür
geçen dikey doğru ile kesiştiği nokta; metasentr nok
mek; metallize biçiminde de kullanılır.
tası; M harfi ile belirtilir; bu nokta daima tekne ağır
metallic: 1) metale ait veya metal doğasında olan. 2)
lık merkezinin üzerinde olmalıdır.
metal kapsayan, veren ya da üreten. 3) metale ben
metacentric: Metasentr noktasına ait veya bu nokta
zeyen; metal karakterinde olan.
ya yakın.
metallic bond: Katı metallerde görülen bir bağ; meta
metacentric height: Gem. İnş. yüzen bir teknenin
lik bağ; bu bağda pozitif metal iyonları serbest elet-
ağırlık merkezi ile metasentr noktası arasındaki me
ronlar ile bir arada tutulur.
safe; GM ile belirtilir; gemilerin kararlı veya kararsız
metallic card: Daha duyarlı diyagram almak amacıy
dengeleri ile yakından ilgilidir; metasentir yüksekliği.
la endikatör diyagramlarında kullanılan, özel olarak
metachemistry: Atom ya da atomsal değişimleri ince
hazırlanmış ve kurşun tuzları ile doyurulmuş kâğıt;
leyen bilim dalı; metakimya.
metal kart.
metachromatism: Özellikle sıcaklık değişimi sonucu metallic joint: Kurşun, bakır vb. i metallerden yapıl
rengin değişmesi.
mış conta; metal conta; metalik conta.
metacymene: Simen'in üç izomerik şeklinden biri; metallically: Bir metal yardımıyla.
benzen'in karbonlu hidrojen türevi; metasimen. metallic particles: Sürtünme yüzeylerinde aşınma so
metagalactic: Metagalaksi'ye ait.
nucu oluşan ve yağlama yağı tarafından alınıp götü
metagalaxy: Astr. evrenin tüm maddesi; galaksiler,
rülen ve manyetik filtrelerde tutulan parçacıklar; me
nebülözler vb. lerini kapsayan sistem; metagalaksi. tal partikülleri, parçacıkları veya zerreleri.
metal: 1a) genel olarak dövülme, haddeden çekilme,
metallic radius: Metalik bir katıda komşu atomların
parlama, ısı ve elektriği iletme özellikleri ile belirtilen
merkezleri arasındaki mesafenin yarısı; metalik yarı
demir, altın, alüminyum vb. i kimyasal elementler sı
çap.
nıfından herhangi biri; metal; maden, b) pirinç,
metallic soap: Kurşun, alüminyum ve diğer metalle
bronz vb. i gibi bu elementlerin bir alaşımı veya hali
rin tuzları ile hayvansal yağların birleşmesi ile yapı
tası. 2) metalden oluşan herhangi bir madde. 3) mal
lan sabuna benzer bir madde; metalik sabun; boya,
zeme; madde; materyel. 4) erimiş dökme demir. 5)
kumaş vb. i yapımlarında kullanılır.
cam eşya yapmak için kullanılan erimiş madde. 6)
metallic thermometer: Bir metal şeritin genişlemesi
Matb. hurufat metali, b) düzenlenmiş hurufat. 7) me
veya büzülmesi ile sıcaklığı gösteren termometre;
talden yapılmış. 8) metal ile kaplamak; metalle sağla
metalik termometre veya sıcaklık ölçer.
mak.
metalliferous: Metal ya da cevher kapsayan, veren
metal, bearing: Kalay ve kurşun kökenli olan beyaz
ya da üreten.
metal, babit vb. i isimler verilen oldukça yumuşak ve
metalline: 1) Bkz. metallic. 2) metal ya da metal tuz
kaypak alaşım; yatak metali.
ları kapsayan.
metal bearing: Rulman ya da bilyalı yatakların dışın metallize: Bkz. to metalize.
da kaian, metalden yapılmış yatak; metal yatak.
metallography: Özellikle mikroskop ve X ışınları kulla
metal carbonyles: Belirli metal atomları ve karbon narak metallerin veya alaşımlarının fiziksel özellikleri
monoksit molekülleri arasında oluşan bileşikler; me
ve yapılarının incelenmesi; metalografi. 2) taş yerine
tal karboniller, örneğin nikel karbonil, Ni(CO)4. metal levhaların kullanıldığı, taş baskıya benzeyen
metal case: Metalden yapılmış koruyucu veya mahfa
bir baskı şekli.
za; Gem. Mak. keys ya da metal zarf.
metalloid: 1) Bazı koşullarda hem metal ve hem de
metal chips: Torna kaleminin çıkardığı talaş; torna ta
metalsi özellikleri gösteren bir element (Si, Ge, As gi
laşı; çapak; maden kırıntıları.
bi); metaloit. 2) görünüşü metale benzeyen. 4) meta
metal crystal: Metalik elementler tarafından oluşturu
loite veya metaloit tabiatına sahip olan.
lan kristal türü; metal kristali.
metallotherapy: Metaller veya özellikle onların tuzları
metaldehyde: Asetilaldehltin beyaz, uçucu, yanıcı ve
kullanılarak hastalık tedavisi.
zehirli bir polimeri; metaldehit, CH3CHO; yakıt ola
metallurgic: Bkz metallurgical.
rak kullanılır.
metallurgist: Metalürji dalında uzman ya da mütehas
metal-edge strainer: Diz. Mot. altıgen kesitli bir çubu
sıs.
ğa geçirilen ve aralarına yaklaşık 0,0760-0,089 mm
metallurgy: Metalürji. 1) eriterek, damıtarak vb. metal
(0,003-0,0035") kalınlığında ara parçaları bulunan,
lerin cevherlerinden ayırılması ve kullanılmak üzere
delikli metal disklerden oluşan silindir şeklinde bir
hazırlanması sanatı ya da bilimi. 2) metal ve alaşım
eleman ve mahfazadan oluşan yakıt süzgeci; metal
ların yapıları ve özelliklerinin bilimsel incelenmesi.
meta! moid 353 met han o l

metal mold: Metal eritme potası; metal potası. meteorograph: Nem, sıcaklık vb. i türlü hava durum
metal rectifier: Bir metal ve diğer bir madde arasında larını aynı anda otomatik olarak kayıt eden bir cihaz;
temas sağlamak için kullanılan metal doğrultmaç. meteorograf.
metals: Bkz. metal Çoğ. meteorid: Dış uzayda dolaşan ve dünya atmosferine
metal spraying: Aşınmış yüzeyleri doldurmak ve bir girdiği zaman meteor olan bir çok küçük ve katı par
yüzeyde metal bir katman oluşturmak için kullanılan çacıklardan herhangi biri; meteorit.
bir yöntem; metal püskürtme. meteorologic: Bkz. meteorological.
metal wire joint: Çoğu zaman içinde metal teller bulu meteorological: 1) atmosfer veya atmosferik olaylara
nan lâstik conta; metal telli conta. alt; hava ya da iklime ait. 2) meteorolojiye ait.
metalwork: 1) metalden yapılan şeyler; madenî eşya meteorologically: 1) meteoroloji ile; meteorolojiye
lar. 2) bu tür şeylerin yapımı; metal işçiliği. göre. 2) metaorolojik olarak.
metalworking: 1) metal eşyalar yapma işi veya işle meteorologist: Meteoroloji dalında eğitilmiş kişi; me-
mi. 2) metal işçiliğine ait teorolojist; meteoroloji uzmanı; meteoroloji bilimcisi.
matemagnetic: Uygulanan alanın yönüne göre para- meteorology: Atmosfer ve atmosferik olaylar bilimi;
manyetik veya diamanyetik olma; metamanyetik. hava ve iklimin incelenmesi; meteor., meteorol. kı
metamer: Aynı genel sınıfa ait, sahip oldukları ele saltmaları ile belirtilir.
mentin oranları aynı ve aynı molekül ağırlığına ait, fa -meter: Duyarlı bir biçimde ölçen bir cihaz anlamında
kat farklı kimyasal özellikte olan iki veya daha fazia bir sonek: Örneğin ampermetre, voltmetre, ommetre
kimyasal bileşikten herhangi biri; metamer. vb. i gibi.
metameral: Bkz. metameric. meter: 1) metrik sistemde 100 cm, 1000 mm, 39, 37
metameric: Kimy. metamer olma; metamerik. inç, 1,09 yarda, 3,28 fit'e eşit olan temel uzunluk biri
metamerism: Kimy. metamerik olma durumu. mi; metre; ekvatordan kutba kadar meridyen boyun
metamorphic: Başkalaşım geçirene ait; başkalaşımla ca olan mesafenin on milyonda biri; M, m kısaltmala
belirtilen; başkalaşım ile oluşan. rı ile belirtilir; metre şeklinde de yazılır.,
metarnorphism: 1) şekil değişikliği; metamorfoz. 2) meter: 1) ölçen bir kişi; özellikle maddeleri ölçen ka
kayaların basınç, ısı, kimyasal etki vb. i ile yapısında mu görevlisi. 2) ölçüm cihazı; özellikle içinden ge
ki değişim; metamorfizm. çen gazı ölçmek için veya kayıt etmek amacıyla kul
metamorphose: Şeklinde ve tabiatında değişmek; lanılan bir cihaz; sayaç. 3) sayaç veya sayaçlarla ölç
transform; başkalaşmak; başkalaştırmak. mek veya kayıt etmek.
metamorphosis: 1a) oluşumu, şekli, yapısı veya mad meterage: 1) ölçme. 2) ölçme ücreti.
desinin değişimi; transformasyon veya başkalaşım, meter bypass valve: Kullanılan sayacın gerektiğinde
b) böyle bir değişimin sonucu olan şekil. 2) Tip. ba bypas edilmesini sağlayan valf; sayaç baypas valfı.
zı doku veya parçaların şeklinin hastalıkla değişimi. meter-candle Lükse Bkz. lux eşit olan bir aydınlatma
metaphosphate: Metafosforik asitin herhangi bir tu birimi; metre-mum.
zu; metafosfat. meter case: Ampermetre, voltmetre vb. i gibi bir ölçü
metaphosphoric acids: Kimyasal formülü (HP0 3 ) n cihazının mahfazası veya çerçevesi; gösterge keysi;
olan ve tuzlarına metafosfatlar adı verilen asitler; me gösterge mahfazası.
ta fosforik asitler. metered jet: Ölçülü veya kalibre edilmiş püskürtme
metaphysical: 1) metafiziğe ait veya metafizik tabiatı memesi veya nozulu.
na sahip olan. 2) fizik ya da maddenin ötesinde; me metering: Ölçüm; ölçme.
tafiziksel. metering helix: Diz. Mot. plencer yüzeyinde bulunan
metaphysically: 1) metafiziksel şekilde. 2) metafizik ve silindirlere püskürtelecek kayıt miktarının saptan
ile veya metafizik bakımından. masını sağlayan helisel oyuk veya kana! ölçme heli
metaphysician: Melafizikçi; metafizik uzmanı. si.
metaphysics: 1) kuram ya da ilkeler (bazı bilim dalla methacrylate: Metakrilik asitin tuzu ya da esteri; me-
rının). 2) metafizik; fizik ötesi. takrilat.
metaprotein: Asit veya alkalilerin proteinler üzerinde methacryiate resin: Metakrilit asitin esterlerinin poli-
ki etkisi ile üretilen maddelerin gruplarının herhangi merizasyonu ile oluşan türlü plâstik maddelerden
biri; metaprotein. herhangi biri; metakrilik reçine.
metastaic electron: Bir atomdan diğerine hareket methacrylic acid: Sentetik olarak yapılan, sarı papat
eden elektron; metastatik elektron. yadan (öküzgözü) elde edilen kristalli bir asit; metak
metathesis: Kimy. yeni bir bileşik oluşturmak için iki rilik asit, CH2.C (CH3)COOH.
bileşik birbirlerini etkilediği zamanki gibi, bileşikler methadon: Tıpta kullanılan daha yavaş alışkanlık
arasında element ya da köklerin değiştirilmesi; meta oluşturan ve morfinden daha güçlü sentetik bir bile
tez. şik; metadon; analjezik olarak kullanılır (Ticarî mar
metathetic: Metateze ait veya metatez ile. ka).
metathetical: Bkz. metathetic. methane: Yapay olarak üretilen veya bataklıklarda
mete: 1) bölüşmek veya pay etmek; dağıtmak; taksim oluşan ve doğal gazda bulunan, insan sağlığı için
etmek. 2) ölçmek. 3) ölçüm; ölçme. zararlı bir gaz; metan, CH..
meteor: 1) dış uzaydan dünya atmosferine çok bü methane series: Genel formülü C n H 2 n + 2 olan açık
yük bir hızla girdiği için havanın direnci nedeniyle zincir tipinde doymuş bir karbonlu hidroen serisi;
akkor haline gelen ve görünen meteorit; meteor; metan serisi.
göktaşı. 2) herhangi bir göktaşı veya gök cismi. 3) methanol: Sıv. Yük. metanol; metil alkol; odun alkolü;
Meteo. gökkuşağı, dolu vb. i gibi atmosfer olayı. odunun damıtılmasından elde edilen ve organik sen-

Teknik Sözlük - F. 23
me th e m o gl o b i n (methaemogf obi n ) 354 metrazo l

tezlerde ve formaldehit, dumansız barut, boyalar vb.


sıncında taşınır.
yapımlarında kullanılan renksiz, uçucu, yanıcı ve ali
methylamine: Amonyak kokulu, renksiz, yanıcı bir
fatik ailesinden bir sıvı; etal alkol, CH 3OH;
gaz; metilamin, CH 3 NH 2 ; odun, kemik vb. inin damı
15,5°/15,5°C'de öz.ağ. 0,796; k.n. 64,6°C; d.n,
tılmasından elde edilir ve sentetik olarak üretilir.
-97,6°C; suda tümü ile çözünür; 25°C'de viskozitesi
methylate: 1) hidrokzil kökünün hidrojeninin bir me
0,60 cP; gemilerde çevre sıcaklığı ve atmosfer basın
tal ile yer değiştirdiği, metil alkolden üretilen bir bile
cında taşınır.
şik; metilat. 2) karışımı içilemez yapmak için metil al
rnethemoglobin (methaemoglobîn): Kanda hemog
kol ile karıştırmak. 3) metil alkol ile birleştirmek.
lobinin oksitlenmesi ile oluşan kahverengimsi, kris
methylated spirit (or spirits): Metil alkol veya meta-
talli madde; metemoglobin.
nol eklenerek içilemez yapılan etil alkol; % 90 etil al
methenamin: Bkz. methenamine.
kol, % 9,5 metil alkol ve % 0,5 piridinden oluşan sıvı
methenamine: Hegzametilentetramin, (CH 2 ) 6 N 4 ;
bir yakıt ya da çözücü.
amonyağın formaldehit ile tepkimesinin ürünü; mete-
methylation: Bir metil grubunun diğer bir bileşikle
namin; iç antiseptiği, idrar söktürücü olarak ve kau
bağlandığı bir işlem; metilleştirme.
çuğun vulkanize edilmesinde kullanılır.
methyl bromide: Sıv. Yük. metil bromür; bromome-
methionine: Türlü proteinlerden elde edilen bir ami
tan; klorforma benzer kokulu, renksiz veya hafif sarı,
no asit; metyonin, C 5 H 11 NO 2 S.
saydam, insan sağlığı için tehlikeli, alifatiklerden bir
metho-: Metil anlamında bir önek.
halokarbon; Simg.CH3Br; 0°/0°C'de öz.ağ. 1,732;
method: Bir işlemi yürütmek veya başarmak için özel
k.n. 4,6°C; d.n.-95°C; suda % 1,7 oranında çözü
bir yol; metot; yöntem.
nür; gemilerde çevre sıcaklığı veya altında ve atmos
method of measurement: Ölçme yöntemi veya meto
fer basıncı veya üzerindeki basınçla taşınır.
du.
methyl carbinol: Bkz. ethyl alcohol.
method of sampling: Numune veya örnek alma me
methyl chloride: Sıkıştırıldığı zaman tatlı, renksiz,
todu ya da yöntemi.
eter kokulu bir sıvı olan bir gaz; metil klorür, CH3CI;
methodology: Yöntembilim.
soğutucu ve lokal anestezik (yerel uyuşturucu) ola
methyl: Metil alkolde olduğu gibi, sadece bileşimler
rak kullanılır.
de bulunan fek değerli karbonlu hidrojen kökü,
methyl cyanide: Sıv. Yük. metil siyanür; asetonitril; si-
CH 3 ; metil; Me kısaltması ile belirtilir.
yanometan; etannitril; sıvı ve buhar halinde zehirli,
methyl acetate: Sıv. Yük. metil asetat; yangın tehlike
etere benzer hoş kokulu, renksiz, alifatik ailesinden
si olan, güzel kokulu, renksiz, insan sağlığı için tehli
bir nitril; Simg.CH 3 N ; 20°/20°C'de öz.ağ.
keli, alifatiklerden bir ester; Simg. CH3 COOCH 3 ;
0
20 /4°C'de öz.ağ. 0,9272; k.n.57°C; d.n.-98,05°C; 0,7868;
k.n. 81,6°C; d.n.-41°C; suda tümü ile çözünür; gemi
suda yaklaşık % 30 oranında çözünür; gemilerde
lerde çevre sıcaklığı ve atmosfer basıncında taşınır.
çevre sıcaklığı ve atmosfer basıncında taşınır; sol
methylene: 1) sadece bileşiklerde bulunan iki değerli
karbonlu hidrojen kökü; metilen, CH 2 . 2) Wad. Ola.
vent ya da çözücü olarak kullanılır. metanol veya metil alkol.
methyl acrylate: Sıv. Yük. metil akrilat; akrilik asit me methylene blue: Siyanür zehirlenmelerinde vb. anti-
til ester; yangın oluşturan, kolayca polimerize olan, dot ya da panzehir ve bakteriyolojik boya olarak kul
buharları zehirli, keskin kokulu, renksiz, insan sağlı lanılan mavimsi yeşil bir anilin boya; metilen mavisi;
ğı için zararlı, alifatiklerden bir ester; Simg.H 2C: CH- blö dö metilen, C 1 6 H 18 N 3 CIS.3H 2 0.
COOCH3; 20°/20°C'de öz.ağ. 0,9574; k.n. 80,5°C; methylene chloride: Buharlan yanıcı olmayan, hava
d.n.-77°C; suda % 5,2 oranında çözünür; gemilerde ile karıştırıldığında patlamayan, renksiz bir sıvı; meti
çevre sıcaklığında ve yaklaşık olarak % 2 oranında len klorür; buhar halinde iken anesteziktir.
inhibitor ile ve atmosfer basıncında taşınır. methyl formate: Renksiz ve yanıcı bir sıvı; metil for
methylal: Klorforma benzer kokulu, renksiz, uçucu, mat, C 2 H 4 0 2 ; mol.ağ. 184,4; k.n.31,5°C.
yanıcı bir sıvı; metilal, CH 2 (OCH 3 )2 ; metil alkolün methyl group: Tek değerli organik bir kök; metil gru
eksik oksitlenmesi ile üretilir ve solvent (çözücü), bu, CH 3
anestezik vb. i olarak kullanılır. .
methyl alcohol: Bkz. methanol. methylic: Metil'e ait; metil kapsayan; metilden türe
methylamyl acetate: Sıv. Yük. metilamil asetat; sek- yen.
hegzil asetat; 2-metilamil asetat; metilizobütil karbi- methyl methacrylate monomer: Sıv. Yük. metil me-
nol asetat; 4-metil-2-pentanol asetat; 4-metil pentil 2- takrilat monemer; metil metakrilat; yangın ve patla
asetat; hafif ve boş kokulu, renksiz, alifatiklerden bir ma tehlikesi olan, insan sağlığı için tehlikeli, renksiz,
ester; Sim.CH 2COOH(CH 3)CH2 CH(CH 3 )2 ; akıcı ve saydam, alifatiklerden bir sıvı;
20°/20°C'de öz.ağ. 0,8595; k.n.146,2; d.n.-68,3°C; Simg.H2C:C(CH3)COOCH3; 15,5°/ 15,5°C'de
suda % 0,1 oranında çözünür; gemilerde çevre sı öz.ağ. 0,950; k.n.100,5°C; d.n. yaklaşık -48°C; suda
caklığı ve atmosfer basıncında taşınır. % 1,6 oranında çözünür; 20°C'de visk. 0,57 cP; çev
methylamyl alcohol: Sıv. Yük. metilamil alkol; 1,3-di- re sıcaklığı ve atmosfer basıncında taşınır.
metilbütanol; metil izobütil karbinol; 4-metilpen- tan- methyl-orange: Portakal sarısı renkli, suda çözünür
2-ol; M.I.B.C; yangın tehlikesi olan, insan sağlı ğı bir kimyasal madde; metil orani, (CH 3 )2 NC 6 -
için zararlı, meyva kokulu, alifatik ailesinden bir al H4 NNC 6 H 4 S0 3 Na; asit baz ayıracı olarak ve
kol; Simg.(CH 3 )2 CHCH 2 CH (CH 3 )OH; 20°/20°C'de toplam alkalinlik deneyinde kullanılır; metiloranj.
öz.ağ. 0,8079; k.n.131,8°C; d.n.90°C'nin altında; su metol: Beyaz, çözünür bir toz; metol, C 7 H g ON; hidro-
da % 1,7 oranında çözünür; 20°C'de viskozitesi sülfat içinde fotoğraf geliştirici olarak kullanılır (Tica
5,244 cP; gemilerde çevre sıcaklığı ve atmosfer ba rî marka).
metrazol: Bazı akıl hastalıklarının tedavisinde, dola-
me t r e 355 mic ro b ia l d egra d a t io
n

şım ve solunum sistemlerini uyarmak için kullanılan


bir ilâç; metrazol, C 6 H 10 N 4 (Ticarî bir marka).
metre: Bkz. meter.
metre: Radyasyonun boşluktaki 1 650 763,73 dalga
boyuna eşit uzunluk.
metric: 1) ölçüme ait; ölçmede kullanılan. 2a) ölçü bi
rimi olan metreye ait; metrik, b) metre ve gram üzeri
ne kurulu bir ölçü sistemine ait veya o sistemi belir
ten.
metrical: Ölçüme ait veya ölçümde kullanılan; metrik.
metric graduation: Metrik türden yapılmış bir taksi
mat veya bölüntü; metrik taksimat; metrik bölüntü.
metric horsepower: Metrik sistemin 736 vata (W)
eşit olan beygirgücü; 0,986595 Hp; metrik
beygirgücü;
Ps simgesi ile gösterilir.
metric hundredweight: 50 kilogram.
metrics: Mate, ölçme teorisi ya da kuramı.
metric screw thread: Metrik vida dişi; dişüstü, piç ve
dişdibi çapları mm türünden olan vida dişi.
metric system: Uzunluk birimi metre (m), kütle biri
mi kilogram (kg) ve zaman birimi saniye (s) olan bir
ölçü sistemi; metrik sistem.
metric t on: 1000 kilogram veya 2204,62 libre ya da
0,984 büyük ton Bkz. long ton veya 1,1023 küçük to
na Bkz. short ton eşit olan bir ağırlık birimi; metrik
ton; M.T. kısaltması ile belirtilir.
metro: Ölçü anlamında bir önek.
metro (Metro): Avrupa şehirlerinde kullanılan yeraltı
treni; metro.
metrological: Metrolojiye ait.
metrology: 1) tartılar ve ölçüler birimi; metroloji. 2)
tartı ve ölçüler sistemi.
metronome: Saat gibi çalışan, bir sarkacı olan ve
sar kaç üzerindeki ağırlığın yeri değiştirilerek belirli
bir tempo sürdüren, özellikle müzik aletleri (piyano
vb.) ile uygulama yapılırken tempo veya ritim
sağlayan bir cihaz; metronom.
-metry: işlem, sanat veya ölçme bilimi anlamlarinda
bir sonek.
mezcaline: Bkz.
mescaline,
mezzotint: 1) bakır veya çelik bir levha üzerine klişe
çıkarma yöntemi. 2) bu şekilde yapılan klişe veya ya
pılan baskı. 3) bu yöntemle klişe yapmak.
mev: Milyon elektron voltun simgesi.
mfd.: Bkz. 1) manufactured. 2) Çoğ. microfarads.
mfg.:Bkz. manufacturing.
mfr.: Bkz. 1) manufacture. 2) manufacturer.
M g: Bkz. magnesium.
mg.: Bkz. milligram; milligrams.
MHD generator: Magnetohydrodynamic
generator.
mho: Elektriksel iletkenlik birimi; Ohm'un evrik değe
ri.
mi.: Bkz. 1) mile; miles. 2) mill; mills. 3) minute. 4)
minor.
miasma: Esk. çürüyen hayvansal ve bitkisel maddeler
den (bataklık vb. inden) çıktığı ve özellikle geceleri
havayı kirlettiği ve sıtmaya neden olduğu sanılan ze
hirli bir buhar.
miasmal: Zehirli buhar üreten; zehirli buhara ait; ze gi riş tarafı ve ana dişli çark ile pervane arasında
hirli buhara neden olan; zararlı. kulla nılan tek kolarlı ya da dlskli yatak; Misel srast
miasmatic: Bkz. yata ğı; pervanenin tepkisini üzerine alarak makineyi
miasmal. miasmic: ko rur veya türbinlerin rotorlannın eksenel klerensini
Bkz. miasmal. sa bit tutar Bkz. thrust bearing.
mica: Demir, magnezyum, potasyum vb. inin silikatla micra: Bkz. micron Çoğ.
rı; kolayca katmanlarına ayrılabilen, bir dereceye micrify: Çok küçük yapmak.
ka dar esnek, ince, kristalli, yarı saydam veya micro-: Küçük, minik, anormal derecede ufak, mikros-
-6
saydam mineraller (kompleks, karmaşık silikatlar) kopa alt, milyonda bir, 10 , 0, 000 001 anlamlarında
grubunun herhangi biri; mika; elektrik ve ısıya bir önek; mikro; u kısaltması ile belirtilir.
dayanıklıdır. micaceous: Mikaya ait, mika microampere: Elekt. amperin milyonda biri; 10" am
6

kapsayan, mika niteli ğinde veya mikaya benzeyen. per; 0,000 001 amper; mikroamper.
mica insulator: Elekt. doğru akım (DC) makinelerinin microanalysis: Çok küçük miktarların analizi ve sap
kollektörlerinin bakır dilimleri arasına konulan ve tanması; mikroanaliz.
komşu iki bakır dilimin kısa devre yapmasını önle micro-babbit bearing: Babit kalınlığı kol yataklarında
yen yalıtkan; mika izolatör. 0,05-0,127 mm (0,002-0,005"), palamar yataklarında
micanite: Bkz. mica. 0,1016-0,1778 mm (0,004-0,007") olan yataklar; mik-
micanite insulation: Bkz, mica insulator. robabit yataklar; ince babitli yataklar.
mica protector: Mika korucu; ısı ve elektriğe karşı microbalance: Küçük kütleleri çok duyarlı bir biçim
ko ruyucu olarak kullanılan mika. de ölçen bir cihaz; mikro terazi.
micarta bearing: Den. şaft kovanlarında Bkz. 2
microbar: Ses biliminde kullanılan ve din/cm 'ye eşit
stern tube pelesenk yerine kullanılan levha olan bir basınç birimi; mikrobar.
halinde plâs tik bir maddeden yapılan yatak; microbarograph: Atmosfer basincindaki çok küçük
mikarta yatak. micelle (micell): Kimy. kompleks değişimleri kayıt etmek için kullanılan bir barograf;
veya karmaşık mo leküllerin oluşturduğu, jöle mlkrobaroğraf.
şeklindeki koloitlerin ya pısal birimi; misel: microbial: Mikroplara ait, ilişkin veya mikroplardan
Kimyasal özellikleri değişmeksi- zin ölçüsü gelen ya da kaynaklanan.
değişebilir ve kristal özelliklerine sahip olabilir. microbial degradation: Mikroplardan gelen veya kay
Michel! bearing: Bkz. Michell thrust bearing. naklanan bozulma veya bozunma.
Michell thrust bearing: Buhar türbinlerinin buhar
microchemistry 356 microscopy
micrometer calipers.
microchemistry: Mikroskopik miktar veya maddele micrometer calipers (or caliper): Çok duyarlı ölçüm
rin kimyası; mikrokimya. ler yapmak için kullanılan, mikrometre vidalı bir çap
microcircuit: Bkz. integrated circuit: Entegre devre; ölçer; mikrometre.
mikro devre. micrometer screw: Mikrometre vb. terinde kullanılan,
microcline: Feldispat ailesinin grimsi, sarımsı, yeşilim belirli hatvede (piçte) çok ince diş çekilmiş ve
si veya kırmızımsı minerali; potasyum alüminyum sili 0,0001 inç'e (0,0025 mm'e) kadar ölçümler sağlayan
kat, KalSl3O8; cam parlaklığında olup volkanik kaya vida; mikrometre vidası.
larda görülür; mikroklin. micrometer screw gauge: Bkz. micrometer.
microcomputer; Mikrobilgisayar. micrometer valve: Bazı buhar kazanlarının püskürtü-
microcosmic: 1) beyaz, kristalli bir tuzu veya sod cüleri üzerine yerleştirilen ve püskürtme basıncının
yum amonyum hidrojen fosfatı belirtir. Na(NH4)H- elle ayarlanmasına yarayan valf; mikrometre valf.
P0 4 .4H 2 0; metal oksitleri denemede, üfleç analizle micrometry: Mikrometrelerle ölçülen.
-1 2
rinde ayıraç vb. i olarak kullanılır; mikrokozmik; in micromicrofarad: 10 farad'a eşit olan bir elektrik
san idrarından elde edilir. sel kapasite birimi; mikromikrofarad.
6
microcosmical: Bkz. microcosmic. micromicron: 1 mikronun milyonda biri; 10" mikron;
-1 2
microcrystalline: Sadece mikroskop ile görülebilen 10 metre; mikromikron; u u kısaltması ile belirtilir.
kristal yapısı olan; mikro kristalli. micron: 1) metrenin milyonda biri; 1 milimetrenin bin
microcurie: 1 kürinin milyonda biri; 0,000 001 küri; de biri; Simg. u 2) Fiz. Kimy. çapı 0,01-0,0001 mili
mikroküri. metre arasında değişen bir partikül veya parçacık;
microdensitometer: Fotoğrafik bir görüntünün yo mikron şeklinde de yazılır.
ğunluğunu ölçmek için kullanılan bir cihaz; mikrofo- micro organisms: Mikroskopik canlılar veya organiz
tometre. malar; minik canlılar, yaratıklar.
microdetector: Çok küçük miktardaki bir elektrik akı microphone: Elektrik akımının değişimlerini elektro
mı veya çok küçük değişimleri ortaya çıkarmak için manyetik dalgalara çevirerek sesi ileten veya zayıf
kullanılan bir cihaz; mikrodetektör. sesleri yükseltmek için telefon, radyo vb. lerinde kul
microfarad: Farad'ın milyonda biri; 0,000 001 Farad; lanılan bir cihaz; mikrofon.
mikrofarad; mf, mfd kısaltmaları ile belirtilir. microphonic: Mikrofona benzeyen; mikrofona ait ve
microfilm: 1) kolay depolamak veya nakletmek için ya onun tabiatında olan.
doküman, basılı sayfa vb. lerinin fotoğraflarının bu microphotography: 1) ayrıntılarını görmek için genel
lunduğu fotoğraf filmi; mikrofilm. 2) mikrofilmde üret likle büyütülmesi gereken çok küçük bir fotoğraf;
me. 3} mikrograf. 4) mikrofilme fotoğraf çekmek. mikrofotoğraf. 2) bir mikroskop yardımıyla çekilen fo
microgram (microgramme): 1 gramın milyonda biri; toğraf. 3) mikrofilmden basılan büyütülmüş fotoğraf.
0,000 001 gram; 1000 miligram; Simg. u g. microprint: Oldukça büyük yazılı bir madde veya ba
microgram: Bkz. micrograph. sılı bir mikrografın sadece büyütücü bir cihazla oku
micrograph: 1) fevkalade küçük yazı, şekil veya oy nabilecek şekilde küçültülmesi.
ma yapmak için kullanılan bir cihaz; mikrograf. 2) microprocessor: Mikroişlemci.
bir cismin mikroskopta görülebilen fotoğrafı veya micropro|ector: Mikroskop mercek sistemi ve bir ay
şekli. 3) diyagramın çok küçük bir hareketi büyütül dınlatıcıya sahip olan bir cihaz; mikroskopik cisimle
müş görüntü şekli veren bir cihaz. rin büyütülmüş görüntülerini bir perdeye aktarmak
micrography: 1) mikroskopik cisimlerin tanımlanması için kullanılır; mikroprojektör.
veya incelenmesi; mikrografi. 2) çok küçük özellikte micropyrometer; Işık ve ısı çıkaran çok küçük cisim
yazma sanatı veya pratiği. lerin sıcaklık vb. ini saptamak için kullanılan optik
microgroove: 1) uzunçalar plâğında olduğu gibi, çok bir cihaz.
dar iğne kanalı. 2) bu tür Kanallara sahip olan plâk micros.: Bkz. microscopy.
(Ticarî marka). microscope: Mikroorganizmalar gibi çok küçük cisim
microhenry: 1) henri'nin milyonda biri; 0,000 001 leri görülebilir ve incelenebilir yapan, esas olarak
henri; mikrohenri. mercek veya merceklerin düzenlenmesi ile oluşan
microhm: Elekt. Ohm'un milyonda biri; 0,000 001 bir cihaz; mikroskop; Bkz. electron microscope.
ohm; mikro-om; kısaltması ile belirtilir. microscope, electron: Bkz. electron microscope.
microindicator: Mot. atalet etkilerini azaltmak için microscopic: 1) mikroskopsuz görülemeyecek kadar
tüm parçaları minimum ölçülerde yapılan ve 2000 küçük olan; mikroskopik; fevkalâde küçük; çok kü
rpm'ye kdar endikatör diyagramı alabilen bir cihaz; çük. 2) mikroskopa ait; mikroskopik. 3) mikroskopa
mikroendikatör. benzeyen.
microliter: 1 litrenin milyonda biri; 0,000 001 litre; microscopical: Bkz. microscopic.
mik- rolitre. microscopically: 1) mikroskop kullanımı ile; mikros
micromanometer: Çok küçük basınç değişim veya kopik şekilde; inceden inceye ve arayarak. 2) mik
dalgalanmalarını ölçmek ve gözlemek için kullanılan roskopik olarak.
bir cihaz; mikromanometre. microscopic examination: Mikroskopik inceleme ve
micromechanics: Bir atom veya molekülün bileşen ya araştırma; mikroskop ile inceleme veya araştır
parçaları gibi, çok küçük cisimlerin dinamiği; mikro- ma.
mekanik bilimi. microscopist: Mikroskop kullanan veya mikroskop
micrometer: 1) çok küçük aralıkları, açıları, çap vb. kullanımında uzman olan.
terini ölçmek için bir teleskop veya mikroskop microscopy. Mikroskop kullanımı; mikroskop yardımı
üzerin de kullanılan bir cihaz (araç); mikrometre.
2) Bkz.
mi cro se i s m 357 milliammete r

ile bulup çıkarma; rnikroskopi.


deniyle dövülebilir olan bir çeliği belirtir.
microseism: Yerkabuğunun çok hafif sarsılması; mik-
milden: Ilımlı veya daha ılımlı yapmak ya da olmak
rosizm.
mild steels: Yapısında karbon miktarı % 0,25'ten az
microtome: Mikroskop altında incelemek amacıyla
olan çelikler; yumuşak çelikler.
dokuyu ince kısımlar şeklinde kesmek vb. i için kulla
mile: 1) ABD, İngiltere vb. inde kullanılan ve 1760 yar
nılan bir alet; mikrotom.
da, 5260 fit, 63 360 inç veya 1609, 94 metreye eşit
microtomic: Mikrotom veya mikrotomiye ait.
olan bir uzunluk birimi; mil. 2) Coğr. (deniz veya ha
microtomy: Mikroskop altında incelenmek üzere, mik
va) mili; Uluslararası 1954 antlaşmasına göre
rotom kullanılarak ince dilimler hazırlama sanatı;
6076,10333 fit veya 1852 metreye eşittir.
mikrotomi.
mileage: 1) her mil başına (belirli bir miktar ödene
microvolt: 1 voltun milyonda biri; 0,000 001 volt; mik-
cek şekildeki) gezi ücreti. 2) gezi veya demiryolu
rovolt; uv simgesi ile belirtilir.
yük vagonları için mil başına gider ya da ücret. 3)
microwatt: 1 vatın milyonda biri; 0,000 001 vat; rnikro
mil olarak toplam mesafe veya seyahat edilen top
vat; uW kısaltması ile belirtilir.
lam mil sayısı; mileage şeklinde de yazılır.
microwaves: Kısa dalga boyunda ve nispeten yüksek
miies per gallon: Bir taşıt aracının bir galon (3,78 lt.)
frekanslı radyo dalgaları, özellikle 1 metreden daha
yakıtla aldığı mil türünden mesafe; mil/litre.
küçük boyda olan dalgalar; mikrodalgalar; radar ve
miles per hour: Den. saatte mil olarak hız; Den. knot
iletişimde kullanılırlar.
olarak da kullanılır.
mic valve: Bkz. micrometer valve.
mil-foot: 304,8 mm boyunda ve 0,0254 mm çapında
mid-: Orta ya da ortadaki kısım anlamlarında bir
yuvarlak tel (boyu 1 fit ve çapı 1 mil olan tel, ABD).
önek.
milker: Süt sağma makinesi.
mid: Bkz. 1) middle, 2) midshipman.
milk of magnesia: Magnezyum hidroksitin Mg(OH) 2
middle: 1) ortasında; merkezinde; ortalama; orta; ara
sudaki çözeltisi olan süt beyazı bir sıvı; müshil ve an-
sında. 2) ortasından katlamak veya bükmek (halat
tasit (mide ilâcı) olarak kullanılır; magnezyum sütü.
vb. i).
milk sugar: Sütten elde edilen bir şeker; laktoz,
middle oil : Kömür katranının damıtılması sırasında
C H O HO
yaklaşık 200-250°C'de elde edilen bir ürün; orta 12 22 11. 2

yağ. Milky Way: Astr. geceleri gökte (uzayda) görülen, sa


middel perpendicular: Gem. Inş. orta kaime; baş ve yısız yıldız ve nebülözden oluşan, teleskopsuz görül
kıç kaimeler arasındaki orta yer, kısım veya istas meyen geniş, hafif ışıklı bir şerit; Samanyolu; galak
yon. si.
middle-sized: Orta boya ait. mill: 1) döner dişli bıçağı olan bir freze tezgâhında iş
middy: Bkz. midshipman. lemek; tahılı öğüterek una çevirmek için kullanılan
midship: Bir geminin ortasına makineli bir bina; un değirmeni. 2) tahıl öğütme ma
ait. kinesi; değirmen. 3) herhangi bir katı maddeyi öğü
midshipman: 1) ABD Bahriyesinde asteğmen rütbesi ten veya pulverize eden bir makine: Kahve değirme
için eğitilen bir öğrenci, özellikle Annapolis Deniz ni gibi. 4) metal yüzeyleri, metal para vb. terini bas
Harp Okulu öğrencisi. 2) deniz talebesi ile asteğ mak, şekil vermek, parlatmak vb. i için kullanılan tür
men arasındaki bir rütbeye sahip olan ingiliz deniz lü makinelerden herhangi biri. 5) herhangi bir şeyi
subayı. 3) İngiliz savaş gemilerine subay atanmak imal eden makinelerle donatılmış bir bina veya bina
üzere eğitilen genç. lar grubu; fabrika; tekstil imalâthanesi; demirhane;
midship beam: Bîr geminin ona kısmının en büyük ki haddehane. 6) öğütmek, işlemek, şekil vermek; par
rişi veya kemeresi. latmak vb. i.
midshipmite: Bkz. midshipman. mill bastard: Enine kesiti dikdörtgen şeklinde olan,
midships: Bkz. amidships. ucu konik ve tek sıra dişleri olan eğe.
midship section: Bir geminin orta kısmının kesiti; milled: Öğütülmüş; işlenmiş; frezelenmiş.
mastori kesiti. milled edge: Freze edilmiş veya işlenmiş kenar.
migrate: Göç. millenarian: Bin yıl ya da seneye ait.
migration: Kimy. a) bir ya da daha fazla atomun, mo millenary: 1) 1000'e ait veya özellikle bin yıla ait veya
leküldeki durumundan bir başkasına yer değiştirme bin yıldan oluşan; bin yıllık devre. 2) bin; 1000. 3)
si, b) elektromotor kuvvet etkisi altında iyonların bir bin yıl. 4) bininci yıldönümü.
elektrot veya diğerine doğru hareketi; göç. millenial: Bin yıla alt.
migration, atomic: Bir moleküldeki atom veya atomla- millenium: 1) bin yıllık bir süreç. 2) herhangi büyük
rin durumundaki değişme; atomik göç. bir süreç ya da periyot.
mike: Bkz. microphone. miller: 1a) değirmen makinesi, b) böyle bir makinede
mikron: Bkz. micron. kullanılan bir alet. 2) değirmeni olan veya özellikle
mil: 1) 0,001 ince (25,4001 mikron) eşit olan bir uzun un değirmeni çalıştıran .kişi; değirmenci.
luk birimi; tel çaplarının ve dirençlerinin ölçümünde millerite: Pirince benzer sarı renkli, kristalli bir mine
kullanılır. 2) mililitre; litrenin binde biri; santimetre ral; doğal nikel sülfür, NiS.
3 millesimal: 1) binde bir. 2) binde bire ait veya binde
küp (cm ). 3) Ask. a) bir dairenin çevresinin
birlerden oluşan.
1/6400'üne eşit olan ve ateşli silahlann ateşlenmesi -3
milli-: Bir şeyin binde biri, 10 (0,001, 1/1000) anlam-
için kullanılan bir açı birimi: Artillery mil. b) fazla
larinda bir önek; miti; m kısaltması ile belirtilir.
kullanılmayan ve 1,018 mil'e eşit olan bir birim.
milage: Bkz. mileage. miiJiammeter: Miliamper türünden elektrik akımları
mild: Metal, dayanıklı, fakat düşük karbon yüzdesi ne nın şiddetini ölçmek için kullanılan bir cihaz; miliam-
milliam per e 358 mine ra l aci d s

permetre.
milivoltmetre. 3) Bkz. miilivoltmeter.
miiliampere: Bir amperin binde biri; 0,001 amper;
-3 milliwatt: 1 vatın binde biri; 0,001 vat; milivat; mW kı
1/1000 amper; 10 amper; mA kısaltması ile belirti saltması ile belirtilir.
lir; miliamper.
6 millrun: Öğütülerek mineral içeriği ölçülen cevher
millard: Milyar; bin milyon; bilyon; 10 . miktarı. 2) böyle bir deneyden elde edilen mineral.
military: Esk. Roma miline (1620 yarda, 1482,3 m) ait. Mills bomb (or grenade): Ağırlığı yaklaşık 1,5 libre
millibar: Atmosfer basıncının ölçüm birimi; milibar; (680 g) olan yüksek patlayıcılıkta bir el bombası.
2
1000 din/cm ; bar'ın binde biri; 1/1000 bar; 0,001 mill planer: Tomruk ya da kütük planya makinesi.
bar. mill scale: Kazan saçları üzerinde oluşan bir katman;
millicurie: Bir Küri'nin binde biri; 0,001 küri; miliküri. demir oksit katmanı.
millier: Metrik ton; 1000 kilogram millstone: 1) yuvarlak bir çift taştan herhangi biri; de
millifarad: Bir Farat'ın Bkz. Farad binde biri; milifarat; ğirmen taşı. 2) bunun için kullanılan taş; çoğu za
mF kısaltması ile belirtilir. man sert kumtaşı. 3) öğütülen, pulverize edilen veya
milligram (milligramme): Bir gramın binde biri; kırılan bir şey.
1/1000 gram; 0,001 gram; mg kısaltması ile belirtilir. mill wheel: Bir değirmende makineyi çalıştıran çark,
millihenry: 1 Henri'nin binde biri; 0,001 henri; mili- teker; çoğu zaman su tekeri.
henri. millwork: 1) bir tezgâhda yapılan şey veya madde;
millilambert: 1/1000 lamberte eşit olan bir aydınlat özellikle planya tezgâhında yapılan kapılar, pencere
ma birimi; mililambert. ler vb. 2) bir takım tezgâhında yapılan iş.
milliliter (millilitre): Metrik sistemde kullanılan bir ha mimeograph: 1) yazılı, basılı maddeler ya da çizimler
3
cim birimi; litrenin binde biri; 1,000027 cm ; 0,06102 den kopya çıkarmak için kullanılan bir makine; bir
3
inç ; mililitre; mi kısaltması ile gösterilir. tür teksir makinesi (Ticari bir marka). 2) böyle bir
millimass unit: Bir atomik kütle biriminin binde biri. makine ile kopyalar çıkarmak.
millimeter (millimetre): Metrenin binde biri; 1/1000 min.: Bkz. mineralogical. 2) mineralogy. 3) minim;
m; 0,001 m; 0,3937 inç; mm kısaltması ile belirtilir. minims. 4) minimum. 5) mining. 6) minor. 7) mi
millimho: Bir mo(mho)'nun binde biri; 0,001 mho; mi- nute; minutes.
limo. mine: 1) metal cevherleri, kömür, kıymetli taşlar, tuz
millimicron: Bir mikronun binde biri; 1/1000 mikron; veya belirli diğer mineralleri çıkarmak için toprakta
0,001 mikron; bir milimetrenin milyonda biri; 0,000 açılan geniş kazı; maden. 2) böyle bir maddenin top
001 mm; 10 angstrom; milimikron; m.u; kısaltması ile rak ustu binaları, girişleri, asansörleri vb. i. 3) cev
her, kömür vb. i katmanı. 4) toprağa gömülen veya
belirtilir ve ışık dalgaları vb. inin ölçü birimi olarak
denize konularak düşman taşıt araçları ve gemilerini
kullanılır.
tahrip eden mayın; kara ve deniz mayını. 5) maden
millimole: Bir molün binde biri (0,001 mol,
ocağı kazmak; özellikle: a) topraktan çıkarmak için
mol/4000); milimol; titrasyon hesapları için faydalı
cevher, kömür vb. i kazmak. 6) toprak veya suya
dır.
patlayıcı mayınlar yerleştirmek. 7a) cevher, kömür
milling: Metal vb. ini kesme, işleme veya imal etme iş vb. i için toprağı kazmak. 8) düşman tesislerinin altı
lemi veya ticareti. na tünel kazmak. 9) patlayıcı mayın ya da mayınlar
milling cutter: Freze tezgâhlarında diş açma, kesme la tahrip etmek veya tahrip etmeyi denemek.
vb. i için kullanılan bıçak; freze bıçağı.
mine detector: Gömülü patlayıcı mayınların yerini bul
milling machine: Metal parçalarını kesmek, diş çek mak için kullanılan elektromanyetik bir cihaz; mayın
mek, dişli yapmak vb. i için kullanılan bir takım tez detektörü.
gâhı; freze tezgâhı; freze makinesi. mine field: Patlayıcı mayınların arazi veya suya yer
million: 1) bir milyon; 1 000 000. 2) dolar, sterlin, leştirildikleri yer; mayınlı alan; mayın alanı ya da sa
frank, lira vb. i bir milyonluk para birimi. 3) belirsiz hası.
fakat çok büyük sayı; pek çok. mine-layer: Suya, özellikle denize mayın dökmek
million electron volt: Nükleer fizikte kullanılan ve bir üzere teçhiz edilmiş veya donatılmış gemi; mayın ge
6
milyon (10 ) elektron volta (eV) eşit olan bir birim; misi.
MeV kısaltması ile belirtilir. miner: 1) görevi bir maden ocağında kömür, cevher
millionfold: Milyon misli; milyon kat. vb. ini kazmak olan kişi; madenci. 2) Ask. mayın dö
millionth: 1) bir milyonluk bir dizide en son gelen; şeyen er.
milyonuncu. 2) bir şeyin milyon eşit parçasından mineral: 1) doğal olarak toprakta görülen (renk, sert
herhangi birini belirten. 3) bir serinin milyonda biri. lik ve kristal yapı vb.) fiziksel özelliklere sahip ve bi
4) bir şeyin milyon eşit parçasından herhangi biri. leşimi bir kimyasal formülle belirtilebilen inorganik
milliroentgen: 1 röntgen'in binde biri; 0,001 röntgen; bir madde; mineral; madensel; madenî; bazan orga
miliröntgen. nik kökenli benzer maddeler için de kullanılır: Örne
millisecond: Bilg. Say. bir saniyenin binde biri; 0,001 ğin kömür. 2) doğal olarak görülen, hayvansal ya
saniye; milisaniye. da bitkisel olmayan herhangi bir madde. 3) mineral
millivolt: Bir voltun binde biri; 1/1000 volt; 0,001 volt; ya da minerallere ait; mineral ya da mineraller kap
milivoit. sayan; mineral veya minerallerden oluşan. 4) mine
millivoltmeter: Voltun binde birini (0,001 voltu) ölçe rallerle doyurulmuş, örneğin maden suyu Bkz. mine
cek şekilde düzenlenmiş gerilim ölçer; milivoltmetre. ral water gibi.
millivolt potentiometer: 1) voltun (gerilimin) binde bi mineral: Bkz. 1) mineralogical. 2) mineralogy.
rini ölçen bir ölçü cihazı. 2) yüksek sıcaklıkların ölçü mineral acids: Kuvvetli inorganik asitler; mineral asit
münde kullanılan °C veya °F'ye bölüntülü gösterge; ler, örneğin hidroklorik asit ya da tuz asidi, HCI.
mine raliz a t io n 359 mi rro r imag e

mineralization: Mineralleştirme; mineralleştirilmiş küçük miktar, sayı veya derece; minimum; en az; as
olan. garî. 2) erişilen veya kayıt edilen en düşük derece
mineralize: 1) maden cevherine dönüştürmek (bir veya nokta (sıcaklık gibi değişken); değişimin en alt
metali): Hava etkisinde demir, demir oksite dönüşür sınırı. 3) mümkün olan, müsaade edilen veya erişi
gibi. 2) minerale dönüştürmek (bir organik madde len en küçük. 4) minimum ya da minimuma alt.
yi). 3) minerallerle doyurmak (su vb. i). 4) incele minimum clearence: Bir yatak, silindir, segman vb.
mek için mineral toplamak ya da araştırmak. inde müsaade edilen en küçük boşluk; en az, asgarî
mineralizer: Bir cevher oluşturmak üzere bir metalle ya da minimum boşluk veya klerens.
kimyasal olarak birleşen, arsenik gibi, bir element. minimum pressure: En düşük, en az veya minimum
2) minerallerin kristalleşmesine yardım eden çok basınç.
uçucu bir madde; mineralleştirici. minimum thermometer: Günün en düşük sıaklığını
mineral jelly: Petrol jölesi; arı ya da saf vazelin. kayıt eden sıcaklık ölçer; minimum termometre.
mineralogical: Mineraloji bilimine ait. minimum volume: Mot. piston üst ölü noktada iken,
mineralogist: Mineraloji dalında uzman; mineraloji piston kafası ile silindir kapağı arasında kalan ha
uzmanı. cim; minimum hacim; klerens hacmi; ölü hacim.
mineralogy: 1) mineraloji bilimi; madenler bilimi. 2) mining: 1) maden cevheri, kömür vb. ini maden oca
Çoğ. mineraller hakkında bir kitap. ğından çıkarma işi ya da işlemi; madencilik. 2) patla
mineral oil: Madenî kökenli olan herhangi bir yağ; sı yıcı mayın döşeme işi veya işlemi.
vı petrol türevi; madenî yağ; özellikle: a) petrol, b) minitrack: Bir uydudaki vericiden (transmiterden) alı
petrolden türeyen ve müshil olarak kullanılan türlü nan işaretlerle uydunun yörüngesindeki hareketini iz
renksiz, tatsız yağlardan herhangi biri. lemede kullanılan bir sistem.
mineral pigment: Mineral boya; metalik veya madenî minium: 1) parlak kırmızı (renk). 2) kırmızı kurşun ok
boya. sit, Pb 3 0 4 ; kırmızı kurşun Bkz. red lead adı da veri
mineral pitch: Doğal asfalt. lir.
mineral spring: Doğal maden suyu kaynağı. minor: 1a) ölçü, miktar, sayı veya boyca daha az
mineral tar: Siyah, yarı katı, petrol ile asfalt arası kı olan. b) rütbe veya önemi daha küçük. 2) ölçüsü kü
vamda bir bitüm (katran, zift); madenî katran. çük; küçük miktar, sayı veya boy. 3) önemsiz.
mineral water: Doğal veya yapay olarak maden tuzla minor diameter: 1) bir elipsin küçük çapı; minör çap.
rı veya gazlarla donatılmış su; maden suyu. 2) bir vida, cıvata, dişli vb. inin diş dibi çapı.
mineral wax: Bkz. ozocerite. minority: 1) daha az parça veya daha küçük sayı; bir
mineral wool: Eritilmiş cüruf ve camdan yapılan, bina bütünün yarısından daha küçük olan; azınlık; karşıtı
ların duvar yalıtımında kullanılan lifli bir madde; ma çoğunluk Bkz. majority.
denî yün. minus: 1) eksi; çıkarma işlemi yapılarak azaltılmış. 2)
mine sweaper: 1) düşman mayınlarını denizde tahrip çıkarmayı gösteren. 3) negatif. 4) çıkarma işareti (-).
edecek şekilde donatılmış savaş gemisi; mayın tara 5) negatif miktar.
ma gemisi. 2) askerî tankların ön kısmına bağlanan minus sign: Mate, çıkarma veya negatif miktar belir
ve mayınları patlatan ağır bir silindir. ten bir işaret; çıkarma işareti (-).
mingle: 1) beraberce karıştırmak; birleştirmek; har minute: 1) bazı belirli birimlerin altmışta biri; özellikle:
man etmek; birleşik yapmak. 2) karışım, harman vb. a) bir saatin altmışta biri; dakika; altmış saniye, b)
i olmak. 3) birleşmek, birleştirmek veya diğerlerine bir derecenin 1/60'ı; dakika; 60 saniye; (') işareti ile
katılmak. belirtilir. 2) çok kısa zaman süreci; an; lâhza. 3) za
miniature: 1) çok küçük ölçekli kopya ya da model; manda belirli bir nokta. 4) saat tutmak.
minyatür. 3) çok küçük ölçekte yapılmış. minute: 1) çok küçük; minik. 2) küçük öneme ait ya
miniature camera: Genişliği 35 mm veya daha az da önemsiz. 3) dakik; duyarlı.
film kullanan kamera veya fotoğraf makinesi; minya minute gun: Tehlike işareti veya cenaze merasiminin
tür kamera. bir parçası olarak bir dakikalık aralarla ateş eden
miniaturize: Elektron tüpleri yerine transistörler kulla top.
nılarak daha küçük, daha derli toplu (askerî ve en minute hand: Saatlerin dakikaları gösteren büyük ak
düstriyel) cihazlar yapmak. rebi; yelkovan.
minicomputer: Minibilgisayar. minutely: 1) bir dakikalık aralarla görülen ya da vuku-
minify: Daha küçük, daha küçük görünür veya daha bulan. 2) çok sık veya sürekli görülen veya vukubu-
az önemli yapmak; karşıtı büyütmek Bkz. magnify. lan. 3) her dakika. 4) sık; sürekli.
3
minim: 1/60 sıvı dramı, 0,06161 mm 'e eşit olan veya minuteness: Aşırı derecede küçük olan.
en küçük sıvı ölçüm birimi ya da yaklaşık bir damla. mip: Bkz. mean indicated pressure: Ortalama endi-
2) çok küçük herhangi bir şey; minik parça. ke basınç.
minima: Bkz. minimum Çoğ. mirage: Farklı sıcaklık ve yoğunluktaki hava katmanla
minimal: En küçük veya en az mümkün; en aşağı; mi rından geçen ışığın kırılmasının neden olduğu ve bir
nimal. gemi, vaha vb. inin çok yakın ve ters oluştuğu optik
minimize: 1) minimuma kadar azaltmak; mümkün görüntü; serap.
olan en küçük miktar, derece vb. ine kadar azalt mirror: Cisimlerin görüntülerini yansıtan camdan ya
mak. 2) mümkün olan en küçük miktar, değer veya pılmış, arka yüzü gümüş, sır vb. i kaplı cam parçası;
önemi olmak için tahmin etmek veya görünür yap ayna; ayna gibi yansıtmak.
mak. mirror image: Bir aynada gerçek görüntünün ters
minimum: 1) müsaade edilen veya mümkün olan en oluşması; sağ taraf solda veya bunun tersi görüntü;
misalign 360 modificatio n

ayna görüntüsü.
tamsayılı bayağı kesir.
misalign: Yanlış ayarlamak.
mixed pressure cycle: Bkz. Sabathe cycle, mixed
misaligned: Yanlış ayarlanmış.
cycle.
miscalculate: Yanlış (olarak) hesaplamak.
mixer: 1) gaz makinelerinde giriş borusu üzerinde bu
miscalculation: Yanlış hesaplama.
lunan, hava yakıt karışımı sağlayan ve onunla silin
misch metal: Seryum'un diğer nadir toprak metaller
dirleri besleyen özel bir cihaz; karıştırıcı. 2) karıştı
le oluşturduğu piroforik alaşım; çakmaktaşı yapımın
ran şey veya kişi; yiyecekleri karıştırmak için kullanı
da kullanılır.
lan bir mutfak aleti; mikser. 3) beton, mıcır, asfalt
miscibility: Kolayca karışabilir olma durumu veya ni
vb. ini karıştıran makine; betonyer.
teliği.
mixer tube: Sinyal frekansını yerel titreşim frekansı
miscible: Karıştırılabilir; kolayca karaştırılabilir.
ile karıştırarak ara frekans üretmek için radyo alıcıla
misfire: Uygun zamanda veya doğru olarak tutuştura-
rında kullanılan bir vakum tüpü; karıştırma tüpü.
mamak; yanlış ateşlemek; teklemek.
mixing: Karıştırma.
misfiring: Yanlış ateşleme; tekleme.
mixing tank: Diz. Mot. farklı viskozitede (biri fuel oil
mispickel: Bkz. arsenopyrite.
ve diğeri diesel oil olan) iki yakıtı karıştırarak yeni
misshape: Kötü olarak şekil vermek; deforme olmak.
bir yakıt elde edilmesini sağlayan depo; karıştırma
missile: 1) bir silahtan atılan veya ateşlenebilen; el
tankı.
bombası. 2) mermi, kurşun, mızrak vb. i gibi atıl
mixture: 1) karıştırma; karıştırılmış. 2) Kimy. iki veya
mak, fırlatılmak veya ateşlenmek, için dizayn edilen
daha fazla element kapsayan bir madde; karışım. 3)
bir silah ya da diğer bir madde. 3) Füze: Kıtalararası
Mot. hava ve yakıtın belirli oranlarda karıştırılmasıyla
balistik füze gibi. 4) güdümlü mermi.
elde edilen; hava-yakıt karışımı gibi.
missing: Bilgisay, 1) eksik. 2) atlanmış.
mixture, air fuel: Bkz. air fuel mixture.
mist: 1) toz, duman, gaz vb. i bulutu. 2) herhangi bir
mixture, lean: Bkz. lean mixture.
sıvının bir gaz içinde askıda oiuşu.
mixture, normal: Bkz. normal mixture.
mist detector: Bkz. oil mist detector.
mixture ratio: Benz. Mot. hava ile yakıtın oluşturduğu
misusage: 1) hatalı kullanım; yanlış uygulama. 2) kö
karışımdaki havanın yakıta oranı; normal karışımda
tü ya da kaba muamele.
15, 12/1, fakir karışımda 16-17/1 ve zengin karışım
misuse: 1) yanlış ya da hatalı kullanmak; yanlış uygu
da 12-13/1 değerlerindedir.
lamak. 2) kötü veya kaba muamele etmek. 3) kötü
mixture, rich: Bkz. rich mixture.
veya yanlış kullanma. 4) kötü ya da kaba muamele.
mks system: Fiz. esas birimleri metre, kilogram ve sa
miter: 1) yağmur girmesine engel olan fakat dumanın
niye olan ölçü sistemi; mks sistemi.
atmosfere gitmesine izin veren baca şapkası. 2) iki
ml.: Bkz. milliliter; milliliters.
parçanın 45°'lik açı ile 90°'lik bir köşe, oluşturacak
mm: Bkz. millimeter; millimeters.
biçimde birbirine bağlanması; köşe pinyonu; mitar
M.M.: Bkz. master mechanic.
joint olarak da kullanılır. m.m.f.: Bkz. magnetomotive force.
miter box: 45°'lik açıda geçme yapmak için, ağaç
mmfds.: Bkz. microfarads.
kesmede gayıt olarak kullanılan bir cihaz.
Mo: Bkz. managanese.
miter square: Ağızları arasında 45° olan veya herhan
Mn: Bkz. molybdenum.
gi bir açıya ayarlanabilen, 45°'lik bağlantıda işaret mnemonic: Bilgisay. anımsatıci.
koymak için kullanılan bir araç.
mobile: 1) hareket edebilen; hareketli; kolayca akabi-
mitis casting: 1) dökme demir ve alüminyum karışı
len (sıvılar için). 2) Ask. kolaylıkla hareket etme ve
mından dövülebilir döküm yapımı yöntemi. 2) bu yol
ya çabuk nakledilme yeteneğinde olan.
ile yapılan bir döküm.
mobility: Hareket etme durumu veya niceliği.
mitre: Bkz. miter.
mod.: 1) moderate. 2) modulus.
mix: 1) birleştirmek; birleşmeye neden olmak. 2) ka
model: 1) bir bina, gemi vb. i gibi, bir maddenin takli-
rışmak; karıştırmak; harman olmak; katmak. 3) karış
ti veya ölçekli yapılmış küçük bir kopyası; model.
tırma veya karışmış olan. 4) karışım.
2a) modelini yapmak, b) modelden sonra tasarla
mixed: 1) karıştırılmış; harman edilmiş. 2) farklı veya
mak, oluşturmak veya dizayn etmek. 3) model ya
bağdaşmaz parçalar, elemanlar, ırklar, sınıflar vb. in
da modeller yapmak. 4) örnek; numune; kalıp.
den oluşturulan; karışım.
model test: Küçük öçekteki modellerle yapılan de
mixed-base oils: Hem parafin ve hem de asfalt kö
ney; model deneyi veya tecrübesi.
kenli yağ kapsayan yağlar; karışık kökenli yağlama modem: Bilgisay. modem.
yağları. moderate: 1) ılımlı; mutedil; sakin veya durgun; şid
mixed cycle: Modern dizel makinelerinin çevrimi; çift detli olmayan. 2) orta niteliğe ait. 3) ılımlı olmaya ne
yanmalı çevrim; karışık çevrim; Sabathe çevrimi; den olmak; daha az aşırı, şiddetli vb. i olmak. 5) ılım
yanmanın sabit hacim ve sabit basınçta gerçekleşti lı olmak.
ği kuramsal ya da teorik çevrim.
moderation: Yavaşlama; bir partikülün, genel olarak
mixed-flow pumps: Pompalama işinin kısmen mer
bir nötronun, çekirdeklerle çarpışmaları sonucu ya
kezkaç kuvvet ve kısmen pervane etkisi ile yapıldığı
vaşlaması.
tulumbalar; karışık akımlı pompalar.
moderator: Nük. Fiz. bir reaktörde nötronları yavaşlat
mixed-flow turbine: Diz. Mot. bazı aşırı doldurucula
mak için kullanılan, grafit veya ağır su gibi bir mad
rın aksiyon ve reaksiyon kademelerinden oluşan
de; moderator; yavaşlatıcı.
kombine türbini; karışık akımlı türbin.
modificable: Değiştirilebilir.
mixed number: Bir tam sayı ve kesirden oluşan sayı;
modification: Değiştirme veya değiştirilmiş; özellikle:
modified 361 mold
ya nem gidericiye yerleştirilen bir cihaz; nem göster
a) bir benzin motorunun değiştirilmesi gibi, şekilde ki gesi.
kısmi veya ufak bir değişiklik; tadilât, b) böyle de moisture proof: Nem ya da rutubete dayanıklı; rutu
ğişmiş bir ürün. c) hafif bir azalma. bet geçirmez.
modified: Tadil edilmiş veya değiştirilmiş. moisture separator: Gem. Mak. nükleer tahrik tesisle
modified diese! cycle: Bkz. Sabathe cycle. rinde doymuş buhar kullanıldığından, türbin kanatla
modifier: Değiştiren kişi veya şey; değiştirici. rının aşınmasını önlemek amacıyla, yüksek basınç
modify: 1) karakter, şekil vb. ini kısmen veya hafifçe türbini ile alçak basınç türbini arasına konulan ve yo-
değiştirmek. 2) hafifçe sınırlamak ve azaltmak. 3) de ğuşan buharı ayıran bir cihaz; nem ayiricısı; nem se-
ğiştirilmiş; tadil edilmiş. peratörü.
modular: Modül ya da modüllere ait; parçalı. mol: Bkz. mole.
modulate: 1) düzenlemek, ayar etmek veya uyarla mol.: Bkz. 1) molecular. 2) molecule.
mak. 2) Rady. modüle etmek; değişiklikler üretmek. rnolal: Kimy. konsantrasyonu bir gram moleküler ağır
modulation: 1) tadil etme; hafifletme; özellikle: Rady. lık veya mole ilişkin; özellikle, 1000 gram çözücüde
diğer etkilerle ilişkili olarak bir radya dalgasının fre- ki bir mol çözünür maddeye eşit olan bir çözeltiyi be
kansındaki değişim; modülasyon. lirtir.
modulator: Değiştiren kişi veya şey; modulator; özel molality: Her bir kilogram çözücü için çözünürün mol
likle: Rady. modülasyon oluşturmak için kullanılan sayısı olarak belirtilen çözelti yoğunluğu.
bir vakum tüpü. molar: 1) Kimy. bir çözücünün bir litresindeki bir mol
module: 1) özellikle akan sular için bir standart veya çözünür madde kapsayan bir çözeltiyi belirtir; mo
ölçü birimi. 2) Mim. bir parçanın ölçü birimi olarak lar. 2) Fiz. bir madde ya da cismin bütününe ait.
kullanılan boyu; özellikle bir binanın boyutlannı sap molar concentration: Bir çözeltinin her birim hacim
tamak için kullanılan, bir sütunun çapı veya yarıça deki maddenin mol sayısı.
pı. 3) ölçek; miyar. molar conductivity: Bir mol erir madde kapsayan bir
module, lunar: Aya insan götüren füzenin başlığı; ay elektrolitin elektriksel iletkenliği; molar iletkenlik.
modülü. molar gas constant: Molar gaz sabitesi: pV = nRT
modulo: Bilgisay. modülo. eşitliğindeki R ; standart basınç ve sıcaklıkta 1 mol
modulo check: Bilgisay. modülo sağlaması.

modulus: Fiz. özellikle diğer bir faktör veya faktörler -


gaz için n = 1 , p = 101325 Nm , V =-1 22,4 m ve
3

le ya da esas birimle ilişkili olarak bir fonksiyon, T = 273 K alındıklarında R = 8,3143 olur.
kuv JK
vet ya da esneklik, direnç vb. i gibi etkilerin ölçümü molar heat: Bir maddenin molekül ağırlığı ve özgül
nü ifade eden bir pozitif sayı veya nicelik; esneklik ısısının ürünü; molar ısı.
modülü gibi. molar heat capacity: Bir maddenin bir molekülünün
modulus of elasticity: Herhangi bir malzeme için bi sıcaklığını 1 K yükseltmek için gerekli ısı miktarı; mo
rim alana düşen gerilmenin, esnek sınırlar içinde bi lar ısı kapasitesi (J/mo!-K).
rim uzunluktaki deformasyona oranı; esneklik modü molar heat of fusion: Erime noktasında bir katının
lü; Young modülü. bir molünün sıvı duruma dönüşmesi için gerekli ısı
modulus of resistance: Direnç ya da mukavemet enerjisi; molekülsel erime ısısı.
modülü. molar heat vaporization: Kaynama noktasında bir
modulus of rigidity: Bir malzemede kesme gerilmesi mol sıvının buhara dönüşmesi için gerekli ısı enerji
nin, kesme deformasyonuna oranı. si; molar buharlaşma ısısı.
modulus of torsion: Burulma modülü. molarity: 1 desimetre küp çözeltideki çözünürün mo
mofette (moffette): 1) topraktaki bir delik ya da yarik- lekül sayısı; molarite.
tan, volkanik aktivitenin son aşamasını elirten kar motar mass: Alanlarin, formül birimlerinin veya mole
bon dioksit ve diğer gazların sızıntısı. 2) böyle bir de küllerin bir rnolünün kütlesi; molekülsel (molar) küt
lik ya da yarık. le.
Mogul: Ağır katarlari çekmek için kullanılan buharlı molar solution: Bir litre çözeltide bir mol erir ya
lo komotif. da çözünür madde kapsayan bir çözelti,
Mohr's circle: Mohr dairesi. motar surface: Kütlesi bir mol olan bir kürenin yüze
Mohr's diagram: Mohr diyagramı; yi; molar yüzey.
Mohr's circle of stress: Mohr gerilme diyagramı; molar volume: Standart basınç ve sıcaklıkta bir mol
Mohr diyagramı; gazın litre türünden hacmi; ideal gazlar için 22,4 litre
Mohs scale: Mine. 10 aşama şeklinde göreli sertliği dir.
göstermek için kullanılan bir skala (1.talk, 2.alçıtaşı, molasses (cane): S/ı/. Yük. Melas (şeker kamışı);
3.kalsit, 4.kalsiyumflorür, 5kalsiyum flüofosfat, 6.fel- önemli bir tehlikesi olmayan, pekmez kokulu, koyu
dispat. 7.kuvarz, 8.topaz. 9.safir 10.elmas). kahverengi, sakkaroz, şeker ve sudan oluşan bir ka
moil: Motor yağı. rışım; öz.ağ. 1,45; k.n. bilinmiyor; d.n. karışım oranı
moist: Nemli; rutubetli; hafif ıslak. ile değişir; suda önemli şekilde çözünür; 1Q0°Fde
moisten: Nemli olmak veya yapmak. (37,7°C"de) viskozitesi 10 000-15 000 saniye Redvut
moistening: Nemlendirme; rutubetlendirme. No;1; gemilerde 35°C'ye kadar çevre sıcaklığında
moisture: Hafif nem veya rutubete neden oian su ya ve atmosfer basıncında taşınır.
da diğer bir sıvı. mold: 1) erimiş durumdaki bir şeye belirli bir şekil
moisture content: Nem ya da rutubet içeriği, kapsa ver mek için model, oyuk şekil veya matriks; kalıp.
mı veya muhtevası. 2) model. 3) bir kalıp içinde veya üzerinde şekil
verilen veya oluşturulan şey. 4a) kalıpla verilen
moisture indicator: Sıvı soğutma devresi üzerine ve
şekil, b) ge-
molded 362 monel metal
molten: 1) ısı île eritilmiş veya sıvı haline getirilmiş;
nel olarak, şekil. 5) bir kalıp içinde veya üzerinde şe erimiş veya eritilmiş. 2) eritilerek ve kalıba dökülerek
kil vermek. 6) bir kalıpta şekil vermek. 7) şekil ver yapılmış ya da imal edilmiş.
mek. 8) kalıbını yapmak; döküm için kalıbını yap mol. wt.: Bkz. molecular
mak. weight. moly: Bkz.
molded: Kalıp halinde dökülmüş. molybdenum.
molded brake lining: Döküm fren balatası. molybdate: Molibdik asitin bir tuzu; molibdat.
molded lining: Fiberden yapılmış fren balatası; fiber molybdenite: Molibdenin esas cevheri olan gümüş
balata. grisi renkli bir mineral; doğal molibden sülfür,
molder: 1) kalıplar yapan kişi veya şey; kalıpçı; dö MoS 2 .
kümcü. 2) elektro klişelerin kopyasını yapmak için molybdenum: Parlak, kırılgan, gümüşî beyaz renkli
kullanılan bir takım elektrikli klişe levhası; moulder metalik kimyasal bir element; molibden; alaşımlar,
şeklinde de yazılır. 3) gemide ve karada dökümha elektrik fırınlarının sargıları (iletkenleri), buji elektrot
neyi çalıştıran, kalıp yapan, demirli veya demirsiz ları vb. yapımlarında kullanılır; Simg. Mo; at.ağ.
metal ya da alaşımları döken kişi; dökümcü. 95,95; at.no. 42.
molding: Dökme, döküm yapma ya da dökerek şekil molybdenum steel: % 10'a kadar molibden kapsa
verme. yan bir alaşım; molibden çeliği.
molding machine: El, hidrolik, pnömatik ve elektrikle moment: 1) sonsuz küçük bir zaman; an; moment.
çalıştırılan ve çok büyük miktarda döküm kalıbı üre 2) Meka. a) bir nokta veya eksen çevresinde dönme
ten makine; kalıp makinesi. ye eğilim; dönme eğilimi, b) bu eğilimin ölçüsü, c)
molding sand: Döküm kumu; derece kumu. bir kuvvet, kütle, hacim vb. ve onun ekseni, mesneti
mole: 1) korumak amacıyla suya inşa edilen taş vb. ve düzleminden dik bir mesafedeki ürünü; moment;
inden bir koruyucu; dalgakıran veya mendirek. 2) tork.
bu şekilde yapılan veya korunan bir liman ya da de momentarily: 1) kısa bir zaman için. 2) her an; bir an
mir yeri. 2) iskele. lık.
mole: 6,02214 (Avagadro sabiti) atomlar, formül birim momentary: Sadece bir an devam eden; geçici; sü
leri ya da moleküller kapsayan bir maddenin mikta rekli olmayan; süreksiz ya da devamsız.
rı; mol. Moment balancer: Büyük stroklu, dizel motorlarında
molecular: Moleküllere ait; moleküllerden oluşan, bulunan moment dengeleyici; ağırlık şeklinde olan
moleküllerle üretilen; moleküller arasında var olan. bu dengeleyici makinenin tam devri veya iki misli de
molecular attraction: Molekülsel çekim ya da virde dönerek krankşaftla sekronizasyonu sağlar.
cazibe. molecular compound: İki ya da daha fazla moment of a couple: Aralarında dikey mesafe ile
(tam) mo kuv vetlerden birinin şiddetinin çarpılmasıyla
lekülün kimyasal bileşimi ile oluşan bileşik; molekü- bulunan moment; bir çiftin momenti; bir kuvvetler
ler bileşik. çiftinin mo menti,
molecular crystal: Van der Waals kuvveti veya hidro moment of a force: Bir cisme uygulandığı zaman bir
jen bağları tarafından bir arada tutulan moleküller kuvvetin döndürme etkisi; tork; moment.
den oluşan bir kristal; moleküler kristal. moment of inertia: Atalet momenti; eylemsizlik mo
molecular film: Bir molekül kalınlığında (bir madde menti.
nin) film ya da katmanı; aynı zamanda tek katman moment of momentum: Açısal momentum.
Bkz. monolayer. momentum: 1) hareketli bir cismin, nesne ya da obje
molecular formula: Moleküldeki her bir bileşiğin nin hızı. 2) Meka. hareketli bir cismin, kütlesi ve hızı
atomlarının sayısını gösteren kimyasal bir formül; nın çarpımı ürününe eşit olan hareket niteliği; mo
moleküler formül. mentum.
molecular number: Bir moleküldeki atomların, ato mon-: Bkz. mono-.
mik sayılarının toplamı; moleküler sayı. monacid: Bkz, monoacid.
molecular pump: Hızla dönen bir disk ya da silindir monadic: 1) Kimy. Bir atoma ait veya ona benzer. 2)
tarafından gaz moleküllerini götüren bir hava pom Bilgisay, tek işleyicili.
pası; moleküler pompa. monadical: Bkz. monadic.
molecular structure: Moleküler yapı. monas: Bkz. monad.
molecular volume: Bkz. molar volume. monatomic: 1a) bir atomdan oluşan ya da meydana
molecular weight: Bkz. molar volume. gelen: Molekül için söylenir, b) molekülünde bir ato
molecular weight: Bir maddenin bir molekülünün gö ma sahip olan: Bir atom veya atom grupları için söy
reli ortalama ağırlığı. lenir. 2) bir değere sahip olan; tek değerli bir atom
molecule: 1) bir element veya bileşiğin serbest du ya da kök.
rumda varolan ve element veya bileşiğin özelliklerini monatomic gases: Argon, neon gibi molekülünde
taşıyan en küçük parçacığı; molekül. 2) gram mole tek atom bulunan gazlar; tek atomlu gazlar.
kül. 3) küçük bir partikül; parçacık ya da partikül. monatomic molecule: Bir atomdan oluşan ya da
molecule, activated: Bir ya da daha fazla uyarılmış atom kapsayan molekül; tek atomlu molekül.
atom kapsayan molekül; uyarılmış molekül. monatomic substance: Tek atomdan oluşan madde;
Mollier's charts: Bkz. Mollier's diagrams. tek atomlu madde.
Mollier's diagrams: Term, türlü basınç ve sıcaklıklar monazite: Seryum ve nadir toprak alkali metallerin
da su buharının özgül hacmi, ıslaklık derecesi, ental- kahverengi veya kahverengimsi kırmızı doğal fosfatı;
pi (ısı tutumu) veya entropiyi kolayca veren diyag monazit; toryumun önemli bir cevheri.
ramlar, Molier'in su buharı için h-s ve T-S diyagram monel metal: % 67 nikel, % 30 bakır, % 1,4 demir, %
ları gibi.
moni t o r 363 moor
yan veya tek bir metal kullanan; monometalik. 2)
0,6 manganez, silisyum ve karbonun oluşturduğu monometalizme ait.
korozyona çok dayanıklı bir alaşım; monel metal; pi monomial: 1) Ceb. sadece bir terimden oluşan; tek
şirme kapları, asitlere dayanıklı cihazlar vb. i yapım terimli. 2) Bio. sadece bir sözcükten oluşan.
larında kullanılır (Ticarî bir marka); monell şeklinde monomolecular: 1) tek bir moleküle ait; monomole
de yazılır. küler. 2) bir molekül kalınlığında bir katmana ait ve
monitor: 1) radyasyon seviyesini araştırmak ve ölç ya bu katmanı belirten.
mek için kullanılan bir cihaz. 2) yangınla savaşta ol monomorphic: 1) sadece tek şekle sahip olan; mono-
duğu gibi, su akımını gerekli bir tarata yöneltmek morfik; tek şekilli. 2) aynı ya da esas olarak benzer
için düzenlenen, nozul için bir bağlantı; monitör. 3) türden yapıya sahip olan.
Rady, Telev. a) bir yayın stüdyosunun, iletiminin nite monomorphous: Bkz. monomorphic.
liğini denetlemek için kullanılan bir cihaz; monitör, monoplane: Tek kanatlı uçak.
b) yayını kontrol etmek için kullanılan alıcı bir cihaz monopropellant: Bkz. monofuel.
(televizyon cihazı). 4) bir monitörle gözlemek veya monorail: 1) vagonları asılı olarak veya üzerinde taşı
denetlemek. 5) Rady. Telev. bir monitör ile almak ve yan tek ray. 2) tek raylı demiryolu.
ya denetlemek. monosaccharide: Hidrolizle parçalanmayan veya ay
monitorial: 1) monitöre ait; monitör ya da monitörle rışmayan bir karbonhidrat; glükoz, früktoz vb. i basit
rin kullanımına ait. şeker; monosakarit.
monkey: Çekiç; şahmerdan. monotint: Bkz, monochrome.
monkey w rench: Hareketli ağızı ayarlanarak türlü öl monotone: Monotonluk; tekdüzelik; yeknesaklık.
çülerdeki somun vb. ine uyabilen bir anahtar; ingiliz monotonous: 1) değişiklik olmaksızın aynı tonda de
anahtarı. vam eden veya süren; monoton; tekdüze; yeknesak.
mono-: Bir, yalnız, tek bir atom veya grup kapsayan, 2) değişikliği olmayan veya çok küçük değişikliğe sa
bir molekül kalınlığına sahip olan anlamlarında bir hip olan. 3) değişiklik olmaması nedeniyle sıkıcı.
önek. monotony: 1) değişikliği olmaksızın aynı tonda de
monoacid: Her molekülünde değişebilen bir hidrojen vam etme; tek düzelik; monotonluk. 2) değişiklik ol
atomuna sahip olan asit; monoasit; monoasitik. maksızın.
monoacidic: 1) her molekülünde sadece bir asit hid monotype: a) Matb. değişik türde harfleri bir blok ha
rojen atomuna sahip olan. 2) sadece bir eşdeğer linde dökmek ya da dizmek için kullanılan bir maki
ağırlıkta asit veya bir asit hidrojen atomu ile yer de ne; monotip (Ticarî bir marka), b) bu şekilde üreti
ğiştirebilen bir hidroksil grubuna sahip olan bir mole len harf. c) üzerine şekillerin yapıldığı bir metal lev
kül ağırlığındaki bir alkol veya bazı belirten; monoa- ha ve matbaa mürekkebi ile yapılan baskı, d) böyle
sidik. baskılar yapma yöntemi.
monoatomic: Bir atomdan oluşan: Bir molekül için monotypic: Monotip doğasına sahip olan.
söylenir; tek atomlu; monoatomik. monovalence: Tek değerli olma durumu veya niteli
monobasic: 1) Kimy. a) molekülünde bir metal veya ği; tek değerlilik.
pozitif kökle değişebilen bir hidrojen atomu kapsa monovalency: Bkz. monovalence.
yan ya da hidrokzil grupla tepkime yeteneği olan bir monovalent: Kimy. a) tek değere sahip olan. b) tek
asiti belirtir, b) yapısındaki metal ya da pozitif kö değerli Bkz. univalent.
kün, asit hidrojen atomu ile yer değiştirebileceği bir monoxide: Kimy. her molekülünde bir atom oksijen
bileşiği belirtir. 2) morıobazik. bulunan oksit; monoksit; monooksit.
monobasic acid: Sadece değişebilir bir hidrojen ato Monster press: 381 mm kalınlığa, 305 mm çapındaki
muna sahip olan asit; örneğin hidroklorik asit, HCI; krank millerine şekil vermek için kullanılan, toplam
monobazik asit. 1000 tonluk basınç uygulayan, 80 hp'lik bir elektrik
monobasic salt: Polibazik bir asitin sadece bir hidro motoru ile çalıştırılan, çalışma hızı dakikada 6 kurs
jen atomunun değişmesiyle oiuşan tuz; örneğin ya da strok olan bir pres; canavar pres.
H 3PO4 'ten oluşan NaH 2 P0 4 . montan wax: Linyit ve turptan çıkarılan mum, cila, fo
monochloride: Her molekülünde bir klor atomu kap nograf plâkları vb. inin yapımlarında kullanılan kah
sayan bir klorür; monoklorür. verengi veya beyazımsı karbonlu hidrojen mumu.
monochromatic: 1) bir renge ait veya tek renkli olan. month: 1) Gregoryan takviminde, takvim yılının bölün
2) 1 dalga boyundaki ışığa ait veya dalga boyu 1 düğü esas parçalardan herhangi biri; ay (calendar
olan ışığın üretilmesi. month). 2) otuz gün veya dört haftalık bir süreç. 3)
sabit bir noktaya göre ayın tam bir devrinin periyotu
monochromatic filter: Bir dalga boyu veya sadece (lunar month); özellikle yeni bir aydan diğer yeni
çok dar bir banttaki dalga boylarını ileten bir filtre; aya kadar olan periyot (synoxdic month): 29 gün
tek renkli (monokromatik) süzücü veya filtre. 12 saat, 44 dakika ve 2,7 saniyeye eşittir; güneş yılı
monchromatic light: Sodyum alevi gibi, bir dalga
bo yunun kapsadığı tek renk; monokromatik ışık. nın on ikide biri (solar month).
monochrome: Tek renkli. monthly: 1) bir ay için süren veya devam eden; aylık.
monofuel: Roket makinelerinde yakıt olarak kullanı 2) ayda bir veya her ay yapılan, vukubulan, görü
lan hidrojen peroksite Alman bilim adamlarının verdi nen, ödenen vb. i; ayda bir; her ay: Aylık dergi gibi.
ği isim; tek yakıtlı (roket, motor vb. i). 3) ayda bir basılan bir periyodik.
monohydrate: Birleşecek element veya kökün her monzonite: Hemen hemen eşit miktarlarda ortoklas
gram molekülsel ağırlığı için 1 gram molekül ağırlı ve plagiyoklas Bkz. plagioclase feldispat ve bazan
ğında su kapsayan bir hidrat bileşiği; monohidrat. küçük miktarda biyotit kapsayan bir volkanik kaya.
monohydric: 1) molekülde bir hidrokzil grubuna sa moonstone: Gümüş parlaklığında, süt beyazı, yarı
hip olan: Monohidrik alkol gibi. 2) yer değiştirebilir saydam bir feldispat; aytaşı; mücevher olarak kulla
nılır.
bir hidrojen atomuna sahip olan; monohidrik.
moor: 1) Den. palamar veya zincirle sahile bağlaya
monolayer: Bir molekül kalınlığında film ya da kat
rak ya da demirleyerek (bir gemi vb. ini) yerinde tut
man; tek katman; monomoleküler katman.
mak veya tespit etmek. 2) yerinde tutmaya neden ol
monolith: Tek parçadan yapılmış; yekpare; tek par mak.
ça.
monometallic: 1) tek metale ait, tek bir metal kapsa
moorage 364 motorcar

moorage: 1) palamar, zincir vb. i ile bağlama ya da mosaic gold: 1) boya maddesi olarak kullanılan sarı,
demirleme. 2) bağlama veya demir yeri. 3) böyle bir kristalli bir toz; kalay sülfür, SnS 2 . 2) altın takliti ola
yeri kullanma ücreti. rak yapılan pirinç; taklit altın.
mooring: 1) bağlama ya da demirleme işi. 2) Çoğ. Moss hygrometer: Buharlaştırılan buhar ile soğutu
bunun yapıldığı halat, palamarlar vb. 3) Çoğ. bir ge lan bir tür nemölçer; Moss higrometresi,
mi vb. inin demirleyebileceği veya bağlayabileceği mote: Toz zerresi veya diğer çok küçük partikül ya
yer; bağlama ya da demirleme ücreti. da parçacık.
mooring lines: Doğal lif (elyaf), sentetik elyaf, çelik mother: 1) sirkede veya mayalı sıvıların yüzeyinde
tel vb. i maddelerden yapılan ve gemilerde kullanı bakteriler tarafından oluşturulan lifli, yapışkanımsı
lan halatlar; bağlama halatları. bir madde; sirke tortusu. 2) tortu; helve.
mooring mast (or tower): Bir hava gemisinin (zeplin mother lode: Bir maden ocağındaki ana cevher da
vb.) bağlayabileceği direk ya da kule. man.
mordacious: Keskin, acı veya ekşi, kostik ya da yakı mother of vinegar: Sirke tortusu.
cı. motion: 1) hareket etme işlemi veya işi. 2) hareket;
mordacity: Keskin, acı veya ekşi, kostik ya da yakıcı devinim. 3) bir gövde veya onun bir parçasının hare
olma durumu veya niteliği. keti. 3) hareket etme yeteneği. 4) impuls. 5) teklif;
mordancy: Keskin, acı, ekşi vb. i olma niteliği. öneri; özellikle bir meclis veya toplantıda resmen ve
mordant: 1) paslandırıcı. 2) boyama vb. inde renkleri rilen teklif; önerge. 6) Meka. hareketli parçaların bile
sabitleştirme işi. 3) boyamada renkleri sabitleştirmek şimi; mekanizma; donanım.
için kullanılan bir madde; özellikle, organik boyalar motionless: Hareketsiz veya harekete muktedir olma
la birleşerek çözünmeyen renkli bileşikler oluşturan yan; hareket etmeyen.
bir metal bileşiği. 3) metal yüzeylere oyarak çizgiler motion-picture: Sinema filmine ait; sinema filmi özel
vb. i çizilmesinde kullanılan bir asit veya korosif liğinde.
madde. motion picture: 1) sinema filmi. 2) sinema filmi gibi
morgen: 1) Esk. Hollanda'da ve günümüzde Güney fotoğraflanan bir oyun ya da hikaye.
2
Afrika'da kullanılan, yaklaşık 8098 m 'ye eşit olan motivate: Hareket veya hareketler sağlamak; hareket
bir yüzey ölçüm birimi. 2) Geçmişte Prusya, Dani veya hareketler gibi etkilemek; tahrik etmek; sevket-
marka ve Norveç'te kullanılan ve yaklaşık 2698 mek.
2
m 'ye eşit olan bir arazi ölçüm birimi. motivation: Harekete getirme.
morphin: Bkz. morphine. motive: 1) harekete veya devinime ait; harekete ne
morphine: Beyaz, kristalli, acı bir alkaloit; morfin, den olan. 2) hareket ya da hareketlere ait; hareket
C l 7 H 1 9 0 3 N.H 2 0 ; afyondan elde edilen, uyku ya da hareketler tabiatında olan. 3) hareket oluştu
verici ve ağrı giderici olarak kullanılır; morfin. ran; muharrik. 4) hareket vermek; harekete getir
Morse: 1) nokta, hat ve boşluklardan veya bunlara mek.
uyan seslerden oluşan, telgrafçılıkta harfler, sayılar motive power: 1) hareket vermek için kullanılan bu
vb. lerini oluşturan bir şifre ya da alfabe. 2) buna har, elektrik vb. i herhangi bir güç; muharrik güç;
benzer herhangi bir şifre. 3) Mors alfabesi. motif güç; herhangi bir mekanik enerji kaynağı. 2)
Morse code: Bkz. Morse. demiryolu lokomotifleri. 3) itici bir kuvvet.
Morse lights: Den. görüşe engel olmayacak şekilde motive unit: Elektrik jeneratörü, pompa vb. i yardımcı
kaptan köşkünün veya kaptan köşküne en yakın dik makineleri çalıştıran veya çeviren pistonlu buhar ma
menin üzerine donatılan, çoğu zaman 25 vatlık am kinesi, buhar veya gaz türbini, içten yanmalı makine
pullerden oluşan, biri köprüüstü ve diğeri miyarın ya da elektrik motoru; muharrik ünite; motif ünite;
sancak ya da iskele tarafında bulunan maniple ile çevirici makine.
kullanılan lâmbalar; Mors lâmbaları. motivity: Hareket ya da harekete neden olan güç ya
Morse test: Küçük güçlü, yüksek devirli motorlann da enerji.
yaklaşık endike güçlerinin hesaplanmasında, maki motor: t) hareket üreten veya veren herhangi bir
ne silindirlerinin teker teker devre dışı bırakılarak ya şey. 2) bir makine; özellikle bir taşıt aracını çalıştıran
pılan bir deney; Mors deneyi. içten yanmalı makine; dizel veya benzin motoru. 3)
mort: İng. büyük miktar ya da sayı. bir makine tarafından hareket verilen araç, özellikle
mortar: 1) daha yumuşak maddeleri döverek toz otomobil; motorlu araç. 4) elektrik enerjisini meka
hali ne getirmek için kullanılan, çoğu zaman pirinç nik enerjiye çeviren makine; elektrik motoru. 5) mo
ve ba- zan ağaçtan yapılan bir kap; havan. 2) tor ya da motorlara ait; bir motor tarafından çalıştın-
maddeleri dö ven veya öğüten herhangi bir makine. lan: Motorlu taşıt aracı gibi. 6) motorlu taşıt araçlan-
3) Ask. havan topu. 4) kum ve kireç kanşımı; na ait; motorlu taşıt araçlan tarafından; motorlu taşıt
çimento, kireç, kum ve su ile yapılan ve aracı veya araçlan için. 7) motorlu taşıt aracına bin
inşaatlarda tuğlalar veya taşlar arasında kullanılan mek; özellikle bir otomobil ile seyahat etmek.
bir kanşım; harç. 5) harç ile sıva mak. motorbike: 1) bir motor ile çalışan bisiklet. 2)
mortise: 1) bir parça tahtada açılmış ve ona geçecek moto siklet.
çıkıntılı parçaya uygun delik, diş, lâmba veya zıva motorboat: İçten yanmalı veya diğer bir tür motor ile
na. 2) güvenli olarak bağlamak; güvenli olarak bir çalıştınlan bot; motorbot.
leştirmek; özellikle zıvana ve erkek geçme ile bağla motorbus: Çoğu zaman, içten yanmalı bir makine ta
mak. 3) delik ya da zıvana açmak; mortice biçimin rafından çalıştırılan bir yolcu otobüsü; motorlu oto
de de kullanılır. büs.
mosaic: Televizyon kamerasında ışığa duyarlı levha. motorcar: Otomobil; motorlu araba; motorlu araç.
motor controller 365 mudguard

motor controller: Elektrik motorlarım çalıştırmak, movability: Hareket edebilir olma durumu veya niteli
stop etmek ve onları aşırı yükten korumak için kulla ği
nılan bir cihaz; motor idare eden bir alet; motor kon .
trolör. movable: Bir yerden diğer bir yere hareket edebilir;
motorcycle: Bisiklete benzeyen, çoğu zaman ondan taşınabilir; hareket edebilir; hareketli.
daha büyük ve ağır olan ve içten yanmalı bir makine move: 1) yer ya da durumunu değiştirmek; bir yer ya
veya motor ile çalıştırılan, genellikle iki tekerlekli bir da durumdan diğerine itmek, taşımak veya çekmek;
araç; motosiklet; motosiklete binmek.
motor drive: Bir makine veya makineleri çalıştırmak mek, 3) geliştirmek. 4) belirli sabit bir durumda çalış
için bir elektrik motoru ve bir mekanik sistemin diğer tırmak, döndürmek vb. i (makine için söylenir). 6)
parçaları; elektrik motoru ile çalıştırma. kı mıldatmak; oynatmak. 7) hareket etme işi;
motor-driven: Bir elektrik motoru tarafından çalıştırı hareket.
lan (pompa, kompresör, yardımcı makine vb.). 8) kımıldanma.
motor-driven compressor: Bir elektrik motoru tarafın moveable: Bkz. movable.
dan çalıştırılan (hava, freon, amonyak vb. i) için movement: 1) hareket, özellikle: a) bir kişi veya bir
kompresör. grubun hareketi, b) Ask, manevranın bir kısmı ola
motored: Motor ya da motorlara sahip olan; özellikle rak askerler, gemiler vb. inin yerini değiştirmek. 2)
(belirli bir tür veya sayıda) motorlara sahip olan. Meka. bir mekanizmanın hareketli parçaları; özellikle
motor effect: Zıt yönlerde akım taşıyan komşu ilet bir dizi bağlanmış hareketli parça.
kenler tarafından uygulanan itme kuvveti; motor etki mover: Hareket eden kişi veya şey; özellikle işi ya da
si. görevi, ev değiştirme sırasında mobilyaları naklet
motor, gasoline: Bkz. gasoline engine. mek olan kişi.
motor generator: Bir jeneratöre mekanik olarak bağ movie: 1) sinema filmi. 2) Çoğ. sinema.
lı, alternatif akımı doğru akıma veya doğru akımı moving: Hareket etme; özellikle: a) yer ya da duru
al ternatif akıma çevirmek için kullanılan bir elektrik munu değiştirme veya değiştirmeye neden olma. b)
motoru; motor jeneratör. harekete neden olma.
motor-generator set: Bir veya birden fazla sayıda moving blades: Buhar, egzoz ve gaz türbinlerinin ro
elektrik motorunun mekanik olarak bağlandığı bir ya torlarının çevresindeki kanallara takılmış kanatlar; ha
da birden fazla jeneratör ile oluşturulan takım; mo- reketli kanatlar; reaksiyon türbinlerinde hem hız ve
tor-jeneratör seti ya da takımı. hem de basıncın, aksiyon türbinlerinde ise basıncın
motorize: 1) motor ile çalışan bir araçla donatmak; düşmesine neden olur.
motorize veya motorlu yapmak. 2) motor ya da mo moving parts: Motorlarda piston, piston kolu, krank
torlarla donatmak (taşıt aracı vb. ini). mili, türbinlerde rotor, elektrik makinelerinde endüvi
motorman: 1) bir tekne veya gemi motorunu çalıştı vb. i kısımlar; hareketli parçalar,
ran kişi, motorcu; deniz motorcusu. 2) bir tramvay moving vane pump: Silindir şeklinde gövdesi, yanlar
veya elektrikli lokomotifi kullanan kişi; vatman; maki da giriş ve çıkışı olan, yine silindir şeklindeki rotoru
nist. nun çevresindeki ceplerde salınım hareketi yapan
motor scooter: Bkz. scooter. valfları bulunan bir tulumba; hareketli cepli pom
motor ship: Dizel motoru veya diğer bir içten yanma pa; • orta viskozitedeki sıvıları elleçlemek için kulla
lı makin© ile çalıştırılan bir gemi; motorlu gemi; nılır.
M/S, M/V kısaltmaları ile belirtilir. moving picture: Bkz. motion picture.
motor truck: Yük taşımak için kullanılan motorlu kam moving staircase (or stairway): Yürüyen merdiven.
yon. moving machine: Çimen vb. lerini kesmek için kulla
motor vehicle: Motorlu taşıl. nılan döner bıçaklı bir makine; çim biçme makinesi;
motor vessel: Bkz. motor ship. ekin biçme makinesi.
mould: Bkz. mold. M.P. (m.p.): Bkz. melting point.
moulder: Bkz. molder. mph (m.p.h.): Bkz. miles per hour.
mount: 1) gerekli bir arnaç için uygun bir taşıyıcıya M/S: Bkz. motor ship.
yerleştirmek, tespit etmek, bağlamak veya monte et m.s.i.: Bkz. mean sea level.
mek. 2) Ask., Den. kullanmak üzere (bir topu) belirli Ms-Th (MsTh):Bkz mesothorium.
duruma yükseltmek veya ayarlamak; drise etmek, M.T.: Bkz. metric ton.
b) silahlanmak (toplarla). 3) mikroskopik inceleme MTD: Bkz. mean temperature difference.
için (örneğin bir slayt) üzerinde sabitleştirmek. 4) M/V: Bkz. motor vessel.
takmak; monte etmek; kurmak. mucic acid; Renksiz, kristalli bir asit; mukik asit, (C-
mounted: t) uygun bir taşıyıcıya yerleştirilmiş; bindi HOH)4(CO2H)2; laktoz, sakız vb. inin oksitlenmesi
rilmiş. 2) Ask. at, tank, zırhlı araç vb. ine bindirilmiş. ile oluşur.
mounting: Yerleştirme; monte etme veya montaj; tes mud: 1) ıslak, yumuşak, yapışkan toprak; çamur. 2)
pit etme. çamur ile kaplamak.
mounting bolt: Bağlama ya da tespit cıvatası. mud drum: Buh. Haza. heder türü kazanlarda ön he
mounting bracket: Daha çok otomotif makinelerinde derin altında, ona kısa ve büyük çaplı borularla bağ
motoru bağlamak için kullanılan çıkıntı; motor kula lı bulunan kare prizma şeklinde bir heder; kazan su
ğı; bağlama köşebendi. yu içindeki tortu, çamur vb. inin toplandığı, üzerinde
mounting nut: Tespit ya da bağlama köşebendi. henhol denilen el delikleri bulunan kısım ya da ha
mounting screw: Tespit ya da bağlama cıvatası. cim; çamur dramı.
mudguard: Bisiklet, otomobil vb. i taşıt araçlarında te
kerleğin fırlattığı çamura karşı koruma amacıyla, te-
muf f 366 multi-stag e pum p

kerleğin üzerinde bulunan koruyucu veya örtü; ça


multiple: 1) bir çok parça, eleman vb. inden oluşan;
murluk.
bir çok parçaya sahip olan. 2) Elekt. paralel bağlı iki
muff: Radyatör örtüsü; manşon.
ya da daha fazla iletkene sahip olan bir devreye ait
muff coupling: Manşon kaplin veya kuplaj.
veya böyle bir devreyi belirten. 3) Elekt. devrenin
muffler: Mot. egzoz gazlarının gürültüsünü azaltan ve
bağlantısı çok sayıda noktadan yapılacak şekilde dü
bu gazlar içindeki kıvılcımları tutan türlü cihazlardan
zenlenmiş terminaller grubu. 4) Mate, belirli bir sayı
herhangi biri; susturucu; saylenser; mafler; kıvılcım
ve diğer bir sayının ürünü olan sayı; 5 ve 2'nin çarpı
tutucu.
mına eşit olan 10 gibi.
mule: Bîr kanal boyunca tekneleri çekmek için kullanı
multiple-expansion engine: Buharın iki ya da daha
lan küçük bir traktör veya elektrik makinesi.
fazla sayıdaki silindirde genişletilerek işin elde edildi
mule skinner: Küçük, kanal traktörü veya elektrik ma
ği buhar makinesi; çok genişlemen makine.
kinesini kullanan kişi veya operatör.
multiple furnace boiler: Özellikle ters alev borulu ka
muleteer: Bkz. mule skinner.
zan; çok külhanlı kazan; birden fazla külhana sahip
muley saw: Uzun, sağlam bıçaklı veya ağızlı, ağzı es
olan kazan; Bkz. return-tube boiler, scotch boiler,
nemeyen, her iki ucundaki mengeneler tarafından
multiple-hole nozzle: Bkz. multihole nozzle.
gayıtlık yapılan bir testere; bıçkı testeresi.
multiple series: İki veya daha fazla seri devrenin pa
muller: Öğütmek için kullanılan mekanik veya el ci
ralel bağlanması; Bkz. multiple.
hazlarından herhangi biri; özellikle boya ya da ilâçla
multiple thread: Mak. iki veya daha fazla ağızlı vida;
rı öğütmek için, altı düz ve taştan yapılan havaneli-
çok (ağızlı) vida.
ne sahip bir cihaz.
multiplex: 1) iki veya daha fazla mesajın, aynı tel ve
multi-: Sahip olan, ikiden fazla sayıda anlamlarında
aynı dalga ile aynı anda her iki yöne gönderilebildiği
bir önek.
telgraf veya telefon sistemine ait veya bu sistemi be
multiangular: Çok açıya sahip olan; çok açılı.
lirten. 2) çok kısımlı telgraf veya telefonla (mesaj)
multiblade fan: Buh. Kaza. ocaklara hava sağlayan,
göndermek.
çok kanatlı, kanatları ileri veya geriye kıvrık eğri şek
multiplexer: Bilgisay. çoklayıcı.
linde olan cebri draft fanı; çok kanatlı fan ya da kö
multipliable: Çarpıtabilir.
rük.
multiplicable: Bkz. multipliable.
multicolored: Çok renkli.
multiplicand: Mate, bir başkası ile çarpılan sayı; çar
multi-crank: Çok kranklı (benzin veya dizel motoru gi
pılan.
bi).
multiplicate: Bkz. multiple.
multi-crank engine: Çok silindirli krank milinde, silin
multiplication: 1) Mate, çarpma; çarpma işlemi; arit
dir sayısı kadar krankı bulunan makine; çok kranklı
metikte (x) işareti ile belirtilir. 2) çoğalma ya da ço
makine; çok silindirli makine.
ğaltma.
multicylinder: Çok silindirli (benzin motoru, dizel mo
multiplication table: Mate, çarpım tablosu veya ker
toru veya buhar makinesi vb. i).
rat cetveli.
multicylinder engine: Birden fazla sayıda silindire sa
multiplicity: 1) türlü, çeşitli olma durumu veya niteli
hip olan içten yanmalı makine, özellikle pistonlu bu
ği; çeşitlilik. 2) büyük bir sayı.
har makinesi; çok silindirli makine.
multiplier: 1) çarpan veya çoğaltan kişi veya şey. 2)
multiform: Bir çok şekil vb. ine sahip olan; çok şekil
Mate, bir sayıyı çarpan diğer bir sayı; çarpan. 3) Fiz.
li.
bir etkiyi çoğaltmak veya şiddetlendirmek için kulla
multi-fuel engine: 1) özellikle manevraları diezel oil
nılan herhangi bir cihaz.
ile yapılan ve seyirde fuel oil ile çalıştırılan gemi di
multiplier phototube: Radyoaktivite araştırmak için
zel makinesi. 2) Bkz. dual fuel engine, try fuel en
kullanılan duyarlı bir cihaz.
gine.
multiply: 1) sayı, miktar, boy veya derecede çoğalt
multigraph: Daktilo makinesi ile yazılmış şeyleri ço
maya neden olmak. 2) Mate, çarpmanın ürününü
ğaltmak için, devir hareketli bir tür matbaa makinesi
bulmak. 3) sayı, miktar, boy veya derecede çoğal
(Ticarî bir isim). 2) böyle bir makine ile çoğaltmak.
ma. 4) çarpma (işlemi) yapmak.
multigrip plier: Boru anahtarı; boru pensesi.
multipolar: İki kutuptan fazlasına sahip olan; çok ku
multihole nozzle: Hidrolik püskürtmeli enjektörlerde
tuplu.
meme ya da nozul ucunda bulunan ve çapları
multiprocessing: Bilgisay. çoklu işlem.
0,10-0,50 mm, boyları 0,30-1,5 mm olan deliklere sa
multi-purpose: Çok amaçlı; bir çok amaç için kullanı
hip meme; çok delikli meme ya da nozul.
labilen.
multi-orifice nozzle: Bkz. multihole nozzle.
multispeed motor: Her biri yükten bağımsız olan iki
multipass: Çok geçişli (buhar kazanı, ısı eşanjörü vb. veya daha fazla belirli hızdan birinde çalıştırılabilen
i). motor; çoğunlukla endüksiyon motoru; çok hızlı mo
multipass boiler: Yanma sırasında oluşan kızgın gaz tor.
ların perde ya da batıllar yardımıyla boruları arasın multistage: Bir buhar türbini, kompresör vb. i gibi
dan bir kaç kez geçirildiği kazan; çok geçişli kazan; çok kademeden oluşan; çok kademeli.
kalın su borulu heder türü kazan. multi-stage compression: Çok kademeli sıkıştırma.
multipass heat exchanger: Isıtıcı sıvı veya gazların multi-stage compressor: Yüksek ve alçak basınç ve
içersinden bir kaç kere geçirildiği ısı eşanjörü; çok ya yüksek basınç, orta basınç ve alçak basınç silin
geçişli eşanjör ya da ısıtıcı. dirlerinden oluşan iki ya da üç silindirli kompresör;
multiphase: Çok faz ya da safhaya sahip olan; Elekt. çok kademeli kompresör.
çok fazlı. multi-stage pump: Çok kademeli pompa; özellikle
mul t i - s t ag e t u r b in e 367 myriad
muscovite: Elektriksel izolasyon (yalıtıcı) olarak kulla
birden fazla silindirden oluşan bir pompa. nılan açık renkli adî mika; muskovite, KH2AI2-
multi-stage turbine: Çok kademeli veya basamaklı (Sio 4 )3 ,
türbin. mushroom valve: Bkz. poppet valve.
multithreading: Bilgisay. çoklu kullanım. music wire: Küçük bir el mengenesine takılan ve en
multithrow crankshaft: Mot. üzerinde çok sayıda jektörlerin meme deliklerinin temizlenmesi için kulla
krank kolu bulunan krankşaft veya krank mili; çok nılan 0,006 inç veya 0,152 mm çapında tel; müzik
kranklı veya kollu krank mili; çok silindirli makine. aleti teli.
multivalence: Çok değerli olma durumu veya niteliği; music wire gauge: Müzik aletleri tellerinin çaplarının
çok değerlilik. ölçümünde kullanılan bir alet; tel çapı ölçeri.
multivalent: 1) ikiden fazla değere sahip olan. 2) çok Mustard gas: Zehirli gaz olarak kimyasal savaşlarda
değerli. kullanılan, kokusu hardala benzeyen yağlı, uçucu
multivalve: Çok valflı veya çok süpaplı (motor vb. bir sıvı, (CH2 ClCH 2 )2 S; hardal gazı.
i). mustard oil: Hardal çekirdeğinden çıkarılan ve sabun
multivalve engine: Mot. her bir silindir kapağında iki yapımında kullanılan bir yağ; hardal yağı.
supap yerine üç ya da dört supap bulunan makine; muster: Deniz. rolü talimi için toplanma.
çok süpaplı makine veya motor. muster list: Deniz, röle cetveli.
multi-viscosity oil: Oto, dizel makinelerinde kullanı Muster station: Dem. röle, toplanma
lan, özel olarak damıtılan ve geliştiriciler katılan, yeri.
3
SAE-10W-30 gibi 0°C'de viskozitesi SAE-10W ve mutchkin: Bir pintten (473 cm ) biraz daha aza eşit
20°C'de SAE-30 olan bir yağ; çok viskoziteli yağ. olan bir sıvı ölçüm birimi.
Muntz metal: % 60 ve % 40 çinkodan oluşan bir ala mutual: Karşılıklı.
şım; kondenser, ısıtıcı vb. i borularının yapımında mutual conductance: Bir devredeki hareketli manye
kullanılır. tik alanın ikinci devre üzerindeki endükleyici etkisi;
muriate: Hidroklorik asitin (tuz asitinin) bir tuzu; klo müşterek veya karşılıklı endüktans.
rür; özellikle gübre olarak kullanılan potasyum klo mutual induction: Manyetik olarak bağlı ayrı bir dev
rür. rede akımın değişmesi nedeniyle bir devrede elektro-
muriated: Tuz asiti (hidroklorik asit) veya bir klorür motif kuvvetin endüklenmesi; müşterek endüksiyon.
kapsayan veya bunlarla muamele edilmiş. muzzle velocity: Bir ateşli silahın ağzını terkettiği an
muriatic acid: Tuz asiti; hidroklorik asit; klorhidrik merminin hızı (m/s türünden belirtilir).
asit, HCI. Mv: Bkz. mendelevium.
muscarin: Bkz. mV: Bkz. millivolt.
muscarine. mW: Bkz. milliwatts.
muscarine: Bazı mantarlarda, bozulmuş balıklarda myriad: 1) on bin (10 000). 2) herhangi (belirsiz) bü
bulunan fevkalâde zehirli bir alkaloit; muskarin, yük bir sayı. 3) belirsiz büyük bir sayıya alt; sayısız.
C 8 H 19 0 3 N .
muscovado: Şeker kamışı suyundan melas çekildik
ten sonra geriye kalan koyu renkli ham şeker.
n
N: Nitrojen ya da azotun simgesi.
dan herhangi biri.
naphtha, petroleum: Sıv. Yük. petrol naftası; petrol
n: 1) Mate. belirsiz bir sayı. 2) Fiz. nötronun simgesi. benzini; petrol eteri; yangın tehlikesi olan, özgün ko
Na: Bkz. sodium. kulu, saydam ve renksiz, insan sağlığı için tehlikeli,
nacelle: 1) uçak, balon veya diğer bir hava gemisinin doymuş alifatik karbonlu hidrojenlerden bir sıvı;
makinesi, yük vb. i konulan veya yolcuların korundu öz.ağ. yaklaşık 0,6 ; k.n. 35°-80°C; d.n.-100°C; su
ğu kapalı kısmı. 2) bir balona asılan sepet veya hüc da çözünmez; gemilerde çevre sıcaklığı ve atmosfer
re. basıncında taşınır.
NACA: National Advisory Committee tor Aeonau- naphtha, solvent: Sıv. Yük. kömür katranı naftası; çö
tics: ABD, Ulusal Havacılık Danışma Komitesi. zücü nafta; yangın tehlikesi olan keskin ve tatlı koku
NACC: Ulusal Otomobil Ticaret Odası (ABD): Natio lu, koyu saman rengi veya beyaz renkli, ksilenlerin
nal Automobile Chamber of Comers. homologlarla oluşturdukları bir sıvı; öz.ağ. 0,87; k.n.
nail: 1) çivi; mıh. 2) yaklaşık 57 mm (2,25 inç)'ye eşit 125°-200°C; d.n.0°C'nin altında; suda az çözünür;
olan eski bir kumaş ölçüm birimi. 3) çivi ile bağla 20°C'de viskozitesi 0,8 cS; gemilerde çevre sıcaklığı
mak veya raptetmek. 4) çivilemek. ve atmosfer basıncında taşınır.
nail head: Çivi başı. naphthalene: Beyaz, kristalli, aromatik bir karbonlu
nailing: Çivileme. hidrojen; naftalin, C 10 H 8 kömür katranının fraksiyo
nail puller: Kerpeten. nel damıtılmasından elde edilir; belirli boyalar ve di
nailset: Bir çivinin seviyesini tahta yüzeyine veya tah ğer organik bileşiklerin yapımında ve güve kovucu
ta yüzeyinin daha aşağısına gömmek için kullanılan olarak kullanılır; naftalen, naftalin.
bir alet. naphthalene, molten: Sıv. Yük. erimiş naftalin; beyaz
naked lights: Açık ateş veya alevler, açıkta bulunan katran; güve pulu; katran kâfurusu; yangın tehlikesi
akkor halindeki maddeler veya kapatılmamış başka olan, katrana benzer kokulu, renksiz veya açık Kah
ateşleme kaynağı; çıplak alev, ateş vb. i. verengi, insan sağlığı için tehlikeli, aromatiklerden
name plate: Motor, makine ve tezgâhlara konulan ve bir madde; Simg. C 1 0 H 8 ; 85°C'de öz.ağ. 0,9752;
yapımcının adı, modeli, seri numarası vb. ini göste 85°C'de viskozitesi 0,897; gemilerde 85°-120°C sı
ren madenî plâka veya etiket. caklıkları arasında ve atmosfer basıncında taşınır.
-9
nano-: 10 , 0,000 000001 veya 1/1000 000 000 ya da naphthalene monochloride: Kurşunlu benzinlerle ça
milyarda bir anlamında bir önek; nano; n kısaltması lıştırılan motorlarda, yanma odasında oluşacak kalin
ile gösterilir. kurşun katmanına engel olmak için kurşun tetra etile
nanometre: Metrenin milyarda biri; 0,000 000 001 m; karıştırılan bir kimyasal; naftelen monoklorür,
-9
10 m; 1/1 000 000 000 m; C 10 H 7 CI.
nanometre. naphthalic: Naftaline ait; naftalinden türeyen.
napalm: Alev makineleri ve yangın bombalarında kul naphthalin: Bkz. naphthalene.
lanılan pelte ya da jöle benzin; napalm; yapımında naphthaline: Bkz. naphthalene.
naftenik ve palmitik asitler kullanılır. naphthane group: Bkz. naphthanes.
naphtha: 1) ham petrolün fraksiyonel damıtılmasın naphthanes: Çember türü yapıya sahip ve kapalı for
dan elde edilen yanıcı, uçucu, yağımsı bir sıvı, naf- mülü C n H 2 n olan karbonlu hidrojenler; naftenler; Ör
ta; 80°-110°C sıcaklıklarında damıtılır ve yakıt çözü neğin siklopentan (C 5 H 1 0 ) .
cü ve aydınlatıcı olarak kullanılır. 2) petrol. 3) kömür naphthanic: Naflene ait; naftene ilişkin.
katranı, odun, kömür ve diğer karbonlu maddelerin
damıtılmasından üretilen türlü yanıcı, uçucu sıvılar
maph t h a ni c c r u d e s 369 n a va l s t o r e

naphthanic crudes: Naften kökenli ham petroller. natural frequency: Doğal frekans; her bir saniyedeki
naphthol: Naftalinden türeyen iki, beyaz, kristalli izo- titreşim veya osilasyon sayısı.
merik bileşikten biri; naftol, C 10 H 7 OH ; boya natural gas: Yer kabuğu ceplerinde görülen çoğu za
yapımın da ve antiseptik olarak kullanılır. man nitrojen, karbon dioksit, helyum içeren % 85
naphthous: Naftaya benzeyen veya naftaya ait. metan, % 10 etan ve dengeleyici olarak propan ve
naphtol: Bkz. naphthol. bütan gibi hafif gazlardan oluşan, hemen hemen
Napierian logarithm: Bkz. logarithm. renksiz, yanıcı, 482-594°C'de kendiliğinden tutuşan,
narcein: Bkz. narceine. evlerde yakıt olarak kullanılan bir gaz; doğal gaz; ta
narceine: Beyaz renkli, aci, kristalli bir alkaloit; narse- biî gaz.
in, C 22 H 27 O 8 N ; haşhaştan elde edilen bir narkotik. natural gasoline: Belirli doğal gazlarda buiunan bü
narcotic: 1) derin uyku, uyuşukluğu teşvik eden ve tan, pentan ve ve hegzan gibi karbonlu hidrojenlerin
ağri gideren herhangi bir ilâç; narkotik. 2) narkoza geri alınarak değerlendirilmesiyle elde edilen bîr
ait; narkoza benzeyen; narkoz yapmaya muktedir benzin, doğal (tabiî) benzin; belirli uçuculukta üret
olan. 3) narkotiğe alışmış kişi. 4) uyuşukluk vb. ine mek için benzine katılır, fakat düşük oktan sayısında
neden oları herhangi bir şey. olup, doğal gaz ile karıştırılmamalıdır.
narcotize: Narkotiğe konu olmak; uyuşturmak. natural magnet: Bkz. magnetite.
narrow-gauge: Dar bir demiryolu için veya dar bir de natural polymer: Doğal ya da tabiî polimer; protein
miryoluna sahip olan. ler, nişasta, sellüloz ve dekstran gibi doğal olarak vu-
narrow gauge: 1) raylar arası genişliği 1435,1 mm'- kubulan polimer.
den (56,5 inç) daha az olan. 2) bu ölçüye sahip natural radioactivity: Dayanıksız bir elementin izoto
olan demiryolu veya dekovil hattı. 3) böyle bir demir punun çekirdeğinin bozunarak daha dayanıklı ürün
yolu için lokomotif veya vagon. ler oluşturması işlemi; doğal radyoaktivite; atom nu
NASA: ABD Ulusal Havacılık ve Uzay Yönetimi: Nati maraları 83'ten büyük olan elementin tüm izotopları
onal Aeronautics and Space Administration. doğal radyoaktivite gösterirler.
nascent: Kimy. bir bileşikten henüz firar etmiş ve ele natural resin: Çam vb. i bazı ağaçlardan elde edilen
ment atomlarının molekül oluşturacak şekilde birleş- reçine; doğal reçine.
memesi nedeniyle alışılmamış bir kimyasal aktivite- natural recources: Bir ülkenin tabiatının kömür, su,
ye sahip olan bir elementin durumuna ait veya onu metal cevheri, metal vb. i kaynakları; doğal kaynak
belirten. lar.
nascent state (or condition): 1) gelişmenin ilk duru natural rubbers: Kauçuk ağacından elde edilen kau
mu. 2) Kimy. bir elementin, bir bileşikten açığa çıkışı çuk; doğal ya da tabiî kauçuk; ham kauçuk.
nın başlangıcı. natural science: 1) zooloji, botanik, kimya, fizik, jeo
native asphalt: Ham. petrolün doğal olarak buharlaş loji vb. ini kapsayan doğa ve fiziksel dünya bilimleri;
ması veya damıtılması ile oluşan ve doğal halde bu doğal bilimler. 2) bu bilim dallarından biri,
lunan asfalt; doğal asfalt. natural-uranium reactor: Yakıtı zenginleştirilmemiş
native metal: Tabiatta katıksız veya saf olarak bulu veya doğal uranyum olan reaktör; doğal uranyum re
nan bir metal; örneğin altın; saf metal. aktörü.
NATO: Kuzey Atlantik Savunma Örgütü: North Atlan nautical: Denizciler, gemiler veya navigasyona (seyi-
tic Treaty Organization. re) ait; bahrî.
natrium: Sodyumun lâtince adı; bazı Avrupa ülkelerin nautical mile: Dünyanın büyük dairesinin bir dakika
de kullanılır; natriyum. sı; farklı ülkelerde farklı değerler alan bir uzunluk bi
natrolite: Alüminyum ve sodyumun sulu bir silikatı, rimi; ABD ve bazı diğer ülkelerdeki resmi değeri
Na 2O.AI 2 O 3.3SiO2 .2H2O; natrolit. 6076,103 fit veya 1852 metredir.
natron: Doğal sodyum bir buçuk karbonat, nautical tables: Den, astronomi seyrinde kullanılan
Na 2CO 3 .NaHCO 3.2H2 O; natron; kuru göl yatakların türlü matematik, astronomi ve coğrafyaya ilişkin bil
da, diğer maddelerle karışık olarak tortu halinde bu gilerin cetvelleri; denizcilik tabloları.
lunan karmaşık bir mineral. nav.: Bkz. naval. 2) navigable. 3) navigation. 4)
natural: 1) tabiat ya da doğaya ait; doğanın bir parça navy.
sı; doğadan gelen. 2) doğada var olan; doğada üre naval: 1) gemilere ve gemiciliğe ait. 2) donanma,
tilen; gerçek; yapay olmayan; imal edilmemiş olan. onun gemileri, personeli vb. ine ait.
3) Mate. doğal veya natürel sinüs, kosinüs vb. naval architect: Gemi inşa mühendisi.
natural asphalt: Bkz. native asphalt. naval architecture: Gemi yapımı ile ilgilenen mühen
natural aspiration: Doğal emiş; doğal emme; özellik dislik dalı; gemi inşa mühendisliği; gemi inşaiye bili
le piston tarafından oluşturulan vakum nedeniyle ha mi; gemi inşası bilimi.
va veya hava-yakıt karışımının motor silindirlerine naval boilers: Bkz. marine boilers.
emilmesi. naval brass: % 60 bakır, % 39,25 çinko ve % 0,75 ka
natural circulation: Buh. Kaza. doğal dolaşım; doğal laydan oluşan, deniz suyuna dayanıklı bir alaşım;
sirkülasyon; ısınan suyun yükselmesi ve onun yerini bahriye pirinci,
daha soğuk su kütlelerinin almasıyla oluşan dola naval engineer: Deniz mühendisi.
şım: Alev borulu kazanlar için geçerlidir. naval engineering: Araştırma, geliştirme, dizayn, ya
natural draft: Kazan ocağında yakıtın yakılması ile pım, işletme ve onarımda fizik kurallarının uygulan
oluşan gazların, gaz yollarında yükselmesi ve onla ması; silâh sistemleri, okyanusların yapısı ile ilgile
rın yerine kendiliğinden temiz hava girmesi şeklinde nen sanat ya da bilim; deniz mühendisliği.
ki baca çekmesi; doğal veya tabiî (baca) çekmesi. naval store: Bir geminin sürekli ve güvenilir bir bilim-

Teknik Sözlük - F. 24
n aviga b ili t y 370 n ega t iv e carbo n

de çalışması için gerekli araç, gereç ve yedek parça


needle: 1) dikiş iğnesi; dikiş makinesi iğnesi. 2a) dan
ların bulunduğu veya korunduğu kısım; gemi mağa
tel vb. i yapımında kullanılan araç; tığ. b) tığa benze
zası.
yen, fakat ucunda çengeli olmayan alet; örgü şişi.
navigability: Deniz trafiğine uygun olma durumu ve
3) fonograf ve benzeri iğnesi. 4) bir pusulanın ibresi
ya niteliği. 2) deniz trafiğine uygun su. 3) bir gemi
veya iğnesi, b) bir hızölçer, basınç ölçer vb. inin gös
nin dümen dinlemesi niteliği.
tergesinin ibresi. 5) Benz. Mot. karbüratör şamandra-
navigable: 1) gemi ile üzerinde sefer veya seyir yapı
sına bağlı ve şamandra kabına yakıt girişine müsa
labilecek genişlik veya yeterli derinlikte ya da engel
ade eden iğne; iğne valf; nidıl valf. 5) elektrik iğnesi.
siz sular. 2) dümen dinler veya denetlenebilir.
7) bir şırınga ucundaki sivri, çok ince bir metal boru;
navigate: 1) gemi ile seyahat etmek. 2) bir gemi veya
enjektör iğnesi. 8) Diz. Mot. enjektörlerde bulunan,
uçağı sevk ve idare etmek. 2) bir tekne ya da uçakta
alt ucu konik, mekanik veya hidrolik olarak çalışan
(arazi, hava, deniz vb. i üzerinde) seyahat etmek. 4)
parça; iğne valf; enjektör iğnesi; nidıl valf. 9) ucu
sevk ve idare etmek (gemi, uçak vb.). 5) rotasını çiz
nun şekli bakımından kabaca iğneye benzeyen her
mek (uçak, gemi vb.).
hangi bir cisim. 10) Pist. Buh. Mak. makinelerin türlü
navigating bridge: Den. bir geminin yönetildiği yer;
kısımlarının özellikle buharla teması olmayan parça
köprüüstü, köprü ya da kaptan köşkü.
larının yağlanmasında kullanılan yağdanlığın, damla
navigation: Gemi ve uçakların mevkilerini saptama ve
sayısını ayar etmeye yarayan kısmı; iğne valf. 11) ba
rotalarını çizme bilimi; navigasyon; seyir bilimi.
zı rulman yatakların çok ince masuralarından biri.
navigation lights: Bir gemide bulunan borda fenerle
needle bearing: Çok ince makara şeklinde
ri, silyon fenerleri ve pupa feneri; seyir fenerleri; se
rulmanla
yir ışıkları.
rı olan yatak; iğne yatak; iğne bilyalı yatak; iğne ma
navigator: Bir gemi veya uçakta ekonomik rotalar çi
suralı yatak; bazan piston pin yatağı olarak kullanı
zen, navigasyon dalında çalışan kişi; seyir subayı;
lır.
seyir zabiti; navigator; seyir bilimcisi.
needle file: Saatçilerin kullandıkları ince bir eğe;
navy: 1) bir ülkenin tüm savaş gemileri; donanma.
saat çi eğesi.
2a) bir ülkenin gemileri, zabitleri, insanları, depoları,
needle flame: Bir şalumanın iğne şeklindeki alevi; iğ
tersaneleri vb. lerini kapsayan tüm deniz kuvvetleri,
ne (biçiminde) alev.
b) bununla görevli devlet teşkilâtı; deniz kuvvetleri
needle lift: Enjektör iğne valfının yuvasından kalkma
komutanlığı.
miktarı; ağır devirli dizel motorlarında 0,5-0,8 mm ve
navy vessels: Bahriye gemileri; savaş ya da harp ge
yüksek devirli dizel motorlarında ise 0,35-0,5 mm do
mileri.
layındadır.
navy yard: Savaş gemilerini inşa etmek ve onarmak,
needle nose plier: ince ağızlı bir tür pense; kargabu-
bahriye teçhizatı vb. depolamak için tersane; donan
run.
ma tersanesi; askerî tersane.
needle roller: iğne rulmanlı yatağın masuralarından
Nb: Bkz. niobium.
herhangi biri; iğne rulman.
Nü.: Bkz. neodymium.
needle-roller bearing: Diz. Mot. daha çok piston pin
Ne: Bkz. neon.
(perno) yatağı olarak kullanılan bir tür bilyalı yatak;
N.E.: Bkz. Naval Engineer.
iğne bilyalı yatak.
NBC contamination: Nükleer, biyolojik ve kimyasal
needle valve: 1) uzun, koni şeklinde bir tapası bulu
kirlenme.
near field: Kaynağa yakın olan bir akustik radyasyon nan ve sıvı akımını denetleyen bir valf; özellikle yük
sek basınçlı gaz silindirlerinde kullanılır. 2) karbüra-
alanı; yakın alan; bitişik alan.
törlerde şamandra kabına girecek benzin miktarını
neat: 1) bir şeyle karışmamış; saf; su katılarak hafifle
düzenleyen valf; nidıl veya iğne valf. 3) enjektörler
tilmemiş. 2a) temiz, b) temizlikle belirtilen; becerikli
de mekanik veya hidrolik bir şekilde açılarak yakıtın
ve dakik.
10-15 mikron çapında küreciklerden oluşan bir sis
neat's-foot oil: Sığırların bacak ve incik kemiklerinin
şeklinde silindirlere püskürtülmesini sağlayan alt
kaynatılması ile elde edilen açık sarı renkli bir yağ;
ucu konik şekilde yapılmış bir valf; iğne valf. 4) Pist.
deri terbiyesi için kullanılır.
nebular: Nebula veya nebüla'lara ait. Buh. Mak. bazı damlalıklı yağdanlıklarda yağ damla
nebular hypothesis: Nebülaya ait varsayım; güneş sayısını düzenlemek veya yağdanlığı kapamak için
sisteminin önceleri bir nebüla olduğu ve sonra yoğu- kullanılan, alt ucu konik valf; iğne valf.
negate: Bilgisay. olumsuzlamak.
şarak güneş ve gezegenlerin oluştuğu kuramı.
negative: 1) pozitif olarak düşünülenin karşıtı; nega
nebulize: 1) çok ince serpintiye dönüştürmek (bir
tif, özellikle: a) pozitif karakter veya niteliği olmayan.
sıvı yı). 2) ilâçlı sıvı ile (hasta, veya yaralı yüzeye)
2) Mate, sıfırdan küçük bir sayı veya çıkarılacak bir
püs kürtmek.
şeyi belirten; negatif; eksi. 3) Fiz. negatif elektriğe
nebulose: Bkz. nebuleus.
ait. 4) ebonit bir çubuk üzerinde, sürtünme ile üreti
neck: 1) çoğunlukla ucuna doğru bir şaftın ucuna ve
len elektrik yükü; bir elektronun elektrik yükü. 5) bir
ya çapının değişeceği kısma oyuk açmak. 2) bir şaf
volta pilinde düşük gerilimin bulunduğu levha; nega
tın ya da milin uçları arasında çapı küçülen kısım.
tif levha veya kutup. 6) Mate, sıfırdan küçük veya çı
nebulosity: 1) nebülöz olma durumu veya niteliği. 2)
karılacak bir sayı; negatif sayı. 7) Foto. negatif re
Çoğ. nebüla.
sim.
nebulous: 1) nebüla veya nebulalara ait veya onlara
negative acceleration: Hareketli bir cismin yavaşla
benzeyen. 2) bulutlu; puslu. 3) bulanık; belirsiz;
ması; negatif ivme.
müphem.
negative carbon: Elektrik kaynağının veya üreticinin
negatif (-) ucu veya terminaline bağlanan, sürekli ki-
negativ e catal ys t 371 Nessler solutio n

vılcım veren bir ark lâmbasındaki karbon; negatif kar


yen bir antibiyotik ilâç; neomisin.
bon.
neon: Dünya atmosferinde çok küçük miktarda bulu
negative catalyst: Bir katalizör nedeniyle tepkime hı
nan nadir, renksiz ve inert gaz halinde kimyasal ele
zındaki azalma; negatif katalizör.
ment; neon; Simg. Ne; at.ağ. 20,183; at.no. 10.
negative charge: Aşırı elektronlara sahip bir madde
neon bulb: Neon lâmbası; neon ampulü.
tarafından taşınan elektrik dolgusu; negatif dolgu ya
neon glow lamp: Neon lâmbası.
da şarj.
neon sign: Bkz. neon tube.
negative electricity: 1) reçine veya balmumu üzerine
neon tube: Neon gazı ile doldurulmuş ve içinden
sürtünme ile yapılan elektrik. 2) bir volta pilinde al
elektrik akımı geçtiği zaman yoğun turuncu kırmızı
çak gerilime sahip levhada veya kutupta görülen
renkli bir ışık üreten lâmba; neon tüpü.
elektrik; negatif elektrik.
neoprene: Asetilenin türevi olan klorun polimerleştiril-
negative electron: Pozitron'dan ayırmak için bir elek
mesi ile üretilen yapay kauçuk; neopren; yağ. ısı,
trona uygulanan isim; negatif elektron.
ışık ve oksitlenmeye yüksek dayanıklıktadır.
negative GM: Negatif metasentr yüksekliği; meta-
neoprene bearing: Den. şaft kovanlarında, pelesenk
sentr noktasının, gemi ağırlık merkezinin altında ol
veya metal yataklar yerine kullanılan yatak; neopren
duğu durum; negatif metasentr yüksekliği; negatif
yatak; aşınmaya çok dayanıklıdır.
GM.
neoprene seal: Petrol ürünleri, özellikle benzin veya
negative ion: Elektron kazanan bir atom; negatif
motorinle temasta bulunan bazı yerlerde kullanılan
iyon.
keçe; neopren keçe.
negative lap: Pist. Buh. Mak. bir slayt (çekmece) val
neoprene washer: Neopren rondela veya pul.
fın portu tamamen kapatamadığı durumdaki lepi; ne
neosalvarsan: Bkz. neoarsphenamine (Ticarî mar
gatif lep; karşıtı pozitif lep.
ka).
negative lift: Negatif yükseklik: Sıvı düzeyinden aşağı
neoytterbium: Bkz. ytterbium.
da bulunan pompalar için söylenir.
nephelite: Bir çok volkanik kayada bulunan alümin
negative lifted pump: Negatif liftli veya yüksekliği
yum, sodyum ve potasyum silikat.
olan pompa. 1) alıcı tarafında ya da emme borusun
nephelogy: Bulutlarla ilgilenen meteoroloji dalı; nefe-
da pozitif basınç bulunan pompa. 2) basacağı sıvı
loji.
seviyesinden daha aşağıda bulunan herhangi bir
nephelometer: Bazı bakteriler veya çözeltilerdeki ba
pompa.
zı kimyasal elementler gibi, içersinden ışık geçirerek
negative plate: Kurşun plâkalı asitli veya alkalin akü
bir çözeltinin yoğunluğunu, standart baryum klorür
lerde negatif levha ya da plâkalardan herhangi biri;
çözeltisinden geçirilen ışığın parlaklığı ile kıyaslaya
negatif plâka.
rak ölçmek için kullanılan bir cihaz; nefelometre.
negative pole: Bir akü, pil ya da elektrik üretecinin
nephelometry: Nefelometre yardımıyla bir çözeltinin
negatif veya - kutbu; negatif kutup.
miktarsal analizi; nefelometri.
negative sign: Mate, negatif bir sayıyı göstermek üze
nephescope: Meteo. bir bulutun yükseltisi ve onun
re kullanılan bir işaret; eksi (-) işareti; negatif işareti.
sürüklendiği yön ve hızını saptamak için kullanılan
negative terminal: Bir elektrik devresinin, elektrik üre
cihaz; nefeskop.
tecinin negatif veya - ucu; negatif terminal; negatif
uç; negatif kutup. neptunium: Uranyum atomlarının röntgen ışınlarına
tutulması ile üretilen bir kimyasal element; neptin-
negative work: Mot. giriş ya da emme sırasında hava
yum; Simg. Np; at.ağ. 239; at.no. 93.
veya hava-yakıt karışımının emilmesi, cebrî egzoz sı
Nernst bridge: Kollarında dirençler yerine kondensa
rasında egzoz gazlarının silindirden atılması için pis
törler bulunan, yüksek frekanslarda kapasitanslari
ton tarafından yapılan iş; negatif iş.
ölçmek için kullanılan dört kollu bir köprü; Nernst
negativity: Negatif olma durumu veya niteliği; negatif-
köprüsü.
lik.
Nernst effect: Bir manyetik alan düzlemine dikey ola
negatron: Kimy. Fiz. elektron.
rak yerleştirilmiş, ısıtılmış bir metal şeritin uçları ara
negatron: Katodun bir tarafında anot ve diğer tarafın
sındaki potansiyel farkı; Nernst etkisi.
da ise anot ve ızgaraya sahip olan negatif dirençli,
Nernst heat theorem: Mutlak sıfır çevresinde tüm fi
dört elemanlı vakum tüpü.
ziksel ve kimyasal işlemler adyabatiktir; Nernst ısı
negligibility: İhmal edilebilir olma durumu veya niteli
varsayımı.
ği. neroli: Portakal çiçeğinden damıtılan ve parfüm yapı
negligible: Küçük, önemsiz vb. i oluşu nedeniyle ih mında kullanılan bir yağ; portakal çiçeği yağı.
mal edilebilir. nerve: Sinir sisteminin bir parçası; sinir.
neoarsphenamin: Bkz. neoarsphenamine. nerve gases: Sinirler için öldürücü etkisi olan zehirli
neoarsphenamine: Daha az şehirli ve daha çözünür gazlar; sinir gazları.
olduğu için arshenamine (arsfenamin) yerine kullanı Nessler reagent: Bkz. Nessler's solution.
lan arsefenamin sodyum bileşiği; neosalvarsan ola Nessler reagent test: Sadece oksijen kovmak ya da
rak da kullanılır. çıkarmak için hidrazin kullanılan kazanlara uygula
neodymium: Nadir toprak grubundan metalik kimya nan bir deney; Nestler ayıraç deneyi; bu ayıraç
sal bir element; neodimiyum; Simg. A/d; at.ağ. amonyak kapsayan numuneye uygulandığı zaman
144,27; at.no. 60. su kırmızımsı kahverengine döner; rengin koyuluğu
neomycin: Türlü deri ve göz hastalıkları ile sistematik amonyak miktarının fazlalığını gösterir.
enfeksiyonların tedavisinde kullanılan ve bağırsak Nessler solution: Potasyum iyodür içinde ve bir mik
antiseptiği olarak yararlanılan, streptomisine benze tar sodyum ve potasyum hidroksit kapsayan potas-
nest 372 neutron producer
yükseltme devresinde anot-ızgara kapasitansının is
yum cıva iyodür; su analizlerinde amonyak araştır tenmeyen etkilerini nötrleştirmek için dengeleme ka-
mak için kullanılır ve san bir renk, verir; Nesler çözel pasitansı kullanımı. 2) su oluşturmak için bir asitin
tisi; çok zehirlidir. hidrojen iyonları ile bir bazın hidrokzil iyonlan arasın
nest: daki tepkime.
Yuva. neutralization number: Bir gram yağlama yağını nötr
nested: İçice (devir düşürücülerin bazıları gibi.) leştirmek için gerekli, miligram türünden potasyum
net: Brüt olmayan; net: Net kuvvet gibi. hidroksit miktari; nötrleştirme veya nötralizasyon sa
net: 1) kuş, balık vb. ini tutmak için sicim veya ipten yısı; yağın asit miktarını saptamak veya ölçmek için
yapılmış, delikli bir araç; balık ağı. 2) şebeke. 3) bir kullanılır.
ağ veya şebeke yapmak. neutralize: 1) Kimy. aktif özelliklerini tahrip etmek: Al
net heat value: Bkz. lower heat value. kali, asiti nötrleştirir gibi.
net horsepower: 1) Mot. endike güçten sürtünme, neutralizing amines: Buh). Kam. hidrazini içine alan
rüzgârlama (vantilasyon) kayıpları ve makine tarafın ve fid (besi) suyu sistemine verildikten sonra kaza
dan çalıştırılan yardımcıların tükettikleri güç çıktıktan na girer girmez derhal buharlaşan bir grup aminler.
sonra geri kalan güç; net beygirgücü; fren beygirgü- neutral, non-viscous: Viskozitesi 37,7°C'de
cü; şaft beygirgücü; effektif beygirgücü. 2) herhangi (100°F'de) 150 saniyenin altında olan nötr yağ; vis
bir makinenin mil kaplininden alınan güç; net po koz olmayan yağ ya da yağlar.
wer biçiminde de kullanılır. neutral oil: Doğrudan damıtma ürünlerinden yapılan
net output: Mot. krankşaft kaplinindeki güç; net bey hafif yağlama yağları; nötr yağ veya yağlar.
girgücü; net güç; Bkz. net horsepower. neutral point: Nötr nokta. 1) kimyasal analizlerde asit
net power: Bkz. net horsepower. ya da alkanlinliğin dengede olduğu nokta. 2) Elekt.
net ton: Bkz. short ton. bir doğru akım devresinin nötr bölgesinin merkezi.
net weight: Darasız ağırlık; net ağırlık; safî ağırlık. neutral temperature: Devre elektromotor kuvvetinin
network: 1) paralel teller, iplikler vb. inden belirli ara maksimumda ve onun sıcaklıkla değişiminin mini
lıklarla ufak delikler kalacak şekilde dokunmuş veya mumda olduğu bir termokupl'ün sıcak bölgesinin sı
düzenlenmiş; ağ; şebeke. 2) bir bakıma bunlara ben caklığı; nötr sıcaklık.
zeyen bir şey; özellikle: a) Rad., Telev. verici istas neutral zone: Çalışan bir doğru akım devresinde, kol-
yonları denetleme ve işletme şebekesi, b) kanal vb. lektörün komşu iki bakır dilimi arasında gerilimin sı
i sistemleri. 3) bir şebekenin istasyonlarinın aynı an fır olduğu bölge; nötr bölge.
da neşriyat yapması. 4) ağ yapma; dokuma ağlar neutretto: Pozitif bir mezonun bir nötron veya negatif
yapma. bir mezonun bir proton ile arasında çarpışmasından
net work: Mot. silindirde yakıtın yanmasıyla oluşan ısı oluşan nötr bir mezon; nötr mezon.
nın, egzoz, soğutma ve ışınım kayıpları çıktıktan son neutrino: F/z. atomdan küçük, yüksüz ve kütlesi sıfıra
ra endike güce dönüşen bölümünün yaptığı iş; net yakın olan bir parçacık veya partikül; nötrino.
iş. neutrodyne: Rady. küçük bir kondansatöre sahip
network arm: Elekt. seri olarak bağlı bir veya daha olan, giriş ve çıkış devreleri arasındaki dengesizliği
fazla sayıda iki uçlu elemanlardan oluşan şebeke nötrleştiren yüksek frekanslı yükseltme devresine ait
parçası; şebeke kolu. veya onu belirten; böyle bir (yükseltici) devre.
network branch: Bkz. network arm. neutron: Yükü olmayan ve kütlesi 1,675x10" kg
27

network element: Uçları doğrudan diğer elektriksel ci olan, atomun başlıca parçacıklarından biri; nötron;
hazlara bağlanan endüktör, direnç elemanı, kapasi- 1
hidrojen ve protium ( H) hariç tüm atom çekirdekle
tör, jeneratör, elektron tüpü gibi herhangi bir elektrik rinde bulunur; nötronlar çekirdek dışında dayanıksız
sel cihaz; şebeke elemanı. olup çürürler; serbest bir nötronun yarı ömrü yakla
network mesh: Bir şebekede kapalı devre oluşturan şık olarak 780 saniyedir.
iletkenler sistemi; şebeke gözü. neutron capture: Nük. Ener. yeni parçalanabilen çe
neutral: 1) yerküre ile potansiyeli aynı olan veya net kirdekler (örneğin plütonyum-238 veya U-232) üret
pozitif ve net negatif yüklü olmayan bir iletkeni belir mek üzere üretken madde (örneğin U-238 veya tor-
tir. 2) Oto. vitesten çıkartmış; vitesin boşta olma du yum-232) tarafından esir edilen nötron; esir nötron.
rumu. 3) Kimy, asit veya alkalin tepkimesi verme neutron cycle: Nükleer bir reaktörde zincirleme tepki
yen; nötr. 4) Elekt. negatif ya da pozitif olmayan; menin başladığı ve tüm nötronların emildiği ana ka
yüksüz; şarjsız. 5) Meka. dişlilerin birbirlerine geçme dar olan süre, yaşam süresi; nötron çevrimi.
miş durumu; dişlilerin makineden işletme parçaları neutron density: Bir reaktörde birim hacime düşen
na güç iletmedikleri durum. nötron sayısı; nötron yoğunluğu.
neutral axis: Bir yapı elemanının içinde ne çeki veya neutron excess: Bir çekirdekteki nötron ve proton sa
ne de basıda olan durum çizgisi; nötr eksen. yısı arasındaki fark.
neutral buoyancy: Sadece sudan küçük bir miktar 2
neutron flux: 1 cm yüzeyden 1 saniyede, herhangi
hafif olan bir cismin yüzme yeteneği; nötr yüzme ye bir yöne geçen nötron sayısı; nötron flüksü veya akı
teneği. sı; nötron şiddetini belirtmek için kullanılır.
neutral equilibrium: Küçük deplasmanların, cismin neutron number: Bir çekirdekteki nötron sayısı; kütle
potansiyel enerjisini değiştirmediği denge durumu; sayısı ile atom numarası arasındaki farka eşittir.
nötr denge. neutron producer: izotop üretimi için nötron kaynağı
neutrality: 1) tarafsız veya yansız niteliği, durumu ve olarak kullanılan nükleer bir reaktör; nötron üreteci-
ya karakteri. 2) bir limanın savaştaki tarafsız duru si; nötron jeneratörü; nötron üreteci.
mu; tarafsızlık.
neutralization: Nötrleştirme; nötrleşme. 1) bir triyot
n e u t ro n so u rc e 373 nin e

neutron source: Radyum ve berilyum kanşımı gibi da'da nikel bakır alaşımından yapılan 5 sentlik ma
nötron yayan herhangi bir madde; nötron kaynağı denî para.
veya menbaı. nickel: "A": % 99,4 nikel ve bakır, demir, manganez
Newcommen engine: Newcommen makinesi; Tho ve silisyumdan oluşan bir alaşım; Nikel "A"; ısıya da
mas Newcommen'in 1712, bazı yazarlara göre 1705 yanıklı parçaların yapılmasında kullanılır.
yılında yaptığı makine; buhar kazanının doğrudan nickel-alkaline battery: Pozitif kutupları nikel ve ne
stim silindirinin altına yerleştirildiği bir pistonlu bu gatif kutupları demir olan akü; Edison aküsü; nikel
har makinesi. alkalin akümlatör.
Newton: 1) Uluslararası Sistemin (SI) kuvvet birimi; nickel chrome: Nikel kromlu; yapısında bulunan ni
Newton; 1/9, 80 kilogram kuvvet (Kgf); N kısaltması kel ve kromdan oluşan (alaşım, çelik vb. i).
ile belirtilir. 2) metrik sistemin 100 000 din'e eşit olan nickel-chrome steels: Nikel kromlu çelikler; krom ni
2
bir kuvvet birimi; 1 kg'lık bir kütlede 1 m/s 'lik ivme kel çelikleri; yüksek dayanıklıkta çelik alaşımları.
üreten kuvvet; Newton. nickel-copper alloy: Bkz. monel metal.
Newtonian mechanics: Newlonun hareket kanununa nickel "D": % 94,75 nikel, % 4-5 manganez, bakır, de
dayanan mekanik sistemleri; Newton mekaniği; clas mir ve silisyumdan yapılan bir alaşım,; Nikel "D"; ka
sical mechanics olarak da kullanılır. zan duvar cıvataları yapımında kullanılır.
Newtonian telescope: 45°'lik aynası ve yandaki bir nickeliferous: Nikel kapsayan (cevher vb.i). nickel-
boruda bulunan delik ile görüntünün gözlendiği bir plate: Elektroliz vb. i ile nikelle kaplamak.
teleskop; Newton teleskopu. nickel plating: Elektroliz ile metalik nikel yığarak oluş
Newton's law of cooling: Newton'un soğutma yasa turulan ince bir katman; nikel kaplama.
sı; "Radyasyon ve konveksiyon ile soğutma miktarı, nickel silver: Esas olarak nikel, bakır ve çinkodan
soğutulan cisim ile onu çevreleyen madde arasında oluşan sert, dayanıklı, dövülebilir, haddeden çekile
ki sıcaklık farkı ile orantılıdır" bilir gümüşî beyaz renkli bir alaşım; nikel gümüşü;
Newton's law of universal gravitation: Newton'un elektriğe dayanıklıtel vb. i yapımlarında kullanılır; Al
man gümüşü (German Silver) adı da verilir.
universal çekim kanunu: "Iki cisim arasındaki çekim
kuvveti herbirinin kütlesi ile doğru orantılı ve araların nickel steel: % 3,5 nikel, % 0,25-% 0,35 karbon ve
ge ri kalan kısmı demirden oluşan adi çeliklerden
daki mesafenin karesi ile ters orantılıdır."
daha sert ve daha dayanıklı olan bir çelik alaşımı;
Newton's laws of motion: Newton'un hareket
nikel çe liği; "SAE 2330" şeklinde de belirtilir.
kanun ları: "Cisme göre kuvvet, kütle ve hareketin
nicotin: Bkz. nicotine.
etkileri nin ilişkilerine göre düzenleyen kanunlar; bu
nicotine: Tütün yaprağında bulunan çok zehirli bir al
kanun lar Newton mekaniğinin temelidirler.
kaloit; nikotin, C 1 0 H 1 4 N 2 ,
Newton's second law: Newton'un ikinci kanunu; nicotine sulfate: Tütünden çıkarılan ve böcek öldürü
mo mentum kanunu: "Bir cismi etkileyen bir cü olarak kullanılan bir madde; nikotin sülfat.
kuvvet onun momentumunu değiştirir; bu değişim nicotinamide: Beyaz, kristalli bir toz; nikotinik asitin
uygula
nan kuvvet ve cismin etkilendiği süre ile orantılıdır." bir amidi; nikotinamid, C H 14 O 2 N ; yağsız et, yu
Newton's third law: Nevton'un üçüncü yasası; tepki 10

yasası: "Her etki beraberinde eşit, fakat zıt yönde bir murta vb. i proteinli gıdalarda bulunur veya sentetik
tepkiyi getirir." olarak nikotinin oksitlenmesinden elde edilir; B
Nf (national f ine): ince diş. kompleks vitaminin bir üyesi olup, pelegranın tedavi
N.H.P.: Bkz. nominal horsepower. sinde kullanılır.
Ni: Bkz. nickel. nicotinism: Nikotin zehirlenmesi.
niacin: Nikotinik asit; niasin, C5H4NCOOH. nics: Çentikler, kertikler, dişler
nicad battery: Pozitif plâkaları nikel ve negatifleri Nida-bronze: Çok yüksek basınçlar altında çalışabi
kad len, sadece fevkalâde sert jurnal yüzeyi gerektiren
miyum ve elektroliti % 20'lik potasyum hidroksit çö bir bronz türü (Ticarî bir marka); Nida bronzu.
zeltisi ve kabı çelik olan bir akü; nikel kadmiyum niello: 1) kükürtün gümüş, kurşun, bakır vb. i ile yap
akü; Yunger aküsü. tığı türlü alaşımlardan, koyu renkli herhangi biri; ni-
niccolite: Soluk kırmızı renkli doğal nikel arsenid, Ni- elo. 2) nielo ile süsleme işlemi. 3) bu yolla süslen
As; bakır nikel adı da verilir; bakirli kırmızı mineral; miş şey. 4) nielo ile süslemek veya dekore etmek.
nikelin önemli bir cevheri. Nike: 1) ABD Ask. güdümlü füze; yerden (karadan)
Nichols radiometer: Işığın basıncını göstermek ve fırlatılan ve rotasını otomatik düzenleyerek düşman
gö rünür ve kızılötesinde radyasyonun şiddetini uçaklarını vurmak için kullanılan füze; Nayk füzesi.
ölçmek için kullanılan bir cihaz; Nikols radyometresi. nimonic: Diz. Mot. daha çok iki zamanlı doğru akım
nichcrome: Yapısı % 77,1 nikel, % 20,25 krom ve geri süpürmeli makinelerin egzoz supaplarının yapımla-
kalanı demir, silisyum, manganez ve karbondan olu rinda kullanılan, yüksek sıcaklığa dayanıklı, molib
şan paslanmayan, yüksek sıcaklığa dayanıklı, başlı den - nikel alaşımı; nimonik; Bkz. nimonic 80 A al
ca elektrik alanında ısıtma cihazları, direnç bobinleri loy.
ve reosta yapımında kullanılır; nikrom. nimonic alloy: Bkz. nimonic 80 A alloy.
Nick-break test: Numunenin çentiklenerek kırıldığı nimonic 80 A alloy: Diz. Mot. dört stroklu makineler-
deki supapların yapımlarında kullanılan, korrozyon
bir deney; kınkiar iç hataları bakımından incelenir;
ve yüksek sıcaklığa fevkalâde dayanıklı bir nikel mo
Nik kırılma deneyi.
libden alaşımı; nimonik 80 A alaşımı.
nickel: 1) sert, gümüş beyazı, dövülebilir bir metalik
nine: 1) sekiz ile on arasındaki tam sayı; dokuz; 9;
element; nikel; yaygın olarak alaşımlarda ve oksitlen
IX. 2) dokuz kişi veya şeyden oluşan herhangi bir
meye dayanıklı olduğu için kaplamacılıkta kullanılır;
grup; özellikle bir beyzbol takımı.
Simg. Ni; at.ağ. 58,69; at.no. 28. 2) ABD ve Kana-
ninefol d 374 ni t ro ge n

ninefold: 1) dokuz parçaya sahip olan. 2) dokuz mis


line sahip olan; dokuz kat; dokuz misli. kapsayan bileşiklere ait veya bu bileşikleri belirten.
nineteen: On dokuz; 19; XIX. nitric acid: Sıv. Yük. nitrik asit; akua fortis; hidrojen
nineteenth: 1) bir dizide 18'inciden sonra gelen; on nitrat; kuvvetli oksitleyici, boğucu, soluk sarı renkli,
dokuzuncu. 2) bir şeyin on dokuz eşit parçasından dumanlı, insan sağlığı için zararlı inorganik bir asit;
birini belirtir. 3) bir şeyin on dokuz eşit parçasından Slmg.HN0 3 ; sülfürik asitin nitratları etkilemesi ile ve
herhangi biri; 1/19. amonyağın oksitlenmesi ile üretilir; 20°C'de viskozi
tesi 1,15 cP; gemilerde çevre sıcaklığı ve atmosfer
ninetieth: 1) bir seride seksen dokuzdan sonra ge
basıncında taşınır.
len; doksanıncı. 2) bir şeyin doksan eşit parçasın
dan herhangi birini belirten. 3) seksen dokuzuncuyu nitric bacteria: Bkz. nitrobacteria.
takip eden. 4) bir şeyin doksan eşit parçasından her nitriced alloy: Nitriklenmiş alaşım; nitrikleme yöntemi
hangi biri; 1/90. ile yüzeyi sertleştirilmiş alaşım; azotlu çelik.
ninety: 1) doksan. 2) 90; XC veya nitric oxide: Nitrik asitin bakır vb. ini etkimesiyle elde
LXXXX. edilen (hazırlanan) renksiz bir gaz; nitrik oksit, NO.
ninth: 1) bir seride sekizinciden sonra gelen; doku nitrid: Bkz. nitride.
zuncu; 9 uncu. 2) bir şeyin dokuz eşit parçasından nitride: Nitrojenin daha pozitif olan fosfor, boron ve
herhangi birini belirten. 3) bir şeyin dokuz eşit parça ya bir metal elementle bileşiği; nitrid.
sından herhangi biri; 1/9. nitrification: Nitrojen veya bir azot bileşiği ile birleştir
ninthly: Dokuzuncu sırada. me.
niobium: Özellikleri tantala benzeyen nadir metalik nitrifier: Nitrikieyen herhangi bir şey; özellikle amon
kimyasal bir element; niyobyum; Simg.Nb; at.ağ. yum tuzlarını oksitleyerek nitrit veya nitratlara dönüş
92,91; at.no. 41; kolombiyum Bkz. colombium ola türen toprak bakterileri.
rak da kullanılırdı. nitrify: 1) nitrojen (azot) veya azot bileşikleri ile birleş
nipper: Tel kesmek için kullanılan bir alet; tel pense tirmek. 2) nitratlarla doyurmak (toprak vb.). 3) top
si. rak bakterileri vb. inin etkisiyle amonyum tuzları vb.
nippers: Tutan veya koparan kerpeten, pense, kıs lerini oksitleyerek nitrit ve nitratlara dönüşmesine ne
kaç, tel pensesi vb. i aletlerden herhangi biri. den olmak.
nipple: 1a) bir su borusunun ucunda musluk, nozul nitril: Bkz. nitrite.
(meme) vb. inin bağlandığı diş çekilmiş veya klavuz- nitrile: Hidrolizle amonyak ve asit veren, bir alkil gru
lu kısım; boru rakoru, b) her iki ucu klavuzlu kısa bir bunun organik siyanürü; nitril.
boru; nipel. c) cam veya metal üzerinde küçük bir çı nitrite: Nitrus asitin bir tuzu veya esteri.
kıntı. 2) Buh. Kaza. heder türü su borulu kazanlarda nitrite-borate: Çoğu metal yüzeylerde pasif bir oksit
buhar domunun (dramının) su bölgesini ön hedere katmanı oluşturarak paslanmayı önleyen kimyasal
veya ön hederi çamur dramına bağlayan kısa, bü madde; nitrit-borat; Mot. soğutma devrelerinde kulla
yük çaplı borulardan herhangi biri; nipel; nipıl. nılır.
niter: 1) doğada bulunan ve koruyucu, barut yapımı nitro: 1) nitrik veya nitrus asitin etkisi ile üretilen ve
vb. inde kullanılan kristalli bir tuz; potasyum nitrat, nitrojen kapsayan belirli bileşikleri belirten; nitro. 2)
KN0 3 ; güherçile, 2) kristalli bir tuz, sodyum nitrat; bir veya daha fazla NO, kökünün hidrojen atomları
Şili güherçilesi; gübre vb. i için kullanılır. ile yer değiştirdiği N0 2 kökü veya bileşiklerini belir
Ni-resist: %2,5-% 3,25 karbon, % 1,5 silisyum, % 13 ten,
nikel, % 2 krom, % 6 bakır ve geri kalan yüzdesi de nitro-: Nitrojen.bileşikleri, N0 2 kökünün varlığı anlam
mirden oluşan bir alaşım; korrozyon ve ısıya daya larında bir önek.
nıklı parçalar yapımında kullanılır. nitrobacteria: Toprakta amonyak bileşiklerini okside
niton: Radyoaktif kimyasal element; Simg. Nt; Ra ederek nitriklere veya nitritleri nitratlara dönüştüren
don'un eski adı. bakteriler; nitrobakteri,
nitr-: Bkz. nitrobenzene: Benzenin nitrik asit ile muamele edil
nitro-. mesinde elde edilen sarı renkli zehirli bir bileşik; nit-
nitralloy: % 1,25 alüminyum, % 1,50 krom, % 0,20 robenzen, C 6 H 5 N0 2 ; boya, parfüm vb. i
molibden, % 0,30 karbon ve geri kalan yüzdesi de yapımların da kullanılır.
mirden oluşan bir alaşım; nitraloy; amonyakta ısıl iş nitrocellulose (nitro-cellulose): Pamuk veya odun lif
lem gördüğü zaman fevkalâde sert bir yüzeye sahip leri şeklindeki sellülozun nitrik asit ile muamele edil
olur. mesinden elde edilen şekilsiz ya da amorf sarı bir
nitrate: 1) nitrik asitin bir tuzu ya da esteri; nitrat. 2) madde; nitrosellüloz; patlayıcılar, fotoğraf filmleri, ci
gübre olarak kullanılan potasyum ve sodyum nitrat. lalar vb. yapımlarında kullanılır; sellüloz nitrat.
3) nitrik asit veya bir nitrat ile muamele etmek veya nitrochloroform: Bkz. chloropicrin.
birleştirmek. 4) nitrata dönüştürmek. nitro compounds: Diz. Mot. yakıtların setan sayısını
nitration: 1) krank millerinin yapımları sırasında, yükseltmek için kullanılan etil nitrat, izo-amil nitrat
krankpin ve krank jurnal yüzeylerinin sertleştirilmesi vb. i gibi özel sentetik yapay katkı maddelerinden bi
için uygulanan yöntemlerden biri; nitrikleme; bu iş ri; nitro bileşikleri.
lemde krank mili tavlandıktan sonra azot ya da nitroethane: S/ı/. Yük. nitroetan; önemli bir tehlikesi
amonyak atmosferinde soğutulur. 2) nitrik asit veya olmayan, hoş kokulu, renksiz, yağ kıvamında, nitro
karışık asitler kullanılarak bir nitro grubunun (-N02) bileşiklerinden bir sıvı; Simg. CH 3 CH 2 N0 2 ;
,
bir karbon atomundaki hidrojenle yer değiştirme tep 20°/20°C de öz.ağ. 1,052; k.n. 114°C; d.n. -90°C;
kimesi; nitrasyon. suda % 4,5 oranında çözünür; viskozitesi belli değil;
nitre: Bkz. niter. gemilerde çevre sıcaklığı ve atmosfer basıncında ta
nitriding: Çeliklerin sertleştirme yöntemlerinden biri; şınır.
nitrikleme; özellikle krank millerinin jurnal ve pinleri- nitrogen: Hacim olarak atmosferin yaklaşık % 79'u,
nin yüzeylerinin sertleştirilmesinde kullanılır; krank ağırlık olarak yaklaşık % 77'sini oluşturan renksiz,
mili tavlandıktan sonra azot veya amonyak atmosfe tatsız, kokusuz, gaz halinde bir kimyasal element;
rinde soğutulur. nitrojen veya azot; yaşayan tüm şeylerde bulunur;
nitric: 1) nitrojene ait veya azot kapsayan; nitrik. 2) Simg.N; at.ağ. 14,008; at.no.7.
nitrus bileşiklerinden daha yüksek değerli nitrojen
nitrogen cycle 375 noise
nitrogen cycle: Atmosferik nitrojenin doğal ajanlar ta nitrosamine: Aminlerden türeyen ve iki değerli
rafından bileşiklere dönüştürülmesi, bunların hayvan = N.NO kökü kapsayan organik bileşikler dizisinin
ve bitkiler tarafindan kullanılarak proteinlere çevrilme herhangi biri; nitrosamin.
si ve sonuçta tekrar orijinal durumuna dönmesi işle nitroso: NO kökü veya grubu kapsayan veya onları
mi; nitrojen veya azot çevrimi. belirten; nitroso.
nitrogen dioxide: Sıv. Yük. azot dioksit; dinitrojen nitroso-: NO kökü varlığını belirten bir önek.
tet- roksit; nitrojen peroksit; su ve diğer yüklerle nitrosyl: Nitroso kökü veya grubu.
tehlikeli
biçimde tepkimeye giren, asit kokulu, sarı renkli sıvı nitrous: 1) potasyum nitrata Bkz. niter ait, ona ben
veya gaz; nitrojen dioksit (N0 2 ) ve nitrojen tetroksi- zer veya potasyum nitrat ya da güherçile kapsayan.
tin (N 2 0 4 ) karışımından oluşur ve insan sağlığı için 2) nitrik bileşiklerinden daha düşük değerli nitrojen
tehlikelidir; 20°C'de öz.ağ. 1,45; k.n.21°C; d.n.
kapsayan bileşiklere ait veya onları belirten; nitrus.
-9,3°C; suda ayrışır; viskozitesi belli değil; gemilerde
çevre sıcaklığı veya altında, atmosfer basıncı veya nitrous acid: Sadece çözeltilerde bilinen, nitrit adı ve
üzerinde taşınır. rilen tuzları oluşturan bir asit; nitrus asit, HN0 2 .
nitrous bacteria: Bkz. nitrobacteria.
nitrojen fixation: 1) nitrojen tespit ediciler (toprak
nitrous oxide: Anestezik olarak kullanılan renksiz bir
bakterileri) tarafından atmosferik nitrojenin nitratlara
gaz; diazot monoksit, N 2 0 ; gülme gazı; laughing
dönüştürülmesi: Bazı sebzelerde yumrular şeklinde
gas olarak da kullanılır.
bulunur. 2) serbest nitrojenin türlü işlemlerle ticarî
değerdeki nitrojenli bileşiklere dönüştürülmesi. No: Bkz. nobelium.
nitrojen-fixing: Nitrojen tespiti yapabilen; nitrojen No. (no.): Bkz. number.
sa- bitleştiren; Mikrobakteriler için söylenir. nobelium: Küryum'un nükleer bombardmanından
nitrogenize: Nitrojen veya onun bileşiği ile birleştir üretilen radyoaktif kimyasal bir element; nobelyum;
mek veya doyurmak. Simg. No: at.ağ. 255 (?); at.no. 102.
noble: 1) mükemmel niteliğe sahip olan. 2) çabuk
nitrogen monoxide: Anestezide kullanılan renksiz bir
paslanmayan veya bozulmayan; değerli, ya da kıy
gaz; nitrojen monoksit, N2 0.
metli; saf: Metaller, özellikle altın, gümüş vb. i için
nitrogenous: Nitrojen veya azot bileşikleri kapsayan söylenir.
ya da onlara ait; nitrojenli; azotlu, nitroglycerin (nit
roglycerine): Gliserinin nitrik ve sülfürik asitler karışı noble metals: Havada ya da suda paslanmayan, asit
mı ile muamelesinden elde edilen yoğun, soluk sarı ler tarafından kolayca etkilenmeyen gümüş, altın ve
renkli patlayıcı bir yağ; nitrogliserin, CH 2 N0 3 CH- platin gibi metaller; asil ya da soylu metaller.
N0 3 CH 2 N0 3 ; gliseril nitrat; dinamit yapımında ve nodal: Düğüm veya düğümlere ait veya onlara benze
tıpta kullanılır. yen.
nitrohydrochloric acid: Bir kısım derişik nitrik asit ile nodder: Düğüm yapan şey veya kişi.
üç kısım konsantre hidroklorik asit; altın ve platinin node: 1) Den. düğüm; bağ. 2) yoğunlaşma veya yığıl
çözücüsü olarak kullanılır; aqua regia şeklinde de ma noktası. 3) Astr. a) bir gezegenin yörüngesinin,
kullanılır. güneşin görünür yolunu kestiği iki noktadan her bi
nitrolic: Nitrus asitin, nitroparafini etkimesi ile oluşan ri, b) bir uydunun yörüngesinin, o uydunun gezege
ve CH 3 -N0 2 kökü kapsayan asit serilerinden herhan ninin yörünge düzlemini kestiği iki noktadan biri. 4)
gi birine ait veya onu belirten; nitrolik. Geom. sürekli bir eğrinin kendisi ile karşılaştığı veya
nitrometer: Bir maddenin içindeki nitrojen miktarını kesiştiği nokta. 5) Fiz. ip gibi titreşim yapan bir cis
ölçmek için kullanılan bir cihaz; nitrometre. min, nispeten titreşim olmayan bir noktası, hattı ve
nitroparaffin: Metan veya parafin serisi karbonlu hid ya yüzeyi; düğüm noktası.
rojenlerin herhangi bir üyesinden türeyen ve hidro nodical: Astr. düğüm veya kesişme noktalarına ait.
karbonlarda normal olarak bulunan hidrojen atomu nodose: Düğümleri olan; düğümlü; kökler vb. i için
ile yer değiştirebilen N0 2 grubu kapsayan bir nitro söylenir.
jen bileşiği; nitroparafin. nodosity: 1) düğümle dolu olma durumu veya niteli
nitropropane, 1-: Sıv. Yük. 1- nitropropan; önemli bir ği. 2) Çoğ. düğüm.
tehlikesi olmayan, hafif ve etere benzer kokulu, renk ; nodous: Düğümlerle dolu; düğümlü.
siz, nitro bileşiği bir sıvı; Simg. H 3 C . C H 2 N O
nodular: Düğüm veya düğümlere ait veya onların şek
2
0 linde olan; düğüm kapsayan.
20 /20°/C'de viskozitesi 0,764 cP; gemilerde çevre
sıcaklığı ve atmosfer basıncında taşınır. nodulous: Bkz, nodulose.
nitropropane, 2-: Sıv. Yük. 2- nitropropan; önemli bir nog: 1) maden ocağı tavanlarını taşımak için kullanı
tehlikesi olmayan, ahfif ve etere benzer kokulu, renk lan ağaç direk; maden direği. 2) ağaç çerçeve içersi
siz, nitro bileşiği bir sıvı; Simg. H 3 C.CH(N0 2 ).CH 3 ; ne tuğla işçiliği ile inşa etmek. 3) ağaç pin veya blok
0
20°/20 C'de öz.ağ. 0,992; k.n.120°C; d.n.-93°C; ile taşımak veya bağlamak. 4) çivi, vida vb. i için du
20°C'de suda %0,6 oranında çözünür; 20°C(de vis vara yerleştirilen ağaç pin veya blok.
kozitesi 0,764 cP; gemilerde çevre sıcaklığı ve atmos noise: 1) Rady., Akust, gönderilen ses impulslarını bo
fer basıncında taşınır. zan herhangi bir ses; parazit ses. 2) gürültü; patırtı;
nitrosamin: Bkz. nitrosamine.
noi seles s 376 nonreturn trap

yaygara. 3) ses; yağmur sesi gibi. 4) yaymak (ha rı, nadir olarak magnezyum alaşımları gibi kökeni
ber, şayia vb.). 5) gürültü ya da gürültüler yapmak. demir olmayan bir alaşım ya da halita; demirsiz ala
noiseless: Gürültüsüz; çok sakin; sessiz. şım.
noise maker: Gürültü yapan şey veya kişi. non-ferrous metal: Demir kapsamayan metal ya da
noise-trial: Gürültü deneyi ya da tecrübesi. alaşım; babit veya beyaz metaller gibi; Bkz. non-fer
noisily: Gürültülü bir şekilde. rous alloy.
noisiness: Gürültülü olma niteliği. non-hardness salts: Başlıca çözelti halindeki sod
yum tuzları; normal kazan işletme koşullarında biri
noisy: 1) gürültü yapma. 2) gürültü dolu; gürültülü;
kinti yapmayan tuzlar; sertlik vermeyen tuzlar; sertli
patırtılı; şamatalı.
ği olmayan tuzlar.
no laod: Yükü olmayan; yüksüz.
nonillion: ABD ve Fransa'da 1'in peşinde 30 sıfır ile
nomenclature: Bir mekanizma ve cihazın parçaları 30
belirtilen sayı; 10 . 2) ingiltere ve Almanya'da 1'in
için isim veya terimler sistemi.
peşinde 54 sıfırla belirtilen sayı; elli dört sıfırlı sayı;
nominal: Nominal veya itibari; tanımlanmış. 54
10 ; nonilyon.
nominal compression ratio: iki zamanlı motorlarda noninductive: Elekt. endüksiyon yapmayan;
egzoz pencereleri (portları) açıldığı zaman silindirler endüksi yon yapmayan bir madde.
deki hacmin, ölü hacime oranı; nominal sıkıştırma
noninductie resistance: Self endüksiyonu olmayan
veya kompresyon oranı.
veya endüksiyonsuz bir direnç.
nominal horsepower: Nominal beygirgücü; matema
noninflammable: Yanmayan ve alev üretmeyen
tik olarak hesaplanmayan veya beygirgüçlerini ve
mad deleri belirtir; örneğin asbestos yanmaz katı bir
ren formüllere uymayan, vergi alınmak üzere amprik
mad dedir; yanmaz; tutuşmaz.
olarak her ülkede ayrı şekilde düzenlenen beygirgü
cü. non-ieaded: içinde veya yapısında kurşun bulunma
yan; kurşunsuz.
nomograph: Matematiksel formülleri kullanarak yapı
lan çizim veya grafik; nomağraf. non-leaded gasoline: içinde, vuruntuyu önleyen kur
şun tetra etil veya tetra metil bulunmayan benzin;
nomografhy: Nomağraf çizim bilimi veya sanatı; no
kurşunsuz benzin.
mografi.
nonmetal: Metal özellikleri olmayan elementlerden
non-adjustable: Ayarlanması mümkün olmayan; aya
herhangi biri; özellikle baz olmayan oksijen, karbon,
rı olanaksız.
nitrojen, flor vb. i gibi elektronegatif elementler; ma
nonagon: Dokuz kenarı ve dokuz açısı olan düzlem
denî olmayan element; metalsi; ametal.
şekil; dokuzgen; dokuz kenarlı.
non-metallic: Metal olmayan; madenî olmayan; me
non-alkaline hardness: Başlıca kalsiyum ve magnez
talsi.
yum klorür ve sülfatlardan gelen ve asit tabiatlı olan
sertlik; kalıcı sertlik adı da verilir. non-metallic bearing: Yapay reçine veya fenolik
bile şiklerle ıslatılan, doğal grafit ile doyurularak
noncombustible: Havada yanmayan; yanmaz.
yüksek ısı ve büyük basınç ile şekil verilen yatak;
non-condensing engines: Havaya veya bir ısıtıcıya metal ol mayan yatak.
egzoz eden makineler, özellikle küçük güçlü buhar
non-metallic elements: Karbon, selenyum, kükürt,
makineleri; kondensersiz makineler.
si lisyum, fosfor gibi, metal olmayan kimyasal
non-conducting: Bir metalin özelliğini belirten; ilet
element ler; ametaller; metalsiler.
ken olmayan.
nonconductor: Ses, ısı ve özellikle elektrik vb. i nonautomatic: Otomatik olmayan; otomatik olarak
belir li enerji şekillerini iletmeyen bir madde; ve ya kendiliğinden çalışmayan (makine, motor,
yalıtkan: Ör neğin elektriği iletmeyen porselen gibi. meka nizma vb. i).
noncorrosive: Paslanmayan; paslanmaz. nonnitrogenous: Nitrojene sahip olmayan; nltrojen-
siz; azotsuz.
nondestructive tests: X ışınları, gama ışınları ile ve
manyetik partiküller ile yapılan deneylerin tümü; tah nonpolar bond: Kovalan bağ.
ripkâr olmayan deneyler; tahripsiz tecrübeler. nonpolar compound: Moleküllerdeki atomları simet
nondisplay: Bilgisay. görüntülenmez. rik olarak düzenlendiği için elektrik yükünü düzgün
olarak dağıtan bir bileşik; polar olmayan bileşik; ko
nonelectrolyte: Sudaki çözeltisi elektriği
valan bileşik.
geçirmeyen, iyonlaşmayan bir madde; örneğin
şeker. nonpolarizing cell: Hidrojenin pozitif elektrota erişe
non-expansion: Genişlemesiz veya tam basınçlı; ge mediği volta pili; polarlaşmayan pil.
nişlemesi olmayan. nonporous: Gözenekleri olmayan (bir katı); gözenek
non-expansion engine: Silindirine bir strok boyunca siz.
sabit basınçta buhar verilen, katofu olmayan piston nonproductive: Üretken olmayan; mahsul ya da
lu buhar makinesi; tam basınçlı makine; genişleme ürün vermeyen; verimsiz.
siz makine; daha çok pistonlu pompalarda kullanılır. nonrenewable recources: Kömür gibi, kullanıldığın
non-ferrous: Demir kapsamayan; demirsiz. da yenilenmeyen doğal kaynaklar.
non-ferrous alloy: Pirinç, bronz, alüminyum alaşımla nonreturn trap: Çoğu zaman boru devrelerine giriş
non re t u r n val v e 377 notch

basıncından daha düşük basınçta, rutubet veya su


ve % 25 normal heptandan oluşur.
boşaltmak için kullanılan bir cihaz; geri döndürmez
kapan (tuzak). normality: Bir çözeltinin her bir litresinin eşdeğer ayı
racının gram sayısı.
nonreturn valve: Geri döndürmez valf veya vana;
Bkz. check valve. normalize: 1) iç gerilmelerini gidermek amacıyla bir
metali kritik sıcaklığına kadar ısıtmak ve sonra çok
nonscan: Bilgisay. tarama dışı.
yavaş olarak soğumasına müsaade etmek. 2) nor
nonskid: Kaymayı azaltacak şekilde yapılmış dişlere mal yapmak; normalleştirmek.
sahip olan; Oto lâstiği vb. i için kullanılır.
normalizing: Kritik sıcaklığı üzerinde ısıttıktan sonra
nonstop: Durmaksızın; aralıksız; duraklamaksızın. çeliğin havada soğumasına müsaade etme işlemi;
nonvolatile: Uçmayan; uçucu olmayan; kalıcı. normalleştirme.
nonyl alcohol: Sıv. Yük. nonil alkol; alkol C-9; nona- normal lapse rate: Havada düşey olarak yükselindi-
nol; n-nonil alkol; oktil karbinol; pratik olarak tehlike ğinde her 304,8 m (1 000 fit) için 1,94°C'lik (3,5°F)
siz, tatlı kokulu, renksiz veya sarımtrak renkli, birin sıcaklık düşümü miktari.
cil alifatiklerden sıvı bir alkol; Simg.C 9 H 19 OH; normal load: Bkz. maximum continuous load, maxi
20°C'de öz.ağ. 0,83; k.n. 180°C'den yüksek; d.n.-
mum continuous power.
5°C; suda çözünmez; viskozitesi belli değil; ge
normally: 1) normal bir tarzda. 2) normal koşullar al
milerde çevre sıcaklığı ve atmosfer basıncında taşı
nır. tında; çoğunlukla.
normally aspirated engines: Pistonun pozitif
nonyl phenol: Sıv. Yük. nonil fenol; para nonil fenol;
hareke ti ile hava ya da hava-yakıt karişımının
donma yanığı yapan, parlayıcı, sıvılaştırılmış, hafif fe
silindirlere emildiği, özellikle dört zamanlı motorlar;
nol kokulu, renksiz veya soluk sarı renkli, fenol aile
sinden, viskoz bir sıvı; Simg. C 6 H 4 OHC 9 H 10 ; doğal emiş- li makineler.
20°/4°C'de öz.ağ. 0,953; k.n. yaklaşık 300°C; normal melting point: 1 atmosfer basınçta görülen,
d.n.0°C'den küçük; suda çözünmez; 20°C'de visko bir katının erime sıcaklığı; normal erime sıcaklığı ve
zitesi 2100 cP; gemilerde 40°C'ye kadar çevre sıcak ya noktası.
lığı ve atmosfer basıncında taşınır. normal mixture: Benz.. Mot. kimyasal yöntemlerle
norm: Bir grup için standart, model veya örnek; he saplanan hava yakıt oranı 15,12/1 olan karışım;
norm: Alman, Amerikan vb. i normları gibi. nor mal karışım.
normal reaction: Bir yüzeye dik açılardaki tepki; nor
normal: 1) doğal; tabiî; standart; normal muntazam;
olağan. 2) Kimy. a) bir asitin tüm yer değiştirebilir mal tepki.
hidrojeninin, bir metal veya metallerle yer değiştir normal salt: Değişebilir hidrojen veya hidrokzil
mesi sonucu oluşan bir tuza ait veya onu belirten. iyonla rı bulunmayan bir tuz; normal tuz; bir baz
b) her bir litre çözeltideki bir atom gram ağırlığında ki tarafından bir asitin tam nötrleştirilmesiyle oluşan
hidrojene kimyasal eşdeğer çözünmüş miktarda tuzlardan her hangi biri; normal tuz.
madde kapsayan bir çözeltiye ait veya onu belirten. normal solution: Her bir litre çözelti için bir gram eş
c) zinciri dallanma yerine sürekli olan yağımsı bir değer ağırlıkta madde kapsayan çözelti; normal çö
karbonlu hidrojeni belirtir. 3) Mate, dikey; düşey; dik zelti.
açılarda. 4) Mate, bir dikey; özellikle değdiği nokta normal vapor: Bir cins molekülü olan ve polimerleş-
da bir eğriye teğet olan doğru; teğet; normal. meyen bir buhar; normal buhar.
normal atom: Elektrik yükü olmayan ve çekirdeği normative: 1) norm veya standartlara ait veya onlara
çev resindeki elektronlarin en alçak enerji göre tesis edilen. 2) kullanım normlarına sahip olan.
düzeyinde ol dukları bir atom; normal atom. Norwegian steam: Yelkenli teknelerde insan gücü
normal boiling point: Bir sıvının buhar basıncının 1 ile
2
atmosfer (14,5 psi, 1,029 kgf/cm ) olduğu noktaya döndürülen dümen dolabı.
da sıcaklık; normal kaynama noktası. nose: 1) burun. 2) buruna benzeyen herhangi bir
normalcy: Normal olma durumu veya gerçeği. şey; bir nozul (meme), geminin başı, uçağın başı
normal electrode: Normal bir elektrot çözeltisine vb. i gibi çıkıntılı parça.
dal dırılmış bir metal elektrot ya da plâka; normal nose, cam: Bkz. cam nose. nose-
elek trot. dive: Balıklama dalmak.
normal freezing point: 1 atmosferlik basınçta görü nose dive: 1) bir uçağın burnu yere doğru hızlı, dik
len, bir sıvının donma sıcaklığı; normal donma sıcak dalışı. 2) herhangi anî, keskin bir düşme.
lığı.
nosepiece: 1) bir hortum başlığı (nozulu) veya bir
normal gas: Bir tür molekülleri olan, polimerleşme- mikroskopun alt ucu gibi, şekli ve durumu buruna
yen bir gaz; normal gaz. benzeyen bir şey. 3) gözlük camları arasındaki köp
normal heptane: Benzinin oktan sayısının saptanma rü.
sında kullanılan ve oktan sayısı sıfır (0) varsayılan notation: Bilgisay. yazım.
karbonlu hidrojen; normal heptan; n-heptan,
notch: 1) bir kenar ya da yüzeyde V biçiminde kesik;
C 7 H 16 ; oktan sayısı 75 olan bir yakıt % 75 izo-
diş; çentik. 2) çentik ya da çentikler kesmek veya
oktan
yapmak. 3) çentiklerle kayıt etmek.
no t i f y 378 nucl ea r numb e r

notify: Bildirmek. nozzle throat: Buhar veya akışkanın giriş kısmından


novaculite: Tortul kökenli olduğu sanılan sert, çok kü sonra nozulun daraldığı ve sonra tekrar genişleme
çük, silisli bir kaya; bileği taşı olarak kullanılır; nova- ye başladığı kısım; nozul boğazı.
külit. nozzle tip: Enjektör memesinin püskürtme deliği ya
novocain (novocaine): Kokaine benzeyen, fakat on da deliklerini kapsayan kısım; nozul ya da meme
dan daha az zehirli ve uyarıcı olan bir alkaloit bileşi ucu.
ği; lokal uyuşturucu olarak kullanılır; novokain (Tica nozzle valve: Bkz. injector, injection valve.
rî bir marka). nozzle vent: Enjektör gövdeleri veya kütüklerinin dış
nozzle: 1) yangın ve sulama hortumlarının, genellikle yüzünde bulunan ve havasızlandırma amacıyla kulla
pirinçten yapılan başlığı; hortum nozulu ya da me nılan kisım; meme havasızlandırma çıkışı.
mesi. 2) aksiyon türbinlerinde buharın basıncını dü Np: Bkz. neptunium.
şüren ve ona saniyede 1 000 metreye varan bir hız Nt: Bkz. niton.
kazandıran sabit kısım; De Laval, Körtis, Rato vb. i
N.T.P.: Normal temperature and pressure: Normal
buhar türbinlerinde kullanılır. 3) buhar enjektörü, po-
sakül makinesi, erecekter vb. lerinde basıncı hıza dö sıcaklık ve basınç.
nüştüren kısım. nt.wt.: Bkz. net weight.
nozzle applicator: Özellikle akaryakıt yangınlarında n-p-n transistor: Emitör ve kollektörü n-cinsinden ve
pus biçiminde bir su perdesi oluşturan özel bir hor tabanı p-türünden olan bir transistor; emitöre negatif
tum başlığı; meme (nozul) aplikatörü. ve kollektöre pozitif gerilim uygulanır.
nozzle block: Buh. Türb. nozul ya da memeleri taşı n-type semiconductor: Akımın büyük bir bölümünün
yan ve keyse sıkıca bağlanan blok; nozul bloku, elektronlar tarafından taşındığı bir yarı iletken türü.
nozzle body: Nozul ya da meme gövdesi; iğne valfı nuclear: Çekirdeğe ait; çekirdeksel; çekirdeğe benze
taşıyan kısım. yen veya çekirdek şeklinde olan; nükleer.
nozzle control valves: Buh. Türb. belirli sayıdaki no nuclear atom: Elektronlarla çevrelenmemiş bir atom
zul ya da meme gruplarına komuta eden valflar; no çekirdeği; nükleer atom.
zul kontrol valfları; nozul grubu valfları; bu valflar be nuclear chain reaction: Atomun kendiliğinden çatla
lirli sayıda nozula kumanda ederler ve biri açıldığı yarak dağılması işlemi; nükleer zincir tepkimesi; zin
zaman, belirli sayıda nozul devreye girerek türbine cirleme reaksiyon.
ek buhar verilmesini ve devir sayısının yükselmesini nuclear charge: Bir atom çekirdeğindeki pozitif elek
sağlarlar. trik yük; nükleer yük; çekirdek yükü.
nozzle, convergent: Bkz. convergent nozzle. nuclear chemistry: Yeni elementler veren tepkimeler
nozzle, divergent: Bkz. divergent nozzle. üzerinde bilimsel çalışmalar yapan kimya dalı; nükle
nozzle, efficiency: Bkz, velocity coefficient. er kimya.
nozzle holder: Diz. Mot. meme taşıyıcısı; meme kütü nuclear disintegration: Çekirdeğin alfa tanecikleri,
ğü; meme gövdesi; iğne valfı taşıyan kısım. protonlar, döteronlar veya nötronlarla bombardman
nozzle, hose: Yangın hortumlarında kullanılan ve ço edilmesi sonucu bir çekirdekten proton veya nötron
ğunlukla pirinçten yapılmış meme veya başlık; hor yayılması; nükleer bozunma.
tum nozulu; hortum başlığı. nuclear energy: Atom enerjisi; atomsal enerji; yapay
nozzle losses: Buh. Türb. nozul ya da meme içinde fizyon ve atomların çekirdeklerinin bozunması sonu
buharın sürtünmesi nedeniyle oluşan kayıplar; nozul cu açığa çıkan enerji veya erke.
ya da meme kayıpları. nuclear engineer: Nükleer enerji mühendisi.
nozzle neck: Bkz. nozzle throat. nuclear engineering: Nükleer enerji mühendisliği.
nozzle needle: Diz. Mot. enjektörün meme iğnesi ve nuclear equation: Atomların çekirdeklerindeki deği
ya iğne valfı. şimleri belirten formül; nükleer eşitlik.
nozzle opener: Enjektör meme (nozul) deliklerini te nuclear fission: Kütlenin bir parçasının enerjiye dö
mizlemek ya da tıkanmış olanları açmak için kullanı nüşmesi ile birlikte oluşan, atomların çekirdeklerinin
lan İğne; nozul açacağı. parçalanması: Atom bombasının ilkesi; nükleer fiz
nozzle orifices: D/z. Mot. enjektör memelerinin daire yon; nükleer çatlama.
sel kesitli delikleri; püskürtme delikleri; meme delik nuclear fuel: Bir reaktörde enerji kaynağı olarak kulla
leri; orifis; çaplan 0,15-0,8 mm ve boyları çaplarının nılan ve çoğu zaman uranyum 235 olan bölünebilir
üç misli ve sayıları 3-18 arasında değişir. izotop; nükleer yakıt.
nozzle tester: Diz. Mot. enjektörlerin püskürtme ba nuclear induction: Katı, sıvı veya gaz örneklerde çe
sınçlarını ayar etmek için kullanılan cihaz; enjektör kirdeklerin manyetik momentlerinden gelen manye
test cihazı; test cihazı. tik endüksiyon; nükleer endüksiyon.
nozzle testing: Diz. Mot. enjektörlerin püskürtme ba nuclear isomers: Aynı kütle ve yük, fakat farklı mik
sınçlarının denenmesi; enjektör deneme veya test et tarlarda radyoaktif çürümeye sahip elementlerin
me; enjektör test cihazına bağlanarak yapılır; Bkz. atomları; nükleer izomerler.
nozzle tester. nuclear number: Kütle sayısı veya numarası; çok bol
nucl ea r ph ys ic s 379 nu t

bulunan oksijen izotopunun kütlesine göre, bir izoto


3) Astr. bir kuyruklu yıldızın başının parlak orta kıs mı.
pun kütlesi; çekirdekteki nükleonların sayısını verir.
5) Kimy, Fiz. bir atomun, proton ve nötron gibi
nuclear physics: Fizik biliminin nükleer enerji, nükle esas parçacıklarından oluşan merkez kısmı; atom çe
er tepkimeler, radyasyon vb. i ile ilgilenen bir dalı; kirdeği. 6) Org, Kimy. atomların esas, sabit düzeni:
nükleer fizik. Benzen çemberi gibi.
nuclear power: Bir egzotermik nükleer tepkimede açı nuclide: Özellikle bir çekirdekteki protonlar ve nötron
ğa çıkan kullanılabilir güç; nükleer güç; çekirdek gü ların sayıları ile belirtilen atom türü; nüklid; örneğin
cü. U 235 ve Co 60 gibi.
nuclear power plant: Nükleer güç tesisi ya da kurulu nugget: Bir külçe, özellikle doğal altın külçesi.
şu.
NULACE: Sıvı ısıtmalı nükleer, hava çevrimli makine
nuclear propulsion: Bir çok suüstü ve sualtı gemisin
(Nuclear-Heated Liquid-air-Cycle Engine); yanma
de olduğu gibi, nükleer fizyondan elde edilen enerji
dan önce hidrojeni ısıtmak için nükleer reaktör kulla
ile, buhar üretilen ve buhar türbinleri ile yürütülen
nan bir roket makinesi.
ya da tahrik edilen (bir gemi, uzay aracı vb. i).
null: Bilgisay. on altılı sayı sisteminde sıfır.
nuclear radiation: Gözle görülmeyen, duyulmayan
veya hissedilmeyen, aranması veya tanınması zor, null method of measurement: Sıfır yöntemi; detek
ancak özel yöntem veya cihazlarla saptanan bir rad tör sıfır durumu gösterinceye kadar ayarlamanın ya
yasyon türü; nükleer radyasyon. pılacağı bir ölçüm yöntemi.
null reading: Bir cihazın sıfıra göre ayar edilmesi.
nuclear reactions: Kimyasal tepkimelerle kıyaslandı
ğında çok büyük enerji değişimleri oluşturan reaksi num.: Bkz. 1) number. 2) numeral; numerals.
yonlar; nükleer tepkimeler; 1 kg uranyum tepkime number: 1) sayı; rakam. 2) Çoğ. aritmetik. 3) birimle
sinde 5080 ton kömür ya da 2.508.350 litre ya da rin miktarı; toplam; yekûn. 4) kişi veya şeylerin sayı
3
2.508.850 m fuel oile eşdeğer ısı üretilir; b) atomla sının toplamını bulmak veya hesaplamak; saymak.
rın çekirdeklerinin değiştiği, farklı elementin veya or- 5) sayı veya numara vermek; sayı ile belirtmek. 6)
jinal elementin izotoplarını verdiği reaksiyonlar; nük sayı ya da süresini tespit etmek veya sınırlamak. 7)
leer tepkimeler. toplamak; yekûn yapmak eşit olmak.
nuclear reactor: Radyoaktif bir elementin fizyonunu numberless: Sayısız; hesapsız.
denetleyen, yeni radyoaktif maddeler ve enerji üre number of turn: Sarım sayısı. '1) transformatörlerin
ten bir cihaz; nükleer reaktör; atom reaktörü. primer ve sekonder sargılarının sarım sayısı. 2) bir
nucleate: Çekirdek şeklini almak; çekirdekleşmek. bobinde yumuşak demir göbek çevresinde sarılı, izo
nucleation: Çekirdekleşme veya çekirdekleştirme. len tellerin sarım sayısı; primer sargı 240 ve sekon
nuclei: Çoğ. nucleus. der sargı 21 bin sarım sayısındadır.
nucleic acid: Organik nükleer maddelerde görülen numerable: Sayılır veya hesaplanabilir.
ve fosforik asit ile bir karbonhidrat ve bir baz karışı numeral: 1) sayılarla belirtilebilen bir şekil, harf veya
mı olan asitler grubunun herhangi biri; nükleik asit. sözcük ya da bunların herhangi bir grubu: Arap sayı
nuclein: Tüm hücrelerin çekirdeklerinde bulunan ve ları, Romen sayıları gibi. 2) sayı ya da sayılara ait;
nükleik asit ile bir bazdan oluşan, renksiz, şekilsiz sayı veya sayılarla belirtilen; sayı veya sayılarla gös
protein maddeleri grubunun herhangi biri; nüklein. teren. 3) sayı; rakam.
nucleolar: Çekirdekçiğe ait veya çekirdekçik tabiatın numerals, Arabic: Bkz. Arabic numerals.
da olan. numerary: Sayı ya da sayılara ait.
nucleolate: Bkz. nucleolated. numerate: 1) saymak; hesaplamak. 2) okumak (sayı
nucleolated: Çekirdekçiğe sahip olan. ya da sayıları).
nucleole: Bkz, nucleolus. numeration: Sayılama.
nucleolus: Hücrelerin pek çoğunda bulunan, genel numerator: 1) sayan kişi veya şey; sayıcı; numerator.
likle küre şeklinde bir gövde; çekirdekçik 2) Mate, bayağı kesirde bölüm çizgisinin üzerinde olan
sayı; pay; ondalık kesirlerde virgülün sağına ya zılan
nucleon: Bir atomun çekirdeğindeki proton veya nöt
sayı; kesir.
ron; nükleon.
numeric: Bkz. numerical.
nucleonics: Nükleonlar veya nükleer işlerle uğraşan
fizik bilimi dalı. numerical: 1) sayıya ait veya sayı tabiatında olan; sa
yısal; nümerik. 2) sayılarda veya sayılar tarafından.
nucleoprotein: Hayvansal ve bitkisel hücrelerin çekir
3) bir sayı ile belirtilen. 4) harf ya da harfler yerine
deklerinde bulunan birleşik protein sınıfının herhan
sayı ya da sayılarla belirtilen. 5) Mate, işaretine göre
gi biri; nüklein ile birleşmiş basit bir protein ve bir
değeri veya büyüklüğüne ait ya da onu belirten.
pentoz veya hegsozdan oluşur; nükleoprotein.
numerically: Sayısal bir tarzda; sayılarla veya sayıla
nucleus: 1) diğer parça veya şeyleri grup veya toplu
ra göre.
halde etrafında toplayan merkez biçimindeki bir kı
sım ya da şey; çekirdek; nüve. 2) büyüme ve geliş numerous: 1) çok sayıda kişi veya şeyden oluşan. 2)
me merkezi gibi görev yapan herhangi bir şey; öz. pek çok.
nut: Mak. çoğu zaman metalden yapılmış, iç kısmın-
nut an d bolt 380 nylon insulated
nut washer: Somun pulu veya rondelası.
da diş çekilmiş dairesel oyuk bulunan ve bir cıvata nylon: Kömür, su ve havadan türeyen çok esnek,
ya bağlanabilen, genellikle altı, bazan kare şeklinde çok dayanıklı sentetik bir madde; naylon; iplik, lev
küçük bir blok; somun; cıvata somunu. ha vb. i yapımında kullanılır. 2) Çoğ. bundan yapı
nut and bolt: Somun ve cıvata; somun ve onun cıva lan çorap.
tası. nylon insulated: Naylon ile yalıtılmış veya izole edil
nut and bolt torque data: Somunların sıkılacağı (vira miş; naylonla yalıtılmış.
edileceği) moment değerini kgm veya Nm türünden
veren cetvel veya çizelge; somun ve cıvata tork cet
veli.
O,o
oblique hexagonal: Geom. eğik altıgen piramit.
o -: Bkz. ortho-. oblique load: Eğik yük
O: Bkz. oxygen. oblique pentagonal: Geom. eğik beşgen
oakum: Den. eski halatlardan yapılan üstüpü veya kı piramit. oblique rectangular: Geom. eğik prizma.
tık; halat kıtığı; tekne dikişlerinin kalafatında kullanı oblique wiev: Tek. Res. eğik görüş.
lır. obliquitous: Meyilli olma durumu; meyillilik; eğiklik.
oar: 1) Den. bir ucunda geniş ince palası bulunan, kü oblique triangle: Dik açısı bulunmayan, dar ve geniş
rek çekmek için, bazan dümen olarak kullanılan açılı üçgen.
uzun, tahtadan yapılmış araç; kürek. 2) kürek kulla obliquity: 1) oblik olma durumu veya niteliği; eğim;
nan kişi; kürekçi. 3) kürek çekmek. meyil. 2) Astr. dünya ekvatoru ve yörünge düzlemle
O.B.O.: Akaryakıt (yağ), dökme ve maden cevheri ta ri arasındaki açı. 3)p Mate, a) bir doğru ya da düzle
şımak üzere özel olarak dizayn edilmiş bir yük gemi min düşey (dikey, şakuli) veya paralelden sapması.
si; Obo (gemisi). b) bunun derecesi.
object: 1) Görülebilir veya dokunulabillr bir şey; ci oblong: 1) eninden daha uzun; uzatılmış; özellikle:
sim; madde; şey veya nesne. a) dikdörtgen ve bir yönde diğerinden daha uzun.
object.: Bkz. b) eliptik. 2) oblong şekil; oblong şeklinde herhangi bir
objective. şey.
object code: Bilgisay. amaç program. oblong hole: Elips şeklinde veya eliptik delik; beyzî
objectify: Objektif, maddî ve nesnel şekil vermek; delik.
nesnel yapmak; maddileştirmek. obolus: Eski Yunan'da 11,25 grain'e (0,729 g) eşit
objective: 1) sadece akılda yaşayan, devam eden, olan bir ağırlık birimi.
olan ve bilinen şey; nesnel; objektif; maddesel; mad obovoid: Geniş tarafı tepede olan yumurta şeklinde.
dî. 2) gerçek; hakikî. 3) nesnei bir şey; realite. 4) observable: 1) görülebilir; gözlenebilir; özellikle: Gö
Opt. mikroskop, teleskop vb. inde gözlenecek cisme rülebilir; farkına varılabilir. 2) incelemeye değer; dik
en yakın mercek veya mercekler; objektif. kat etmeye değer.
object program: Bilgisay. amaç program. observably: Görülecek şekilde.
oblate: Geom. kutuplarda yassılaşan veya basıkla- observance: Gözlem veya rasat.
şan. observation: 1a) bazı bilimsel incelemelerde olduğu
oblate ellipsoid: Kutupları basık olan elipsoit; Bkz. gibi, olayları, gerçekleri not ve kayıt etme işi veya uy
oblate spheroid. gulaması, b) bu şekilde not ve kayıt edilmiş bilgi. 2)
oblate spheroid: Kutuplarp basık olan elipsoit veya Den. a) geminin mevkiini bulmak için güneş, bir yıl
steroit; elipsin eksenlerinden biri etrafında döndürül dız vb. inin yükseltisini saptama işi. b) elde edilen
mesi ile oluşan şekil. sonuç.
oblique: 1) 90° dışındaki bir açıda birbirleriyle karşıla observational: Deneme yerine gözleme dayanan ve-
şan iki doğru veya bir doğru ile bir düzlemi belirtir; ya ona ait.
düşey veya yatay olmayan; meyilli; eğik; örneğin bir observation car: Bir demiryolu treninin sonunda bağ
grafikte birbirleriyle 30°'lik bir açı oluşturan iki doğru lı, ekstra büyük pencereleri bulunan veya açık bir
gibi. 2) dolaylı; endirek. platformu olan, tren güzergâhının manzarasını izle
oblique angle: Dik açı dışında herhangi bir açı; dar mek için kullanılan bir vagon; gözlem vagonu.
veya geniş açı; oblik. observation tank: Buhar ve besi suyu devrelerinde
oblique cone: Geom. eğik koni.
oblique cylinder: Geom. eğik silindir.
observa t or y 382 oc t o

türlü ısıtıcıların dreynlerinin toplandığı, içersinde so


octad: 1) sekizli grup ya da sekizli dizi. 2) Kimy. sekiz
ğutma kangalı bulunan, camdan yapılmış kontrol
değerli bir element, atom ya da kök.
pencereleri olan bir tank; gözlem tankı; ısıtma kan-
galarında delik ya da kaçak olup olmadığını göste octagon: Sekiz açısı ve sekiz kenarı olan bir düzlem
rir. şekil; sekizgen; sekiz kenarlı; oktagon.
observatory: 1) bilimsel gözlemler, özellikle astrono octagonal: Sekizgene ait veya sekizgen şeklinde
mik veye meteorolojik araştırmalar için donatılmış olan.
bir bina; rasathane; gözlemevi, 2) geniş bir görüş octagonally: Sekizgen veya sekiz kenarlı şekilde
sağlayan ve çevreyi seyretmek için yer ya da bina. olan.
observe: 1) bilimsel olarak incelemek. 2) özel bir dik octahedral: Sekiz yüzlüye ait veya sekiz yüzlü şeklin
kat göstermek. 3) gözlemek. 4) dikkatle bakmak (bir de olan.
şeye); gözlemci gibi yapmak. octahedral angle: Düzgün sekizgenin iç açılarından
observer: Bir şeyi gözleyen kişi; gözlemci; özellikle: herhangi biri; sekizgen açısı.
a) Hava. bir uçakta çevreyi gözleyen, bazan makine li octahedrite: Sekiz yüzlü kristaller şeklinde görülen ti
tüfek kullanan uçak mürettebatından biri. b) sade tanyum dioksit, Ti0 2 ; oktahedrit.
ce olayları izlemek ve gelişmeleri rapor etmek için octahedron: Sekiz yüzeyli katı bir şekil; sekiz yüzeyli
kongre ve toplantılara gönderilen kişi; gözlemci. veya yüzlü.
observing tower: Rasat ya da gözlem kulesi. octal digit: Bilg. Say. sekiz bazında sayıldığı zaman
obsolete: Artık kullanılmayan bir cihaz, alet, araç, te basamak olarak kullanılan O'dan 7'ye kadar olan sa
rim vb. ini belirtir; kullanılmayan; modası geçmiş; es yılardan biri; sekizli basamağı.
kiden elektrik akımının ölçümünde kullanılan tanjant octal number: Sekizli sayı.
galvanometre veya kondansatör yerine bugün kulla octane, n-: Sıv. Yük. n-oktan; normal oktan; yanıcı,
nılan kapasitör gibi. yangın tehlikesi olan, renksiz bir sıvı; Simg. C 8 H 1 8
obstruct: 1) bir kanaldaki serbest sıvı akımına veya veya CH 3 (CH2 6) CH
0
; 20°/4 C'de öz.ağ. 0,7026;
3
elektromanyetik dalgalara engel olmak veya onları k.n.125,667°C; d.n.-56,798°C; kendiliğinden parla
durdurmak. 2) baraj yapmak; mani olmak; önlemek; ma noktası 220°C (428°F); suda çözünmez, alkol ve
engel olmak. asetonda çözünür; organik sentezlerde, solvent ola
obstruction: 1) engel olma. 2) engel olan veya önle rak ve azeotropik damıtımlarda kullanılır.
yen herhangi bir şey; engel; mani.
octane number (or rating): Denenecek yakıtın
obstructive: Engel olan veya önleyen.
vurun tu özelliğini saptamak için n-heptan ile
obtuse: 90°'den daha büyük (Bir açı için söylenir).
karıştırılması gereken 2.2-4-trimetilpentan'ın yüzdesi
obtuse angle: 90°'den daha büyük bir açı; geniş açı.
ile saptanan, benzin vb. inin vuruntuya karşı
O c . ( o c ) : Bkz.
ocean. özelliğini belirten bir sayı; oktan sayısı; oktan
occlude: 1) Kimy. emmek ya da mesetmek (bir gaz sayısının artması vuruntuya karşı özelliği yükseltir;
ya da sıvıyı): Palladyum hidrojeni emer gibi. 2) kapa Bkz. iso-octane, normal hep- tan.
mak, kapatmak ya da tıkamak (bir kanalı), 3) bir şe octane rating: Bkz. octane
yin kanalını kapatarak önlemek. number. octangle: Bkz. octagon.
occult: Astr. önüne geçerek gizlemek. octangular: Sekiz açıya sahip olan; sekiz açılı.
occultation: Astr. bir gök cisminin, diğerinin arkasına octanol, iso: Sıv. Yük. izo oktanol; hemen hemen teh
gizlenmesi. likesi olmayan, özgün kokulu, renksiz, hafif olarak
occupy: işgal etmek; zaptetmek. viskoz, birincil alifatiklerden, higroskopik eğilimli bir
occur: Meydana gelmek; oluşmak; vukubulmak. sıvı; Simg. C8 OH; 20°C'de öz.ağ. 0,831;
occurence: Oluşma; meydana gelme; vukubulma. 17

H
occurent: Oluşan; meydana gelen. k.n.184,5°C-189,3°C; d.n. belli değil; suda % 0,04-%
ocean: 1) dünya yüzeyinin 2/3'ten fazlasını kapla 4,24 oranında çözünür; 20°C'de viskozitesi 10,3 cP;
yan, büyük, tuzlu su kütlesi; okyanus. 2) beş coğraf gemilerle çevre sıcaklığı ve atmosfer basıncında taşı
ya bölümüne ayrılan okyanuslardan herhangi biri; nır.
Atlantik (Atlas okyanusu), Pasifik (Büyük Okyanus), Octans: Astr. bir Güney takımyıldızı veya burcu.
Hint okyanusu, Arktik (kuzey), Antarktik (Güney) ok octant: 1) bir dairenin sekizde biri; 45°'lik açı ya da
yanusları. 3) herhangi büyük alan veya nicelik. yay. 2) açıları ölçmek için kullanılan, seksanta ben
ocean engineer: Okyanus mühendisi. zeyen bir cihaz; oktant. 3) Astr. diğerinden 45° me
ocean engineering: Okyanus mühendisliği. saide bulunan bir gök cisminin durumu. 4) Mate.
oceanic: 1) okyanusa ait; okyanusta yaşayan; okya tek bir noktada ve birbirlerine dik açılardaki üç düz
nus tarafından üretilen. 2) okyanus gibi; engin; vasî. lem tarafından bölünen bir hacmin sekiz parçasın
oceanographer: Oşinografi konusunda uzman ya da dan herhangi biri.
öğrenci; oşinoğrafçı. octennial: 1) her sekiz yılda bir vukubulan. 2) sekiz
oceanographic: Oşinografiye ait veya onunla ilişkili. yıl süren.
oceanography: Okyanusla ilgilenen coğrafya dalı; ok octennially: Her sekiz yılda bir.
yanus coğrafyası. octet: Dört elektron çifti kapsayan dayanıklı bir simet
ocher: 1) rengi, çoğu zaman sarı veya kırmızımsı kah rik elektron kabuğu; oktet.
verengi olan ve demir cevheri kapsayan, toprağa octillion: 1) ABD2 7ve Fransa'da 1'i izleyen 27 sıfırdan
benzer bir kil; boyalarda pigment olarak kullanılır; oluşan sayı; 20 ; oktilyon. 2) ingiltere ve48 Alman
aşı boyası. 3) aşı boyası ile boyamak. ya'da 1'i izleyen 48 sıfırdan oluşan sayı; 10 . 3) sa
o'clock: Saate ait veya saate göre. yıca oktilyonluk miktar.
oct-: Bkz. 1) octa- 2) octo-. octo-: Sekiz (8) anlamında bir önek.
octa-: Sekiz anlamında bir önek.
octode 383 oil bath

octode: Bir anot, bir katot, bir kontrol elektrotu ve ız kaydırılmış diyagram; açık diyagram; yakıt püskürt
garalar olan beş ek elektrottan oluşan sekiz elektrot me, tutuşma gecikmesi, tutuşma ve yanma olayları
tu bir vakum tüpü; oktot. nı, kapalı diyagramlara göre çok daha net görebil
octonary: Sekizli grup. mek için silindirlerden alınan p-V diyagramları; açık
octuple: 1) sekiz kat. 2) sekiz parçadan oluşan. 3) se diyagramlar.
kiz misli. 4) sekizle çarpmak. offset printing: Mürekkeplenmiş nüshanın önce lâs
ocular: Bir optik cihazın, mercek veya merceklerin tikle kaplı bir merdaneye ve oradan kâğıda aktarıldı
oluşturduğu göz merceği; oküler. ğı baskı yöntemi; ofset baskı.
ocular micrometer: Teleskop ya da mikroskopla ve offset wrench: Mak. yıldız anahtar.
çok küçük mesafeleri ölçmek için kullanılan bir mik offshore: 1) kıyı ya da karadan uzakta; açıkta. 2) sa
rometre; oküler mikrometre. hilden belirli bir mesafede çaiışan veya yerleşmiş bu
O.D. (o. d. ): Bkz. outside lunan. 3) kıyı veya sahilden esen rüzgâr.
diameter. ogdoat: 1) sekiz sayısı. 2) sekizin herhangi bir serisi
ODC: Bkz. outer dead center. veya grubu.
odd: 1) iki ile bölündüğü zaman artık bırakan; çift ol ogee rings: Alev borulu (dikey) kazanlarda ait ve üst
mayan; tek. 2) tek sayı ile belirtilen. 3) nispeten kü kazan zarflarını birbirine bağlayan flanşlar; Gem.
çük bir miktar
odd-even veyaTek
nuclei: sayısayıda
ile belirtilen.
protonlar ve çift sayıda Mak. oci çemberleri.
nötronlar kapsayan çekirdekler; tek-çift çekirdekler. ohm: Elektriksel direnç birimi, a) Ohm (om); düzgün
odd-odd nuclei: Tek sayıda protonlar ve tek sayıda olarak 1 amperlik bir akım geçen ve uçları arasında
nötronlar kapsayan çekirdekler; tek-tek çekirdekler. 1 voltluk potansiyel farkı olan bir iletkenin direnci, b)
odds: 1) eşit olmayan şeyler; eşitsizlik. 2) fark veya 2
boyu 1063 mm, kesiti 1 mm olan bir cıva sütunu
fark miktarı. 3) avantaj, yarar. 4) olasılık oranı veya nun (yüksekliğinin) 0°C'de elektrik akımına gösterdi
yüzdesi. ği direnç; .o. simgesi ile gösterilir.
odograph: 1) bir araç ya da yayanın aldığı veya katet- ohmage: Bir iletkenin om ile belirtilen elektriksel di
tiği mesafeyi kayıt eden bir cihaz; odograf. 2) yürü renci; omaj.
yen bir insanın adımlarının sayısı, boyu ve çabuklu ohmic: 1) endükleyici etkisi olmayan, empedans ve
ğunu kayıt eden bir cihaz; edometre. direnci aynı olan bir direnci belirtir. 2) bir metal ile
odometer: Bir araç ile gidilen mesafeyi ölçmek için bir yarı iletken arasındaki teması belirtir 3) omik.
kullanılan bir cihaz; odometre. ohmmeter: Elektriksel cihazları ohm türünden ölç
odontograph: Dişli dişlerini işaretleyen bir cihaz; mek için kullanılan bir cihaz; ohmmetre.
odontograf. Ohm's law: Ohm (Georg Simon Ohm) kanunu: a) sı
oersted: 1) Esk. C.G.S. sisteminin manyetik relüktans caklık ve diğer koşullar sabit kaldığı takdirde, bir ilet
birimi. 2) C.G.S. sisteminin manyetik yoğunluk biri kenin uçları arasındaki potansiyel farkı, iletkenden
mi; orstet. geçen akım ile iletkenin direncinin çarpımına eşittir:
off: 1) Den. uzakta (sahilden). 2) bağlı, bileşik veya V = lxR (I = akım şiddeti, amper ve R = Direnç,
devrede olmayan vb. i. 3) çalışmayan veya işleme ohm üründen), b) sıcaklık ve diğer fiziksel koşullar
yen, görev yapmayan, devam etmeyen kapalı vb. 4) sabit kaldığında, metal bir iletkenden akan düzgün
az, daha küçük, daha az vb. i. 5) alışılmış düzey, bir akım, iletkenin uçları arasındaki potansiyel farkı
standart vb. inde olmayan. 6) uzakta. 7) sağda. 8) ile orantılıdır.
yanlış; hatalı. 9) denize doğru; denize doğru giden. oil: 1) hayvan, bitki ve mineral bir maddeden elde edi
offhand: Ön hazırlık veya çalışma yapılmaksızın; dü len türlü yağlı, yanıcı maddelerden herhangi biri;
şünülmeden yapılan. oda sıcaklığında sıvı olan, belirli organik solventler-
offhanded: Bkz. offhand. de çözünen, fakat suda çözünmeyen bir madde;
officer: 1) silahlı kuvvetlerde subay, zabit. 2) deniz ti yağ. 2) petrol; ham petrol. 3) yağ kıvamına sahip
caret filosunda zabit: Vardiya zabiti, elektrik zabiti olan maddelerden herhangi biri. 4) yağ rengi. 5)
vb. 3) kaptan veya güverte zabitlerinden herhangi bi yağlı boya. 6) yağ sürmek, yağlamak veya yağ sağ
ri. 4) polis ya da jandarma. lamak. 7) eriterek yağa dönüştürmek. 8) yağa ait;
officer-in charge: Den. Vardiya zabiti; sorumlu zabit. yağa benzeyen; yağ veren; yağ kullanan.
officer of the day: Nöbetçi subayı oil acid: Oleik veya stearik asit gibi bir asit; yağ asiti.
official: 1) resmî. 2) Ecz. geçerli ilâçları kapsayan ki oil additives: Türlü özelliklerini geliştirmek üzere yağ
tap; ilâç kullanımında yetki verilen. 3) memuriyete lama yağlarına katılan belirli miktarlardaki kimyasal
ait. bileşikler; yağ katkıları; yağ katıkları: Organo metalik
off-line: Bilgisay. çevrim dışı. bileşikler, deterjanlar veya kalsiyum fenil stearat,
offset: 1) Elekt. ana güç devresinin bir kolu. 2) bir en sentetik polimerler, alkil naftalen, potasyum hidrok
geli geçmek için metal bir çubuk, boru vb. inde bir sit vb. i.
eğri ya da dirsek. 3) bir şeyi dengeleyen, denkleşti oil, alkaline: Yapısında miligram türünden alkalin
ren veya eşitleyen herhangi bir şey. 4) Matb. a) of madde bulunan yağlama yağı; alkalin yağ; bazik
set baskı, b) bu yöntemle yapılan baskı. 5) ofset bas yağ-
kı yapmak. 6) dengelemek. 7) Bilgisay. göreli ko oil analysis: Makinelerde kullanılan yağlama yağları
num. içinde, aşınma nedeniyle oluşan metal parçacıkları,
offset connecting rod: Diz. Mot. büyük tarafındaki su, yakıt, organik veya inorganik asit, kurum vb. inin
krankpin yatağının alt kepi iki veya dört saplama ile oranlarını veya miktarlarını saptamak üzere yapılan
bağlanan bir kol; ofset biyel ya da piston kolu. analiz; yağ analizi; Bkz. oil sample.
offset diagrams: Gem. Mak. ofset diyagram veya 90° oil bath: Çeliklere su verilmesi sırasında kullanılan
oil-bat h filte r 384 oi l h ea t e r

yağ dolu banyo; yağ banyosu.


zanlara donatılan ve iç ve dış mahfaza veya ocak ta
oil-bath filter: Mot. giriş havasını filtre kabı içindeki
banında atomizörün damlaması sonucu birikecek fu
yağdan geçirerek toz vb. ini temizlemek için kullanı
el oili belirtecek bir cihaz; ocak periskobu; Duman
lan bir tür süzgeç; yağ banyolu filtre.
göstergesi ilkesine göre çalışır.
oil burner: Buh. Kaza. basıncı 15 bar ve sıcaklığı
oil droplets: D/z. Mot. karterde yağ sisini Bkz. oil
90°-150°C olan akaryakıtı, yakma havası ile birlikte
mist oluşturan ve çapları çoğu zaman 300 mikron
kazan ocağına pskürterek yakılmasını sağlayan dü
dolayında olan çok küçük çaplı yağ damlacıkları;
zenek; yakıt bömeri; yakıt püskürtücüsü; yakıt brütö-
yağ tanecikleri.
rü.
oil drum pump: Varil ya da fıçı pompası.
oil cake: Keten tohumu, pamuk çekirdeği, kolza vb.
oil-engine igniters: Küçük güçlü, yüksek devirli, ön
inin yağı çıkarıldıktan sonra geriye kalan artıkları;
yanma odalı motorlarda, makine soğuk iken ilk hare
küspe.
keti sağlamak üzere kullanılan ve elektrikle ısıtılan
oilcan:Yağ kutusu, özellikle makineleri yağlamak için
bobin ya da fitil şeklinde tutuşturucu.
kullanılan kap; yağdanlık.
doil engines: Diesel oil, gas oil veya türlü fuel oillerle
oil channel: Yataklarda bulunan ve yağı tutan ve
çalıştırılan makineler; sıkıştırma ile yanmalı makine
onun yüzeye yayılmasını sağlayan kanallardan biri;
ler; dizel motorlan; yağ makineleri.
yağ kanalı.
oiler: 1) makineleri yağlayan kişi; yağcı. 2) yağdan
oil clearance: Mak. yataklarda, hareketli ve hareket
lık. 3) petrol ve petrol ürünleri taşıyan gemi; tanker.
siz parçalar arasında, dişlilerde vb. i oluşturulan boş
4) muşamba Bkz. oilskin palto.
luk; yağ klerensi; yağ boşluğu.
oil film: Silindir duvarı, sürtünme yüzeyleri, yataklar
oilcloth: Yağlı boya veya yağ ile muamele edilerek
vb. terinin yüzeylerinde oluşturulan, sürtünmeyi ön
su geçirmez hale getirilmiş kumaş; muşamba; ma
leyen yağ tabakası; yağ katmanı; yağ filmi; yağ taba
sa, raf vb. i yerleri kaplamada kullanılır.
kası.
oil clutch: Oto, yağlı kavrama veya debriyaj.
oil film thickness: Mak. türlü sürtünme yüzeyleri ve
oil color: Öğütülerek yağa, özellikle bezir yağına ka
ya yataklarda oluşturulan yağ katmanının kalınlığı;
rıştırılarak yapılan renk veya boya.
0,10-0,50 mm değerleri arasındaki katman kalınlığı;
oil, compounded: Bkz. compounded oil.
yağ filmi kalınlığı.
oil consumption: Bir makinenin beygirgücü başına
oil filler: Oto. karter yağlama yağı doldurma borusu
veya bir saatte ya da bir günde tükettiği yağ miktari;
ağzı.
yağ sarfiyatı; yağ tüketimi; yağ harcamı.
oil filler cup: Yağ doldurma ağzı kapağı; yağ kapağı.
oil consumption, specific: Bkz. specific oil con
oil filter: Yağlama yağı içindeki metal partikülleri, ku
sumption.
rum, kum vb. i yabancı maddeleri ayıran veya süzen
oil container: Yağı kabı; yağ kutusu.
cihaz; yağ filtresi; yağ süzgeci.
oil contamination: Mot. karterdeki yağlama yağının
oil-fired: Akaryakıtla fayrapli veya akaryakıt yakan
kurum, toz partikülleri (parçacıkları) asit vb. i tarafın
(kazanlar vb.i).
dan kirlenmesi; yağ kirlenmesi.
oil-fired boiler: Akaryakıt, özellikle fuel oil ile fayraplı
oil control rings: Mot. silindir duvarı veya silindir
kazan.
gömleği yüzeylerinde ince bir yağ katmanı oluştur
oil, fixed: Bkz. fixed oil.
mak amacıyla yağlama yağının fazlasını kartere doğ
oil foaming: Merkezkaç bir seperatörde hızla çarpıl
ru sıyıran ve çoğu zaman piston eteğinde ve 1-3
ması sonucu, var olan hava ile yağın karışması sonu
adet bulunan segmanlar; yağ kontrol segmanları;
cu oluşan köpürme; yağ köpürmesi; taşıntı borusun
oil-scraper ring adı da verilir.
dan yağ kayıplanna neden olur.
oil cooled piston: Diz. Mot. Yağla soğutulan piston.
oil gallery: Bkz. lubricating oil header.
oil cooler: Bkz. lube oil cooler.
oi!-gas tar: Petrol gazlannın yapımı sırasında, yüksek
oil cooling: Yağ ile soğutulan; yağ ile soğutma.
sıcaklıkta buharlardan elde edilen katran; petrol gazı
oil cup: İçindeki yağı yavaş yavaş veya damla damla
katranı.
hareketli parçalara veren fitilli veya iğne valfiı, silin
oil gauge: Küçük güçlü motorların alt kerterlerinde
dir şeklinde ve çoğunlukla pistonlu buhar makinele-
bulunan ve üzerinde minimum ve maksimum işaret
rinde kullanılan bir kap; fitilli yağdanlık; damlalıklı
leri bulunan madeni bir çubuk; karterdeki yağ sevi
yağdanlık.
yesini ölçmek için kullanılır; yağ çubuğu.
oil, cylinder: Bkz. cylinder oil.
oii groove: Yataklarda bulunan, yağ tutan ve onun
oil deflector: Özellikle buhar türbinlerinde yatakları
yatak yüzeyine yayılmasını sağlayan kanallardan bi
yağlayan yağın makine dışına atılması veya çıkması
ri; yağ kanalı.
nı önleyen keçe; yağ deflektörü veya yansıtıcısı.
oil gutter: Yağlama yağının yataklara daha iyi yayıla
oil dilution: Yağlama yağının sulanması veya incel
bilmesi ve yataktaki yabancı maddelerin toplanması
mesi, a) Diz. Mot. karterdeki yağlama yağının, özel
için çenelere yakın yatak kısımları; çamurluk ağzı;
likle yüksek basınçlı yakıt devresinden gelen diesel
yağ oluğu; bu kısımlarda yatağın orta bölümlerine
oil, motorin veya gas oil ile ve b) Benz. Mot. benzin
göre boşluğu 0,07-0.10 mm kadar daha fazladır.
ile sulandırılması ya da inceltilmesi.
oil header: Yağ hederi veya galerisi; Bkz. lubricating
oil drilled: Diz. Mot. krank mili içersine açılan ve ana
oil header.
yataklardan taşınan yağ ile kol yataklarinın yağlan
oil heater: Buh. Turb. samp (makine altındaki) tankta
masını sağlayan küçük çaplı kanallar; yağ kanalları.
bulunan ve soğuk mevsim veya denizlerde yağlama
oil drip detector periscope: Buh. Kaza. külhan tep
yağının ısıtılmasını sağlayan, çoğu zaman stimli ısıtı
mesi ve patlama olasılığını yoketmek üzere bazı ka
cı; yağ hiyteri; yağ ısıtıcısı.
oil holes 385 oil wedge

oil holes: Bir yatağı, silindir gömleği yüzeyi vb. ini streyner, manyetik streyner, santrfüj separator vb. i
yağlamak amacıyla yağlama yağının verildiği, daire cihazlarla temizlenmesi; yağın temizlenmesi ya da
sel kesitli delikler; yağ delikleri. arıtılması.
oil indicator: Yağ çubuğu; yağ seviye göstergesi. oil reconditioning: Uzun süre makinede kullanılarak
oil inlet: Yağ girişi. kirlenen yağlama yağının ıslah edilmesi; yağ ıslahı;
oil interceptor: Bkz. seperaior. en basit yöntem separatörden geçirmedir; dinlendir
oil level indicator: Bkz. oil indicator. me ve kimyasal temizleme yöntemleri de vardır.
oil, lubricating: Bkz. lubricating oil. oil reservoir: Diz. Mot. makine veya makinenin dışın
oil meter: Buh. Kaza., Diz, Mot. tüketilen yakıt miktarı da yağlama yağının depo ediliği yer; alt karter veya
nı, genellikle m 3 veya litre türünden belirten
haz; yağ veya yakıt sayacı.
samp tank; yağ rezervuarı; yağ deposu, b) makine
nin dışında ve onun boyunca uzanan, içinde yağ
oil mist: Çarpma ile yağlamada veya silindir eteklerin pompasının verdiği temiz yağ bulunan büyük çaplı
den dökülen yağın, makinenin hareketli parçalarına boru şeklinde ve birer boru ile palamar yataklarına
çarpmasıyla, yaklaşık çapı 300 mikron (0,3 mm)'dan bağlanan kısım; yağ hederi.
oluşan yağ damlacıklarının karterde oluşturduğu sis; oil ring: Bkz. oil-control ring.
yağ sisi veya pusu. oil sample: Lâboratuvarlarda analiz edilmek üzere
oil mist detector: Yüksek güçlü dizel motorlarında motorların karter veya samp tankları ile buhar türbin
karterin her tarafını tarayarak yağı aşıri ısınan yeri ta lerinin makine altı (samp) tanklarından alınan 200
rayan ve kayıt eden ve böylelikle karter patlaması
tehlikesini belirten, fotoselli bir cihaz; yağ sisi detek
cm 3 hacmindeki yağ; yağ numunesi; yağ örneği.
oil sampling: Diz. Mot. yağlama yağından örnek ve
törü. ya numune almak; Bkz. oil sample.
oil of bitter almonds: Acıbademden elde edilen ve oil scraper ring: Bkz. oil-control ring.
esas maddesi benzaldehit (C6 H5 CH0) olan uçucu oil scupper: Yağ kontrol segmanları tarafından sıyırı-
bir yağ; acıbadem yağı. lan yağın pistonun içine aktığı ve oradan kartere dö
oil of turpentine: Çam, köknar, sakız ağacı vb. i küldüğü deliklerden biri; piston üzerinde yağ segma-
ağaçların yağlı çekirdeklerinden damıtılan renksiz ve nı kanalı içinde bulunurlar.
uçucu bir yağ; terebantin yağı; terebantin esansı; oil seal: Oto, krank mili boğazlarında, kerterdeki ya
bo
yalar, verniklerde ve eczacılıkta dezenfektan olarak ğın makine dışına akmasını önleyen parça; yağ ke
kullanılır; turpentine, spirits of turpentine şekillerin çesi.
de de kullanılır. oil separator: Diz. Mot., Buh. Türb. yağlama yağı için
oil of vitriol: Derişik sülfürik asit Bkz. sulfuric acid, deki metal parçacıkları, su, kurum, organik asitler
H 2 S0 4 . vb. i gibi farklı özgül ağırlıktaki maddeleri merkezkaç
oil bf wintergreen: ilâç ve tat verici olarak kullanılan kuvvet ilkesi ile yağdan ayıran, yüksek devirli bir ci
bir kimyasal madde; metil salisilat, CH3CO- haz; yağ separatörü; yağ ayırıcısı.
OC6 H4 OH. oil shale: Damıtıldığında mineral yağlar veren, bitüm
oil pan: Bir çok motorda yağlama yağının depolandı lü maddeler kapsayan katmanlı tortul kaya.
ğı kısım; alt karter; Gem. Mak. bedpleyl; yağ deposu oilskin: 1) yağ ile muamele edilerek su geçirmez ya
veya haznesi. pılan kumaş; ince muşamba. 2) Çoğ. bundan yapı
oil paper: Yağ filmi ile muamele edilerek su geçirmez lan elbise.
ve saydam yapılan kâğıt; yağlı kâğıt. oilstone: Bıçak vb. i kesici aletlerin bilenmesinde kul
oil passage: Bkz. oil drilled. lanılan bir taş; su taşı; yağ taşı; bileği taşı.
oil, petroleum: Bkz. mineral oil; petroleum oii. oil strainer: Bkz. oil filter.
oil plug: «arterdeki yağın boşaltılmasını sağlayan ma oil sump: Bkz. sump tank, bedplate.
denî tapa; yağ tapası. oil system: Yağlama yağı devresi. 1) Mot. yağ tankı
oil pressure: Özellikle cebri olarak yağlanan motorlar (samp tank), yağ pompası, soğutucu, bazan ısıtıcı,
da 2-5 bar arasında olması gereken basınç; yağ ba yağ hederi ve filtrelerle geyiçlerden (sıcaklık ve ba
sıncı. sınç ölçer vb.) oluşan devre. 2) Buh. Türb. samp
oil pressure gauge: Çoğunlukla Bourdon tüpü ilkesi tank, pompa, filtre, soğutucu, gravite tank, kontrol
ile çalışan bir gösterge; yağ basınç göstergesi. penceresi vb. inden oluşan devre.
oil proof: Yağa dayanıklı (conta, salmastra vb.) oil tanker: Petrol veya petrol ürünlerini dökme olarak
oil pump: Çoğu zaman makine tarafından gemi mo taşıyan, bu amaç için özel olarak yapılmış gemi; pet
torlarında bir elektrik motoru tarafından çalıştırılan, rol tankeri; akaryakıt tankeri.
genel olarak dişli türden bir pompa; yağ pompası; oil thrower: Mot. krankpin ya da kol yalaklarının alt
yağlama yağı pompası; çıkış basıncı çoğu zaman yarım parçasının kısmı; dönüşü sırasında krank çu-
2-5 bar arasındadır. kurlarındaki yağa çarparak, motorun türlü parçaları
oil pump gear: Yağ pompasının rotor dişlilerinden nın yağlanmasına yardımcı olur; yağ fırlatıcısı veya
herhangi biri; yağ pompası dişlisi. püskürtücüsü.
oil purifier: Mot. uzun süre kullanılarak kirlenen yağ oil-tight: Yağ geçirmez; yağ sızdırmaz (boğaz keçesi
lama yağının temizlenmesinde kullanılan ve merkez vb.i).
kaç kuvvet ilkesine göre çalışan bir cihaz; yağ sepa- oil vapor: Yağ sisinin aşırı ısınan bir makine parçası
ratörü; Bkz. oil separator. tarafından ısıtılması ile oluşan buhar; yağ buharı;
oil purifying: Mot. kullanılması sırasında yağlama ya Karter patlamasına neden olabilir.
ğına karışan kolloidal karbon, metal partikülleri, ku oil viscosity: Bkz. viscosity.
rum, su, asit vb. i gibi yabancı maddelerin filtre, oii w edge: Kızak yatağında hareket sırasında yağ kat-

Teknik Sözlük - F. 25
oil well 386 ope n circui t

manında oluşan kama ya da siil: yağ kaması; yağ


tablo boyunca uzanan kare kesitli, bakırdan yapıl
si-
mış, jeneratörlerin bağlandığı bir çift çubuk; basbar;
ili.
omnibüs çubuğu.
oil w ell: Petrol sağlamak için toprak, kaya katmanları
omnirange: Bir çok istasyondan alinan radyo dalgala
vb. i delinerek açılan kuyu; petrol kuyusu.
rı ile bir uçağın mevkii veya rotasını saptayan bir rad
oily: 1) yağa ait; yağa benzeyen; yağdan oluşan; yağ
yo seyir ya da navigasyon sistemi.
kapsayan. 2) yağ ile kaplanmış; hayvansal yağ; yağ
on : Bilgisay.
lı. 3) çok düzgün; kaygan; yağ gibi kaypak. açık.
oily water separator: Gem. Mak. gemilerin sintinele
ondogram: Ondograf ile yapılan kayıt;
rinde biriken yağlı suları süzen, onun içindeki yaban ondogram.
cı maddeleri 15 ppm'ye kadar indirerek denize, di
ondograph: Elekt. alternatif akımda olduğu gibi, dal
ğer kısımları yağlı su tankına veren süzgeç; yağlı su
ga şekillerini kayıt eden bir cihaz; ondograf.
seperatörü.
ondometer: Alternatif akım ve radyo taşıyıcı bir
oka: Türkiye, Mısır, Bulgaristan vb. inde 1,243 kilogra
dalga nın frekansının ölçülmesi için kullanılan bir
ma (2,75 libre) eşit olan bir ağırlık birimi; Okka; oke
cihaz; on- dometre.
olarak da yazılır.
ondoscope: Işıklı bir deşarj tüpünden oluşan elektrik
oleate: Oleyik asitin bir tuzu veya esteri; oleat.
dalga detektörü; ondoskop.
olefins: Olefinler; yangın tehlikesi olan, karakteristik
one: 1) iki ya da daha fazla olmayan; tek; bir. 2) ay
kokulu, renksiz veya soluk sarı renkli, doymamış ali
nı; tek çeşit. 3) bölünmez. 4) en küçük tam sayı; 1
fatiklerden, nem emmeyen bileşikler; genel formülü sayısı. 5) tek kişi veya şey. 6) belirli bir kişi veya
CnH2n ornegin etilen CH 2 :CH 2 ; C8H12-C8H16 da şey. 7) aynı kişi veya şey.
15°/15,56°C'de öz.ağ. 0,72-0,73; k.n. 67-132°C; -one: Kimy. keton anlamında bir sonek.
d.n.-135°C; 20°C'de viskozitesi 0,56-0,66 cS; gemi
one-sided: 1) sadece bir tarafa sahip olan; tek taraflı;
lerde çevre sıcaklığı ve atmosfer basıncında taşınır
tek yanlı. 2) bir tarafı daha büyük ya da daha geliş
lar.
miş.
olefin series: Bkz. olefins. one-way: Sadece bir yöne hareket eden veya sağla
oleic: Yağdan elde edilen veya yağa ait; oleyik. nan; tek yönlü.
oleic acid: Hayvansal ve bitkisel yağların büyük bir one-wiev drawing: Tek. Res. ince metallerden yapı
bölümünde gliseril ester şeklinde bulunan bir yağ lan parçalarınınki gibi, tek görünüşlü resim.
asiti; oleyik asit, C 17 H 33 COOH; sabun, su geçirmez online: Bilgisay. çevrim içi.
tekstil, boya kurutucuları vb. i yapımlarında kullanı opacimeter: Maddelerin matlığını ölçmek için kullanı
lır. lan bir cihaz; opasimetre.
olein: 1) belirli bazı yağlar ile zeytinyağında bulunan opacity: 1) mat olma durumu veya niteliği. 2) Çoğ.
oleyik asitin sıvı gliseriti; oleyin. 2) herhangi bir ya bir dereceye kadar mat.
ğın sıvı bölümü. opal: Türlü renklerde, yarı saydam, cama benzer, ışı
oleo: Bkz.
ğı kırma yeteneği olan türlü silikatlardan biri; opal;
oleomargarine.
yarı değerli taş olarak kullanılır; adî opal sütlü görü
oleo-: Oleyin, oleyik veya yağ anlamlarında bir önek.
nümde ve siyah opal ise çok koyu yeşil ve ateş opal
oleomargarin : Bkz. oleomargarine.
aleve benzer renktedir.
oleomargarine: Bkz. margarine.
opalesce: Opal gibi renk oyunları göstermek.
oleo oil: Hayvansal yağdan elde edilen tereyağ gibi
opalescent: Opal gibi renk oyunları gösteren; yanar
bir yağ.
döner.
oleorefractometer: Standart bir sıvı ile, sıvıların, özel
opaline: 1) opale ait; opale benzeyen. 2) camın yarı-
likle yağların kırılma indislerini kıyaslamak için kulla
saydam sütlü türü.
nılan bir cihaz; oleorefraktometre.
opaque: 1) ışığın geçmesine müsaade etmeyen; ışığı
oleoresin : 1) doğal olarak türlü bitkilerde görünen,
emen; saydam veya şeffaf olmayan; mat; donuk. 2)
te rebentin gibi uçucu bir yağda reçinenin eritilmesi
ışığı yansıtmayan; parlamayan; koyu ve karanlık. 3)
ile elde edilen çözelti. 2) çözünmüş olarak reçine
elektrik, ısı vb. inin geçmesine izin vermeyen. 4)
kap sayan uçucu yağ ile hazırlanmış bir karışım.
mat veya donuk olan herhangi bir şey. 5) Fofo. bir
oleo strut: Uçaklarda kullanılan, içersinde yağ bulu
negatifin parçalarını sabitleştirmek için kullanılan do
nan teleskopik bir silindirden oluşan şok giderici.
nuk sıvı. 6) Nûk. Ener. radyasyon ve taneciklerin geç
oligoclase: Feldispat'ın sodyum ve kalsiyum kapsa
mesini önleyen (saydamın zıttı).
yan kristalli bir türü.
open: 1) kapalı, örtülü, tıkalı olmayan; açık. 2) üstü
olivinite: Çoğu zaman zeytin yeşili renkli olan doğal
kapatılmamış; üstü açık tekne gibi. 3) aralarında me
bakır arsenat; olivenit, CuO.As 2 03 .H 2 0.
safe olan. 4) buz kaplamamış; buzsuz. 5) Den. sisli
olive oil : Ham zeytinden preslenerek elde edilen açık
veya puslu olmayan; açık. 6) açmak veya açmaya
sari renkli yağ; zeytinyağı; yemek, sabun, ilâç vb. i
neden olmak; kapamamak; bağlamamak. 7) başla
yapımlarında kullanılır.
mak; ilk harekete getirmek. 8) açılmak. 9) yayılmak;
olivine: Bir çok boyada yeşil kristaller şeklinde bulu
genişlemek; göz önüne sermek. 10) başlamak; hare
nan magnezyum ve demirin silikatı; olivin, (Mg-
kete gelmek. 11) işlemeye başlamak.
Fe) 2 SiO4 ; yarı değerli taş olarak kullanılır; yeşil gre
open chain: Zincir elemanlarının çember şeklini alma
na (lâl taşı); krizolit.
dığı moleküler yapı; açık zincir.
omnibus: Bir çok yolcu taşıyabilen ve genellikle belir
open-chain compounds: Alifatik bileşikler; atomları
li bir yo! izleyen büyük, motorlu bir taşıt aracı; oto
çember şeklinde olmayan organik bileşikler; açık zin
büs.
cirli bileşikler.
omnibus bar: Elekt. dağıtım tablolarında, iç kısımda,
open circuit: Elektriksel olarak tam olmayan ve ürete-
open-circuited coil 'EV optica!

cin uçları arasında akım bulunmayan devre; açık


rılmasına ilişkin kurallar; çalıştırma veya işletme tali
devre; cansız devre; pozitif devre.
matı ya da kuralları.
open-circuited coil: Elektrik makinelerinde kısa dev
operating manual: işletme el kitabı; işletme ve bakım
re nedeniyle açılan, endüksiyon akımı ya da zıt elek
katalogu.
tromotor kuvvet üretmeyen sargı; açık sargı.
operating mechanism: Mak. işletme ya da çalıştırma
open combustion chamber: Mot. yakıtın doğrudan
mekanizması.
silindir içinde yakıldığı yanma odası; açık yanma
operating pressure; işletme basıncı (buhar kazanları
odası.
için kullanılır).
open cooling system: Mot. denizden alınan suyun
operating speed: Mot. işletme hızı; benzin motorların
soğutucu olarak silindir ceketi ve kapağından geçiril
da 3000-5000 rpm (devir/dakika) ve dizel motorların
dikten sonra denize verildiği sistem; açık soğutma
da 70-3000 rpm dolayındadır.
sistemi.
operating temperature: işletme sıcaklığı.
open cycle: Çalışma akışkanının dışarıdan alındığı,
operation: 1) işletme işi, işlemi ya da yöntemi. 2) çalı
kullanıldığı ve sonra tekrar dışarı atıldığı çevrim; açık
şır veya işler olma durumu. 3) kuvvet, etki; iş gücü.
çevrim; karşıtı kapalı çevrim Bkz. closed cycle.
4) herhangi bir öze! plân veya proje. 5) tıbbî ameli
open diagram: Bkz. offset diagram.
yat. 6) Mate, niceliği değiştiren herhangi bir işlem.
open ended: Açık uçlu.
operation instructions: işletme talimatı; çalıştırma ta
open ended spanner: Mak. her iki ucunda bir ağzı
limatı.
bulunan anahtar; iki ağızlı anahtar.
operation principles: Mak. çalışma ilkeleri; çalışma
open ended wrench: Mak. her iki ucunda ağzı bulu
prensipleri; işletme esaslari.
nan (somun vb. i için) anahtar; açık uçlu anahtar;
operative: 1) işletme yeteneği olan; işleyen. 2) etkili;
düz anahtar.
etkin. 3) fiziksel iş veya mekanik hareketle bağlı. 4)
opener: 1) açan kişi veya şey. 2) şişe, konserve kutu
tıbbî ameliyata ait. 5) bazı endüstriyel işlerde çalışan
su vb. lerini açan bir alet; açacak; şişe veya konser
hünerli bir işçi; usta.
ve açacağı. 2) bir serinin ilk (açılış) oyunu.
operator: Çalıştıran kişi; özellikle: a) bir makineyi ça
open float trap: Açık şamandralı kapan; Bkz. steam
lıştıran kişi; makine operatörü; makinist; operatör; iş
trap.
letici, b) Tıbbî ameliyatları gerçekleştiren kişi; cer
open-hearth: 1) çelik yapmak için kullanılan bir fırın
rah; operatör, c) bir maden ocağı, demiryolu işlet
veya ocak; açık ocak. 2) bu türden bir ocak ya da fı
mesi, fabrika vb. inin sahibi veya meneceri.
rın kullanma.
ophthalmoscope: Gözün iç kısımlarını incelemek için
open-hearth furnace: Büyük, sığ çelik yapma kapları
kullanılan bir cihaz: ışığı küçük bir ampulden göze
na sahip olan geniş yansımalı bir fırın; açık çelik oca
yansıtmak için düzenlenmiş delikli bir aynadan olu
ğı.
şan cihaz; oftalmoskop.
open-hearth process: Pik demiri ve hurda demirden
ophthalmoscopy: Oftalmoskop ile gözün iç kısmının
geniş, sığ bir ocakta eriterek çelik yapma işlemi;
incelenmesi.
açık ocak işlemi.
opium: Ham haşhaş kapsülünün özünden hazırlanan
open-hearth steel: Açık ocak çeliği.
narkotik bir ilâç; afyon; morfin, kodein ve papaverin
opening: 1) açık yer veya kısım; delik; aralık; men
gibi alkaloitler kapsar, ağrı giderici ve uyku verici
fez; gedik 2a) başlangıç; birinci kısım; başlama, b)
ilâç olarak kullanılır.
çalışmalara başlama.
opodeldoc: Özellikle kâfuru kapsayan ve ilâç olarak
open nozzle: Bkz. open-type injector.
kullanılan sıvı bir sabun.
open-type heater: Bkz. jet heater.
opposed cylinder engine: Karşılıklı silindirieri ve bu
open-type injector: iğne valfı bulunmayan, tek delikli
silindirler içinde birer piston bulunan dizel motoru;
eski bir enjektör türü; Hesselmann enjektörü; açık
karşıt silindirli makine veya dizel motoru.
enjektör; meme delik çapı 0,16-0,5 mm.
opposed piston engine: Bir silindirin içinde karşılıklı
open winding: Elektrik makinelerinde kısa devre, en-
olarak, aynı doğrultuda, fakat zıt yönde hareket
düvi sargılarını kollektör dilimlerine bağlayan lehim
eden iki piston bulunan, bu pistonlardan biri egzoz
lerin erimesi vb. i nedenlerle açılan sargı; endüksi
ve diğeri süpürme portlarına kumanda eden bir di
yon akımı veya zıt elektromotor kuvvet üretmeyen
ze! motoru; karşıt pistonlu makine; makûs pistonlu
sargı; açık sargı; sadece open olarak da kullanılır.
makine.
open wire: Elekt. yalıtımı olmayan tel ya da kablo; çıp
opposed-piston scavenging: Karşıt pistonlu dizel
lak tel; açık tel.
makinelerine uygulanan doğru akımlı bir süpürme
operand: Bilgisay. kullanılan bilgi.
türü; karşıt pistonlu süpürme.
operate: 1) mekanizma görevi yapmak, a) bir motor
opposite: 1) karşı olma; karşıt; karşı durum ve yön
lu araçta makine ile tekerlekleri birleştirmek için kav
de. 2) aşırı şekilde farklı; kesin olarak zıt. 3) zıt olan
ramayı çalıştırmak, b) bir makineyi işletmek. 2) işlet
(karşıt olan) herhangi bir şey. 5) zıt taraflarda.
mek, çalıştırmak; idare etmek.
opposition: 1) karşıt ya da zıt olma; muhalefet; karşıt
operating: Çalışma; işletme; işleme; işletim.
lık. 2) direnç; aykırılık; tezat; zıtlık; düşmanlık 3)
operating cycles: Motorlar, buhar makineleri, soğut
Astr. boylamları 180° farklı oldukları zaman iki gök
ma makineleri, jet motorları vb. i ısı makinelerinin Di
cisminin durumu; özellikle bir gezegenin güneşe gö
esel, Sabathe, Otto, Rankine, Stirling vb, i kuramsal
re böyle bir durumu.
çevrimlere uyan çalışma çevrimleri; işletme veya ça
optic: Göz ya da görme duyusuna alt; optik; göz.
lışma çevrimleri.
optical: 1) görme duyusuna ait veya görme duyusu
operating instructions: Motor, makine vb. inin çalıştı
ile bağlantılı; görülebilir; gözle görülür. 2) ışık ve go-
optica ! altimete r
388 organiz a t io n

rüş arasındaki ilişkiye ait. 3) görmeye yardım için ya


pılmış: Optik cihazlar gibi. şeklinde olan. 2) daire veya küre gibi dönen.
orcein: Kahverengimsi kırmızı, kristalli bir boya mad
optical altimeter: İşaretleri optik bir sisteme bağlı desi; orsein, C H 0 N ; orsinolün amonyak ve
28 24 7 2
olan bir yükselti, rakım veya altitüt göstergesi; optik oksijen ile muamelesinden elde edilir.
altimetre. orcin: Bkz. orcinol.
optical center: Bir mercekte ışık ışınlarının eğilmeden orcinol: Bazı likenlerden elde edilen renksiz, kristalli
geçtiği bir nokta; optik merkez. bir bileşik; orsinol, C 6 H 3 CH 3 (OH) 2 ; ilâç ve boya
optical constants: Maddelerin optik özelliklerini ta ya pımında kullanılır.
nımlamak için kullanılan sayısal değerler takımı; op order: 1) olayların veya şeylerin sırası veya düzeni; sı
tik sabiteler, değişmezler veya konstantları; Örneğin ra; dizi; Ateşleme sırası Bkz, firing order gibi. 2) sa
kırılma indisi, yansıma ve emme katsayısı vb. i. bit ve belirli bir plân veya tasarım. 3) düzen; nizam.
optical disk: Optiğin temel yasalarını açıklamak için 4) tesis edilmiş yöntem ya da sistem. 5) sınıf; tür;
kullanılan bir cihaz; optik disk. cins. 6) Ask. emir ya da bildiri. 7) düzenlemek; orga
optical instrument: Ayna, prizma, mercek vb. inin nize olmak. 8) emir vermek.
özelliklerinin kullanıldığı teleskop, mikroskop, kame order, firing: Bkz. firing order.
ra, spektroskop, fotometre vb. i cihazlar; optik cihaz ordinary: 1) tekerlek çapları farklı olan eski bir bisik
lar. let türü. 2) alışılmış; olağan; normal; usule uygun.
optical isomers: Simetrik olmayan ya da asimetrik 3) belirli, özel bir amaç için yapılmamış. 4) bayağı; genel
karbon atomu kapsayan ve optik faaliyetleri farklı veya umumi.
olan iki organik bileşik; optik izomerler. ordinary ray: Kırılmanın bilinen yasalarına uyan bir
optical lever: Bir teleskop ve sabit bir ayna ile donatıl ışın; bayağı ışın.
mış, küçük uzunlukları ölçmek için kullanılan bir ma ordinary seaman: 1) usta gemiciden daha az vasıflı
nivela; optik manivela. ve rütbece düşük gemiadamı; gemici. 2) Esk. ABD
optical path: Bir optik sistemden geçen ışık enerjisi Bahriyesinde ikinci sınıf gemici; gemici.
tarafından izlenen yol; optik yol. ordinate: Mate, biri yatay, diğeri düşey ve birbirini
optical pyrometer: Yüksek sıcaklıkları ölçmek için dik olarak kesen iki doğrudan dikey olanı; ordinat.
kullanılan bir cihaz; optik pirometre veya payromet- ordnance: 1) ağır silâhlar. 2a) bir savaşta kullanılan
re. tüm silâhlar ve mühimmat, b) serviste olan silâhlar
da kullanılan herhangi bir ekipmen veya teçhizat,
optic axis: Çift kırılma olmaksızın ışığın iletildiği yön;
optik eksen. ore: 1) ticarî olarak metal ya da metallerin çıkartabil
diği minerallerin herhangi doğal bir karışımı; cevher;
optician: Gözlük ve diğer optik cihazları yapan veya
maden (metal) cevheri. 2) kükürt gibi metal olma
satan kişi; gözlükçü.
yan ametalin çıkarıldığı doğal madde. 3) yapılarında
optics: Işık ve görüşün tabiatı ve özellikleri ile ilgile
önemli oranlarda metal bulunan doğa! madde veya
nen fizik bilimi dalı; optik dalı; optik.
maddeler.
optimum: 1) en iyi veya en uygun derece, durum,
ore carrier: Özel olarak maden cevheri ve dökme
miktar vb. i. 2) Bio. büyüme ve üreme için en uygun yükler taşımak için yapılmış, dayanıklı bir gemi; cev
ışık, ısı, nem, besin vb. i miktarı. 3) en iyi; en uy her gemisi; dökmeci.
gun.
ore/oil carrier: Maden cevheri veya ham petrol ve
option: Seçenek. petrol ürünleri taşımak üzere dizayn edilen bir gemi;
optometer: Görüş mesafesi ve gücünü ve düzeltme cevher/akaryakıt gemisi.
için gerekli merceklerin odak boylarını ölçmek için organic: 1a) karbon kapsayan kimyasal bileşiğe
kullanılan bir cihaz; optometre. ait veya onu belirten; organik; inorganik olmayan,
optometrist: Optometride uzman; optometri uzmanı; b) karbon bileşikleri ile ilgilenen kimya dalına ait
göz hekimi; göz hastalıkları uzmanı. veya onu belirten: Organik kimya gibi. 4) canlı bir
optometry: 1) görüş mesafesi ve görüş kuvvetinin öl organiz maya ait veya canlı bir organizmadan
çülmesi. 2) gözlerin (ilâç kullanılmaksızın) miyop ve türeyen. organic acid: Bir veya daha fazla karboksil
ya hipermetrop bakımından incelenmesi ve arızaları (COOH)
düzeltmek için gözlük verilmesi; optometri; göz he grup kapsayan bir karbon bileşiği; organik asit; örne
kimliği. ğin asetik asit, CH3COOH.
orb: 1) küre; Dünya küresi; glob. 2a) Güneş, Ay vb. i organic ash: Bitki veya hayvansal maddelerin tam
gibi gök kürelerinden herhangi biri. b) Dünya, c) bir yansıması sonucu geriye kalan mineral madde; or
gezegen vb. inin yörüngesi. 3) göz ve gözküresi. 4) ganik madde; organik kül.
dairesel şekilde olan herhangi bir şey; daire. 5) bir organic chemistry: Karbon ve onun bileşiklerini ince
küre veya daire şekli vermek. 6) çevrelemek. 7) bir leyen bilim dalı; organik kimya.
yörüngede hareket etmek. organic compounds: Karbon ve hidrojen, bazan oksi
orbicular: 1) küresel veya dairesel şekilde. 2) Bot. yu jen ve nitrojen ve diğer elementleri kapsayan bileşik
varlak ve yassı. ler; organik bileşikler.
orbiculate: Bkz. orbicular. organic halides: Hidrojen atomlarının tamamen ya
orbiculated: Bkz. orbiculate. da kısmen halojen atomları ile birleştiği karbonlu hid
orbit: 1) Bir gök cisminin diğer bir gök cismi çevresin rojenler; örneğin karbon tetrakiorür, CCl 4 .
de periyodik dönüşü sırasında, üzerinde hareket etti organic liquids: Nük. Reak. hidrojen kapayan orga
ği yol; yörünge; orbit. 2) bir yörüngede gitmek. nik soğutucular; organik sıvılar; bunlar hem modera
orbital: Yörüngeye ait veya yörüngede, tor ve hem de soğutma görevi yaparlar.
orby: 1) küre ya da daireye ait veya küre ya da daire organization: 1) düzenleme. 2) organik yapı; düzen
lenmiş olma tarzı. 3) bir organizma. 4) örgüt.
organiz e 389 oscsillograh

organize: 1) organik yap! sağlamak; sistemleştirmek. orthochromatic: Doğal renklere ait; doğal renkler üre
2) düzenlemek; kurmak; tesis etmek. 3) organik ve ten; doğal renklere göre ton değerlerine sahip olan.
ya organize olmak. 4) işçi sendikası ile birleşmek. orthaclase: Feldispat ailesinden bir mineral; doğal
.6SiO
organizer: Düzenleyen kişi; organizatör; düzenleyici. potasyum alüminyum silikat, K2O.Al2O3 2- gra-
organa-: Organ ya da organik anlamlarında bir önek nitin mineral bileşeni; ortoklas.
organometallic compound: Bir ya da birden fazla or orthocymene: Simen'in Bkz. cymen üç izomerik şek
ganik kökün metalik bir atoma bağlandığı bileşik; ör linden biri; ortosimen.
neğin metil magnezyum klorür, CH3MgCI. orthogenal: Dik açılarda yapılan: dikdörtgen.
organosilicon: Bir organik bileşiğin karbon atomları orthographic: 1) ortografiye ait. 2) Geom. dik açılar
nın bazılarının veya tümünün silisyum atomları ile veya dikey doğrulara ait.
değiştirilmesi sonucu oluşan bileşik; organo silikon. orthographical: Bkz. orthographic.
orientation: Yönlendirme. orthographical projection: Geom. izdüşüm hatları
orifice: 1) Diz. Mot. nozulda bulunan ve sayısı 3-18 nın izdüşüm düzlemine dik oldukları bir çizim izdü
arasında değişen, çaplan 0,1524-0,5715 mm (0,006- şüm veya projeksiyon.
0,0225 inç) olan yakıt püskürtme deliği. 2) de lik; orthographic wiev: Tek. Res. ortografik görünüş.
menfez; bir boru, oyuk vb. inin ağzı ya da çıkışı; orthography: Bkz. orthographic projection.
orifis. orthophosphoric acid: Berrak, renksiz, şurup kıva
orifice meter: Sıvı akan bir boru içine sokulmuş bir mında bir sıvı veya renksiz kristalli asit; ortofosforik
diyaframın iki tarafında basınçlar arasındaki fark ile asit, H 3 P0 4 ; fosfatlı kayalardan ekte edilir ve gübre,
sıvının hızını ölçen bir cihaz; orifis metre. tekstil vb, i yapımlarında kullanılır.
orifice trap: Orifisli (delikli) kapan; Bkz. steam trap. orthopter: Kanatlarını sallayarak uçmak üzere dizayn
origin: 1) iki eksenin kesiştiği nokta; başlangıç nokta edilen bir tür uçak; pratik olarak denenemedi; omit-
sı. 2) bir bant tayfta sıfır hattı veya çizgisi. hoper olarak da kullanılır.
original: Orjinal; özgün. orthorhombic: Eşit olmayan üç eksenli ve biri diğeri
O ring: Diz. Mot. silindir blok ile gömlek arasından so ne dik açıda; ortorombik (kristalleşme türü için söy
ğutma suyunun kartere inmesini önlemek için, göm lenir).
leklerin çoğu zaman eteklerine konulan lâstikten ya orthoscope: Gözün içinin denetlenmesine izin veren
pılmış, dairesel kesitli halka; O ring. bir cihaz; ortoskop.
orlon: Bir dereceye kadar naylona benzeyen sentetik orthoscopic: Optik bozukluğu olmayan; ortoskopik,
akriiik lif ya da bu liflerden yapılan dokuma (bez, ku orthatomic: Uygun bir düzlem tarafindan dik açılarda
maş); orlon (Ticarî bir marka). kesilen ışık ışınları sistemi için söylenir; ortotomik.
orîop: Bir gemi veya özellikle bir savaş gemisinin en Os: Bkz. osmium.
alt güvertesi. O.S.: Bkz. ordinary seaman.
ormolu: 1) bakır ve kalay alaşımından ya da pirinçten oscillate: 1) ileri geri sallanmak; salınım yapmak. 2)
oluşturulan sahte altın; süs eşyaları, pahalı olmayan F/z. elektrik akımında olduğu gibi, maksimum ve mi
ziynet vb. i yapımında kullanılır. 2) taklit altın varak. nimum arasında değişmek. 3) sahram yapmaya ne
ornithin: Bkz. ornithine. den olmak.
ornithine: Kuşların dışkısı ve idrarda bulunan bir ami oscillating: 1) ileri geri sallanan; salınım yapan. 2) sa
no asit; ornitin, C 5 H 1 2 0 2 N 2 . lınım yapmaya neden olan.
oroide: Altına benzeyen, başlıca bakır, kalay ve çinko oscillating current: Alternatif akım; yüksek frekanslı
dan oluşan bir alaşım; pahalı olmayan mücevher ya bir akım.
pımında kullanılır. oscillating valve: iki zamanlı, ilmek süpürmeli dizel
orometer: Deniz seviyesinden yüksekliği gösteren ve motorlarinda, piston süpürme pencerelerini kapadığı
dağların yüksekliğini ölçmek için kullanılan baromet- zaman, egzoz portlarını kapatarak hava kayıplarını
rik bir cihaz; orometre. önleyen valf; osileytin valf; döner hareketli valf; dö
orometric: Orometreye ait. ner slayt valf; rotary valve şeklinde de kullanılır.
orphan line: Bilgisay. öksüz satir. oscillation: 1) Elekt. bir akım veya gerilimde olduğu
orpiment: Limon sarısı renkli doğal arsenik trisülfür, gibi, maksimum ve minimum arasındaki değişme. 2)
As2S3; pigment olarak kullanılır. bir devrede elektronların ileri geri hareketleri. 3) bir
Orsat analyzer: Bkz. Orsat apparatus. sarkacın ileri geri hareketi gibi salınım yapan. 4) Fiz.
Orsat apparatus: Buh. Kaza., Diz. Mot. baca ve eg salınım yapan cismin, onun yayı üzerindeki iki uç
zoz gazları içindeki C0 2 , CO ve 02 miktarlannı sap nokta arasındaki tek bir salınımı. 5) Bkz. vibration.
tayarak yanma konusunda duyarlı bilgi veren bir ci oscillation, forced: Frekansı dış periyodik kuvvete
haz; Orsat cihazı. bağlı olan bir alternatif akım; cebri osilasyon,
Orsat automatic recorder: Bkz. Orsat apparatus. oscillation, free: Frekansı, sadece devrenin sabiteleri
Orsat method: Baca ve egzoz gazları içindeki C0 2 , ne bağlı olan bir alternatif akım; serbest osilasyon
CO ve 0 2 'y i saptamada uygulanan metot; Orsat me veya salınım.
todu veya yöntemi. oscillator: Ses hızı, ses hızı üstünde veya elektroman
orsery: Türlü ölçülerdeki kürelerle, güneş sisteminde yetik dalgalar yayan bir devre veya cihaz; osilatör.
ki gezegenlerin ve onlann uydularının göreli hareket oscillatory circuit: Akım titreşimlerinin oluşabildiği
lerini ve durumlarını şekillendiren mekanik bir cihaz; :bir devre; böyle basit bir devre bir bobin ve bir kapa-
planetarium adı da verilir. sitörden oluşur.
Orthicon: İyonoskoptan geliştirilen televizyon alıcı tü oscillograph: Elektrik osilasyonlarinı (salınımlarını)
pü (Ticarî bir marka). gösteren ve değişimleri fotoğrafik olarak kayıt eden
o scill og ra m 390 outsid e

bir cihaz; osiloğraf.


outbalance: Ağırlık, değer vb. i yönünden daha bü
oscillogram: Bir osiloğraf tarafından kayıt edilen di
yük olmak.
yagram: Egzoz manifoldundaki gaz basınçlarını osi-
outboard: Bir su teknesinin dış yüzeyine yakın yerleş
logramları gibi.
tirilmiş; dıştan takma.
oscilloscope: Bir katot ışın tüpününki gibi, elektriksel
outboard bearing: Mot. krankşaftın bilyalı, çoğu za
dalga kayıtlarını floresan bir perde üzerinde göste
man silindirik metal yatak şeklinde olan dış yatağı.
ren bir tür osiloğraf; osiloskop.
outboard engine: Bkz. outboard motor.
osculate: Mate, üç ya da daha fazla noktada dokun
outboard motor: Küçük bir teknenin pupasına (kıç ta
mak (iki eğri için).
rafına) takılan, çoğunlukla taşınabilir iki ve bazan
osculation: Mate, iki eğri vb. i arasındaki temas.
dört zamanlı motor; gücü nadir olarak 150 hp'yi ge
osmic: Osmiyus bileşiklerinden daha yüksek değerli
çer.
osmiyum kapsayan kimyasal bileşikleri belirtir veya
outer: 1) belirli bir nokta veya yerden uzağa yerleştiri
onlara ait; osmik.
len; dışta; dıştaki; dışa yakın. 2) bir hedefin daireleri
osmious: Osmik bileşiklerden daha düşük değerli os
dışındaki kısım. 3) bu kısmı vuran atış.
miyum kapsayan kimyasal bileşiklere ait veya onları
outer dead center: Yatık motor veya buhar makinele
belirten; osmiyus.
rinde pistonun krank tarafındaki ölü noktası; dış ölü
osmiridium: Küçük bir miktar platin grubu metaller
nokta; karşıtı iç ölü nokta.
kapsayan, çok sert, doğal iridyum ve osmiyum alaşı
outer plating: Bir geminin karina ve alabandalarını
mı; özellikle kalem ucu yapımında kullanılır; osmirid-
oluşturan saç levhalar; dış kaplama; karina ve borda
yum.
kaplaması veya saçları.
osmium: Mavimsi beyaz, şekilsiz (amorf), platin gru
outer space: Astr. Dış uzay; dıştaki uzay; uzayın ge
bunun metalik kimyasal elementi; osmiyum; platin
zegenler ile yıldızlar arasındaki boşluğu.
ve iridyum alaşımı şeklinde görülür; Simg.Os; at.ağ.
outfit: 1a) aletler takımı, b) herhangi bir meslek veya
190,2; at.no.76.
işte kullanılan teçhizat. 2) donatım; teçhizat. 3) do
osmium tetroxide: Mikroskopide boyama maddesi
natmak veya teçhiz etmek.
olarak kullanılan sarı kristaller; osmiyum tetroksit,
outfitter: Teçhizat yapan veya satan kişi; teçhizatçı.
OsO4. outflow: 1) dışarıya akma işi. 2a) dışarı akan; taşıntı.
osmometer: Ozmotik basıncı ölçmek için kullanılan
b) dışa akan (taşan miktar).
bir cihaz; ozmometre
outlet: 1) bir şeyi dışarıya vermek için bir kanal, men
osmoregulation: Ozmotik basıncın denetimi veya
fez ya da ağız; çıkış. 2) Elekt. bir devrede harcamak
kontrolü.
üzere akımın alınabileceği herhangi bir nokta; çıkış
osmose: Osmoz; osmoza uğramak; geçişmeye uğra
noktası.
mak.
outlet temperature: Çıkış sıcaklığı (yağlama yağı, so
osmosis: 1) bir sıvının yarı geçirgen bir diyaframdan,
ğutma suyu, egzoz gazı vb. i için).
çözeltinin daha yoğun tarafına geçmesi ve zarın her
outline: 1) profil hattı; bir cismin sınırlarını belirleyen
iki tarafındaki yoğunluğu eşitlemesi eğilimi; osmoz;
veya kuşatan hat. 2) sadece dış görünüşünü göste
süzülme. 2) sıvıların bir zardan veya gözenekli bir
ren skeç. 3) detaylandırılmamış genel plân; taslak.
bölmeden geçmesi.
4) taslağını çizmek; profilini çizmek. 5) ana noktaları nı
osmosis, reverse: Bkz. reverse osmosis.
takdim etmek. 6) özet.
osmotic: Osmoza ait.
outlying: Belirli bir nokta veya merkezden nispeten
osmotically: Osmoz ile veya osmoza göre.
uzakta olan.
osmotic pressure: Molekülleri bir diyaframdan geçer
outnumber: Sayıca daha fazla olmak.
ken çözünürün uyguladığı basınç; ozmotik basınç;
out-of-date: Yürürlükte olmayan; kullanılmayan; eski
geçişme basıncı.
moda; modası geçmiş.
ossein: Biokimy. sulu asitlerde mineral maddeleri eri
out-of-phase card: Bkz. offset diagram.
dikten sonra kemikten arta kalan organik kısım.
out of phase diagram: Diz. Mot. Bkz. offset diag
Ostwald process: Amonyağın nitrik asite dönüştürül
ram.
mesinde katalitik oksitlenme. Ostvald işlemi.
outpour: Dışarıya akma; dışarı akmak.
otoscope: 1) kulak zarı ve kulağın dış kanalını incele
output: 1) beiirli bir zaman periyotunda üretilen veya
mek için kullanılan bir alet; otostop. 2) ortakulağı
yapılan herhangi bir şeyin toplam miktarı; üretim. 2)
dinlemek için kullanılan bir tür stetoskop (dinleme ci
Meka. bir makine vb. i tarafından üretilen kullanılır
hazı).
güç ya da enerji miktarı; verdi; çıktı; çıkış.
Otto cycle: Benzin motorları ve kızma kafalı makinele
output meter: Bir hoparlörün verdisini ölçmek için
rin kuramsal çevrimi: Otto çevrimi; sabit hacimli çev
kullanılan cihaz.
rim; sabit hacimde yanmalı çevrim: a) emme, b) sı
output transformer: Bir güç tüpü ve spiker arasına
kıştırma, c) genişleme ve d) egzozdan oluşan teorik
bağlanan küçük bir transformatör.
çevrim veya teorik p-V diyagramı.
outrigger: Den. a) bir kanonun devrilmesini önlemek
Otto silent: Otto tarafından 1876 yılında yapılan dört
üzere yan tarafına yerleştirilen kütük, b) bu türden
stroklu bir gaz makinesi.
bir kano. c) kürekçilere daha fazla çekiş gücü sağla
ounce: Librenin (452 gram) on altıda birine eşit olan
mak için, botun dış yanında küreğin takıldığı parça;
ingiliz ağırlık birimi; 28,35 gram; kuyumculukta libre
ıskarmoz veya yarımay.
nin on ikide biri; 37,6 gram; oz.
outside: 1) dış; dış kenar veya yüzey. 2) kısmen ka
outage: Kesinti; işletmenin herhangi bir nedenle geçi
patılmış bir şeyin kapatılmamış kısmı. 3) bir cismin
ci olarak stop etmesi ya da durması.
görülebilir kısmı. 4) en fazla; azamî. 5) daha dış; dış
ou t si d e a dmi ssio n valv e 391 overha u l

tarafa yerleştirilen. 6) dış taraf; dıştaki. 7) dışa veya


overalls: işbaşı elbisesi; tulum; işçi
dış tarafa doğru. 8) belirli sınırların dışında. 9) açık
tulumu.
havada. 10) dış tarafında. 11) sınırlarının dışında.
overall width: Tam genişlik.
outside admission valve: Pist, Buh. Mak. orta ve
overbalance: Diğerinden daha ağır çekmek. 2) den
al çak basınç silindirlerinde kullanılan ve buharı dış
geyi bozmak.
ta rafından buhar portları ve dolayısıyla silindirlere
overbear: Ağırlık veya fiziksel güç ile aşağıya bastır
ve ren valf; dıştan katoflu valf; dıştan müsaadeli valf.
mak veya pres etmek.
outside micrometer: Küçük dış çapları ölçmek için
overblow: 1) uzağa, aşağıya vb. üflemek. 2) kum gi
kullanılan bir ölçü aleti; dış (çap) mikrometresi.
bi, üflenen bir şey ile örtmek.
outside-mixing burner: Esk. Buh. Kaza. püskürtüle
overboard : 1) bir gemi bordasının dışı. 2) gemiden
cek yakıt ile onu püskürten taze buharın atomizörün
suya adam düşmesi.
dışında karıştığı püskürtücü; dıştan karıştırman bör-
overboard discharge: Gem. Mak. yağ ve su soğutu
ner.
cuları ile kondenserlerde dolaştırılan deniz suyunun
outside vernier: Dış çapları ölçmek için kullanılan bir
gemi bordasından denize atılması.
alet; dış kompas.
overboarden : 1) aşırı bir -şekilde yüklemek. 2) aşırı
outsize: 1) standart dışı bir ölçü; özellikle alışılmışın
yüklenmiş bir şey.
dışında büyük boy. 2) bu tür (ölçüde) giysi ya da el
overcharge: 1) çok yüksek fiyat istemek veya talep
bise.
et mek. 2) aşırı miktarda yüklemek veya doldurmak.
outstand: Den. limanı terketmek; denize açılmak. 2)
3) abartmak; mübalâğa etmek. 4) aşırı fiyat. 5) aşırı
dayanmak. 3) tasarım yapmak; tasarlamak.
do lu veya ağır yük. 6) Elekt. bir akünün aşırı
outstroke: Mot., Buh. Mak. pistonun krank mili veya
doldurul ması.
krankşafta doğru olan kursu ya da stroku; aşağı
overcompounded : Elekt. aşırı kampavund yapılmış;
strok; dış strok ya da kurs; karşıtı yukarı stroke Bkz.
Bkz. compound-wound.
up stroke.
overcompounding: Elekt. jeneratör uçlarındaki gerili
outward: 1) dışarıya veya dış tarafa doğru olan; dışta
mi, yüklü ve yüksüz durum için % 5 arttırmak ve böy
ki; dış taraftaki. 2) açık; gözlenebilir; görülebilir. 3)
lece dış devrelerden gelen gerilim düşümünü denge
içlen uzakta; dışa ya da dış tarafa doğru. 4) dışa ait;
lemek üzere seri alan sargısına eklenen sarım sayı
dış tarafta. 5) dışa doğru olan parça; dış; haricî. 6)
sı; aşırı kampavuntlama; Bkz. compound-wound.
maddî ya da dış dünya.
overdeck: Buh. Kaza. su borularının üzerinde (aşırı
outwear: 1) aşınmak; tükenmek. 2) daha fazla daya
ısıtıcı gibi).
nıklı olmak; daha dayanıklı olmak, 3) tüketmek.
over-deck superheater: Bkz. top-deck superheater.
outweigh: 1) den daha ağır gelmek. 2) den daha
overdose: 1) çok büyük veya aşırı doz; yüksek doz.
önemli, değerli vb. i olmak.
2) aşırı doz vermek.
outwork: 1) diğerinden daha iyi, çabuk ve zorlu çalış
overdraft (overdraught): Bir ateş, ocak vb inden ge
mak. 2) tamamlama için başarılı olmak.
çen draft veya hava akımı.
oval: 1) yumurta şeklinde olan; oval. 2) şekli bakımın
overdrive: Oto. belirli bir devir sayısında motorun
dan yumurtaya benzeyen; elipsoidal; elipsoit. 3) şek
güç verdisini otomatik olarak azaltan, fakat onun hı
li yumurta ve elipse benzeyen herhangi bir şey.
zını düşürmeyen bir dişli donanım: Dördüncü vites;
ovalization: Dairesel şeklinden uzaklaşma; ovalleş-
yakıt sarfiyatı ve aşınmayı azaltmak için kullanılır.
me: Piston, piston pin, krankpin veya jurnaller için
overdy: 1) çok uzun boyama işlemine konu olmak;
kullanılır.
çok koyu renkli yapmak. 2) daha önce boyanmış bir
ovalize: Ovalleşmek; oval biçimini almak.
renk üzerine boyamak.
oven: Isı yardımı ile ısıtma, pişirme veya kurutma için
overexpose: Foto. çok fazla veya çok uzun poz ver
kullanılan bir cihaz; ocak; fırın.
mek.
overage: Standart olarak sabitleştirilen yaşın üzerin
overfeed stoker: Buh. Kaza. üstten beslenen, güç ile
de.
çalıştırılan yakıt besleme mekanizması ve ızgara; üst
overage: Artık ya da fazlalık.
ten besleyen otomatik kömür verici; ucuz kömürleri
overage premium: Den. belirli bir yaşın üzerindeki
yakmak, daha iyi ocak koşulları sağlamak ve daha
gemiler için, normale göre fazladan ödenen sigorta
yüksek kazan verimi elde etmek için kullanılır.
pirimi ya da ücreti.
overfire air: Toz kömür püskürtme ile fayraplı buhar
over-all (overall ): 1) bir uçtan diğer uca; uçtan uca;
kazanlarında üstten verilerek, ocakta girdap oluştu
baştan başa. 2) herşeyi kapsayan; toplam; total; ge
ran ve yanma için gerekli oksijen sağlayan hava; üst
niş; etraflı.
yakma havası.
over-all dimensions: Bir makine, taşıt aracı, gemi vb.
overflow: 1) taşmak ve yayılmak. 2) taşmaya neden
inin eni, boyu ve yüksekliği; gabariler; ana ölçüler:
olmak; kapasitesinin ötesinde doldurmak. 3) sınırla
Silindir çapı, piston stroku ve piston ortalama hızı.
rın ötesinde taşmak; taşmak. 4) taşıntı. 5) taşıntı mik
overall-efficiency: Yanma sırasında silindirde oluşan
tarı. 6) ağız; çıkış; sıvıların taşması için menfez; taşın
ısının ne kadarının yararlı işe dönüştüğünü gösteren
tı deliği.
verim; fren ısıl verimi; genel verim; efektif verim;
overflow pipe: Den. özellikle yakıt tanklarından güver
krankşaft kaplinindeki güce uyan ısının, silindirde ya
teye kadar uzanan, ucu daire yayı şeklinde büküle
kılan yakıtın verdiği ısıya oranı; brake thermal effici
rek yere bakan boru; ucuna tel kafes ya da saçtan
ency şeklinde de kullanılır
bir kapak bağlanır; taşıntı borusu.
overall height: Tam yükseklik.
overglaze: 1) birincinin üzerine (yapılan) ikinci sır. 2)
overall length: Tam boy.
bir sır üzerine uygulanan süs. 3) sır ile kaplamak.
overhaul: 1a) gerekli onarım için tümü ile incelemek
overhauling gear 392 oxalic acid

ve denetlemek, b) iyi durumda çalışması için (bir


donatmak; aşırı güçlü bir motorbot gibi.
motor, makine vb. inin) onarım, ayar vb. ini yap
overpowering: Aşırı güçlü; çok güçlü; çok kuvvetli.
mak; revizyon yapmak; Gem, Mak. overhol yapmak.
overpressure: Aşırı basınç.
2) ovarol yapma; iyi çalışma düzeni için inceleme ve
overproduce: Çok büyük veya talebi aşan miktarda
ya denetleme yapma.
üretmek.
overhauling gear: Gem. Mak. overhol, bakım veya
overproduction: 1) gerekli olandan daha fazla üre
onarım donanımı; makinelerin bakım ve onarımını
tim; aşırı üretim 2) kamunun talebinden daha fazla
yapmak için gerekli donanım ya da teçhizat.
ve piyasa fiyatında satılabilir mal üretimi.
overhead: 1) baş seviyesinden yukarıya yerleştirilmiş
overrefined: Çok rafine edilmiş veya damıtılmış.
veya orada çalışan. 2) gökte; havada. 3) yukarı; baş
override: Geçersiz kılma.
seviyesinin üzerinde. 4) ek yük.
overwrite: Üzerine yazma.
overhead projector: Tepegöz; tepegöz projeksiyon
oversaturation: Aşırı doyma; aşırı doyurulmuş.
makinesi.
oversea: Bkz. overseas.
overhead valve engine: Üstten süpaplı makine ya da
overseas: 1) denizin ötesinde. 2) yabancı. 3) denizin
motor.
ötesinden. 4) denizaşırı.
overhead welding: Tavan kaynağı.
overside: Den. bir tarak gemisi gibi yandan çalışan
overheat: Aşırı ısınmak; çok sıcak ya da boşaltan.
yapmak. oversize: 1) çok büyük. 2) ölçü dışı; normal veya alı
overheating: 1) aşırı ısınma; bir makinede yağ, su, şılmıştan daha büyük. 3) standart ölçülerden daha
egzoz vb. sıcaklıklarının türlü nedenlerle müsaade büyük ölçü.
edilen değerlerin üzerine çıkması; aşırı ısınma; over- overspeed: Aşırı hız; maksimum değerin üzerindeki
hit. 2) Metal, doğru ölçüde tanecik elde etmek için hız.
metallerin kritik sıcaklıkları üzerine kadar ısıtılmaları; overspeed governor: Diz. Mot. oluşabilecek aşırı hı
aşırı ısınma (ısıtma). zın etkilerinden makineyi korumak üzere kullanılan
overhung: Üstten asılmış (yatak vb. i). bir emniyet ya da güvenlik cihazı; aşırı hız regülatö
overhung bearing: Üstten asılmış yatak; daha çok rü; silindirlere verilen yakıt ya da havayı keserek ma
motorlarda kullanılır. kineyi yavaşlatır, fakat stop ettirmez.
overladen: Çok ağır bir yüke sahip olan; aşırı yüklü. overspeed trip: içten yanmalı makineler veya buhar
overlap: 1) parçaları çakıştırmak, birbiri üzerine getir türbinlerini oluşabilecek aşırı hızın tehlikelerinden ko
mek 2) bindirme veya çakışma. 3) üst üste gelen rumak üzere kullanılan bir güvenlik cihazı; aşırı hız
parça. 4) üst üste gelmenin miktarı. 5) bunun yeri. tribi Gem. Mak. overspit tribi; tehlike halinde makine
6) Mot. giriş ve egzoz supaplarının birlikte açık kal ye verilen yakıt, hava veya buharı keser, makineyi
maları; çakışma; overlep. stop ettirir.
overlapping: Mot. egzoz stroku sonunda giriş ve eg overstock: Hemen kullanılabilenden daha fazla stok
zoz supaplarının birlikte bir süre (30°-160° krank) yapmak veya stoklamak; çok büyük bir stok.
açık kalmaları; supap çakışması; overlep. overstrain: 1) çok büyük zorlama altına koymak. 2)
overlap, valve: Bkz, valve overlap. aşırı çalıştırmak. 3) büyük efor, gayret veya çaba sar-
overlay: Yer paylaşma. fetmek.
overload: 1) üzerine çok ağır bir yük koymak. 2) çok overtime: 1) fazla mesai. 2) böyle bir zaman için öde
büyük bir yük; aşırı yük. 3) türlü makinelerin verebi nen. 3) mesaiye ait veya fazla mesai periyotu sırasın
lecekleri ve belirli bir süre taşıyabilecekleri güç; mak da. 4) zamanlamada uygun sınırı aşmak (fotoğraf
simum güç; aşırı yük. 4) bir elektrik cihazından ge poz süresi vb.)
çen, normal miktardan daha büyük akım. 5) bir ge overvoltage switch: Aşırı gerilim svici; otomatik şal
miyi sigorta işaretinden fazla yüklemek. ter.
overload breaker: Aşırı yüklendiği zaman bir elektrik overwear: Kullanım için uygun olmayıncaya dek aşın
makinesini devreden çıkaran cihaz; aşırı yük şalteri; mak; aşırı aşınmak.
otomatik şalter. overweigh: 1) daha ağır gelmek. 2) yüklemek.
overloaded: Aşırı bir şekilde yüklenmiş; aşırı yüklü. overweight: 1) gerekli veya müsaade edilenden daha
overloading: Aşırı yüklenme; aşırı yükleme; aşırı yük. fazla ağırlık; fazla ağırlık; aşırı ağırlık; fazla veya artık
overload protection: Bkz, overload relay. ağırlık. 3) daha büyük miktarda önem ya da ağırlık.
overload relay: Elektrik motorlarının devresinde bulu 4) normal veya yasal ağırlığın üzerinde. 4) aşırı yük
nan ve akım önceden saptanan değerin üzerine çıktı lemek.
ğı zaman motoru devreden çıkaran bir röle; aşırı overwork: 1) çok güç veya çok uzun çalışmak; aşırı
akım rölesi; aşırı yük rölesi. çalışmak. 2) şiddetli veya sıkıntı verici iş. 3) anlaşma
overlong: Çok uzun. miktarının ötesindeki iş; fazladan iş.
overpass: 1) bir yol, demiryolu vb. inin üzerindeki ox-: Bkz. oxy-.
köprü veya geçit.; üst geçit. 2) üzerinden veya için oxalate: Ogzalik asitin bir tuzu ya da esteri; ogzalât.
den geçmek. oxalic: 1) kazayağından türeyen. 2) renksiz, zehirli,
overplus: 1) kalan miktar; artık; fazlalık. 2) miktarı kristalli ogzalik asite ait veya onu belirten; ogzalik;
çok büyük; aşırı. kazayağı veya diğer bitkilerde bulunur veya sentetik
overpotential: Aşırı gerilim veya voltaj; bir elektrolit olarak hazırlanır; boyalarda ve beyazlatmada kullanı
ten açığa çıkan bir gazın potansiyeli ve aynı elektro lır.
litte aynı gazın elektrotunun potansiyeli arasındaki oxalic acid: Bazı bitkilerden elde edilen metal cilâsı,
fark. mürekkep lekesi çıkarıcı, mürekkep yapımı, boyacı-
overpower: 1) yardımsız yapmak. 2) çok fazla güçle
oxazine 393 ozalid machine
ha sıcak bir alev üreterek çelikleri kesmek ve kay
lık vb. inde kullanılan beyaz, kristalli, zehirli bir katı; nak etmek için kullanılan oksiasetilen şaluması.
ogzalîk asit, (COOH) 2 2H 2 0. oxycethylene welding: Oksijen kaynağı; bir ucu oksi
oxazin: Bkz. oxazine. jen ve asetilen tüplerinin regülatörlerine ve diğer uç
oxazine: Dört atom karbon ve bir atom oksi|en ve nit ları şalumaya bağlı birer uzun hortum yardımıyla ok
rojenin birleşerek bir çember oluşturduğu ve sijen ve asetilenin belirli oranlarda kanştırılıp yakıl
C4 H5 NO kapalı formülü ile gösterilen altı bileşikten masıyla sağlanan yüksek sıcaklık yardımıyla yapıları
herhangi biri; ogzazin. kaynak işlemi.
oxid: Bkz. oxide. oxyacid: Oksijen kapsayan asit; oksiasit.
oxidant: Oksitleyici madde veya ajan. oxycalcium light: Oksikalsiyum ışığı; akkor halindeki
oxidase: Oksitleyici madde (ajan) gibi etki yapan en kireç tarafından üretilen ışık.
zimler grubunun herhangi biri. oxygen: Renksiz, kokusuz, tatsız, gaz halinde bir kim
oxidation: 1) bir maddenin oksijen ile birleşimi; oksit yasal element; hacim olarak yaklaşık % 21'ini oluş
lenme. 2) bir element veya iyonun pozitif değerinin turduğu atmosferde serbest ve su, kumtaşı, kireçtaşı
çoğalması ve negatif değerinin azalması işlemi. 3) vb. lerinde bileşik olarak bulunur; çok aktif olup he
elektronların atomlar veya iyonlardan çıkarılması işle men hemen elementlerin tümü ile birleşir, yanma ve
mi. yaşam için esastır; oksijen; Simg.O; at.ağ. 16,000;
oxidation inhibitor: Bkz. corrosion inhibitor. at.no.8.
oxidation number: Bir bileşikte bir atomun oksitlen oxygen acid: Oksijen kapsayan bir asit; oksiasit; ox
me durumuna verilen sayı; oksitlenme sayısı; bileşik yacid olarak da kullanılır.
isminin sağına Romen sayısı ile yazılır. oxygenate: Oksijen ile karıştırmak, muamele etmek
oxidation products: Mot. belirli bir çalışma süresinde veya birleştirmek; oksitlemek; Bkz. oxidize.
karter veya sanıp tanktaki yağlama yağlarında olu oxygenation: Oksijenle birleştirme; oksitlenme.
şan ürünler veya maddeler; oksitlenme ürünleri; ya oxygene breathing apparatus: Oksijen solunum ci
ğın ne kadar dayanıklı ve uzun süre kullanılabileceği hazı; oksijen cihazı; oksijen maskesi.
ni gösterir. oxygen deficiency: Oksijen yetersizliği (tanklar, yan
oxidation-reduction reaction: Elektronların kısmen ma, solunum vb. i için kullanılır.)
ya da tümüyle aktarıldığı herhangi bir kimyasal tepki oxygenize: Oksijenle birleştirmek; oksitlemek.
me. oxygen point: 760 mm cıva yüksekliğinde sıvı ve gaz
oxidative: Oksitlenme veya oksidasyona ait ya da oksijen arasındaki denge sıcaklığı; oksijen noktası;
onu belirten; oksitlemeye muktedir. oksijen sıcaklığı.
oxide coating: Daha çok otomotif makinelerinin pis oxygen scavenger: Oksijen çıkarıcı ve kovucu. 1) be
ton, segman ve supap iteceklerine uygulanan bir si veya kazan suyunda mekanik yöntemlerle hava çı
yöntem; oksit kaplama; oksitle kaplama. karıldıktan sonra, geri kalan havanın sudan çıkarıl
oxidizable: Okside olabilir; oksitlenebilir. masını sağlayan kimyasal maddeler: a) sodyum di-
oxidize: 1) oksijenle birleşmek. 2) pozitif değerini sülfit (Na 2 SO4 ), b) hidrazin (N 2 H 4 ), c) alçak basınç
yükseltmek veya negatif değerini (bir element veya lı kazanlarda bu amaçla sodyum sülfat ve magnez
iyonun) azaltmak. 3) bir atom veya iyonun elektron yum sülfatta kullanılır.
larını çıkarmak. 4) oksitlemek. oxygen tent: Tıp. oksijen verilen ve hastaların solu
oxidizers: Roket makinelerinde kullanılan ve yakıta num için sokuldukları kutu şeklinde kapalı bir ha
oksijen sağlayan, sıvı oksijen, nitrik asit, hidrojen pe cim; oksijen çadırı; başlıca zatürrie ve kalp hastalıkla
roksit, nitrometan gibi kimyasal maddeler; oksitleyici rında kullanılır.
ler; oksitleyici maddeler. oxyhemoglobin: Temiz kanda bulunan ve vücut do
oxidizing agent: 1) bir başka maddeyi oksitlemek kularına taşınan, akciğerlerde oluşan, hemoglobin
için gerekli oksijeni sağlayan madde; örneğin hidro ile oksijenin zayıf bileşimi; oksihemoglobin.
jen peroksit, H 2 0 2 . 2) bir kimyasal tepkimede oxyhdrogen: Oksijen ve hidrojen karışımına ait veya
kolay lıkla oksijen kaybeden bir madde; örneğin klor oksijen ve hidrojen karışımı kullanma; oksihidrojen
gazı, Cl 2 . gazı.
oxidizing atmosphere: Oksitlenme yapan gazlı bir oxy-hydrogen blowpipe: Bkz. oxyhydrogen torch.
çevre; oksitleme atmosferi. oxyhydrogen torch (or blowpipe): Çok yüksek sı
oxim: Bkz. caktıkta oksijen ve hidrojen karışımı yakan, çelikleri
oxime. kesme ve kaynak etmek için kullanılan bir lâmba ve
oxime: Hidrokzilaminin bir aldehit veya ketonu etkile- ya şaluma; oksihidrojen şaluması.
mesiyle oluşan bir dizi bileşiğin herhangi biri; aldehi oxysalt: Oksiasitin herhangi bir tuzu.
tin CHO veya ketonun CO grubunun oksijen atomu oxysulfide: Bir element veya pozitif kökün oksijen ve
-NOH grubu ile yer değiştirir. kükürt ile oluşturduğu bir bileşik; oksisülfür veya ok-
oxy-: Oksijen kapsayan, hidrokzil kökü kapsayan an sisülfid.
lamlarında bir önek; oksi. oysterman: Bir tür tarak gemisi; istiridye gemisi.
oxy-: Keskin, sivri veya asit anlamlarında bir önek. oyster rake: Sığ sularda istiridye toplamak için kulla
oxyacethylene: Oksijen ve asetilen kanşımı kullanma nılan uzun saplı, dişleri kıvrık bir tırmık veya tarak.
veya oksijen ve asetilene ait; oksiasetilen. oyster white: Çok açık gri.
oxyacethyiene burner: Çok yüksek sıcaklıkta alev oz.: Bkz. ounce.
vermek için oksijenle asetileni yakan bir bek, yakıcı ozalid machine: Ozalit kopyaları yapmak için kullanı
ya da şaluma; oksiasetilen şaluması. lan amonyak veya renkli ispirto ile kopya yapan bir
oxyacethylene (lux: Oksiasetilen kaynağı tozu.
oxyacethylene torch: Oksihidrojen alevinden çok da
ozali d p ri n t 394 ozs.

makine; ozalit makinesi.


ozonic: Ozon kapsayan; ozonik.
ozalid print: Işığa duyarlı diazo bileşiklerinin kimya
ozonic ether: Etilik eter, hidrojen peroksit ve alkolün
sal etkisi esasına dayalı ve ozalit makinesinde yapı
bir çözeltisi; antiseptik olarak kullanılır; ozonik eter,
lan baskı; ozalit baskı.
ozonid: Bkz. ozonide,
ozocerite: Parafin mumuna benzeyen, kahverengim-
ozonide: Ozon bileşiklerinden herhangi biri; ozonit.
si veya grimsi renkte katı karbonlu hidrojenlerin do
ozoniterous: Eter kapsayan veya etere sahip olan.
ğal karışımı; mineral mum; yermumu; ozoserit; diğer
ozonize: 1) ozona dönüştürmek (oksijeni). 2) ozon
mumlarla aynı yerlerde kullanılırlar.
ile muamele etmek veya doyurmak ya da işba hali
ozone: 1) nüfuz edici kokulu mavi bir gaz; ozon 0 3 ;
ne getirmek.
çoğu zaman havada sessiz bir elektriksel boşalımda
ozonosphere: Stratosferin üstünde bulunan, ozon
oluşur ve güçlü bir oksitleyici, koku giderici ve be
bakımından zengin bir katman; ozonosfer.
yazlatıcı madde olarak ve suyun temizlenmesinde
ozonous: Bkz. ozonic.
kullanılır. 2) Argo. saf (arı) hava.
ozs.: Bkz. ounce (Çoğ.)
p
82°C'ye (180°Fye) dayanıklı, lifli-salmastralar, b) as-
bestostan yapılan salmastralar.

,
P: 1) Kimy. fosforun simgesi. 2) Mete. a) gücün sim
gesi, b) basıncın simgesi, c) gaz basınç kuvvetinin
simgesi.
p -:
Bkz. para-.
P.(p.): Bkz. 1) power. 2) pressure.
p.: Bkz. 1) part. 2) pint. 3) pipe. 4) pole.
Pa: Bkz. protactinium.
pace: 1) Esk. yaklaşık 0,762 m (2,5 fit), bazan 0,915
m (3 fit) veya 1,006 m (3,3 fit) olan bir uzunluk biri
mi; hatve; adım. 2a) hareket, gelişme vb. inin mikta
rı, b) eşit hız ya da miktarı. 4) adım veya hatve ile
ölçmek. 6) ilerleme hızı.
pachymeter: Kalınlık ölçmek için kullanılan bir alet.
pacing: Bilgisay. hız denetimi.
pack: Büyük paket; yük; ağırlık; balya; denk. a) yü
zen parçalardan oluşan buz kütlesi. 3) paket ya da
balya yapmak. 4) taşımak için kullanılan paket ya
da paketler.
packaged boiler: Ocağı ya da külhanı skoç kazanları
na benzeyen, fakat üç ya da dört geçişli, basıncı 17
bara kadar olabilen, yatay borulu, modern alev boru
lu bir kazan; paket kazan.
package reactor: Nispeten küçük, taşınabilir bir nük
leer reaktör; paket reaktör.
packed decimal: Bilgisay. paketli onlu.
packet: 1) posta gemisi. 2) paket yapmak. 3) paket.
packet boat: Limanlar arasında belirli bir rota izleye
rek sefer yapan, yolcu, yük ve mektup taşıyan bir
ge mi; posta gemisi.
pack-harden: Karbon ile birleştirmek ve yüzey
sertleş tirmek.
packing: 1) Mak. lifli maddelerden yapılarak sızdır-
mazlık sağlamak amacıyla valf ve silindir boğazları
vb. inde kullanılan herhangi bir malzeme; salmastra;
pakin.
packing, cord: Fitil veya ip şeklinde salmastra; sal
mastra fitili; fitil salmastra.
packing dope: Vidalı boru bağlantılarında sızdırmaz-
lık sağlamak üzere kullanılan macun şeklindeki sal
mastra maddesi: salmastra macunu.
packing, fabric: a) kenevir, kendir, jüt, pamuk vb. i
bitki liflerinden örülerek yapılan ve maksimum
salmastra lar; özel salmastra; neoprenden de
yapılan ve belirli solventlere (çözücülere) karşı
yüksek direnç gösterir ler.
pad: Dayanıklığını çoğaltmak veya taşımak amacıyla
packing gland: Salmastra kutusundaki bir kazan ve basınçlı kaba bağlanan metal bir levha
salmastraları sıkıştırmak amacıyla kullanılan, veya saç.
bazan vira edilecek şekilde vidalı, çoğu zaman iki paddie: 1) bir tarafı veya iki tarafında geniş palası
tarafındaki somunlarla vira edilebilen kısım; olan, skarmozsuz olarak bir kanoyu yürütmek için
salmastra halkası, bileziği ya da glendi. kullanılan kısa saplı kürek; kano küreği; padıl. 2)
packing groove: Boğazlarda salmastra konulan şekli buna benzeyen türlü alet veya araçlardan her
ka nal, oyuk ya da yuva; salmastra yuvası. hangi biri; özellikle: a) ocakta erimiş demiri karıştır
packing, metallic: Kurşun, bakır ve alüminyum mak için kullanılan metal bir alet. b) çamaşırları el
kö kenli salmastralardan herhangi biri; metal ile yıkamada kullanılan ahşap alet. 3) su dolabı veya
salmastra; 510°C (950°F) sıcaklığa kadar yandan çarkta, kanatlardan herhangi biri. 4) bir pa
dayanırlar. dıl ile kano vb. ini sevketmek. 5) yavaş ve yumuşak
packing, nuclear: Bir atomun çekirdeğinde yığılan bir biçimde kürek çekmek. 6) bir padıl ile karıştır
ta necik ya da partiküller. mak.
packing ring: 1) salmastra halkası. 2) buhar paddie box: Esk. bazan bir teknede padıl tekerinin
makine lerinin rod boğazlarında kullanılan metal (su çarkının) üst kısmını kapatan mahfaza veya
salmastra; patent salmastra. 3) Mot. segman. keys.
packing scissor: Türlü makine, ısıtıcı, soğutucu vb. paddie engine: Esk, yandan çark makinesi; tek, iki,
i kısımların kapak vb. i yerlerine uygun conta üç ve dört genişlemen pistonlu buhar makinesi.
kesmek için kullanılan bir alet; conta makası. paddie wheel: Buharlı bir tekneyi yürütmek ya da sev
packing, special: Çoğu zaman doğal kauçuk ketmek için kullanılan ve çevresi etrafında kanatları
bileşik lerinin eklendiği yapay kauçuktan yapılan
padlock paper-edg e filter
396
olan bir teker; Gem. Mak, padilvil.
mun; kelebek somun.
padlock: 1) asma kilit. 2) asma kilit ile kilitlemek.
pan: Bkz. bedplate.
page down: Bilgisay, sayfa aşağı.
pan: Kütlelerin ağırlıklarinı ölçmek için terazilerde kul
page up: Bilgisay. sayfa yukarı.
lanılan, yassı, çoğu zaman dairesel kısım; terazi gö
paint: 1) inceltici ve kurutucular da kapsayan boya
zü; terazi kefesi.
maddesi ve yağdan oluşan koloydal bir madde; bo
ya; koruma ve süsleme için yüzey kaplayıcısı olarak panchromatic: Tüm renklere hassas olan; pankroma-
kullanılır. 2) kuru ya da katı boya maddesi. 3) boya tik.
mak. pane: 1) özellikle yassı ve dikdörtgen olan bir parça
veya bölüm. 2) bir somun, cıvata başı, kesilmiş el
paint brush: Boya fırçası.
mas vb. i gibi bir kaç kenarı olan yassı kenar veya
paint bucket: Boya kabı; boya patlağı.
yüz.
painted: 1) boya ile kaplanmış. 2) çok boyalı.
panel: 1) bir duvar, tavan veya diğer bir yüzeyin bir
painter: Tekne veya filikaların baş taraflarında bulu
kısmı ya da bölümü; özellikte: a) bir pencerenin çer
nan ve onları rıhtım, iskele vb. ine bağlamak için kul
çeveli bir bölümü, b) bir elektrik devresi, uçak vb.
lanılan halat: parima.
inin cihazları ve kontrolları için yalıtılmış kısım veya
painter, red: Bkz. red painter,
yassı (düz) yüzey; panel, c) Elekt. dağıtım tabloları
painting: 1) yüzeyleri boya ile kaplama işi veya sana
üzerinde her jeneratör, devre vb. i için kullanılan bö
tı; resim yapma sanatı. 2a) manzara, nesne, kişi vb.
lüm. 2a) yağlı boya yapmak için kullanılan ince tah
terinin resimlerini yapma işi, sanatı vb. i; resim; tab
ta, b) böyle bir tahta üzerinde boyama, c) boyu, ge
lo.
nişliğinden çok daha uzun olan herhangi bir resim.
paint remover: Boya çıkarıcı veya giderici.
3) Hava. bir kanatın tam kesiti. 4) maden ocağının
paint roiler: Rulo şeklinde boya fırçası; boya merda bir bölmesi. 5) panolarla kaplamak, sağlamak veya
nesi. dekore etmek.
paint spray gun: Basınçlı hava yardımıyla boya püs
pan-head rivet: Fes başlı perçin.
kürten bir araç; boya tabancası; boya püskürtme ta
panning: Bilgisay. gezdinne.
bancası.
paint sprayer: Bkz. paint spray gun. pant: gürültülü puflama ile buhar, duman vb. i çıkar
mak: Buharlı lokomotifler için söylenir. 2) bir makine
pair: 1) birlikte kullanılan, birleştirilen, birbirine benze
nin puflaması.
yen iki şey; çift. 2) birbirine uyan ve birlikte kullanıl
panting: Bir buhar kazanının koyu duman çıkararak,
ması gereken iki şeyden oluşan tek şey. 3) Meka.
hava basıncının arttınlması için işletmeciyi uyarması;
kuvvetler çifti. 5) çiftini yapmak. 5) çift olarak düzen
Gem. Mak. panting.
lemek. 6) çift ya da kupl şeklini almak.
pantograph: 1) kabaca paralelkenar şeklinde, birbiri
pair production: Kuvvetli bir elektrik alanından geçti
ne bağlanmış çubuklann oluşturduğu bir çerçeve
ği zaman bir foton'un elektron ve pozitrona dönüşü
den oluşan, aynı veya farklı ölçekte harita, resim vb.
mü; çift üretimi.
ini büyütmek veya küçültmek için kullanılan meka
palladic: Dört değerli palladyum kapsayan kimyasal
nik bir cihaz; pantograf. 2) bir elektrikli lokomotifin
bir bileşiğe ait veya onu belirten; palladik.
arşı veya telefonun uzatılabilir koluna benzeyen bir
palladium: Platin grubunun nadir, gümüşî beyaz
çerçeve.
renkli, dövülebilir, haddeden çekilebilir, metalik kim
pantoscope: Çok geniş bir açıya sahip olan bir tür fo
yasal elementi; palladyum; katalist veya katalizör ola
toğraf merceği; pantoskop.
rak ve altın, gümüş ve diğer metallerin alaşımlarında
pantoscopic: Çok geniş görüş açısına sahip olan;
kullanılır; Simg.Pd; at.ağ. 106,7; at.no.46.
pantoskopik.
paltadous: İki değerli palladyum kapsayan bir kimya
sal bileşiğe ait veya onu belirten. pantothenic acid: Hayvansal ve bitkisel dokularda ge
pallet: 1) Meka. ileri ve geri hareketi veya salınım ha niş şekilde dağıtılmış ve yapay olarak hazırlanmış B
reketini devir hareketine dönüştüren veya bunun ter kompleks vitamini, C 9 H 1 7 0 5 N ; hücrelerin büyüme
sini yapan bir makine parçası; kastanyola. 2) yassı sinde çok yararlı olduğu düşünülmektedir.
bıçağı olan saplı, ahşap bir alet; özellikle düzgünleş- panzer: Zırhlı; kolluk kuvvetlerinin kullandıkları büyük
tirme ve yuvarlaklaştırma için çömlekçilikte kullanı tekerlekli zırhlı araç; panzer.
papaverine: Afyondan türetilen beyaz, kristalli bir al
lan böyle bir alet; çömlekçi spatulası. 3) ressam bı kaloid; papaverin, C 21 H 21 N0 4 ; kas kasılmalarını gi
çağı. 4) bir kitabın cildi üzerine baskı harflerini yer dermek için ve lokal anestezi maddesi olarak kullanı
leştirmek için bir alet. lır
palm: Bir elin genişliği; 76,2-101,6 mm (3-4 inç) veya .
onun boyuna 177,8-228,6 mm (7-9 inç) eşit olan paper: Kâğıt; duvar kâğıdı; yazı kâğıdı; gazete; kâğıt
uzunluk birimi. 2) Den. yelken yapımcılarının avuçla para; bono; tebliğ vb. i.
rında bulunan ve iğneyi brandaya itmeye yanyan paper condenser: Doyurulmuş veya işba haline geti
metal bir disk; yelkenci yüksüğü. rilmiş kâğıt yalıtkanları olan bir kondensatör; kâğıt
palm glass: Buhar basıncının sıcaklık ile değiştiğini kondensatör veya kapasitör.
kanıtlamak için kullanılan bir cihaz. paper cutter: 1) bir kâğıt parçası. 2) gerekli ölçülerde
palmitates: Palmitik asitin metalik tuzlan, sabunları kâğıt kesmek için kullanılan bir makine; kâğıt kesme
veya esterleri; palmitatlar. makinesi; giyotin.
palmitic acid: Gliseridler, bitkisel ve hayvansal yağlar paper-edge fitter: Diz. Mot yapı bakımından metal
da görülen bir yağ asiti; palmitik asit, C 15 H 31 CO- kenarlı filtreye benzeyen, ancak disk ve ara parçala-
OH. n kağıttan yapılan bir yağlama yağı filtresi; kâğıt ke
pal-nut: EI ite kolayca sıkılan veya gevşetilen bir so narlı filtre; klarifayer adı da verilir Bkz. clarifies; Bkz.
metal-edge filter.
paper filter 397 p ara ll e l ogra m o f f orce s

paper filter: Diz. Mot. kuru filtrelerde hava içindeki ka (H 2 Cr0 4 ) etkilenmeyen ve üyeleri isimlerinin sonu
tı yabancı maddeleri tutmak için kullanılan süzgeç na an eki alan (metan, etan, bütan vb.i), son derece
elemanı; kâğıt filtre (elemanı). dayanıklı bir karbonlu hidrojen serisi; parafinler.
paper registration: Bilgisay. kâğıt ayarlama. paraffin series: Kimy. karbonlu hidrojenlerin metan
par-:Bkz. para-. serisi; Bkz. methane series.
par.: Bkz. parallel. paraffine wax: Sıv. Yük. parafin mumu; tehlikesiz, ko
para-: Kimy. bir izomer, polimer, türev vb. i anlamla kusuz, beyaz, doymuş alifatiklerden higroskopik ol
rında bir önek. mayan, dayanıklı bir bileşik; öz.ağ. 0,9; k.n.370°C'-
para-aminobenzoic acid: B kompleks vitamininin bir den büyük; d.n. 42°-60°C; suda çözünmez; viskozi
üyesi olduğu sanılan sarımsı, kristalli bir bileşik; pa- tesi belli değil; gemilerde 65°-70°C'de ve atmosfer
ra-aminobenzoik asit, C 7 H 7 N0 2 ; bira mayasında basincinda taşınır.
lunur ve ticarî olarak hazırlanır. paragon: 1) mükemmel olan bir model veya numu
parabola: Bir koninin, kenarına paralel bir düzlemle ne. 2) ağırlığı yüz karat veya daha fazla olan kusur
kesilmesinden elde edilen arkesitin oluşturduğu eğ suz bir elmas. 3) Matb. 20 puntoluk harf ya da huru
ri; parabol. fat ölçüsü.
parabolic: Parabola ait; parabola benzeyen. paragonite: Potasyum yerine sodyum kapsayan ve
parabolical: Bkz. parabolic. adi mikadan farkli bir tür mika; paragonit.
parabolically: Paraboller yardımıyla. paraldehyde: Kuvvetli, mide bulandırıcı kokulu, renk
Parabolic mirror: Fiz. eksenine paralel olarak çarpan siz bir sıvı; paraldehit, (CH 3 CHO)3 ; aldehitin polime-
bir ışık ışını için sapması olmayan odak noktası ve rizasyonundan üretilir ve tıpta uyutucu, teskin edici
ren bir ayna; parabolik ayna. vb. i olarak kullanılır.
parabolic segment: Parabol parçası, kısmı ya da bö parallactic: Paralaksa ait.
lümü. parallax: 1) görünüş yönünün değişmesi sonucu bir
parabolic velocity: Yerçekim merkezi alanında her cismin durumunun görünür değişimi; paralaks. 2)
hangi bir noktada, bir taneciğin, parabolik bir hare böyle bir değişimin miktarı veya açı derecesi; özellik
ket yörüngesine erişmek için gerekli hız; parabolik le; Astr. dünya yüzeyindeki bir nokta veya diğer bir
hız. noktaya göre veya Güneş üzerindeki bir noktada bir
parabolize: Parabol şeklinde yapmak. gök cisminin durumundaki görülür fark; bir cismin
paraboloid: Bir parabolün ekseni etrafında dönmesi paralaksı, onun gözlemciden olan mesafesinin sap
ile oluşan bir yüzey veya katı; paraboloit. tanmasında kullanılır.
paraboioidal: Paraboloite ait veya paraboloit şeklin parallel: 1) aynı yönde, aynı miktar uzatıldıklarında
de. birbirini asla kesmeyen, aralarında aynı mesafe bulu
paraboioidal segment: Paraboloit Bkz. paraboloide nan doğrular, düzlemler vb. i; paralel; modern ge
parçası, kısmı ya da bölümü. ometriye göre bu hat veya düzlemlerin sonsuzda ke
paracymene: Suda çözünmeyen renksiz bir sıvı; pa- siştikleri kabul edilir. 2) bazı makineler, aletler vb. i
rasimen, C 1 0 H 1 4 ; okaliptüs yağı, kimyon, kekik vb. gibi paralel parçalara ve hareketlere sahip olan. 3)
inden yapılır ve solvent olarak kullanılır; Bkz. cyme- amaçları, eğilimleri, zaman ve esas parçaları birbiri
ne. ne çok yakın veya yerini tutan parçalar. 4) bir başka
paradichlorobenzene: Böcek öldürücü, deodoran şeye paralel olan şey (doğru veya yüzey gibi). 5) pa
vb. i olarak kullanılan beyaz, kristalli bir bileşik; para- ralel olma durumu 6) Astr. ekvatora paralel olan her
diklorobenzen, C 6 H 4 Cl 2 . hangi düşsel hatlar; paralel daire; arz dairesi; enlem
paraffin: 1) bir karbonlu hidrojen karışımı olan beyaz, dairesi. 7) bir harita veya küre üzerinde çizilen böyle
mum gibi katı bir madde; parafin; başlıca ham petro bir hat. 8) Den. paralel cetveli. 9) Elekt. tüm pozitif
lün damıtılmasından elde edilir ve mum yapımı, ka kutup veya terminallerin bir iletkene ve tüm negatifle
ğıtların sızdırmazlığı vb. i yerlerde kullanılır. 2) Kimy. rin diğerine bağlandıkları pil, akü vb. inden oluşan
genel formülü C n H 2 n + 2 olan bir grup karbonlu hid devre. 10) Elekt. iki veya daha fazla direnç, kapasi-
rojen ya da metan serisinin herhangi bir üyesi. 3) tör vb. inin bu tür bağlantısı; paralel devre. 11) bir
parafinle kaplamak veya doyurmak. şeyi diğerine paralel yapmak. 13) paralel olmak.
paraffin-base oiis: Bkz, paraffinic-base stock. parallel capacitance: Elekt. paralel bağlı kapasitans
paraffine: Bkz. paraffin. veya kondansatörler; paralel kapasitans.
paraffinic-base stock: Parafin kökenli yağlama yağla parallel circuit: Akımın kollara ayrıldığı iki veya daha
rından herhangi biri; parafin kökenli yağ. fazla sayıda dirençten oluşan devre; paralel devre.
paraffinic crudes: Parafin kökenli ham petroller; Pen- parallelepiped: Altı yüzlü, her yüzü paraielkenar olan
silvanya (ABD) ve Vest Virjinya (ABD) petrolleri bu bir katı şekil.
na örnek gösterilebilir. parallelepipedon: Bkz. parallelepiped.
paraffinic group: Parafin grubu; Bkz paraffine seri parallel flow: Bir sistemin özellikle bir ısıtıcı veya so
es. ğutucuda iki ya da daha fazla akışkanın aynı yönde
0
paraffin oil: Ham petrolün 150°-300 C'de damıtılması akması; paralel akım.
ile elde edilen, yakıt ve lâmba yağı olarak kullanılan parallel forces: Birbirlerine paralel olan, aynı veya zıt
karbonlu hidrojen karışımı; lâmba petrolü; gaz yağı; yönlerde etkiyen kuvvetler; paralel kuvvetler.
kerosen. parallelism: 1) paralel olma durumu; paralellik. 2) ya
paraffins: Kapalı formülleri C n H 2 n + 2 olan, oda sıcak kın benzerlik; benzerlik.
lığında dumanlı sülfürik asit, şiddetli alkaliler, nitrik parallelogram of forces: Birbirine paralel olmayan
asit ve hatta kuvvetli oksitleyici olan kromik asitten ve aynı noktaya etkiyen iki kuvvetin bir paralelkena-
p aralle l o f la t i t ud e 398 p ar t icl e

rın iki kenarı olduğu ve paralelkenarın köşegeninin


ve böcek öldürücü olarak kullanılır.
bileşkeyi verdiği grafik bir yöntem; kuvvetler paralel-
park: 1) Ask. a) taşıt araçları, teçhizat ve diğer ekip
kenarı.
manın bir tarafa bırakıldığı bir alan. b) böyle bir alan
parallel of latitude: Bkz. parallel (6)
da muhafaza edilen şeyler. 2) bir parkta yerleştir
parallel operation: Elekt, akü, jeneratör veya aiterna-
mek veya düzenlemek (askerî teçhizat).
törlerin aynı devreyi ortaklaşa besleyecek şekilde pa
park brake: Park etmiş arabaların hareketine engel ol
ralel çalıştırılması; paralel çalıştırma; paralel operas
mak üzere elle çalıştırılan fren; el freni; park freni.
yon.
Parkes process: Küçük bir miktar çinko ile eriterek
parallel resistors: Elekt. paralel bağlı dirençler veya
ve soğutarak, saf olmayan kurşundan gümüş ve altı
direnç elemanları; paralel dirençler.
nın ayırılması; Parkes işlemi.
parallel run: Bilgisay. paralel geçiş.
parking meter: Araçların park yerlerini ne kadar süre
paramagnet: Herhangi bir paramanyetik madde veya
ile işgal ettiklerini saptamak için kullanılan ve made
şey.
nî para ile çalışan bir cihaz; parkmetre.
paramagnetic: Bir mıknatıs tarafından çekilebilen; pa
park lamp: Oto. durduğu veya park ettiği zaman yakı
ramanyetik.
lan ve genellikle arka tarafta bulunan bir lâmba;
paramagnetic substances: Manyetik geçirgenliği
park lâmbası.
yüksek olan maddeler; paramanyetik maddeler.
parsec: Astronomide mesafelerin uzunluk birimi; par-
paramagnetism: Paramanyetik olma durumu veya ni
sek; 3,26 ışık yılı veya 19 trilyon 200 milyar mil ya da
teliği; paramanyetizm.
30 trilyon 893 milyar km; secpar olarak da kullanılır.
parameter: Mate, bir denklemin katsayılarına giren
parser: Bilgisay. ayrıştırıcı.
değişken nicelik; parametre.
Parsons stage: Reaksiyon kademesi; Bkz. Parsons
paramorphic: Paramorfizme ait; paramorfizm ile,
turbine.
paramorphism: Kimyasal yapıları değişmeksizin bazı
Parsons staging: Reaksiyon kademesi; Bkz. Par
minerallerin uğradıkları değişme işlemi.
sons stage.
para rubber: Türlü Güney Amerika ağaçlarından elde
Parsons turbine: Aksi tesir türbini; reaksiyon türbini;
edilen ham kauçuk.
buharın basıncının hareketsiz kanatlarda düşürüldü
parasite: istenmeyen, örneğin sıcaklık veya bünyenin
ğü ve hız kazanıldığı, hareketli kanatlarda hem ba
eşitsizlikleri vb. i nedenlerle bir devredeki akım; para
sınç ve hem de hızın düştüğü buhar türbini; gemiler
zit.
de daha çok alçak basınç türbini olarak kullanılır.
parasitic losses: Buhar ve gaz türbinlerinde disk sür
part: 1) bir bütünün bir kısmı veya bölümü; parça; kı
tünmesi, rüzgârlama ve kaçaklardan oluşan kayıpla
sım; bölüm. 2) Mate, bir sayıyı tam bölen parça. 3)
rın tümü; parazit veya asalak kayıplar.
kimyasal bir işlemle maddeleri ayırmak. 4) dağıt
paravane: 1) bir geminin her iki tarafında ve suyun al
mak; paylaştırmak. 5) Den. parçalanmak (halat, zin
tından çekilen, su içindeki mayınların şavlolarinı ke
cir vb.i). 6) iki veya daha fazla parçaya bölmek.
secek şekilde keskin dişlerle donatılmış bir cihaz; pa
partial: Sadece bir parçaya ait; sadece bir parça tara
ravan. 2) su altındaki denizaltılara hücum etmek için
fından etkilenen; tam veya toplam olmayan; kısmen;
patlayıcılarla donatılmış benzer bir cihaz.
kısmî.
parity bit: Bilgisay. eşlik biti.
partial admission: Aksiyon türbinlerinde nozuldan
parbuckle: 1) fıçı, kütük vb. ini bir gemiye yüklemek
hızla çıkan buharın rotor çevresinde bulunan kanat
veya gemiden çıkarmak için kullanılan ve iki halat
ların bir bölümüne verilmesi; kısmî giriş; kısmî üfür-
tan oluşan bir cihaz; Arap bocisi. 2) Arap bocisi kul
me.
lanarak kaldırmak veya indirmek.
partial fractions: Verilen bir kesrin ayrılabildiği ve
parcel: Bir grup veya parça; özellikle bölünmeyen ve
bunların toplamının verilen kesire eşit olduğu bayağı
ya esas parça.
kesir; a/2xy ve a/xy kesirleri 3a/2xy kesrinin kısmî
parceling (parcelling): Çoğu zaman katran ile kap
kesirleridir.
lanmış ve korumak amacıyla bir halatın çevresine sa
partiality: Kısmî ya da kısımsal olma durumu veya ni
rılmış branda parçası.
teliği.
perch: 1) kurutmak veya hafifçe kavurmak için büyük
partially: Komple ya da toplam olmayarak; kısmen;
bir ısıya maruz bırakmak. 2) ısı ile kurutmak; kızdır
kısmî olarak.
mak ya da kurutmak.
partial node: Sabit dalga sisteminde, bir düğüme
paren.: Bkz. parenthesis.
benzeyen, fakat amplitütü sıfır olmaksızın minimum
parenthesis: 1) parantez. 2) parantez işareti ()
olan bir bölge; kısmî düğüm.
parenthesize: 1) parantez içine sokmak (bir kelime,
partial overhaul: Kısmi revisyon veya overhol.
ifade vb. i). 2) parantezlere koymak. 3) bir parantez
partial pressure: Bir gaz karışımını oluşturan gazlar
içine yerleştirmek.
dan herbirinin basıncı; kısmî basınç.
parget: 1) bacaları kaplamada kullanılan bir tür sıva.
partial pressure, Dalton's law of: "İki ya da daha faz
2) duvar kaplamacılığında kullanılan sıva veya ben zer
la gaz ya da buhardan oluşan bir gaz karışımının
herhangi bir şey.
toplam basıncı, karışımı oluşturan bileşenlerin ba
pargeting (pargetting): Bacaların içindeki sıva işçili sınçlarının toplamına eşittir; Dalton'un kısmî basınç
ği- lar kanunu.
pari passu: 1) eşit hızla. 2) eşit oranlarda. 3) ayni an partial vacuum: Basıncı, çevredeki hava basıncından
da. daha düşük olan hacim; kısmî vakum veya boşluk.
paris green: Arsenik trioksit ve bakır asetattan yapı particle: t) fevkalâde küçük bir parça; minik parça;
lan parlak yeşil renkli, zehirli bir toz; boya maddesi partikül; parçacık; en küçük miktar; eser. 2) Fiz. şid-
p ar t icl e accelera t o r 399 patent

deti, ataleti ve çekim kuvveti olmayacak kadar kü


dar bir yol.
çük bir madde parçası.
passenger: Bir tren, otobüs, gemi vb. inde seyahat
particle accelerator: Elektrik ve manyetik alanlar uy
eden kişi; yolcu; seyyah; gezgin.
gulaması ile atomik taneciklerin hızlandırıldığı bir ci
passenger boat: Bkz. passenger ship.
haz; tanecik hızlandırıcı,
passenger ferry: Yolcu feribotu.
particulate: Bir akışkanın içinde askıda olan sıvı ya
passenger ship: Esas kullanım amacı yolcu taşımak
da gaz partiküllerinden oluşan.
olan herhangi bir gemi; yolcu gemisi.
partition: 1) birbirlerine karışmayan iki çözücü veya
passenger steamer: Esk. pistonlu buhar makineleri
solvent arasında bir çözünürün dağılımı; bölme kat
ile yürütülen, yüksek hızlı yolcu gemisi; buharlı yol
sayısı; çözünürün her iki çözücüde çözünmesi ge
cu gemisi.
reklidir: Örneğin iyot suda hafifçe, fakat benzende ol
passive: 1) aktif olmayan; pasif. 2) direnci olmayan.
dukça çözünür. 2) ara bölme. 3) Mate, bölme. 4)
3) Kimy. inert; atıl; ölü. 4) Çoğ. pasif şey, nitelik ve ya
parça ya da kısımlara bölmek. 5) bir bölme ile ayır
özellik vb.
mak.
passive metal: Yüzeyinde, korrozyon onleyici ince
partition coefficient: Birbirlerine karışmayan iki
bir oksit katmanı bulunan metal; pasif metal.
çözü cüde, bölme kanununa göre bir çözünürün
passive resistance: Hafif olarak etkilenmedikçe karar
yoğun luk oranları; bölme katsayısı.
lı duruma dönmeyen ve enerji çıkarmayan, kararsız
partition law: Bir çözünür, birbirine karışmayan X ve
dengedeki bir sistemin direnci; pasif rezistans veya
Y gibi iki çözücüde çözünürse, çözünür kendisini iki
direnç.
çözücü arasında dağıtır; bölme yasası.
passivity: Oksitleyici bir maddenin çözeltisine sokul
part list: Parça listesi; parça katalogu.
duktan sonra bir metalin normalden düşük aktivitesi
partly: Kısmen; tam ya da komple olmayan.
veya faaliyeti; dirençsizlik; hareketsizlik.
part number: Parça numarası; parça (serî) numarası.
passkey: 1) özellikle binalarda bir grup kilitin herbiri
part catalog: içersinde parçaların şekilleri, serî numa
ni açan anahtar; master anahtar. 2) herhangi özel
raları vb. i, alfabetik olarak bulunan bir katalog; par
bir anahtar; master key olarak da kullanılır.
ça katalogu.
paste: 1) çanak, çömlek ve porselen yapımında kulla
parts per million: Bir maddenin milyondaki parçaları
nılan nemlendirilmiş kil. 2a) kurşun oksit kapsayan
içinde diğer bir maddenin parçalarının sayısı; milyon
sert, parlak cam; yapay mücevher imalinde kullanı
da kısımlar; ppm kısaltması ile belirtilir.
lır, b) bu tür mücevher veya mücevherler. 3) un ve
part time: Normal ve alışılmış zamanın bir parçası; za
ya nişasta, su, çoğu zaman yağ, tutkal vb. i ile yapı
man parçası.
lan bir yapıştırıcı; kola. 4) kola ile yapıştırmak. 5) tut
parvolin: Bkz. parvoline.
kallı bir madde ile kaplamak.
parvoline: Piridinden türeyen, herhangi bir izomerik,
pasteboard: Mukavva.
sıvı, alkalin bileşiklerden herhangi biri; parvolin,
pastel: 1) yaprakları mavi boya veren bir bitki. 2) bu
C 9 H 13 N ; çürüyen balık ve etlerde bulunur.
boya; pastel.
Pascal: Bir metrekarelik bir yüzeye uygulanan 1 New
2 pastel: 1a) öğütülerek, tutkal (zamk) ile karıştırılarak
ton'luk kuvvetin oluşturduğu basınç; Paskal; N/m
kalem şekli verilen boya. b) bu şekilde yapılan ka
birimi ile belirtilir.
lem. 2) bu tür kalemlerle çizilen resim. 3) sanat için
Pascal's law: Kapalı bir kaptaki bir sıvının herhangi
pastel kalemlerle çizilen. 4) bazı renklerin yumuşak,
bir noktasına uygulanan basınç, sıvı tarafından ka
soluk tonu. 5) soluk ve yumuşak (renkler için söyle
bın her noktasına aynen tatbik edilir; Pascal kanunu
nir). 6) pastele ait.
veya yasası,
paster: Altı yapışkan bir parça kâğıt; zamklı ya da tut
Pascal's principle: Bkz. Pascal's law.
kallı kâğıt.
Paschen's law: "Sabit sıcaklıkta bir gazdaki paralel
pasteurization: Bir sıvıyı (süt, bira vb.i) 30 dakika
elektrot çifti için gerilimin bozulması, sadece elektrot
için 61°-83°C (142°-145°F) sıcaklığında bırakarak
lar arasındaki mesafe ve gaz basınç ürününün fonk
hastalık üreten bakterileri tahrip etme ve fermantas
siyonudur; Paschen kanunu.
yon oluşturan bakterileri kontrol etme yöntemi; pas
pass: 1) gitmek; hareket etmek; ileriye doğru hareket
törize etme.
etmek; ileri gitmek veya ilerlemek. 2) geçmek. 3) ki
pasteurize: 1) pastörize işlemine (süt, bira vb.) tabi
şiden kişiye gitmek; dolaşmak. 4) bir yer, şekil, du
tutmak. 2) pastör tedavisi uygulamak.
rum ve vb. inden diğerine geçmek veya hareket et
pat.: Bkz. 1) patent. 2) patented. 3) pattern.
mek. 5) bir deney, test ya da sınavdan başarı ile
patch: Kazan ya da basınçlı bir kabın zarfına perçin
geçmek. 6) vukubulmak; oluşmak; meydana gel
ya da kaynakla bağlı, kesilerek çıkarılan arızalı par
mek; görünmek. 7) yerden yere veya kişiden kişiye
çayı değiştirmek için kullanılan bir saç levha. 2) her
harekete neden olmak; nakletmek; iletmek.
hangi bir malzemeden küçük bir parça; ek; yama.
pass.: Bkz. 1) passanger. 2) passive.
patch bolt: Kazan saçına dikiş yapmak, çatlakların
passable: 1) geçebilir; seyahat edebilir. 2) dolaşabilir
ilerlemesine engel olmak için kullanılan ve kendisi
(sirküle edebilir). 3) amaç için yeterli; geçerli.
için açılmış deliğe vira edildikten sonra kafası kesi
passage: 1) geçme işi; özellikle: a) bir yerden diğeri
len cıvata; dikiş cıvatası.
ne hareket, b) bir değişim veya gelişmeden diğeri
patch, hard: Sert yama: Kazanlara uygulanır.
ne; geçiş. 2) geçmek için izin, hak veya bir şans. 4)
patd.:Bkz. patended.
bir geminin yolcu kamarası, salon vb. i yerleri, b) bu
patent: 1a) bir buluşun üretim, kullanım, satış ve kârı
nun ücreti. 5) seyahat veya gezi yapmak.
na ait hakları koruma altına alan resmî belge; pa
passageway: Koridor, hol veya pasaj gibi geçiş için,
tent; ihtira beratı, b) bir mucidin sahip olduğu böyle
path 400 peiargoni c

bir belge. 2) kamu denetimine açık ve belirli hak ya


cı; maksimum basınç; Diz.Mot. p m a x ile belirtilir.
da imtiyazları veren bir belge. 3a) böyle verilen hak. peak tank: Ticaret gemilerinin baş ve kıç taraflarında
b) böyle bir hakla korunan şey; patentli şey ya da iş birer tane olan ve geminin trimini düzenlemek için
lem; 4) patent vermek. 5) patent almak. kutlanılan tank; pik tank.
pattı: Uzayda, bir cismin bir radyasyonun üzerinde peak tank, aft: Kıç pik tankı; kıç pik.
hareket ettiği gerçek veya kuramsal yol. a) bir silah peak tank, fore: Baş pik tankı; baş pik.
tan atılan merminin yörüngesi veya yolu. b) bir cam pearlash; Rafine edilmiş potas; potasyum karbonat.
prizmadan geçen bir ışık ışınının yolu. d) bir gezege pearlite: 1) perlit Bkz. perlite; demir ve çeliğin mikros-
nin Güneş çevresindeki yörüngesi. kopik yapısı. 2) çelik veya dökme demir yapımında
path difference: Aynı kaynaktan neşredilen veya yayı kullanılan karbon ve demirin bir alaşımı.
lan, farklı yörüngelerle aynı noktaya giden iki dalga peat: 1) bataklıklarda nem emici, kısmen çürümüş bit
tarafından gidilen mesafedeki fark; yörünge ya da kisel madde; turp; turba; kurutulduktan sonra yakıt
yol farkı. olarak kullanılır. 2) bunun yakıt olarak kullanılan ku
pathway: Bkz. path. rutulmuş bir bloku.
patina: Bronz ve bakır üzerindeki ince tabaka ya da peat charcoal: Turba veya turptan odun kömürü gibi
katman; doğal oksitlenme ile oluşan çoğu zaman ye yapılan bir yakıt; turba mangal kömürü.
şil veya yeşilimsi mavi bir katman. pedal: Oto. bisiklet, motosiklet vb. i araçlarda kuman
pattern: 1) şeyleri yapmak için kullanılan model, tasa da için ayak ile kullanılan tertibat; pedal: Gaz pedalı,
rım vb. 2) metal dökümü için kum kalıbında kutlanı fren pedalı gibi.
lan tam ölçekli (1/1) bir model. 2) sınıf ya da türü peaty: Turbaya ait, turbaya benzeyen veya turba ko
belirten şey; örnek; numune. 4) parçaların ve ele kusunda olan.
mentlerin düzeni; dizayn ve dekorasyon. 5) belirli peaple: Berrak, saydam kuvarz veya ondan yapılan
yön, eğilim ve özellikler. 6a) hedefe atılan türlü sayı mercek.
daki mermilerin gruplanması ya da dağılımı, b) böy peck: 1/4 buşel'e (8,80 lt) eşit olan bir kuru ölçüm bi
le bir dağılımı gösteren diyagram. 6) bir model veya rimi; pek, 2) kapasitesi bir pek (8,80 lt) olan herhan
örneğin taklitini yapmak. 7) bir örnekle sağlamak. gi bir kap. 3) büyük bir miktar.
patternmaker: Model yapan, özellikle kalıplar için pectase: Meyvalarda bulunan pektin'i pektik'e dönüş
ağaç, plâstik veya metal modeller yapan kimse; mo türen bir enzim; pektaz.
delci; pattern maker şeklinde de yazılır. pectate: Pektik asitin bir tuzu ya da esteri; pektat.
Pauli's exclusion principle: Pauli'nin yoksun bırak pectic: Pektin'e ait, pektin kapsayan veya ondan türe
ma ilkesi: "Bir atomdaki iki elektron dört aynı kuvan- yen.
tum sayısına sahip olamaz." pectic acid: Pektinlerin metil ester gruplarının bir asi-
pawl: 1) sadece bir yöne harekete izin veren mekanik ti; pektik asit, C 1 7 H 2 4 0 1 6; suda çözünmez.
bir cihaz; kastanyola. 2) Den. ırgat kastanyolası. 3) pectins: Yüksek molekül ağırlığında, suda çözünen,
dil; mandal. bitki veya meyvalarda görülen, kompleks bir grup
pay: Su geçirmez veya empermeabl yapmak için kat polisakkarit; pektinler.
ran veya zift ile kaplamak. pectose: Ham meyvaların etli dokusunda sellüloz ile
payload: a) bir balistik füzenin savaş başlığı, yolcula birlikte bulunan bir madde: Olgunlaşma işlemi onu
rı, yönetim ve iletişim araçları, yapay bir uydunun ci pekiine dönüştürür.
hazları vb. i ile beraber bunları taşıyan bölme veya pedal: 1) ayak veya ayaklara ait. 2) bir pedal veya pe
son kademe, b) böyle bir yükün veya kabının ağırlı dallarla işletilen veya çalıştırılan. 3) bisiklet, dikiş ma
ğı- kinesi vb. inde olduğu gibi ayakla çalıştırılan ve hare
Pb: Bkz. lead. keti aktarmak için kullanılan bir levye. 4) pedal ya
PBX: (P.B.X.): Bir bina, firma vb. inde işletilen ve ço da pedallarla hareket ettirmek veya çalıştırmak. 5)
ğu zaman dış telefon hatları olan bir telefon sistemi. pedallarını kullanmak.
Pd: Bkz. palladium. pedograph: Yürüyen bir insan tarafından taşınırken
p-block elements: Periyodik tabloda III ile VII arasın arazinin topografyasını kayıt eden bir cihaz; pedog-
daki element grupları; p blok elementleri. raf.
peacock ore: Bakır cevheri; bornit. pedometer: Bir kişinin adım sayısını kayıt ederek yü
peak: 1) bir şeyin en yüksek veya en üst noktası; zir rüyüş sırasında alınan yaklaşık mesafeyi ölçen bir ci
ve; yükseklik; maksimum: Maksimum güç Bkz. peak haz; pedometre.
horsepower gibi. 2) Elekt. belirli bir periyot (süreç) peen: 1) bir çekicin yassı, vuran başının zıt ucu; ço
sırasında bir değişken niceliğin maksimum değeri ğu zaman yarım küre şeklinde olur. 2) bir çekiç başı
veya kıymeti. 3) Den. a) bir gemi teknesinin daha ile dövmek, eğmek vb. i.
dar olan baş ve kıç kısımları, b) baş-kıç yönündeki peening: Çekiç darbeleri ile metallerin mekanik ola
yelkenin arka üst köşesi. rak işlenmesi.
peak efficiency: Mot. maksimum güce Bkz. maxi peep: Ask. Arg.
mum power or horsepower uyan verim maksimum jip.
verim; zirve verimi. peep hole: Buhar kazanlarında yanmayı kontrol için
peak horsepower: Mot. bir motorun belirli bir süre kullanılan pencere; gözetleme penceresi.
için verebileceği en yüksek güç; zirve beygirgücü; peg: 1) parçaları birbirine tutturmak için kullanılan kı
maksimum beygirgücü. sa, çoğu zaman meyilli veya sivri bir parça; tahta çi
peak pressure: Mot. basınç (bar)-zaman (krank açı vi. 2) bazı şeyleri asmak, ipleri bağlamak vb. i için
sı) diyagramında eğrinin en üst noktası; zirve basın kullanılan çıkıntılı bir pin ya da cıvata; askı; kanca.
pelargonic: Sardunyadan elde edilen veya sardunya-
pellet 401 pentane

ya ait. 2) sardunya yaprağından çıkarılan monoba-


ğılması.
zik bir organik asite [CH 3 (CH 2 ) 7 C0 2 H ] ait veya
penetrative: Bkz. penetrating.
onu belirten.
penetrometer: Penetrometre. 1) şekil verilebilen (p-
pallet: 1) kil, kâğıt, ilâç vb. i gibi küçük küre veya yu
lâstık) katıların sertliklerini denemek için kullanılan
varlak kütle. 2) mancınık (katapült) veya eski toplar
cihaz. 2) X ışınlarının niteliğini belirtmek için kullanı
da kullanılan taş gülle. 3) mermi. 4) küçük, kurşun
lan bir cihaz.
saçma. 5) saçmalarla ateş etmek.
penetron: Bkz. meson.
pe!t: 1) füzelerle dövmek. 2) ağır bir biçimde ve tek
penicillin: Belirli mantarlardan elde edilen güçlü bir
rar tekrar dövmek. 3) fırlatmak veya savunmak (füze
antibiyotik madde; penisilin; bazı hastalıkların tedavi
ler). 4) şiddetli yağmurdaki gibi, ağır ve düzgün ola
si ve bu hastalıklara karşı korunmada kullanılır.
rak vurmak. 5) acele etmek.
penicillium: Bayat ekmek, olgunlaşmamış peynir, çü
Peltier effect: İki farklı metalden oluşan bir devrenin
rümüş meyva vb. inde bulunan yeşil küf şeklinde bü
çevresinden bir elektrik akımı geçirildiği zaman bir
yüyen bir grup mantardan herhangi biri; bazı türle
bölümde oluşan ısı, diğer bölüm tarafından emilir:
rinden penisilin elde edilir.
Peltiye etkisi.
penknife: Tek. Res. küçük cep bıçağı; çakı; özellikle
Pelton Turbines: Pelton veya impuls türbini; Bkz. Pel-
kalem ucu açmak için kullanılır.
ton water wheel.
pennyweight: 24 grain veya 1/20 oz ya da yaklaşık
Peiton water wheel: Bir nozuldan (memeden) fışkı
olarak 1,58 grama eşit olan bir ağırlık birimi.
ran yüksek hızlı su huzmesinin bir rotorun çevresin
penta-: Beş (5) anlamında bir önek,
deki kupa şeklindeki kanatlara yöneltildiği bir aksi
pentacle: Çoğu zaman beş kenarlı veya köşeli bir yıl
yon türbini; Pelton su türbini.
dız; Esk. sihir için kullanılan bir simge.
pen: 1) yazı kalemi; mürekkepli kalem. 2) böyle bir
pentad: 1) beş sayısı. 2) beşli grup ya da sıra. 3) beş
kalemin metal ucu.
yıllık bir süreç ya da periyot. 4) Kimy. beş değerli bir
pencil: 1) kurşun kalem. 2) kurşun kaleme benzeyen
element veya kök.
herhangi bir şey. 3) kurşun kalem ile işaret yapmak,
pentagon: Beş açısı ve beş kenarı olan bir düzlem şe
yazmak veya çizmek. 4) renkli kurşun kalem ile bo
kil; beşgen; beş kenarlı; pentagon.
yamak.
pentagonal: Pentagon veya beşgene alt; beşgen şek
pencil pointer: Tek. Res. kalem uçlannı sivriltmek
linde olan.
için kullanılan ince eğe veya bir tahta parçasına ya
pentagram: 1) beş köşeli bir yıldız. 2) beş kenarlı
pıştırılmış zımpara kâğıdı; kalem sivriltici.
olan herhangi bir şekil.
pencils, drawing: Tek. Res. çizim için kullanılan 6H,
pentahedral: Beş yüzlüye ait veya beş yüzlü şeklinde
4H, 2H, H ve B türünden kurşun kalemler; teknik re
olan.
sim veya çizim kalemleri.
pentahedron: Beş düzlem yüzü olan solit (kati) bir
pencil sharpener: Kurşun kalem açmak için kullanı
şekil; beşyüzlü.
lan bir cihaz; kalemtraş.
pentamerism: Beş parçadan olma durumu.
pendent: Asılı; sarkık.
pentane candle: Işık şiddetinin uluslararası birimi;
pendulous: 1) katı bir bağlantısı olmak üzere serbest
pentan mumu.
olarak asılan. 2) salınan, salınım yapan.
pentane-in-glass thermometer: Çalışma maddesi
pendulum: Yerçekimi ve momentum kuvvetlerinin bi
olarak sıvı pentan kapsayan bir sıcaklık ölçer; pen-
leşik etkisinde kalarak serbest salınım hareketi ya
tanlı termometre; -200°C'ye kadar sıcaklıkları ölç
pan, sabit bir noktasından asılı bir cisim; sarkaç; rak
mek için kullanılır.
kas; saat sarkacı.
pentane, iso: Sıv. Yük. izo pentan; yangın tehlikesi
pendulum damper: Volan ya da flayvile eşdeğer
olan, parafine benzer kokulu, narkotik etkili, doy
olan, ataletin denetlenebildiği ve pozitif, negatif veya
muş alifatiklerden, higroskopik olmayan, dayanıklı
sonsuz olacak şekilde yapılan bir burulma ya da tit
bir sıvı; kimyasal simgesi (CH 3 )2 CHCH 2 CH 3 ;
reşim söndürücü; krank milinin serbest ucuna bağla
20°/4°C'de öz.ağ. 0,621; k.n.27,8°C; d.n.-160,5°C;
nır.
suda çözünmez; 20°C'de viskozitesi yaklaşık 0,2 cP;
penetrability: Nüfuz etme durumu ya da niteliği; nü
gemilerde çevre sıcaklığı ve atmosfer basıncında ta
fuz edebilirlik.
şınır; sıcak iklimlerde yükün soğutulması gerekir.
penetrable: Nüfuz edilebilir; delinebilir.
pentane (mixed isomers): Sıv. Yük. pentan (karışık
penetrably: Nüfuz edilebilir olma.
izomerler); yangın tehlikesi olan; parafin kokulu,
penetrant: Keskin; nüfuz eden; sivri.
renksiz, higroskopik olmayan, doymuş alifatiklerden
penetrate: 1) nüfuz ederek girmek. 2) nüfuz etmek;
dayanıklı bir sıvı; simg.C 15 H 12 ; öz.ağ. yaklaşık
içinden geçmek. 3) derin olarak etkilemek veya ha
0,6;
reket etmek. 4) anlamak; kavramak.
k.n. 30°C; d.n. 0°C'nin altında; suda çözünmez;
penetrating: 1) nüfuz edebilir; delebilir; içinden geçe
20°C'de viskozitesi yakalşık 0,2 cP; gemilerde çevre
bilir. 2) içine işleyen; nüfuz edici.
sıcaklığı ve atmosfer basıncında taşınır; sıcak iklim
penetrating agent: Bir katının gözeneklerinden bir sı
lerde aşıri buharlaşmayı önlemek üzere yükün soğu
vının geçişini arttıran bir madde; nüfuz edici madde.
tulması gerekir.
penetration: Nüfuz etme; içine işleme. 1) katıların
pentane, n-: Sıv. Yük. n pentan; yangın tehlikesi
içindeki tanecik veya radyasyon kanalı. 2) enjektör
olan, parafin kokulu, doymuş alifatiklerden higrosko
memesini terketmesi sırasında kazandığı kinetik
pik olmayan, narkotik etkili, renksiz bir sıvı; kimyasal
enerji ile yakıt küreciklerinin yanma odasındaki yo
ğun havayı delerek yanma odasının her tarafına da ,
simgesi, CH 3(CH 2 )3 CH3 ; 15,5°/15,5°C de öz.ağ.
0,632; k.n.33°-38°C; d.n.-129,7°C; suda çözünmez;
20°C'de viskozitesi 0,226 cP; gemilerde çevre sıcaklı-
Tekrıik Sözlük - F. 26
pentangula r 402 perfec t ga s law s

ğı ve atmosfer basıncında taşınır; sıcak iklimlerde yü


perambulator: Mesafe ölçümünde kullanılan tekerlek
kün soğutulması gerekir.
li bir cihaz.
pentangular: Beş açıya sahip olan; beş açılı.
perannum: Yıllık olarak; yıl ile.
penta prism: Bir açısı 90° ve diğer dört açısının rıerbi-
perborate: Perborik asitin bir tuzu; perborat.
ri 112°30' olan beş kenarlı optik prizma; beş kenarlı
perboric acid: Tuzları perboratlar olan kuramsal bir
prizma. asit; perborik asit, HB0 3 ; hidrojen peroksitin boratla
pentavalent: Kimy. beş değer veya valansa sahip
rı etkimesiyle elde edilir.
olan; beş değerli; beş valanslı.
percent: Bkz. per cent.
pentene, 1-: Sıv. Yük. 1- penten; alfa n-amil; yangın
per cent: 1) yüzde; yüzde ile; her yüz için. 2) yüzde
tehlikesi olan karakteristik kokulu, doymamış alifatik
lik.
lerden, higroskopik olmayan, renksiz ve dayanıklı
per cent: Bkz. percentum.
bir sıvı; Simg.CH 3 CH2 CH2 CH:CH 2 ; 20°/4°C'de percentage: 1) yüzde olarak belirtilen faiz, vergi vb.
öz.ağ. 0,641; k.n. 30°C; d.n.-165°C; suda çözün
inin herhangi bir sayısı veya miktarı. 2) her bir yüz
mez; 68°C'de viskozitesi 0,239 cP; gemilerde çevre
için verilen miktar ya da oran. 3) Kısım; oran; pay.
sıcaklığı ve atmosfer basıncında taşınır, ancak sıcak
4) kullanım; yarar; avantaj.
iklimlerde yükün soğutulması gerekir.
percentage composition: Bir bileşikteki her bir ele
pentene, 2-: Sıv. Yük. 2-penten; sym-metiletiletilen;
manın yüzdesi; yüzdesel yapı.
yangın tehlikesi olan, karakteristik kokulu, doyma
percentage ionization: İyonlaşmanın yüzde ile belirti
mış alifatiklerden, narkotik etkili, nem emmeyen, da
len miktarı; yüzde iyonlaşma veya iyonizasyon.
yanıklı bir sıvı; Simg. C 5 H 1 0 ; 20°C'de özgül
percentum: Yüz ile
ağırlığı perch: 1) 5,5 yardaya (5,0325 m) eşit olan bir uzun
0,65; k.n.36°C; d.n.-130° C'nin altında; suda çözün 2 2
luk birimi; rod. 2) 30,25 yrd 'ye (25,32 m ) eşit olan
mez; viskozitesi belli değil; gemilerde çevre sıcaklı 3

ğında ve atmosfer basıncında taşınır, sıcak iklimler bir alan birimi. 3) çoğu zaman 24,75 ft 'e (702 lt)
de yükün soğutulması gerekir. eşit olan bir hacim birimi (taş için kullanılır). 4) kulla
pentode: Bir flaman, bir levha ve üç ızgaradan olu nım; yarar; avantaj.
şan bir elektron tüpü; pentot. perchlorates: Perklorik asitin (HCI0 4 ) tuzları; perklo-
ratlar; kloratlardan daha dayanıklıdırlar.
pentosan: Hidrolize uğradığı zaman pentoza dönü
perchloric acid: Oksijen miktarı aynı ağırlıktaki klor
şen bitkisel karbonhidratlar grubunun herhangi biri.
için, klorik asitten daha yüksek olan renksiz, sıvı bir
pentosane: Bkz. pentosan.
asit, HCI0 4 ; perklorik asit.
pentose: C 5 H 10 O 5 formülüne benzer yapıda olan
perchlorid: Bkz. perchloride.
monosakkaritler grubunun herhangi biri; pentoz.
perchloride: Aynı elementin diğer klorürleri ile kıyas
pentotha! sodium: Sodyum etil-tiyobarbitürat; damar
landığında, klor oranı nispeten yüksek olan bir klo-
içine ağrı kesmek ve uyutmak için verilen bir ilâç;
rür; perklorür.
pentotal sodyum (Ticarî bir marka).
percolate: 1) bir sıvıyı yavaş yavaş küçük bir hacim
pepsin: 1) proteinlerin sindirimine yardım ederek on
den veya gözenekli bir maddeden geçirmek; süz
ları daha az karmaşık proteoz ve peptonlara dönüş
mek; filtre etmek. 2) gözenekli bir maddeden boşalt
türen, mide salgısında bulunan bir enzim; pepsin. 2)
mak veya dreyn etmek; içinden geçirmek. 3) göze
buzağı, koyun vb. inden çıkarılan ve sindirime yar
nekli bir maddeden geçirilmek.
dımcı olarak kullanılan pepsin usaresi.
percolator: Kahve kaynatma veya pişirme makinesi;
pepsine: Bkz. pepsin.
perkolatör.
pepsinogen: Hidroklorik asit etkisiyle pepsinin üretil
percussion cap: Çarpıldığı zaman patlayan ve barut
diği, midenin gastrik bezelerindeki madde; pepsino-
kapsayan küçük bir metal tapa ya da kapsül; eski
jen.
den ana dolguyu patlatmak için kullanılırdı.
peptic: 1) sindirime ait veya sindirime yardım eden.
perdurable: Fevkalâde dayanıklı veya sürekli; sabit.
2) sindirilebilir. 3) pepsin veya diğer sindirici usarele
pert.: Bkz. 1) perfect. 2 perforated.
re ait veya onların neden olduğu; peptik. 4) sindiri
perfect: 1) her yönü ile tam; hatasız. 2) en mükem
me yardım eden herhangi bir şey.
mel. 3) tam olarak doğru; gerçek; hakikî. 4) saf;
peptid: Bkz. peptide.
tam; tümüyle. 5) mükemmel yapmak.
peptide: Bazı asitlerin amino gruplarının, diğerlerinin
perfect combustion: Fazla hava olmaksızın oluşturu
karboksil grupları ile birleşmesi ile oluşan amino asit
lan yanma; mükemmel yanma.
ler bileşimi; peptid.
perfect fluid: Viskozitesi olmayan bir akışkan veya sı
peptize: Çoğu zaman eklenen bir kimyasalın etkisiyle
vı; mükemmel sıvı; ideal sıvı.
bir koloite dönüşmek.
perfect gas: Termo. gaz kanunlarına tam olarak uyan
peptone: Protein hidrolizinin suda çözünür bir ürünü;
ideal bir gaz; mükemmel gaz; ideal gas şeklinde de
pepton.
kullanılır.
per.: Bkz. period.
perfect gas laws: Mükemmel bir gazın uyduğu Boy
peracid: Aynı elementleri kapsayan diğer asitlere gö
le, Charles, Joule ve Avogadro kanunları; mükem
re çok daha büyük oranda oksijen içeren bir asit, ör
mel gaz kanunları.
neğin perborik asit, perklorik asit vb. i gibi.
p er f ec t lubrica t io n 403 periphery
hareket için zaman aralığı; döner
perfect lubrication: Mot. mil veya şaft ile yatak ara periodate: Periyodik asitin bir tuzu; periodat.
sında metal metale temas olmayan yağlama; mü periodic: 1) belirli aralarla görülen, vukubulan veya
kemmel yağlama; thick-film lubrication şeklinde de tekrarlanan; periyodik ateş gibi. 2) zaman zaman vu
kullanılır. kubulan; aralıklarla oluşan; aralıklı. 3) periyot veya
perfect machine: Sürtünmeyi veya diğer istenmeyen periyotlara ait; periyot veya periyotlarla belirtilen.
nedenlerle enerji tüketmeyen makine; mükemmel ve periodic acid: En yüksek değerli iyot kapsayan bir
ya ideal makine. oksijen asiti; periyodik asit, H 5 IO 6 .
perfect mixture: Term, fazla hava olmaksızın, yanma periodical: 1) periyodik. 2) bir günden daha fazla ara
sırasında karbon monoksit oluşturulmayan bir karı larla yayımlanan; dergi; mecmua. 3) bunlara (mec
şım; mükemmel karışım; ideal karışım; kimyasal ola mua, dergi vb. lerine) ait. 4) bir günden daha fazla
rak doğru karışım. aralarla yayımlanan matbua: Haftalık dergi gibi.
perforate: 1) delerek veya zımbalayarak delik veya periodically: 1) belirli aralıklarla; periyodik karakterli.
delikler yapmak; delmek; nüfuz etmek, 2) sıra ile de 2) Kimy. periyodik tabloda aynı durumları işgal eden
lerek delikler açmak. 3) delikler açmak; özellikle bir elementlerde benzer özelliklerin görülmesi. 3) Elekt.
sıra delik açmak. 4) tırtıllamak; tırtıl açmak; torna ile frekans.
tırtıl çekmek. periodical survey: Den. gemilerde makine, tekne vb.
perforated: Delikli; tırtıllı. i kısımların periyodik sürveylerinden herhangi biri;
perforation: 1) delik; delme veya delinme. 2) deline periyodik survey; belirli zaman aralıklarında yapılan
rek (açılmış) bir delik veya delik sırasının herhangi survey.
biri. periodic check-up: Belirli zaman aralıklarında ve dü
perforative: Derhal delinen; delinmeye hazır. zenli olarak yapılan denetim; periyodik kontrol veya
perforator: Delen bir kişi veya şey; delgi; delgi maki denetim.
nesi; zımba. periodic control: Bkz. periodic check-
perform: 1) bir görev, işlem vb. ini yapmak; üstesin up.
den gelmek; yerine getirmek. 2) tamamlamak; başar periodic law: Atom numaralarının artış sırasına göre
mak. 3) bir iş veya işlemi başarmak veya yerine ge düzenlendikleri zaman kimyasal elementlerin fiziksel
tirmek (icra etmek). ve kimyasal özelliklerinin periyodik olarak tekrarlan
performance: 1) yerine getirme işi; icra. 2) işlemi ve ması ilkesi veya prensibi; periyodik yasa.
ya görevini yerine getirme. 3) yapılan veya icra edi periodic maintenance: Belirli zaman aralıklarında dü
len şey; iş veya başarı. zenli olarak yapılan bakım: Dizel motorlarının 1500,
performance curves: Çoğu zaman ordinatı türlü ve 3000 saatte bir yapılan bakımı gibi; periyodik bakım.
rimler ve ısı harcamları ve apsisleri beygirgücü, kilo periodic motion: Eşit zaman aralıklarında yinelenen
vat veya yükün yüzdesini belirten ve makinenin yü bir hareket; periyodik hareket.
kü ile ısıl ekonomi hakkında fikir veren eğriler; per periodic service: Bkz. periodic maintenance.
formans eğrileri. periodic system: Kimy. elementlerin sınıflandırması
performance number: Performans veya oktan sayısı; nı düzenleyen sistem; periyodik sistem; Bkz. perio
Bkz. octane number. dic table.
periclase: Doğal magnezyum oksit, MgO; kübik bir periodic table: Periyodik yasasını göstermek için,
mineral. kimyasal elementlerin atom numaralarına ve dokuz
pericline: Beyaz, kristal şekilde bulunan bir tür albit esas gruba göre düzenlendikleri tablo; periyodik tab
Bkz. albite. lo; her grup benzer fiziksel ve kimyasal özellikler
peridot: Mücevher olarak kullanılan, sarımsı yeşil gösterir.
renkli bir tür krizolit; peridot; olivine adı da verilir. periodide: Diğer iyodürlere göre, iyotun nispeten da
peridotic: Peridot'a ait veya ona benzeyen. ha yüksek oranda olduğu bir iyodür; periyodür.
peridotite: Demir veya magnezyum mineralleri ve pe period, natural: Bir cismin veya sistemin serbest
ridot kapsayan nadir, koyu renkli, volkanik türden titre şiminin periyotu; doğal periyot; doğal süreç.
bir kaya; peridotit. period of decay: Radyoaktif bir elementin aktivitesi-
perimeter: 1) bir şekil veya alanın dış sınırı; çevre. 2) nin orjinal değerinin yarısına indiği zaman periyodu;
bunun toplam boyu. 2) retinanın türlü kısımlarının yarılama süresi; çürüme periyotu.
görüş genişliği ve görüş gücünü denemek için kulla period of elements: Periyodik tabloda elementlerin
nılan bir optik cihaz; perimetre. yatay sırası; elementlerin periyodiği.
perimetric: 1) perimetre veya çevreye ait. 2) perimet period of pendulum: Tam bir titreşimin süresi; sar
re veya perimetri'ye ait; perimetre veya perimetri ta kaç periyotu.
rafından. periodometer: Güneş radyasyonu ve meteorolojik
perimetrical: Bkz. perimetric. ve rilerin incelenmesi için kullanılan harmonik
perimetry: Perimetre vasıtası ile görüş genişliğini de analiz edici; periyodometre.
neme. peripheral: Bir yüzey veya kenara ait; çevresel; çevre
perimorph: Diğer bir tür içindeki bir başka tür mine ye ilişkin.
ral; perimorf. peripheral pump: Bkz. turbine pump.
period: 1) birbirini izleyen astronomik olayların vuku- peripheral speed: Dairesel hareket veya devir hare
buluşları arasındaki zaman; periyot; süreç. 2) belirli keti yapan cisimlerin 27T.r.n/60, m/s formülü ile belir
olayların arasındaki fasıla, ara veya süre. 3) Tıp. bir tilen hızı; çevre hızı.
hastalığın bir kademesi veya tam seyri. 4) Fiz. tam periphery: 1) özellikle yuvarlak bir cismin (dış) hattı
bir çevrim yapmak üzere düzenli olarak tekrarlanan çevresi. 2) özellikle yuvarlak bir cismin veya gövde-
peripter y 404 perspectiv e

nin dış yüzeyi. 3) çevreleyen hacim veya yüzey; et


ametre.
raf; çevre.
permeanance: 1) geçirgen olma niteliği. 2) nüfuz et
periptery: Hareketli bîr cismin çevresinde, hareket ne
me; geçirme.
deniyle hava akımı oluşan yüzey.
permeant: Geçirgen veya geçirgen olma eğilimi.
periscope: Su içindeki denizaltıların suüstü gemileri
permeate: İçinden geçmek ve her parçasını etkile
veya hedeflerini görmek için kullandıkları optik bir ci
mek; nüfuz etmek ve yayılmak; Suyun kurutma kâğı
haz; periskop; bir boru ile ayna ve merceklerden olu
dından geçişi gibi.
şur.
permeation: Nüfuz etme veya içinden geçme.
periscopic: 1) periskopa ait veya periskop ile. 2) be
permeative: Nüfuz edici; yayılıcı.
lirli mercekler gibi yana doğru veya net görüş alanı
permissible: Müsaade edilebilir; izin verilebilir.
sağlama.
permissible load: Müsaade edilebilir yük; güvenli ve
perk: Bkz. percolate.
ya emniyetli yük.
perlite: inci parlaklığında, cama benzeyen volkanik
permissible maximum pressure: Müsaade edilir
bir kaya; perlit.
maksimum basınç: Buhar kazanları veya basınçlı
perlitic: Perlite ait veya perlite benzeyen.
kaplar için söylenir.
permalloy: Yüksek manyetik geçirgenliğe sahip olan
permissible stress: Müsaade edilir gerilme.
demir ve nikelin türlü alaşımlarından herhangi biri
permissible wear: Müsaade edilir aşınma.
(Ticarî bir marka).
permittivity: Dielektrik (yalıtkanlık) sabiti ya da katsa
permanence: 1) sürekli 2) Çoğ. süreklilik olan bir
yısı; permitivite.
şey.
permutable: Değiştirilebilir (olan).
permanent: 1) değişmeksizin sonsuza dek devam
permutation: I) değişiklik; düzeltme; değişim; yeni
eder; kalıcı. 2) nispeten uzun zaman süren veya de
den düzenleme. 2) bir grup içindeki mümkün olan
vam eden. 3) devamlı dalga; 4) sabit.
değişiklik ve kombinasyonların herhangi biri; permü-
permanent ballast tank: Den. tankerlerde yük siste
tasyon: 1, 2 ve 3'ün permütasyonu 123, 132, 213,
mi ile bağlantısı olmayan ve sadece safranın taşın
231, 312 ve
ması için kullanılan tank; daimi safra tankı; sürekli 321'dir.
safra tankı.
permute: 1) değişiklik yapmak; değiştirmek. 2) sırası
permanent deformation: Devamlı ya da sürekli defor-
nı veya düzenini değiştirmek veya yeniden düzenle
masyon; kalıcı bozulma.
mek.
permanent gas: Çok düşük kritik sıcaklığa sahip olan
permutite: Suyun içindeki kireci ayıran filtre (süz
ve dolayısıyla sıvılaştırılması zor olan bir gaz; sabit
geç); su kireci filtresi.
gaz, örneğin helyum.
permutite water softener: Su kireci filtreli su yumuşa
permanent hardness: Uzun süre kaynatılmasına de
tıcısı ve su damıtma cihazı.
ğin ısrarlı su sertliği; sabit sertlik; kalıcı sertlik; mag
peroxid: Bkz. peroxide.
nezyum ve kalsiyum sülfatlar ve klorürlerden gelen
peroxide: 1) iki oksijen atomunun tek bir bağ ile bağ
sertlik.
landığı O2 grubu kapsayan herhangi bir oksit; perok
permanent hard water: Sürekli sert su; Bkz. hard wa
sit; özellikle hidrojen peroksit, H 2 0 2 , 3) hidrojen
ter.
pe roksit ile beyazlatmak.
permanent nagnet: Mıknatıslanması güç olan ancak
perpendicular: 1) verilen bir düzlem veya hatta dik
mıknatıslandıktan sonra mıknatısiyeti kalıcı olan bir
açılarda. 2) tam dik; dikey; düşey; arnudî,: 3) herhan
çelik alaşımı; sabit mıknatıs; kalıcı mıknatıs.
gi bir noktadan dikey harlı bulmak için kullanılan bir
permanent set: Esnek bir cisim veya esnek bir mad
alet; şakul; çekül. 5) bir başka hat ya da düzleme
deye, uygulanan kuvvet esneklik sınırını (elâstik limi
dik olan bir doğru. 6) düşey ya da dikey.
ti) geçtiği zaman oluşan kalıcı bozulma ya da defor-
perpendicularity: Dikey (düşey) olma durumu veya
masyon miktarı.
niteliği; dikeytik; düşeylik.
permanganate: Permanganik asitin, genellikle koyu
perpetual: 1) daima veya sonsuz uzun zaman için de
mor renkli olan bir tuzu; permanganat.
vam eden; değişmez; ebedî. 2) kesintisiz olarak son
permanganate, potassium: Bkz. potassium perman
suza dek süren; aralıksız; kesintisiz; sabit.
ganate.
perpetual calendar: Matematiksel olarak düzenlen
permanganic acid: Sulu çözeltilerde kuvvetli bir oksit
miş takvim; sabit veya kesintisiz takvim; geniş bir
leyici olan dayanıksız bir asit; permanganik asit, HM-
alanda yilların verilen herhangi bir tarihinin bir hafta
n0 4.
sındaki günün doğru olarak saptanmasına olanak
permatron: Dış bir manyetik alan ile ısı iletiminin baş
veren takvim.
ladığı sıcak katotlu gaz deşarj diotu; permatron.
perpetually: 1) daima; ebedî olarak. 2) sabit olarak;
permeability: 1) bir maddede üretilen bir manyetik
sürekii olarak; aralıksız olarak.
akı yoğunluğunun mıknatıslayıcı kuvvete oranı. 2)
perpetual motion: Bir kere hareket verildiğinde, üreti
basınç artındaki bir gazın gözenekli bir maddeye gir
len kendi enerjisi ile sonsuza dek çalışabilecek ku
me miktarı; geçirgenlik; nüfuz etme.
ramsal bir cihazın hareketi; sürekli veya sonsuza
permeability test: Geçirgenlik veya permeabilite de
dek hareket.
neyi ya da tecrübesi.
persalt: Perasitin bir tuzu.
permeable: Nüfuz edilebilen veya geçirgen; sıvılar
personnel computer: Kişisel bilgisayar.
için nüfuz etmeye açık.
perspective: 1) perspektive ait; belirli bir mesafe ve
permeameter: Bir ferromanyetik numunenin ortala
ya derinliğe göre cisimlerin görünümlerini çizme sa
ma manyetik geçirgenliğini ölçen bir cihaz; perme-
natı; perspektif. 2a) cisimlerin belirli bir uzaklık veya
yerden saptanan görünüşleri, b) belirli bir mesafe
perspectice drawing 405 phase

veya durumun etkisi. 3) belirli bir görüş açısından


fineride diğer yan ürünleri ile birlikte petrol koku ay
bir bütünün parçalan arasındaki oran ya da ilişki. 4)
nı anda yakılır.
perspektif resim. 5) uzaktan görünüş. 6) optik bir ci
petroleum ether: Ham petrolün damıtılmasından el
haz.
de edilen yanıcı, uçucu, sıvı bir karbonlu hidrojen;
perspective drawing: Belirli bir noktada duran bir
petrol eteri; 40°-60°C'de damıtılır ve çözücü olarak
gözlemci tarafından bir cismin resmini belirtir; pers
kullanılır.
pektif çizim.
petroleum fuel: Bkz. petroleum oil.
perspective projection: Tek, Res. bir noktadan gön
petroleum gases: Gemi akaryakıt tanklarindaki petrol
derilen ve paralel olmayan ışınların, bir cismin önün
ürünlerinden gelen ve yapıları birbirinden çok farklı,
deki düzlemde oluşturdukları cismin izdüşümü; pers
zehirli ve patlayıcı gazlar; petrol gazları.
pektif izdüşüm.
petroleum hydrometer: Petrol ürünlerinin yoğunluk
persulfate: Bir sülfat çözeltisinin elektrolizi ile üretilen
larını ölçmede kullanılan bir cihaz; petrol yoğunluk
ve S 2 O 8 kökü kapsayan bir tuz; persülfat.
ölçeri; petrol hidrometresi.
pervious: Geçirgen; Bkz. permeable.
petroleum jelly: Bkz. petrolatum.
pestle: 1) maddeleri dövmek veya öğütmek için kulla
petroleum oils: Türlü damıtma yöntemleri ile ham
nılan, havan eli ya da havan tokmağına benzeyen
petrolden elde edilen benzin, dizel oil, ağır yakıtlar,
bir alet. 2) dövme ya da damgalama için kullanılan,
yağlar vb. i ürünler; petrol ürünleri veya yağları.
dikey olarak hareket eden ağır bir metal çubuk. 3)
petroleum oil: Bkz. kerosene.
havaneli ile dövmek, öğütmek, kurmak veya karıştır
petroleum products: Ham petrolün damıtılmasından
mak.
1 5 elde edilen akaryakıtlar yağlar, petrol gazları vb. i
peta-: 10 veya 1 000 Ouo 000 000 000 anlamında
ürünler; petrol ürünleri.
bir önek; peta; P kısaltması ile gösterilir.
petroleum ship: Petrol ürünlerini taşıyan gemi; Bkz.
petalite: Monoklinik lityum alüminyum silikat; lityum
oil tanker; petrol tankeri.
ilk defa bu mineralde keşfedildi; petalit.
petrolic: Hampetrole ait veya petrolden üretilen.
petcock: Borular, radyatörler, kazanlar vb. inden is
petticoat insulator: Elekt. su bardağı şeklinde izola
tenmeyen veya aşırı su ya da havayı boşaltmak için
tör; fincan izolatör.
kullanılan ufak bir musluk veya valf; dreyn valfı; pet
pewter: 1) kalayın Kurşun, pirinç veya bakır ile olan
cock biçiminde de yazılır.
bir alaşımı; cilâlandıği zaman grimsi, gümüş parlaklı
petrification: 1) taşlaşma; taş durumuna gelme. 2)
ğında bir görünüm alır. 2) bu alaşımdan yapılan tüm
taşlaşmış olan herhangi bir şey.
eşyalar.
petrifactive: Taşlaşma eğiliminde olan.
Ph: Bkz, phenyl.
petrification: Bkz. petrifaction. pH: Bir çözeltideki hidroniyum iyonunu
+
(H 3 0 belir
+
petrify: 1) organik maddelerin normal hücrelerinin si ten bir kısaltma; pH = log [H 3 0 ] şeklinde ifade
lis veya diğer mineral birikintilerle yer değiştirmesi; edilir; baz ve asit değerlerini belirtmek için kullanılır;
taşımsı bir maddeye dönüşmek; taşlaşmak; taş hali saf su için pH = 7 (0,000 000 7 atom H/litre) değeri
ne gelmek. 2) sert veya esnemeyen yapmak; sertleş nötr durumu, 0-7 arası asit ve 7-14 arası ise alkaliliği
tirmek. 3) taş ya da taşımsı bir maddeye dönüştür belirtir.
mek. phanatron: Gaz doldurulmuş, kızgın katotlu doğrult
petrochemical: Petrol, doğal gaz veya petrol ürünleri maç diyot; fanatron.
nin bir türevinden elde edilen kimyasal; petrokimya- phantastron: Tüplü bir dinlendirici osilâtör; fantas-
sal; petrol kökenli kimyasal. tron.
petrol: 1) ing. benzin. 2) petrol Bkz. petroleum. phantom circuit: İki iletişim devresinde empedans bo
petrolatum: Sıv. Yük. vazelin; saf vazelin; mineral binleri kullanılarak elde edilen üçüncü devre; haya
yağ; mineral jöle; petrol jölesi; petrol merhemi; tehli let devre.
kesiz, kokusuz, kehribar beyaz renkli, yarı saydam, phantom load: Gerçek yük kullanımı yerine, ayarlana
nem emmeyen, yağ kıvamında, alifatik karbonlu hid bilir bağımsız bir kaynaktan, bağlantılar ile gerilim
rojenlerin dayanıklı bir karışımı; öz.ağ. 0,82-0,88; ve akım sağlanarak vatmetrelerin deneme ve ayar-
k.n. 150°C'den büyük; d.n. 38°-60°C; suda çözün lanmalari; hayalet yük.
mez; viskozitesi belli değil; gemilerde değişik don pharmaceutical: Kimyasal maddeleri tıp amaçları için
ma noktaları ve atmosfer basıncında taşınır. kullanan bilime veya eczacılığa ait.
petrol engine: Benzin motoru; Bkz. gasoline engi pharmaceutical chemical: Doğal veya yapay kökenli
ne. olup tıbbî amaçlar için kullanılan bir madde; eczacılı
petroleum: Türlü jeolojik oluşumlarin kaya katmanla ğa ilişkin kimyasal madde.
rında doğal olarak görülen, rengi sarımsı yeşilden si pharyngoscope: Boğazı incelemek veya muayene et
yaha kadar değişen yağımsı, sıvı karbonlu hidrojen mek için kullanılan bir cihaz; faringoskop.
çözeltisi; ham petrol; damıtıldığı zaman parafin, kero- phase: 1) Astr. ay ya da bir gezegenin görünüş veya
sen, benzen, nafta, benzin, fuel oil vb. verir. ışığındaki değişim safhalarından herhangi biri. 2) ge
petroleum coke: Ham petrolün damıtılması sırasında lişmede olduğu gibi, herhangi bir dizi ya da değişim
oluşan yan ürünlerinden biri; petrol koku; bir çok ra deki aşamalar veya şekiller; satha; kademe; aşama.
phas e angl e 406 phillip s scre w

3) herhangi bir çevrimsel hareketin, örneğin titreşi


merik bileşikten biri, özellikle para olanı; fenetidin,
min gelişme kademelerini belirten nicelik. 4) bir C8 11 ON.
H
elektrik dalgası tarafından maksimum, sıfır veya di phenetol: Bkz. phenetole.
ğer bir göreli değere erişildiği an. 5) F/z., Kimy. bir phenetole: Fenolün eteri olan renksiz bir sıvı; fene-
heterojen sistemde devam eden katı, sıvı veya gaz tol, C 6H 5OC 2H 5 .
halindeki homojen şekil: Buz suyun bir fazıdır. 6) pheno-: Bkz. phen-,
standart duruma veya kabul edilen başlangıç nokta phenobarbital: Kokusuz, beyaz kristalli bir toz; feno-
sına göre, herhangi çevrimsel bir hareketin (ışık ve barbital, C 1 2 0 3 N 2 H 1 2 ; teskin edici ve uyku verici
ya ses dalgaları, alternatif akım vb.) fazı veya gelişi olarak kullanılır; luminal olarak da kullanılır.
mi. 7) Bilglsay. yürütülür program. phenol: 1) patlayıcı vb. i yapımında kullanılan, kömür
phase angle: 1) bir transformatörün birincil (primer) katranından üretilen, beyaz kristalli bir bileşik; fenol,
gerilimi ve ikincil (sekonder) tersinir gerilimi arasın C 6 H 5 OH; kuvvetli, paslandırıci bir zehir; sulu çözelti
daki faz farkı; faz açısı. 2) eşit frekansın periyodik si karbolik asit olarak bilinir ve antiseptik olarak kul
olarak değişen iki niceliğini belirten iki vektör tarafın lanılır. 2) bileşimi ve yapısı bakımından fenole benze
dan oluşturulan açı. yen aromatik hidrokzil türevleri grubunun herhangi
phase-balance relay: Türboelektrik sistemi ile çalıştı biri.
rılan gemilerde akım, üç kablo ile jeneratörden elek phenolate: Karbolik asitin (fenolün sulu çözeltisinin)
trik motorlarina taşınır. Herhangi bir anda bu kablo bir tuzu; karbolât.
lardan herbiri eşit elektriksel yük taşır. Eğer denge phenolic: Fenole ait; fenolden türeyen; fenol kapsa
sizlik % 25 değerine varırsa, bir röle transformatörü yan.
devre dışı yapar ve trlpler jeneratör ve motor alanları phenolic plastic bearing: Yağlama yağı, gres veya
nın kontaktörlerini açar; bu röle, faz balans (denge) su ile yağlanabilen ve şaft kovanlarında kullanılan
rölesidir. bir yatak türü; fenol kökenli yatak.
phase difference: 8te. phase angle. phenolphthalein (phenol-phthalein): Beyazdan so
phase inverter: Bkz. polarity inverter. luk sarıya kadar değişen renklerde kristalli bir toz; fe-
phase meter: Bir devrenin gerilimi ve akımı arasında nolftaleyn, C 2 0 H 1 4 O 4 ; müshil olarak, boya
ki faz açısını öiçmek için kullanılan bir elektriksel öl yapımın da ve kimyasal analizlerde asit-baz ayıracı
çü cihazı; faz metre; cos ip metre. olarak kul lanılır; baz kapsayan çözeltilerde kırmızı
phase modulation: Taşıyıcı dalganın amplitüt ve fre ve asit kap sayanlarda ise renksiz kalır.
kansının sabit kaldığı ve faz açısının değiştirildiği bir phenolphthalein test: Fenolftaleyn deneyi: porselen
3 3
tadilât (modülasyon); fax modülasyonu; faz tadilâtı; bir kaba 100 cm besi (fid) suyu alınır, 1 cm fenolf
faz değişimi. taleyn çözeltisi eklenir ve eğer pH'ı 8,4'ten büyükse
phase velocity: Bkz. wave velocity. suyun rengi pembeye döner ve pembe renk kaybo-
3
phasis: Faz; hâl; kademe, aşama veya safha. luncaya dek sülfürik asit eklenir; 1 cm 0,02 normal
phasitron: Üç faz (trifaze) gerilim ve fan şeklinde sülfürik asit 10 ppm CaC0 3 'ü çöktürdüğünden, kul
elektron ışınlarıyla çalıştırılan yarık, aynı merkezli lanılan sülfürik asit ile 10 çarpılarak ppm CaC0 3 tü
elektrotlu, frekans modülâtörlü bir vakum tüpü; fazit- ründen fenolftaleyn alkalinliği bulunur.
ron. phenomena: Bkz. phenomenon.
phen: Benzen'den türeyen anlamında bir önek. phenomenal: 1) olay ya da olaylara ait. 2) aşırı ola
phenacaine: Renksiz, kokusuz, kristalli bir bileşik; fe- rak alışılmamış; fevkalâde; olağanüstü.
nakain, C 18 H 22 N 2 0 2 HCI ; lokal anestezi phenomenon: 1) duyulara açık olan ve bilimsel ola
(özellikle rak açıklanabilen herhangi bir gerçek, olay veya de
gözler için) olarak kullanılır; holocaine hydrochlori neyim: Tutulma astronomik bir olaydır. 2) fenomen;
de şeklinde de kullanılır. olay. 3) olağanüstü herhangi bir şey; fevkalâde bir
phenacetin (Phenacetine): Beyaz kristaller veya toz oluşum veya meydana geliş.
şeklinde bir kömür katranı ürünü; fenasetin, phenoxide: Bkz. phenolate.
C 10 H 13 O 2 N ; ateş düşürücü ilâç olarak kullanılır. phenyl: Fenol, benzen, anilin ve türlü diğer aromatik
phenacite: Berilyum silikat; renksiz veya kırmızı, sarı bileşiklerden oluşan tek değerli bir kök; fenil, C 6 H 5 .
ya da kahverengi bir silikat; mücevher olarak kullanı phenylamine: Bkz. aniline.
lır; fenasit, Be 2 Si0 4 . phenylene: iki hidrojen atomunun değiştirilmesi ile
phenanthrene: Renksiz, kömür katranında bulunan benzenden elde edilen iki değerli bir kök; fenilen,
antresen izomeri olan, kristalli bir karbonlu hidrojen, C6 H4 .
C 1 4 H 1 0 ; boya ve diğer maddeler yapımında philipsite: Potasyum, kalsiyum ve alüminyumun sulu
kullanı lır. bir silikatı; lifli bir zeolit minerali.
phenazin: Bkz. phenazine. phillips head screw: Yıldız başlı vida; yıldız vida.
phenazine: Bir çok boyanın elde edildiği sarı, kristalli Phillips head screw-driver: Yıldız tornavida.
bir baz; fenazin; kimyasal simgesi, C 6 H 4 : N2 :C 6 H 4 . phillips screw: Başı yıldız tornavidaya uygun biçimde
phenetidin: Bkz. phenetidine. yapılmış vida; yıldız vida.
phenetidine: Fenasetin yapımında kullanılan üç izo-
p H index 407 phospho ri c aci d , o -

pH index: Sudaki hidrojen iyon konsentrasyonunu


caklığı ve atmosfer basıncında taşınır.
gösterir; pH indeksi; nötr su 7,0; 7,0'den küçük de
phosgene: Karbon monoksit ile klorun güneş ışığı ile
ğer asriliği ve yüksek değer ise alkalinliği gösterir;
oluşturduğu renksiz bir gaz; karbonil klorür; fosjen,
doğal suların pH indeksi 6-8 değerleri arasındadır.
COCI2; boya ve diğer organik bileşikler yapımında
phlogiston: Esk. yanma nedeni olduğuna inanılan ha
kullanılır; bir tür kimyasal savaş gazıdır.
yalî bir madde.
phosgenite: Karbonat ile kurşun klorürden oluşan ve
phlogopite: Küçük bir miktar demir kapsayan doğal
dört köşeli (tetragonal) kristaller şeklinde görülen
magnezyum mikası; flogopit; yalıtıcı olarak kullanılır.
grimsi bir bileşik; fosjenit, Pb 2 CI 2 C0 3 .
phloridzin: Bkz. phlorizin.
phosphatase: Karbonhidratların fosforik asit esterleri
phlorizin: Elma, incir, erik ve vişne ağaçlarının kökle
ni hidroliz eden bir enzim; fosfotaz,
rinin kabuklarında bulunan acı, beyaz, kristalli bir
phosphate: 1) fosforik asitin bir tuzu veya esteri; fos
madde; florizin, C 2 1 H 24 O 10 ; tonik ve periyodik ateş
fat. 2) gübre olarak kullanılan ve fosfatlar kapsayan
le (sıtmada olduğu gibi) savaş için ilâç olarak kulla
herhangi bir madde. 3) maden sodası, şurup ve bir
nılır.
kaç damla fosforik asitten yapılan yumuşak bir içki.
pH meter: Hidrojen iyon konsantrasyonunu sapta
phosphate test: Buh. Kaza. besi (fid) suyunda sertlik
mak için kullanılan bir cihaz; pH metre.
veren tuzları nötr hale getiren fosfat miktarını ölç
phon: Gürültü birimi; seslerin şiddetini ölçmede kulla
mek için uygulanan bir deney; fosfat deneyi veya
nılır.
tecrübesi.
phonautograph: 1) ses tarafından oluşturulan titre
phosphatic: Fosforik asit veya fosfatlara ait veya onla
şimlerin grafik olarak kaydını yapan bir cihaz; fono-
rı kapsayan.
toğraf. 2) böylece yapılan kayıt veya grafik.
phosphatize: Fosfat veya fosfatlara dönüştürmek ve
phone: Bkz. telephone.
ya fosfatlarla muamele etmek.
phonic: Sese ait veya ses doğasına (özellikle konuş
phosphid: Bkz. phosphide.
ma seslerine) sahip olan.
phosphide: Üç değerli (valanslı) fosforun diğer bir
phonics: 1) ses bilimi; akustik. 2) nadir olarak fone
element veya kök ile oluşturduğu bir bileşik.
tik.
phosphin: Bkz. phosphine.
phonic w heel: Kendisini çalıştıran alternatif akımın
phosphine: 1) kokusu sarmısağa benzeyen, renksiz,
frekansını ölçmek için kullanılabilen, dişli ile devir
zehirli bir gaz; fosfin; hidrojen fosfid, pH 3 . 2) yapay
adedi ölçerine bağlanmış senkron bir motor.
sarı boya.
phono-: Ses, ton, konuşma anlamlarında bir önek.
phosphite: Fosforus asitin bir tuzu ya da esteri; fosfit.
phonogram: 1) bir sözcük, hece ya da sesi (stenoda
phospho-: Fosfor anlamında bir önek.
olduğu gibi) belirten bir işaret veya simge. 2) fonog
phosphonium: Tek değerli bir kök, pH 4 .
raf kayıtı; fonogram. phosphoprotein: Lesitin veya nükleik asit (sütün ka
phonogramic (phonogrammic): Fonogram veya fo- zeini gibi) dışında, bazı fosforlu bileşiklerle birleşen
nogramlara ait. proteinler grubunun herhangi biri; fosfoprotein.
phonograph: Yassı bir disk veya geçmişte olduğu gi phosphor: 1) fosforlu. 2) radyasyon etkisinde kaldığı
bi bir silindir üzerindeki kanallardan ses üreten bir ci zaman ışık veren herhangi bir madde; fosforesan
haz; fonograf; pikap. madde.
phonographic: 1) fonografa (pikaba) ait. 2) fonografi phosphorate: Fosfor ile birleştirmek veya doyurmak.
ye ait. phosphor bronze: Fosfor bronzu; yaklaşık % 0,35
phonographically: 1) fonoğrafik bir biçimde. 2) fo fosfor kapsayan bir bronz; yaygın olarak elektrik ma
nograf yardımıyla. kinelerinin ve motor supaplarının yaylarında ve daha
phonography: 1) konuşma seslerinin yazılı veya bası yüksek oranlarda fosfor kapsayan bu bronz, ağır gö
lı sunulması. 2) sesleri tekrar üretmek veya kayıt et rev makinelerinin yataklarında kullanılır.
mek için fonograf kullanılması; fonografi. phosphore: Bkz. phosphor.
phonolite: Başlıca, alkali feldispat ve nefelitten olu phosphoresce: Yanma veya önemli (kayda değer)
şan sık taneli volkanik bir kaya; fonolit; clinkstone bir ısı olmaksızın ışık çıkarmak; karanlıkta fosforlu gi
adı da verilir. bi parlamak ya da parıldamak.
phonolitic: Fonolite ait; fonolite benzeyen. phosphorescence: 1) kayda değer bir ısı veya yan
phonometer: Sesin şiddeti ve titreşim frekansını ölç ma olmaksızın (fosforlu, çürümüş ağaç vb. indeki gi
mek için kullanılan bir cihaz; fonometre. bi) ışık çıkarma durumu veya niteliği; fosforesans.
phonon: Ses enerjisinin en ufak birimini belirten ku 2) böyle bir ışık.
ramsal partikül; fonon. phosphorescent: Fosforesans olan; fosfor gibi ışılda
phonoscope: Ses çıkaran cisimlerin özelliklerini ser yan.
gilemek veya gözlemlemek için kullanılan bir cihaz; phosphorated (phosphoretted): Fosfor ile birleştir
fonoskop. me veya doyurma; fosforlama; phosphureted,
phorone, iso: Sıv. Yük. izoasetofenon; trimetilsiklo- phosphuretted şekillerinde de kullanılır.
hegzenon; 3,5,5-trimetil-siklohegz-2-2enei-on; hafif phosphoric: 1) fosfora benzer; fosfora ait veya fosfor
kâfuru kokulu, narkotik etkili, solunum yolları için ha kapsayan; fosforik. 2) fosforun oksijenli üç asitinden
fifçe tehlikeli, higroskopik eğilimli, dayanıklı, aroma- (özellikle ortofosforik asit) birini (H 3 P0 4 ) belirten,
tiklerden renksiz bir sıvı; Simg.C 9 H14 O; renksiz kristalli asit; suda çözünür ve ayıraç olarak
20°/20°C'de öz.ağ. 0,9229; k.n,215,2°C; d.n.-8,1°C; kullanılır.
suda ağıriıksal olarak % 1,2-% 4,3 oranında çözü
phosphoric acid, o-: Sıv. Yük. o-fosforik asit; fosforik
nür; 20°C'de viskozitesi 2,62 cP; gemilerde çevre sı asit; gözler için tehlikeli, kokusuz, renksiz, higrosko-
phosphorism 408 photo-emissive

pik, 213°C'ye kadar dayanıklı, şurup kıvamında bir tokimyasal pil; bir elektrot aydınlatıldığı zaman, iki
sıvı ya da katı organik asit; Sirng.(OH)3P:0; öz.ağ. elektrot arasında bir potansiyel farkı oluşur.
sulu çözeltilerinin oranlarına göre değişir; k.n.213°C photochemical reactions: Işığın emilmesi ile oluştu
(su kaybeder); d.n. 28,8°-58°C; 25°C'deki viskozite rulan kimyasal tepkimeler; örneğin fotosentez; foto
si 11,6-62 cP arasında değişir; suda tümü ile çözü kimyasal tepkimeler,
nür; geniş tanklarda korunması öğütlenir; % 90'lık photochemistry: Fotoğrafçılıkta olduğu gibi, kimya
konsantrasyonları 35°-45°C'de depolanır, atmosfer sal etki üreten ışık etkisi veya diğer radyan enerji ile
basıncında taşınır. ilgilenen kimya bilimi dalı; fotokimya.
phosphorism: Kronik fosfor zehirlenmesi. photochromy: Renkli fotoğrafçılık,
phosphorite: 1) apatit'in lifli bir türü. 2) gübre olarak photochronograph: 1) fevkalâde küçük zaman aralık
kullanılan herhangi bir mineral fosfat. larında bir dizi fotoğraf çekerek hareketleri (uçan bir
phosphoro-: Fosfor veya fosforesans anlamlarında kuş gibi) kayıt eden bir cihaz; fotokronoğraf. 2) bu
bir önek. şekilde çekilen bir fotoğraf. 3) Fiz. olayların kesin za
phospfıorogen: Başka maddelerde fosforesan endük- manını kayıt etmek için kullanılan bir cihaz.
ieyen bir madde; fosforojen. photoconductive detector: Elektriksel bir dirençteki
phosphoroscope: İşık kaynağı giderildikten sonra değişim ile radyan enerjiyi aramak veya ölçmek için
fosforesansın dayanıklığını ölçmek ve görmek için kullanılan bir cihaz.
kullanılan bir cihaz; fosforoskop. photoconductive effect: Bir maddenin iletkenliğinin,
phosphorous: 1) herhangi bir ışık saçan madde ve maddenin elektromanyetik radyasyon ile aydınlatıl
ya cisim. 2) mum gibi katı, ışıldayan, normal olarak ma şiddetlendiğinde çoğalması.
beyaz, ışığa maruz kaldığı zaman sarı renk alan, me photoconductivity; Aydınlatıldıkları zaman bazı mad
tal olmayan kimyasal bir element; fosfor; zehirli olup delerin elektriksel iletkenliklerindeki artma; örneğin
oksijenle kolayca birleşir ve oda sıcaklığında kendili selenyum.
ğinden tutuşur; sızdırmaz tüplerde ısıtıldığı zaman, photoconductor: Üzerine düşen elektromanyetik rad
daha az zehirli ve beyaz olana göre daha az yanıcı yasyon şiddetlendiği zaman, elektrik yükü iletkenliği
şekle döner; 15 atmosferlik basınç altında ısıtıldığın nin çoğaldığı bir madde, örneğin selenyum; fotoilet-
da siyah bir toza dönüşür; Simg.P; at. ağ. 30,98; ken.
at. no. 15. photodiode: n-türü ve p-türü malzemeler ile german
phosphorus pentoxide: Havadan emdiği su ile eriye yum birleşmeli bir diyot; fotodiyot.
bilen, renksiz kristalli bir bileşik; fosfor pentoksit, photodisintegration: 1) Fiz. radyan (ısı yayan) enerji
P2O5 kurutma maddesi olarak kullanılır. tarafından bir atomun çekirdeğinin parçalanması. 2)
phosphorus trichloride: Sıv, Yük. fosfor triklorür; fos radyan enerjisinin etkisi altında bir kimyasal bileşi
for klorür; sıvı ve buharları aşındırıcı ve paslandırıcı, ğin ayrışması.
su ve diğer bir çok yükle tepkimeye giren, derişik photodynamics: 1) ışığın canlı organizmalar üzerin
tuz asitine benzer, hoş olmayan kokulu, insan sağlı deki etkisi. 2) bu konu ile ilgilenen bilim dalı; fotodi-
ğı için tehlikeli, hafif higroskopik, dayanıklı bir sıvı; namik.
5iıng.PC! 3; 21°C'de öz.ağ. 1,574; k.n. yaklaşık photoelasticity: Gerilmeye konu oldukları zaman izot-
75°C; d.n. -91°C; su ile tepkimeye girer; 20°C'de vis ropik saydam yalıtkanların (dielektriklerin) optik özel-
kozitesi 0,636 cP; gemilerde çevre sıcaklığı ve atmos liklerindeki değişimler.
fer basıncında taşınır. photoelectric: Özellikle uzun dalga boyunda ışık ve
phosphoryi chloride: Sıv. Yük. fosforu klorür; fosfor radyasyona konu oldukları zaman belirli maddeler ta
lu okziklorür; sıvı ve buharları aşındırıcı ve paslandırı rafından elektronlar neşretme gibi, ışık tarafından
cı, su ve diğer bir çok yük ile tehlikeli tepkimeye gi üretilen elektriksel etkilere ait veya ona sahip olan;
ren, keskin kokulu, higroskopik ve dayanıklı, insan fotoelektrik.
sağlığı için zararlı, renksiz veya hafifçe sarı renkli, photo-electric: Foto elektrik; ışık elektriği.
dumanlı bir sıvı; Simg. POCI3; 20°/20°C'de öz.ağ. photoelectric cell: Işığın, bir pil tarafından üretilen
1,675; k.n. 105°-107°C; d.n. 1°C; su ile tepkimeye gi elektromotor kuvveti veya katottan neşredilen elek
rer; 22°C'de viskozitesi 1,112 cP; gemilerde çevre sı tronları denetlediği herhangi bir cihaz; fotosel; meka
caklığı ve atmosfer basıncında taşınır. nik cihazları denetlemek, örneğin kapılan açmak
phosphureted (phosphuretted): Bkz. phosphora için kullanılır; electric eye biçiminde de kullanılır.
ted. photoelectric emission: Radyasyon etkisinde kaldık
2
phot: C.G.S. sisteminin lümen/cm 'ye eşit olan ay ları zaman bazı belirli maddeler tarafından yayılan
elektronlar; fotoelektrik emisyon.
dınlatma birimi.
photics: Işık bilimi. photoelectricity: Işık tarafından üretilen elektrik; foto
photo-: Işığa ait veya ışık tarafından üretilen, fotoğraf elektrik.
veya fotoğrafçılığa ait anlamlarında bir önek. photoelectron: Işık etkisi altındaki bir maddeden çı
photoactinic: Morötesi ışınları gibi, aktinik Bkz. acti kan bir elektron; fotoelektron.
nic etki üretebilen; fotoaktinik. photoelectrotype: Fotoğraf işlemleri ile yapılan klişe.
pohotocathode: Aydınlatmada elektronlar yayan bir photoemission: Işık etkisi altındaki bir yüzeyden
katot; fotokatot. elektronların çıkması; fotoemisyon.
photochemical: Işığın kimyasal etkisine ait veya on photo-emissive: Yeterince yüksek frekanslı bir elek
dan kaynaklanan; fotokimyasal. tromanyetik radyasyon ile aydınlatıldığı zaman elek
tron neşreden, çıkaran veya yayan herhangi bir
photochemical cell: Bir elektrolit çözeltisine batırıl
maddeyi belirtir.
mış, aynı metalden iki elektroda sahip olan bir pil; fo
photo-emitter 409 phthatic anhydride
yayılan bir proton; fotoproton.
photo-emitter: Elektromanyetik radyasyon ile aydınla photosensitive: Radyan enerjiye, özellikle ışığa du
tıldığı zaman elektronlar yayan bir yüzey ya da mad yarlı veya hassas.
de; foto-emitör. photospectroscope: Tayfın fotoğrafik kayıtının yapı
photoeng: Bkz. photoengraving. mında kullanılan bir cihaz; fotospektroskop.
photoengrave: Fotoğrafçılık işlemleri ile klişe üret photosphere: Güneşin çevresini saran beyaz ışıklı
mek. zarf; fotosfer; ışık küre.
photoengraving: 1) fotoğrafların levhalar üzerine çı photostat: 1) basılı maddeler, haritalar, şekiller vb.
karıldığı işlem; fotoğraf ile klişe çıkarma işlemi. 2) inin pahalı olmayan fotoğrafik üretimlerini yapmak
bu şekilde yapılmış klişe. 3) böyle bir klişeden bas için kullanılan bir cihaz; fotostat. 2) bu şekilde yapı
kı. lan üretim. 3) fotostatik kopyasını yapmak.
photoflash: 1) yakıldığı zaman beyaz ışık demeti çıka photostatic: Fotostat'a ait; fotostat yardımıyla.
ran, oksijen ve ince alüminyum varak kapsayan bir photosynthesis: Güneş ışığının klorofil üzerindeki et
elektrik ampulünü belirtir ve fotoğrafçılıkta kullanılır. kisi ile canlı bitkilerde su ve karbon dloksitten kar
2a) böyle bir ampule ait. b) böyle bir ampulün yardı bonhidratların oluşumu; fotosentez; klorofil özümle
mı ile. mesi.
photoflood: 1) bir devrenin gerilimine bağlandığı za photosynthetic: Fotosenteze ait veya fotosentez yar
man, yoğun ışık çıkararak yanan düşük voltajlı bir dımıyla.
elektrik ampulü; fotoğrafçılıkta kullanılır. 2a) böyle phototelegraph: 1) fototelgraf yardımıyla gönder
bir ampule alt. b) böyle bir ampul yardımı ile. mek. 2) fototelgrafla gönderilen bir şey.
photogen: Bitümlü şist, kömür vb. inin damıtılması ile phototelegraphy: 1) ışık yardımıyla iletişim veya tele
hazırlanan hafif çözücü veya aydınlatma yakıtı. komünikasyon. 2) telgraf ile resim gönderme.
photogene: Bkz. photogen. phototelescope: Gök cisimlerinin fotoğraflarını çek
photogenic: 1) ışık tarafından üretilen veya neden mek için kullanılan ve kamera ile donatılmış bir teles
olunan. 2) S/o. ışık üreten veya neşreden; fosfor gi kop; fototeleskop; kamaralı teleskop.
bi ışıltılı. photothermic: Hem ışık ve hem de ısıya ait.
phoîoheliograph: Özellikle güneşi fotoğraflamak için phototransistor: Esas bölgesine ışık düşümlü bir
yapılmış teleskopik bir kamera; fotoheliyograf. p-n-p birleşmeli transistor; fototransistör; fototransis-
photolysis: Işığın etkisi nedeniyle kimyasal ayrışma; törter fotodiyot gibi görev yapar; bir transistorun ışı
fotoliz. ğa duyarlılığı 300 mA/lümen dolayındadır; bu değer
photolytic: Fotoliz'e ait. selenyumlu bir fotoelektrik pilde 0,5 mA/lümen ve fo-
photom.: Bkz. photometry. todiyotta 8 mA/lümen' dir.
photomap: Havadan çekilen fotoğrafların bir araya phototube: Fotoelektrik bir yüzeye düşen elektroman
getirilmesi ile yapılan harita. yetik dalgalar nedeniyle elektronlar neşreden bir va
photomechanical: Fotoğrafik levhalardan baskı yap kum tüpü; fototüp.
ma işlemine ait. phototype: 1) üzerine fotoğraf yapılan bir baskı blo-
photometer: 1) ışığın şiddetinin ölçümünde kullanı ku veya levhası; fotoğraftan yapılan klişe. 2) böyle
lan bir cihaz; fotometre; ışıkölçer. 2) iki ışık kaynağı bir klişenin yapım işlemi. 3) böyle bir klişe ile baskı.
nın şiddetini kıyaslamak için kullanılan bir cihaz; fo phototypic: 1) fotoklişeye ait veya fotoklişeye benze
tometre. yen. 2) fotoklişe yardımıyla.
photometric: Fotometre veya fotometriye ait; fotomet phototypy: Fotoklişeler yapma işlemi veya sanatı; fo-
re veya fotometri ile. toklişecilik.
photometry: 1) ışık şiddetinin ölçümü. 2) bununla il photovoltaic: 8ta. photoelectric,
gilenen optik dalı; fotometri. photovoltaic cell: Aynı metalden yapılmış ve bir elek
photomicrograph: 1) mikroskopla çekilen bir fotoğ trolite batırılmış iki elektrottan oluşan fotoelektrik pil;
raf. 2) ayrıntılarını görmek için büyütülmesi gereken elektrotlardan birinin aydınlatılması bir potansiyel far
çok küçük bir fotoğraf; mikro fotoğraf; fotomikrog- kının yükselmesine neden olur.
raf. photovoltaic effect: Bir fotokimyasal tepkime sonucu
photomicrography: Fotomikrograflar yapma işlemi; olarak elektrik akımı üretimi; fotoelektrik etki.
fotomikrografi. 3
pH test: 100 cm filtre edilmemiş besi (fid) suyu 50'er
photomultiplier: Çok zayıf ışık kaynaklarını veya fre 3
cm 'lük olan ve birinde 0,2 cm pH endikatörü olan
kansları ışıktan büyük diğer elektromanyetik radyas kaplara alınır ve oluşan renk, standart renk diski ile
yonları araştırmak için kullanılan ve elektron çoğalt kıyaslanır; fenol kırmızısı pH'ın 6,8-8,4, Timol (Thy
ma ilkesi ile çalışan bir cihaz; fotomultipliyer. mol) mavisi 8,0-9,6, Timol ftaleyn 9,3-10,6 ve nitro
photon: Işık ya da diğer radyan enerjilerin birimi; bir sarısı pH değerinin 10,3-11,6 arasında olduğunu gös
atomun iç yörüngesinden sonrakine bir elektron ak terir; pH deneyi.
tarıldığı zaman çıkan enerji; ışık enerjisinin en küçük phthalein: Fenol ve ftalik anidritten yapılan sentetik
birimi; foton. boyalar grubunun herhangi biri; ftaleyn.
photoneutron: Bir atom çekirdeğinin ayrışmasından phthalic acid: izomerik üç asitten herhangi biri; ftalik
çıkan nötron; fotonötron. asit, C 6 H 4 (C0 2 H) 2 ; özellikle naftelenin
photo-offset: Resimler ve yazının bir metal levha üze oksitlenme- siyle üretilen ortoftalik asit; boya, ilâç,
rine aktarıldığı ofset baskı yöntemi; foto ofset. fenolftaleyn, sentetik parfümler vb. i yapımında
photoperiod: Bir gündeki gün ışığının, saat türünden kullanılır.
süresi; ışık periyotu; ışık süresi; ışık süreci. phthalic anhydride: Naftelenin oksitlenmesinden el
photoproton: Bir fotonükleer tepkimede çekirdekten de edilen beyaz., katı bir madde; ftalik anidrit
phthalin 410 pier

C 6 H 4 (CO) 2 0 ; ftaleyn boyaları, belirli sentetik reçine


celeyen kimya dalı; fitokimya.
ler ve diğer ürünler yapımında kullanılır.
phytogenetical: Bkz. phytogenetic.
phthalin: Ftaleynlerin indirgenmesinde üretilen bile
phytogenetic: Turba veya kömür gibi bitki kökenli;
şikler dizisinin herhangi biri; ftalin.
bitki kökenine ait.
phthiocol: Vücutta bulunan tüberkül bakterilerinden
pica: 1) 12 puntoluk hurufat ölçüsü. 2) bu hurufatın
çıkarılan sarı kristalli bir boya maddesi, tiyokol,
yaklaşık 4,2 mm'ye (1/6 inç) eşit olan yüksekliği; öl
C 11 H 8 ; kanamayı durdurmak veya önlemek için
çü olarak kullanılır.
kul lanılır; fitiokol.
pick: 1) uzun aplı, iki ağızlı, metal bir alet; kazma. 2)
pH value: Bkz. pH.
kazmak için kullanılan sivri uçlu aletlerden herhangi
phys.: Bkz. 1) physical. 2) physician. 3) physics. biri. 3) mızrap (müzik aletleri için). 3) kürdan.
physic: 1) Nad. Ola. fizik bilimi. 2) Tıp bilimi. pick: 1) keskin uçlu bir şey ile dağıtmak, delmek ya
physical: 1) doğa ve tüm maddelere ait; doğal; mad da kazmak. 2) sivri uçlu bir şeyle delik açmak ya da
dî; fiziksel veya fizikî. 2) doğal bilime ait. 3) doğa ka şekil vermek. 3) seçmek. 4) seçme işi veya seçilmiş
nunlarına ait veya doğa kanunlarına göre. 4) fizik bi bir şey.
limine ait; kuvvetler yardımıyla üretilen.
pickaback: Daha büyük bir uçak tarafından ve hava
physical appearance: Maddenin şekil, renk vb. i gibi da serbest bırakılan küçük bir uçağı belirtir.
görülebilir özellikleri; fiziksel görünüm.
pickax: Bir ucu sivri ve diğer ucu keskiye benzeyen
physical change: Fiziksel değişim; maddenin yapısı bir kazma; Bkz. mattock; bu tür kazma kullanmak.
nın değişmediği herhangi bir değişim; örneğin suda pickaxe: Bkz. pickax.
erimiş şeker gibi.
pickle: Döküm veya dövülen parçaları sıcak, zayıf
physical chemistry: Maddelerin fiziksel özelliklerinin
asit sülfürik banyosunda temizlemek.
kimyasal özellikleri ile ilişkisini ve değişimini incele
pickling: 1) seyrettik bir asite batırarak metal yüzeyle
yen bilim dalı; fiziksel kimya; fizikokimya.
rinden oksitleri, cüruf ve diğer yabancı maddeleri gi
physical geography: Dünya yüzeyinin yapısını, at dermek. 2) zayıflatılmış asit tuzu çözeltisine sokarak
mosfer ve iklim, bitkisel ve hayvansal yaşamın dağılı
tüysüz bir deriyi tabaklamak. 3) enzim ve mikroorga
mı vb. inin bilimsel incelenmesi; fiziksel coğrafya.
nizmaların istenmeyen etkilerinden korumak için bo
physical lag: Tutuşma gecikmesi Bkz. ignition lag sı zulabilir yiyecekleri salamura içinde koruma.
rasında yakıt dolgusu taneciklerinin buharlaşma nok picklock: Kilitleri açmak için kullanılan bir alet; may
tasına erişmesi ve buharlaşması için gerekli zaman; muncuk.
fiziksel gecikme.
pick mattock: İki ağızlı kazma.
physically: 1) doğa kanunlarına göre; maddesel ola
pickup: 1) hızlanma; ivme kazanma. 2) küçük, açık
rak; fiziksel olarak. 2) bedenen.
kamyonet; pikap. 3) elektrik fonografı veya pikabı.
physical properties: Maddelerin kimyasal tepkimeler
4) Ftady., Telev. a) vericide elektrik enerjisine dönüş
de gözlenmeyen koku, renk, durum, yoğunluk, çö
mek için ses ya da ışığın alınması, b) bunun için ya
zünürlük vb. i nitelikleri; fiziksel özellikler.
pılan aparat, c) stüdyo dışında yayın yapılan herhan
physical science: Fizik, kimya, jeoloji vb. i cansız gi bir yer. d) programı buradan yayın istasyonuna
madde veya enerji ile ilgilenen bilimlerin herhangi bi bağlayan elektrik sistemi.
ri; fizikî bilimler; fiziksel bilimler. -1 2
pico-: 10 (0,000 000 000 001) anlamında bir önek;
physical strength: Fiziksel dayanıklık veya mukave
piko; p kısaltması ile belirtilir.
met.
picolin: Bkz. picoline.
physical therapy: Hastalık vb. ini ilâç yerine masaj,
picoline: Kemikler ve kömürün damıtılmasından üreti
kızılötesi ya da morötesi ışık, elektroterapi, hidrotera
len yağda bulunan renksiz, kuvvetli kokulu, üç izo-
pi, ısı veya egzersiz ile tedavi etme; physiotherapy
merik sıvı bazdan herhangi biri; pikolin, C 6 H 7 N; tıp
biçiminde de kullanılır.
ta sinir yatıştırıcı ilâç olarak kullanılır.
physicist: Fizikte uzman; fizik uzmanı; fizikçi.
picrate: Piknik asitin çok patlayıcı bir tuzu veya este
physics: 1) Orij. Ola. doğa bilim veya doğal felsefe.
ri; pikrat.
2) madde ve enerjinin özellikleri, değişimleri, birbirle
picric acid: Sarı, kristalli, acı bir asit; pikrik asit,
rini etkilemesini inceleyen bilim dalı; Fizik bilimi. 3)
bu konudaki kitap ya da bilimsel inceleme. 4) fizik C 6 H 2 (N0 2 ) 3 OH ; yün ve ipek için sarı boya,
sel özellikler. antisep tik ve patlayıcı yapımında kullanılır.
physiological chemistry: Yaşam fonksiyonlarının picrol: Suda çözünen acı, kristalli bir bileşik; pikrol;
kimyası; biyokimya. tıpta antiseptik olarak kullanılır.
physiological oxidation: Alev ya da duman görün- picrotoxin: Özellikleri striknine benzeyen acı, zehirli,
meksizin fakat ısı, karbon dioksit, su üretilerek olu Kristalli bir bileşik; pikrotoksin, C 3 0 H 3 4 O l 3 ; tıpta
şan yavaş yanma; canlı organizmaların metabolizma kul lanılır.
larının önemli bir parçası; fiziksel oksitlenme. pictorial drawing: Bir cismin gözle görüldüğü gibi çi
physostigmin: Bkz. physostigmine. zildiği izdüşüm yöntemi; kuşbakışı görünüş.
physostigmine: Kalabar fasulyesinden çıkarılan renk picul; Asya ülkelerinde kullanılan yakalşık 60-63 kilog
ramlık (132-140 libre) bir ağırlık birimi.
siz veya pembemsi bir alkaloit; fisostigmen,
C15H21O2N3' bagirsak kaslarını uyarmak ve göz be pier: 1) bir köprünün ayakları tarafından taşınan pa
beğini küçültmek için kullanılır. yanda ya da destek. 2) su üzerine inşa edilen ve dik
meler veya dolgular tarafından taşınan bir yapı; rıh
phytin: Kenevir, ayçiçeği, bezelye, fasulye vb. i tane
tım; iskele; yükleme, boşaltma, yanaşma vb. i için
lerinden elde edilen bir kalsiyum magnezyum tuzu;
kullanılır. 3) ağırlık taşımak için kullanılan, çoğu za
fitin.
man kare kesitli, ağır bir sütun veya kolon.
phytochemistry: Sebze kökenli kimyasal ürünleri in
pierce 411 pilo t les s aircra f t
pile, atomic: Bkz. atomic pile.
piercs: 1) sivri bir aletle delmek; nüfuz etmek; içine pile driver (or engine): Kazıkları (toprak veya suya)
işlemek. 2) içine bir delik açmak; delmek. 3) içine iş sokmak için kullanılan düşme çekiçli bir makine; ka
lemek. zık kakma makinesi; şahmerdan.
piercing: Nüfuz etme; delme; içine işleme. pillar: 1) üst yapıları taşımak için kullanılan uzun, in
piercing saw: Ağaç işlerinde kullanılan kıl testeresine ce, düşey yapı; sütun; kolon; dikme. 2) şekli ve gö
benzeyen, iç deilkler, yarıklar veya şekiller açmak revi yönünden sütun veya kolona benzeyen herhan
için kullanılan, ağzının boyu ayarlanabilen bir teste gi bir şey. 3) sütunlarla taşımak.
re; delik testeresi. pillow block: Bir şaft ya da mil veya sıpındılın jurnali
Pietzsch method: Pietzsch yöntemi ile hidrojen pe ni taşıyan blok; şaft kovanı.
roksit üretimi: Elektroliz işlemi ile sülfatlar (S0 4 ) per- pilocarpin: Bkz. pilocarpine.
sülfatlara (S 2 O8 ) dönüştürülür; çözeltiden alınan pilocarpine: Bir Güney Amerika ağacının yaprakların
persülfatlar yüksek sıcaklıktaki buhar ile muamele dan çıkarılan bir alkaloit; pilokarpin, C 11 H 1 6 N 2 0 2 ;
edilerek hidrojen peroksit ve sülfatlara dönüştürülür. terlemeyi uyaran veya terletici bir ilâç olarak kullanı
piezoelectric: Pizoelektriğe ait; pizoeiektrik göster
lır.
me.
pilot: 1) limanlar veya tehlikeli sularda gemi yönet
piezoelectricaily: Pizoeiektrik tarzda veya biçimde.
mek için ruhsatı olan kişi; pilot kaptan; klavuz kap
piezo-electric effect: Bazı asimetrik kristallerde üreti
tan. 2) uçak, hava gemisi veya balon uçuran kişi; pi
len bir etki; böyle bir kristale basınç uygulandığı za
iot. 3) klavuz; lider. 4) bir makine ya da makine par
man, zıt yüzeyler arasında, potansiyel farkı veren po
çasının hareketine kılavuzluk eden bir cihaz. 5) pilot
zitif ve negatif yükler üretilir; bu potansiyel farkı kris
lâmbası; kontrol lâmbası. 6) pilotluk veya klavuzluk
tal mikrofonda kullanılır.
yapmak; yol göstermek. 7) klavuz veya klavuzluk gi
piezoelectricity: Basınç ile kristalli maddelerde elek
bi bir görev yapan. 8) daha büyük bir makinenin ça
trik yükü (şarjı) endükieme; pizoeiektrik. lışması için ilk hareketini sağlama görevi yapan bir
piezometer: Sıvıların basınç, sıkıştırılabilirlik vb. ini
cihaz.
ölçmek için kullanılan türlü cihazlardan herhangi bi pilotage: 1) Den. klavuzluk; pilotluk. 2) Den. klavuz
ri; pizometre.
luk için ödenen ücret; klavuzluk ücreti.
piezometric: 1) pizometri'ye ait. 2) pizometri ile sap pilot balloon: Meteo, rüzgârın yönü ve hızını sapta
tanan; pizometrik.
mak için göğe gönderilen küçük bir balon; klavuz
piezometricai: Bkz. piezometric. balonu.
piezometry: Sıvıların sıkıştırılabilirliklerinin ölçülmesi;
pilot biscuit (or bread): Gemilerde kullanılan maya
pizometri.
sız, sert bir bisküvi; peksimet.
pig: a) eritme fırınından akıtılan dikdörtgen şeklinde pilot-ended reamer: Bir ucu gayıt görevi yapan ray-
döküm demiri veya diğer bir meta. b) bunların dökül ba; Bkz. reamer.
düğü kalıpların herhangi biri. c) pik; pik demir. pilot engine: ilerdeki hattı temizlemek için gönderilen
pig bed: İçersine eritilmiş demirin akıtıldığı kum dö bir lokomotif; klavuz lokomotifi.
şek (kalıp).
pilot exciter: Diğer bir uyarıcının alanının uyarılması
pigboat: Bah. Arg. denizaltı.
için güç sağlayan ikaz edici; pilot (kiavuz) uyarıcı.
piggyback: Yüklü kamyon treylerinin demiryolu yük
pilot fuel: Çift yakıtlı makinelerde (dizel motorların
vagonunda taşındığı bir nakliye sistemini belirtir;
da) gaz dolgusu, sıkıştırma strokunun hemen baş
piggy-back şeklinde de kullanılır.
langıcında silindire verilir ve yanma sıkıştırma stroku
pig iron: Yüksek fırında üretildiği şekli ile yaklaşık %
nun sonuna doğru silindire püskürtülen küçük bir
95 demir, % 3-% 4 karbon kapsayan, saf olmayan
miktar sıvı yakıt ile başlatılır. Bu sıvı yakıta "pilot ya
bir demir türü; pik; pik demiri.
da Kiavuz Yakıt" denir; böylelikle yanmanın kolay ve
pigment: 1) boyalar yapmak için yağ, su vb. i ile ka daha yumuşak olması sağlanır.
rıştırılan, çoğu zaman çözünmez bir toz şeklinde pilothouse: Bir geminin üst güvertesinde dümencinin
olan boya maddesi; pigment. 2) hayvan ve bitkilerin
dümeni kullandığı veya tüm yardımcı makinelerle
hücre ve dokularında bulunan herhangi bir boya
ana makine ve sistemlerin otomatik olarak denetlen
maddesi.
diği kapalı hacim; kaptan köşkü; köprüüstü; köprü.
pigmentary: Pigment veya boya maddesine ait; boya
pilot injection oil: Bkz. pilot fuel.
maddesi kapsayan. pilot injection valve: Diz. Mot. çift yakıtlı Bkz. dual fu
pigtail: Elektrik makinelerinde fırçaların saplamalara
el engine makinelerde % 5 oranındaki sıvı yakıtı si
bağlanmasını sağlayan esnek bakır tel; domuz kuy
lindirlere püskürtmek için kullanılan valf; pilot yakıt
ruğu.
püskürtme valfı veya enjektörü.
pile: 1) bir araya yığılan şeyler kütlesi; küme; yığın
pilot lamp: 1) Kontrol tabloları üzerinde bazı yardımcı
(kömür, cevher vb. i yığını). 2) büyük miktar ya da
makinelerin, seyir fenerleri vb. inin devrede olup ol
sayı. 3) Elekt. a) elektrik akımı yapmak için aralarına
madığını gösteren ufak bir lâmba; pilot lâmbası;
asitle doyurulmuş kumaş veya kağıt konulan ve bir
kontrol lâmbası. 2) Elekt. bir anahtar ya da şalterin
birlerini izleyen farklı metal levhalar sırası, b) elektrik
yerini gösteren bir elektrik lâmbası. 3) Elekt. bir dev
akımı üreten herhangi benzer bir düzenek; batarya.
reye yerleştirilen ve akımın varlığı ve devrenin çalıştı
4) F/z. atom enerjisi üretiminde nükleer zincirleme
ğını gösteren bir elektrik ampulü.
tepkimeyi denetlemek için kullanılan cihaz; esas ola
pilotless aircraft: Roket motorları ile donatılan ve pilo
rak uranyumun ve grafit gibi yavaşlatıcı bir madde
iu bulunmayan, elektronik yöntemlerle yerden yöne
nin kafes şeklinde düzenlenmesi ile oluşur; atom pi
tilen uçak; pilotsuz uçak.
li; atom reaktörü; nükleer reaktör.
pilot light 412 pip e bo ile r

pilot light: 1) pilot lâmbası ya da ampulü. 2) yanar yan ve onu türbinin rotorşaftına bağlayan mil; pin
durumda muhafaza edilen ve esas memeyi tekrar yon mili; plnyon şaftı.
yakmak için kullanılan bir yakıcı; pilot ya da klavuz pinite: Potasyum ve alüminyumun sulu silikatı.
alevi; pilot burner olarak da kullanılır. pinitol: Şeker çamının reçinesinde görülen tatlı, kris
pilot oil: Bkz. pilot fuel. talli bir bileşik; pinitol.
pilot plant: Yeni üretim yöntem ve tekniklerini test et pin key: Hafif yükleri aktarmak üzere kullanılan konik
mek için kullanılan küçük bir fabrika veya imâlat biri pin şeklindeki kama; pin (şeklinde) kama.
mi; pilot tesis ya da kuruluş. pinking: Bkz. pre-ignition.
pilot valve: Hidrolik regülatörlerde bir silindir içinde pinnace: 1) yardımcı vb. i olarak kullanılan küçük,
hareket ederek servomotor pistonunun altına basınç yelkenli bir gemi. 2) gemi filikası.
lı yağ veren veya yağı boşaltan, böylelikle silindirle Pinner-Stabin osmometer: Bir çözeltideki makro mo
re püskürtülecek yakıtı çoğaltan ya da azaltan valf; leküllerin göreli moleküler kütlelerini ölçmek için kul
pilot valf. lanılan ve özel olarak hazırlanmış bir sellüloz memb-
pilot valve bushing: Pilot valf pistonunun içersinde ran'ın kullanıldığı cam ve paslanmaz çelikten yapıl
hareket ettiği silindir, burç veya gayıt; pilot valf silin mış bir cihaz; Pinner-Stabin ozmometresi.
diri. pinpoint: 1) bir harita üzerinde olduğu gibi, bir iğne
pilot valve plunger: Pilot valfın Bkz. pilot valve pisto saplayarak yerini göstermek. 2) kesin yerini göster
nu; pilot valf plenceri. mek. 3) bir iğnenin ucu. 4) önemsiz bir şey.
pin : 1) parçalan birarada tutmak için kullanılan tahta, pint: ABD'de 0,47 litre, ingiltere'de 0,565 litreye (1/2
meta! vb, i araç; pin. 2) toplu iğne. 3) kafası yassı kuvart) eşit olan kapasite veya ölçüm birimi.
veya yuvarlak, ucu sivri, küçük bir parça seri tel; çi Pintaux nozzle: Bkz. pintle nozzle.
vi. 4) çatal pin; piston pin veya perno; kroshed pin, pintle: 1) Den. dümen iğneciği; dümen yekesi pini ve
krankpin vb. i. 5) şekli, kullanımı bir pin veya çiviye ya iğnesi, 2) pinli meme Bkz. pintle nozzle.
benzeyen herhangi bir şey. 6) Den. a) armanın bağ pintle nozzle: Diz. Mot. tek yakıt püskürtme deliği bu
lanmasında kullanılan cıvata ya da çiviler, b) maka lunan bir enjektör memesi; pinli nozul; pintıl nozul
ra pini veya pernosu. c) filikalarda küreklerin takıldı pintle-type fuel nozzle: Bkz. pintle nozzle.
ğı adî ıskarmoz. 7) bir pin ile bağlamak. 8) iğne iie Pintsch gas: Petrolün damıtılmasından elde edilen
delmek. bir gaz; aydınlatma için kullanılır; Pintç gazı.
pincers: Kerpeten; pense. pin wrench: Çok kenarlı çıkıntısı olan ve bir somun
pinch bar: Ağır tekerlekler vb. lerini döndürmek (yu vb. inde kendisine uyan bir deliğe giren bir tür anah
varlamak) için kullanılan bir tür manivela; domuz tır tar.
nağı; manivela kolu. piotherm: Nem emici kütlelerin pres edilmesiyle pa
pinchbeck: 1) ucuz mücevherlerde taklit altın olarak no haline getirilen yalıtıcı; piyoterm; yüksek ısı yalıtı
kullanılan bakır ve çinko alaşımı. 2) bu alaşımdan mı özelliğinde, özgül ağırlığı düşük, fakat nem emici
yapılan (herhangi bir şey). özelliği nedeniyle nemden korunması gereken bir
pinch bolt: Borularda kullanılan kerye veya kelepçele madde.
rin cıvatalarından herhangi biri; kelepçe cıvatası ker pipage: 1) borularla (su, gaz, yakıt vb. inin) taşınma
ye cıvatası. sı. 2) bu iş için taşıma ücreti. 3) böyle bir boru siste
pinchcock: Bir sıvının akımını denetlemek için lâstik mi, donanımı ya da devresi.
boruları sıkıştırmada kullanılan türlü kıskaç veya ke pipe: 1a) Den. silistre. b) gemi personeline işaret ver
lepçelerden herhangi biri. mek için kullanılan böyle bir düdüğün sesi. 2) su,
pinchers: Bkz. pincers. gaz, yakıt veya diğer sıvıları taşımak için kullanılan
pinene: Terebantin yağı ve diğer uçucu yağlarda gö kil, beton, metal, ağaç vb. inden yapılan uzun bir bo
rülen iki izomerik terpen'den herhangi biri; pinen, ru. 3) vücudun borulu kanal veya organı; özellikle
C10H16 solunum organları. 4) boru şeklinde olan herhangi
pine tar: Çam odununun damıtılmasından elde edi bir şey. 5) kapasitesi yaklaşık olarak 476,28 litre
len yapışkan, siyahımsı kahverengi bir sıvı; çam kat (126 galon, ABD) olan şarap, yağ vb. i için varil ya
ranı; dezenfekte edici, katran boyaları, çatı malzeme da fıçı. 6) ölçü birimi olarak kullanılan bu hacim. 7)
si vb. i yapımlarında kullanılır; Pintsch gazı. Metal, ingot ve dökümlerde katılaşma sırasında oldu
pinfeed: Bilgisay, dişlili besleme. ğu gibi boyuna ya da tulanî oyuklar geliştirmek. 8)
pinhead: 1) toplu iğne başı. 2) çok küçük olan her silistre sesi ile gemi personeline işaret vermek. 9)
hangi bir şey. borularla (su, gaz, yakıt vb. ini) nakletmek. 10) boru
pinhole: 1) küçük bir iğne deliği. 2) bir iğne veya çivi larla sağlamak. 11) silistre sesi ile emir vermek veya
nin girdiği delik; iğne veya çivi deliği. çağırmak.
pinion: 1) dişleri daha büyük çaplı bir dişlinin dişleri pipe bender: Boruları soğuk olarak ve içine herhangi
ne geçen ve onu çeviren küçük bir dişli. 2) yüksek bir madde doldurmaksızın bükmek için kullanılan bir
devirli motorlar ve buhar türbinlerinde devir düşürü alet; boru bükücü; boru bükme makinesi.
cü donanımın küçük çaplı dişlilerinden biri: Yüksek pipe bending: Boru bükülmesi; sıcak bükme için bo
basınç (HP), alçak basınç (LP) plnyon dişlileri gibi. ruya kum, soğuk bükme için su doldurularak yapı
3) Diz. Mot. rak ya da indeks kolunun hareketini lan işlem; boru bükülmesi.
plencere aktaran küçük dişli; pinyon dişli; fener diş pipe boiler: Esk. su boruları birbirine vira edilerek
li. bağlanan uzun borulardan oluşan, su borulu bir ka
pinion gear: Bkz. pinion (2). zan türü; yanlış olarak alev borulu kazan anlamında
pinion shaft: Buh. Türb., Diz. Mot. pinyon dişliyi taşı kullanılmaktadır; boru kazan.
pip e coi l 413 pisto n ring s

pipe coil : Özellikle bazı ısıtıcılarda kullanılan ve içer


torlarinda kullanılan piston; Gem, Mak. banı piston.
sinden taze buhar geçirilen boru demeti; boru kan
piston bore: Bkz. piston diameter.
galı; boru demeti; serpantin.
piston bosses: Pistonun iç kısmında piston pin veya
pipe clamp: Boru keryesi; boru kelepçesi.
pernoyu taşıyan kısımlar; piston pin taşıyıcılari;
pipe cutter: Boru kesmek için kullanılan alet; boru ke
Gem. Mak. piston boşları; tam olarak piston pin
sici.
bosses şeklinde kullanılır.
pipe fittings: Dökme demir, dövme demir, pirinç ve
piston clearance: Bkz. cylinder clearence.
ya diğer alaşımlardan yapılan ve boru devrelerinde
piston cooling: Yüksek güçlü, büyük çaplı dizel mo
kullanılan 90°'lik, 45°'lik dirsekler, T'ler, eksantrik
torları pistonlarının iç kısımlarının soğutulması; pis
ve konsantrik ısıtıcılar, istavrozlar, kapalı nipeller, ra
ton soğutma.
korlar ve benzeri gibi araçlar; boru teçhizatı.
piston cooling oil : Bazı yüksek güçlü, ağır devirli di
pipe-line: 1) bir boru devresi ile nakletmek. 2) bir bo
zel makinelerinde piston kafalarının iç yüzeylerinin
ru devresi ile sağlamak.
soğutulmasında kullanılan yağ; piston soğutma ya
pipe line: Su, gaz, yakıt, yağ vb. ini nakletmek için
ğı.
kullanılan, borulardan oluşan hat veya devre; boru
piston cooling system: Büyük güçlü dizel motorların
devresi; boru hattı; payplayn.
da piston kafalarının iç Kısımlarını soğutmak için kul
piperazin: Bkz. piperazine.
lanılan sistem; piston soğutma devresi; bir pompa,
piperazine: Tıp. damla (gut) hastalığının tedavisinde
soğutucu (kuler) ve boru devresinden oluşur.
kullanılan, kristalli bir bileşik; piperazin, (C 2 H 4 NH) 2 .
piston cooling water: Yüksek güçlü, ağır devirli dizel
piperidine: Bir çok alkaloitte bulunan ve piperinin al
makinelerinde piston kafalarının iç yüzeylerinin so
kalilerle muamele edilmesinden elde edilen renksiz,
ğutulmasında kullanılan su; piston soğutma suyu.
sıvı bir karbonlu hidrojen; pipendin, C 5 H 11 N.
piston crown: Piston kafası ya da tacı; Bkz. piston
piperin: Bkz. piperine.
piperine: Karabiberde bulunan ve ateş düşürücü ilâç head.
olarak kullanılan renksiz, kristalli bir alkaloit; piperin, piston deflector: Mot. daha çok küçük güçlü iki za
C 17H 190 3N . manlı makinelerin piston kafasında bulunan, hava
piperonal: Kediotuna benzer kuvvetli kokulu ve pipe- veya hava benzin karışımını silindir kapağına doğru
rinden elde edilen bir aldehit; piperonal, C 8 H 6 0 3 ; yönelten bir çıkıntı; piston defleklörü; piston yansıtı
parfüm yapımında kullanılır. cısı.
pipe tee: Üç ağızlı, ağızları klavuzlu, T harfi şeklinde piston diameter: Piston çapı; hesaplamalarda silindir
bir bağlantı parçası; T bağlantı borusu. çapına eşit varsayılır.
pipe threads: Boru ağızlarına çekilen dişler; boru diş piston displacement: Mot. ölü noktalar arasındaki si
leri. lindir hacmi; çalışması sırasında piston tarafından si
pipette (pipet): Küçük miktardaki sıvıları çıkarmak, lindirde taranan hacim; piston deplasmanı; strok
aktarmak veya ölçmek için kullanılan, çoğu zaman hacmi; kurs hacmi.
camdan yapılmış ince uzun bir tüp veya boru; pipet. piston end clearence: Bkz. mechanical clearence.
pipe wrench: Boru anahtarı. piston friction surface: Pistonun gaz basınç kuvveti
piping: 1) borular sistemi; boru devresi. 2) boru ola ve biyelin meyli nedeniyle silindir yüzeyine bir ba
rak kullanılabilen veya boruya benzeyen madde sınç uygulayan kısmı; piston sürtünme yüzeyi.
(malzeme, materyal). 3) düdüğe benzer ses çıka pisten grooves: Piston üzerinde bulunan kompres-
ran. yon ve yağ segmanları ile kayıcı ringleri taşıyan ka
piping system: Boru devresi; boru sistemi. nallar; piston (segman) kanalları veya yuvaları.
pipy: Boruya benzer; boru gibi, borulu. piston head: Mot. pistonların, sıkıştırma veya kom-
piregua: Büyük bir kütüğün içi oyularak yapılan kano presyon segmanlarinı taşıyan kısmı; piston kafası;
pirogue: 1) büyük bir kütüğün içi oyularak yapılan ka piston tacı.
no; piragua şeklinde de yazılır. 2) kano şeklindeki piston material: Mot. pistonların yapımında kullanı
herhangi bir tekne veya bot. lan dökme demir, dökme çelik veya alüminyum ala
piston: 1a) Mot. silindirler içinde hava ya da hava-ya- şımlarından herhangi biri; piston malzemesi.
kıt karışımının sıkıştırılmasını sağlayan, onun basınç piston pin : Mot. piston ile biyeli birbirine bağlayan
ve sıcaklığını yükselten ve böylelikle yanmaya hazır si lindir şeklinde, yüzeyi sertleştirilmiş ve bazan içi
layan hareketli kısım; piston, b) hava ya da hava- boş olan bir parça; hareketli ve hareketsiz türleri
benzin karışımının silindirlere emilmesini sağlayan vardır; piston pin; gacın pin Bkz. gudgeon pin;
parça, c) kendisine bağlı mekanizma ile silindirde perno. piston pin bosses: Bkz. piston bosses.
oluşturulan işin krank miline iletilmesini sağlar, d) piston pin bushing: Mot. piston kolunun üst ya da
egzoz gazlarının silindirden atılmasını sağlar, e) iki küçük tarafında bulunan, piston pinin içinde çalıştı
zamanlı makinelerde portları açar kapatır. 2) Pist. ğı, tek parçadan yapılmış metal veya iğne makaralı
Buh. Mak. alt ve üst tarafına sıra ile verilen basınçlı bir rulman yatak, piston pin burcu.
buhar ile hareket ederek, kendisine bağlı mekaniz piston pin cap: Mot. çalışma sırasında perno veya
ma ile işi krank miline aktaran kısım; piston. 3) piston pinin yuvasından çıkarak silindir duvarlarıni
kompresörlerde hava, freon vb. i soğutucunun sıkış bozmaması için, piston pinin her iki tarafına, piston
tırılmasını sağlayan kısım. gövdesine gelecek şekilde, takılan kapaklardan biri;
piston pin kapağı.
piston ball: Bazı motorlarda, piston pin burcu yerine
kullanılan iğne rulmanlı yatak; piston rulmanı. piston pin lock: Bkz. snap ring.
piston, barrel: Kroshedli (çapraz muylulu) dizel mo- piston plug: Bkz, piston pirs cap.
piston rings: Mot. piston segmanları; a) sıkıştırma
pisto n rin g adapte r 414 pitsa w

sağlayan, kızgın gazların kartere kaçmasına engel dan alt ölü noktaya veya bunun tersi olan hareketi;
olan, pistonun soğutulmasını temin eden, piston ka piston hareketi; piston seyahati veya gezisi.
fasına yakın açılmış kanallara donatılan, makine dı piston, trunk: Çapraz muylusu (kroshedi) olmayan
şında iken çaplan silindir çapından büyük olan, uçla motorlarda kullanılan piston; piston pin ile piston ko
rı açık, çoğunlukla dökme demirden yapılan ve sayı luna bağlanan piston; Gem. Mak. trank piston.
ları 1-9 arasında değişen madenî çemberler; sıkıştır piston valve: Buh. Mak. yüksek basınç silindirlerinde
ma (kompresyon) segmanlan. b) silindir duvarında kullanılan, içten katoflu (buharı iç tarafından veren)
yağ filmi oluşturan ve yağın fazlasını kartere sıyıran valf; piston veya silindir şeklinde yapılır, yüksek ba
ve sayıları 1-3 arasında değişen çemberler; yağ seg sınç silindirlerinde kullanılır; piston valf; piston slayt
manlan; yağ sıyıricı segmanlar; yağ kontrol segman valf.
lan. pit: Kazan saçında korrozyon nedeniyle oluşan küçük
piston ring adapter: Üzerine segmanlan donatılmış nokta veya çukur. 2) alt karterde bulunan ve tam pis
pistonu silindire rahatlıkla sokmak için kullanılan ba- ton pin yatağının altına rastlayan çukur Bkz, crank
zan tek, bazan iki parçadan yapılmış metal bir çem pit; krank çukuru.
ber; silindir bloku veya segmanların yuvalarında sı pitch: 1) kömür katranı, odun katranı, ham petrol vb.
kıştırılmasını ve pistonun silindire rahatlıkla girmesini inin damıtılmasından oluşan siyah renkli, yapışkan
sağlar; piston segman adaptörü. bir madde; zift; su geçirmez, asfalt kaplama, çatı
piston ring clearances: Piston segmanlarının kle- malzemesi vb, i yapımlarında kullanılır. 2) mineral
rensleri: a) Mot. piston segmanlan silindir içinde zift veya asfalt gibi belirli bitümlerden herhangi biri.
iken uçları arasındaki boşluk; uç klerensi. b) seg 3) yapraklarını dökmeyen belirli ağaçlarda bulunan
man kenarı ile silindir duvarı arasındaki boşluk; yan bir reçine; kara sakız. 4) zift ile kaplamak veya ört
klerensi; radyal klerens. mek.
piston ring grooves: Bkz. piston grooves. pitch: 1) Den. baş-kıç yapmak (gemi, tekne vb. i
piston ring guide: Bkz piston-ring adapter. için). 2) kaba denizlerde bir geminin baş-kıç yapma
piston ring land: Mot. Pist. Buh. Mak. pistonlar üze sı. 3) nokta veya derece. 4) meyil derecesi. 5) Hava.
rinde segmanların bulunduğu veya donatıldığı alan; Den. pervanenin bir devrinde gidilen eksenel mesa
piston segman alanı veya bölgesi. fe; adım; hatve; piç. 6) Maden, bir damar ya da kat
piston rod: Pistonlu buhar makineleri, kroshedli dizel manın meyli. 7) Mak. a) iki komşu dişli dişinde belir
motorları, pistonlu pompalar vb. lerinde pistona bağ li noktalar arasındaki, eksen boyunca ölçülen mesa
lı, dövme çelikten yapılmış, enine kesiti daire şeklin fe; adım; hatve; piç. 8) aynı sıradaki komşu iki per
de olan kol; pistonu çapraz muylu ya da kroshede çin, boru deliği veya masuranın merkezleri arasında
bağlar; piston rod. ki mesafe.
piston rod gland: Diz Mot. Kroshetli (çapraz) muylu- pitch-black: Çok siyah; simsiyah.
!u makinelerde, piston rodun silindirin alt tarafındaki pitchblende: Uranyum, radyum vb. i kapsayan, kah
diyaframdan çıktığı kısımdaki boğaz glendi; piston verengiden siyaha kadar değişen renklerde parlak
rod glendi. bir mineral.
piston-side clearence: Mot. piston ile silindir duvarı pitch circle: iki dişlinin dişlerinin birbirlerine dokun
veya silindir gömleği arasındaki aralık, boşluk veya dukları noktadan geçen daire; hatve dairesi; piç dai
klerens; piston yan klerensi. resi.
piston skirt: Mot. pistonların, sıkıştırma segmanları pitch diameter: Piç dairesi çapı; Bkz. pitch circle.
nın altında kalan kısmı; kayıcı segman Bkz. slide pitch gauge: Bir inç (25,4 mm) veya bir hatvedeki
ring, yağ segmanı Bkz. oil ring ve piston pini Bkz. (piçteki) diş miktarını ölçmek için kullanılan bir alet;
piston pin or gudgeon pin taşıyan kısmı; piston hatve ya da dişölçer.
gövdesi; piston eteği, pitching: Bir gemi ya da uçağın yanal ekseni çevre
piston slap: Mot. çalışma sırasında büyüyen boşluk sinde ve düşey düzlemdeki açısal hareketi; Den.
lar veya aşınmalar nedeniyle pistonun silindir duvarı baş-kıç hareketi.
na vurması; piston vuruntusu; piston vurması. pitch of rivets: Perçinli bağlantılarda, aynı sıradaki
piston speed: Mot, Pist. Buh. Mak. m/saniye türün komşu iki perçin merkezi arasındaki mesafe; perçin
den pistonun silindir içinde düzgün olmayan veya hatvesi; perçin piçi.
azalıp çoğalan hızı; piston hızı. pitch pine: Zift veya terebentin elde edilen türlü reçi
piston speed, mean: Mot. silindir çapı, piston kursu nen çamlardan biri; çıralı çam.
(stroku) olarak bilinen ana ölçülerin hesaplanmasın pitchy: 1) ziftli; zift ile sıvanmış. 2) yapışkanlığı bakı
da piston hızı yerine kullanılan ortalama hız; piston mından zifte benzeyen. 3) siyah; çok siyah.
ortalama hızı; ortalama piston hızı; Cm = L.n/30 pitman: 1) çukur yerlerde çalışan kişi; özellikle kömür
m/s. (L = strok, m ve n = dakikadaki devir sayısı). madeni işçisi. 2) Mak. konnektin rod; biyel ya da pis
piston spring: Buh. Mak. piston segmanlarini silindir ton kolu.
duvarına bastıran ve piston ile silindir dikey eksenle pit molding: 150 tona kadar parçaları dökmek için dö
rini çakıştıran, piston rodun silindir dikey ekseni üze kümhane tabanına açılan, yaklaşık 1,5 metre (5 fit)
rinde çalışmasını sağlayan ve segman yuvalarına ko derinliğindeki çukur; çukur kalıp.
nulan yay; piston yayı; segman yayı. Pitot tube: Bir sıvının akımının hızını ölçmek için kulla
piston stroke: Mot. ölü noktalar (alt ve üst veya iç ve nılan bir cihaz; Pito tüpü; uçaklarda hava hızını ölç
dış) arasındaki dikey veya yatay mesafe; piston stro mek için kullanılır.
ku; piston kursu. pitsaw: Bkz. pit saw.
piston travel: Mot., Buh. Mak, pistonun üst ölü nokta pit saw: Biri kütüğün üzerinde, diğeri altındaki çukur-
pi t ome t e r 415 pl a nim e t e r

da bulunan iki kişinin çalıştırdığı büyük testere; bıç


için kullandıkları bir alet; rende; marangoz rendesi.
kı; hızar.
3) bir rende ile düzgün yapmak ve gönyesine getir
pitometer: Bir akarsuyun hızındaki değişimleri sürekli
mek. 4) rende ile çalışmak. 5) rende ile iş yapmak.
olarak kayıt etmek için kullanılan bir cihaz; iki Pito tü
6) freze tezgâhında işlemek.
pünden oluşur; pitometre.
plane: 1) su yüzeyinde kaymak. 2) yüksek hızla hare
pilling: Özellikle metal yorulması olan bir yüzeydeki
ket sırasında kısmen su dışına yükselmek.
korrozyon, 2) cilâlı yüzeylerde iğne deliğine benzer
plane angle: Aynı düzlem üzerindeki iki doğru tarafın
oluşumlar; karıncalanma; piling. 3) Benz. Mot. plati
dan yapılan açı; düzlem açı.
nin meme yapması. 4) Buh. Kaza. su ve buhar do-
plane figures: Kare, dikdörtgen, üçgen, çokgen vb. i
munun, iç ya da özellikle fayrap seviyesindeki yüzey
gibi şekiller; düzlem şekiller.
lerinde oluşan korrozyon.
plane geometry: Düzlem şekillerle Bkz. plane figu
pivot: 1) bir şeyin üzerinde döndüğü nokta, şaft, pin
res ilgilenen geometri dalı; düzlem geometri.
vb. i; eksen; mihver. 2) bir şeyin çevresinde döndü
plane of polarization: Elektromanyetik dalgalar için
ğü, ona bağlı olduğu vb. kişi veya şey; merkez nok
polarizasyon düzlemi, elektrik veya manyetik vektö
tası; merkezî nokta. 3) eksenel bir hareket. 4) eksen
rün düzlemi olarak düşünülür; polarlama düzlemi.
ve eksenlerle sağlamak. 5) mil ya da eksen üzerin
plane of rupture: Kopma ya da kırılma düzlemi.
de dönmek. plane of section: Kesit düzlemi.
pivotal: 1) bir eksen veya mihvere ait; eksen gibi çalı
plane of symmetry: Bir cisim, şekil vb. ini birbirine tı
şan. 2) bir şeyin üzerinde döndüğü; belli başlı.
patıp eşit iki parçaya ayıran düşsel bir düzlem; simet
pivotless: Mili olmayan; milsiz.
ri düzlemi.
pivotiess governor: Daha çok yüksek devirli, küçük
planer: 1) düzelten kişi veya şey. 2) bir tahta ya da
güçlü makinelerde kullanılan, ağırlıklarının merkez
metalin yüzeyini düzelten veya cilalayan makine. 3)
kaç kuvveti ile görev yaptığı mekanik bir regülatör;
Matb. prova almadan önce hurufatı aynı seviyeye ge
milsiz regülatör veya gavörnör.
tirmek için kullanılan ağaç blok. 4) planya tezgâhı;
pixel: Bilgisay. görüntü öğesi.
rende; freze tezgâhı.
placer: Su ya da buzulların getirdikleri altın, platin vb.
planet: 1) Orij. Ola. hareketleri görünen Güneş, Ay,
i gibi ağır metal cevherleri kapsayan çakıl veya kum
Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter ve Satürn'ü kapsayan
birikintileri.
gök cisimlerinden herhangi biri; gezegen; seyyare.
placer mining: Yıkama, tarama veya diğer hidrolik
2) şimdi, güneş çevresinde dönen ve onun ışığını
yöntemlerle altın ayrılması.
yansıtan herhangi bir gök cismi; Güneş'ten uzaklıkla
plagioclase: Feldispat ailesinden kalsiyum ve sod
rına göre esas gezegenler Merkür, Venüs, Dünya,
yum kapsayan mineraller grubunun herhangi biri.
Mars, Jüpiter, Satürn, Uranüs, Neptün, Plüto ve kü
plain bearing: Bir ya da iki parçadan yapılan ve iç
çük gezegenler ise Mars ve Jüpiter arasındaki yörün
yü zeyi yataklık metal ile kaplı yatak; düz veya
gelerde hareket eden asteroitler veya platenoit' ler
silindirik yatak; metal yatak.
dir. 3) Astrol. insan yaşamını etkilediği sanılan her
plain furnace: Düz saçtan yapılmış, silindir şeklinde
hangi bir gök cismi.
külhan; alev borulu yardımcı kazanlarda kullanılır.
plane! gear: Bkz. planetary
plain head: Düz kafalı (piston vb. i gibi).
gear.
plain headed: Düz kafalı (piston vb. i gibi).
planetarium: 1) gezengenlerin Güneş çevresindeki
plain head piston: Kafası düz olan, içbükey veya
göreli hareketlerini göstermek için yapılan bir Güneş
dış bükey olmayan piston; düz kafalı piston.
sistemi modeli. 2) başlıca göksel hareketleri göster
plain tube: Buh. Kaza. düz alev veya duman borusu;
mek için Güneş, Ay, gezegen ve yıldızların görüntü
yerine konulduktan sonra her iki ucu boru makinesi
lerinin büyük, kompleks optik cihazlarla içine yansı
ile şişirilen boru; düz boru; alev borusu.
tıldığı yarım küre şeklinde büyük bir kubbe veya
plan: 1) harita; tasarım; taslak. 2) bir yapı, toprak par
dom; plâneteryum. 3) bunu içine alan bir oda veya
çası vb. inin yatay kesitinin düzenlenmesini göste
bina.
ren bir şekil ya da diyagram. 3) bir şeyi imal etmek,
planetary: 1) gezegen veya gezegenlere ait. 2) dün
yapmak veya düzenlemek için şema ya da kroki;
ya ya da kara ile ilgili. 3) astrol. bir gezegenin etkisi
proje; program; tarife. 4) pespektifte görüş hattı ve
altında. 4) otomobil aktarma organlarında episiklik
gözle cisim arasında, onlara dik olduğu düşünülen
dişli donanımı; bu dişli donanımdaki konik dişliler
türlü gözlemlerden biri. 5) plânını yapmak (bir yapı,
den biri. 5) F/z. gezegen gibi bir yörüngede hareket
bir parça arazi vb. i). 6) yapmak veya düzenlemek
eden,
için krokisini plânlamak. 7) plânlar yapmak.
planetary gear: Bkz. planetary (4).
Planck's constant: Bir radyasyon frekansının en kü
planetesimal: Uzayda, gezegen yörüngelerinde hare
çük parçası (kuvantumu) ite ilgili bir değişmez, sabi
2 ket eden çok küçük cisimlere ait; bu küçük cisimle
te ya da konstant; 6,547x10" erg/saniye; Rank sa rin herhangi biri.
bitesi.
planetoid: Yörüngeleri Mars ve Jüpiter gezegenleri
plane: 1) düz; düz yüzey veya düzlem. 2) Mate, a)
arasında bulunan minör ya da küçük gezegenler
düz bir düzlem üzerine uzanmış, b) böyle yüzeylere
grubunun herhangi biri; platenoit.
ait. 3) düz, düz yüzey veya düzlem yüzey. 4) uçak.
planet wheel: Episiklik donanımda olduğu gibi, bir
5) özellikle bir uçağın kanadı.
başka dişlinin çevresinde dönen ve ona geçen bir
plane: 1) kum, kil vb. inin yüzeyini düzeltmek için kul dişliçark veya girvil; planet dişli.
lanılan bir tür mala. 2) marangozların tahtaları dü plani-: Düzlem, yassı, düz vb. i anlamlarında bir
zeltmek, gönyesine getirmek, iyi bir yüzey sağlamak önek.
planimeter: Mot. düzgün veya düzgün olmayan ge-
planimetric 416 plate

ometrik şekillerin, özellikle dizel motortan, pistonlu,


sıtma ilacı, 19 K 29 N 3 0 ; plâzmokin.
C
buhar makineleri ve hava kompresörlerinden alınan plasmoquin: Bkz.plasmochin.
endikatör diyagramlarının alanlarının ölçümünde kul plasmaquine: Bkz. piasmochin.
lanılan bir araç (cihaz); plânimetre. plaster of Paris: Su ile kanşlınldığı zaman hemen yo
planimetric: Plânimetri veya plânimetreye ait; plâni ğun bir sıva şeklini alan, ağır beyaz bir toz; kalsiyum
metre yardımıyla. sülfat, (CaSO H O .
4 2
planimetry: Düzlem yüzeylerin ölçümü; plânimetri; plastery: Sıvaya benzeyen; sıva gibi.
düzlem geometri. plastic: 1) kalıplanan veya şekil verilen madde. 2) ka-
planing: Tek noktalı kesme aletleri ile düz metalik yü lıplanabilen veya şekil verilebilen; plâstik. 3) kolayca
zeyleri tesviye etme veya şekil verme. etkilenen; esnek. 4) Fiz. basınç ile kırılmaksızın her
planish: Dövme ya da haddeden çekme yardımıyla hangi bir yöne doğru şekil değiştirebilen ve basınç
bir metali sertleştirmek, tesviye etmek veya parlat kalktığı zaman şeklini koruyan bir madde; plâstik. 5)
mak. gerilme altında şekli değişen, fakat gerilme kalktığı
planishing: Döverek ya da haddeden çekerek bir me zaman orjinal şekline dönmeyen bir madde. 6) sen
tali sertleştirme, tesviye etme ya da parlatma. tetik olarak üretilen, meta! olmayan, türlü şekillerde
plank-sheer: Gem. İnş. ahşap bir gemi teknesi çevre kalıba dökülen ve ticarî amaçlarla sertleştirilebilen,
sinde, güverte ile bağlantı bölgesinde uzanan ağaç lüsit, vinilit, bakalit vb. i ticarî adlar verilen bileşikler
kuşak; ağaç siyer; ağaç ağız kaplaması. den herhangi biri; plâstik (madde).
planner: Plânlayan veya tasarlayan kişi. plastically: Plâstik bir biçimde, şekilde ya da tarzda.
planning machine: Çoğunlukla melal parçaların yü plastic balls: Gem. Mak. basınçlı havayla gönderile
zeylerini tesviye etmek için kullanılan bir takım tezgâ rek kondenser borularinın temizlenmesini sağlayan
hı; planya tezgâhı. küçük küreler; plâstik toplar.
plano: Düzlem» düz veya bir tarafı düzlem olan an plastic bronzes: % 30'a kadar kurşun ve bakırdan
lamlarında bir önek. oluşan ve kalay kapsamayan bronzlar; kurşunla ba
plano-concave: Bir tarafı düzlem ve diğer tarafı içbü kır alaşım yerine karışım oluştururlar; plâstik bronz
key olan. lar.
plano-convex: Bir tarafı düzlem ve diğer tarafı plastic chrome ore: Buh. Kaza. çivili su dramlarının
dışbü key olan. yapımında kullanılan, yüksek sıcaklığa dayanıklı, fa
planometer: Bir düzlem yüzeyin düzgünlüğünü ölç kat mekanik dayanıklığı az olan bir madde; plâstik
mek için kullanılan cihaz; plânometre. krom toprağı.
plan position indicator (ppi): Bir radar ekranında plastic deformation: Gerilme veya stres altında, şekil
uçak, gemi, köprü vb. i cisimlerin tür ve ölçülerini verilebilen maddelerin kalıcı bozulması; plâstik defor-
gösteren bir osilatör. masyon veya bozulma.
plant: 1) bir fabrika veya işin aletleri, makineleri, do plastic firebrick: Ateş toprağı, belirli oranda plâstik
nanımları, binaları vb. i. 2) bir hastane, oku! vb. i ateş toprağı ve küçük oranda soda silikattan oluştu
herhangi bir tesis (müessese tarafından kullanılan rulan ve 1650°C'ye (3000°F) dayanıklı bir tuğla; plâs
teçhizat, binalar vb. i); tesis. 3) belirli bir mekanik iş tik ateş tuğlası; külhan girişleri, yakıt börneri tuğlası
letme veya işlem için kullanılan cihazlar veya teçhi vb. olarak kullanılır; ocak yan duvarlarında kullanıl
zat: Bir geminin güç tesisi gibi. 4) duyu organlari ol maz.
mayan, hareket edemeyen ve genellikle yiyecekleri plastic (flow): Gerilme sonucu sabit bozulmaya ne
ni fotosentez yöntemi ile sağlayan canlılardan her den olan çeki ve bası; plâstik (akma).
hangi biri; bitki; nebat; bitkisel organizma. 5) teçhiz plasticity: Plâstik olma durumu veya niteliği.
etmek; donatmak 6) denize (istiridye, yavru balık plasticity index: Sıvı ve plâstik limit arasındaki sayı
vb.) koymak. sal fark; plâstiktik indeksi.
plant thermal efficiency: Belirli bir sürede, makine te plasticize: Plâstik olmak; plastik yapmak.
sisi tarafından verilen enerjinin, aynı periyotta tüketi plasticizer: Plâstik bir maddeye eklenen, onu yumu
len yakıt tarafından sağlanan ısıya oranı; tesis ısıl ve şak ve viskoz tutmak için kullanılan türlü maddeler
rimi. den herhangi biri; yumuşatıcı; plâstikleştirici.
plash: Bkz. to splash; Bkz. splash. plastic limit: Esneklik sınırı; plâstik limiti.
plasma: Elektronlar ve pozitif iyonlar kapsayan bir plastic memory: Belirli plâstiklerin ısıtıldıkları zaman
seyreltik gazda elektrik boşalımı; plâzma. eski durumlarını alma eğilimi; plâstik hafıza.
plasma: 1) kuvarsın yeşil renkli bir dereceye kadar ya plastic surgery: Diğer bir bireyin doku, deri, kemik
rı saydam bir türü. 2) kan, lenf ya da sütün sıvı veya diğer organlarını aktararak, yaralanmış, bozul
kıs mı; özellikle kanın sıvı kısmı; plâzma; kan muş veya tahrip olmuş vücut kısımlarının onarılması
plâzması. veya yenilenmesi ile uğraşan bitim dalı; plâstik cerra
plasma coating: Diz. Mot. plazma veya krom kapla hi.
ma: Özellikle segmanlar için söylenir. plastic wood: Plâstik tahta; ahşap eşyaların çatlakları
plasma propulsion: Bir sıvı yakıtı iyonlaştırmak nı doldurmakta kullanılan yapay bir ürün.
ve onu plâzmaya dönüştürmek için elektrik enerjisi palstigauge (plastigage): Mot. kol yataklarının boş-
kul lanan roket yürütme yöntemi veya propulsiyonu. luklarinın saptanmasında kullanılan bir gösterge;
plasmatron: Sıcak katot ve bir anot arasında iletken Gem. Mak. plastigeyiç; plâstik gösterge; plâstik (kle-
olarak, bağımsız olarak üretilen gaz deşarj plâzması rens) ölçer.
nı kullanan, sürekli denetlenen gaz deşarj tüpü. plate: 1) Buh. Kaza. ocaktaki gazlan, tüm boruları ya
plasmo-: Plâzma anlamında bir önek. layacak şekilde apteyk veya bacaya yönelten perde;
plasmochin: Kinolin'den sentetik olarak hazırlanan
pl a t a ai r h ea t e r 417 pl esso r

baffle plate şeklinde kullanılır. 2) gemi teknesi, lan ve birinci, ikinci vb. i şekilde sıralanan güverte;
tank, kazan, basınçlı kap vb. lerinin yapımında kulla platform güverte; gemi makinesinin bulunduğu yer
nılan boyu 152 mm ve kalınlığı 6,35 mm'den fazla ya da platform.
olan çelik levha ya da saç. 3) dövülerek, haddeden platine: Nad. Ola. platin.
çekilerek yapılan, metal, çoğu zaman çelik levha ve plating: 1) kaplama işi veya işlemi; kaplamacılık. 2)
ya saç. 4) buhar ve su dramına konularak haşlak su metal levhaların dış katmanı. 3) altın, gümüş, kalay
ve buharı birbirinden ayıran perde; steam baffle ola vb. inin ince bir katmanı.
rak da kullanılır. 5) bir akü hücresinin elektrotların platinic: Özellikle dört değerli platin kapsayan veya
dan herhangi biri. 6) bir kapasitörün dokunma yüze ona benzeyen ya da bu tür platine ait.
yi. 7) bir elektron tüpünde pozitif eleman veya anot. platiniferous: Platin veren.
8) altın, gümüş, kalay vb. i ile kaplamak. 9) bazı ka platiniridium: Platin ve iridyumun, bazan diğer akra
zanlarda, buhar dramına asılan çinko blok veya lev ba metalleri kapsayan doğal bir alaşımı; plâtinirid-
halar. yum.
plate air heater: Bkz. Ljungström air heater. platinite: Bir demir nikel alaşımı; plâtinit.
plate, baffle: Bkz. baffle plate. platinize: Platinle kaplamak veya birleştirmek.
plate circuit: Bir elektrik tüpünün anotu, transforma
törler, mikrofon veya kulaklık, B batarya veya diğer
platinized electrode: Yoğunluğu 10 g/dm 3 olan
tin klorür çözeltisine yerleştirilmiş iki platin elektrot;
bir güç kaynağı ve anota dönüşten oluşan bir devre; küçük bir doğru akım geçirildiğinde katot üzerinde
anot devresi. platin siyahı katmanı oluşur; plâtinlenmiş elektrot.
plate cooler: Diz. Mot. giriş ve çıkış hederleri ile bun platinocyanic: Platin ve siyanojen kökü kapsayan bir
ların arasına donatılan düzlemlerden oluşan bir yağ asite ait veya onu belirten; plâtinosiyanik.
lama yağı soğutucusu; düzlem soğutucu veya kuler; platinocyanid: Bkz. platinocyanide.
düzlemler dikdörtgen şeklinde ve köşelerinde birer platinocyanide: Kimy. platinin ve bazı diğer element
dairesel delik bulunan ve titanyumdan yapılan parça veya kökün siyanürü; plâtinoslyanür: Fotoğrafçılık
lar olup dış yüzeylerinde soğutma suyu dolaştırılır. vb.inde kullanılır.
plate current: Bir elektron tüpünün anot (levha) dev platinoid: 1) platine benzeyen. 2) bakır, nikel, çinko
resinde akan ve genel olarak bir kaç miliamper olan ve tungstenin bir alaşımı; plâtinoit; elektriksel direnç
akım; anot (levha) akımı. bobinleri vb. i yapımında kullanılır. 3) platin grubu
plate dissipation: Bir elektron tüpünün anotunda gö metallerden herhangi biri.
rülen güç kaybı; anot veya levha kaybı. platinotype: 1) hassas bir çözelti veya geliştiricide
plated: 1) levhalarla kaplanmış veya korunmuş olan. platin tuzları kullanımı ile siyah platin tozunda fotoğ
2) özellikle değerli bir metal ile kaplanmış. raflar basma işlemi. 2) bu işlem ile üretilmiş bir bas
plate gauge: Diz. Mot., Pist. Buh. Mak. palamar yatak- kı.
larındaki aşınmayı önlemek için kullanılan ve ölçüm, platinous: Özellikle iki değerli platin kapsayan veya
gösterge ile şaft jurnali arasına filer sokularak yapı ona benzeyen ya da bu tür platine ait.
lan bir ölçü cihazı; saç levhadan yapılır; gauge brac platinum: Elektrik ve korrozyona çok dayanıklı, çelik
ket adı da verilir. grisi renkli, dövülebilen, haddeden çekilebilen meta
platen: 1) bir matbaa makinesinde düz bir metal lev lik kimyasal element; platin; kimyasal katalizör, asite
ha veya döner silindir; merdane kâğıdı mürekkepli dayanıklı kaplar, elektrik sigortası, mücevher, dişçi
harflere doğru bastırır. 2) daktilo makinesinde harfle lik teçhizatı vb. i yapımlarında kullanılır; Simg. Pt;
rin vurduğu silindir veya rulo. at.ağ. 195,23; at.no. 78.
plate nozzle: Buh. Türb. kesiti dikdörtgen şeklinde platinum black: Metal platinin çok küçük parçalara
olan ve köşeleri yuvarlaklaştırılmış bir tür buhar no- ayrılması ile oluşan siyah bir toz; platin tuzlarının in
zulu, memesi veya lülesi, dirgenmesi ve organik sentezlerde katalizör olarak
plate return: Anot devresini tüp flâmanına bağlayan kullanılır.
tel; anot dönüş teli veya kablosu. play: 1) hafifçe, hızla veya düzensiz olarak hareket et
plate thickness: Gemi teknesi, basınçlı kap vb. inde mek; oynamak; sallanmak. 2) bir makinenin parçası
kullanılan saçların kalınlığı; saç levha kalınlığı. gibi belirli sınırlar (limitler) içinde serbest olarak ha
plate voltage: Bir vakum tüpünün anot ve katotu ara reket etmek. 3) hareket etmeye, işlemeye vb. neden
sındaki potansiyel farkı veya gerilim düşümü; anot olmak. 4) serbest, hızlı veya hafif olduğu zaman et
gerilimi; levha gerilimi. ki, hareket veya aktivite. 5) boşluk ya da klerens: Ya
platform: 1) tahta, taş veya metalden yapılmış yük tak boşluğu gibi.
sek ve yatay bir yüzey; platform; özellikle: a) tren, plenary: Tam; komple; bütün; mutlak; absolü; salt.
tramvay vb. lerinin sahanlığı, b) tren, tramvay vb. le- plenish: Tümü ile doldurmak; donatmak veya teçhiz
rinde sonraki giriş. etmek; stok yapmak.
platform balance: Tartılacak maddelerin üzerine ko plenum: 1) madde ile dolu yer (karşıtı vakum). 2) do
nulduğu düz bir platformu olan tartı cihazı; platform lu olma durumu; doluluk. 3) kabı çevreleyen basınç
baskül. tan daha yüksek basınçta kapalı bir gaz hacmi.
platform car: Üstü veya yükseltilmiş kenarları olma plessor: Lâstikten yapılmış, yumuşak başlı küçük bir
yan demiryolu vagonu; açık vagon. çekiç.
platform deck: Den. en alttaki güvertenin altında ka

Teknik Sözlük - F. 27
plexiglass 418 plus

plexiglass: Hafif, saydam;: termoplâstik bir madde; key durumunu saptamak için kullanılan, bir ipin ucu
Pleksiglas (Ticarî bir marka). na asılmış kurşun ağırlık; şakul; çekül; iskandil; is
pleximeter: Tıp. fildişi gibi bir maddeden yapılmış ve kandil ağırlığı veya kurşunu; plumb bob biçiminde
vücudun bir parçasına konulan ve üzerine vurularak de kullanılır. 2) dikey ya da düşey; tam dikey ya da
tanı sağlanan küçük, ince bir levha; pleksimetre. düşey. 3) dikey yönde; dikey olarak. 4) dikey olarak
plexor: Bkz. plessor. asılmak. 5) kurşun ile çalışmak (boru tamircisi gibi).
pliability: Eğilip bükülme yeteneği. 6) iskandil (kurşun ağırlık) ile denemek veya iskan
pliable: Kolay olarak bükülen veya kalıplanan; esnek dil etmek. 7) boru tesisatçısı gibi (borular vb.) üze
ya da fleksibıl, rinde çalışmak. 9) kurşunla sızdırmaz yapmak.
pliancy: Esnek, bükülebilir olma niteliği. plumbaginous: Kalem kurşununa ait veya ona benze
pliant: 1) kolaylıkla bükülen; kolay kalıplanan veya yen; kalem kurşunu kapsayan.
kalıba dökülen. 2) adapte edilebilir. plumbago: 1) grafit. 2) kurşun uçlu bir alet ile yapıl
pliers: Tel kesmek, küçük maddeleri tutmak için kulla mış şekil veya çizim.
nılan küçük bir alet; kerpeten; pense. plumb bob: iskandil veya şakul ucundaki ağırlık.
plier with nose: Kargaburun pense; kargaburun. plumbeous: Kurşuna ait, ona benzeyen veya kurşun
Plimsoll mark (or üne): Ticaret gemilerinin bordala kapsayan; kurşundan.
rında yasal batma seviyesini veya yükleme düzeyini plumber: Gaz ve su sistemlerinin boru, teçhizat vb. le-
gösteren işaret; fribord markası; Plimsol işareti; mak rini donatan veya onaran usta kişi; tesisatçı; boru ta
simum yükleme işareti. mircisi.
pliotron: Bir ya da daha fazla ızgaraya sahip olan plumbery: 1) tesisatçılık; boru tamirciliği (onarımcılı-
yüksek vakumlu bir tüp; örneğin; triyot veya tetrot. gi).
plot: 1) üzeri işaretlenmiş yüzey, özellikle toprak plumbic: Özellikle dört değerli kurşun kapsayan veya
alan; parsel. 2) bir bina, mülk vb. inin plân, grafik dört değerli kurşuna ait.
ya da haritası. 3) plân, grafik veya haritasını (bina, plumbiferous: Kurşun kapsayan veya üreten.
gemi rotası vb.) çizmek. 4) Mate, a) bir grafik üzerin plumbing: 1) iskandil veya çekül kullanma. 2) bir tesi
de noktaları yerleştirmek ve onları bir eğri şeklinde satçı veya boru tamircisinin işi ya da ticareti; boru te
birleştirerek çizmek, b) çizmek (eğri), c) plân yap sisatçılığı; boru tamirciliği. 3) tesisatçının işi olan bo
mak; şema yapmak. rular ve teçhizat.
plotter: Plân yapan kişi. plumbism: Kurşun zehirlenmesi.
plotting paper: Üzeri belirli ölçülerde (genellikle 5'er plumb line: iskandil etme veya dikey yönü saptama
mm'lik) karelerle donatılmış kâğıt; kareli kağıt; grafik da kullanılan kurşun ağırlık veya iskandil asılmış bir
çiziminde kullanılır. ip ya da kaytan; çekül veya şakul.
plow: 1) toprağı alt üst etmek ve dağıtmak için kullanı plumbous: Özellikle iki değerli kurşun kapsayan ve
lan tarla aracı; saban. 2) buna benzeyen herhangi ya bu kurşuna ait.
bir araç, özellikle kar gidermek için kullanılan biri: plumb rule: Çekül (şakul) ipi ve ağırlığı donatılmış
Kar sabanı; kar temizleme makinesi. dar bir tahta; marangozlar vb. i tarafından kullanılır.
plow steel wire: Çelik halat yapımında kullanılan yük plumbum: Bkz. lead.
sek nitelikte çelik tel. plummet: 1) iskandil veya çekül (şakul) ipine bağla
plug: 1) bir delik, aralık, çıkış vb. ini kapatmak için nan bir ağırlık. 2) ip ve ağırlık birlikte. 3) ağır bir bi
kullanılan bir cisim; tapa; tıpa; örneğin buhar kazan çimde yüklenmiş şey. 4) dikey olarak aşağıya düş
larının boru tapası; tıkaç. 2) çıkışına bağlanarak bir mek.
devrenin açılıp kapanmasını sağlayan elektriksel bir plunger: 1) Diz. Mot. tulumbalar, yakıt püskürtme
cihaz; fiş. 4) buji Bkz. spark plug. 5) yangın muslu pompaları vb. inde kullanılan, küçük çaplı, silindirik
ğu Bkz. fire plug. 6) Bkz. fusible plug. 7) bir tapa parça; Gem. Mak. plencer; plonjer. 2) Meka, küçük
ya da tıkaç sokarak tıkamak veya doldurmak. 7) ta çaplı piston. 3) dalan bir kişi; dalgıç.
pa koymak. plunger barrel: Bkz. plunger bushing.
plug, drain: Bkz. drain plug. plunger bushing: Diz. Mot. yakıt püskürtme pompala
plug extractor: Buh. Kaza. borulara vurulmuş tapalan rında yakıtı sıkıştırarak çok yüksek basınç sağlayan
çıkarmak, sökmek için kullanılan bir alet; boru çıkarı plencerin içersinde çalıştığı ve üzerinde yakıt giriş
cı veya sökücü. ve çıkış portları bulunan silindir; plencer silindiri, bur
plug gauge: Delik mastarı; deliklerin çaplarını ölçmek cu veya gayıtı.
için kullanılan bir cihaz. plunger cylinder: Bkz. plunger bushing.
plugged: Tapalı; tıkalı. plunger pumps: Sıvı silindirlerinde plencerleri olan,
plugger: Tapalayan kişi ya da şey. doğrudan etkili tulumbalar, plencerli pompalar; bu
plugging: Elektrik motorları için, onu zıt yönde çalış har makineleri veya elektrik motoru ile çalıştırılırlar.
tırma eğiliminde olan dinamik fren sistemi. plunger spring: Diz. Mot. Kam tarafından yukarı hare
plug hole: Tapa deliği. plug- ket verilen pompa plencerini, aşağıya, alt ölü nokta
in: Fişe takmak. sına çeken yay; plencer yayı.
plug, spark: Bkz. spark plug. plunger unit: Diz, Mot. yüksek basınç veya yakıt püs
plug valve: Çeyrek tur döndürülerek açılan ya da ka kürtme pompasının plenceri ve plencer silindirinin
patılan bir valf; plag valf; tapa valf. oluşturduğu ünite; plencer ünitesi; plencer ve silindi
plug weld: Çukur kaynağı; ya ark ya da gaz kaynağı ri.
ile yapılan dairesel bir kaynak türü. plus: 1) eklenmiş; ilâve edilmiş. 2) Elekt. pozitif; pozi
plumb: 1) suyun derinliğini veya bir duvar vb. inin di tif olarak.
plus sign 419 point

plus sign: Mate, pozitif nicelik veya toplamayı göste


pneumatic sump pump: Bkz. submersible pump.
ren (+) işareti; toplama işareti; artı.
pneumatic system: Basınçlı hava ile çalışan herhan
Plutonium: Neptinyum'un değişimi ile oluşan radyo
gi bir sistem; basınçlı hava sistemi.
aktif kimyasal bir element; plütonyum; Simg.Pu:
pneumatic tire: Basınçlı hava ile şişirilmiş lâstik teker
at. ağ. 239; at.no. 94.
lek.
Plutonium isotope: Nuk. Ener. çok bol bulunan uran
238 pneumatic valve: Basınçlı hava valfı; pnömatik valf.
yum izotopundan (U ) ; nükleer işlemlerle pneumaîo-: Hava, buhar, soluma anlamlarında bir
üretilen ve atom ağırlığı 239 olan plütonyum önek.
2 39
izotopu (Pu ) , nükleer fizyona elverişli olup pneumatology: Pnömatik bilimi; Bkz, pneumatics.
konsantre ya kıt olarak kullanılır. pneumatolysis: Buharla oluşan cevher ve mineralle
Plutonium reactor: Esas fizyon maddesi plütonyum rin doğal işlemi.
olan bir reaktör; plütonyum reaktörü veya pili. pneurnaîolytîc: Jeol. buhar basıncı ile oluşan; Volka
pluviometer: Düşen yağmurun derinliğini ölçmek için nik oluşumlara yakın bulunan cevher ve mineraller
kullanılan bir cihaz, yağmur ölçer; plüviyometre. için söylenir; pneumatolitic şeklinde de yazılır.
ply: 1) bükmek veya bükülmek. 2) kumaş, kontrplâk pneumatometer: Ciğerlerin soluma kapasitelerinin
vb. inin tek bir katının kalınlığı veya katmanı. 2) bir saptanmasında kullanılan bir cihaz; pnömatometre;
halat, iplik vb. inde bükülmüş kollardan biri; Den. fla bir kerede ciğerlere çekilen veya atılan havanın ölçü
şa. 3) katmanlara, kalınlığa veya kollara sahip olan münde kullanılır.
(belirli sayıda). pneumercator: Gem. Mak. akaryakıt tanklarındaki ya
ply: 1) Den. ileri geri volta seyri yapmak (yelkenli tek kıt miktarının ölçümünde basınçlı havadan yararla
nelerde). 2) limanlar arasında düzenli gidiş geliş se nan cıvalı bir ölçüm cihazı; pnömatik iskandil cihazı;
feri yapmak (gemi, otobüs vb. için söylenir). 3) pnömerkator.
Den. rüzgârda zigzag seyir yapmak; tremola yap pneumodynamics: Bkz. pneumatics.
mak. 4) kullanmak (alet vb.). 5) çalışmak. p-n-p transistor: Emitör ve toplayıcısı (kotektörü) p
plywood: Tutkallanmış ince tabaka halindeki tahtala türünden ve esası n türünden olan bir transistor; p-
rın birbirlerine pres edilmesi veya sıkıştırılmasıyla n-p transistor.
oluşturulan yapı malzemesi; kontrplâk. p-n-p-n junction transistor: Dört katmanlı bir transis
Pm: Bkz. promethium. tör, p-n-p-n bileşik transistör.
pm: Bkz. premium.
Po: Bkz.
P.M. (p.m.): Bkz. post meridiem.
PMG metal: Bkz. silicon bronze. polonium.
PM: Bkz. performance number. pocket: 1) bir uçağın anî olarak düşmesine neden
pneum.: Bkz. 1) pneumatic. 2) pneumatics. olan atmosferik akım ya da durum; hava boşluğu;
pneumatic: 1) rüzgâr, hava veya gazlar kapsayan ve air pocket biçiminde de kullanılır. 2) maden cevheri
ya bunlara ait; pnömatik. 2) basınçlı hava ile çalışan ile dolu bir boşluk, b) küçük maden cevheri damarı.
veya doldurulan. 3) pnömatik lâstiklerle donatılmış 3) giysi cebi. 4) bir şeyi tutmak veya taşımak için
Bkz. pneumatic tires. 4) havalı lâstik; pnömatik lâs herhangi bir boşluk, 5) Zoo. hayvan vücudunda bir
tik. 5) pnömatik (şişirilmiş) lastikli taşıt aracı. boşluk veya kese. 6) küçük. 7) bir cep ya da keseye
pneumatically: Pnömatik şekilde veya tarzda; özellik koymak.
pocket balance: Küçük, yaylı bir terazi; ei terazisi.
le hava basıncı ile.
pocket battleship: On bin deplasman tonluk, bir kru
pneumatic brake: Oto. basınçlı hava ile çalışan fren;
vazörden daha ağır topları olan bir tür savaş gemisi;
havalı fren; hava freni; Vestinghouse freni.
cep kruvazörü.
pneumatic chisel: Basınçlı hava ile çalışan keski; ha
pocket chamber: Radyasyon tehlikesindeki persone
valı keski; pnömatik keski.
lin korunması için kullanılan küçük ve cepte taşınabi
pneumatic conveying: Bir boru devresinde kısmî va
lir bir iyonlaşma hücresi; kullanılmadan önce yükle
kum oluşturarak veya devreye basınçlı hava vere
nir ve boşalma miktarı, kişinin aldığı radyasyon mik
rek, hava ile karışık maddeyi taşıma veya nakletme;
tarını gösterir; cep dozimetresı.
pnömatik taşıma.
pocketknife: Çakı.
pneumatic drill: Basınçlı hava ile çalıştırılan taşınabi
pocket meter: Radyasyon miktarını doğrudan belir
lir (portatif) bir matkap; pnömatik matkap (cihazı).
ten, komple ve küçük bir dozimetre; cep göstergesi.
pneumatic hammer: Basınçlı hava ile çalıştırılan çe
pod: M.k. 1) belirli delgi cihazlarında keskin oluk: Bur
kiç; hava çekici; havalı çekiç.
gu ya da matkap kanalı gibi. 2) bir matkap kolunda,
pneumatic injection: Diz. Mot. hava ile püskürtme;
matkap için delik ya da oluk veya soket.
havalı püskürtme; Bkz. air injection. poıkilothermal: Çevre sıcaklığı ile değişen vücut sı
pneumatic micrometer: Belirli bir basınçtaki hava ile
caklığına sahip olan (balık vb. i gibi).
çalışan ve çoğu zaman, piston pini taşıyan, piston point: 1) virgül yerine geçeri (ABD'de) nokta; imlâda
içindeki deliğin ölçüsündeki hatayı, şeklini, ovalleşip
nokta. 2) uzayda yer kaplayan, fakat ölçüsü veya
ovalleşmediğini anlamak için kullanılan duyarlı bir ci şekli olmadığı düşünülen şey; yer ya da mevki. 3)
haz; pnömatik mikrometre.
belirli bir zaman; bir şeyin tam zamanı. 4) erişilebl-
pneumatic rammer: Basınçlı hava ile çalışan tokmak; len aşama veya durum: Kaynama noktası gibi. 5) bir
pnömatik şahmerdan; hava tokmağı.
şeyin parçası; ayrıntı; detay. 6) ölçüm, değer, oyun
pneumatics: Hava ya da diğer gazların basınç, yo sayısı vb. inin birimi. 7) bir şeyin sivri ya da çıkıntılı
ğunluk vb. i özellikleriyle ilgilenen fizik bilimi dalı;
ucu. 8) sivri uçlu bir şey. 9) amaç; nesne; obje. 9)
pnömatik bilimi. önemli vaya esas fikir. 10) Elekt. a) distribütörde dev
reyi açmada kullanılan, tunsten veya platinden yapı
point, boiling 420 pol es ho e

lan uçlardan herhangi biri; platin, b) ing. çıkış ya da


tir; polar bileşik.
priz. 11) Den. pusula kartının çevresinde yönü göste
polarimeter: Işıktaki kutupsallığın derecesini, bir ışın
ren 32 işaretten biri. b) ufukta karşıt durum, c) pusu
da polarlı ışık miktarı veya polarlama düzleminin de
lada birbirini izleyen iki nokta arasındaki açı. 12)
vir miktarını ölçmek için kullanılan bir cihaz; polari-
Matb. 1/72 pusa (0,35 mm) eşit olan bir ölçü birimi.
metre.
13) ucunu sivriltmek (bir kalemin). 14) Den. rüzgâra
yakın veya rüzgâr altında seyretmek (yelkenli bir tek polariscope: Işığın polarlanmasını kanıtlamak için ve
ne için söylenir). ya polarize ışıkta cisimleri görmek için kullanılan bir
cihaz; polariskop.
point, boiling: Bkz. boiling point.
polaristor: Yağ gibi çok yalıtkan bir sıvı içinde askıda
pointer: 1) harita, kara tahta vb. i üzerinde bir şeyi
bulundukları zaman çok ince yalıtkan partikülerin
belirtmek için, daha çok öğretmenlerin kullandığı,
kuvvetli bir elektrostatik alana konu olmalarıyla olu
tahta ya da madenî bir çubuk. 2) saat, ölçü cihazı,
şan direnç; polaristor.
terazi vb. inin ibre veya göstergesi. 3) Astr. Büyük
polarity: 1) biri pozitif ve çeken, diğeri negatif ve iten
Ayı'nın, Kuzey Yıldızının doğrultusunda olan iki yıldı
manyetik kutupları olan cisimler tarafından sahip olu
zı.
nan nitelik; polarite; kutupsallık; kutbiyet. 2) Elekt.
point gap: Benz. Mot. kamı tarafından açıldığı an iki
bir manyetik kutba ilişkin olarak pozitif veya negatif
platin arasındaki mesafe; platin aralığı veya açıklığı;
olma durumu; polarite.
yaklaşık 0,50 mm.
polarity inverter: Bir elektronik devrede girdiye zıt ku
pointless: Ucu olmayan; uçsuz.
tupsallık üreten bir cihaz, örneğin bir alternatif akı
point oi ignition: Mot. buji tırnakları (elektrotları) ara
mın pozitif zirvesinin verdide negatif zirveye dönüş
sında kıvılcım oluştuktan sonra veya enjektörde ya
mesi; kutupsallık değiştirici.
kıt püskürtülmesini izleyen ve ÜÖN'den sonra tutuş
polarizability: Polarize olmak için bir yalıtkan veya di-
manın başladığı nokta; tutuşma noktası.
elektriğin yeteneğinin ölçümü; elektrik deplasmanı
point of injection: Diz. Mot. üst ölü noktadan önce
nın, elektrik alanının şiddetine oranı.
yakıtın enjektörden silindire püskürtülmeye başladığı
polarizable: Polarlanabilir; polarize edilebilir.
nokta; püskürtme noktası; ön yanma odalı makine
polarization: 1) birincil (primer) bir pilde, elektrotlar
lerde üst ölü noktadan yaklaşık 30-40 derece, tam di
da gerilim ve akımı azaltan gaz birikimi. 2) adî ışığı,
zellerde 10-15 derece önce ve hava ile püskürtmeli
titreşimleri sadece bir düzlemde olan dalgalara dö
makinelerde 5 derece önce başlar.
nüştürmek. 3) moleküldeki pozitif ve negatif yüklerin
point of melting: Katı maddelerin erimeye başladıkla
ayrılması.
rı sıcaklık derecesi; erime sıcaklığı; erime noktası.
polarization potential: Polarizasyonun gelişmesiyle,
point of pour: Bkz. pour point.
bir çok elektrolitik işlemde çoğalan zıt elektromotor
points of the compass: 1) bir pusulanın yüzündeki
kuvvet; polarizasyon gerilimi.
32 yön çizgisi; pusula noktaları. 2) ufuk çevresinde
polarize: Kutupsallık (polarite) vermek; polarizasyon
bunlara karşın düşsel (hayalî) noktalar.
üretmek; kutupsallık kazanmak; kutuplamak.
point system: 1) Matb. hurufatın ölçülerine göre sınıf
polarized light: Titreşimleri sadece bir düzlemde
landırma sistemi; punto sistemi; bir nokla 1/72 pusa
olan bir ışık; polarlanmış ışık.
(0,35 mm) eşittir.
polarizer: Işığı polarlamak için kullanılan Nikol priz
poise: 1) denge; muvazene. 2) denge yapmak; den
ması veya diğer bir cihaz; polarlayıcı.
gelemek; eşitlemek. 3) dengede tutmak. 4) asılı ol polarizing angle: Bkz. angle of polarization.
mak. 5) asılmak veya dengelemek.
polar liquid: İki kutuplu bir momenti olan moleküllere
poise: Metrik sistemin dinamik viskozite birimi; din x
2 sahip olan bir sıvı; kutupsal sıvı; bu tür sıvılar iyonik
saniye/cm birimi ile belirtilir. bileşikler için iyi çözücüdürler.
poison: 1) nükleer bir reaktörde fizyonsuz nötron polar molecule: Düzgün olmayan elektrik dağılımı ne
emen bir madde. 2) bir elektronun emisyonunu azal deniyle, elektrik momente sahip olan bir molekül;
tan bir madde. 3) vücuda verildiği zaman ölüme ne kutupsal molekül.
den olan bir madde; zehir. 4) bir katalizörün etkisini polar moment of inertia: Polar atalet veya eylemsiz
azaltan veya yokeden bir madde. lik momenti.
poison gas: Kimyasal savaşlarda soluyan ve dokuna polarograph: Özellikle mikroelektrotların akım-gerilim
nı öldürmek için kullanılan gaz, sıvı veya katı halde ilişkilerini kayıt etmek için kullanılan bir cihaz; pola-
ki türlü zehirli kimyasal maddelerden herhangi biri; rograf; cıva katotlu çözeltilerin elektroanalizlerinde
zehirli gaz. kullanılır.
poisonous: Zehir ile öldürülen veya yaralayabilen; ze polarography: Polarograf kullanarak yapılan mikroa-
hirli; zehir kapsayan; zehir etkisi olan. naliz.
Poisson's number: Puvason sayısı.
polaroid: Işığı polarlama yeteneğinde olan zar gibi in
Poisson's ratio: Puvason oranı. ce, saydam madde; optik, fotoğrafçılık vb. inde kulla
polar; 1) bir pilin ucuna veya kutbuna yerleştirilmiş. nılır (ticarî bir marka).
2) pozitif ve negatif uçları olan. 3) bir elektronun polar solvent: Çözücü veya solvent olarak kullanılan
tam transferinden oluşan kimyasal bir bileşik için herhangi bir kutupsal sıvı.
söylenir, 4) bir kutba ait veya onunla ilişkili. 5) kutup pole: 1) bir mıknatısın, manyetizmanın şiddetlendiği
lu. uçlarından biri; kutup; mıknatıs kutbu. 2) dünya ek
polar compound: Elektrostatik kuvvetlerle atomları seninin iki ucundan biri. 3) bir elektrik pilinin termi
bir arada tutulan bir bileşik; elektrik yükü düzgün nal ya da elektrotlarından biri.
olarak dağıtılmamış ve molekül + uç ve - uca sahip poleshoe: U şeklindeki iki ayaklı bir mıknatısın uçla-
polin g 421 pol y phospho ri c aci d

rından herhangi biri; kutup ayağı; bu tür mıknatıslar


polyethylene polyamine: Bkz. epoxy resin.
manyetolarda kullanılır ve ayaklan arasında, genel
polygon: Çoğu zaman dörtten fazla kenarı ve açısı
olarak dört kutuplu bir rotor döner.
olan düzlem şekil; poligon; çokgen.
poling: Erimiş bakıra ağaç kazıkların sokulması; kazı
polygonal: Poligon ve çokgene ait; çokgen şeklinde
ğın yanışı sırasında fazla oksijen kullanılacağı için
olan; poligonal.
bakırın oksitlenmesine engel olunur.
polygon of forces: Bir çokgenin kenarları ile şiddet
polish: 1) perdah yaparak düzeltmek ve parlatmak.
ve yönleri belirtilen denge durumundaki kuvvetlerin
2) kabalığı veya hamlığını gidermek. 3) tamamla mak
oluşturdukları çokgen; kuvvetler poligonu veya çok
veya güzelleştirmek; bitirmek. 4) cilalamak; cilâ lı
geni.
olmak; cilalanmak. 5) yüzey perdahı. 6) cila olarak
polygraph: 1) yazıları ve şekilleri çoğaltan bir cihaz;
kullanılan bir madde. 7) cilalanma veya cilalama.
teksir makinesi. 2) karı basıncı, solunum, nabızdaki
polished: 1a) ovarak düzgün ve parlak yapılan, b)
değişimleri anında kayıt etmek için kullanılan bir ci
doğal olarak düzgün ve parlak bir yüzeye sahip
haz; poligraf.
olan; cilâlı; cilalanmış.
polygraphic: Poligrafa ait veya poligraf ile çoğaltılan.
polishing: Cilalama; parlatma.
polyhedral: Çok yüzeyliye ait veya o şekle sahip
polishing disk: Madenî parçaları parlatmak amacıyla
olan.
çevresine keçe geçirilmiş taş; parlatma diski; parlat
polyhedron: Çoğu zaman altıdan çok düzlem veya
ma keçesi.
yüzeye sahip olan katı şekil; altı yüzlü.
polishing powder: Parlatma tozu
polyhydric: Kimy, ikiden fazla hidrokzil grubu kapsa
pollute: Kirletmek; kirli.
yan bir bileşik.
polluted: Kirletilmiş; kirlenmiş.
polymer: Bir ya da birkaç polimerin küçük molekülle
pollution: Kirletme; kirletilmiş; kirlenme.
rin birleşmesi ile yapılan, daha büyük moleküllerden
pollution, marine: Bkz. Marine Pollution or MAR-
oluşan bir madde; polimer; lâstik izopren'in bir poli
POL.
meridir gibi.
polonium: Radyumun bozunmasından oluşan radyo
polymer gasoline: Gaz halindeki karbonlu
aktif kimyasal element; polonyum; Simg.Po; at.ağ.
hidrojenle rin, örneğin metan'ın polimerleşmesi ile
yaklaşık 210; at.no. 84; radium F adı da verilir.
yapılan ben zin; polimer benzin.
poly-: Birden çok, çok, fazla, aşırı, alışılmıştan fazla,
polymeric: Ağırlık yönünden aynı kimyasal element
parçalar anlamında bir önek.
lerden aynı oranlarda oluşan, fakat molekül ağırlıkla
polyatomic: Molekülünde iki veya üç atom bulunan
rı farklı olan; polimerik.
maddeler gibi; çok atomlu (madde).
polymerism: Polimerik olma durumu; polimerizm.
polybasic: 1) alkalin atomlar veya kökler ile yer de
polymerization: Aynı yüzde yapısındaki iki veya da
ğiştirebilecek (her molekülünde) birden fazla hidro
ha fazla molekülün, daha büyük bir molekül oluştur
jen atomuna sahip bir asili belirten. 2) tek değerli bir
mak için birleşmesi; polimer oluşturma; polirnerleş-
metalin (her molekülünde) birden fazla atoma sahip
me.
bir tuzunu belirten.
polymerize: Polimerleşmeye uğramak veya konu ol
polybasic acid: Birden fazla değişebilir hidrojen ato
mak.
muna sahip olan bir asit, örneğin sülfürik asit,
polymorph: Kimy. bir kaç şekilde kristâlleşebilen bir
H 2 S0 4 .
madde; polimorf.
polybasite: Metal parlaklığında demir siyahı bir cev
polymorphic: Bir element veya bileşiğin polimorfizm
her; gümüş ve antimon sülfür; polibazit, Ag 9SbS 6
gösteren kristalli şekline ait; polimorfik.
polychromatic: 1) bir çok, farklı dalgaboylanndan
polymorphism: Birden daha fazla kristal şeklini sür
oluşan ışık veya diğer elektromanyetik radyasyona
dürmek için maddelerin mizacı.
ait. 2) bir polikromatik (çok renkli) radyasyon kayna
polynomial: 1) Ceb, iki veya daha fazla terimden olu
ğına ait. 3) türlü ya da değişik renklere sahip olan; 2 2

çok renkli; polikromatik. şan bir ifade veya eşitlik; polinomiyal: x + 2xy+y gi
polychrome: 1) çok renkli. 2) türlü renklerle yapıl bi. 2) B/o. türünün adı iki veya daha fazla terimden
mış; çok renkli baskı gibi. oluşan.
polychromic: Bkz. polychromatic. polynomial expansions: Mate, iki terimli açınımlar;
2
polyconic projection: Paralellerin aynı merkezli olma polinomiyal genişlemeler; (a+b + c + d + ) =
2 2 2 2
yan dairelerin yayları ve eğrilerin merkezden itiba a + b + c + d + 2a
ren eşit olarak yerleştirildikler harita izdüşümü türü. (a+b + c+d + )+2b(c+d + )+2c(d + )
polyelectrolytes: Evaporatörlerde 80°C'nin üzerinde +....
ki işletmelerde kazan taşına (kışıra) engel olmak şeklindeki açınım.
için kullanılabilen doğal (protein, zamkı arabî) veya polynuclear: Çok çekirdekli olan; polinükleer.
yapay (polietilenimin, poliakrilik asit tuzları) ve iyo polyphase: Elekt. iki veya daha fazla faz üreten veya
nik bileşenler kapsayan kimyasal maddeler; polie- iki ya da daha fazla faza sahip olan; çok fazlı: Çok
lektrolitler. fazlı akım gibi.
polyester resin: Oda sıcaklığı ve küçük bir basınç al polyphase motors: 110, 220, 380, 440 ve 550 voltlar
tında sertleştirilen bir alkit reçinesi; polyester sakızı da çalıştırılabilen, 1/6 kW'tan, yüksek güçlere kadar
veya reçinesi. imal edilebilen, yüksek ilk hareket torku üreten, özel
polyethylene: Etilenin termoplâstik yüksek bir likle üç fazlı motorlar; çok fazlı elektrik (AC) motorla
polime ri; polietilen; paketleme ve elektriksel rı.
amaçlarla kul lanılan saydam plâstik. polyphosphoric acid: Kimyasal formülü H 2 P0 3 (H-
PO3 )n PO 4 H 2 olan ve tuzlarına polifosfat adı verilen
bir asit; polifosforik asit.
polypropylene glycol •W, poppets

polypropylene glycol: Sıv. Yük, polipropilen glikot; paketlemekte vb. kullanılır; polivinil klorür.
PPG (bir sayı izler); PROPYLAN (bir sayı izler); tehli polyvinyl chloride plastic: Polivinil klorür sakızı, yu
kesi olmayan, etere benzer bayıltıcı kokulu, say muşatıcı, dengeleyici ve dolgu maddelerinden olu
dam, hafif renkli, hafifçe yağlı, viskoz, glikol ailesin şan bir gazket maddesi, polivinil klorür plâstik; 40
den, higroskopik ve dayanıklı bir sıvı; Simg.R [- bar basınca ve 60°'den fazla olmayan sıcaklığa da
0(C 3 H 6 0) n OH) m (burada: m = 1-8 ve R = H'dır); yanıklı olup yakıt ve yağlama yağı boru devrelerinde
25°C'de öz.ağ. yaklaşık 1 ; d.n, yaklaşık -10°C; su kullanılır.
da çözünmez; 25°C'de viskozitesi yaklaşık 560-600 ponderosity: Çok ağır veya masif olma durumu ya
cS; gemilerde çevre sıcaklığı ve atmosfer basıncında da niteliği.
taşınır. ponderous: 1) çok ağır. 2) ağırlığı nedeniyle hantal.
polysaccharides: Genel formülü (C 6 K 1 0 O 5 ) x olan 3) ağır görünen; masif; som; hacimli; çok yer kapla
doğal karbonhidratların bir sınıfı; poiisakkaritler, ör yan. 4) güçlükle yapılan.
neğin sellüloz. ponton: Ask. ABD. pontoon.
polystyrene: Saydam, renksiz önemli bir plastik mad
pontoon: 1) düz karinalı veya altlı bir tekne; duba;
de; stiren'in polimeri; polistiren, C 6 H 5 CH:CH 2 iyi
ponton. 2) geçici bir köprü için destek olarak kullanı
elektriksel özelliklere sahip olup radyo ve televizyon
lan dubalar veya içi boş silindir gibi diğer yüzer ci
parçalan için kullanılır.
simlerden herhangi biri. 3) küçük bir uçağın suya in
polysulfide: Birleşen elementin gerektirdiğinden da
mesine müsaade etmek için kullanılan bota benzer
ha fazla kükürt atomuna sahip olan ikili ya da binari
iki şamandradan herhangi biri; Bkz, amphibian.
bir kükürt bileşiği; potisülfür.
pontoon bridge: Duba ya da pontonlar tarafından ta
polytechnic: 1) bir çok bilimsel ve teknik konularda
şınan köprü; tombaz köprü; çoğu zaman ponton
öğretim/eğitim sağlama; bilimsel ve teknik konular
bridge şeklinde de yazılır.
da öğretime ait. 2) çoğu zaman mühendislik öğre
pontoon crane: Makineli veya makinesiz, bir duba ve
tim ve eğitimi veren politeknik enstitüsü veya okulu.
n ya ponton üzerinde taşman kreyn; ponton kreyn ve
polytrop: Mot., Buh. Mak. pv = C ifadesine uygun ya vinç.
durum değişikliği, sıkıştırma veya genişleme (1 < n pool tube: Cıva havuzundan oluşan, soğuk katotlu
< 1,41); politrop. bir gaz deşarj (boşalım) tüpü; havuz tüp.
polytropic compression: İçt. Yan. Mak. gerçek pV di poop: 1) Orj. Ola. bir geminin kıç kısmı; pupa. 2) yel
n
yagramlarında bir politrop olan ve pV = C eşitliği kenli bir gemide, kıç tarafta bazan bir kamaranın ça
ne uyan bir eğri i!e belirtilen genişleme; politropik tısı şekli verilen yükseltilmiş güverte; kıç kasara; po
genişleme. op deck şeklinde de kullanılır. 3) bir geminin kıç ka
polytropic expansion: Mot. gerçek pV diyagramında sarası veya pupasından girmek (dalgalar için söyle
n
bir politrop olan ve pV = C (n=1,15-1,30) eşitliğine nir). 4) kıç kasara veya kıçüstünden almak (dalga,
uyar. sıkıştırma (n = 1,34-1,39). deniz).
n
polytropic exponent: Term. pV = C ifadesinde V- poor connection: Kıvılcım ya da sparka neden olan
den büyük, 1,41'den küçük herhangi bir değeri olan zayıf veya gevşek bağlantı: Elektriksel bağlantılar
üs (n); politrop üssü. için kullanılır; zayıf bağlantı; gevşek bağlantı.
n
polytropic process: pV = C ifadesine uyarı genişle poor acceleration: Benz. Mot. hava-benzin karışımı
me veya sıkıştırma işlemi; politropik sıkıştırma ya da yetersizliği nedeniyle makine devir sayısının çok ya
genişleme işlemi; politropik işlem. vaş yükselmesi; zayıf hızlanma.
polytetrafluoroethylene: Gem. Mak. politetrafloroeti- poor maintenance: Zayıf ya da yetersiz bakım (içten
ten; Simg. (C 2 F 4 )n ; kuvvetli asitlere, alkalilere, oksit yanmalı makineler, elektrik motorları vb. i için).
leyici maddelere, nükleer radyasyon, morötesi ışın poor mixture: Bkz. lean mixture.
lar, ozon ve havaya yüksek dayanıklıkta ve sürtün pop: 1) anî, kısa ve hafif bir patlama sesi. 2) tabanca,
me katsayısı küçük bir madde; PTFE kısaltması ile tüfek vb. i ile atış. 3) alkolsüz, karbonatlı herhangi
belirtilir; conta, yatk, layner, keçe, esnek, hortum, bir içecek. 4) Buh. Kaza. emniyet valfının açma veya
piston segmanı, yalıtıcı vb. i yapımlarında kullanılır. atma sesi.
polyunsaturated fatty acids: ikiden fazla çift bağ popper: 1) patlatan kişi veya şey; patlangaç. 2) mısır
kapsayan hayvansal bir yağ asiti; doymamış yağ asi patlatmak için kullanılan, telden, delikli olarak yapıl
li; örneğin linoleik asit, araşidonik asit vb. i: mış bir kap; mısır patlatıcı
poiyvalence: Çok değerli veya valanslı olma durumu poppet: 1) bir makinenin döner veya hareketli bir par
veya eşitliği. çasının yatağı; poppethead adı da verilir. 2) Bkz.
polyvalent: Kimy. birden büyük değere sahip olan; poppet valve. 3) bir teknenin küpeştesinde bulunan
çok değerli veya valanslı. ve ıskarmoz taşımak için kullanılan bir parça ağaç.
polyvinyl: Polimerize vinil bileşikleri grubunun her poppethead: Bir makinenin devir hareketli veya dö
hangi biline ait veya onu belirten; polivinil. ner ya da hareketli bir parçasını taşıyan yatak.
polyvinyl chloride: Tatsız, kokusuz, zehirli olmayan, poppets: Tersanelerde gemilerin altına konulan ve
aşınmaya dayanıklı termoplâstik bir polimer; polivinil onu taşıyan payanda; kızak payandası;takarya.
klorür; kimyasal işlem boru devrelerinde; et ve tavuk
poppet valve 423 positiv e

poppet valve: Mot, Buh. Mak. dikey olarak çalışan portability: Taşınabilir olma durumu veya niteliği; taşı-
ve bir mekanizma ile açılıp kapatılan ve yuvasına nabilirlik; taşınırlık.
oturduğu zaman egzoz gazı, hava, buhar vb. i akış portable: 1) taşınabilir. 2) kolayca taşınan; portatif,
kan akımına engel olan bir valf; popet valf ya da su portable drill: Taşınabilir mekanik, pnömatik veya
pap. elektrikli matkap cihazlarından herhangi biri; taşına
poppet-valve engines: Dizel ve benzin motorları ile bilir ya da portatif matkap cihazı.
doğru akımlı makineleri kapsayan ve supapları bir portable electric drill: Portatif veya taşınabilir elektrik
mekanizma ile açılıp kapatılan makineler; popet valf- li matkap.
lı makineler. portable extinguisher: Soda-asit cihazı, küçük C0 2
pop safety valve: Buh. Kaza. yay yükü ile çalışan em tüpü vb. i gibi, taşınabilir veya portatif bir yangın
niyet veya güvenlik valfı; Gem. Mak. seyfti valf. söndürücü; minimaks.
porcelain: 1) saydam, sır ile kaplı ince, beyaz, yarı portable fire extinguisher: Yangınla mücadele için
saydam, sert madde; porselen. 2) tüm porselen ta kullanılan taşınabilir karbon dioksit, tetraklorür, kuru
baklar ve süs eşyaları. 3) porselenden yapılmış. kimyasal madden söndürücülerden herhangi biri; ta
porcelain insulator: 1) Elekt. havai hatlarda iletkenle şınabilir yangın söndürücü.
rin bağlandığı porselenden yapılmış izolatör. 2) buji portable hand winch: Bir kol ve dişli mekanizma yar
lerin porselenden yapılan yaiıtkan gövdesi. dımıyla yükleri insan gücü ile kaldıran birvinç; porta
pore: 1) Or). Ola. pasaj; kanal. 2) bitki yaprakları, de tif veya taşınabilir el vinci.
ri, filtre vb. inde sıvıların emilmesi veya atılmasına portable hoist: Madenî tekerlekleri yardımıyla çekile
yardım eden, çoğu zaman mikroskopik, minik delik rek istenilen yere götürülebilen ve bir dişli donanım
ler; gözenek. 3) kaya veya diğer maddelerde benzer ve kol ile elle çalıştırılan bir vinç; portatif vinç,
delik. portable pump: Merkezkaç türden olan ve yangınla
poriferous: 1) gözenekleri olan; gözenekli. 2) sünger mücadele için daha çok savaş gemilerinde kullanı
lere ait. lan bir tulumba; portatif veya taşınabilir pompa;
porisrn: Esk. Mate, türlü şekillerde açıklanan geomet P-500, P-250 gibi kısaltmalarla belirtilir.
rik bir dava veya mesele. portage: 1) taşıma veya nakletme işi; taşıma. 2) bu
porosimeter: Sıvılar tarafından katıların gözenekliliği nun ücreti; taşıma ücreti. 3) bir taşıma yolu üzerin
ve geçirgenliğini saptamak için kullanılan bir cihaz; den (gemiler vb. i) ile taşımak veya nakletmek.
porosimetre. portative: 1) yük, dolgu vb. i taşıma gücüne ait veya
porosity: 1) bir maddenin kütlesinin her tarafında kü bu güce sahip olan. 2) taşınabilir; portatif.
çük gözenekler oluşması. 2) bir katıdaki gözenekle port authority: Bir ülkenin deniz trafiği yönetmelikle
rin hacim yüzdesi. 3) bir elektrik izolatöründen (yalı rinden sorumlu devlet kurumu; liman başkanlığı; li
tıcısından) bir sıvının rahatça geçmesi. man yönetimi; liman başkanı; liman reisi.
porous: Sıvılar veya ışığın geçebileceği gözenekler porthole: 1) gemilerin bordalarından ışık ve havanın
veya mesamat ya da minik deliklerle kaplı; gözenek girmesini sağlamak için yapıları dairesel kısım; lum-
li; mesamatlı. buz. 2) gemilerin bordalarında bulunan yükleme
porous-chrome-plating: Bkz. porous chrome pro için bir açıklık; lumbar. 3) bir ocak kapağı gibi, şekli
cess. bir bakıma buna benzeyen bir delik.
porous-khrome process: Diz. Mot. silindir gömleği porthole glass: Den. lumbuz camı.
(layner) işlenmesinde uygulanan bir yöntem; göze portion: Parça; porsiyon.
nekli kromla kaplama; Van der Horst yöntemi. Portland cement: Kireçtaşı ve kil veya benzer madde
porphyrin: Hemoglobin veya klorofilin türevleri olan lerin yakılması ile yapılan ve su altında sertleşen bir
bir pirol grubu; demir ve magnezyum kapsamaz. tür çimento; Portland çimentosu.
porro prism: Bir 90° ve iki 45° lik açıya sahip olan üç- port scavenging: Portlaria donatılmış iki zamanlı mo
gensel optik prizma; teleskop tüplerinin daha kısa ol torlarda uygulanan bir süpürme yöntemi; basit port-
masına yardım eder; Poro prizması. lu süpürme; portlu süpürme; Bkz. scavenging.
port: 1) liman. 2) gemilerin girip çıktıkları ve yükleme port stick: Esk. Buh. Mak. slayt (çekmece) valfı ayar
boşaltma yaptıkları limanı olan bir il ya da ilçe; li lamak veya lid miktarını ölçmek üzere çam tahtasın
man şehri. 3) ithalât limanı. dan yapılmış, genişliği 20 mm ve kalınlığı 12 mm
port: 1) yüzünü baş tarafa doğru çeviren bir kişiye gö olan bir çubuk; port mastarı; slayt valf mastarların
re bir gemi veya uçağın sol tarafı; iskele; larboard dan biri.
şeklinde de kullanılır. 2) iskele tarafa ait veya iskele pos.: Bkz. positive.
de. 3) iskeleye dönmek (dümen için) veya hareket pose: Demir tozu.
etmek. position: 1) Aritm, türlü deneme değerleri kabul ede
port: 1) giriş. 2a) lumbar (lombar), b) bunun için ka rek bilinmeyen bir niceliği bulma yöntemi; rule of tri
pak; lumbar kapağı. 3) Mot. iki zamanlı makinelerde al and error adı da verilir. 2) yerleştirmek. 3) belirli
hava ya da hava benzin Karışımının girdiği ve egzoz bir gruba koymak. 4) yer; mevki; mahal: Geminin
gazlarının atıldığı, silindir gövdesine açılmış pencere mevkii gibi. 5) ofis; iş.
ler; süpürme ve egzoz portları; giriş portu. 4a) Buh. positive: 1) diğer elektrottan daha yüksek potansiye
Mak. buharın çekmece mahfazasından (slayt key- le sahip olan bir elektrot için söylenir. 2) Elekt. a) bir
sten) silindire girmesini ve çoğu zaman egzoz edil parça ipeğe sürtüldüğü zaman bir cam çubukta üre
mesini sağlayan buhar (stim) yolları; buhar portarı. tilen elektrik türüne ait veya onu belirten, b) pozitif
b) bazı çekmecelerde (slayt valflarda) buhar yolları; elektrik ile üretilen ve yüklenen; pozitif; karşıtı nega
buhar portu. tive. 3) Mate, sıfırdan daha büyük. 4) nitelik, nicelik,
positiv e colum n 424 potassiu m nitrat e tes t

batarya terminali, fotoğraf baskısı, derece bakımın


dan pozitif bir şey. potassium bicarbonate: Tıpta kullanılan beyaz, kris
talli çözünür bir tuz; potasyum bikarbonat, KHC0 3.
positive column: Bir deşarj (boşalım) tüpünde anot
potassium bromide: Beyaz, kristalli bir bileşik; potas
tan katota doğru uzanan ışıklı akkor; tüpü 5 mm Hg
yum bromür, KBr; fotoğrafçılıkta, tıpta vb. kullanılır.
yüksekliğindeki basınçta doldurur; pozitif kolon ya potassium carbonate: Beyaz, kristalli kuvvetli alkalin
da sütun. bir bileşik; potasyum karbonat, K 2 C0 3 ; sabun, cam
positive-feed oiler: Bkz. lubricator. vb. i yapımında ve tıpta kullanılır.
positive ion: Bir ya da daha fazla elektron kaybetme potassium chlorate: Renksiz, kuvvetli oksitleyici bir
si nedeniyle pozitif yük taşıyan bir iyon; pozitif iyon. madde ve kristalli bir tuz; potasyum klorat, KCI0 3 ;
positive lap: Orta durumda iken, slayt valfın portu patlayıcılar, kibrit, diş macunları vb. i yapımında kul
tam kapadıktan sonra arta kalan parçası; pozitif lep; lanılır.
Bkz. lap. potassium chloride: Renksiz, kristalli bir tuz; potas
positive lift: Basacağı sıvı düzeyinden daha yukarıya yum klorür, KCI; gübreler, patlayıcılar vb. inde kulla
yerleştirilmiş bir pompanın alıcı tarafı ile sıvı yüzeyi nılır; Bkz. sylvite.
arasındaki mesafe; pozitif yükseklik. potassium cyanate: Yabanıl otları denetlemek için
positive magnetic pole: Bir mıknatısın kuzeyi araştı kullanılan renksiz iğnecikler; potasyum siyanat, KC-
ran kutbu; pozitif mıknatıs kutbu. NO.
positive nucleus: Daima pozitif yüke veya şarja sa potassium cyanide: Aşırı zehirli, beyaz kristalli bir bi
hip olan bir atom çekirdeği; pozitif çekirdek. leşik; potasyum siyanür, KCN; metalürjide, altın elde
positive pole: Pozitif veya + kutup (bir pil, akü, jene etmede, kaplamacılıkta, böcek öldürücü yapımında
ratör vb. inin). kullanılır.
positive rays: Bir vakum tüpünde, katotta açılan de potassium dichromate: Sarımsı kırmızı, kristalli bir bi
liklerden geçen pozitif yüklü atom ve molekül hüz leşik; potasyum dikromat, KgCr2O7 oksitleyici mad
mesi; pozitif ışınlar. de olarak, fotoğrafçılıkta, boya yapımında vb. kullanı
positive valence: Bir atom veya grup tarafından bir lır.
ya da birden fazla elektron kaybetme sonucu bir de potassium hydroxide: Beyaz, kristalli bir tuz veya ha
ğer; pozitif değer. vadan emdiği nem ile eriyebilen bir katı bileşik; po
positive work: Mot. silindir içinde genişleme sırasın tasyum hidroksit, KOH; sabun, cam vb. i yapımında
da yapılan iş; pozitif iş. kullanılır, silindir yağlarına katılır; çok kuvvetli bir al
positron: Elektrona benzeyen fakat pozitif yüke sahip kali ve havadan karbon dioksit emen kimyasal bile
olan tanecik veya partikül; pozitron. şik; caustic potash şeklinde de yazılır.
positron emission: Çekirdekten bir pozitronun neşre- potassium hydroxide solution: Sıv. Yük. potasyum
dildiği işlem; pozitron yayılımı veya intişarı. hidroksit çözeltisi; potas kostik likörü; potas kostik
post: 1) çoğu zaman uzun ve kare kesitli veya silindir çözeltisi; potasyum hidrat çözeltisi; aşındırıcı ve pas
sel bir parça ağaç, metal vb.; kazık; dikme; direk; sı yapıcı, kokusuz, renksiz veya hafif sarı renkli, alkali
rık. 2) şekli ve amacı bakımından buna benzeyen ailesinden, higroskopik ve dayanıklı, insan sağlığı
herhangi bir şey. 3) bir geminin kaybolduğu veya için zararlı bir sıvı; Simg. KOH; 20°C'de öz.ağ. 1,5;
battığını ilan etmek. k.n. 150°C; d.n. 4°C'de başlar; suda tümü ile çözü
post mortem: Bilgisay. işlem sonrası (inceleme). nür; 20°C'de viskozitesi yaklaşık 0,1 P; gemilerde 10°-
post scavenge: Diz. Mot. iki zamanlı makinelerde sü 40°C sıcaklık ve atmosferik basınçta taşınır; 40°C'nin
pürme portları kapandıktan sonra bir miktar havanın üzerindeki sıcaklıklarda yumuşak çelikten yapılmış
egzoza kaçması; sonraki veya ileri süpürme. tank malzemesinde kostik gevreklik Bkz. ca ustic
potable: içilebilir; Çoğ. içilebilir bir şey; içecek; içki. enbrittlement oluşturucu tehlikesi vardır.
potable water: içme suyu. potassium iodate-iodide test: Buh. Kaza. besi (fid)
potable water pump: Den. lavabo, sebil veya hidro suyundaki sülflt miktarını bulmak için uygulanan bir
forlara içme suyu sağlayan küçük güçlü bir pompa; deney; potasyum iyodat-iyodür deneyi: İçinde 4
içme suyu pompası. 3 3
cm sülfürik asit ve 1 cm nişasta endikatör çözeltisi
potable water system: Gemilerin sebil, lavabolar, 3
bulunan bir porselen kaba 100 cm filtre edilmemiş
duş vb. i gerekli yerlerine sabit olarak içme ya da yı besi suyu alınır, çözeltiye potasyum iyodat-iyodür
kanma suyu sağlamak üzere oluşturulan devre; iç damlatılır ve sürekli karıştırılır. Bu ayıraç, sülfiti sülfa
me suyu devresi. ta oksitler ve mavi renk üretmek için çözeltiye ayıraç
potash: 1) doğal salamura, alkol vb. i yapımında da eklenmeye devam edilir, derhal kullanılan miktar
3
mıtma artıkları, yüksek fırınların baca tozları, odun saptanır ve [(cm iyodat iyodür/cm besi suyu) x
3

külü vb. inden elde edilen ve yumuşak sabun, güb 806] ile ppm türünden SO, bulunur.
re vb. i yapımlarında kullanılan bir oksit; potas, K2O. potassium iodide: Fotoğrafçılıkta kullanılan beyaz ta
2) kostik potas; potasyum hidroksit; KOH. 3) potas necikler; potasyum iyodür; Kl.
yum karbonat, K2CO3 potassium myronate: Renksiz, kristalli, glükosittuzu;
potash mica: Yalıtıcı ya da izolatör olarak kullanılan potasyum mironat, KC 10 H 18 O 10 NS 2 ; siyah hardal
lifli bir mineral; alüminyum ve potasyum ortosilikat; tohumundan elde edilir; hidroliz ile glükoz verir.
muskovit; potas mika. potassium nitrate: Renksiz, kristalli bir bileşik; potas
potassic: Potasyuma ait veya potasyum kapsayan. yum nitrat; KN0 3 ; gübre, barut, koruyucularda, kim
potassium: Havada hızlı bir biçimde etkilenen yumu yada ayıraç ve oksitleyici madde olarak kullanılır; ni
şak, gümüş beyazı, muma benzeyen kimyasal meta ter, salt peter şeklinde de kullanılır.
lik bir element; potasyum; kalyum; tuzları şeklinde potassium nitrate test: Potasyum nitrat deneyi; Fid
doğada bol miktarda bulunur; gübre, cam vb. i ya (besi) suyundaki yedek fosfat miktarını saptamak
pımlarında kullanılır; Simg.K; at.ağ. 39,096; at.no.19. 3
için kullanılan bir deney: Sıcak, süzülmüş 50 cm su-
po ta ssiu m pe rmanganat e 425 powe r balanc e

ya 4 gram potasyum nitrat eklenir ve çözününceye


pound: Büyük bir çekiç kullanarak, ağır darbelerle
dek çalkalanır, saydam bir çözelti elde edilinceye
3 vurmak ya da dövmek.
dek süzülür. Bu çözeltinin 25 cm 'ü 40°C'ye kadar
3 poundal: Bir librelik (0.453 kg) bir kütleyi bir saniye
ısıtılır ve 5 cm amonyum molibdat eklenir, çözelti de bir fit (0,3048 m) hızla kaldıran veya hareket etti
çalkalanır ve bulutlanma başlayıncaya kadar bu du ren iş birimi.
rumda tutulur. Bunun için geçen zaman not edilir. pound per square inch: Bir inç karelik (6,45 cm )
2

Fosfat yedeğinin miktarı ne kadar yüksek ise bu tep bir yüzeye uygulanan bir paundluk (0,453 kg) bir
kime o kadar kısa zamanda meydana gelir; iki daki
kuvvet; inç kareye libre olarak basınç; psi kısaltması
kadan az bir zaman fosfat yedeğinin 80 ppm'den bü
ile gösterilir.
yük, 5 dakikadan büyük zaman 20 ppm'den az fosfa
pour: 1) sürekli bir akım şeklinde akmaya neden ol
tı (P0 4 ) belirtir.
mak. 2) serbest, sürekli veya bol miktarda akmak.
potassium permanganate: Koyu mor renkli, kristalli
3) şiddetle yağmak (yağmur). 4) akma. 5) şiddetli
bir bileşik; potasyum permanganat, KMn0 4 ; oksitle
yağmur.
yici madde, antiseptik vb. olarak ve hacimsel analiz
pouring laddies: Erimiş metali ocaktan itibaren taşı
lerde kullanılır.
yarak kalıplara akıtan araç; erimiş metal akıtma kep
potassium sulfate: Yapay gübre yapımında ve kimya
çeleri veya kapları.
sal analizlerde kullanılan renksiz kristaller; potas
pour point: Akaryakıtların bir boruda veya boru devre
yum sülfat, K2SO4 sinde akabildikleri en düşük sıcaklık derecesi; akma
potency: 1) güç; kuvvet. 2) gelişme için kapasite; ge
noktası; akma sıcaklığı; motorlarda kullanılan yakıtla
lişme kapasitesi.
rın çoğunun akma noktası 0°C'nın altındadır; dizel
potential: 1) verilen bir nokta ile aza arasındaki potan
yakıtları için maksimum akma noktası -18°C veya
siyel farkı. 2) Elekt. bir devre veya alanının bir nokta
0°F'dir.
sında göreli (rölatif) gerilim, elektrik şarjı miktarı ve
pour point additives: Bkz. pour point depressor.
ya elektrifikasyon derecesi; potansiyel. 3) Fiz. duru
pour point depressor: Akma noktalarını veya sıcaklık
mun fonksiyonu olarak enerjide bir skalar büyüklük;
larını düşürmek için ve mum oluşmasına engel ol
potansiyel.
mak amacıyla yağlama yağlarına katılan alkil nafte-
potential difference: Aralarında akan akım sonucu
len vb. i maddelerden biri; akma noktası düşürücü.
iki noktanın elektriksel durumundaki fark; potansiyel
pour point improver: Bkz. pour point depressor.
farkı.
pour test: Mot. yağlama yağlarının akma noktalarını
potential divider: Bir elektrik cihazının uçları arasın
ve yakıt içindeki göreli mum miktarını saptamak için
daki potansiyel farkını denetlemek için kullanılan de
yapılan deney; akma deneyi, tecrübesi veya testi.
ğişken bir direnç elemanı.
powder: Herhangi bir kuru maddenin çok ince, duma
potential energy: Bobin biçimindeki bir yayda, baraj
na benzer partikül şeklinde, ezilerek ya da öğütüle
gölündeki suda, bir dağın tepesindeki kaya ya da
rek üretilen şekli; toz; pudra. 2) özel bir toz türü. 3a)
karda olduğu gibi, hareket yerine göreli durum sonu
toz şeklinde bir ilâç. b) bunun bir dozu. c) toz duru
cu olan enerji; potansiyel enerji; durağan enerji.
muna getirmek.
potential energy, nuclear: Bir çekirdekte tüm nükle-
powdered: Toz haline getirilmiş.
onların, aralarında etkiyen çekirdek kuvvetlerinden
powdered coal: Yıkanıp öğütülerek pudra kıvamına
gelen ortalama toplam enerji; nükleer potansiyel
getirilen ve enerji üretmek üzere kullanılan kömür;
enerji.
tozkömür; pudra kıvamında kömür.
potential galvanometer: Yüksek dirençli, voltmetre
powder magazine: Barut ve patlayıcıların depolandı
olarak kullanılabilen bir galvanometre; potansiyel
ğı bir bölme; cephanelik; baruthane.
galvanometre.
powder metallurgy: Metal ve alaşımları toz haline in
potential gradient: Mesafe ile potansiyelin değişim
dirgedikten sonra bunlara büyük basınç ve sıcaklık
miktarı; terim çoğu zaman elektrik alanlarına uygula
ta şekil vererek katılaştırma işlemi veya bilimi; toz
nır; bir iletkene de uygulanabilir; potansiyel değişi
metalürjisi.
mi.
powdery: 1) toza alt; toza benzer; toz şeklinde. 2) toz
potentially: Kuramsal olarak mümkün, fakat henüz
la kaplı; toz gibi.
gerçek olmayan; olanak dahilinde.
power: 1) iş yapma kapasitesi; yapma ve üretme yete
potentiometer: Elektrik potansiyelini ölçmek ya da
neği. 2) fiziksel kuvvet veya enerji: Elektrik enerjisi
denetlemek için bir cihaz; potansiyometre; voltmet
gibi. 3) fiziksel kuvvet veya enerji uygulamak için uy
re; gerilim ölçer.
gulama kapasitesi: 60 vatlık güç gibi. 4) Mate. bir sa
pot metal: 1) Orj. Ola. kap kaçak yapımında kullanı
yının kendisi ile çarpımının ürünü: 2'nin ikinci kuvve
lan kurşun ve bakırın bir alaşımı. 2) kap yapımı için
ti 4 ve 2'nin beşinci kuvveti 32'dir gibi. 5) Opt. bir
uygun bir demir türü. 3) erime sırasında bile her ta
mercek, mikroskop, teleskop vb. inin büyütme dere
rafı renkli olan boyanmış cam.
cesi; görüntü ve cisim çaplarının oranı ile belirtilir.
pottle: 1) Esk. yarım galona (1,89 litreye) eşit bir sıvı
6) bir güç kaynağı ile sağlamak ya da temin etmek.
ölçüm birimi. 2) bu kapasiteye sahip olan bir kap ya
7) elektrik enerjisi ile çalıştırılan. 8) makine güç siste
da maşrapa. 3) bu kabın içeriği.
minden hareket alarak hizmet veren.
pounce: Çok ince mangal kömürü tozu; model veya
power bearings: Güç yatakları; elektrik jeneratör ve
kalıp çıkarmada kullanılır.
motorlarının, santrfüj pompaların, türlü blover ve fan
pound: ingiliz ölçü sisteminin ağırlık birimi; paund;
ların yatakları gibi düzgün yük altında çalışan yatak
libre; 16 oz; 0,456 gram; 0,45 gram. 2) fut-paund-sa-
lar.
niye sisteminde kuvvet birimi.
power balance: Mot. Güç dengesi; güç balansı; her
powe r balancin g 426 power , wate r

silindirden eşit güç elde edilen (makine).


power pack: Transformatör, doğrultmaç, kapasitör ve
power balancing: Mot. güç dengelenmesi; gücün ba-
rezistörlü bir devreye klavuzluk eden ve alternatif
lanse edilmesi.
akımla girişi besleyen bir cihaz; çıkış tarafı 100-1000
powerboat: Motorlu hızlı tekne; hızlı motortbot.
V'tuk doğru akım sağlar.
power brake: Oto. Paskal ilkesine göre çalıştırılan ba-
power panel: Gücü ana besleyiciden (fiderden) alıp,
latalı fren; güç freni; hidrolik fren.
onu ayrı motorlar için devrelere ve güç cihazlarına
power breeder: Hem yararlı güç ve hem de yakıt
ileten panel; güç paneli.
oluşturmak üzere inşa edilen reaktör; güç üretici (re
power piston: 1) hidrolik regülatörlerde güç üreteci
aktör).
olarak kullanılan servomotorun pistonu; alt tarafında
power card: Diz Mot. güç diyagramı; güç kartı; silin
ki basınçlı yağ ile çalışarak yakıt püskürtme pompa
dirlerden, gücü saptamak amacıyla alınan endikey-
sının rak koluna kumanda eder. 2) Mot. makine silin
ter (pV) diyagramı.
dirlerinde üretilen gücün krank miline aktarılmasını
power consumption: Elekt. dağıtım tablolarındaki vat-
sağlayan piston; güç pistonu.
metrelerin belirttikleri güç; tüketilen güç; güç tüketi
power plant: 1) belirli bazı işletmeler için güç kayna
mi.
ğı olarak hizmet eden tüm cihazlar; güç tesisi; güç
power cord: Güç kablosu.
kuruluşu: Bir geminin güç tesisi gibi. 2) güç, özellik
power cycles: Mot. ideal, hava veya yakıt-hava çev
le elektrik gücü üreten bir fabrika; santral; elektrik
rimlerinin tümü; güç çevrimleri.
santralı. 3) bir otomotif aracının makine, karbüras-
power cylinder: 1) hidrolik regülatörlerde güç kayna
yon, ateşleme, soğutma ve yağlama sistemleri.
ğı olan servomotorun silindiri. 2) Mot. gücün üretildi
power-press: Her türlü pres işini yapan, bir elektrik
ği makine silindiri; güç silindiri.
motoru ile çalıştırılan ve pedala basıldığı sürece de
power driil: 1) elektrik motoru ile çalıştırılan portatif
vamlı olarak çalışan bir makine; güç presi; güç (ile
bir matkap veya delgi; elektrikli breyz. 2) dikey çalı
çalışan) pres.
şan, büyük matkap tezgâhı.
power pump: Çalışma gücü dış bir kaynaktan sağla
power driven: Güç ile çalıştırılan veya işletilen.
nan, piston ya da plencerin doğrusal hareketine bağ
power, eiectric: Bkz. Electric power.
lı olan, çok yüksek basınçlı pompa; besi suyu pom
power factor: Voltmetrede okunan gerçek gücün za
pası gibi bir pompa; güç pompası; pistonlu pompa;
hiri güce oranı; güç faktörü; güç etkeni; faz açısı;
plencerii pompa
cos,u ile gösterilir.
power-reactor: Bkz. nuclear reactor.
power factor meter: Elekt. Alternatif (dalgalı) akım
power rectifier: Akımın bir yönde akmasına müsaade
dağıtım tablolarının üzerinde bulunan ve güç faktörü
etmek amacıyla alternatif akımı doğru akıma çevir
nü belirten bir ölçü cihazı; cos ölçer.
mek için kullanılan bir cihaz; güç değiştiricisi; iki
power feeders: Elekt. Işık devreleri hariç, elektrik mo
elektrot (anot ve katot) ile bunlann arasında bulu
torlarının devrelerini besleyen güç besleyicileri; bes
nan ve akımı ileten bir maddeden oluşur.
leme devreleri.
power rule: Güç kuralı: "Elektriksel güç, gerilim ve
powerful: Güçlü; güce sahip; gücü olan; kuvvetli; etki
akım şiddetinin ürünüdür"; W = Vxl (vat, W).
li.
power saw: Bir elektrik motoru tarafından çalıştırılan
power-hammer: Türüne bağlı olarak buhar veya ba
testere; güç testeresi; makineli testere.
sınçlı hava ile çalıştırılan, çoğu duyarlı kontrola sa
power socket: Elekt. priz.
hip olan dövme makinesi; güç şahmerdanı; güç çeki
power station: Bir jeneratör ve bu jeneratörü çalıştır
ci.
mak için makineler kapsayan bir bina; elektrik san
powerhouse: Özellikle elektrik enerjisinin üretildiği te
tralı; güç santralı; çeviren makineler buhar makinesi,
sis; elektrik santralı.
gaz türbini, dizel motoru veya su türbini (hidro-elek-
power index: Mor. sıkıştırma eğrisinin ortalama üssü;
trik güç) olabilir; güç santralları enterkonekte siste
politropik sıkıştırmada 1,34-1,39 ve adyabatik sıkıştır
me elektrik enerjisi sağlarlar.
mada ise 1,41 değerlerini alır; güç indeksi.
power supply: Bir elektron tüpünde elektrik gücü kay
power law: Bkz. power rule.
nağı; güç kaynağı.
powerless: Güçsüz; kuvvetsiz; zayıf.
power take-off: Diz. Mot. verimli besleme sisteminde
power line: Elektrik motorlannın bulunduğu güç dev
Bkz. efficiency booster system bir gaz türbininin
relerini besleyen kablo; güç kablosu.
ürettiği gücün krank mili tarafından alınması; güç al
power loss: 1) elektrik makinelerinde bakır, demir,
ma.
eddy (edi) veya histerizis kayıplarının toplamı olan
power take-off gear: Diz. Mot. güç alma donanımı;
güç kayıbı. 2) Mot. sürtünme ve rüzgârlama (vanti-
Bkz. power take-off.
lasyon) kayıpları ile makine tarafından çalıştırılan
power tools: Elektrik motoru ile çalıştınlan türlü alet
yardımcı makinelerin tükettikleri güç. 3) Buhar Türb.
ler.
nozul (meme, lüle), kanat, rüzgârlama (vantilasyon)
power transformer: Özellikle güç devreleri için di
ve ısı kayıplarından gelen güç kayıbı.
zayn edilen ve çoğu zaman çelik bir mahfaza içine
power off: Kapamak (bir elektrik anahtarını).
konulan bir transformatör; güç transformatörü.
power on : Açmak (elektrik anahtarını).
power transmission system: Elekt. güç iletim siste-
power-operated: Buharlı, basınçlı hava, hidrolik ba
mi.
sıncı, elektrik enerjisi vb. i ile çalıştırılan; güçle çalış
power-volume ratio: Diz. Mot. silindirlerin toplam
tırılan.
strok hacmine uyan endike veya fren beygir gücünü
power output: Bir makinenin üreterek dış devreye
belirten bir kavram; güç-hacim oranı.
verdiği güç; güç verdisi; yük.
power, water Bkz. water power.
pozzolan a 427 pres s of sail (or canvas )

pozzolana: Bkz. pozzuolana. precooler: Gaz. Türb. kapalı bir çevrimde, türbinde
pozzuolana: Su çimentosu veya hidrolik çimentosu görev yaptıktan sonra iş gören medyumun veya
yapımında kullanılan öğütülmüş volkanik kaya. maddenin deniz suyu tarafından soğutulduğu yer;
ppm: Parts per million: Milyonda kısım. ön soğutucu; Gem. Mak. prekuler.
Pr: Bkz. praseodymium. precooling: Ön soğutma; önceden soğutma.
pr.: Bkz. power. pre-exhaust: Serbest ya da ön egzoz: Bkz. free exha
praseodymium: Nadir toprak grubundan metalik kim ust.
yasal bir element; prasedimiyum; tuzları genel ola prefabricate: 1) önceden yapmak veya imal etmek.
rak yeşil renklidir; Simg. Pr; at.ağ. 140,92; at.no. 59. 2) standartlaştırılmış bölümier yardımıyla ve çabuk
pratique: Den. karantina veya sağlık kurallarına uy olarak inşa etmek: Prefabrik ev gibi.
gun olarak bir gemiye verilen, liman içinde çalışma preheat: Önceden ısıtmak; ön ısıtma.
ya devam edeceğine dair belge; pratika. preheater: 1) daha çok sömidizei makinelerinin enjek
pre-: Önce, öncelikte, erken, önde anlamlarında bir törlerinden yakıtı püskürtmeden önce ısıtan ısıtıcı;
önek. ön ısıtıcı.
prearrange: Önceden düzenlemek. preheating: Ön ısıtma.
prearrangement: Düzenlenmesi önceden yapılan. preigniton: Benz. Mot. yanma odası duvarlarında kız
precaution: 1) önceden alınmış tedbir veya önlem. gın noktalar oluşması nedeniyle, silindirdeki hava-
2) olası tehlike, arıza vb. ine karşı önceden alınmış benzin karışımının kıvılcım oluşmadan kendiliğinden
önlem. ve normal zamanından önce tutuşması; ön tutuşma
precession: İlk durumuna göre bir jireskopun dönme veya yanma.
düzlemi açısını değiştirmeye gayret eden herhangi preliminary exhaust: Dört zamanlı motorlarda egzoz
bir kuvvetin ürettiği bir hareket; presezyon. süpapı, iki zamanlı makinelerde egzoz portları açıldı
precipitant: Kimy. bir çözeltiye eklendiği zaman çökel ğı an silindirden gaz firarı; ön egzoz; serbest egzoz;
ti oluşturan bir madde; çökeltici bir madde. Bkz. free exhaust.
precipitate: 1) iki maddenin çözeltileri arasında kim- premature ignition: Bkz. preignition.
yasai etki ile oluşan çözünmez bir ürün. 2) Meteo. premium: 1) ödül ya da hediye. 2) ödenen ek miktar;
yoğuşmak ve yağmur, kar, sulu kar vb. i şeklinde özellikle, borç ve faiz için ödenen miktar. 3) sigorta
düşmek veya yağmak. 3) Kimy. kimyasal ayıraç, sı poliçesi için aralıklarla ödenen ücret; sigorta primi.
caklık vb. t etkisiyie bir çözeltiden katı olarak ayrılan 4) çok yüksek değer.
bir madde; çökelti. preparation: 1) hazırlama. 2) hazırlanmış; hazırlık. 3)
precipitation: 1) havadan ayrılan veya bulutlardan dü hazırlamak için yapılan bir şey. 3) özel bir amaç için
şen yağmur, kar, sulukar, sis, don, çığ vb. i gibi hazırlanmış bir şey.
nem. 2) kimyasal biçimde çözeltilerinden katıların preparation phase: Hazırlık safhası; Bkz, ignition de
ayniması. lay.
precipitation hardening: Bkz. age hardening. prepare: 1) hazırlamak; çoğu zaman özel bir amaç
3
precipitation number: Diz. Mot. 10 cm kullanılmış için hazırlamak. 2) gerekli teçhizat vb. i ile donat
3
yağ 90 m petrol naftası ile karıştırılıp hepsinin birlik mak. 3) bir plân ya da formüle göre malzeme, bile
3
te sepere edilmesiyle elde edilen cm türünden tor şen, parça vb. lerini bir araya koymak; tesis etmek.
tuyu belirtir; kullanılmış yağ içindeki tortu miktarını preservable: Korunabilir; saklanabilir.
saptamak üzere uygulanır; preslpitasyon sayısı; tor preservation: Saklama ya da saklanma.
tu deneyi; tortu sayısı en fazla 0,5 olmalıdır; bu sayı preserve: 1) zarar, hasar, tehlike, vb. inden koru
yı aşan değerlerde yağ değiştirilmelidir. mak; muhafaza etmek; saklamak. 2) gelecekte kul
precipitator: Çöktüren kişi ya da şey; çöktürücü; çö lanmak üzere tuzlayarak, turşu ve konserve vb. ya
keltici. parak hazırlamak (yiyecekler için).
precise: 1) tam anlamıyla tanımlanan; doğru olarak press: 1) sürekli kuvvet ya da ağırlıkta etkilemek; bas
belirtilen. 2) değişimi olmayan; dakik olarak doğru; tırmak; sıkıştırmak. 2a) sıkıştırma ile suyunu çıkar
kesin. mak, b) sıkıştırmak. 3) ütülemek. 4) basınç geçir
precisely: Kesin bir şekilde; kesin olarak; kesinlikle. mek ya da uygulamak. 5) sıkıştırma veya sıkıştırıl
precision: Kesin olma niteliği; kesinlik; dakiklik. ma. 6) basınçla kıran, damgalayan, düzelten vb. i
precision bearing: Mot. yüksek devirli makinelerin bir cihaz veya makine. 7a) basım için türlü makine
palamar yataklarında kullanılan, el ile alıştırılama- lerden herhangi biri; matbaa makinesi, b) baskı sa
yan, çok duyarlı işçilik gerektiren, selleri daha ince natı, işi veya uygulaması.
yapılan ve yatak metalleri çok ince olan yatak; has pressboard: Yalıtım veya izolasyon maddeleri ile do
sas yatak; duyarlı yatak. yurulmuş, cam gibi parlak bir madde; karton; yük
pre-combustion: Ön yanma; Bkz. pre-combustion sek basınç ve sıcaklık için uygun değildir; petrol ve
chamber. yağlama yağı boru devrelerinde kullanılır.
pre-combustion chamber: Sömidizel (yarım dizel) press fit: Pres veya basınçla birbirine geçirme; sıkı
makinelerinde yakıtın yanmaya hazırlandığı ve ilk geçme.
olarak tutuştuğu, çoğunlukla silindir kapağı üzerinde press, hydraulic: Bkz. hydraulic press.
olan ve bir ya da bir kaç dairesel kanal ile silindire pressed-in bushing: Bkz. full-floating bushing.
bağlanan hücre; ön yanma odası; ön yanma hücre press of sail (or canvas): Den. herhangi belirli bir
si. rüzgâr basıncı altında bir gemiyi emniyetli bir biçim
precool: Paketleme ya da nakletmeden önce yapay de yürütecek maksimum yelken yüzeyi ya da mikta-
olarak soğutmak. n.
pressure .128 pressuretro l

pressure: 1) sıkıştırma veya sıkıştırılma; kompresyon. yükselmesi için, 0°C'de basıncın 1/273'ü kadar yük
2) Elekt- elektromotor kuvvet. 3) Fiz. zıt bir gövdeye selir."
uygulanan kuvvet; bir yüzey üzerine dağıtılan itme pressure lubrication: Diz. Mot. karterden çarpma ile
ya da srast; birim alana uygulanan kuvvet; basınç; yağ alamayan makine kısımlarının yağlanmasında
2
N/m , bar, atm, at. psi vb. i kısaltmalarla belirtilir. standart bir yöntem; basınçla yağlama; cebrî yağla
pressure, absolute: Bkz. absolute pressure. ma; yağlama yağı bir dişli vb. i pompa ile samp (ma
pressure alarm: Diz. Mot. ceket ve piston soğutma kine altı) tanktan çekilerek (2-6 bar) basınçla maki
suyu ve yağlama yağı sistemlerine uygulanabilen ve nenin gerekli kısımlarına verilir.
buralardaki basınç belirli bir değerin altına indiğinde pressure oiling: Bir pompa, lubrikatör vb. ile yağla
işletmeciyi sesle uyaran cihaz; basınç alarmı; moni ma; basınç ile yağlama; cebrî yağlama.
tor şeklinde de kullanılır. pressure, partial: Bir gaz karışımının bileşenlerinden
pressure altitude: Standart atmosferde verilen bir ba (kısmî gazlarından) biri tarafından uygulanan ba
sınca uyan altitüt; basınç rakımı; yükseltisi veya alti- sınç; kısmi basınç.
tütü. pressure-reducing valve: a) ilk hareket sistemlerin
pressure-charged: Bkz. supercharged. de olduğu gibi, basınçlı havanın (~ 35 bar) basıncı
pressure charging: Bkz. supercharge. nı düşürmede (20-25 bara) kullanılan diyaframlı ve
pressure compounded turbine: iki ya da daha fazla ya pilot valflı bir cihaz; basınç düşürme valfı: Gem.
sayıdaki De Laval kademesinden oluşan türbin; ba Mak. redyusin valf. b) buharlı devrelerde taze buha
sınç basamaklı türbin; Rateau (Rato) türbini. rın basıncını düşüren ve onun ısıtma, sıcak su vb. i
pressure compounding: Basınç basamaklarından sistemlerde kullanılmasını sağlayan valf.
oluşan (türbin); basınç basamaklı. pressure regulator: Diz. Mot. yağlama devresi üzerin
pressure-control valve: Çek ya da stop valf sınıfına de bulunan, yay yükü ile çalışan ve yatakların boş
girmeyen ve sıvıların basınçlarını denetlemek için lukları normal iken bol miktarda yağ baypas eden,
özel olarak dizayn edilen valf; basınç denetim valfı. yatakların klerensleri aşırı olduğu zaman yağ verme
pressure cooker: Düdüklü tencere. yen ve yatakların bakım zamanlarının geldiğinin an
pressure, oritical: Kritik sıcaklığında bir gazı sıvılaştır laşılmasına neden olan cihaz; basınç regülatörü.
mak için gerekli basınç; kritik basınç. pressure regulator valve: Bkz. pressure regulator.
pressure relief valve: Diz. Mot. silindir kapakları üze
pressure drop: Basınç düşümü; giriş ve çıkış basınç
rinde bulunan ve silindirde belirli basınç aşıldığı za
ları arasındaki fark; iç sürtünme nedeniyle oluşur.
man kendiliğinden açılarak basıncı gideren ve yay
pressure face: Den. bir gemi tornayte hareket ediyor
yükü ile çalışan bir valf; basınç giderme valfı; Gem.
ken pervanesinin kanatlarının arka tarafı; basınç yü Mak. rilif valf; emniyet valfı; sadece relief valve ola
zü; sadece face olarak da kullanılır. rak da kullanılır.
pressure feed system: Buh. Türb. bir pompanın sağ pressure rise, rapid: Diz. Mot. tutuşma gecikmesin
ladığı basınç ile rotorşaft ve devir düşürücü dişlilerin den sonra silindir içindeki anî basınç yükselmesi;
yataklarının yağlandığı devre; basınçlı yağlama siste hızlı basınç artması veya yükselmesi.
mi; cebri yağlama devresi; basınçlı besleme sistemi.
pressure shift: Kaynak yüksek basınç altında olduğu
pressure filter: Diz. Mot. yağlama yağının pompa ba zaman, tayf hatlarının dalga boyundaki değişim; ba
sıncı ile geçirilerek temizlendiği, çoğunlukla bez tor sınç değişimi.
ba elemanlı bir süzgeç; basınç filtresi. pressure spindle: D/z. Mot. bir yay basıncı ile enjek
pressure-fired boiler: Bir gaz türbininin çevirdiği ha tör iğne valfını yuvasına bastıran dairesel kesitli çu
va kompresörü tarafından sağlanan aşırı doldurma buk; sıpındıl; baskı çubuğu.
havasının yanma havası olarak kullanıldığı kazan; pressure spring: Enjektörlerin püskürtme basınçları
basınçlı hava ile fayraplı kazan; süperşarjlı kazan; nın ayarlanmasına yardım eden ve baskı çubuğu
süperşarjlı buhar üretme sistemi. aracılığı ile iğne valfı yuvasına bastıran yay; enjektör
pressure, gauge: Bir manometre tarafından ölçülen, yayı; basınç yayı; enjektör basınçlarının ayarlanma
atmosfer basıncı üzerinde veya altındaki basınç; ma sında bu yayın tansiyonu arttırılarak işlem yapılır.
nometre basıncı. pressure, standart: 0°C'de 760 mm cıva yüksekliği
pressure gradient: İki yer arasındaki basınç değişimi tarafından uygulanan basınç; standart basınç.
miktarı; basınç değişim miktarı. pressure stress: Yüksek basınçtan kaynaklanan ge
pressure gun: Gresleri basınçla grasörlere (gres kap rilme ya da stres; basınç gerilmesi; silindir laynerleri-
larına) basan tabanca; basınç tabancası; gres taban ni etkileyen basınç gerilmesi gibi.
cası; gres pompası. pressure thermometer: Basınç termometresi;
pressure head: 1) basıncı nedeniyle bir sıvının her -51°C'den (-60°F) 1650°C'ye (3000°F) kadar ölçüm
bir birim ağırlığının enerjisi; basınç hedi veya basınç yapabilen Bourdon tüplü Bkz. Bourdon tube sıcak
yüksekliği. 2) pilot tüpünden oluşan ve hava akıntıla lık ölçer; Bourdon tüpünün a) cıva ya da alkol, b)
rının hızını ölçmek için kullanılan bir uçak cihazı. haznesi kısmen alkol veya benzin kapsayan buharlı
pressure, hydrostatic: Bkz. hydrostatic pressure. ve c) nitrojen ile dolu olan üç türü vardır.
pressure increase ratio: Sabit hacimde yanmalı çev pressure-time diagram: Diz. Mot. ordinatı bar türün
rimlerde, yanma sonundaki basıncın, yanma başlan den basıncı ve apsisi krank derecesi türünden zama
gıcındaki basınca oranı; basınç artması oranı. nı belirten açık bir diyagram; basınç-zaman diyagra
pressure, impact: Hareketli bir sıvı tarafından, onun mı; tutuşma gecikmesi ve yanmanın kademelerini in
akımına dik olan bir düzleme uygulanan basınç; celemek için kullanılır.
çarpma basıncı. pressuretrol: Buh. Kaza. Yardımcı kazanlarda, buhar
pressure indicator: Bkz. indicator. basıncındaki değişimlere göre, otomatik olarak bör-
pressure law: Hacmin sıcaklıkla değiştiği, bu arada nerlere verilen yakıt ve havayı düzenleyen cihaz; pre-
basıncın sabit kaldığı kanun; basınç kanunu: "Sabit süretrol.
hacimdeki bir gaz kütlesinin basıncı, 1°C sıcaklık
pressure, vapor 429 prime

pressure, vapor: 1) atmosfere kapalı bir kaptaki sıvı primaquine: Sentetik kimyasal bir bileşik; aminokino-
ya da katının buharları tarafından uygulanan basınç; lin; sıtmanın tedavisi için kullanılır.
buhar basıncı. 2) tek başına bir buharın basıncı. primary: 1) Kimy. a) bir atom veya kökün yer değiştir-
pressure vessels: Buh. Kaza, heder, su ve buhar dra mesiyle sonuçlanan, b) bir moleküldeki birden fazla
mı (domu), su dramı vb. gibi kaplar; basınçlı kaplar; karbon atomu ile birleşmeyen bir karbon atomu ile
basınç kapları. belirtilen. 2) Elekt. bir endüksiyon bobini vb, inde en-
pressure-velocity compounded: Basınç ve hız basa dükleme akımı, devre veya sargıya ait .3) Elekt.
maklarından oluşan; hız ve basınç basamaklı (tür transformatör, endüksiyon bobini vb. inin birincil ya
bin); Körtis-Rato (türbini). da primer sargısını belirten. 4) birincil ya da primer
pressure-velocity compounding: Basınç ve hız basa sargı.
maklarından veya kademelerinden oluşan (buhar primary air: Gaz. Türb. yanma odasına verilerek, yakı
türbini). tın yakılmasını sağlayan hava; birincil hava; primer
pressure-volume diagram: Diz. Mot. silindirlerden alı hava.
nan, kursun herhangi bir noktasındaki basınç-hacim primary battery: Kimyasal bir tepkimeden, tersinir
değişimlerini gösteren diyagram; basınç-hacim di olamayan elektrik üreten batarya; primer ya da birin
yagramı; p-V diyagramı; endikatör diyagramı; endi- cil batarya; primer batarya yeniden şarj edilemez.
keyter diyagramı. primary celi: Elekt. tersinir olmayan elektrokimyasal
pressure welding: Kaynağı tamamlamak için basınç tepkime ile enerji üreten ve elektrik akımı ile şarj edi
kullanılan herhangi bir kaynak işlemi ya da yöntemi; lemeyen veya kimyasal enerjiyi elektrik enerjisine çe
basınç kaynağı. viren bir batarya ya da pil; birincil pil; primer pil; vol
pressurize: Alçalma ve yükselmelerde, yüksek rakım ta pili.
larda (bir uçak vb. i) içindeki basıncı, normal atmos primary circuit: Benz. Mot. ateşleme devresinin birin
fer basıncına yakın olarak tutmak. cil ya da primer devresi: Akü, anahtar, kapasitör
pressurized: Bir kompresörün sağladığı, basıncı at (meksefe, kondensatör) ve platinlerden oluşur; birin
mosfer basıncından daha yüksek olan (hava); ba cil devre; primer devre.
sınçlı hava gibi; basınçlı. primary coil: Primer veya birincil sargı. 1) endüksi
pressurized cabin: Bir aşırı doldurucu ile iç basıncı yon bobininin, manyetik alan oluşturan ve 240 kıv
yeryüzündeki basınca yakın bir değerde tutulan rımdan (sarımdan) oluşan sargısı. 2) iki telli bir
uçak kabini; basınçlı kabin. transformatörün, genellikle sekonder (ikincil) sargı
pressurized-furnace boiler: Bkz. pressure-fired bo da endüksiyon akımı oluşturan sargısı; sarım sayısı
iler. transformatörün indirdiği veya yükselttiği gerilimin
pressurized suit: Yüksek rakımlı uçuşlarda, tecrübe sayısal değerine bağlıdır.
dalışlarında havacıyı basınç ve yerçekim kuvveti de primary electron: 1) birincil emisyondan gelen bir
ğişimlerine karşı koruyan giysi. elektron; primer elektron. 2) iki elektronun çarpışma
pressurized-water reactor: Reaktör, kazan eşanjör sından sonra, büyük enerjiye sahip olan elektron.
boruları, dolaşım pompası ve boru devresinden olu primary heating: Den. fuel oil kullanılan buhar kazan
şan, soğutucu ve moderator olarak ağır veya hafif ları ve dizel motorlarının, dinlendirme ve çift dip (da-
su kullanan bir reaktör türü; basınçlı su reaktörü. bılbotum) tanklarında yaklaşık 50°C'ye kadar oian
pressurizer: Bazı nükleer reaktörlerde kullanılan dü ısıtma; birinci! ısıtma; primer ısıtma.
şey, yüksekliği 5,5 m (18 fit), iç çapı 1,5 m (5 fit) primary inertia force: Birincil atalet kuvveti; motorla
ve rın eksenel veya doğrusal hareket yapan kısımları
hacmi 8,5 m3 /300 fit3), yaklaşık yarısı buhar domu nın kütlelerinden gelen ccs,u yasasına uyan kuvvet;
gibi görev yapan, iç basıncı 128-150 bar (1 850- birinci harmonikler.
2185 psi) olan
pressurizing bir Bkz.
tank: basınç tankı.
pressurizer. primary shaft: Oto. vites kutusu ana mili.
presswork: 1) bir matbaa makinesinin işletilmesi ya primary superheater: Üst ısıtıcısı ayrı olarak fayrapla-
da yönetimi. 2) bir baskı makinesi tarafından yapılan nan su borulu kazanlarda kullanılan ve süperhiyter
iş; baskı işi. ocağı ile ana ocağın boruları arasında bulunan kızdı
prestone: Atmosferik basınçta kaynama sıcaklığı rıcı; primer veya birincil süperhiyter.
197°C olan bir kimyasal madde; etilen glikol; lâbora- primary system: Nük. Ener. reaktör göbeğine temas
tuvarlarda kullanılan bazı küçük güçlü makinelerin si eden reaktör soğutucusunu kapsayan sistem ya da
lindir ceketlerinde ve soğutma devrelerinde soğutu devre; birincil sistem; primer devre.
cu olarak kullanılır; preston. primary winding: Bkz. primary coil.
preventive: Önleyici ve önlemek için görev yapan; prime: 1) Mate, a) 3,5 veya 7 gibi kendisinden veya
özellikle hastalık önleyen bir ilâç; önleyen veya koru 1'den başka tam sayı ile bölünemeyen sayı; asal sa
yan herhangi bir şey; özellikle tıpta hastalık önleyen yı, b) 1 istisna edilirse aynı tam sayı ile böiüneme
herhangi bir şey; profilâktik. yen. 2) dakika işareti ('). 3) Aritm. asal bir sayı. 4)
preventive maintenance: Koruma amacı ile yapılan emme sağlayıncaya dek (bir pompanın) alıcı taralı
bakım; koruyucu bakım. na su dökülerek çalışmaya hazırlamak. 5) bir pom
Prevost's law of heat exchange: "Sıcak madde tara pa, makine vb. ini çalışmaya hazırlamak. 6) buharla
fından kaybedilen toplam sayıdaki ısı birimi, soğutu karışık püskürtme şeklindeki suyun silindire verilme
cu madde tarafından kazanılan toplam sayıdaki ısı sine müsaade etmek: Buhar makinesi için söylenir.
birimine eşittir." Prevost'un ısı dönüştürme yasası. 7) ilk hareketten önce motor silindirlerine benzin
prick: Zımba ile işaretlemek; çentik açmak. pompalamak. 6) ilk hareketin zor olduğu soğuk ha
prick punch: Domuz tırnağı keski; işaret zımbası. valarda silindirlere eter gibi çabuk parlayan bir sıvı
prim: Bkz. primary. vermek.
primal: Birincil ya da primer.
pressur e 428 pressuretro !

pressure: 1) sıkıştırma veya sıkıştırılma; kompresyon. yükselmesi için, 0°C'de basıncın 1/273'ü kadar yük
2) Elekt. elektromotor kuvvet. 3) Fa. zıt bir gövdeye selir."
uygulanan kuvvei; bir yüzey üzerine dağıtılan itme pressure lubrication: Diz. Mot. karlerden çarpma ile
ya da srast; birim alana uygulanan kuvvet; basınç; yağ alamayan makine kısımlarının yağlanmasında
2
N/m , bar, atm, at, psi vb. i kısaltmalarla belirtilir. standart bir yöntem; basınçla yağlama; cebrî yağla
pressure, absolute: Bkz. absolute pressure. ma; yağlama yağı bir dişli vb. i pompa ile samp (ma
pressure alarm: Diz. Mot. ceket ve piston soğutma kine altı) tanktan çekilerek (2-6 bar) basınçla maki
suyu ve yağlama yağı sistemlerine uygulanabilen ve nenin gerekli kısımlarına verilir.
buralardaki basınç belirli bir değerin altına indiğinde pressure oiling: Bir pompa, lubrikatör vb. ile yağla
işletmeciyi sesle uyaran cihaz; basınç alarmı; moni ma; basınç ile yağlama; cebrî yağlama.
tor şeklinde de kullanılır. pressure, partial: Bir gaz karışımının bileşenlerinden
pressure altitude: Standart atmosferde verilen bir ba (kısmî gazlarından) biri tarafından uygulanan ba
sınca uyan altitüt; basınç rakımı; yükseltisi veya alti- sınç; kısmi basınç.
tütü. pressure-reducing valve: a) ilk hareket sistemlerin
pressure-charged: Bkz. supercharged. de olduğu gibi, basınçlı havanın (~ 35 bar) basıncı
pressure charging: Bkz. supercharge. nı düşürmede (20-25 bara) kullanılan diyaframlı ve
pressure compounded turbine: iki ya da daha fazla ya pilot valflı bir cihaz; basınç düşürme valfı: Gem.
sayıdaki De Lavai kademesinden oluşan türbin; ba Mak. redyusin valf. b) buharlı devrelerde taze buha
sınç basamaklı türbin; Rateau (Rato) türbini. rın basıncını düşüren ve onun ısıtma, sıcak su vb. i
pressure compounding: Basınç basamaklarından sistemlerde kullanılmasını sağlayan valf.
oluşan (türbin); basınç basamaklı. pressure regulator: Diz. Mot. yağlama devresi üzerin
pressure-control valve: Çek ya da stop valf sınıfına de bulunan, yay yükü ile çalışan ve yatakların boş
girmeyen ve sıvıların basınçlarını denetlemek için lukları normal iken bol miktarda yağ baypas eden,
özel olarak dizayn edilen valf; basınç denetim valfı. yatakların klerensleri aşırı olduğu zaman yağ verme
pressure cooker: Düdüklü tencere. yen ve yatakların bakım zamanlarının geldiğinin an
pressure, oritical: Kritik sıcaklığında bir gazı sıvılaştır laşılmasına neden olan cihaz; basınç regülatörü.
mak için gerekli basınç; kritik basınç. pressure regulator valve: Bkz. pressure regulator.
pressure drop: Basınç düşümü; giriş ve çıkış basınç pressure relief valve: Diz. Mot. silindir kapakları üze
ları arasındaki fark; iç sürtünme nedeniyle oluşur. rinde bulunan ve silindirde belirli basınç aşıldığı za
pressure face: Den. bir gemi tornayte hareket ediyor man kendiliğinden açılarak basıncı gideren ve yay
ken pervanesinin kanatlarının arka tarafı; basınç yü yükü ile çalışan bir valf; basınç giderme valfı; Gem.
zü; sadece face olarak da kullanılır. Mak. rilif valf; emniyet valfı; sadece relief valve ola
pressure feed system: Buh, Türb. bir pompanın sağ rak da kullanılır.
ladığı basınç ile rotorşaft ve devir düşürücü dişlilerin pressure rise, rapid: Diz. Mot. tutuşma gecikmesin
yataklarının yağlandığı devre; basınçlı yağlama siste den sonra silindir içindeki anî basınç yükselmesi;
mi; cebri yağlama devresi; basınçlı besleme sistemi. hızlı basınç artması veya yükselmesi.
pressure filter: Diz. Mot. yağlama yağının pompa ba pressure shift: Kaynak yüksek basınç altında olduğu
sıncı ile geçirilerek temizlendiği, çoğunlukla bez tor zaman, tayf hatlarının dalga boyundaki değişim; ba
ba elemanlı bir süzgeç; basınç filtresi. sınç değişimi.
pressure-fired boiler: Bir gaz türbininin çevirdiği ha pressure spindle: Diz. Mot. bir yay basıncı ile enjek
va kompresörü tarafından sağlanan aşırı doldurma tör iğne valfını yuvasına bastıran dairesel kesitli çu
havasının yanma havası olarak kullanıldığı kazan; buk; sıpındıl; baskı çubuğu.
basınçlı hava ile fayraplı kazan; süperşarjlı kazan; pressure spring: Enjektörlerin püskürtme basınçları
süperşarjlı buhar üretme sistemi. nın ayarlanmasına yardım eden ve baskı çubuğu
pressure, gauge: Bir manometre tarafından ölçülen, aracılığı ile iğne valfı yuvasına bastıran yay; enjektör
atmosfer basıncı üzerinde veya altındaki basınç; ma yayı; basınç yayı; enjektör basınçlarının ayarlanma
nometre basıncı. sında bu yayın tansiyonu arttırılarak işlem yapılır.
pressure gradient: iki yer arasındaki basınç değişimi pressure, standart: 0°C'de 760 mm cıva yüksekliği
miktarı; basınç değişim miktarı. tarafından uygulanan basınç; standart basınç.
pressure gun: Gresleri basınçla grasörlere (gres kap pressure stress: Yüksek basınçtan kaynaklanan ge
larına) basan tabanca; basınç tabancası; gres taban rilme ya da stres; basınç gerilmesi; silindir laynerleri-
cası; gres pompası. ni etkileyen basınç gerilmesi gibi.
pressure head: 1) basıncı nedeniyle bir sıvının her pressure thermometer: Basınç termometresi;
bir birim ağırlığının enerjisi; basınç hedi veya basınç -51°C'den (-60°F) 1650°C'ye (3000°F) kadar ölçüm
yüksekliği. 2) pitot tüpünden oluşan ve hava akıntıla yapabilen Bourdon tüplü Bkz. Bourdon tube sıcak
rının hızını ölçmek için kullanılan bir uçak cihazı. lık ölçer; Bourdon tüpünün a) cıva ya da alkol. b)
pressure, hydrostatic: Bkz. hydrostatic pressure. haznesi kısmen alkol veya benzin kapsayan buharlı
pressure increase ratio: Sabit hacimde yanmalı çev ve c) nitrojen ile dolu oları üç türü vardır.
rimlerde, yanma sonundaki basıncın, yanma başlan pressure-time diagram: Diz. Mot. ordinatı bar türün
gıcındaki basınca oranı; basınç artması oranı. den basıncı ve apsisi krank derecesi türünden zama
pressure, impact: Hareketli bir sıvı tarafından, onun nı belirten açık bir diyagram; basınç-zaman diyagra
akımına dik olan bir düzleme uygulanan basınç; mı; tutuşma gecikmesi ve yanmanın kademelerini in
çarpma basıncı. celemek için kullanılır.
pressure indicator: Bkz. indicator. pressuretrol: Buh. Kaza. Yardımcı kazanlarda, buhar
pressure law: Hacmin sıcaklıkla değiştiği, bu arada basıncındaki değişimlere göre, otomatik olarak bör-
basıncın sabit kaldığı kanun; basınç kanunu: "Sabit nerlere verilen yakıt ve havayı düzenleyen cihaz; pre-
hacimdeki bir gaz kütlesinin basıncı, 1°C sıcaklık süretrol.
pressura, vapor 429 prime

pressure, vapor: 1) atmosfere kapalı bir kaptaki sıvı primaquine: Sentetik kimyasal bir bileşik; aminokino-
ya da katının buharları tarafından uygulanan basınç; lin; sıtmanın tedavisi için kullanılır.
buhar basıncı. 2) tek başına bir buharın basıncı. primary: 1) Kimy. a) bir atom veya kökün yer değiştir-
pressure vessels: Buh. Kaza. heder, su ve buhar dra mesiyle sonuçlanan, b) bir moleküldeki birden fazla
mı (domu), su dramı vb. gibi kaplar; basınçlı kaplar; karbon atomu ile birleşmeyen bir karbon atomu ile
basınç kapları. belirtilen. 2) Elekt. bir endüksiyon bobini vb. inde en-
pressure-velocity compounded: Basınç ve hız basa dükleme akımı, devre veya sargıya ait .3) Elekt.
maklarından oluşan; hız ve basınç basamaklı (tür transformatör, endüksiyon bobini vb. inin birincil ya
bin); Körtis-Rato (türbini). da primer sargısını belirten. 4) birincil ya da primer
pressure-velocity compounding: Basınç ve hız basa sargı.
maklarından veya kademelerinden oluşan (buhar primary air: Gaz. Türb. yanma odasına verilerek, yakı
türbini). tın yakılmasını sağlayan hava; birincil hava; primer
pressure-volume diagram: Diz. Mot. silindirlerden alı hava.
nan, kursun herhangi bir noktasındaki basınç hacim primary battery; Kimyasal bir tepkimeden, tersinir
değişimlerini gösteren diyagram; basınç-hacim di olamayan elektrik üreten batarya; primer ya da birin
yagramı; p-V diyagramı; endikatör diyagramı; endi- cil batarya; primer batarya yeniden şarj edilemez.
keyter diyagramı. primary cell: Elekt. tersinir olmayan elektrokimyasa!
pressure welding: Kaynağı tamamlamak için basınç tepkime ile enerji üreten ve elektrik akımı ile şarj edi
kullanılan herhangi bir kaynak işlemi ya da yöntemi; lemeyen veya kimyasal enerjiyi elektrik enerjisine çe
basınç kaynağı. viren bir batarya ya da pil; birincil pil; primer pil; vol
pressurize: Alçalma ve yükselmelerde, yüksek rakım ta pili.
larda (bir uçak vb. i) içindeki basıncı, normal atmos primary circuit: Seriz. Mot. ateşleme devresinin birin
fer basmana yakın olarak tutmak. cil ya da primer devresi: Akü, anahtar, kapasitör
pressurized: Bir kompresörün sağladığı, basıncı at (meksefe, kondensatör) ve platinlerden oluşur; birin
mosfer basıncından daha yüksek olan (hava): ba cil devre; primer devre.
sınçlı hava gibi; basınçlı. primary coil: Primer veya birincil sargı. 1) endüksi
pressurized cabin: Bir aşırı doldurucu ile iç basıncı yon bobininin, manyetik alan oluşturan ve 240 kıv
yeryüzündeki basınca yakın bir değerde tutulan rımdan (sarımdan) oluşan sargısı. 2) iki telli bir
uçak kabini; basınçlı kabin. transformatörün, genellikle sekonder (ikincil) sargı
pressurized-furnace boiler: Bkz. pressure-fired bo da endüksiyon akımı oluşturan sargısı; sarım sayısı
iler. transformatörün indirdiği veya yükselttiği gerilimin
pressurized suit: Yüksek rakımlı uçuşlarda, tecrübe sayısal değerine bağlıdır.
dalışlarında havacıyı basınç ve yerçekim kuvveti de primary electron: 1) birincil emisyondan gelen bir
ğişimlerine karşı koruyan giysi, elektron, primer elektron. 2) iki elektronun çarpışma
pressurized-water reactor: Reaktör, kazan eşanjör sından sonra, büyük enerjiye sahip olan elektron.
boruları, dolaşım pompası ve boru devresinden olu primary heating: Den. fuel oil kullanılan buhar kazan
şan, soğutucu ve moderator olarak ağır veya hafif ları ve dizel motorlarının, dinlendirme ve çift dip (da-
su kullanan bir reaktör türü; basınçlı su reaktörü. bılbotum) tanklarında yaklaşık 50°C'ye kadar olan
pressurizer: Bazı nükleer reaktörlerde kullanılan dü ısıtma; birinci! ısıtma; primer ısıtma.
şey, yüksekliği 5,5 m (18 fit), iç çapı 1,5 m (5 fit) primary inertia force: Birincil atalet kuvveti; motorla
3 3
ve hacmi 8,5 m /300 fit ), yaklaşık yarısı buhar rın eksene! veya doğrusal hareket yapan kısımları
domu gibi görev yapan, iç basıncı 128-150 bar (1 nın kütlelerinden gelen cos,u yasasına uyan kuvvet;
850-2185 psi) olan bir basınç tankı. birinci harmonikler.
pressurizing tank: Bkz. pressurizer. primary shaft: Oto. vites kutusu ana mili.
presswork: 1) bir matbaa makinesinin işletilmesi ya primary superheater: Üst ısıtıcısı ayrı olarak fayrapla-
da yönetimi. 2) bir baskı makinesi tarafından yapılan nan su borulu kazanlarda kullanılan ve süperhiyter
iş, baskı işi. ocağı ile ana ocağın boruları arasında bulunan kızdı
prestone: Atmosferik basınçta kaynama sıcaklığı rıcı; primer veya birincil süperhiyter.
197°C olan bir kimyasal madde; etilen glikol, lâbora- primary system: Nük. Ener. reaktör göbeğine temas
tuvarlarda kullanılan bazı küçük güçlü makinelerin si eden reaktör soğutucusunu kapsayan sistem ya da
lindir ceketlerinde ve soğutma devrelerinde soğutu devre; birinci! sistem; primer devre.
cu olarak kullanılır; preston. primary winding: Bkz. primary coll,
preventive: Önleyici ve önlemek için görev yapan; prime: 1) Mate, a) 3,5 veya 7 gibi kendisinden veya
özellikle hastalık önleyen bir ilâç; önleyen veya koru 1'den başka tam sayı ile bölünemeyen sayı; asal sa
yan herhangi bir şey; özellikle tıpta hastalık önleyen yı, b) 1 istisna edilirse aynı tam sayı ile bölüneme
herhangi bir şey; profilâktik. yen. 2) dakika işareti ('). 3) Aritm. asal bir sayı. 4)
preventive maintenance: Koruma amacı ile yapılan emme sağlayıncaya dek (bir pompanın) alıcı tarafı
bakım; koruyucu bakım. na su dökülerek çalışmaya hazırlamak. 5) bir pom
Prevost's law of heat exchange: "Sıcak madde tara pa, makine vb, ini çalışmaya hazırlamak. 6) buharla
fından kaybedilen toplam sayıdaki ısı birimi, soğutu karışık püskürtme şeklindeki suyun silindire verilme
cu madde tarafından kazanılan toplam sayıdaki ısı sine müsaade etmek: Buhar makinesi için söylenir.
birimine eşittir." Prevost'un ısı dönüştürme yasası. 7) ilk hareketten önce motor silindirlerine benzin
prick: Zımba ile işaretlemek; çentik açmak. pompalamak. 6) ilk hareketin zor olduğu soğuk ha
prick punch: Domuz tırnağı keski; işaret zımbası. valarda silindirlere eter gibi çabuk parlayan bir sıvı
prim: Bkz. primary. vermek.
primal: Birincil ya da primer.
prim e mover 430 proces s

prime mover: 1) güç üretmek, su akıtmak vb. i gibi ile yapılan baskı; tıpoğrafi. 4) basılı malzeme. 5) ga
insan tarafından uygulanan herhangi bir doğal kuv zete veya dergi. 6) baskı ya da tab. 7) bir yüzey üze
vet. 2) doğal kuvveti üretici güce dönüştüren, türbin rine baskı yapmak. 8) basmak; yayınlamak. 9) klişe
vb. i gibi bir makine. 3) muharrik; hareket veren. den basılı resim çıkarmak.
primer: Patlayıcı kapsayan küçük bir tapa, tüp, vb.i; print belt: Bilgisay. yazma kuşağı
büyük bir silâhın ana dolgusunu ateşlemek için kul printer: Bilgisay. yazıcı.
lanılır. printery: 1) matbaa; basımevi. 2) kumaşlara baskı ya
primer paint: Yağlı boya yapılmadan önce, çoğunluk pılan fabrika.
la metal yüzeylere sürülen ilk (kat) boya; astar bo printing: 1) baskı yapan kişi veya şeyin işi; basma;
ya. baskı. 2) basılı madde üretimi. 3) bir kerede basılan
priming: 1) boya vb. inde alt veya ilk kat. 2) bir bu bir kitap vb. inin tüm kopyaları.
har kazanında su düzeyinin yüksek olması, su yo printing paper: Baskı kâğıdı; ozalit kâğıdı.
ğunluğunun yükselmesi, yüzey gerilimi vb. i neden printing press: Mürekkepli hurufat, levhalar veya si
lerle makineye su yürümesine neden olan olay; ka lindirlerden baskı yapan bir makine; baskı makinesi;
zan kaynaması. 3) Diz.. Mot. yüksek basınç pompası matbaa makinesi.
ile enjektör arasındaki borunun havasının çıkanlma- prism: 1) Geom. çokgen olan tabanları birbirine para
sı; havasızlandırma, 4) santrfüj pompaların alıcı tara lel ve yanal yüzleri dikdörtgen olan katı; prizma: Üç
fındaki borunun havasının çıkarılması; havasızlandır gen, dörtgen, çokgen prizma gibi. 2) su damlası gi
ma; self priming olarak da kullanılır. 5) ilk hareket bi, ışığı kıran herhangi bir şey. 3) Opt. a) tabanları
kolaylığı sağlamak üzere, makine silindirlerine kolay üçgen ve birbirine paralel ve yanal yüzleri dikdört
yanıcı, eter gibi, bir madde verme. gen olan, camdan yapılmış, tayfta ışığı kırmak için
priming pump: Havasızlandırma pompası ya da tu kullanılan saydam prizma, b) üç ya da daha fazla ke
lumbası; sintine veya safra pompalarının devrelerini narı olan benzer bir şekil.
havasızlandıran ve böylece suyun giriş borusunda prismatic: 1) prizmaya ait veya ona benzeyen. 2)
yükselmesini sağlayan pompa. prizma gibi ışığı kıran. 3) prizmatik renklere benze
priming, seif: Bazı pompaların alıcı tarafındaki boru yen. 4) çok renkli; çok parlak; göz kamaştırıcı. 5) Mi
devresinin havasını boşaltıp vakum oluşturarak alıcı ner, ortorombik.
tarafın su ile dolmasını sağlayan küçük bir ecektör; prismatical: Bkz. prismatic.
kendiliğinden havasızlandırma. prismatically: 1) prizmatik renklerle. 2) prizmatik ola
priming system: Diz. Mot. Havasızlandırma sistemi; rak. 3) bir prizma arasından.
Bkz. priming (4); havasızlandırma devresi. prismatic coefficient: Gem. inş. kesiti bir geminin en
priming valve: Diz. Mot yakıt püskürtme pompası ile geniş yerindeki kesiti kadar ve boyu geminin boyu
enjektör arasında devrenin havasını çıkarmak için na eşit olan bir prizmanın hacminin, geminin su altı
kullanılan ve enjektör üzerinde bulunan bir valf; ha kısmına oranı; prizmatik katsayı.
vasızlandırma amacıyla elle açılır; havasızlandırma prismatic colors: Bir prizmadan beyaz bir ışığın geç
valfı; baypas valfı; Gem. Mak. prayming valf. mesiyle görünür tayfta üretilen renkler; prizmatik
primitive: Primer ya da birincil; temel; esas. 2) Ceb. renkler: Kırmızı, turuncu, sarı, yeşil, mavi, çivit, ren
Geom. diğerinden çıkan şekil. gi ve mor.
prin.: Bkz. 1) principal. 2) principally. 3) principle. prismoid: Tabanları birbirine paralel fakat eşit olma
principal: Asıl; en önemli; başlıca; esas. yan çokgenlerden oluşan ve yana! yüzleri yamuk
principal dimensions: Pistonlu bir pompa, makine olan bir şekil; prizmoit.
ya da bir motorun silindir çapı, piston stroku ve pis prismoidal: Prizmoite benzeyen veya ona ait.
ton ortalama hızını kapsayan ölçüleri; esas ölçüler; probability: 1) olabilir olma durumu veya niteliği; ola
ana ölçüler. bilirlik; olasılık; probabilite. 2) olabilir bir şey. 3) şan
principally: Başlıca; esas olarak. sın matematiksel ifadesi.
principium: 1) prensip; ilke. 2) Çoğ. ilk prensipler; probable: Muhtemel; olası.
esaslar. probably: Olasılıkla; büyük bir olasılıkla.
principle: 1) bir şeyin son kaynağı, başlangıcı veya problem: 1) çözüm veya düşünme için sunulan bir
nedeni. 2) prensip ya da ilke. 3) bir şeyin çalışma soru. 2) şaşırtıcı veya zor bir soru, madde, durum
yöntemi: Benzin veya dize! motorlarının çalışma ilke veya kişi. 3) Mate, yapılması gereken herhangi bir
si gibi. 4) kural. şey; problem; mesele; sorun. 4) eğitilmesi veya di
principal axis: Bir merceğin yüzeylerinin eğri merkez sipline edilmesi çok zor.
lerini birleştiren doğru; esas eksen. problematic: Bkz. problematical.
principle of flotation: Yüzen bir cismin kendi ağırlığı problematical: 1) bir problemin doğasına sahip olan.
kadar su taşırması ilkesi; yüzme ilkesi; Arşimet ilkesi 2) belirsiz; tahmin olunamaz.
nin özel bir durumu. procain: Kokaine benzeyen, fakat ondan daha az ze
principle of moments: Eğer bir cisim kuvvetlerin etki hirli olan sentetik, kristalli bir bileşik; prokain,
siyle dengede ise, saat yönündeki momentlerin top C 1 3 H 2 0 O 2 N 2 . HCI; tıp ve diş hekimliğinde
lamı, cismin herhangi bir noktasında saat aksi yö lokal
nündeki momentlerin toplamına eşittir; momentler il anestezik olarak kullanılır.
kesi veya prensibi. procedure: 1) yöntem; tarz; işlem. 2) bir şeyi yap
print: 1) baskı; basım; tab. 2) mühür, kalıp, lokma mak için belirli bir yol; iş yapma usulü.
vb. i gibi baskı yapmak için kullanılan araç, alet vb. process: 1) Bir işletme maddesinin herhangi bir ter
3) basılı harfler, kelimeler vb. i; mürekkepli hurufat modinamik özelliğindeki herhangi bir değişim; ter
modinamik değişim veya işlem. 2) bir çok değişiklik-
p r oces si n g 431 p ro mp t

ler içine alan sürekli gelişme. 3) bir şeyi yapmanın


program (programme): 1a) bir seremoni, eğlence
belirli yöntemi. 4) özel muamele veya işlemle hazır
vb. inde olayların, parçaların ve konuşmacıların vb. i
lanmış. 5) Matb. mekanik veya fotoğraf yardımıyla
listesi; program, b) olayların tümü. 2) bir işlemin ta
klişe yapım yöntemlerinin tümü. 6) özel muamele ve
sarımı veya plânı. 3) programa girmek; plânlamak;
ya işlem ile hazırlamak. 7) mekanik veya fotoğrafla
plân yapmak.
klişe çıkarma yöntemine ait veya bu yöntemle yapı
progress: 1) ilerleme. 2) iteri gidiş; gelişme. 3) ileriye
lan ya da kullanılan.
hareket etmek (gitmek); ilerlemek. 4) devam etmek
processing: işleme.
ya da sürdürmek. 5) gelişmek.
processor: Bilgisay. işlemci.
progression: 1) ileriye hareket ediş; gelişme; ilerle
prod.: Bkz. 1) produce. 2) produced. 3)
yiş. 2) Astr. doğrudan gezegensel hareket. 3) Mate.
product.
orantılı farklarla azalan veya çoğalan sayılar dizisi:
produce: 1) üretmek; yaratmak; doğurmak; ürün ver
Aritmetik veya geometrik dizisi gibi; fite. arithmetic
mek; oluşturmak. 2) yapmak veya imal etmek. 3) ne
progression, geometric progression.
den olmak; sebebiyet vermek. 4} Geom. uzatmak
progression, arithmetic: Bkz. arithmetic progressi
(bir çizgi ya da düzlemi). 5) alışılmış ürün veya ürün
on.
leri imal etmek, oluşturmak, doğurmak vb. i. 6) üreti
progressional: İlerleme veya gelişmeye ait veya geliş
len herhangi bir şey; özellikle çiftlik ürünlerinin tü
me kapsayan.
mü.
progressive: 1) ilerleyen; ileriye giden. 2) ardıl adım
producer: 1) üreten bir kişi; özellikle eşyalar ve ser
larla devam eden veya süren.
visler üreten kişi; üretici. 2) karbon monoksit üretimi
project: 1) tasarlamak; niyet etmek (iş, plân vb.). 2)
için kullanılan özel bir fırın veya ocak. 3) prodüktör.
fırlatmak; ileriye fırlatmak. 3) bir yüzey üzerinde gö
producer gas: Düşük nitelikli kömürün sınırlı miktar
rünmek veya düşmeye neden olmak (gölge, görün
daki hava ile yakılmasından elde edilen ve azot ile
tü vb.). 4) Geom. bir düzlem yüzeyde uygun çizgiler
karbon monoksit kapsayan yanıcı bir gaz karışımı;
yardımıyla belirtmek.
endüstride kullanılır.
projectile: 1) ileriye atılmak için tasarlanmış kurşun,
producer goods: Tüketim malları üretiminde kullanı
mermi, roket vb. i bir cisim. 2) ileriye atılan veya fırla
lan ham maddeler ve makineler gibi malzeme.
producible: Üretilebilir olma yeteneği; üretilebilirlik. tılan herhangi bir şey. 3) ileriye atılmak üzere dizayn
edilen: Mızrak ya da cirit gibi. 4) ileriye fırlatma.
product: 1) tabiat veya endüstri ya da sanat tarafın
projection: 1) fırlatma veya fırlatılma. 2) atılan bir
dan üretilen şey; ürün. 2) kimyasal bir değişim sonu
şey. 3) plânlanan bir şey; özellikle harita yapımcılı
cu oluşan herhangi bir madde. 3) Mate, iki ya da da
ğında, dünya yüzeyinin (veya göksel kürenin) veya
ha fazla sayının birlikte çarpılmasıyla elde edilen sa
onun bir parçasının bir düzlem üzerinde simgelen-
yı; ürün.
mesl. 4) Foto. bir görüntünün bir perde vb. i üzerin
production: 1) üretme işlemi veya işi; üretim. 2) üre
de görünmesinin nedeni olan işlem; projeksiyon; iz
tim miktarı. 3a) üretilen bir şey; ürün. b) sanat, ede
düşüm.
biyat, tiyatro vb. çalışması. 3) ekonomik değer üreti
projection welding: işleme başlamadan önce metal
mi; mal ve hizmet üretimi; karşıtı tüketim.
levhalardan birine presle çıkıntılar yapıldıktan sonra
production reactor: Özellikle geniş ölçüde değişik
uygulanan, altta ve üstte bulunan, düz elektrotlarla
ürünler, örneğin plütonyum oluşturmak üzere kurul
yapılan kaynak; çıkıntılı kaynak: Ses geçirmez yap
muş bir reaktör; plütonyum reaktörü.
mada kullanılır.
productive: 1) üretken; bol miktarda üreten; verimli.
projective geometry: Şekil yansıtıldığı zaman özellik
2) bol üretimi ile göze çarpan. 3) Ekon. ekonomik
leri de değişmeyen bir şekil ile ilgilenen geometri da
değer yaratma veya mal ve hizmetler üretmeye ait
lı.
veya onunla ilişkili.
projector; Projektör; 1) özellikle bir perdeye görüntü
productivity: Üretken, verimli vb. olma durumu veya
fırlatan bir makine; sinema makinesi; 2) proje tasar
niteliği; verimlilik.
layan ya da yaparı kimse; 3) fırlatan veya atan bir ki
protession: Tarih, felsefe veya bilimde ve çoğu za
şi veya şey.
man el çalışması yerine zihinsel çalışmayı gerektiren
öğretim, mühendislik vb. meslek veya iş; özellikle prolate: Kutuplarda uzatılmış: Bir tür sferoit gibi.
tıp, hukuk veya ilahiyat gibi. prolate ellipsoid: Kutuplara doğru uzatılmış elipsoit;
iki ucu kabarık elipsoit.
proficiency: Ehliyetli olma durumu, niteliği veya ger
prolin: Bkz. proline.
çeği.
proficient: Maharetli, yetenekli, kabiliyetli. proline: Proteinlerin ayrışmasıyla oluşan bir amino
asit; prolin, C 5 H 9 0 2 N .
profile: 1) bir yüzün yandan görünüşü; profil; yandan
prometacenter: Herhangi bir noktada bir yüzme eğri
görünüş. 2) bu tür görünüşlü bir (teknik) resim. 3)
sinin merkezi; prometasentir.
Mim. bir bina vb. inin yan veya kesit ya da yan yük
promethium: Nadir toprak grubundan kimyasal meta
sekliği. 4) yandan görünüşünü çizmek veya skecini
lik bir element; prometyum: Simg. Pm; at.ağ. 147
yapmak.
(?); at.no. 61; eski adı ilinyum Bkz. illinium.
profile plane: Tek. Res. bir cismin sol ya da sağ
promotor (promoter): Bir katalizöre, onun etkisini art
taraf larından resminin yapıldığı düzlem; profil
tırmak amacıyla az bir miktar eklenen madde: Haber
düzlemi; yanal düzlem.
işleminde Bkz. Haber process alüminyum, demir
progesterone: Sentetik olarak da yapılan kristalli bir
katalizör üzerinde çoğaltıcı görev yapar; yükseltici;
hormon; projesteron. C 21 H 30 O 2 .
arttırıcı; çoğaltıcı.
progestin: 1) projesteron'un eski adı. 2) etkisi projes-
prompt: 1) hazır; çabuk; hemen olan. 2) gecikmeksi-
terona benzeyen herhangi bir madde.
p ro mp t n e u t ro n s 432 p ro pionic

zin veya bir kerede yapılan, konuşulan vb. i. 3) hare


propel: ileriye doğru itmek, sevketmek veya sürmek.
kete getirmek. 4) Bilgisay. yanıt istemi.
propellant: ileri doğru iten, süren veya sevkeden kişi
prompt neutrons: Zincirleme tepkime veya fizyon tep
ya da şey; özellikle bir mermiyi silâhtan sevkeden
kimesi sırasında anî olarak görülen, vukubulan veya
patlayıcı dolgu.
firar eden nötronların büyük bir bölümü; hızlı nötron
propellent: Bkz. propellant.
lar; acele nötronlar.
propeller: iten, süren veya sevkeden kişi veya şey;
Prony brake: iki sürtünme blokundan oluşan ve kü
özellikle bir gemi veya uçağı yürüten türlü cihazlar
çük güçlü motorların fren beygirgüçlerini ölçmek
dan biri; pervane.
için kullanılan balatalı, mekanik bir dinamometre;
propeller efficiency: itme, tepki ya da srastın, perva
Proni freni.
nenin aldığı güce oranı; pervane verimi.
proof: 1) tecrübe etme işi veya işlemi; bir şeyi dene
propeller factor: Pervanelerin seçimi sırasında dikka
me veya tecrübe etme. 2) denenen veya tecrübe edi
te alınması gereken pervane sayısı, pervane çapı,
len durum ya da niteliğe sahip olan. 3) dayanıklılığı
devir ve kanat sayısı, piç oranı, piç değişimi, maksi
denenmiş ya da tecrübe edilmiş. 4) bir alkollü içki
mum kanat kalınlığı, kanat kesiti vb. i etkenler; per
nin derecesi; alkol derecesi. 5) Mate, bir hesaplama
vane etkeni; pervane faktörü.
nın doğruluğunu kontrol işlemi; sağlama. 6) Foto.
propeller horsepower: Bir ana makineden pervane
bir negatifin deneme baskısı. 7) Mattı, hataları bul
ye iletilen güç; pervane beygirgücü; pervane gücü;
mak, düzeltmek veya değiştirmek için deneme baskı
fren gücünden srast ve şaft yatakları ile kovanın tü
sı. 8) dayanıklığın denenmesi veya test edilmesine
kettikleri güç çıktıktan sonra kalan güç; fren beygir-
ait. 9) deneme veya tecrübe için kullanılan. 10) stan
gücünden % 10-% 20 kadar daha küçüktür.
dart dereceye ait; Alkollü içkiler için söylenir.
propeller pitch: Kanatlarından biri üzerindeki bir nok
proofing: 1) bir şeyi geçirmez, özellikle su geçirmez
tanın, pervanenin tam bir devri sırasında, geminin al
yapma işi ya da işlemi. 2) bu işlemde kullanılan kim
dığı mesafe; pervane piçi, adımı ya da hatvesi.
yasal madde vb. i.
propeller pump: Üzerinde giriş ve çıkış bağlantıları
proof-plane: Yalıtılmış veya izole edilmiş saplı küçük
bulunan bir mahfaza içinde bir mil ile döndürülen
bir metal levha; şarjı denemek için kullanılır; Bkz.
pervane türünden bir tulumba; pervane pompa; ka
electroscope. 3
pasiteleri yaklaşık 0,1-30 m /saat ve basma yüksek
proof spirit: Hacminin % 50'si 15,55°C'de (60°F) öz
likleri en fazla 20 metredir.
gül ağırlığı 0,7939 olan alkol kapsayan alkolü bir içki
ya da alkol ve su karışımı. propeller shaft: 1) bir gemide ana makinenin gücü
proof test: Bir makine parçası ya da makineyi dizayn nü pervaneye aktaran ve ara şaftlardan oluşan mil;
veya çalışma yüküne eşit ya da onu geçen yükte de pervane şaftı ya da mili. 2) bir otomobilde gücü ak
neme; örneğin bir döküm borunun, işletme basıncı tarma organları ile arka aksa ileten mil; çalıştırma mi
nın iki misli su basıncı ile denendiği tecrübe; dene li ya da şaftı.
me tecrübesi; prova deneyi. propeller slip: Den. pervanenin, vida gibi, katı bir ci
prop: 1) bir yapı ya da parçanın altında veya ona kar simde bir devirdeki ilerleme miktarı ile, su içinde ger
şı yerleştirilmiş katı bir destek, kiriş, payanda veya çek olarak bir devirdeki ilerleme miktarı arasındaki
kazık. 2) payanda ile taşımak, tutmak vb. i. 3) des fark; pervane slipi; pervane ilerlemesi.
teklemek; destek vermek. propalier thrust: Gem. Mak. pervane tarafından şafta
propagate: 1) Mot. silindirler içinde alevlerin yayılma iletilen ve srast yatağı tarafından gemi bünyesine ya
sı Bkz. flame propagation period). 2) uzay içinde yılan itme ya da tepki; pervane srastı; pervane tepki
uzanmak veya iletilmek. 3) çoğalma. 4) çoğalma yo si.
lu ile iletmek. 5) çoğalmaya neden olmak. propeller turbine: Bkz. axial turbine.
propelling machinery: Pervaneyi çevirmek amacı ile
propagation: Yayma; yayılma.
kullanılan buharlı, motorlu veya gaz türbinli bir maki
propagation period, flame: Bkz. flame propagation
ne; ana makine.
period.
propene: Bkz. propane.
propane: Sıv. Yük. propan; çok parlayıcı, insan sağlı 2
ğı için hafifçe zararlı, kokusuz, kaçak tehlikesine kar proper fraction: Mate, 2/5 veya x/x gibi, payı pay
şı kokulandırılan, doymuş alifatiklerden, nem emme dasından daha küçük veya daha düşük derecede
yen, renksiz, sıvılaştırılabilen bir gaz; Simg.C3 H8 ; olan bayağı kesir.
20°/4°C'de öz.ağ. 0,5184; k.n.-42,5°C; property: 1) bir şeye sahip olma, kullanma veya ta
d.n.-187,69°C; suda çözünmez; 20°C'de viskozitesi sarruf etme hakkı. 2) sahip olunan şey ya da şeyler;
0,05 cP; -44°C'de 0,1 cP; gemilerde -42,5°C sıcaklık özellikle sahip olunan mal, mülk veya arazi. 3) özel
ve atmosfer basıncı veya 12-13 atmosfere kadar ba likle, bir kimyasal bileşiğin özelliği gibi.
sınçta taşınır, propionaidehyde: Sıv. Yük. propionaldehit; propa
propanol: Sıv. Yük. propanol; etil karbinol; 1-propa- nol; propiyonik aldehit; propilik aldehit; yangın tehli
nol, propan-1-01; propil alkol; n-propil alkol; yangın kesi olan, boğucu ve meyva kokulu, renksiz, alifatik
tehlikesi olan, alkole benzer kokulu, saydam, birincil lerden, nem emmeyen, dayanıklı, insan sağlığı için
alifatiklerden, nem emmeyen, insan sağlığı için za zararlı bir sıvı; Simg. C 2H 5CHO; 20°/4°C'de öz.ağ.
0

rarlı, renksiz bir sıvı; Simg.CH3CH2-CH2OH; 0,807; k.n. 48,8 C; d.n.-81°C; suda hafifçe çözünür;
20°/4°C'de öz.ağ. 0,8044; k.n.97°C; d.n.-127°C; su viskozitesi belli değil; gemilerde çevre sıcaklığı ve at
da tümü ile çözünür; 20°C'de viskozitesi 2,256 cP; mosfer basıncında taşınır; tropikal koşullarda yükün
gemilerde çevre sıcaklığı ve atmosfer basıncında ta soğutulması gerekir.
şınır. propionic: Kimy. renksiz, tatlı kokulu, terde bulunan
ve odunun damıtılmasından elde edilen sıvı yağ asiti-
propionic acid 433 p ro p y len e o x id
e

ni belirtir; propiyonik.
propulsive efficiency: itme veya sevk verimi.
propionic acid: Sıv. Yük. propiyonik asit; rnetilsaiisilik
propyl: Propan'dan türeyen tek değerli bir kök; pro-
asit; proponoyik asit; sıvı olarak derişik, insan sağlı
pil, C 3 H
ğı için zararlı, keskin kokulu, saydam, renksiz, akıcı,
7.
higroskopik, dayanıklı ve akıcı bir asit; Simg. C 2 H5 -
propyl acetate, n-: Sıv. Yük. n-propil asetat; yangın
COOH; 20°/20°C'de öz.ağ. 0,993-1,000; k.n.
tehlikesi olan, armuta benzer kokulu, insan sağlığı
140,8°C; d.n.-20,7°C; suda tümü ile çözünür;
için zararlı, alifatik ailesinden, nem emmeyen, daya
20°C'de viskozitesi 1,102 cP; gemilerde çevre sıcaklı
nıklı, saydam ve renksiz bir sıvı; Simg. CH3CO-
ğı ve atmosfer basıncında taşınır.
OC 3 H7 ; 20°/20°C'de öz.ağ. 0,887; k.n. 101,6°C;
propjet: Türbo pervaneli jet makinesi; Bkz. turbop d.n. -92,5°C; 20°C suda % 1,9 oranında çözünür; ge
rop. milerde çevre sıcaklığı ve atmosfer basıncında taşı
proportion: 1) özellikle bir bütün ile ilişkili bir parça, nır.
pay ya da porsiyon; hisse; kota. 2) ölçü, miktar, ni
propyl alcohol: Reçine ve sakızların çözücüsü olarak
celik vb. ine göre parçalar ya da nesneler arasındaki
kullanılan renksiz bir sıvı; propil alkol, C3 H7 OH.
kıyaslamalı ilişki; oran, 3) parçalar ya da şeyler ara propyl benzene, iso: Sıv. Yük. izo propilbenzen; cu-
sındaki ilişki; denge ya da simetri. 4) bir standarda mene; cumol; 2-fenil propan; insan sağlığı için zarar
bağlı ölçü, derece veya uzunluk. 5) Çoğ, boyutlar, lı, tatlı ve keskin kokulu, aromatiklerden, nem emme
ölçüler veya dimensiyon. 6) Mate, a) oranlar arasın yen, dayanıklı, renksiz bir sıvı; Simg. C6 H5 CH
daki eşitlik; geometrik oran. b) üçü verildiğinde dör -(CH 3 )2 ; 20°/4°C'de öz.ağ. 0,864; k.n. 152,4°C;
düncü niteliği bulma yöntemi; orantı. 6) bir bütünü d.n.-96,0°C; suda çözünmez, 25°C'de viskozitesi
ahekli veya simetrik olarak düzenlemek. 7) orantı 0,73 cP; gemilerde çevre sıcaklığı ve atmosfer basın
kurmak. cında taşınır.
proportional: 1) orantıya ait veya orantı ile saptanan; propylene: Sıv. Yük. propilen; propen; çok yanıcı, in
nisbî veya bağıl; rölatif ya da göreli. 2) orantılı; oran san sağlığı için zararlı, kendine has kokulu, doyma
tıya sahip olan; orantılı olma. 3) Mate, aynı veya sa mış alifatiklerden, nem emmeyen, dayanıklı ve renk
bit orana sahip olan.
proportionality: Orantılı veya orantılı olma durumu siz bir gaz; Simg. CH 3.CH:CH 2; 15,56°/15,56 C'de 0
ya da niteliği; orantılılık. ve 10 bar basınçta öz.ağ. 0,5218; k.n. -47,7°C; d.n.
proportionate: Orantılı olarak; orantılı yapmak. -185°C; suda çözünmez; viskozitesi belli değil; gemi
proportioned: Belirli oranlara sahip olan. lerde çevre sıcaklığı veya altında ve atmosfer basıncı
propulsion: 1) tahrik etme veya tahrik edilme. 2) sü ya da üzerindeki basınçlarda taşınır.
ren veya sevk ya da tahrik eden şey; tahrik veya sür propylene dichloride: Sıv. Yük. propilen diklorür;
me kuvveti; tahrik; propulsiyon. 1,2-dikloropropan; propilen klorür; propen diklorür;
propulsion boiler: Bkz. main boiler. yangın tehlikesi olan, insan sağlığına hafifçe zararlı,
propulsion duty: Den. pervane çevirme görevi; Gemi klorforma benzer kokulu, doymuş alifatiklerden,
ana makineleri için söylenir. nem emmeyen, dayanıklı, renksiz bir sıvı; Simg.
propulsion efficiency: itme ya da sevk verimi. CHgCHCICH2CI; 20°/20°C'de öz.ağ. 1,1583; k.n.
propulsion engines: Özellikle gemilerde, uçak, füze, 96,3°C; d.n.-80°C; suda ağırlıksal olarak % 0,26 ora
roket vb. inde aracı tahrik etmek üzere kullanılan di nında çözünür; viskozitesi belli değil; gemilerde çev
zel motoru, buharlı makineler, gaz türbinleri, jet mo re sıcaklığı ve atmosfer basıncında taşınır.
torları, roket makineleri vb. i; tahrik ya da sevk maki propylene glycol: Sıv. Yük. propilen glikol; 1,2-
neleri. dihid- rokzi propan; metilen glikol; metil glikol; 1,2-
propulsion generator: Dizel-elektrik veya türbo-elek propan- diyol; propan-1,2-diyol; tehlikesiz, glikol
trik sistemli gemilerde propulsiyon motorları için ailesinden, kokusuz, renksiz, nem emmeyen,
elektrik enerjisi üretmek amacıyla kullanılan DC ve normal sıcaklıklar da dayanıklı bir sıvı;
ya AC jeneratörü; tahrik ya da propulsiyon jeneratö Simg.CH3CHOH. CH2OH; 20°/20°C'de öz.ağ.
rü. 1,0381; ' k.n. 187,4°C;
propulsion motor: Dizel-elektrik veya türbo-elektrik d.n.-60°C'nin altında; suda tümü ile çözünür;
sistemli gemilerde, kıç tarafta bulunan ağır devirli, 20°C'de viskozitesi 56 cP; gemilerde çevre sıcaklığı
pervane çeviren elektrik motoru veya elektrik motor ve atmosfer basıncında taşınır.
larından biri; tahrik motoru; propulsiyon motoru. propylene glycol monomethyl ether: Sıv. Yük.
propulsion shaft: Gücü ana makineden pervaneye propi len alkol monometil eter; "dovanol PM"; 1-
ve srastı (tepkiyi) pervaneden srast yatağına aktaran metaksi-2 propanol; propilen glikol metileter; önemli
şaft; pervane şaftı; tahrik, itme ya da propulsion şaf bir tehlike siz olmayan, hafif ve hoş kokulu, glikol
tı. eter ailesin den nem emmeyen, dayanıklı, renksiz
propulsion turbine: Pervane çevirme görevi için di bir sıvı; Simg. CH3OCH2.CHOH.CH3; 25°/25°C'de
zayn edilen herhangi cins (aksiyon, reaksiyon, kar öz.ağ. 0,9109;
maşık vb.i) türbin; propulsiyon türbini; tahrik türbini. k.n.120,1°C; d.n.-97°C; suda tümü ile çözünür;
propulsion unit: Herhangi bir tahrik ya da propulsi 25°C'de viskozitesi 1,86 cks; gemilerde çevre sıcaklı
yon tesisinde ana türbinler, devir düşürücü donanım ğı ve atmosfer basıncında taşınır.
lar ve ana kondenserden oluşan ünite; tahrik veya propylene oxide: Sıv. Yük. propilen oksit; 1,2-epok-
propulsiyon ünitesi. sipropan; metîloksiran; propenoksit; yangın ve patla
propulsive: Sevk, tahrik veya itici güce sahip olan. ma tehlikesi olan, eter gibi kokan, higroskopik olma
propulsive coefficient: itme ya da yürütme katsayısı. yan, renksiz bir sıvı; Simg.CH3 CHCH 2 0;
,
20°/20°C de öz.ağ. 0,8304: k.n. 33,9°C;
d.n.-104,4°C; suda % 10'dan fazla çözünür; 25°C'de
viskozitesi 0,28 cP; gemilerde çevre sıcaklığı ve at
mosfer basıncında taşınır.

Teknik Sözlük - F. 28
propylen e t e t ra me r 434 p ro x imi t y e ff ec
t
propylene tetramer: Sıv. Yük. propilen tetramer; do- protein: Amino asitlerin karmaşık bileşimlerini kapsa
dekan; dodekasilen; tetrapropilen; tehlikesiz, kendi yan ve karbon, hidrojen, oksijen ve sık olarak kükürt
ne has kokulu, doymamış alifatiklerden, nem emme kapsayan nitrojenli (azotlu) maddeler sınıfının her
yen, dayanıklı, insan sağlığı için zararlı, renksiz bir hangi biri; protein: Tüm hayvansal ve bitkisel mad
0
sıvı; Simg. (C 3 H6 ) 4 20 /4°C'de öz.ağ. 0,76; k.n. delerde görülür.
157°-218°C;d.n.-35°C; suda çözünmez; 20°C'de vis proteinase: Proteinlerin parçalanmasını sağlayan bir
kozitesi 1,5 cP; gemilerde çevre sıcaklığı ve atmos enzim; proteinaz.
fer basıncında taşınır. protein synthesis: Amino asitlerin proteinleri
propylene trimer: Sıv. Yük. propilen trimer; tripropi- oluştur duğu işlem; protein sentezi.
!en; önemli bir tehlikesi olmayan; kendine has koku proteose: Proteinlerin hidrolizinde oluşan (albümoz
lu, doymamış alifatiklerden, nem emmeyen, dayanık gibi) suda çözünür ürünler sınıfının biri.
lı ve renksiz bir sıvı; Simg. (C 3 H 6 ) 3 ; 20°/20°C'de protium: Hidrojenni, çekirdeğinde nötron olmayan ve
0 0
öz.ağ. 0,738; k.n. 135 C; d.n.-81 C; suda çözün 1
kütle numarası 1 olan en yaygın izotopu (H ); proti-
mez; 20°C'de viskozitesi 0,72 cP; gemilerde çevre sı yum.
caklığı ve atmosfer basıncında taşınır. protoactiniurn: Bkz. protactinium.
prorate: Orantılı olarak bölmek, tayin etmek veya da proton: Proton, a) hidrojenin kütle sayısı bir olan pro-
ğıtmak. tiyum izotopu atomunun çekirdeği, b) bir atomun çe
prospect: 1) Maden, a) maden yatağının görüldüğü kirdeğindeki pozitif yüklü tanecik ya da partikül; yü
veya bulunduğu yer. b) belirli bir mineral (maden) kü elektron ile aynı, fakat zıt işaretlidir.
veya maden verme sonucu için test edilen çakıl, top prototype: Kendi türünün ilki olan; ilk örnek; ilk; orji-
rak vb. i örneği. 2) araştırmak: Altın araştırmak gibi. nal; model; numune; orjinal numune veya örnek;
3) belirli bir noktadan elde edilen görünüş: Genel prototip.
görünüş. 4) geniş bir görüntü; manzara. prototypic: Bkz. prototypal.
prospector: Kıymetli madenler, petrol vb. ini araştı protoxide: En alt düzeyde oksijen kapsayan oksit;
ran kimse. protoksit.
prospectus: Yeni bir iş veya ticarî kurum, makine vb. protract: 1) açı ölçer ve cetvel kullanarak ölçekli çiz
inin özelliklerini tanımlayan küçük bir kitap ya da ki mek.
tapçık; prospektüs; broşür. protraction: Herhangi bir şekil, plân vb. inin ölçekli
protactinium: Nadir radyoaktif kimyasal bir element; çi zimi; mikyaslı ya da ölçekli çizim.
protaktinyum; Simg. Pa; at.ağ. 231; at.no. 91; Esk. protractor: 1) minkale; yarım daire şeklinde, bölüntü-
protoactiniurn. !ü, resim çizimi sırasında açıların ölçümünde kullanı
protamin: Bkz. protamine, lan bir alet; açıölçer; iletki. 2) Anat. kol ve bacağı
protamine: Amonyakta çözünen, ısı ile pıhtılaşrna- uzatan kas ya da adale.
yan, hidroliz ile bir kaç amino asit veren basit prote protyle: Tüm maddelerin ondan ürediği sanılan ku
inler sınıfının herhangi biri; protamin. ramsal bir madde; protil.
protease: Proteinleri sindiren bir enzim; protaz. provable: Kanıtlanabilir; ispatlanabilir; ispat edilebilir.
protect: Tehlike, hasar veya kayıptan korumak; mu provably: Kanıtlanabilir bir tarzda.
hafaza etmek; himaye etmek. prove: 1) tecrübe, standart vb. i ile test etmek; dene
protection: 1) koruma ya da muhafaza etme. 2) bu me işlemine konu olmak; denenmek veya prova edil
nun bir örneği. 3) koruyan bir kişi ya da şey; koruyu mek. 2) doğru olarak (bir şeyi) tesis etmek, doğrulu
cu. 4) bir kişinin güvenli olarak gezi yapmasını sağ ğunu kanıtlamak. 3) Mate, doğruluğunu denemek;
layan yazı; pas vb. i; pasaport. 5) Ekon. ithal malla sağlamak. 4) Matb, provasını almak (hurufat vb.).
ra vergi koyarak yerli ürünleri koruma sistemi. provenance: Menşe; orijin; köken; asıl.
protective: Koruyucu; himaye edici; özellikle yerli proving ground: Yeni teçhizat, teoriler veya kuramlar
ürün, endüstri vb. lerini yabancı ürünler, endüstri vb. inin denendiği yer; kanıtlama yeri.
vb. ile rekabette korumak için yardımcı olma. provitamin: Metabolizma tarafından vitamine
protective clothing: 1) Kişilerin biyolojik ve kimyasal dönüştü rülebilen bir madde; provitamin.
savaşlarda radyoaktif partikül ya da parçacıklara kar prow: 1) bir geminin baş tarafı; pruva. 2) bir hava ge
şı korunmak üzere giydikleri giysi; koruyucu elbise misinin baş tarafı gibi buna benzer bir kısım.
2) Den. akaryakıt vb. i yangınlarda söndürme işlemi prowl car: Bkz. squad car.
ni yapan kişileri korumak üzere giyilen ve ateşe da proximate: 1) mesafe, sıra, zaman vb. inde sonraki
yanıklı malzemeden yapılmış giysi. ya da en yakın. 2) yaklaşık Bkz. approximate.
protective coating: Deniz suyu ve paslanmaya karşı proximate analysis: 1) kömürdeki nem, uçucu mad
metal yüzeylerini koruyan katman; koruyucu kapla de, sabit karbon ve külün saptanması. 2) bir grup
ma; türlü boyalarla yapılan koruyucu kaplama. ilişkili bileşenlerin saptanması; örneğin toplam prote
protective mask: Gözleri, yüz ve solunum yollarını in içeriği; yaklaşık analiz.
korumak üzere kullanılan ve solunumdan önce hava proximity: Yakın olma durumu veya niteliği; mesafe,
yı süzen maske; koruyucu maske. zaman vb. inde yakınlık.
proteid: Bkz. proximity effect: Bir başka iletkenin yakınına
proteide. getirildi ği zaman, bir iletkenin yüksek frekanslı
proteide: Protein; proteinler kapsayan. direncinin
Prussian blue 435 pulse

çoğalması. uygulamak; çekmek; cezbetmek, sürüklemek vb. i.


Prussian blue: Koyu mavi veya lâcivert renkli bir toz; 2) Matb, e! baskısı ile tashih almak. 3) kürek ile nak
demir ferrosiyanür'lerden biri; Prusya mavisi, Fe4 letmek. 4) hareket etmek (ileriye). 5) zor ve sürekli
[Fe(CN) 6 ] 3 ; boya veya pigment olarak ve dizel mo herhangi bir çaba.
torlarının yatakları, supapları vb. inin alıştırılmasında pull-card: Diz. Mot ağır devirli makinelerde, tam püs
kullanılır. kürtme sırasında endikatör cihazı tamburunun ipi el
prussiate: 1) prüsik asitin bir tuzu. 2) bir ferrosiyanür le çekilerek alınan açık diyagram; çeki diyagramı;
veya ferrisiyanür. püskürtme Olaylarını incelemek için alınır.
prussic acid: Renksiz, uçucu, çok zehirli gaz halinde puller: Bilyalı yataklar, silindir gömleği vb. i parçaları
bir asit; prüsik asit, HCN; suda çözünür ve acıba yerinden çıkarmak için kullanılan bir araç; çektirme.
dem kokuludur; metalürji, madencilik ve böcek öldü puller screw: Çektirme cıvatası.
rücü yapımında kullanılır; hydrocyanic acid adı da pulley: 1) Fiz. bazan bir blok içinde dönen, çevresin
verilir. deki oyuktan geçen bir halat ile yüklerin kaldırılıp in
pry: Manivela. dirilmesi sağlanan küçük bir teker; makara; Gem.
P.S.: Bkz. passenger steamer. Mak, puli. 2) uygulanan gücü çoğaltmak için bu tür
psi: 1 inç karelik bir yüzeye uygulanan bir 1 librelik makaraların birleşimi; palanga. 3) gücü aktarmak ve
(0,453 kg) bir kuvvetin oluşturduğu basınç Bkz. po ya uygulamak için bir kayış ile dönen veya döndürü
und per square inch. len bir teker; kasnak. 4) Buh. Mak. slayd valf ya da
psia: psi türünden mutlak basınç. çekmeceyi hareket ettirmek için kullanılan eksantrik
psig: Bir basınçölçerin gösterdiği psi türünden ba donanımının krank miline merkezkaçık olarak bağ
sınç. lanmış bir parçası; eksantrik puli.
psammite: Kumtaşı; Bkz. Sandstone pulley, eccentric: Bkz. eccentric pulley.
psammitie: Kumtaşına ait veya kumtaşından oluşan. pulley, fixed: Sabit makara.
pseudomorph: 1) hatalı veya düzgün olmayan şekil. , pulley, movable: Hareketli makara.
2) dış şekil diğerinin şekline sahip olan bir mineral pulley shaft: Kasnak mili ya da şaftı.
ya da metal. pulley system: Basit bir makine oluşturmak için ip
psilomelane: Yuvarlak, üzüm gibi siyah kütleler halin ler, halatlar veya zincirlerle birleştirilmiş makaralar ta
de görülen bir cevher; esas olarak manganez oksit. kımı; makara sistemi; puli düzeneği.
psychrometer: Havanın bağıl nemini ölçmek için kul pulmotor: Ölüm tehlikesi bulunan bir kişiye yapay so-
lanılan ıslak ve kuru hazneli higrometresi (nemölçe- iunum uygulanması için kullanılan bir cihaz; pulmo
ri) olan bir cihaz; psikrometre. tor (Ticarî bir marka).
Pt: Bkz. platinum. pulp: 1) kâğıdın yapıldığı ıslatılmış ve öğütülmüş sellü-
Pt.: Bkz. 1) point. 2) port. lozlu bir madde karışımı; kâğıt hamuru. 2) öğütüle
pt.: Bkz. 1) part. 2} pint. 3) point. rek toz haline getirilmiş ve su ile karıştırılmış cevher.
P.T.O.: Bkz. power take-off. 3) bir dişin minesi altındaki yumuşak ve duyarlı kı
PT boat: Patrol torpedo boat: Devriye torpido botu. sım. 4) hamur haline getirmek.
p-t diagram: Bkz. pressure-time diagram: Basınç-za- pulpous: Bkz. pulpy.
man diyagramı. pulpwood: t) Kâğıt yapımında kullanılan yumuşak bir
ptyalin: insan ve bazı hayvanların tükrüğünde bulu ağaç. 2) kâğıt yapımı için öğütülerek hamur haline
nan ve nişastayı dekstrin ve maltoza çeviren bir en getirilmiş odun.
zim; pityalin. pulpy: Hamura benzeyen; hamura ait; hamur tabiatın
p-type semiconductor: Akımın büyük bir bölümünün da olan.
elektronları yerine delikler tarafından taşındığı bir tür pulsate: 1) nabız ve kalp gibi, düzenli olarak vurmak
yarı iletken; p-türü yan iletken. ya da atmak. 2) titreşim yapmak; titreşmek; titre
Pu: Bkz. plutonium. mek.
public works: Halkın kullanımı ve hizmet için devlet pulsating direct ourrent: Bir yönde akan ve şiddeti
tarafından yapılan otoyolları, barajlar vb. i yapılar; düzgün olarak değişen bir akım; düzgün değişen
bayındırlık işleri. doğru akım (DC).
pucka: 1) türünün birinci kalitesi veya iyisi. 2) ger pulsation: 1) düzenli olarak çarpmak veya atmak. 2)
çek, hakiki; pukka şeklinde de yazılır. vuruş; alış; titreşim veya ihtizaz.
puddle: Ocakta tavlayarak demiri işlemek. pulsator: Titreşim yapan herhangi bir cihaz ya da ma
puddler: Demiri tavlayarak işleyen kişi. kine parçası.
puddling: Isıtarak ve içine oksitleyici bir madde karış pulsatory: Nabız gibi atış ile belirtilen; nabız gibi
tırarak pik demirinden dövülebilir demir yapma işle atan.
mi. pulse: 1) Anat. atardamarlarda kalbin kasılmasının ne
puissance: Güç, kuvvet veya kudret. den olduğu düzenli vuruş; nabız. 2) bir doğru akı
puissant: Güçlü, kuvvetli ya da kudretli. mın şiddetindeki değişmeler. 3) çok kısa bir radyo
pukka: Bkz. pucka. sinyali.
pull: 1) kuvvet kaynağına hareket ettirmek için kuvvet
puise charging 436 punche d car d

puise charging: Diz. Mot. Darbeli doldurma; makine site: Bir pompa tarafından birim zamanda deşarj edi
nin her bir silindirinden gelen egzoz gazlarının no- len sıvının ağırlığı: Ton/saat, kg/saat, kg/saniye vb.
zullardan geçirilerek basıncının hıza dönüştürüldüğü b) hacimsel kapasite: Pompa tarafından birim za
ve egzoz gaz türbinine verildiği dolgu sistemi; maki manda boşalma devresine verilen sıvının hacmi;
3 3
nenin ilk hareketi ve manevra sırasında türbin hızı m /saat, m /saniye, litre/saniye vb.
nın derhal yükselmesini sağlar. pump circulation system: Cebrî dolaşım sistemi;
pulse generator: Gaz (doğal gaz, petrol gazı vb. i) Bkz. forced circulation system.
makinelerinin ateşleme devrelerinde kullanılan, za pump efficiency: Bkz. volumetric efficiency.
manlama için platinlere gerek göstermeyen, manye pump housing: Bir pompanın, hareketli kısımları taşı
toya benzeyen bir elektrik üreteci; puls jeneratörü yan gövdesi; pompa gövdesi; pompa mahfazası:
veya üreteci. Diz. Mot. yakıt püskürtme pompasının gövdesi gibi.
pulse jet: Bkz. pulse jet engine. pumping loop: Pompalama ilmeği; Bkz. pumping
puisejet: Bkz. jet engine. losses.
puise jeî engine: Bir dereceye kadar ramjet makine pumping losses: Dört zamanlı motorlarda silindire
lerine benzeyen, ancak bu makinelerin aksine fasıla hava veya hava-yakıt karışımı emilmesi ve egzoz
lı bir şekilde yanma sağlayan ve ikinci Dünya Sava- gazlarının silindirden atılması sırasında piston tarafın
şı'nda V-1'lere konulan makine; pulsjet makinesi; dan yapılan negatif iş; pompalama kayıpları; atmos
aeropulse, resojet, Schmidt tube gibi isimlerle de fer çizgisi çevresinde bir alan şeklinde belirir.
bilinir. pumping valve: Diz. Mot. bazı, dört zamanlı makine
pulsimeter: Nabız miktarı ve kuvvetini ölçen bir ci lerde silindir kapağı üzerinde bulunan ve silindirde
haz; pulsimetre; nabızölçer. sıkıştırılan havayı (30-35 bar dolayında) hava tüpleri
pulsometer: Aralıklı olarak yoğuşan buhar ile suyu ne veren, onları imla eden bir valf; pompalama valfı.
çekmek için kullanılan bir tür pistonsuz pompa; va pump inlet: Herhangi bir pompanın, çoğu zaman po
cuum pump adı da verilir. 2) nabızölçer; pulsomet- zitif bir basınç, bazan vakum oluşturularak emme ya
re. pılan tarafı; pompa girişi.
pulverable: Bkz. pulverizable. pumpless scavenging: Kara tesislerinde iki zamanlı
pulverizable: Toz haline gelebilir veya öğütülebilir. dizel motorlarına uygulanan, gemi makinelerinde
pulverization: Toz haline getirme veya getirilme. kullanılmayan, pompa ya da blover kullanılmaksızın
pulverize: 1) toz haline getirmek için, ezmek, öğüt temiz hava dolgusu sağlayarak egzoz gazlarını silin
mek vb. i 2) tümü ile yıkmak. 3) toz haline getirmek dirden süpürme; pompasız süpürme veya skaven-
için ezilmek, öğütülmek vb. i. cin.
pulverized-coal firing: Toz kömür ile fayrap (buhar pump losses: Pompaların hidrolik, hacimsel (volü
kazanları için söylenir); öğütülmüş ve pudra kıvamı metrik) ve mekanik kayıplarının tümü; pompa kayıp
na getirilmiş kömür ile fayrap. ları.
pulverizing: Bir maddeyi toz kıvamında öğütme. pump outlet: Bir pompanın herhangi bir akışkanı ba
pulverulence: Toz haline gelme durumu veya niteli sınç ya da hızla verdiği tarafı; pompa çıkış tarafı;
ği. pompa çıkışı.
pulverulent: 1) toz ile kaplı veya tozdan oluşan; toz pump plunger: 1) Diz. Mot. yakıt püskürtme pompası
lu. 2) toz haline gelecek şekilde parçalanma. nın küçük çaplı ve üst tarafında helisi bulunan pisto
pumice: 1) boya çıkarma, düzeltme ve parlatma için nu; pompa plenceri. 2) sintine vb. i pistonlu pompa
katı veya toz halinde kullanılan süngerimsi, hafif, gö ların, nispeten küçük çaplı pistonu.
zenekli volkanik kaya; sünger taşı. 2) sünger taşı ile pump room: Tanker gibi, bazı gemi ya da kara tesis
temizlemek, parlatmak vb. i. lerinde akaryakıt elleçlemek için kullanılan pompa
pumiceous: Sünger taşına ait; sünger taşına benze veya pompaların bulunduğu daire; pompa dairesi.
yen veya bu taş doğasında olan. pump, self priming: Giriş hattı veya devresi kendili
pump: 1) bir pompa ile su çekmek. 2) su vb. i çıkar ğinden havasızlandırılarak emme yapabilen pompa;
mak. 3) içine hava basarak oto lâstiğini şişirmek. 4) kendiliğinden havasızlandırmalı pompa.
bir pompa kolu (rodu) veya pistonunun yaptığı gibi, pump stroke: Pistonlu pompalarda, sıvı pistonunun
aynı hareket ile çalışmak. 5) bir pompayı çalıştır alt ve üst veya iç ve dış ölü noktalar arasındaki (em
mak. 6) bir pompa ile su çekmek ya da suya hare me ya da deşarj) stroku veya kursu; pompa stroku.
ket vermek. 7) pompa kolu ile sıvıları veya gazları pump, submersible: Bkz. submersible pump.
emen, basan türlü makinelerden herhangi biri; tu pump suction lift: Basacağı sıvı seviyesinden yukarı
lumba; pompa. da olan bir pompanın emme yapabileceği maksi
pump, air: Bkz. air pump. mum yükseklik; pompa emme yüksekliği.
pump barrel: Diz. Mot. yüksek basınç veya yakıt püs pump, vacuum: Bkz. vacuum pump.
kürtme pompalarında plencerin içinde çalıştığı kü punch: 1) delmek, şekil vermek veya zımbalamak
çük çaplı silindir; pompa silindiri, gayıtı veya barılı. için ya da bir çivi, cıvata vb. i ile çıkarmak veya sok
pump, bilge: Bkz. bilge pump. mak için kullanılan bir alet; matkap; delgi. 2) mat
pump box: 1) bir pompa pistonunun içinde çalıştığı kap, delgi vb. i ile delmek, şekil vermek veya zımba
hücre; pompa silindiri. 2) bir pompanın pistonu. lamak vb. i. 3) zımba; zımba ile delme.
pump case: Bir pompanın hareketli kısımlarını atmos punch: 1) matkap (delgi) ile delmek. 2) bir delgi ve
fere sızdırmaz hale getiren kısım; pompa mahfazası; ya matkap ile bir delik yapmak.
pompa zarfı ya da keysi. punched card: Bilgisay. üzerinde satırlar boyunca de
pump capacity: Pompa kapasitesi; a) ağırlıksal kapa likler açılarak bilgi grubunun belirtildiği ince bir kar-
p un che o n 437 PWR
ton; delikli kart; zımbalı kart.
çıkarılması; hava çıkarma.
puncheon: 1) delmek ya da zımbalamak için kullanı
purification: Temizleme ya da arıtma.
lan türlü cihazlardan herhangi biri; özellikle kalem-
purification unit: Temizleme ünitesi; sıvı arıtma ciha
kârlar tarafından kullanılan zımba.
zı.
puncheon: 1) kapasitesi 272-453 litre (72-120 galon)
purificatory: Temizleme etkisine sahip olan.
arasında değişen ve şarap, bira vb. i için kullanılan
purified: Temizlemek için bir kaç işleme tabi tutul
geniş bir fıçı. 2) böyle bir fıçının alabileceği miktar.
muş bir maddeye ait; temizlenmiş; arıtılmış.
punching: Delme ya da zımbalama.
purifier: 1) temizleyen kişi veya şey. 2) Bkz, separa
punching machine: Zımba makinesi; delme makine
tor.
si.
purifier bowi: Diz. Mot, Buh, Türb. yağ ve yakıt sepe-
punch press: Metal kesmek, şekil vermek veya dam
ratörlerinde kullanılan ve üst üste konularak sepera-
galamak için kalıp takılmış bir pres.
törün elemanını oluşturan taslardan herhangi biri;
puncture: 1) delme. 2) otomobil lâstiği, deri vb inde
seperatör tası
olduğu gibi, sivri bir uç ile yapılan delik. 3) sivri bir
purifier, centrifugal: Bkz. centrifugal purifier.
uç ile delmek.
purifier tank: Temizleme ve dinlendirme tankı; Bkz,
punctured: Delinmiş, kesilmiş veya yarılmış.
settling tank.
punctured tire: Oto. yarılmış dış lâstik.
purify: Kirlerini veya kirletici maddelerini gidermek,
pungent: 1) tadı ve kokusu keskin bir duyu üreten;
2) yabancı maddelerinden arıtmak veya temizlemek,
keskin kokulu; tadı acı. 2) sivri ve delici. 3) şiddetle
3) temizlemek; arıtmak. 4) temizlenmiş olmak: temiz
nüfuz eden; etkileyici.
lenmek.
punk: 1) tutuşturucu olarak kullanılan çürük tahta ve
purin: Bkz. purine.
ya kurutulmuş mantar; kav. 2) çoğu zaman çubuk
şeklinde, havai fişek yakmak için kullanılan, tutuştu- purine: 1) bir çok ürik asit grubu bileşiklerinin türevi
olan, renksiz, kristalli bir bileşik; pürin, C 5H 4N 4. 2)
rulduğu zaman için için yanan herhangi bir madde. nükleoproteinlerin ayrışması ile üretilen türlü bazik
punk sticks: Sömidizei (yarım dizel) motorlarının ön maddelerin herhangi biri.
yanma odalarının çevresindeki soğutma suyu hacmi puralator: Filtre ya da süzgeç elemanı.
nin varlığı nedeniyle, ilk hareketi kolaylaştırmak için purser: Özellikle yolcu gemilerinde hesaplar, yük, bi
kullanılan fitil çubukları; ilk bir kaç devirde yakıtı tu let vb. inden sorumlu bir gemi zabiti; gemi kâtibi.
tuşturmak için kullanılır. pursuit plane: Hızlı, manevrası çabuk askeri bir
punt: 1) kıç tarafı geniş, kare şeklinde olan düz altlı, uçak; avcı uçağı.
çoğu zaman uzun bir sırık ile hareket ettirilen bir push: 1) itmek veya baskı yapmak. 2) bu yönde kuv
bot. 2) böyle bir teknede gitmek. vet uygulayarak hareket ettirmek. 3) uzamak; geniş
punty: Cam yapımında, erimiş camın elleçlendiği de letmek. 4) itme, sürme, sevketme vb. i.
mir çubuk ya da boru. push button: Bir elektrik devresini açmak veya kapa
purchase: 1) satın almak. 2) mekanik bir güç uygula mak için kullanılan küçük bir düğme; elektrik düğme
yarak kaldırmak veya hareket ettirmek. 3) mekanik si.
olarak hareket etmesin veya kaymasın diye sıkı tut push bottan switch: Bir elektrik devresini açmak ve
ma. 4) böyle bir tutuşu uygulayan bir cihaz; manive ya kapamak için kullanılan şalter; düğme şalter.
la. 5) palanga ya da manivela ile kuvvet kazanmak. pushkin: Raptiye.
purchasing power: Satın alma gücü; iştira kabiliyeti; push rod: Mot. bir ucu kem makarasına ve diğer ucu
alım gücü. supap liveri, piyano veya kulbütöre bağlı dairesel ke
pure: 1) yabancı maddeleri olmayan; karışık olma sitli bir çubuk; supap iteceği; tappet rod şeklinde de
yan; halis; saf. 2) basit; yalın. 3) tam; sade. 4) hata kullanılır.
sız; kusursuz; mükemmel. 5) soyut kavram ya da ku push rod guide: Mot. supap iteceği ya da puşrodun
ramsal görüşlerle sınırlı: Pür fizik veya matematik gi düzgün çalışması ve eğilmemesi için kullanılan ga-
bi. yıt; süpap iteceği gayıtı.
purely: 1) Saf bir şekilde; bir başka şeyle karışma putty: 1) çok ince tebeşir tozu ve bezir yağı ile yapı
mış. 2) yalın; sade. 3) tüm olarak. lan, yoğurulabilir karışım; pencere camlarını tespit et
pureness: Saflık; katışıksızlık. mek ve küçük çatlakları doldurmak vb. için kullanılır;
pure oxygen: Saf oksijen; yapısında azot veya diğer cam macunu. 2) buna benzeyen herhangi bir mad
gazlar bulunmayan ve dizel motorlarında ilk hareket de. 3) Bkz. putty powder. 4) çimento, sönmemiş ki
için kullanılmaması gereken oksijen. reç, su, alçı ve kum ile yapılan karışım; sıvacılıkta
pure water: Su borulu kazanlarda kullanılan, kuram son kat olarak kullanılır.
sal olarak yabancı madde kapsamayan, H 2 0 simge putty knife: Çerçevelere macun uygulamada kullanı
si ile belirtilen su; saf su; arı su; damıtık veya distile lan bıçak; macun bıçağı; iskarpelâ.
su. putty powder: Cam ve metalleri parlatmak için kulla
purge: 1) yabancı maddeler veya istenmeyen eleman nılan toz halinde kalay oksit veya kalay kurşun ok
lar ve pisliğini temizlemek. 2) temizleyerek gider sit.
mek. 3) temiz, berrak veya saf olmak. 3) Buh, Kaza. p-V diagrams: Diz. Mot, Pomp, endikatör cihazı ile si
ocağı yanıcı ve patlayıcı gazlardan temizlemek. lindirlerden alınan ve basınç ile hacmin ilişkisini gös
purge valve: Özellikle soğutma devrelerinin yoğuştu- teren diyagramlar; Bkz. pressure-volume diag
rucularında kullanılan ve kondenser zarfının üst kıs rams.
mına bağlanan bir valf; hava çıkarma valfı. PWR: Bkz. pressurized-water reactor: Basınçlı su re
purging: Herhangi bir soğutma sisteminden havanın aktörü.
p ycn ome te r 438 pyrolog y

pycnometer: Sıvı ve katıların yoğunluklarını ölçmek leks piridin bileşiği; piridoksin, C 8 H 11 N0 3 ; türlü bit
için kullanılan termometren cam bir kap; piknomet- kilerde bulunur ve sentetik olarak hazırlanır; fareler
re. de beslenme bozukluğundan gelen deri iltihabını gi
pyeiograph: Bkz. pyelogram. derdiği bilinir; vitamin B6 şeklinde de kullanılır.
pyelography: Belirli bir çözelti doldurduktan sonra pyrimidine: Renksiz, kristalli organik bir bileşik; piri-
böbrek ve idrar kanalının X ışını resimlerinin (rönt midin, C 4 H 4 N 2 .
genlerinin) çekilmesi sanatı. pyrite: Demir sülfür; pirit, FeS2; parlak, sarı renkli bir
pylon: 1) telgraf tellerini taşıyan, hava yarışlarında ro mineral doğal cevher olarak bol miktarda görülür;
tayı işaret eden ince uzun, kule şeklinde bir yapı; sülfürik asit yapımında başlıca kükürt kaynağı olarak
telgraf direği. 2) gece maçlarında statların ışıklandırıl görev yapar; iron pyrites, tool's gold şekillerinde
masını sağlayan elektrik direği; pilon. de kullanılır.
pyr-: Bkz. pyro-. pyrites: Pirit gibi, türlü doğal metalik sülfürlerden her
pyramid: 1) Mısır'da Firavunlar için yapılan, tabanı hangi biri.
kare, yanal yüzleri üçgen olan dev yapı; efıram; pira pyritic: Pirite benzeyen, pirite ait veya pirit içeren.
mit. 2) şekli pirarnite benzeyen bir şey ya da olu pyritical: Bkz. pyritic.
şum. 3) Geom. tabanı üçgen, dörtgen ve çokgen, pyritology: Bir üfleç yardımıyla bileşikleri analiz etme
yanal yüzleri, bir noktada birleşen üçgenlerden olu bilimi; piritoloji.
şan katı şekil; piramit. 4) piramit şeklinde inşa et pyro-: Ateş, ısı etkisi ile üreyen bir madde, ısı etkisi
mek. ile oluşan anlamlarında bir önek.
pyramidal: 1) pirarnite ait. 2) piramit şeklinde olan. pyrocatechin: Bkz. pyrocatechol.
pyramidally: Piramit şeklinde olan. pyrocatechol: Doğal olarak bitkilerde görülen veya
pyramidic: Bkz. pyramidal. kateku'nun Bkz. catechu kuru damıtılmasından üreti
pyramidical: Bkz. pyramidal. len beyaz renkli, kristalli bir madde; pirokatekol,
pyramid, right rectangular: Dik dörtgensel piramit. C 6 H 4 (OH) 2 .
pyramid, right triangular: Dik üçgen piramit. pyrochemical: Yüksek sıcaklıklarda oluşan kimyasal
pyramid, truncated: Tepesi kesik piramit. değişimlere ait.
pyran: Kapalı zincir bileşikleri (C 5 H6 O) grubunun her pyroconductivity: Yüksek sıcaklığa maruz kaldığı za
hangi biri; piran; çemberi bir oksijen ve beş karbon man belirli elektrik yalıtıcılarının iletkenliği; ısıl ilet
atomu kapsar. kenlik.
pyranol: Transformatörler için izolasyon sıvısı ve so pyrocrystalline: Erimiş kaya maddesinden kristalle
ğutucu olarak kullanılan, yanmaz yalıtkan (dielek- şen.
trik) bir madde; piranol (Ticarî bir marka). pyroelectric: Isıl elektriğe ait; ısıl elektriklenme göste
pyranometer: Havadan alınan herhangi bir orandaki ren; ısıl olarak elektriklenen madde.
radyasyonun şiddetini ölçen bir cihaz; piranometre. pyroelectricity: Sıcaklık değişimi ile belirli kristallerde
pyrargyrite: Parlak, koyu kırmızı veya siyah bir mine elektrik polaritesinin gelişmesi.
ral; gümüş ve antimonun sülfürü, 3Ag 2 S.Sb 2 S3 . pyrogallate: Pirogallolun bir tuzu ya da esteri; piro-
pyrene: Kömür katranının damıtılmasından elde edi gallat.
len, sarı renkli kristalli bir tetrasiklik bîr karbonlu hid pyrogallic acid: Bkz. pyrogallol.
rojen; piren, C 1 6 H 1 0 . pyrogallol: Beyaz, kristalli bir fenol; pirogallol,
pyrex: Isıya dayanıklı cam eşya; payreks (Ticarî bir C 6 H 3 (OH) 3 ; galik asitin ısıtılmasıyla elde edilir ve tıp
marka). ta, fotoğrafçılıkta ve buhar kazanlarında duman gazı
pyrgeometer: Güneş tarafından neşredilen radyas nın analizinde kullanılır.
yon miktarını ölçmek için kullanılan bir alet; pirhelyo- pyrogenic: 1) ısı veya ateş ile üretme veya üretilme.
metre. 2) Jeol. volkanik ya da ısı ile oluşmuş.
pyridin: Bkz. pyridine. pyrogenous: Bkz. pyrogenic.
pyridine: Sıv. Yük. piridin yangın tehlikesi olan, kes pyrognostics: Üfleç Bkz. blowpipe kullanımı ile sap
kin ve tiksindirici kokulu, tertiari aromatik ailesinden, tanan erime, alev renklenmesi vb. gibi mineral özelli
nem emen, normal taşıma koşullarında dayanıklı, in ği-
san sağlığı için zararlı, renksiz bir sıvı; Simg. pyrographer: Pirografi'de yetenekli kişi; pirografi uz
C 5 H 5 N; 15,5°/15,5°C'de öz.ağ. 0,9886; k.n. 760 manı.
mm Hg'de 115,26°C; d.n. -42°C; suda tümü ile çözü pyrographic: Pirografi'ye ait.
nür; 20°C'de viskozitesi 0,941 cP; gemilerde çevre sı pyrograprty: 1) ısıtılmış aletlerle tahta veya deri üzeri-
caklığı ve atmosfer basıncında taşınır. ne şekiller yapma istemi ya da sanatı; pirografi. 2)
pyridine bases: Sıv. Yük. piridir) bazları; yangın tehli bu şekilde yapılan dizayn.
kesi olan, kendine has tiksindirici kokulu, tertiari be- pyraligneous: 1) odunun damıtılması ile üretilen. 2)
ierosiklik aromatik ailesinden, hafifçe higroskopik, odunun tahripkar damıtılması ile elde edilen, başlıca
yüksek sıcaklıklarda ayrışarak çok zehirli dumanlar asetik asit ve metil alkolden oluşan kırmızımsı kahve
çıkaran, renksiz ve koyu kahverenkli bir sıvı; rengi sıvıya (pirolignus asite) ait veya onu belirten.
Simg.NC5H2RRR; 15,5°/15,5°C'de öz.ağ. 0,92-1,0 ; 3) odundan elde edildiği zaman, metil alkolü belirtir.
o 0
k n.120 -210°C (kuru iken), 95 -210°C (su bulundu pyroligneous acid: Odunun tahripkar damıtılması ile
ğu zaman); suda hemen çözünür; 20°C'de viskozite elde edilen sulu bir çözetti; pirolignus asit; asetik
si 1-2 cP; gemilerde çevre sıcaklığı ve atmosfer ba asit, metil alkol, aseton ve küçük bir miktar diğer or
sıncında taşınır. ganik bileşikler kapsar,
pyridoxine: B kompleks vitaminlerinin biri veya komp pyrology: Bkz. pyrotology.
p yr olusi t e 439 Py t h agorea n t h eore
m
pyrolusite: Gri veya siyah, parlak bir mineral; doğal
manganez dioksit, Mn0 2 ; cam yapımında kullanılır. pyrophotometer:
ölçmek için kullanılan Aşırıoptik
derecede yüksek
bir cihaz; sıcaklıkları
pirofotometre.
pyrolysis: Isı ile kimyasal ayrışma; piroliz. pyroprtylite: Rengi ve yapısı bakımından talk'a benze
pyralysis gasoline: Etilen yapımında yan ürün ola yen sulu alüminyum silikat; pirofilit, Al 2 0 3 4-
rak ısıl kraking yöntemi ile üretilen benzin; benzen Si0 2 .H 2 0 ; taş tahta kalemi yapımında kullanılır.
kaynağı olarak kullanılır. pyrostat: 1) yakınında yangın patlak verince, sesli
pyrolytic: Isı ile kimyasal ayrışmaya ait; pirolitik. alarmlı mekanizmayı devreye sokan bir cihaz. 2)
pyramagnetic: Isı ile manyetizmin birleşik etkisi ile yüksek sıcaklıklar için kullanılan bir termostat.
üretilen; ısı ya da manyetizmanın birleşik etkisine pyrosulfate: Pirosülfürik asitin bir tuzu; pirosülfat.
ait; piromanyetik. pyrosulfuric acid: Ticari olarak hazırlanan ağır, yağ
pyrometallurgy: Yüksek sıcaklıklar yardımıyla cevher gibi, dumanlı, sıvı halinde kuvvetli, kristalli bir asit;
lerden metallerin elde edilmesi; pirometalurji. pirosülfürik asit, H 2 S 2 0 7 ; disulfuric acid şeklinde
pyrometer: Normal termometrelerin ölçemeyeceği ka de kullanılır.
dar yüksek sıcaklıkları elektrik akımı değişimi ile öl pyroxene: Volkanik kayalarda bulunan ve demir,
çen bir sıcaklık ölçer; pirometre; payrornetre; bir ter- magnezyum ve kalsiyum kapsayan kompleks silikat
mokupl, kablolar ve bir milivoltmetreden oluşur. minerali; piroksen.
pyrometric: Pirometreye ait; pirometre üzerinde kayıt pyroxenic: Piroksene ait; piroksen kapsayan.
edilmiş. pyroxenite: Başlıca piroksenden oluşan koyu renkli,
pyrometrical: Bkz. pyrometric. tanecikli bir volkanik kaya.
pyrometry: 1500°C üzerindeki sıcaklıkların ölçümü pyroxylin (pyroxyline): Pamuk barutundan daha az
ile ilgilenen fizik dalı. patlayıcı ve daha az nitratlı bir nitrosellüloz; boya ci
pyromorptıite: Doğal olarak türlü renklerde görülen la, kolodyum, sellüloit vb. i yapımlarında kullanılır.
kurşun klorür ve fosfat; piromorfit, pyrrhotine: Bkz. pyrrhotite.
3Pb2 (PO 4 )2 .PbCI2 . pyrrhotite: Bazan küçük bir miktar bakır, kobalt ve ni
pyrone: Kapalı zincir yapılı bir kaç sarı boyanın üretil kel kapsayan, türlü bronz renkli, parlak, doğal demir
diği doymamış bir bileşik; piron, C5 H4 0. sülfürleri.
pyron detector: Demir pirit ile çalışan bir kristal de pyrrole (pyrrol): Renksiz, keskin kokulu, hafifçe baz
tektör; piron detektörü. özellikli bir sıvı; pirol, C 4 H 5 N; safra pigmentleri, klo
pyrope: Rengi koyu kırmızıdan siyaha kadar değişen rofil ve hematinde bulunur ve damıtma ile kömür kat
ve alüminyum kapsayan bir tür grena veya lâl taşı; ranı, kemik yağı vb. inden elde edilir.
mücevher olarak kullanılır. pyruvic acid: Eter veya rasemik asilin kuru damıtılma
pyrophoric: Havanın etkisinde kaldığı zaman anî ola sından elde edilen renksiz, sıvı bir organik asit; piru-
rak tutuşmaya eğilimi olan; piroforik. vik asit, CH 3 COC0 2 H.
pyrophosphoric acid: Oda sıcaklığında bırakıldığı za Pythagorean theorem: Pitagor teoremi: "Bir dik üç
man kristalleşen ve su katıldığında kolayca ortofosfo- gende hipotenüsün karesi, dik kenarların karelerinin
2 2 2
rik asite dönüşen viskoz, sıvı asit; pirotosforik asit, toplamına eşittir; R = a + b (R = hipotenüs, a
H4 P2 07 . ve b = dik kenarlardır).
440

Q, bir dalı.

q quadratron: Yüksek vakumlu bir vakum tüpü veya tet-


rod.
quadrature: 1) kare yapma işi. 2) verilen bir dairenin
yüzeyine eşit yüzeyde bir karenin boyutlarını tespit
q.: Bkz. 1) quadrans. 2} quart. 3) quarter. 4) quar
etme: Geometrik olarak çözümsüz bir problem. 3)
terly. 5) quintal.
Astr. birbirlerinden 90 derece uzaklıkta oldukları za
ql: Bkz. quintal.
man, iki gök cisminin göreli durumu.
qt.: Bkz. 1) quantity. 2) quart.
quadrennial: 1) dört yılda bir kare olan. 2) her dört
qu.: Bkz. 1) quart. 2) quarter. 3) quarterly.
yılda bir vukubulan. 3) dört yılda bir olan olay.
quad: Bkz. quadrat.
quadrennially: Her dört yılda bir.
quadrangle: Geom, dört kenarı ve dört açısı o!an düz
quadrennium: Dört yıllık bir periyot ya da süreç.
lem şekil; dörtgen.
quadri Dört kere, dört kat anlamlarında bir önek.
quadrangular: Dörtgen şeklinde olan; dört açı ve
quadric: Mate, ikinci dereceye ait.
dört kenara sahip olan.
quadricentennial: Dört yüzüncü yıldönümü veya
quadrant: 1) buharlı dümen makinelerinde çeyrek da
onun kutlanması; bu yıldönümüne ait.
ire şeklinde olan ve dümen rodunu hareket ettiren
quadricycle: Dört tekerlekli çevrim.
dişli; kadran (dişli). 2) daire çevresinin dörtte bir ve
quadrifid: Dört parçaya bölünen.
ya çeyrek parçası; 90 derecelik açının yayı; kadran.
quadrilateral: 1) Geom. dört açısı ve dört kenarı olan
3) bir dairenin dörtte biri; çeyrek daire; dörtte bir da
düzlem şekli. 2) dört kenarlı olan; dört kenarlı. 3)
ire. 4) çeyrek daireye benzer bir parça ya da kısım.
dört kare ile korunan alan.
5) Astr., Nav. rakım (yükselti) ve açısal yükseklikleri
quadrillion: 1) ABD ve Fransa'da 1'I izleyen 15 sıfırlı
ölçmek için kullanılan sekstant türünden bir cihaz. 15

5) Anal. Geom. bir düzlem yüzeyde. sayı; 10 . 2) ingiltere ve Almanya'da ise 1'i izleyen
24
quadrant electrometer: Çeyreklere bölünmüş metal 24 sıfırlı sayı; 10 ; katrilyon.
2
bir silindirde yatay olarak asılmış hafif metalik bir iğ quadrinomial: 1) Ceb. dört terimli ifade; x + xy - 3y
2
neden oluşan elektrometre; Kelvin elektrometresi. + 2y gibi. 2) Ceb. dört terimden oluşan.
quadrantal: 1) şekli çeyrek daireye benzeyen. 2) çey quadripartite: 1) dört parçadan oluşan veya dört par
rek daireye ait. çaya bölünmüş. 2) dört kişi, devlet vb. i tarafından
quadropod engine: Bkz. quadruple expansion engi pay ve formüle edilmiş.
ne. quadrisect: Dört eşit parçaya bölmek.
quadrat: 1) Matb. hurufatın yüzeyinden daha alçak, quadrivalence: Dört değerli olma durumu veya niteli
yerleştirme, boş hatları doldurma vb. i için kullanılan ği; dört değerlilik.
bir parça metal; kadrat. quadrivalency: Bkz. quadrivalence.
quadrate: 1) kare veya kareye yakın. 2) birbirinden quadrivalent: 1) dört değer veya valansa sahip olan;
90 derecelik mesafede bulunan gök cisimlerini belir dört değerli. 2) dört değerli olan.
ten. 3) bir kare veya dikdörtgen. 4) kare veya dikört- quadrivial: Bir noktada birleşen dört yola sahip oları.
gen yer, şey vb. i 5) kare yapmak. 2) dört yönü gösteren; dört yönlü: Yol veya cadde
quadratic: 1) kare. 2) Ceb. ikinci dereceden nicelik ler için söylenir.
veya nicelikler. 3) ikinci dereceden terim, ifade veya quadrivium: Ortaçağda yedi yüksek bilimin aritmetik,
eşitlik. geometri, astronomi ve müzik kapsayan daha yük-
quadratic equation: Ceb. ikinci dereceden veya ikin
ci kuvvetten eşitlik.
quadratics: ikinci dereceden eşitliklerle ilgilenen ce
quadruple 441 quarter-hou r
kül veya tanecikler için söylenir,
sek bölümü. quantum: 1) nicelik ya da miktar. 2) belirtilen miktar;
quadruple: 1) dörtten oluşan veya dörtten ibaret, 2) porsiyon; parça ya da kısım. 3) kuvantum kuramına
dört misli. 3) bir şeyin dört misli. 4) dört misli fazla göre belirli niceliklerin temel birimi; örneğin foton;
miktar. 5) dört misli yapmak veya olmak. 6) dörtle elektromanyetik radyasyon birimidir,
çarpmak. quantum efficiency: Gelen radyasyonun kuvantumu
quadruple engine: Bkz.quadruple steam engine. başına bir metalden neşredilen veya yayılan fotoe-
quadruple expansion engine: Bkz. quadruple ste lektronların sayısı; kuvantum verimi,
am engine. quantum mechanics: Kuvantum kuramını doğrula
quadruple steam engine: Yüksek basınç (HP), birin yan olayların mekaniği; kuvantum mekaniği; örne
ci orta basınç (1.MP), ikinci orta basınç (2.MP) ve al ğin atomsal ve molekülsel değişimler.
çak basınç (LP) silindirlerinden oluşan ve silindir quantum number: Bir atomik sistemin durumunu be
çapları birbirlerinden farklı buhar makinesi; dört ge lirten tam bir sayı; kuvantum sayısı ya da numarası.
nişlemeli (stim) makinesi; dört genişlemeli dört silin quantum shell: Aynı esas kuvantum sayısına sahip
dirli pistonlu buhar makinesi; Gem. Mak. kuvadrapıi olan elektronların bulunduğu hacim; kuvantum kabu
ekspanşın makine; tam adı: Quadruple expansion ğu.
steam engine. quantum state: Enerji düzeyi; bir atom veya molekü
quadruplex: 1) dört kat. 2) tek tel ile aynı anda ikişer lün kalıcı ya da geçici olarak sürdürdüğü durumlar
olarak aynı yöne dört mesaj gönderebilen telgraf sis dan biri; kuvantum durumu.
temini belirtir. 3) çaplan birbirine eşit dört silindirli quantum theory: Kuvantum kuramı ya da teorisi;
bir pompa, makine vb. Planck'a göre: "Enerji, kuvanta Bkz. quanta adı veri
quadruplicate: 1) dört misli. 2) Mate, dördüncü kuv len minimum bölünemeyen tanecik ya da partiküller-
vete yükselen. 3) birbirine tümü ile eşit olan dört den oluşur"; radyan enerji sadece kuvanta ve foton
kopyadan biri. lar tarafından emilir veya yayılır.
quadruplication: 1) dört misli yapma. 2) bunun sonu quarantinable: Karantinaya konu olan.
cu. quarantine: 1) bulaşıcı hastalık taşıyan bir geminin li
quak: 1) titremek; sallanmak. 2) deprem veya zelze manda kesin olarak yalıtıldığı 40 günlük süre; karan
le. tina. 2) böyle bir geminin tutulduğu yer. 3) kırk gün
qualifier: Bilgisay. niteleyici. lük süre. 4) bulaşıcı hastalık bulunan kişilerin, bitki
qualitative: Bir gazın hacim ya da basınç miktarları vb. lerinin tecrit edilmesi. 5) bulaşıcı hastalıklı kişi, si
nın ölçülmediği, sadece hacmin basınçla değiştiğini nek, bitki vb. lerinin tecrit edildiği ve ötesine geçme
gösteren bir deney; nitel veya niteliğe ait; kalitatif. nin yasak olduğu yer. 6) karantina altına almak.
qualitative analysis: Miktarını saptamadan bir mad quart: 1) 1/4 galon; İngiltere'de 1,13 litre, ABD'de
3
denin bileşenlerinin tanımlanması; niteliksel analiz; 0,945 litre veya 57,75 inç 'e eşit olan bir sıvı ölçüm
kalitatif analiz; nitel analiz. birimi, 1/8 pek'e (0,945 İt), eşit olan bir kuru ölçüm
quality: 1) bir şeyin sahip olduğu mükemmellik dere birimi. 3) kapasitesi veya hacmi 3,78/4 = 0,945 litre
cesi. 2) nitelik; kalite; vasıf: Buharın vasfı veya kalite ye eşit olan bir kap.
si gibi, quarter: 1) bir şeyin dört eşit parçasından biri; dörtte
quant: 1) ing. küçük tekneleri yürütmek için kullanı bir; çeyrek. 2) 8 buşel veya 1/4 ton'a eşit olan bir ta
lan alt ucuna yakın diski bulunan bir sırık; disk, sırı hıl ölçü birimi. 3) ABD'de 25 libre (11,3 kg), ingilte
ğın çamura batmasını önler. 2) böyle bir sırık ile (bir re'de 28 libre (12,65 kg) olan bir ağırlık birimi. 4) bir
tekneyi) yürütmek. yardanın dörtte biri veya 9 inç (228,6 mm) olan. 5)
quanta: Bkz. quantum (Çoğ.). bir milin dörtte biri (402,25 m). 6) bir yılın dörtte biri;
quantic: Mate, iki veya daha fazla değişkenin fonksi üç ay. 7) akademi veya kolejlerde öğretim yılının
yonunun homojen entegrali. dörtte biri. 8a) bir saatin dörtte biri; 15 dakika. 9a)
quantity: 1) niceliğini saptamak ya da belirtmek; bo bir doların dörtte biri; 25 sent. b) Amerika ve Kana-
yunu belirtmek, göstermek ya da işaret etmek. da'da 25 sente eşit olan gümüş para. 10a) pusula
quantitative: 1) nicelik ile ilişkili; ölçülebilir olma yete nın dört ana noktasından biri. b) ufkun dört bölü
neği. 2) nicel. münden biri. c) bu bölümlerin altında olduğu düşü
quantitaive analysis: Bir bileşik ya da bir maddenin nülen bölgelerden biri; Dünyanın bir parçası ya da
türlü bileşenlerinin yüzdelerini veya miktarlarını has bölgesi. 11) Astr. a) Ayın Dünyanın çevresinde çey
sas olarak ölçme işi ile ilgilenen kimya dalı; kantitatif rek dönüş yaptığı süre. b) yarı aydınlık olduğu za
analiz; nicel analiz, miktarsal analiz. man Ayın görünüşü. 12) Den. a) gemi bordalarının
quantity: 1) miktar; oran; kısım ya da parça. 2) her kıç tarafı; kıç omuzluk, b) bir kulacın dörtte biri. 13)
hangi belirsiz bir kütle, ağırlık ya da sayı. 3) belirli dört eşit parçaya bölmek. 14) Meka. bağlayıcı parça
bir şeyin tam miktarı, 4) büyük bir miktar veya sayı. yı dik açılarda birleştirmek. 14) Den. bir geminin kıç
5) ölçüm ile saptanabilen herhangi bir şeyin özelliği. omuzluğundan esmek: Rüzgâr için söylenir.
6) Mate, a) miktarları, boyutları vb. ölçülebilme veya quarter-deck (quarterdeck): Bir geminin üst güverte
sayılar ya da simgelerle belirtme özelliği, b) matema sinin, çoğu zaman zabitlere ayrılan kıç tarafı; eski
tiksel nicelikleri belirtmek için kullanılan bir sayı ya den geminin pupası ile grandi direği arasındaydı.
da simge. quartered: 1) dörtte birlere bölünmüş. 2) uzunlaması
quantity of radiation: Radyasyon miktarı; ışına dikey na dörde bölünmüş kütük veya tomruk,
2
olan bir düzlemden geçen ve erg/cm veya vat-sani- quarter-hour: 1) on beş dakika. 2) saat üzerinde, bir
2
ye/cm türünden ifade edilen toplam enerji. saatin ilk ve üçüncü çeyreklerini gösteren nokta; qu-
quantized: Belirli değerde enerjiye sahip olan: Parti-
440

Q, q
bir dalı.
Q, quadratron: Yüksek vakumlu bir vakum tüpü veya tet
q rad.
q.: Bkz. 1) quadrans. 2) quart. 3) quarter, 4) quar quadrature: 1) kare yapma işi. 2) verilen bir dairenin
terly. 5) quintal. yüzeyine eşit yüzeyde bir karenin boyutlarını tespit
ql : Bkz. quintal. etme: Geometrik olarak çözümsüz bir problem. 3)
qt.: Bkz. 1) quantity. 2) quart.
Astr. birbirlerinden 90 derece uzaklıkta oldukları za
qu.: Bkz. 1) quart. 2) quarter. 3) quarterly.
man, iki gök cisminin göreli durumu.
quad: Bkz. quadrat.
quadrennial: 1) dört yılda bir kare olan. 2) her dört
quadrangle: Geom. dört kenarı ve dört açısı olan düz
yılda bir vukubulan. 3) dört yılda bir olan olay.
lem şekil; dörtgen.
quadrennially: Her dört yılda bir.
quadrangular: Dörtgen şeklinde olan; dört açı ve
quadrennium: Dört yıllık bir periyot ya da süreç.
dört kenara sahip olan.
quadri-: Dört kere, dört kat anlamlarında bir önek.
quadrant: 1) buharlı dümen makinelerinde çeyrek da
quadric: Mate, ikinci dereceye ait.
ire şeklinde olan ve dümen rodunu hareket ettiren
quadricentennial: Dört yüzüncü yıldönümü veya
dişli; kadran (dişli). 2) daire çevresinin dörtte bir ve
onun kutlanması; bu yıldönümüne ait.
ya çeyrek parçası; 90 derecelik açının yayı; kadran.
quadricycle: Dört tekerlekli çevrim.
3) bir dairenin dörtte biri; çeyrek daire; dörtte bir da
quadrifid: Dört parçaya bölünen.
ire. 4) çeyrek daireye benzer bir parça ya da kısım.
quadrilateral: 1) Geom. dört açısı ve dört kenarı olan
5) Astr., Nav. rakım (yükselti) ve açısal yükseklikleri
düzlem şekli. 2) dört kenarlı olan; dört kenarlı. 3)
ölçmek için kullanılan sekstant türünden bir cihaz.
dört kare ile korunan alan.
5) Anal. Geom. bir düzlem yüzeyde.
quadrillion: 1) ABD ve Fransa'da 1'i izleyen 15 sıfırlı
quadrant electrometer: Çeyreklere bölünmüş metal 15

bir silindirde yatay olarak asılmış hafit metalik bir iğ sayı; 10 . 2) ingiltere ve Almanya'da ise 1'l izleyen
neden oluşan elektrometre; Kelvin elektrometresi. 24 sıfırlı sayı; 10 , katrilyon.
2
quadrinomial: 1) Ceb, dört terimli ifade; x + xy - 3y
quadrantal: 1) şekli çeyrek daireye benzeyen. 2) çey 2

rek daireye ait. + 2y gibi. 2) Ceb. dört terimden oluşan.


quadropod engine: Bkz. quadruple expansion engi quadripartite: 1) dört parçadan oluşan veya dört par
ne. çaya bölünmüş. 2) dört kişi, devlet vb. i tarafından
quadrat: 1) Matb. hurufatın yüzeyinden daha alçak, pay ve formüle edilmiş.
yerleştirme, boş hatları doldurma vb. i için kullanılan quadrisect: Dört eşit parçaya bölmek.
bir parça metal; kadrat. quadrivalence: Dört değerli olma durumu veya niteli
quadrate: 1) kare veya kareye yakın. 2) birbirinden ği; dört değerlilik.
90 derecelik mesafede bulunan gök cisimlerini belir quadrivalency: Bkz. quadrivalence.
ten. 3) bir kare veya dikdörtgen. 4) kare veya dikört- quadrivalent: 1) dört değer veya valansa sahip olan;
gen yer, şey vb. i 5) kare yapmak. dört değerli. 2) dört değerli olan.
quadratic: 1) kare. 2) Ceb. ikinci dereceden nicelik quadrivial: Bir noktada birleşen dört yola sahip olan,
veya nicelikler. 3) ikinci dereceden terim, ifade veya 2) dört yönü gösteren; dört yönlü: Yol veya cadde
eşitlik. ler için söylenir.
quadratic equation: Ceb. ikinci dereceden veya ikin quadrivium: Ortaçağda yedi yüksek bilimin aritmetik,
ci kuvvetten eşitlik. geometri, astronomi ve müzik kapsayan daha yük-
quadratics: ikinci dereceden eşitliklerle ilgilenen ce
quad r upl e 441 qua r t er -hou r

sek bölümü.
kül veya tanecikler için söylenir,
quadruple: 1) dörtten oluşan veya dörtten ibaret. 2)
quantum: 1) nicelik ya da miktar. 2) belirtilen miktar;
dört misli. 3) bir şeyin dört misli. 4) dört misli fazla
porsiyon; parça ya da kısım. 3) kuvantum kuramına
miktar. 5) dört misli yapmak veya olmak. 6) dörtle
göre belirli niceliklerin temel birimi; örneğin foton;
çarpmak.
elektromanyetik radyasyon birimidir,
quadruple engine: Bkz. quadruple steam engine.
quantum efficiency: Gelen radyasyonun kuvantumu
quadruple expansion engine: Bkz. quadruple ste
başına bir metalden neşredilen veya yayılan fotoe-
am engine.
lektronların sayısı; kuvantum verimi,
quadruple steam engine: Yüksek basınç (HP), birin
quantum mechanics: Kuvantum kuramını doğrula
ci orta basınç (1.MP), ikinci orta basınç (2.MP) ve al
yan olayların mekaniği; kuvantum mekaniği; örne
çak basınç (LP) silindirlerinden oluşan ve silindir
ğin atomsal ve molekülsel değişimler.
çapları birbirlerinden farklı buhar makinesi; dört ge
quantum number: Bir atomik sistemin durumunu be
nişlemen (stim) makinesi; dört genişlemeli dört silin
lirten tam bir sayı; kuvantum sayısı ya da numarası.
dirli pistonlu buhar makinesi; Gem. Mak. kuvadrapıi
quantum shell: Aynı esas kuvantum sayısına sahip
ekspanşın makine; tam adı: Quadruple expansion
olan elektronların bulunduğu hacim; kuvantum kabu
steam engine.
ğu,
quadruplex: 1) dört kat. 2) tek tel ile aynı anda ikişer
quantum state: Enerji düzeyi; bir atom veya molekü
olarak aynı yöne dört mesai gönderebilen telgraf sis
lün kalıcı ya da geçici olarak sürdürdüğü durumlar
temini belirtir. 3) çaplan birbirine eşit dört silindirli
dan biri; kuvantum durumu.
bir pompa, makine vb.
quantum theory: Kuvantum kuramı ya da teorisi;
quadruplicate: 1) dört misli. 2) Mate. dördüncü kuv
Planck'a göre: "Enerji, kuvanta Bkz. quanta adı veri
vete yükselen. 3) birbirine tümü ile eşit olan dört
len minimum bölünemeyen tanecik ya da partiküller-
kopyadan biri.
den oluşur"; radyan enerji sadece kuvanta ve foton
quadruplication: 1) dört misli yapma. 2) bunun sonu
lar tarafından emilir veya yayılır.
cu. quarantinable: Karantinaya konu olan.
quak: 1) titremek; sallanmak. 2) deprem veya zelze
quarantine: 1) bulaşıcı hastalık taşıyan bir geminin li
le.
manda kesin olarak yalıtıldığı 40 günlük süre; karan
qualifier: Bilgisay. niteleyici.
tina. 2) böyle bir geminin tutulduğu yer. 3) kırk gün
qualitative: Bir gazın hacim ya da basınç miktarları
lük süre. 4) bulaşıcı hastalık bulunan kişilerin, bitki
nın ölçülmediği, sadece hacmin basınçla değiştiğini vb. lerinin tecrit edilmesi. 5) bulaşıcı hastalıklı kişi, si
gösteren bir deney; nitel veya niteliğe ait; kalitatif.
nek, bitki vb. lerinin tecrit edildiği ve ötesine geçme
qualitative analysis: Miktarını saptamadan bir mad nin yasak olduğu yer. 6) karantina altına almak.
denin bileşenlerinin tanımlanması; niteliksel analiz;
quart: 1) 1/4 galon; İngiltere'de 1,13 litre, ABD'de
kalitatif analiz; nitel analiz. 3
0,945 litre veya 57,75 inç 'e eşit olan bir sıvı ölçüm
quality: 1) bir şeyin sahip olduğu mükemmellik dere
birimi, 1/8 pek'e (0,945 lt), eşit olan bir kuru ölçüm
cesi. 2) nitelik; kaiiîe; vasıf; Buharın vasfı veya kalite
birimi. 3) kapasitesi veya hacmi 3,78/4 = 0,945 litre
si gibi.
ye eşit olan bir kap.
quant: 1) İng. küçük tekneleri yürütmek için kullanı
lan alt ucuna yakın diski bulunan bir sırık; disk, sırı quarter: 1) bir şeyin dört eşit parçasından biri; dörtte
ğın çamura batmasını önler. 2) böyle bir sırık ile (bir bir; çeyrek. 2) 8 buşel veya 1/4 ton'a eşit olan bir ta
tekneyi) yürütmek. hıl ölçü birimi. 3) ABD'de 25 libre (11,3 kg), ingilte
re'de 28 libre (12,65 kg) olan bir ağırlık birimi. 4) bir
quanta: Bkz. quantum (Çoğ.).
yardanın dörtte biri veya 9 inç (228,6 mm) olan. 5)
quantic: Mate, iki veya daha fazla değişkenin fonksi
bir milin dörtte biri (402,25 m). 6) bir yılın dörtte biri;
yonunun homojen entegrali.
üç ay. 7) akademi veya kolejlerde öğretim yılının
quantify: 1) niceliğini saptamak ya da belirtmek; bo
dörtte biri. 8a) bir saatin dörtte biri; 15 dakika. 9a)
yunu belirtmek, göstermek ya da işaret etmek.
bir doların dörtte biri; 25 sent. b) Amerika ve Kana-
quantitative: 1) nicelik ile ilişkili; ölçülebilir olma yete
da'da 25 sente eşit olan gümüş para. 10a) pusula
neği. 2) nicel.
nın dört ana noktasından biri. b) ufkun dört bölü
quantitaive analysis: Bir bileşik ya da bir maddenin
münden biri. c) bu bölümlerin altında olduğu düşü
türlü bileşenlerinin yüzdelerini veya miktarlarını has
nülen bölgelerden biri; Dünyanın bir parçası ya da
sas olarak ölçme işi ile ilgilenen kimya dalı; kantitatif
bölgesi. 11) Astr. a) Ayın Dünyanın çevresinde çey
analiz; nicel analiz, miktarsal analiz.
rek dönüş yaptığı süre. b) yarı aydınlık olduğu za
quantity: 1) miktar; oran; kısım ya da parça. 2) her
man Ayın görünüşü. 12) Den. a) gemi bordalarının
hangi belirsiz bir kütle, ağırlık ya da sayı. 3) belirli
kıç tarafı; kıç omuzluk, b) bir kulacın dörtte biri. 13)
bir şeyin tam miktarı. 4) büyük bir miktar veya sayı.
dört eşit parçaya bölmek. 14) Meka. bağlayıcı parça
5) ölçüm ile saptanabilen herhangi bir şeyin özelliği.
yı dik açılarda birleştirmek. 14) Den. bir geminin kıç
6) Mate, a) miktarları, boyutları vb. ölçülebilme veya
omuzluğundan esmek: Rüzgâr için söylenir.
sayılar ya da simgelerle belirtme özelliği, b) matema
quarter-deck (quarterdeck): Bir geminin üst güverte
tiksel nicelikleri belirtmek için kullanılan bir sayı ya
sinin, çoğu zaman zabitlere ayrılan kıç tarafı; eski
da simge.
den geminin pupası iie grandi direği arasındaydı.
quantity of radiation: Radyasyon miktarı; ışına dikey
2 quartered: 1) dörtte birlere bölünmüş. 2) uzunlaması
olan bir düzlemden geçen ve erg/cm veya vat-sani-
2 na dörde bölünmüş kütük veya tomruk,
ye/cm türünden ifade edilen toplam enerji. quarter-hour: 1) on beş dakika. 2) saat üzerinde, bir
quantized: Belirli değerde enerjiye sahip olan: Parti saatin ilk ve üçüncü çeyreklerini gösteren nokta; qu-
quarterly 442 quillal
şarj ya da boşalıma son verme.
arter Hour şeklinde de kullanılır. quenchless: Söndürülemez.
quarterly: 1) bir yılda dört kere ve belirli aralıklarla vu- quercetic: Kuversetin'e ait ya da ondan türeyen.
kubulan veya görülen. 2) bir çeyrekten oluşan. 3) yı quercetin: Siyah meşenin iç kabuğundan çıkarılan ve
lın bir çeyreğinde bir kere. 3) her üç ayda bir yayın ya sentetik olarak üretilen san, kristalli bir boya mad
lanan (dergi ya da mecmua). desi; kuversetin, C 1 5 H 1 0 O 7 .
quartern: 1) dörtte bir kısım; çeyrek; dörtte bir. 2) bir quercine: Meşeye ait.
ston'un dörtte biri veya 3,5 iibre (1,587 kg). 3) ağırlı quern: 1) biri diğerinin üzerinde olan iki taş diskten
ğı yaklaşık olarak 4 libre (1,814 kg) olan ekmek. oluşan ve tahıl tanelerini öğütmek için kullanılan il
quarter-phase: Elekt. aralarında 90 derecelik faz farkı kel bir öğütücü; taş değirmen. 2) kahve ve baharat
bulunan iki alternatif akımın üretimi, taşınması veya üretmek için kullanılan küçük bir değirmen; el değir
kullanılması; diphase şeklinde de kullanılır. meni.
quarter, port: Den. iskele kıçomuzluk. quick: 1a) çabuk veya hızlı, b) çabuk olarak yapılan
quarter round: Enine kesiti çeyrek daire olan, dışbü şey; acele. 2) kısa bir zaman aralığında görülen ve
key tiriz ya da pervaz; ovolo şeklinde de kullanılır. ya vukubulan. 3) hassas ya da duyarlı. 4) kolay ka
quartersaw: Kütük ya da tomruğu boyuna olarak dör rıştırılan. 5) çabuk olarak; hızlı olarak.
de bölmek ve sonra biçmek (tahta yapmak). quick charge: Akülerin, kapasitelerinin onda birinden
quarter section: Bir arazi parçasının yaklaşık olarak daha yüksek bir akımla şarj edilmeleri; hızlı şarj; yıl
2 2
1/4 mil 'ye (0,647 km ) eşit olan dörtte bir bölümü. dırım şarj.
quartic: Mate, dördüncü Kuvvet veya dereceye ait. quick-cleaning strainer: Den. gemilerin ana yangın
quartz: Parlak, kristalli bir mineral veya silisyum diok- devrelerinde bulunan ve deniz canlıları, kum, kısır
sit; kuvarz, Si0 2 ; çoğu zaman bol miktarda, çoğun vb. i parçacıkları tutan, onların yangın hortumlarına
lukla renksiz, saydam şekilde, bazan da türlü renk geçmesine ve nozulu tıkamasına engel olan filtre;
lerde yarı kıymetli taşlar olarak görülür; elektrik ci çabuk temizlenen süzgeç ya da filtre.
hazlarında ve özel lâboratuvar aletleri yapımında kul quick closing gear: Buhar, gaz veya bir sıvı akımını
lanılır. derhal durdurmak için kullanılan bir tertibat; çabuk
quartz clock: Belirli sabit bir frekansta titreşen bir ku kapama donanımı.
varz kristali tarafından ayarlanan bir saat; kuvarz sa quick-closing valve: 1) uzaktan kumandalı sistemler
ati; duyarlı işlerde kullanılır. de kullanılan ve kazana verilen yakıtı derhal kesmek
quartz-fiber manometer: Bir kuvarz lifi yardımıyla için kullanılan bir valf; çabuk kapama valfı. 2) bir sis
gaz basınçlarını ölçen manometre; kuvarz lifii mano temin çabuk bir biçimde korunması için kullanılan
metre. bir emniyet, güvenlik veya seyfti valfı.
quartziferous: Kuvarzdan oluşan; kuvarz veren. quick-emptying valve: Yüksek devirli ve redüksiyon-
quarzite: Som, sert, açık renkli çakmak taşı gibi pırıltı lu (devir düşürücülü) dizel motorlarının hidrolik kap-
lı bir kaya; kuvarzit; yaklaşık olarak % 98'i silisyum linlerinde kullanılan bir valf; çabuk boşaltma valfı;
dioksit olan bir kumtaşı. hidrolik kaplini çalıştırma yağının 2-7 dakikada boşal
quartz lamp: Morötesi ışınlarının büyük bir bölümünü masını sağlar.
geçiren kuvarz tüplü, cıva buharlı bir lâmba; kuvarz quick-fire: Birbiri ardından veya seri olarak ateş eden
lâmbası. veya ateş edecek şekilde yapılmış.
quartz plate: Elekt. elektrik polaritesine sahip bir ku quick fire: Seri atışlı (silah).
varz kristali parçası. quick-firing: Bkz. quick-fire.
quaternary: 1) dörtten oluşan; dörtlü grup. 2) Jeol. quick-freez: Çiğ veya henüz pişmiş yiyecekleri anî
en son zamana ait ya da onu belirten. 3) dört sayısı; olarak dondurmak ve düşük sıcaklıklarda uzun süre
4; dördün grubu. için muhafaza etmek veya saklamak; şoklamak.
quaternary ammonium compound: Hidrojen atomla quicklime: Sönmemiş kireç; beyaz çözünmez bir ka
rının organik köklerle yer değiştirmesiyle amonyum tı; kalsiyum oksit, CaO; su ile sönmüş kireci oluştu
hidroksitten türeyen ve genel formülü R4NOH olan rur; sıva yapımı ve deri endüstrisinde kullanılır.
bir bileşik, örneğin tetraetil amonyum hidroksit, quickly-fitted stoppers: Su borulu kazanların hidro
(C 2 H5 )4 NOH. lik deneylerini çabuk olarak yapmak için kullanılan
quaternion: 1) dörtlü bir grup. 2) Mate, a) bir vektörü ve 200 bar basınca dayanabilen bir cihaz.
diğerine dönüştüren bir faktör; katerniyon. b) Çoğ. quick-shut off valve: Buh. Kaza. akaryakıt veya ma
katerniyon kullanan bir kalkülüs biçimi. zot devrelerinde püskürtücülere verilen yakıtı hızla
quay: Çoğu zaman betonarme veya taştan yapılmış, kesmek için kullanılan bir valf; çabuk kapama valfı.
gemileri yükleme ve boşaltma olanaklarına sahip rıh quicksilver: 1) cıva, Hg; termometrelerde kullanılır.
tım ya da iskele. 2) cıva ile kaplamak
quayage: 1) rıhtımın kullanılması için konulmuş üc quick stop valve: Çabuk kapama valfı veya vanası;
ret; rıhtım resmi; rıhtım ücreti. 2) bir rıhtım üzerinde quick-shut off valve şeklinde de kullanılır.
ki alan. 3) tüm rıhtımlar. quiet: 1) sakin; durgun; hareketsiz. 2) gürültüsüz;
quench: 1) söndürmek: Yangın söndürmek gibi. 2) sessiz. 3) kolay uyarılmayan.
anî olarak soğutmak: Tavlanmış çeliğin su, yağ vb. quiet running engine: Sessiz (çalışan) makine; çalı
ine sokularak soğutulması gibi; su vermek. şırken gürültü yapmayan makine.
quenching: 1) kritik sıcaklığın üzerine kadar ısıttıktan quill: 1) dokumacı makarası; masura. 2) tüy kalem.
sonra çelik ya da diğer bir alaşımı su, yağ ve diğer 3) bir direğin içi oyuk gövdesi.
bir banyoya batırarak sertleştirmek. 2) tekrar tutuş quillai: Bot. iç kabuğu sabun olarak kullanılan bir Şili
mayı önlemekle bir radyasyon sayaç tüpündeki de
quil l shaf t 442 quotien t

ağacı.
değiştirilmesi sonucu, kinondan türetilen kristalli bir
quill shaft: İki Kademeli devir düşürücü ya da ridak-
bileşik; kinonimin, C6 H5 NO.
şın gir donanımlarında, birinci kademe dişli çark ve
quinonoid: Yapısı, özellikleri vb. kinona benzeyen; ki-
birinci kademe pinyon dişliyi taşıyan şaft ya da mil;
noit.
Gem. Mak. kuvil şaft.
quinque-: Beş veya beşle çarpma anlamlarında bir
quinacrine: Sentetik bir ilaç; stebrin: Tam adı quinae-
önek.
rine hydrochloride,
quinquenniad: Bkz. quinquennium.
quinary; Beşten oluşan veya beşin oluşturduğu; beşli
quinquennia!: 1) beş yıl süren. 2) her beş yılda bir
(grup). oluşan ya da vukubulan; beş yılda bir oluşan olay.
Quincke tube: Paralel iki daldan oluşan kolu oları quinquennium: Beş yıllık bir zaman aralığı, periyodu
ses iletme tüpü; ses filtre etmek için kullanılır; Quinc veya süreci.
ke tüpü. quinquereme: Beş sıra küreğe sahip olan kadırga.
quindecagon: Geom. on beş açısı ve on beş kenarı quinquevalence: Beş değerli olma durumu veya nite
olan bir düzlem; on beş kenarlı. liği; beş değerlilik.
quindecennial: 1) on beş yılda bir vukubulan. 2) on quinque valency: Bkz. quinquevalence.
beş yıl için süren. 3) on beş yıl dayanan veya on quinquevalent: 1) beş değere sahip olan; beş değer
beş yıl süreli; on beşinci yıldönümü. 4) bunun kutla li. 2) pentavalent şeklinde de kullanılır.
ması. quinta!: 1) ABD'de 100 libre (45,36 kg), ingiltere'de
quinia: Bkz. quinine. 112 libreye (48,832 kg) eşit olan bir ağırlık birimi. 2)
quinic acid: Kahve taneleri, kınakına ağacı kabukla metrik sistemde 100 kg'a (220,46 libre) eşit olan ağır
rından elde edilen renksiz, kristâili bir asit; kinik asit, lık birimi; kental.
C6 H7 (OH)4 .COOH. quintan: Her beş günde bir oluşan veya vukubulan;
quinidin: Bkz. quinidine
beş günde bir görülen ateş gibi.
quinidine: Kınakına ağacı kabuğundan çıkarılan kini
quintessence: Herhangi bir şeyin saf, konsantre özü
ne benzeyen renksiz, kristalli bir alkaloit; kinidin,
veya hülâsası.
C 20 H 24N 2 O 2.
quintessential: Öz ya da hülâsaya ait; en saf; en mü
kemmel.
quinin: et e quinine. quintet (quintette): 1) beş kişi veya beş şeyden olu
quinina: Bkz. quinine. şan bir takım veya grup; beşli; kentet.
quinine: 1) kınakına ağacı kabuğundan çıkarılan acı, quintillion: 1) ABD ve Fransa'da 1'i izleyen 18 sıfır
kristalli bir alkaloit; kinin, C 20 H 24 N 2 O 2 . 2) bunun, 18
dan oluşan sayı; 10 . 2) Almanya ve İngiltere'de 1'i
ki nin sülfat gibi, türlü amaçlar için ilaç olarak, 30
izleyen 30 sıfırlı sayı; 10 .
özellikle sıtma tedavisinde kullanılan bir bileşiği.
quintuple: 1) beş kapsayan veya beşten oluşan. 2)
quinoid: Yapısı, özellikleri vb. i bakımından kinon'a
beş misli; beş kat. 3) diğerlerinden beş misli daha
benzeyen bir madde.
büyük olan bir sayı vb. 4) beş misli yapmak veya ol
quinoidin: Bkz. quinoidine.
mak; beşle çarpmak.
quinoidine: Kınakına kabuğundan kinin çıkarılması iş
quintuple point: Beş fazı dengede olan sıcaklık veya
leminde oluşan alkaloitler karışımı kapsayan kahve
temperatür.
rengi bir madde; klnodin; kinin yerine kullanılır.
quintuplet: 1) aynı türden beşli bir grup. 2) bir kere
quinolin: Bkz. quinoline.
de doğan beş bebek; beşiz.
quinoline: Kemiklerin, kömür katranının ve türlü alka
quire; Aynı maldan aynı ölçülerde 24 veya 25 yaprak-
loitlerin tahripkâr damıtılmasından veya sentezlerle
lık kâğıt destesi; 480 veya 500 tabakalık bir paketin
elde edilen renksiz, sıvı bileşik; kinolin, C 9 H 7 N ; anti
yirmide biri.
septikler, boyalar vb. i yapımında kullanılır.
quite: 1) tümü ile; tamamen. 2) gerçekten veya haki
quinone: 1) iki izomerik bileşikten biri; kinon,
katen; kesin olarak. 3) önemli derece veya boy; pek
C 6 H 4 O 2 ; fotoğrafçılıkta, özellikle sarı, kristalli
çok.
izomer boyalar yapımında kullanılır. 2) bu tür
quota: Pay ya da hisse; orantılı pay; kota; kontenjan.
bileşikler seri sinin herhangi biri.
quotient: Aritm. bir sayı diğeri ile bölündüğü zaman
quinonimine: Oksijen atomunun bir imino grubu ile elde edilen sayı; bölüm.
R, r
R,
RACER cycle: Buhar türbini ile gaz türbininin aynı
r
de vir düşürücü ile pervaneyi çevirdiği bir makine
R: 1) Kimy. kökün simgesi; özellikle organik kök sim
çevri mi; bir tür Rankin çevrimi; ekonomizör, buhar
gesi veya sembolü. 2) Elekt. direnç ya da rezistan
jenera törü ve süperhiyter gaz türbininin egzozu
sın simgesi. 3) Mate. yarıçap veya oranın simgesi.
ile çalış makta ve üretilen stim, buhar türbinini
4) F/z., Kimy. gaz sabitesi.
çalıştırmakta dır; Rankine Cycle Energy Recovery
r.Bkz. 1) roentgen (s). 2) resistance.
sözcüklerinin ilk harflerinden oluşmaktadır.
R.: Bkz. 1) radical. 2) Reamur.
raceway: 1) su için dar bir kanal. 2) elektrik kabloları
R. (r.):Bkz. 1) radius. 2) railroad. 3) railway. 4) ro
veya tellerini taşımak ve korumak için kullanılan bo
ad.
ru.
r .: Bkz. 1) range. 2) rod; rods. 3) rubber.
rack: 1) türlü cisimleri tutmak veya göstermek için kul
Ra: Bkz. radium.
lanılan çerçeve, ızgara, mahfaza stand vb. i; özellik
rabbet: 1) bir geçme ya da bağlantı yapmak için bir
le: a) bir uçakta bombaları tutmak için çerçeve, b)
tahtanın kenarına, diğer parçaya geçecek şekilde
Matb. hurufat mahfazalarını taşımak için çerçeve. 2)
açılan oyuk; lâmba: Lâmbalı tahta gibi; yivli tahta. 2)
Diz. Mot. yüksek basınç pompalarında dişli çark,
bu şekilde yapılan geçme. 3) yiv (lâmba) açmak. 4)
vorm vb. inin geçtiği kremayer dişli; rak; rak kolu.
yiv (lâmba) ile birleşmiş. 5) lâmba (yiv) ile birleştiril
rack adjustment: Rak (kolu) ayarı; indeks ayarı.
miş.
rack railway: Dağ gibi meyilli yerlere tırmanmak için
rabbit: Bir nükleer reaktörde bir boru içinde pnömatik
kullanılan bir tür demiryolu; dişli demiryolu.
veya hidrolik olarak yürütülen küçük bir kap; çok kı
rackwork: Rak koluna (kremayer dişli) sahip olan me
sa hayatlı atomlar kapsayan örnekleri gidermede kul
kanik bir cihaz.
lanılır.
racon: Uçakları yöneltmek için kullanılan radar sinya
rabble: Erimiş demiri karıştırmak ve yüzer maddeleri
li, ışını veya bikın'ı.
ni gidermek için kullanılan demir çubuk; gelberi;
rad.: Bkz. 1) radial. 2) radius. 3) radix.
böyle bir gelberi ile karıştırmak ve yüzer maddelerini -2
rad: Maddenin her kilogramı için 1x10 J enerji birik-
gidermek.
tirebilen radyasyon miktarı; Rad.
Rabi field: Paralel, yassı, dikdörtgen kutuplar arasın
radar: Büyük frekanslı radyo dalgalarını gönderen bir
da düzgün olmayan bir manyetik alan; Rabi alanı;
iletici (verici) ve bir arazi kütlesi, gemi vb. inin yansıt
manyetik hareketi olan partikül ya da tanecikleri sap
tığı bu dalgaları toplayan bir alıcıdan (resiver) olu
tırmak için kullanılır,
şan radyo arama cihazı; radar; radyo dalgalarını yan
race: 1) bir makinenin hareketli parçaları için kanal
sıtan cismin yönü ve mesafesini belirtir.
veya oyuk: Rulman yatakta bilyaiarın kanalı gibi. 2)
radar aerial: Bkz. radar antenna.
hızlı olarak hareket etmek ya da gitmek. 3) az di
radar antenna: Elektromanyetik dalgalar gönderen
renç veya hafif yük nedeniyle çok çabuk dönmek ve
ve bir cisme çarpayark yansıyan dalgaları alan an
ya hareket etmek, 4a) hızlı olarak gitmeye neden ol
ten; radar anteni.
mak, b) dişlileri geçmediği için (bir makinenin) çok
radar echo: Verici çevresindeki cisimler tarafından
hızlı çalışmasına neden olmak.
yansıtılan radyo frekans enerjisi,
racemic: 1) tartarik asitin optik olarak aktif olmayan
radar indicator: Gözlem için dönüş sinyallerinin kayıt
şekline ait veya onu belirten.
edildiği katot ışınlı bir osiloskop; radar göstericisi ve
racemization: Optik olarak aktif bileşikleri, optik ola
ya ekranı.
rak aktif olmayan şekle dönüştürmek.
rada r receive r 445 radiatio n tube s

radar receiver:Radar alıcı. temasta olan süperhiyter veya üst kızdırıcı; genel ola
radar scanner: Bkz. radar antenna, rak ocak tabanına yerleştirilirler. Bazı kazanlarda ay
radar screen: Bkz. radar antenna. rı fayraplı süperhiyter şeklinde kullanılırlar.
radiacs: Radyolojik kirlenmeyi araştırmak için kullanı radiate: 1) ısı ışınları, ışık vb. yaymak, çıkarmak ya
lan cihazlar; radyasyon arama, gösterme ve hesapla da neşretmek. 2) ışınlar biçiminde yayılmak. 3) mer
ma sözcüklerinden üretilmiştir. kezden hatlar şeklinde ve yarıçap yönünde yayıl
radial: 1) ışın ya da ışınlara ait veya onlar gibi; belirli mak. 4) ışınla (ışık, ısı vb. i ile) göndermek. 5) ışınla
bir merkezden tüm yönlerde yayılma veya kollara ay ra veya ışınlar gibi parçalara sahip olma; radyal. 6)
rılma. 2) yarıçapa ait veya yarıçapa benzeyen; rad- Zoo. radyal olarak simetriye sahip olan bir hayvan:
yal; çap yönünde. Denizanası gibi. radiating: Yayma; neşretme; ışın
radial bearing: Radyal yatak; devir hareketli milleri ta yayma; ışın halinde yayılma; radyoaktif ışınlar yay
şımak ve radyal laynı sağlamak; çap yönündeki ha ma.
rekete engel olmak için kullanılan yatak. radiating atom: Bir ya da daha fazla elektronun yük
raidal clearence: Buh. Türb. hareketli kanat tepeleri sek enerji düzeyinden daha alçak enerji seviyesine
ile türbin keysi arasında, çap yönündeki boşluk ve geçişi sırasında radyasyon yayan bir atom.
ya klerens; radyal klerens veya boşluk; çapsal kle- radiation: 1) elektromanyetik dalgalar tarafından ener
rens; derinlik mikrometresi veya briç (köprü) geyiç ji transferi. 2) yayma (neşretme) işi veya işlemi; özel
yardımıyla denetlenebilen klerens. likle iç değişime uğrayan molekül ve atomlardan
radia! engine: Bir daire çevresinde silindirler ve mer ışık, ısı ışınları vb. şekilde neşretme veya yayma işle
kezde ise bunların bağlı bulundukları krank mili bulu mi; radyasyon. 3) radyan enerji; yayılan ışınlar. 4)
nan motor, çoğunlukla benzin motoru; radyal mo radyum veya diğer bir radyoaktif madde ile hastalık
tor; yıldız motor, tedavisi. 5) radyoaktif cisimlerin dalga veya partikül
radial f!ow turbines: Radyal akımlı türbinler; 8t e ra yayması. 6) parçaların radyal düzeni.
dial turbine. radiation chemistry: Yüksek enerjiye sahip radyas
radial force: Mot. krank kollarını çap yönünde etkile yon veya partiküllerin, bozunma dahil madde üzerin
yen kuvvet; radyal kuvvet. deki kimyasal etkilerini inceleyen bilim dalı; radyas
radia! symmetry: Birbirine tıpatıp benzeyen parçalar yon kimyası.
elde etmek için, bir parça, organizma vb. inin ekse radiation counter tube: Radyasyonun gelmesi sonu
ninden geçen bir ya da bir kaç düzlem ile sağlanan cu, sürekli olmayan elektrik impulsları oluşturabilen
simetri; radyal simetri: Merkezinden geçen düzlem bir detektör; radyasyon sayıcı tüp.
ler tarafından kesilen daire ve silindir gibi. radiation damage: Radyasyonun, gama ışınları, nöt
radial tube boiler: Radyal borulu kazan; ronlar ve fizyon parçalarının türlü maddeler üzerinde
radial turbine: Buharın merkezden çevreye doğru ve oluşturduğu, mekanik özellikler ve boyutlar, ısıl ve
ya çevreden merkeze doğru çap yönünde aktığı aksi elektriksel iletkenliklerde değişim vb. i hasar; radyas
yon veya reaksiyon türbini; radyal türbin. yon hasarı.
radially: Radyal olarak. radiation damping: Radyasyon ile enerji yayılması
radial velocity: Bir gök cisminin gözlemciye yaklaştı nedeniyle bir elektrik osilasyonunun amplitüdündeki
ğı veya ondan uzaklaştığı, km/s türünden hız; rad azalma; radyasyon sönmesi.
yal hız; spektroskopik olarak saptanır. radiation, heterogeneous: Farklı bir kaç frekans ve
radian: 1) uzunluğu yarıçapına eşit olan bir daire yayı enerjideki radyasyon; heterojen radyasyon.
parçası. 2) iki yarıçap tarafından kesilen böyle bir ya radiation losses: Buh. Türb. çok iyi izolasyon nede
yın daire merkezinde oluşturduğu 57,295° ye eşit niyle, ihmal edilebilecek küçük miktarda oluşabilen
olan açı; radyan. kayıplar; radyasyon ya da ışınım kayıpları.
radiance: Radyan (ışık yayan) olma durumu ya da ni radiation monochromatic: Sadece bir dalga boyu ve
teliği; parlaklık. ya frekansı oları radyasyon; monokromatik radyas
radiancy: St e radiance. yon.
radiant: 1) ışık ışınları yayan veya neşreden; parılda radiation potential: Bir atomdaki bir elektronu nor
yan. 2) ışıkla dolu; parlak. 3) ışıklar yayma (bir kay mal durumundan, mümkün olan diğer bir duruma
naktan); ışık neşreden veya yayan; radyan enerji, 4) aktarmak için gerekli olan, elektron volt türünden be
Astr. gökte meteor yağmurunun geldiğinin görüldü lirtilen enerji; radyasyon potansiyeli.
ğü nokta. 5) Opt. ondan ışığın geidiği nokta. radiation pressure: Işık veya diğer bir elektromanye
radiant energy: Elektromanyetik dalgalar, ses, ısı, tik radyasyon etkisindeki bir yüzeye uygulanan çok
ışık, X ışınları, gama ışınları vb. i gibi, bir kaynaktan küçük bir basınç; radyasyon basıncı.
yayılan herhangi bir enerji türü: radyan enerji. radiation pyrometer: Isıtılmış bir cismin sıcaklığını,
radiant heat: Vakumdan geçebilen veya geçme yete onun tarafından yayılan ısıl radyasyonun toplam şid
neğinde olan, tayfın kızılötesi bölgesinde bulunan detini ölçerek belirten bir pirometre; radyasyon piro
görünmez elektromanyetik dalgalar; radyan ısı. metresi.
radiant heating: Döşeme veya duvar içine döşenmiş radiation resistance: Radyasyon ile enerji kaybı ne
elektrik telleri, sıcak su ya da buhar boruları vb. i ile deniyle titreşen bir devrenin ölçülen veya görünür di
bir binanın ısıtılması yöntemi; radyan ısıtma. rencinin bir parçası; radyasyon direnci.
radian pyrometer: Bir cisim tarafından yayılan rad radiation tubes: ince su borulu heder türü kazanlar
yan enerjinin, sıcak bölgesine odaklandığı küçük bir da ocağa yaklaştırılan süperhiyter borularını ocak
termokupl; radyan pirometre. radyasyonuna karşı koruyan ve bir kaç sıra borudan
radiant superheater: Alevin radyan ısısı ile doğrudan oluşan kalın su boruları; radyasyon boruları.
radiation visible 446 radiobroadcast

radiation visible: Görünür tayftaki radyasyon., daha dayanıklı çekirdek şeklinde, zerre şeklinde ışın
radiative: Radyasyona ait; radyasyon ile belirtilen; lar çıkardığı radyoaktif değişim; radyoaktif ayrışma
radyasyona muktedir. veya bozunma.
radiative equilibrium: Aynı miktarda radyan enerji radioactive elements: Kendiliğinden veya yüksek hız
yayma veya emilmesi ile sabit sıcaklık sürdürülmesi; lı tanecikler (partiküller) tarafından bombardman
radyasyona (ilişkin) denge. edildikten sonra dalgalar ve partiküller çıkaran ele
radiator: Isı yayan herhangi bir şey; özellikle a) içer mentler; radyoaktif elementler,
sinden sıcak su, buhar veya yağ dolaştırılarak oda, radioactive emanations: Belirli radyoaktif elementler
salon vb. i yerleri ısıtan bir sıra boru veya kangal bo tarafından çıkarılan radyoaktif gazlar; radyoaktif çı
ru; serpantin; radyatör, b). sıcak hava regülatörü, c) kışlar.
otomobillerde olduğu gibi, yayılan ısıyı alarak moto radioactive fall-out: Nükleer bir patlama sonucu ha
ru soğutmak için kullanılan su ile dolu bir eşanjör ve vanın yüksek kesimlerinde taşınan radyoaktif parti-
ya ısı alıp veren cihaz. küllerin yağmur şeklinde düşmesi; radyoaktif yağ
radiator anti-rust: Oto. radyatörlerde paslanmaya kar mur.
şı kullanılan kimyasal madde; radyatör pas önleyici radioactive half-life: Herhangi bir radyoaktif izotopun
si. miktarının, ilk değerinin yarısına düşmesi için gerekli
radiator cap: Radyatöre su doldurmak için kullanılan süre; radyoaktif yarılama süresi.
kapak; radyatör kapağı. radioactive heat: Radyoaktivite tarafından üretilen ısı;
radiator cleaner: Oto. radyatörlerin temizlenmesinde radyoaktif ısı.
kullanılan çözelti; radyatör temizleyici. radioactive isotope: Radyasyon tarafından radyoaktif
radiator cooling: Mot. makineyi soğutarak ısınan su yapılan bir izotop; radyoizotop; tıpta kullanılır.
yun, radyatörde hava ile soğutulduğu kapalı bir so radioactive product: Bir ebeveyn maddenin radyoak
ğutma sistemi; radyatörlü soğutma. tif bozunmasından oluşan bir madde; radioaktif
radiator core: Oto. radyatör peteği, bir radyatörün ürün.
üst ve alt su depoları arasındaki kısım. radioactive series: Bozulmaz duruma gelmeden ön
radiator hold-down bolt: Oto. radyatör tespit cıvata ce bir radyoaktif madde tarafından, birbiri ardından
sı. türlü elementlerin izotoplannın sırası; radyoaktif sıra,
radiator traps: Den. kalorifer radyatörlerinde kullanı seri ve dizi.
lan, genellikle termostatik türden bir buhar kapanı; radioactive Standard: Uzun yanlama süreli ve bilinen
radyatör kapanı; Bkz. steam trap. özelliklerde bir radyoaktif madde örneği; radyoaktif
radical: 1) Mate, bir sayı veya niceliğin kök ya da kök standart; radyasyon ölçen teçhizatın kalibre edilmesi
lerine sahip olan; kök. 2) bir şeyin esas parçası, b) için radyasyon kaynağı olarak kullanılır.
aslî; esas. 3) Kimy. tek atom gibi etki yapan ve tepki radioactive type: Çekirdekte oluşan değişime göre,
mede değişmeyen veya tek bir atom ile yer değişti dört sınıfa ayrılan radyoaktif işlemlerden herhangi bi
ren iki veya daha fazla atom grubu; -OH, -S0 4 , ri; radyoaktif tür.
-N0 3 gibi; simge ya da sembol. 5) Mate. a) kökü çı- radioactivity: 1) bir atomun çekirdeğinin alfa, beta
kanlabilen herhangi bir nicelik, b) kök işareti. partikülleri ve gama ışınları çıkaracak şekilde kendili
radical sign: Mate, kök işareti (.I): ğinden ve denetlenemez bozunması. 2) radyoaktif
radicle: Kimy. bir kök ya da radikal. olma durumu veya niteliği; radyoaktiflik; radyoaktivi
radii: Bkz. radius Çoğ. te.
radio: 1) sesleri ve sinyalleri elektromanyetik dalgala radioactivity, artificial: Partikül ve radyasyonla bom
ra çeviren ve onu uzaya ileten ve alıcı cihazla tekrar bardman edilerek bir elementte endüklenen radyoak
ses haline dönüştüren iletişim sanatı ya da uygula tivite; yapay radyoaktivite.
ması; telsiz telefon veya telgraf. 2) böyle bir alıcı; radioactivity, induced: Endüklenmiş radyoaktivite;
radyo. 3a) sanat, eğlence, ticaret vb. olarak radyo Bkz. artificial radioactivity.
ile yayın veya neşriyat, b) bu tür yayının tüm faaliyet radioaltimeter: Havacılıkta kullanılan, radar ilkesi ile
ve olanakları. 4) radyo veya telsiz ile gönderilen me çalışan ve yerden yüksekliği gösteren bir cihaz; rad
saj; radyogram. 5) radyoya ait, radyo ile kullanılan; yo altimetre.
radyo ile gönderilen; radyo veya telsiz ile çalıştırılan. radioautograph: Fotoğrafı çekilen cisimdeki radyoak
6) saniyede 15 bin çevrimden daha fazla frekansa tif maddeden ışınlar ile fotoğraf filmi vb. üzerinde
sahip olan elektrikle yapılan. üretilen resim; radyootograf.
radio-: Işın, ışına benzer, radyo tarafından, radyan radio beacon: Uçak ya da gemilerin mevkilerini sap-
enerji ile ve radyoaktif anlamlarında bir önek. tamalarına ya da gece veya siste güvenli bir şekilde
radioactive (radio-active): Atom çekirdeğinin ayrış seyirlerine yardım için özei sinyaller neşreden bir
ması (bozunması) ile alfa, beta ve gama ışınlan gibi radyo vericisi; radyo bikın.
partikül ve ışınlar şeklinde radyan enerji neşredebi- radio beam: Gelen uçaklara rota olarak görev yapan
len; radyoaktif: Radyum, toryum, uranyum ve onla ve bir radyo bikın'dan belirli yönde gönderilen sabit
rın ürünleri için söylenir. radyo sinyalleri akımı.
radioactive contamination: Radyoaktif kirlenme; radio bearing: Radyo işaretlerinin alındığı yön.
Bkz. contamination, radioactive. radiobiology: Canlı organizmalar üzerinde radyas
radioactive decay: Bîr örnek ya da numunenin radyo yon etkilerini araştıran biyoloji bilimi dalı; radyobiyo-
aktivitesinin zaman ile yavaş olarak azalması; radyo loji.
aktif çürüme. radiobroadcast: Radyo ile neşriyat; radyo neşriyatı;
radioactive decomposition: Çekirdeğin daha hafif, radyo yayını.
radio channe l 447 radio shield harness

radio channel: Radyo ile iletişime müsaade edecek bulmak için radar veya radyolokatörler kullanılması.
kadar geniş bir frekans bandı; radyo kanalı. radiology: X ışınları ile hastalık tedavisinde olduğu gi
radiochemistry: Radyoaktif olayları araştıran kimya bi, radyan enerji ve onun kullanımı ile ilgilenen bilim
bilimi dalı. dalı; radyoloji.
radio compass: Navigasyon (seyir) vb. inde kullanı radiolucent: Şiddetini bir miktar azaltarak veya bir kıs
lan, gelen radyo dalgalarının yönünü saptamak için mını emerek, radyasyonun geçmesine müsaade
kullanılan bir cihaz; radyo kompas. eden bir maddeye ait.
radioconductor: İletkenliği, elektrik dalgaları tarafın radioluminescence: Radyoaktivite neşri ve X ışınla
dan etkilenen herhangi bir madde veya cihaz; radio rından gelen ışıldama veya parıldama.
conductor şeklinde de yazılır, radio mast: Telsiz anten direği.
radioeiement: Bkz. radioactive element. radiometeorograph: Bkz, radiosonde.
radio-frequency: Radyo frekansına ait: radyo frekan radiometer: Radyan enerjiye dönüşen mekanik enerji
sı kullanımı. yi araştırmak ve yoğunluğunu ölçmek için kullanılan
radio frequency: 1) Bekt. saniyede 10 bin çevrimden bir cihaz; radyometre; vakum içinde bir eksen üzeri
daha yüksek bir frekans; radyo frekansı. 2) radyo ne asılmış ve bir tarafı siyaha boyanmış bir takım (4
sinyallerinin iletilmesinde kullanılan, duyulabilir fre tane) kanat, güneş ışınlarının etkisinde bırakılarak
kansın Hemen ötesindeki elektromanyetik dalgaların döndürülür ve dönüş hızı ölçülür.
frekansı; radyo frekansı. radiometric gauge: Asılı bir cebin zıt taraflarındaki
radio-frequency heating: Maddelerin bir kapasitörün moleküler bombardman nedeniyle basınçtaki eşitsiz
levhaları arasına konularak 25 kHz'lik frekansa sahip liğe bağlı olarak çalışan alçak basınçlı bir gaz mano
olan bir alternatif akım ile ısıtılacağı endüstriyel bir iş metresi; radyometrik gösterge.
lem; radyo frekanslı ısıtma. radiometry: 1) mekanik enerjiye dönüştürerek rad
radio-frequency radiation: Radyo dalgalarının frekan yan enerjinin ölçümü. 2) radyometre kullanma işi ya
sı ile elektromanyetik radyasyon; radyo frekanslı ışı da sanatı; radyometri.
nım veya radyasyon. radiomicrometer: Çok zayıf ısıl radyasyona çok du
radio gaiaxy: Radyo frekanslı ışınım (radyasyon) ya yarlı ve onu ölçmeye elverişli olan bir cihaz; radyo-
yarı Samanyolu ya da galaksi. mikrometre; kuvvetli bir manyetik alan içinde asılı, kı
radiogenic: Radyoaktivite üreten; radyoaktiviteden sa devre edilmiş bizmut-gümüş termokupl'ü ile
gelen. onun seri olarak bağlandığı bir galvanometreden
radiogram: 1) telsiz ile gönderilen mesaj; radyogram. oluşur.
2) kristal kırılması ile üretilen X ışını örneği. radionavigation: Bir geminin mevkiini denetlemek
radiograph: 1) ışınlann geçtiği yapının düzgün olma için navigasyonda radyo yardımcılarının kullanılma
yan yoğunluğunu gösteren X ışını veya radyum fo sı; radyonavigasyon.
toğrafı. 2) ışık ışınlarının dışındaki ışınlarla, özellikle radionuclide: Radyoaktivite gösteren doğal ya da ya
X ışınları ile hassaslaştınlmış bir film veya levha üze pay nükllt; radyonüklıt.
rine üretilen bir resim; X ışını resmi; radyograf; rad- radiopaque: X ışınlan veya. diğer radyasyon geçir
yograf yapmak; röntgen. mez; radyopak.
radiographer: Radyograflar yapan ve onlarda uzman radiophone: 1) telsiz telefon; radyo ile çalıştınlan tele
olan kişi; röntgen mütehassısı. fon; radyotelefon; radyofon; telsiz telefon. 2) Fiz. rad
radiographic: Radyografi veya röntgenciliğe ait. yan enerjiyi sese dönüştüren herhangi bir alet. 3)
radiographically: Radyograflar veya radyografi yardı radyotelefon ile mesaj göndermek; radiotelephone
mıyla. biçiminde de kullanılır.
radiograph examination: Buh. Kaza. dramlar (dom- radio receiver: Bir verici tarafından gönderilen sinyal
lar), boru aynaları, hederler, borular vb. inin kaynak leri alan ve onları duyulabilir konuşma, müzik vb.
dikişlerine X ışınları ile uygulanan bir denetim yönte ine dönüştürebilen cihaz; radyo alıcısı; radyo cihazı.
mi; röntgen incelemesi. radio room: Telsiz dairesi; telsiz kamarası.
radiography: Röntgen filmleri (radyograflar) yapma radioscope: Su, toprak veya gazda, ışıldama yönte
işi, işlemi veya sanatı; Röntgen bilimi. mi ile radyoaktivite aramak için kullanılan bir cihaz;
radio interference: İstenen bir sinyalin alınmasına en radyoskop.
gel olan herhangi bir gürültü; radyo paraziti; parazit radioscopy: X ışınlan ve radyoaktif maddelerden ge
radio interferometer: Optik interferometre ile aynı il len ışınlarla mat cisimlerin iç yapılannı doğrudan in
kede çalışan, küçük parazit kaynaklann yerini doğru celeme; radyoskopi; röntgen.
olarak saptayabilen bir cihaz; radyo interferometre- radiosensitive: Radyasyona duyarlı veya hassas; rad
si; aynı alıcıya bağlanan iki veya daha fazla anten yasyon tarafından tahrip edilebilir.
den oluşur. radio set: Bkz. radio receiver.
radioisotope: Normalde radyoaktif olmayan kimyasal radio shield harness: Oto. radyoları bujilerin parazi
bir elementin yapay olarak oluşturulan radyoaktif izo tinden korumak üzere kullanılan ve buji kablolannın
topu; radyoizotop; biyolojik araştırmalar ve tıbbî te bağlandıkları topraklanmış koruyucu; radyo koruma
davilerde (terapilerde) kullanılır. bağlantısı.
radiolocation: Düşman uçağı vb. inin yeri ve yönünü
ra dio so nd e 448 rai !

radiosonde: Minyatür bir radyo vericisinden oluşan, dam Küri tarafından keşfedildi; kanser ve bazı cilt
küçük bir balon ile üst atmosfere gönderilen ve son hastalıklarında kullanılır; Simg. Ra (geçmişte Rd);
ra küçük bir paraşüt ile otomatik olarak düşürülen at.ağ. 226,05; at.no. 88.
ve bu arada özel radyo sinyalleri ile kayıt ettiği sıcak Radium A: Atomik bozunma ile radon'dan oluşan bir
lık, basınç ve nemi gözlem evine aktaran bir cihaz; madde; daha ileri bozunma Radyum B'yi verir (kur
radyosond; radiometeorograph, şeklinde de kullanı şun izotopu), bu da radyum C'yi (bizmut izotopu),
lır. daha ilerki ayrışmalar, C, D, E, F (polonyum) ve
radio source: Güneş sisteminin dışından, farklı radyo G'yi (kurşun izotopunu) verir.
frekanslı radyasyon kaynağı. radium emanation: Bkz. radon.
radio speaker: Radyo hoparlörü. radiumtherapy: Radyum kullanımı ile kanser veya di
radio spectrum: Özellikle radyo ve televizyonlarda ğer hastalıkların tedavisi; radyum tedavisi; radium
kullanılan türden elektromanyetik dalgaların dalga therapy şeklinde de kullanılır.
boyları veya frekanslarının tam menzili, erimi veya radius: 1) ışın veya ışına benzer bir parça; özellikle,
alanı. a) bir kadran, sekstant vb. inin milli kolu. b) tekerlek
radio star: Esk. Bkz radio source. göbeğini janta bağlayan kollardan biri. 2) bir daire
radio station: Yayın yapan istasyon; radyo verici is veya kürenin merkezinden çevresine uzayan herhan
tasyonu. gi bir doğru; yarıçap; R, r kısaltmaları ile belirtilir. 3)
radiotelegram: Bkz, radiogram. böyle bir yarıçapın taradığı alan veya mesafe: Yarıça
radiotelegraph: Radyogramları göndermek için kulla pı 5 km olan alanda bir kimse yok gibi. 4) herhangi
nılan cihazlar; radyotelgraf; radyotelgraf ile (mesaj) sınırlı bir uzunluk, alan, erim vb.
göndermek. radius gauge: iki düzlemin kesiştiği yuvarlatılmış iç
radiotelegraphic: Radyotelgraf veya radyotelgrafi'ye köşenin veya fillet yarıçapını ölçmek için kullanılan
ait; radyotelgraf ile. ve filer geyice (sentile) benzeyen bir ölçü cihazı; ya
radiotelegraphy: Bir radyotelgraf ile mesaj gönder rıçap ölçer; fillet gauge adı da verilir.
mek. radius of curvature: Bir aynanın kutbundan (içbükey
radiotelephone: Bkz. radiophone. veya dışbükey) bir eğrinin merkezine olan mesafe;
radiotelephonic: Radyotelefon; radyotelefona ait; rad- eğrilik yarıçapı.
yofon ya da radyotelefon yardımıyla. radius of curve: Eğri yarıçapı.
radiotelephony: Telsiz ile tellere bağlanmaksızın se radius of gyration: Devir veya salınım hareketli bir
sin iletimi bilimi. cismin kütle merkezinin dönme merkezine olan me
2
radio telescope: Dış uzaydan gelen radyo frekanslı safesi; jirasyon yarıçapı; I = mk veya k = l/m eşit
radyasyonu araştırmak ve analiz etmek için kullanı liklerinden bulunur (I = cismin atalet momenti, m =
lan bir cihaz; radyo teleskop. kütle); atalet yarıçapı.
radiotherapy: X ışınları ve radyum gibi radyoaktif radius vector: Sabit bir noktadan bir eğri veya eğrili
maddelerden gelen ışınlarla hastalık tedavisi; radyo yüzey üzerindeki değişken bir noktaya olan mesafe
terapi; röntgen ışınları ile tedavi; röntgen tedavisi. veya bu mesafeyi belirten bir doğru; yarıçap vektö
radiothermics: Radyo frekanslı akımlarla ısı üretimi rü. 2) Astr. güneş gibi çeken bir cismin merkezi ile
bilimi; radyotermi. onun çevresinde dönen cisimlerin (gezegenler vb. i)
radiothermy: Radyoaktif maddelerden çıkan ışınların merkezlerini birleştiren hat.
kullanımı ile hastalık tedavisi veya ağrının hafifletil radix: Mate, bir sayı sisteminin temelini yapan sayı.
mesi; radyotermi; kısa dalgalı diyatermi Bkz. diat radon: Radyumun ilk atomik ayrışma ürününün alfa
hermy. ışınları ile oluşturduğu gaz halindeki radyoaktif kim
radiothorium: Mezatoryum 2'den oluşan, toryumun yasal element; radon; kanser tedavisinde kullanılır;
radyoaktif bir izotopu; radyotoryum. radium emanation adı da verilir; Simg. Rn; at.ağ.
radio transmitter: Radyo yayını ve telsiz telefonda, 222; at.no. 86.
bir mikrofon devresi tarafından değiştirilen veya mo raff: Büyük bir sayı, koleksiyon veya miktar.
düle edilen, taşıyıcı dalga üreten bir verici; radyo ve raffinose: Şeker pancarı, pamuk çekirdeği vb. inden
ricisi. türetilen tatlı, kristalli bir trisakkarit; rafinoz,
radio transparent: Şiddetlerini azaltmaksızın radyas C 18 H 3 2 0 1 6 .5H 2 0 .
yonu, özellikte X ışınları ve gama ışınlarını geçiren raft: 1) birbirine bağlanan kükürt, tahtalar, variller vb.
maddeyi belirtir. inden yapılan, suda yüzen ve taşımacılık için kullanı
radio tube: Radyo vb. inde kullanılmak için bir va lan bir araç; sal. 2) sal ile nakletmek. 3) bir sal üze
kum tüpü. rinde çalışmak, seyahat etmek vb.
radio wave: Elektrik şarjının titreşimi tarafından ne raft: Bkz. raff.
den olunan ve alıcı radyo ile sese dönüştürülen bir raft, life: Bkz. life raft.
elektromanyetik dalga; radyo dalgası. raftsman: Bir saida çalışan veya onu çalıştıran kişi.
12
radio-wave propagation: Frekansı 3x10 çevrim/sa- rag: Den. toz almak, temizlemek, yıkamak vb. i için
niye'den az olan elektromanyetik radyasyon ile ener kullanılan küçük bir bez parçası; köhne bez.
ji transferi veya aktarımı; radyo dalga yayılımı. raid: 1) askeri uçak, ordu vb. i tarafından yapılan anî
radium: Uranyum ve radyum cevherleri ile belirli di ve düşmanca hücum; atak. 2) hücum etmek,
ğer uranyum cevherlerinde çok küçük miktarlarda radier: Hücum eden kişi veya şey; özellikle, umulma
bulunan, anî atomik ayrışmaya uğrayan ve sonuçta dık, çabuk hücum eden bir gemi ya da uçak.
bir kurşun izotopuna dönüşen radyoaktif metalik bir rail: 1) merdivenlere koruyucu ve taşıyıcı olarak dona
kimyasal element: radyum; 1898 yılında Piyer ve Ma tılan tahta, metal vb. i parça; trabzan; merdiven tuta-
railhead 449 rapid-fire
mık veya tarak kullanmak.
cağı. 2) demiryolu, tramvay vb. raylarına konulan rake: 1) dik durumdan meyletme. 2) bir kesme kale
birbirine paraiel profiller; ray; demiryolu. 3) Den. ge minin kenarı ve çalışmakta olan yüzeye dik bir düz
mi küpeştelerinin üzerine konulan dar tahta parça. lem ile yapılan açı.
4) demiryolu ile donatmak ya da taşımak. ram: 1) şahmerdan pistonu. 2) bir borudan düşen su
railhead: Döşenmekte oian demiryolunun en uzak yun kendi kuvveti ile suyu yükselten bir pompa; hyd
noktası. raulic ram adı da verilir. 3) bir kuvvet pompasının
railroad: 1) lokomotif ile çekilen yolcu veya yük va veya yakıt pompasının plencer ya da pistonu. 4)
gonlarının, üzerinde hareket ettikleri birbirine paralel Gem. Mak. dümen makinelerinin telernotor donanım
çelik yapı; demiryolu. 2) bu tür yollar, arazi dahil, lo larının hidrolik silindirlerinde çalışan ve dümen yeke
komotif ve vagonlar, istasyonlar vb. inin tümü. 3) bu sinin hareketini sağlayan pistonlardan biri; hidrolik
sistem veya şirkette çalışan kişilerin tümü; demiryo pistonu; ram; rem. 5) büyük bir kuvvetle çarpmak.
lu personeli. 5) demiryolu ile taşımak veya naklet 6) darbe ile sıkıştırmak.
mek. 5) demiryolu ile donatmak veya teçhiz etmek ram jet: Havanın sürekli olarak ön taraftaki açıklıktan
6) demiryollarında çalışmak. sıkıştırılarak verildiği bir jet motoru veya makinesi; at~
railroading: Demiryollarının yapımı ve çalıştırılması. hodyd adı da verilir.
railroad pen: Tek. Res. iki ağızlı tıriin; yan yana iki rammer: Şahmerdan; özellikle dökümcülükte kullanı
ağızı olan ve çerçeve çiziminde kullanılan tırlin; bir lan ve türlü şekillerde yapılan tokmaklardan herhan
tür mürekkepli kalem. gi biri.
railway: 1) hafif araçlar, örneğin tramvaylar için de ramrod: 1) Ask. topların doldurulmasında patlayıcı
miryolu. 2) İng. herhangi bir demiryolu. dolguyu sıkıştırmak için kullanılan metal bir çubuk;
rain: 1) damlalar halinde yeryüzüne düşen ve havada top harbisi. 2) tüfek namlusunu temizlemek için kul
ki nemin yoğuşmasından oluşan su; yağmur. 2) bu lanılan bir çubuk; tüfek harbisi.
tür damlaların düşmesi ile oluşan sağanak veya yağ Ramsbottom rings: Buh. Mak. küçük çaplı pistonlara
murlu fırtına. 3a) yağmurlu hava. b) Çoğ. mevsimlik donatılan, dökme demirden ve çapı silindir çapın
yağmur düşümü. 4) herhangi küçük partikül veya ci dan yaklaşık % 1 kadar daha büyük yapılan segman-
simlerin hızlı düşümü: Kül, kum vb. i yağmuru. 5) lar; Ramsbottom segmanları.
düşmek veya yağmak: Yağmur için söylenir. 6) yağ range: 1) çok gözlü havagazı veya elektrik ocağı. 2)
mur gibi düşmek. miktar, derece vb. inin mümkün olan değişimleri ve
rainband: Atmosferdeki su buharı nedeniyle güneş ya sınırları. 3) değişken niceliklerin serisinde en bü
tayfının sarı kısmındaki siyah bant veya kuşak. yük ve en küçük değerler arasındaki fark. 4) bir uça
rainbow: Yağmur sırasında ve pusta güneş ışınlarının ğın yakıt ikmali yapmaksızın gidebileceği mesafe. 5)
kırılması, yansıması ve saçılması ile gökte oluşan, yayılma alanı.
türlü renkler kapsayan bir yay; gökkuşağı; ebemku range finder: Bir gözlemci, bir top vb. inden bir he
şağı; alaimisema. def veya cismin uzaklığını saptamak için kullanılan
raindrop: Bir yağmur damlası. türlü cihazlardan herhangi biri; Den. telemetre.
rainfall: 1) yağmur yağması; sağanak. 2) belirli bir rank: 1) göreli durum; derece ya da nitelik. 2) bir sı
bölgeye belirli bir süre, çoğunlukla bir yıl içinde yağ ra, hat veya dizi. 3) düzgün olarak düzenlenmiş. 3)
mur, kar vb. i şekillerde düşen su miktarı; yağış mik resmî derece veya durum; rütbe. 4) belirli bir rütbe
tarı, m 2 /kg türünden belirtilir.
veya duruma sahip olmak. 5) en yüksek rütbe veya
dereceye sahip olmak. 6) Ask. a) yan yana dizilmiş
rain gauge: Belirli bir alana düşen yağış miktarını ölç askerler, araçlar vb. i dizisi, b) Çoğ. ordu.
mek için kullanılan bir cihaz; yağmurölçer; pluvio
Rankine cycle: Term, buhar makinelerinin iki sabit
meter, udometer gibi isimler de verilir.
basınç doğrusu ile bunları birleştiren adyabatik ge
raininess: Yağmurlu olma durumu veya niteliği. nişleme eğrisinden oluşan kuramsal çevrimi; Rankin
rainproof: Yağmurun geçmesine müsaade etmeyen; çevrimi.
yağmur geçirmeyen; yağmur geçirmez; yağmur ge Rankine temperature scale: Kelvin skalasına benze
çirmez yapmak. yen, fakat °F esasına göre düzenlenmiş bir taksi
rainstorm: Şiddetli yağmur ile fırtına; yağmurlu fırtı mat; 1°Rankin, -459,69°F (-460°F'ye) eşittir.
na. Rankine vapor cycle: Bkz. Rankine cycle.
rain water: Yağan ya da gökten düşen, nispeten kü ransack: Tamamen araştırmak; araştırmanın her par
çük miktarda çözünmüş mineral madde kapsayan çasını dikkatle gözden geçirmek.
su; yağmur suyu. rap: 1) çabuk ve şiddetli olarak çarpmak. 2) çabuk ve
raise: 1) yükselmeye neden olmak; daha yüksek dü sert olarak vurmak.
zeye hareket etmek; yükseltmek; kaldırmak. 2) inşa rape oil: Kolza çekirdeklerinden çıkarılan ve yağlama
etmek veya yapmak (bina vb) . 3) karıştırmak; hare vb. i için kullanılan kalın bir yağ; kolza yağı: rapese-
kete getirmek; tahrik etmek. 4) derecesini, yoğunlu ed oil biçiminde de kullanılır.
ğunu, dayanıklılığını vb. çoğaltmak. 5) durumunu, rapid: 1) hızlı; çabuk; hızla hareket eden, gelişen ve
rütbesini veya yerini değiştirmek. 6) ölçüsünü, değe ya yapılan. 2) suyun hızlandığı yerdeki nehir.
rini, miktarını vb. çoğaltmak. 7) Den. daha yakına rapid combustion: Mot. tutuşma gecikmesinin ardın
geldikçe ufuk üzerinde yükselen kara, başka bir ge dan silindirde hızli bir şekilde oluşan ve hızlı bir ba
mi vb. inin görünmesine neden olmak, 8) miktardaki sınç yükselişi ile görülen yanma; hızlı yanma; kon
artma, özellikle ücretlerdeki çoğalma. trolsüz yanma.
raisonne: Mantıklı veya sistemli olarak düzenlenmiş. rapid-fire: 1) hızlı bir biçimde ateş eden veya ateş et-
rake: 1) tırmık, tarak. 2) tırnak ya da tarakla topla
mak. 3) tırmıkla düzeltmek veya tesviye etemk. 4) tır

Teknik Sözlük - F. 29
ra pid -f irin g 450 ray

me yeteneğine sahip olan; seri ateş eden: Bir silâh


ni; Rato türbini; basınç basamaklı aksiyon türbini.
için söylenir. 2) hızla ve şiddetle yapılan, teslim edi 2 2
rated horsepower: 1) Buh. Kaza. 0,929 m 'lik (10 ft )
len, ilerleyen veya taşınan.
ısıtma yüzeyi başına düşen 1 kazan beygirgücü: Kü
rapid-firing: Bkz. rapid-fire.
çük kazanlar için kullanılır. 2) Diz. Mot. hesap yolu
rapidity: Hızlı veya çabuk olma durumu ya da niteli
ile veya analitik olarak bulunan güç; maksimum bey
ği; hız; sürat; çabukluk.
girgücü; zirve gücü.
rapid pressure rise: Bkz. rapid combustion.
rated power: kW türünden hesap yolu ile bulunan
rare: 1) sık olarak bulunmayan; nadir. 2) mükemmel;
güç; maksimum güç; zirve gücü; Bkz. peak horse
nadir olarak iyi; çok iyi. 3) yoğun olmayan; ince ya
power, peak power.
pıya ait.
rated speed: Mot. maksimum güç veya zirve gücüne
rare earth: Fiziksel ve kimyasal özellikleri birbirlerine
uyan, rpm veya devir/dakika türünden devir sayısı.
çok benzeyen, belirli alkalin oksitlerden herhangi bi
rate of disintegration: Bir örnek veya numunede çe
ri; özellikle, nadir toprak metallerin oksitlerinin her
kirdeğin değiştiği veya bozunduğu miktar; bozunma
hangi biri; nadir toprak (metal).
miktarı; ayrışma miktarı.
rare-earth elements: Bkz. rare earth metals.
rating: 1) bir motor veya diğer bir makinenin çalışma
rare-earth metals: Lantan ile hafniyum arasında
gücünün beygirgücü vb. olarak ifadesi. 2) beiirli bir
atom numaraları 57-71 arasında olan ve birbirini izle
rütbe veya sınıfa yerleştirme. 3) ABD. ordu ve do
yen nadir metalik kimyasal elementler; nadir toprak
nanmada küçük subay ve erlerin rütbesi, sınıfı ya da
metaller; rare-earth elements olarak da kullanılır.
derecesi.
rare earths: Bkz. rare-earth metals.
ratio: 1) benzer iki şey arasında derece, saygı vb. i gi
rarefaction: Yoğunluğunu azaltma.
bi sabit ilişki; oran. 2) Mate, aynı türden bir başkası
rarefaction, acoustic: Bir ses dalgasının geçişi ile ha
na bölünen bir sayının oluşturduğu ve çoğu zaman
va basıncındaki yerel azalma.
kesir ile belirtilen bölüm; bölüm ya da orantı.
rarefy: 1) daha ince veya daha az yoğun yapmak ya
rational: Mate, bir entegralde veya bir entegralin
da olmak; yoğunluğunu azaltmak; inceltmek. 2) da
bölü münde olduğu gibi, kök işaretsiz olarak
ha saf veya daha rafine yapmak veya olmak.
beiirtilebilen bir sayı veya niceliği belirtir; rasyonel.
rare gases: Argon, neon, kripton, zenon, radon vb. i
rationalize: 1) rasyonel yapmak. 2) verimin modern
az bulunur gazlar; nadir gazlar.
yöntemlerini (endüstri, tarım vb. ine) uygulamak. 3)
rare metals: Bkz. rare-earth metals.
Mate, değerini değiştirmeden kök işaretlerini (bir işa
rarity: Nadir olma durumu veya niteliği; özellikle yo
retten) çıkarmak.
ğunluğu olmayan.
ratio of transformation: Bir transformatörün, hem
rasp: 1) bir eğs ile kazımak veya eğelemek. 2) bir tür
ge rilim ve hem de akımı etkileyen, primer sargı
kaba eğe; törpü. 3) törpülemek; törpü ile düzeltmek.
sarım sayısının, sekonder sargının sarım sayısına
3) kaba törpü; raspa. 4) törpüleme sesi çıkarmak.
oranı; dönüşüm oranı.
raster: Sinyaller gelmediği zaman katot ışın tüpü ve
ratline: 1) armaya tırmanmak için merdiven olarak
ya televizyon ekranında görülen birbirine yakın para
kullanılan ve çarmıhları birbirine bağlayan küçük,
lel çizgiler grubu.
nispeten ince bir parça ip. 2) bunun için kullanılan
ratch.: Bkz. ratchet.
hafif, katranlı ip.
ratchet: 1) bir dişlide geri veya zıt yöne dönüşe engel
ratsbone: Arsenik trioksit; fare zehiri.
olan menteşeli metal bir parça; kastanyola; menteşe-
raw: Ham; kaba; işlem görmemiş.
li tutucu; mandal; dişli çark mandalı. 2) böyle bir diş
raw energy: Bir şelâleden düşen su, yeraltında yığılı
li veya rod (çubuk). 3) bir ünite olarak dişli çark ve
kömür, petrol, gaz veya belirli türden atıklar vb. inin
kastanyola.
verebileceği enerji; ham veya kaba enerji; tasfiye
ratchet arm: Cırcır (anahtar) kolu.
edilmemiş enerji.
ratchet stop: Raçet dişlisinin geri dönüşüne engel
raw material: işlem görmeden veya imal edilmeden
olan mandal veya kastanyola; ete. pawl.
önce, elan doğal veya orijinal durumda olan mad
ratchet w heel: Geriye dönüşü önleyen bir mandal,
de; hammadde.
kastanyola veya tutucu ile donatılmış dişli; tek yöne
raw water: Deniz suyu veya acı su gibi içersinde çok
dönüşüne müsaade edilen dişli.
miktarda metal tuzları bulunan ve sabunu köpürtme
ratchet wrench: Cırcır anahtar.
yen su; sert su; kaba su.
rate: 1) bir başka şeyin birimlerine ilişkin miktar, dere
raw-water cooling: Diz. Mot. soğutma kulelerinde ka
ce vb.; oran, nispet. 2) sabit bir oran; orantı. 3) fiyat
ba suyun buharlaşma ile soğutulması; kaba su ile
ya da değer; özellikle elektrik fiyatı, sigorta ücreti gi
soğutma.
bi. 4) hareket ya da aksiyon hızı. 5) sınıf. 7) miktar;
raw water pump: Mot. gemilerde soğutucu, konden-
nicelik. 8) değerini tahmin etmek. 9) demiryolu veya
ser vb. i ısı alıp veren cihazlara deniz suyu sağlayan
uçak ile (malların) nakliye ücretini saptamak. 10)
pompa; deniz suyu pompası.
hız.
ray: 1) parlak bir kaynaktan gelen görünür hatlar ve
Rateau principle: Buh. Türb. basınç basamaklı buhar
ya ışınlardan biri; ışın; şua. 2) merkezden çıkan, tür
türbinlerinin çalışma ilkesi; Rato ilkesi veya prensibi.
lü hatlardan biri; yarıçap. 3) minik bir miktar. 4) Fiz.
Rateau stage: Bir Rato türbininde, bir sıra hareketli
a) radyoaktif bir madde tarafından çıkarılan partikül ya
kanat ile bir ya da birkaç nozuldan oluşan kademe;
da tanecikler akımı, b) bir kaynaktan verilen her
Rato kademesi; Rato basamağı; basınç basamağı.
hangi bir noktaya hareket eden (gezen, seyahat
Rateau turbine: Birden fazla sayıda De Laval veya ba
eden) bir radyan enerji dalgasının herhangi bir par
sit impuls (impals) türbininden oluşan aksiyon türbi
çası olan doğru. 5) ışınlarla ileriye doğru parlamak.
Rayleig h dis k 451 reame r se t

6) neşretmek; ışın yaymak. 7) ışınlarla dışarıya gön


sı için gerekli zaman; tepkime süresi: reaksiyon za
dermek; neşretmek. 8) hastalık tedavisinde olduğu
manı.
gibi, X ışınları, radyum ışınları vb. inin etkisinde kal
reaction turbine: Bkz. Parson's türbine.
mak.
reactive: 1) tepki göstermeye eğilimli; reaktit 2) reak
Rayleigh disk: Bir ses dalgasının yolu üzerine bir açı
siyon veya tepkiye ait; tepkisel; tepki gösteren; tepki
ile asılarak yerleştirilmiş küçük bir diskten oluşan
ye neden olan. 3) kimyasal tepkimeye kolayca gi
akustik bir radyometre; partikül veya tanecik hızını
ren; kimyasal olarak aktif.
ölçmek için kullanılır; Rayley diski.
reactor: 1) Elekt, reaktans eklemek için elektrik devre
Rayleigh law: "Bir manyetik çevrimde, maksimum
sine sokulan bir cihaz. 2) nükieer enerjinin üretilme
manyetik endüksiyonun çok düşük değerlerindeki
si için denetimli zincirleme tepkimenin oluştuğu bir
histerizis kaybı, endüksiyonun küpü ile orantılıdır";
cihaz; nükleer reaktör; atom reaktörü; atom pili.
Rayley kanunu veya yasası.
reactor coolant: Reaktörden ısı emmek amacıyla kul
rayless: Işınsız, özellikle ışık ışınlarsız kalmak; karan
lanılan, iyi ısı ileten özellikte, paslandırıcı olmayan,
lık; kasvetli.
radyasyon etkisinde kaldığında tehlikeli olmayan bir
rayon: 1) sellolüz asetat veya diğer sellüloz çözeltisi
gaz veya sıvı; reaktör soğutucusu, örneğin hafif ve
nin basınçla çok küçük deliklerden geçirilip katılaştı
ağır su, sıvı sodyum ve karbon dioksit.
rılarak sentetik olarak üretilen türlü tekstil liflerinden
reactor core: Nük. Reakt. doğal uranyum, zenginleşti
herhangi biri; rayon. 2) bu tür liflerden yapılan her
rilmiş uranyum, plütonyum veya U-233 kapsayan ya
hangi bir dokuma veya örgü.
kıt çubuklarının oluşturduğu kısım; reaktör göbeği.
rays, parallel: Birbirlerine ve bir optik sistemin optik
reactor fuel: Bir çok ticarî atom reaktöründe kullanı
eksenine paralel ışınlar demeti ya da hüzmesi; para-
lan levha şeklinde, alüminyum, zirkonyum veya pas
lel ışınlar.
lanmaz çeliklerle zenginleştirilmiş uranyum bileşimin
razor: Tıraş için kullanılan keskin ağızlı bir alet; ustu
den oluşan yakıt; reaktör yakıtı; nükleer yakıt.
ra; traş makinesi.
reactor, heterogeneous: Yakıtın moderatöre ayrı kül
Rb: Bkz, rubidium.
çeler halinde dağıtıldığı bir nükleer reaktör; hetero
Rd: Bkz. radium.
jen reaktör.
Rd.: Bkz. 1) road. 2) rod. 3) round.
reactor, homogeneous: Fizyon maddesi ile modera-
Re: Bkz. rhenium.
törün homojen bir karışımda birleştirildiği bir nükleer
reach: 1) uzatmak (e! vb.); uzanmak. 2) dokunmak;
reaktör; homojen reaktör.
erişmek.
reactor, power: Esas olarak ekonomik güç üretmek
react: 1) tepki göstermek; reaksiyon göstermek. 2) ilk
için kullanılan reaktör; güç reaktörü.
durum, kademe vb. ine dönmek. 3) Kimy. kimyasal
reactor, production: Fizyon maddesi, özellikle Pu
değişim üretiminde diğer bir madde ile etkilenmek;
239 üretmek için kullanılan bir reaktör; üretim reaktö
tepkimeye girmek.
rü.
re-act: Yapmak veya tekrar yapmak; yeniden yap
reactor vessel: Reaktör göbeğini reflektör ve ısıl kal
mak.
kan ile tam ve sızdırmaz bir biçimde kapatan bir
reactance: Elekt. bir endüksiyon bobini veya bir kon-
tank; reaktör gövdesi veya tankı.
densatör ile alternatif akıma zıt yönde akım yapma;
readjust: Tekrar ayarlamak; yeniden düzenlemek; ye
reaktans.
niden ayarlamak.
reactant: Bir kimyasal tepkimeye katılan madde; kim
readjustment: Tekrar ayarlama; tekrar düzenleme.
yasal eşitliğin sol tarafında görülür.
reagent: Kimy. neden olduğu bir tepkime yardımı iie
reaction: 1) zıt etki, tesir ya da dönüş; tepki; reaksi
bir maddeyi diğer bir maddeye çeviren veya diğer
yon. 2) ilk ya da biraz ilerdeki durumuna, kademesi
bir maddeyi araştırmak ya da ölçmek için kullanılan
vb. ine geri dönüş. 3) kimyasal bir değişim; tepki
bir madde; miyar; ayıraç.
me. 5) diğer bir etkinin direnci ile endüklenen bir et
real: 1) gerçek olarak devam eden veya vukubulan;
ki veya aksiyon.
gerçek; doğru. 2) Mate. hayalî veya düşsel olma
reaction blades: Reaksiyon veya Parson türbinlerin
yan; gerçek: Bir sayı veya nicelik için söylenir. 3)
de kullanılan hareketli veya hareketsiz kanatlar:
Opt. ışık ışınlarının bir noktada gerçek birleşimi ile
220°C'ye (425°F) kadar % 70 bakır, % 30 çinkodan,
yapılan bir görüntüye ait veya ona ilişkin.
316°C'ye (600°F) kadar % 63-% 70 bakır ve gerisi ni
kelden ve daha yüksek sıcaklıklarda korrozyona da realgar: Reçinemsi parlaklıkta, turuncu kırmızı bir mi
yanıklı veya paslanmaz çeliklerden (% 12 kromlu) neral; arsenik sülfür, AsS; kırmızı arsenik; havaî fi
yapılırlar. şek yapımında kullanılır.
real slip: Bkz. true slip.
reaction force: Reaksiyon veya tepki türbinleri, jet
ream: 1a) bir deliği genişletmek, b) bir topun namlu
uçakları, fıskiye vb. inin çalışmasını sağlayan kuv
sunu genişletmek. 2) havsa açmak (bir deliğe). 3)
vet; tepki kuvveti; reaksiyon kuvveti.
kalafat için araları temizlemek. 4) rayba çekmek; ray-
reaction, nuclear: Bkz. nuclear reaction.
balamak.
reaction stages: Bir reaksiyon veya Parson türbinini
reamer: Genişleten kişi veya şey; özellikle; a) delikle
oluşturan kademeler; bir sıra hareketsiz kanat ile bir
ri genişletmek veya konikleştirmek için kullanılan, ke
sıra ve rotorun çevresine bağlı hareketli kanattan olu
narları keskin bir alet; rayba. b). limon, portakal vb.
şur.
inden su çıkarmak için kullanılan bir alet; limon sıka
reaction, thermonuclear: Bkz, thermonuclear reacti
cağı.
on.
reaction time: Bir kimyasal tepkimenin tamamlanma reamer blade: Rayba; rayba ağzı veya bıçağı.
reamer set: Rayba seti veya takımı.
reaming 452 reciprocating blower

reaming: Rayba salma; rayba ile genişletme. receiver: 1) hazne veya kap; özellikle, kimyada damıt
reap: 1) biçen bir kimse veya şey. 2) biçme makine ma ürünlerinin geçtiği imbik, boru vb. i. b) Rady., Te
si. lev. alıcı cihazlan veya telefon cihazının kulağa konu
reaping machine: Bazan biçilen hububatı otomatik lan parçası gibi, elektriksel dalgaları, sinyalleri vb.
olarak demet haline getiren, ekin biçme makinesi; bi alan ve onları ses veya ışığa dönüştürmek için kulla
çerdöver. nılan bir cihaz. 2) Buh, Mak, çok genişlemeli makine
rear: 1) bir şeyin arka kısmı. 2) arka veya geride oları lerde buharı bir silindirden diğer silindirin slayt keysi-
durum veya yer. 3) bir ordu, donanma vb. inin sa ne ileten boru; Gem. Mak. resiver. 3) Diz. Mot, bü
vaş cephesinden çok uzakta olan kısmı. yük güçlü, iki zamanlı dizel motorlarında süperşarjer
rear: Geri; arka; Oto. arka ate gibi. bloveri ya da süpürme pompasının verdiği havanın
rear axle: Oto. arka aks. toplandığı kısım; Gem. Mak. resiver. 4) dümen maki
rear header: Buh). Kaza. heder türü su borulu kazan nelerinin, özellikle telemotor donanımı. 5) soğutma
larda arka heder. devrelerinde kondenserden gelen soğutucunun geçi
rearrange: 1) tekrar veya yeniden düzenlemek. 2) ci olarak depolandığı tank.
farklı bir tarzda ya da biçimde düzenlemek. receiver, air: Bkz. air receiver.
rearrangement: Organik kimyada, molekülün bir kıs receiving set: Rady., Telev. gelen elektromanyetik
mından diğer kısmına aktarılan bir atom ya da bir dalgaları ses ya da ışığa çevirerek ses ya da görün
grubu içeren reaksiyon veya tepkime. tü üreten bir cihaz; alıcı; radyo alıcısı; televizyon alı
rearward: Arkada; geriye doğru; arkaya doğru. cısı; alıcı cihaz.
rearwards: Bkz. rearward. receiving telemotor: Gem. Mak. hidrolik dümen do
rear view: Tek. Res. arkadan görünüş. nanımının alıcı ünitesi; geminin kıç altında bulunur,
rear wheel: Oto. arka tekerlek. hidrolik silindirleri ve plencerlerden ve bu plencerle-
Reamur (Reamur): 1) suyun kaynama sıcaklığının 80 rin merkezlerine bağlı bir çapraz muyludan (kros-
derece ve donma noktasının 0° oiduğu bir lermomet- het'ten) oluşur; alıcı telemotor.
re veya sıcaklık ölçer; Reomür termometresi. 2) bu receiving unit: Alıcı ünite (birim); Bkz. receiving tele
termometreye ait; °R kısaltması ile belirtilir. motor.
Reamur scale: Bkz. Reamur. receptacle: 1) bir şey koymak veya toplamak için
reassamble: Bakım veya onarım için sökülen parçala kul lanılan herhangi bir araç; kap; depo; konteyner.
rı yerine takma veya monte etme. receptibility: Alabilir olma durumu veya niteliği.
rebabbitting: Bir yatağın yeniden metal Bkz. white or reception: Radyo ve televizyonda ses veya görüntü
babbit» metal ile kaplanması; babit metali yenileme. alma.
reboot: Bilgisay, sistemi yeniden yüklemek. recharge: Yeniden şar] etmek veya doldurmak; tekrar
rebore: Silindir, silindir gömleği, krank mili vb. inin doldurmak; tekrar doldurma: Akü, pil vb. i için
yüzeylerini taşlamak veya rektifiye etmek. söyle nir.
rebored cylinder: Rektifiye edilmiş silindir. reciprocal: 1) iki tarafında; karşılıklı; müşterek. 2) ye
rebored engine: Rektifiye edilmiş buhar makinesi ve rine geçen; eşdeğer veya tamamlayıcı. 3) Mate, bir
ya motor. sayı ya da niceliğin evrik değeri. 4) Mate, l'in veri
reboring: Taşlama veya rektifiye etme: Motor silindir len bir sayı tarafından bölünmesi ite elde edilen sa
leri, krank pin, krank jurnal vb. için söylenir. yı: 7 sayısının evrik değeri 1/7'dir gibi.
rebroadcast: 1) tekrar neşretmek (radyo ile). 2) tek reciprocal ohm: Eğer bir iletkenin direnci 4 ohm ise,
rarlanan bir yayın. 3) tekrar yayınianan bir program. onun kondüktansı 1/4 = 0,25 evrik ohm'dur; bu
de 1
rebuild: İlk durumuna gelecek şekilde onarmak veya ğer 0,25 ohm" şeklinde de yazılır; evrik ohm.
tamir etmek; revizyona tabi tutmak; toynakla doldu reciprocality: Evrik olma durumu veya niteliği.
rarak onarmak. reciprocate: 1) karşılıklı olarak ileri geri hareket etme
rebuilt: Onarılmış; revizyondan geçmiş; kaynakla dol ye neden olmak. 2) eksene! olarak ileri geri hareket
durularak onarılmış. etmek; durum değiştirmek. 3) karşılıklı olarak ver
recalescence: Soğuma işleminin belirli bir aşaması mek ve almak; mukabele etmek. 4) karşıt veya eşde
na eriştiği zaman, kızgın demirin veya çeliğin kızar ğer olmak.
ması ve sıcaklığındaki anî ve geçici artma. reciprocating: Eksenel olarak ileri geri hareket etme;
recalescent: Soğuma işleminin belirii bir aşamasında mütenavip hareket etme.
kızgın demir veya çeliğin sıcaklığının geçici yüksel reciprocating air compressor: Elektrik motoru ile ça
me göstermesi. lıştırılan ve kurum üfleme, ilk hareket vb. i amaçlarla
recall lamp: Uyarı ya da ikaz lâmbası. basınçlı hava sağlamak için kullanılan pistonlu bir
recap; Dış yüzeyini veya sırtını (aşınmış, kabak bir pompa; pistonlu hava kompresörü; tek, iki ve üç si
lâstiğin) lâstikle kaplamak; sırt «geçirmek; kaplanmış lindirli vb. i yapılabilirler.
(oto vb.) lastiği. reciprocating bearings: Gem. Mak. süpap gayıtları.
recapped tire: Oto. sırt geçirilmiş lâstik. kızak (süper) gayıtı vb. i gibi eksenel hareket yapan
recast: 1) tekrar dökmek (döküm vb.) veya yeniden parçalan taşıyan kısımlar; eksenel yataklar; eksenel
dökmek. 2) şeklini geliştirmek. 3) hesaplamak; yeni hareket yataklan.
den hesaplamak. 4) tekrar döküm ile üretilen yeni reciprocating Mower: İki zamanlı dizel motorlarında
bir şekil. uzun süre süpürme havası pompası olarak kullanı
receive: 1) Rady.. Telev. alınan elektromanyetik dal lan, günümüzde aşırı doldurma açısından fazla yay
gaları ses veya ışığa çevirmek ve böylece ses ve gö gın olmayan bir hava pompası; pistonlu süperşarj
rüntü üremek. 2) almak. havası pompası veya bloveri.
reciprocatin g engin e 453 recti -

reciprocating engine: Silindirleri içinde pistonların reconditioned: Onarılarak yeni hale getirilmiş; yeni
ileri geri veya aşağı yukarı ve eksenel olarak hareket lenmiş.
ettiği makine; pistonlu buhar makinesi; mütenavip reconditioned engine: Onarılarak yeni hale getirilmiş
makine; motorlar, pistonlu buhar makineleri, piston makine; yenilenmiş makine.
lu pompalar vb. i. reconstruct: 1) tekrar inşa etmek; yeniden inşa et
reciprocating masses: Mot. birincil atalet kuvvetleri mek. 2) kalan parçaları ve diğer kanıtlardan orjinal
nin hesaplanmasına esas olan piston ve piston kolu haline getirmek.
nun bir bölümünün kütlesi; eksenel hareketli kütle reconstruction: Yeniden inşa edilen şey,
ler; rnütenavip hareketli kütleler. reconstructive: Yeniden inşa edilme veya inşa edil
reciprocating motion: Bir eksen (silindir vb. i ekseni) me eğilimi.
üzerinde ileri geri veya aşağı yukarı hareket; rnütena record: 1) görülen (bir hareket veya olayı) belirten
vip hareket; öteleme hareketi. grafik vb. i sabit şekiller üzerine kayıt etmek: Sis
reciprocating parts: Mot. eksenel veya doğrusal ha mografın zelzeleyi kayıt edişi gibi. 2a) elektriksel ve
reket yapan piston, piston rod vb. i parçalar. ya mekanik olarak ve bazı basit şekillerde kayıt ede
reciprocating pump: Bir sıvı silindiri içinde hareket rek dönüştürmek (başka şekle sokmak), b) bu şekil
eden piston ya da plencer yardımıyla çalışan pom de kayıt etmek. 3) kayıt etmek. 4) kayıt edilmesine
pa; pistonlu pompa; plencerli pompa. müsaade etmek. 5) yazıiı ve kanıt olarak korunan
reciprocating steam engine: Sıra ile pistonlarının alt herhangi bir şey.
ve üst taraflarına verilen buhar ile çalıştırılan ısı maki recorder: Kayıt eden bir cihaz, özellikle: a) yanma so
nesi; pistonlu buhar makinesi; rnütenavip stim maki nucu oluşan gazlar içindeki C0 2 miktarını kayıt
nesi. eden cihaz; Bkz. recorder, C0 2 . b) Den. derinliği
recirculating: Tekrar veya yeniden dolaştırmak; tek kayıt eden cihaz; Bkz. recorder, depth, c) 24 saatlik
rar dolaştırmak. bir süre içersinde basınç, sıcaklık, akım, seviye veya
recirculating tubes: Yukarı devir boruları; heder türü düzey, hız vb. lerini kayıt eden cihaz.
su borulu kazanlarda, arka hederi buhar domuna (d- recorder, C0 2 ; Diz. Mot., Buh. Kaza. yanma sonucu
ramına) bağlayan borular; ön heder, su boruları ve oluşan egzoz veya baca gazları içindeki C0 2 miktarı
arka hederde oluşan haşlak suyu (buhar ve su karı veya oranını kayıt eden, döner hareketli bir cihaz;
şımını) buhar dramına taşırlar. C0 2 kayıt edicisi; yanma ve dolayısıyla yakıt tüketi
recirculating valve: Her börner (atomauzer) manifol- mini denetlemek için kullanılır.
dunun alt kenarına konuian ve akaryakıtın geriye, recorder, depth: Den. derinlik ölçen ve sürekli olarak
servis pompasının alıcı tarafına dönmesini sağlayan kayıt eden elektronik bir cihaz; derinlik kayıt edicisi.
valf; tekrar veya yeniden dolaşım valfı. recording: 1) fonograf (gramafon) plâğında olduğu
reckon: 1) saymak; hesap etmek; toplama, yapmak. gibi, kayıt edilen. 2) plâk; bant. 3) bir plâk ya da
2) karar vermek; düşünmek; tahmin etmek. 3) sayı bantla olduğu gibi sesin kayıt edilmesi.
saymak; hesap etmek. recording hygrometer: Uygun bir biçimde basılmış
reckoner: Hesap yapan kişi veya şey; özellikle hesap bir kâğıt sayfaya nem oranını sürekli olarak kayıt
lamaya yardım eden matematikse! tabloların vb. i ki eden bir cihaz; nem kayıt edicisi.
tabı. recover: 1) geri almak (kaybolmuş, çalınmış vb.); ye
reckoning: 1) hesap eden bir kişinin işi; hesaplama; niden kazanmak (sağlık vb. ini). 2) denizden toprak
hesap etme. 2) gelecekteki olasılıkları hesaplama ve veya atıklardan yararlı malzeme kazanmak. 3) Mot.
ya ölçme; olası hesap. 3) Den. bir geminin mevkiini egzoz ısısından ısı enerjisi kazanmak. 4) baca gazla
saptama, b) bu şekilde saptanan mevki. rından ısı enerjisi elde etmek.
reclaim: Artık maddelerden (kullanılır malzeme vb. i) re-cover: Tekrar veya yeniden kaplamak.
elde etmek. recovery: 1) cevherin işlenmesi sonucu elde edilen
re-ciaim: Geriye istemek; geriye çağırmak. metal yüzdesi. 2) orjinal durum veya pozisyona dö
reclaimer: Kullanılmış yağlama yağlarını ıslah ederek nüş.
yeniden kullanılır hale getiren cihaz; Bkz. purifier. recovery heat system: Mot., Buh. Kaza. çalışma sıra
reclamation: Atık maddelerden kullanılır malzeme el sında üretilen egzoz gazı veya yanma ürünlerinin ba
de etme endüstrisi veya işlemi. cadan atılmadan önce üzerlerindeki ısıdan yararlan
recoil: 1) bir yay serbest bırakıldığı veya bir silâh ateş mak; hava ısıtıcısı, ekonomizör, süperhiyter, süper-
lendiği zaman sıçrama veya geri tepme. 2) başlan şarjer vb. i gibi.
gıç veya ilk hareket noktasına ya da kaynağa dön rectangle: Dört dik açılı ve dört kenarlı herhangi bir
mek. 3) Ask. geri çekilmek. 4) geri tepme durumu; düzlem şekil; dikdörtgen.
reaksiyon; tepki. 5) bir silâh, yay vb. inin geri tepme rectangular: 1) şekli dikdörtgene benzeyen; dört dik
miktarı. açı ve dört kenara sahip olan. 2) tabanı dikdörtgen
re-coil: Yeniden veya tekrar çekmek. şeklinde veya dik açılı köşelere sahip olan (bir bi
recoil atom: Anî değişikliğe uğraması veya yönünün na). 3) dik açılı.
değişmesi sonucu partikül veya tanecik veya radyas rectangularity: Dikdörtgen olma durumu veya niteli
yon yayan (çıkaran) bir atom.
recoil partide: Çarpışma veya diğer bir partikülün rectangular prism: Geom. Dikdörtgen prizma; tabanı
atılması işlemi nedeniyle harekete başlayan bir tane ve yanal yüzleri dikdörtgen olan prizma; dikdörtgen-
cik. sel prizma.
recondition: Temizleyerek, onararak tekrar iyi duru recti-: Doğru, dik anlamlarında bir önek.
ma getirmek; onararak yenilemek.
rectifiabl e 454 reduce r

rectifiable: Düzeltilebilir; rektifiye edilebilir; tashihi da daha fazla ardıl sayının bulunduğu ondalık: 0,278
mümkün. 278 278...; devreden ondalık (kesir).
rectification: 1) damıtma ile bir sıvının temizlenmesi. recurvate: Geriye doğru eğilmiş.
2) bir alternatif akımın doğru akıma dönüştürülmesi. recurve: Geriye eğmek; geriye doğru eğmek.
3) düzeltme, tashih etme veya ıslah. recycle: Yeniden çevrime sokmak.
rectifier: 1) düzeltme veya ayar ile tashih eden kişi red brass: % 85,0 bakır, % 15 çinkodan oluşan pi
veya şey. 2) Elekt. alternatif akımı doğru akıma çevi rinç; kırmızı (kızıl) pirinç; boru ve madenî eşya yapı
ren kollektör veya vakum tüpü gibi herhangi bir ci mında kullanılır.
haz; redresör; rektifayer. red fire: Özellikle strontiyum nitrat kapsayan ve yakıl
rectifier bulb: Alternatif akımı doğru akıma çeviren ci dığı (yandığı) zaman parlak kırmızı ışık veren ve ha
hazın lâmbası; redresör lâmbası; rektifayer lâmbası. vai fişekler, işaret fişekleri vb. inde kullanılan türlü
rectifier, magnetron: Dış bir devre tarafından denetle maddelerden herhangi biri, kırmızı ışık; kırmızı ateş.
nen soğuk katotlu, gaz diyotlu bir değiştirici. red heat: 1) maddenin kızıl renk aldığı sıcaklık dere
rectifier, radio: Alternatif akım dalgalarını, tek yönlü cesi. 2) bu sıcaklıkta olma durumu.
impulslara dönüştüren bir cihaz; radyo rektifayer. red-hot: Kor haline gelmek için yeterli veya kâfi sıcak
rectifier tube: Bkz. rectifier bulb. lıkta; çok sıcak.
rectify: 1) düzeltmek; tashih etmek; ıslah etmek. 2) read lead: Kırmızı kurşun oksit, Pb 3 0 4 ; sarı kurşun
hareket ve dengede olduğu gibi düzenlemek; hesap oksitten elde edilir ve boya maddesi, boya, cam ya
lama ile ayarlamak. 3) Kimy. damıtarak, özellikle tek pımı vb. inde kullanılır; kırmızı kurşun tozu; mini-
rar tekrar damıtarak arıtmak veya distile etmek. 4) yum; kırmızı sülyen (boya).
Elekt. doğru akıma çevirmek (alternatif akımı). 5) red lead joint: Kırmızı sülyen sürülmüş conta; sülyen-
Mate. uzunluğunu bulmak (bir doğrunun). !i conta.
rectifying device: Alternatif akımı doğru akıma çevi red lead ore: Kırmızı kurşun kromat.
ren cihazlar; Doğrultmaç cihazları; Bkz. rectifier. red lead paint: Kırmızı sülyen boya.
rectifying valve: Sadece katota göre, anot pozitif po red light: 1) tehlike sinyali veya işareti. 2) tren, oto
tansiyelde olduğu zaman akım geçen bir diyot; doğ mobil vb. i için dur işareti; dur (stop) ışığı.
rultmaç valf. red manganese: Kırmızı manganez; Bkz. rhodonite.
rectigon: Batarya şarjı ya da doldurulmasında kullanı red ocher: Kırmızı renkli, toprağa benzer hematit; bo
lan yüksek basınçlı, termiyonik katotlu gaz diyotu; ya maddesi olarak kullanılır; ruddel, reddle, raddle
rektigon; redresör lâmbası. şekillerinde de kullanılır.
rectilineal: Bkz. rectilinear. redox equation: Redox tepkimeyi belirten bir eşitlik;
rectilinear: 1) bir doğruda hareket eden; doğrusal. 2) redoks eşitliği.
bir hat (doğru, çizgi) şeklinde olan. 3) hatlarla sınır redox process: Tepkimeye katılan bir maddenin oksit
lanmış veya oluşturulmuş. 4) doğrularla belirtilen. 5) lendiği ve diğerinin redüklendiği bir kimyasal işlem;
Opt. doğruları bozmayacak şekilde düzeltilmiş: Bazı redoks işlemi.
mercek türleri için söylenir. redox reactions: Oksitleme ve redüklemeyi kapsayan
rectilinear motion: Doğrusal hareket. tepkimeler; redoks reaksiyonlar.
rectilinear propagation: Radyasyonun doğru çizgiler red painter: Can sallarının Bkz. life raft gemiye bağ
de, özellikle görünür radyasyon (ışık) biçiminde ya lanmasını sağlayan ve bir bölümü kırmızı boyalı çı
yılması; doğrusal yayılma. ma; kırmızı çıma
recto: Bir kitabın sağ tarafta olan herhangi bir sayfa redress: 1) düzeltmek; tashih etmek. 2) dengelemek.
sı. 3) ayarlamak.
recuperate: 1) geri almak; telâfi etmek (kayıplar vb.). re-dress: Yeniden tashih etmek veya ayarlamak.
2) kayıplarını gidermek veya telâfi etmek. re-short: Metal, tavlandığı zaman kırılgan: içinde çok
recuperating device: Kinetik enerjiyi veya hareket fazla kükürt olan demir ya da çelik için söylenir.
enerjisini potansiyel enerji ya da durağan enerjiye reduce: 1) herhangi bir şekilde ölçüsünü, ağırlığını,
dönüştürmek için kullanılan bir cihaz; reküperasyon miktarını, değerini, fiyatını vb. azaltmak. 2) belirli bir
cihazı. sıraya getirmek; sınıflandırmak; tasnif etmek. 3) ana
recuperation: Mak. merkezkaç pompaların volüt hüc liz ile bileşen elementlerine ayırmak. 4) eritme, kır
releri veya difüzörlerinde olduğu gibi hava, sıvı, gaz ma, öğütme vb. i ile farklı fiziksel şekle dönüştür
vb. inin hızının basınca dönüştürülmesi. 2) ticarî ka mek. 5) tiner ile boyayı inceltmek. 6) Arit. değerini
yıpları karşılama, telâfi etme veya giderme. değiştirmeden şeklini değiştirmek. 7) Kimy. a) pozitif
recuperator: Merkezkaç ya da santrfüj pompalarda değerini (bir element veya kökün) azaltmak, b) ne
hızın basınca dönüşümünü sağlayan volüt hücresi gatif değerini (bir element veya kökün) azaltmak, c)
veya difüzörleri taşıyan bir çember; difüzör çemberi. den oksijen çıkarmak; oksijensizleştirmek; oksijenini
recur: 1) tekrar veya yeniden oluşmak, meydana gel çıkarmak, d) hidrojen ile birleştirmek, e) metalsileri
mek ya da vukubulmak. 2) özellikle belirli bir aradan ni çıkararak metalik duruma getirmek. 9) Foto. nega
sonra vukubulmak veya görünmek; belirli aralarla tif gibi, daha az yoğun yapmak. 10) Kimy. indirge
görünmek. mek.
recurrent: 1) tekrar vukubulma; periyodik olarak ve reducer: 1) Meka. iki farklı ölçüdeki boruya bağlanan
ya tekrar görünme veya oluşma. 2) Anat. zıt yönde klavuzlu bir boru teçhizatı; redüser. 2) Foto. a) geliş
geriye dönme: Belirli atar damarlar ve sinirler için tirme veya banyo etme maddesi, b) negatifleri ban
söylenir. yo etmek için kullanılan oksitleyici çözelti. 3) boya
recurring decimal: Sonsuza değin yinelenen iki ya veya diğer viskoz sıvıların incelticisi.
reducible 455 reflect

reducible: Azaltılabilir.
kullanılan gemi.
reducing agent: 1) diğer bileşiklerden oksijen alan
reefer: Esk. deniz talebesi (Arg.) veya subay dayı. 2)
bir madde; redükleyici madde. 2) diğer bir maddeye
özellikle denizciler tarafından giyilen kısa, kalın ve
elektron veren madde, örneğin hidrojen ve kalay klo
iki sıra düğmeli palto ya da ceket; nevresim.
rür.
reek: 1) buhar; duman. 2) buhar ya da duman çıkar
reducing atmosphere: Oksitlenmeyi önleyebilen gaz
mak. 3) dumanın etkisinde bırakmak. 6) çıkarmak
çevre; kısıcı atmosfer; reducing environment şeklin
veya neşretmek (duman, buhar vb.).
de de kullanılır.
reel: 1) iplik, tel, film vb. inin sarılabildiği herhangi bir
reducing flame: Tam yanma için yetersiz oksijenle
araç; makara; masura; iğ. 2) misina makarası. 3) bir
oluşan alev; kısılmış alev; bunzen alevinin ucu.
makaraya sarılan tel, iplik vb. inin miktarı. 4) yakla
reducing glass: içinden geçen bir şeyin görsel ölçü
şık 305 metrelik (1000 fit) sinema filmi. 5) bir makara
sünü azaltmak için kullanılan iki tarafı içbükey bir
ya sarmak veya boşaltmak.
mercek.
re-entering angle: Bir geometrik şekilde ucu şeklin
reducing valve: Kısma valfı, özellikle: a) Diz. Mot.
dışına değil içine doğru veya geriye dönmüş olan
ba sınçlı hava devrelerinde bulunan ve hava
bir açı; tekrar girme açısı.
basıncını 35 bardan yaklaşık 20-25 bara düşüren
re-entering polygon: içeriye dönük bir ya da bir kaç
valf. b) bu harlı gemilerde 10 bardan küçük basınçlı
açısı olan bir çokgen.
taze buhar sağlayan valf; Gem. Mak. redyusin valf.
re-entrance (reentrance): Bkz. re-entry.
reductase: Kimyasal redüklemeleri hızlandıran her
re-entrant: Tekrar giriş; yeniden giriş; içeriye doğru
hangi bir enzim; redüktaz.
uçlu: Açılar için söylenir; girintili açı ya da parça.
reduction: 1) bir bileşikten oksijenin çıkarılması; re-
re-entry (reentry): 1) tekrar girme; yeniden girme. 2)
dükleme, indirgeme. 2) azaltılmış değer sonucu
ikinci ya da tekrarlanan giriş. 3) mükerrer akışlı veya
elektronlar kazanma. 3) bir fotoğraf negatifinin yo
akımlı türbin.
ğunluğunu azaltma. 4) Bkz. reduction gear. 5)
re-entry turbine: Mükerrer akımlı türbin; Gem. Mak.
azaltma; düşürme.
akis hücresi bulunan bir türbin; önce rotor kanatla
reductional: Redüksiyon veya azaltmaya ait veya
rından geçen buhar akis hücresi ile yön değiştirile
azaltma eğilimli.
rek tekrar hareketli kanatlara verilir ve oradan bir ke
reduction coefficient: Redüksiyon sabitesi veya kat
re daha geçmesi sağlanır.
sayısı.
re-evaporation loss: Buh. Mak. taze buharın silindire
reduction gear: Buh. Türb., Diz. Mot. makinelerin
bir porttan girişi ve iş gördükten sonra yine aynı port-
yüksek devir sayılarını pervanenin en verimli olduğu
tan egzoz edilmesi sonucu, port yüzeylerinde olu
devir sayısına düşüren dişli donanım; devir düşürü
şan yoğuşma ve buharlaşma kaybı; buharlaşma kay
cü donanım; Gem. Mak. ridakşın gir; redüksiyon do
bı.
nanımı; devir düşürme donanımı; pinyon adı verilen
reference: Başvuru (kitabı, işareti vb.)
küçük dişli ile girvil denilen büyük dişliden oluşur.
reference numbers: Jurnali, krank kolları, krank pin-
reduction gear, double: iki kademeli devir düşürücü
leri ayrı parçalar halinde yapılan ve sonra birbirleri
dişli donanım; düşürme oranı gemi makineleri için
ne sıkı geçirilen krankşafllarda parçalar üzerinde bu
en fazla 45/1 olan ridakşın gir.
lunan işaret ya da sayılar; referans sayıları; referans
reduction gear, single: Daha çok yüksek devirli
markaları.
dizel motorları ile türbo-jeneratörlerde kullanılan tek
refill: Yeniden doldurmak; yeni bir doldurma veya
kade meli devir düşürme donanımı; devir düşürme
dolgu, özellikle bir kabın içeriğinin kullanıldıktan son
oranı en fazla 20,5/1 'dir.
ra değiştirilmek üzere yapılan ünite, örneğin tüken
reduction pulley: Transmisyon devrelerinde, devir
mez kalem kartuşu.
sa yısını düşürmek için kullanılan kademeli kasnak;
refine: 1) katışıksız veya saf yapmak; yabancı
re düksiyon kasnağı.
madde ler, cüruf, alaşım, tortu vb. inden
reduction ratio: Redüksiyon oranı; bu oran tek kade
temizlemek ya da arıtmak; rafine etmek; damıtmak;
meli donanımlarda en fazla 20,5/1 ve çift kademeli
distile etmek. 3) katışıksız veya saf olmak; yabancı
lerde 45/1'dir.
maddelerinden, kirlerinden vb. arıtmak.
reductor: Kimy. analiz amaçlan için metalik bir çözelti
refined: Yabancı maddeler ya da kirlerden temizlen
nin redüklenmesini başarmak için kullanılan herhan
miş; arıtılmış.
gi bir cihaz; redükleyici; özellikle demirli bir çözeltiyi
refined tar: Damıtılarak suyu ve uçucu maddeleri ol
demir tuzlarına redüklemek için tanecikli çinko dol
dukça azaltılmış katran; damıtılmış katran.
durulmuş uzun bir tüp.
refinement: 1) temizleme. 2) bunun sonucu; damıt
redwood: 1) Büyük Okyanus (Pasifik) sahillerinin yap
ma; tasfiye.
raklarını dökmeyen dev ağacı; sekoya. 2) odunu kır
refinery: Yağ, metal, şeker vb. i maddeleri damıtan
mızımsı olan herhangi bir ağaç. 3) bu ağaçlardan
veya damıtmak için kullanılan kuruluş ya da tesis; ra
herhangi birinin odunu.
fineri; tasfiyehane.
Redwood-second: Saybolt viskozimetresinden elde
refinery coke: Rafineri koku;
edilen viskozite birimi; Redvut-saniye; bu değer 0,84
refining: Damıtma; distile etme; tasfiye etme.
ile çarpılarak bulunan viskozite birimi.
refit: Onarım veya tekrar donatım ile yeniden kullanı
reef: 1) resif; döküntü; topuk. 2) Maden, cevher yata
lır hale gelmek.
ğı; damar; maden damarı.
reflect: 1) ısı, ışık veya ses gibi geriye dönmek;
reefer: 1) Bkz. refrigeration. 2) soğuk hava depolu
yansı mak; aksetmek. 2) görüntüsünü aksettirmek
ya da ambarlı gemi, özellikle meyva taşımacılığında
(ayna vb.). 3) geriye dönmek. 4) ısı, ışık, ses vb.
yansı-
reflectanc e 456 refrigerate d truc k

mak. 5) görüntü vermek. 6) yansıtmak.


mak.
reflectance: 1) Bir yüzeyden yansıyan ışığın bir kıs
refracting angle: Kırılma açısı.
mı. 2)yansıma oranı.
refracting telescope: 1) mercekli teleskop. 2) ben
reflecting: Işık ya da diğer dalgaları yansıtan bir yüze
zer, fakat göz kısmı çift içbükey olan bir teleskop.
ye ait; yansıma için kullanılan bir alet ya da cihaza
refraction: 1) kırılma; özellikle farklı yoğunlukta veya
ait.
aynı maddenin yoğunlukları farklı katmanlarından
reflecting surface: Farklı kırılma indisli iki madde ve
meyilli bir şekilde geçerken ışık ışın veya dalgası, ısı
ya hava ve mat bir madde arasında ortak bir yüzey;
veya sesin kırılması. 2) Astr. bir yıldız ya da gezege
yansıtıcı yüzey.
nin gökte en alçak olduğu zaman, o yıldız veya ge
reflecting telescope: Borusunun alt ucunda, cisim
zegenden gelen ışık ışınlarının kırılmasının en yük
den çıkan ışık alan ve onu borunun üst ucuna yakın
sek değerde olması: Böylece olduğundan daha bü
odağa yansıtan içbükey aynalı bir teleskop; yansıtıcı
yük görünür. 3) Opt. a) gözün kendisine gelen ışığı
teleskop.
kırarak retinada görüntü oluşturma yeteneği, b) gö
reflection: 1) Yansıtılan veya yansıtılmış olan. 2) ses,
zün kırılma derecesinin ölçümü.
ışık, ısı vb. inin bir yüzeye çarptıktan sonra geriye ve
refractional: Kırılmaya ait.
rilmesi veya yansıtılması. 3) yansıtılan herhangi bir
refraction, atomic: Bir elementin ve onun atom ağırlı
şey. 4) görüntü; imge; hayal.
ğı ve özgül kırılmasının ürünü; atomik kırılma.
reflectional: Yansıma ya da akise ait.
refraction index: Kırılmadan önce kırılan radyasyo
reflective: 1) yansıma. 2) yansımaya ait veya yankı
nun hızının, kırılmadan sonraki hıza oranı; kırılma in
ile üretilen.
deksi.
reflectivity: Yansıtıcı olma durumu veya niteliği; yan-
refraction, molar: Özgül ve molekülsel ağırlığın ürü
sıtıcılık.
nü; molar kırılma.
reflectometer: Yansıtıcı yüzeylerin yansıtma etkenini
refraction ot light: 1) beyaz ışığın, cam bir prizma ve
ölçmek için kullanılan bir fotometre; reflektometre.
ya havadan daha yoğun ya da daha az yoğun bir
reflector: 1) yansıtan kişi veya şey; özellikle ışık, ısı,
maddeden geçerken bükülmesi veya yön değiştirme
ses ya da benzer (bir parça cam veya meta! gibi)
si; ışığın kırılması. 2) dünya atmosferindeki bir kanal
çok parlak ve çoğu zaman içbükey olan ve ışınları
dan geçerken ışığın bükülmesi.
yansıtan ve yönlendiren bir yüzey, cisim vb. 2) yan
sıtıcı teleskop; reflektör. 3) Foto. ışığı denetlemek ve refractive: 1) kırılma veya kırılma gücüne sahip olan.
yansıtmak için kullanılan hareketli, ayarlanabilir per 2) kırılmaya iiişkin; kırılma tarafından neden olunan.
de. 4) Nük. Ener. bir nükleer reaktörün çevresine ya refractive index: Bkz. refraction index.
yılmış, kaçaklardan gelen nötron kayıplarını azalt refractivity: Kırılır olma durumu veya niteliği.
mak ve böylece reaktörün boyutlarını küçültmek, refractometer: Maddelerin kırılma indekslerini (indis
tehlikesini azaltmak, nötronları reaktör içinde tutmak lerini) ölçmek için kullanılan bir cihaz; refraktomet-
için kullanılan bir madde, örneğin su; yansıtıcı. re; özel türleri katılar, sıvılar ve gazlar için kullanılır.
reflex: 1a) ışığın yansıması gibi. b) yansımadan olu refractor: 1) ışık ışınını kıran bir şey. 2) mercekli teles
şan ışık ya da renk. 2) yansıtılmış hayal veya görün kop; refraktör.
tü. 3) Rady. yansıtma cihazı. 4) geriye dönmüş veya refractoriness: Madde ya da cisimlerin erimeksizin
geriye yansımış. 5) Geom. dik açıdan daha büyük veya diğer niteliklerini kaybetmeksizin yüksek sıcaklı
bir açıyı belirtir. 6) Rady. alıcı cihazlarda hem yük ğa kadar ısıtılabilmesi özelliği.
sek frekans (radyo frekansı) ve hem de ses frekansı refractory: 1) şekli, ağırlığı ve fiziksel özellikleri değiş-
yükselticisi olarak görev yapan, tüp gibi bir cihazı meksizin yüksek sıcaklıklara dayanabilen bir mad
belirtir. 7) geriye dönmek, bükülmek veya katlan de; Buh. Kaza. ocak duvarlarının kaplanmasında kul
mak. lanılır; örneğin silika (Si0 2 ), ateş toprağı, kaolen ve
alümina. 2) ısıya dayanıklı; eritilmesi ve işlenmesi
reflex camera: Bir ayna tarafından merceğin odaklan
zor.
masına yardım için bir cam levhaya yansıtılan mer
refractory material: Buh. Kaza. ocak duvarlarının kap
cek ile görünlü oluşturulan bir kamera; refleks kame
lanmasında kullanılan, gazlann sıcaklığına dayanıklı
ra.
madde; Bkz. firebrick.
reflexion: Bkz. reflection.
refrigerant: 1) bir şeyi soğutan veya donduran. 2)
reflexivity: Yansıyabilir olma durumu veya niteliği;
elektrikli soğutucular (buzdolabı) ve soğuk hava te
yansıyabilirlik.
refluence: Bkz. reflux. sislerinde kullanılmaya uygun bir madde; genel ola
refluent: Geriye akma; gelgitte olduğu gibi deniz sula rak, düşük sıcaklıklarda derhal buharlaşan amon
rının çekilmesi; cezir. yak, metil klorür, freon vb. i bir madde; soğutucu. 3)
soğutma için kullanılan buz, kuru buz (katı karbon
reflux: Geriye akma; gelgitte olduğu gibi suların çekil
dioksit) gibi bir madde.
mesi.
refrigerant charge: Bir soğutma devresinde resiver,
reflux condenser: Yoğuşan buharı sürekli olarak da
evaporatör, kondenser ve emme devresi için gerekli
mıtıcıya döndüren bir kondenser; geriye akımlı kon-
soğutucu miktarı; soğutucu dolgusu veya şarjı.
denser.
refrigerant coil: Soğutma kangalı.
reformed gasoline: Yüksek sıcaklığa kadar ısıtılan
refrigerate: 1) serin ya da soğuk yapmak veya böyle
buharları uygun bir katalizörden geçirilerek düşük
muhafaza etmek; soğutmak. 2) soğutarak veya don
oktanlı benzinden elde edilen, yüksek oktanlı ben
durarak (yiyecek vb. ini) korumak.
zin; geliştirilmiş benzin.
refrigerated:Soğututmuş; frigorofik.
refound: Tekrar veya yeniden eritilerek döküm yap
refrigerated truck: Soğuk hava donanımlı bir kara ta-
refrigerated vessel 457 regularize

şıt aracı; frigorofik kamyon.


regenerative: Yenilenmeye ait.
refrigerated vessel: Soğuk ya da dondurulmuş yükle
regenerative cycle: Buharının tümünün borulu bir
ri taşımak üzere dizayn edilmiş gemi; frigorofik ge
kondenserde genişletildiği, besi (fid) suyunun ısıtıl
mi.
ması için ara buharın kullanılmadığı sistem; rejenera-
refrigeration: Soğutma ya da soğutulmuş (olan); ko
tif çevrim.
rumak, muhafaza etmek üzere dondurma veya so
regenerative feed system: Buhar türbinlerinin bir ya
ğutma (yiyecek vb.).
da birkaç yerinden alınan buhar ile, kazana verilme
refrigeration cycle: Soğutucu veya kulerde başla
den önce, besi (fid) suyunun ısıtıldığı sistem; rejene
yan, soğutucunun kompresörde sıkıştırılması ve kon-
ratif besi suyu sistemi.
denserde yoğuşturulması ile süren bir çevrim; soğut
regenerator: Mak. gaz türbinlerinde olduğu gibi, eg
ma çevrimi.
zoz gazları ile yanma havası veya gazları yeniden
refrigeration load: Depolanmış yiyecekleri soğutma,
ısıtmak için bir ocak ya da makinede bulunan ısıtıcı;
soğutma odası duvarlarına giren havanın ısısını gi
rejeneratör.
derme, soğutma odasındaki insan ya da elektrik mo
region: 1) dünya yüzeyinin büyük ve belirsiz parçası;
toru, fan vb. inin ürettiği ısının toplamı; soğutma yü
bölge; mıntıka. 2) bir saha; yer. 3) dünya ve kâina
kü.
tın ya da evrenin belirli bir parçası. 4) küre; bir sanat
refrigeration machine: Bkz. heat pump. ya da bilimin parçası. 5) bir organizmanın parçası
refrigeration, ton of: Yirmi dört saatte, eriyen bir ton veya kısmı: Katın bölgesi gibi. 6) atmosfer veya ok
veya 2207 libre (1000 kg) buzun soğutma etkisi; so yanusun ayntdığı düşünülen herhangi bir düzey. 7)
ğutma hayvan ve bitkilerin bulunduğu yere göre dünyanın
tonu. bir bölümü.
refrigerative: Soğutma veya soğutma görevi yapma. regional: 1) tam bir bölgeye ilişkin. 2) belirli bir
refrigerator: Soğutan bir şey; özellikle buz veya me bölge veya yöreye ilişkin; yerel; bölgesel.
kanik soğutma ile yiyecek, içecek ve benzer şeylerin register: 1) bir kayıt cihazı; sayaç, gösterge. 2a) ba
soğuk olarak korunduğu bir kutu, oda vb. i; buzdola ca çekmesi ya da draft vb. ini denetlemek için soba
bı; Den. buzluk; soğuk hava deposu. ve kazan ocaklarında bir cihaz; hava recisteri. b) bir
refrigerator car: Bozulabilir yiyecekten vb. i muhafa vantilatör veya fırından verilen sıcak veya soğuk ha
za etmek üzere yapılmış ve donatılmış demiryolu va vanın miktarlarını denetleyen açıklık. 3) kütük; sicil:
gonu; frigorofik vagon. Gemi sicili gibi. 4) bir bölüntü veya taksimat üzerin
refrigerator vessel: Bkz. refrigerated vessel. de belirtmek ya da göstermek.
refrigeratory: Soğutma; refrigeration. registered: Tesçii edilmiş; kayıt edilmiş; kayıtlı.
reftingent: Kırılma (ışık ışını vb.); kırılma niteliği olan; registering apparatus: Kayıt eden bir cihaz ya da
kırılgan. araç; kayıt cihazı.
refuel: Gereksinimi olan yeni yakıtı almak; yakıt ikma register tonnage: Den. gemilerin iç hacimlerini göste
li yapmak. ren, türlü vergi ve harçların ödenmesinde esas alı
refueling: Yakıt ikmali yapma; yeniden veya tekrar ya nan tonaj; tescil tonajı: a) gros tonilâto, b) net ya da
kıt alma. rüsum tonilâto.
refuge: 1) tehlike, zorluk vb. inden korunma ya da registerable: Kayıt ya da tescil edilebilir.
barınma. 2) güvenli ya da emniyetli yer; barınak; sı-
registerant: Kayıt veya tescil eden kişi.
ğınılacak yer; sığınak.
registerar: Kayıt ya da tescil memuru; kayıtları koru
refuge, port of: Sığınma limanı. yan görevli kişi; özellikle bir kolej, mahkeme vb.
refulgence: Parlak olma durumu veya niteliği; parlak in de kayıtlar için sorumlu kişi.
lık.
registration; 1) kayıt etme işi. 2) tescil; kayıt.
refulgency: Bkz. refulgence. registry: 1) kayıt; tescil. 2) kayıtların muhafaza edildi
refulgent: Parlak; radyan; ışık ya da ısı yayan; ışık sa ği ofis; sicil dairesi: Gemi sicil dairesi gibi.
çan veya partak; göz alıcı. regr.: Bkz. register.
refurbish: Parlatmak, tazelemek veya yeniden cilala
regrind: Tekrar ya da yeniden rektifiye etmek, taşla
mak; yenileştirmek.
mak veya torna etmek.
reg.: Bkz. 1) register. 2) registered. 3) registrar. 4)
regrooving: Oyuk, yuva veya kanalların yeniden açıl
registry. 5) regular. 6) regulation. 7) regulator.
ması, düzeltilmesi veya genişletilmesi (piston seg-
regelate: Birlikte donmaya maruz kalmak. man kanalları için söylenir).
regelation: Donma noktası üzerindeki basınç ve sı reground: Yeniden veya tekrar rektifiye edilmiş, taş
caklıkta, parçalar halindeki nemli buzların birlikte lanmış veya torna edilmiş.
donması veya yeniden donması.
regulable: Ayarlanabilir.
regenerate: 1) yenilenmiş; ıslah edilmiş; iyileştirilmiş.
regular: 1) bir kural, ilke, tür, standart vb ine göre
2) Elekt. Rady. çıkış devresinden giriş devresine
oluşturulmuş, imal edilmiş veya düzenlenmiş; mun-
enerji beslemesi ile sesi büyütmek. 3) Mete. yokola-
tazam, düzenli; kurala uygun; düzgün; simetrik; re-
cak ısı enerjisini, basınç vb. ini kullanılır yapmak. 4)
güler. 2) olağan; alışılmış. 3) Mate, a) bir çokgen gi
tekrar veya yeniden oluştumak, meydana getirmek;
bi tüm açı ve kenarları eşit olan; eşit açı ve kenarla
yenilenmiş olmak. 6) yeniden üretmek.
ra sahip olan, b) düzgün bir çok yüzlü gibi, tüm
regeneration: 1) zehirü nükleer yakıtın veya başka
yüz leri tıpatıp birbirine eşit olan.
bir malzemenin temizlenmesi veya saf duruma geti
regularity: Muntazam olma durumu, niteliği veya ör
rilmesi. 2) Rady. çıkış devresinden giriş devresini
neği.
enerji ile besleyerek bir radyo sinyalini kuvvetlendir
regularize: Muntazam, alışılmış veya regüler yap-
mek; rejenerasyon.
re gula rl y 458 relay

mak; düzenlemek.
reinforce: 1) kuvvetlendirmek; takviye etmek. 2) sayı
regularly: 1) düzenli olarak. 2) düzenli zaman veya
sını veya miktarını çoğaltmak. 3) kuvvetlendirmek ve
zaman aralıklarında.
ya daha kuvvetli yapmak.
regular pentagon: Geom. düzgün beşgen ya da pen
reinforced: Sağlamlaştırılmış; dayanıklığı arttırılmış;
tagon.
takviye edilmiş.
regular polygon: Geom. düzgün çokgen; düzgün po
rainforced concrete: Dayanıklığını arttırmak için çelik
ligon veya çok kenarlı.
çubuk veya hasır kapsayan beton; betonarme.
regulate: 1) bir kural, ilke bir sisteme göre denetle
reinforcement: 1) dayanıklığını arttırma; kuvvetlendir
mek, yöneltmek ya da yönetmek. 2) belirli bir stan
me; takviye etme veya takviye edilme. 2) takviye
dart, derece, miktar vb. ine göre ayar etmek. 3) bir
edilmiş herhangi bir şey; özellikle Çoğ. takviye et
saat gibi duyarlı çalışmasını sağlamak amacıyla ayar
mek için gönderilmeye hazır askerler veya savaş ge
etmek. 4) düzgün, düzenli vb. i yapmak.
mileri.
regulated: Düzenlenmiş, ayar edilmiş, ayarlanmış ve
reinforcing: Takviye etme; dayanıklığını arttırma; sağ
ya tanzim edilmiş.
lamlığını arttırma.
regulating: Ayarlama; düzenleme; tanzim etme.
relative: Rölâtif; bağıl; göreli.
regulating mechanism: Düzenleme, tanzim veya
relative density: Verilen bir maddenin yoğunluğunun
ayarlama donanımı ya da mekanizması.
suyun yoğunluğuna bölümü; göreli yoğunluk; rölâtif
regulating resistance: Ayarlama, düzenleme vb. i
dansite.
için kullanılan bir rezistans; ayarlama direnci.
relative efficiency: Mot. gerçek makinenin endike işi
regulating valve: Ayarlama valfı; düzenleme valfı;
nin veya endike termik veriminin, kuramsal işe ya
ayar etme vanası.
da teorik verime oranı; rölâtif verim; göreli verim; ba
regulation: 1) ayarlama veya ayar edilmiş olan; ayar
ğıl verim.
lı. 2) alışılmış; normal; adî; regüler.
relative humidity: Verilen bir sıcaklıkta hava içindeki
regulation mechanism: Bkz. regulating mecha
su buharı miktarının, aynı sıcaklıkta havanın tutabile
nism.
ceği maksimum su buharı miktarına oranı; bağıl
regulation valve: Bkz. regulating valve.
nem; rölâtif rutubet.
regulative: Düzenleme veya düzenlenmeye eğilimli
relative inclinometer: Uçakların yükseltilerini göster
olan.
mek için kullanılan bir cihaz; göreli meyilölçer.
regulator: Düzenleyen (ayar eden) kişi veya şey;
relative isotopic mass: Bir elementin izotopunun bir
özellikle a) bir makinenin hareketini, sıvıların, gazla
atom kütlesinin, bir karbon atomunun kütlesinin on
rın, elektrik, buhar vb. inin akımını denetleyen veya
ikide birine oranı; göreli izotopik kütle.
düzenlemek için kullanılan bir mekanizma; regüla
tör; gavörnör. b) bir saatin hızının ayarlanması ile ça relative molecular mass: Bir element ya da bileşiğin
lışan bir mekanizma, c) saat sarkacı ya da pandülü. bir molekülünün, bir karbon atomunun kütlesinin on
ikide birine oranı; göreli moleküler kütle.
regulator valve: Regülatör ya da ayar eden valf; Bkz.
relative permeability: Bir cismin geçirgenliğinin vaku
governor valve.
mun geçirgenliğine oranı; göreli (rölâtif) geçirgenlik.
regulus: Kimy., Metal, a) antimon metali, b) türlü cev
relative specific density: Göreli özgül yoğunluk;
herlerin eritilmesi ile üretilen saf olmayan metal, c)

cevher eritildiği zaman ağırlığı nedeniyle potanın di
reli özgül ağırlık; izafi özgü! ağırlık.
bine çöken, kısmen temizlenmiş metal.
relative vapor density: Aynı sıcaklık ve basınçta,
reheat: Yeniden ısıtmak; tekrar ısıtmak. veri len bir hacim gaz ya da buhar kütlesinin, eşit
reheated: Tekrar veya yeniden ısıtma (buhar vb. ini); hacim deki hidrojenin kütlesine oranı; göreli buhar
yeniden ısıtılmış; tekrar ısıtılmış. yoğun luğu.
reheater: Bazı buhar türbinlerinin bir yerinden alınan relative velocity: Eğer A ve B gibi iki tanecik (parti-
buharı tekrar kızdıran ve ısı enerjisini çoğaltan bir kül) aynı yönde VA ve VB hızları ile hareket ediyorlar
tür üst ısıtıcı; Gem. Mak. rihiyter; ikincil süperhiyter. sa, göreli hız VA-VB, eğer zıt yönlerde hareket edi
reheating: Yeniden veya tekrar ısıtma. yorlarsa VA-VB'dir; göreli veya rölâtif hız.
reheating cycle: Buharın türbinde kısmen
relativistic mass: Hızı artan bir cismin kütlesi.
genişletildi-
relativistic mechanics: Einstein'in izafiyet kuramının
ği, dışarı alınarak kızdırıldığı ve tekrar türbine verile
esas alındığı mekanik sistemi.
rek genişletildiği sistem; ara ısıtmalı çevrim.
relativistic velocity: Hızı yeterince ışık hızına yakla
reheating turbine: Buhar belirli bir sayıdaki kademe
şan bir hız.
lerde genişletilip basınç ve sıcaklığı önemli bir mik
relativity: 1) rölâtif, bağıl ya da göreli olma durumu,
tar düştükten sonra, türbinden alınarak bir ara ısıtıcı
gerçeği veya niteliği. 2) F/z. rölativite veya izafiyet ku
dan veya kazandan geçirilerek, alındığı yere yakın
ramı: a) "Görülebilir salt hareket yoktur, sadece gö
bir bölümden tekrar makineye verilen sistem; ara ısıt
reli hareket vardır", b) "Işığın hızı sabittir ve kayna
malı türbin.
ğın hareketine bağlı değildir" c) "Işığın hızından da
reheating vapor cycle: Ara ısıtmalı buhar çevrimi; ha büyük hızlarda enerji iletilemez. d) "hareketli bir
Bkz, reheating cycle. gövdenin veya cismin kütlesi enerji içeriğinin fonksi
reheat turbine: Bkz. reheating turbine. yonudur ve hızla değişir", e) "zaman görelidir".
re-induction: Diz, Mot. püskürtme sona erdikten son
relay: 1) nispeten güçlü cihazları denetlemek için kul
ra dönerek aşağıya doğru hareket eden yakıt püs
lanılan, oldukça zayıf bir kuvvetle çalıştırılan, fakat
kürtme pompası çek valfı ile yuvası arasından bir
daha büyük kuvvet üretebilen bir cihaz; röle. 2) bir
miktar yakıtın pompa silindirine geçerek enjektör bo-
elektrik devresini açmak ya da kapamak için kullanı
rusundaki yakıt basıncının düşmesi olayı; reendüksi-
lan ve elektriksel olarak çalışan bir anahtar, şalter ya
yon; art yanma veya enjektörün damlamasına engel
da sviç; röle; riley. 3) Elekt. bir röle ile denetlemek,
olur.
işletmek veya göndermek.
relay coil 459 repartitio n

relay coil: Röle ya da riley bobini.


uzaktan kontrol; rirnot kontrol. 2) Den. gemi enerji
relay contact: Röle kontağı; röle devre açma-kapama
tesislerinin, köprü üstünden olduğu gibi, bir merkez
platinleri.
veya santralden çalıştırılması veya denetlenmesi.
relay governor: Paralel çalışan alternatörleri çalıştı
remote indicator: Bağlandığı noktadan uzakta ba
ran dizel motorlarında ve pervane çeviren makineler
sınç, sıcaklık, seviye veya akımı belirten cihazlardan
de olduğu gibi, yakın hız ayarını gerektiren yerlerde
herhangi biri; uzaktan gösterici (cihaz).
kullanılan bir gavörnör; hidrolik gavörnör veya regü
latör. removability: Uzaklaşabilir olma gerçeği veya niteli
relaying device: Bkz. servomotor. ği.
relay-type governor: Bkz. relay governor. removable: Uzaklaştırılabilir; giderilebilir; sökülebilir;
relay valve: Diz. Mot. ilk hareket sistemlerinde, üze çıkarılabilir.
rinde portlar bulunan bir silindir, ile içinde hareket remove: 1) bir şeyi olduğu yerden hareket ettirmek;
eden bir pistondan oluşan valf; riley valf; röle valf; bir yerden diğer bir yere kaldırmak, itmek ya da gö
basınçlı havayı makinenin sırası gelen silindirlerine türmek. 2) çıkarmak; sökmek.
verir. remover: Bir şeyi gideren kişi ya da şey: Boya çıkarı
release: 1) serbest bırakmak. 2) diğer bazı cihazları cısı gibi.
serbest bırakmak, bir makineyi çalıştırmak veya stop remover tool: Çıkarma, sökme ya da giderme aleti.
etmek için kullanılan bir cihaz. 3) Buh. Mak. silindir removing: Çıkarma; giderme; sökme.
de iş yapan buharın sıkıştırma sonunda, piston ölü renew: 1) yeni yapmak; yenilemek; iyi duruma getir
noktasına varmadan önce, erken olarak egzoza kaç mek. 2) tekrar başlamak. 3) aynı türden yeni bir şey
ması; erken çıkış; Gem. Mak. riliz. 5) yayın. ile değiştirmek. 4) tekrar yeni olmak; yenileşmek. 5)
release bearing: Oto. baskı ya da debriyaj yatağı. tekrar yenilemek.
release cam: Oto. baskı ya da debriyaj kamı. renevable seats: Diz. Mot. silindir kapağı ya da su
release sleeve: Oto. debriyaj ya da baskı yatağı. pap kütüklerinde bulunan değiştirilebilir yuvalar; su
relent: 1) eritmek. 2) yumuşatmak. 3) yumuşamaya pap yuvaları; Bkz. valve-seat inserts.
neden olmak. renewal: Yenileme veya yenilenmiş olan; onarım.
relief ring: Buh. Mak. yüksek güçlü makinelerin çok renewing oil: Mot. türlü cihazlarla temizlenmesine
büyük ve ağır slayt valflarının büyük dış yüzeyleri ne rağmen, kullanılan yağlama yağının bir süre sonra
deniyle slayt feyse bastırılarak çok çabuk aşınmasını değiştirilmesi; yağ değiştirme; yağ yenileme.
renitency: Dirençli olma durumu ya da niteliği.
önlemek amacıyla, bu valfların sırtlarına yerleştirilen
renitent: Basınca dayanıklı; basınca mukavim.
ve iç kısımlarında vakum bulunan çember; Gem.
Mak. rillf ring; giderme çemberi. renovate: 1) yeni ya da yeni gibi yapmak; temizle
mek, aşınmış veya kırılmış parçasını değiştirmek,
relief valve: Motorlar, özellikle dizel motorları, piston
onarmak veya tamir etmek vb. 2) tazelemek.
lu buhar makineleri, İlk hareket tüpleri vb. lerinde
kullanılan ve yay yükü ile çalışan, ayarlanabilen ba renovation: Yenileme.
renovator: Yenileyen kişi ya da şey.
sınç giderme, firar ya da bir tür emniyet valfı; Gem.
Mak. rilif valf; tam adı, pressure relief valve. rensselaerite: New York eyaleti ve Kanada'da bulu
relubrication: Yeniden veya tekrar yağlama. nan ve torna tezgâhlarında kullanılan bir talk (pud
reluctance: Elekt. manyetik direnç; manyetik kuvvet ra) türü.
çizgilerinin geçişine direnç; relüktance. reopen: 1) tekrar açmak. 2) tekrar başlamak; eski ha
lini almak.
reluctancy: Bkz.
reluctance. reorder: Yeniden düzenlemek.
reluctivity: Elekt. mıknatıslanmaya özel direnç; veri reorganize: Yeniden organize olmak veya örgütlen
3 , mek.
len bir malzemenin bir cm ünün relüktansı olarak
belirtilir. repack: Bir salmastrayı yeniden yerine yerleştirmek.
relume: 1) tekrar aydınlatmak. 2) tekrar aydınlanmak; repair: 1) hasar, çürüme vb. inden sonra tekrar iyi
tekrar aydınlatmak veya parıldamak. du ruma getirmek; tamir etmek; onarmak. 2)
REM (roentgen-equivalent-man): Nükleer radyasyo yenile mek; restore etmek. 3) onarma işi veya işlemi;
ona rım.
nun emilmesiyle üretilen biyolojik etkinin ölçümün
de kullanılan birim; Rem. repairable: Onarılabilir; tamir edilebilir,
repair kit: Herhangi bir parçanın (karbüratör vb. i gi
remainder: 1) Mate. a) küçük bir sayı büyük bir sayı
bi) yenilenmesi için kullanılan ve bir grup yedek par
dan çıkarıldığında geri kalan veya artan; kalan; baki
çadan oluşan takım; tamir takımı.
ye, b) bir sayı diğer bir sayı ile bölündüğü zaman,
repairman: İşi ya da görevi onarım olan kişi; tamirci;
geri kalan ve bölünemeyen sayı; artan; kalan.
onarımcı.
remanence: Mıknatıslayıcı alan sıfıra kadar azaldığın
repair manual: Herhangi bir makinenin onarımının
da, bir ferromanyetik maddenin artık mıknatıslılığı.
remanent: Bakiye; kalan; artan. nasıl yapılacağını gösteren el kitabı; tamir el kitabı.
repair ship: Onarım gemisi; tamir gemisi.
remedy: Mak. arızaların giderilmesi çaresi.
repair shop: Tamir atelyesi; onarım atelyesi; tamirha
reminder: Anımsatıcı.
ne.
remnant: 1) artık; kalan; bakiye. 2) küçük artık bir
reparable: Onarılabilir; tamir edilebilir.
parça, miktar veya sayı; artık parça.
reparably: Onarılabilir bir tarzda.
remote: 1) uzak; ırak; çok uzak. 2) çok uzak veya
reparation: 1) onarma ya da onarılmış olan. 2) tami
saklı.
rat veya onarım.
remote control: 1) radyo dalgalarıyla uzak mesafe
repartition: 1) bölme; dağıtma. 2) yeniden bölme;
den uçak, füze veya diğer cihazları kontrol etme;
repea t 460 residua l oi l

tekrar veya yeniden dağıtma.


reroute: Yeni veya farklı bir rota ile göndermek.
repeat: Tekrar; yineleme.
res.: Bkz. 1) research. 2) reserve. 3) residue. 4) re
repeated flow turbine: Bkz. re-entry turbine.
sistance.
repeater: Tekrarlayan şey ya da kişi. 2) bazan çeyrek
rescue: 1) kurtarmak; özellikle tehlikeden, kötülük
leri de sesle belirten cep saati. 3) mükerrer (seri)
ten, mahpusluktan vb. i kurtarmak. 2) tehlike, kötü
atışlı tüfek ya da tabanca. 4) Mate, mükerrer onda
lük, hapis vb. inden kurtarma; kurtuluş.
lık. 5) Telg. otomatik röle.
rescue boat: Deniz kazalarında kullanılan, her türlü
repeating decimal: 1) bir sayının sonsuz olarak tek
deniz koşulunda batmayan, belirli sayıda insan alan
rarlandığı bir ondalık, örneğin 0,233333....; tekrarla
bir tekne; kurtarma botu.
nan veya yinelenen ondalık ya da kesir.
research: 1) gerçekleri ve ilkeleri koymak için bilimin
repeating rifle: Tekrar doldurmadan mükerrer ateş
belirli bir dalında dikkatli, sistemli, sabırlı bir çalışma
edebilen bir tüfek.
veya araştırma. 2) araştırmak; araştırma yapmak;
repel: 1) bağdaşmamak; karışmamak, örneğin yağ
araştırmalar yapmak; inceleme yapmak.
su ile karışmaz gibi. 2) itmek; kovmak.
research reactor: Araştırma reaktörü, tıp, tarım vb. i
repellent: 1) su geçirmez; su geçirmeyen şey; özellik
kesimler için araştırma yapmak da kullanılan bir
le: a) su geçirmez bir kumaş, b) bitki böceklerini
atom reaktörü.
kovmak için kullanılan kireç, yağ vb. i herhangi bir
reseat: 1) yeniden veya tekrar oturmak. 2) Mot. su
madde, c) Tıp. şiş (tümör) vb. ini küçültmek için kul
pap diskleri ile yuvalarını yeniden alıştırmak.
lanılan herhangi bir şey.
repetend: Mate, zincirleme bir kesirde sonsuza kadar reserve: Yedek; ihtiyat.
reserved: Ayrılmış.
tekrarlanan sayı ya da sayılar.
reserve feed tank: Buharlı gemilerin besi (fid) suyu
replace: Sökülüp değiştirmek; yerine koymak.
devrelerinde kullanılan bir tank; yedek besi suyu tan
replaceable: Sökerek değiştirilebilen (makine parça
kı; gerektiğinde bu tanktan alınan fid suyu ısıtılmaksı-
sı, ampul vb. i) herhangi bir şey.
zın kullanılabilir.
replaced: Sökülüp değiştirilmiş.
reservoir: 1) genellikle bir şeyin büyük miktarda top
replacement: 1) bir bileşikte bir elementin diğerinin
landığı veya depo edildiği yer; özellikle halkın gerek
yerini aldığı kimyasal tepkime, 2) bir kristal kafesin
sinimleri için su toplanan doğal ya da yapay göl ve
de, kristal şeklini değiştirmeden diğerinin yerini alan
ya havuz; rezervuar. 2) yağ, mürekkep vb. i sıvıları
bir atom. 3) bir diğerinin yerine geçen; yer değişti
tutmak için (bir alette) hazne veya depo. 3) içersin
ren.
de bir sıvı bulunan veya sıvı çıkaran bir kısım, kase
replacement parts: Sökülüp değiştirilebilen parçalar;
veya oyuk (bir hayvan ya da bitkide).
yedek parçalar.
reset: Yeniden ayarlamak.
replenish: 1) tekrar tamamlamak veya tam yapmak.
residual: 1) Mate, a) bir sayıdan diğer bir sayının çı
2) yakıt, yağ vb. sağlamak, temin etmek veya imlâ
karılması sonucu kalan; artan sayı; bakiye; artık sa
etmek: Telemotor devresini yağ ite imlâ etmek gibi.
yı, b) gözlenen sonuç ile formüllerden elde edilen
replenishing: Yakıt, yağ ile (bir devrenin, telemotor
sonuç arasındaki fark ya da hata. c) bir dizinin orta
sistemini) vb. imlâ etme.
lamasından, herhangi bir dizinin değerlerinin sapma
replenishing valve: Fid. Devr. havasızlandırma tan
sı. 2) bir işlemin sonunda kalan; artık; atık. 3) Mate.
kında su seviyesi azaldığı zaman, atmosferik besi
artık sayı. b) artık miktar veya nicelik.
(fid) suyu tankını havasıztandırma tankına birleştiren
residual activity: Belli bir bozunma süresinden sonra
valf; imlâ valfı.
bir cisim ya da sistemde kalan radyoaktivite; artık
reprint: 1) Matb. tekrar basmak veya neşretmek; ço
radyoaktivite; artık aktivite.
ğu zaman değiştirmeksizin yeniden basmak. 2) yeni
residual fuels: Viskoziteleri 3000 saniye veya daha
den basılmış şey; özellikle değiştirilmeksizin yapılan
fazla olan akaryakıtlar; artık yakıtlar; residual oil şek
baskı; yeniden baskı.
linde de kullanılır.
reprocessing: Bîr reaktörde kullanılan malzemeye,
residual gases: Mot. egzoz olayı tamamlandıktan
tekrar kullanılmak üzere uygulanan işlem; yenileme;
sonra, makine silindirinde kalan gazlar; bir önceki
tasfiye.
çevrimde silindirde kalan gazlar; artık gazlar; atık
reprocesing loss: Yenileme veya tasfiye sırasında fi-
gazlar.
sil, fertil veya diğer değerli malzemenin kaybedilme
residual gases, coefficient of: Mot. atık gazların mol
si; yenileme ya da tasfiye kaybı.
sayısının, silindir içindeki dolgunun mol sayısına ora
reproduce: Tekrar üretmek; bir şekilde yeniden yap
nı; atık gazlar katsayısı: Dört zamanlı makinelerde
mak, meydana getirmek veya oluşturmak; özellikle,
0,02-0,03 ve iki zamanlı makinelerde ise 0,03-0,04 de
a) taklit ya da kopyasını yapmak (ses. şekil vb.
ğerleri arasındadır.
inin), b) tekrarlamak veya yinelemek, c) çoğaltmak.
residual induction: İşba (doyurma) mıknatıslama
repulse: Fiz. geriye sürmek; defetmek.
kuvveti giderildikten sonra bir örnekteki manyetik en
repulsion: Fiz. cisimlerin, partiküllerin birbirlerini, kar
düksiyon; artık endüksiyon.
şılıklı olarak itme eğilimi; karşıtı çekim ya da cazibe
residual ionization: Kapalı bir kapta, kozmik ışınlara
Bkz. attraction.
atfedilen, hava veya diğer bir gazın iyonlaşması.
repulsive: Fiz. itme eğilimi.
residual magnetism: Mıknatıslayıcı kuvvet etkisini
repulsive force: Fiz. itme kuvveti.
kaybettiği halde bir manyetik göbekte kalan manye-
requirement: İhtiyaç; gereksinme.
tizm; artık mıknatısiyet.
reradiation: Fiz. radyasyonun önceki emilmesinden
residual oil: Diz. Mot. ağır devirli, yüksek güçlü maki
gelen radyasyon.
nelerde 150°C'ye kadar ısıtılarak kullanılan, rafineri
residua l stres s 461 resonan t cavit y

işlemi sırasında buharlaşmayan, kalın ya da viskoz


resistance pyrometer: Çok yüksek olmayan sıcaklık
bir yakıt; bunker C; rezidüal oil; artık yakıt;
ların ölçülmesinde kullanılan ve 980° C'ye (1800°F)
37,7°C'de viskozitesi 3500 saniye-Redvud 1'dir.
kadar platin ve 315°C'ye kadar nikelden yapılan ve
residua! stress: Mekanik ve/veya ısıl işlemden sonra
sıcaklık değişiminin Vetston köprüsü veya bir galva
bir katı, örneğin volanda kalan ve volanın patlaması
nometre ile saptandığı sıcaklık ölçer; direnç payro-
na neden olabilen gerilme; artık gerilme.
metresi; direnç pirometresi.
residua! vibration: Her dizel motorunun imal edilip
resistance temperature detector: Büyük oranda bu
deney yerinde dengelendikten sonra gemiye monte
har türbinleri ve redüksiyon dişlileri, yağlama yağı
edildiği zaman oluşturduğu titreşim; artık titreşim; ar
ve buhar devrelerine yerleştirilen bir cihaz; devrelere
tık vibrasyon.
VVetsîon Köprüsü ile yerleştirilir; basınçlı sıcaklık de
residue: 1) bir sıvını buharlaşması veya damıtılması
tektörü (arayıcısı); çoğu zaman RTD kısaltması ile
sonucu geriye kalan katı artık. 2) artık; atık; bakiye;
belirtilir.
geri kalan. 3) makine yağının alt karter veya bedp
resistance thermometer: Bir iletkenin direncinin sı
leytte bıraktığı arlık ya da çamur. 4) asfalt veya tuel
caklıkla değişeceği ilkesine göre çalışan termomet
oil.
re; direnç termometresi; direnç payrometresi; çoğun
residue number: Diz. Mot. akaryakıtların Conradson
lukla iletken olarak platin tel kullanılır.
cihazında ısıtılarak buhariaştırıldıktan sonra kalan ar
resistance welding: Bir yandan kaynaklanacak yü
tıkların yüzde olarak miktarı; artık numarası; ağır de
zeyler plâstik sıcaklığına kadar ısıtılırken, diğer taraf
virli dizel motorlarında en fazla % 4 ve yüksek devirli
tan basınç uygulanarak yapıları kaynak; direnç kay
makinelerde ise % C,5 dolayındadır.
nağı.
residuum: 1} atık; artık; artan veya kalan şey. 2)
resistance wire: Özgül direnci yüksek, direncinin sı
Kimy. buharlaşma, yanma, filtreieme vb. i bir işlemin
caklık katsayısı düşük, nikrom ve manganin gibi ala
sonunda kalan; atık ürün; artık ürün.
şımlardan yapılmış tel; dirençli tel; direnç teli; tel di
resilience: Esnek veya elâstik olma niteliği; esneklik;
rençler yapımında kullanılır.
elastikiyet.
resistant: Direnç gösteren; dirençli.
resilient: Esnek; geriye (doğru) fırlayan.
-resisting: Nem ve dumana dayanıklı bir şekilde yapı
resin: 1) türlü bitki ve ağaçlardan elde edilen veya
lan, korunan veya muamele edilen ve hemen arıza
sentetik olarak hazırlanan katı veya yarı katı organik
yapmayan bir makine veya cihaz anlamında bir so-
bir madde; reçine; eter, alkol vb. inde erir ve elektri
nek.
ği iletmezler; ilâç ve cila yapımında kullanılır. 2) belir
resistivity: 1) direnç özelliği; direnç için kapasite. 2)
li çam ağaçlarının reçinelerinin damıtılmasıyla hazır 3

lanan bir madde; çamsakızı. 3) reçine ile muamele Elekt. maddenin bir cm 'ünün karşı yüzleri arasında
etmek. ki direnç; özgül direnç adı da verilir.
resistor: Elekt. esas olarak direnç sağlamak amacıyla
resinate: Reçine ile doyurmak ya da işba haline getir
bir elektrik devresinde kullanılan cihaz; mukavemet;
mek.
direnç; direnç elemanı; rezistans.
resin chocks: Gem. Mk. Tank üstleri ile alt karter ara
sında kullanılan yapay ara parçaları. resistor room: Rezistans dairesi; direnç odası.
resistor space: Bkz. resistor room.
resiniferous: Reçine veren; Ağaçlar vb. i için söyle
nir. resolve: 1) ayrı, bileşen element ya da parçalara ayır
resinoid; 1) reçine gibi; reçineye benzeyen. 2) sente mak; analiz etmek. 2) değiştirmek. 3) saptamak; tes
tik reçine gibi, reçineye benzer bir madde. 2) sakız. pit etmek. 3a) çözmek veya açıklamak; bir problem
gibi çözümlemek, b) gidermek (kuşku vb.). 4) oy
resinous: 1) reçineye ilişkin, reçine tabiatına sahip
için karar vermek. 5) erime ya da çözünmeye neden
olan; reçine özelliğinde olan; reçineye benzeyen. 2)
olmak. 6) Opt. ayrı parçalarını görünür yapmak (bir
reçine içeren. 3) Wad. Ola. elektronegatif.
resiny: Bkz. resinous. görüntünün). 7) analizle çözümlemek.
resolvent: Erimeye neden olan; çözücü veya eritici
resist; Dayanmak; direnç göstermek; mukavemet et
mek; hareketine dayanmak; dayanmak. madde; özellikle bir şişi indirebilen bir ilâç.
resolver: Çözücü.
resistance: 1) dayanma; mukavemet etme; direnç
resonance: 1) diğer cisimlerde titreşim veya yansıma
gösterme. 2) direnmek, dayanmak veya karşı koy
ile sesi kuvvetledirme ya da sürdürme. 2) Kimy. iki
mak için güç veya kapasite. 3) Elekt. a) elektrik akı
veya daha fazla farklı yapıya sahip olan, sadece
mına karşı direnme veya onun ısıya dönüşmesine
elektronlarının durumu farklı olan belirli moleküllerin
neden olan özellik; rezistans; direnç, b) böyle bir di
özelliği. 3) Elekt. bir devrenin belirli bir frekansta en
renci veren bir bobin veya belirli uzunluktaki tel; re-
büyük akıma müsaade eden ayar durumu. 6) Fiz. tit
zistör; direnç; mukavemet; rezistans, c) empedans
reşen bir cismin etkisinde bırakılan (yaklaşık aynı fre
veya zahirî direnç.
kanstaki) diğer bir cisimde kuvvetlendirilmiş titreşim;
resistance box: Bir tapa veya kadran lie bir elektrik
rezonans.
devresine istenilen miktarda direnç sokulmasına yarı-
yan, bilinen dirençler kapsayan bir kutu; direnç ve resonance factor: Maksimum yay kuvvetinin, maksi
ya rezistans kutusu. mum uyarı kuvvetine oranı; rezonans faktörü.
resonant: Uyumlu titreşim tarafından seslerin şiddetle
resistance, electrical: Kendisinden geçen akıma kar
şı bir elektriksel iletkenin gösterdiği direnç, rezistans rinin çoğaltılması; tannan.
resonant cavity: Elektriksel olarak iletken yüzeylerle
veya mukavemet; elektriksel direnç.
çevrili, elektromanyetik enerjiyi hem depo eden ve
resistance furnace: Elektriksel dirençler tarafından
hem de uyaran kapalı bir hacim ya da boşluk; rezo-
ısı üretilen bir ocak; rezistans ocağı ya da fırını.
nant boşluk.
resonant circuit 462 retino l
restricted: Sınırlı; kısıtlı; tahdit edilmiş.
resonant circuit: Seri veya paralel bağlı endüktör, ka- restriction: 1) sınırlanmış; kısıtlanmış. 2) kısıtlanmış
pasitör ve direnç elemanından oluşan devre; rezo- bir şey; sınırlama; kısıtlama; tahdit.
nant devre; tannan devre. result: 1) sonuçlanmak. 2) meydana gelmek; vuku-
resonant frequency: Bir diyaframın çok kolay titreşti bulmak. 3) matematik formüllerle elde edilen sayı.
ği frekans; rezonan! frekans. nicelik vb.; sonuç; bir problemin yanıtı.
resonant speed: Bkz. critical speed. resultant: 1) birbirini etkileyen iki veya daha fazla kuv
resonate: Rezonans üretmek; yankılanmak. vetin bileşkesi. 2) sonuç; netice. 3) Fiz. farklı şiddet,
resonating: Rezonans üretme; yankılanma. doğrultu ve uygulama noktası bulunan kuvvetlerin bi
resonator: 1) rezonans üretmek veya rezonansla sesi leşkesi olan bir kuvvet, hız vb. i.
yükseltmek için kullanılan bir cihaz. 2) rezonans kul resultant force: Bir noktayı etkiyen iki kuvvetin yerine
lanarak belirli bir frekansı bulmak için bir cihaz. 3) konulan ve tam olarak aynı etkiyi gösteren bir kuv
Rady. alıcı cihazın yüksek frekans devreleri. vet; bileşke kuvvet.
resorb: Tekrar veya yeniden emmek. resultant moment: Bileşke moment.
resorcin: Bkz. resorcinol. resurvey: 1) yeniden muayene etmek. 2) yeni muaye
resorcinol: Sentetik olarak veya reçinelerin kostik al- nesini yapmak. 3) ikinci veya yeni muayene.
kalinlerde eritilmesiyle hazırlanan renksiz, kristalli ret: Suda nemlendirmek veya ıslatmak (keten, kene
bir bileşik; resorsinol, C 6 H 4 (OH) 2 ; boyalar, sellüloit- vir, tomruk vb.).
ler, saç tonikleri yapımında ve tıpta büzücü olarak retain: Tespit etmek; yerinde tutmak.
kullanılır. retainer: içinde bir bilyalı yatağın tutulduğu oyuk ya
resound: 1) yankı yapmak veya sesle dolu olmak. 2} da çerçeve; tutucu; taşıyıcı: Tespit pini, vidası (cıva
geri dönmek (ses); yankılanmak. tası), contası vb. i gibi.
resource: Kaynak. retaining bush: Tespit burcu veya kovanı.
resources: Çoğ. kömür, petrol, metal cevherleri gibi retaining ring: Tespit segmanı; tespit bileziği.
doğal kaynaklar. retaining wall: istinat duvarı.
respirable: 1) solunabilir; solunum için uygun. 2) so retaining washer: Tespit rondelâsı.
lunuma muktedir retard: Gecikmek veya gelişmesinde yavaşlamak; te
respiration: 1) solunum işi veya işlemi; solunum; te hir etmek; geciktirmek; geciktirilmiş; rötar; gecikme;
neffüs; soluk verme veya soluk alma. 2) canlı orga tehir.
nizmalar veya hücrelerin hava ve sudan oksijen al retard-advance lever: Mot. distribütörde avans ve rö
ması, onu oksitlemede kullanması ve oksitleme ürün tarın ayarlandığı kol.
leri, özellikle karbon dioksit çıkarması işlemi. retardation: Negatif bir katalizör ilâve ederek kimya
respirator: 1) havayı kirleten zararlı maddelerin solun sal bir tepkimeyi yavaşlatma; negatif katalizör.
masını önlemek için ağıza veya ağız ve buruna takı retarded: Geciktirilmiş; rötarlı.
lan bir cihaz; respirator. 2) yapay solunum vermek retarded ignition: Mot. silindirde sıkıştırılan hava-ben-
için kullanılan bir cihaz. 3) İng. gaz maskesi. zin karışımının, üst ölü noktaya göre, normal zama
respiratory: Solunuma ait veya solunum için. nından geçtutuşturulması; geç ateşleme; rötarlı ateş
respire: 1) nefes almak; havayı solumak veya çıkar leme.
mak; solumak; teneffüs etmek. 2) nefes almak ve retarder: 1) Esk. alev borulu kazanlarda, boruların içi
vermek. ne sokularak, gazları yavaşlatan ve boruların çevre
response: Cevap; yanıt. sindeki suya daha fazla ısı geçişi sağlayan metal şe
response time: Bilgisay. cevap ya da yanıt süresi. rit parçası. 2) kimyasal bir tepkimeyi yavaşlatmak
rest: Hareketsiz olma durumu; hareketsizlik. için kullanılan bir madde; yavaşlatıcı; geciktirici.
restart: Yeniden başlamak. retene: Reçineli odunlar veya fosil reçinelerden elde
restitution: 1) önceki durumuna dönüş. 2) F/z. ba edilen bir karbonlu hidrojen; reten, C 1 8 H 1 8 .
sınç veya gerilme kaldırıldıktan sonra esnek bir göv retentivity: Mıknatıslayıcı kuvvet giderildikten sonra
denin eski şeklini alması. bir maddede kalan manyetik akının yoğunluğu; re-
restitution coefficient: Doğrudan çarpışmadan sonra manence şeklinde de kullanılır.
ve önce iki esnek topun bağıl hızlarının oranı; eski rethread: Yeniden diş çekme veya diş açmak.
şeklini alma katsayısı. retepore: Zoo. koloniler halinde yaşayan minik yumu
rest mass: Hareketsiz varsayılan bir cismin veya bir şakçalar grubunun biri; iskeletleri eriyerek mercana
taneciğin kütlesi; hareketsiz kütle. benzeyen kütleler oluşturur.
restore: Cisimleri orjinal durum veya şekline döndür reticle: Bir optik cihazın gözle bakılan kısmının oda
mek; yeniden yüklemek. ğında çok ince hatlar, teller vb. inden oluşan bir ağ.
restoring force: Bir cismi ilk durumu veya ilk şekline reticular: Ağa benzeyen.
dönüştüren veya döndürme eğiliminde olan kuvvet; reticulate: Ağ veya şebekeye benzeyen; özellikle bir
ilk haline getirme kuvveti, örneğin bir sarkacı salını- ağın ipliklerine benzer şekilde düzenlenmiş damarla
mının en yüksek noktasından ilk durumuna getiren ra sahip olan: Yapraklar için söylenir.
kuvvet gibi. retinite: Türlü fosil reçinelerden biri, özellikle linyitten
restoring mechanism: Diz. Mot. hidrolik regülatörler türeyen biri; letinit.
de bir ayarlama işleminden sonra, regülatörü ilk du retinol: Reçinenin damıtılmasından elde edilen sarım
rumuna getiren mekanizma. sı sıvı karbonlu hidrojen; retinol, C 3 2 H 1 6 yağlama
restrain: Hareketin meydana gelmesine engel olmak. yağı, eritici, çözücü veya solvent, antiseptik vb. ola
restrict: Limitler veya sınırlar içinde tutmak; sınırla rak kullanılır.
mak; kısıtlamak; tehdit etmek.
retinoscop e 463 reverse d

retinoscope: Bkz. skiascope. dan buhar dramına taşıyan borular: yukarı devir bo
retinoscopic: Retinoskopa ait veya retinoskop ile. ruları; riser adı da verilir.
retinoscopy: Gözün kırılmasını saplamak için kullanı rev: Hızıni değiştirmek (bir makine, motor vb.); devir
lan bir yöntem; retinoskopi; skiascopy olarak da sayısı.
kullanılır. rev.: Bkz. 1} revolution. 2) revolving.
retool: Değiştirilen aletlerle farklı ürünler imal etmek revalon: % 76 bakır, % 22 çinko, % 2 alüminyum ve
için bir fabrikanın makinelerini adapte etmek. % 0,05 arsenikten oluşan bir alaşım; revalon; alümin
retort: Maddelerin ısı ile damıtılması ya da ayrıştırılma yum pirinci; aluminum brass biçiminde de kullanı
sı için kullanılan, uzun bir borusu olan ve genellikle lır.
camdan yapılan bir kap; imbik. reverberant: Rezonant; tekrar yankılanan; yankıla
retortion: Döndürme, eğme veya arkaya bükme. nan.
retouch: 1) geliştirmek için (resim, yazı parçası vb.) reverberate: 1a) yansımak (ışık vb.), b) yansımalı fı
düzeltmek. 2) Foto, ayrıntılara ekleyerek veya lekele rında olduğu gibi (ısı, alev vb.) yansıtmak. 3) yansı
rini gidermek için (bir negatif baskıyı) değiştirmek. malı fırındaki gibi muamele edilmeye konu olmak.
3) ayrıntı ilâve etme veya rötuş yapma. 4) rötuş ya 4) yankılanmak. 5a) yansımalı ocaktaki ışık veya ses
pılmış bir fotoğraf. dalgaları gibi yansımak ya da aksetmek, b) ışık ve
retraction volume: Diz. Mot. yakıt püskürtme pompa ses dalgaları gibi yansıtılmak. 6) geri çekilmek; geri
larının çek valflarının rilif pistonları yuvalarına otur tepmek.
dukları zaman üst kısımlarında kalan hacim; püskürt reverberation: 1a) ışık veya ses dalgaları gibi yansı
menin sona erdirilmesinde önemli katkısı vardır. ma, b) yansıtıcı ocaktaki gibi, ısı veya alevin yansı
retread: Hava ile şişirilen aşınmış bir lâstiğe yeni diş ması ya da aksetmesi, c) yansımalı ocakta muamele
takmak; lâstik kaplamak; kaplanmış (oto vb) lâstiği. ye konu olma. 2) aksettirilmiş veya yansıtılmış her
retracts: Moden buhar türbinlerinin perde boruları ve hangi bir şey; sesin tekrar yankılanması, ışığın yeni
süperhider borularının kurum üfleme donanımları den aksettirilmesi vb. 3) F/z, kapalı veya sınırlı bir
nın, yüksek sıcaklık nedeniyle çarpılmalarını önle alanda, kaynağı kesildikten bir süre sonraya kadar
mek üzere bir motor veya pnömatik olarak geri çekil süren ses dalgalarının çoklu yansıması.
meleri; geri çekme. reverberation chamber: Yüzeylerinin tümü, mümkün
retreat: 1) Ask. a) özellikle düşman hücumuna maruz olduğu kadar ses yansıtıcı olarak yapılmış olan kapa
kaldığı zaman ordu, gemiler vb. ini geri çekmek, b) lı bir hücre; yankılama hücresi; akustik (ses) ölçüm
böyle bir çekilme için işaret. 2) geri çekilmek. 3) ge leri için kullanılır,
riye doğru sarkmak. reverberation time: Bir sesin yapıldıktan sonra duyul
retrench: 1) kısmak; azaltmak. 2) kesmek veya kesip duğu süre; yankılama süresi.
çıkarmak; bırakmak; çıkarmak. reverberator: Yansıtıcı bir ocak veya yansıtıcı lâmba
retro-: Geriye doğru, geri, geriye kıvrık anlamlarında gibi, yansıma üreten bir şey.
bir önek. reverberatory: 1) yansıma ile belirtilen, çalıştırılan ve
retroact: Geriye etki yapmak; tepki yapmak; reaksi ya üretilen. 2) alev veya ısı gibi yansıtılan ya da ak
yon; tepki. settirilen. 3) çatısından aşağıya doğru yansıtılan bir
retrocede: Geri gitmek; geri çekilmek. alev ile metal, cevher vb. inin ısıtıldığı bir ocak, fırın
retroflex: Bükülmüş veya geriye dönmüş. veya benzerini belirtir. 4) böyle bir fırın, ocak vb. i.
retrofiexed: Bkz. retroflex. reverberatory furnace: Dolgunun, ocağın alçak tava
retroflexed: Bükülmüş veya geriye dönmüş. nından yansıtılan ısı ile ısıtıldığı fırın; yansımalı fırın
retrogradation: 1) geriye hareket. 2) sapma; meyil; ya da ocak.
gerileme. reversal: Tersine çevrilme veya tersine çevrilmiş; taşıt
retrograde: 1) geriye doğru hareket eden veya yöne aracını geri vitese takma.
len. 2) Astr. a) Dünyanın Güneş çevresindeki dönüş reverse: 1) tersine dönmüş; durum, yön, sıra vb. in
yönüne zıt yöndeki bir yörüngede hareket etme. b) de zıt ya da ters. 2) bir makinede olduğu gibi, nor
doğudan batıya veya zodyakın burçlarına zıt yönde mal yönüne zıt veya ters yönde hareket; tornistan.
gerçek veya görünür harekete ait. 3) geri veya zıt yönde harekete neden olma. 4) bir
retrogress: Geriye gitmek veya hareket etmek. şeyin zıt ya da tersi. 5) bir şeyin arka ya da gerisi;
retro-rocket: Ana roket makinesinin yönüne zıt yön özellikle bir madenî para, madalyon vb. inin yüzü.
de bir tepki sağlayan küçük bir roket makinesi; uzay 6) tornistan; geri hareket. 7) bir makineyi tornistana
araçlarını, özellikle inişte yavaşlatmak için kullanılır. veya geri harekete çalıştıran bir mekanizma vb.; tor
retrorse: Geriye veya aşağıya bükülmüş ya da döndü nistan mekanizması. 8) geri hareket. 9) geriye dön
rülmüş. mek. 10) geriye dönüşmek (değişmek); tümü ile de
return-flow scavenging: İki zamanlı dizel motorların ğişmek. 11) geriye gitme veya hareket etmeye ya da
da süpürme portlarından verilen havanın önce silin yön değiştirmeye neden olmak. 12) değişmek. 13)
dir kapağına doğru yükselmesi, ona çarparak aşağı geriye gitmek, hareket etmek veya dönmek. 14) bir
ya dönmesi ile oluşturulan süpürme; dönüş akımlı motor, makine vb. ini tornistana (geri harekete) ça
süpürme; ters akımlı süpürme. lıştırmak; bir mekanizmanın tornistan hareketi.
return trap: Yüksek kazan basıncına rağmen rutubet reverse current: Zıt ya da ters akım; şalterlerin yapıl
veya yoğuşumları kazana boşaltacak biçimde buhar ması ve seçilmesinde dikkate alınması gereken
devrelerine yerleştirilen bir kapan; dönüş trabı veya akım: Bir elektrik devresinde zıt yönde akım oluştu
kapanı. ğu zaman şalter atar gibi.
return tubes: Su ve buharı arka hederin üst tarafın reversed: Tersine dönmüş; zıt yöne harekette.
rever se d pol ari t y 464 Reynold's number

reversed polarity: Kutuplardaki artık mıknatıslığı yo- reversing switch: Bir torna tezgâhının aynasını ters
keden ve dolayısıyla bir jeneratörün akım üretmesi yöne çeviren şalter; geri döndürme şalteri.
ne engel olan bir durum; zıt kutupsallık. revertment: İstinat duvarı.
reversed flange: Bkz. ogee ring. revision: 1) düzeltme işi veya işlemi; revizyon; tas
reverse gear: Mot. makine aynı yönde döndüğü hal hih. 2) bunun sonucu.
de pervane veya tekerleklerin zıt yönde dönmesini revisional: Revizyona ait veya revizyon kapsayan.
sağlayan dişli veya kavramalı şanzıman geri vitesi. revolution: 1) bir yıldız ya da gezegen gibi bir gövde
reverse idler gear: Geri veya tornistan boşta çalışma nin bir yörünge veya daire çevresinde hareketi. 2)
dişlisi. güneş ya da yıldızların Dünya çevresindeki zahirî ha
reverse-osmosis: Bir çözeltiden saf (arı) bir çözücü reketleri. 3) bir cismin bir yörünge üzerinde dönüp
ye dönüşen solvent moleküllerinin, yarı geçirgen bir orjinal durumuna gelmesi için geçen zaman. 4) bir
membrandan geçiş pasajı; ters geçişmeli; çözeltiye gövdenin bir merkez veya eksen çevresindeki dön
geçişme basıncından daha yüksek bir basınç uygula me veya eğirme hareketi; dönme. 5) böyle bir döner
narak başarılır. cismin veya gövdenin tek bir deviri, dönüşü ya da tu
reverse-osmosis plant: Yüksek basınçlı bir pompa, ru. 6) olayların tam bir çevrimi. 7} herhangi bir gün
ortasında yarı geçirgen bir membran bulunan geçiş tam değişim: Modern fizikteki gibi devrim. 7) dev
me tankı ve normal tuz içeriği 25 000-35 000 ppm rim; inkılâp.
olan deniz suyunun tuz içeriğini 50 ppm seviyesin revolution coefficient: Den. şaft beygirgücü, devir sa
den aşağıya inirerek hemen hemen saf su üreten bir yısı ve geminin hızı arasındaki ilişki; devir (sayısı)
5
tür evaporator; ters geçişmeli damıtma tesisi; yarı ge katsayısı: Cr = rpm shp/V / (rpm = devir sayısı,
çirgen membran polyamit ya da sellüloz liflerinden shp = şaft veya fren beygirgücü ve Va = Geminin hı
yapılır. zı, knot).
reversibility: Tersinir olma durumu veya niteliği; geri revolution counter: Makine, pervane vb. inin bir daki
dönebilirlik; termodinamikte ideal (sürtünmesiz) bir kada yaptığı devir sayısını ölçen mekanik bir cihaz;
kavram. devir müşiri; devir sayısı sayacı; Gem. Mak. kavun-
reversible: 1) tersine çevrilebilir; tersinir. 2) tersine ter.
çevrilir; özellikle, değişimin tersine çevrilmesiyle de revolution, oritical: Bkz. critical speed.
ğişebilen ve orjinal durumuna dönen: Kimyasal bir revolution indicator: Bkz. revolution counter.
tepkime vb. i için söylenir. revolution per minute: Dakikadaki devir sayısı; rpm
reversible adiabatic: Term, entropi veya izantropik (RPM) kısaltması ile belirtilir.
olarak da belirtilen adyabatik bir işlem; tersinir adya- revolutionary parts: Bir makinenin, örneğin motorla
batik. rın krank mili, volan, kam mili, gibi devir hareketli
reversible cycle: Durum değişikliğine uğrayan ve ori parçaları; döner (hareketli) parçalar.
jinal durumuna dönen, tersinir işlemlerden oluşan revolvable: Dönebilir; döndürülebilir.
bir sistemin çevrimi; tersinir çevrim, örneğin Karno revolve: 1) bir daire veya yörüngede dönmeye neden
çevrimi. olmak. 2) bir eksen çevresinde dönmeye neden ol
reversible engine: Tersinir bir termodinamik çevrim mak. 3) bir noktanın çevresindeki daire veya yörün
de maksimum verimle çalışan, ideal bir ısı makinesi; gede hareket etmek. 4) bir merkez veya eksen çev
örneğin Karno çevrimi. resinde dönmek; devretmek. 5) periyodik olarak vu-
reversible process: Term, tamamlandıktan sonra, kubulmak; belirli aralıklarla yinelenmek.
Karno çevriminde olduğu gibi, aynı yollardan ilk du revolver: Seri ateş eden bir silah; tabanca.
rumuna dönme işlemi; tersinir işlem. revolving: Döner; özellikle silindirleri sabit bir krank
reversible reaction: Her iki yönde de ilerleyen ve nor mili veya krankşaft çevresinde dönen radyal bir ma
malde lam olmayan veya eksik kimyasal reaksiyon; kineye ait veya onu belirten.
tersinir tepkime. revolving armature: Elekt. kutuplar ya da statorun
reversibly: Tersine çevrilir biçimde; tersine çevrile oluşturduğu manyetik alan içinde dönen (endüvi ve
rek. ya armatür); döner endüvi veya armatür.
reversing: Gem. Mak. gücü 200 hp'den büyük olan revolving field: Elekt. rotor (çubuk mıknatıs) üzerin
ve pervaneye doğrudan bağlı makinelerde bulunan deki alan sargılarının uyarılması ile oluşan döner
bir mekanizma yardımıyla dönüş yönünün değiştiril alanlı jeneratör; bu tür jeneratörlerde endüvi sargıla
mesi; tornistan veya geri hareket yapma. rı stator üzerine sarılmıştır.
reversing arm: Buh. Mak. rokşaft veya veyşaftı Bkz. revolving-field alternator: Sabit iletkenleri ve döner
way- shaft tornistan makinesine bağlayan kollardan alan mıknatısları olan alternatif akım üreteci; döner
herhangi biri; tornistan kolu; geri hareket kolu. sargılı alternator.
reversing chamber: Mükerrer akımlı türbinlerde hare rewire: Tekrar veya yeniden tel döşemek, özellikte:
ketli kanatlardan çıkan buharı tekrar hareketli kanat a) yeni teller koymak (bir ev, motor vb. ine) b) tek rar
lara veren hücre; yön değiştirme hücresi; akis hücre telgraf çekmek.
si. rewind: Geri
reversing engine arm: Bkz. reversing arm. sarmak.
reversing gear: Diz. Mot. basınçlı hava veya basınçlı rewrite: 1) tekrar yazmak. 2) düzeltmek; revize et
yağ ya da her ikisiyle birlikte çalışan, makinenin ileri mek.
ve geri hareketlerini sağlayan donanım; tornistan do Reynold's number: Atalet kuvvetlerinin, akmakta
nanımı; ileri-geri donanımı. olan bir sıvıyı etkileyen viskoz kuvvetlere oranı: Eğer
reversing shaft: Bkz. way shaft. bir akışkanın yoğunluğu d, aktığı borunun yarıçapı
r, viskokatsayısı ,u ise, Reynold sayısı: R = vrd/,u
R.F. 465 rif t

eşitliğinden bulunur (v = akışkanın hızı). yan bir paralelkenar. 2) şekli paralelkenara benze
R.F. (r.f.):Bkz. 1) radio-frequency. 2) rapid-fire. yen. 3) şekli bir dereceye kadar eşkenar dörtgene
RH. Bkz. right-hand. benzeyen.
RHD: Bkz. right-hand drive. rhomboidal: Bkz. rhomboid.
rhenic: Renyuma ait veya renyum kapsayan. rhombus: 1) dik açısı olmayan, kenarlara eşit paralel
rhenium: Sert, dövülebilir, manganeze benzeyen na kenar; eşkenar dörtgen. 2) rombohedron Bkz. rhom
dir, kimyasal metalik bir element; renyum; Simg.Re; bohedron.
at.ağ. 186,31; at.no. 75; pirometrelerde Bkz. rib: 1) Den. bir gemide omurgadan teknenin üstüne
pyrome
ter kullanılır. kadar uzanan ve gemi kaburgasını oluşturan eğri
rheo-: Akım anlamında bir önek. parçalardan biri; posta. 2) ıskarmoz.
rheology: Cisimlerin viskozite, plâstiklik ve esneklikle riband: Bkz. ribbon.
rini kapsayan, bozunma ve akmasını inceleyen bilim ribband (Rib-band): Den. dış kaplaması yapılıncaya
dalı; reoloji. dek eğrileri yerinde tutmak için kullanılan ağaç ya
rheometer: Akımları ölçmek ve kontrol etmek için kul da metalden uzun, esnek bir parça.
lanılan bir cihaz; reometre. ribbing: Postaların tümü; bir gemideki gibi, postaların
rheoscope: Elektrik akımının varlığını göstermek için düzenlenmesi.
kullanılan bir cihaz; reoskop. ribbon: 1) dar bir parça saten, ipek, rayon, kadife vb.
rheostat: Devreyi açmaksızın direncin değişimi ile inden dekorasyon veya bağlama için kullanılan, tür
elektrik akımının şiddetini ayarlamak için kullanılan lü kalınlıklarda şerit; kurdele. 2) böyle bir şerite ben
bir cihaz; reosta; akülerin şarj devreleri, jeneratörler, zetilen herhangi bir şey; özellikle ölçü metresi (mez
elektrik motorları vb. terinde kullanılır. ra), şerit testere vb. i gibi ince, uzun, esnek metal
rheostatic: Reostaya ait; reosta yardımıyla. şerit veya bant.
rheostrol: Elektrik fırınları, sobaları ve hiyterlerin sı ribbon microphone: Bir mıknatısın uçları arasında
caklıklarını kontrol eden bir cihaz; resotrol. düzenlenmiş metal bir şeritin hareketinin elektroman
rheotron: ete. betatron; proton hızlandırıcı bir cihaz. yetik endüksiyonu ile çalışan bir mikrofon; şerit veya
rheotrope: Bir elektrik akımının yönünü değiştirmek kurdele mikrofon.
veya alternatif akımı doğru akıma çevirmek için kulla riboflavin: B vitamini kompleksi faktörü; riboflavin,
nılan bir cihaz; kollektör veya komütatör. C 17 H 20 O 6 N 4 ; süt, yumurta, böbrek, çimen,
rhigolene: Petrolden damıtılarak elde edilen renksiz, meyva-
uçucu bir sıvı; rigolen; lokal anestezide kullanılır. lar, yapraklı sebzeler, bira mayası vb. inde bulunur;
rho: Elektr. özdirenci belirtmek için kullanılan bir Yu lactoflavin, vitamin B 2 , vitamin C gibi isimler de
nan harfi; p. alır.
rhodamin: Bkz. rhodamine. ribose: Bazı nükleik asitlerden türetilen pentoz şeker;
rhodamine: Rengi kırmızıdan pembeye kadar deği riboz, C5 H0 10 05 .
şen, fenolün amino türevi ile fitalik anidritin yoğuşu- rich: 1) benzin oranı yüksek hava-yakıt karışımı; zen
murıdan elde edilen sentetik boyalar grubunun her gin karışım. 2) zengin; kıymetli, değerli. 3) derin; yo
hangi biri; rodamın. ğun: Renkler için söylenir, b) çok çekici (kokular
rhodic: Rodyum'a ait; özellikte dört değerli rodyum için söylenir.)
kapsayan, rich mixture: 8enz, Mot. karbüratörde sağlanan, ben
rhodium: Platin grubunun sert, gri beyaz metalik kim zin oranı yüksek karışım; zengin karışım; çoğu za
yasal bir elementi; rodyum; Simg. Rh; at.ağ. man 11-13 kısım hava ve 1 kısım benzinden oluşan
102,91; at.no. 45; pirometrelerde, dolma kalem ucu karışım; maksimum güç karışımı adı da verilir
yapımın da ve katali2ör olarak kullanılır. ricinoieic: Ketenotu (kastor) tohumu yağında gliserin
rhodochrosite: Başlıca manganez karbonat (Mn- esteri olarak bulunan doymamış bir organik asiti
C0 3 ) . bazan kalsiyum ve demir kapsayan cam (C 1 7 H 3 4 0 3 ) belirtir.
gibi, genel olarak gül kırmızısı renkli bir mineral ricinoleîn: Risinoleyik asitin gliseril esteri; Kastor yağı
rhodolite: Çoğu zaman mücevher olarak kullanılan nın (ketenotu yağı) başlıca bileşeni; risinoleyin.
pembe veya gül kırmızısı renkli bir tür lâl taşı veya riddle: 1) bir kalbur (elek) yardımıyla elemek. 2) de
grena. likler yapmak; delmek.
rhodonite: Genel olarak gül kırmızısı kütleler halinde ride: 1a) suda hareket etmek veya yüzmek, b) demir
bulunan doğal manganez silikat; rodonit, MnO.- de yatmak: Gemi için söylenir. 3) boşlukta yüzer gi
Si0 2 ; bazan süs taşı olarak kullanılır; manganese bi görünmek. 4) gemiyi demirde tutmak veya muha
spar, red manganese şekillerinde de kullanılır. faza etmek.
rhombic: 1) eşkenar dörtgene ait veya eşkenar dört rider plate: Gem. inş, merkezi dikey omurga üstüne
gen şeklinde olan. 2) tabanı veya enine kesiti eşke yatay olarak kaynakla bağlanan levha saç; alın saçı;
nar şeklinde olan: Katı şekiller için kullanılır. alın levhası.
rhombical: Bkz, ridge: Daha çok buhar silindirlerinde üst ölü nokta
rhombic. dolaylarında aşınma sonucu oluşan fatura veya dai
rhombic crystal: Birbirlerine dik açıda, eşit olmayan resel çıkıntı; fatura.
üç eksene sahip olan kristal; rombik kristal, riffle: Su altında bulunan ve akıntıya engel olan kaya
rhombohedral: Rombohedron'a ait ve onun şeklinde ya da kumluk; engel nedeniyle oluşan orkoz.
olan. riffler: Dökülmüş parçaların iç kısımlarını eğelemek
rhombohedron: Her yüzü eşkenar dörtgen olan altı için kullanılan, uçları yukarıya doğru kıvrık alet; bir
yüzlü prizma; rombohedron. tür eğe.
rhomboid: 1) karşılıklı kenarları eşit ve dik açısı olma rift: Çatlama nedeniyle oluşan gedik; çatlak; yarık;

Teknik Sözlük - F. 30
ri g 466 ri n g circui t

rahne.
duruma getirmeye çalışan moment; düzeltme mo
rig: 1a) direkler, serenler vb. ile (bir geminin yelkenle
menti; RM = W x GZ eşitliği ile bulunur (W = ton
ri, çarmıhları vb. ini donatmak, b) yelkenler, çarmıh olarak geminin deplesmanı, GZ = metre olarak dü
lar vb. i ile (gemi direklerini) donatmak. 2) bir tekne zeltme koludur.
üzerindeki yelkenler, direkler, çarmıhlar vb. inin özel right triangle: Dik bir açısı olan üçgen; dik üçgen.
lik belirten düzenlemesi. 3) arma ile donatmak. 4) right welding: Soldan sağa doğru yapılan herhangi
özel bir amaç için kullanılan herhangi bir cihaz; teç bir kaynak; sağa doğru kaynak.
hizat; donanım. rigid: 1) esnemeyen, esnek olmayan veya bükülme
rigger: 1a) özellikle, görevi gemilerin armasını donat yen; katı. 2) hareket etmeyen; sıkıca tespit edilmiş.
mak olan veya ceraskal, vinç vb. inde çalışan kişi; 3) şiddetli; sert. 4) Hava. gaz kaplarını çevreleyen
armador; vinççi. b) görevi bir uçağın gövdesi, kanat sert iskelete sahip olan: Balon ya da hava gemisi
ları vb. ini donatmak veya ayarlamak olan kişi. 2) ya için söylenir.
pılmakta olan binalarda kaza eseri düşecek aletleri rigid bearing: Bkz. sleev bearing.
veya malzemeyi tutmak için kullanılan iskele; yapı is rigid body: Bir kuvvet uygulandığı zaman şekli ve öl
kelesi. çüsü hissedilecek derecede değişmeyen bir gövde;
rigging: Bir teknenin direkleri, yelkenleri, serenleri katı cisim; katı gövde.
vb. ini taşımak ve çalıştırmak için kullanılan zincirler, rigid coupling: Ricid kaplin; ricid kavrama; esnekliği
halatlar vb.; gemi arması; arma. olmayan kavrama; takoz kavrama.
Righi-Leduc effect: Düzlemine dik olan manyetik rigid frame: Ricid veya esnekliği olmayan şasi (oto
alanda metal seritin bir ucu ısıtıldığı zaman, iki ucu vb. i için).
arasındaki sıcaklık farkı; Rigi-Ledük etkisi. rigidity: Katı, sert vb. olma durumu, niteliği ya da ör
right: 1) eğri olmayan; doğru. 2a) tabana düşey bir neği; sertlik; katılık.
doğru veya düzlem tarafından oluşturulan: dik açı gi rigidity modulus: Kesme gerilmesinin kesme zoruna
bi, b) tabanı dik bir eksene sahip olan: Dik silindir gi oranı; sertlik ya da katılık modülü.
bi. 2a) yüzünü kuzeye dönen bir kişinin vücudunun rigid support: Ricid ya da esnekliği olmayan taşıyıcı.
doğu tarafında kalan kısmı; sağ; sağ taraf. 4) sağ ta rile: Tortusunu karıştırarak (bir sıvıyı) daha koyu veya
rafın tümü veya parçası. 5a) uygun; münasip, b) yo bulanık yapmak.
lunda; uygun olarak veya iyi. 6) tam olarak; tama rim: 1) özellikle bazı dairesel şeylerin kenarı veya
men. 7) kesin olarak; kesinlikle. 8) doğru olarak ve sını rı. 2a) bir tekerleğin dış dairesel kısmı, b) bir
ya kusursuz bir biçimde. 9) düzeltmek. otomo bil tekerleğinin üzerine donatıldığı,
çıkarılabilir daire sel bir metal parçası; jant. 3)
right adjust: Sağdan ayarlamak.
üzerine veya çevresine jant ya da jantlar koymak.
right angle: Birbirine dik iki doğrunun oluşturdukları
rime: 1) atmosferik nem nedeniyle çim yaprakları üze
açı; dik açı; 90 derecelik açı.
rinde oluşan beyaz, buza benzer katman; kırağı. 2)
right-angled: bir ya da daha fazla dik açıya sahip
kırağı ile kaplamak.
olan ya da dik açıdan oluşan; dikdörtgen şeklinde;
rim velocity: Mor. volan jantı üzerindeki bir noktanın
dik açılı.
hızı; jant hızı; çevre hızı.
right bank: Diz. Mot. V motorlarda silindir sıraların rim wrench: Oto. bicon anahtarı.
dan biri; sağ sıra. rimy: Kırağı ile kaplanmış; soğuk; kırağı tutmuş.
right cone: Dik koni. ring: 1) çınlamak. 2) zil ya da zillerin çalmasına ne
right cylinder: Dik silindir. den olmak. 3) çınlamaya neden olmak. 4) telefon et
right-hand: 1) sağa doğru yönelmiş. 2) sağ tarafa ait; mek. 5) zil sesi. 6) benzer herhangi bir ses. 7) tele
sağ taraf için veya sağ tarafta. fon etme.
right-hand drive: Oto. sağdan direksiyonla ring: 1) metal, plâstik vb. inden yapılmış, özel amaç
right-handed: 1) sağ elini tercihan sol elinden daha lar için kullanılan türlü dairesel bant ya da maddeler
mahir kullanan. 2) sağ el ile yapılan. 3) sağ el kulla den (çember, şerit vb.) herhangi biri. 2) dairesel çiz
nılarak yapılan. 4) soldan sağa dönme; saat yönün gi, işaret ya da şekil. 3) dairesel bir şeyin dış kenarı
de dönme. veya sınırı; çember; jant. 4) ağaç gövdelerinin enine
right-hand propeller: Den. geminin kıç tarafından kesitlerinde görülen ve ağacın yaşını belirten aynı
ba kıldığında, ileri hareket sırasında sağa ya da saat merkezli, içice kabaca dairesel şekildeki halkalar;
yö nüne dönen pervane; sağa dönüşlü pervane. tam olarak: Annual ring. 5) bir helis ya da sarmalda
right-hand rotation: Dönüş yönü sağ ya da saat yö sarımlardan herhangi biri. 6) Kimy. atomların kapalı
nünde olan (motor, makine vb.); sağa dönüşlü. zinciri. 7) Geom. aynı merkezli iki daire arasındaki
right-hand rule: Bkz. Fleming's right-hand rule. boşluk. 8) bir çember ile çevrelemek. 9) çember şek
right-hand screw rule: "Bir akım çevresindeki kuwet li vermek. 10) çember ya da çemberlerle donatmak.
11) dairesel veya eğri şeklinde bir yol (rota) üzerin
çizgilerinin yönü, sağa doğru vira edilen bir vidanın
de hareket etmek.
ilerlediği yöndedir"; sağ el vida kuralı.
right-hand thread: Sağ vida dişi. ring belt: Mot. pistonlar üzerinde sıkıştırma segmanla-
righting: Düzeltme (momenti, kolu vb. i). rını taşıyan bölge, kısım veya yüzey; tam olarak ring
righting arm: Den. metasentir yüksekliği ile meyil açı belt land şeklinde kullanılır.
sı sinüsünün (sin 6) çarpılması ile bulunan değer; ringbolt: Başında halkası bulunan cıvata; Den. mapa-
düzeltme kolu; tam olarak Ship's righting arm şek lı cıvata.
linde yazılır; GZ kısaltması ile gösterilir. ring circuit: Her biri sürekli bir kapalı devre oluşturan
right justify: Bilgisay. sağa yanaştırmak. iki telden oluşan ve bir evin her tarafına görev ya
righting moment: Den. yalpa yapan bir gemiyi dikey pan bir devre; elektrikli cihazlar fiş, sviç vb. i ile bu
iki tele bağlanır; çember devre.
ri n g cl e ar en c e 467 roadbe d

ring clearence: Mot. piston segmanlarmın silindir miktar, derece, nitelik, fiyat vb. inde yükselme. 4)
içinde iken uçları veya silindir duvarı ile segman ara Den. daha yakına gelme ile ufuk üzerinde yükselme
sındaki boşluk; segman klerensi ya da boşluğu; ye neden olmak. 5) ufuk üzerinde güneş, ay vb. inin
Bkz. gap clearence, side clearence. görünümü. 6) yukan hareket; yükselme. 7) derece,
ring compound: Karbon atomlarının açık bir zincir ye miktar, fiyat, değer vb. inde yükselme.
rine kapalı bir çember biçiminde birleştikleri bir orga riser: 1) Döküm, yabancı maddeleri kalıbın dışına at
nik bileşik; çember karbon dışında atomlar da kapsa mak için kullanılan kanal; kalıp kanalı; runner şeklin
yabilir; çevrimsel bileşik; çember bileşik. de de kullanılır. 2) Buh. Kaza, yukarı devir borusu;
ring, compression: Bkz. compression ring. Bkz return tube.
ringed: 1) çember ya da çemberlerle çevrilmiş. 2) rising: Yükselen; yukarı doğru kalkma; yükselme.
çember veya halkaya benzer şekilde oluşmuş. risk: 1) yaralanma, hasar veya kayıp olasılığı; tehlike;
ring expender: Mot. pistonlar üzerindeki segmanları tehlike olasılığı; riziko veya risk. 2) yaralanma, hasar
çıkarmak için kullanılan bir alet; segman genişletici veya kayıp tehlikesine maruz kalmak.
si; segman uçlarına takılarak onun çapını büyütür ve risky: Riskli; tehlikeli; rizikolu.
yuvasından kolaylıkla çıkmasını sağlar; segman ge rivage: Kıyı, sahil veya sahil şeriti.
nişleticisi. river coal: Kömür madenlerinin atık sularından tara
ring gap: Segman ucu; segmanlarin iki ucundan her nan küçük antrasitler; nehir kömürü; küçük tesisler
hangi biri. de kullanılır.
ring gap clearence: Bkz. gap clearence. rivet: 1) metal levhaları veya kirişleri birbirine bağla
ring gear: Volanın çevresindeki dişli; volan dişlisi; ay mak için kullanılan bir tür cıvata veya pin; perçin;
na dişli. perçin çivisi. 2) perçin ya da perçinlerle bağlamak.
ring groove: Mot. piston üzerinde bulunan ve yağ 3) sıkıca bağlamak.
kontrol veya kompresyon segmanlarını taşıyan ka rivet bar: Perçin yapımında kullanılan çubuk demir;
nallardan herhangi biri; supap kanalı; supap yuvası. perçin çubuğu.
ring groover: Segman yuvaları veya kanallarını temiz rivet diameter: Mak. perçinin dairesel keltli gövdesi
lemek için kullanılan bir alet; kanal temizleyicisi. nin çapı; perçin çapı.
ringleted: Küçük halkalara sahip olan ya da bu tür riveted: Perçinli; perçin ile bağlanmış; perçin yapıl
halkalardan oluşan. mış.
ring lubrication: Esk. makine yataklarının yağlanma riveted construction: Perçin bağlantısı ile oluşturul
sında eski bir yöntem; ring veya çember yağlama. muş yapı; perçinli yapı.
ring-oiled bearing: Esk. mile geçirilmiş ve bir yağ ta- riveted joints: Perçinli dikişi; perçin bağlantısı.
vasındaki yağın bir çember yardımıyla sağlandığı ya riveted seam: Perçin dikişli; perçinli dikiş; perçinli
tak; çemberle yağlanan yatak; çember yağlamalı ya bağlantı.
tak. riveted stay: Cehennemlik ve kazan arka aynalarını
ring, piston: Bkz. piston ring. birbirine bağlayan perçinli masuralardan biri; iç ba
ring pack: Mot. bir piston üzerindeki segmanlann tü sınca karşı kazanın güvenliğini sağlamak üzere kulla-
mü; segman takımı. nılırlar.
ring tension: Mot. piston segmanlarinın esnekliği; si rivet heads: Koni, fes, düğme, çift yarıçaplı, havsa
lindir dışında iken çapı silindir çapından büyük olan başlı, düz vb. i şekillerde yapılan perçin başları.
segmanın, silindir içine sokulduğu zaman oluşturdu rivet hole: Zımba veya matkapla ve soğuk perçin ça
ğu tansiyon veya kuvvet; segman tansiyonu; özgül pından 1,58 mm (1/16 inç) kadar daha büyük ola
basıncı oluşturur. rak açılan dairesel kanal; perçin kanalı; perçin deli
ring valve: Diz. Mot. hidrolik kapllnlerln devreye alın ği-
maları sırasında kapline yağ veren veya devreden çı riveting: Perçin ya da perçinlerle bağlama; perçin
karılması sırasında kaplindeki yağı kısa bir sürede yapma.
boşaltan bir valf; Gem. Mak. ring valf; çember valf. riveting gun: Perçin tabancası.
rinse: 1) suya bastırarak veya su akıtarak hafifçe yıka riveting hammer: Perçin yapımında kullanılan bir
mak. 2) temiz su kullanarak sabun, kir vb. ini gider alet; perçin çekici.
mek; çalkalamak. 3) bu şekilde (sabun, kir vb. ini gi riveting machine: Perçin makinesi; perçin tezgâhı.
dermek.. 4) çalkalama. 5) çalkalamada kullanılan rivet punch: Bkz. rivet-set.
su. rivet rows: Perçin dikişlerini oluşturan sıralar; perçin
rinsing: 1a) Çoğ. içinde herhangi bir şeyin çalkalandı- sıraları.
ğı sıvı. b) tortu. 2) çalkalama işi; çalkalama. rivet-set: Perçin başını şişirmek üzere kullanılan iç kıs
ripples: 1) bir sıvıda, dalga boyu oldukça kısa ve ha mı delik olan bir alet; perçin takımı.
reketi yüzey gerilimi ile denetlenebilen yüzey dalga rivet shank: Perçinin dairesel kesitli olan gövdesi;
ları. 2) güç besleme devresindeki kaynaklardan ge perçin gövdesi.
len, doğru akım güç kaynağından bir alternatif akım R meter: Röntgen bölüntülü iyonlaşma ölçüm cihazı;
bileşeni. R metre.
ripple voltage: Doğru akım doğrultmacı veya jenera Rn: Bkz. radon.
töründen gelen doğru gerilimin alternatif bileşeni. RO: Bkz. reverse-osmosis.
ripsaw: Ağaç kütüklerini uzunluğuna kesmek için kul road: 1) yol. 2) demiryolu. 3) Den. sahile yakın, li
lanılan büyük dişli bir testere; bıçkı; bıçkı testeresi. man gibi korunmalı veya mahfuz demir yeri; roads
rise: 1) ufuk üstünde görünmek; doğmak. 2) daha bü tead olarak da kullanılır.
yük yükseklik veya da yüksek düzeye ulaşmak. 3) roadbed: 1) bir demiryolunun ray ve traverslerini taşı-
roa d cle aran c e 46S roentgenolog y

mak için yapılan döşek, 2) traveslerin hemen altına


dırılarak dört zamanlı makinelerde emme (giriş) ve
konulan kırılmış kaya, mıcır vb. katmanı. 2) bir yol
egzoz supaplarının açılmasını sağlayan dövme çelik
ya da otoyolun temeli veya yüzeyi.
ten yapılmış bir kol; Gem. Mak. rocker arm; piyano;
road clearance: Bir taşıt aracının, en alt kısmının yer supap liveri; kulbütör,
den yüksekliği; yol klerensi.
rocker shaft: Kulbütör, rokerarm veya piyano mili.
road construction machinery: Dozer, greyder, silin
rocket: 1) içi yanıcı bir madde ile dolu bir silindirden
dir vb. i gibi yol yapımında kullanılan makinelerden
oluşan ve bu madde (alkol ve sıvı oksijen) yakıldığı
herhangi biri; yol yapım makinesi.
zaman oluşan gazların, arka tarafından çıkarken
road metal: Yolları ve yol temellerini yapmak veya
meydana getirdiği tepki ile hareket eden, yönlendiri
onarmak için kullanılan kırılmış kaya, mıcır vb.
ci kısmı savaş başlığı taşıyabilen bir füze veya roket.
roadstead: Sahile yakın, liman dışında gemilerin de
2) işaret fişeği; havai fişek.
mirde yatabilecekleri güvenli bir yer.
rocket booster: Bir uzay aracının hız veya yükseltisi
roasî: 1) Orj. Ola. açık bir alev ya da kızgın bir külde
ni arttırmak için kullanılan bir roket; besleme roketi.
yemek pişirmek. 2) bir ocakta olduğu gibi, küçük
rocket engine: Yakıtı yakmak için gerekli oksitleyici
miktardaki rutubet ile yemek pişirmek. 3) ısı etkisin
nin (sıvı oksijen, nitrik asit veya nitro metan vb. i) bir
de bırakarak kahve gibi kurutmak, sarartmak. 4) bü
tankta taşındığı ve yakıtla karıştırıldığı bir tepki maki
yük ısı etkisinde bırakmak. 5) yabancı maddelerini
nesi; roket makinesi.
gidermek için bir ocakta (cevher vb.) fazla hava ile
rocket gun: Roket mermisi fırlatan herhangi bir silâh;
ısıtmak. 6) çok sıcak olmak.
roketatar, özellikle bazuka.
roasting: Metal oksitleri ve yan ürünü olarak kükürt
rocket launcher: Roket ya da füzeleri fırlatmak için
dioksit üretmek için kükürt cevherlerini ısıtma.
kullanılan bir cihaz; roket rampası.
robomb: Bkz. robot bomb.
rocket motor: Bkz. rocket engine.
robot: 1) insanların belirli işlerini yapmak, endüstride
rocking: Salınım yapma; sallanma.
kullanılmak için yapılan, insana benzer mekanik ci
rocking lever: Bkz. rocker arm.
hazlardan herhangi biri. 2a) otomasyon, b) kendisi
rock oil: Ing. petrol; ham petrol.
ni düşünmeksizin bir makine gibi çalışan kişi; robot.
rock phosphate: Fosforit; lifli trikalsiyum fosfat,
robot bomb: Şiddetli patlayıcılar yüklenen ve bir cay-
Ca 3 (P0 4 ) 2 ; kaya fosfatı; gübre olarak kullanılır.
ro pilot tarafından yönlendirilen, jet pervaneli küçük
rock salt: Özellikle kayaya benzer katı kütleler halin
bir uçak: Yakıtı bittiği zaman bir bomba gibi düşer;
de bulunan doğal tuz; sodyum klorür, NaCI; kaya tu
robot bomba
zu.
robotics: Robotbilim.
rockshaft: 1) jurnalleri üzerinde devir hareketi yerine
robot pilot: Bir uçakta olduğu gibi, otomatik pilot ola
ileri geri, salınım hareketi yapan makine mili veya
rak görev yapan bir cihaz; robot pilot; otomatik pi
şaftı. 2) Buh. Mak. katof ayar donanımı ile link dona
lot.
nımının durumunu değiştirerek makinenin ekonomik
robot regulator: Pistonlu veya santrfüj besi (fid) suyu
çalışmasını sağlayan bir mil (pistonlu buhar makine
pompaları iie birlikte kullanılabilen şamandralı besi
lerinde kullanılır); Gem. Mak. rokşaft veya veyşaft
(fid) suyu düzenleyicisi; kazan suyu veya fayrap se
Bkz. wayshaft.
viyesini denetlemek için kullanılır.
Rockwell hardness test: Çelik bir küre veya elmas
roburite: Klorlanmış dinitrobenzen ve amonyum nit
koninin nüfuz ettiği derinlik ile metallerin sertlikleri
rat kapsayan çok güçlü, alevsiz bir patlayıcı. Rochel-
nin ölçümü yöntemi; Rokvel sertlik deneyi.
le powder: Bkz. Sidlitz powder.
Rockwell method: Bkz. Rockwell hardness test.
Rochelle salt: Renksiz, kristalli bir bileşik, potasyum
rock wool: Cam yününe benzeyen, özellikle binalar
sodyum tartarat; Roşel tuzu, KNaC4H4O6 4H 2 0 ; tıp
da yalıtım için kullanılan lifli bir madde; mineral yün.
ta ve piezoelektrik kristaller için kullanılır.
rod: 1) ağaç, metal veya diğer malzemeden yapılan
rock: 1) büyük taş kütlesi; kaya. 2) kütle halinde taş.
düz veya hemen hemen düz bir çubuk, şaft, bar vb.
b) böyle bir taşın kırılmış parçaları. 3) ısı, su vb. etki
i. 2) bazı şeyleri sökmek için kullanılan bir çubuk;
lerle (yer kabuğunda) kütle veya büyük miktarlarda
manivela. 3a) uzunluğu 16,5 fit (5,0292 m) veya 5,5
oluşturulan mineral maddeler, b) bunun belirli bir tü 2
yardaya eşit olan bir uzunluk, b) 30,25 yarda
rü ya da kütlesi. 4) büyük ya da küçük bir taş. 5) Ar 2

go, elmas veya diğer bir mücevher. (25,32 m ). 4) Argo. tabanca. 5) Anat. gözün retina
rock: 1) ileri geri veya bir yandan diğer bir yana yu sında çubuk şeklindeki hücrelerden herhangi biri. 6)
muşak bir şekilde hareket ettirmek; çalkalamak; titre şekli çubuğa benzeyen herhangi bir mikroorganiz
şime neden olmak. 3) Maden, bir salıncakta Bkz. ma
rocker kum, çakıl vb. ini yıkamak. 4) bir beşik gibi rod, connecting: Bkz. connecting rod.
ileri geri. sağa sola hareket etmek. S) kuvvetli olarak rod seal: Mak. rod keçesi.
hareket etmek; çalkamak; titreşim yapmak. 6) salı roentgen: X ışınlarının radyasyonunu ölçmede kulla
nım ya da sallanma hareketi. nılan bir birim; röntgen.
rock bottom: En alt düzey; en alî. roentgenize: X ışınlarının etkisine konu olmak.
rock candy: Şekerin büyük, sert, saydam kristalleri. roentgeno-: Röntgen ışınlari, X ışınları anlamlarında
rock crystal: Özellikle renksiz olduğu zaman saydam bir önek.
kuvarz. roentgenogram: X ışınları ile çekilen fotoğraf; rönt
gen filmi.
rocker: Altın madenlerinde kum ya da çakıl yıkamak
için kullanılan beşik ya da salıncak. roentgenography: : X ışınları kullanımı ile fotoğrafçı
lık.
rocker arm: Mot. ortasına yakın bir yerinden yataklan-
roentgenology: Özellikle hastalıklarin tanı ve tedavisi
roentgenometer 469 rosi n
rolling stock: Lokomotifler, yük ve yolcu vagonları ve
ile ilişkili X ışınlarının kullanımı veya incelenmesi; diğer tekerlekli demiryolu araçlarının tümü.
röntgen bilimi. rolling tubes: Aynalara geçirildikten sonra boruların
roentgenometer: X ışınları veya gama ışınlarını ölç ağızlarının boru makinesi iie şişirilmesi işlemi; sızdır-
mek için kullanılan iyonlaşma hücresi tipinde bir ci mazlık sağlamak için yapılır.
haz; rötgenometre. Roman numerals: Milâttan sonra 10. aşıra kadar sayı
Roentgen rays: X ışınları; Röntgen ışınları Bkz. X olarak kullanılan Roma sayıları:
rays. I = i, V = 5, L = 50, C = 100, D = 500, M = 1000
roil: Tortusunu karıştırarak (bir sıvıyı) bulanık, çamur ;
lu vb. i yapmak; bulandırmak. ara sayılar bunlara eklenerek veya çıkarılarak bulu
roily: Bulanık; çamurlu. nur; III = 3, XV = 15, IX = 9, XIX = 19 gibi.
roll: 1) bir eksen üzerinde dönerek hareket etmek; yu Röntgen rays: Röntgen ışınlan; Bkz. X rays.
varlanmak. 2) tekerlekler üzerinde hareket etmek. 3) rood: ingiltere'de, yörelere göre, 5,5-8 yarda (5,0325
periyodik devirlerle hareket etmek: Yıldızlar, geze m) arasında değişen bir uzunluk birimi, 2) 1/4 akr'a
2
genler vb. i için söylenir. 4} sürekli olarak azalan ve (1011,7 m ) eşit olan bir alan ölçüsü.
yükselen yüksek sesler yapmak. 5) Kendisi ve baş roof firing: Akaryakıtlı kazanlarda alev boyunu uzat
kası üzerinde yuvarlanan bir top (küre) veya silindir mak ve dolayısıyla daha düzgün bir ısı dağılımı sağ
şeklinde olmak. 5a) Matb. rulo ile harfler vb. i üzeri lamak amacıyla, kazanın üst kısmından yapılan fay
ne mürekkep yaymak. 7) rulo yapılmış kâğıt, parşü- rap; üstten yakma; üstten fayrap.
men vb. 8) katalog. 9) bir şeyin silindirik kütlesi. 10) room: 1) duvarlar veya bölmelerle benzer diğer yerler
sallanma veya yuvarlanma hareketi. 11) Hava. bir den ayrılan bir hacim. 2) makine, kazan vb. inin bu
uçağın uçuş sırasında, boyuna ekseni çevresinde lunduğu yer, mahal, hacim vb.; makine dairesi, ka
yaptığı tam bir dönüş. zan dairesi vb. i gibi. 3) ofis.
rolled iron: Haddeden çekilmiş demir. room, boiler: Bkz. boiler room.
roller: 1) tel, boru, levha saç vb. i çekmek için kullanı room, engine: Bkz. engine
lan bir makine; hadde makinesi. 2) rulman; silindir room.
şeklinde büyaları olan yatak rulmanı. 3) Matb. mü root: 1) bir hareket, nitelik vb. inin kökeni veya kayna
rekkep yaymak üzere, çoğu zaman sert lâstikten ya ğı. 2) alt veya taşıyıcı kısım; temel. 3) esas kısım; çe
pılmış bir silindir; makara silindir. 3 3
kirdek. 4) Mate, a) kök : ../16 = 4 veya ../ 64 = 4
roller bearing: Sürtünmeyi azaltmak için elektrik mo gibi. b) bir eşitliği sağlayacak sayı.
torları, jeneratörler, türlü makinelerde vb. kullanılan
Roots blower: iki zamanlı dize! motorlarında süpür
bir tür yatak; bilyalı yatak; ruila n yatak: rulman.
me veya süperşar| havası sağlamak üzere kullanılan
roller chain: Diz. Mot. Yüksek güçlü dizel motorların
iki veya üç loblu blover; Ruts bloveri.
da kemşaftı çevirmek üzere kullanılan zincir; makara
Roots-type blower: Bkz. Roots blower.
lı zincir.
root valve: Buhar kazanları üzerindeki her börnerin
roller follower: Mot. supap hareket mekanizması par
manifoldunda bulunan bir valf; kök valf; Gem. Mak.
çalarından olan silindirik bir parça; kem (kam) maka
rut valf; börner valfına esnek bir boru ile bağlanmış
rası. tır.
roller-type bearing: Bkz. roller bearing.
rope: 1) kendir, kenevir vb. i bitkisel lifleri, ince teller,
roll in: Bilgisay. belleğe getirmek. deri parçaları vb. inden bükülerek yapılan kalırı, da
roll out: Bilgisay. bellekten yollamak. yanıklı ip; halat; çıma. 2) kement. 3) bir halt ile bağ
rolling: 1) dönme hareketi yapma. 2) tekerlek veya lamak, düğümlemek veya sarmak. 4) kemet ile yaka
makaralar üzerinde hareket etme. 3) bir eksen üze lamak.
rinde dönme veya yuvarlanma. 4) haddeden çek rope brake: Esk. küçük güçlü motorların fren beygir-
me. 5) silindirden geçirerek sıkıştırma. güçlerinin ölçülmesinde kullanılan bir fren; ipli fren;
rolling contact bearing: Bkz. roller bearing. motor kasnağına bir tur sarılmış, bir ucunda ağırlık
rolling expander: Buh. Kaza. alev ve su borularının lar, diğer ucunda yaylı bir terazi bulunan bir fren.
ağızlarının genişletilmesinde kullanılan bir makine; rope drive: ip veya kaytan ile çalıştırılan veya tahrik
makaralı genişletici; Gem. Mak. boru makinesi; maki- edilen (içten ya da dıştan takma motor).
neto. rope reel: Halat tamburu ya da makarası.
rolling friction: Silindirsel veya küresel bir cismin bir ropery: Halatlann yapıldığı yer; halat fabrikası; halat
düzlem ya da eğrili bir yüzeyde yuvarlanması için yapımevi; halat imalâthanesi.
gerekli kuvvet; yuvarlanma sürtünmesi. rope starter: Krank mili kasnağına halat sarılıp çekile
rolling machine: Hadde tezgâhı; metal çubuk, levha rek ilk hareket sağlanan donanım; ip ile ilk hareket
vb. lerinin çekildiği bir tezgâh; hadde tezgâhı; çek verici; ipli starter.
me makinesi. ropewalk: Halatların yapıldığı uzun, alçak, dar bir bi
rolling mill: 1) metal çubuk, levha, saç, tel vb. lerinin na veya sundurma.
çekildiği bir fabrika; hadde fabrikası: haddehane. 2) ro-ro ship: Tekerlekli kara taşıt araçlarını taşımak üze
bu işler için kullanılan makine; hadde; hadde maki re yapılan gemi; ro-ro gemisi.
nesi. rosanilin: Bkz. rosaniiine.
rolling pin: Hamur açmak için kullanılan tahta, cam rosaniline: Anilin vetoluidin'in ısıtılmasıyla yapılan
vb. inden yapılmış, düzgün ve ağır bir silindir; okla kristal bir baz; rozanilin, C 2 0 H 2 1 N 3 O ; bir çok
va. anilin boyaları rozanilin'in türevidir.
rolling shop: Haddehane; çekme atelyesi; hadde atel- rosin: 1) reçine; özellikle ham terebantinden, tereban-
yesi. tin yağı damıtıldıktan sonra geri kalan, rengi açık sa
rıdan hemen hemen siyaha kadar değişen sert, kırıl-
rot. 470 roto r dis k

gan bir reçine; keman kirişlerinde, cila vb. yapımla


rotating: Dönme; bir eksen çevresinde dönme; dön
rında kullanılır. 2) reçine sürmek.
dürme; dönen; devreden.
rot.: Bkz. 1) rotating. 2) rotation.
rotating magnet: Benz. Mot, manyetolarda atnalı mık
rotameter: Gaz ya da sıvıların akım miktarinı veya de
natısın uçları arasında dönen bobin; döner bobin,
bisini ölçmek için kullanılan bir cihaz; rotametre.
manyet ya da mıknatıs.
rotary: 1) bir tekerlek gibi, bir merkez noktası veya ek
rotating plunger pump: Bir elektrik motoru tarafın
sen çevresinde dönme. 2) döner kısım veya kısımla
dan çalıştırılan ve çalıştırma miline merkez kaçık ola
ra sahip olan. 3) bir eksen çevresinde vukubulan:
rak bağlı bir plencerden oluşan pompa; döner plen-
Devir hareketi gibi. 4) Çoğ. devir hareketli bir maki
cerli pompa.
ne.
rotating piston: Diz. Mot. küresel gacın pin yatağı ve
rotary air compressor: Santrfüj ya da lob türünden
taşıyıcı pin yardımıyla, çalışması sırasında dikey ek
devir hareketli hava kompresörü; döner (hareketli)
seni çevresinde dönen piston; döner piston; daha
hava kompresörü; Bkz. Roots blower.
düzgün gömlek ve segman aşınması sağlar.
rotary blower: Devir hareketli blover, fan veya körük;
rotation: Dönme: Dünyanın dönmesi gibi.
Bkz. Roots blower. rotational: Dönmeye ilişkin; dönen.
rotary brush: Buh. Kaza. su borularının iç yüzeylerin
rotational losses: Bkz. windage losses.
de oluşan kışıri temizlemek üzere kullanılan ve ba
rotative: 1) dönme; dönme oluşan. 2) dönme tarafın
sınçlı hava ile çalıştırılan temizleyici; döner hareketli
dan neden olunan.
fırça.
rotative pump: Volanın atalet etkisi yardımıyla düz
rotary compressor: Mak. devir hareketli kompresör.
gün bir hızla çalışan piston ve plencerli bir pompa;
rotary condenser: Bkz. synchronous condenser.
rotatif pompa; devir hareketli pompa.
rotary converter; Alternatif akımı doğru akıma çevi
rotative speed: Mot., Buh. Mak. dakikadaki devir sayı
ren veya bunun tersini yapan devir hareketli bir ma
sı; devir hareketi; rpm.
kine; senkron değiştiricisi veya konvertör; döner kon-
rotator: 1) dönen kişi ya da şey; parakete pervanesi.
vertör; devir hareketli konvertör.
2) Mot. her açıştan sonra supapları 15 derece dön
rotary cutter: Bkz. rotary brush.
dürerek yuvasına oturtan yaylı bir cihaz; Bkz. valve
rotary engine: 1) buhar türbini gibi, eksenel hareketli
rotator.
parçaları olmayan ve doğrudan devir hareketi üre
rotator, valve: Bkz. valve rotator.
ten bir makine. 2) radyal olarak yerleştirilmiş silindir
rotatory: 1) devir hareketine ilişkin; döner harekete
leri, sabit bir krank mili çevresinde dönen bir uçak
sahip olan; dönme tabiatında olan. 2) devir hareket
motoru veya makinesi. 3) Bkz. Wankel engine.
li. 3) döner harekete neden olan.
rotary exhaust valve: Bkz. rotary valve.
rote: Bir şeyi yapmanın sabit, mekanik bir yolu.
rotary field: Yönü dikey ekseni çevresinde dönen bir rotenone: Beyaz, kokusuz kristalli bir madde; rote-
manyetik alan; döner alan. non, C 2 3 H 2 2 0 6 ; belirli bitkilerin köklerinden elde
rotary-gear pump: Dişleri birbirine geçen ve birbirine edilir ve böcek öldürücü olarak kullanılır.
zıt yönde dönen iki dişliden oluşan bir pompa; dö rot!: 1) müslüman ülkelerde, yöreye bağlı olarak yak
ner dişli pompa; dişlilerden biri bir elektrik motoru ta laşık 0,453-2,265 kg (1-5 litre) arasında değişen bir
rafından döndürüldüğü zaman diğeri de onunla bir ağırlık birimi. 2) bu bölgelerde kullanılan değişik ku
likte döner; basılacak yağ veya yakıt dişli dişleri ile ru ölçüm birimi.
keys arasından taşınarak dış devreye verilir. rotocap: Diz. Mot. her açılıştan sonra supap sapı ve
rotary-impeller compressor: Bkz, Roots blower. dolayısıyla supabı dikey ekseni yönünde yaklaşık
rotary kiln: Devir hareketli ya da döner fırın. olarak 15° kadar döndüren bir cihaz; rotokep; valf
rotary machine: Buhar, su ve gaz türbinleri vb. gibi rotatoru; supap rotatoru; bu uygulamada supabın
devir hareketli bir makine. ömrü, normale göre yaklaşık beş misli artar.
rotary magnetic: Bkz. magneto. rotocap rotator: Bkz. valve rotator.
rotary motion: Döner hareket; devir hareketi. rotogravure: 1) fotoğraf levhalarından asitle yakılarak
rotary press: Gazete basımında kullanılan ve baskı üzerine şekil çıkarılan bakır silindirler kullanilarak rota
sayısı çok yüksek olan bir makine; rotatif makinesi. tifle resim vb. i basma işlemi. 2) bu işlemle basılan
rotary pump: Sıvının, döner hareketli mili üzerine pa veya yapılan resim. 3) bir gazetenin bu yöntemle ba
ralel olarak yerleştirilmiş cepler tarafından sıkıştırıldı- sılan resimli kısımları; rotosection adı da verilir.
ğı yüksek kapasiteli, alçak basınçlı pompa; döner ha rotor: 1) bir dinamo, elektrik motoru, türbin vb. inin
reketli pompa, devir hareketli kısmı; rotor. 2) bir helikopterde oldu
rotary screen: Döner elek; silindir şeklinde elek. ğu gibi, döner pervane sistemi. 3) Benz. Mot. distri
rotary slide valve: Bkz. rotary valve. bütörün miline bağlı olan ve kapaktaki pirinç lokma
rotary valve: Yüksek güçlü, ağır devirli, iki zamanlı lara dokunarak yüksek gerilimli akımı bujilere ileten
ve ilmek süpürmeli dizel motorlarında süpürme so makara; dağıtım makarası; tevzi makarası; rotor. 4)
nunda egzoz parterini kapayarak hava kayıplarını bir rotorlu geminin Bkz. rotor ship uzun, döner silin
önleyen devir hareketli bir valf; osileytin valf; rotari dirlerinden herhangi biri.
valf; döner slayt valf; oscilating valve adı da verilir; rotor clearence indicator: Türbin rotorunun eksenel
süpürme portları piston tarafından kapatıldığı an bu durumunu denetlemek için kullanılan mikrometrik
valf da egzoz portlarını kapatır. bir ölçü cihazı; rotor klerens ölçeri.
rotateble: Dönebilir. rotor disk: Çevresinde hareketli kanatları taşıyan, ro-
rotate: Tekerleğin ekseni çevresinde dönmesi gibi, torşafta bir kama ile bağlı veya onunla tek parçadan
dönmek ya da dönmeye neden olmak. yapılan dairesel bir disk; rotor diski.
ro t o r f u r n ac e 471 r ubb eriz e

rotor furnace: Oksijen çeliği yapımında kullanılan, ya roundly: Yuvarlak şekilde; dairevî, küresel olarak vb.
tay silindir şeklinde ve dakikada 2 devirle dönen bir i.
ocak; rotor ocak; döner silindirik fırın. round-nose chisel: Yuvarlak ağızlı keski.
rotor gland: Buh. Türb. rotorşaftn keysten çıktığı kı round nut: Taçlı somun; tırtıllı somun.
sımlar veya türbin boğazlarında sızdırmazlık için kul round solder: Diz Mot, Buh. Mak. palamar ya da
lanılan karbon ya da metal kısımlar; rotor glendi; krankşaft ana yataklarının boşluklarının ölçümünde
Bkz. turbine gland. kullanılan küçük çaplı (0,50-1,00 mm) lehimden çe
rotorshaft: Türbin rotorunu taşıyan ve iki metal yatak kilmiş tel; lehim teli; yuvarlak lehim.
la taşınan mil ya da şaft; rotorşaft. rouse: Den. kuvvetle çekmek; çekmek; vira etmek.
rotorshaft bearing: Buh. Türb. rotoru taşıyan route: Bir yerden diğer bir yere gitme, mektup, süt,
rotorşaf-
tın iki yatağından herhangi biri; rotorşaft yatağı. gazete vb. i şeyleri dağıtmak için kullanılan yol, rota
rotor position micrometer: Bkz. rotor clearence in veya güzergâh. 2) Den, rota; gemi yolu. 3) yönelt
dicator. mek.
rotor ship: Bir ya da daha fazla sayıda uzun, düşey rover: 1) lifleri büken bir makineyi çalıştıran kişi. 2)
silindirlerine rüzgârın etkisiyle yürütülen bir yelkenli böyle bir makine; büküm makinesi.
gemi; silindirleri küçük bir elektrik motoru tarafından row: 1) kürek kullanılarak (bir bot vb. ini) suda hare
döndürülür; rotorlu gemi. ket ettirmek. 2) bu şekilde yürütülen bir bot vb. inde
roto section: Bkz. rotogravure (3) gitmek. 3) bir tekneyi yürütmede kürekler kullan
rototrol: Bkz. amplidyne. mak. 4) küreklerle yürütülmek: Bir tekne için söyle
rottenstone: Metalleri cilalamada kullanılan kolayca nir. 5) kürek çekme. 6a) kürekli tekne ile yapılan ge
ufalanabilir silisli kireçtaşı. zi, b) böyle bir gezinin mesafesi. 7) sıra; dizi.
rouge: 1) mücevher, metal vb. lerinin cilâlanmasında rowboat: Kürekle yürütülmek üzere yapılmış tekne; fi
kullanılan, başlıca ferrik oksit olan kırmızımsı bir toz. lika; kayık; sandal.
2) toz, pasta veya sıvı şeklinde olan türlü kırmızımsı rower: Bir teknede kürek çeken kişi; kürekçi.
kozmetiklerden herhangi biri; ruj. rowlock: İng. yarımay; ıskarmoz.
rough: 1) düzgün olmayan; kaba. 2) rafine edilme royal: 1) olağan dışı büyük, ince vb. 2) baskı için bü
miş, damıtılmamış; ham. 3) rafine edilmemiş, parlatıl yük boy (508-635 mm) veya yazı için (482,6-609,6
mamış veya imal edilmemiş; doğal, ham: Kaba mü mm) küçük
kâğıt. 3)
cevher gibi. 4) kaba yer. 5) kaba malzeme veya du tılan bir kuntra
yelken.babafingo direği üzerine dona
rum. 6) bir şeyin kaba kısmı. 7) kabaca muamele et r.p.m.: Dakikadaki devir sayısı; devir/dakika.
mek veya elleçlemek. 8) kaba olmak. r.p.s.: Saniyedeki devir sayısı; devir/saniye.
roughage: Kaba (ham) madde; iri madde ya da mal R-R allyos: Rolls-royce firması tarafından geliştirilen,
zeme; nispeten yüksek oranda sellüloz kapsayan değişik oranlarda titanyum, çinko ve diğer metalleri
madde. kapsayan alüminyum kökenli bir alaşım; R-R alaşı
round: 1) şekli topa benzeyen; küresel. 2) şekli bir mı, havacılık endüstrisinde kullanılır.
daire, çember, disk veya bir daire parçasına benze rt.: Bkz. right.
yen; dairesel ya da eğrisel. 3) şekli silindire benze Ru: Bkz. ruthenium.
yen; silindirik veya silindirsel. 4) şekli bir küre parça rub: 1) temizleme, cilalama, düzeltme vb. i için ba
sına benzeyen. 5) açısal olmayan. 6a) parçası eksik sınç ve sürtünme uygulamak. 2) cilalamak. 3) sürt
olmayan; tam; bütün; tamam, b) tamamlanmış. 7) mek; sürtünmek. 4) sürtünme ile gidermek. 5) ba
tam sayı ile belirtilen; kesirli olmayan. 8) onlar, yüz sınç ve sürtünme ile hareket etmek. 6) bir şeye sür
ler binler vb. i ile ifade edilen. 9) yaklaşık olarak doğ tünme ve basınç uygulamak. 7) sürtme; sürtünme;
ru. 10) miktar, ölçü vb. i bakımından geniş. 11) yu ovma; ovalama.
varlak bir şey; küresel, dairesel, eğrisel, halka şeklin
rubasse: Küçük miktar demir oksit kapsayan bir tür
de veya silindirik bir şey ya da parça. 12) yuvarlak
kristal kuvarz.
olma durumu. 13) dairesel bir rota veya bir eksen
rubber: 1a) bir şeyi cilalamada olduğu gibi, ovalayan
çevresinde hareket. 14) dairesel bir rotada harekete
kişi. b) masaj yapan, ovan kişi; masör. 2) düzeltmek
neden olmak. 15) tam ya da kısmî bir devre yap
için kullanılan kaba eğe (raspa) vb. i gibi bir alet. 3)
mak; dairesel bir rotada hareket etmek. 16) dön
mek; ters yönde dönmek. 17) her yanda; her yön türlü tropik ağaçların gövdelerinden elde edilen, sen
de. 18) devir hareketi ile. 19) çevrede, sınırda veya tetik olarak yapılan, süt kıvamında (latex) esnek bir
dış kısımda. madde; hem kauçuk; saf olduğu zaman beyaz renk
li doymamış bir karbonlu hidrojen (C 5 H 8 ) n ; ham
round bar: Yuvarlak veya çubuk demir.
ka
round bastard: Dairesel kesitli, konik uçlu, çift sıra uçuk vulkanize edilerek otomobil lastiği, elektriksel
dişli eğe. izolasyon vb. yapımında kullanılır. 4) bu maddeden
rounded: Yuvarlak yapılmış. yapılan bir şey, özellikle: a) küçük parçaları bir
round file: Dairesel kesitli eğe; sıçan kuyruğu eğe; ara01 tutmak için elâstik bir bant. b) lâstik silgi. 5)
delik eğesi.
lâstikten yapılmış
roundhouse: 1) Den. kıç güverte üzerinde bir kama
rubber bearing: Gemilerin şaft kovanlarında pele
ra. 2) lokomotifleri depolamak, onarmak ve çalıştır
senk veya metal yataklar yerine kullanılan lâstik ya
mak için kullanılan ortasında döner bir platformu bu
tak.
lunan, genellikle dairesel veya yarı daire şeklinde
bir bina. rubber gasket: Lâstik conta.
roundish: Bir dereceye kadar yuvarlak. rubber hose: Lâstik boru veya hortum.
roundlet: Küçük bir daire veya dairesel şey. rubberize: Bir lâstik çözeltisi ile lâstikle kaplamak ve
ya doyurmak.
rubber joint 472 running
vetli; sağlam.
rubber joint: Kauçuktan yapılmış, bazan içinde tel ve rugose: Karışık olan; dalgalı; kıvrımlı.
ya bez vb. i bulunan conta. rugosity: 1) karışık veya dalgalı olma durumu veya ni
rubber packing: Lâstik salmastra. teliği. 2) Çoğ. dalgalı veya ondüleli.
rubber plant: Ham kauçuğu oluşturan sütlü öz (la rule: 1) kural veya kaide. 2) sabit ilkeler. 3) kriter ya
tex) veren herhangi bir bitki; kauçuk ağacı. da standart. 4) yönetim; hükümet; kontrol veya de
rubber seal: Lâstik keçe. netim. 5) Mate, bir problemi çözmek ya da hesapla
rubber sealing ring: Bkz. O ring. mak için konulan bir yöntem ya da prosedür. 6) çok
rubbery: Görünüşü veya esnekliği vb. i lâstiğe benze önemli bir eleman olmak. 7) cetvel ile çizgi çizmek.
yen. 8) cetvel ile (bir çizgi) çizmek.
rubbing compound: Mak. supap, supap yuvası vb. i rule of three: Mate, üç terimi verilen bir orantının dör
gibi parçaların alıştırılmasında kullanılan, ince veya düncü terimini bulma yöntemi.
Kalın türden herhangi bir madde; alıştırma macunu. rule of thumb: Bilimsel bilgiler yerine deney ya da
rubidium: Potasyuma benzeyen yumuşak, gümüşî pratiğe veya uygulamaya dayalı bir kural.
beyaz, metalik bir element; rubidyum; Simg. Rb.; ruler: 1) üzerinde inç, cm ve onların ondalıkları türün
at.ağ. 85,48; at.no.37. den bölüntüler olan tahta, metal, asetat vb. inden ya
ruby: 1) korindon'un saydam, kırmızı renkli bir türü; pılan, doğru çizme veya ölçme için kullanılan bir
rubi; yakut; alüminyum oksit, Al 2 0 3 . 2) bu taştan alet; cetvel. 2) kâğıt vb. üzerine çizgiler çizen kişi ve
ya pılmış bir şey, örneğin saat taşları. 3) ing. Matb. ya cihaz.
5,5 puntoluk bir harf ölçüsü. ruling: 1) bir cetvel ile çizme veya ölçme işi. 2) bu şe
rudder: 1) gemilerin veya teknelerin kıç tarafına dikey kilde çizilen çizgi veya çizgiler.
olarak menteşelenmiş ve onları yönetmek için kulla ruling pen: Tek. Res. mürekkep ile doğrular ya da eğ
nılan, metal ya da keresteden yapılmış, yassı, geniş ri olmayan çizgiler çizmek için kullanılan, ayarlı ka
ve hareketli parça; dümen yelpazesi. 2) bir uçağın lem; tirlin.
sağa ya da sola dönüşünü sağlayan benzer bir par rumble: Gürültü, gümbürtü.
ça; dümen. 3) yöneltme, yönlendirme veya kontrol rumble seat: Otoların arkalarında bulunan ve açılır
görevi yapan bir şey. kapanır koltuk veya oturacak yer.
rudder angle: 1) bir uçağın simetri düzlemi ile düme rummage: a) yükün gemi ambarında düzenlenmesi
ni arasındaki dar açı; dümen açısı. 2) bir geminin si veya istif edilmesi, b) istif ya da depolama yeri.
metri düzlemi ile dümen yelpazesi arasındaki dar run: 1) hızlı olarak gitmek; hızla hareket etmek. 2) sü
açı. rekli olarak hareket etmek. 3) çalışmak. 4) akmak.
rudder angle indicator: Köprüüstünde, dümen dola 5) bir yüzeye konulduğu zaman, bir sıvı gibi yayıl
bında bulunan ve dümen yelpazesinin açısını belir mak. 6) bir sıvıya geçit vermek. 7) sefer yapmak ve
ten gösterge; dümen müşiri. ya su yüzünde gitmek: Gemi için söylenir. 8) ulaştır
rudder assembly: Gem. Mak. transmitter (verici), re- mak. 9) aşamalarını (bir deney vb. i) yerine getir
siver (alıcı) ve bunları birbirine bağlayan boru devre mek. 10) eritmek, tasfiye etmek (maden cevherini).
si vb inden oluşan tesisat ya da devre; dümen tesisa 11) erimiş metalden dökmek. 12) gemi, tren vb. i ile
tı. teK gezi. 13) gelgitte su akımı vb. 14a) bazı
rudder balanced: Dengelenmiş dümen (yelpazesi). sıvıların düzgün akması sırasındaki periyot, b) akım
rudder cleat: Bkz. rudder stops. miktarı. 15a) bir makine veya makinelerin çalışma
rudder head: Den. dümen rodunun başı. periyotu.
rudder heel: Dümen topuğu. b) bu periyot srasında üretilen şeyin miktarı. 16)
rudder heel pintle: Dümen topuğu iğneciği. Den. bir geminin karinasının kıç tarafa doğru eğrisel
rudder iron: Erkek veya dişi dümen iğnecikleri. şekil aldığı en dış kısmı; kıç kuruz. 17) erimiş; sıvı ya
rudder pintle: Erkek dümen iğneciği; dümen iğneci- pılmış; sıvı haline getirilmiş. 18) erimiş durumda
fil- iken akıtılan veya şekil verilen ya da kalıba dökülen.
rudderpost: 1) dümen rodu. 2) bazı gemilerde düme runabout: 1) tek kişilik, açık, hafif bir otomobil. 2) ha
nin bağlandığı, ek dümen bodoslaması. fif bir motorbot.
rudder, semibalanced: Yarı dengelenmiş dümen rundle: Bir tekerlek veya bir ırgatın fenerliği gibi dö
(yelpazesi). nen bir şey.
rudder shaft: Dümen mili veya dümen şaftı. rundlet: 1) değişik kapasitede küçük varil ya da fıçı.
rudder skeg: Dümen topuğu veya öksüz omurga. 2) bunun kapsadığı alkollü içki miktarı: Yakalşık 18
rudder stock: Dümen bodoslamasına bağlanan gemi galon'a (81,36 litre) eşit olarak alınan eski bir, ingiliz
dümeninin bir bölümü; dümen rodu. sıvı ölçüm birimi; runlet şeklinde de kullanılır.
rudder stops: Dümenin belirli bir açıdan (35°-37,5°) rung: Parçaları kuvvetlendirmek için kullanılan, özel
daha fazla alabandalara dönmesini önleyen tampon likle yuvarlak bir çubuk, rod vb. özellikle: a) merdi
ya da takozlar; dümen tamponları; rudder celat şek ven basamağı, b) bir iskemlenin bacakları arasında
linde de kullanılır. ki parça.
rudder tiller: Dümen yekesi. runner: 1) makine gibi, bir şeyi yöneten veya çalıştı
rudder, unbalanced: Dengelenmemiş dümen (yelpa ran kişi. 2) Diz Mot. yüksek devirli ve devir düşürü
zesi) . cü dişlilerle donatılmış makinelerde kullanılan hidro
rufous: Kahverengimsi Kırmızı veya sarımsı kırmızı; lik kaplinlerin döndürülen parçası; raner. 3) Metal.
pas rengi. eritilmiş bir metalin kalıp ya da potaya aktığı kanal.
rugged: 1) fırtınalı; şiddetli: Fırtınalı hava gibi. 2) şid runner cup: Bkz. sand funnel.
detli; sert; kuvvetli. 2) cilâsız, damıtılmamış. 3) kuv running: 1) akma gücü veya yeteneği. 2a) akan. b)
ru nni n g cl ea re nc e 473 ryn d

akan miktar veya nicelik. 3) hızlı bir şekilde akan ve


ten birinci kat boya; astar boya.
ya geçen. 4) akma. 5) erime; sıvı ya da akışkan ol
rusting: Kazan suyunda erimiş halde bulunan oksijen
ma. 6) sıvı boşaltma. 7) lineer; doğrusal. 8) kesil-
nedeniyle kazan saçı paslanması ve dolayısıyla aşın
meksizin devam etme, uzama vb. i. 9) kolay ya da
ması; paslanma; pas yapma.
düzgün hareket eden, giden. 10) kolayca kayan. 11)
rustless: 1) paslanmaz. 2) pası olmayan; passız; pas
çekildiği zaman hareket eden (bir halat gibi).
tan arî.
running clearence: Bir makinenin herhangi bir yerin
rust penetrating oil: Pasa nüfuz eden yağ; pas gider
de bulunan hareketli ve hareketsiz parçalar arasında
me yağı.
ki boşluk; çalışma klerensi veya boşluğu.
rustproof: Pasa dayanıklı; paslanmaz.
running gear: Bir makinenin çalişan parçalan; hare
rust remover: Pas giderici, sökücü veya çıkarici.
ket donanımı; özellikle: a) biri otomobil, lokomotif
rust stain: Pas lekesi.
vb. inin tekerlek, aks, aktarma organları vb. b) bir
rusty: 1) bir metal gibi pasla kaplı. 2) pastan oluşan;
motor veya makinenin piston, biyel (piston kolu),
pas tarafından neden olunan. 3) pas nedeniyle ser
krank mili vb, i hareketli parçaları.
best ve kolay çalışmayan. 4) pas renginde olan.
running temperature: Çalışma sıcaklığı veya tempe
ruthenic: Rutenyus bileşiklerine göre daha alçak de
rature.
ğerli rutenyum kapsayan kimyasal bileşiklere ait ya
rupture: 1) kırılma; kopma veya kırılma ya da kopma
da onları belirten; rutenik.
durumu.
ruthenious: Rutenik bileşiklere göre daha alçak de
rupture, modulus of: Bir, örneğin, burulma veya eğil
ğerli rutenyum kapsayan kimyasal bileşiklere ait ya
me deneyi ile saptanan her birim alanına düşen en
da onları belirten; rutenik.
büyük mukavemet veya kırılma yükü ölçümü; kırıl
ruthenious: Rutenik bileşiklere göre daha alçak de
ma modülü.
ğerli rutenyum kapsayan kimyasal bileşiklere ait ve
rush candle: Saz özünden yapılan mum; saz mumu;
ya onları belirten; rutenyus.
rushlight şeklinde de kullanılır.
ruthenium: Platin grubunun çok sert, kırılgan ve gü
rushlight: Bkz. rush candle.
müş grisi renkli nadir kimyasal bir elementi; ruten
rust: 1) hava veya rutubet etkisinde kaldığı zaman ok
yum; Simg. Ru; at.ağ. 101,7; at.no. 44.
sitlenme ile demir ya da çeliklerin yüzeylerinde olu
rutherford: 1) bir saniyede 106 bozunmaya eşit olan
şan kırmızımsı kahverengi veya kırmızımsı sarı bir
bir radyoaktivite birimi; ruterfort. 2) bir ruterfortluk
katman; pas; başlıca ferrik oksit, Fe 2 0 3 .H 2 0 ve
aktiviteye sahip olan bir nüklit miktarı.
fer-
rutherfordium: Kimy. 104 numaralı element; at.ağ.
rik hidroksitten Fe(OH)3 oluşur; iron rust şeklinde
de kullanılır. 2) diğer bir meta! üzerinde oksitlenme 261; at. no. 104.
ve korrozyon ile oluşan bir tabaka ya da film. 3) de rutile: Titanyum kaynağı olan bir mineral: titanyum di-
mir pasına benzeyen herhangi bir boya ya da olu oksit, Ti0 2 .
Rwy: Bkz. railway,
şum. 4) demir pası rengi; kırmızımsı kahverengi ve
Ry.: Bkz. Railways.
ya kırmızımsı san. 5) pasla kaplamak.
rynd: Üst değirmen taşının alt yüzünde çalışan ve bir
rusted: Paslı; pas tutmuş.
sıpındıl tarafından taşınan demir bir çubuk.
rust inhibiting primer: Pası önlemek amacıyla sürü
S, s
sacchar- şeklinde de kullanılır.
S, saccharomefer: Bir çözeltideki şeker miktarını sapta
s makta kullanılan bir tür hidrometre; sakarometre.
saccharose: Kamış veya pancar şekeri; sükroz; sak-
karoz.
S: Kükürtün kimyasal simgesi; Bkz. sulfur. sacrificial anode: Bkz. zinc anode.
s .: Bkz. 1) second; seconds. 2) section. 3) sadiron: Bkz. flatiron.
series. SAE: Society of Automotive Engineers: Otomotif Mü
4) silver. 5) steamer. hendisleri Birliği (ABD).
Sa: Bkz. samarium.
SAE number: Mot. Yağlama yağlarının viskozitelerini
Sabathe cycle: Modern dizel motorlarının teorik ya
belirtmek için kullanılan bir sayısı; SAE sayısı veya
da kuramsal çevrimi; karışık çevrim; çift yanmalı çev
numarası.
rim; Seiliger çevrimi; Bkz. dual combustion cycle,
safe: 1) hasar, tehlike ve yaralanmadan art; emniyet;
mixt cycle.
güven. 2a) koruyucu, b) rizikosu olmayan, c) güve
sacchar-: Bkz. saccharo-.
nilir. 3) tehlikesi devam etmeyen. 4) risk almayan.
saccharase: Bkz. sucrase.
5) yiyecek depo etmek için hava soğutmalı bir böl
saccharate: 1) sakarik asitin tuzu veya esteri. 2) me veya kompartman. 6) çoğu zaman metalden ya
şeke rin kalsiyum, strontiyum ve benzer metal pılmış, değerli şeyler konulan kilitli bir kap veya ku
oksitleri ile yaptığı bileşik; sakkarat. tu; kasa. 7) toz, güve, su, vb. inden korumak için eş
saccharic: 1) sakarin bileşiklerinden türeyen veya on yaların konulduğu herhangi bir kutu.
lara ait. 2) dekstroz ve diğer hegsozların oksitlenme
safety: 1) emin olma durumu veya niteliği; emniyet;
si ile elde edilen bir diasite [(CHOH) 4 (COOH)2] ait
güvenlik. 2) tehlikesiz; yaralanma veya hasardan
veya onu belirten.
ari. 3) kazadan koruyan belirli cihazlardan herhangi
saccharide: 1) şekerin bir organik bazla bileşiği. 2)
biri. 4) güven verme; tehlike veya hasarı azaltma.
karbonhidratlardan herhangi biri; özellikle monosak-
safety belt: 1) cankurtaran kemeri; can kemeri; emni
karit. 3) bir sakarat.
yet kemeri. 2) telefoncuların, cam silici vb. lerinin
sacchariferous: Şeker üreten veya kapsayan.
düşmeye karşı kullandıkları kemer. 3) anî darbe, ça
saccharification: Nişastayı sakarine çevirme.
tışma, veya inişte otomobil ve uçaklarda yolcuyu kol
saccharify: Kimyasal olarak (nişasta ve dekstrini) şe
tuğa bağlayan kemer; emniyet kemeri.
kere dönüştürmek.
safety boiler: Alev borulu kazanlar gibi fazla su kap
saccharimeter: Bir çözeltideki şekerin miktarını öğ
samayan ve patlama tehlikesi olmayan tüm su boru
renmek için kullanılan polariskop şeklinde herhangi
lu kazanlar için söylenir; emniyetli (güvenli) kazan.
bir cihaz; sakarimetre.
safety bolt: Emniyet vidası ya da cıvatası.
saccharin: Beyaz, kristalli bir kömür katranı bileşiği;
safety cap: Güvenlik (emniyet) kepi; oksijen solu
sakarin, C 7 H 5 0 3 NS ; sakarin; kamış şekerinden
num cihazlarında, 135 atmosfer basınçta hava kapsa
400 defa daha tatlıdır; şeker hastalığı diyetinde
kullanılır. saccharine: 1) şekere ait; şeker kapsayan; yan tüp üzerinde bulunan başlık; sıcaklığı çok yük
şekerli; şe sek yerlerde aşırı basınca karşı tüpü korur ve
ker tabiatında olan; şeker üreten. 2) çok tatlı veya 94°C'de (201,2°F) eriyen metal alaşımından yapılır
şurup gibi. Bkz. rose metal.
saccharinity: Sakarin olma durumu veya niteliği. safety cock: Emniyet musluğu veya süpapı.
saccharization: Şekere dönüştürme.
saccharize: Şekere dönüştürmek; nişasta veya deks
trini şekere dönüştürmek.
saccharo-: Şeker, sakarin anlamlarında bir önek;
sa f e t y coe ff icien t 475 saline
safety coefficient: Emniyet (güvenlik) katsayısı. lan, rüzgârı tutmak için kullanılan, türlü şekillerdeki
safety devices: Güvenlik ya da emniyet sağlayan, yelkenlerden herhangi biri; yelken. 2) yelkenlerin tü
alarmlar, otomatik kapama cihazları, yağ sisi detek mü; tüm yelkenler. 3) yelkenli tekne ya da tekneler.
törleri gibi cihazların tümü; güvenlik cihazları. 4) herhangi bir teknede yapılan kısa veya uzun bir
safety factor: Güvenlik katsayısı; emniyet faktörü. gezi. 5) yeldeğirmenlerinin bir kolu, yelkene benze
safety fuse: Güvenliği arttırmak için, patlayıcıdan yen herhangi bir şey. 6) yelken veya yelkenlerle ve
uzakta yakılan uzun bir fitil; emniyet fitili. ya pervane gibi mekanik bir araçla geriye (doğru)
safety glass: 1) iki cam levhanın saydam ve plâstik hareket etmek. 7) suda hareket veya seyahat etmek:
bir madde ile birleştirilmesiyle yapılan cam; dağıl- Bir gemi veya yolcuları için söylenir. 8) suda bir gezi
maz cam: Otomobillerde kullanılır. 2) tel ile dayanık- ye başlamak. 9) havada kaymak, yüzmek veya düz
lığı arttırılmış cam; telli cam. gün hareket etmek. 10) bir tekne ya da gemide hare
safety hook: Kendiliğinden açılmayan bir dile sahip ket etmek ya da gitmek 11) elleçlemek, yöneltmek
olan kanca; emniyet kancası; kilitli kanca. veya idare etmek (bir bot ya da tekneyi).
safety lamp: 1) alevi çevreleyen metal bir koruyucu sailboat: Yelken ya da yelkenlerle yürütülen bir tek
su olan madenci lambası; madenci feneri. 2) patla ne; yelkenli tekne; yelkenli gemi.
ma, yangın vb. inden kaçınmak için dizayn edilmiş sailcloth: 1) yelken yapımında kullanılan uzun lifli
herhangi bir fener veya lâmba; emniyet lâmbası. branda veya diğer bir kumaş. 2) yelken yapımında
safety lock: 1) sadece kendi anahtarı ile açılan ve kullanılan ağır tekstil malzemesi. 3) örtü vb. olarak
anahtarsız açılamayan kapı vb. i yerlerde kullanılan kullanılan böyle malzemenin bir parçası.
bir kilit; emniyet kilidi. 2) bir ateşli silahın emniyet sailer: 1) yelkenlerle donatılan veya yürütülen bir tek
mandalı. ne. 2) herhangi tür hızlı bir gemi.
safety match: Hazırlanmış bir yüzeye sürüldüğü za sailing: 1) navigasyon veya seyir bilimi sanatı. 2) su
man yanan bir kibrit; emniyet kibriti. da bir gemi veya kişinin sefere başlaması. 3) rüzgâ
safety nut: Kontra somun; emniyet somunu; Bkz. rın yelkenler üzerindeki etkisi ile ileriye doğru giden.
lock nut. sailor: 1) denizci; gemici. 2a) donanmada (ABD) rüt
safety pin: Çengelli iğne; kancalı iğne; emniyetli iğ besiz kişi. b) donanmadaki herhangi bir kişi. 3) de
ne. niz tutmasına karşı duyarlılığı bakımından bir tekne
safety razor: Traş sırasında deriyi kesme tehlikesi en de sefer yapan kişi: O iyi bir denizcidir gibi.
aza indirilmiş olan bir taş makinesi; emniyetli (traş) sailoring: Bir denizci veya gemicinin işi veya yaşamı;
makinesi. denizcilik.
safety rod: Normal denetim sistemi çalışmadığı za sailorly: Denizcilere benzeyen; denizciler için uygun;
man bir nükleer reaktörü çok çabuk durduracak denizcilere yakışır tarzda veya şekilde.
kontrol çubuğu; emniyet çubuğu veya rodu. sailor's knot: Gemici veya denizciler tarafından kulla
safety switch: Emniyet şalteri. nılan düğmelerden herhangi biri; gemici bağı.
safety valve: Buh. Kaza. iç basınç aşırı olduğu za Saint Elmo's fire: Fırtınalı gecelerde gemilerin üzerin
man, buharı kazan dışına kaçıran ve koruyucu göre de, gemi direği ile yağmur bulutu arasında görülen
vi yapan yaylı, manivela ve ağırlıklı ya da ağırlıklı tür elektriksel boşalım; Saint Elmo ateşi.
leri olan, otomatik olarak açılıp kapanan bir vana; sal: Ecz, tuz.
emniyet valfı; seyfti valf. sal-ammoniac: Bkz. sal ammoniac.
safranin: Bkz. safranine. sal ammoniac: Amonyum klorür Bkz. ammonium ch
safranine: 1) sarımsı kırmızı renkli bir anilin boyası ve loride.
ya yapısı buna benzeyen türlü boyalardan herhangi saleratus: Sodyum (bazan potasyum) bikarbonat; ye
biri; safranin, C 20 H 19 N 4 CI . 2) türlü tuzların mek sodası.
safranin boyaları ile yaptığı herhangi bir karışım; salicin: Belirli bitki ve kavak ağaçlarının kabukların
boya veya
mikroskopide boyama maddesi olarak kullanılır. dan elde edilen ve ateş düşürücü olarak kullanılan
safrol: Bkz. safrole. beyaz, kristalli bir glükosit; salisin, C 1 3 H 1 8 0 7 .
safrole: Şeffaf, renksiz bir yağ; safrol, C 10 H 10 O 2 ; salicylate: Salisilik asitin herhangi bir tuzu veya este
ka furu ağacında bulunur ve parfümlerde kullanılır. ri; salisilat.
sag: 1) ağırlık veya basınç nedeniyle, özellikle orta salicylic acid: Salisilin veya fenolden elde edilen be
dan bükülerek, çukurlaşmak veya eğilmek. 2) daya- yaz, kristalli bir bileşik; salisilik asit, C 6H 4(OH)CO-
nıklığını kaybetmek; aşınma, yaş vb. i nedenlerle za OH; besin koruyucu ve ılımlı antiseptik olarak, tuzla
yıflamak. 3) Den. sürüklenmek; düşmek. 4) belver- rı romatizma tedavisinde ve ağrı gidermede vb. kulla
me, çökme veya eğilme yeri: Külhan çökmesi gibi. nılır.
5) Den. rüzgâr altına düşme veya sürüklenme. saliferous: Tuz üreten veya kapsayan.
sag correction: Çöküntü veya belvemeyi düzeltme salify: Tuzlu yapmak, özellikle: a) tuzla doyurmak, b)
(külhan çökmesinde olduğu gibi). tuz şekli vermek; tuza dönüştürmek, c) tuzla birleştir
sagged: Kiriş, petrol, gemi teknesi vb. i gibi kendi mek.
ağırlığı ile eğilmiş; bel vermiş. saline: 1) yemek tuzu veya sodyum klorüre ait; tuzlu;
sagging: Eğilme; bel verme. yemek tuzu kapsayan. 2) alkali metaller veya mag
sagging of furnace: Alev borulu kazanlarda türlü ne nezyum tuzlarından herhangi birini kapsayan veya
denlerle külhan çökmesi; maksimum çökme 6,5 onlara ait. 3) tuzlu kaynak, bataklık, maden vb. 4)
mm'yi geçmemelidir; 38 mm'yi geçen çökmelerde özellikle magnezyum tuzu olan ve tıpta sık sık müs-
külhan düzeltilmeli; takviye çemberi kullanılmalıdır. hil ilâcı olarak kullanılan metal tuzlarından herhangi
sail: 1) branda ve diğer dayanıklı maddelerden yapı biri. 5) tıbbî tedavilerde kullanılan, izotonik bir tuz çö-
salinity 476 sampler
saltish: Bir dereceye kadar tuzlu.
zeltisi. saltpeter (salpetre): 1) potasyum nitrat. 2) sodyum
salinity: 1) tuzlu olma durumu, derecesi ya da niteli nitrat; Chile saltpeter şeklinde de kullanılır.
ği; tuzluluk. 2) kazan suyundaki tuz yoğunluğu. salt solution: Tuz çözeltisi veya eriyiği; salamura.
salinity indicator: Gem. Mak. evaporator distilleri (da salt-water: Tuzlu suya ait; tuzlu sudan oluşan; tuzlu
mıtıcısı), besi suyu devresi, havasızlandırma tankı, suda yaşayan.
yedek fid suyu tanklarındaki suların tuzluluğunu ölç salt water: Çok fazla tuz kapsayan su; tuziu su; deniz
mek için kullanılan elektrikli cihaz; tuzluluk ölçer. suyu; Bkz. sea water.
salinity test: Kazandan alınan besi (fid) suyuna, fe- salt water evaporator: Gem. Mak. deniz suyundan
nolftaleyn ile nötrleştirildikten sonra bir kaç damla saf su üreten buharlaştırıcı cihaz; deniz suyu evapo-
potasyum kromat ve daha sonra damla damla gü ratörü.
müş nitrat eklenir. Gümüş nitrat kiorürlerle tepkiye salt water pump: Bkz. sea water pump.
rek beyaz renkli gümüş klorürü çökeltir Bu şekilde salt water system: Den. gemilerde soğutma, yoğuş-
klorürlerin tümü çöktürüldükten sonra eklenecek gü turma, servis, yangın vb. amaçlarla kullanılan türlü
müş nitrat damlası, potasyum Kromatla tepkiyerek deniz suyu sistemlerinden herhangi biri; yangın dev
kırmızımsı gümüş kromata dönüşür ve deney sonuç resi, sirkülasyon devresi vb. i.
lanır. 0,02 normal gümüş nitrat çözeltisinin 1 mililitre saltworks: Buharlaştırma vb. i ile tuz yapılan yer; tuz
3
si (1 cm ) 10 ppm kalsiyum karbonat çöktürür. Böy la.
lece kullanılan gümüş nitrat çözeltisi 10 ile çarpıla saltwort: Karbonat yapımında kullanılan türlü akraba
rak tuz içeriği ppm CaCO3 türünden bulunur. bitkilerin herhangi biri.
salinometer: Bir çözeltide, özellikle alev borulu bir ka salty: 1) tuza ait; tuz kapsayan. 2) deniz kokan,
zanın besleme suyundaki tuz miktarını ölçmek için salvable: Korunabilir veya kurtarilabilir.
kullanılan bir cihaz; salinometre. salvage: 1) denizde yangın, gemi kazası vb. inden
salinometer cock: Yoğunluğu ölçülmek üzere alev bir gemi, mürettebat ve yükün kurtarılması. 2) kurtar
borulu bir kazandan örnek su alınmasını sağlayan ma operasyonunda (gemi sahibi) veya sigorta şirke
bir musluk veya valf; saiinometre valfı; saiinometre ti tarafından veriien ücret, karşılık ya da tazminat. 3)
musluğu; genellikle kazanların orta kısımlarında bu kurtarılan gemi, yük veya mürettebat. 4) dalgıç ve
lunur. özel cihazlarla batmış veya hasara uğramış bir gemi
salinometer pot: içersine alev borulu bir kazandan nin ve yükünün onarılması. 5a) eşya ve malları yan
alınan suyun konulduğu ve saiinometre cihazının ba- gınla hasardan korumak, b) bu şekilde kurtarılan
tınldığı metal kap; saiinometre kabı. mal. c) kurtarma için ödenen miktar, d) malların de
salinometer set: saiinometre, saiinometre kabı ve ter ğeri, e) bu tür malların satışından elde edilen ka
mometreden oluşan takım; saiinometre takımı. zanç. 6) herhangi hasarlı veya atık malzemeden ya
salinometer valve: Buhar kazanlarından türlü deney rarlanma. 7) deniz kazası, yangın, su taşıntısı vb. in
ler yapmak amacıyla su almak için kullanılan küçük den korumak. 8) dalgıç ve özel araçlarla (batmış ya
bir valf; saiinometre valfı; su borulu kazanlarda bu da kazaya uğramış gemileri) onarmak. 9) yararlan
valftan hemen sonra devre üzerinde küçük bir soğu mak (atık, hasarlı mal vb. inden).
tucu da bulunur. salvage officer: Den. gemi kurtarma konularında uz
salol: Salisilik asitin fenil esteri olan renksiz, kristalli manlaşmış kimse; gemi kurtarma zabiti, uzmanı ve
bir bileşik; salol, C 13 H 10 O 3 ; tıpta iç antiseptiği ya mütehassısı.
ola rak kullanılır. salvage vessel: Kurtarma gemisi veya römorkörü; tür
salsoda: Bkz. sal soda. lü kurtarma araç ve gereci ile donatılmış bir gemi ya
sai soda: Kristâlleştirilmiş sodyum karbonat, da römorkör.
Na 2 CL.1OH 2 O; çamaşır sodası olarak kullanılır. salvaging: Hasardan koruma; kurtarma.
sait: 1) sodyum klorür, NaCI; doğal yataklarda ve de salvation: 1) koruma veya kurtarılma; hasardan koru
nizlerde bulunur; yemek tuzu. 2) hidrojeni kısmen ma; kurtarma veya koruma kaynağı ya da nedeni
veya tamamen bir metalle değişen bir asitten türe olan kişi veya şey.
yen kimyasal bir bileşik; tuz. 3) Çoğ. a) tıbbî amaç salve: Bkz. salvage (7 ve 8).
lar için kullanılan herhangi bir mineral tuz. b) amon salvolatile: Amonyum bikarbonat veya amonyum kar
yak ruhu. 4) özellikle deneyimli olan bir denizci. 5) bonat karışımı.
tuz kapsayan. 6) tuz ile koruma veya muhafaza et salvor: Bir gemi, onun yükü vb. inin kurtarılmasında
me. 7) tuzlu suda yetişen veya büyüyen. 8) tuz ya yardım eden gemi veya kişi; kurtarma gemisi.
da tuz çözeltisi ile korumak. 9) kimyasal işlemlerde samarium: Nadir toprak grubundan metalik kimyasal
tuz ile muamele etmek. bir element; samaryum; Simg. Sm., Sa; at.ağ.
salt cake: Tuz asiti yapımı sırasında bir yan ürün 150,43; at.no. 62.
olan sodyum sülfat, Na 2SO410H2O. samarskite: Demir, toryum, uranyum ve samaryum,
salt, common: Bkz. common salt. seryum vb. gibi nadir toprak metaller kapsayan par
salted: Tuz ile muamele edilmiş, özellikle muhafaza lak, kadife siyahı renkli bir mineral; samarskit.
edilmiş; tuzlanmış. sample: 1) tüm bir grup, örnekler vb. inin temsilcisi
salt hydrate: Billurlaşmanın veya kristalleşmenin su bir parça veya parça olarak alınan şey, örneğin mu
yuna sahip olan bir tuz; sulu tuz. ayene için alınan su. 2) örnek; numune; misal. 3)
salt, inorganic: fite. inorganic salt. numune veya numunelerini almak.
saltern: Tuzla; tuz fabrikası. sampler: 1a) muayene için örnekler hazırlayan kişi.
saltily: Tuzlu bir şekilde veya tarzda. b) örnekler çıkarmak için kullanılan türlü cihazlar-
saltiness: Tuzlu olma durumu veya niteliği.
sampling 477 saponifier

dan herhangi
kum ile zaman ölçümünde kullanılır; kum saati.
biri.
sandhog: 1) kum kazan veya kumda çalışan işçi. 2)
sampling: 1) test veya analiz için bir şeyden örnek
bir kesonda olduğu gibi, toprakaltı veya sualtında ve
olarak küçük bîr parça veya miktar alma işi veya işle
basınçlı hava içinde çalışan işçi; sand hog şeklinde
mi. 2) bu şekilde alınan örnek veya numune, örne
de yazılır.
ğin yağ ya da yakıt numunesi.
sanding: Zımparalama
sampling coal: Isı değerlerini saptamak üzere, özel
sandpaper: 1) düzeltme ve parlatma için kullanılan
likle toz kömürlerden alınan örnek; numune kömür;
bir yüzü kumla kaplı kâğıt; zımpara kâğıdı; zımpara.
örnek kömür.
2) zımpara kâğıdı ile düzeltmek veya parlatmak.
sampling fuel oil: Bir gemiye veya enerji tesisine
alın makta olan fuel oil'in 200 cm3'lük örneği; sandpaper disk: Zımpara diski.
gemide ikinci mühendis veya ikinci makinist sandpaper roll: Zımpara merdanesi.
tarafından mu hafaza edilir. sandstone: Rengi kırmızıdan kahverengine kadar de
sampling oil: Belirli bir süre işletmeden sonra, analiz ğişen, çoğu zaman kuvarz ile kum taneciklerinin sili-
edilmesi amacıyla gemi dizel motorları vb. inin alt ka, kireç vb. i ile oluşturdukları tortul kaya; inşaat
karter veya makine altı (sanıp) tanklarindan 200 için yaygın olarak kullanılır; kumlası; kûfekî taşı.
cm3'lük temiz bir şişeye alınan örnek; yağ sandwich compund: Grafit bir yapıda karbon ve bo
numune si; yağ örneği. ran atomlari arasında tutulan metal atomlu bir bile
sampling water: Türlü deneyler için buhar kazanların şik; sandviç bileşik.
dan alınan su; örnek su: muayene suyu. sanitary: 1) sağlık durumu ya da sağlığa ilişkin; sağ
sand: 1) kum. 2) plaj. 3} kum saatindeki kum. 4) lık kurallarına ait. 2) temiz, sağlıklı durum; sıhhî.
ku mun karakteristiği olan kırmızımsı sarı renk. 5) sanitary discharge: Den. pis suların deşarj veya çıkış
kum serpmek. 6) kum veya zımpara kâğıdı ile ları.
düzeltmek ya da parlatmak. 7) kumla karıştırmak. 8) sanitary engineering: insanların biyolojik atıkları, su
kum ile kaplamak. 9) kum ile doldurmak. sağlama vb. konularla ilgilenen inşaat mühendisliği
sandarac: 1a) sandarak ağacının cila yapımında ve dalı.
tütsü olarak kullanılan reçinesi, b) sandarak ağacı. sanitary flushing system: Ana yangın devresinden
2) kırmızı alçak basınçlı deniz suyu sağlayan ve bu suyu idrar
zırnık. kapları, WC'lere veren ve atıklari dışkı tanklarına
sandarac tree: Çam familyasından sert, hoş kokulu, atan devre ya da sistem; sağlık atık sistemi.
bir dereceye kadar saydam ve sarı renkli bir reçine sanitary piping: Servis suyu tankları, pompalan, hid
veren, Kuzey Amerika ağacı; sandarak ağacı. rofor, dışkı tankı vb. leri için kullanılan boru devresi.
sandbag: 1) gemilerde safra, askeri istihkâmlarda ve sanitary pump: 1) gemilerde suyu servis tankları, ço
ya su baskınına karşı kullanılan kum torbası. 2) kum ğu zaman hidrofor ya da basınçlı tanklara basan, iç
ile doldurulan ve silâh olarak kullanılan küçük, dar me ve yıkanma suyu sağlayan pompa; su imlâ pom
bir torba. 3) çevresini kum torbası ile çevirmek. 4) pası; sağlık pompası. 2) dışkı veya insanların biyolo
kum torbası ile vurmak. jik atıklannı boşaltmak için kullanılan pompa; neca
sandblast: 1) metallerin, gemi borda ve karinalarının, set pompası; fecal pump olarak da kullanılır.
taşların, binaların vb. yüzeylerini temizlemek için kul sanitary tank: 1) bir gemide türlü bölümlere verilmek
lanılan, yüksek hızla kum taşıyan basınçlı hava ya üzere içme ve yıkanma suyu depolayan tank. 2) ge
da buhar akımı. 2) bu püskürtmeyi uygulayan maki mi personeli ve yolcuların biyolojik atıkları ve pis su
ne. 3) herhangi kuvvetli, tahrip edici kuvvet. 4) kum ların toplandığı tank; necaset tankı; pis su tankı; dış
üfleyerek temizlemek. kı tankı.
sandblaster: Yüksek hızlı hava veya buhar yardımı sanitation: 1) sağlıklı, örneğin drenaj, havalandırma,
ile püskürttüğü kumla, gemi karina ve bordalarının temiz su sağlama vb. i önlemlerin incelenmesi ve
vb. i türlü yerlerin yüzeylerinin temizlenmesinde kul kullanımı; sağlık durumlarinın geliştirilmesi ve uygu
lanılan bir aparat; kum püskürtme cihazı. lanması ve bilimi; hıfzıssıhha. 2) biyolojik atıklar ve
sandblasting: Basınçlı hava ile kum üfleyerek yüzey boşaltılması.
temizleme. santonin (santonine): Tıp. Renksiz, kristalli bir bile
sandblast hose: Kum püskürtme cihazının hortumu. şik; santonin, C 1 5 H 1 8 0 3 ; belirli pelin tüllerinden
sanblast nozzle: Kum püskürtme cihazı hortumunun el de edilir ve bağırsak kurtlarinı dökücü ilâç olarak
ucunda bulunan nozul ya da meme; kum püskürt kul lanılır.
me nozulu. saponaceous: Sabuna benzeyen; sabunlu.
sandblast machine: Basınçlı hava ile kum püskürte saponifiabie: Sabun durumuna getirilebilir; sabunlaş-
rek temizleme sağlayan Bkz. sandblast makine; iınlabilir.
kum üfleme makinesi. saponification: 1) hayvansal bir yağ ve bir alkali ara
sand-cast: Kum kalıbına erimiş metal akıtarak döküm sındaki sabun ve gliserin veren bir tepkime; sabun
yapmak. laşma. 2) hayvansal yağ esterlerinin asit ve alkollere
sand clotch: Zımpara bezi. hidrolizi.
sander: 1) kum veya zımpara kâğıdı ile düzelten veya saponification number: 1 gram yağı tam olarak sa
parlatan kişi. 2) kum ya da zımpara kâğıdı ile düzel bunlaştırmak için gerekli, miligram türünden potas
ten veya parlatan makine; zımpara cihazı. yum hidroksit miktari; sabunlaştırma sayısı.
sand funnel: Erimiş metalin kalıba akıtıldığı baca; saponification value: Sabunlaştırma sayısı veya de
kum bacası; runner cup şeklinde de kullanılır. ğeri; Bkz. saponification number.
sandglass: Birbirine ince bir boru ile bağlı iki cam saponifier: Yağları sabuna dönüştürmek için kullanı-
kü reden oluşan bir cihaz; bir küreden diğerine
akan
sapo ni f y 478 Say bol t seco n d univ ersa l

lan kimyasal madde.


çözünemeyen çözelti; doymuş çözelti.
saponify: 1) bir alkali veya baz ile tepkime sonucu
saturated steam: Buh. Kaza., Term, içersinde su küre-
(bir yağı) sabuna çevirmek veya dönüştürmek. 2) sa
cikleri bulunmayan buhar; doymuş buhar; buharın
bunlaşmaya uğramak; sabunlaştırmak.
yaş buhar ile kızgın buhar arasındaki bir fazı.
saponin: Sabunotu vb. inde bulunan, suda çözündü
saturated vapor: Herhangi belirli bir basınç ve bu ba
ğü zaman sabun gibi köpük veren bir grup glükosit'-
sınçta doyma sıcaklığında olan buhar; doymuş bu
ten herhangi biri; saponin.
har.
saponine: Bkz. saponin.
saturated vapor line: h-s ve T-S diyagramlarında doy
saponite: Kayaların oyukları ve kanallarında görülen
muş buhar ve doymuş sıvı hatları veya eğrileri.
yumuşak, sabun gibi bir kütle oluşturan sulu alümin
saturater: Doyuran veya işba haline getiren kişi ya
yum ve magnezyum silikat; saponit.
da şey; saturator şeklinde de kullanılır.
sapphirine: 1) magnezyum ve alüminyumun mavi ya
da yeşil silikatı; saferin, Mg 5 AI 12 Si 2 O 27 . 2) lâl'in ma saturation: 1) doyma veya doyurulma ya da işba hali
ne getirilme; satürasyon. 2) bir rengin derecesi veya
vi renkli bir türü.
saran: Belirli vinil bileşiklerinin polimerleşmesinden el şiddeti. 3) mümkün olan en yüksek derecede mıkna
de edilen türlü, ısı ile yumuşayan ya da termoplâstik tıslanmış manyetik bir maddenin durumu.
reçinelerden herhangi biri; türlü kumaşlar, asitlere saturation current: Elekt. katotun anota yaklaşması
dayanıklı borular, teçhizat vb. i yapımlarında kullanı ile tüm elektronlar yayıldığı zaman termiyonik bir
lır. valfta akan akım; doyma akımı.
sard: 1) kalsedon'un koyu turuncu kırmızı renkli, çok saturation curves: Bkz. saturation lines.
sert bir türü; mücevher vb. i olarak kullanılır. 2) bu saturation lines: h-s veya T-S diyagramlarında doy
nun bir parçası; sardine şeklinde de kullanılır. muş buhar ve doymuş sıvı hatları veya eğrileri.
saturation point: Mümkün olan en yüksek miktarda
sardine: Bkz.
sard. maddenin emildiği veya massedildiği bir nokta; doy
satellite: Astr. daha büyük birinin çevresinde dönen ma noktası; işba noktası Bkz. dew point.
küçük bir gezegen; uydu; peyk; satelit. saturation pressure: Buharlaşma sıcaklığı olan her
satellite, artificial: Uzaya gönderilen Dünya veya di hangi belirli bir basınç; doyma, işba basıncı.
ğer bir gök cismi çevresindeki yörüngede hareket saturation temperature: Buharlaşma basıncı olan
eden insan yapımı bir uydu; yapay uydu. herhangi belirli bir sıcaklık; doyma sıcaklığı.
satellite, earth: Dünya çevresindeki yörüngede insan saturator: Bkz, saturater.
yapımı bir uydu; Dünya uydusu. saturnine: Kurşuna ait veya ona benzeyen; kurşun
satellite, electrons: Bir atomun çekirdeği dışındaki zehirlenmesi olan.
bir yörüngedeki elektronlar; elektron uydu. saturnism: Kronik kurşun zehirlenmesi.
saturability: Doyabilir veya işba haline gelebilir olma saw: 1a) türlü şekil ve ölçülerde, ince ve çoğu zaman
durumu ya da niteliği. çelikten yapılmış bir ağzı bulunan, el veya bir elek
saturable: Doyurulabilir veya işba haline getirilebilir. trik motoru ile çalıştırılan kesme aleti; testere, b) bu
saturant: Doyurma; işba haline getirme; doyuran bir na benzeyen, fakat dişleri yerine keskin bir ağzı bu
madde; doyuran. lunan türlü alet veya cihazlardan herhangi biri. 2)
bu tür alet veya aletleri olan bir makine. 3) testere
saturate: 1) daha fazla almayacak şekilde (bir şeyi)
ile kesmek veya bölmek. 4) testere ile şekil vermek.
tam olarak doldurmak, şarj etmek veya muamele et
5) testere ile kesilmek.
mek. 2) Kimy. bir diğeri ile bir maddeyi kapasitesinin
tümü ile birleştirmeye neden olmak; doyurmak; işba saw blade: Testere ağzı.
haline getirmek. 3) koyu; yoğun: Renkler için söyle sawdust: Kesilen odunların yan ürünü olan çok kü
nir. çük partlkülleri; hızar talaşı; testere tozu veya talaşı.
saturated: 1) kapasitesi kadar doldurulmuş; saw horse: Kesilme için kütüğün yerleştirildiği tez
alabilece ği kadar emmiş olan; doymuş; işba gâh; testere
haline gelmiş. tezgâhı.
2) nem ile ıslatılmış; ıslak. 3) beyazla karıştırılma saw log: Kesilmek için yeter büyüklükte olan ağaç,
mış: Renkler için söylenir. 4) Jeol. mümkün olduğu tomruk.
kadar çok silis kapsayan: Kaya veya mineraller için saw machine: Motorlu testere; testere makinesi
söylenir. sawmill: 1) kütüklerin kesilerek tahta yapıldıklan yer
saturated air: Maksimum miktarda su buharı kapsa ya da fabrika; kereste fabrikası. 2) büyük kereste
yan hava; doymuş hava. makinesi.
saturated compounds: Çift ya da üçlü bağı olma saw retoother: Körlenmiş testere dişlerini bilemek
yan, sadece bir bağa sahip olan organik bileşik; ör için kullanılan makine; diş bileme makinesi; testere
neğin etan, H3 C-CH3; doymuş bileşik. bileme makinesi.
saturated fatty acids: Miristik, palmitik, stearik vb. i saw set: Testere dişlerini açmak veya hafifçe dışa
asitler; doymuş yağ asitleri. doğru bükmek için kullanılan bir cihaz.
saturated hydrocarbons: Karbon atomlan arasında saw sharpener: Bkz. saw retoother.
çift ya da üçlü bağ olmayan, sadece tek bir bağa sa saw tooth: Testere dişi.
hip olan karbonlu hidrojenler; doymuş karbonlu hid saw-toothed: Testereye benzer dişleri olan; testere
rojenler. dişli.
saturated liquid: Herhangi belirli bir basınç ve bu ba sawyer: Görevi kütükleri kesmek olan kişi; bıçkıcı.
sınçtaki doyma sıcaklığında olan sıvı; doymuş sıvı. Saybolt Furrol: Bkz. Second Saybolt Furol.
saturated solution: Belirli bir sıcaklıkta içersinde faz Saybolt second universal: Bkz. Second Saybolt
la çözünür madde kapsayan ve daha fazla madde Universal.
Say bol t viscome t e r 479 scave ng e po r t s

Saybolt viscometer: Akaryakıtların ve zaman zaman ler şeklinde bulunan nadir bir kimyasal element;
yağlama yağlarının viskozitelerinin ölçümünde kulla skandiyum; Simg. Sc; at.ağ. 45,10; at.no.21.
nılan bir cihaz; Saybolt viskometresi; Saybolt viskozi- scanner: Radar anteni; Bilg. say. Tarayıcı.
metresi. scanning: Bir katot ışın tüpünün floresan perdesinin
Sb: Bkz. antimony. bir yanından diğer yanına bir elektron huzmesinin
S c : Bkz 1) scale. 2) screw. hareketi; bu olay katot ışın osiloskopları ve televiz
scalage: Bir şeyin hesaplanmasında müsaade edilen yon alıcılarında oluşur.
çekme yüzdesi; çekme payı. scantling: 1) küçük bir nicelik veya miktar. 2) yapı
scalar: Mate. hacim veya sıcaklık gibi, büyüklüğü malzemesinin boyutları. 3) özellikle enine kesiti 2x4
olan fakat uzayda yönü bulunmayan niceliğe ait ve inç (50,8-100,16 mm) olan küçük bir kiriş veya kad
ya onu belirten; skalar; skalar nicelik; sayıl. ran. 4) küçük kiriş veya ağaç kadranların tümü.
scalar quantity: Sadece büyüklüğü olan ve yönü ol scanty: 1) bol olmayan; kıt. 2) yeterli olmayan; yeter
mayan nicelik; skalar nicelik. siz. 3) dar; küçük; sıkı.
scald: 1) kızgın bir sıvı veya buharla yanmak veya ya scapolite: Alüminyum, kalsiyum ve sodyumun silikat
ralanmak. 2) hemen hemen kaynama noktasına ka larından oluşan mineraller grubunun herhangi biri;
dar ısıtmak. 3) kaynamış sıvı kullanmak, b) kayna wernerite şeklinde de kullanılır.
mış sıvı kullanarak (meyva vb. inin) derisini çıkar scarf: 1) çentik, oyuk vb. i şekillerde keserek iki ayrı
mak. parçayı tek parça gibi, birbirine geçirmek; geçme;
scale: 1) Tek. Res. cetvel. 2) bir hat boyunca hesapla scarf joint şeklinde de kullanılır. 2) uçları bu şekilde
ma ve ölçmede kullanılan bir dizi işaret, taksimat ya kesilmiş bir parça. 3) geçme ile birleştirmek. 4)
da bölüntü: Termometre bölüntüsü gibi. 3) bu şekil ucunda geçme yapmak.
de işaretlenmiş herhangi bir alet. 4a) harita, model scars: Diz. Mot. yara izleri (valf sıpındılında).
vb. inin oranı; ölçek; mikyas, b) harita üzerinde bu scatter: 1) Fiz. a) düzensiz olarak, dağılacak şekilde
oran veya ölçeği gösteren taksimatlı hat. 5) bir ölçe yansıtmak veya kırmak, b) düzensiz bir şekilde dağıt
ğe göre yapmak veya ayar etmek. 6) sabit bir oran mak veya yansıtmak. 2) ayırmak ve türlü yönlere ya
veya orantıya göre azalmak: Fiyatlar bin lira azaldı yılmak. 3) ayrılmak ve türlü yönlere dağılmak. 4) is
gibi. raf etmek; yokolmak veya gözden kaybolmak.
scale: 1) ısıtıldığı veya paslandığı zaman metallerin scattering: 1) bir tanecik veya fotonun başka bir tane
yüzeyinde oluşan oksit katmanı. 2) ısıtıldıkları za cik veya sistemle çarpışması sonucu yönünün değiş
man buhar kazanları, silindir laynerlerlnin dış yüzü, mesi; sapma; difüzyon. 2) geniş bir alana yayılma;
çaydanlık veya diğer metal kaplarda oluşan sert, ısı düzensiz aralarla oluşma.
ya yalıtkan bir katman; kazan taşı; kısır. 3) üzerinde scattering loss: Elektromanyetik dalgaların düzensiz
kısır oluşumuna neden olmak; kısır ile kaplamak. 6) bir biçimde yayılması nedeniyle iletim kaybı.
kazan taşı kaplamak. scavenge: 1) egzoz gazlarını (iki zamanlı motorların
scale: 1) terazi kefesi. 2) Çoğ. terazinin kendisi; tera silindirlerinden) süpürerek çıkarmak; süpürmek. 2)
zi, b) herhangi tür bir tartı cihazı. 3) terazide tart Metal, artıklarla kimyasal olarak birleşecek bir mad
mak. 4) ağırlığı olmak. 5) tartmak. 6) tartılmak. de kullanılarak (erimiş metali) temizlemek. 3) bir ma
scale, architect's: Tek. Res. mimar ve makine mü kinenin alt karterinde kullanılmış yağın samp tanka
hendisleri tarafından kullanılan üçgen kesitli ve öl dönmesi.
çekli cetvel; mimar cetveli. scavenge air: a) Diz. Mot. iki zamanlı dizel motorla
scalene: 1) Geom. a) eşit olmayan kenar ve açılara rında silindirlerde kalması olası egzoz gazlarını te
sahip olan: Üçgen için söylenir, b) tabana dikey ol mizlemek veya süpürmek için kullanılan ve basıncı
mayan eksenlere sahip olan; eğik: Koni, piramit vb. 1,15-1,55 bar arasında değişen basınçlı hava; süpür
i için söylenir. me havası; Gem. Mak. skavenç havası, b) süpürme
scaler: Metal bir yüzeydeki pasları kıran kişi; raspacı. olayı sırasında silindirleri de şarj eden hava.
2) Bkz. scraper. scavenge crankshaft: Diz. Mot. karşıt pistonlu iki
scale trap: Soğutma devrelerinde, kompresörün giriş krankşaftlı makinelerde süpürme pistonlarının bağlı
tarafına konularak boru kısırları ve diğer yabancı oldukları krankşaft; süpürme (pistonları) krankşaftı.
maddeleri tutarak onların kompresör valflarına hasar scavenge efficiency: Bkz. scavenging efficiency.
vermesini önleyen cihaz; kısır kapanı veya tutucusu. scavenge factor: Diz. Mot. blover tarafından makine
scaling: Metal bir yüzeydeki paslan kırma işlemi; ras silindirlerine verilen hava miktarının (kg), şarj veya
pa etme. dolgu sonunda makine silindirlerinde kalan hava
scaling hammer: Raspa çekici. miktarına (kg) oranı; süpürme faktörü veya etkeni;
scaling machine: Geniş rnetai yüzeylerin paslarının süpürme için tüketilen hava miktarını saptamak için
giderilmesinde kullanılan elektrikli bir araç; raspa kullanılır.
makinesi. scavenge fire: Segmanlar ve silindir gömlekleri aşırı
scalping: işlenmeden önce metal külçe ve çubukların bir şekilde aşınmış kroshetli dizel motorlarında, pis
yüzeylerinin paso verilerek alınması; paso verme. tonla silindir arasından yakıt karışmış yağlama yağı
scan: Telev. bir resmin üretilmesi veya iletilmesinde ve basınçlı havanın, süpürme havası bölgesi veya re-
bir ışık ışını veya elektronlarla hızlı geçmek; tara siverde oluşturduğu yangın; süpürme (bölgesi) yan
mak. gını; Gem. Mak. skavenç yangını.
scandia: Beyaz, şekilsiz bir toz; skandiyum oksit, scavenge ports: İki zamanlı dizel motorlarının büyük
Sc 2 0 3 ; skandiya. bir bölümünde; atmosferden biraz daha yüksek ba
scandic: Skandiyum'a ait. sınçlı havanın silindire verildiği ve silindir gövdesine
scandium: Türlü nadir toprak grubu metallerle bileşik açılmış pencereler; süpürme portları.
sca ve n g e p i sto n 480 scientifi c

scavenge piston: Diz. Mot. karşıt pistonlu makineler bir tarifeye yerleştirmek veya tarifenin kapsamına al
de süpürme havası portlarinı denetleyen piston; ska- mak. 5) tarifesini, listesini vb. yapmak.
venç pistonu; süpürme pistonu. scheduling: Zamanlama.
scavenge pump: İki zamanlı dizel motorlarında sü scheelite: Tungstenin önemli bir cevheri olan doğal
pürme havası sağlayan, makineden bir dişli ya da kalsiyum tungstat, CaW0 4 ; türlü renklerde bulunur.
zincir donanımı ile veya piston kolundan hareket schefferite: Manganez ve bazan demir kapsayan kah-
alan pistonlu, santrfüj, eksenel hareketli vb. bir pom verengimsi veya siyahımsı bir pirokzen.
pa; süpürme havası pompası; scavenge air pump schema: Sistemli, düzen, taslak, diyagram, proje ve
şeklinde de kullanılır. ya plân; şema.
scavenger: Kovan, gideren, temizleyen ve çıkaran: schematic: Taslağa ait; şema veya şemalar karakteri
Kazan besi (tid) suyundan oksijen çıkaran bir kimya ne sahip olan; şematik; diyagram halinde; diyagra
sal madde gibi. ma ait.
scavenging: 1) Diz. Mot. bir önceki çevrimden silin schematically: Şematik bir şekilde veya tarzda.
dirde kalan yanma ürünleri veya egzoz gazlarının, at schematism: Bir şemaya göre kısımlarin düzenlenme
mosfer basıncından biraz daha yüksek basınçtaki ha si; dizayn; resmetmek; çizmek.
va ite silindirden atılması işlemi; süpürme; skaven- schematization: Bir şemaya göre düzenlenmiş.
cin. 2) Kimy. çözeltilerden istenmeyen radyonüklitle- schematize: Şema ya da şemalara göre oluşturmak,
rin büyük bir bölümünü gidermek için çökeltinin kul şekil vermek veya düzenlemek.
lanılması; süpürme. scheme: 1) bir cisme ulaşmak için sistemli bir plân.
scavenging air: Bkz. scavenge air. 2} belirli bir plânda çizimlerin sıralı olarak birleşimi;
scavenging-air pressure: Süpürme havası basıncı; sistem. 3) düşsel ya da hayalî bir plân ya da proje.
ağır devirli dizel motoriannda bu basınç 1,10-1,15 4) bir cisim veya sistemin elemanları veya farklı kı
bar, orta devirli makinelerde 1,20-1,35 bar ve yüksek sımlarını gösteren bir diyagram ya da taslak. 5) as
devirli makinelerde ise 1,30-1,50 (maksimum 1,7) troloji diyagramı. 6) taslak yapmak. 7) plânlar yap
bar değerlerini almaktadır. mak
scavenging blower: Bkz. scavenge pump. sebiller: Bazı belirli minerallerde iç yansıma tarafın
scavenging, cross flow: Bkz. cross flow scaven dan sebep olunan, bazan yanardöner, alışılmamış,
ging- bronza benzer bir parıltı.
scavenging efficiency: Diz. Mot. iki zamanlı makine schillerize: Paralel düzlemli kristallerin yüzeylerinde
lerde sıkıştırma kursu (stroku) başlangıcında silindir minik boşluklar oluşumu ile (bir minerale) bronz gi
de kalan hava ağırlığının, sıkıştırma başlangıcında si bi bir parlaklık vermek.
lindir hacmine uyan dış basınçtaki havanın ağırlığı schist: Kolayca çatlayarak katmanlara ayrilan kristalli
na oranı; süpürme verimi; türlü iki zamanlı motorlar bir kaya; şist.
için 0,50-1,05 değerleri arasında değişmektedir. Schmidt objective: Aynalı teleskoplarda kullanılan kü
scavenging, loop: Bkz. loop scavenging. resel aynanın hatasını düzeltmek için yapılmış bir ob
scavenging, MAN type: Bkz. M.A.N, type scaven jektif; Simit objektifi.
ging. Schmidt tube: Bkz. pulse jet,
scavenging methods: İki zamanlı dizel motorlarinın schistose: Şist'e ait; şist doğasına sahip olan; şist
silindirlerinin atmosferden hafifçe yüksek basınçlı ha şeklinde olan.
va ve benzin motoriannın hava benzin karışımı ile sü- schistous: Bkz schistose.
pürülmesi yöntemleri; Ters akımlı ve doğru akımlı sü schooner: İki veya daha fazla direkli ve yan yelkenle
pürme olarak iki bölüme ayrılır. ri olan bir gemi; skuna; uskuna.
scavenging period: iki zamanlı ve yüksek devirli mo schooner-rigged: Uskunaya benzer, armalı yelkenli
torlarda ait ölü noktadan önce başlayıp alt ölü nokta tekne; skuna armalı.
dan sonra sona eren 100° ve ağır devirli motorlarda Schottky effect: Bir vakum tüpünde, anot ile katot
50 krank derecelik bir süreç; süpürme süreci; süpür arasındaki potansiyel farkının çoğalması ile yükse
me periyodu. len iyonik akım; Şotki etkisi.
scavenging ports: Bkz. scavenge ports. Schottky noise: Katoiun yüzey durumlarindaki dü
scavenging pressure: Bkz. scavenging-air presssu- zensiz değişimler nedeniyle, bir elektron tüpünün
re. anot akımında oluşan bir gürültü; Şotki gürültüsü.
scavenging pump: Bkz. scavenge pump. Schüler tube: içi boş bir katotu olan bir vakum tüpü;
scavenging receiver: Supurme havası pompasının iyonize edilmiş gaz ya da buhar tayflarinda kullanı
bastığı havanın, süpürme portları çevresinde toplan lır; Şüler tüpü.
dığı hacim; Gem. Mak. süpürme havası resiveri. Schuman region: Çok kısa morötesi (ultraviyole) dal
scavenging valve: E$k. doğru akımlı dizel motoriann gaların bölgesi; Şuman bölgesi
da silindir kapağı (kaveri) üzerinde bulunan ve sü sci.: Bkz. 1) science. 2) scientific.
pürme havasının silindire verildiği supap; süpürme science: Bilim; ilim.
havası supabı; modern dizel motorlarının giriş ve eg sciential: 1) bilim veya bilgiye ait; bilim ya da bilgi
zoz süpaplan gibi çalışır. üreten. 2) yeterli bilgiye sahip olan; bilgisi yeterli.
scavenging, unit low: Bkz. uniflow scavenging. scientific: 1) bilime alt; bilimle ilişkili; bilimsel. 2) do
schedule: 1) liste; katalog, satış belgesi, senet vb. i. ğal bilimlerde kullanılan veya doğal bilimler için. 3a)
2) tren, gemi, uçak vb. inin kalkış ve varışlarını belir bilini ilkeleri veya yöntemlerine göre; bilim ilke ve
ten zaman çizelgesi; tarife: Vapur, tren, uçak vb. i ta yöntemlerini kullanma; sistematik ve kesin, b) bilim
rifesi. 3) bir proje için zaman tasarimı veya plânı. 4) ilke ve yöntemlerini takip edecek veya gözleyecek
scie n t i f icall y 481 scra t c h

şekilde eğitilmiş. 4a) eğitim ile kazanılmış yöntemle scopoline: Renksiz, skopolamin'den türeyen kristalli
re göre yapılmış, b) eğitim ve hüner gösteren veya bir bileşik; skopolin, C 8 H 1 3 N0 2 ; narkotik olarak
sahip olan; becerikli. kul lanılır.
scientifically: Bilimsel bir şekilde ya da tarzda. scorch: 1) hafifçe yakmak. 2) ısı ile kavrulmak. 3) ha
scientific notation: Sayısal değerleri 10'un kuvveti bi fifçe yakılmak. 4) çok yüksek hızda kullanmak veya
çiminde yazarak basitleştirme sistemi; örneğin bir binmek. 5) yüzeye yakın işaret veya yanık.
-20
elektronun yükü 1,59x10 elektromanyetik birimi scorcher: Yakan bir kimse veya şey, özellikle: a) aşı
gibi. rı sıcak bir gün. b) aşırı hızlı (otomobil, bisiklet vb.)
scientist: Bilimde, özellikle doğal bilimlerde uzman; kullanan kişi.
bilim adamı. score: 1a) çentik, işaret, yarık vb. b) çoğu zaman
scintilla: 1) kıvılcım; ark; spark. 2) partikül; parçacık; başlangıcını işaret etmek için çizilen bir çizgi, c) he
çok küçük parça; zerre. saplamak için tahta üzerine tebeşirle yapılan çentik
scintillant: Kıvılcımlanma; kıvılcımlı. ler; çetele.
scintillate: 1) kıvılcımlar çıkarmak; kıvılcımlar saç scored: Çentlklenmiş; çizilmiş; örneğin çizilmiş çelik
mak. 2) bir yıldız gibi parıldamak. çubuklar, miller vb.
scintillating: Kıvılcımlar çıkaran; parıldayan; ışıldama. scoria: Cevherden metal tasfiye edildikten sonra geri
scintillation: 1) kıvılcımlar çıkarma işi; kıvılcımlar saç kalan cüruf veya artık.
ma. 2) kıvılcım; ark. 3) Astr. yıldızların parıldaması. scoriaceous: Cüruf doğasında olan.
4) Nükl. Fiz. kristal bir detektörün radyoaktif bir mad scorificaiton: Cüruf ayırma işlemi.
deye çarpmasından oluşan bir ışın ya da partikül ile scorify: Cürufunu ayırmak.
yapılan ışık parlaması. scotch: 1) bir kama, blok vb. i ile (bir tekerlek, kütük
scintillation counter: Radyoaktivite aramak ve ölç vb. inin) hareketine engel olmak. 2) bir tekerlek ve
mek ve ışıldamaları saymak için kullanılan fosfore- ya kütük altına konularak onun dönmesi, kayması
san bir madde, fotomultiplikatör ve gerekli devreler vb. ine engel olan bir blok, takoz vb.
den oluşan bir düzen; ışıldama veya sintilasyon sayı Scotch boiler: Daha çok pistonlu buhar makineleri
cısı. ile birlikte kullanılan, onlara doymuş buhar üreten
sciograph : Bkz. skiagraph . ters alev borulu bir kazan; Skoç kazanı.
scissor: Makasla kesmek veya kesip çıkarmak. scour: 1) ocak duvarı üzerinde cürufun paslandırıcı
scissors: Makas. etkisi. 2) su ve sabun, aşındırıcı vb ile etkin bir şekil
sclerometer: Metal veya minerallerin bağıl sertliğini de ovarak temizlemek; temiz ve parlak yapmak; tü
ölçmek için kullanılan bir cihaz; siklorometre. mü ile parlatmak. 2) kir ve yağını (yün vb. inden) çı
scleroscope: Belirli bir yükseklikten yüzeyine stan karmak. 3a) üzerine veya içine su akıtarak temizle
dart ölçüde bir bilya düşürerek, metallerin sertlikleri mek veya yıkamak; hızlı su akımı ile çıkarmak. 4)
nin ölçümünde kullanılan bir cihaz; skleroskop. ovarak veya cilalayarak temiz ve parlak olmak.
scleroscop e method: Skleroskop cihazı ile yapılan scow: Yük taşımak için kullanılan ve şimdi genel ola
türlü metallerin sertlik derecelerinin saptanması me rak bir tovbot (itici römorkör) tarafından itilerek yürü
todu; skleroskop yöntemi; bu yöntemde cam için tülen, büyük, altı düz, baş ve kıçı kare şeklinde olan
sertlik derecesi 130, yumuşak çelik için 26-30, yumu bir tekne; duba.
şak pirinç için 12 ve kurşun için 2'dir; B = 5,5S-2,8 seram: Çoğu zaman, güvenlik çubuklarının düşürül
formülü ile Brinell sertlik derecesine dönüştürülebilir mesi ile bir reaktörün anî olarak durdurulması veya
(S = skleroskop, B = Brinel sertlik derecesidir) kapatılması işlemi.
scolecite: Alüminyum ve kalsiyumun sulu bir silikatı, scram rod: Tehlike güvenlik çubuğu; ant durdurma
CaAI 2 Sl3 O 10 .3H 2 O; skolesit. çubuğu.
scoop: 1a) kepçe, b) küçük kömür kovası, c) küçük, scrap: Hurda (demir, metal, kâğıt vb.).
kaşığa benzer bir ameliyat aleti, d) bir tarak gemisi scrape: 1) kaba ve keskin bir şeyle bir yüzeyi kazı
nin kum, çamur vb. ini çıkarmak için kullandığı de mak. 2) bir alet veya aşındırıcı ile düzgün veya te
rin kova veya kepçe. 2) bir kepçe ile çıkarmak. 3) miz yapmak. 3) keskin ya da kaba bir şey ile kazıya
kepçe ile almak. 4) içini boşaltmak. 5) içini oymak. rak gidermek. 4) özellikle el ve tırnaklarla kazmak.
scoop condenser: Soğutucu deniz suyunun bir taraf 5) kir vb. lerini gidermek için kazıyarak temizlemek.
tan girdiği ve diğer taraftan çıktığı yoğuşturucu; de 6) kazıma işi; kazıma.
niz suyu kondenser borularına geminin hızı nedeniy scraper: 1) yatak raspası gibi, alıştırma veya kazıma
le girer ve çıkar; kepçe kondenser; kepçeli konden için dizayn edilmiş türlü aletlerden herhangi biri. 2)
ser. kazıyan kişi veya şey; Pas raspası, yatak raspası vb.
scoop system: Geminin hızı nedeniyle deniz suyu 3) macun bıçağı; spatula.
nun kondensere kadar geldiği ve gemi stop ettiği za scraper box: Diz. Mot. Bkz. stuffing box
man veya manevralar sırasında dolaşım pompasının scraper ring: Bkz. oil scraper ring.
kullanıldığı sistem; kepçe sistemi. scraping: 1) kazıyan bir kişi ya da şeyin işi. 2) bunun
scooter: 1) su ya da buz üzerinde kaymak için kulla sesi.
nılan altı düz, yelkenli bir tekne. 2) su yüzeyinde ka scrap iron: Yeniden dökülmek veya işlenmek için kul
yan hızlı bir motorbot. lanılan artık demir parçaları; hurda demir.
scopolamin: Bkz. scpolamine. scrap metal: Hurda maden ya da metal.
scopolamine: Köpek üzümü ailesinin belirli bitkilerin scrapper: Kazıyan kişi veya şey; Mak. yatak raspası.
den elde edilen bir alkaloit; skopolamin, scratch: 1) yüzeyini sivri veya keskin bir şeyle işaret
C 1 7 H 21 0 4 N ; uykuverici (bir ilâç) olarak kullanılır. lemek, kırmak veya kesmek. 2) tırnaklar veya kepçe-

Teknik Sözlük - F. 31
scree n 482 scru b

lerle yırtmak veya kazmak. 3) keskin veya kaba bir


screw eye: Kafası yerine bir ilmeği olan vida ;gözlü vi
şey ile bir yüzeyde yapılan işaret veya yırtık. 4) sil
da.
mek.
screw extractor: Cıvata veya vida çektirmesi.
screen: 1) kum, toprak veya kömür gibi, küçük parça
screw gauge: 100,16 mm (4 inç) boyunda çelikten ya
lari daha büyük parçalardan ayırmak için kullanılan
pılmış, ortasındaki taksimatlı oyuk yardımıyla vida
telden kaba bir örgü; elek; kalbur. 2) pencerelerde
çaplarını ölçen bir alet; vida (çapı) ölçer; vida göster
olduğu gibi, koruma için kullanılan tel, plâstik veya
gesi.
kumaş gibi bir ağ ile kaplı bir çerçeve. 3) film yansıtı
screw gearing: Birbirini kesmeyen ve birbirine para
lan sinema perdesi. 4) sinema filmlerinin tümü; film
lel olmayan şaftları türlü dişlilerle çalıştırma.
endüstrisi veya sanatı. 1) Ask. a) bir alanı korumak
screw head: Vida kafası veya vida başı.
için gönderilen askerî birlik, b) destroyer gibi hafif
screw hoist: Vidalı bocurgat.
teknelerin kruvazör gibi daha ağır olanları koruma
screw hook: Başı yerine kancası olan bir vida; kanca
düzeni. 6) Fiz. türlü müdahaleleri önlemek için kal
lı vida.
kan olarak kullanılan bir cihaz. 7) elek veya kalbur
screw in: Bir vida ya da cıvatanın sıkıştırılması ya da
ile elemek; kaba bir elekten geçirmek; ince parçaları
vira edilmesi.
nı kabalarından ayırmak. 8) göstermek (bir sinema
screw jack: Vidalı veya cıvatalı mekanik kriko.
filmini); sinema makinesi ile bir perdeye yansıtmak.
screw lag: Bkz. lag screw.
10) sinema kamerası ile fotoğraf çekmek.
scrw lathe: Diş çekmek için kullanılan torna tezgâhı;
screen grid: Izgaradan anota kadar kapasitansı gider
diş çekme tezgâhı.
mek için, bir vakum tüpünün kontrol ızgarası ve ano-
screw, machine: Bkz. machine screw.
tu arasına yerleştirilen bir ızgara; perde ızgarası; ek
screw out: Vida ya da cıvatayı gevşeterek veya laçka
ran ızgarası.
ederek çıkarma.
screening: 1) bir atomun iç yörüngeli atomlarının,
screw pitch: Vida hatvesi, adımı ya da piçi.
dış elektronlar için çekirdekteki cazibe etkisi. 2) me
screw pitch gauge: Cıvata ve boru dişlerinin piçlerini
tal bir zarf ile manyetik alanın çevresinden korunma
ölçmek için kullanılan bir cihaz; vida piç ölçeri; vida
sı. 3) eleme; elekle eleme.
adım ya da hatve ölçeri.
screening machine: Elek makinesi.
screw propeller: Gemileri, uçakları vb. yürütmek için
screen tubes: Su borulu kazanların ocak duvarları ve
kullanılan ve bir döner göbeğin çevresine spiral ola
ocak tabanına döşenen ve ocak dışına kaçabilecek
rak yerleştirilmiş kanatlardan oluşan pervane; skru
ısıyı da tutarak hızlı bir şekilde buhar üreten borular;
pervane; uskur pervane.
perde borular; su duvarı boruları.
screw pump: Bir keys ile bu keys (mahfaza) içinde
screen type filter: Bir ya da birkaç katmandan olu
hareket eden ve vida şeklinde üç rotordan oluşan
şan, çok ince delikli, yağlama yağının basınçla geçi
pompa; vida pompa; orta veya güç rotoru bir elek
rildiği filtre ya da süzgeç; perde (türünden) filtre.
trik motoru tarafından döndürülmektedir.
screw: 1) parçaları birbirine bağlamak için kullanılan,
screw, set: Bkz. set screw.
üzerinde spiral şeklinde dişleri ve yarık bir kafası bu
screw shaft: Pervane şaftı.
lunan bir araç; vida .2) böyle bir alete benzeyen her
screw stay bolt: Birbirine yakın yassı yüzeyleri birbiri
hangi bir şey. 3) dişi vida. 4) bir vidayı sıkma, dön
ne bağlamak için kullanılan, iki ucuna diş çekilmiş,
dürme veya vira etme. 5) uskur pervane; gemi per
kısa, çelik çubuk; klavuzlu masura; cehennemlikleri
vanesi. 6) helezon veya sarmal şeklinde ya da hele
ve cehennemlik arka aynası ile kazan arka aynaları
zon döndürmek; sıkmak veya vira etmek. 7) vida ve
nı birbirlerine bağlamak için kullanılır.
ya vidalarla bağlamak, güvenli yapmak, sıkıştırmak
screw steering gear: Bugün gemilere uygulanmayan
vb.
eski tür bir dümen donanımı; vidalı dümen donanı
screw alley: Pervane şaftı veya ara şaftların ve onları
mı; sağ veya sol klavuzlu dümen donanımı.
taşıyan yatakların bulunduğu hacim; şaft tüneli; şaft
screw thread: Bir vidanın sarmal çıkıntısı; vida elişi.
yolu.
screw, wood: Bkz. wood screw.
screw chaser: Torna tezgâhına bağlanmış bir metale
scribe: 1) nereden kesileceğini göstermek üzere bir
iç ve dış diş açmak için kullanılan bir alet; diş açıcı
taş, tuğla, vb. i üzerine çizgi çizmek için kullanılan
sı; diş oyucusu.
sivri bir alet; marka kalemi. 2) böyle bir aletle (o-
screw conveyor: Bir merkez borusu veya şaftına bağ
dun, tuğla vb. ini) işaretleme.
lı ve bir kutu içinde donatılmış, metal helisel bir bı
scriber: Bkz. scribe (1).
çaktan oluşan taşıyıcı; vida taşıyıcı; vidalı konveyör.
scrimp: Çok küçük, ufak, kısa veya dar yapmak; kü
screw-cutting: Çoğu zaman silindir şeklindeki metal
çültmek; ufaltmak; kısaltmak; daraltmak.
bir parçaya diş açma; diş çekme; klavuz çekme.
scroll: Bir santrfüj pompanın giderek büyüyen Arşi-
screwdriver: Vidaları sıkmak veya gevşetmek için kul
met spirali şeklindeki mahfazası ya da keysi.
lanılan bir alet; tornavida.
scrollwork: Kıl testeresi ile yapılan süs işi.
screwed: Bir vida gibi dişleri olan; klavuzlu; diş çekil
scrol saw: Kıl testeresi.
miş; dişleri olan; dişli.
scrouge: Sıkıştırmak; pres etmek.
screwed joint: Vidalı bağlama; vida veya cıvatalarla
scrub: 1) sert bir biçimde ovarak veya fırçalayarak te
yapılan sağlama.
mizlemek ya da yıkamak. 2) fırçalayarak veya ova
screw engines: Den. pervane çeviren dizel motoru,
rak gidermek. 3) kuvvetli (bir biçimde) ovmak. 4) ya
buhar veya gaz türbini, pistonlu buhar makinesi vb.
bancı maddelerini (bir gazın) temizlemek; fırça, su
i makineler; pervane (görevi yapan) makineler; ana
ve sabun kullanılarak bir şeyi temizlemek. 5) ovala
makineler; Bkz. main engines.
ma veya fırçalama işi.
scrubber 483 seal bearin g

scrubber: Fırçalayan veya ovan bir kişi veya şey, kapağı; lumbuz kapağı. 3) su kesimi altında (gemi
özellikle: a) döşeme, güverte vb. ini fırçalayan veya veya bir botun) gövdesindeki delik veya delikler aç
temizleyen kişi; paspasçı, b) sert fırça; tahta fırçası, mak. 4) bu şekilde (gemi ya da tekneyi) batırmak.
c) gaz temizlemek için kullanılan türlü cihazlardan scuttlebutt: Argo. gemide içme suyu çeşmesi; içme
herhangi biri. suyu için gemilerde kullanılan kapaklı damacana.
scrubbing: Havasızlandırmaya yardım etmek için yar scythe: Tırpan; tırpanla kesmek.
dımcı egzoz ile yoğuşumların karıştırılması (havasız- Se: Bkz. selenium.
!andırma hiyterinde olur). sea: 1) dünya yüzeyinin büyük bir kısmını kapsayan
scruple: 1) çok küçük bir nitelik veya miktar; çok kü tuzlu su kütlesi; deniz; okyanus. 2) kara tarafından
çük parça. 2) Eski Roma'da 1/24 oza (1,166 gram) kısmen veya tümü ile çevrilmiş tuzlu su kütlesi: Kızıl-
eşit bir ağırlık birimi. 3) 1/24 oz'a eşit eczacı ağırlık deniz gibi. 3) büyük tatlı su kütiesi: Galile Denizi gi
birimi. bi. 4) dalgalara göre bir okyanus yüzeyinin durumu:
semtinize: Çok dikkatli bakmak; çok yakından incele Sakin vb. i deniz gibi. 5) büyük bir dalga. 6) boyu ve
mek; inceden inceye gözden geçirmek. genişliği bakımından denize benzeyen bir şey; çok
scrutiny: Çok yakından inceleme; inceden inceye büyük miktar veya sayı.
gözden geçirme veya tetkik etme; dikkatli bakma. sea anchor: Büyük, branda ile kaplı çerçevesi çoğu
scud: 1) hızla hareket etmek. 2) rüzgârın önünde ha zaman konik olan ve denize atılarak geminin kafası
reket etmek. 3) Den. rüzgârın önünde seyretmek. 4) nı tutmaya yarayan demir; deniz demiri.
Körfez Savaşı'nda Irak tarafından kullanılan bir tür sea biscuit: Esk. denizciler tarafından yenilen sert bir
füze: Skad füzesi (Ticarî bir marka). 5) rüzgâr tara bisküvi; peksimet.
fından hareket ettirilen bulutlar. seaboard: Denize yakın veya onunla sınır yapan ka
scuff ring: Yüksek devirli bazı dizel motorlarında pis ra; kıyı; deniz kıyısı; deniz sahili; deniz kıyısında.
ton kafasında bulunan, çapları piston etek çapından sea-born: 1) denizde doğmuş; denize ait. 2) denizde
küçük, fakat piston segmanlarının bulundukları kı üretilen; deniz kökenli.
sımdan daha büyük olan ve nispeten kısa pistonlar sea-born: 1) denizde taşınan veya deniz yolu ile taşı
da kullanılan dar segman. nan. 2) yüzer durumda (gemiler için söylenir).
scull: 1) bir tekneyi ileriye doğru hareket ettiren ve sea chest: Sintinede bulunan, iki tür incekşın valf ya
kıç tarafta; bulunan kürek; boyna küreği. 2) bir kü- da kinistin valfların sandığı.
rekçi tarafından kullanılan, bir teknenin hafif içbükey sea cock: Gem. Mak. soğutucular, kondansörler vb. i
palalı küreklerinden biri. 3) bir ya da iki kürekçisi bu için gerekli soğutma suyunu sağlayan ve sintinede
lunan hafif, dar bir yarış teknesi; iki tek (fıta). 4) kü bulunan valf; incekşın valf; kinistin valf; biri sığ ve di
rek ya da küreklerle (bir tekneyi) hareket ettirmek. ğeri derin su için olmak üzere iki tanedir.
scum: 1) kaynama veya mayalanma sırasında sıvıla sea connections: Gem. Mak. soğutucular, kondan
rın veya su kütlelerinin yüzeyinde oluşan yağ, kö sörler vb. i için gerekli soğutma suyunu sağlayan ve
pük vb. i gibi ince bir katman. 2) erimiş metal yüzün sintinede bulunan valf; incekşın valf; kinistin valf; bi
deki cüruf veya artık; maden cürufu. 3) herhangi bir ri sığ ve diğeri derin su için olmak üzere iki tanedir.
şeyin değersiz parçası. 4) köpüğünü almak; yüzeyin sea connections: Gem. Mak. yangın pompası, servis
den çıkarmak. 5) köpük oluşturmak; köpükle kapla pompası, dolaşım pompası vb.inin devrelerine deniz
mak. suyu sağlayan bağlantılar; deniz bağlantıları.
scum cock: Gem. Mak. brayn valfı; Bkz. surface sea dog: 1) gemici, özellikle deneyimli olan biri. 2)
blow valve. ayıbalığı veya fok.
scummy: 1) köpükle kaplanmış, 2) köpüğe benze seafan: Fan şeklindeki türlü mercanlardan herhangi
yen; köpüğe ait. 3) değersiz. biri.
scum pan: Buh. Kaza, fayrap seviyesinin hemen altın seafarer: Denizde sefer yapan kişi; gemiadamı; deniz
da bulunan, köpük, yağ vb. ini toplamak için kullanı ci.
lan bir kap; brayn kepçesi; brayn tavası; brayn valfı seafaring: 1) denizdeki yaşama ait; yaşamını denize
açıldığı zaman su yüzeyinde oluşan girdap nedeniy adamış. 2) bir denizcinin işi veya mesleği; denizci
le yabancı maddeler bu kepçe veya tava tarafından lik. 3) deniz gezisi veya seyahati.
alınarak kazan dışına verilir. sea fight: Denizde, gemiler arasındaki savaş.
scum valve: Buh. Kaza. yüzey blöf valfı; brayn valfı; sea foam: 1) deniz suyu üzerindeki köpük; deniz kö
Bkz. surface blow valve. püğü. 2) Eskişehir taşı; lületaşı.
scupper: Gemi bordalarında bulunan ve suların gü sea gauge: 1) bir geminin yüzmesi için gerekli su de
verteden denize akmasını sağlayan delikler; firengi rinliği veya darft. 2) deniz derinliklerini ölçmek için
deliği; firengi. kullanılan bir cihaz; Esk. derinlik iskandili.
scupper hole: Den. firengi deliği; Bkz. scupper. seal: 1) sızdırmayan, kapatan veya sıkıca bağlayan
scupper pipe: Den. firengi borusu; çapları 50-100 bir şey; keçe, örneğin yağ keçesi. 2) su doldurulan
mm değerleri arasında değişen borular; Bkz. scup U şeklindeki boru gibi, buhar, gaz vb. i kaçaklarına
per. engel olan herhangi bir cihaz. 3) tüm olarak kapa
scupper system: Deniz suyunun güverteden çıkarıl mak, özellikle hava, buhar veya gaz sızdırmaz yap
ması ve denize atılması için kullanılan devre; firengi mak; siil ile kapamak veya bağlamak. 4) Elekt. bir fiş
devresi; firengi sistemi. ve piriz gibi tam temasa getirmek.
scuttle: Ateşe kömür dökmek için kullanılan, çoğu za seal bore: Keçe yuvası; keçe deliği.
man geniş ağzı bulunan bir tür kova. seal bearing: Kendisine verilen yağı kaçırmayan ve
scuttle: 1) bir geminin güvertesi ve bordasında bulu ya sızdırmayan yatak; keçeli yatak.
nan kapaklı bir açıklık; lumbuz. 2) böyle bir açıklığın
sealer 484 seco nd ar y

sealer: 1) mühürleyen kişi veya şey. 2) görevi tartı ve


sert; keskin; delici; nüfuz edici.
ölçü aletlerini incelemek, tecrübe etmek ve damgala
searchlight: 1) ışık kaynağı olan ve ışığı uzaklara eri
mak olan resmî görevli.
şecek şekilde yoğunlaştıran bir cihaz; projektör; ref
seal housing: Bkz. seal bore.
lektör. 2) yansıtılan ışık ışını.
sealing: Damgalama; mühürleme.
sea suction: Buhar kondenserleri, yağ ve hava soğu
sealing compound: Küçük çatlak, boşluk veya aralık
tucularına deniz suyu sağlayan pompanın, biri sığ
ları doldurarak sızmaz duruma getiren macun; sızdır-
su ve diğeri derin su olan alıcılarından herhangi biri;
mazlık macunu.
denizden alıcı.
sealing ring: Bkz. O ring.
seat: 1) bir şeyin tabanının oturduğu kısım veya yü
sealing wax: Kuru batarya vb.ierinde kullanılan reçi
zey. 2) Mot. emme veya giriş ve egzoz supaplarının
ne ve terebantin bileşimi; mühür mumu; normal sı
oturdukları kısım; yuva veya sit (Bkz. valve seat). 3)
caklıklarda katı olup, ısıtıldığı zaman yumuşar.
stop, çek vb.i valfların oturdukları yuva; Gem. Mak.
sea level: 1) deniz yüzeyinin seviyesi; deniz seviyesi;
sit.
deniz düzeyi; özellikle gelgit arasındaki yarı düzey:
seat, valve: Bkz. valve seat.
Derinlik ve yüksekliklerin ölçümünde standart olarak
sea water: Sodyum, potasyum ve magnezyum klorür-
kabul edilir.
ler ile magnezyum ve kalsiyum sülfat kapsayan tuz
seal-level pressure: Bkz. atmospheric pressure,
lu su; gemilerde yoğuşturucu veya soğutucu olarak
seal retainer: Yağ keçesini yuvasında tutmak için kul kullanılır.
lanılan bilezik; yağ keçesi tespit segmanı.
sea water distillate: Bir geminin damıtma sistemin
seal ring: 8te. sealing ring.
den gelen tatlı suların tümü; damıtık su; deniz suyun
seal-stripping: Reaksiyon türbinlerinde sabit ve hare
dan damıtılan saf su; distile su; mayi mukattar.
ketli kanatların uçları iie keys ya da rotorşaft arasın
sea water pump: Deniz suyu pompası.
daki boşluğu azaltan ve kanat uçlarına takılan parça
sea water system: Bir pompa tarafından kinistin valf
lar; sızdırmazlık parçaları.
yardımıyla alınan suyun, filtre veya streyner, yağ so
seam: 1) ince bir cevher; kömür vb. katmanı. 2) ayrı
ğutucusu, tatlı su soğutucusu vb.inden geçirildikten
parçaları birleştirerek oluşturulan herhangi bir hat;
sonra tekrar denize verildiği devre; deniz suyu siste
dikiş; dikiş yeri. 3) dikmek. 4) çatlayarak açılmak;
mi veya devresi.
çatlamak. 5) dikiş yeri,.çatlak, kırık vb.i ile işaretle
seaworthiness: Denize elverişli olma durumu veya ni
mek.
teliği; denize elverişlilik.
seaman: 1) denizci; gemici; gemiadamı. 2) ABD. de
seaworthy: Açık denizde seyahat ya da sefer yapma
niz eri.
ya uygun; açık denizlerde güvenli, dayanıklı; Bir ge
seaman certificate: Gemiadamı cüzdanı veya ehliye
mi için söylenir.
ti.
sebacic: Beyaz, kristalli birasite (C 10 H 18 O 4 ) ait veya
seamanlike: iyi bîr denizci gibi veya iyi bir denizcinin
onu belirten; sibazik; oleyik asitin damıtılmasından
özelliği; denizciliğe sahip olan, denizcilik gösteren.
elde edilir.
seamanship: Bir geminin çalıştırılması hüneri; iyi bir
sebiferous: Sof. yağlı ve muma benzer madde çıka
gemicinin yeteneği; gemicilik.
ran veya ifraz eden.
seamless: Dikişsiz veya kaynaksız olarak yapılan (ka
sec. Bkz. 1) secant. 2) second; seconds. 3) secon
zan borusu vb.).
dary. 4) section; sections. 5) sector.
seamless tubes: Buhar kazanları, yüksek basınçlı sı
secant: 1) bir eğriyi iki veya daha fazla noktada ke
vı, buhar ya da gaz taşıyan yerlerde kullanılan boru
sen herhangi bir doğru. 2) Trigo. a) bir dairenin ya
lar; dikişsiz ya da kaynaksız borular; alaşım çelikle
yının diğer ucunda yarıçapa teğet olan bir doğruya
rinden yapılırlar; Bkz. croloy.
dairenin merkezinden uzatılan doğru, b) bu doğru
seam weld: Bkz. seam welding.
nun boyu. c) bu doğrunun boyunun, yarıçapının bo
seam welding: Daha çok motor bloklarına uygulanan
yuna oranı, d) dik açılı bir üçgende hipotenüsün,
bir kaynak türü; dikiş kaynağı; dikiş biçimindeki kay
dar açıya göre, diğer iki kenardan herhangi birine
nak.
oranı; sekant; sec kısaltılması ile belirtilir.
seaplane: Deniz veya suya inip kalkabilen uçak; deni-
second: 1) bir yer veya zamanda birinciden sonra ge
zuçağı.
len; ikinci; 2.; 2 nci. 2) diğer; bir başka; ek olarak.
seaport: 1) okyanus gemileri tarafından kullanılan
3) rütbe, güç, değer vb. inde birincinin altında olan,
yer; liman; deniz limanı. 2) böyle bir limana sahip
4) ikinci derecede; talî; ikincil. 5) birinciden sonraki.
olan kasaba veya şehir.
second: 1) zaman olarak dakikanın altmışta biri; sani
sea power: 1) deniz kuvveti; deniz gücü. 2) büyük de
ye. 2) çok kısa bir zaman; lâhza; an. 3) bir dakikalık
niz gücüne sahip olan devlet.
açının altmışta biri (1/60 dakika); bir derecelik yayın
seaquake: Deniz dibi zelzelesi veya depremi.
1/3600'ü; Simg. ("); sec. kısaltması ile belirtilir.
sear: 1) kurutmak. 2) kuru ve sert yapmak için yüzeyi
secondarily: ikincil olarak; ikinci! bir şekilde.
ni yakmak veya kavurmak. 3) kızgın demir ile yak
secondariness: ikincil olma durumu veya niteliği.
mak veya dağlamak.
secondary: 1) ikinci; birincil veya primer olmayan;
search: 1) araştırmak; dikkatle araştırmak; muayene
ikinci derecede; talî; sekonder. 2) birincil veya oriji
etmek. 2) inceden inceye ve dikkatle gözden geçir
nal bir şeyden türediği veya geldiği düşünülen; tü
mek; tecrübe etmek; incelemek. 3) bir şeyi bulmak
rev. 3) Kimy. a) moleküldeki iki atom ya da köklerin
için denemek; araştırma yapmak. 4) araştırma işi. 5)
yer değiştirmesi ile oluşan: İkincil sodyum fosfat,
araştırma yapan bir kişi veya gurup.
Na2HPO4 gibi. b) kapalı veya açık bir zincirde doğ
searching: 1) etraflıca inceleme veya araştırma. 2)
rudan iki atom veya radikalle birleşen karbon atomu-
secondary air 4S5 se dim e n t a t io
n

nu belirtir. 4) Elekt. a) endüksiyon akımı veya onun


second hand: Bir saatte saniyeleri gösteren ve kad
devresine ait veya onu belirten, b) endüksiyon ile
ran üzerinde hareket eden ibre; saniye ibresi.
üretilen akıma sahip olan: ikincil veya sekonder sar
second harmonics: Bkz. secondary inertia force.
gı gibi. 5) Elekt. ikincil sargı veya devre.
second law of thermodynamics: Termodinamiğin
secondary air: Egz. Türb, yanma odasında yanma sı
türlü şekillerde ifade edilen yasası; termodinamiğin
rasında oluşturulan yüksek sıcaklıktaki (1 900° - 2
ikinci kanunu: "Gerçek ya da ideal, hiç bir ısı maki
250°C) gazların sıcaklıklarını azaltmak için kullanılan
nesi, kendisine verilen ısının tümünü işe çeviremez,
hava; soğutma havası; ikincil veya sekonder hava.
bir kısmını egzoz eder".
secondary battery: Bkz. secondary cell.
second mate: Den. birinci zabitten küçük rütbeli var
secondary cell: Tersinir kimyasal etki ile çalışan ve
diya zabiti; 3 üncü kaptan; ikinci zabit.
böylelikle tekrar şarj edilebilen bir volta pili; sekon
second Saybolt Furol: SSU'nun {Bkz. second Say-
der pil; ikincil pil.
bolt Uniersal) yaklaşık onda biri olan bir viskozite
secondary circuit: Diğerindeki akım değişimi ile
birimi: 300 SSU = 30 SSF gibi; SSF kısaltması ile be
elektromotor kuvvetin endüklendiği bir devre; sekon
lirtilir.
der veya ikincil devre; talî devre.
second Saybolt universal: Saybolt viskometresinde
secondary coil: Birincil bobinde akan ile akımın en
cihazın küçük çaplı kanalından, deney sıcaklığına
düklendiği bobin; sekonder veya ikincil bobin. 3
kadar ısıtılmış 60 cm yakıtın akması için geçen sani
secondary combustion: Alev borulu kazanlarda gaz
ye türünden zaman ile belirtilen viskozite; SSU kısalt
ların yanma odası veya cehennemliğe geçtikten son
ması ile gösterilir.
ra orada yanması; ikincil, sekonder veya talî yanma;
secpar: 3,26 ışık yılı veya 19 200 000 000 000 mil
bacada aşırı sıcaklığa ve bunun sonucu olarak hava
veya
ısıtıcılarında hasara neden olur.
30 892 800 000 000 km'ye eşit olan bir uzunluk biri
secondary cosmic rays: Birincil veya primer kozmik
mi; parsek (Bkz. parsec).
ışınlar çekirdek ve elektronlarla karşılaştığı zaman,
sect.: Bkz.
dünya atmosferindeki taneciklerin radyasyonu; ikin
section.
cil kozmik ışınlar.
section: 1) kesme ile ayrılmış veya çıkarılmış bir par
secondary electron: 1) ikincil yayımdan gelen bir
ça. 2) kesme veya ayırma işiemi ya da işi. 3) mikros
elektron; ikincil elektron. 2) iki elektronun çarpışma
kop çalışması için kullanılan, bir maddeden çıkarıl
sından sonra oluşan, daha az enerjiye sahip olan
mış çok ince bir parça. 4) kara veya deniz kuvvetleri
bir elektron.
nin türlü alt bölümlerinden biri (ABD). 5 a) yataklı va
secondary emission: Elektron akımı ile bombardı gonun bir parçası, b) bir diğeri ile aynı tarifede her
man edildiği zaman bir metalden yayılan elektron
hangi bir tren. 6) kısımlara ayırmak veya kesmek. 7)
lar; ikincil yayılma ya da emisyon. Tek. Res. kesit.
secondary force: İkincil veya sekonder kuvvet; Bkz.
sectional: 1) verilen bir bölüm ya da bölgeye ait. 2)
secondary inertia force.
kesit ya da parçalardan yapılmış veya parçalara ayrı
secondary heating: Yüksek güçlü, ağır devirli dizel
labilen.
motorlarında, tanklardaki birincil ısıtmaya ek olarak
sectional boilers: Su bölgesi (mahalli) patlama tehli
fuel oil ısıtıcısındaki ısıtma (90°-140°C); ikincil ısıt
kesi oluşturmayacak şekilde küçük parçalara bölün
ma; sekonder ısıtma.
müş kazanlar, örneğin su borulu kazanlar; bölümlü
secondary interia force: Cos 2 <p kanununa uyan ve
kazanlar.
devir hareketli kütlelerin ağırlıklarından gelen atalet
sectional wiew: Tek. Res. kesit görünüş.
kuvveti; ikincil harmonik; ikincil atalet kuvveti; sekon
sector: 1) herhangi iki yarıçap ile sınırlı ve onların
der atalet kuvveti.
ara sında kalan yay dahil bir daire parçası; sektör;
secondary injection period: Diz. Mot. püskürtme
daire dilimi. 2) uçlarından birbirine birleştirilmiş ve
so na erdikten sonra pompa ile enjektör arasındaki
türlü öl çeklerde işaretlenmiş iki cetvelden oluşan,
bo ruda basınç dalgalanması nedeniyle enjektörün
problem leri çözmek ve açıları ölçmek için kullanılan
tek rar püskürtmesi; ikincil püskürtme süreci;
matema tiksel bir cihaz. 3) sektörlerine ayırmak.
istenme yen bir olaydır; dribbling şeklinde de
securing nut: Bkz. looking nut.
kullanılır.
sectorial: Sektöre ait; sektöryel.
secondary metal: Hurdalardan temizlenmiş metal;
securable: Güvenli ya da emniyetli olarak.
ikincil metal.
secure: 1) güvenli; emniyetli; tehlikesiz; hasar vb. ine
secondary system: Buhar üretmek için bir nükleer
maruz kalmayan; emin. 2) güvenli veya emniyetli ol
stim tesisinin primer sisteminin ısısını kullanan dev
mak; korumak; muhafaza etmek. 3) emniyetli veya
re; ikincil devre.
güvenli olmak.
secondary of transformer: Bir transformatörün yüke security: Güvenlik; emniyet.
bağlı sargısı; transformatörün sekonder sargısı.
sedan: iki ya da dört kapısı, ön ve arkada iki koltuğu
secondary winding: İki sargılı bir transformatör, en
olan kapalı tip otomobil; sedan.
düksiyon bobini vb. inin uzun, çok sarımlı sargısı;
sediment: 1) bir sıvının dibine çöken herhangi bir
ikincil sargı; sekonder sargı.
madde; tortu. 2) Den. özellikle yük tanklarında su,
seconder assistant engireer: Den. 12.00-16.00 ve
petrol vb. i sıvılardan dibe çöken katı maddeler; tel
24.00-04.00 saatleri arasında vardiye tutan gemi ma
ve.
kineleri işletme mühendisi; İkinci mühendis; ikinci
sedimental: Bkz. sedimentary.
makinist.
sedimentary: 1) tortuya ait; tortu içeren veya kapsa
second deck: Den. bir gemide ana güvertenin altın
yan; tortu tabiatında olan. 2) kayalar gibi, tortu birik
da kalan güverte; ikinci güverte.
mesi ile oluşan.
sedimentation: Katılar ve sıvıların ayrılması; sedimen-
sed im e n ta ti o n potentia l 486 sel f cleanin g filte r

tasyon; tortu birikimi; çökelme; çökeltme; dinlendire


seismologicaliy: Sismoloji ilkelerine göre.
rek veya seperatörden geçirerek sağlanır,
seismology: Sismoloji; deprem ve onunla ilgili ben
sedimentation potential: Bir sıvı içinde bir taneciğin
zer olayları inceleme bilimi; sismoloji; deprem bilimi.
düşmesi ile oluşan potansiyel farkı; çökme potansi
seismometer: Bkz. seismograph.
yeli.
seismometric: Bkz. seismographic.
Seebeck effect: Farklı iki metal bir devreyi oluştur
seismoscope: Depremlerin sadece sürelerini ve olu
mak üzere uçlarından birbirlerine bağlandıkları ve
şumunu gösteren bir cihaz; sismoskop.
farklı sıcaklıklarda iki bölge oluşturduklan zaman,
seismoscopic: Sismoskopa ait veya onun tarafından
bu devrede akan akım; Sibek etkisi; pirometre ya da
kayıt edilen; sismoskopik.
termokupl kuramı.
seize: 1) Tutukluk yapmak; sıkışıp çalışmamak. 2)
seeder: Çekirdek çıkarmak için kullanılan bir alet.
Den. birlikte bağlamak (ipler vb.).
seep: Küçük delik veya gözeneklerden sızmak; sızıp
seizing: Den. a) sicimle birbirine bağamak. b) bunun
akmak; bir havuz oluşturmak için topraktan su ya da
için kullanılan ipler ya da halatlar, c) bu şekilde bağ
petrolün sızdığı yer.
lamak.
seepage: 1) sızma işi veya işlemi; sızıntı. 2) sızan sı
seizure: 1) Tutukluk; sıkışıp çalışmama. 2) yakalama;
vı.
tutma; el koyma.
seethe: 1) kaynatarak pişirmek. 2) bir sıvıda ıslat
seizure, piston: Bkz. piston seizure.
mak, ıslanmak veya doyurmak ya da işba haline ge
selectivity: Rady. taşıyıcı dalgaların belirli frekansları
tirmek; kaynatmak. 3) kaynayan bir sıvı gibi kabar
nı alan ve yakın frekansları atan bir radyo alıcısı dü
mak veya köpürmek.
zeni; selektivite.
Seger cones: Kil ile bazı oksitlerin karışımından olu
selector valve: Bub. Kaza. sistem ya da bileşenlerin
şan ve bir fırına yerleştirilen küçük konik parçalar ya
elle veya otomatik kontrolünün seçimine yardım
da koniler; yaklaşık sıcaklığı belirtmek için kullanılır.
eden pnömatik bir cihaz; seçici valf.
segment: 1) Elekt. bir kollektörün yalıtımış bölümlerin-'
selenate: Selenlk asitin bir tuzu; selenat.
den biri; komütatör (bakır) dilimi. 2) bir gövdenin ay-
rilabildiği parçalardan herhangi biri; bölüm veya kı selenic: 1) selenus bileşiklerinden daha yüksek de
sım. 3) Geom. a) bir daire ya da kürenin bir düzlem ğerli selene sahip bileşikler için veya onlara ait; sele-
le kesilmesi sonucu elde edilen yay veya kirişli kı nik. 2) renksiz bir kristalli asite (H 2 Se0 4 ) ait ya da
sım; daire veya daire kesmesi; halka; segman. b) onu belirten.
bir doğrunun belirli kısımlarından herhangi biri. 4) selenious: 1) selenik bileşiklerden daha küçük değer
bölümlerine ayırmak. li selen kapsayan bileşiklere ait veya onları belirten.
segmental: 1) bir dairenin parçası veya segmenti şek 2) renksiz, kristalli bir asite (H 2 Se0 3 ) ait veya onu
belirten.
line sahip olan. 2) segment veya segmentlere ait;
selenite: Kristaler veya ince yapraklar şeklinde bulu
segment tabiatında olan. 3) segmentlerden oluşan.
nan bir tür alçıtaşı; selenit.
segregate: 1} ana kütleden ayrılmak ve yeni bir göv
selenium: Kimy. kükürt gurubundan bir kimyasal ele
dede bir araya gelmek: Kristaller için söylenir. 2) di
ment; fotoelektrik cihazlarda kullanılır; selenyum;
ğerlerinden ayırmak.
Simg. Se; at. ağ. 78,96; at.no.34.
segregation: Bir alaşımın elementlerinin veya bileşen selenium cell: Selenyum levhalar kapsayan fotoelek
lerinin konsantrasyonundaki değişim.
trik hücre.
Seidlita powder: Roşel tuzu.
selenium rectifier: Selenyumlu rektifayer veya doğ
seism: Deprem; zelzele.
rultmaç; Bkz. metal rectifier.
seismal: Bkz. seismic. selenographer: Selenografi uzmanı ya da mütehassı
seismic: 1) zelzele ya da zelzelelere ait; sismik. 2)
sı.
zelzelenin sebep olduğu. 3) zelzelelere konu omak.
selenographic: Selenografiye ait.
seismical: Bkz. seismic.
selenography: Ayın yüzeyi ve fiziksel özelliklerini in
seismic detector: Dünyanın belirli veya stratejik yerle
celeyen bilim dalı; selenografi.
rine yerleştirilen ve onun ürettiği dalgalarını araştır
selenology: Ay ile ilgilenen astronomi dalı; selenolo-
mak üzere kullanılan, kayıt eden bir osiloğrafa bağlı
bir mikrofon; sismik detektör. ji.
seismism: Yer sarsıntısı olaylarının tümü. self-acting: Dış bîr etki veya uyarı olmaksızın işleyen;
seismo-: Deprem, yersarsıntısı veya zelzele anlamla kendi kendine çalışan; otomatik.
rında bir önek; Nad. Ola. sismo- şeklinde de kullanı self-aligning: Kendiliğinden ayarlı; kendi kendini
lır. ayarlayan.
seismogram: Sismografta depremlerin kayıt edildiği self-aligning bearing: Kendi kendini ayarlayan ya
kağıt şerit; sismogram. tak; küresel yatak; spherical bearing, spherical-se
seismograph: Depremlerin yeri, yönü, şiddeti ve sü ated bearing biçiminde de kullanılır.
relerini kayıt eden çok duyarlı bir cihaz; sismograf. self-breathing engine: Doğal emişli veya kendiliğin
seismographic: 1) sismografiye ait; bir sismograf ta den solunumlu makine; Dört zamanlı dizel makinele
rafından kayıt edilen. 2) sismografiye ait. ri için söylenir; Bkz. naturally aspirated engine.
seismography: Depremlerin kayıt edilmesinde, sis self-centered: Diğer şeylerin çevresinde hareket etti
mograf kullanımı. ği bir nokta veya merkez gibi sabit ya da hareketsiz.
seismol.: Bkz. 1) seismological. 2) seismology. self-cleaning filter: Temizleme elemanı hareketli ve
ya bir hava silindirinin aralıklı hareketi nedeniyle sa
seismologic: Bkz. seismological.
seismological: Sismolojiye ait. at yönünde döndürülen filtre; kendi kendini temizle
yen filtre; kendiliğinden temizlenen süzgeç.
self-closing valve 487 semifluid
lan.
self-closing valve: Kendiliğinden ya da otomatik ka semantics: Anlambilim.
pama valfı. semi-: Yarı, yarım anlamda bir önek.
self-contained: 1) kendi kendini denetleyebilen. 2) semi anthracite: Yarı antrasit; %8-%14 uçucu madde,
muharrik, çeviren ya da döndüren güç ile birlikte antrasite göre daha az sabit karbon kapsar, uzun ve
tüm çalışan parçaları bir ünite tarafından kapatılmış parlak bir alevle yanar; kazanlarda buhar üretmek
olan: Makineler için söylenir. 3) görevlerini bağımsız amacıyla kullanılmayan bir kömürdür.
olarak yapabilen; kendi kendine yeterli. semiautomatic: 1) kısmen otomatik, kısmen el ile de
self-driven: Kendi muharrik ya da çevirici gücüne sa netlenen: Yarı otomatik makineler için söylenir. 2)
hip olan; kendiliğinden hareket edebilen; otomotif. yarı otomatik: Silah ya da tabanca için söylenir.
self exitation: Kendi alanı için akım üreterek çalışan semi-balanced rudder: Yarı dengeli dümen.
bir makine; örneğin bir doğru akım jeneratörü; ken semibituminous: Antrasitten daha yumuşak.
dinden ikazlı veya uyarmalı. %14-%22 uçucu madde, depolama ve taşıma sırasın
self-exited: Doğru akım makinelerinin tümü gibi, ken da ufak parçalara ayrılma eğilimli, çok az duman çı
diliğinden uyarılmış veya ikaz edilmiş; kendi ürettiği kararak yanan bir maden kömürü; yarı bitümlü kö
akımla kendisini uyaran ya da ikaz eden (jeneratör mür.
vb. i) semibuilt crankshaft: Diz. Mot. krankı oluşturan iki
self-hardened: Bkz. self-hardening. krank kolu ve krankpinin tek parçadan yapılıp, jur
self-hardening: Akkor haline kadar ısıtıldıktan sonra nallere sıkı olarak geçirildiği krank mili; yarı yapılı
çeliğin hava ile soğutularak sertleştirilmesine ait; krankşaft.
kendiliğinden sertleşme. semicircle: 1) yarım daire. 2) yarım daire şeklinde
self-ignition: Kendiliğinden ya da kendi kendine tu olan herhangi bir cisim.
tuşma; otomatik tutuşma. semi circular: Yarım daire şeklinde olan.
self-ignition temperature: Kendiliğinden tutuşma sı semi-closed: Yarı kapalı ya da yarı açık (buhar ve be
caklığı; dizel yakıtlarının kendiliğinden tutuşma sıcak si suyu devresi vb.i).
lıkları 200°-250°C dolayındadır. semi-closed feed system: Gem. Mak. kondenser,
self-induced: 1) kendi veya bir başkası tarafından en- ekstrakşın, (yoğuşum) pompası, erecekler konden
düklenen; kendiliğinden endüklenen. 2) kendiliğin ser, atmosfere kısmen açık bir tank, dreyn kuler, fid
den endükleme ile üretilen, suyu pompası ve ısıtıcıdan oluşan bir besi suyu dev
self-inductance: Bir bobinin sarımlarında akımın ne resi; yarı kapalı fid suyu devresi; yarı açık fid suyu
3
den olduğu gerilim ya da voltaj; self endüktans. devresi; bu devredeki suyun her litresinde 0,10 cm
self-induction: Bir devrede, o devredeki akım değişi dolayında hava bulunur.
mi ile elektrik akımının endüklenmesi; self endüksi semi-closed cycle: Gaz. Türb. alçak ve yüksek ba
yon; kendiliğinden endüklenme. sınç kompresörleri, iç soğutucu, jeneratör, hava ısıtı
self-loading: Bir tabanca ya da silah gibi, kendi cısı ve gaz türbininden oluşan gemi güç devresi; ya
hare keti ile tekrar dolma; kendiliğinden dolma; rı kapalı çevrim.
otomatik dolma. semiconductor: Elektrik ve ısıyı iletim özellikleri
self-moving: Kendi gücü ile hareket etme veya hare Mes kenler ile yalıtkanlar arasında olan bir madde;
kete muktedir olma. yarı iletken; yarı iletkenin direnci, artan sıcaklık ile
self-oiling: Kendi kendini yağlayan; kendiliğinden azalır; bunlar element veya bileşik halinde olan
yağlanan (sürtünme yüzeyi, yatak vb.i). german yum, selenyum, silisyum ve kurşun tellür
self-oiling bearing: Kendiliğinden yağlanan yatak; gibi mad delerden herhangi biridir.
kendi kendine yağlanan yatak. semiconductor diode: Bkz. crystal rectifier.
self-priming: Alıcı tarafındaki boru devresini kendisi semiconductor junction: Örneğin biri n ve diğeri p
havasızlandıran veya orada vakum oluşturan; kendi türünde olan iki farklı tipteki yarı iletken arasındaki
liğinden havasızlandırmalı. bir düzlem; yarı iletken birleşme (yeri, bölgesi vb.)
self-propelled: Kendi hareket veya yürütme gücünü semidiameter: Çapın yarısı; yarıçap.
üretme; kendi kendini hareket ettiren; kendiliğinden semi-diesel engine: Günümüzde, özellikle otomotiv
hareket eden. endüstrisinde yararlanılan, kompresyon ya da sıkış
self-propelled dredge: Üretim ekipmanını pervane tırma basıncı yaklaşık 19-24 bar, maksimum basıncı
nin hareketi için kullanabilen tarak gemisi; kendi ma 27-41 bar olan ön yanma odası, girdap yuvalı vb.i di
kinesi veya olanaklarıyla hareket edebilen tarak ge zel makinelerinden herhangi biri; yarım dizel makine
misi. si; sömidizel makinesi.
self-propelled vessel: Kendi makinesiyle hareket semi-elliptic: Bkz. semielliptical.
eden tekne veya gemi. semielliptical: 1) yarim elips şeklinde olan: Yaprak
self-propelling: BKZ. self-propelled. yaylar için söylenir. 2) elips şekline yakın.
self-recording: Bir makine gibi, kendi görev veya ça semi finished: istenilen ölçülere kadar işlenmemiş
lışmalarını otamatik olarak kayıt yapan; otomatik ka veya gerekli boyutlara kadar işlenmesi mümkün (ya
yıt etme. lak, makine parçası vb.i); yarı işlenmiş; yarı mamul.
self-starter: Mor. ilk hareketlerini sağlamak için kulla semifloating pin: Mot, otomobil makinelerinde oldu
nılan, el ile hareket veya yardımcı makine dışında ka ğu gibi konnektin rodun veya piston kolunun küçük
lan, herhangi bir cihaz;self starter; marş. tarafına sıkıca bağlanan piston pin; yarı salınımlı per-
self-ventilating: Kendiliğinden havalandırmalı jenera no ya da piston pin veya gacın pin.
tör, motor vb.i). semifluid: Sıvı ya da katı olmayan; yarı sıvı; ağır veya
self-winding: Bazı saatler gibi otomatik olarak kuru
se mikilled s t ee l 488 SE reac t io n
ayırmak; ayrılmak; ayrı.
kalın, fakat akabilen; viskoz, fakat sıvı; bu tabiatta separated: Bir bütünden çıkarılmış herhangi bir par
olan bir madde. çayı belirtir; ayrılmış; çıkarılmış.
semikilîed steel: Silisyum, alüminyum veya her ikisi separate excitation: Bir elektrik makinesinin alanı
ile sadece kısmen oksijensizleştirilen çelik; yarı ölü için, dış bir kaynaktan sağladığı akım; ayrı uyarmalı;
çelik; büyük bir bölümü %0,15-%0,25 karbon ve yak dıştan uyarmalı; dıştan ikazlı.
laşık %0,05 silisyum kapsar. separate exciter: Dıştan ikaz eden veya uyaran; se
semi-micro method: Küçük miktarda maddeler ve parate excitation.
kü çük ölçekli aletler kullanılarak yapılan analiz veya separating: Separasyonda kullanılan bir alet (araç,
ha zırlık yöntemi; yarı mikro yöntemi. ci haz) parçasını belirtir; birbirine karışmayan sıvıları
semipermeable: Bazı maddelerin geçmesine müsa ayırmak için kullanılan cihazın ayırma bacası gibi;
ade eden; yarı geçirgen. ayırma; çıkarma.
semipermeable membrane: Belirli iyon veya mole separation: 1) ayırma veya ayrılma. 2) ayrılmanın gö
küllerin geçmesine müsaade eden ve diğerlerinin rüldüğü yer; bölüm; kısım. 3) ayrılan bir şey.
geçmesine engel olan bir diyafram ya da membran; separation energy: Bir çekirdekteki proton, nötron
bu tür membranlar, türlü selofanlar, ozmometreler, veya alfa partikülünün bağlayıcı enerjisi.
veya parşümenlerde kullanılır; örneğin bakır hegzasi- separator: 1) ayıran kişi veya şey. 2) Mak. yağlama
yanoferrat (II), Cu 2 Fe(CN) 6 vb.i gibi. yağı, yakıt vb.inden yabancı maddeleri ayıran cihaz;
semiplastic: Kısmen plastik veya yoğrulabilen. separator veya ayırıcı. 3) bir akümlatörün + ve - ku
semiround: Genel olarak yuvarlak, fakat düz bir yüze tupları arasında asite dayanıklı türlü maddelerden ya
yi olan; yarım yuvarlak; balık sırtı; bu şekilde olan pılmış ince levha; separator; kısa devreyi önlemek
herhangi bir şey. için kullanılır.
semisolid: Jelatin gibi şekil değiştirebilen fakat sıvı ol separator, fuel: Bkz. fuel separator.
mayan; yarı sıvı; yarı sıvı madde. separator, oil: Bkz. oil separator.
semispherical: Yarım küre şeklinde olan; yarı küre separator plate: 1) kısa devreyi önlemek amacıyla
sel. akü plakaları arasına konulan, asite dayanıklı plâs
semi-steel: Yapısı %3-%3,5 karbon, %1-%1,4 silisyum tik, fırınlı gürgen veya kağıttan yapılan levhalardan
ve gerisi demirle dengelenen bir çelik türü; yarı çelik herhangi biri; akü kutup seperatörü, bazı yağ sepe-
(bugün kullanılmıyor). ratörlerinde kartuşlar arasındaki madenî perde; sepa
semitransparent: Yarı saydam veya şeffaf. rator levhası.
senary: Altıya ait; altı separator, steam: Bkz. steam
anlamında. send: Göndermek. separator.
sending telemotor: Gem. Mak. hidrolik dümen maki separator tube: Isıl dağılma tarafından izotopları
nelerinde dümen dolabı, hidrolik silindirleri, hidrolik ayır mak için kullanılan bir cihaz; ayırma tüpü.
boruları vb.ini kapsamına alan bölüm; transmitter; septavalent: Nad. Ola. yedi değerli.
verici; gönderici telemotor. septempartite: Yedi parçaya bölünmüş.
sensation unit: Ses şiddetinin birimi olan desibel'in septenary: 1) yedi sayısına ait. 2) yedi sayısı. 3) yedi
(Bkz. desibel) eski adı. yılda bir görülen.
sense: Algılamak. septennial: 1) yedi yıl süren. 2) her yedi yılda bir ge
sensible heat: Termometre (veya sıcaklık ölçer) ile len, görülen, vukubulan vb.
ölçülebilen ısı; hissedilebilir ısı. septennially: Her yedi yılda bir.
sensible temperature: Bir termometrenin belirttiği septic tank: Bakteri hareketleri nedeniyle atık madde
sı caklık; hissedilebilir sıcaklık. lerin çürüdüğü ve ayrıştığı tank; septik tank; fossep
sensitive: Duyarlı; hassas. tik.
sensitivity: 1) hassas ya da duyarlı olma durumu ve septilateral: Yedi kenarı olan; yedi kenarlı.
ya niteliği; duyarlılık; hassasiyet. 2) Herhangi bir re septilion: 1) ABD ve Fransa'da 1'i izleyen 24 sıfırdan
24
gülatör durumunda hızdaki minimum değişimin ne oluşan sayı; 10 . 2) ingiltere ve Almanya'da Vi izle
42
den olacağı regülatör pozisyonu; duyarlılık; hassasi yen 42 sıfırdan oluşan sayı; 10 ; septilyon.
yet. septimal: Yedi sayısına ait.
sensitize: Duyarlı veya hassas yapmak; özellikle: a) septuple: 1) yediden oluşan. 2) yedi kat; yedi misli;
Foto. ışığa karşı (film ya da levhayı) duyarlı yapmak, yedi ile çarpmak. 3) yedi misli yapmak.
b) yinelenen (mükerrer) enjeksiyonlarla bir serumu sequel: Sonuç ya da
hassas ya da çok hassas yapmak. netice.
sensitometer: Gözlemlerde olduğu gibi duyarlılığı sequence: 1) bir şeyin diğerini izlemesi veya ondan
ölç mek için kullanılan bir cihaz; sensitometre. sonra gelmesi; sıra; dizi. 2) bunun vukubulduğu sı
sensor: Algılayıcı. ra. 3) çoğu zaman düzgün şeylerin devamlı ya da
sentinel valve: Bazan basınç giderme (rilif) valfları sürekli dizisi. 4) sonuç ya da netice.
nın giriş hücresine bağlanan ve tehlikeli basınçlarda sequent: 1) birbirini izleyen. 2) sıra; dizi. 3) takip
alarm veren,küçük ve yay yükü ile çalışan bir valf; eden şey.
gözcü ya da nöbetçi valf; sentinel valf. sequential: 1) sıra; seri. 2) dizi meydana getiren. 3)
separability: Ayrılabilir olma durumu veya niteliği. sıralı.
separable: Bir bütünün ayrılabilen herhangi bir ser: 2 libreden (0,904 kg) az bir miktar daha büyük
parça sına ait: Elementlerin izotopları, kütle bir ağırlık birimi.
spektrometresi ile ayrılabilir gibi. SE reaction: Atak yapan maddenin elektrolitik ayıraç
separate: Kısımlara ayrılmaya neden olmak; bölmek; olduğu, bir başkasının yerine kullanılan tepkime; SE
tepkime.
seria l 489 settle

serial: 1) sıra ya da diziye ait; sıra şeklinde düzenlen service elevator: Hizmetliler tarafından yük, eşya, ba
miş; sıra şeklinde meydana gelmiş. 2) seri ya da se gaj vb.i taşımak için kullanılan asansör; yük asansö
riler halinde olan. 3) periyodik olarak. rü.
serial number: Makinelerin yapıldıkları zamanı belir serviceman: 1) görevi bir şeyleri onarmak veya ser
ten sayı; seri numarası. vis vermek olan Kişi; tamirci; radyo tamircisi gibi;
series: Elektriksel cihazları bağlama yöntemlerinden service man, service-man şekillerinde de yazılır.
biri; seri bağlama. service manual: Bir makine, elektrik motoru vb.inin
series capacitances: Elekt. türlü sayıda seri bağlı ka- işletme, bakım ve onarım yöntemlerini veren kitap
pasitör, kondensatör veya meksefe; seri bağlı kapa- ya da kitapçık; işletme el kitabı; bakım ve onarım ka
sitörler. talogu.
series circuit: Elekt. seri bağlı direnç, kapasitörvb.in- service pump: Buh. Kaza. fuel oili dinlendirme {Bkz.
den oluşan devre; seri devre. settling tank) tanklarından alarak onu basınçla
series connection: Seri bağlama. (-15 bar) püskürtücülere veren tulumba; servis
series generator: Bkz, series-wound generator. pompası.
series motor: Seri alan sargısına sahip olan bir doğ service speed: Bir ticaret gemisi, tren, otobüs vb.i ta
ru akım motoru; seri motor. şıtların normal işletme sürati; servis hızı ya da sürati.
series-parallel circuit: Elekt. hem seri ve hem de pa service station: 1) mekanik ve elektriksel cihazlar
ralel dirençlerin bulunduğu devre; seri-paralel dev için parça, onarım servisi vb. sağlayan yer; Radyo
re. bakım istasyonu gibi. 2) bu tür hizmeti oto, kamyon
series-parallel resistor: Seri ve paralel (bağlı) direnç ve motosikletler için sağlayan yer; benzin istasyonu.
ler. service tank: Gemi dizel motorlarına akaryakıt sağla
series resistors: Elekt. seri bağlı dirençler; seri di yan ve onları 12 saat süre ile çalıştıracak kapasitede
renç elemanları; seri dirençler. olan tank; servis tankı; day tank şeklinde de kullanı
series-winding: Doğru akım makinelerinin endüvi ile lır.
seri durumda olan kutup ya da alan sargısı; seri sar service tools: Gemi mağazası, atelye vb.inde bulu
gı; kalın sargı. nan bakım, onarım ve ayar takımları; servis takımla
series-wound generator: Alan sargısının endüvisi iie rı.
seri olduğu ve izoleli kalın tellerden oluşan bir DC servo control: Aerodinamik veya mekanik rölelerle pi
elektrik üreteci; seri jeneratör; seri dinamo; sadece lotun gayretini güçlendiren ya da takviye eden bir
lâboratuvarlarda kullanılır. kontrol cihazı; servo kontrol.
series-wound motor: Bkz. series motor. servo mechanism: Elektriksel veya mekanik impuls-
Serpek process: Atmosferik nitrojeni fikse etmek ve larla çalışan ve otomatik olarak bir makine, alet vb.i-
ya asabitleştirmek için uygulanan bir yöntem; Ser ni çalıştıran bir elektrik motoru, pompa vb.i gibi bir
pek yöntemi; bu yöntemde alüminyum ile nitrojen cihaz; elektromekanizma.
den alüminyum nitrür, sonra parçalanarak amonyak servomotor: Hidrolik olarak küçük kuvvetleri büyüt
elde edilir. mek için kullanılan bir mekanizma; servomotor; di
serpentine: 1) bobin yapılmış veya sarılmış; sargı; zel motorlarının tornistan donanımları, hidrolik regü
Mak. içersinden sıcak su, buhar vb. i geçirilerek ısıt latörler vb.i yerlerde kullanılır.
ma görevi yapan boru demeti; serpantin; Yakıt, yağ servomotor cylinder: Servomotor silindiri.
tankları, evaporator, ısıtıcılar, vb.lerlnde kullanılır. 2) servomotor piston: Servomotor pistonu.
çoğu zaman yeşil veya kahverengimsi kırmızı olan servomotor rod: Servomotor rodu; servomotor pisto
bir mineral, magnezyum silikat, Mg 3 Si 2 0 7 .2H 2 0 ; nuna bağlı olan ve onun hareketini rak koluna ya da
yı- lantaşı. kremayer dişli ile püskürtme pompası plencerine ile
serrated: Tırtıl çekilmiş; tırtıllı. ten rod.
serrated piston skirt: Kompresyon ve yağ kontrol servomotor spring: Servomotor pistonu üzerinde bu
segmanlarının altında kalan, eteği tırtıllanmış piston; lunan yay; pistonun alt tarafındaki yağ boşaldığı za
bazı alüminyum pistonlarda tırtıllar arasındaki kanal man onu aşağıya doğru iter; servomotor yayı.
larda yağ tutmak ve bu yağı silindir yüzeyine dağıt sesquioxide: Üç atom veya eşdeğer oksijenin, iki di
mak için kullanılır; eteği tırtıllı piston. ğer element veya kök ile birleştiği oksit.
serrated thumbnut: Dış yüzeyine tırtıl çekilmiş daire set: 1 a) çalışmak için (bir cihaz, veya makinenin ha
sel somun; tırtıllı somun. reketli parçasını) yerinde tutmak, b) koymak; yerleş
serriform: Testere şeklinde; şekli testereye benze tirmek (bıçak, traş makinesi vb.), c) ayarlamak (tes
yen. tere dişlerini). 2) kolay boyanır yapmak (bir boyayı).
serrulate: Kenarı boyunca küçük, çok ince testere diş 3) takım. 4) küme.
lerine sahip olan. set chisel: Perçin, civata vb.inin başlarını kesmek
server: Bilgisay. hizmet programı. için kullanılan geniş ağızlı keski.
service: 1) yıkama ve yağlama. 2) bakım yapma. 3) set off: Kapamak.
elektrik enerjisi, su, ulaşım, posta telefon vb.i gibi ka set on: Açmak.
muya sağlanan hizmetler. 4) bunları sağlamanın setscrew: 1) bir parçadan diğerine geçen ve onun ha
yöntemi veya usulü. 5) Den. işte kullanılan (halat, reketine engel olan makine vidası; setuskur. 2) bir
tel vb.) herhangi bir madde. 6) hizmete ait, hizmet yay vb.inin tansiyonunu ayar etmek için kullanılan vi
için veya hizmette. 7) kontrol, ayar, onarım, yakıt da.
vb. i ile göreve hazır hale getirmek. setting: Ayar.
service brake: Oto. el freni; servis freni. sertle: 1) tortusunu çöktürerek (bir sıvıyı) temizle-
settlers 490 sha f t b eari ng s , p ro p
elle r
olan bir kesir.
mek. 2) tortularını çöktürerek daha berrak yapmak. sexcentenary: Altı yüze (600) ait, özellikle altı yüz yıl;
settlers: Bkz. settling tank. altı yüzüncü yıldönümü.
settling: Bir sıvıyı belirli bir süre dinlendirerek (yakla sexivalent: Altı değerli; altı değer veya valansa sahip
şık 12 saat) ağır katı parçacıklar ye suyunu çöktüre olan.
rek giderme; dinlendirme. sexpartite: Altı parçaya ait; altı parçaya bölünen.
settlings: Bir sıvının dibinde biriken katı madde; tor sextan: Her altı günde bir görünen ya da vukubulan;
tu. her altı günde bir görünen ateş vb.
settling tank: Gem.Mak. yakıt, yağ vb. i sıvıların için sextant: 1) cisimler arasındaki açısal mesafeyi ya da
deki yabancı maddelerin çökmesi için kullanılan ve uzaklığı ölçmek için kullanılan bir cihaz; sekstant:
içinde çoğu zaman bir ısıtıcı bulunan tank; dinlendir Bir gök cismi ve ufuk veya diğer bir gök cismi arasın
me tankı; settling tank. daki açının ölçümü ile geminin mevkiini saptamak
set up: Bir deneye hazır olmak, örneğin damıtma ara için navigatörler tarafından kullanılır. 2) Nad Ola. da
cı kurmak için (imbik, kondensatör, üç ayaklı sehpa, irenin altıda biri.
bek, termometre ve bir alıcı) bir cihazın ayrı parçala sextillion: 1) ABD ve Fransa'da 1'i izleyen 21 sıfırlı sa
21
rını birbirine bağlamak veya toplamak; kurmak. yı; 10 . 2) ingiltere ve Almanya'da 1'i izleyen 36 sı
seven: 1) altı ile sekiz arasındaki tam sayı; yedi; 7 ve fırdan oluşan sayı; 10
36
;
ya VII. 2) numarası 7 olan kişi veya şey. sekstilyon.
seventeen: On yedi; 17; XVII. sextodecimo: 1) matbaa kâğıdının 16'ya katlanmasıy-
seventeenth: On yedinci; 17.; 17 nci. 2) bir şeyin on la yapılan bir kitabın sayfa ölçüsü; yaklaşık olarak
yedi eşit parçasından birini belirten. 3) bir şeyin on 114x171 mm (4,5x6,75 inç). 2) böyle bir, sayfa ölçü
yedi eşit parçasından herhangi biri; 1/17. lerine sahip kitap.
seventh: 1) yedinci; 7 nci; 7. 2) bir şeyin 7 eşit sextuple: 1) altıdan oluşan; altı kapsayan. 2) altı mis
parça sından herhangi birini belirtir. 3) bir şeyin li; altı kat. 3) miktarını altı misli daha fazla yapmak
yedi eşit parçasınadn herhangi biri; 1/7. veya olmak; altı ile çarpmak.
seventhly: Yedinci yerde. s.g.: Bkz. specific gravity.
seventieth: 1) yetmişinci; 70 inci. 2) bir şeyin yetmiş shackle: 1) Oto. makas küpesi. 2) bağlamak için kul
eşit parçasından herhangi birini belirten. 3) bir şeyin lanılan türlü aletlerden herhangi biri; bağlama demi
yetmiş eşit parçasından herhangi biri; 1/70. ri, kelepçe vb.i 3) Den. iki zincir baklasını birbirine
seventy: Yetmiş; 70 ya da LXX. bağlayan çelik parça; kilit.
seventy-five: Yetmiş beş mm'lik top; özellikle, Birinci shade: 1) güneşten gelen ışık ışınlarının aşağı yukarı
Dünya Savaşı'nda kullanılan bu çaptaki ateşli silah. mat bir cisim tarafından kesilmesinin neden olduğu
sever: 1) ayırmak; bölmek. 2) parçalanmak; kopmak. göreli karanlık; gölge. 2) ışıktan korunmak veya onu
severable: Kopabilir; bölünebilir. perdelemek için kullanılan türlü cihazlardan herhan
severe: 1) aşırı şekilde düz veya basit. 2) sert; şiddet gi biri. 3) ışık veya ısıdan korumak ya da perdele
li; ağrı vb.i gibi şiddetli veya yoğun. 3) zor, güç. mek. 4) karartmak; donuklaştırmak; loş yapmak.
sewage: Kanalizasyon tarafından taşınan atık madde shade line: Tek. Res. gölge çizgileri; gölgeleme çizgi
ler; biyolojik atık; necaset. leri.
sewage gas: Bkz. sewage-sludge gas. shadily: Gölgeli bir tarzda veya şekilde.
sev/age pump: Kanalizasyon pisliğini, toplandığı tank shadiness: Gölgeli durum veya nitelik.
ya da tanklardan alarak sahildeki tesislere basan shading: 1) ışık veya ısıya karşı koruma; gölgelik. 2)
pompa; necaset pompası; pislik pompası; dışkı pom bir resimde ışık veya gölgenin belirtilmesi. 3) nitelik,
pası. tür vb. inde olduğu gibi herhangi küçük bir fark veya
sewage-sludge gas: Kanalizasyon tesislerinin geliş değişim.
mesi sonucu üretilen ve içten yanmalı makinelerde shadowgraph: 1) aydınlatılmış bir yüzeye gölge düşü
yakıt olarak kullanılan bir gaz; kanalizasyon gazı; rerek üretilen bir görüntü veya siluet. 2) X ışını fotoğ
Bkz. sewer gas. rafı; radyograf veya röntgen filmi.
sewage tank: Gemilerde necaset ve pisliğin, bu ara shadowiness: Gölgeli olma durumu veya niteliği.
da hela ve idrar kaplarından vb.i gelen, atıkların top shadowless: Gölgesi düşmeyen; gölgesiz. 2) aydınla
landığı nispeten küçük kapasiteli bir tank; pislik tan tılmış bir yüzeyde gölgesiz.
kı; necaset tankı. shadowy: 1) gölgeye benzeyen; gölge tabiatında
sewerage: 1) kanalizasyonlarla atık maddeler veya olan, özellikle gerçek olmayan veya maddesiz. 2)
yüzey sularının giderilmesi. 2) kanalizasyon sistemi. gölge ile kaplanmış veya gölge üreten. 3) sembolik.
3) atık madde. shaft: 1) güdümlü mermi veya onunla kıyaslanacak
sewer: Su veya biyolojik atıkları taşıyan yeraltı boru bir şey. 2) ışık konisi veya sütunu. 3) hareketi meka-
su. niksel bir parçaya ileten madenî kısım; mil; şaft. 4)
sewer gas: Kanalizasyon gazı; kanalizasyon sarnıçla bir maden ocağına hava girmesini sağlayan kanal
rında görülen ve biyolojik atıkların çürüme ve fer ya da pasaj; havalandırma bacası; hava bacası. 5)
mantasyonundan oluşan ve başlıca CH4 kapsayan ısıtma ve havalandırmada kullanılan hava kanalı ya
bir gaz; gaz makineleri ya da motorları için yakıt ola da borusu.
rak kullanılır. shaft alley: Bir gemide, pervane veya ara şaftlarının
sewing machine: Dikiş, nakış makinesi. bulunduğu hacim; şaft yolu; şaft tüneli.
sexagenary: Altmış sayısına ait veya onu belirten. shaft bearing: Bkz. shaft bearing, propeller.
sexagesimal: Altmış sayısına ait veya altmış sayısına shaft bearings, propeller: Bkz. propeller shaft bea
göre; Mate, paydası altmış veya altmışın kuvveti rings.
shaft, cam 491 shearing

shaft, cam: Bkz. cam shaft. shape: 1) fiziksel veya uzaysal şekil. 2) belirli bir kişi
shaft centeriine: Şaft veya milin yatay ekseni veya veya şeyin belirgin şekli. 3) düşsel şekil; hayalet. 4)
merkez hattı. belirli, muntazam veya uygun şekil. 4) belirli bir şe
shaft, crank: Bkz. crank shaft. kil vermek.
shaft deflection: Gem. Mak. pervane şaftları veya ara shapelesness: Belirli bir şekli olmayan ve derhal bu
şaftlarda kendi ağırlıkları nedeniyle oluşan ve iki taşı lunduğu kabın şeklini alan; şekilsizlik (akışkanlar
yıcı yatak arasındaki mesafenin küpü ile çoğalan için söylenir).
sapma ya da deflekşın; şaft deflekşını. shaper: 1) malzemeye şekil veren kişi veya şey; vara
şaft, driven: Bkz. driven shaft. gele tezgâhı. 2) işlenecek parçanın sabit ve aletin ek-
shaft-driven: Gem. Mak. şaft ya da pervane şaftı (ara senel hareketli olduğu bir takım tezgâhı; planya tez
şaftlar) tarafından çalıştırılan (jeneratör, devir sayacı gâhı.
vb.i gibi). shaping: Bir malzemeye işleyerek şekil verme.
shaft-driven generator: Gem. Mak. çoğu zaman di shaping machine: Planya tezgâhına benzeyen, ça
zel motorlu gemilerde ana makine çalıştırıldığı za pak çıkaran kalemin sabit ve işlenecek parçanın ha
man devreye sokulan ve ara şaftların birinden hare- reketli olduğu bir tezgâh; bir tür planya tezgâhı;
ket alan dinamo; şaft dinamosu; şaft jeneratörü. planya tezgâhı için yeterli büyüklükte olmayan par
shaft, driving: Bkz. driving shaft. çaları işleyen tezgâh.
shaft gland: Rotorşaftın türbin keysinden çıktığı bo sharp: 1) kesme ya da delme için kullanılmaya uy
ğazlara donatılan ve türbin keysinden buhar kaçakla gun; ince bir ağız veya sivri bir uca sahip olan. 2)
rını azaltan, kondensere hava emilmesini önleyen kı ağzı ve ucu olan; yuvarlak olmayan; sivri. 3) kum gi
sımlar; boğaz glendleri; karbon, labirent ve hidrolik bi sert, açısal parçacıklardan yapılmış. 4) duyular
türleri vardır. üzerinde şiddetli etkisi olan; özellikle: a) soğuk; rüz
shaft guide: Şaft, mil veya bir rodun içinde hareket gâr gibi kesen, b) şiddetli; yoğun; ağır. c) kuvvetli;
ettiği kısım; şaft gayıtı; mil gayıtı; Supap gayıtı gibi. keskin. 5) fevkalade ince uçlu bir dikiş iğnesi. 6) kes
shaft horsepower: Motorlar veya pistonlu buhar ma kin, sivri.
kinelerinde, makine tarafından krank mili kaplinine sharp-edge: Keskin ağız veya ağızları olan; keskin;
iletilen güç; şaft beygirgücü; effektif beygirgücü; keskin ağızlı.
fren beygirgücü; Ne = p6 . vd . n . i / 0,45.z eşitliğin sharpen: Keskin veya daha keskin olmak; keskin yap
den hesaplanır. (N e = fren beygirgücü, p = fren or mak; bilemek.
talama basıncı, bar, vd = strok hacmi, rrr, n = de sharpener: 1) kalem açacağı; kalemtraş; bıçak veya
vir sayısı, rpm ve i = silindir sayısı, z = 1 (iki zaman makas bileyen kişi; bileyici. 2) bileme tezgâhı.
lı Mk.), z = 0,5 (iki zamanlı ve çift etkili Mk.ler ve sharpening stone: Bileği taşı; su taşı.
z = 2 (Dört zamanlı Mk.ler içindir). sharpless purifier: Rotoru uzun, dar bir silindir şek
shafting: Hareketi aktarmak, veya iletmek için kullanı linde olan ve daha çok buhar türbinli gemilerde kul
lan miller veya havalandırma sistemi veya gurubu. lanılan yüksek devirli (yaklaşık 15 bin rpm) yağ se-
shaft, intermediate: Bkz. intermediate shaft. paratörü; şarples temizleyici; şarples separatörü;
shaft-operated: Özellikle bir gemi makinesinin perva tam olarak: Sharpless centrifugal purifier şeklinde
ne ara şaftları ile çalıştırılan (regülatör, elektrik jene yazılır (ticarî bir marka).
ratörü vb.); şaft tarafından çalıştırılan ya da işletilen. sharpless separator: Bkz. Sharpless purifier.
shaft, propeller: Bkz. propeller shaft. shatter: 1) bir darbe ile anî olarak kırmak veya parça
shaft tunnel: Bkz. shaft alley. lara ayırmak. 2) ağır hasar vermek; tahrip etmek. 3)
shaft turning gear: Şaft veya mil tornagiri; gemilerde kırılmak veya parçalara ayrılmak; hasar görmek. 4)
pervane şaftını ve dolayısıyla pervaneyi çok ağır dön kırılmış parçalar.
dürmek için kullanılan elektrikli, buharlı veya hidro shatterproof: Kırılmaz, dağılmaz ya da parçalanmaz.
lik, bazan elle çalıştırılan, dişlilerden oluşan basit bir shave: Traş olmak, soymak, dilim yapmak vb.i için
makine. kullanılan alet; jilet; rende.
shake: 1) kısa, hızlı hareketlerle aşağı yukarı, ileri ve shaving: Talaş alma; talaş çıkarma; talaş (metalik).
geri veya bir yandan diğer bir yana doğru harekete shavings: Takım tezgâhları tarafından çıkarılan talaş
neden olmak; çalkalamak. 2) titreşmeye neden ol veya çapak.
mak; titreşmek; ihtizaz yapmak. 3) sallanmak; dalga shear: 1) makas veya benzer keskin ağızlı bir aletle
lanmak. 4) düzensiz ve çabuk olarak aşağı yukarı, kesmek. 2) keserek (saç, yün vb.) çıkarmak. 3) bu
ileri geri, bir yandan diğer bir yana doğru hareket et dama, kırpma (yün kesme), metal vb.ini kesmek
mek veya hareket ettirilmek. 5) sallanma işi veya ha için makas gibi kesici bir alet kullanmak. 4) kesme
reketi; ileri geri hareket. 6) düzgün olmayan hare gerilmesinin etkisi altında kırılmak. 5a) Nad. Ola. bir
ket; titreme hareketi. çiti ağızlı büyük makas, b) böyle bir makasın tek ağ
shaker: 1) özellikle karıştırma veya harman etmede zı. 6) metal, özellikle levha metal kesiminde kullanı
kullanılan bir cihaz; karıştırıcı; tuzluk veya biberlik. lan herhangi bir makine. 7) kesme işi, işlemi veya
2) sallayan veya karıştıran şey ya da kişi. sonucu. 8a) kesme gerilmesi, b) kesme gerilmesi
shale oil: Bitümlü şist veya linyitten elde edilen koyu nin etkisinden gelen ve şekilde bozulmaya neden
bir mineral yakıt (petrol). olan herhangi bir gerilme ya da bozulma.
shallow: 1) derin olmayan; sığ. 2) bir su kütlesindeki shear cracks: Kesme çatakları.
derin olmayan (sığ) yer. 3)sığ yapmak veya olmak. shear force: Kesme kuvveti.
shank: Biyel ya da piston kolunun alt veya üst uçları shearing: 1) bir makasla kesme işlemi veya hareketi;
arasındaki kısmı veya gövdesi. kesme; makaslama. 2) makasla kesilip çıkarılan şey.
sheari n g f orc e 492 shielding

shearing force: Bkz. shear force. sheet iron: Rulo haline getirilmiş ince. yassı levha de
shearing machine: Makas makinesi veya tezgâhı; mir; saç.
saç kesme makinesi. sheet lead: Sıcaklığı 100°C'yi ve basıncı 45-50 barı
shearing strength: Bir metal parçasının merkez ekse geçmeyen yerlerde conta olarak kullanılan madde;
nine dikey olarak uygulanan ve onu iki parçaya ayır levha kurşun.
maya yeterli kuvvete eşdeğer dayanıklığı. sheet metal: Levha şeklinde ince, rulo yapılmış me
shearing stress: Birbiri üzerinde kayan ve temas tal.
eden iki parça ya da katmanın, temas düzlemine zıt sheet metal screw: Saç vidası; metal levha vidası;
yönlerde hareket etmesi sonucu oluşan kuvvet veya metal vidası.
etki; kesme gerilmesi. shelf: Maden, toprak, çakıl vb. i altındaki solit kaya
shearing test sample: Kesme deneyi için hazırlanan katmanı.
örnek ya da numune; kesme deneyi numunesi. sheet packing: Levha şeklinde conta malzemesi; lev
shear load: Kesme yükü. ha salmastra veya conta.
shear modulus: Kesme modülü; Bkz. modulus of ri shell: 1) Diz. Mot, iç yüzeyi yumuşak, kaypak veya
gidity. antifriksiyon bir metalle kaplı, yarım silindir şeklinde,
shears: 1) büyük makas; teneke veya saç makası. 2) çoğu zaman çelik ve bazan bronzdan yapılmış ya
metal vb. kesmek için kullanılan türlü büyük alet ve tak; şel yatak. 2) Kimy. bir atomda elektronları kapsa
ya makinelerden herhangi biri. 3) yüzer vinç ya da yan küresel katmanlardan biri; kabuk, b) böyle bir
algarna. katman tarafından kaplanan hacim. 3) türbin mahfa
shear strake: Gemi borda kaplamasının güverte strin- zası; Bkz. casing. 4) büyük bir toptan ateşlenen pat
gerlerine bağlanan en üst saçı; siyer kaplaması saçı; layıcı mermi. 5) metal veya kâğıttan yapılmış barut,
siyer saçı gemi elemanıdır. mermi ya da saçma kapsayan bir mahfaza; mermi
shear stress: Birbirine bağlanmış iki düzlemin birbiri kovanı.
ne dik açıda itilmesiyle oluşan gerilme; örneğin per- shellac (shellack, shell-lac): 1) cila, plâk, izolasyon
çinli bağlama; perçinleri kesmeye çalışan kuvvet ve (yalıtım) maddesi vb. i yapımında kullanılan, çoğu
ya kuvvetlerin oluşturduğu gerilme; kesme gerilme zaman ince, pul şeklinde üretilen, damıtılmış lâk ya
si. da reçine; gomalak. 2) şellâk reçinesi ve alkol kapsa
sheathing: Kaplama, özellikle: a) gemi karinası veya yan, ince, çoğu zaman saydam bir tür cila. 3) vernik
teknenin koruyucu kaplaması, b) bunlar için kullanı cinsinden bir yapıştırıcı. 4) şellâk uygulamak veya
lan malzeme. tatbik etmek; şeilak ile kaplamak veya muamele et
sheave: 1) palangalara donatılan, çevresinde halat, mek.
palamar vb. lerine gayıtlık yapacak şekilde oyuğu shell bearing: Bkz. sleeve bearing.
bulunan bir makara; palanga makarası; kasnak. 2) shell boilers: Silindir şeklindeki alev borulu kazanla
Buh. Mak. krank miline bağlı olup, slayt valfın hare ra uygulanan bir deyim; Bkz. fire tube boilers.
ketini sağlayan disk; eksantrik puli Bkz. eccentric shell document: Kabuk belge.
pulley. shell reamer: Mak. derin ya da geniş delikleri büyüt
sheave, eccentric: Bkz. eccentric pulley. mek için kullanılan, düz ya da spiral aletlerden her
shed: 1) atelye, depo, barınak olarak kullanılan kü hangi biri; kabuk rayba.
çük, kaba yapı; baraka. 2) çoğu zaman ön tarafı ve shellsols: Sıv. Yük. Şelsol'lar; "Şelsol A"; "Şelsol B";
etrafı açık ambar gibi veya hangara benzer; büyük "Şelsol E"; "Şelsol F"; Şelsol K"; "Şelsol LF"; "Şelsol
kuvvetli yapı; hangar. N"; "Şelsol R"; "Şelsol RA"; her bölüm karışımı tehli
shell-and-tube cooler: Borulu soğutucu; Bkz. surfa kesiz, bir bölümü yangın tehlikesi oluşturan, nem
ce cooler. emmeyen, dayanıklı, kendine has kokulu, insan sağ
sheen: Parlaklık; ışık saçmak; parlamak. lığı için az zararlı, özgül ağırlıkları farklı, kaynama ve
sheer: Bir gemi teknesinin yukarı doğru olan eğimi; donma noktaları belli olmayan, 25°C'de viskoziteleri
borda çalımı; siyer. 0,90-1,91 cS arasında değişen bir sıvı; gemilerde
sheer legs: Bir tür kaldırma cihazı; yüzer vinç; algar çevre sıcaklığı ve atmosfer basıncında taşınır.
na. sherardize: Kuru ısıtma işlemiyle çinko ile galvaniz
sheet: 1) alev, su, buz vb. i gibi geniş ve devamlı bir yapmak.
yüzey, katman vb. i. 2) cam, teneke, kontrplak vb. S.H.F.: Bkz. süper high frequency.
herhangi bir malzemenin geniş, çoğu zaman dikdört shield: 1) bir makinenin hareketli parçalarını örten ko
gen şeklindeki parçası, 3) levha; plâka. ruyucu veya güvenlik perdesi. 2) katot ışın huzmesi
sheet: 1) yelkenin alt köşesine bağlanan halat ya da nin şiddetini kontrol eden bir elektrot. 3) ışınım veya
zincir; uskuta. 2) Çoğ. açık bir teknenin kıç tarafı ve radyasyonu önleyen yapı; kalkan.
başta oturulacak, oturaklarla işgal edilmemiş boş shielded cable: Televizyon, radyo, telsiz cihazı vb. i
yerler. gemi elektrikli cihazlarında parazit vb. ine neden ol
sheet anchor: Büyük göz demiri ağırlığında, geminin mamak için, gemi vb. i kablolannın folyoları üzerine
ortasında taşınan ve emercensi durumlarda kullanı yerleştirilen bakır, pirinç veya galvanizli ince teller
lan demir; ocaklık emiri; ocaklık çıpası. den örülmüş kılıf; koruyuculu kablo; ekranlı kablo.
sheet copper: Conta malzemesi olarak hava, buhar shielding: 1) dış manyetik veya elektrostatik alanlara
ve petrol ürünleri boru devrelerinde kullanılan, yük karşı korumak üzere elektriksel bir cihazın metal
sek sıcaklığa dayanıklı, ancak hafifçe oksitlenen döv mahfazası. 2) reaktör bölmesi içinde reaktörün çalış
me levha bakır. masını sağlayan cihazları ve dışta ise işletmeci per
sheeting: Bir yüzeyi kaplamak için kullanılan bir mal soneli korumak amacıyla radyasyon seviyesini koru
zeme: Bakır levha gibi. mak üzere görev yapan koruyucu; kalkan.
shif t 493 shoc k w av e

shift: 1) bir kişi, yer veya durumdan diğerine hareket


shippable: Taşınabilir.
etmek veya transfer olmak. 2) diğer türden olan ile
shipper: Malları taşıtan kişi veya acenta; nakliyeci.
değiştirmek. 3) bir donanımdan diğerine değiştir
shipping: 1) yük gönderme veya nakletme işi; gemici
mek. 4) yer değiştirmek. 5) yönde değişme: Rüzgâr
lik; denizcilik 2) milliyeti, bağlama limanı, endüstri
için söylenir. 6) vitese geçirmek. 7) kaydırmak.
vb, özellikle tonajlarına göre gemilerin tümü.
shift gear: Oto. vites dişlisi; vites donanımı.
shipping clerk: Taşınacak yükleri hazırlayan ve kayıt
shift gear lever: Oto. vites kolu.
eden görevli; gemi kâtibi.
shift lever: Bkz. shift gear lever.
shipping room: Taşınmak üzere taşıyıcı tarafından
shim: 1) Diz. Mot. yatak çeneleri, krank pin yatakları
yüklerin alındığı bir oda veya bölüm; sevkiyat bölü
ile piston kolu vb. aralarına konularak yatak boşluğu
mü veya dairesi.
veya ölü hacim klerensinin ayarlanmasında kullanı
lan metal levha parçaları; yatak layneri; layner; şa ship, refrigerated: Bkz. refrigerated ship.
mata; şim. 2) şim ya da şamatalarla donatmak veya ship propulsion: Geminin yürütülmesi; gemi yürüt
teçhiz etmek. me veya tahrik.
shim snip: Şim, şamata veya layner kesmek için kul ship-rigged: Den. üç ya da daha fazia direk ve kare
lanılan bir alet; şamata (şim) makası. yelkenlerle donatılmış gemi.
ship's gear: Bkz. ship's tackle.
shim stock: Şim, şamata veya layner (yatak layneri
ship's papers: Uluslararası kanun, liman yetkilileri
vb.i) yapımında kullanılan malzeme; şim malzemesi;
vb. inin gereklerini karşılamak üzere bir ticaret gemi
şamata malzemesi.
si tarafından taşınması gereken dokümanların tümü;
shine: 1) ışık neşretmek, vermek veya yansıtmak;
gemi evrakı.
ışık la parlak olmak; parlamak; ışık saçmak; akkor
hali ne gelmek. 2) parlamaya neden olmak. 3) ship's refrigerator: Den. genel olarak gemilerin ikin
cilâlaya rak, ayakkabı gibi parlak yapmak. 4) ci güvertelerine yerleştirilen bir soğutucu; buzluk; et,
parlaklık; aydın lık, 5) cila; perdah. balık, sebze, meyva vb. lerini soğutmak üzere kulla
nılır.
shininess: Parlak olma durumu veya niteliği; parlak
ship's righting arm: Geminin düzeltme kolu; Bkz.
lık.
righting arm.
shining: 1) ışık yayma veya yansıtma; ışıklı; parlak.
ship's screw: Gemi pervanesi; Bkz. screw propeller,
2) çok parlak.
propeller.
shiny: 1) parlak; ışık çıkaran; ışıklı. 2) düzgün olarak
ship sweat: Gemi yapısına ve yüke zarar veren bir
parlatılmış; cilâlı.
olay; gemi terlemesi; gemi yapısının veya yükün ha
ship: 1) kürek, yandan çark veya benzer bir şey ile
valandırılması sırasında, havanın çığlaşma noktası
hareket etmeyen, derin sularda seyir yapacak önem
nın altına kadar soğutulması sırasında görülür.
li büyüklükte herhangi bir tekne; gemi. 2) civadralı
ship's tackle: Den. bir geminin yükleme-boşaltma ve
ve en az üç kare armalı direkleri olan bir yelkenli ge
ya tahmil-tahliye donanımı; gemi yük donanımı.
mi. 3) gemi zabitleir ve tayfası. 4) herhangi bir uçak.
shipway: 1) geminin üzerinde yapıldığı veya inşa edil
5) gemiye koymak ya da almak. 6) herhangi bir taşı
diği ve oradan denize indirildiği taşıyıcı bir yapı; kı
yıcı ile göndermek ya da nakletmek. 7) ağır denizler
zak. 2) gemi kanalı.
de olduğu gibi alabandalardan su almak. 8) bir ge
shipwreck: 1) kazaya uğramış bir gemiden kalanlar.
mi ya da teknede (bir cismi) belirli bir yere koymak
2) fırtına, çatışma, karaya gitme vb. i nedenlerle bir
veya tespit etmek. 9) bir gemide çalışmak için (kişi
geminin kayıp ya da tahrip olması. 3) deniz kazası
yad a kişileri) angaje etmek. 10) kovmak;
na uğramaya neden olmak. 4) tahrip olmak; harap
uzaklaştır mak. 11) gemiye binmek; gemiye çıkmak.
olmak veya kazaya uğramak.
12) bir ge mide hizmet için angaje olmak.
shipwright: işi gemi yapım ve onarımı olan kişi; tersa
shipboard: Gemide, gemi içinde.
ne işçisi.
shipboard system: Sintine, safra (balast) sağlık vb. i
shipyard: Gemilerin inşa edildiği ve onarıldığı yer; ter
sistemler gibi, gemi devrelerinden herhangi biri; ge
sane; gemi yapım ve onarım tersanesi.
mi sistemi; gemi devresi.
S.H.M.: Bkz. simple harmonic motion: Basit veya ya
shipbuilder: işi gemiler dizayn ve inşa etmek olan ki
lın harmonik hareket.
şi; gemi yapımcısı.
shock: 1a) anî ve güçlü bir sarsıntı; şiddetli bir darbe,
shipbuilding: Gemi yapımı; gemi inşası; gemi inşa-
sarsıntı veya şok. b) böyle bir sarsıntının sonucu ve
iye; gemilerin yapımına ait; gemi yapımında kullanı
etkisi. 2a) vücuttan elektrik akımı geçirerek sinirlerin
lan.
aşırı uyarılması. 3) Tıp. kan basıncının düşmesi, za
ship girder: Bir teknenin yapısal parçalarını belirtmek
yıf ve hızli nabız ve bazan bilinçsizlik biçiminde beli
için kullanılan bir terim; gemi yapısı.
ren dolaşım sistemi bozukluğu; şok. 4) elektriksel
ship in ballast: Den. safralı gemi.
şok uygulamak (vücuda).
shipman: 1) gemici; denizci. 2) gemi kaptanı; gemi
shock absorber: Otomobil yayları, gemi dizel motor
süvarisi.
ları, vb. inde olduğu gibi, şok kuvvetlerinin azaltılma
shipmaster: Bir ticaret gemisine kumanda eden za
sını sağlayan mekanik bir cihaz; şok emici; amorti
bit; kaptan; gemi süvarisi.
sör; şok giderici.
shipmate: Aynı gemideki denizci.
shocking: Ağır bir darbe veya şoka benzer bir etkiye
shipment: 1) eşyaların ya da malların taşınması veya sahip olan.
nakledilmesi. 2) gönderilecek yük.
shock wave: Hava akımının sesten küçük hızdan da
shipowner: Bir gemi ya da gemilerin sahibi veya his ha yüksek hıza değiştiği fevkalade dar bir bölge;
se sahibi; armatör; gemi sahibi. şok dalgası. 2) Mot. silindir içinde türlü nedenlerle,
sho e 494 shrin k

yanma sırasında saniyede 2000-3000 metre hıza eri


maksızın egzoz pencerelerinden kaçması.
şen gaz akımı; gaz ya da yakıt vuruntusu.
short-circuited: Elekt. kısa devre olmuş; kısa devreli.
shoe: 1) tekerleğe basarak sürtünme üreten ve hare
short-circuited coils: Elektrik makinelerinin alan sar
keti yavaşlatan veya durduran fren eğri parçası; fren
gıları ya da endüvilerinde kısa devre olmuş sargılar;
papucu. 2) bir oto lâstiğinin dış mahfazası; oto dış
kısa devreli sargılar.
lâstiği. 3) elektrikli trenlerin üçüncü raydan akım al
short circuiting: Elekt. kısa devre yapma.
dıkları kayma temaslı levha. 4) Gem, Mak, çok kolar-
short-coming: Kusur.
lı pervane srast yataklarının yüzleri beyaz metal kap
shorten: 1) kısa veya daha kısa yapmak; kısaltmak;
lı srast papuçlarından herhangi biri. 5) at nalı.
boyunu, miktarını ve uzunluğunu azaltmak. 2) yüze
shoe lining: Fren pabucu balatası; papuç balatası.
yini azaltarak (bir yelkenin) rüzgâr alan kısmını kü
shoot: 1) üzerinden hızla geçmek. 2) akıtmak veya
çültmek; camadana vurmak. 3) kısa veya daha kısa
boşaltmak. 3) fırlatmak; atmak (gemi demiri, balık
olmak; kısalmak.
ağı vb.). 4a) boşaltmak ya da ateş etmek, b) kuvvet
shortening: 1) kısa veya daha kısa olma veya yap
le boşaltmak veya neşretmek (ışınlar). 5) boşaltmak
ma; kısalma; kısaltma. 2) yiyecekleri kızartmada kul
veya ateşlemek (silah, yay, patlayıcı dolgu vb.). 6)
lanılan yağ. 3) hata; kusur; eksiklik.
bir meridyen aleti, standart vb. ile yüksekliğini veya
shorthand: 1) simgeler kullanarak hızlı yazma siste
altitüdünü ölçmek. 7) kamera ile fotoğraf çekmek;
mi; stenografi. 2) setano kullanma. 3) steno ile yazıl
film çekmek. 8) yaydan fırlayan ok gibi hızlı olarak
mış.
hareket etmek. 9) mermileri, okları boşaltmak. 10)
shortish: Oldukça kısa.
bir hortumdan suyun gelişi gibi bir aksiyon ya da ha
short-lived: 1) sadece kısa bir süre yaşayan; kısa
reket; fışkırmak.
ömürlü (makine, yedek parça vb.). 2) sadece kısa
shop: Belirli bir tür işin yapıldığı yer; atelye; fabrika;
bir süre için devam eden.
Marangoz, torna vb. i ateiyesi gibi.
short-range: Mesafede sınırlı; sadece kısa bir mesafe
shop, carpenter: Gemilerde ahşap işlerinin yapılma
ye taşınan veya erişen; kısa menzilli.
sında kullanılan araçları, parçaları, testere tezgâhları
short shunt: Elekt. endüvi ile paralel, fakat seri alan
vb. ini kapsayan kapalı yer; marangoz atelyesi.
sargısı ile seri olan (sargı); kısa şönt; kısa şöntlü (je
shop, electrical: Gemi ya da kara enerji tesislerinde
neratör).
elektrik makinelerinin bakım ve onarımlarını yapmak
short stays: Alev borulu kazanlarda cehennemliğin
için kullanılan ölçü cihazları, yedek parçalar, kablo
arka aynasını kazan arka aynasına bağlayan kısa çe
vb. lerinin bulunduğu kapalı yer; elektrik atelyesi.
lik çubuklar; masuralar; Bkz. staybolt.
shop, machinery: Gemi ya da kara enerji tesislerin
short ton: 2000 libreye (904 kg'a) eşit olan bir ağırlık
deki ana ve yardımcı makinelerin bakım ve onarımla
birimi; küçük ton.
rını yapmak için gerekli ölçü cihazları, yedek parça
short-wave: Rady, kısa dalgaya ait; kısa dalga trafın-
lar, takım tezgâhları, kaynak makineleri vb. inin bu
dan; kısa dalga kullanma.
lunduğu kapalı hacim; makine atelyesi.
short wave: Maksimum boyu 60 metre veya daha az
Shoran (shoran): Yeryüzündeki mevkilerin, yüksek
olan bir radyo dalgası; kısa dalga.
frekanslı radyo dalgaları ile saptanıp bir uçaktan yer
shot: Soğuk su içine erimiş bir halde damlatılarak kü
istasyonlarına gönderildikleri bir radar sistemi; so
çük kürecikler şeklini alan, küçük bir miktar arsenik
ran.
kapsayan kurşun; saçma.
shore: 1) bir şeyi taşımak ya da dengesini sağlamak
shot blasting: Metal yüzeylerin, yüksek hızlı hava
için altına veya karşısına yerleştirilen kiriş gibi des
huzmesi tarafından püskürtülen demir saçmalarla te
tek, dayak ya da payanda; özellikle suyun dışında ol
mizlenmesi.
dukları zaman bir bot ya da tekneyi taşımak için kul
shot effect: Bir elektron tüpü flamanından düzensiz
lanılan ağaç payanda. 2) payanda (destek) veya pa
termiyon yayılması veya intişarı.
yandalarla taşımak ya da dengelemek.
shoulder: 1) Buh. Mak, strok uçları veya alt ve üst
shore connection: Bir geminin gereksinimi olan
ölü noktalar civarında, silindir yüzeyinde oluşan çı
elektrik, telefon, buhar, su vb. i devrelerinin sahil
kıntı. 2) farklı çapta oluşturulan ve şaftın eksenine
bağlantısı; daha çok onarım için bağlayan gemilere
dik olarak düzlem bir yüzey.
uygulanır.
shovel: 1) toprak, çakıl ve özellikle kazan ocağına kö
shore effect: Kara-deniz sınırından geçerken, her bir
mür vb. ini atmak için kullanılan bir araç; kürek; fay
bölgenin yayılma özelliği nedeniyle, elektromanyetik
rap küreği. 2) kürek dolusu. 3) kürekle kaldırmak ve
bir dalga karakterindekl değişiklikler; sahi! etkisi.
atmak. 4) kürek ile temizlemek ya da kazmak.
shoring: 1) payanda veya payandalarla taşıma işi; pa
shovelful: Bir küreğin alabileceği kadar; kürek dolu
yandalarım; destekleme. 2) taşıma için kullanılan pa
su.
yanda sistemi.
show: 1) kayıt etmek; göstermek: Barometre hava ba
short: Elekt. kısa devre; kısa.
sıncını gösterir gibi. 2) toprakta metal, kömür, petrol
shortage: Gerekli miktardaki eksiklik; açık.
vb. inin varlığını gösterme.
short-circuit: Kısa devre yapmak.
showboat: ABD. nehir kasabalarında oynayan aktör
short circuit: 1) bir elektrik devresinde yalıtımı bozu
ler trubunu taşıyan ve tiyatro kapsayan bir gemi; eğ
lan iki yerin veya iletkenin birbirine teması ile oluşan
lence gemisi.
ve hasar oluşturan, zararlı bir olay; kısa devre. 2)
shpt.: Bkz. shipment.
portlarla donatılmış iki zamanlı motorlarda giriş port-
shred: Çok küçük bir parça veya miktar; partikül ya
larından verilen hava ya da hava yakıt karışımının
da parçacık.
bir bölümünün süpürme ve doldurma görevi yap
shrink: 1) ısı, soğuk, nem vb. nedeniyle çekmek; da-
shrinkable 495 side line
shut-down: 1) bir reaktörü kritikaltı koşullara getire
ralmak; büzülmek. 2) miktar, değer vb. inde azalma. rek, zincirleme reaksiyonu durdurma işlemi. 2) her
3) çekme; çekmeye neden olma. hangi bir ısı makinesini, bir süre çalışmadan sonra
shrinkable: Çekebilir. kapama ve devreden çıkarma.
shrinkage: 1) çekme veya büzülme işi ya da işlemi; shut down: Kapanış.
yıkanan bir kumaşta olduğu gibi, çekme. 2) değer shutdown device: Diz. Mot. makineyi korumak ama
de azalma. cıyla kullanılan basınç, sıcaklık veya devir sayısında
shrinking: Büzülme; çekme ki anormal işletme koşullarında motoru stop ettiren
shroud: Reaksiyon türbinlerinde kanat uçlarına takıla bir cihaz; kapama cihazı.
rak keys veya rotorşaft ile arasındaki boşluğu küçül shut-down procedure: Bir reaktör, makine vb. ini dur
ten parça; kısma parçası; buharın iş yapmaksızın ka durma veya kapama işlemi.
nadın bir tarafından diğer tarafına geçmesini önler. shut-off: 1) bir akım ya da hareketi (bir sıvının) dur
shroud band: Buh. Türb. kanat boyları fazla olmayan duran şey. 2) durdurma pozisyonu.
türbinlerde tüm kanatların üst taraflarında bulunan shut-off valve: Kapama valfı; kapama vanası.
prizma veya pinlere geçerek perçin yapılan ve böyle shutter: 1) fotoğraf makinelerinin objektiflerini açıp
likle kanatların hepsini birbirine bağlayan, titreşime kapatan kapak; objektif kapağı. 2) radyatör pancu-
engel olan ve dayanıklığı arttıran çelik çember; ka ru.
nat çemberi. shutting down: Bkz. shut-
shrouding: Bkz. shroud. down.
shrouding ring: Bkz. shroud. shuttle: 1) dokuma tezgâhı, dikiş makinesi vb. terin
shunt: 1) ikisine de aynı elektromotor kuvvetin uygu de kullanılan ağaç veya metalden yapılmış masura
landığı, iki devrenin paralel bağlanması. 2) doğru taşıyan hareketli parça; mekik. 2) iki nokta arasında
akım makinelerinde endüvi ile paralel durumdaki ki sürekli nakliyat.
alan sargısı; Bkz. shunt field. shuttle bus: Ana ulaşım hattının bazı noktaları arasın
shunt circuit: Elektrik akımının iki veya daha fazla ko da ve sınır dışı bölgeler arasında kısa, muntazam se
la ayrıldığı bir devre; paralel devre; şönt devre. ferler yapan bir motorlu otobüs.
shunt current: Şönt akımı; şönt ya da paralel sargı SI: Bkz. spark ignition.
dan geçen akım. Si: Bkz. Silicon.
shunted: Elekt. bir devreye paralel olarak sokulmuş SIR: Submarine intermediate reactor: Soğutucu sıvı
veya bağlanmış. sı sodyum olan bir denizaltı reaktörü.
shunt field: Elektrik makinelerinde şönt veya paralel siccative: Kurumaya neden olan; kurutma; özellikle
sargı tarafından oluşturulan alan; şönt alan veya sa yağlı boyalarda kurumayı çabuklaştıran bir madde;
ha. kurutucu; sikatif.
shunt field current: Elekt. şönt sargıdan geçirilerek sick bay: Gemi hastanesi veya reviri; gemi reviri.
lan oluşturan akım; şönt alan akımı. sickle: Hilâl şeklinde, kısa sapı olan bir alet; orak.
shunt generator: Manyetik alanı üreten sargılarının side: 1a) bir şeyi çevreleyen veya sınırlayan hat ya
endüvi veya döner kısım ile paralel veya şönt durum da yüzeylerin herhangi biri; kenar, b) yanal yüz. 2)
da olduğu bir DC elektrik üreteci; şönt jeneratör; bir geminin su kesimi üstünde kalan yan yüzeyleri;
şönt dinamo; akülerin şarjında kullanılır, otoların borda. 3) yan veya yanlara ait; yanda. 4) birinci!
tüm şarj dinamoları bu türdendir. önemde olmayan; minör. 5) kenarlarla donatmak.
shunt motor: Bkz. shunt-wound motor. side band: Değiştirilmiş ya da modüle edilmiş bir rad
shunt resistance: Elekt. bir devreye paralel biçimde yo dalgasının frekans taşıyıcısının iki kenarındaki fre
sokulan direnç; paralel direnç şönt direnç veya rezis kans bandı; yan bant.
tans. sidecar: Yolcu taşımak üzere bir motosikletin yan ta
shunt winding: Bir doğur akım (DC) motor ya da je rafına takılan tekerlekli, küçük bir araba veya sepet.
neratörün endüvisine paralel olarak bağlanmış akım side chain: Benzen ya da diğer bir çevrimsel organik
sargısı; şönt sargı; paralel sargı. moleküle bağlanmış alifatik bir kök; yan zincir; örne
shunt-wound: Alan veya saha sargıları endüvi ile pa ğin metil grup, C 6 H 5 .CH 3 ; CH 3 tolüen'in bir yan zin
ralel durumda olan doğru akım (DC) elektrik motoru ciridir.
veya jeneratörü; şönt sarımlı; paralel sargılı. side chisel: Kama knalı veya yarılardan metal çıkar
shunt-wound dynamo: Bkz. shunt-wound genera mak için kullanılan bir alet; yan keskisi.
tor veya shunt generator. side clearance: Buh. Mak., Mot. silindir içinde iken
shunt-wound generator: Şönt dinamo veya jenera bir segman ile silindir duvarı veya layner yüzeyi ara
tör; alan sargıları endüvi ile paralel durumda olan sındaki aralık, boşluk veya klerens; yan klerensi.
bir doğru akım üreteci; şönt jeneratör; şönt dinamo; sided: Kenarları olan; kenarlı.
otoların şarj dinamoları bu türdendir. side fired boiler: Ön ya da arka tarafı yerine yandan
shunt-wound motor: Alan sargıları endüvisi ile para fayrap edilen kazan; yandan fayraplı kazan.
lel durumda olan elektrik motoru; şönt motor; para side gear: Oto. diferansiyel aks dişlisi.
lel sargılı motor; bu doğru akım motorunun kutuplan side light: 1) Den. bordalarda taşınan ve geminin
üzerinde ince ve izoleli tellerden yapılmış iletkenler sancak ve iskelesini belirten fenerlerden herhangi bi
bulunmaktadır. ri; borda feneri. 2) yan taraftan gelen ışık. 3) bir du
shut: 1) kapalı duruma getirmek; kapalı olmak. 2) ka var, kapı vb. inin yan tarafındaki pencere veya açık
patılmış, bağlanmış veya emniyete alınmış. 3) kay lık.
nak edilen iki parça arasındaki birleşme hattı veya side line: Demiryolu, boru hattı vb. i gibi ana hattın
çizgisi. dışındaki küçük hat; talî hat.
sideling 496 silicify

sideling: 1) bir tarafa doğru yatmış; eğri. 2) meyilli. lanılan geniş alanlı bir radyo frekanslı osilatör; sinyal
side view: Tek. Res. şekle soldan bakılarak sağa, sağ jeneratörü veya üreteci.
dan bakılarak sola yapılan görünüş; yandan görü signal lamp: Oto. sinyal lâmbası; işaret lâmbası; sağ
nüş. veya sola dönüşlerde kullanılan lâmba.
sidepiece: Bir şeyin yan tarafına bağlanmış bir par signal lamp switch: Oto. sinyal veya işaret lâmbası
ça; yan parçası. nın düğmesi.
sideral: 1) yıldızlara veya takımyıldızlara ait. 2) sabit signal light: işaret vermek amacıyla kullanılan bir
yıldızların görünür hareketleri ile ölçülen. ışık; sinyal ya da işaret lâmbası.
siderite: 1) demirin değerli bir cevheri; demir karbo signal pistol: Den. çoğu zaman tehlike işareti vermek
nat, FeC0 3 ; çoğu zaman sarımsıdan açık kahveren için kullanılan bir silâh; işaret veya sinyal tabancası.
gine kadar olan renktedir. 2) başlıca, demir kapsa signal voltage: 1) bir anten tarafından kesilen elektro
yan bir meteorit; siderit. manyetik dalgalar ile endüklenen gerilim. 2) bir va
sideritic: Siderit'e ait. kum tüpünün kontrol ızgarasına (gridine) sağlanan
sidero-: Yıldız anlamında bir önek. gerilim; sinyal gerilimi.
siderolite: Büyük oranda demir ve silikatlar kapsayan signpost: işaret yayan direk; işaret direği.
herhangi bir meteorit veya göktaşı; siderolit. silanes: Karbonlu hidrojenlere benzeyen, komşu üye
siderostat: Bir yıldızın zahirî hareketine göre dönen ler arasındaki fark SiH 2 olan bir seri; silanlar; silis
ve böylelikle yıldızı sabit bir teleskop veya benzer bir yum hidrürler; örneğin silan, SiH 4 , disilan, Si 2 H 6 .
cihazın alanı içinde tutan bir ayna. silencer: 1) bir silâhın sesini azaltmak için kullanılan
side thrust: Mot. trank pistonlu makinelerde, piston bir araç; susturucu; silâh susturucusu. 2) Mot. eg
kolunun meyli nedeniyle ve gaz basınç kuvvetinin zoz gazlarının gürültüsünü azaltan ve kıvılcımları tu
meydana getirdiği yatay bileşen; yan srasti; normal tan bir cihaz; saylenser; mafler; kıvılcım tutucu; sus
kuvvet; dik olarak etkir ve silindir gömleği veya blo- turucu.
kun ovalleşmesine neden olur. silencer, dry: Kuru susturucu; Bkz. silencer.
side stream: Bir damıtma ya da dlstilasyon kulesinin silencer, wet; Yaş susturucu; Bkz, wet silencer.
bir noktasından alınan akım; yan akım; yanal akım. silencing devices: Mot, silindirleri terkeden yanma
side-wheel: Her bir tarafında yandan çarkı bulunan ürünlerinin gürültülerini azaltan ve bu arada kıvılcım
buharlı bir gemi veya stimbotu belirtir. ve kurumları da tutan cihazlar; susturma cihazları;
side-wheeler: Yandan çarklı stimbot (buharlı tekne, türlü susturucu ya da saylenserler.
gemi). silent chain: Diz, Mot. krank milinden aldığı hareketi
-1 1
Siegbahn unit: 10 santimetrelik bir dalga boyu; X kam miline aktaran ve dişliler tarafından taşınan,
ışınlarını ölçmek için kullanılır; Siegbahn birimi. ağırlığı 5 tona kadar erişebilen zincir; sessiz zincir.
Siemens: 1/ohm'a eşit olan bir elektriksel iletkenlik silex: 1) özellikle çakmaktaşı veya kuvarz şeklinde sili-
birimi; simens. ka. 2) eritilmiş kuvarstan yapılan ısıya dayanıklı bir
S! engines: Benzin motoru; karbüratörlü makine; cam.
Bkz. spark ignition engine. silica: Kum, kuvars, opal vb. i türlü şekilleri bulunan
sienna: 1) demir ve manganez kapsayan, doğal du sert, cam gibi bir mineral; silisyum dioksit; silika,
rumda sarımsı kahverengi bir toprak boya. 2) bunun Si0 2 .
yanması ile yapılan kırmızımsı kahverengi boya ve silica gel: Kimyasal tepkimelerde katalizör, iklimlen-
boya maddesi; yanık siena. 3) bunlardan herhangi dirme cihazlarında kurutucu bir madde vb. i olarak
birinin rengi. kullanılan koloyidal silisyum dioksit veya silika; silika
sieve: Sıvalar veya diğer maddeler için kullanılan bir jel; silis peltesi; silis jölesi.
mutfak aleti; elek; kevgir; elemek; elekten geçirmek. silicate: Silika veya silisik asitten türeyen bir tuz veya
sieve aperture: Elek denklerinin açıklığı; elek deliği ester.
nin aralığı. silicate esters: Mot. sentetik (yapay) yağ olarak kulla
sift: 1) elekten geçirerek kalın ve ince taneciklerini bir nılan bir kimyasal madde; silikat esterleri.
birinden ayırmak. 2) bir şeyi elemek. 3) bir elekten silicate of soda: Su camı; soda silikat. 1) Mot. silin
geçirmek; elemek. dir ceketleri, bloklar ve radyatörlerdeki çatlakların ka
sight: Görüş. patılmasında kullanılan bir madde. 2) bazı dizel mo
sight door: Buh, Kaza. kontrol ve inceleme kapağı ve torlarının segmanlarının kaplanmasında sudaki çö
ya kapısı. zeltisi kullanılan madde.
sight-feed oiler: Diz. Mot.lubrikatör; mekanik yağdan siliceous: 1) silikaya benzeyen; silika kapsayan veya
lık; Bkz. lubricator. silikaya ait; silisli; silisyum dioksitli. 2) içersinde bü
sight glass: Bazan yağ borularına, yağlama yağı akı yük oranda silika olan toprakta büyüyen veya yeti
mını denetlemek için yerleştirilen camlı küçük pence şen.
reler; gözlem penceresi; kontrol penceresi. silicic: Silika veya silisyumdan türeyen, onlara benze
sigmoid: S harfi gibi iki yöne kıvrık; sigmoit. yen; silika veya silisyuma ait.
sign: işaret. silicic acid: Türlü mineral silikatların oluşturduğu tür
signal: 1) işaret; belirti. 2) Radyo, televizyon, telgraf lü kuramsal asillerden herhangi biri; silisik asit.
vb. inde alınan veya iletilen elektriksel impulslar, ses silicide: Silisyumun (metaller gibi) diğer elementlerle
veya resim elemanları vb. 3) işaret veya işaretler ver oluşturduğu ikili veya binari bileşik; silisit.
mek. 4) sinyaller veya işaretlerle bilinir yapmak veya siliciferous: Silisyum dioksit (silika) kapsayan, üre
iletmek (bilgi). ten veya birleşen.
signal generator: Radyo alıcılarını denemek için kul silicify: Silikaya dönüştürmek; silika ile doyurmak.
silicious 497 simple carburetor

silicious: Bkz. siliceous.


rafçılıkta kullanılır.
silicium: Silisyum; Bkz. silicon.
silver cyanide: Gümüş kaplamacılığında kullanılan,
silico,: Silisyum veya silis anlamlarında bir önek.
beyaz kristallerden oluşan bir kimyasal madde; gü
Silicon: Doğada oksijen dışında, diğer elementlerden
müş siyanür, AgCN.
daha fazla ve dalma bileşikler halinde bulunan, me
silver fineness: Bir alaşımdaki gümüş miktarının ölçü
tal olmayan kimyasal bir element; silisyum; Simg.Si;
sü: gümüş ayarı.
at.ağ. 28,06 at.no. 14.
silver oil: ince levha (tabaka) halinde dövülmüş gü
slicon bronze: % 93 bakır, % 2 çinko, % 1,5 demir ve
müş; gümüş folyo.
% 3,5 silisyumdan oluşan bir bronz türü; silisyumlu
silver-gray: Gümüş parıltılı gri; gümüş grisi renk; gü
bronz; tel ve yapı bronzu olarak kullanılır; çırpıntılı
müşi renk.
deniz suyu etkisinde bırakılmamalıdır.
silveriness: Gümüşî olma durumu ya da niteliği.
silicon bronze wire: iletkenliği bakır telden % 40-%
silvering: Gümüş veya gümüşe benzer bir madde ile
98 ve demir telden 4 misli daha fazla olan bir tel; si
kaplama işi.
iisyumlu bronz tel; oksitlenmeye karşı çok dayanıklı
silver leaf: Çok ince gümüş folyo; gümüş varak.
olduğu için telgraf teli yapımında kullanılır.
silvern: Gümüşe ait veya gümüşe benzeyen.
silicon carbide: Aşındırıcı olarak ve kazan duvarları
silver nitrate: Renksiz, kristalli bir tuz; gümüş nitrat,
nın kaplanmasında kullanılan çok sert bir madde;
AgN0 3 ; gümüşün sulandırılmış nitrik asitte çözünme-
karborundum; silisyum karbür, SiC.
siyle hazırlanır ve fotoğrafçılık, gümüş kaplama, kim
silicon controlled rectifier: Bkz. thyristor.
yasal analizler, örneğin kazan sularının test edilme
sliicon dioxide: Bkz, silica.
sinde ve antiseptik olarak kullanılır.
silicone: Karbonun silisyumla yer değiştirdiği yapay
silver nitrate test: Bkz. salinity test.
reçineler, yağlar, gresler, plâstikler vb. grubunun
silver plate: Gümüşten yapılmış sofra takımı.
herhangi biri; silikon; bu bileşikler sıcaklık değişimle
silver plated: Gümüşle kaplı; gümüşle kaplanmış; gü
rine, suya vb. yüksek dayanıklıkta olup yağ, sentetik
müş kaplı.
lâstik, cila vb. lerinin yapımlarında kullanılır.
silver plating: Elektrolit olarak bir gümüş tuzu çözelti
silicone greases: Yağlayıcı olarak kullanılan yapay
sinde, katot olarak yapılan metal bir cismin yüzeyi
gresler; silikon gresleri.
nin metalik gümüş katmanı ile kaplanması.
silicone polymers: Yapay yağ olarak kullanılan kim
silversmith: Gümüş eşya yapan ve onaran kişi; gü
yasal maddeler; silikon polimerler.
müş ustası; gümüş kuyumcusu.
silicon steei: % 1-% 5 arasında silisyum kapsayan,
silver solder: Değişik miktarlardaki bakır ve çinko ile
düşük karbon yüzdeli çelik; silisyum çeliği; transfor
gümüşün yaptığı bir alaşım; gümüş lehimi; pirinç
matör göbeği, otomobil yayları vb. i yapımında kulla
kaynağında kullanılır.
nılır.
silver sulfide: Siyah kristalli bir gümüş tuzu; gümüş
silicon thyristor: Silikon tristor; Bkz. thyristor.
sülfür, Ag 2 S.
silk: ipek; ipek böceğinin kozasından elde edilen lifle
similar: 1) Geom. şekli aynı, fakat ölçüsü ve durumu
rin ipliğinden dokunan bir tür ince ve değerli kumaş.
aynı olmayan; benzer. 2) tam olarak aynı olmayan,
silk insulated: ipek yalıtımlı veya izolasyonlu; ipek ile
fakat benzer olan; genel benzerliğe sahip oları.
yalıtılmış.
similarity: Benzer olma durumu veya niteliği; benzer
silk insulated cable: Elekt. ipek ile yalıtılmış veya izo
lik.
le edilmiş kablo; ipek izolasyonlu kablo.
similarity laws: Benzerlik yasaları ya da kanunları.
silk-screen print: ipek kumaş ile yapılan baskı işle
similarity relations: Benzerlik ilişkileri veya münase
mi; serigraf.
betleri.
silumin: % 86 alüminyum ve % 14 silisyumdan olu
simmer: 1) yavaş olarak kaynatmak; kaynama nokta
şan hafif bir metal alaşımı; silümin.
sının hemen altında veya tam o noktada olmak, 2)
silundum: Elektrik fırınlarında üretilen ve elektrik di
kaynama noktasının hemen altında muhafaza et
rençleri vb. i için aşındırıcı olarak kullanılan silisyum
mek.
karbür, SiC (ticarî bir marka); Bkz. silicon carbide.
simmer down: 1) hacmi azalıncaya dek ya da yoğun-
silver: 1) elektrik ve ısıyı çok iyi bir şekilde ileten, cila
laşıncaya kadar (bir sıvıyı) kaynatmak. 2) kaynama
lanma yeteneği yüksek olan, fevkalâde dövülebilir
yı sona erdirmek; soğutmak.
ve haddeden çekilebilir, beyaz renkli, değerli, meta
simonize: Emayeii yüzeyini (otomobil karoseri vb.)
lik bir kimyasal element; gümüş; sim. Simg. Ag.;
temizlemek veya cilalamak.
at.ağ. 107,880; at.no.47. 2) herhangi tür bir para. 3)
simple: 1) sadece bir parça, yapı, madde vb. inden
gümüş veya gümüş kaplama yapılan bir şey, özellik
oluşan veya sahip olan; birleşik veya kombine olma
le yemek takımı; sofra takımı. 4) parlak, grimsi be
yan; basit; tek. 2) az parçaya sahip olan; karmaşık
yaz renk; gümüşî renk. 5) bu renge sahip olan bir
olmayan; sade. 3) yapımı, çözümü veya anlaşılması
şey. 6) gümüşten yapılan, gümüş kapsayan ya da
kolay. 4) özellikle genel veya yaygın; alelade veya
gümüş kaplı. 7) gümüş rengi veya parlaklığına sa
bayağı. 5) önemi olmayan; önemsiz. 6) Kimy. a) ba
hip olan; gümüşî. 9) gümüş veya gümüşe benzer
sit; sade. b) katışıksız; karışmamış. 7a) tedavi edici
bir şeyle kaplamak. 10) gümüşî renkte olmak.
bitki ya da ot. b) bu tür bitkilerden elde edilen ilâç.
silver bromide: Işık etkisinde kaldığı zaman siyah
8) sadece bir parça veya maddeye sahip olan şey.
olan ya da kararan, sarı beyaz renkli, kristalli bir bile
simple carburetor: Benz. Mot. venturi borusu, yakıt
şik; gümüş bromür, AgBr; fotoğrafçılıkta kullanılır.
memesi, şamandra kabı, yakıt valfı, gaz ve yakıt ke
silver chloride: Işık etkisinde kaldığı zaman kararan,
lebeklerinden oluşan, yardımcı nozulu veya rölanti
beyaz, kristalli bir bileşik; gümüş klorür, AgCI; fotoğ
memesi bulunmayan ve daima fakir karışım sağla-

Teknik .Sözlük - F. 32
simpl e d ecom posi t io n 498 si ngl e f la p valv e

yan bir karıştırıcı; basit karbüratör


simulator: Gerçeğe yakın şartlar sağlayan lâboratu-
simple decomposition: Daha basit iki maddeye dö
var teçhizatı veya cihazları; simulator; radar simülatö-
nüşmek üzere bir bileşiğin ayrışması veya bozunma-
rü gibi.
sı; basit ayrışma.
simulcast: 1) radyo ve televizyon ile (bir program,
simple distillation: Kaynamış sıvıya dönüşmeden, bu
olay vb. ini) aynı anda neşretmek. 2) bu şekilde ya
harın yoğuşarak derhal alındığı bir damıtma ya da
yımlanan program vb. i.
distilasyon biçimi; basit damıtma; basit distilasyon,
simultaneity: Aynı anda olma; birlikte görülme veya
simple equation: Bilinmeyenin sadece birinci kuvvet
2 3 vukubulma.
ten olduğu eşitlik; basit eşitlik. x + y + z ; x + y
simultaneous: Birlikte veya aynı anda görülen, vuku-
+ 31 ifadesi basit eşitlik değildir.
bulan, yapılan, yaşayan vb. i.
simple fraction: Mate, hem payı ve hem de paydası
simultaneous equations: Aynı değerde bilinmeyene
tam sayı olan kesir; basit ya da bayağı kesir: 1/2 gi
sahip olan ve aynı problemde iki ya da daha fazla
bi.
formülün kullanıldığı bir eşitlik.
simple gas turbine: Bir kompresör, yanma odası ve
sin: Bkz. sine.
gaz türbininden oluşan açık bir devre; basit gaz tür
sinalbin: Beyaz hardal çekirdeğinden elde edilen so
bini.
luk sarı kristalli bir glükosit; sinalbin,
simple-gear pump: Dişlileri birbirine geçen iki düz
dişliden biri, bir elektrik motoru tarafından döndürül C30H42O15N2S2.
düğünde diğeri onunla birlikte fakat ters yönde dö sinapin: Bkz. sinapine.
sinapine: Sinapinin türevi olan bir alkaloit; sinapin,
ner; yağlama yağı veya yakıt elleçlenmesinde kulla C 1 6 25 O 6 N .
H
nılır; basit dişli pompa. sine: Mate. 1) Örf/. Ola. bir dairenin yayının bir ucun
simple harmonic motion: Bir lineer harekette, sabit dan çap yönünde dikey olarak bırakılarak yayın di
bir nokta çevresinde salınım yaptığı zaman bir cisim ğer ucundan geçen dikin boyu. 2) bu boyun daire
ya da partikül; basit harmonik hareket: a) helisel ya nin yarıçapına oranı. 3) bir dik üçgende, bir dik açı
ya asılmış, aşağı yukarı salınan bir cisim, b) bir yan nın karşısındaki kenarın hipotenüse oranı; sinüs; sin
dan diğer yana salınan basit bir sarkaç. kısaltması ile belirtilir.
simple impuls turbine: Bir veya bir kaç meme (no- sine curve: Sinüs eğrisi;
zul) ile çevresinde bir sıra hareketli kanat bulunan sine galvanometer: Tanjant galvanometreden daha
bir rotordan oluşan türbin; basit aksiyon türbini; ba duyarlı olan bir galvanometre; skalası ve bobini dö
sit impuls türbini; De Laval türbini. nen ve iğnesi sıfırda tutulan bir galvanometre; sap
simple machine: Manivela, tekerlek ve aks, makara, manın sinüsü akım ile orantılıdır; sinüs galvanomet
kama, vida ve eğik düzlemi kapsayan altı basit maki re.
neden herhangi biri; basit makine. sine wave: Sinüs dalgası; enine basit harmonik titre
simple pendulum: Sürtünmesiz olarak salınım yapan şimlerin oluşturduğu bir dalga.
kuramsal bir sarkaç; basit sarkaç; matematikse! sar singing arc: Bir endüktans ve kapasitans ile paralel
kaç. bağlandığı zaman duyulabilir frekanslı titreşimler üre
simple port scavenging: Bkz. port scavenging. ten bir doğru akım arkı.
simple-slide valve: Gem. Mak. yardımcı makineler ile single-acting: Mak. pistonunun sadece bir yüzünde
yüksek basınç sağlamak üzere kullanılan pompaları iş oluşturulan dizel motoru, pistonlu buhar makine
çalıştıran buhar makinelerinin Sep ve lidi olmayan si, pompa vb. i; tek etkili.
slayt valfı; basit slayt valf; katof Bkz. cut-off oluştur single-acting engine: Pistonlarının sadece üst yüzün
mayan slayt valf veya çekmece. de iş üretilen motor, pistonlu pompa veya pistonlu
simple transformer: Basit transformatör; alternatif ge buhar makinesi.
rilim kaynağından beslenen primer (birincil sargı) ile single-acting pump: Pistonun sadece bir yüzünde sı
yükü besleyen sekonder (ikincil) sargıdan oluşan vı ya da gazın sıkıştırılablldiği bir pompa; iki kursta
bir transformatör. (strokta) bir deşarj veya boşalma oluşturabilen pom
simplex: 1) sadece bir parçaya sahip olan; karmaşık pa; tek etkili pompa veya tulumba.
veya bileşik olmayan. 2) tek yöne telgraf gönderebi- sing!e-axle: Tek dingilli (oto, kamyon vb. i).
len sisteme ilişkin; tek yönlü; tek silindirli (pompa). single bond: Bir çift elektronu paylaşan iki atom tara
simplex pump: Tek sıvı silindirinden oluşan, tek ya fından oluşturulan iki atom arasındaki bir kovalan
da çift etkili pistonlu bir pompa; simpleks pompa. bağ; tek (bir) bağ.
simplicity: Basit durum veya nitelik; basitlik; sadelik. single-crank: Tek kranklı ya da krank şaftlı (makine,
simplification: 1) basitleştirme veya sadeleştirme. 2) motor vb.)
daha basit şekil, işlem veya cihaz gibi bunun her single cylinder: Tek silindirli; bir silindirli.
hangi bir sonucu. single end boiler: Alev borulu kazanların çoğunda ol
simplifier: Basitleştiren kişi ya da şey. duğu gibi sadece bir taraftan fayrap edilen veya oca
simplify: Daha basit yapmak; kolay veya daha kolay ğı bir tarafında olan kazan.
yapmak. single-entry: Tek girişli (türbin, makine vb.i).
simply: 1) basit bir şekilde. 2) sadece. 3) mutlak ola single-entry turbines: Buharın sadece rotorun çevre
rak; salt; tam olarak, sindeki hareketli kanatlara bir kere girdiği ve yoluna
Simpson's rule: Gem. inş. geometrik olmayan, özel bu şekilde devam ettiği buhar türbinleri; tek girişli
likle bir eğri altında kalan şekillerin alanlarının hesap türbinler.
lanmasında uygulanan bir yöntem; Simpson kuralı single flap valve: Türlü pompalann alıcı borularının
veya kaidesi. uç kısmında bulunan ve boruda oluşturulan vakum
single-flo w
499 sixfol d

ile açılan, metal bir levha ile kuvvetlendirilmiş kösele


den yapılan valf; çek valf; klape; tek klapeli valf. cesi ve hacmi azalmak. 5) değeri veya miktarı azal
single-flow: Tek akımlı (türbin, pompa vb. i). mak. 6) tehlikeli şekilde hastalanmak. 7) nüfuz et
mek. 8) yüzeyin altına batmaya neden olmak. 9) ka
single-flow turbine: Giriş buharının sadece bir yöne
zarak, delerek veya keserek (kuyu, maden ocağı
aktığı herhangi bir türbin; tek akımlı türbin.
vb.) yapmak. 10) hacim, derece veya şiddetini (ses
single furnace boiler: Tek ocaklı veya külhaniı ka
vb.) azaltmak.
zan.
single head wrench: Mak. tek ağızlı anahtar. sinker: 1) balıkçılıkta kullanılan kurşun ağırlık (iskan
dil) gibi batıran bir şey. 2) Mak. havsa.
single-hole nozzle: Tek delikli nozul (meme); Bkz.
sinkhole: 1) su veya atıkların boşaltılması veya drena
single orifice nozzle.
jı için yapılan, lâğıma açılan bir borunun ağzı. 2) yü
single open and wrench: Tek ağızlı somun anahtarı.
zey sularının boşalacağı oyuk veya delik.
single orifice nozzle: Bkz, pintle nozzle.
single-pass: Tek geçişli (kondenser, ısıtıcı veya soğu sinter: Bazı mineral kaynak, gayzer vb. i suları tarafın
tucu). dan oluşturulan silisyum dioksit (silika) veya kalsi
yum karbonal birikintisi. 2) ısıtılmış metalsi maddele
single-pas condenser: Soğutucu su ya da deniz su
yunun giriş ve çıkış sırasında yön değiştirmediği bir rin eritilerek kümeleştirilmesi.
sintered filter: Gözenekli süzgeç veya filtre: Bkz. sin
yoğuşturucu; tek geçişli (borulu) kondenser.
single-phase: Bir devre, sargı vb. i gibi tek, bağımsız ter filter.
sinter filter: Isıtılmış bronz vb. i özellikle metalsi mad
alternatif akıma ait veya bu akıma sahip olan; tek
fazlı; mono faze. delerin eritilerek kümeleştirilmesi sonucu elde edilen
gözenekli süzgeç; sinter filtre; gözenekli filtre.
single-phase alternator: Tek fazlı alternatif akım üre
teci; tek fazlı alternator. sinuous headers: Buh. Kaza. girinti ve çıkıntılı dilim
lerden, yan yana getirilerek oluşturulan heder; dilim
single plunger pump: Diz. Mot. tek plencerli yakıt
püskürtme pompası; akaryakıtlarla çalıştırılan dizel li heder.
sinus: 1) dirsek ya da eğri, 2) bükülme ya da eğilme
motorlarının püskürtme pompası.
single-pole: Tek kutuplu: Daha çok şalterler için söy ile oluşan herhangi bir boşluk. 3) Tıp sinüzit.
sinusoidal: Bir sinüs eğrisine göre şiddeti zaman ile
lenir.
single-pole switch: İki uçlu bir devrenin sadece bir değişen niceliğe ait; sinusoidal.
sinusoidal current: Sinusoidal akım; alternatif akım.
ucunu açıp kapayan bir şalte ya da anahtar.
single reduction gear: Buh. Türb. rotorşaftlara bağlı sinusoidal voltage: Sinusoidal gerilim; alternatif geri
lim.
bir ya da iki pinyon dişli ile, bunların çevirdiği ve per
vane şaftına bağlı büyük dişli veya girvilden oluşan siphon: 1) atmosfer basıncı yardımıyla yüksekteki bir
devir düşürme donanımı; tek kademeli rldakşın do kaptan daha aşağı seviyede bulunan bir kaba sıvı ak
nanımı; 20,5/1 oranında devir düşürür. tarmak için kullanılan bükülmüş bir boru; sifon. 2) si
single riveting: Tek sıra perçinli (bağlama). fon şişesi.. 3) bir sifon ile çekmek. 4) sifon içinden
single-screw: Tek pervaneli (gemi, bot, yat vb. i). geçirmek; syphon şeklinde de yazılır.
single-screw ship: Tek pervaneli gemi. siphonal: Sifona ilişkin; sifon şeklinde olan.
single-speed: Sadece bîr hızı olan; tek hızlı (aşırı dol siphon bottle: içinde, üst kısmına yerleştirilen nozul
durucu gibi). ve valflı bir boru bulunan sızdırmaz, ağır bir şişe;
single-speed supercharger: Benz. Mot. sadece bir musluk açıldığı zaman içindeki karbonatlı su basınç
tek hızı olan veya makinenin hızı ite 9/1 oranını oluş la püskürür.
turan aşırı doldurucu; tek hızlı supercharger. siphon condenser: Jet kondenserlerde olduğu gibi,
single-stage: De Lava! ya da basit impuls (aksiyon) hava ile suyun birbirlerinden, akımın kinetik etkisi ile
türbini gibi tek kademeden oluşan; tek kademeli; tek ayrıldığı kondenser; sifon kondenser (kondansör)
basamaklı. veya ecekter.
single-stage pump: Tek kademeden oluşan, özellik siphonic: Bkz. siphonal.
le bir türbin veya elektrik motoru tarafından çevrilen siren: 1) dönmekte olan delikli bir diske verilen hava
santrfüj tulumba; tek kademeli pompa. veya buhar ile ses üretmek için Kullanılan akustik bir
cihaz. 2) uyarı işareti, sis düdüğü, fabrika düdüğü gi
single-stage rocket: Bir kademe ile uçuş yapabilen
bi işaret vermek için kullanılan benzer bir cihaz; si
roket; tek kademeli roket.
ren. 2) sirene ait; sirene benzeyen.
single-stage turbine: Tek kademeli türbin; De Laval
türbini; tek kademeli aksiyon türbini; basit impuls tür sirvene: Keçe malzemesi olarak kullanılan sentetik ve
bini. ya yapay kauçuk; sirven.
single thread: Silindirin bir helisinin ürettiği diş şekli sistroid: Kesişen iki eğrinin dışbükey kenarları tarafın
ne sahip diş; tek diş dan oluşturulan bir açıyı belirtir.
single track: Sadece bir tek demiryolu hattına sahip sitosterin: Bkz. sitosterol.
sitosterol: Buğday, mısır, kalabar fasulyesi vb. inde
olan; tek hatlı demiryolu. bulunan kristalli bir alkol; sitosterol, C 27 H 45 OH .
sinigrin: Siyah hardal çekirdeğinde bulunan bir glü- SI units: Yedi esas birimin metre (m), kilogram (kg),
kosit tuzu; sinigrin, C 10 H 16 KNO 9 S saniye (s), kelvin (K), amper (A), kandela (cd) ve
2.
mol (mol) olduğu bir sistem; uluslararası sistem; Sİ
sink: 1) su, yumuşak kar, yumuşak toprak yüzeyinin birimleri.
kısmen ya da tamamen altına gitmek; batmak. 2) ya six: Beş ile yedi arasındaki tam sayı; altı; 6; VI.
vaşça batmak (güneş, gemi vb. i); yavaş yavaş düş sixfold: 1) altı parçalı; altı parçaya sahip olan. 2) altı
mek ya da alçalmak. 3) seviyesi azalmak; yükseklik misli; altı kat
ve derinliği azalmak, 4) daha az yoğun olmak; dere
six shoo t e r 500 s k y r o ck e t

six shooter: Tekrar doldurulmadan altı kere ateş ede ketlerini inceleme ve retinayı skiaskop ile aydınlata
bilen tabanca; altıpatlar. rak gözün durumunu anlamak için kullanılan bir ci
sixteen: On beş ile on yedi arasındaki tam sayı; on al haz; retinoskopi.
tı; 16; XVI. skid: 1) ağır cisimleri yuvarlamak veya kaydırmak için.
sixteenth: 1) bir dizide on beşinciden sonra gelen; kullanılan, çoğu zaman bir çift kalas veya kütük; yu
on altıncı. 2) bir şeyin altı eşit parçasından birini be varlama kütüğü. 2) yükleri taşımak için alçak, ağaç
lirten. 3) bir şeyin on altı eşit parçasından biri; 1/16. platform. 3) Çoğ. tahliye ya da boşaltma sırasında
sixth: 1) bir dizide beşinciden sonra gelen; altıncı. 3) olduğu gibi, hasardan korumak için bir geminin bor
bir şeyin on altı eşit parçasından herhangi birini be dasına karşı konulan ahşap yapı; maliborda tahtası.
lirten. 3) bir şeyin altı eşit parçasından biri; altıda 4) tekerlek üzerine yaptığı basınç ile bir aracın hare
bir; 1/6. ketini kontrol etmek için kullanılan kayıcı kama (ara
sixtieth: 1) bir dizide elli dokuzuncudan sonra gelen; balar için) 5) kayıcı kama ile fren yapmak veya kilit
altmışıncı; 60 inci. 2) bir şeyin altmış eşit parçasın lemek (tekerleği). 6) motor tespit bloku; motor kıza
dan birini belirten. 3) bir şeyin altmış eşit parçasın ğı-
dan herhangi biri; 1/60. skilful: Bkz. skillful.
sixty: Elli dokuz ile altmış arasındaki tam sayı; altmış; skill: 1) sanat, el sanatı veya bilimi. 2) sanat, el sana
60; LX. tı veya bilimdeki yetenek, hüner ya da marifet. 3) bil
sizable: Önemli ölçü veya kütleye ait; büyük; sizeab gi, anlayış; muhakeme. 4) maharet; ustalık.
le biçiminde de kullanılır. skilled: 1) özel deneyim veya muntazam bir program
size: 1} bir şeyin ne kadar hacim işgal ettiğini sapta ya da çıraklık eğitimi ile kazanılan, belirli endüstriyel
yan özellik; bir şeyin boyutları ve büyüklüğü. 2a) iş, makine operasyonu vb. i gibi hünere sahip olan;
uzunluk, büyüklük, miktar vb. i. b) önemli miktar, öl hünerli; maharetli; mahir.
çüler vb. 3) gerçek durum. 4) verilen ölçüye göre skillful: Uzman veya mütehassıs; maharetli; hünerli;
yapmak veya şekil vermek. 5) ölçüye göre düzenle skilful şeklinde de yazılır.
mek. skim: 1) yüzen maddelerini veya köpüğünü almak
sizeable: Bkz, sizable. (bir sıvının). 2) bir sıvıdan (yüzen maddeleri veya kö
sizzle: Kızgın metal üzerine su damlasının düşmesi püğünü) almak. 3) ince bir katmanla kaplamak veya
gibi, ısı ile temas edildiğinde cızırtı sesi çıkarmak; örtmek. 4) köpükle olduğu gibi, ince bir katmanla
bu tür ses; cızırtı. kaplamak. 5) hızlı ve hafif olarak üzerinden geçmek
sizzling: Aşırı sıcak. ya da kaymak. 6) köpüğü veya kreması alınmış;
skatol: Bkz. skatole. özellikle kaymağı alınmış süt; kaymakaltı süt. 7) kö
skatole: Bağırsakta olduğu gibi, proteinlerin ayrışma püğünü alma işi. 8) köpük.
sı ile oluşan tiksindirici kokulu, renksiz kristalli bir bi skimmer: 1) köpük alan kişi veya alet. 2) sıvıların kö
leşik; skatol, C 9 H 9 N. püğünü alan herhangi bir mutfak aleti; kevgir.
skeg: Den. dümen bodoslamasının bağlandığı, omur skin diving: Türlü teçhizatla, örneğin gözlük, palet,
ganın kıç parçası veya uzantısı; öksüz omurga. plâstik elbise, portatif hava tüpü vb. ile bir yüzücü
skeleton: Birgemininki gibi, taşıyıcı çerçeve; gemi is nün su altına dalması.
keleti. skin effect: 1) etkili direncin artmasına neden olan,
skeleton key: Master anahtar gibi kilitlerin çoğunu kendiliğinden endüklenmiş zıt elektromotor kuvvet
açabilen bir anahtar; maymuncuk. nedeniyle, alternatif akımda, bir iletkenin yüzeyine
skelp: Boru yapımında kullanılan çelik saç; çelik lev akım şiddeti birikimi; yüzey etkisi. 2) Buh. Kaza. yağ
ha. lama yağı, kimyasal maddeler, köpük vb. inin su yü
sketch: 1) fazla ayrıntıya girmeden, çabuk olarak ya zeyinde oluşturduğu katmanın, su içinde oluşturu
pılmış basit, kaba resim veya taslak; skeç. 2) önemli lan buhar küreciklerinin buhar mahaline çıkışını önle
noktaların veya parçaların özet plânı veya tanımı. 3) yen etki; yüzey etkisi.
çabuk olarak çizmek ya da tanımlamak. 4) taslağını skinner engine: Doğru akımlı, popet valflı bir piston
yapmak. lu buhar makinesi; skinner makinesi (ticarî bir mar
sketch: 1) taslak şekline sahip olan; sadece ana nok ka).
ta ve kısımları belirtilen; ayrıntılı olmayan. 2) tam ol skin valve: Gem. Mak. yüzey blöf valfının çıkış tarafın
mayan; eksik; kaba; yetersiz. da bulunan ve gemi teknesine bağlanan valf; skin
skew: Üç boyutta çizilmiş, birbirine paralel olmayan ve valf.
ne kadar uzun olurlarsa olsunlar birbirleriyle karşılaş skiogram: Bkz. skiagram.
mayan iki doğruya ait. skiograph: Bkz. skiagraph.
skiagram: Bkz. skiagraph; sciagram, skiogram şekil skip: Mot. ateşlemede tekleme yapma; tekleme.
lerinde de kullanılır. skip distance: Rady. yerdeki verici bir istasyon tara
skiagraph: Hassaslaştırılmış bir yüzey üzerine X ışın fından verilen bir dalganın eriştiği en uzak nokta ve
ları ile çekilen, gölgelerden oluşmuş bir resim; sci radyo dalgasının iyonosferden dünyaya yansıtıldığı
agraph, sciograph, skiograph şekillerinde de kulla en yakın nokta arasındaki mesafe.
nılır. skipper: Özellikle küçük bir teknenin kaptanı veya sü
skiagraphy: Özellikle X ışınları ite resim çekme prati varisi.
ği veya sanatı. skipping: Mot. tekleyen; tekleme yapan; tekleme.
skiascope: X ışınları ile fotoğraf çekiminde kullanılan skirt, piston: Bkz. piston skirt.
bir cihaz; skiaskop; skylight: Gemi kaportası; çatı penceresi.
skiascopy: Gözbebeği üzerindeki ışık ve gölge hare skyrocket: Havada patlayarak, renkli alevler, kıvılcım-
sky w av e 501 sligh t

lar vb. çıkaran havai fişek roketi.


demir bir çubuk; süngü.
sky wave: Heaviside katmanları tarafından kendi yolu
slicer: 1) dilimlemek için kullanılan bir alet ya da ci
üzerinde bulunan vericilerinden alıcilara yansıtılan
haz. 2) dilim yapan kişi.
bir radyo dalgası; uzay dalgası; dolaylı ya da endi-
slick: 1) su yüzeyinde, bir yağ katmanı nedeniyle olu
rek dalga; iyonosferik dalga.
şan düzgün alan. 2) bir tür yassı, geniş keski gibi,
slack wax: Gem. Yük. sıkı olmayan veya gevşek
düzeltmek ve parlatmak için kullanılan şey.
mum; tehlikesiz, kendine has kokulu, koyu kahve
slide: 1) sabit sürtünmeli bir yüzey veya madde bo
rengi, alifatik ailesinden, nem emmeyen, dayanıklı,
yunca hareket etmek; kaymak. 2) buz gibi, düzgün
katı karbonlu hidrojenlerin karışımı; 70°/15°C'de
0 bir yüzey üzerinde hareket etmek; kaymak. 3) ses
öz.ağ. yaklaşık 0,8; k.n. 310 -315°; d.n. yok (katı);
siz veya düzgün olarak hareket etmek. 4) kaymaya
suda çözünmez; viskozitesi yok; gemilerde 70°C-
neden olmak. 5) kayma hareketi. 6) kaymak için kul
den aşağı olmayan sıcaklıklarda ve atmosfer basın
lanılan düzgün, çoğu zaman meyilli yüzey. 7) kay
cında taşınır.
ma ile çalışan bir şey; kayıcı parça. 8) cisimleri mik
slag: 1) eritme işlemi sırasında metalden ayrılan eri
roskop altında incelemek için kullanılan ufak levha
miş cüruf veya maden posası. 2) buna benzeyen
cam; lamel. 9a) pistonlu buhar makinelerinde buha
lav. 2) cüruf şekline dönüştürmek.
rın silindirlere girmesini sağlayan valf Bkz slide wai
slag erosion: Akaryakıtların oluşturdukları cürufun
ve 10a) heyelan, b) düşen kütle. 11) bir resmi (şek
yüksek sıcaklıklarda, ateş tuğlasını oluşturan madde
li) projeksiyon makinesi ile bir perdeye aktarmakta
ile birleşerek meydana getirdiği aşınma; cüruf eroz
kullanılan küçük bir cam levha.
yonu.
slide case: Buh. Mak. çekmece ya da slayt valfı sızdır
slaggy: Cürufa ait; cürufa, benzeyen.
maz bir biçimde atmosfere kapatan ve silindire iletil
slag screen: Çok ince toz kömürle fayraplı kazanlar
mek üzere buhar verilen kısım; çekmece mahfazası;
da, kül çukurunda erimiş cüruf kütlesinin yığılması
Gem. Mak. slayt keys.
na engel olmak için, ocak tabanına döşenen su so
slide face: Gem. Mak. slayt valf ya da çekmecenin si
ğutmalı borular; cüruf perdesi; düşen cüruf parçacık
lindir bloku üzerinde hareket ederek buhar portlarını
larını soğutarak onları kum birikintisi haline getirir.
açıp kapadığı yüzey; slayt valf yüzeyi; slayt feyis.
slake: 1) su ile birleştirerek (kireçte) kimyasal bir de
slide ring: Diz. Mot. yüksek güçlü makinelerde kom-
ğişim oluşturmak. 2) azaltmak veya gidermek. 3) ge
presyon segmanlarının hemen altına, piston gövdesi
rilimini azaltmak. 4) sönmüş olmak veya kireç gibi
ne açılan kanallara sıkı olarak geçirilmiş, çoğunlukla
sönmeye uğramak, 5) daha az aktif veya şiddetli ol
bakır alaşımlarından yapılmış çemberler; slayt ring;
mak; gevşemek.
kayıcı segman.
slaked lime: Kalsiyum oksitin suda çözünmesi ile olu
slide rod: Gem. Mak. slayt valf veya çekmeceyi, hare
şan, harç, beyazlatma vb. i işlerde kullanılan bir
ket mekanizması veya eksentrik donanımına bağla
madde; sönmüş kireç; kalsiyum hidroksit, Ca(OH)2.
yan kol; slayt rot; çekmece kolu.
siedge: Çoğu zaman iki elle kullanılan uzun, ağır bir
slide rule: Esk. türlü aritmetik veya matematiksel iş
çekiç; varyoz.
lemleri yapmak için kullanılan bir cihaz; hesap cetve
sledge-hammer: Ağır çekiç veya varyozla vurmak.
li.
sledge hammer: Ağır çekiç; varyoz (balyoz).
slide valve: Pistonlu buhar makinelerinde portları
sleek: Düzgün yapma anlamında bir deyim: Kum yü
açıp kapatarak buharın silindirlere girmesi ve egzoz
zeylere mala uygulanması için söylenir; perdahlı.
edilmesini sağlayan düz, piston, silindir şekillerinde
sleeve (1) bir başka parçaya geçen boru veya boru
yapılan bir valf; slayt valf; sürgü; çekmece; D valf;
ya benzer parça; zıvana; sliv; yatak. 2) Mot. silindir
piston valf.
gömleği; gömlek; silindir layneri Bkz. cylinder liner.
slide valve chest: Bkz. slide case.
sleeve bearing: Buh. Türb., Mot. gibi ısı makinelerin
slide-valve face: Gem. Mak. slayt valf ya da çekmece
de kullanılan, dışı bronz ya da çelik (bazan alümin
nin hareket ettiği ya da kaydığı, üzerinde portlar bu
yum alaşımı), içi vayt (beyaz) metal veya babit me
lunan yüzey; slayt feyis.
tal ile kaplı, çoğu zaman iki parçadan yapılan silindi-
slide valve, rotary: Bkz. rotary slide valve.
rik veya küresel yatak.
slide-wire: Vetston köprüsünde direnç ölçmek için
sleeve bushing: Tek parçadan yapılmış, dışı bronz
kullanılan bir cihaz; kaymalı tel.
veya çelik ve iç yüzeyi vayt metal ile kaplı, silindir
sliding feet: 1) Buh. Türb. alt keysin, makine dairesi
şeklinde yapılmış bir yatak; daha çok biyel veya pis
tarafında, döşeğin oval cıvata deliklerine bağlanan
ton kolunu pistona bağlamak için kullanılır; burç; pis
ayakları; kayıcı ayaklar; türbinin ısındığını veya dev
ton pin burcu.
reden çıkarıldığı zaman soğuduğunu belirler. 2) Bu
sleeve valve: Esk. bazı motorların pistonları ite silin
har kazanlarını döşeğine bağlayan, türbinlerdekine
dir duvarları arasında bulunan eksenel veya döner
benzer, genişlemeye müsaade eden ayaklar.
hareketli valf; sliv valf.
sliding friction: Fiz. bir katı cismin, diğer bir katı cis
slew: Büyük sayı, grup veya miktar.
min yüzeyinde hareket etmesi sırasında oluşan sür
slice: 1) Matb. mürekkebi yaymak için kullanılan spa
tünme; kayma sürtünmesi (kinetik bir sürtünme tü
tula. 2) büyük bir kütle veya hacimden kesip çıkarıl
rü).
mış nispeten ince, geniş bir parça; dilim. 3) bir par
sliding scale: Bkz. slide rule.
ça, porsiyon veya pay. 4) dilimlerine ayırmak (kese
rek). 5) parçalarına veya hisselerine ayırmak. slight: 1) ağırlığı, dayanıklığı. maddesi veya önemi ol
slice bar: İnce, geniş uçlu, kömürle fayraplı kazanlar mayan. 2) iri ya da ağır olmayan; ince, uzun. 3) ko
lay bozulur; kolay kırılır. 4) miktar ve boyca küçük;
da ateşi kabartmak veya gevşetmek için kullanılan
cüzî; büyük veya yoğun olmayan.
slightly 502 sludge

slightly: 1) önemsiz bir şekilde. 2) cüzî miktarda.


silme eğiliminde olan katı bir
slim file: Bkz. super fine file.
yüzey.
sling psychrometer: Atmosferdeki nemi ölçmek için
slipway: Gemileri denize indirmek için kullanılan, su
kullanılan bir cihaz; bir taşıyıcıya bağlı iki termomet
ya doğru meyilli kızak; gemi kızağı.
reden oluşur.
slit: Optik bir cihaza radyasyonun girmesi ya da
sling ring: Yüksek devirli dizel motorlarinda krank ko
çık ması için kullanılan uzun ve dar bir delik.
lu (veb) üzerinde, krank pin yakınında bulunan hafif
sloop: Küçük tek direkli, cıvadralı, yan yelkenli bir
çıkıntılı bir kısım; lubrikatörün bir boru ile verdiği ba
tekne; şalupa.
sınçlı yağlama yağının, yüksek merkezkaç kuvvet ne
sloop rigged: Şalupa gibi armalı; şalupaya benzer ar
deniyle krank pin yatağına verilmesini sağlar; askı
malı.
çember ya da ring.
slop: 1) Çoğ. herhangi tür sıvı atık. 2) Çoğ. alkol çıka
sling stay: Alev borulu kazanlarda kullanılan, bir
rıldıktan sonra geri kalan atık veya posa; küspe. 3)
ucunda gözü bulunan dövme çubuk; kazan zarfının
üzerine sıvı dökmek. 4) sıvı dökmek.
üst kısmından ağır cehennemlik tavanı saçlarını taşı
slope: 1) herhangi meyilli veya eğik hat, düzlem, du
mak için kullanılırlar; sling stey; bunların bir uçları,
rum vb. 2) yatay ya da düşey durumdan sapma. 3)
kazan zarfına kaynak veya perçinle bağlanmış bir
bunun miktarı veya derecesi. 4) meyilli olmak.
bayrağa ve diğer ucu, genel olarak, köprü payanda
slops: Gemi tanklarında petrol, su, birikinti veya yağlı
lara bağlanır.
sulardan oluşan bir karışım; Bkz. slop tank.
slip: 1) bir endüksiyon motorunda rotorun hızı ile sta
slop tank: Den. özellikle tankerlerde yağ ve yakıtlı saf
torun senkron hızındaki değişim farkı; senkron hızın
ra sularının toplandığı büyük kapasiteli bir tank; slop
yüzdesi olarak ifade edilir ve yüke bağlı olarak %3-
tank.
%8 oranında değişir. 2a) kızak yeri olarak görev ya
slot: 1) bir makinedeki kama kanalı, otomatik oyun
pan, suya meyilli bir iskele veya platform; tekne kıza
makinesinin madenî para atılan yeri vb. i gibi dar
ğı, b) gemilerin üzerinde yapıldığı ve onarıldığı, su
oyuk, yarık ya da delik; yuva. 2) bu tür oyuk veya
ya doğru eğik dü2lem; kızak, c) gemilerin yanaşma
oyuklar yapmak.
sı için kullanılan iskele veya rıhtımlar arasındaki yer.
3) pervanenin vida gibi katı bir cisimde bir devirdeki slot machine: Mekanizmasını çalıştırmak için yarığın
ilerleme miktarı ile su içinde gerçek olarak bir devir dan içeriye madenî para atılan yiyecek, içecek vb. i
deki ilerleme miktarı arasındaki fark; silip. 4) kayma makinesi veya kumar (oyun) aleti.
ya da düşme işi. 5) mekanik olarak çalışan bir ciha slotting: Mak. kama kanalı, yarık vb. i açma.
zın, gerçek ve teorik verileri arasındaki fark ile ifade slotting machine: Dikey yüzeyler ve kama kanalı kes
edilen çalışma verimi düşüklüğü miktari veya derece mek ya da açmak için kullanılan bir takım tezgâhı;
si. 6) bir rotor alanı ile stator alanı arasındaki hız dik planya tezgâhı.
far kı. 7) elektromanyetik bir kaplinde rotor ile stator slow: 1) çabuk, hazır veya acele olmayan; yavaş. 2)
ara sındaki hız farkı. 8) bir pistonlu pompada hızlı veya çabuk olmayan. 3) geç kalan: Saat için
deplasma nın yüzdesindeki kayıp olarak verilen söylenir. 4) enerjisiz; hareketsiz. 5) düşük veya va
hacimsel ve rim; yeni pompalar için bu değer tam sat bir ısı çıkararak yanma: Yavaş yanma gibi. 6) ya
yol çalışmada vaş veya daha yavaş yapmak. 7) gecikmek. 8) ya
% 2-% 5 oranındadır. vaş veya daha yavaş olmak ya da gitmek.
slip fit: Kaymalı geçme; Bkz. slip joint. slowdown: Yavaşlama veya yavaşlatma; özellikle en
slip joint: İki buhar borusunun, stim kaçaklarına karşı düstriyel bir üretimi plânlı bir biçimde yavaşlatmak.
salmastra kullanılarak birbirlerine geçerek bağlanma slowing down: l) Nük. Ener. bir tanecik veya partikü-
sı; kaymalı geçme; boruların bir miktar ileri geri hare lün enerjisinin azalması. 2) çalışmakta olan bir maki
ket etmesi gereken yerlerde kullanılırlar. nenin hızı veya devir sayısının azalması; yavaşlama.
slow-match: Dolguları patlatmak için kullanılan yavaş
slippage: 1) diğerine geçen bir dişlide olduğu gibi,
yanan kibrit veya
kayma. 2) bunun miktarı. 3) zincirli çalıştırmada ol
fitil.
duğu gibi, toplam hareket veya güç kaybı.
slow-motion: 1) alışılmış normal hızın altında çalıştır
slipper: Mak, buhar makineleri ve yüksek güçlü dizel
mak veya hareket ettirmek. 2) bir dakikada verilen
motorlarının kroshetlerine (çapraz muylularına) bağ
normal resim sayısını arttırarak, normal hızla perde
lı ve bir gayıt içinde hareket ederek piston ve piston
ye aktarılan yavaş hareke! yavaşlatılmış hareket.
rodun eksenel hareket yapmasını sağlayan parça;
slow neutron: Saniyede 1 mil (1,609 km) hızla hare
Gem. Mak. süper; kızak.
ket eden bir nötron; yavaş nötron.
slippery: Kayma nedeni olan ıslak, yapışkan veya
slow pressure rise: Özellikle yüksek devirli dizel mo
yağlı bir yüzey; kaygan; kaypak.
torlarında hızlı yanma veya hızlı basınç yükselmesi
slippy: Bkz. slippary.
ya da kontrolsuz yanmayı izleyen yavaş basınç yük
slip ring: Alternatif akımlı bir dinamo veya motorda, selmesi; kontrollü yanma.
akımın karbon fırçalara iletildiği iki veya daha fazla slow reactor: Zincirleme tepkime veya fizyonun ya
sayıdaki devamlı çember veya ringlerden biri; slip- vaş nötronlarla başladığı bir reaktör türü; yavaş reak
ring. tör.
slipstream: 1) Hava. bir pervane tarafından üretilen sludge: 1) petrol rafinerileri artığı, maden delgisi tara
hava akımı. 2) Den. pervanenin oluşturduğu su akı fından oluşturulan çamur, biyolojik atık tanklarındaki
mı; dümen suyu. 3) Bkz. side stream. posa, buhar kazanlarındaki tortu vb, i gibi ağır, her
slip stream: Bir uçağın dönen pervanesi tarafından hangi yapışkan artık, tortu ya da kütle. 2) yakıt tank
geriye doğru itilen hava akımı veya cereyanı. ları ile dizel motorlarının alt karterlerinde biriken, ya
slip surface: Aşırı bir gerilme altında kırılma veya ke ğın oksitlenmesinden gelen çamur. 3) bir metalin
elektrolitik damıtılmasında anotta oluşan yabancı
sludge formation 503 smoke

maddeler.
civert rengi.
sludge formation: Mot. yağlama yağlarının karterde
smaltine: Bkz. smaltite.
oluşturduğu sisin oksitlenmesi sonucu karterde
smaltite: Bir kobalt cevheri; rengi beyazdan griye ka
biri ken çamur oluşumu.
dar değişen doğal kobalt arsenid; smaltit, CoAs2;
sludge tank: Ticaret gemilerinde tanklardan gelen
kristal veya tanecikli şekillerde bulunur ve cam ya
ça mur vb. i atıkların, suların toplandığı yeterli
da seramiklerin boyanmasında mavi pigment olarak
kapasite de bir tank; çamur tankı; Gem. Mak. slaç
kullanılır; daima nikelarsenid ile bulunur.
tank.
smaragdine: 1) zümrüte ait. 2) zümrüt renginde.
sludge test: Çamur deneyi; oksitlenme deneyi; bili
smaragdite: Amfibol veya hornblendin açık yeşil tü
nen miktardaki yağlama yağı bir tüp içinde, sabit sı
rü.
caklıktaki bir banyoya sokulur, sonra belirli miktarda
smashup: 1) özellikle büyük hasar veren kaza ya da
ki hava yağın içinden geçirilir, yağın derhal rengi ko
çarpışma. 2) herhangi bir felâket veya afet.
yulaşır, daha az akıcı olur ve deneyin sonunda visko
smear: 1) yağlı, yapışkan veya pis bir şeyle kapla
zite, karbon atıkları değeri ve diğer özellikler kayıt
mak, sıvamak, lekelemek vb. 2) yağlı, yapışkan ve
edilir; bu deney sırasında en az değişen yağ, oksit
ya kirii bir şey uygulamak veya sıvamak ve
lenmeye en dayanıklı yağdır.
böylece leke bırakmak. 3) lekelenmek. 4) lekeli;
sludgy: Çamura ait; çamur gibi; çamurlu; sulu çamu
yağlı. 5) mik- roskopik inceleme vb. için lamel
ra benzeyen.
üzerinde kan gibi, küçük miktarda bir madde. 6)
slue: Bir mil veya sabit bir nokta çevresinde
yağlı madde; mer- hem, b) bir şeyin üzerine
dönmek
sürülen yağlı, yapışkan ve ya kirli bir madde.
veya salinım yapmak. 2) bir eksen etrafında dönme
smeary: 1) yağlı, yağlı veya kirli bir madde ile
veya salınım yapma işi. 3) bu hareketi yapan şeyin
kaplan
durumu.
mış. 2) mürekkep gibi leke yapma eğiliminde olan.
slug: 1) ingiliz kütle birimi; bir librelik (0,452 kg) bir
smectic phase: Sıvı ve katı durumları arasındaki
kuvvet etkidiği zaman saniyede 1 fit (0,3048 m)
ge
hızla nan bir cismin kütlesi; 32,174 libre (14,542
çiş
kg). 2) Nük. Ener. doğal uranyu m grafit
smelling bottle: içersinde amonyak ruhu bulunan şi
reaktöründe nükieer yakıt külçesi. 2) küçük bir
şe.
parça veya kütle halinde metal; özellikle bir mermi.
smelling salts: Başağrısı, baygınlık vb. ini geçirmek
3) Matb. a) satırlar arasın da kullanılan yazısız bir
için teneffüs edilen veya kullanılan amonyum karbo
satır kurşun; anterlin. b) lino tip makinesinde tek
nat ile güzel bir kokudan oluşan hoş kokulu bir
parça şeklinde dökülen kurşun satır.
karı şımı; amonyak ruhu.
sluice: 1) bir kanalda olduğu gibi sıvı (su) akımı dü
smelt: 1) saf metalden yabancı maddelerini ayırmak
zenlemek için bir kapı veya vaif ile donatılmış, su
için (maden cevheri cvb.ini) eritmek; tasfiye etmek.
için yapay bir kanal veya pasaj; savak. 2) böyle bir
2) bu şekilde (metal) damıtmak veya rafine etmek.
kapıdan geçen veya tutulan su, 3) bir savağı kapatıp
açmak için kullanılan kapı ya da valf; set. 4) 3) erimeye uğramak.
özellik le aşırı su için kullanılan herhangi bir kanal. 5) smelter: 1) eritme işinde çalışan kişi; melal tasfiyeci
si. 2) damıtma veya tasfiye işinin yapıldığı yer; damıt
altın cevherini yıkama, kütükleri nakletme vb. i için
kulla nılan kanal. 6a) bir savaktan akan su ile ma yeri veya tasfiyehane ya da tasfiye fırını (ocağı)
yıkamak, b) hızla akan su ile yıkamak. 7) bir veya cihazı.
kanalda (kütük vb. ini) taşımak. 8) bir savakta smeltery: içinde tasfiye işinin yapıldığı bina, işyeri
olduğu gibi akmak. vb. i; tasfiyehane.
sluice valve: Gem. Mak. sintine, perde vb. i yerlerde smelting: Bir cevheri yüksek sıcaklıkta eritici bir
kullanılan, akım yönüne dik olarak çalışan valf; mad de ile eriterek metali elde etme; üstte cüruf ve
altta saf ya da arı olmayan metal katmanları oluşur.
sül- yüz valf.
smith: Metal şeyler yapan ve özellikle kızgın (tavlan
slush: 1) gemide pişirilenlerden arta kalan atık yağ
veya gres. 2) makineler için yağlayıcı veya pas önle mış) ve yumuşak olduğu zaman onlara şekil veren,
yici olarak kullanılan türlü yağlı bileşiklerden herhan
onaran kişi; demirci; demirci ustası,
smithery: 1) demircinin işi veya sanatı; demircilik. 2)
gi biri. 3) özellikle koruma ve yağlamada, yağlı bir
biieşik ile örtmek. 4) sıva veya çimento ile yamala
demirhane.
smithsonite: 1) sarımsı renkli doğal çinko karbonat,
mak. 5) yumuşak çamur.
ZnCO3. 2) doğal çinko silikat; kalamin Bkz.
slush fund: 1) atık yağ vb. lerinin satışıyla gemide
calami
ku
rulan bir fon; küçük lüks şeyler almak için kullanılır. pılan koyu mavi cam tozu. 2) bu şekilde yapılan pig
Sm: Bkz. samarium. ment veya boya. 3) bu pigmentin koyu mavi veya lâ
smaek: 1) çoğu zaman şalupa gibi donatılmış, ben
zer armalı küçük bir yelkenli tekne. 2) balıkları canlı
muhafaza edecek şekilde donatılmış balıkçı teknesi.
small arms: Tabanca, karabina, tüfek vb. i gibi elde
taşınabilen ufak kalibreli ateşli silâhlar.
small calorie: Bkz, calorie.
small hours: Gece yarısını izleyen ilk bir kaç saat.
smallish: Bir dereceye kadar küçük; büyük olmayan
small pica: Matb. on bir puntoluk bir harf türü.
smalt: 1) silisyum dioksit, potas ve kobait oksitten ya
n smith's weld: Bkz. Sap weld.
e smithy: Demirci atelyesi, demirhane, özellikle nal
. bant atelyesi; demir imalâthanesi; nalbanthane.
smith's tongs: Parça döver veya işlerken demircile smog: Toz, polen, bakteri, duman ve kimyasal atık
rin kullandığı türlü kıskaçlardan herhangi biri; gazlar kapsayan ağır, kcyu renkli kent sisi; smog;
demir ci kıskacı. endüstri sisi.
smith's hearth: Demircilerin parça tavlamak üzere smoke: 1) bir şeyin yanmasıyla oluşan ve içersindeki
kullandıkları, kok kömürü ile fayrap edilen ocak;
de mirci ocağı.
smok e box 504 s no w b a n k

karbon partikülleri nedeniyle görülebilen buharimsı


ça. 5) düzeltme işi.
madde; duman. 2) dumana benzeyen herhangi bir
smoothbore: içersinde yiv ve seti olmayan bir nam
buhar, buğu vb. 3) Fiz. Kimy, bir gaz içinde, özellik
lu: Silâh için söylenir; yivsiz, setsiz silâh.
le hava içinde askıda olan kati parçacık veya parti-
smoothen: Düzgünleştirmek; düzeltmek.
küller; yakıtların eksik veya yetersiz hava iie yanma
smother: 1) alevsiz yanma. 2) alevsiz yanma duru
sından kaynaklanır. 4) duman ya da dumana ben
mu.
zer şeyler çıkarmak. 5) gaz lâmbası gibi çok fazla
smothery: Boğucu.
duman çıkarmak. 6) duman ile boyamak. 7) tütsüle-
smoulder: Bkz, smolder.
mek (et vb. ini).
smudge: 1) kirli nokta; leke. 2) yoğun duman üreten
smoke box: Alev borulu kazanlarda borulardan ge
bir yangın. 3) bitkileri dondan korumak veya böcek
çen gazların toplandığı ve oradan bacaya iletildiği,
leri kovmak için kullanılan yoğun veya boğucu du
büyük menşeteli iki kapak ile donatılmış kısım; du
man. 4) don (meyva bahçesi vb.) ve böceklere karşı
man sandığı.
korumak için duman çıkarmak. 5) kirli yapmak; kir
smoke detector: Gemilerin türlü yerlerinde oluşabile
letmek.
cek yangınları haber veren sistem.
smut: 1) kurum veya isli madde, b) bunun parçacıkla
smoke helmet: Sadece duman olan yerlerde koruma
rı (partikülleri), 2) kirli bir şey tarafından yapılan işa
amacıyla giyilen bir solunum cihazı; zehirli gazlar
ret; kirli leke.
olan yerlerde kullanılmaz.
smutch: Kurum, isli madde ve kir.
smoke indicator: Kazandan atmosfere atılan baca
smutty: isli veya kurumlu.
gazlarının rengine bakarak ocaktaki yanmayı denet
Sn: Bkz. tin.
lemeye yarayan elektrik ampulü, mercek ve aynalar
snake: 1) uzun, esnek meta! bir çubuktan oluşan ve
dan oluşan bir cihaz; duman göstergesi; duman mü
boruları temizlemek için kullanılan tesisatçı aleti; es
şiri; Gem. Mak. smok endikatör.
nek tel; fleksibıl tel. 2) özellikle, boyuna olarak kuv
smokemeter: Diz. Mot yüksek devirli makinelerde,
vetle itmek ya da çekmek. 3) hızla çekmek.
dumanın yoğunluğundan, silindir içindeki yanmanın
snap-fiask: Yapılmış parçayı çıkarmak için, menteşeli
niteliğini saptamak için kullanılan bir cihaz; smok-
olan kalıp kutusu.
metre; duman ölçer.
snap gauge: Türlü ürünlerin müsaade edilir sınırlar
smokeless: Dumansız; az dumanlı.
içinde olup olmadığını denetlemek için kullanılan,
smokeless powder: Dumansız barut.
sabit ve ayarlanabilir türleri olan bir ölçü cihazı;
smoke periscope: Duman göstergesi; duman müşiri;
Gem. Mak. snep geyiç.
Bkz. smoke indicator.
snap ring: Mot. piston pin ya da pernonun yuvasın
smokepipe: Bkz. smokestack.
dan çıkarak silindir duvarını bozmasını önleyen ve
smoker: Mot. yanlış olarak duman yapan veya yağ
piston pinin her iki ucunda birer tane bulunan yay
yakan anlamında kullanılan bir deyim.
segman; tespit segmanı; Gem. Mak. snep ring.
smokestack: Buharlı gemi, lokomotif, fabrika vb. in
snap ring groove: Yay segmanların piston içinde bu
den dumanı atmosfere atan boru; baca.
lunan iki yuvasından biri; yay segman yuvası; snep
smoke-tubes: Buh. Kaza. içinden alev veya kızgın
ring yuvası.
gazlar geçen borular; alev boruları; duman boruları.
snap rivet: Bkz. cup head rivet.
smoke tube boiler: Borularının içinden kızgın gaz ve
snapshot: Estantene fotoğraf.
ya alevler geçerek çevrelerindeki suyu ısıtıp buhar- sneak current: Sızıntı akımı.
laştıran kazan; alev ve duman borulu kazan; doğru, snell: 1) çabuk veya aktif. 2) aşırı; şiddetli. 3) sert;
ters ve iki taraftan fayraplı alev borulu türleri vardır. keskin. 4) kısa bir at kuyruğu kılı ya da ince misina
smokily: Dumanlı bir şekilde. (iğneyi bedene bağlamak için kullanılır).
smokiness: Dumanlı olma niteliği veya durumu.
snickersnee: Koruma ve kesme silâhı olarak kullanıl
smoking car: Sigara içilmesine izin verilen demiryolu
mak üzere dizayn edilmiş bıçak; büyük bıçak.
vagonu.
snifter valve: Her kursta (strokta) havanın girmesi
smoky: 1) özellikle alışılmıştan daha fazla duman çı
için müsaade ederek pompanın aşırı yüklenmesine
karan; dumanlı. 2) dumana ait; dumana benzeyen;
engel olan ve ayarlanabilir, bir tür geri döndürmez
duman gibi. 3) dumanla dolu. 4) duman renginde
(çek) valf.
olan. 5) duman ile renklendirilmiş, lekelenmiş ya da sniffing valve: Bkz. snifter valve.
kirletilmiş. snip: 1) bir makasla kesmek veya kısa, çabuk darbe
smoky exhaust: Mot silindirdeki yanmanın iyi olma veya darbelerle kesip kopartmak. 2) bu tür kesme
dığını belirten egzoz; duman kapsayan egzoz; du ile çıkarmak. 3) makas vb. ile yapılmış küçük bir ke
manlı egzoz; türlü nedenlerle oluşur. sik. 4a) kesilip çıkarılan küçük bir parça, b) herhan
smolder: Aievsiz yanmak ve duman çıkarmak; yavaş gi bir küçük parça. 6) metal levha vb. ini kesmek
yanma ile tüketilmek, sarfedilmek veya harcanmak. için kullanılan ağır (büyük) bir el makası; teneke ma
S monel: % 63 nikel, % 32 bakır, % 3 silisyum ve % 2 kası.
demirden oluşan bir alaşım; S monel; supap gayıtla- snorkel: Denizaltılarda, dizel motorları ve havalandır
rı ve yuvaları yapımında kullanılır. ma için kullanılan, hava girişi ve egzoz borularından
smooth: 1a) düz bir yüzeye sahip olan; görülür veya oluşan bir cihaz; şnorkel; denizaltının uzun süre su
hissedilir bir çıkınlı veya pürüzü bulunmayan, b) içinde kalmasını sağlar.
aşınma ile çıkıntıları düzeltilmiş olan. 2) Meka. sür-
snow: 1) kar. 2) kar yağması. 3) kar gibi yağmak. 4)
tünmesiz. 3) daha az kaba yapmak; parlatmak; da
karla kaplanmak, kapanmak.
mıtmak veya rafine etmek. 4) düz bir şey; düz par
snowbank: Büyük kar kütlesi.
sno w blin d 505 sodiu m hydroxid e

snow blind: Kar körlüğü (geçici körlük)


socket wrench set: Lokma anahtarı takımı.
snow-broth: Kar ve su karışımı; erimiş kar.
soda: 1) sodyum karbonat. 2) sodyum bikarbonat. 3)
snowflake: Kar tanesi.
sodyum hidroksit. 4) sodyum oksit. 5) maden soda
snowplow: Yol, demiryolu vb. lerinin karlarını temizle
sı.
mek için kullanılan bir cihaz veya makine; kar temiz
soda-acid extinguisher: Adî yangınların söndürülme
leme makinesi.
sinde kullanılan, 2,5 galon ( 9,5 litre) sodali su karı
snowhed: Rayları kar birikmesi veya yığılmasından
şımı ve bir şişede bulunan 115 gram sülfürik asitten
koruyan uzun siper veya koruyucu.
oluşan bir yangın söndürücü; minimaks; soda asit ci
snowstorm: Kuvvetli rüzgâr ile birlikte yağan kar; kar
hazı: şişenin kırılması sonucu asit ile sodalı su tepki
fırtınası.
meye girerek CO2 oluşturur.
snowy: 1) karlı. 2) kar ile kaplanmış veya doldurul
soda ash: Cam ve sabun yapımında kullanılan be
muş. 3) kara benzeyen, özellikle: a) saf, ari ve leke
yaz, nem emici veya higroskopik bir toz; susuz sod
siz, b) beyaz. 4) kara ilişkin.
yum karbonat, Na 2 C0 3 ; soda.
snub: Den. anî olarak hareketini durdurmak veya de
soda lime: Kimyasal ayıraç ve nem ve asit gazlarını
netlemek: Bir geminin halat, zincir vb. veya bunların
emici olarak kullanılan beyaz, toz gibi sodyum hid
bağlandığı bir şey için söylenir.
roksit veya kalsiyum oksit karışımı.
snubber: Hareketi denetlemek için veya durdurmak
sodalite: Biraz klorlu sodyum ve alüminyum silikat,
amacıyla kullanılan bir şey. 2) bir tür oto şok gideri Na 4 A! 3 Si 3 0 1 2 Cl; parlatıldığı zaman mermere benzer
cisi veya emicisi. ve süs taşı olarak kullanılır.
snug fit: Rahat geçme, kolay geçme; sıkı geçmenin soda solution: Soda eriyiği, mahlûlü veya çözeltisi.
karşıtı. soda water: 1) basınç altında karbon dioksitle doldu
soak: 1) uzun süre bir sıvıda tutularak doyurmak ve rulan su; maden suyu; maden sodası, 2) su, asit ve
ya tümü ile ıslatmak. 2) emmek veya içine çekmek. sodyum bikarbonat çözeltisi.
3) geçmek veya nüfuz etmek. 3) ıslanma ya da doy sodden: nemle dolu; ıslatılmış; iyice ıslanmış.
ma işlemi veya işi; ıslanma. 4) ıslanmış olma duru sodium: Tabiatta sadece bileşikleri bulunan, fevkalâ
mu; ıslatma. 5) ıslatmak için kullanılan sıvı. de aktif, gümüş beyazı renkli, alkalin metalik bir kim
soakage: 1) ıslanma veya ıslatma. 2) emilmiş sıvı.
yasal element; sodyum; natriyum; Simg. Na; at.ağ.
soap: 1) uzun karbon zincirli bir yağ asilinin sodyum 22,997; at.no.11.
veya potasyum tuzu, örneğin sodyum stearat, sodium benzoate: Benzoik asitin tatlı, kokusuz, be
C 17 H 35 COONa; sodyum tuzları sert sabun ve potas yaz toz halindeki bir tuzu; sodyum beıızoat; yiyecek
yum tuzları yumuşak sabun adını alır. 2) yıkama ve koruyucu, antiseptik vb .olarak kullanılır.
temizleme için kullanılan, su ile birleştiği zaman kö
sodium bicarbonate: Beyaz kristalli bir bileşik; sod
pükler üreten madde; sabun; kostik soda veya kos-
yum bikarbonat, NaHCO,; yemek sodası; karbonat;
tik potas ile yağların tepkimesinden üretilir. 3) bir
antasit ve kabartma tozu olarak ve yangın söndürme
yağ asitinin herhangi bir metalik tuzu. 4) sabun ile
cihazlarında kullanılır; baking soda şeklinde de kul
muamele etmek veya ovmak. lanılır.
soap bubble: 1) sabun köpüğü. 2) sabun köpüğü gi sodium bromide: Beyaz, kristalli bir bileşik; sodyum
bi. bromür, NaBr; tıpta sakinleştirici ve fotoğrafçılıkta gü
soapinass: Sabun gibi olma durumu veya niteliği; sa müş bromür üretmek üzere kullanılır.
bunlu. sodium carbonate: 1) karbonik asitin susuz bir sod
soapless soap: Yapay bir deterjan; sabunsuz sabun. yum tuzu; sodyum karbonat, Na 2 C0 3 . 2) sodyumun
soap, soluble: Alkali metaller ve bir veya daha fazla sulu karbonatlarından herhangi biri; özellikle renk
yüksek yağ asitlerinin tuzlan; çözünür sabunlar, siz, kristalli bir bileşik, Na 2 C0 3 .10H 2 0 ; yaygın
soap solution: Kazan sularının toplam sertliğinin öl ola rak sal soda ve washing soda denir.
çülmesinde kullanılan eriyik; sabun eriyiği; sabun sodium chlorate: Renksiz, kristalli bir tuz; sodyum
çözeltisi; sabun mahlûlü. klorat, NaCI0 3 ; kibrit, patlayıcılar vb. inde oksitleyici
soap stone: Kaya şeklinde yumuşak talk; sabuntaşı. madde olarak kullanılır.
soapsuds: Sabunlu su, özellikle karıştırıldığı zaman sodium chloride: Yemek tuzu, NaCI.
köpüren su. sodium cyanide: Beyaz, çok zehirli bir tuz; sodyum
soapy: 1) sabunla kaplı veya sabun kapsayan. 2) sa siyanür, NaCN; böcek yokedici olarak ve metal kap
bun gibi; sabuna benzeyen; sabunlu. lamacılığında kullanılır.
soar: 1) havada yükselmek veya uçmak. 2) havada sodium dishromate: Kırmızı, kristalli bir tuz; sodyum
yükselerek uçmak, seyahat etmek veya süzülmek. dikromat, Na Cr 0 ; oksitleyici madde, antiseptik
2 2 7
3) bir uçak gibi yükselti veya rakım kaybetmeksizin vb. i olarak kullanılır.
süzülmek. 4) alışılmış bir düzeyin üzerine yüksel sodium disulfite: Kazan sularına oksijen giderici ola
mek. 5) yükselme alanı. 6) yükselme veya uçma işi; rak katılan Bkz. oxygen scavenger suda çözünen
uçuş. beyaz bir toz; sodyum disülfit, Na 2S0 3; kazan suyu
socket: 1) içersine bir şeyin geçtiği oyuk parça veya na katıldığı zaman, suda erimiş durumdaki oksijeni
kısım: Elektrik ampulünün sarı vida şeklindeki kısmı yapısına alarak sodyum sülfata (Na S0 ) dönüşür.
2 4
gibi; yuva; soket. 2) soketie donatmak veya teçhiz sodium-graphite reactor: Göbekteki yakıt elemanları
etmek, nın bir grafit reaktör içinde tutulduğu ve tüm reaktör
socket adopter: Lokma adaptörü. kabını, ara eşanjörü ve bağlama borularını doldurdu
socket set: Bkz. socket wrench set. ğu bir reaktör; sodyum grafitü (atom) reaktörü.
socket wrench: Lokma anahtarı. sodium hydroxide: Toz, çubuk, pul şekillerinde bulu-
so diu m h ydro xi d e solutio n 506 sola r
sofar: Sahilden 2000 mil (3218 km) uzaklıktaki sualtı
nan beyaz bir madde; sodyum hidroksit, NaOH; yay seslerinin yerini saptamak için kullanılan bir sistem;
gın bir biçimde kimya, petrol damıtma, kağıt veya ra deniz kazasına uğramış kişileri, kazazedeleri kurtar
yon endüstrisinde vb, i kullanılır; caustic soda, lye, mak için kullanılır.
sodium hydrate biçimlerinde de kullanılır. soft: 1) kolayca şekil verilen veya çalışılan: Yumuşak
sodium hydroxide solution: Sıv. Yük. sodyum hid kil gibi. 2) kolayca kesilen, işaretlenen veya aşındırı
roksit çözeltisi; kostik soda çözeltisi; beyaz kostik çö lan: Çam odunu veya saf (arı) altın gibi. 3) kendi tü
zeltisi; sodyum hipoklorat çözeltisi; kendine özgü ko ründe sert olmayan: Yumuşak tereyağ gibi. 4) yumu
kulu, renksiz veya gri, şurup kıvamında, alkali aile şak; asit, acı veya keskin olmayan. 5) alkolsüz. 6)
sinden, nem emen, dayanıklı ve reaktif, insan sağlı sabunun temizleme özelliğine engel olan mineral
ğı için zararlı bir sıvı; 20°C'de öz.ağ. 1,48; k.n.140°- tuzları olmayan veya çok az olan çözelti: Su için söy
150°C; d.n.5°-8°C; suda tümü ile çözünür; 20°C'de lenir. 7) rüzgâr, hava, iklim vb. gibi yumuşak, ılımlı
o
viskozitesi 60 cP; gemilerde 10°-48 C sıcak lıkta ve veya ılıman. 8) zayıf; duyarlı; kuvvetli ve sert olma
atmosfer basıncında taşınır; eğer sıcakılk 10°C'nin yan. 9) zor olmayan; kolay; küçük bir gayreti gerekti
altına düşerse, yükün ısıtılması gerekir; yük ren. 10a) şiddetli olmayan: Renkler için söylenir. 11)
sıcaklığının 48°C'yi geçmemesi gerekir, yumuşak bir şey; yumuşak kısım.
sodium hypochlorite solution: Sıv. Yük. sodyum hi- soft coal: Yakıldığı zaman katran, zift, aydınlatma ga
poklorit çözeltisi; beyazlatma likörü; labarak çözelti zı ve kok veren kömür; linyit kömürü; linyit; sert kö
si; insan sağlığı için zararlı, klor kokulu, saydam, ye mürlere göre daha fazla duman ve kül verir ve ısı de
şilimsi sarı, nem emmeyen bir sıvı, Simg. NaOCI+- ğeri düşüktür; bituminous coal adı da verilir.
NaCI + H 2 0 ; öz.ağ. 1,3; k.n.yok; d.n. çevre soft copy: Elektronik kopya
sıcaklıkla rında sıvı; suda tümü ile çözünür; soften: Yumuşak veya yumuşak yapmak veya olmak.
viskozitesi suya benzer; gemilerde çevre sıcaklığı ve softener: 1) özelliklerini değiştirmek ve esnekliklerini
atmosfer basın cında taşınır. korumak üzere sentetik reçine, lâstik ve plâstiklere
sodium hyposulfite: 1) saydam, kristalli bir tuz; sod eklenen bir madde; yumuşatıcı, örneğin trikresil fos
yum hiposülfat, Na 2 S2 O; kimyasal ayıraç olarak kul fat ve glikol esterler gibi. 2) su yumuşatıcısı, örneğin
lanılır. 2) sodyum tiyosülfat. zeolit reçinesi. 3) trisodyum fosfat gibi yumuşatıcı,
sodium metaphosphate: Toz veya cama benzer par sertlik giderici herhangi bir kimyasal madde; sertlik
çalar halinde bulunan ve ticarî olarak Calgon adı ve giderici; yumuşatıcı.
rilen, suda hızla çözünen bir bileşik; sodyum meta- softening: Yumuşatma; sertlik giderme.
fosfat, NaP0 3 ; fid suyu devrelerini, ısıtıcıları ve diğer softening temperature: Viskoz akımın plâstik akıma
kısımları birikinti ve çamurdan korur. dönüştüğü sıcaklık derecesi; yumuşama derecesi.
sodium nitrate: Saydam, kokusuz, kristalli bir tuz; Şi soft iron: Çok az miktarda karbon kapsayan demir;
li güherçilesi; sodyum nitrat, NaN0 3 ; nitrik asit, sod yumuşak demir; sabi! mıknatıs yapılamayan demir.
yum nitrit, patlayıcılar, gübreler vb. yapımında ve soft iron core: Yumuşak demir göbek. 1) endüksi
kimyada oksitleyici madde ve ayıraç olarak kullanı yon bobinlerinde, üzerine birincil ve ikincil sargıların
lır; Chile saltpeter şeklinde de kullanılır. sarıldığı göbek. 2) dış manyetik alanı güçlendirmek
sodium pentothal: Bkz. pentothal, sodium. için kullanılan ve bir sargının içine yerleştirilen ferro-
sodium peroxide: Sarımsı beyaz toz; sodyum perok manyetik bir madde. 3) transformatörlerin birincil ve
sit, Na 2 0 3 ; antiseptik, beyazlatma maddesi, hava ikincil sargılarının sarıldığı ayaklardan herhangi biri.
ve su temizleyicisi ve oksitleyici madde olarak soft metal: Bkz. white metal.
kullanı lır. soft packing: Esk. piston rod boğazlarında kullanılan
sodium phosphate: Endüstride yaygın olarak kullanı yumuşak salmastra; eski makinelerde kullanılır; yu
lan, fosforik asitin saydam, kristalli üç tuzundan her muşak salmastra.
hangi biri; sodyum fosfat. soft patch: Arızalı kazan saçının uygun kalınlıktaki bir
sodium silicate: Yoğun sulu çözeltisine su camı adı saç ile geçici olarak onarılması; yumuşak yama; ya
verilen, koruyucu olarak kullanılan beyaz, çözünür ma olarak kullanılan saçın çevresine açılan delikler
kristaller; sodyum silikat, Na 2 SiO3 . ve cıvatalarla kazan saçına bağlanır.
sodium sulfate: Beyaz kristalli bir tuz; Glauber tuzu; soft-soap: Yumuşak sabun veya arap sabunu uygula
sodyum sülfat, NaS0 4 . 10H 2 0 ; perçinli kazanlarda mak ya da tatbik etmek.
kostik gevreklikten gelen çatlamaları önlemek üzere soft soap: Sıvı veya yarı sıvı şeklinde sabun; yumu-
başlangıç dozu olarak besi (fid) suyuna ilâve edilen şak sabun; arap sabunu.
bir bileşik; ayrıca boya yapımında, fotoğrafçılıkta, be software: Bilg. Say. Yazılım.
yazlatıcı madde; koruyucu vb. olarak kullanılır. soft water: Yapısında az miktarda mineral tuzları bulu
sodium sulfite: Kristal veya toz halinde beyaz bir tuz; nan su; yumuşak su.
sodyum sülfit, Na 2 S0 3 ; boya yapımı, hakkâklık, fo sogasoid: Bir gazda bir katının dağılımı, dağılması ve
toğrafçılıkta ve beyazlatıcı madde, koruyucu vb. ola ya yayılması.
rak kullanılır. sol: Bkz. 1) soluble. 2) solution.
sodium thiosulfate: Beyaz, kristalli bir tuz; sodyum ti solar: 1) Güneşe ait; Güneşle ilgili (olan). 2) Güneş
yosülfat, Na 2 S 2 0 3 .5H 2 0 ; fotoğrafçılıkta sabitleştir tarafından üretilen veya Güneşten gelen: Solar ener
me maddesi, antiklor vb. olarak kullanılır. ji gibi. 3) Güneş ışığı veya enerjisine bağlı olan. 4)
sodium-vapor lamp: içersinden elektrik akımı geçtiği Güneşle ilgili olarak Dünyanın hareketi ile saptanan
zaman sarı, göz kamaştırmayan bir ışık veren, sod veya ölçülen: Güneş gücü, Güneş zamanı gibi. 5)
yum buhari ile doldurulmuş, iki elektrotlu bir glop ve Astrol, Güneşin etkisi altında olan.
ya lâmba; sodyum buharlı lâmba veya ampul.
sodium zeolite-.Bkz. zeolite softener.
sola r cons t a n t 507 slo bl y

solar constant: Dünyanın Güneşten aldığı enerji mik


tarı; metrekareye düşen, 1,8 beygirgücü/saniyelik solenoid switch: Bkz. solenoid.
veya yaklaşık olarak 1,34x10
6 2
erg-cm /saniyelik solenoid valve: Solenoit valf; soğutma sistemlerinde,
enerji. genişleme (ekspenşın) valfından önceye, sıvı soğu
solar energy: Güneş enerjisi. tucu devresi üzerine yerleştirilen bir valf; sıvı soğutu
solar flare: Güneş yüzeyinde görülen ve yoğun rad cunun akışına müsaade eder.
yasyon yayan parlak patlama; Güneş patlaması. soleplate: Pist. Buh. Mak. Çoğu zaman üç ve bazan
solar heat: insanların kullandıkları ve dolaylı veya do dört parçadan yapılarak birbirine cıvatalarla bağla
laysız olarak Güneşten gelen ısı; güneş ısısı. nan dörtgen şeklinde bir parça; kolonaların oturtul-
solar day: 1) Güneşe göre Dünyanın dönüş periyo duklari kısım; taban levhası.
du; öğleden öğleye veya gece yarısından gece yarı solid: 1) basınca direnç gösteren; şekli kolayca değiş
sına ölçülen 24 saat; Güneş günü. 2) yasalarda Gü meyen; oldukça dayanıklı. 2) yüzeyinin altı dolu;
neşin doğuşundan batışına kadar olan süre. boş olmayan. 3) dayanıklı; sağlam; kuvvetli. 4) ger
solarimeter: Güneş radyasyonunun doğrudan okun çek, hakiki. 5) basınca direnç gösteren ve şekli ko
masını sağlayan bir ısı ölçer; solarimetre. layca değişmeyen (sıvı ve gazdan farklı) bir madde.
solarize: 1) güneş ışınlan ve ısısının etkisinde bıraka 6) belirli hacim ve belirli şekle sahip olan bir madde
rak etkilemek. 2) güneş ışığının etkisinde bırakmak şekli; katı; solit.
(fotoğraf filmi veya levhasını). 3) güneş ışığı etkisin solid angle: Bir küpün herhangi bir köşesindeki gibi,
de bırakarak bozulmak. üç veya daha fazla düzlemin bir noktada oluşturduk
solar oil: Bkz, gas oil. ları açı.
solar prominences: Güneşi çevreleyen yanar gaz solid coupling: İki kavrama (kaplirı) parçasının birbir
kütlesinin görünür uzantısının bir kısmı veya parça lerine cıvata ve somunlarla sıkıca bağlanmasından
sı. oluşan kavrama; takoz kaplin; solit kavrama.
solar radiation: Uzun kızılötesi ışınlardan kısa moröte solid f uel: Yakıldığı zaman ısı üreten türlü kömürler,
si ışınlara kadar uzanan geniş dalga boylarını kapsa odun vb. i katı yakıtlardan herhangi biri; katı yakıt.
yan ve Güneşten gelen ışınım; güneş ışınımı veya solid geometry: Katı cisimlerin geometrisi; uzay ge
ometri.
radyasyonu.
solidification: Katılaştırma veya katılaştırılma.
solar system: Güneş, dokuz, gezegen, asteroit, mete
solidification point: Sıvıların donma noktası; Katılaş
or ve kuyruklu yıldızlardan oluşan sistem; Güneş sis
ma sıcaklığı; katılaşma noktası; katılaşma derecesi.
temi; solar sistem.
solidification range: Alaşımların katılaşmasının vuku-
solar time: Güneş esas alınarak ölçülen zaman; Gü
bulduğu sıcaklık değerleri; katılaşma alanı.
neş zamanı; verilen bir yerde Güneşin bir saatlik açı
solidify: 1) katı, sert, sağlam, sıkı vb. yapmak ya da
sı.
olmak. 2) kristal şekline koymak; kristalleştirmek.
solar year: Herhangi bir gezegenin Güneş çevresin
solid injection: Diz. Mot. püskürtme pompasının sağ
de yaptığı tam bir tur veya devirin süresi; Güneş yılı
ladığı yüksek basınç nedeniyle, yakıtın iğne valfını
veya senesi: Dünyanın Güneş yılı 365 gün, 5 saat,
yuvasından kaldırarak oluşturduğu püskürtme; hava
48 dakika ve 46 saniyedir.
sız püskürtme; hidrolik püskürtme; Gem. Mak. solit
solden 1) eritildiği zaman madenî parçaları, telleri ve
incekşın.
ya yüzeyleri birleştiren, düşük erime noktasına sa
solidity: 1) katı, sert, sağlam vb. i olma durumu veya
hip metal alaşımı; lehim; çoğu zaman kalay, kurşun,
niteliği; katılık, sertlik, sağlamlık. 2) Geom. hacim.
bizmut ve kadmiyum kapsar. 2) lehim ile birleştir
solid propellant: Roket makinelerinde kendi oksitleyi
mek; lehimlemek; yapıştırmak. 3) lehim ile birleştiril
cisini (sıvı oksijen, nitrik asit, nitrometan) kullanan
mek. 4) metalleri lehim ile birleştirmek.
katı yakıtlı tahrik veya sevk edici.
soldered: Lehimli; lehimlenmiş.
solid propeller: Den. göbeği ve kanatları tek parça
solder, hard: Bakır kökenli bir alaşım; sert lehim.
dan yapılan pervane; solit pervane.
soldering: Lehimleme; lehim yapma; lehimcilik.
solid of revolution: Düzlem bir şeklin bir doğru çev
soldering bit: Bkz. soldering iron.
resinde veya dönme ekseni çevresinde dönmesiyle
soldering lux: Bkz. soldering iron. üretilen bir katı.
soldering flux: Bkz. soldering paste. solid solution: 1) iki veya daha fazla katı maddenin
soldering iron: Lehimi eritmek ve uygulamak için kul oluşturduğu homojen karışım, örneğin herhangi bir
lanılan, elektriksel olarak veya bir alev yardımıyla, ısı alaşım. 2) iki ya da daha fazla izomorf maddenin
tılan sivri uçlu metal bir alet; havya. oluşturduğu karışık bir kristal.
soldering paste: Lehim yapımında kullanılan boraks, solid state: Bkz, solid; katı durum.
tuzruhu, çinko klorür vb. i maddelerden herhangi bi solid state component: Bir elektrik devresinde esas
ri; lehim pastası. olarak yarı iietken maddelerden oluşan elektrik ciha
soldering tin: Lehim kalayı. zı; örneğin transistor, foto elektrik etki vb. i; katı du
soldering wire: Lehim teli. rum bileşeni.
solder, silver: % 32 gümüş, % 23 bakır, % 17 çinko, solid state physics: Katıların yapıları ve özellikleri ile
% 1,8 kadmiyumdan yapılan bir alaşım; gümüş lehi ilgilenen fizik dalı; katıların fiziği.
mi; yüksek dayanıklıkta lehimli bağlantılar yapımın solid tire: Havasız, üç dolu lâstik; katı veya solit lâstik
da kullanılır. (oto).
solder, soft: % 40-% 60 kalay, % 40-% 60 kurşun ve soliquid: Bir katının bir sıvı içindeki dağılımı.
antimonden oluşan bir lehim; yumuşak lehim; dü solubility: 1) çözünür olma niteliği, durumu veya ge
şük dayanıklıkta bağlantılar yapımında kullanılır. nişliği; çözünürlük; eriyebilirlik. 2) bir çözücüde (sol-
solenoid: 1) bir mıknatıs özelliğine sahip olan ve ventte) eriyebilen maddenin belirli bir miktarı.
elektrik akımı taşıyan bir tel bobin; solenoit; marş soluble Eritilebılır: çözünebilir; çözeltiye dönüşebilir.
otomatiği; solenoit şalter; marş şalteri; Mak. marş soluble glass: Sodyum silikat vb. gibi, su camı Bkz.
devrelerinde, marş motorunun çalıştırılmasını sağlar. water glass.
soienoidal: Solenoit bobine ait; solenoit bobin gibi solubly: Çözünür olan.
hareke! eden.
sol u t io n 508 so t hi c yea r

solution: 1) bir problemi çözme işi, yöntemi ya da iş


menin tersi.
lemi. 2) bir ya da daha fazla maddeyi, özellikte sıvı
sonar: Suya yüksek frekanslı ses dalgaları ileten ve
olan bir başkasında eriterek homojen bir karışım
bir cisimden yansıyan titreşimleri kayıt eden, denizal
oluşturmak için yayma işi veya işlemi. 3) çözünür ol
tılari araştırmak, balık sürülerinin yerlerini saptamak,
ma durumu veya gerçeği. 4) böylece üretilmiş, çoğu
okyanusların derinliklerini bulmak vb. için kullanılan
zaman sıvı olan homojen molekülü karışım. 5) parça
bir cihaz; sonar; denizaltı dinleme cihazı.
larına ayırma.
sonderclass: Küçük, dar, fevkalâde hafif deplasman
solution, buffered: Sabit bir pH sürdürmek için, nis
lı, boyutları, yelken yüzeyi vb. i sınırlı bir yarış yatı.
peten yüksek konsantrasyonlu tampon tuz kapsa
sonic: 1) sese ait; sesle ilgili. 2) ses hızına eşit hıza
yan bir çözelti tamponlanmış çözelti.
(340 m/saniye, 741 mil/saat) ait veya onu belirten;
soultion molal: Her 1000 gram çözücüde bir mol çö
sonik.
zünür kapsayan bir çözelti; molal çözelti.
sonic barrier: Bir jet uçağının ses hızinı geçtiği nok
solution, molar: Her bir litre çözeltide bir mol çözü
ta; ses duvarı.
nür kapsayan bir çözelti; molar çözelti.
sonic boom: Ses duvarını aşan bir uçağın çıkardığı
solution, norma!: Bir litre çözeltide, bir gram eşdeğer
patlama sesi.
çözünür kapsayan bir çözelti; normal çözelti.
sonic depthfinder: Yankı veya eko sesleri ile denizle
solution polymerization: Çözeltide bir monomerin
rin derinliklerini ölçmek için kullanılan bir cihaz; eko
bir polimere dönüştürüldüğü bir işlem; çözelti poli-
lu derinlik öiçer; sonik iskandil cihazı.
merleşmesi.
sonics: Mekanik titreşim etkisiyle malzemelerin ve
solution pressure: Bir maddenin çözeltiye gitme eği
üretimlerinin analiz ve test edilmesi.
limi; bir çözeltinin, çözelti basıncı ve geçişme basın
sonic velocity: Ses hızı; Bkz. sound, velocity of.
cı eşit olduğu zaman yoğunluğunun sabit olması; çö
soniferous: Ses taşıyan veya ses üreten.
zelti basıncı.
sonometer: 1) ses üreten cisimlerin titreşimlerinin öl
solution, saturated: Daha fazla çözünür madde ek
çümü ve sesin bilimsel incelenmesinde kullanılan
lenmesine rağmen, çözünür yoğunluğunun değiş
bir cihaz; sonometre. 2) işitme kuvvetini ölçen alet.
mediği bir çözelti; doymuş çözelti.
soot: 1) yanıcı maddelerin eksik yanmasından olu
solution, standart: Bilinen, belirli bir yoğunluktaki çö
şan, başlıca karbon partiküllerinden meydana gelen
zelti; standart çözelti.
siyah bir madde; kurum; is. 2) kurum ite kaplan
solution, supersaturated: Üst doyurulmuş bir çözel
mak, kirlenmek veya kuruma bulaşmak.
ti; verilen bir sıcaklıkta duyabileceğinden daha fazla
soot blower: Özellikle su borulu kazanlarda su, hava
çözünür kapsayan, nispeten dayanıklı dengedeki bir
ısıtıcısı ve ekonomizör boruları arasında kalarak ba
çözelti; çözelti çalkalandığı zaman aşırı miktardaki
ca çekimini zayıflatan kül veya kurumu bacadan dı
çözünür, çözeltiden ayrılır.
şarı atmak için kullanılan ve basınçlı hava ile otoma
solvability: Çözünebilir olma yeteneği; çözünebilirlik.
tik olarak çalışan valflardan herhangi biri; kurum üf-
solvable: 1) bir problem gibi, çözülebilir. 2) çözünebi
leyici; kurum üfleme valfı.
lir veya eriyebilir.
soot blower valve: Bkz. soot blower.
solvated: Koordinat bağları, hidrojen bağlan veya
soot blowing: Kurum üfleme.
elektrostatik kuvvetlerle bağlı solvent (çözücü) mole
soot collector: Den. dizel motorlarının susturucuların
küllerine sahip olan iyonlar veya molekülleri belir
da, egzoz gazlarının kurumlarını toplamak veya tut
ten; çözünmüş; çözünen.
mak üzere kullanılan bir kap; kurum toplayıcı; ku
solvation: Bir çözünürün molekül veya iyonlarının, çö
rum tası.
zücü molekülleri ile belirli bir oranda birleşmesi.
soot filter: Baca gazlarının analizinde kullanılan Or
solvation energy: Bir mol iyon bir solvent (çözücü)
sal cihazında, gazlar içindeki kurumu tutmak için
ile birleştiği zaman firar eden veya üretilen enerji
kullanılan süzgeç; kurum filtresi.
miktarı.
soot formation: 1) kazan ocakları, su borularının dış
Solvay process: Yemek tuzunu amonyak ve karbon
ve alev borularının iç yüzeyleri, motorların yanma
dioksit ile muamele ederek soda (sodyum karbonat)
odaları gibi yerlerde, yakıtın yetersiz hava ile yakıl
yapmak için Solvay tarafından geliştirilen bir işlem;
ması sonucu kurum meydana gelmesi; kurum oluşu
Solvay işlemi.
mu.
solve: 1) tatmin edici veya açıklayıcı cevabı bulmak
sootiness: Kurumlu olma durumu veya niteliği; ku-
veya sağlamak; çözmek; açıklamak. 2) tatmin edici
rumluluk,
çözümü bulmak veya temin etmek (bir problem
sooty: 1) kurum veya ise ait; kurum gibi. 2) kurumla
için).
kaplanmış veya kirlenmiş. 3) koyu kahverengi veya
solvency: Eritici nitelik veya durum.
siyah; koyu; koyu esmer.
solvent: 1) diğer bir maddeyi eritebilir olan; eritici; çö
sop: 1) bir sıvı ile ıslatmak veya sıvıda doyurmak ya
zücü; çözünme için kullanılan. 2) buhar kazanlarının
da işba haline getirmek; sıvıya daldırmak. 2) emerek
birikintilerini gidermek için kullanılan çoğu asit veya
(su) almak. 3) iyice ıslatmak.
alkalin eğilimli kimyasal bileşiklerden herhangi biri;
SOS: 1) gemiler, uçaklar vb. için telsiz telgrafta kulla
çözücü; solvent.
nılan uluslararası imdat çağrısı (...-—...). 2) yardım
solvent extraction: Bir karışımı, belirli bir çözücüde
için herhangi bir çağrı veya davet.
çözerek bir veya bir kaç bileşenini ayırma, çıkarma
Sothic cycle: Eski Mısır takviminde 1 460 yıllık bir sü
veya giderme.
re veya periyot; Sothic period şeklinde de kullanılır.
solvolysis: Bir çözücünün (solventin) etkisi ile bir tuz
sothic year: Eski Mısır takviminde yaklaşık 365 gün 6
dan asit veya bir baz oluşması Bkz. lyolysis; nötrleş
saatlik Güneş yılı.
so un d 509 spa nn e r w re nc h

sound: 1} duyulabilir olan; hava, su vb. inde taşınan


sourish: Bir dereceye kadar ekşi; tatlı olmayan; acı.
titreşimler tarafından duyma sinirlerinin uyarılması
souse: 1) salamura. 2) salamuraya sokmak. 3) bir sı
sonucu duyma hissi. 2) bu tür titreşimle (ses dalga
vıya batırmak.
ları). 3) konuşma organı tarafından yapılan ses. 4)
south: Güney; güneyde; güneye ait; güneye doğru;
sadece anlamsız gürültü. 5) ses çıkarmak.
güneyden esen,
sound: Hatasız, hasarsız; solit; tam ve iyi durumda.
south poie: Güney kutbu. 1) bir mıknatısın güneyi
sound: 1) iki geniş su kütlesi arasındaki geniş kanal
gösteren ucu. 2) Dünya ekseninin güney ucu.
veya boğaz ya da bir ada ile anakarayı birbirinden
south-seeking pole: Serbest hareketli bir mıknatısın,
ayıran su yolu; boğaz. 2) denizin uzun bir kolu ya
sabit durumda iken güneyi gösteren kutbu.
da girişi. 3) bir balığın yüzme veya hava kesesi.
sow: Metal, a) erimiş metali yüksek fırından kalıplara
sound: 1) özellikle ağırlıklı iskandil ile (suyun) derin
taşıyan kanal ya da oluk. b) bu kanalda katılaşan
liklerini ölçmek. 2) bu şekilde (derinlik) ölçmek. 3)
metal.
ağırlıklı iskandil ile (deniz dibi vb. ini) araştırmak ve
sp.gr.: Bkz. specific gravity.
kontrol etmek. 4) su veya su kütlesini iskandil et
space: 1) tüm yönlerde sınırsız olarak uzanan mesa
mek. 5) sondaj yapmak; sondalamak.
fe. 2) cisimlerin içinde veya arasındaki mesafe, ara
sound barrier: Bkz. sonic barrier.
lık veya alan. 3) bazı amaçlar için yeterli alan veya
sounder: 1) ses veya sesler çıkaran kişi veya şey. 2)
meydan. 4) bir gemi, tren vb. inde olduğu gibi, re
elektrik impulslarını sese dönüştüren bir telgraf ciha
zerve yatacak yer. 5) dünya atmosferinin dışındaki
zı.
boşluk; kâinat; uzay; evren; tam olarak outer spa
sounding: 1) ağırlıklı bir iskandil ile bir su kütlesinin
ce.
derinliğini ölçme veya dibini inceleme işi; iskandil;
space bar: Ara çubuğu.
sondaj. 2) bu biçimde ölçülen derinlik. 3) Çoğ. ölçü
space capsule: Bir uzay gemisinin, gözlem yapmak
mün yapıldığı, çoğu zaman derinliği 183 metreden
için kullanılan cihazları kapsayan kısmı; uzay kapsü
(600 fitten) daha az olan yer.
lü.
sounding-apparatus, electrical: Den. elektrikli iskan
space charge: Katot tarafından yayılan elektronların
dil cihazı.
varlığı nedeniyle, bir vakum tüpü içindeki hacimde
sounding device: iskandil cihazı; sondaj cihazı; son
negatif şarj.
daj aleti; sonda; derinlik ölçümünde kullanılan her
spacecraft: Uzayda hareket edebilmek ve
hangi bir alet.
astronotları taşımak üzere roket motorları ile
sounding-level meter: Gürültü ve ses düzeyini ölç
donatılmış gemi; uzay gemisi.
mek için kullanılan ve bir mikrofon, amplifikatör, çı
space, machinery: Bkz, machinery space.
kış ölçer ve şebekeden oluşan bir cihaz; ses düzeyi
spaceman: Bir uzay gemisinin mürettebatından her
ölçer.
hangi biri; uzay adamı.
sounding line: Bir ucunda ağırlığı olan ve su derinli
ğini ölçmek için kullanılan hat veya kablo; iskandil space probe: Bilgi toplayıcı cihazlar taşıyan ve uzaya
savlosu. gönderilen herhangi bir araç; uzay aracı.
sounding pipe: Gem. Mak. tank dibi ile arasında yak spacer: 1) metal filtrelerde, eksantrik straplarda kulla
laşık 50 mm'lik bir aralık bulunan ve çapı en az 38 nılan ve aralık sağlayan parçalardan herhangi biri;
mm olan ve tank içindeki yakıt miktarını ölçmek için ara parçası.
spacer piece: Ara parçası.
kullanılan boru; iskandil borusu.
spacer screw: Tespit cıvatası; tespit vidası.
sounding tube: Bkz. sounding pipe.
spacer shim: Boşluk veya klerens ayarı için kullanı
sounding, velocity of: Herhangi bir maddede sesin
lan türlü kalınlıklarda levhalar; ara şamatası, simi ve
yayılma hızı: 0°C'de (32°F) kuru havada yaklaşık
ya layneri.
olarak 760 mil/saat, 340 metre/saniye ya da 1120
spacer washer: Ara veya aralık pulu ya da rondelası.
fit/saniye.
spaceship : Gezegenler arası seyahat için roket perva
soundproof: Ses geçirmez; ses geçirmez yapmak.
neli kuramsal hava gemisi: uzay gemisi.
sound waves: Ses dalgaları.
space velocity: Üç boyutlu uzayda bir gök cisminin
soup: 1) Arg. nitrogliserin. 2) Arg. hava seyri veya na-
hı zı veya yönü: uzay hızı.
vigasyonunu zorlaştıran, bazan yağmurlu, ağır bulut
spade: 1) bahçıvan beli. 2) buna benzer türlü aletler
larla kaplı hava. 3) Arg, hız kapasitesi.
den herhangi biri. 3) geri tepmesini karşılamak için
sour: 1) keskin, asit tadına sahip olan; kireç veya li
bir top taşıyıcısının toprağa sokulan kısmı. 4) bel ile
mon suyu, sirke vb. i gibi ekşi veya mayhoş. 2) fer-
kazmak veya kesmek.
mentasyon ile asit yapılmış. 3) alışılmış veya istenen
spalling: Metal vb. i cisimlerin yüzeylerinin, yerel,
standart veya niteliğin altında; tatmin edici olmayan;
özellikle ısıl gerilmeler nedeniyle pul pul dökülerek
zayıf. 4) aşırı olarak asitli: Toprak için söylenir. 5) kü
yeni yüzeyin ortaya çıkması.
kürt bileşikleri ile bulaşık: Bezir vb. için söylenir. 6)
spandrel: Geom. açı içine çizilen yay ile açık köşesi
acı; ekşi; ekşi olan bir şey. 7) ekşi, acı vb. olmak ya
arasında kalan ve üçgene benzeyen bir şekil.
da yapmak.
spanking: 1) hızlı olarak hareket. 2) sert, kuvvetli:
source: Kaynak; menba: Enerji, elektrik, akarsu vb.
Rüzgâr, meltem vb. i için söylenir.
kaynağı gibi.
spanner: Somun ve cıvataları gevşetmek veya sık
source code: Bilgisay. kaynak
mak için kullanılan alet; anahtar; somun anahtarı.
program.
spanner, adjustible: Ayarlı, ayar edilebilir anahtar;
sour crude: Çözelti halinde kükürt bileşikleri, özellik
in giliz anahtarı.
le kükürtlü hidrojen kapsayan ham petrol; kükürtlü
spanner wrench: Büyük somunları gevşetmek veya
ham petrol.
spara bl e 510 speci f i c ac t ivi t
y
sıkmak için kullanılan, ağızlan tırnaklı (dişli) anah
tar. sparkle:
man zaman 1) kıvılcımlar
ışıldamak,çıkarmak veya3)saçmak.
parıldamak. 2) za
köpürmek. 4)
sparable: Ayakkabıcılar tarafından kullanılan küçük kıvılcım çıkarmaya neden olmak. 5) kıvılcım, çakın,
başsız çivi; monte çivisi. ark, spark; akkor partikül veya parçacık.
spar deck: Bir geminin tüm boyunca uzanan üst gü sparkling: 1) parlayan veya parıldayan; parlak; ışık
verte; kuntra güverte. saçan. 2) köpükler çıkaran.
spare: 1) düzgün kullanım veya acil durumlar için ge spark machining: Elektrik deşarjı yardımıyla işlene
rekli olmayan; ekstra; yedek: Makine parçası gibi. 2) cek parçalardan metal parçacıklarını koparan bir
yedek veya ekstra parça, şey vb. i. erozyon işlemi.
spare parts: Türlü makine, taşıt aracı vb. inin ileride spark plug: Mot. silindir kapaklarına donatılarak silin
kullanılmak üzere muhafaza edilen parçaları; yedek dir içindeki hava-yakıt kanşımının tutuşmasını sağla
parçalar. yan, ateşleme devresinin son elemanı; buji; elektrot
spare tire: Oto. yedek lâstik; stepne. ları arasında yüksek gerilimli akımla kıvılcım veya
spare tyre: Bkz. spare tire. ark oluşturulur.
spare w heel: Bkz. spare tire. spark plug cable: Mot. bujileri distribütör kapağına
spark: 1) özellikle bir ateşten fırlayan küçük yanar bağlayan kablolardan biri; buji kablosu.
parçacıklar; kıvılcım; çakım. 2) bunun gibi herhangi spark plug gap: Buji tırnaklari veya elektrotları arasın
ışık kıvılcımı. 3a) buji elektrotları arasında, olduğu gi da kıvılcımın oluştuğu aralık; yaklaşık 0,40-1,00 mm
bi, bir noktadan diğer noktaya atlayan elektrik akımı dolayındadır.
ile birlikte görülen küçük, kısa bir ışık çakımı; kıvıl spark plug gauge: Buji tırnaklan arasındaki boşlu
cım; ark; spark; şerare, b) böyle bir boşalım ya da ğun ölçülmesinde kullanılan alet: buji mastarı.
deşarj, c) motorlardaki gibi, böyle bir boşalımı denet spark plug wrench: Buji anahtarı.
leyen bir cihaz. 4) kıvılcımlar üretmek veya oluştur spartein: Bkz. sparteine.
mak. 5) uygun biçimde arklar (şerareler, kıvılcımlar) sparteine: Katırtırnağı bitkisinden elde edilen say
meydana getirmek: Motorlar için söylenir. dam, yağlı bir sıvı; spartein, C 1 5 H 2 6 N 2 ; kalp uyaricı
spark advance: Benz. Mot. kıvılcımın (sparkin) üst ilâç olarak kullanılır.
ölü noktadan önce buji elektrotları arasında oluştu spatter: 1) kaynayan sıvılarda olduğu gibi damlacık
rulması; kıvılcım avansı; spark avansı. veya küçük kabarcıklar çıkarmak. 2) damlalar veya
spark arrester: 1) kıvılcımları tutmak için kullanılan küçük kabarcıklar şeklinde sıçramak. 3) bu tür dam
baca, susturucu vb. gibi bir cihaz; kıvılcım tutucu; kı lacıklar ile lekelenmek. 4) sıçratma. 5) bunun sesi.
vılcım tevkif edici. 2) Elekt. kıvılcıma engel olmak spatule: Yiyecekleri yaymak veya kariştırmak, boya,
için kullanılan bir cihaz. macun vb. ini yaymak için kullanılan geniş, yassı,
spark-arrester silencer: Diz. Mot. bir yandan gürültü esnek, bıçağa benzer bir alet; spatula.
sünü azaltırken, diğer yandan da egzoz gazları için spatular: Spatulaya benzeyen; spatula gibi.
deki kıvılcımları tutan susturucu; kıvılcım tutuculu spatulate: Şekli spatula veya kaşığa benzeyen.
susturucu. speaking tube: Bir gemi, bina vb. inin bir bölümün
spark coil: Mot. spark oluşturulmasına yardımcı olan den diğer bölümüne ses taşımak için kullanılan bir
bir bobin; endüksiyon bobini. tüp veya boru; konuşma borusu; kumanda borusu.
spark condenser: Mot. ateşleme devrelerinde platin spec : Bkz, 1) special. 2) specification.
lerle paralel durumda bulunan kapasitör; ateşleme special: 1) diğerlerinden ayrı bir türe ait; özel ya da
kondensatörü veya meksefesi. hususî. 2) müstesna; olağanüstü; istisnaî. 3) bilhas
spark discharge: Bir gaz içinde elektronlar arasından sa; başlıca. 4) genel veya usule uygun olmayan;
bir elektrik akımı geçtiği zaman ses ve ışıkla oluşan özel; özgül; sınırlı.
boşalma; kıvılcım boşalımı; spark deşarjı. specialist: Belirli bir bilim, profesyonel iş vb. alanın
spark gap: 1) elektrik devrelerinde bir kıvılcımın bir da uzman olan kişi; mütehassıs veya uzman.
terminalden diğerine atlaması için yapılan aralık. 2) specialistic: Uzman veya mütehassısa ait.
bujilerin uçları veya elektrotları arasındaki hava boş speciality: 1) özel veya belirleyici bir marka, nitelik
luğu; 0,40-1 mm arasındadır. veya özellik. 2) Çoğ. özel nokta veya ayrıntılar.
spark ignition: Benz. Mot. buji elektrotlan veya tırnak special pipe vice: Özel boru mengenesi.
ları arasında oluşturulan kıvılcım ile tutuşma. special repair: Özel onarım veya tamir.
spark ignition cycle: Bkz. Otto cycle. special surveys: Bir geminin yapım tarihinden başla
spark ignition engines: Silindirlerinde sıkıştırılan ha yarak klâs müesseselerince her dört yılda bir yapı
va benzin kanşımının, buji elektrotları arasında oluş lan survey; özel survey.
turulan kıvılcım ile tutuşturulduğu makine; benzin special threads: Çap, piç ve boyunun birleşimi stan
motoru; karbüratörlü makine; Otto makinesi; patla dart olmayan vidalar; özel vidalar; UN, UNS veya
malı veya patlarlı motor. NS kısaltmalan ile belirtilir.
sparking: Elektrik makinelerinin kollektörleri ile fırça species: Tür; çeşit.
lar arasında türlü nedenlerle oluşan ark, spark, şera specific: 1) sınırlı veya sınırlanmış; dakik; belirli; apa
re ya da kıvılcım. çık, kesin; özgül. 2) tür veya cinse ait. 3) özel, belir
sparking potential: Yalıtılmış bir maddenin uçları ara gin, çeşit ve türe ait. 4) Tıp. a) belirli bir hastalığın te
sında elektrik sparkı oluşturmak için gerekli potansi davisi için özel olarak belirtilen: ilâç için söylenir, b)
yel farkı; kıvılcım (üretme) gerilimi. belirli bir mikroorganizma tarafından üretilen. 5)
spark lag: Kıvılcım oluşturan gerilim ve spark kanalı özel bir tedavi ya da ilâç.
arasındaki zaman aralığı; kıvılcım gecikmesi. specific activity: 1) herhangi bir radyoaktif örneğin
speci f i c ai r cons ump t io n 511 spec t rosco p e

her bir birim ağırlığının etkisi; özgül etki; spesifik akti-


specific latent heat: Birim kütledeki bir katıyı sıcaklı
vite. 2) bir örnekte bulunan bir elementin radyoizoto
ğı değişmeksizin sıvı ya da sıvıyı gaza dönüştürmek
punun birim ağırlığının etkisi. 3) saf veya art bir rad-
için gerekli ısı miktarı; özgül gizli ısı.
yonüktitin birim kütlesinin etkisi.
specific oil consumption: D/z. Mot. bir beygirgücü
specific air consumption: Diz. Mot. bir beygirgücü
3 ya da kilovat başına bir saatte tüketilen gram türün
veya kilovat başına bir saatte tüketilen m , kg veya den yağlama yağı, özellikle silindir yağı; özgül yağ
gram türünden hava miktarı; özgül hava harcamı. harcamı.
specifical: Bkz. specific. specific pressure: 1) Mot. silindirde yanma sırasında
specifically: Özel bir tarzda; özellikle; kesinlikle. oluşturulan gaz basınç kuvvetinden gelen ve makine
specification: Şartname. 1) yapı, yakıt, yağ vb. şart lerin yataklarını etkileyen basınç; yatak basıncı; ya
nameleri gibi; belirtim. 2) bir geminin tüm özellikleri. tak yükü. 2) Mot. yuvalarına giren yanma ürünleri
specific brake horsepower: Mot. bir makinenin fren nedeniyle segmanların silindir duvarlarına uyguladık
3
beygirgücünün m türünden tüm silindirlerin toplam ları basınç; özgül basınç.
3
strok hacmine oranı; özgül fren gücü; bhp/m ile specific resistance: Eiekt. 1 metre boyunda 1 mm
2

belirtilir. kesitindeki bir iletkenin Ohm türünden direnci; öz di


specific conductance: Bkz. conductivity; conduc renç; özgül direnç; yumuşak bakır için 0,01724-
tance. 0,0175, sert bakır için 0,01770, alüminyum
specific conductivity: Bkz. conductivity. için 0,0282-0,0290 ve demir için 0,098-0,1 Ohm-
specific energy: Bir cismin birim kütlesinin iç enerji 2
mm /m değerlerini alır.
si; özgül enerji; spesifik enerji veya erke. specific steam consumption: Buhar makineleri, bu
specific engine weight: Mak. bir beygirgücü veya ki har türbinleri, stimll pompalar vb. inde 1 beygirgücü
lovat başına isabet eden makine ağırlığı (kg/hp); öz için 1 saatte tüketilen, kg türünden tüketilen yaş ve
gül makine ağırlığı. ya kızgın buhar miktarı; özgül buhar harcamı, tüketi
specific entropy: Bir cismin birim kütlesinin entropi- mi veya sarfiyatı; kg(buhar)/hp-saat birimi ile belirti
si; özgü! veya spesifik entrppi. lir.
specific fuel consumption: Diz. Mot. bir beygirgücü specific surface: Çok ince bölünmüş bir tozun her
veya kilovat başına bir saatte tüketilen kg veya gram bir birim kütlesinin yüzeyi; özgül yüzey.
türünden sıvı veya katı yakıt miktarı; özgül yakıt sarfi specific volume: Birim kütlenin hacmi; özgül hacim;
yatı: a) bir endike beygirgücü başına bir saatte tüke bir gaz veya buharın birim hacminin kütlesine oranı;
tilen yakıt miktarı; özgül endike yakıt miktarı, b) bir özgül ağırlığın tersi,
fren beygirgücü başına bir saatte tüketilen yakıt mik specific weight: 1) Bkz specific gravity. 2) bir maki
tarı; özgül fren yakıt sarfiyatı. nede bir beygir gücü başına düşen birim ağırlık; öz
specific gravity: Bir maddenin verilen hacminin ağır gül makine ağırlığı.
lık veya kütlesinin, standart olarak alınan diğer bir specify: Ayrıntılı bir biçimde ifade etmek, tanımlamak
maddenin +4°C'de (sıvılar ve katılar için su ve gaz veya izah etmek.
lar için hava ya da hidrojenin) eşit miktardaki hacmi specimen: 1) bir bütün, sınıf veya grubun örneği ola
ne oranı; özgül ağırlık rak kullanılan bir bütünün parçası; numune; örnek;
specific-gravity bottle: Sıvıların özgül ağırlıklarını tipik parça; organizma vb. 2) analiz etmek için nu
saptamak için kullanılan, duyarlı olarak bölüntülen- mune idrar.
miş cam bir şişe; piknometre; yoğunluk şişesi. speck: 1) küçük bir nokta, iz veya leke. 2) çok küçük
specific heat: 1) bir maddenin birim kütlesinin sıcaklı bir parça; parçacık; partikül.
ğını 1°C yükseltmek için gerekli ısı miktarının, aynı
spectra: Bkz. spectrum
kütledeki suyun sıcaklığını 1°C yükseltmek için ge Çoğ.
rekli ısı miktarına oranı; özgül ısı; ısınma ısısı. 2) veri spectral: Spektra veya tayfa ait; tayf tarafından ne
len bir maddenin 1 gramının sıcaklığını 1°C yükselt den olunan.
mek için gerekli kalori (küçük kalori) miktarı. spectral density: Radyan enerjinin tayfın her tarafın
specific heat capacity: Bir maddenin birim kütlesinin da göreli dağılımı; tayfa ait yoğunluk.
sıcaklığını 1 Kelvin yükseltmek için gerekli ısı mikta spectrogram: Bir tayf veya spektranın fotoğrafı ya da
rı; J/kg-K birimi ile belirtilir; özgül ısı kapasitesi. resmi; spektrogram.
specific humidity: Her bir kilogram nemli havada spectrograph: 1) ışık radyasyonu veya ışınımını tayf
gram olarak bulunan su buharı; özgül nem; özgül ru ta yapmak ve tayfı fotoğraf ile kayıt etmek için kulla
tubet. nılan bir cihaz; spektrograf. 2) tayfın bir fotoğrafı.
specific impulse: Bir saniyede bir librelik sevk edici spectroheliogram: Tek renkli ışık ile yapılan güneşin
tarafından üretilen libre türünden itme; özgül impuls fotoğrafı; çoğu zaman Güneş yüzeyinin çıkıntılarını
(itme, srast); bir roket sevk edicisinin verimini ölçme gösterir; spektroheliyogram.
yolu. spectroheliograph: Spektroheliyogram yapmak için
specific indicated horsepower: Mot. makine endike kullanılan bir cihaz; spektroheliyograf.
3
beygirgücünün, o makinenin tüm silindirlerinin m spectrology: Tayfların bilimsel incelenmesi.
türünden strok hacmine oranı; özgül endike beygir spectrometer: 1) tayflara ait dalga boylarını ölçmek
3
gücü; ihp/m ile belirtilir. için kullanılan bir cihaz; spektrometre. 2) kırılma in
specific inductive capacity: Bir maddenin dielektrik deksini saptamak için kullanılan bir cihaz.
sabitesi. spectrophotometer: Farklı tayfların renk şiddetlerini
specificity: Özel, özgül, özgü olma durumu veya nite ölçmek icin kullanılan bir cihaz;
liği. spektrofotometre.
spectroscope: İncelemek için tayflar oluşturmak
üze re kullanılan bir optik cihaz; spektroskop.
spec t rosco pi c 512 spe n t caus t i c

spectroscopic: 1) spektroskop ile yapılan veya icra


olarak.
edilen. 2) spektroskopa ait.
speed-limiter: Bir buhar türbininin yüksüz çalışma
spectroscopical: Bkz. spectroscopic.
dan % 107 aşırı yüke kadar tüm koşullarda çalışması
spectroscopically: Spektroskop ite.
na müsaade eden ve türbinin devir sayısı % 107'yi
spectroscopy: Spektroskop ile tayfların incelenmesi.
geçtiği zaman trotul valfı kapatarak buharı kesen ve
specula: Bkz. speculum.
türbinin devir sayısını düşüren bir güvenlik cihazı;
spectrum: 1) bir prizma veya kırıcı bir maddeden ge
hız sınırlayıcısı; türbinin hızı normal devir sayısının
çirilen beyaz ışığın kırılarak dalga boylarına göre
%95'ine indiğinde çalışır ve değişken hız regülatörü
renklerin (görülebilir en uzun dalga boyu tarafından
nün hızı yeniden denetlenmesine izin verir.
üretilen kırmızıdan, en kısa dalgalar tarafından üreti
speed limiting governor: Bir makinenin, örneğin di
len menekşe renginde) sıralanması; tayf; spektrum.
zel motorunun hızını belirli (alt ve üst) sınırlar arasın
2) Rady. 3 cm'derı 30 bin metreye kadar olan radyo
da tutan regülatör; hız limitli gavörnör; hız sınırlı re
dalgalarının menzili veya radyo dalgalarının 10 - 10
gülatör
000 000 kilosikl olan frekansları; radio spectrum adı
speed of lenses: Bir fotoğrafın çekildiği veya çekile-
da verilir.
bildiği hızı; objektif hızı.
spectrum analysis: Tayfların incelenmesi ite madde
speed of light; Işığın saniyede yaklaşık olarak 186
ler veya kütlelerin analiz veya tahlilleri; tayf analizi.
300 miiiik veya 299 792 ktn'lik veya 300 000 km'lik hı
speculum: 1) bir teleskop vb. inde yansıtıcı olarak
zı; ışık hızı.
kullanılan bir ayna, özellikle parlatılmış metal. 2)
speed of sound: Sesin herhangi bir maddedeki hızı;
Tıp. incelenmek amacıyla bir kanal veya oyuğu ge 2
standart koşullardaki havada 3,4x10 m/s; ses hızı.
nişletmek için kullanılan bir cihaz.
speedometer: 1) otomobil veya diğer bir araca takıla
speculum metal: Ayna gibi parlatılmış ve teleskop
rak onun hızını (mil/saat veya km/saat) gösteren
vb. inde yansıtıcı olarak kullanılan bakır ve kalay ka
bir cihaz; takometre; hızölçer; spidometre. 2) gidilen
rışımı.
mesafe ve aynı zamanda hızı göstermek için kullan-
speed: 1) hızlı hareket etme durumu veya işi; çabuk
lan benzer bir cihaz; odometre.
luk; çabuk hareket. 2} hareket miktarı; hız. 3) bir ma
speedometer dial: Hız göstergesi Bkz. speedome
kinenin çalıştırılması için bir dişli veya dişlilerin dizili
ter.
şi; Bu kamyon beş ileri vitese sahip gibi. 4) hızlı giî-
speed pointer: Oto. hız göstergesinin ibresi.
mek; özellikle yasanın müsaade ettiği ve güvenli hız
speed reducer: Hız azaltıcı: hız düşürücü Bkz. reduc
dan daha hızlı gitmek. 5) başarısı için bir projeye
tion gear.
yardım etmek. 6) hızını çoğaltmak. 7) belirli hız ya
speed regulating governor: Türbojeneratörler, fid
da hızlarda çalışmak üzere (bir makine vb. ini) di
(besi) suyu pompaları gibi, sabit hızda çalışması ge
zayn etmek.
reken yardımcı makinelerin hızını, yüke bağlı olarak
speed adjusting: Hız ayarı; hız düzenlemesi.
sabit tutan regülatör; hız ayarlama regülatörü ya da
speedboat: Hız için yapılmış bir motorbot; sürat moto
gavörnörü.
ru.
speed regulator: Bkz. speed governor.
speed counter: Bkz. speedometer.
speedster: 1) müsaade edilenden daha yüksek hız
speed drop governor: Bir dizel motorunun devir sayı
yapan kişi. 2) hız için imal edilmiş iki koltuklu açık
sının % 4-% 6 kadar düşmesine müsaade eden regü
bir otomobil.
latör; hız düşmeli regülatör; hız sözü edilen sınırların
speed tachometer: Bkz. speedometer,
üzerine çıktığı zaman püskürtme pompasına kuman
speed-up: Hızlandırma işi; hızı, gücü vb. ini çoğalt
da ederek yakıtı azaltır, sınırların altına indiğinde yi
ma; hızlandırma.
ne pompaya kumanda ederek silindir için püskürtü
speedy: 1) hareket hızı ile belirtilen; çabuk; hızlı. 2)
len yakıt miktarını çoğaltır.
gecikmeksizin; çabuk; acele.
speeder: Hız yapan kişi veya şey; özellikle güvenli ve
speiss: Bakır, demir ve diğer belirli cevherlerin eritil
ya yasal olan daha yüksek hızlı motorlu bîr araç kul
mesi sırasında üretilen arsenik tuzları veya metal ar-
lanan biri.
senitieri karışımı.
speeder rod: Hidrolik regülatörlerde, hız yayına bağ
spelter: Çinko; özellikle çinkonun ticarî adı.
lı, onun alt tarafında bulunan ve pilot valfa kumanda
spend: 1) harcamak, tükemek veya sarfetmek. 2) ge
eden çubuk veya rod; hızlanma (yayı) rodu.
çirmek (zaman sürecini). 3) ziyan etmek; israf et
speeder spring: Regülatör ağırlıklarının yayı; regüla
mek; boş yere harcamak. 4) Den. elden kaçırmak;
tör ağırlıklarının merkezkaç kuvvetine karşı koyarak
(dümenin) denize gitmesine neden olmak.
gavömöre duyarlılık kazandıran yay; hız yayı; regüla
spent: Tükenmiş; etkisiz; başlıca bileşeni çıkarılan ve
tör yayı.
böylece görevini yapamayacak hale gelen, örneğin:
speed factor: Mot. endike beygirgücünün artma mik
a) kükürt bileşiklerini gidererek kömür gazını (hava
tarının, makinenin devir sayısı ile doğru orantılı oldu
gazı) temizlemek için kullanılan demir 3 oksitten ge
ğunu belirten faktör; hız faktörü.
ri kalan tükenmiş oksit; yüksek miktarda kükürt kap
speed indicator: Makine şaftından (milinden) bir pin-
sar ve daha fazla kullanılmaz, b) özel amaçlar için
yon dişli ile hareket alarak çalışan bir verici ile bir ve
yararlı olamayacak ölçüde asit içeriği azaltılmış bir sı
ya bir kaç alıcıdan oluşan bir cihaz; hız göstergesi;
vı, örneğin bir süre kullanıldıktan sonra kip cihazın
hız ölçer.
da kalan zayıf asit.
speeding: Bir motorlu aracı, güvenli ve yasal olan
spent caustic: Sıv. Yük. etkisiz kostik; korozif sıvı; iğ
dan daha yüksek hızla kullanma işi.
renç kokulu, % 15 sodyum hidroksit, % 35'e kadar
speedily: Çabuk olarak; hızlı olarak; hızlı ve acele
fenolleri de içeren, organik maddeler, türlü sülfürler
sper m 513 spill

ve merkaptillerden oluşan, esas olarak alkali, nem


lindirlere damla damla yağ veren yağdanlık; küresel
emici, dayanıklı ve insan sağlığı için zararlı bir sıvı;
yağdanlık.
0
20°C'de öz.ağ. 1,48; k.n.140 -150°C; d.n. 5°- spherically: Bir küre ya da küresel kesit şeklinde
8°C; olan.
suda tümü ile çözünür; 20°C'de visk. 60 cP; gemiler spherical roller bearing: Küresel makaralı yatak: taşı
de 10°-48°C sıcaklık ve atmosfer basıncında taşınır. yıcı elemanları bilyalardan oluşan yatak.
sperm: 1) ispermeçet. 2) ispermeçet mumu; spherical-seated bearing: Bkz. spherical bearing.
isperme çet balinası. spherical sector: Küre parçası; küresel kazma.
spermaceti: ispermeçet balinası, yunus vb. inin kafa spherical segment: Küresel parça; küre parçası.
sındaki yağdan çıkarılan beyaz, muma benzeyen bir spherical valve: Küresel valf ya da vana.
madde; kozmetikler, merhemler, mumlar vb yapımın sphericity: Küresel olma durumu veya niteliği; yuvar
da kullanılır. lak şekil; yuvarlaklık.
spermin: Bkz. spermine. spherics: Bir kürenin yüzeyinde oluşan şekillerin ge
spermine: Bazı hayvansal dokular, bira mayası vb. in ometri ve trigonometrisi; küresel trigonometri; küre
de bulunan bazik (alkalin) bir madde; spermin, sel geometri.
C 10H 26N 4. spheroid: Hemen hemen küre şeklinde olan, fakat
sperm oil: İspermeçet balinasının kafasından elde tam bir küre olmayan cisim; sferoit; elipsoit; kürem-
edilen değerli bir yağlama yağı; ispermeçet yağı. si: Dünya bir sferoittir.
sperm whale: Sıcak denizlerde yaşayan, büyük, dişli spheroidal: Sferoit şeklinde olan; hemen hemen kü
balina; ispermeçet balinası; kaşalot; kare şeklinde resel.
olan kafasındaki kapalı boşluk ispermeçet yağı kap spheroidicity: Steroidal veya küremsi olma durumu
sar; cachalot adı da verilir. veya niteliği.
sperrylite: Platin ve arseniğin gümüşî beyaz renkli, ta spheroidity: Bkz. spheroidicity.
necikli veya kristalli bir bileşiği; sperilit, PtAs2. spheroidizing: Çoğu zaman işlenmesini kolaylaştır
sp.gr.: Bkz. specific gravity. mak için kritik sıcaklık bölgesinde veya onun hemen
sphero-: Küre veya küre gibi anlamlarında bir önek. altında bir çeliğin ısıtılmasının sürdürülmesi.
sphagnum: 1) bataklıklarda bulunan grimsi yosunlar spheromotar: Küresel, silindirsel vb. i olan cisimlerin
dan herhangi biri; bataklık yosunu; turba yosunu. 2) yüzey eğimini ölçmek için kullanılan bir cihaz, sfero-
böyle yosunların kütlesi; gübre yapımında, bitkileri metre.
paketlemede, ameliyat elbiseleri vb. i yapımlarında spherular: Bkz. spherical.
kullanılır. spherule: Küçük bir küre veya küresel bir cisim.
sphalerite: Çinkonun başlıca cevheri olan, reçineye spherulite: Belirli volkanik kayalardaki gibi, bir küre
benzer parlak, kahverengimsi doğal çinko sülfür; sfa- şeklinde düzenlenmiş kristaller grubu.
lerit, ZnS; zinc blend şeklinde de kullanılır. sphery: 1) küreye ait. 2) küreye, özellikle bir gök cis
sphene: Titanit, özellikle açık renkli türü; sfen. mine benzeyen. 3) göksel; yıldız gibi.
spheral: 1) küreye ait veya ona benzeyen. 2) küre sp.ht.: Bkz. specific heat.
sel; yuvarlak şekilde. 3) simetrik. sphygmo-: Nabız anlamında bir önek.
sphere: 1) merkezinden tüm noktalarının eşit uzaklık sphygmogram: Nabızölçer tarafından yapılan kayıt;
la olduğu bir yüzeye sahip olan yuvarlak bir cisim sfigmogram.
veya şekil; top; küre. 2) bir yıldız ya da gezegen. 3) sphygmometer: Nabız kuvveti ve miktarı ölçümü için
görünür gök; sema. 3) gök tarafından oluşturulan ve bir cihaz.
sadece ufuktan ufuğa bir gibi görüne küre Bkz. ce spider: Oto. mafsal istavrozu; istavroz.
lestial sphere; gökküre. 4) göksel kürelerin arasına spider gear: Oto. diferansiyel istavroz dişlisi.
koymak. 5) küre şeklini vermek. spider joint: Oto. istavroz mili mafsalı.
sphere gap: Eşit çapta iki küre arasındaki spark, ark spiegel: Bkz. spiegeleisen; spiegel iron şeklinde de
veya kıvılcım aralığı; aşırı gerilime karşı koruyucu kullanılır.
olarak görev yapar. spiegeleisen: Karbon ve manganez kapsayan bir tür
spheric: Bkz. spherical. sert, beyaz pik demiri.
spherical: 1) küre şekline benzeyen; küresel; kürevî. spigot: 1) bir fıçı (varil) vb. ini kapatmak için kullanı
2) küre veya kürelere ait. 3) göksel kürelere ait. lan bir tapa veya tahta tıkaç. 2a) musluk, b) bir mus
spherical aberration: Bir mercek veya aynada oldu luktaki valf ya da tapa. 3) bağlantı sağlamak için bir
ğu gibi, küresel şekilden gelen optik hata. başka borunun geniş tarafına sokulan bir borunun
spherical angle (or triangle): Bir kürenin büyük dai ucu. 4) yüksek güçlü dizel motorlarında krankpin ya
resinin yaylarının kesilmesi ile oluşan açı (veya üç tağının üst kısmında bulunan ve piston kolunun alt
gen vb.). papucundaki yuvaya geçen silindirsel parça.
spherical bearing: Buh. Türb. rotorşafilarda kullanı spike: 1) uzun, ağır bir çivi; temel çivisi. 2) iri çivi ve
lan kendinden ayarlı bir tür rotorşaft yatağı; küresel ya çivilerle bağlamak. 3) delgi zımbası; sivri uç.
yatak. spiky: Şekli temel çivisine benzeyen; uzun ve sivri.
spherical check valve. Dişli yağlama yağı spile: 1) fıçı veya varil tapası. 2) temel veya taşıyıcı
pompaları, lubrikatörler, birleşik enjektörler vb. i olarak toprağa sokulan ağır bir kazık veya kütük. 3)
yerlerde kulla nılan ve akışkanın sadece bir yöne ağır kazık veya kazıklarla donatmak ya da taşımak.
hareketine müsa ade eden, yay yüklü valf; küresel 4) bir musluk ile sıvı çekmek. 5) tapa ile (bir deliği,
çek valf. çıkışı) kapatmak.
spherical lubricator: Buh. Mak. Esk, silindir kapakları spill: 1) bir depo veya kaptan dökülmek; taşmak; dı-
üzerinde bulunan, altta ve üstte birer musluğu olan,
elle doldurulan ve makinenin çalışması sırasında si
Teknik Sözlük - F. 33
spill 514 spiro -

şarı akmak; dökülmek. 2) dökülme; saçılma. 3) dö


kası; iplikhane.
külen miktar.
spinning: Liflerden iplik veya tire yapma (bükme ve
spill: 1) ufak tahta parçası. 2) kibrit gibi, ateş yakma
ya eğirme) işi.
ya yarıyan ince, kâğıt rulosu. 3) küçük bir tapa veya
spinning jenny: Bir kerede, birden fazla ipliği bük
tahta çivi. 4) ufak, metal bir pin veya çubuk.
mek için bir kaç iğ ile donatılmış makine; iğ makine
spillage: Döküntü; dökülmüş şey.
si.
spill and fill valve: Buh, Türb. Havasızlandırma tank
spinning wheel: El ve ayakla hareket ettirilen ilkel
larına donatılan ve doldurma ve boşaltma amacıyla
eğirme makinesi; çıkrık.
kullanılan iki valf; boşaltma ve doldurma valfı.
spinthariscop: Radyoaktif maddelerin yaydığı alfa
spill deflector: Diz. Mot. birleşik enjektörlerde kullanı
ışınlarının parıltısını görmek için kullanılan floresan
lan ve çok yüksek basınçlı (700-2030 bar) yakıtın no-
perdeli bir cihaz; spintariskop.
zul gövdesine zarar vermesini önlemek için kullanı
spiral: 1) bir nokta veya merkez etrafında ölçüsü sa
lan çelikten yapılmış ince bir burç veya silindir;
bit olarak artan ya da eksilen bir eğri; bir düzlemde
Gem. Mak. spil deflektör.
ki bu tür bir eğri; spiral. 2) vida dişi gibi, sabit olarak
spill valve: Diz. Mot., Gem. Mak. erincekşın sistemli
düzlemler değiştiren eğri; helis. 3) bir düzlemde gö
makinelerde pompanın silindire püskürttüğünden ar
rülen spiral veya sarmal eğri. 4) vida dişi gibi, bir se
ta kalan yakıtın pompa kısmına dönmesine müsa
ri düzlemde görülen spiral eğri; helis ya da heliks.
ade eden, mekanik hareketli bir valf; spil valf.
5) spiral bir yörünge veya uçuş. 6) bir spiralin parça
spill strip: Hız basamaklı aksiyon veya impuls türbin
sı ya da kısmı. 7) sürekli enine büyüme veya küçül
lerinde nozulların alt kenarları ile rotorlar arasına rad-
me. 8) bir spiralde veya spiral şeklinde hareket et
yal (çap yönünde) donatılmış ara parçası; Gem.
mek.
Mak. spil strip; ufak pin parçası.
spiral angle: Piç silindirindeki dişli yüzeyi ve merkez
spillway: Rezervuarlarda olduğu gibi, fazla suyu taşır
eksenine paralel bir hat arasındaki açı; spiral açısı;
mak, akıtmak veya boşaltmak için bir geçit veya ka
helis açısı.
nal.
spiral channel: Diz. Mot. bazı silindir gömleklerinin
spin: 1) liflerini eğirerek (yün, pamuk vb. ini) ipliğe
dış yüzünün üst tarafına doğru yapılmış, soğutma
dönüştürmek. 2) bu işlemle (iplik, tire vb.) yapmak.
suyunu yönlendirmek ve ısı transferini çoğaltmak
3) eğirme ile yapmak veya üretmek. 4) hızlı bir bi
için kullanılan kanal; spiral veya sarmal kanal,
çimde dönmeye neden olmak. 5) iplik veya tire eğir
spiral curve: Arşimet spirali gibi helezoni bir eğri; spi
mek. 6) kaşık ile balık avlamak. 7) hızlı bir biçimde
ral eğrisi; sarmal eğri.
dönmek. 8) bir taşıt aracında kısa gezinti. 9) bir uça
spiral gear: Buhar türbinleri ve bazı dizel motorlarının
ğın büyük piçli (hatveli) ve küçük yarıçaplı bir spiral
devir düşürücü dişlileri gibi, helis dişli; spiral dişli.
yörünge (yol) boyunca, burnu yere doğru, düşecek
spiral hose: Dışı spiral tel takılı hortum; helezoni hor
. şekilde yaptığı türlü manevralardan herhangi biri.
tum; spiral hortum.
spindle: 1) eksen; mil; dingil. 2) tahta, metal veya
spiral bevel gears: Dişleri helis şeklinde açılmış ko
plastikten yapılmış, örgü için kullanılan bir alet; şiş.
nik dişli; spiral (sarmal) konik dişli.
b) eğirme veya iğ tekeri, c) eğirme makinesi. 2) ke
spirally: Spiral şeklinde; spirale benzeyen; sarmal.
tende 13 176 metre ve pamukta 13917 m'ye eşit olan
spiral passage: Bkz. spiral channel,
iplik ölçüsü. 3) döner bir parçanın ekseni olarak gö
spiral reamer: Spiral rayba Bkz. reamer.
rev yapan veya döndüren herhangi bir rod, pin veya
spiral spring: Sarmal yay; helezon şeklinde sanlmış
şaft. 5) Mak. a) egzoz veya giriş supaplarının sapla-
yay; helezont yay; sarmal yay.
ri. b) türlü valflardan herhangi birinin diş çekilmiş sa
spire: Spiral veya bobin; sarmal; helezon; helis.
pı. 6) hidrometre veya yoğunluk ölçer. 7) gemileri
spirit: 1) alşimide kükürt, nisadır, cıva veya sarı zır
uyarmak için kayalık, sığlık veya benzer yerlere bağ
nık; doğal arsenik trisülfür. 2) Çoğ. Kimy. a) odun,
lanan ve tepesinde lâmba, küre veya kolayca görüle
bilecek bir cisim bulunan metal bir direk veya boru. fermantasyon kanşımları gibi, belirli maddelerden
8) bir torna tezgâhında döndürülmesi gereken parça damıtılarak elde edilen herhangi bir sıvı: Odun ruhu,
yı tutarken dönen şafta benzer bir parça (live spind terebantin ruhu gibi. b) etanol veya etil alkol. 3) bo
le) veya dönmeyen benzer bir parça Bkz. dead yacılıkta sabitleştirici olarak kullanılan kalay tuzu vb.
spindle. inin çözeltisi. 5) Ecz. uçucu maddenin alkollü çözelti
si; kâfuru ruhu. 5) alkolün yakılması ile çalışan: İspir
spindle micrometer: Bkz. dumy micrometer.
to lâmbası veya kamineto.
spindle oil : Mak. spindıl yağı; mil, dingil yağı.
spirit level: Bir çerçeve tarafından taşınan içinde bir
spinel: Başlıca alüminyum, magnezyum ve demir ok
sıvı, özellikle alkol ve bir kabarcık bulunan cam bo
sitten oluşan ve türlü renklerde bulunan kristalli bir
ru; tesviye aleti, Bir düzeyde, kabarcık borunun orta
mineral; kırmızı türü (red spinel) mücevher olarak
sında olduğu zaman, aracın bulunduğu yüzey ufki
kullanılır; kaba lâl.
veya yataydır.
spinnaker: Yarış yatlarında kullanılan büyük, üçgen
spirit of hartshorn: Evlerde kullanılan sıvı amonyak.
şeklinde bir yelken.
spirit of turpentine. Terebentin yağı; Bkz. turpenti
spinelle: Bkz, spinel.
ne.
spinner: 1) iplik eğiren kişi veya şey; özellikle: a) ip
spirit of wine: Alkol.
lik vb. eğiren kişi. b) çekildiği zaman su içinde per
spiritous: Alkole ait; alkol gibi; alkol kapsayan.
vane gibi dönen parlak balık yemi; kaşık, c) uçak
spirits motor: Yakıtı alkol olan veya alkol ile çalışan
pervanesinin göbeğine konulan kapak.
motor; alkol motoru.
spinnery: iplik büken veya eğiren fabrika; iplik fabri
spiro-: Spiral veya helezon anlamında bir önek.
spirograp h 515 spontaneous combustion

spirograph : Solunum hareketlerini kayıt etmede ha fazla (olacak şekilde) ayırmak. 5) çatlama işi ve
kulla
nılan bir cihaz; spirograf. ya işlemi. 6) boyuna bölünmüş veya ayrılmış; parça-
spiroid: Spiral gibi; spiral şekline sahip olan; sipiroit. larina bölünmüş. 7) bölünme; ayrılma. 8) çatlak; ya
spirometer: Akciğerlerin solunum kapasitesini ölç nk; rahne. 9) ufak parça.
mek için kullanılan bir alet; sipirometre. split-dye: Küçük çaplı diş açmak için kullanılan lok
spirometry: Spirometre ile akciğer kapasitesinin öl ma; yank lokma.
çülmesi; sipirometri. split nut: Sökme ve çıkarma kolaylığı nedeniyle iki
spiry: Spiral; helezon; sarmal. parçadan yapılmış somun.
spit: 1) tutuşturmak veya yakmak (bir fitili). 2) enjek split pin: Çoğu zaman büyük somunların boşalma ve
törün püskürtme yerine damla halinde yakıt verme ya gevşemesini önlemek amacıyla kullanılan pin; ça
si, damlatması ya da işeme yapması. tal pin; kopilya.
splash: 1) su ve çamur sıçratmak. 2) su ve çamur sıç split ring: Bkz. piston ring.
ratmaya neden olmak. 3) sıvı sıçratmaya neden ol split skirt piston: Eteklerinden segmanlara doğru
mak. 4) sıçratma işi veya sesi. 5) uçan su, çamur uzanan ve ısıl genleşmeyi karşılayan yarığı bulunan,
vb. kütlesi. alüminyum alaşımından yapılmış piston; yarık etekli
splashboard: 1) ıslak veya yağışlı havalarda yayaları piston.
taşıt araçlarının sıçrattıkları zifostan koruyan siper ve split wheel: Sökme ve takma kolaylığı nedeniyle iki
ya tahtadan koruyucu; çamurluk. 2) bir teknenin gü parçadan yapılıp, yerinde birbirine bağlanan dişli
vertesini sıçrayan sulardan korumak için kullanılan çark veya volan gibi bir teker.
siper. 3) bir savağı kapamak için kullanılan kapak. spluttering: Seriz. Mot. hava- yakıt karışımının tutuş
splasher: Sıçrayan şeylerden koruyan herhangi bir ması sırasında açık olan emme supabı nedeniyle
şey; Oto. çamurluk. karbüratörde oluşan yanma; karbüratör yangını.
splash lubrication: Mot. alt karterdeki yağa çarparak spondumene: Kristalli bir mineral olan, lityum alümin
onu yağ sisi haline getirerek yapılan yağlama; çarp yum silikat, LiAI (Si0 3 ) 2 ; çoğu zaman açık yeşil ve
ma ile yağlama; piston kolunun büyük tarafındaki ya ya san renkli ve bazan mücevher olarak kullanılan
tak alt kepi ile sağlanır ve küçük güçlü, yüksek veya bir mineral.
süper yüksek devirli motorlara uygulanır. spoke: 1) bir teker, volan vb. inin göbeği ve çevresi
splash plate: Buh. Kaza. buhar domu veya dramı için (jantı) arasında uzanan kollar; tekerlek parmaklıkla-
de bulunan ve kazanın çalışması sırasında suyun sıç nndan herhangi biri. 2) Den. gemi dümen dolabının
ramasına engel oları levha; sıçratma levhası. çevresinde bulunan sabit, tutma parçalarından her
spiash-proof: Sıvı, özellikle su damlacıklarının sıçra hangi biri; dümen dolabı kavelatası. 3) kavelata, te
masına karşı dayanıklı (elektrik makinesi vb.). kerlek parmaklığı vb. ile donatmak.
splash-proof machine: Havalandırma delikleri, sıçra spokeshave: Orj. Ola. kavelata, merdiven ve tekerlek
yan su damlacıkları giremeyecek şekilde düzenlen parmaklığı vb. ine şekil vermek, yuvarlak yüzeyleri
miş makine; sıçramaya karşı (korunmalı) makine. kesip temizlemek için kullanılan, iki ucunda tutula
splash system: Bkz. splash-system lubrication. cak yeri olan bıçaklı bir alet; parmaklık rendesi.
splash system lubrication: Bkz. splash lubrication. sponge: 1) büyük, sabit koloniler halinde büyüyen,
splice: 1) uç kollarıni birlikte örerek (halatları veya ha lif iskeletli, sağlam ve gözenekli yapısı, bitkiye ben
lat uçlarını) birleştirmek veya örmek; halat dikişi yap zeyen bir deniz hayvanı; sünger. 2) bu hayvanlarin
mak. 2) tahta parçalarını, özellikle uçlanndan birbiri iskeleti veya iskeletlerinin bir parçası. 3) süngere
üzerine bindirerek birleştirmek. 3) ek; ek yeri. benzeyen herhangi bir madde; özellikle: a) ameliyat
spline: 1) özellikle eğrilerin çiziminde kullanılan, me larda kullanılan pamuk tampon, b) gözenekli kütle
tal veya tahtadan, uzun, yassı, esnek bir parça. 2a) ler halinde bulunan, platin gibi, türlü metallerden
şaft ve kasnak arasında olduğu gibi, parçalar arasın herhangi biri. c) plâstik vb. maddelerden yapılan yı
daki oyuk ya da yarığa konularak, parçaların aynı kama, banyo vb. inde kullanılan süngerimsi bir mad
hareketi yapmasını sağlayan yassı kama veya dil. b) de. 4) sünger gibi olmak.
uzun bir kama kanalı. 3) bunun yerleştirildiği oyuk sponge, lufah: Bkz. lufah sponge.
ya da yarık. 4) kama yerleştirmek. 5) kama için bir sponger: Sünger toplayan kişi ya da tekne; sünger
yarık veya yuva kesmek, açmak veya yapmak. 6) iç avcısı; sünger teknesi.
ten ve dıştan dişli parçalan birbirine geçirerek birleş sponginess: Sünger gibi (süngerimsi) olma durumu
tirmek. 7) freze oluklu geçme yapmak. veya niteliği.
splined: Dişler yarimıyla birbirine geçme. spongy: 1) sünger gibi; özellikle: a) hafif, yumuşak
splined joint: Yivli conta. ve esnek, b) gözenekli; delik veya gözenek dolu. c)
spline ring. Diz. Mot. iki yarım daire parçası şeklinde emici. 2) süngere ait; sünger özelliğinde.
yapılmış ve iç kısımları dişli bir çember. spontaneity: 1) kendiliğinden olma durumu veya nite
spline shaft: Frezeli şaft veya mil; kamalı şaft. liği. 2) Çoğ. kendiliğinden hareket, aksiyon vb.
spline shaft bearing: Frezeli şaft veya mil yatağı; ka spontaneous: 1) kendiliğinden, kendi kendine olan.
malı mil yatağı. 2) dış bir neden veya etki olmaksızın; kendi enerjisi,
spiit: 1) iki veya daha fazia parçaya ayırmak, kesmek kuvveti vb. ile görünen veya üretilen ya da vukubu-
veya bölmek; boyunca ayırmaya neden olmak; kat lan; kendiliğinden hareket. 3) doğal olarak büyü
manlarına ayırmak. 2) parça veya hisselerine böl yen.
mek. 3) Kimy. a) atomlarına ayırmak (bir molekülü); spontaneous combustion: İç kimyasal etki tarafın
bileşenlerine ayırmak, b) atom ya da atomlarda nük dan üretilen ısı sonucu tutuşma veya yanma işlemi;
leer fizyon oluşturmak. 4) boyuna olarak iki veya da kendiliğinden yanma; kendiliğinden tutuşma.
spoo l 516 spri n g lea f

spool: 1) makara; iplik makarası; bobin. 2) buna ben


kadardır.
zeyen herhangi bir şey. 3) makara üzerine sarmak.
sprayer: Nozul, meme veya püskürtücü.
sport (or sports) car: Yüksek kompresyonlu makine
sprayer plate: Buh. Kaza. atmomizörün uç kısmında,
si ve iki koltuğu olan alçak, küçük bir otomobil; spor
merkezinde dairesel bir delik ve bu deliğe teğet ve
otomobil.
aralarında 90 derecelik açı bulunan 4 kanaldan olu
spot: 1) leke; benek; işaret; mürekkep lekesi. 2) ing.
şan dairesel bir parça; püskürtücü levha; yakıta gir
küçük bir miktar. 2) beneklerle işaretlemek. 3) kuru
dap hareketi kazandırarak püskürtmeyi sağlar.
temizlemedeki gibi (ieke ve benekleri) temizlemek
spray gun: Hava basıncı ile boya veya böcek öldürü
veya çıkarmak. 4) beneklerle işaretlemek. 5a) yerel
cü gibi sıvıları püskürten bir cihaz; püskürtme (ha
radyo istasyonundan yayın yapmak, b) muntazam
va) tabancası.
radyo programlarının arasına sokulan: Reklâm vb. i
spray nozzle: Diz. Mot. enjektör püskürtme memesi;
için söylenir. 6) katot ışınlı tüpte bir elektron ışınının
Bkz. nozzle.
çarpması ile anî olarak etkilenen alan.
spray orifices: Diz. Mot. enjektör nozullarında bulu
spot-face: Çoğu zaman matkapla delinen bir deliğin
nan ve sayıları, genellikle 1-18 arasında değişen ve
çevresini bir vida veya vida başının (somunun) iyice
çapiarı d = 0,15-0,8 mm ve boyları yaklaşık olarak
oturmasını sağlamak için bir kesici veya kater ile dü
çaplarının üç misli olan delikler; Gem. Mak. nozul
zeltmek,
orifisleri; meme delikleri.
spotlight: 1) kuvvetli ışık huzmesi veya ışın demeti.
spray penetration: Diz. Mot. sıkıştırma sonunda silin
2) böyle bir ışın demeti (huzmesi) vermek için kulla
nılan lâmba. 3) farları dışında, bir otomobile takılan dire püskürtülen yakıt küreciklerinin yoğun havayı
delerek yanma odasının en uzak yerine erişmesi;
ve kuvvetli ışık verebilen ve otomobilin içinden bir
mekanizma ile hareket ettirilen lâmba; projektör. püskürtme nüfuziyeti, geçirgenliği veya penetrasyo-
nu.
spotlight bulb: Projektör lâmbası ya da ampulü,
spotter: Demiryollarında kullanılan ve hattaki düzen spray tip: Bkz. spray nozzle.
sizlikleri otomatik olarak işaret eden bir cihaz, spray type desuperheater: Buh. Kaza. içinden geçiri
spotting: Mak. Prusya mavisi veya kırmızı sülyen ya len kızgın buharın bünyesine saf su emilerek veya
da kandil isi ve lâmba petrolü karışımı sürülmüş şaft püskürtülerek yaş buhar oluşturan desüperhiyter;
jurnaline konularak hafifçe döndürülen yatağın iç kıs püskürtücü türden desüperhiyter (kızgınlık ısısı alı
mında boya alan noktalar; bunlar yatak raspası ile cı).
spray valve: Püskürtme valfı; Bkz. fuel injector.
alınarak yatak alıştırılır.
spray width: Bkz. spray cone angle.
spot test: 1) bir bileşik veya elementin hızlı olarak ta
nımı için duyarlı bir kimyasal tecrübe; benek deneyi. spreader: Kömürle fayraplı, büyük kapasiteli buhar
2) iyice çalkalanmış kullanılmış yağa sokulan temiz kazanlarında kullanılan ve kömürü ızgaralara yaya
bir çubuktan damlayan yağın filtre kağıdında bıraktı rak kazanın fayrabını sağlayan mekanik cihaz; yayı-
ğı iz; benek deneyi, cı.
spot-weld: Nokta kaynağı; bir elektrik akımı ile diren spreadsheet: Elektronik tablo programı.
cin ısıtılması sonucu noktalar şeklinde kaynak yap spring: 1) anî ve hızlı olarak hareket etmek. 2) bir
mak; pirinç ve bakır lehvalara uygulanmaz, kuvvet tarafından çarpılma, eğilme, çatlama, kırılma
spot welder: Nokta kaynağı yapımında kullanılan kay vb. ine neden olmak. 3) bir kuvvetle sıkıştırıldıktan
nak makinesi; nokta kaynağı makinesi, sonra tekrar orijinal durumuna dönen tel helezonu
spot welding: Nokta kaynağı yapma; Bkz. spot-weld; gibi bir parça; yay. 4) otomobillerde, yataklar ve
benzer mekanizmalarda şok emmek veya gidermek
nokta kaynağı,
için kullanılan cihaz; makas. 5) bir geminin direğin-
spout: 1) bir sıvının akıtıldığı veya boşaldığı bir boru,
deki gibi, çarpılma, eğilme, çatlama, kırılma vb. 6)
delik ya da çıkıntı; ağız veya uç. 2) bir ağızdan
yaya ait; yay gibi; esnek veya elâstik. 7) yay ya da
akım, huzme veya sıvı akışı. 3) oluk. 4) deniz hortu
yaylar üzerinde taşınan; yay ya da yayları olan; yay
mu. 5) jet kuvveti ile akıtmak (dışarıya fışkırmak): Sı
lı.
vılar için söylenir. 6) bir ağız, uç, boru, delik vb. in
spring balance: Ağırlığı bilinmeyen bir kütlenin yayı
den boşaltmak.
na asıldığı veya kefesine konularak tartıldığı bir tera
sprag: 1) kömür ocaklarında kullanılan tavan pervane
zi, yaylı terazi; 100 kilogramda ± 0,3 kg'lık bir fark
si. 2) bir aracın yokuşta geri kaymasını önlemek için
gösterir.
kullanılan bir ağaç parçası vb.; takoz. 3) bir elektrik
spring bearing: Bkz. line-shaft bearings.
makinesinin hareketsiz kısmı,
spring compressor bolt: Yay tansiyonunu veya kuv
spray: 1) püskürtülen su gibi, ince sıvı partiküllerinin
vetini ayar etmek için kullanılan cıvata; yay sıkıştır
bulut veya sisi. 2a) bir atomizör veya boya tabanca
ma cıvatası.
sında olduğu gibi, ince sıvı partikülleri huzmesi, b)
spring, flast: Düz yay.
böyle bir cihazda kullanılan parfüm, böcek öldürücü
spring force: Özellikle yerine sıkıştırılarak konulan ve
vb. sıvı. 3) huzme veya huzmeler püskürten bir ci
ya konulduktan sonra sıkıştırılan bir yayın kuvveti;
haz; püskürtücü. 4) üzerine sıvı püskürtmek. 5) püs-
yay kuvveti; yay basıncı; yay tansiyonu.
kürmek.
spring, helical: Helisel yay; helezonî yay.
spray cone: Diz. Mot. tepe noktası enjektörün ucu
spring fluctuation: Bkz. spring surge,
olan ve yakıt taneciklerinden oluşan içi boş koni; ya
spring housing: Yay taşıyan yuva; yay yuvası; yay
kıt konisi; püskürtme konisi,
mahfazası.
spray cone angle: Diz. Mot. püskürtme konisinin
spring leaf: Bazı motorlu taşıt araçlarında, demiryolu
Bkz. spray cone tepe açısı; yaklaşık 18-25 derece
vagonlarında kullanılan yaylı makasların yaprakların-
spri n g loade d 517 sq u ar e

dan biri; yay yaprağı; makas yaprağı.


bir teker; zincir dişlisi.
spring loaded: Buhar kazanlannın güvenlik valfı, di
sprue: 1) erimiş metalin derece veya kalıba akıtıldığı
zel motorlarının rilif (basınç giderme) valfı gibi yay
delik. 2) böyle bir delikte kalan atık metal parçası;
yükü ile çalışan veya yay yüklü; üzerinde yay baskı
cüruf.
sı bulunan.
spud: 1) bazı boru flanşlarında kullanılan, bir ucu
spring lock washer: Bkz. spring washer.
flanşın cıvata deliklerini ağız ağıza getirecek şekilde
spring material: Türlü çelik teller vb. i yay yapımında
olan bir tür anahtar. 2) bahçıvan çapası. 3) tirpit. 4)
kullanılan malzeme; yay malzemesi.
çapa ile kesmek.
spring retainer: Mot. supap yayının supap sapı ile
spumescence: Köpüklü olma durumu.
bir likte hareketini sağlayan, çoğu zaman iki
spumescent: 1) köpüğe benzer. 2) köpüklü; köpür
parçadan yapılan ve supap sapında kendisine
me.
uygun yuvaya oturan parçalardan biri; yay tutucusu;
spumous: Köpüğe ait; köpük gibi; köpükle kaplı.
supap tırnağı.
spumy: Bkz. spumous.
spring-scale: Bkz. spring balance.
spun glass: Erimiş cama iplik şekli vererek yapılan
spring scale: Buh. Mak., Diz. Mot. silindirlerden di
çok ince cam lifi.
yagram almak için kullanılan endikatör cihazının yay
spunk: 1) kolayca ateş alan bir tür ağaç veya mantar;
ölçeği; endikatör kalemini 1 mm yükseltmek için ge
2 kav; çürük tahta. 2) ing. kıvılcım veya küçük bir
rekli basıncı verir ve mm/bar veya mm/kgf/cm bi
alev. 3) birden veya anîden alevlenmek veya parla
rimleri ile belirtilir.
mak.
spring seat: Yakıt püskürtme pompası, supaplar, em
spun yarn: Den. bir kaç halat Asasından birlikte bükü
niyet valfları vb. i yerlerde yayın oturduğu kısım; yay
lerek yapılan ince halat; savlo.
yuvası; Gem. Mak. yay siti.
spur: Ağaç kesici, telefoncu, elektrikçi vb. i görevlile
spring, spiral: Spiral yay; sarmal yay; helezonî yay.
rin kullandıkları ağaç, direk vb. ine tırmanma demiri.
spring steel: Yay yapımında kullanılan çelik (tel);
spur gear: 1) çevresinde radyal dişleri bulunan dişli;
yay çeliği.
düz dişli; paralel milleri veya şaftları çalıştırmak için
spring support: Yay taşıyıcısı.
kullanılır. 2) bu tür dişlilere sahip olan bir dişli siste
spring surge: Mot. yay dalgalanması; malzemenin
mi veya donanımı; spur gearing olarak da kullanılır.
doğai titreşim frekansında, yaya uygulanan basınca
spur pinion: Küçük düz dişil; fener dişil, örneğin ya
göre yay helislerinin aralıklarının sürekli olarak de
kıt püskürtme pompalarının plencerini kremayer dişli
ğişmesi ve yay helislerinin birbirine dokunması; yay
yardımıyla, dikey ekseni etrafında döndüren dişli.
rezonansı.
spur wheel: Bkz. spur gear.
spring tension: Sıkıştırılarak yuvasına oturtulan bir
sputnik: 1957 Ekim ayı başlarında Sovyetler Birliği ta
yayın elde ettiği kuvvet; yay kuvveti; yay tansiyonu.
rafından yörüngeye yerleştirilen Dünyanın ilk yapay
spring washer: Yaylı rondela; yay rondeia veya pul.
uydusu; sputnik.
springy: Esnekliğe sahip olan; elâstik; esnek.
sputter: Buh. Kaz. Yakıttaki su nedeniyle yanma sıra
sprinkle: 1) kum veya su gibi, damla veya partiküller
sında çıtırdama,
halinde saçmak. 2) üzerine damlalar veya partiküller
spy: 1) yakından incelemek; dikkatle gözden geçir
serpmek. 3) damla veya damlacıklar halinde düş
mek. 2) yakından inceleyerek, dikkatle gözden geçi
mek. 4) hafif olarak yağmak; çiselemek. 5) hafif yağ
rerek bulmak veya keşfetmek. 3) bekçilik etmek; gö
mur.
zetlemek.
sprinkler head: Taşıdığı yolcu sayısı 36'dan fazla
spyglass: Küçük bir teleskop.
olan yolcu gemilerinde kullanılan ve yangın söndür
Sq. (sq.): Bkz. square.
meye yarayan bir devrenin kafası; sprinkler kafası;
yangın başladığı zaman, kafa otomatik olarak su sq.fi : Bkz. square foot; square feet.
2 sq.in.: Bkz. square inch; square inches.
püskürterek yangın söndürülür; her kafa 6-9 m 'lik
sq.mi.: Bkz. square mile; square
bir alanı denetler; Bkz. sprinkler system.
miles. sq.r.: Bkz. square rod; square
sprinkler system: 1) yangında olduğu gibi, büyük ısı
rods.
oluşan yerlerde otomatik olarak çalışan ve binaların,
squad car: Kısa dalga radyo ve telefon ile donatılmış
türlü gemilerin yaşam yerlerine su veya söndürücü
polis devriye arabası.
sıvı püskürten borular ve onlara bağlı nozullar siste
squadron: 1) filonun küçüğü olan ve özel bir görev
mi; sprinkler sistemi. 2) bahçeleri, çimenlikleri, fut
için seçilmiş savaş gemileri grubu; filo. 2) iki veya
bol sahalarını, golf alanlarını vb. sulamak için kullanı
daha fazla uçaktan oluşan askerî hava birimi. 3) her
lan borular ve nozullar sistemi.
hangi düzenli bir kütle veya grup.
sprinkling system: 8t e sprinkler
square: 1) dört eşit kenarı ve dört dik açısı olan düz
system.
lem şekil; kare. 2) dik açıları kontrol etmek için kulla
sprocket: 1) bir zincirin baklalarına uyacak şekilde
nılan, iki kenarı 90 derece oluşturan bir alet; çelik
düzenlenmiş, bir dişlinin çevresindeki dişler veya uç
gönye. 3) bir sayı veya miktarın kendisi ile çarpılma
lardan herhangi biri. 2) zincirleri taşıyan dişli; zincir 2
sı sonucu oluşan ürün: 3 = 9 gibi. 4) kare yapmak.
dişlisi.
5) kendisi ile çarpmak (bir sayı veya niceliği). 6) yü
sprocket chain: Krank milinden aldığı harekeli kam
zey (alan) birimi miktarını bulmak (bir alanın). 7)
miline (kemşafta) aktaran ve onun döndürülmesini
dik açılı olmak. 6a) dört eşit kenar ve dört dik açısı
sağlayan zincir; sproket zincir; tahrik zinciri; sessiz
olmak, b) aşağı yukarı küp şeklinde olmak.; bir kutu
zincir.
gibi dikdörtgen şeklinde ve üç buutlu olan. 9) dik
sprocket gear cutter: Dişli şeklinde freze bıçağı.
açı şeklînde parça veya parçaları olan. 10) Den. ka
sprocket w heel: Zincirle çalıştırmada (hareket
re armalı bir geminin serenleri gibi, omurga ve direk-
verme de) olduğu gibi, çevresinde diş ve çıkıntılar
bulunan
squar e bastar d 518 staddl e

lere dik açıda olan. 11) kare şeklinde; dik açılarda


bir dereceye kadar ısıya dayanıklı.
squar bastard: Ucu konik, enine kesiti kare olan iki
stability: 1) bir dış kuvvet tarafından hareket ettirildik
sıra dişli bir eğe; kare eğe.
ten sonra bir cisim veya sistemin denge durumuna
square bracket: Matb. büyük parantez.
2 dönmesi eğilimi; denge; stabilite; muvazene. 2) deği
square foot: Emperyal sistemde 144 in veya 929 şime karşı direnç; süreklilik ya da devamlılık; kararlı
2 2
cm 'ye eşit olan bir alan birimi; fut . lık.
2
square inch: Emperyal sistemin 6,4515 cm veya stability curve: Stabllite veya denge eğrisi.
2 2
645,16 mm 'ye eşit olan bir alan birimi; in kısaltma stability under load: Yük altında sağlanan denge,
sı ile belirtilir. muvazene veya stabllite; yük altında denge.
2 2
square measure: Yüzey ölçü birimi: 144 in = 1 ft stabilization: Dengeleyici veya negatif bir katalizör
2 2 2 2 2
; 9 ft = 1 yrd ; 30,25 yrd = 1 rod ; 160 rod = 1 eklenerek bir maddenin kimyasal bozunmasinın ve
2
akr; 649 akr = 1 mil . ya ayrışmasının önlenmesi; sabit olma
square meter: Metrik sistemin yüzey birimlerinden bi stabilize: 1) sabit yapmak; tespit etmek. 2) dalgalan
2 2
ri; metre kare; 100 dm , 10 000 cm veya 1 000 ma veya değişimden korumak 3) dengeleyici ile
2 2
000 mm 'ye eşit olan bir alan birimi; m kısaltması (bir gemi, uçak vb. ini) teçhiz etmek veya donat
ile belirtilir. mak.
square millimeter: Metrik sistemin alan ölçülerinden stabilized shunt: Aynı kutup üzerinde şönt (paralel)
biri; milimetre kare; kenarları 1 mm olan bir karenin alan sargısı ile birlikte bulunan hafif, seri alan sargılı
2
alanı; mm kısaltması ile belirtilir. (jeneratör); sabitleştirilmiş şönt; iyi bir voltaj regülas-
square nut: Kare şeklinde somun; kare somun. yonu karakteristiği ve aynı zamanda iyi paralel işlet
square root: Karekök; 3 sayısı 9'un kareköküdür; .J9 me sağlar.
= 3 gibi. stabilizen 1) dengeleyen kişi veya şey, özellikle; a)
square thread: Makinelerin hareketli parçalan, kaldır bir uçağın düzgün uçuş yapması için türlü parça ve
ma krikoları, valf sıpındılları vb. yerlerde kullanılan ya cihazlann herhangi biri. b) ağır denizlerde, özel
bir vida türü; kare dişli vida likle yolcu gemilerinin büyük yalpalara düşmesini
2
square yard: Emperyal sistemde 9 ft veya 0,8361 önleyen ve bordadan çıkarılan yalpalıklar ve bunlan
2
m 'ye eşit olan bir yüzey birimi; yarda kare; yrd ile
2 çalıştıran makine; dengeleyici. 2) bir patlayıcıya katı
belirtilir. lan ve onun ani patlamasını önleyen madde. 3) çok
squarish: Bir dereceye kadar kare; karemsi; yuvarlak geniş değişken durumlar altında sabit akım sağla
tan kareye daha yakın. mak üzere katot ışınlı tüplerde kullanılan bir cihaz.
squealar ring: Buh. Türb, rotor, eksenel olarak ve aşı- 4) koloitlerin çökmesini önleyen veya geciktiren bir
ri bir biçimde buharin akışı yönünde hareket ettiği emülsiyon yapıcı. 5) negatif bir katalizör. 6) roket
zaman, acı bir ses çıkararak işletmeciyi uyaran bir motorlarının yakıtı olarak kullanılan hidrojen peroksi-
çemer; cıyaklama çemberi. tln sıcaklık ile ayrişmasını önlemek veya geciktirmek
squeegee: 1) camların yıkanmasında olduğu gibi, için katılan çok küçük bir miktar sodyum fosfat, fos
düz yüzeylerden suyu sıyıran T şeklinde bir alet; ke forik asit veya 8-oksikinolin.
narında lastik şeriti vardır. 2) fotoğrafçılık, litoğrafi stabilovolt: Voltaj dengeleyicisi veya regülatörü ola
vb. inde bu araçla kullanılan lâstik rulo veya maka rak kullanılan özel bir tür gaz deşarj tüpü (ticarî bir
ra marka).
squeezable: 1) sıkıştınlabilir, sıkışabilir vb. 2) bir şey stable: 1) sabit; değişmez, yanmaz. 2) değişime da
vermek için kuvvet uygulanabilir. yanıklı; devamlı; sürekli; kendiliğinden değişmeyen.
squeeze: 1) sert (bir şekilde) sıkıştırmak; iki veya da 3) yeri değiştirildikten sonra denge veya orijinal du
ha fazla tarafına basınç uygulamak; sıkıştırmak. 3) sı rumuna dönmeye muktedir veya yetenekli. 4) Kimy.
kıştırarak elde etmek veya özünü çıkarmak 4) ba kolayca aynşmayan.
sınç uygulamak 5) sıkma veya sıkılma. stable compound: Kolayca bozunmayan veya ayrış
squillage: Bkz. squeegee. mayan kimyasal bir bileşik; dayanıklı bileşik.
squillgee: Bkz, squeegee. stable equilibrium: Karartı denge: Gemiler için söyle
squirrel-cage: Sincap kafesli: Bir tür alternatif akım nir.
motoru için söylenir. stable oscillation: Bir cisim veya sistemin, dış bir kuv
squirrel-cage winding: Sincap kafes sargılı: Bir tür al vet uygulanmadıkça artmayan titreşimi; sabit titreşim
ternatif akım motoru için söylenir. veya osilasyon.
squirt: 1) bir huzme veya ince bir akım şeklinde fış stablish: Bkz establish (to).
kırtmak. 2) fışkırarak (insan veya bir şeyi) ıslatmak. stably: Sabit bir şekilde.
3
3) sıvı fışkırtmak için kullanılan bir şey. 4) fışkırtma; stack: 1) Ing. kömür, odun vb. için kullanılan 108 fl ' -
3
fışkırma. 5) fışkırtılan küçük bir miktar sıvı; huzme; lük (3,064 m ) katı ölçü birimi. 2a) özellikle: a) birlik
ışın demeti. te düzenlenmiş bir kaç boru. b) lokomotif, gemi vb.
squirt can: Yağlama yağını basınçla fışkırtan el yağ terinde olduğu gibi, özellikle metalden yapılmış dai
danlığı; yağdanlık. resel, oval veya elips kesitli, tek bir duman borusu;
sq.yd.: Bkz. square yard; square yards. baca. 3) büyük bir sayı veya miktar. 4) bir baca ile
Sr: Bkz. strontium. donatmak.
S.S., SS (S/S): Bkz. steamship. stack cover: Bacanın üst kısmını kapatarak içine yağ
s.t.; Bkz. short ton. mur ve kar girmesini önleyen metal bir kapak veya
sta.; Bkz. 1) stationary. 2) stator. branda; baca kapağı; baca fistanı; baca kapelâsı.
stabile: 1) durağan; hareketsiz; sabit durumda. 2a) staddle: Bir yapının alt kısmı; taşıyıcı.
stadia 519 s t a nd ar d el ek t ro d a po t a n
t ia l
stadia: 1) açıların ölçümü ile mesafelerin hesaplanma
sında kullanılan bir cihaz; özellikle: a) taksimatlı bir set.
için teçhlzatlı bir iskele veya rıhtım. 2) set; toprak
çubukla birlikte kullanılan yüzey ölçü aleti, b) çu stalagmometer: Damla yöntemi ile sıvıların yüzey ge
buk, c) Ask. türlü mesafe ölçme cihazlarından her rilimlerini saptamak için kullanılan bir cihaz; stalag-
hangi biri; telemetre. mometre.
stadiometer: 1) açıları ölçmek için kullanılan bir ci stalagmometry: Stalagmometre ile sıvıların yüzey ge
haz. 2) bir eğri, kesikli çizgi vb. lerinin boyunu ölç rilimlerinin ölçümü; stalagmometri.
mek için kullanılan bir cihaz; stadiometre. stall: 1) stop etmeye neden olmak: Uçak, motor vb.
stadle: Bkz. staddle. için söylenir. 2) aşırı yük ve yetersiz yakıt ikmali ne
staff: 1) bir çubuk, rod, mil veya direk; özellikle: a) deniyle stop etmek: Motor veya makine için söyle
baston, b) silâh olarak kullanılan bir sirik veya sopa. nir. 3) Hava. yükselti ve kontrolü sürdürmek için ge
c) bayrak direği, d) ölçüm için kullanılan türlü, bö- rekli ileri hızı kaybetmek: Uçak için söylenir.
lüntülü çubuklar veya cetvellerden herhangi biri. 2) Stall-Laval turbine: Gem, Mak. isveç yapımı yüksek
Çoğ. özel bir işçi veya çalışan grubu: Öğretim ekibi, ve alçak basınç kademelerinden oluşan ve buhar gi
onarım ekibi vb. gibi. riş basıncı maksimum 80 bar ve sıcaklığı 510°C olan
stage: 1) platform veya dok, rıhtım veya iskele. 2) kros kampavunt Bkz. cross compound bir türbin;
gözlenecek cismi tutan ve taşıyan mikroskop kısmı. Stal-Laval türbini (Ticarî bir marka).
3) motorlu otobüs. 4) gelişme, değişim işleminde bir stamp: 1) öğüterek veya kırarak toz haline getirmek
süreç, düzey veya derece; kademe; aşama. 5) dış (cevher vb. ini). 2) maden cevheri vb. ini kırmak ve
uzaya yapay bir uydu taşıyan bir roketin güç siste ya pres etmek için kullanılan bir makine, alet vb. 3)
minde kullanılan iki veya daha fazla yürütme siste kalıp gibi, bir şeye işaret koymak veya şekil vermek
minden biri: Birinci kademe roketi belirli bir hıza, du için kullanılan aletlerden herhangi biri.
ruma vb. ine eriştirdiği zaman, geri kalan parça ve stamper: Damgalayan kişi veya şey, özellikle: a)
ya parçalardan ayrılır. 6) Buh. Türb. bir veya bir kaç pos tanelerde olduğu gibi, pulları damgalayan kişi.
nozul ile çevresinde bir sıra hareketli kanat bulunan, b) bir fabrikada metallere damga vuran kişi. c)
bir rotordan oluşan; türbin kademesi: Aksiyon kade damga lamak için kullanılan türlü makineler veya
mesi, Rato kademesi vb. gibi. aletlerden herhangi biri; damga; ıstampa; zımba.
stage efficiency: Bir buhar türbininde rotora meka stamping: Damgalama; pres etme.
nik enerji olarak aktarılan, adyabatik ısı düşümünün stamp mill: Metal cevherlerini ezip toz haline getiren
yüzdesi; kademe veya basamak verimi. bir değirmen veya makine; maden cevheri kırma ma
staggered riveting: Çapraz bir biçimde yapılmış per kinesi.
çin bağlantısı; çapraz perçin (bağlantısı). stamp steel: Preslenmiş veya pres edilmiş çelik; pre
staggered-tooth: Çapraz dişli; dişleri çapraz olan. se çelik.
stagnancy: Durgun olma durumu veya niteliği; dur stanch: 1) su geçmez; denize elverişli (gemi, tekne
gunluk. vb. i). 2) akımını durdurmak veya kontrol etmek ve
stagnant: 1) hareketsiz veya akıntısız; hareket etme ya denetlemek (kan veya diğer bir vücut sıvısının).
yen veya akmayan; durgun. 2) hareketsizlikten kir stanchion: Gem. İnş. taşıma amacıyla kullanılan diki
lenmiş: Su vb. için söylenir. ne bir kiriş, direk veya dikme; puntel; destek veya
stagnate: Durgun olmak; durgun yapmak. payanda; kolon, sütun; column şeklinde de kullanı
stain: 1) incelemeyi kolaylaştırmak için (mikroskop in lır.
celeme maddesini) boya maddesi ile muamele et stand: 1) denizde belirli bir rota almak veya tutmak
mek; boyamak. 2) mikroskopik incelemede maddeyi ya da bir yönde gitmek. 2) dayanmak; tahammül et
boyamak için kullanılan bir boya. mek.
stainarator: Leke çıkarmak için kullanılan kimyasal standard: 1) ölçü, kapasite, miktar, içerik, boy, de
bir madde (ticarî bir marka). ğer, nitelik vb. inde kıyaslamaya esas olan kural;
stained glass: Üzerine metal oksitleri püskürterek, standart; norm. 2) madenî para yapımı için kullanı
emaye kaplayarak, yüzeyi üzerinde pigmentler yakı lan saf altın veya gümüş ve esas metalin oranı.
larak vb. türlü yollarla boyanan cam; renkli cam. standard applicator: Bkz. applicator.
stainless: Boyasız veya lekesiz; temiz; paslanmaz; standard atmosphere: Çevre sıcaklığı 0°C ve çekim
oksitlenmez; pas tutmaz. set alan standart olduğu zaman 760 mm veya 29,921
stainless iron: a) yapısı % 0,06-% 0,13 karbon, Inç cıva yüksekliği ya da 14,696 psia'ya eşit olan ba
%11,5-%13 krom ve gerisi demirle tamamlanan AISI sınç; standart atmosfer.
tip 403 paslanmaz demir; türbin kanatları yapımında standard candle: Belirli malzeme, ölçü ve yanma
kullanılır, b) yapısı % 0,06-% 0,13 karbon, % 12-% 15 miktarında (7/8 inç ispermeçet mumunun 120
krom ve gerisi demir ve molibden sülfürden oluşan greyn/saatteki yanma miktarında) bir mum tarafın
AISI tip 416 paslanmaz demir; supap diskleri vb. i ya dan çıkarılan ışığa eşit ışık birimi.
pımında kullanılır; paslanmaz demir. standard cell: Sürekli elektromotor kuvveti 20°C'de
stainless steel: Genellikle yapısı maksimum % 0,12 1,0182 volt lan kadmiyumlu pil; standart pil; Weston
karbon, % 18 krom, % 8 nikel ve gerisi demir, kü pili.
kürt, selenyum, zirkonyum veya molibden'den olu standard conditions: Term. Fiz. 0°C sıcaklık ve 760
şan paslanmaz çelik; hemen hemen paslanmayan, mm cıva yüksekliğindeki basınca uyan durumlar;
oksitlenmeyen, paslanmaya bağışıklığı olan çelik; standart durum; standart koşullar.
paslanmaz çelik; yüksek oranda krom, nikel vb. i standard drawings: Tek, Res. üzerinde gerçek
kapsayan çelik alaşımı. ölçüle ri yerine sadece ölçü okları bulunan
stair: Bir seviyeden diğer bir seviyeye (geçmek için) dart
resimler;
resimler.
stan
tek bir basamak; kademe. standard electrode potential: 25°C'de iyonlarının 1
staith: 1) yükleme ve boşaltma veya tahmil-tahliye M çözeltisi ile temastaki bir gaz veya metalin elek-
standar d fastener s 520 startin g

trot potansiyeli; standart elektrot gerilimi ya da po


olan gri veya siyah renkli, metalik parıltılı bir mine
tansiyeli.
ral; tin pyrites adı da verilir. 2) kalay hidroksitin (ka
standard fasteners: Bağlama amacıyla kullanılan
lay asili) veya kalay oksitin alkali hidroksitlerle tepki
saplamalar dışında kalan, setuskurlar, makine ve
mesinden elde edilen bir tuz; stannit.
ağaç vidaları, somunlar vb. i standart bağlama ele
manları; standart bağlayıcılar. stannous: Özellikle iki değerli kalaya ait; iki değerli
kalay kapsayan.
standard gauge: 1) rayları arasındaki genişliği 4 fit
stannum: Bkz. tin (kalayın Lâtince adı).
8,5 inç (1,4351 m) olan ve standart olarak kabul edi
len demiryolu vagonu. 2) bu ölçüye sahip olan de staple: 1) bir şeydeki başlıca parça, malzeme veya
miryolu. 3) standart demiryolu için lokomotif veya eleman. 2) hammadde. 3a) boyuna ve inceliğine gö
vagon. re pamuk, yün, keten vb. inin lifi. b) bu lifin özel bo
yu ve incelik derecesi. 4) büyük market (mağaza), ti
standard gauge: Standart ray aralığına ait (demiryol
caret merkezi vb. 5) en önemli.
ları için); standart ray aralığında olan demiryolu.
staple: 1) U şeklinde uçları sivri çivi; tel raptiye. 2)
standardization: Standartlaştırma.
benzer şekilde yapılmış ince zımba teli. 3) tel zımba
standardize: 1) standart veya yeknesak yapmak;
ile tespit etmek veya bağlamak.
standartlaştırmak. 2) düzensiz olmamasına neden ol
stapler: Tel zımba makinesi.
mak. 3) standartla denemek veya kıyaslamak.
star: 1) Elekt. yıldız bağlantı gibi. 2) karanlık geceler
standardized: Standartlaştırılmış; normlaştırılmış.
de gökyüzünde küçük, sabit ışık noktalan şeklinde
standard mass: Standart kütle; kütlesi kesin veya ha
tasız olarak bilinen bir metal parçası: Kütlelerin res görülen gök cisimlerinden herhangi biri; yıldız. 3)
mi ölçümü için muhafaza edilen standart kilogram bu cisimlerden Güneşe uzak olan Ay, gezegen, me
gibi. teor, kuyruklu yıldız vb. dışında kalan herhangi biri.
standard measurement: Standart ölçüm. 4) çoğu zaman beş, bazan altı köşeli ve gökteki yıl
standard parts: Aynı fabrikanın malı olan parçaları; dızları simgeleyen düzlem şekil; yıldız. 5) böyle bir
türlü model cihazların aynı olan parçaları; standart sekile benzeyen işaret, amblem vb. 6) bir gezegen,
veya norm parçalar. meteor, Ay vb. i gibi herhangi bir gök cismi. 7) özel
standard pressure: 760 mm'lik bir cıva sütununun likle spor dallarında fevkalâde başarı gösteren kişi:
basıncı; standart basınç. Futbol yıldızı gibi. 8) dekorasyon olarak yıldızlarla
standard refrigerants: Soğutma cihazlarında kullanı süsleme. 9) yıldız veya yıldızlara ait.
lan amonyak, karbon dioksit, freon 11 (carrene starboard: 1) kıç tarafta durup yüzünü baştarafa çevi
No:2), freon 12 vb. i gibi soğutucular; standart soğu ren bir kişinin sağında kalan gemi veya uçağın kıs
tucular. mı; sancak; karşıtı iskele. 2) sancağa ait veya san
standard resistor: Standart direnç elemanı; direnci cakta. 3) sancağa döndürmek veya çevirmek (düme
ve direnç sıcaklık katsayısı kesin veya hatasız bir bi ni).
çimde bilinen bir direnç elemanı; bilinmeyen, stan starch: 1) patates, tahıl, tatlı patates (yerelması), be
dart dışı direnç elemanlarını ölçmek için kullanılır. zelye ve diğer bir çok yiyecekte bulunan beyaz, tat
standard solution: Standart çözelti; çözünürün yo sız, kokusuz besin maddesi ve kimyasal olarak kar
ğunluğunun duyarlı olarak bilindiği bir çözelti, örne maşık (kompleks) bir karbonhidrat; nişasta,
ğin normal ve moleküler çözelti. (C 6 H 1 0 O 5 ) n . 2) bunun suda çözeltilerek gömlek
standard temperature: Buzun erime sıcaklığı; 0°C ya kalarını vb. sertleştirmede kullanılan toz şekli;
(32°F): standart sıcaklık; standart temperatür. kola.
standart time: Belli bir bölgede kısmî olarak kabul 3) Çoğ. nişastalı yiyecekler. 4) enerji veya erke. 5)
edilmiş saat; Griniçin doğu veya batısındaki mesafe kola ile sertleştirmek.
ile saptanan ortalama güneş saati. sîarcrıiness: Nişastalı olma durumu veya niteliği.
standard volume: Bir gazın bir molekülünün 0°C ve starchy: 1) nişasta tabiatında olan; nişastaya benze
1 atmosfer basınçtaki hacmi; standard hacim. yen. 2) nişasta kapsayan. 3) Kola ile sertleştirilmiş.
standard wire gauge: İng. üm tellerin çaplarının ölçül star connected: Yıldız bağlı (AC devresi, motoru
mesinde kullanılan bir alet; standart tel ölçer. vb.).
stand-by: Hazır olarak yedekte bekleyen (bir pompa, star connection: Elekt. yıldız bağlama; üç fazlı alter
yardımcı makine vb.). natif gerilim dağıtma sistemi; frekansı 50 Hz. gerilimi
stand-by pump: Yedek fakat her an çalışmaya hazır 380 volt olan üç iletkenli bir AC sistemi; frekansı 60
pompa; Gem. Mak. stendbay pompa. Hz ve gerilimi 440 volt olan dört iletkenli (biri nötr)
standing: 1) durgun; akmayan: Su için söylenir. 2) bir AC dağıtım sistemi.
devam eden veya sınırsız bir zaman için. 3) hareket star pinion: Oto. istavroz dişlisi.
li değil; sabit; hareketsiz. 4) bir makine gibi, çalışma start: 1) anî olarak hareket etmek; harekete geçmek.
yan veya faal olmayan vb. 2a) bir şey yapmaya başlamak; harekete başlamak.
stand oil: Yağlı boyada kullanılmak üzere, ısı ile mu 3) harekete geçirmek. 4) başlama için işaret ver
amele edilerek kalınlaştırılmış bezir yağı veya keten mek; start vermek. 5a) gevşemiş veya çarpılmış vb. i
tohumu yağı. bir parça, b) bunun sonucu oluşan kırılma veya ara
lık. 6) harekete geçme; harekete başlama; harekete
standpipe: Su depolamak ve istenen sabit basıncı
getirme. 7) başlangıç, başlangıç noktası. 8) başlama
sağlamak için kullanılan geniş, dikey bir boru ve si
işareti.
lindir şeklinde bir tank.
stannary: Kalay madeni veya kalay eritilen yer. starter: 1) Mot, benzin veya dizel motorlarina, çalıştır
stannate: Stanik asitin tuzu; stanat. mak amacıyla ilk hareket veren dış bir güç kaynağı,
stannic: Özellikle dört değerli kalaya ait; dört değerli starter; ilk hareket veren. 2) kalkacak ticarî uçakları,
kalay kapsayan; stanik; dört değerli kalay bileşiği. otobüsleri vb. kontrol eden kişi. 3) kendiliğinden ha
stannite: 1) kalay, bakır ve demirin doğal sülfürü reket eden veya çalışan; Bkz. self starter.
starter button: Marş düğmesi; ilk hareket düğmesi.
starting: Mak. ilk hareket; bir makinenin çalışmaya
starting , air 521 statio n

başlaması.
star washer. Yıldız rondela.
starting, air: Diz. Mot. basınçlı hava ile ilk hareket.
state:Durum.
starting air: Diz. Mot. hava kompresörleri tarafından
state function: Durum fonksiyonu; bir termodinamik
sağlanan ve basıncı yaklaşık 20-37 bar olan hava; ilk
sistemi belirtmek için kullanılabilen herhangi bir mik-
hareket havası; ilk hareket için kullanılır.
roskopik nicelik: Basınç, hacim, sıcaklık ve entalpi.
starting air bottle: Bkz. starting air vessel.
state room: 1) gemi kamarası. 2) bir demiryolu
starting air compressor; Dizel motorlarıyla yürütülen
vago nunda özel uyku odası veya kompartrnanı.
gemilerde ilk hareket için basınçlı (20-37 bar) hava
: sağlamak üzere kullanılan, pistonlu türden bir kom stateroom: Bkz state room.
presör; ilk hareket havası kompresörü. state of aggregation: Maddenin fiziksel durumu: Ka
starting air tank: Bkz. starting air vessel. tı, sıvı veya gaz.
starting-air valve: Bkz. starting valve. state of matter: Maddenin durumları; maddenin katı,
starting air vessel: Diz. Mot. içersinde yakalşık ola sıvı ve gaz olmak üzere üç durumu vardır; madde
rak 20-37 bar basıncında hava bulunan çelik silindir; bunlardan birinin şeklinde olmak zorundadır.
ilk hareket havası tüpü. static: 1) sadece ağırlığı ile etkileme: Hareketsiz bir
starting box: Elekt. doğru akım motorlanna yol ver gövde veya kütle tarafından uygulanan basınç için
mek için kullanılan, aralarında dirençler bulunan söylenir. 2) hareketsiz veya denge durumunda oian
kontaklar ve kontak kolundan oluşan bir kutu; di gövdeler, kütleler veya kuvvetler; statik; durağan;
renç kutusu; yol verme direnci; kademeli direnç. karşıtı dinamik. 3) hareket etmeyen veya gelişme
starting button: Marş düğmesi; ilk hareket düğmesi. yen; sükûnette; faal olmayan; sabit; hareketsiz. 4)
Elekt. sürtünme ile üretilen statik elektriğe ait veya
starting cam: Diz. Mot. ilk hareket havası valîlannın
onu belirten. 5) atmosferde radyo alıcılarına müda
açılmasını sağlayan ve onu bir süre açık tutarak, ba
hale eden elektriksel boşalım veya deşarj. 6) böyle
sınçlı ilk hareket havasının silindire verilmesini sağla
boşalımlar tarafından üretilen gürültü veya parazit
yan kam, eksantrik veya kem.
ler.
starting, electric: Mot., Gaz. Türb. bir marş devresi
veya elektrik motoru yardımıyla ilk hareket; elektrik statical: Bkz, static.
enerjisi ile ilk hareket. statically: Durağan veya statik bir şekilde (tarzda).
starting fluid: Diz. Mot. soğuk havalarda kolay ilk ha statically balanced: Statik veya durağan olarak den
reket sağlamak için kullanılan, buharlaşma ve kendi gelenmiş.
liğinden tutuşma noktası düşük olan, çoğu zaman di- statta balance: Dönen bir cisim veya sistemin, ağırlık
etil eter ve silindir yağından oluşan bir kimyasal; ilk merkezi ile dönme ekseninin çakıştığı denge; statik
hareket sıvısı. veya durağan denge; statik balans.
static charge: Statik veya durağan yük; bir maddede
starting gear: Diz. Mot. hava kompresörleri, hava tüp
kalan ve akmayan bir elektrik yükü ya da şarjı; bir
leri, redyusin valf, distribütör, startin valf vb. inden
ipeğe sürtülen cam çubuk ile üretilen elektrik şarjı gi
oluşan donanım; ilk hareket donanımı.
bi.
starting lever: Diz. Mot. ilk hareket kolu veya levyesi.
starting motor: Küçük güçlü, yüksek devirli motorlar static converter: Alternatif gerilimi doğru gerilime dö
da kullanılan ve ilk hareketi sağlayan seri türden bir nüştüren ve hareketli parçaları olmayan bir değiştiri
elektrik motoru; marş motoru; ilk hareket (elektrik) ci veya konvertör; redresör; statik konvertör.
motoru. static electricity: Bir izolatördeki sabit elektrik yükle
starting position: ilk hareket durumu, özellikle ilk ha ri; durağan elektrik; statik elektrik.
reketleri basınçlı hava ile yapılan makinelerde, pisto static equilibrium: Bir cismi etkileyen kuvvetlerin bi
nun üst ölü noktayı az bir miktar geçtiği durum; ba leşkesinin sıfır olduğu denge; statik denge; durağan
sınçlı hava bu durumda silindirlere verilir. denge.
starting rope: Bazı küçük motorları çalıştırmak ama static friction: Fiz. birbirine temas eden hareketsiz iki
cıyla motor kasnağına sanlarak çekilen ip ya da kay katı arasındaki sürtünme; statik sürtünme.
tan; ilk hareket ipi. static head: Manometrik yükseklik; statik yükseklik
starting solenoid: Oto. marş devrelerinde kontak veya yük; metre su sütunu (m.ss) veya milimetre su
anahtari ile marş motoru arasında bulunan bir bo sütunu (mm.ss) türlerinden belirtilir.
bin; devreyi kapatarak marş motorunun çalışmasını static machine: Nispeten yüksek gerilimli elektrik de
sağlar; marş otomatiği; marş solenoiti; solenoit bo polamak için kullanılan sürtünmen bir elektrik maki
bin. nesi; örneğin Vimşurst makinesi; statik (durağan)
starting switch: Mot. ateşleme, özellikle marş devrele makine.
rini çalıştırmak için kullanılan bir anahtar; kontak static pressure: Bir sıvıda serbest olarak hareket
anahtan. eden bir cismin yüzeyine dikey olarak uygulanan ba
starting system: Mot. özellikle ilk hareketi basınçlı ha sınç; statik (durağan) basınç.
va ile sağlanan dizel motorlarında hava kompresörle statics: Hareketsiz veya denge durumunda olan göv
ri, hava tüpleri, kısma valfı, ilk hareket havası, distri deler, kütleler veya kuvvetleri inceleyen mekanik biti
bütör vb. gibi kısımlarla bunlari birbirine bağlayan mi dalı; statik; statik bilimi.
boru devresi, valflar, basınç göstergeleri, güvenlik station: 1) radyo dalgalarını almak veya iletmek üze
supabı vb. inden oluşan devre; ilk hareket sistemi; re donatılmış yer; özellikle bir radyo veya televizyon
ilk hareket devresi. yayını için stüdyolar, ofisler ve teknik donatımlarin
starting valve: Diz. Mot. basınçlı (20-37 bar) havayı si tümü. 2) haritacılıkta ölçümlerin yapıldığı sabit nokta
lindirlere vererek ilk hareketi sağlayan valf; iik hare nirengi. 3) donanma gemilerinin görev için gönderil
ket valfı; Gem. Mak. startin valf; kam mili veya distri dikleri yer ya da bölge. 4a) otobüs veya tren istasyo
bütör sistemi ile çalışan ve silindir kapağı üzerinde nu gibi bekleme yeri; durak, b) böyle yerlerde yolcu
bulunan bir valf. lar için bina veya binalar; istasyon.
s t a t ionary 522 steam
atında
stationary: 1) hareket etmeyen; hareketsiz, sabit; sü olan.
kûnette; müteharrik olmayan. 2) değeri, durumu vb stauroscope: F/z. kristallerin titreştiği polarlanmış ışık
değişmeyen; azalmayan veya çoğalmayan. düzlemlerinin durumunu bulmak için kullanılan bir
stationary arm.: Benz. Mot. distribütör platinlerini cihaz; storoskop.
taşı yan hareketsiz kol; distribütör örsü; sabit kol. stay: 1) çoğu zaman çelik tellerden yapılmış, gemi di
stationary blade: Buh. Türb. hareket etmeyen, rotor reklerini taşımak için kullanılan kalın bir halat; istiral-
çevresinde bulunmayan, türbin keysine bağlı olan ya halatı; vento. 2) istiralya halatı veya halatlan ile
kanat; sabit kanat; hareketsiz kanat; özellikle: a) hız sağlamlaştırmak veya desteklemek. 3) ventoları hare
basamaklı aksiyon türbinlerinde buharın sadece yö ket ettirerek (bir direğin) açısını değiştirmek.
nünü değiştiren kanat, b) reaksiyon türbinlerinde bu stay: 1) alev borulu kazanlarda cehennemlik arka ay
harın basıncını düşüren ve ona hız kazandıran ka nası ile kazanın arka aynasını birbirine bağlayarak
nat. bu kısımların dayanıklığını çoğaltan kısa çelik çubuk
stationary engine: Sabit bir yere yerleştirilmiş buhar lardan herhangi biri; bir ucu cıvata veya perçin başı
türbini, dizel motoru, gaz türbini vb. i gibi bir maki şeklinde ve diğer ucu ise klavuzlu, dairesel kesitli çu
ne; sabit makine; stasyoner makine. buk; masura; staybolt şeklinde de kullanılır. 2) ger
stationary engineer: Sabit makineler, buhar kazanla me veya çektirme cıvatası; payanda cıvatası. 3) ma
rı, havalandırma teçhizatı vb. mekanik donanımın ba sura ile dayanıklığını arttırmak.
kımını yapan ve onu çalıştıran kişi; makine işletme staybolt: Bkz. stay (1
mühendisi; makinist. ).
stationary motor: Bkz. stationary engine. stayed surfaces: Kazan zarfının masura, payanda
stationary parts: Bir ısı makinesi, elektrik makinesi, vb. i tarafından taşınan yüzeyi; masuralı yüzeyler;
motorlar vb. inin esasını oluşturan hareketsiz parça payandalı yüzeyler.
ların tümü; sabit ya da hareketsiz parçalar. stay, girder: Bkz. girder stay.
stationary unit: Sabit kara ünitesi; Bkz. stationary stay rod: 1) buhar kondenserlerinde boru aynalarını
engine. birbirine sıkıca bağlayan uzun, uçları klavuzlu çelik
station w agon: Arka koltukları katlanabilir veya çubuklar, Gem. Mak. payanda veya stey. 2) Bkz. t h
çıkarı labilir ve arka kapağı açılarak kolayca bagaj rough stay,
vb., yük lenebilen bir tür otomobil; pikap; stay, through: Bkz. through stay.
kaptıkaçtı; steyşın vagon. stay tube: Alev borulu kazanlarda hem gazların üze
stationary wave: Aynı amplitud ve aynı frekansta, rindeki ısıyı çevresindeki suya aktaran ve hem de ka
bir madde içinde aynı anda fakat zıt yönde hareket zan ön aynası ile cehennemlik ön aynası arasında
eden iki dalga hareketi tarafından oluşturulan bir dal dayanıklık arttırmak için kullanılan borulardan her
ga şekli; sabit dalga. hangi biri; dış çapı alev borularına eşit ve iç çapı ise
statistic: İstatistik; Nad. Ola. istatistik onlardan küçüktür; payanda borusu.
bilimi. std.: Bkz. standard.
statistical: İstatistiğe ait; istatistik esaslarına göre; steadfast: Sabit; değişmeyen.
ista tistikle ilişkili. steadily: Sabit, değişmez bir şekilde (tarzda).
statistically: 1) istatistikler şeklinde. 2) istatistik steadiness: Sabit veya değişmez olma durumu veya
bilimi ne göre. 3) istatistikler yardımıyla. niteliği.
statistician: istatiksel verileri- düzenleyen, sınıflandı steady: 1) sabit; değişmez; sallanmaz, titremez, sen
ran ve cetvel haline koyan bir kişi veya istatistik uz delemez vb. 2) sabit, muntazam, düzgün veya de
manı ya da mütehassısı. vamlı; değişmeyen, dalgalanmayan, sarsılmayan. 3)
statistics: 1) belirli bir konu hakkında önemli bilgiler kolayca yarılmayan, tahrik edilemeyen veya alt üst
sağlamak için, sayısal türden, düzenlenmiş, sınıflan edilemeyen; sakin ve denetlenir. 4) Den. kaba bir
dırılmış veya cetvel haline sokulmuş veriler veya ger denizdeki gibi, daima dik duran ve başını muhafaza
çekler. 2) bu tür gerçekleri veya verileri düzenleme, eden: Bir gemi için söylenir. 5) Dan. viya böyle; sa
sınıflandırma ve cetvel haline koyma bilimi; istatistik; kin ve kontrollü ol. 6) geminin başını böyle tut: Ser-
istatistik bilimi. dümene verilen emir.
stator: Bir elektrik motoru, dinamo, buhar türbini, steady flow: Sabit bir noktanın hızının değişmediği
santrfüj pompa vb. inde olduğu gibi, döner hareketli veya sabit kaldığı, bu arada partiküllerinin sürekli
parçaya bir mahfaza ya da kapalı hacim oluşturan düzgün harekette olduğu sıvı akımı; viskoz akım;
sabit kısım; stator; hareketsiz veya sabit kısım. düzgün akım.
stator vanes: Gaz. Türb. kendisinden geçen yüksek steady flow system: Viskoz akım sistemi; Bkz. ste
basınç ve sıcaklıktaki gazın basıncını düşürerek ona ady flow.
yüksek hız kazandıran sabit kanatlar; bir tür nozul steam: 1) Orj. Ola. buhar, duman veya herhangi bir
(meme) görevi yaparlar. şeyden çıkan koku veya duman. 2) kaynama nokta
statoscope: 1) çok duyarlı bir aneroit barometre. 2) sına kadar ısıtılan suyun dönüştüğü görünmeyen bu
uçaklarda altitüt, rakım veya yükselti ölçmek için kul har ya da gaz; stim; su buharı: Basınçlı olduğu za
lanılan böyle bir barometre veya bu barometrenin man güç kaynağı olarak ve ısıtmada kullanılır. 3)
değiştirilmiş şekli; statoskop. pencerelerde görülen yoğuşmuş su buharı. 4) bu
statue mile: 5 280 fit'e (1609,344 m'ye) eşit bir uzun har gücü. 5) güç; kuvvet; enerji. 5) ısıtma, tahrik
luk mili; 1 609 m kabul edilir; kara mili. (propulsiyon) vb. için buhar kullanımı; buhar tarafın
staurolite: Alüminyum ve demirin koyu renkli komp dan ısıtılan, işletilen, yürütülen vb. 6) bir boru gibi,
leks silikatı; storelit. buhar kapsayan veya nakleden. 7) buhar ile muame
staurolitic: Storelit'e ait; storelit özelliğinde ya da tabi le edilen; buharın etkisine maruz bırakılan. 8) buhar
s t ea m a ccumula to r 523 s t ea m gene ra t o
r
veya buhara benzer buğu, özellikle buğu çıkarmak.
9) buhar gibi yükselmek; buhar neşretmek veya çı steam
Klaslyuscycle: Karno (Carnot),
(Clausius) vb. i buharRankin (Rankine) veya
çevrimlerinden her
karmak, 10) bir pencere gibi buhar veya yoğuşum hangi biri; stim çevrimi; buhar çevrimi ya da saykılı.
suyu ile kaplanmak. 11) buhar üretmek. 12) buhar steam cylinder: Buhar veya stim silindiri; özellikle pis
gücü İle hareket etmek. 13) neşretmek veya çıkar tonlu pompalarda sıvı silindiri pistonunun çalışması
mak (buhar veya stim). nı sağlayan buhar pistonunun çalıştığı silindir.
steam accumulator: Kazanın üretimi, talebi geçtiği steam cylinder oil. Buh. Mak, silindirlerinin yağlan
zaman enerjiyi depo etmek üzere kullanılan ve talep masında kullanılan, renkleri siyah veya çok koyu ye
arttığı zaman enerji sağlayan bir depo; buhar akü- şil olan ağır viskoz kampavunt (ikili) veya mineral
mülatörü. yağlar; buhar silindiri yağı; Bkz. black oil.
steam-assist atomizer: Buh. Kaza. fuel oil veya akar steam deflector: Gem. Mak. geri hareket (tornistan)
yakıtı taze buhar yardımıyla püskürten atomizör ya türbininin alçak basınç türbini ile aynı keys içinde ol
da börner; buhar püskürtmeli atomizör. duğu makinelerde, ileri buharının geri türbinine gir
Steam and feed water systems: Buharın kazandan mesini önleyen disk; buhar yansıtıcısı; buhar deflek-
çıkıp, makinede iş yaptıktan ve kondansörde yoğuş- törü.
tuktan sonra, tekrar kazana dönünceye dek geçtiği steam distillation: Suda çözünmeyen sıvıların için
devreler; açık, yarı açık veya yarı kapalı ve kapalı den buhar küreleri geçirilerek damıtma yöntemi; bu
devreler olmak üzere üç türlüdürler. harlı damıtma; stimli damıtma.
steam, auxiliary: Yardımcı buhar; Bkz. auxiliary ste steam drier: Buhar kurucutucu.
am. steam-driven: Buharla çalıştırılan (pompa, yardımcı
steam baffle: Buhar perdesi veya bafılı. 1) buhar kon- makine, makine vb.).
denserierinin üst kısmında bulunan ve makineden steam drum: Su borulu kazanların yarısı suya ve di
gelen egzoz buharının kondenser borularına yayıla ğer yarısı buhara ayrılan, yatay, silindir şeklindeki
rak kolayca yoğuşmasını sağlayan perde. 2) Buh. kısmı; buhar dramı; buhar domu; su ve buhar dramı
Kaza. buhar domunda bulunan su boruları veya ar veya domu.
ka hederden gelen haşlak su içindeki buharı ayıran steam, dry: Bkz. dry steam.
ve üzerinde delikler bulunan perde. steam engine: Silindir içindeki pistonun alt ya da üst
steamboat: Buharlı tekne; buharlı gemi; Bkz. steams tarafına, sıra ile verilen basınçlı buhar yardımıyla ha
hip. reket ettiği, mekanik enerji üreten bir makine; buhar
steam boiler: Suyu ısıtıp kaynatarak basınçlı buhar makinesi; pistonlu buhar makinesi; reciprocating
üreten, atmosfere kapalı kap; buhar kazanı; Bkz. bo steam engine olarak da kullanılır.
iler. steamer: 1) buhar gücü ile çalışan, özellikle; a) bu
steam box: Bkz. steam chest. harlı gemi. b) buhar gücü ile yürütülen kamyon ve
steam calorimeter: Yaş buharın kalitesi veya su bu ya otomobil, c) pistonlu buhar makinesi. 2) herhan
harı yüzdesinin saptanmasında kullanılan bir cihaz; gi tür bir gemi.
buhar kalorimetresi. steam, exhaust: Bkz. exhaust steam; egzoz buharı.
steam calorimetry: Kalorimetre ile buharın kalitesinin steam expansion: Buh. Mak. silindire verilen buhar
ölçülmesi; buhar kalorimetrisi. kesildikten sonra, buharın üzerindeki basınç ya da
steam cargo winches: Den. pistonlu buhar makinesi enerji nedeniyle pistonu hareket ettirmesi ve bu ara-*
ile çalıştırılan yük vinçleri; buharlı veya stimli yük da basıncının düşmesi ve hacminin büyümesi; buha
vinçleri. rın genişlemesi; genişleme; ekspansiyon.
steam chest: Buhar makinesi üzerinde, kazandan ge steam-fire apparatus: Bir manifold, bu manifoldu
len buharın toplandığı ve slayd valf Bkz. slide valve kaplayan metal kabin (hücre), mastır valf ve dreyn
yardımı ile silindire verildiği kapalı hücre; Gem. Mak. valftan oluşan bir yangın söndürücü; buharlı (stimli)
slaytkeys; çekmece mahfazası. yangın söndürme cihazı.
steam collection pipe: Kazanların buhar bölgesi bo steam fitter: Buharlı basınç sistemlerinde, örneğin ka
yunca uzanan ve sadece üst tarafında küçük çaplı zanlar, boru devreleri vb. lerinde bakım, onarım ko
delikler bulunan ve emniyet valfı, basınç göstergesi, nusunda uzman olan kişi; mekanik, buhar mekani
stop valflann bağlandıkları boru; buhar toplama bo ği, Gem. Mak. buhar fiter'i.
rusu; iç buhar borusu; dry pipe olarak da kullanılır. steam fitting: Buhar mekaniğinin işi veya görevi; bu
steam condenser: Buhar kondenseri veya yoğuşturu- har tesisatçılığı.
cusu, Bkz. condenser. steam gauge: Buh. Kaza. buhar basıncını göstermek
steam condition: Buharın basınç, sıcaklık, özgül ha üzere kullanılan Bourdon (Burdon) borulu gösterge;
cim, ıslaklık vb. i ile belirtilen durumu; buharın duru ,Gem. Mak. stim geyiç, buhar basıncını bar, atm,
2
mu; buharın konumu. atü, kgf/cm , psi vb. i türlerden belirtir; Bkz. pressu
steam-cooled engine: Buharla soğutulan makine; re gauge.
özellikle küçük güçlü yüksek devirli dizel motoru. steam generator: 1) buharlı bir makine tarafından ça
steam cushion: Buh. Mak. egzoz olayının sonuna lıştırılarak elektrik enerjisi üreten dinamo; buharlı je
doğru, piston henüz kursunu veya strokunu tamam neratör. 2) kapasitesi veya ürettiği buhar miktarı
lamadan önce, slayt valfın portu kapatması sonucu kg/saat olarak çok yüksek olan kazan; buhar ürete
silindirde hapsedilen egzoz buharı; buhar makinele ci; stim jeneratörü. 3) basınçlı su reaktörlerinde, bu
rinin en önemli kayıpları olan buharlaşma ve yoğuş- har üretmek için reaktör soğutucusundan ısıyı ikincil
ma kayıplarını azaltmak için oluşturulur; buhar yastı (sekonder) besi suyuna aktarmak üzere kullanılan
ğı. bir cihaz.
stea m hamme r 524 stea m table s

steam hammer: Buhar makinesi ile çalıştırılan tok bir tesis veya kuruluş; buharlı güç tesisi; Termik
mak veya şahmerdan; buharlı şahmerdan; stimli tok santralların büyük bir bölümü gibi.
mak. steam press: Büyük yolcu gemilerinde çamaşırhane
steam heating system: Düşük basınçlı (3 bara ka lerde kullanılan bir tür ütü; stimli ütü; buharlı ütü; bu
dar) buharın kullanıldığı, boru devreleri, radyatörler harlı pres.
vb. inden oluşan kapalı bir devre; buharlı ısıtma dev steam pressure: Buharın bar, at, atm vb. i türünden
resi veya sistemi. basıncı; buhar basıncı.
steamily: Buharlı bir şekilde veya tarzda. steam prime movers: Buhar türbinleri, pistonlu bu
steaminess: Buharlı olma durumu veya niteliği. har makineleri, buhar motorları gibi, su buhannın ge
steaming: Bir kazanın buhar üretmesi; buhar üretme. nişlemesiyle güç üreten makineler; buharlı güç üre
steaming hours: Kazanın fayrap edildiği ve buhar teçleri.
ürettiği tüm zamanlar; buhar üretme zamanlan. steam quality: Buharın içinde bulunan, onun basınç
steam injector: Taşıntı valfı dışında hareketli parçası ve sıcaklığı ile değişen ve bir kalorimetre ile sapta
bulunmayan, kazanlara yardımcı devreden, işletme nan nem içeriği; buhar niteliği; yüzde türünden belir
basıncından 3-4 bar daha yüksek basınçta su basabi- tilir.
len iç içe nozul ve difüzörlerden oluşan besi (fid) su steam rate: Pistoniu buhar makinesi veya buhar türbi
yu pompası; buhar enjektörü. ninin beygirgücü veya kilovat başına sarfettiği buhar
steam jacket: Buh. Mak. silindir bloku ile silindir göm miktari.
leği arasında bulunan ve içersine taze buhar verilen steam roller: Yol yapımı ve onarımında kullanılan, bu
boşluk; buhar ya da stim ceketi; silindirde yoğuşma- harla çalışan ağır bir araç; buharlı silindir.
yı önler, buharlaşma ve yoğuşma kayıplarını azaltır. steam, saturated: Bkz. saturated steam.
steam lap: Pist, Buh. Mak. slayt valf (çekmece) orta steam separator: Anî yön değiştirerek oluşan merkez
durumda iken veya altta ve üstte buhar portlarını ay kaç kuvvet nedeniyle buharın içindeki yabancı mad
nı miktar kapamışken, üst buhar portu üst kenarı ile deleri, özellikle suyu ayıran cihaz; buhar separatörü;
çekmecenin (slayt valfın) buhar tarafındaki ucu ara buhar türbinlerinin giriş valflarından hemen önceye,
sındaki parça; buhar lebi. buhar giriş tarafına yerleştirilir.
steam lead: Buh. Mak. egzoz olayı sonunda piston steam shield: Sabit kara tesislerinde boğaz glendleri
henüz ölü noktalarından birine varmadan önce, ile türbin mahfazasının rotor tarafına bağlanan ve tür
slayt valfın (çekmecenin) portu buhara açtığı an; bu bine verilen buhann boğaz tarafına geçişini önleyen
har lidi; erken giriş; Gem. Mak. stim lidi. metal çember; buhar kalkanı.
steam lines: Buhar kazanlarından ana veya yardımcı steamship: Buhar gücü (enerjisi) ile yürütülen, maki
makinelere kadar olan boru devresi; buhar devresi; nesi pistonlu buhar makinesi veya yüksek güçlü bu
buhar hattı; stim hattı. har türbini olan gemi; buharlı gemi; stimli gemi; SS,
steam, live: Kazandan çıktığı durumu ile buhar; taze S/S, S.S. kısaltmaları ile belirtilir.
buhar; iş görmemiş veya bir buhar makinesi, nozul steam shovel: Büyük, mekanik olarak işletilen buhar
vb. inde genişletilmemiş buhar; canlı buhar. lı bir kazıcı veya ekskavatör.
steam nozzle: Buharın basıncını düşürerek ona steam sieve: Buhar filtresi, süzgeci veya separatörü;
önemli miktarda hız kazandıran bir parça; buhar me Bkz. steam strainer.
mesi; buhar nozulu; buhar türbinleri, buhar enjektö steam smothering: Gemilerde, özellikle ambarlarda
rü vb. i yerlerde kullanılır. oluşan yük yangınlannın söndürülmesi amacıyla bu
steamotive unit: Bir besi (fid) suyu pompasının verdi har açılması; buharla söndürme; buharla boğma; bu
ği suyun ekonomizörden sonra kazan borularına ve hara boğma.
rilerek buharlı su oluşturan ve bir separatörde ayrı steam smothering line: Buharla söndürme veya boğ
lan yaş buharın yine kazan içindeki borularda kızgın ma devresi; Bkz. steam smothering.
buhara dönüştürüldüğü bir ünite; stimotif ünite. steam space: Alev borulu kazanlarda iç hacmin
steam pipe: Bkz. steam line. 1/3'ü ve su borulu kazanlarda buhar dramının 1/2'-
steam piston: Buhar ile çalıştırılan pompalarda stim sini oluşturan ve fayrap seviyesi üzerinde bulunan
silindiri içindeki piston; buhar pistonu; stim pistonu. hacim; buhar bölgesi; buhar mahalli.
steam plant: Buhar tesisi; buharlı tesis; Bkz. steam steam stop valve: Buh. Kaza. üretilen buharın, stim
power plant. devresine verilmesini veya kesilmesini sağlayan, elle
steam point: Buhar noktası; standart basınçta (101 açılıp kapatılan vana; buhar stop (kesme) valfı; ana
-2
325 Nm veya 760 mm Hg) saf, an ya da damıtık su ve yardımcı devreler üzerinde bulunur.
o
yun kaynadığı sabit bir sıcaklık; 100 C. steam strainer: Buhar türbinlerinin buhar giriş tarafın
steam ports: Pist: Buh. Mak. silindir blokunun planya da bulunan ve perde şeklinde ve delik çaplan 2,38
edilmiş bir tarafında bulunan, alt ve üstteki ikisi taze mm (3/32")'den büyük olmayan separator; buhar
buhara, ortadaki egzoz buharına ait olan üç port; bu süzgeci; buhar filtresi; Gem. Mak. stim streyner,
har portları. steam, superheated: Bkz. superheated steam.
steam power: Buhar yada stim gücü. steam system: Gemilerde kullanılan ana ve yardımcı
steam powered: Buharla çalıştırılan; buharla işletilen; buhar devreleri, ısıtma devresi, türbinlerin boğaz
buharla yürütülen veya tahrik edilen. glend sistemleri, ısıtıcılarin buhar sistemi vb. i sistem
steam power plant: Buhar türbini, pistonlu buhar ma lerden herhangi biri; buhar sistemi; buhar devresi.
kinesi veya her ikisinin kanşımından oluşan bir ener steam tables: Basınca göre su buhannın sıcaklığı, en-
ji veya güç tesisi, sadece ana makineler değil pom talpisi, özgül hacim ve ıslaklık durumu vb. ini sayısal
palar, stokerler, fanlar vb. inin de stimle çalıştırıldığı olarak veren tablolar; buhar tablolari.
steam temperature 525 steer
lamak, sivriltmek veya keskinleştirmek. steel-
steam temperature: Buharın °C ya da °F türünden sı backed: Mot. çelik artlı (yatak vb. i).
caklığı; buhar sıcaklığı. steel-backed babbit: Çelik artlı beyaz metal veya ba-
steamtight: Buhar geçirmeyen; buharın geçmesine bitli (yatak), Bkz. babbit metal.
engel olan (valf vb. gibi). steel belt: Yaklaşık 11,5 m boyunda, 81 cm genişliğin
steam tiller: Dümen yekesine kumanda eden bir pis de ve 0,8 mm kalınlığında soğuk çekilmiş, parlatıl
tonlu buhar makinesi. mış çelik bant; cüruf, fosfat kayası, şeker, kil, dö
steam trap: Buharlı ısıtıcıların, devre dreynleri vb. küm kumu vb. i nemli, yapışkan karışımları taşımak
inin çıkış devresi üzerinde bulunan, yoğuşum suları üzere kullanılır.
nın geçişine müsaade eden, buharı tutan şamandra- steel-blue: Çelik mavisi renge ait.
lı, körüklü, bimetalik vb. i cihazlardan biri; buhar ka steel blue: Tavlanmış çeliğinki gibi, metalik bir mavi.
panı; Gem. Mak. stim trap. steel, cast: Bkz. cast steel.
steam turbine: Yüksek basınçlı buhar ile çalıştırılan steel casting: Türlü çeliklerden yapılan döküm; çelik
makine; genel olarak dakikadaki devir sayılari 3000- döküm.
6600 devir arasında değişen yüksek devirli ma kine; steel, croloy: Yüksek sıcaklığa dayanıklı, süperhiyter-
buhar türbini. lerde kullanılan ve krom kapsayan çelikler; krom mo
steam valves: Yaklaşık 104 bar'dan (1500 psi) küçük libden, paslanmaz krom veya krom-nikel alaşımları
basınçta buhar taşımak üzere kullanılan ve dökme da bu sınıfa girer.
demir veya dövme çelikten yapılan valflar, örneğin steel, forge: Bkz. forge steel. steel-
ana stop valf; buhar valfları; 17 bar (250 psi)'dan kü gray: Çelik grisi renge ait.
çük basınçta ve sıcaklığı 232 °C'den yüksek olma steel grit: Özellikle metal yüzeylere madenî püskürt
yan buhar için valflar dökme demir, demir olmayan me yapılmadan önce, yüzeyin düzeltilmesi için ba
alaşımlar, dökme veya dövme çelikten de yapılırlar, sınçlı hava ile püskürtülen küçük çelik tanecikleri; çe
buhar valfları sınıfına ana stop valflar, manevra valf lik (kum) taneciği.
ları, yardımcı stop valflar, gardiyan valflar vb.i tüm steeliness: Çelik gibi olma durumu veya niteliği.
valflar girmektedir. steel ingot: Çelik fırınlarından erimiş şekilde kalıplara
steam, wet: Bkz. wet steam. akıtılarak, sonradan dövmek veya haddeden geçir
steam-winch: Den. Esk. buharlı gemilerde kullanılan mek üzere orada katılaştırılan döküm; çelik külçe (in
ve küçük bir buhar makinesi ile çalıştırılan makine; got).
buharlı vinç; stim vinci. steel, mild: Bkz. mild steel.
steam windiass: Esas olarak gemi demirini elleçle- steel mil!: Çeliğin yapıldığı, işlendiği ve türlü şekiller
mek, bazan da halatlar için kullanılan ve bir buhar verildiği yer; çelik fabrikası.
makinesi ile çalıştırılan makine; buharlı ırgat; stimli steel plane: Çelik rende.
(demir) ırgatı. steel plate: Saç levha.
steamy: 1) buhara ait; buhar gibi. 2) buharla doldu steel, plate: Levha saç.
rulmuş veya örtülmüş. 3) buhar ya da buhara ben steel plating: Krom kaplamaya benzeyen, ancak
zer buğu yayarı veya neşreden; stimli; buharlı. elektrolitik olarak demirin yığıldığı, daha ucuz ve ko
stearaîes: Stearik asltin metalik tuzları, sabunları ve lay uygulanabilen bir işlem; çelik kaplama.
ya esterleri; stearatlar; hayvansal yağların esas bile steel rule: Çelik cetvel; genel olarak 30 cm boyunda
şenleri. ve 25,5 mm genişliğindedir.
stearic: Stearin veya yağa ait; stearin gibi; stearinden steel tape: Çelik metre.
türeyen; stearik. steel tool bit: Torna tezgâhlarında parça işlemek ve
stearic acid: Mum gibi katı bir yağ asiti; stearik asit, ya paso vermek için kullanılan kalem; çelik torna ka
C 17 H 35 COOH; bir çok hayvansal ve bitkisel yağda lemi.
bulunur ve mum, stearat, sabunlar vb. yapımında steel wire gauge: ABD, tüm çelik tellerin çaplarının
kullanılır. ölçülmesinde kullanılan bir alet; çelik telölçeri.
stearin: Beyaz renkli, kristalli bir madde, gliseril stea steel wool: Temizleme, düzeltme ve parlatma için kul
rat; stearin, (C 1 8 H 3 5 0 2 ) 3 C 3 H 5 ; hayvansal ve lanılan saç gibi çelik teller; bulaşık teli.
bitki sel yağların pek çoğunun katı kısmında steelwork: 1) çelikten yapılmış eşya ya da parçalar;
bulunur. çelik işi. 2) çelikten yapılmış iskelet veya yapı. 3)
stearoptene: Bitkilerden elde edilen bir uçucu yağın Çoğ. çelik fabrikası.
başlıca (esas) katı kısmı. steely: 1) çelikten yapılmış. 2) rengi, sertliği vb. çeli
steatite: Kütle halinde görülen talk; steatit; sabuntaşı; ğe benzeyen.
izolatör yapımında kullanılır. steelyard: Ağırlıklı veya uzun kollu el kantarı; el terazi
steatitic: Sabuntaşına ait; sabuntaşı gibi. si,
stedfast: Bkz. steadfast. steep: 1) batırmak, doyurmak veya işba haline getir
steel: 1) volfram, krom, manganez, nikel, vanadyum mek. 2) içine bir şey batırılmış sıvı. 3) bir sıvıda ıslan
ve molibdenle birlikte % 0-% 1,5 karbon kapsayan ma işlemine uğramak.
demir alaşımı; çelik. 2) belirli bir tür çelik: Seri çelik steeple head: Dik başlı; üçgen başlı veya kafalı: Bir
(karbon yüzdesi yüksek), yumuşak çelik (karbon perçin türü için söylenir.
yüzdesi düşük), orta çelik (karbon yüzdesi vasat) gi steer: 1) dümen yardımıyla (bir gemi veya botu) ida
bi. 3) bir parça çelik; çelikten yapılmış bir şey; özel re etmek. 2) rotasını veya hareketini yönetmek. 3)
likle: a) kıvılcım çıkarmak için çakmaktaşı ile kullanı idare etmek; yöneltmek; denetlemek veya kontrol et
lan çelik parçası, b) bıçak bilemek için kullanılan ka mek. 4) bir gemi, uçak, otomobil vb. ini idare et-
ba yüzeyli çelik; masat. 4) büyük dayanıklık veya
sertlik. 5) çeliğe benzeyen; çeliğe ait. 6) çelikle kap
steerag e 526 s t ereogra ph y

mek. 5) İdare edilmek veya yöneltilmek. 6) dümen


stencilling: Bkz. stencil.
kullanmak.
Sten gun: Ağırlığı 8 libreden (3.6 kg) az olan ve daki
steerage: 1) sevk ve idare etmek. 2) Den. dümen ha
kada 550 atış yapabilen ingiliz yapımı hafif makineli
reketine geminin tepkisi veya reaksiyonu; dümen
tüfek; Sten makineli tüfek.
dinleme, b) yolcular tarafından en düşük ücret öde
steno-: Küçük, İnce, dar anlamlarında bir önek.
yerek işgal edilen yolcu gemisinin bir bölümü; Esk.
stenograph: 1) steno ile yazılmış bir şey. 2) stenoda
geminin dümen donanımının bulunduğu kısım; bu
kullanılan bir simge. 3) steno simgeleri basan klav
gün güverte.
yeli bir makine.
steerageway: Bir geminin dümen dinleyebilmesi için
stenotype: 1) ses, kelime veya cümle şeklinde belirti
gerekli minimum ileri hız.
len sembol veya semboller. 2) bu tür sembolleri ba
steering: Den, dümen tutma.
san klavyeli bir makine; stenotip (Ticarî bir marka).
steering chains: Zincir ve rodlu dümen donanımında
stenotypy: Sesler, sözcükler ve cümleler için sembol
yekeyi çeviren zincir; dümen zinciri.
ler gibi alışılmış harfler kullanılan bir tür steno.
steering engines: 1) Den. dümen donanımını hareke
step: 1) bir makinenin parçasında bir çıkıntı veya ba
te getirmek veya çalıştırmak için kullanılan buharlı,
samak. 2) bir maden veya taşocağında raf yada çı
elektrikli veya elektro-hidrolik dümen makinelerin
kıntı. 3) Den. bir direğin topuğunu taşıyan yükseltil
den biri; dümen makinesi. 2) Oto direksiyon veya di
miş bir platform; ıskaça. 4) İng. portatif merdiven.
reksiyon tertibatı.
step-down: 1) düşüren veya azaltan, özellikle, a) yük
steering gear: 1) gemilerde dümen için kullanılan
sek gerilimli elektrik akımını, alçak gerilimli akıma
kadran dişli, rod ve zincirli, vida türü, telemotor vb.
dönüştüren bir transformatörü belirtir, b) devir düşü
herhangi bir mekanizma veya donanım. 2) Den. dü
ren veya azaltan bir dişliyi ifade eder.
men makinelerinde, dümen dolabının hareketini dü
step-down transformer: Yüksek gerilimi (alternatif
men roduna ileten, çoğu zaman hidrolik bir mekaniz
akımda) alçak gerilimli akıma dönüştüren bir alterna
ma; dümen donanımı. 3) Oto. direksiyon dişlisi.
tif akım cihazı; indirici veya düşürücü trafo veya
steering wheel: Dümen donanımını çalıştırmak üzere
transformatör.
döndürülen kısım, özellikle: a) otomobillerde direksi
stephanite: Gümüşün önemli bir cevheri olan, siyah
yon, b) gemilerde serdümen tarafından kullanılan
bir mineral; gümüş antimon sülfür, stefanit.
veya döndürülen dolap; dümen dolabı.
Stephenson linkage: Pist. Buh. Mak. ileri ve geri ha
steersman: Bir gemi veya botu idare eden kişi; serdü
reketi sağlayan eksantrikler, eksantrik rodları, link
men; genel olarak usta gemici ehliyetli bir gemiada-
ler, çekme (drag) rodlar vb. i parçalardan oluşan bir
mı.
mekanizma; Stefenson link donanımı; stefenson tor
Stefan-Boltzman law: "Siyah bir cismin veya gövde
nistan donanımı.
nin yayıcı gücü, onun mutlak sıcaklığının dördüncü
stepiadder: Portatif veya seyyar merdiven, özellikle
kuvveti ile orantılıdır"; Stefan-Boltzman yasası ya da
üst tarafından menteşeli, kolay taşınabilir, geniş ve
kanunu.
düz basamaklı olan.
Stefan's law: Stefan kanunu ya da yasası; Birim alan
stepped piston: Diz. Mot. güç pistonuna bağlı ve on
daki radyan akıyı (flüksü) sıcaklıkla birleştiren ka
dan daha büyük çaplı ve kendisine uyan bir silindir
nun.
içinde hareket ederek süpürme havası sağlayan pis
stellite: Mekanik ve ısıl gerilmelere çok dayanıklı, ge
ton; kademeli piston; Gem. Mak, step piston.
nişleme katsayısı hemen hemen dökme demire eşit,
step-up: 1) yükseltici; yükselten: Bir transformatör,
supap yuvası yapımında, supap disklerinin kaplan
dişli vb. için söylenir. 2) yükselme, artma: Karbüra-
masında kullanılan % 2,5 karbon, % 30 krom, % 48
tör kapış pompası için söylenir.
kobalt, % 12 volfram, % 7,5 demirden oluşan bir ala
step-up trasnformer: Alçak gerilimi yükselten alterna
şım; stellayt; stellit.
tif akım cihazı; yükseltici transformatör ya da trafo.
St. Elmo's tire: Denizdeki bir gemide, bazan bir dire
step-up jet: Benz. Mot, karbüratör kapış pompası me
ğin çıkıntılı kısmında görülen, aleve benzer bir elek
mesi veya nozulu.
trik boşalması (deşarjı); St. Elmo ateşi.
step-up piston: Benz. Mot, karbüratör kapış pompası
stem: 1a) bazı kilitlerde dişi anahtarın geçtiği ve dön
pistonu.
dürüldüğü yuvarlak mil. b) kol saati kuracağı. 2a)
step-up voltage: Benz. Mot. şarj devresinin bir kon
Den. baş bodoslama, b) bir geminin baş kısmı;- pru
jonktürle denetlenen kademeli gerilim veya voltajı.
va; kafa; baş. 3) bir valfın veya supabın sapı; spind
steradian: Steradyan; katı bir açının ölçüm birimi; r
le şeklinde de kullanılır.
yarıçapındaki bir kürenin merkezindeki yüzeyi tara
stem: 1) durdurmak veya denettefnek; özellikle (bir 2

nehir vb.) baraj yaparak durdurmak ya da denetle fından iki ucunu birbirine bağlamış katı açı A/r ile
2
mek. 2) bir deliği tapalamak, tıkamak veya bastıra belirtilir; küre için tüm alan 4.nr olduğundan, küre
2
rak sıkıştırmak. nin merkezindeki toplam katı açı 47.nr/r veya 4TT
stem post: Den. omurganın, baş tarafta yükselen ve steradyan olur; sr kısaltması ile belirtilir.
3
suyu yaran kısmı; bodoslama; stem bar şeklinde de stere: Metrik sistemde hacmi 1 m 'e eşit olan birim.
kullanılır. stereo-: Katı, sağlam, üç boyutlu anlamlarında bir
stem-winder: Kurmalı saat. önek.
stencil: 1) üzerinde harfler, şekiller vb. bulunan ince stereo: Bkz. stereotype.
kâğıt veya metal kalıp; şablon. 2) böyle bir şablonla stereochemistry: Molekülleri oluşturan atomların ve
yapılan model, harfler vb. ya atom yapılarının gruplarının uzaysal düzenlemesi
stenciler (stenciller): Şablonlar yapan kişi veya şey. ile ilgilenen kimya dalı; stereokimya.
stereography: Bir düzlem yüzey üzerinde katı şekille-
stereoisomerism 527 st if f spri n g
de bulunduğu pelesenkli veya sedervalli kısım; şaft
ri üç boyutlu gösterme sanatı; düzgün olarak tanım kovanı; stern tüyüp; tüyüp; kovan; pervane şaft kova
lanan katıların yapıları ile ilgilenen solit geometri da nı.
lı. stern-tube bearing: Den. kovan şaft yatak; stern tü
stereoisomerism: Atomları veya atom grupları farklı yüp yatakları, a) iki yarım silindir parçası şeklinde
uzaysal düzenlenmiş aktif bileşiklerin optik olarak bronz veya pirinçten yapılıp içine, boyuna pelesenk-
izomerleşmesi. ler döşenen yatak; pelesenkli yatak, b) yine iki par
stereometric: Stereometri tarafından üretilmiş veya ça şeklinde çelikten yapılıp içine vayt metal dökülen
ona ait. ve yağ ile doldurulan yatak; metal yatak; sedervalli
stereometrica!: Bkz. stereometric. yatak, c) metal şel ve lâstikten oluşan ve pelesenkli
stereometrically: Stereometri ile. yatak gibi çalışan yataklar; lâstik yataklar.
stereometry: Katıların hacim ve boyutlarını saptama stern-tube bush: Bkz. stern-tube bearing.
sanatı. sterntube liner: Kovan gömleği veya layneri; Bkz.
stereophonic: Sinema, teyp veya radyoda olduğu gi stern-tube bearing.
bi, iki veya daha fazla kanal kullanarak farklı yönler sternway: Bir geminin geriye doğru hareketi veya tor
den ses vermeye ait veya onu belirten; stereofonik; nistanı.
iki ayrı sesli. stern-wheeler: Kıç tarafındaki padıl pervane (çark, pa-
stereopsis: Stereoskopik görüntü. dılvil) ile yürütülen bir buharlı (sitimli) gemi; kıçtan
stereoscopy: 1) stereoskopik etkiler ve teknikler bili çarklı gemi.
mi. 2) cisimleri üç boyutlu olarak görme. steroid: Bio. Kimy. katı alkoller veya sterol'ierin çev
stereotype: 1) bir kalıptan, tam bir sayfa gibi basıma rimli yapısına sahip olan, steroller, safra asitleri vb.
hazır olarak dökülen tek parça bir metal levha veya ini kapsayan bileşiklerden herhangi biri; steroit.
baskı klişesi. 2) stereotip. 3) stereotipini yapmak. 4) sterol: Bitki ve hayvan dokularında bulunan 27-30 kar
stereotip levhadan baskı yapmak. bon atomlu, karmaşık bir bileşik; sterol; katı alkol, ör
stereotyped: 1) setereotip tabiatında olan. 2) stereo neğin kolesterol.
tip levhadan basılmış, stibial: Antimona ait veya ona benzeyen.
stereotyper: Stereotip yapan (basan, döken) kişi ve stibin: Bkz. stibine.
ya şey. stibine: Üç değerli antimonun hidrürü; stibin, SbH 3 ;
stereotypic: Stereotipi ile üretilen veya ona ait. renksiz, zehirli bir gaz.
steric: Bir moleküldeki atomların uzaysal düzenleme stibium: Antimon; Simg. Sb; Bkz. antimony.
siyle ilişkili. stibinite: Kurşun grisi renkli, çoğu zaman kristalli ve
steric: Bkz. sterical. antimonun başlıca cevheri olan doğal antimon trisül-
sterile: 1) hiç üretmeyen veya çok az üreten; kısır. 2) für; stibnit, Sb 2 S3
canlı organizmaları veya mikropları olmayan; steril. .
sterility: Steril veya mikropsuz olma durumu veya ni stick: 1) Hava. boyuna ve yana doğru olan hareketle
teliği. ri kontrol etmek için kullanılan bir levye; manevra ko
sterilization: Mikropsuz yapma; mikropsuzlaştırma. lu; joy stick olarak da kullanılır. 2) Den. bir direk ve
sterilize: Büyük ısı ve kimyasal etki ile canlı organiz ya direk parçası. 3) sivri uçlu bir aletle delmek veya
malardan temizlemek; steril ya da mikropsuz yap delik açmak. 4) delik açarak bağlamak. 5) yapıştıra
mak. rak bağlamak. 6) yerleştirmek; koymak.
sterilizer: Mikropsuz hale getiren ya da sterilize eden sticky: 1) yapışkan; yapıştırıcı. 2) yapıştırıcı madde
kişi veya şey; özellikle ısı veya kimyasal etki ile canlı ile kaplı. 3) nemli.
organizmaları, mikropları tahrip eden bir cihaz. stiction number: Bkz. stiction temperature.
stern: 1) bir gemi veya botun arka tarafı, pupası veya stiction temperature: Yüksek güçlü, ağır devirli ve
kıçı. 2) herhangi bir şeyin arka tarafı veya ucu. ağır fuel oillerle çalışan dizel motorlarında yanma sı
stern bearing: Bkz. stern tube bearing. rasında oluşan vanadyum ve sodyum tuzlarının belir
stern chase: Den. diğerinin dümen suyunu veya pu li oranlardaki bileşiklerinin yanma sıcaklığı nedeniy
pasını izleyen bir gemi. le eriyerek alaşım çelikleri ve dökme demiri aşındır
stern chaser: Bir geminin kıç tarafına yerleştirilmiş ve dıkları sıcaklık; stikşın sıcaklığı.
geriye ateş etmek için kullanılan top. stiff: 1) bükülmesi zor; katı; sert; esnek olmayan. 2)
sternforemost: Kıça veya kıç tarafa doğru: Gemi için hareket etmesi veya çalışması zor; kolayca eğilip bü
söylenir. külmeyen. 3) gergin; sıkı. 4) sıvı veya gevşek değil;
stern light: Den. pupa feneri. kalın; yoğun. 5) kuvvetli, özellikle: a) hızlı olarak ha
sternmost: 1) pupa veya kıç tarafa en yakın. 2) en reket eden. b) yüksek potansiyel. 6) zor; güç. 7) ko
gerideki. lay veya doğal olmayan. 8) Den. taşınan açılmış yel
sternpost: Bir teknenin pupasında yukarı doğru, ço ken miktarı veya rüzgârın kuvvetine rağmen yana
ğu zaman dümeni taşıyan ana parça; kıç bodosla yatmayan veya eğilmeyen (gemi). 8) Den. GM'i bü
ma. yük olduğundan yalpaya düştüğü zaman çabuk dü
stern shaft: Den. kovan içinde dönen ve pervaneye zelen veya hızlı ve sert yalpa yapan (gemi); karşıtı
bağlı olan şaft; kovan şaftı; Gem. Mak. sternşaft; pe tender (ship).
lesenk, lâstik veya metal bir yatak içinde döner. stiffener: Gem, İnş. perde, ambar ağzı vb. i yerlerin
stern sheets: Açık bir teknede kıç taraftaki alan. dayanıklıklarını arttırmak için kullanılan profillerden
sternson: Den. iç omurgayı kıç bodoslamaya bağla herhangi biri; stifner; dayanıklık arttırıcı (profil).
yan eğri parça; kıç praçolu. stiff ship: Bkz. stiff (8).
stern tube: Den, şaftın pervaneye bağlı kısmının için stiff spring: Diz. Mot. endikatör cihazı kutularında bu-
stiff sp ri n g diagra m 528 stoppe r

lunan ve silindirlerden kapalı p-V diyagramı almak stoichiometry: 1) herhangi bir kimyasal tepkimede
için kullanılan ve cihaza takılan yay; sert yay. elementlerin atom ağırlıkları ve ağırlık ilişkilerinin
stiff spring diagram: Sert yay takılan bir endikatör ci saptanması. 2) birleşimdeki elementlerin ilişkilerini,
hazı ile alınan diyagram; kapalı (p-V) diyagramı; özellikle miktarsal ilişkilerini inceleyen kimya bilimi
sert yay diyagramı; silindirde üretilen gücü hesapla dalı; stokiyometri.
mak için alınır. stoke: Kariştırmak ve yakıtla beslemek; fayrap etmek
2
stilb: 1 mum/cm 'ye eşit olan bir yüzey aydınlatma (ateş, külhan, ocak vb. ini). 2) bakmak (ocak, kül
birimi. han, kazan vb. ine).
stilbene: Boya yapımında kullanılan kristalli bir kar Stoke's law: Viskoz bir sıvı içindeki katı bir cismin ha
bonlu hidrojen; stilben C6 H5 CH:CHC 6 H5 . reketine direnci açıklayan kanun ya da yasa; Stok
stilbestrol: Türlü östrojenlerin kaynağı olan sentetik yasası.
bir hormon: stilbestroi; Simg. C 18 H 20 O stokehold: Bir gemide kazanların bulundukları oda
2. ya da bölme; kazan dairesi; Bkz. stokehole.
stilbite: Sodyum, kalsiyum ve alüminyumun doğal su stokehole: 1) bir ocak ya da kazana yakıtın verildiği
lu silikatı; zeolit minerali; stllbit; Na2Ca- kısım; fayrap kapağı: külhan kapağı. 2) bir gemideki
Al 2 Si 6 0 1 6 .6H 2 0. gibi, külhan veya kazanın ön tarafında, fayrapin yö
still: 1) içinde bir sıvının buharlaştırıldığı ve buharların netildiği yer. 3) Bkz. stokehold.
yoğuşturulduğu bir alet; imbik; damıtma cihazı; disti- stoker: 1) bir gemi, buharlı lokomotif vb. inde olduğu
lasyon cihazı 2) damıtmak; takdir etmek; imbikten gibi, özellikle bir buhar kazanında külhan veya oca
geçirmek. ğa bakan kişi; ateşçi. 2) bir külhan veya ocağı kö
stili alarm: Telefon ve siren dışındaki bir araçla veri mür vb. i ile besleyen mekanik bir cihaz; stoker.
len yangın alarmı. stoker-fired: Küçük parçalar halindeki kömürü kazan
Stillson wrench: Mak, boruları gevşetmek, sıkmak ocaklarına veren veya onları besleyen mekanik bir
vb. için kullanılan bir anahtar; boru anahtarı (Ticarî cihaz; stokerle fayrap; stokerli fayrap.
bir marka). stone: 1) İng. 14 librelik (6,328 kg'lık) bir ağırlık biri
stir: Özellikle hafif olarak hareket etmek, sallamak, mi; st kısaltması ile belirtilir. 2) bir taş iie parlatmak,
çalkalamak. 2) durumunu hafif olarak değiştirmek. bilemek vb.
3) karıştırılmak. 4) bir kaşıkla karıştırmak. stone cutter: Taş kesen ve şekil veren makine; taş iş
Stirling cycle: Term, gazın sıcak kaynaktan ısı aldığı leme makinesi.
ve sabit hacim onu soğuk kaynağa verdiği ve dolayı stonework: 1) duvarcılık veya kuyumculuktaki gibi,
sıyla iki sabit hacim eğrisi ile iki izotermden oluşan taş işleme sanatı veya işlemi, taşçılık. 2) taştan yapı
bir gaz çevrimi, Störling çevrimi. lan bir şey; özellikle duvarcılık; duvarcı işi. 3) Çoğ,
Stirling engine: 1845 yılında yapılan Störling çevrimi taşların kesildiği ve işlendiği yer; taş atelyesi.
ne göre çalışan, 50 bhp üreten, yakıt harcamı 0,7684 stony: 1) bir çok taşla kaplanmış; bir çok taşa sahip
kg /ihp-saat ve çalışma sıcaklığı 66°-344°C (150°- olan. 2) taşa ait; taş gibi; özellikle: a) sert. b) soğuk;
650°F) olan bir sıcak hava makinesi; Störling sabit; katı.
makinesi. stop: 1) kapamak veya tıkamak (bir kanal, yol vb.
stirrup pump: Yangın söndürmek için kullanılan bir ini); geçilmez yapmak; mani olmak. 3) doldurmak,
el pompası. tamponlamak veya kapamak (delik, oyuk, açıklık,
stitch welding: Sürekli yüksek hızda çalışacak şekil ağız vb.). 4) bir mantar, tıpa vb. ile (şişe veya diğer
de dizayn edilmiş nokta kaynağı makinesi ile yapı bir kabı kapamak). 5) engellemek; tıkamak. 6) çalış
lan kaynak; dikiş kaynağı; gaz ve sıvı sızdırmaz bağ masının durmasına neden olmak (bir makine vb.
lantılar elde etmek için uygulanır. inin). 7) çalışmasına engel olmak. 8) mekanik bir arı
stithy: 1) örs. 2) demirhane; demir imalâthanesi. za ve yakıt yokluğu nedeniyle çalışmasını kesmek.
stock: 1) yağlama yağı ve yakıtlarda kullanılan bir vis 9) tıkalı olmak. 10) stop etme veya stop edilme. 11)
kozite birimi; stok. 2) marangoz rendesinin, kesici bı otobüs vb. i durağı. 12) stop eden herhangi bir şey;
çağının takıldığı gövdesi. 3) tüfek, ateşli silâh, maki engel veya mani; özellikle: a) tıpa ya da tıkaç, b)
neli iüfek veya diğer seri atış yapan bir silâhın nam stop ya da dur komutu ya da emri. c) Den, dümenin
lusunu taşıyan metal ya da ağaç kısmı; kundak. 4) (37,5 dereceden daha fazla) viyadan alabandaya git
diş açan veya kesen lokmayı tutan bir tür anahtar. mesini önleyen parça; tampon, d) hareketi sınırla
5) Çoğ. yapımı sırasında bir gemiyi taşıyan ahşap kı yan, durduran veya ayar eden mekanik parça (saat
zak. veya ırgat kastanyolası gibi), 13) Den. bir şeyi emni
stock car: 1) hayvan taşımak için yapılan demiryolu yete almak için kullanılan bir parça ince halat. 14)
vagonu. 2) aşırı doldurmalı veya süperşarjlı makine Foto. bir objektifin, çoğu zaman ayarlanabilir deliği.
si olan ve profesyonel yarışlarda kullanılan herhangi stopcock: Bir sıvının akışını denetlemek veya durdur
bir otomobil; yarış otosu. mak için kullanılan bir valf veya musluk.
stockhole: Kömürlüklerin güvertedeki ağzı: Kömür ya stop lamp: Bkz. stop light (2).
kan gemiler için söylenir. stop light: 1) trafik ışığı, özellikle araçların durduğu
stockpile: Gerektiği zaman kullanılmak üzere biriktiri nu belirten kırmızı ışık. 2) taşıt araçlarının arkasında
len, yığılan veya depo edilen yedek mal, ham mad olan ve fren yapıldığı zaman yanan lâmba veya ışık.
de vb. i; stock pile şeklinde de yazılır. stoppage: Tutukluk; durma veya durdurma.
stock room: Yedek parça deposu; malzeme ambarı. stopper: 1) durduran veya durmaya neden olan kişi
stoicheiometry: Bkz, stoichiometry. veya şey. 2) bir deliği tıkamak için sokulan şey; tıpa;
stoichiometric: Stokiyometri'ye ait. tapa; tıkaç. 3) bir tapa veya tıkaçla kapamak.
stoichiometrical: Bkz. stoichiometric.
stopping 529 strainer
stopping: Stop etme; durma: Ticaret gemilerinin ileri
(ambarlara) yerleştirmek.
giderken durma zamanı ve mesafesini belirtmek için
kullanılır. stowage factor: Herhangi bir yükün bir tonunun ft 3
stopping condenser: Bir devrede alternatif akımın
geçmesine müsaade eden, fakat doğru akımın ak veya m 3 türünden kaplayacağı hacmi belirten ve
masına engel olan bir kapasitans veya kondansatör. is tif için gerekli lahta, ambalaj vb. ini de kapsayan
stopping potential: Fotoelektronlar veya terminlerin sa yı; istif etkeni; istif faktörü.
dışarıya doğru olan hareketlerini durduran yeterli bir stowage space: Yükün istif edildiği hacim; yükün istif
potansiyel farkı; durdurma veya stop etme potansiye leneceği yer; özellikle yük ambarı.
li. S.T.P.: Standart sıcaklık ve basınç kısaltması; Bkz.
stopple: Bkz. stopper. standard temperature and pressure; 0°C ve 760
stop valve: Klavuzlu bir rot ve el tekeri yardımıyla dis mm cıva yüksekliği.
kinin yuvasına yaklaştırılıp uzaklaştırıldığı ya da yuva STR: Denizaltı ısıl reaktörü; Submarine Thermal Re
sına oturtulduğu valf; stop valf; yağ, su, yakıt, buhar actor sözcüklerinin baş harflerinden oluşturulmuş
vb. devrelerinde kullanılır.
tur; ilk nükleer ABD denizaltısına uygulanan reaktör;
stop valve, auxiliary: Yardımcı buhar devresi üzerin
bu tür reaktörlerde fizyonun neden olduğu nötronlar
de bulunan, yapısı ana stop valfa benzeyen, fakat öl
ısıl enerjidedirler; reaktör soğutucusu yüksek basınç
çüleri daha küçük olan bir valf; yardımcı stop valf.
ve sıcaklıktaki sudur.
stop valve, main: Ana buhar devresi üzerinde bulu
nan bir stop valf; ana stop valf; Bkz. stop valf. straight: 1) tüm boyunca aynı yöne sahip oları; eğri
slop watch: Çok anî olarak çalıştırılan veya stop edile lik veya açısallığı olmayan; düz; doğru. 2) bükülme
bilen, saniyenin yüzdelerini gösteren bir tür saat, yen, dalgalı olmayan vb. 3) Mot. tüm silindirleri dik
kronometre. ve sıra ile dizilen. 4) doğrudan; sapmayan; sürekli;
storage: 1) depolama veya depolanma. 2) yiyecekle kesilmeyen. 5) katışıksız; saf; kirlenmemiş
rin depo edilmesi için kullanılan yer ya da hacim; ar straight angle: 180 derecelik açı.
diye. 3) ardiye ücreti. 4) bir akümlatörün şarj edilme straightedge: Düz çizgiler çizmek ve düzlem yüzeyle
si. 5) Bilgisay. bellek; hafıza. ri denemek için kullanılan bir kenarı tam düz olan
storage battery: Şarj sırasında elektrik enerjisini kim bir tahta parçası; cetvel.
yasal enerji olarak depo eden, deşarj ya da boşal straighten: Doğru veya düz yapmak veya olmak.
ma sırasında dış devreye akım veren doğru akım straight-line: 1) doğru hatlar veya çizgilerden oluşan.
elektrik üreteci veya kaynağı; batarya; akümlatör. 2) düz çizgi veya çizgilerle düzenlenmiş parçalara
storage cell: Elektrik akımı üreten ikincil (sekonder, sahip olan.
talî) bir pil; bir akümlatör ünitesi; akümlatör gözü ve
straight run gasoline: Kraking veya diğer dönüşüm
ya hücresi,
yöntemleri kullanılmaksızın ham petrolden damıtma
storage tank: Gemilerde kullanma amaçlarına göre
yolu ile elde edilen, oktan sayısı düşük benzin.
isimlendirilen ana depolama, servis, gravite, dinlen
dirme veya temizleme tanklarından herhangi biri; de straight thread: Bir silindir üzerinde oluşan diş; düz
polama tankı. diş.
store: 1) gerektiği zaman kullanılmak üzere bir şeyin straght tube boiler: Bazı alev ve duman borulu ka
stoku; yedek. 2) malzemenin depo edildiği yer; de zanlarla heder türü su borulu kazanlar gibi, boruları
po; ambar. 3) büyük bir sayı veya miktar; mebzul; düz olan ya da kıvrık olmayan buhar kazanlarından
çok bol. 4) gerektiği zaman kullanılmak üzere depo biri; düz borulu kazan.
etmek. 5) malzeme ile doldurmak veya donatmak, straight tubes: Alev ve heder türü kazanlarda kullanı
6) emniyetli koruma için antrepoya koymak. lan borular; düz borular; alev ve payanda boruları
stored energy: Term, bir sistemin maddesi içindeki ile su borularının tümü; karşıtı bent-tubes: Kıvrık bo
enerji veya erke; yığılmış enerji. rular.
storehouse: Eşyaların depo edildikleri yer; depo; an
strain: 1) çekmek ya da germek. 2) son haddine ka
trepo; ambar.
dar kullanmak, sarfetmek (güç vb.). 3) kuvvet, ba
storekeeper: Ambar veya ambarlardan sorumlu kişi;
sınç vb. ile yaralamak veya zayıflatmak. 4) dış bir
mağazacı; ambarcı; ambar memuru; kumanyacı.
kuvvet uygulayarak şeklini ve ölçüsünü değiştirmek;
storeroom: Eşyaların depo edildikleri oda; ambar;
sandık odası; Den. portuç; kumanyalık. deformasyon. 5a) bir perde, elek, filtre vb. inden ge-
storm valve: Bkz. flap valve. girmek; süzmek; filtre etmek, b) fiitreleme ile çıkar
stove: 1) odaları ısıtmak, yemek pişirmek vb. için ya mak veya gidermek. 6) zorlamak; mecbur etmek. 7)
rarlanılan, yakıtlar veya elektrik enerjisi ile çalışan büyük bir stres (gerilme) veya basınç etkisinde kal
bir araç; soba; elektrik sobası; fırın, ocak. 2) imal mak. 8) kuvvetle çekmek. 9) süzmek, sızdırmak ve
edilmiş şeyleri kurutmak veya bitki yetiştirmek vb. ya damla damla akmak. 10) zorlama; zor. 11) büyük
için kullanılan herhangi ısıtılmış bir hücre ya da oda. çaba veya gerginlik. 12) burkulmak; burkmak. 13)
stovepipe: Soba, fırın veya ocakta oluşan gazları at gerilme; stres; zor. 14) gerilme veya zor ya da her
mosfere taşıyan boru; soba borusu. ikisi nedeniyle şekil ve ölçüdeki değişme. 15) birim
stow: 1) istif etmek; iyi bir biçimde paketlemek. 2) is uzunluktaki deformasyon, bozulma ya da bozunma.
tif; iyi bir biçimde paketleme. 3) Den. sarmak: Yel
strain elipsoid: Gerilme altındaki küçük bir küreden
ken için söylenir. 4) Arg. durmak; durdurmak.
oluşan br elipsoit; gerilmen elipsoit.
stowage: 1) istif edilmiş. 2) yükleme veya istif etmek
için bir oda, yer ya da ambar; istif yeri. 3) istif mikta strainer: 1) liftin uskur gibi, bir şeyi germek için kulla
rı. 4) istif etme; yükleme. 5) yük ya da eşyaları türle nılan bir cihaz. 2) süzen, eleyen veya kalburdan ge
rine uygun bir biçimde ve yer kaybettirmeden, gü çiren, özellikle akaryakıt veya yağlama yağlarını te
venli bir biçimde ve geminin dengesini bozmadan mizleyen, deniz suyu içindeki yabancı maddeleri tu
tan bir cihaz ya da araç; elek, kalbur, filtre, streyner,
kevgir vb.

Teknik Sözlük - F. 34
straine r elemen t 530 stri a

strainer element: Bir filtre veya streynerde 0,07-0,08 streamline: Hava, su vb. içinde hareket ederken, en
mm boyutlarından büyük tüm yabancı maddeleri tu az direnç oluşturabilecek şekilde yapılmış olan (ge
tan kısım; filtre, süzgeç veya streyner elemanı. mi, uçak vb. i).
strain gauge: 1) şekil değiştirmeyi (deformasyonu) streamlined: Dış şekli aerodinamik ilkelerine göre ya
ölçmek için kullanılan cihaz; uzama ölçeri; Gem. pılmış (uçak, füze, bot vb.); hava direncine karşı
Mak. streyngeyiç. 2) yüksek güçlü, ağır devirli dizel çok kolay hareket edecek şekilde yapılmış olan.
motorlarında krank kollarının paralelliğini ölçmek streamline flow: Bir sıvının tanecikleri (partikülleri)
için kullanılan bir ölçü cihazı; deflekşın geyiç. arasında değişmez ilişki olan, düzgün bir sıvı akımı;
strain meter: Deformasyon veya şekil değiştirme mik viskoz akım; laminer akım.
tarını ölçmek için kullanılan bir cihaz; deformasyon street car: Çoğu zaman raylar üzerinde giden, belirli
ölçer; Bkz. strain gauge. bir yol takibeden, toplu taşımacılık yapan elektrikli ta
strait: 1) sınırlayıcı veya sıkıştırıcı, dar; sıkı; sınırlan şıt aracı; tramvay.
mış. 2) sıkı; sert; çok kuvvet ve enerji tükettiren. 3) street railway: Tramvay yolu; tramvay rayı.
zor; güç. 4) Nad. Ola. dar bir kanal veya geçit. 4) strength: 1) kuvvetli olma durumu veya niteliği; kuv
Çoğ. iki geniş su kütlesini birleştiren dar su yolu; bo vet; güç; şiddet. 2)stres, gerilme vb. ine direnme gü
ğaz; geçit. cü; dayanıklık; sertlik. 3) hücuma dayanma gücü;
straiten: 1) dar yapmak; sınırlamak; daraltmak. dayanıklık; sertlik. 4a) tepki ya da etki üretme gücü.
strake: Geminin bir ucundan diğer ucuna kadar uza b) böyle etkileri üretmek için büyük kapasite. 5) ses,
nan bir sıra sürekli kaplama; borda kaplaması. renk, koku vb. inin şiddeti. 6) dayanıklık kaynağı.
strake, shear: Bkz. shear strake; siyer saçı. strengthen: Dayanıklığını, gücünü veya kuvvetini ar
strand: 1) halat oluşturmak için birlikte bükülen ip, lif, tırmak; daha kuvvetli yapmak veya olmak; takviye et
tel vb. i demeti; flasa; halat kolu. 2) kollan birlikte mek.
bükerek (halat vb.) şeklini vermek. 3) kol ya da kol strength of current: Akım şiddeti; bir elektrik devre
larını ya da flasalarını koparmak (halat vb. inin). sinde akan akımın amper türünden şiddeti.
strap: 1) metalden yapılmış ve bağlamada kullanılan streptomycin: Penisiline benzeyen, belirli küflerden
herhangi yassı, dar bir parça Gem. Mak. strap. 2) elde edilen ve türlü hastalıkların tedavisinde kullanı
Buh. Mak. eksantrik pulileri (diskleri), eksantrik roda lan antibiyotik ilâç; streptomisin.
bağlayan, iki yarım daire şeklinde ve dövme çelikten stress: 1) gerilme; basınç, özellikle: a) bir gövdeye
yapılan iki parçadan biri; eccentric strap olarak da uygulanan ve onun şeklini bozan veya deforme
2 2
kullanılır. 3) ustura bilemede kullanılan kayış; ustura eden kuvvet, b) çoğu zaman lbs/in veya kgf/cm
kayışı. 4) kayış ile bağlamak. 5) kayış ile dövmek. 6) olarak böyle bir basıncın direnci. 2) tansiyon; bası.
kayış ile bilemek (usturayı). 3) üzerine zor, basınç veya gerilme yüklemek.
strap, eccentric: Bkz. eccentric strap. stress; bending: Eğilme gerilmesi.
strass: Sentetik mücevher yapımında kullanılan par stress, compressive: Uygulandığı yerde veya bölge
lak kurşun camı; elmas takliti cam. de, yoğunlukta değişiklik üretmek için birim alana
strata: Bkz. stratum. yöneltilen kuvvet; bası gerilmesi.
stratal: Katman ya da katmanlara ait. stress concentration: Gerilme veya stres yığılması
stratified: Kat, kat; tabaka tabaka. ya da yığılımı.
stratosphere: Yaklaşık 10 mil veya 16,09 km yükselti stress corrosion: Stres ya da gerilmeden kaynakla
den başlayarak iyonosfere (40 km'ye) kadar uza nan korrozyon; stres korrozyonu; Bkz. corrosion.
nan, Dünya atmosferinin üst parçası; stratosfer; tüm stress distribution: Gerilme ya da stres dağılımı.
yükseltilerde hemen hemen sabit sıcaklık sürer. stress-relief opening: Buh. Türb. rotor disklerinin
stratum: Bir maddenin yatay bir katmanı veya bir kıs çevrelerine yakın, kanat köklerinin hemen alt tarafla
mı; özellikle biri diğeri üzerinde uzanan kısmı; taba rında (radyal olarak) bulunan deliklerden herhangi
ka ya da katman. biri; gerilmeyi giderme deliği; stres gideren delik.
stray flux: Bir elektrik makinesinin akım kaçağı. stress, safety: Emniyet gerilmesi; emniyet stresi.
stray radiation: Radyasyon etkisinde cisimlerden ve stress, shearing: Birbirlerine paralel düzlemlerin gö
ya doğrudan radyasyonlardan gelen ve hiç bir yara reli hareketini üretmek için, paralel takım olarak dü
rı olmayan radyasyonları kapsayan; kaçak radyas zenlenmiş, düzlemlerin birim alanlarına teğetsel ola
yon. rak yöneltilen kuvvet; kesme gerilmesi.
stream: 1) özellikle Dünya yüzeyinde akan su veya di stress, tensile: Bir yüzeyin birim alanına dikey olarak
ğer sıvıların akım ya da akıntısı; özellikle küçük bir yöneltilen kuvvet; çeki gerilmesi.
nehir; akarsu; çay; dere. 2) herhangi bir sıvı ya da stress, torsional: Tork veya burulma yükü uygulandı
akışkanın (soğuk hava akımı) veya enerji ışınlarının ğı zaman bir cismin herhangi bir noktasında görülen
(ışık akımı) düzgün akımı veya hareketi. 3) sürekli kesme gerilmesi; burulma gerilmesi.
veya düzenli bir şekilde hareket etmek. 6) hızlı bir stretch: 1) uzatmak (el, kol vb.). 2) daha büyük ölçü
şekilde hareket etmek. 7) genişlemek; yüzmek; uç de yapmak için çekmek. 3) uzamak. 4) normal sınır
mak veya dalgalanmak. 8) akmaya neden olmak. ların ötesine yayılmak. 5) verilen bir mesafenin ötesi
streamer: 1) uzun, dar, kurdeleye benzer herhangi ne uzamak. 6) herhangi bir esnek madde gibi, daha
bir bayrak; flama; Den. flandra. 2) ufuktan yukarı büyük ölçüye kadar büyütmek. 7) gerilme. 8) kesinti
doğru genişleyen veya yayılan ışık ışını veya akımı. siz süre veya zaman.
streaming potential: Bir kılcal boru veya bir diyafram stretchy: Uzayabilir; esnek veya elâstik.
dan (membrandan) basınç altında geçen bir sıvı akı stria: 1) dar bir oyuk veya kanal. 2) ince bir çizgi,
mı tarafından üretilen potansiyel farkı. özellikle paralel bir kaç çizgiden biri.
s t ria t e d 531 strontium
striated: Paralel çizgilerle işaretli; çizgili. veya mütevanıp hareket; özellikle makinenin yarım
stricken: içeriği veya muhtevası tepesine kadar olan: devrine eşit olan ve bir ölü noktadan diğer ölü nokta
Bir kap için söylenir. ya kadar piston tarafından alınan yol ya da mesafe;
strickle: 1) tırpan, orak vb. lerini bilemek için kullanı strok; kurs; piston seyri. 2) pistonlu makineler ve
lan bir alet. 2) dökümcülükte, kalıba şekil vermek pompalarda: a) alt ve üst ölü noktalar arasındaki di
için kullanılan eğik kenarlı, tahtadan yapılmış per key mesafe, b) dış ve iç ölü noktalar arasındaki (ya
dah aleti. tık makinelerde) yatay eksen yönündeki mesafe. 5a)
strict: 1) kesin; tam; dakik. 2) gevşek değil; sıkı. 3) Den. bir filikanın kıç tarafı veya pupasına en yakın
mutlak veya salt. 4a) fark ya da sapmaya izin verme olan kürekçi; hamlacı, b) bu kürekçi tarafından kap
yen; kural ve kuralları büyük bir dikkatle izleme, b) lanan yer; hamla.
sıkı; gergin. stroke-bore ratio: Mot. piston strokunun silindir çapı
strike: 1) sürtme ile tutuşmaya neden olmak: Kibrit na oranı; strok-çap oranı; ağır devirli dizel motorla
için söylenir. 2)sürtme ile üretmek (ışık vb.). 3) keş rında 1,25-1,85 orta devirlilerde 1,0-1,5 ve yüksek de
fetmek, deldikten sonra bulmak: Petrol için söylenir. virlilerde 1,18-1,30 ve karbüratörlü makinelerde ise
4) tutuşturmak veya tutuşmaya neden olmak. 5) zen 1,1-1,15 değerlerini almaktadı.
gin petrol, kömür, maden cevheri yatakları bulmak. stroke-cycle ratio: Diz. Mot. dakikadaki devir sayısı
6) Den. mayna, arya, hisa veya mezestre etmek (yel nın, 1 dakikada oluşturulan çevrim sayısına oranı;
ken, bayrak vb.). 7) metal kaplamacılığında ilk ince z = n/k (n = devir sayısı, k = çevrim sayısı): Tek etki
yığılma. 8) ilk yığılmayı yapmak için kullanılan elek li iki zamanlı makinelerde z = 1, dört zamanlı tek et
trolit. 9) greve gitmek. kili makinelerde z = 2, iki zamanlı ve çift etkili maki
striking potential: Bir elektrik arkını başlatmak için nelerde z = 0,5 değerlerini alır.
gerekli potansiyel farkı (gerilim veya voltaj). stroke volume: Pistonlu makineler ve pompalarda,
string: 1a) bağlamak, çekmek, düğümlemek vb. için pistonun bir ölü noktadan diğer ölü noktaya kadar
kullanılan bir parça tel, deri vb. ya da çok ince seri taradığı hacim, b) bir silindirde ölü noktalar arasın
2
veya bükülmüş liflerden ince bir ip; küçük (bir par daki hacim; strok hacmi: V d = (7r.D /4).L eşitliğin
ça) sicim, kalın ip; çok ince halat; sicim, b) ayakka den bulunur (D = silindir çapı, m ve L = piston stro-
bı bağı. 2) ip, sicim vb. ile bağlamak, düğümlemek, ku, m), c) piston depiesmanı veya kurs hacmi.
çekmek, asmak vb. 3) takviye etmek; sıkıştırmak ve stromeyerite: Gümüş ve bakırın sülfürü olan, parlak,
ya germek. 4) sıra halinde düzenlemek. gümüş grisi renkli bir mineral; stromeyerit, (Ag-
stringer: 1) bir reaktörün kalkanında açılan deliği ka Cu)2 C.
patan ve bazan aktif bölgeden geçen uzun bir sis strong: 1) fiziksel olarak güçlü; kuvvetli; büyük kas
tem. 2) Gem. İnş. boyuna kuşak; stringer; dayanıklık gücüne sahip olan. 2) güçlü olarak yapılmış veya in
profili. şa edilmiş; dayanıklı; metin. 3) bir çok doğal kayna
strip: 1) bir malzemenin dar uzun bir parçası; şerit. ğa sahip; sağlık, sayı ve teçhizatta güçlü: Kuvvetli or
2) bir katının uzun, dar bir yüzeyi.3) bir somun, cıva du gibi. 4) güçlü etkiye sahip olan. 5) zayıf ya da su
ta veya vida dişi ile sıkıştırma. 4) bir dişlinin dişini kır landırılmamış: Kuvvetli ya da koyu kahve gibi. 6) du
mak. yuları kuvvetle etkileyen; tadı, lezzeti, kokusu şiddet
strip mining: Yeryüzüne yakın olup, tünel açmak yeri li: Kuvvetli ışık, kuvvetli koku vb. 7) derecesi veya ni
ne, hemen toprak kaldırılarak kömür çıkarma yönte teliği yoğun: ılımlı olmayan. 8) hızlı ve kuvvetle hare
mi. ket eden: Kuvvetli rüzgâr gibi.
stripped atom: Elektronlarla çevrelenmemiş bir atom strong acid: Sulu bir çözeltide tümü ile iyonlaşan bir
çekirdeği. asit; kuvvetli asit.
stripped engine: Bkz. bare engine. strong alkaline oil: Diz. Mot. kükürt kapsayan fuel
stripper: Bkz. stripping pump. oil- lerle çalıştırılan makinelerde yanma sırasında
stripping: 1) kimyasal ve elektriksel olarak bir metal oluşan asitleri nötrleştirmek için kullanılan ve TBN
üzerinden birikintilerin çıkarılması. 2) petrolden hafif sayısı 70 (70 mg KOH/g) olan silindir yağı; kuvvetli
fraksiyonların çıkarılması. 3) bir kumaştan boyanın alkalin yağ.
çıkarılması. strong electrolyte: Kuvvetli asitler, kuvvetli alkaliler
stripping pump: Büyük miktarda akaryakıt elleçlenen ve tuzlar kapsayan bir elektrolit; kuvvetli elektrolit;
gemilerde servis tanklarını temizlemek, su ve tortuyu çözeltide tam olarak iyonlaşan bir elektrolit, b) bir
çamur veya slop tanklara vermek üzere kullanılan tu çözeltide tümü ile iyonlaşan bir madde.
lumba; striping pompası; besleme (buster) ve trans strontia: 1) bir dereceye kadar kirece benzeyen, be
fer (aktarma) pompaları, ana tanklar için striping yaz ince bir toz; stronsyum oksit, SrO. 2) stronsyum
pompası görevi yaparlar. hidroksit, Sr(OH)2; stronsya.
stroboscope: Hızlı aralıklarla sık olarak hareketli bir strontian: Özellikle bileşik şeklinde stronsyum.
gövdeyi ya da cismi aydınlatarak onun periyotlarını strontianite: Doğal stronsyum karbonat, SrC0 3 ; be
incelemek için kullanılan bir cihaz-; stroboskop. yaz, yeşilimsi veya grimsi bir mineral.
stroboscopic: Stroboskop'a ait veya onun tabiatında strontic: Bkz. strontium.
olan. strontium: özellikleri bakımından kalsiyuma benze
stroboscopical: Bkz. stroboscopic. yen ve sadece bileşikler şeklinde bulunan gümüş be
strobotron: Stroboskop için kısa aralıklarla yüksek yazı renkli, kırılgan, metalik kimyasal bir element;
şiddette ark sağlamak için kullanılan özel, soğuk ka- stronsyum; stronsyum bileşikleri kırmızı bir alevle ya
totlu bir gaz tüpü; strobotron. nar ve havai fişek yapımında kullanılır; nükleer silah
stroke: 1) Meka. bir dizi sürekli, çoğu zaman eksenel ların patlaması sırasında öldürücü, radyoaktif strons-
strontium 532 subbituminous

yum (stronsyurn 90) oluşur; Simg. Sr, at. ağ. 87,63;


stuff: 1) bir şeyin yapılabilmesi için gerekli madde ve
ai.no. 38.
ya malzeme; hammadde. 2) esas parça. 3) herhan
strontium 90: Nükleer silahların patlaması sırasında
gi bir madde. 4) değersiz maddeler; atıklar. 5) bir şe
oluşan öldürücü, radyoaktif stronsyurn izotopu; küt
yin içini doldurmak. 6a) tıkamak; tapalamak, b) boğ
le numarası 90 olan izotop; stronsyurn 90.
mak.
strop: Ustura ağzını bilemek için kullanılan kayış; us
stuffing: Rot, valf vb. i boğazlarındaki yuvalara konu
tura kayışı; ustura kayışı ile bilemek.
larak buhar, gaz, akışkan vb. inin sızmasına engel
strophanthin: Beyaz veya soluk sarı renkli, zehirli,
olan parça; salmastra.
kristalli bir bileşik;strofantin, C 31 H 48 O 12 ; kalp uyarı
stuffing box: Mak. piston rot, slayt rot, pervane şaftı
cısı olarak kullanılır.
structural: 1) yapıya ait; yapısal; yapı ile belirtilen. 2) vb. i parçaların boğaz vb. i boyunca su, yağ, yakıt,
yerkabuğunun yapısındaki değişimler nedeniyle ve buhar vb. inin sızmasını önleyen bir düzenek; sal
ya bu değişimlere ait; tektonik. 3) yapım veya inşaat mastra kutusu; Gem. Mak, stafinbaks.
ta kullanılan. stuffing box gland: Gem, Mak. salmastra kutusunda
structural formula: Bir moleküldeki atomların düzeni ki salmastraları sıkıştırarak buhar, gaz vb. i akışkan-
ni gösteren bir formül; yapısal formül. larnı kaçışına veya sızmasına engel olan parça; sal
structurally: Yapıya göre; yapı bakımından. mastra kutusu glendi.
Etructura! steel: Bina, köprü vb. inin yapımı için hazır stuffing tube: Bir kablo veya Küçük bir boru için su
lanan ve şekil verilen çelik; yapı çeliği. geçmez perdelerde Kullanılan ve onu sızdırmaz ya
structure: 1) yapma ya da imal tarzı; inşaat; yapılış. pan bir boru; salmastralı boru.
2) baraj yapımı gibi, yapılmış veya inşa edilmiş bir stuffy: 1) havalandırılması iyi olmayan; az miKtarda
şey. 3) bir bütünün tüm parçalarının düzenlenmesi; taze havaya sahip olan; kapalı. 2) soğuk algınlığı ne
organizasyon veya yapı tarzı. 4) parçalardan oluşan deniyle burun kanalları tıkalı olan.
bir şey. 5} bina; yapı. stull: Maden ocaklarında çökme, çöküntü vb. ini önle-
structure, atomic: Bir atomun çekirdek ve onu çevre meK için kullanılan türlü taşıyıcı veya desteklerden
leyen elektronlardan oluşan iç yapısı; atomsal yapı; herhangi biri; maden direği.
atomik yapı. sturdy: 1) mukavim; tahammüllü; dayanıklı. 2) kuvvet
structure, molecular: Bir moleküldeki atomlar ve on li; sağlam.
ları birarada tutan değer (valans) bağlarının düzeni; style: 1) mum tabletleri üzerine yazı yazmak için kul
moleküler yapı. lanılan keskin, ince uzun, sivri uçlu bir alet. 2) şekli
structure, nuclear: Bir atom çekirdeğinin iç yapısı; ve kullanılışı bakımından benzer olan aletlerden her
nükleer yapı. hangi biri; özellikle: a) dolma kalem, b) yakma iğne
strum box: Gem. Mak. süzgeç kutusu: Sintine için si; hakkak iğnesi, c) pikap iğnesi, e) haKKâk kalemi.
3) bir şeyi yapma yolu; tarz; stil. 4) tür; cins.
söylenir.
strut: Bir yapının iki parçasını birbirine bağlayan bir stylet: Tıp. yaraları kontrol etmek için Kullanılan kÜ
çubuk veya mil; payanda; destek. ÇÜK bir operatör sondası.
strut bearing: Den, gemi dışında pervane şaftını taşı styliform: Şekli operatör sondası ya da miline benze
yan ve tekneye bağlı, payandalı metal bir yatak. yen.
strychnine: Kargabüken ve ona akraba bitkilerden el stylograph: Konik ve sivri ucu olan bir dolma kalem;
de edilen çok zehirli, renksiz, kristalli bir alkaloit; stilograf; stilo.
striknin. C 2 1 H 2 2 N 2 0 2 ; küçük bir dozda, sinir styrene (inhibited): Sıv. Yük. stiren; sinamen; fenileti-
sistemi uyarıcısı olarak kutlanılır. len; stiren monomer; vinil benzen; yangın tehliKesi
stuck: Yapışmış, sıkışmış veya yerinde veya yuvasın olan, aromafik kokulu, saydam, renksiz, fosfor pen-
da tutmuş (piston segmanı, piston vb.) toKsit, demir klorür vb. i maddelerle temas ettiğinde
stuck rings: Mot. Kurum ve yağlama yağından olu şiddetle polimerleşen ve insan sağlığı için zararlı,
şan yapışkan artıklar nedeniyle yuvasında sıkışmış doymamış aromatik ailesinden, nem emmeyen bir sı
veya yapışmış piston segmanları. vı; kimyasal simgesi, C6 H5 CH:CH 2 ; 20°/20°C'de
stud: 1) zincirlerde olduğu gibi, baklaların arasında öz.ağ. 0,907-0,908; k.n, 145,2°C; d.n.-30,63°C; suda
bulunan lokma; zincir lokması. 2) saplama; her iki çözünmez; 25°C'de viskozitesi 0,8 cP, gemilerde
ucuna diş çekilmiş başsız cıvata. çevre sıcaklığı ve atmosfer basıncında taşınır; orga
stud bolt: Her iki ucu klavuzlu veya diş çekilmiş, dai nik sentezlerde, özellikle kauçuk ve plâstiklerin yapı
resel Kesitli bir çubuk; saplama cıvata; saplama; so mında kullanılır,
ğutucu, ısıtıcı, kondenser, silindir kapağı vb. cihazla styrolene: Bkz styrene.
rın bağlanmasında kullanılan çelik parçalar. subacid: Hafifçe ekşi veya ekşice (bazı meyvalar gi
student temp: Işık ışınlarının yönü ayarlanabilen bir bi).
okuma lâmbası; öğrenci lâmbası. subarid: Bir atomn esas parçası ya da
studio: 1) sinema filmlerinin profesyonel olarak üretil kısmı.
diği yer; stüdyo. 2) radyo ve televizyon programları subatomic: Atomdan küçük veya bir atomun bir par
nın üretilmesi ve yayınlanması için özel olarak plân çasını oluşturan.
lanmış oda veya salonlar; stüdyo. subbase: Bir temelin en alçak yatay kısmı; Gem.
stud puller: İri başlı çivi çektirmesi. Mak. alt karter.
stud tube: Buh, Kaza. üzerinde yüzlerce küçük çivi subbituminous: Bazan siyah linyit adı verilen, odu-
ya da pin bulunan ve Kirpiye benzeyen boru; çivili numsu yapısı linyite benzeyen, hava etkisinde kaldı
su duvarı borusu; çivili boru. ğı zaman bozunan, dikkatle depolanması gereken,
% 35-% 45 uçucu madde ve % 17-% 20 nem kapsa
yan bir kömür.
subcentral 533 succinic acid
subcentral: Merkeze yakın veya altında olan. submersed: Suya batırılmış; su altında kalan; özellik
subchloride: Nispeten küçük oranda klor kapsayan le su altında büyüyen.
bir klorür. submersible: Wad. Ola. denizaltı; fonksiyonlarını sür
subcooled liquid: Katılaşmaksızin normal donma dürerek su altında kalabilen.
noktası veya sıcaklığının altına kadar soğutulmuş sı submersible machine: Belirli bir zaman ve basınç ko
vı; alt soğutulmuş sıvı. şulunda suya batırıldığı zaman başarı ile çalışacak
subcooling: Katılaşmaksızin normal donma noktası şekilde yapılmış bir makine, su pompası vb. i; dalgıç
ve sıcaklığının altına kadar soğutma; alt soğutma. makine.
subcritical: Üreme sabitesi, değişmesi veya konstantı submersible pump: Dalgıç motoru veya pompası;
Vden küçük olan ve dolayısıyla bir zincirleme tepki Bkz. submersible machine.
meyi kendi kendine besleyemeyen reaktör; kritikaltı submersion: Sualtında bırakma ya da bırakılmış.
-7 -5
(reaktör). submicron: Çapı 5x10 ile 2x10 cm arasında olan
suberic: 1) şişe mantarına ait. 2) şişe mantarının ok bir tanecik ya da partikül.
sitlenmesi ile veya diğer kaynaklardan elde edilen di- submicroscopic: Mikroskopla görülemeyecek kadar
bazik bir asiti (CH 2 ) 6 (C0 2 H) 2 belirtir. küçük.
suberin: Şişe mantarından elde edilen mum gibi yağ submultiple: Bir sayı veya miktarı (niceliği) tam ola
lı bir madde; suberin. rak bölen, artık bırakmayan bir başka sayı; tam bö
suberine: Bkz. suberin. len; 3 sayısı 12'nin tam bölenidir.
suberize: Bot. hücre duvarlarında suberin oluşumu subnormal: Normal altı; normalden az.
ile şişe mantarına dönüşmek. suboceanic: Okyanus tabanının altında olan veya
suberose: Mantarımsı; şişe mantarına benzer görü meydana gelen.
nüşte. suboxide: Küçük oranda oksijen içeren bir oksit.
subindex: Mate, bir sayı, harf vb. i altına, sağ alt tara subset: Bilgisay. Alt küme.
fına konulan bir sayı veya şekil; indis: A3.Ya gibi, bu subside: 1) dibe batmak veya düşmek; tortu gibi çök
rada 3 ve a indistir. mek. 2) daha aşağı düzeye batmak. 3) daha az ak
sublimate: 1) süblimleştirerek (bir maddeyi) temizle tif, gürültülü veya şiddetli olmak; sessiz olmak.
mek veya damıtmak. 2) arıtmak ya da damıtmak. 3) subsonic: Sesin havadaki hızından daha az bir hızı
süblimleşmeye uğramak. 4) süblimleştirilmiş; süblim belirtir (ses hızı 340 m/s'dir); ses altı hızda (olan).
leştirme ürünü. substance: 1) bir şeyin gerçek veya esas parçası ya
sublimation: 1) süblimleştirme işlemi. 2) süblimleş da elementi; madde; öz; gerçek. 2) bir şeyi oluştu
me ürünü. 3) sıvı haline gelmeksizin katıdan gaza ran fiziksel madde; malzeme. 3) belirli bir tür mad
veya gazdan katı duruma dönüşme; süblimleşme. de.
sublimation pressure: Verilen bir sıcaklıkta buharlaşı- substantial: 1) maddeye ait; maddeye sahip olan;
cı bir katının, katı-buhar dengesinin basıncı; süblim maddesel. 2) gerçek; hakiki; muhayyel olmayan; ci-
leşme basıncı. simsel. 3) kuvvetli; katı; dayanıklı. 4) önemli miktar
sublime: 1) sublime yapmak. 2) doğrudan ısıtarak da; bol: geniş. 5) önemli kıymet veya değere ait;
(bir katıyı) gaz haline getirmek ve buharlarını yoğuş- önemli.
turarak tekrar katı hale getirerek arıtmak; süblimleş substitution: Bir bileşikteki bir ya da daha fazla hidro
tirmek. 3) böyle bir arıtma işlemine uğramak; süblim jen atomunun diğer atomlarla yer değiştirmesi.
leşmek. substitution alloy: Esas kristal yapısı değişmeksizin,
submachine gun: Otomatik veya yarı otomatik, taşı bir elementin atomlarının, diğer elementin atomları
nabilir, kısa namlulu bir tüfek; hafif makineli tüfek. ile yer değiştirdiği bir meta! alaşımı.
submarine: 1) su altında, özellikle deniz altında olan, substraction: Aritm. bir sayıdan diğer bir sayının çıka
yaşayan, kullanılan veya taşınan. 2) su altında çalı rılması işlemi; çıkarma işlemi; çıkarma ya da çıkarıl
şabilen bir tür savaş gemisi; denizaltı. 3) denizaltı ile mış; özellikle iki sayı veya miktar arasındaki farkı bul
torpido hücumu yapmak. mak için uygulanan matematik işlemi.
submarine chaser: Şu bombaları taşıyan ve hafif gü substractive: 1) çıkarmaya eğilimli. 2) çıkarmaya
verte silahları ile donatılmış küçük, hızlı bir devriye muktedir. 3) eksiltici; eksi (-) işareti olan; eksi işaret
gemisi; avcı botu. li.
submarine engine:Denizaltı (ana) makinesi; su üs substratosphere: Dünya yüzeyinin 5,63 km (3,5 mil)
tünde dizel motoru veya buhar türbini, su altında üstünden 11,263 km'ye (7 mile) kadar olan atmosfer
iken akü bataryaları ile çalışan ağır devirli elektrik kısmı, atmosferin hemen altında olan atmosfer kat
motoru ve nükleer denizaltılarda buhar türbininden manı.
oluşan makine. substructure: Taşıyıcı olarak görev yapan kısım veya
submerge: 1) su altına yerleştirmek; su vb. ine batır yapı; temel; döşek; favundeyşin.
mak (daldırmak). 2) üstünü örtmek, gizlemek. 3) su subtangent: Mate. bir eğri üzerindeki bir noktanın or
vb. inin altına batırmak veya daldırmak. dinat! ve bu noktadaki teğet arasını kapsayan apsis
submerged bilge pump: Den. emercensi durumlar ekseninin bir parçası; alt teğet.
da kullanılan ve güverteden de çalıştırılabilen sintine subulate: İnce bir noktaya doğru konikleşen; biz şek
tulumbası; sintine dalgıç pompası. linde.
submergence: Su altına yerleştirme; su altına yerleş subway: 1) yeraltı yolu veya kanalı. 2) yeralı treni,
tirilmiş; su altında kalan. metro.
submergibla: Suya batırılabilir; su altında kalabilir. succinic acid: Sentetik olarak alkol fermantasyonu sı
submerse: Bkz. submerge. rasında elde edilen ve kehribar, linyit ve bir çok bitki-
succinite 534 sulfonation
sugar of lead: Kurşun asetat Bkz. lead acetate;
de bulunan, tıpta ve organik sentezlerde kullanılan renk siz, kristalli ,sabitleştirici ve damarları büzücü
renksiz, kristalli dibazik asit; süksinik asit, olarak kullanılan kurşun bileşiği, Pb (C 2 H 3 0 2 ) 2 .
(CH 2 C0 2 H) 2 . 3H 2 0 .
succinite: Süksinik asit veren fosil reçine; amber; sugar of milk: Süt şekeri; laktoz.
kehribar. sugary: 1) şekere ait; şeker kapsayan. 2) şeker gibi;
suck: 1) emmek, içine çekmek vb. 2) kısmî vakum tatlı.
oluşturarak su, hava vb. ini çekmek ya da emmek. sulf- (sulph-): Kükürt kapsayan anlamında bir önek.
3) sıvı yerine hava çekmek. 4) emme sesi yapmak; sulfadiazine: Belirli pnömökok, streptekok ve stafilo-
Arızalı bir pompa için söylenir. 5) emme işi; emme koklara karşı, tedavide kullanılan bir sülfa ilâç; sülfa-
etkisi veya kuvveti; emme. diazin, C 10 H 10 N 4 O 2
sucrase: Sükrozu hidroliz ederek glükoz ve früktoza S.
çeviren bir enzim; sükraz, sulfaquanidine: Türlü bağırsak hastalıklarının tedavi
sucrose: Şeker kamışı, şeker pancarı vb. inde bulu sinde kullanılan, süifa türünden bir ilâç; sülfaguani-
nan kristal şeker; sükroz, C12H22O11. din, C 7 H 1 0 N 4 O 2 S.H 2 O.
sucîion: 1) emme işi veya işlemi. 2) bir kap veya yü sulfamezarine: Sülfadiazin'in metil türevi olan, daha
zeyde vakum veya kısmî vakum üretimi. 3) bu şekil çabuk emilen ya da absorbe edilen, sülfa türünden
de üretilen emme kuvveti. 4) emme nedeni. 5) em bir ilâç; sülfamezarin, C 10 H 10 N 4 O 2 S .
me ile çalışan veya işleyen. sulfamethylthiazole: Özellikle stafilokoklardan olu
suction head: Çalışma sırasında bir pompa üzerinde şan bulaşıcı hastalıkların tedavisinde kullanılan, sül
sağlanan basınç; emme hedi. fa türünden bir ilâç; sülfametiltiazol, C 1 0 H 1 2 N 3 O 2 S.
suction lift: Emme yüksekliği: Pompalar için söylenir. sulfanilamide: Streptokoklardan gelen bulaşıcı hasta
suction period: Havanın bir kompresör ya da dizel lıklar, septisemi vb. inin tedavisinde kullanılan, be
motoru silindirine emildiği süreç; emme periyotu; yaz kristalli bir bileşik; sentetik kömür-katran ürünü;
emme süreci. sülfanilamit.
suction pump: Valflarla donatılmış pistonlar tarafın sulfapyrazine: Belirli pnömökok, streptekok ve stafllo-
dan üretilen emme ile su çeken bir pompa; emme kokların oluşturdukları hastalıkların tedavisinde kulla
pompası; emme tulumbası. nılan sülfa türünden bir ilâç; sülfapirazin,
suction screen: Bkz. suction strainer. C 10 H 10 N 4 O 2 S .
suction strainer: Bir pompanın alıcı (emme) tarafına sulfapyridine: Özellikle zatürrenin tedavisinde kulla
yerleştirilen sepet türünde ve aralıkları çok küçük ol nılan sülfa türünden bir ilâç; sülfapiridin,
mayan ve esas amacı pompayı korumak olan filtre; C 11 H 11N 3 0 2 S .
emme filtresi; emme streyneri. sulfarsenide: Sülfür (kükürt) ve arsenit'in çift tuzu.
suction stroke: Pompaların silindirleri içersine hava sulfasuxidine: Özellikle bağırsak ve idrar yollan has
veya herhangi bir akışkanın emildiği strok ya da talıklarının tedavisinde kullanılan sülfa türünden bir
kurs; emme stroku; giriş stroku ya da kursu; Motor ilâç; sülfasüksidin, C 1 3 H 1 3 N 3 O 5 S 2 (Ticarî bir mar
larda silindir içine temiz hava veya hava-yakıt karışı ka).
mının emildiği strok; 8ta. intake stroke. sulfate: 1) sülfürik asitin bir tuzu; sülfat. 2) sülfürik
suction valve: 1) pistonlu (sıvı, hava vb.) pompaları, asit veya bir süifa! ile muamele etmek. 3) sülfata çe
pistonlu kompresörler, pistonlu süpürme havası tu virmek. 4) sülfat tabakası oluşmasına neden olmak
lumbaları gibi, pompalarda sıvı veya havanın maki (akümlatör plakaları veya elektrotları üzerinde). 5)
ne silindirlerine girmesini sağlayan valf veya supap; sülfatlaşma.
piston tarafından üretilen vakum ile açılırlar. 2) do sulfathiazole: Özellikle zatürre ve stafilokok hastalık
ğal emlşli motorlarda hava ya da hava-yakıt karışımı larının tedavisinde kullanılan sülfa türünden bir ilâç;
nın silindirlere emilmesini sağlayan supap; emme sülfatiazol, C 9 H 9 N 3 0 3 S 2 .
süpapı. sulfation; Bir akümiatörün plâkalarında biriken ve
suds: 1) sabunlu su. 2) sabunlu su yüzeyindeki kö akünün verimini düşüren kurşun sülfat tabakası; sül
pük;.sabun köpüğü. fatlaşma.
sudsy: Köpükle dolu; bol köpüklü; köpüklü. sulfatize: Kavurarak (sülfür, kükürt cevherleri vb. ini)
sufficient: Yeterli (nicelik veya nitelik); kâfi: Tuzu çö sülfatlara çevirmek veya dönüştürmek.
zündürmek için su yeterliydi veya tuzu eritmek için sulfid: Bkz. sulfide.
yeterli su vardı, gibi. sulfide: Kükürtün başka bir element veya kökle yaptı
suffuse: Bir sıvı, ışık, renk vb. gibi yayılmak. ğı bileşik; sülfür.
sugar: 1) çoğu zaman kristalli, tatlı bir madde; şeker, sulfite: Sülfüroz asitin bir tuzu; sülfit.
C 1 2 H 2 2 0 1 1 ; başlıca şeker kamışı ve şeker sulfitic: Sulfite ait; sülfit gibi veya sülfit kullanımı.
pancarın dan elde edilir, besin ve tatlılaştırıcı sulfo-: İki değerli kükürt, kükürtle yer değiştiren oksi
madde olarak kullanılır cane sugar, beet sugar, jen, sülfonik veya sülfonil grubuna sahip anlamların
saccharose, suc rose şekillerinde de kullanılır. 2) da bir önek.
disakkaritier, mono- sakkaritler gibi tatlı, çözünür, suifonal: Uyku verici ilâç olarak kullanılan renksiz,
kristalli karbonhidratlar kristalli bir madde; sülfonal, (CH ) C(S0 .C H ) .
3 2 2 2 5 2
sınıfının herhangi biri. 3) şekerle karıştırmak. 4) şe sulfonamide: Tek değerli bir radikal (-SO NH ) kap
2 2
kerle tatlandırmak. sayan, sülfatiazol veya sülfapiridin gibi, sülfa türü
sugar beet: Bot, şeker pancarı. ilâçlardan herhangi biri; sülfonamit; türlü bakteriyel
sugar cane: Sof. şeker kamışı. hastalıkların tedavisinde kullanılır.
sugarhouse: Şekerin üretildiği yer; şeker imalâthane sulfonate: Sülfonik asitin esteri; sülfonat.
si; şeker fabrikası. sulfonation: Bir karbon zinciri veya çemberinde bir
s ul f on e 535 s umm e r gas olin e

hidrojen atomu için -S0 2.OH grubu kullanma; sülfo-


siz veya koyu kahverengi, nemli havalarda duman
nasyon.
oluşturan, inorganik, nem emen, dayanıklı sıvı veya
sulfone: S0 2 kökü veya radikali kapsayan bileşikler
katı bir asit; Simg. H 2 S0 4 .S0 3 ; 15,5°C'de öz.ağ.
grubunun herhangi biri; sülfon.
1,9-2,1; k.n. %2 3 S0 3 kons. için 135°C ve % 66
sulfonic: Tek değerli asit grubuna (S0 3 H) ait veya
SO3 kons. için 60°C; d.n. % 45 S0 3 kons. için
onu belirten.
35°C; suda tümü ile çözünür; 2l°C'de Visk. 1 pu-
sulfonic acid: OH grubunun değiştirilmesi ile sülfürik vaz'ın altında, gemilerde, konsantrasyonlarına bağlı
asitten türeyen ve sülfonik grubu (-S03H) kapsayan olarak çevre sıcaklığı veya üzerinde ve atmosfer ba
herhangi bir asit; sülfonik asit. sıncında taşınır.
sulfonium: Trietil sülfonium kökü (C 2 H5 )3 S-gibi, üç
sulfuric acid (spent): Sıv. Yük. sülfürik asit (etkisiz);
alkil kökü ve bir atom kükürtten oluşan tek değerli
diğer yüklerle reaksiyona giren, korozif, nem emici,
bir elektropozitif kök; sülfonyum.
kaynama noktasına kadar çok dayanıklı, bu nokta
sulfonmethane: Bkz. sulfanol. dan sonra ayrışarak asit buharı ve kükürt trioksit ve
sulfonyl: Tek değerli bir kök, S0 2 ; sülfonil. ren, insan sağlığı için zararlı, inorganik bir asit;
sulfur: Kibrit, kauçuğun vulkanize edilmesi, kağıt, ba
Simg.H 2 S0 4 , öz.ağ., k.n., d.n., suda çözünürlük ve
rut, böcek öldürücü, sülfürik asit vb. yapımında kul
viskozite karışımın yapısına göre değişmektedir; ge
lanılan soluk sarı renkli, metal olmayan, kristalli kim
milerde çevre sıcaklığı ve atmosfer basıncında taşı
yasal bir element; kükürt; Simg. S; at.ağ. 32,06;
nır.
at.no.16; sulphur şeklinde de kullanılır.
sulfurize: Kükürt ve kükürt bileşiği ile birleştirmek,
sulfurate: 1) kükürte ait; kükürte benzeyen; kükürt
muamele etmek veya doyurmak.
kapsayan. 2) kükürtle birleştirmek veya muamele et
sulfur (molten): Sıv. Yük. kükürt (erimiş); kendine
mek.
has kokulu, nem emmeyen, dayanıklı, gazları insan
sulfurator: Kükürt dumanı ile beyazlatmakta kullanı
sağlığı için zararlı, kehribar sarısı renkli bir sıvı veya
lan bir cihaz; sülfüratör.
sarı-kahverengi bir katı; Simg.S; 130°C'de öz.ağ.
sulfur bacteria: Enerjisini kükürtlü bileşiklerin redük-
1,8 ve katı olduğu zaman 2,0; k.n. 444°C; d.n.
lenmesinden elde eden bakteriler; kükürt bakterileri.
115°C (160°C'de tekrar viskoz olur); suda çözün
sulfur content: Diz. Mot. yakıtlarda bulunan yüzde tü
mez; gemilerde 138°-160°C (maks.200°C) sıcaklık
ründen kükürt miktarı; yanma sırasında silindirde ve atmosfer basıncında taşınır.
S0 3 ve dolayısıyla H 2 S0 4 oluşturduğu için makine
parçaları için zararlı bir element olduğundan dizel sulfurous: 1) özellikle dört değerli kükürte ait veya
yakacaklarında kükürt oranı % 3'den fazla olmamalı bu tür kükürt kapsayan .2) koku, renk vb. bakımın
dır; sulfur percentage şeklinde de kullanılır. dan yanan kükürt gibi; süifüroz; sulphurous şeklin
de de yazılır.
sulfur dioxide: Sıv. Yük. kükürt dioksit; susuz sülfü-
sulfurous acid: Sadece tuzları ve sulu çözeltileri bili
roz asit; susuz süifüroz; sıvılaştırılmış, korozif, insan
nen renksiz bir asit; süifüroz asit, H2 SO3 ; kimyasal
sağlığı için zararlı, kendine has kokulu, renksiz, ba-
ayıraç, beyazlatıcı, ilâç vb. i olarak kullanılır.
zan açık kahverengi, saydam, asid anidrit ailesin
den, nem emici ve dayanıklı bir sıvı ya da gaz; sulfur percentage: Kükürt yüzdesi: Akaryakıtlar, özel
30°C'de öz.ağ. 1,3556; k.n.;10,0°C; d.n.-75°C; suda likle fuel oilier için söylenir.
20°C'de % 10 oranında çözünür; viskozitesi belli de sulfur trioxide (stabilized): Sıv. Yük. kükürt trioksit
ğil; gemilerde çevre sıcaklığı veya altında ve atmos (dengelenmiş); "Sulfan"; sülfürik anidrit; çok sayıda
fer basıncı veya üzerindeki basınçlarda taşınır. yük ile tepkimeye girebilen, sıvı halinde iken ve bu
harları çok paslandırıcı, tahriş edici ve hoş olmayan
sulfureous: 1) kükürte ait; kükürt gibi; kükürt kapsa
kokulu, nem emici, polimerleşmeye çok eğilimli, in
yan. 2) yeşilimsi sarı.
san sağlığı için zararlı sıvı veya kristalli bir asit anidri-
sulfuret: 1) sülfür. 2) kükürt ile birleştirmek veya do
ti; Simg. SO3 ; 30°C'de öz.ağ. 1,88 ve 40°C'de 1,83;
yurmak ya da işba haline getirmek.
k.n.44,8°C; d.n. 16,8°C; suda şiddetli bir tepkime ile
sulfuric: Kükürte, özellikle altı değerli kükürte ait ve
çözünür; 30°C'de viskozitesi 1,59 cP; gemilerde
ya bu kükürtten kapsayan; sülfürik. 0
30°-35 C'de ve hafifçe pozitif basınçta taşınır; sıcak
sulfuric acid (% 70-% 100 cons.): Sıv. Yük. sülfürik lık 27°C'ye düştüğünde, oldukça kısa bir süre içinde
asit (% 70-% 100 konsantrasyonda); çok etkin, diğer polimerleşir.
yüklerle reaksiyona giren, keskin kokulu veya koku
sulpha: Bkz. sulfa.
suz, renksiz veya kahverengi, yağ kıvamında, İnsan
sulphate: Bkz. sulfate.
sağlığı için zararlı, dayanıklı, kaynama noktasına
sulphite: Bkz. sulfite.
doğru ayrışarak boğucu asit dumanı ve kükürt triok-
sulphur dioxide: Bkz. sulfur dioxide.
sit veren bir sıvı asit; % 77 konsantrasyonu için
sulphur (molten): Bkz. sulfur (molten).
15°/15°C'de öz.ağ. 1,7 ve % 100 için 1,840;
sulphurous: Bkz. sulfurous.
k.n.108°-330°C; d.n, % 100 konsantrasyon için
sum: 1) toplam sonuç. 2) toplam. 3) birbirleriyle top
10,49°C; suda tümü ile çözünür; Visk. % 77 için
lanan sayılar. 4) aritmetik problemi. 5) ekleyerek ve
20°C'de 14-15 cP ve % 100 için 28-29 cP, gemilerde
ya ilâve ederek toplamını saptamak.
çevre sıcaklığı ve atmosfer basıncında taşınır.
summary: Özet
sulfuric acid (fuming): Sıv, Yük. dumanlı sülfürik summer gasoline: Sıcak havalardaki yakıt sarfiyatını
asit; disülfürlk asit; oleum; pirosülfürik asit; çok pas- azaltmak amacıyla, yaz aylarında kullanılmak ama
landırıcı asit ve buhar; keskin ve nüfuz edici kokulu, cıyla rafinerilerin ürettikleri düşük uçuculuktaki oto
insan sağlığı için zararlı, ağır, yağ kıvamında, renk mobil benzini; yaz benzini.
sum p 536 superheate r
malı makine; Bkz. supercharge.
sump: 1) sıvıların toplandıkları bir çukur ya da kuyu; supercharger: Mot. özellikle dizel motorlarında silin
özellikle motorlarda sıcak yağlama yağının toplandı dirleri 1,5-6 bar basincindaki hava ile doldurmak için
ğı bir yer veya tank; sump tank şeklinde kullanılır. 2} kullanılan ve gaz türbini ile bir bloverden oluşan ci
Maden, bir maden veya tünelin dibinde suyun top haz; süperşarjer; aşırı doldurucu; Bkz. turbochar-
landığı ve basıldığı bir çukur ya da havuz. ger; motorların gücünü yükseltmek için kullanılır; de
sump pump: Derin su pompası. vir sayıları 15 bin-37 500 rpm arasındadır.
sump tank: Bkz. sump; Gem. Mak. dizel motorları ve supercharger drive: Süperşarjer veya aşırı dolduru
buhar türbinlerinde makineden gelen sıcak ve kirli cunun çalışma tertibatı veya donanımı.
yağlama yağının toplandığı ve genel olarak makine supercharging: Mot. aşıri doldurma; Bkz. superchar
altında bulunan bir yağ deposu; samp tank. ge.
sun: 1) Güneş sistemi için ışık, ısı ve enerji sağlayan, supercharging ports: iki zamanlı dizel motorlarında
Dünya ve diğer gezegenlerin çevresinde döndükleri üst üste iki sıradan oluşan süpürme havası portları-
parlak gaz kütlesi; Güneş; Dünya*dan uzaklığı 149 nın üst sırası; aşırı doldurma portları ya da pencere
637 000 km veya 93 000 000 mil; çapı yaklaşık 865 leri; egzoz portları kapandıktan bir süre sonraya ka
000 mil veya 1 391 785 km; kütlesi Dünya'dan 322 dar silindire hava verilmesini sağlarlar.
000 misli, hacmi 1 300 000 kere daha büyük ve yo super computer; Süper bilgisayar.
ğunluğu Dünya'nın dörtte biri kadardır. 2) bir güneş superconductivity: Karakteristik geçiş sıcaklığı altın
sisteminin merkezi olan herhangi bir parlak gök cis da tüm elektriksel direncini yitiren ve mükemmel bir
mi. 3) ısısı, parlaklığı, ihtişamı vb. bakımından Güne iletken olan bazı metallerin özelliği; süper iletkenlik.
şe benzeyen bir şey. superconductor: Üstün ısıl ve elektriksel iletkenlik
sunbeam: Güneş ışını. gösteren metal, alaşım veya madde; süper iletken.
sun compass: Manyetik kuzey veya güney kutuplar supercool: Bir sıvıyı katılaştırmaksızın donma noktası
yerine Güneş yönünü kullanan pusula; Güneş pusu nın altına kadar soğutmak; Bkz. supercooling.
lası. supercooled: Katılaşmaksızın donma noktasının altı
sun deck: Den. Güneş'te dinlenmek ve eğlenmek na kadar soğutulmuş.
için büyük yolcu gemilerinde bulunan üst güverte; supercooled water: Bulutlarda görülen, donma nok
Güneş veya güneşlenme güvertesi. tasının 2,7°C (5°F) altına kadar soğutulmuş su parti-
sundial: Bir göstergenin gölgesinin durumu ile zama külleri veya tanecikleri.
nı gösteren saat; Güneş saati. supercritical: 1) üreme sabitesi 1'den yüksek olan ve
sun gear: Oto. ayna dişli. dolayısıyla tepkime hızı artan (reaktör); kritik üstü
sun dried: Güneşte kurutulmuş; Güneş tarafından ku (reaktör). 2) Bkz. supercritical boiler.
rutulmuş. supercritical boiler: Basıncı 224 bar ve sıcaklığı
sunglass: 1) Güneş ışınlarını bir noktada toplayarak 374°C olan kritik noktanın üzerinde çalışmak üzere
• ısı üretmek için kullanılan dışbükey bir mercek; bü dizayn edilen kazan; süper kritik kazan; bu kazanda
yüteç; pertavsız. 2) gözün Güneş tarafından kamaştı su, sıvı ısısı almaksızın buharlaşır.
rılmasıni önlemek için özel merceklerle donatılmış supercritical plant: Süperkritik buhar tesisi; Bkz. su
gözlük; Çoğ. Güneş gözlüğü. percritical boiler.
sunk: Gömülmüş, batmış veya havşalı: Bazı vida ve superficial: 1) yüzeye ait; yüzeyde olan; yüzeysel. 2)
ya perçin türleri için söylenir. kare.
sunken: 1) sıvıda batmış; özellikle bir su kütlesinin di superficies: Yüzey; dış alan.
bine batmış: Batık gemi gibi. 2) çevreleyen madde super fine file: Çok ince eğe; kıl eğe.
nin yüzeyinin altında olan: Batık kaya gibi. superfuse: 1) bir şeyin üstüne akmak veya akıtmak.
sun lamp: 1) morötesi ışınları yayan lâmba veya am 2) Kimy. supercool.
pul; tedavilerde Güneş ışığı yerine kullanılır. 2) sine superheat: 1) aşırı ısıtmak. 2) buharlaşmaksızın (bir
ma stüdyolarında olduğu gibi, ışığı şiddetlendiren ve sıvıyı) kaynama noktasının üzerine kadar ısıtmak. 3)
yansıtan, parabolik aynalı bir lâmba. doyma noktasının ötesine kadar ısıtmak (su ile tema
sunless: Güneşsiz veya karanlık. sı olmayan buharı).
sunlight: Güneş ışığı. superheated: Üst ısıtılmış veya kızdırılmış (su buha
sunlit: Güneş tarafından aydınlatılan. rı).
sunray: Güneş ışını; Güneş ışığı ışını. superheated steam: Kendisini üreten su ile temas et
super-anthracite: Grafite benzeyen, nem oranı % 2- meksizin, sabit basınçta kaynama noktasının üzerin
% 13 olan sert bir kömür; süper antrasit. deki bir sıcaklığa kadar ısıtılan ve yapısında su parti-
supercharge: Mot. doğal emişli bir makineye göre, külleri bulunmayan su buharı; kızgın buhar; üst ısıtıl
bir emme strokunda (kursunda) silindire verilen ha mış buhar.
va miktarını çoğaltarak daha fazla yakıt yakma ve superheated vapor: Kızgın buhar; Bkz. superheated
makinenin gücünü % 50-% 60 ve bazan % 100 ora steam.
nında yükseltme yöntemi; süperşarj; aşırı doldurma. superheater: Doymuş buharı (yanma ürünleri ile ısıta
supercharged: Aşırı doldurmalı veya süperşarjlı (ma rak) kızgın buhara çeviren borulu bir ısıtıcı; super-
kine, motor, kazan vb.). hiyter; süperhiter; üst ısıtıcı; kızdırıcı.
supercharged boiler: Yanma ürünleri tarafından ça superheater, convection type: Üzerinden geçen
lıştırılan bir gaz türbininin çevirdiği hava kompresörü ocak gazları ya da yanma ürünlerinin radyasyonu
nün sağladığı basınçlı havanın börnerlere gönderildi ile içindeki buhar kızdırılan üst ısıtıcı; konvesiyon sü-
ği kazan; aşıri doldurmalı kazan; süperşarjlı kazan. perhiyteri.
supercharged engine: Süperşarjlı veya aşırı doldur
s up er h ea t e r f u r n ac e 537 s uppo r t a bl e

superheater furnace: Süperhiyter veya üst ısıtıcısı ay la bir çözelti kapsamaya neden olmak; aşırı doy
rı tayraplı kazanlarda, süperhiyter boruları ile kaplı mak; verilen bir sıcaklıkta normal noktanın ötesinde
ocak duvarı; süperhiyter ocağı veya külhanı. doymak veya meşbu olmak.
superheater header: Buh, Kaza. genel olarak 32 mm super saturated: Bkz. supercooled.
çapında ve U şeklinde olan süperhiyter (üst ısıtıcı) supersaturation: Aşırı doyma veya aşırı doyurulmuş
borularının bağlandığı, biri giriş ve diğeri çikş için (olan).
kullanılan, kare prizma şeklindeki kaplardan herhan superscript: Yukarıya yazılan: cebirsel üste olduğu
gi biri; üst ısıtıcı hederi. gibi, bir diğerinin üst kenarına yazılan (konulan) sa
superheating: Üst ısıtma veya kızdırma (buhar vb. yı, simge vb.; üst; eksponent.
ini). supersensitive: Anormal derecede hassas veya du
superheating degree: Doymuş buhar veya yaş buha yarlı; süper duyarlı.
rın kızgınlık derecesi; kızgın buhar ile doymuş buhar supersonic: 1) insan kulağının duyabileceğinden
(aynı basınçta) arasındaki ısı farkı. (2000 çevrim/saniye) daha yüksek frekanslı titreşim
superheater, interdeck: Kazan su borularının araları veya dalgalara ait veya onları belirten; süpersorıik.
na yerleştirilerek ocağa yaklaştırılan üst ısıticı. 2) ses hızından daha yüksek hıza ait veya onu belir
superheater, radiant: Alev ya da kızgın ateş tuğlala ten (saniyede yaklaşık 340 m'den daha yüksek hıza
rından ısı almak amacıyla kazan ocağı tabanına yer alt); sesten hızlı.
leştirilen üst ısıtıcı; radyan süperhiyter. supersonic plane: Ses hızından daha yüksek hiza sa
superheater, reheater: Buhar türbinlerinden alınan hip olan uçak; süpersonik uçak.
sıcaklığı azalmış ve yaş buhar konumuna gelmiş ya supersonics: Süpersonik olayları inceleyen bilim da
da yaklaşmış buharın tekrar kızdırilması için kullanı lı; süpersonik bilimi.
lan üst ısıtıcı; yeniden ısıtıcı süperhiyter; Gem. Ma/c supersonic speed: Sesin, yaklaşık olarak 738 mil/sa
rihiyter süperhiyter. at (340 m/s) olan hızından daha yüksek hız; süper
superheater, separately fired: Ayrı bir ocağı ve ken sonik hız; ses üstü hız.
dine ait börnerleri bulunan bir üst ısıtıcı; ayrı fayraplı supersonic waves: Duyulabilir sınır üzerindeki fre
süperhiyter. kansta kısa dalgalar; sesüstü dalgalar.
superheater, top-side: Ocak ile baca arasında gaz superstructure: 1) diğerinin üstünde inşa edilen ya
yolu, özellikle su borularının üzerine yerleştirilen üst pı. 2) bir binanın temeli üzerindeki bir parçası. 3) bir
ısıtıcı veya süperhiyter; waste heat superheater adı gemi, özellikle harp gemisinin ana güvertesi üzerin
da verilir. deki kısım; üst yapı; süper strüktür. 4) bir demiryolu
superheater, waste heat: Bkz, superheater, top-si nun ray ve traversleri.
de. supervisor: 1) gözetici, a) Bilgisay. yönetici program.
super high frequency: 300 MHz ile 3000 MHz değer supervoltage: X-ışın tüplerinde kullanılan 500-2000
leri arasındaki alanda bulunan frekans; 1 cm-10 cm'- kV'luk yüksek gerilim; süper voltaj; süper gerilim.
lik dalga boyuna uyar; süper yüksek frekans; S.H.F. supplement: 1) Geom. verilen bir açı veya yay'a,
kısaltması ile belirtilir. 180° ya da yarım daire yapmak için ilâve edilmesi
superior: 1) büyük bir yüksekliğe sahip olan; daha gereken miktar (açı veya yay); bütünleyici açı veya
yüksek. 2) bir şekil veya sayıdan sonra yukarıya ya yay. 2) eklenen ya da ilâve edilen bir şey; özellikle
2 x
zılan; üs; n -y eşitliğinde 2 ve x gibi. 3) değer, nite bir eksiği tamamlamak için eklenen şey.
lik, miktar, güç vb. daha büyük. 4) ortalamanın çok supplemental: Bkz. supplementary.
üzerinde. 5) Astr. a) Güneşe, Dünyanın olduğundan supplementary: 1) eksik olanı sağlayan; tamamlayı
daha uzak: Gezegenler için söylenir, b) Dünyaya, cı; bütünleyici; eklenen. 2) ilâve edilenle 180°'ye
Güneşin olduğundan daha uzağı belirtir. eşit olan; Yaylar ve açılar için söylenir.
supernatant: Yüzeyde yüzen. supplier: Sağlayan kişi ya da acente.
supernatant fluid: Bir kapta birikinti veya çöküntüle supply: 1) vermek; donatmak; teçhiz etmek; sağla
rin üzerinde duran sıvı; yüzeyde yüzen sıvı. mak; tedarik etmek. 2) dengelemek; telâfi etmek. 3)
superphosphate: Bir asit fosfatı, özellikle kalsiyum gereksinimlerini karşılamak; gereksinimi olanla do
sülfat ve monokalsiyum fosfat CaH 4 (P0 4 )2 karışımı; natmak, teçhiz etmek; ihtiyacı olanı sağlamak. 4)
süperfosfat; sülfürik asitle kemik, fosfat kayaları vb. teçhiz etme işi. 5) kullanıma hazır miktar veya nice
muamele edilerek yapılır ve gübre olarak kullanılır. lik; stok. 6) verilen fiyata satılmak için uygun mal
superphysical: Bilinen fizik kanunları ile tanımlana- miktarı. 7) Çoğ. bir orduyu donatmak için malzeme,
mayan, (izah edilemeyen veya açıklanamayan). erzak vb. i.
superpose: Geom. tüm parçalarını (bir şeklin) diğer supply pump: Diz. Mot. yakıt püskürtme pompaları
bir şekil üzerine, üst üste gelecek şekilde çakıştır nın alıcı taraflarında minimum 1,5 barlık pozitif bir
mak (yapmak). basınç sağlayan, genellikle dişli türden bir pompa;
superposed turbines: Yüksek basınçlı, kondenser- besleme pompası; Bkz. booster pump.
siz, düşük güçlü türbinlere egzoz eden, yüksek ba support: 1) ağırlığını taşımak; düşme, kayma veya
sınçlı kondensersiz türbinler; topping turbines şek batmaktan korumak; düzgün olarak muhafaza et
linde de kullanılırlar. mek. 2) taşımak; dayanmak; destek olmak; taham
superpower: 1) dağıtma verimini yükseltmek için, mül etmek. 3) destek olan kimse ya da şey. 4) des
elektrik sistemlerini tek bir ana elektrik sistemine tekleme veya desteklenmiş olan. 5) bir destek yardı
bağlayarak elde edilen elektriksel güç; süper güç. mıyla.
superpressure plant: Bkz. supercritical plant. supportable: Desteklenebilir; dayanabilir; tahammül
supersaturate: Normalde mümkün olandan daha faz edebilir.
support spring 538 surveyor
support spring: Gem. Mak. ana kondenserlerin taşın tıcı; sörfeys hiyter.
masını sağlayan yay; taşıma yayı. surface ignition engine: Kızdırılmış bir yüzey yardı
suppress: Bir hareket veya işlemin başlaması ve sü mıyla yanma sağlayan makine; kızma kafalı makine;
rekliliğine engel olmak: a) platinlere paralel bağlı Bkz. hot bulb engine.
meksefe, devre açıldığı zaman onlardaki kıvılcıma surface plate: Yapım sırasında, standart düz yüzey
engel olur gibi. b) bir elektrik motoruna bağlanan olarak kullanılan, çelik bir saç; alıştırma pleyti.
bir meksefe radyo alıcılarındaki parazite engel olur. surface tension: Yüzey gerilimi; mümkün olan en kü
suppressant: Saklayıcı; gizli tutucu; durdurucu; kesi çük alanı (yüzeyi) işgal etmek için, yüzeye yakın
ci. dengelenmiş moleküler yapışık kuvvetlerin neden ol
suppressor: Oto. radyoları buji arklarının seslerinden duğu, sıvı yüzeyinin eğilimi; sıvı yüzeyinin 1 cm'si
koruyan bir kondensatör; tutucu veya yokedici rad boyunca (din olarak) etkiyen kuvvet.
yo meksefesi. surface waves: 1) iki sıvı fazını ayıran serbest yüzey
suppressor grid: Yaklaşık olarak katot ile aynı nega deki bozucu dalgalar; yüzey dalgaları. 2) Dünya yü
tif potansiyele sahip ve anottan gelen ikincil emisyo zeyine paralel olarak hareket eden bir elektromanye
nun diğer elektrotlara erişmesine engel olacak şekil tik dalga bileşeni; yer dalgaları; yüzey dalgaları.
de anottan sonraya yerleştirilen bir ızgara veya grit. surface welding: Aşınmış yüzeyleri, örneğin egzoz
supramolecular: Birden fazla molekülden oluşan; supaplarının yüzey ve yuvalarının, supap geçmeleri
çok moleküllü. ni doldurmak için kullanılan bir kaynak türü; yüzey
surcease: Stop etmek; durmak; sona ermek; bitmek; kaynağı.
kesilmek. surge: 1) yük altındaki bir motorun devir sayısının
surcharge: 1) aşırı doldurmak. 2) aşırı yüklemek. 3) azalıp tekrar yükselmesi. 2) bir devrede aşırı elektrik
normal kapasitenin ötesinde veya aşırı doldurmak. akımı. 3) Den. ırgat ya da bocurgatta halatın kaydığı
4a) alışılmış yüke eklenen ek miktar, b) aşırı yük. 5) içbükey kısım. 4) ani olarak yükselmek: Elektrik
aşırı yük vb. akım için söylenir.
surd: 1) Mate. rasyonel bir sayı ile ifade edilemeyen, surge pressure: Basınç dalgalanması veya azalıp
irrasyonel: Sayı veya nicelik için söylenir. 2) Mate, ir yükselmesi; sıvı taşıyan boru devrelerinde akış hızın
rasyonel sayı ya da nicelik: .J5 gibi. daki değişimler nedeniyle oluşur.
surface: 1a) bir cismin dış yuzü. b) bir katının yüzey surge tank: 1) Diz. Mot. genişleme tankı; imlâ tankı;
lerinden herhangi biri. 2) Geom, boyu ve eni olan, Bkz. expansion tank. 2) yarı kapalı veya yarı açık
fakat kalınlığı olmayan; yüzey. 3) Hava. bir uçağın besi (fid) suyu devrelerinde kullanılan ve yüksek bir
kanat, dümen vb. i. 4) yüzeye ait; yüzeyde olmak. yere yerleştirilen tank; Gem. Mak. sörç tank.
5) yüzeysel; sathî; yüzeye yakın. 6) belirli türden bir surging: Devir sayısı azalıp çoğalan veya dalgalanan;
yüzey vermek; özellikle düzgün yapmak. 7) su yüze Diz. Mot, süperşarjer gaz türbininin öksürmesi veya
yine (bir denizaltıyı) çıkarmak. 8) bir madende oldu haykırması ya da ses yapması.
ğu gibi, yüzeyde veya yüzeye yakın çalışmak. 9) su surplus: 1) gerekenden fazla veya yüksek miktar; ka
yüzeyine yükselmek. lan (artan) miktar; aşırı; ekstra; gereksinim fazlası;
surface-active agent: Yüzey gerilimini değiştirebilen artık.
bir madde; örneğin köpürücü maddeler, deterjanlar survey: 1) özel bir amaç için muayene etmek; dikkat
dan vb. herhangi biri. le incelemek, denetlemek veya düşünmek; ayrıntıla
surface balance: Yüzey basıncı ve sudaki tek mole rı ile gözden geçirmek. 2) ticaret gemilerinin tekne,
küllü katmanların yüzey alanlarını ölçmek için kulla teçhizat, makine vb. bakımlarından görerek denetle
nılan bir alet; yüzey terazisi. mek, muayene etmek veya ölçmek. 3) geometri ve
surface blow: Kazan suyu yüzeyindeki maddeleri, kö trigonometri ilkelerine göre hatları ve açılarının ölçü
pük veya yağlama yağlarını giderme işlemi; yüzey mü ile (bir arazi parçasının) yerini, şeklini ve sınırları
blofu; brayn. nı saptamak. 4) survey; ekspertiz. 5) genel görünüş.
surface blow valve: Alev borulu kazanlarda su üzerin 6) haritası çıkarılmış bir arazi (alan). 7) bunun plânı
de yüzen, sudan hafif katı maddeler ve köpüğün, kö veya yazılı açıklaması.
pük kepçesi yardımıyla kazan dışına alınmasını sağ survey, annual boiler: Yıllık kazan sürveyi.
layan valf; yüzey blöf valfı; Gem. Mak. brayn valfı. survey, drydocking: Kuru havuz sürveyi.
surface condenser: Mak. boruların içinden deniz su surveying: 1) survey veya ekspetriz işi. 2) arazi yüze
yu ile (soğutucu su), borularının dışında bulunan su yini ölçme, harita, yapma bilimi veya mesleği.
buharının soğutularak yoğuşturulduğu kondenser; survey instrument: Değişik fiziksel koşullarda radyas
borulu kondenser; Gem. Mak. sörfeys kondenser. yon araştırmak ve ölçmek için kullanılan bir cihaz;
surface cooler: Mak. yağlama yağı, soğutma suyu araştırma cihazı.
vb. ini soğutmak için kullanılan boruiu soğutucu; survey, intermediate: Çoğu kez iki yılda bir yapılan
sörfeys kuler; borulu soğutucu. survey; ara sürveyi.
surface hardening: Çelik malzeme parçalarının, şaft survey, periodical: Bkz. periodical survey.
ya da miller vb. inin çalışma yüzeylerinin türlü yön survey, special: Bkz. special survey.
temler, örneğin sementit, karbonlaştırma, nitrasyon surveyor: 1) arazi (yüzeyini) ölçen kişi. 2) gemilerin
(nitrikleme), endüksiyon, siyanür vb. ile sertleştiril- tekne, makine, teçhizat vb. ini denetleyen kişi; surve
mesi; yüzey sertleştirme. yor; uzman: Makine sürveyörü ya da uzmanı gibi. 2)
surface heater: Borularının içinden ısıtılacak su, yağ, ithal edilen ticarî eşyanın miktarı ve değerini araştı
yakıt vb. i geçirilen, borularının dışında ise ısıtıcı eg ran uzman veya enspektör, özellikle gümrük yetkili-
zoz buharı veya taze buhar bulunan ısıtıcı; borulu ısı
s u rve yors hi p 539 switch oil

surveyorship: Uzmanlık; sürveyörlük. sweet spirit of niter: Nitröz eterin (C 2 H 5 N0 2 )


surveyor's level: Üç ayak üzerine donatılmış döner deki bir çözeltisi; terlemeyi redükleyici,teskin edici
alkol
bir teleskop; eşdeğer yükseklikteki noktaları bulmak vb. i ilâç olarak kullanılır.
için mesahacılar tarafından kullanılır; ölçü terazisi; öl swell: 1) içindeki basınç nedeniyle hacmi büyütmek
çü nivo'su. veya daha büyük olmak; şişmek; genişlemek. 2)
susceptibility: 1) bir maddede mıknatıslanmanın, Buh. Kaza. buhar üretme borusu ve domunda (dra
mıknatıslama kuvvetine oranı. 2) bir yalıtkanda pola mında) üretilen buhar küreciklerinin sayı ve ölçüle-
rizasyonun, bundan sorumlu elektrik şiddetine ora rindeki artma nedeniyle kazanın fayrap (su) seviye
nı. 3) bir hastalığa bağışıklık yokluğu. sindeki yükselme.
suspend: 1) serbest hareketine müsaade edecek şekil swelling: Belirli sıvılara temas eden bir katının geniş
de bir taşıyıcı ile yukarıya asmak. 2) havadaki toz gi lemesi; örneğin benzine temas eden lâstiğin veya
bi, bağlı olmaksızın tutmak; askıda tutmak. 3) geçici kauçuğun genişlemesi (şişmesi).
olarak durdurmak. swept volume: Bkz. stroke volume.
suspension: 1) bir şeyi asmak için kullanılan taşıyıcı S.W.G.: Bkz. Standard wire gauge.
cihaz. 2) bir taşıt aracını taşıyan ve akslarının üzerin swift: 1) büyük bir hızla hareket eden; hızlı; çabuk. 2)
de bulunan yaylar vb. sistemi; amortisör tertibatı. 3) yün veya pamuk tarama makinesinin silindiri,
bir duvar saati içindeki sarkaç veya pandülü taşıma swing: 1) salınım yapmak. 2) bir menteşe veya fırdön
işi. 4) Kimy. parçacık veya partikülieri bir sıvı içine düde olduğu gibi, dönmek. 3) asmak; asılmak. 4)
yayılan veya sıvı içinde askıda olan, fakat çözünme salınarak ileri geri hareket etmek (gitmek). 5) salı
yen bir katının durumu, 6) bu durumdaki bir madde. nım hareketi ile (silâh, araç vb. gibi) hareket etmek
7) bir makinenin elemanı tarafından askıda tutulan veya dalgalanmak; salınım hareketi ile kaldırmak ve
ya da asılan bir cihaz ya da mekanizma. ya yükseltmek. 6) salınım işi veya işlemi. 7) salınım
suspension bridge: Zincir veya kablolar tarafından yapan bir şeyin oluşturduğu yay veya yayın boyu.
taşınan köprü; asma köprü. swing bridge: Yüksek gemilerin vb. geçmesine izin
suspension rod: Bkz. drag rods, drag links. veren, yatay düzlemde geriye kayarak açılabilen bir
swage: 1) metalleri bükmek veya onlara şekil vermek köprü.
için kullanılan bir tür alet. 2) çekiçle vurarak metalle swing-check valve: Bir yöne doğru açılan ve akıma
re şekil vermek, baskı yapmak için kullanılan bir ka- müsaade eden valf; salınımlı çek valf; çalpara valf.
lıp veya ıstampa. 3) kalıp kullanmak. 4) bir kalıpla swirl: 1) salınım veya girdap hareketiyle hareket et
şekil vermek, bükmek vb. mek; edi Bkz. eddy ya da girdap. 2) girdaba neden
swage block: Çekiçleyerek cıvata başı vb. i yapımı olmak. 3) girdap hareketi; dönme. 4) girdap hareke
için oyuklar ve delikler yapılmış metal bir blok (ka ti yapan bir şey; helezonî; sarmal.
lıp). swirl chamber: Orta ve yüksek devirli dizel motorların
swage bulkhead: Den. serbest yüzey etkisini azalt da kullanılan ve piston tarafından sıkıştırılan havaya
mak için kullanılan, çoğu zaman delikli, boyuna böl girdap hareketi sağlayan, silindir kapağı veya silindir
me perdesi. lerin yan tarafında bulunan bir hücre; girdap hücre
swage plate: 1) su borulu kazanların buhar dramı si; Bkz. turbulence chamber.
içinde bulunan ve kazan su seviyesinin, geminin yal switch: 1) bir elektrik devresini açmak, kapamak ve
palarından fazlaca etkilenmemesini sağlayan perde; ya başka bir yöne çevirmek için kullanılan bir cihaz;
yalpa perdesi; çalkantı perdesi ya da bafılı. 2) gemi sviç; anahtar; şalter. 2) bir treni bir raydan diğerine
nin hareketi sonucu sıvıların dalgalanmasını önle geçiren, hareketli demiryolu kısmı; makas; demiryo
mek için tankların alt kısımlarına donatılan metai lev lu makası. 3) bir sviç, anahtar ya da şalterin durumu
halar. nu değiştirme işi veya işlemi. 4) değiştirme; döndür
swamp: içine su doldurarak (bir gemiyi) batırmak. me (çevirme). 5) değiştirmek; aktarmak; başka yö
sway: 1) Den. bir direk gibi, yerine kaldırmak veya hi- ne çevirmek. 6a) bağlamak, ayırmak veya başka yö
sa etmek. 2) Den. yandan yana, baştan kıça doğru ne çevirmek için (bir elektrik devresinin şalterini) ça
sallanmak veya hareket etmek; yalpa veya başkıç lıştırmak, b) bu şekilde (bir ışık veya cihazı) devreye
yapmak; dalgalanmak; salınım yapmak. 3) bir tarafa sokmak veya devreden çıkarmak. 7) bir treni bir hat
eğilmek veya meyletmek. 4) bir tarafa eğilmek veya tan (makas ile) diğerine geçirmek.
meyletmeye neden olmak. switchboard: 1) elektrik devreleri, jeneratör vb. (eri
sweat: 1) kolayca eriyebilir maddesini ayırmak için nin çalışmalarını denetlemek, elektriksel gücü gemi
(bir metali) ısıtmak. 2a) eriyinceye dek (bir lehimi) nin veya tesisin her tarafına dağıtmak için kullanılan
ısıtmak, b) ısıtma île (metai parçaları) temas nokta ve üzerinde ampermetre, voltmetre, vatmetre, fre-
sında birleştirmek. 3) terlemek. 4) ter damlacıkları. kansmetre vb. gibi kontrol cihazları bulunan bir pa
sweep: 1) Fiz. ısıl dengede çökme eğilimi gösteren nel ya da tablo; dağıtım tablosu; tevzi tablosu;
bir madde ile tersinir olmayan işlem. 2) ısıl dengeye swbd. kısaltması ile belirtilir. 2) telefon santralı. 3)
doğru olan eğilim. 3) bir cismin açısal hareketinin Bilgisay. anahtarlama paneli.
uzantısı. switch box: Çoğu zaman bir duvar veya panele yer
sweet: 1a) şeker tadında olan. b) bazı şekillerde şe leştirilmiş şalter (anahtar) veya şalterler kapsayan
ker kapsayan. 2a) tuzlu ya da tuzlanmış olmayan: bir kulu; şalter kutusu.
Tatlı su gibi. 3) ekşimiş veya çürümüş olmayan; ta switching: Anahtarlama.
ze. 4) Kimy. aşırı asit, kükürt vb. i bulunmayan. 5) switch off: Elekt. anahtarı veya şalteri ya da devreyi
tatlı olma niteliği; tatlılık. 6) tatlı olan bir şey. açmak.
sweet oil: Bkz. olive oil. switch oil: Yağlı şalterler ve hava soğutmalı transfor-
switc h o n 540 sy n t h esi s

matörlerde, hızlı ısı transferi sağlamak ve şalterlerde


synchronism: Aynı anda vukubulma, oluşma, meyda
kıvılcımı azaltmak için kullanılan çok ince, dikkatle
na gelme gerçeği veya durumu; aynı anda oluşma;
damıtılmış, asitsiz, mineral bir yağ, şalter yağı; trans
senkronize olma.
formatör yağı.
synchronistic: Bkz. synchronous.
switch on : Elekt. anahtar veya şalteri kapamak ve
synchronization: Aynı anda oluşma veya vukubul
devre oluşturmak.
ma.
switchyard: Makas sistemleri yardımıyla vagonların
synchronize: 1) aynı zamanda veya miktarda hare
bir demiryolundan diğerine geçirildikleri yer.
ket etmek veya vukubulmak; senkronize olmak. 2)
swivel: 1) serbest dönmeye müsaade eden bir parça
miktar ve hızında mutabakata neden olmak; senkro
ya da bağlantı; özellikle zincir baklaları arasına konu
nize etmek için (saat vb.) ayarlamak. 3) aynı tarih
larak burulmayı önleyen parça; fırdöndü. 2) bir fır
veya periyotta kararlaştırmak. 4) Sine. filmdeki hare
döndü üzerinde dönmeye neden olmak. 3} bir fır
ketlerle, sesi birbirine ayarlamak.
döndü ile donatmak, bağlamak veya taşımak (des
synchronized: Diğer bir mekanizma ile senkronize
teklemek) .
edilmiş bir başka mekanizma; senkronize edilmiş.
syenite: Feldispat, hornblend ve bazı silikatlar kapsa
synchronized shiftins: Bkz. synchromesh.
yan gri renkli bîr tür volkanik kaya; siyenit.
synchronizer: Bkz. synchromesh.
syenitic: Siyenite ait veya ona benzeyen.
synchranograph: Otomatik telgraf.
sylvanite: Altın ve gümüşün gri renkli, kristalli teilüri-
synchronoscope: Bkz. synchroscope.
di; AgAuTe2, silvanit; pirit ile birlikte bulunan altın
synchronous: 1) aynı periyota sahip olan. 2) aynı pe
kaynağı.
riyot ve faza sahip olan; zaman uyumlu.
sylvin (sylvine): Bkz. sylvite,
synchronous condenser: Sistemin güç faktörünü
sylvite: Kristalli kütleler halinde bulunan ve gübre ola
(Cosıp) değiştirmek için kullanılan, mekanik yüksüz
rak kullanılan doğal potasyum klorür, KCI.
çalışan bir senkron faz değiştiricisi; senkron konden-
symbol: 1) bir element veya elementin bir atomunu
satör; senkron kapasitör.
belirten kısaltma; simge, örneğin C = karbon, Fe =
synchronous converter: Alternatif akımı doğru akı
demir, Na = sodyum, Au = altın gibi. 2) değer, du
ma çeviren ya da bunun tersini yapan döner hare
rum, yön vb. ini belirten işaret; sembol.
ketli bir değiştirici; senkron konvertör; senkron değiş
symmetric: Bkz. symmetrical.
tirici.
symmetrical: 1) merkezinden geçen bir düzlem ile iki
synchronous generator: Mekanik enerjiyi elektrik
eşit parçaya bölünebilen; simetrik. 2) Kimy. yapısal
enerjisine dönüştüren bir alternatif akım makinesi;
formüllerde atomların tekrarlanan örnek göstermesi.
senkron jeneratör; senkron AC üreteci.
3) Mate, geçerliliğini etkiîemeksizin terimleri değişe
synchronous machine: Normal çalışma hızı, sağla
bilen eşitlik, ilişki vb. ini belirten.
nan akımın frekansı ile tam olarak orantılı olan alter
symmetrically: Simetrik bir tarzda veya şekilde.
natif akım motoru, jeneratörü veya konvertörü; senk
symmetrize: Simetrik yapmak.
ron makine.
symmetry: Bölen bir doğru veya düzlemin her bir ta
synchronous motor. Hızı, kendisini çalıştıran alterna
rafındaki parçaların benzerliği, simetri; simetrik olma
tif akımın frekansının tam katsayısı oian bir elektrik
durumu.
motoru; senkron motor.
symmetry number: Bir cisim ya da atomlar grubu
synchronous speed: Bir alternatif akım makinesinin,
nun farkiı simetri düzlemlerinin sayısı.
sağlanan akımın frekansı tarafından saptanan sabit
symmetry, plane of: Bir cismi, birbirinin tıpatıp ben
hızı; senkron hız.
zeri iki parçaya bölen düzlem; simetri düzlemi.
synchroscope: 1) iki veya daha fazla sayıdaki uçak
sympathetic: Fiz. titreşen komşu bir kütleden veya
motoru arasındaki senkron farkını gösteren ya da be
gövdeden iletilen titreşim ile sebep olunan.
lirten bir cihaz. 2) bir alternatif akım veya elektrik tit
sympathetic ink: Görünmez mürekkep.
reşimi arasındaki faz farkını denemek için kullanılan
sympathy: Fiz. titreştiği zaman diğeri veya diğerleri tit
bir osiloğraf; senkroskop.
reşim yapacak tabiatta olan kütleler arasındaki ilişki
synchrotron: Yüklü partikül veya parçacıkların, özel
veya harmoni.
likle elektronların hızlarını çoğaltmak için kullanılan
sympton: 1) Tıp. bir hastalığı tanıda yardımcı olan
bir tür siklotron; senkrotron.
herhangi bir durum; belirti; sempton. 2) bir makine
synchrotron radiation: 1) bir senkrotron içinde kuv
deki arızanın tanınmasına yardımcı olan belirti.
vetli manyetik alanda hareket eden, ışık ve morötesi
synchro: Uzaktan kontrol veya rimot kontrol için
radyasyonu yayan yüksek enerjili elektronlar; senk
elektriksel bir sistem; senkro.
rotron radyasyon. 2) radyo galaksilerdeki, yıldızlara-
synchro-cyclotron: Elektrik alanının frekansının yük
rası gaz bulutlarından radyo frekanslı radyasyon ya
sek frekanstan alçak frekansa sürekli değiştiği bir tür
yılması.
siklotron; daha yüksek enerjili partiküller üretir.
synclastic: Mate., Fiz. verilen herhangi bir noktada
synchromesh: 1) motorlu taşıtlarda, vites dişlilerinin
tüm yönlerde aynı eğriliğe sahip olan: Bir kürenin
kolayca geçmesini sağlayan vites tertibatı; senkro-
yüzeyi için söylenir.
meş. 2) senkromeş dişli sistemi. 3) böyle bir sistem
synoptical chart: Verilen bir zamanda bir bölgenin
de herhangi bir dişli.
meteorolojik durumunu gösteren harita; hava harita
synchromesh transmission: Oto. senkromeşli şanzı-
sı; sinoptik harita.
man.
synthesis: 1) bir bütünü elde etmek için parçalar ve
synchronal: Bkz. synchronous.
ya elemanları bir araya getirme; sentez. 2) bir araya
synchronic: Bkz. synchronous.
getirilen parça veya elementlerden oluşan bütün. 3)
synthesi s ga s 541 system , stabl e

iki veya daha çok basit bileşik, element veya kökün


de zeolît kendi sodyumunu suyun kalsiyum ve mag
birleştirilmesi ile karmaşık ya da kompleks bir bileşik
nezyumu ile değiştirerek suda sadece kısır oluştur
oluşumu; bireşim.
mayan sodyum tuzu çözeltisi bırakır; yapay zeolit;
synthesis gas: 700°C'de nike! bir katalizörün metan
sentetik zeolit; sülfona divinii benzen.
ve su buharı geçirildiği zaman oluşan karbon mo-
synthetize: Sentez, yöntemi ite oluşturmak; sentez ile
noksit ve hidrojen karışımı; sentez gazı.
birleştirmek.
synthesis!: Yöntemleri izleyerek sentez kullanan kişi;
syntonic: Rady. rezonansa ait; rezonans ile ilişkili.
sentezci.
syntonize: Rezonansta birbirleri ile (radyo verici veya
synthesize: 1) sentez ile bir bütünü oluşturmak. 2)
alıcısını) ayar etmek veya ayarlamak
ayrı parçaları biraraya getirerek oluşturmak. 3) ya
syntony: Rady. rezonans.
pay ya da sentetik olarak muamele etmek.
syphon: Bkz. siphon.
synthesizer: Bireştirici.
syringe: 1) yaralari yıkamak, vücuda veya aşırı ısın
synthetic: 1) senteze ait; sentez kullanma; karşıtı ana
mış bir pistona soğulma amacıyla sıvı enjekte etmek
litik. 2) sentezle üretilmiş; özellikle doğa! kökeni yeri
için kullanılan bir cihaz; şırınga. 2) bir şınnga kulla
ne kimyasal sentezle üretilmiş. 3) yapay; gerçek ve
narak temizlemek veya şınnga etmek.
ya hakiki olmayan; suni; yapay. 4) sentetik bir şey;
sys.: Bkz. system.
kimyasal sentez ile üretilen bir madde.
system: 1) organik bir bütün veya bileşik oluşturmak
synthetical: Bkz. synthetic.
için birleştirilmiş şeylerin düzeni veya takımı: Güneş
synthetic alcohol: Su gazı, kömür ve diğer kaynaklar
sistemi, sulama sistemi vb. i gibi. 2) Dünya veya ev
dan elde edilen veya üretilen alkol; sentetik (yapay)
ren. 3) sınıflandırma yöntemi veya tasarımı. 4) bir şe
alkol.
yi yapmanın usulüne uygun veya kurallı, sıralı yolu;
synthetically: Sentetik bir şekilde; sentez yoluyla.
sıra; yöntem; metot; nizam; intizam. 5) Kimy. denge
synthetic grease: Diester gresleri, silikon gresleri, po-
de veya dengeye yaklaşan maddelerin bir grubu: iki
lialkilen glikol gresleri vb. î gibi sentetik veya yapay
bileşenli sistem, binari sistem gibi.
greslerden herhangi biri; sentetik gres.
systematic: 1) bir sistem oluşturma. 2) bir sisteme
synthetic lubricant: Bkz. synthetic oil.
göre. 3) bir sistem, yöntem veya plâna göre yapıl
syntiıetic oils: Organik sıvılardan sentez yolu ile elde
mış veya düzenlenmiş; kurallı; sıralı; sistematik. 4)
edilen, petrol kökenli yağların dışında kalan ve yağ
kullanılan yöntem ile belirtilen; muntazam; düzenli;
lama özelliği olan organofosfor bileşikleri, polialkilen
metodlk.
glikol ve türevleri, silikon polimerleri, monobazik es
systematical: Bkz systematic.
terler vb. i çok sayıda maddeler; yapay yağlama yağ
systematically: Sistemli bir şekilde; bir sisteme göre.
lan.
systematic error: Sistematik hata.
synthetic pig: Eritilmiş hurdaya gerekli miktarda kar
systematics: Sınıflandırma yöntemi veya bilimi.
bon, silisyum vb. inin elenmesiyle yapılan pig; sente
systematise 1) bir sisteme göre çalışan kişi. 2) sınıf
tik pig.
landıran kişi; tasnif eden; sınıflandıran.
synthetic resins: Yapay ya da sentetik reçine ya da
systematize: Bir sisteme göre düzenlemek; sistemli
zamklar.
veya sistematik yapmak; sistemleştirmek.
synthetic rubber: Butadiyen, kloropren ve diğer kar
system, heterogenous: Birden çok fazdan oluşan
bonlu hidrojenlerin polimerleşmesi ile hazırlanan,
sistem; heterojen sistem; çok fazlı sistem.
doğal kauçuğa benzeyen türlü maddelerden herhan
system, homogenous: Sadece bir fazdan oluşan sis
gi biri; suni ya da yapay kauçuk.
tem; homojen sistem; tek fazlı sistem.
synthetic sapphire: Doğal safirin tüm fiziksel ve kim
systemize: Bkz. systematize (to).
yasal özelliklerine sahip olan, insan yapısı değerli
systems analysis; Sistem analizi.
bir taş; yapay safir; alüminyum oksitin bazı boyalar
system, stable: Sıcaklık, basınç vb. i gibi dış koşullar
la eritilmesinden elde edilir.
da, esaslı bir değişiklik oluştuğunda, esaslı bir deği
synthetic zeolit: Sert suların yumuşatılmasında kulla
şim olmaksızın değişimlere uğrayan bir sistem; daya
nılan bir iyon değiştirici; içinden sert su geçirildiğin
nıklı sistem.
T, t için makaralar ve hareketli donanım.
T-: Bkz. triple bond. tackle hoist: Makaralı palanga.
T. (t): Bkz. ton; tons. tack rivet: Geçici olarak yapılan perçin; geçici perçin,
t: Bkz. 1) target. 2) telephone. 3) temperature. 4) ti tack weld: Bir parçayı geçici olarak tespit etmek için
me. 5) transit. kullanılan kaynak; geçici kaynak; nokta kaynağı;
Ta: Bkz. tantalum. punto.
TAN: Total acid number: Toplam asit sayısı. tack welding: Nokta kaynağı; punto veya geçici ola
table vise: Masa üzerine monte edilerek kullanılan rak kaynak yapma veya kaynaklama.
bir mengene; masa mengenesi; tezgâh mengenesi. tacky: Vernik, tutkal (zamk) vb. inin tam kurumadan
tabulate: Çizelgelemek. önceki hali; yapışkan.
tabulator: Bilg. Say. kart, kâğıt, bant, manyetik bant taconite: % 25-% 35 oranında hematit ve manyetit
vb. i gibi bir ortamda bilgi grubunu okuyup ayrı ayrı kapsayan donuk renkli kuvars; takonit; düşük oranlı
şekillerde veya sürekli bir kâğıt üzerinde listeler, cet bir demir cevheri.
veller hazırlayan makine; cetvelleyici; çizelgeleyici. taffarel (tafferel): 1) Esk. bir geminin kıçının üst, düz
tachograph: 1) devir sayan ve kaydeden bir cihaz; ta parçası; kıç küpeşte. 2) Bkz. taffrail.
kometre; takograf. 2) onun kayıtı. taffrail: Bir geminin kıç tarafı çevresindeki küpeşte.
tachograph record: Takograf kayıtı Bkz. tachog tagger: Çoğ. çoğu zaman kalayla kaplı, ince metal
raph. levha; teneke.
tachometer: 1) dönen bir milin dakikadaki devir sayı tail: 1) kuyruklu yıldız veya göktaşının peşindeki ışıklı
sını veya bir makinenin hızını gösteren veya ölçen etek veya kuyruk. 2) Hava. bir hava gemisinin arka
bir cihaz; takometre; devir sayısı ölçer. 2) bir nehir, kısmı. 3) Den. karaya gitmek veya kıç taraftan demir
kan akımı vb. indeki akım hızını ölçmek için kullanı lemiş olmak. 4) kıç taraftan gelen: Rüzgâr gibi.
lan bir cihaz. tail chain: Yakıt tankerlerinde veya tanker kamyonlar
tachometry: Takometre kulanımı. da biriken statik elektriği toprağa veren zincir; top
tachoscope: Devir sayısı sayacı ve bir kronometrenin rak zinciri; kuyruk zinciri.
bir ünitede birleştirildiği ve birlikte çalıştıkları bir ci tail end: 1) herhangi bir şeyin arka veya alt ucu. 2)
haz; takoskop. herhangi bir şeyin son kısmı ya da parçası.
tachy-: Hızlı, çabuk anlamlarında bir önek. tailing: 1) damıtma, madencilik, değirmencilik vb. i gi
tachylyte (tachylite): Önceleri mineral kabul edilen bi türlü işlemlerden kalan artıklar.
bir tür bazaltlı cam. tail lamp: Bkz. taillight.
tachymeter: Mesafeleri, yükseklikleri vb. çabuk ola taillight: Geceleyin yaklaşan araçları uyarmak için ta
rak saptamak için kullanılan bir cihaz; takimetre. şıt araçlarının arkasına konulan lâmba; stop lâmba
tachymetry: Takimetre kullanımı. sı; arka lâmba; tail lamp şeklinde de kullanılır.
tack: 1) sivri uçlu ve nispeten yassı başı olan kısa bir tail pipe: Motorların, özellikle küçük güçlü makinele
çivi veya pin. 2) çivilerle bağlamak veya tespit et rin egzoz sistemlerinin son kısmı; uç boru; egzoz bo
mek. 3) geçici olarak bağlamak. rusu; çoğu zaman ucu 45 derecelik bir açı ile kesilir.
tackle: 1) alet veya araç; teçhizat; donanım. 2) ağırlık tailplane: Bir uçağın gerisinde yatay taşıma yüzeyi;
ları kaldırma veya hareket ettirme için kullanılan bir dengeleyici; denge sağlayıcı; stabilizör.
halat ve makara bloku ya da halat ve makaralardan tailrace: 1) barajlarda suyu, türbinin çıkışından, tesi
oluşan sistem; palanga. 3) Den. a) Orj. Ola.gemi ar sin yanındaki akarsuya veren kanal. 2) değirmen ka-
ması veya donanımı, b) şimdi, yelkenleri çalıştırmak
tai l shaf t 543 tanker , LNG

nalının alt kısmı. 3) değirmene su taşıyan veya suyu


tandem roller: Aynı iz üzerinde giden ve birbiri arkası
akıtan kanal. 4) bir madenden atıkları taşıyan su ka
na yerleştirilmiş iki veya daha fazla tekerleğe sahip
nalı.
olan araç; yol silindiri.
tail shaft: Gem. Mak. kovandan geçen, ara şaftları ile
tang: Bir keski, eğe, bıçak vb. inin sapa geçen kısmı.
pervaneyi birbirine bağlayan şaft; kovan şaftı; stern
tang: Diz. Mot. Metalik ses oluşturmak veya çıkar
tüp şaftı; uskur şaft.
mak; metalik ses.
tail shaft drawing survey: Kovan şaftının çekilerek
tangency: Tanjant veya teğet olma durumu.
pelesenkler veya metal yataklar ve uskur şaftın dene
tangent: 1) dokunma. 2) Geom. bir noktada eğrilerin
timinin yapılması; uskur şaft çekme deneyi.
veya bir yüzeyin birbirine dokunması, fakat birbirleri
tailstock: Meka. ölü noktası olan ve parçayı tutan
ni kesmemesi: Çizgi ve yüzeyler için söylenir; teğet;
ayarlanabilir torna tezgâhı kısmı; gezer punta gövde
tanjant. 3) teğet eğri veya yüzey. 4) Trig, bir dik üç
si.
gende verilen bir dar açının tanjantı, dik kenarın
tail wind: Hareket halindeki bir gemi, uçak vb. inin ge
Komşu dik kenara oranıdır; bir geniş açının tanjantı
risinden esen rüzgâr.
ise onu 180 dereceye tamamlayan açının, sayısal
tain: 1) ince varaklar haline kalay levha. 2) aynalarda
olarak, tanjantına eşit ya da zıt işaretlidir.
kullanılan ince folyo.
tangent galvanometer: Tanjant galvanometre; küçük
takedown: 1) özellikle mekanik olarak sökme işi veya
bir iğne mıknatısın, sabit bir bobinin merkezine yer
işlemi. 2) kolayca sökülür takılır şekilde yapılan.
leştirildiği bir galvanometre; bobindeki akım, iğnenin
take-off: 1) yeri terketme işi; havalanma; uçma. 2) bi
sapma açısı iie orantılıdır.
rinin toprağı terkettiği yer.
tangential: 1) teğet ya da tanjanta ait; teğete benze
take-up: 1) çekme, germe vb. i işi veya işlemi. 2) bir
yen; teğetsel; teğet yönünde. 2) teğet ya da tanjant
şeyi germek için kullanılan mekanik bir cihaz.
gibi çizilmiş.
take-up nut: Germe ya da gerdirme somunu. take-
up screw: Germe ya da gerdirme cıvatası. tangential flow turbine: Buhann hem hareketli ve
take-up sprocket: Zincir germe dişlisi; büyük güçlü, hem de hareketsiz kanatlara teğet olarak aktığı aksi
ağır devirli dizel motorlarının kemşaftlarını çevirmek yon ya da reaksiyon türbini; teğetsel akımlı türbin.
için kullanılan sessiz zincirlerin gevşemesine engel tangential force: Mot. biyeli etkiyen kuvvetin iki bile
olmak üzere kullanlan dişli. şeninden biri; krank dairesine teğet olarak krank kol
larını etkiler ve tork üretir; teğetsel kuvvet.
talc: Çok yumuşak bir mineral; talk; magnezyum sili
tangential plane: Bir cismin simetri ekseninden geç
kat, 3Mg0.4Si0 2 .H 2 0; yağlayıcılar, talk pudrası vb.
meyen, boyuna düzleme paralel bir düzlem; teğet
yapımında kullanılır.
sel düzlem.
talcose: Talka ait; talk kapsayan.
tangential stress: Teğetse! gerilme; kesme gerilmesi.
talcous: Bkz, talcose.
tangent point: Tanjant noktası; teğet noktası.
talcum: 1) talk. 2) talk pudrası.
tank: Orj. Ola. Hindistan'da su depolamak için kullanı
talcum powder: Talkın öğütülmesi, temizlenmesi ve
lan doğal veya yapay havuz; sarnıç; su deposu. 2)
parfüm katılması ile oluşan vücut ya da yüz pudrası.
sıvılar ve gazlar için büyük kaplardan herhangi biri:
talking machine: Pikap; fonograf.
Yakıt (mazot, benzin) deposu gibi; depo; tank; kon-
tall oil: Kâğıt hamurunun kimyasal yapımı sırasında
teyner. 3) paletler üzerinde hareket eden zırhlı, dizel
yan ürün olarak elde edilen reçinemsi sıvı; sabun,
ya da benzin motoru tarafından çalıştırılan savaş sila
vernik vb. i yapımlarında kullanılır.
hı; tank. 4) bir tanka depolamak veya işlem yap
tallow: 1) inek, koyun vb. i hayvanlardaki sert, kaba mak.
yağ; donyağı; eritilerek mum, sabun vb. yapımında
tankage: 1) bir tank veya bir kaç tankın tümünün ka
kullanılır. 2) donyağı ile kaplamak veya sıvamak.
pasitesi ya da hacmi. 2) tanklarda depolanan sıvılar,
tallowy: 1) içeriği bakımından donyağına benzeyen;
gazlar vb. 3) bu tür depolama için ücret.
yağlı. 2) rengi donyağına benzeyen; soluk sarı.
tank boilers: Dış görünümü silindir veya bir tanka
talon: Bir kilitte anahtarın sıkıştırarak döndüğü kısım;
benzeyen alev borulu kazanlar; a) işletme basıncı
anahtar yatağı.
14 bara kadar olan alçak basınçlı ve b) işletme ba
tampon: Kanamayı durdurmak için bir yara veya
sıncı 17,5 bara kadar olan orta basınçlı alev borulu
oyuk içine sokulan pamuk ya da diğer emici bir
kazanlar; tank kazanlar.
maddeden yapılmış parça; tampon; üzerine tampon
koymak. tank car: 1) sıvı ve gazları demiryolu ile taşımak için
kullanılan tekerlekli büyük vagon; tanker vagon. 2)
tan: Bkz, tangent.
sıvı taşıyan kamyon; tanker.
tanbark: Tanen kapsayan herhangi bir ağaç kabuğu.
tank deck: Den. tankerlerde yük vagonları üzerindeki
tandem: 1) iki parça ya da kısıma sahip olan. 2) aynı
güverte bölümü; tank güvertesi.
mili çeviren iki makine. 3) iki oturacak yeri, iki takım
pedalı olan bir bisiklet. tanker: 1) büyük miktarda yakıt (petrol), kimyasal
tandem compound engine: İki yüksek basınç ve iki madde vb. lerini taşımak için yapılmış ve donatılmış
alçak basınç silindirinden oluşan bir pistonlu buhar bir gemi türü; tanker. 2) tanker kamyon. 3) tanker
makinesi; bu makinelerde iki yüksek basınç ve iki al vagon (demiryolu).
çak basınç silindiri birbiri üzerine yerleştirilmiştir; tan tanker, chemical: Den. sıvı kimyasal bileşikleri dök
dem kampavund makine. me olarak taşımak üzere yapılmış gemi; kimyasal
tanker.
tandem compound turbine: Bir mil veya şaftı çevi
tanker, fruit juice: Den. büyük miktarda portakal, el
ren, birbirinin peşisıra yerleştirilmiş, biri yüksek ba
ma vb. i meyvaların sularını taşımak üzere dizayn
sınç ve diğeri aiçak basınç türbininden oluşan maki
edilen bir gemi; meyva suyu tankeri.
ne; Gem. Mak. tandem kampavund türbin.
tanker, LNG: Sıvılaştırılmış doğal gaz taşıyan gemi;
tanker , LPG 544 tar oi l

sıvaştırılmış doğa! gaz tankeri.


cm, m taksimatlı veya işaretlenmiş şerit; şerit metre.
tanker, LPG: Sıvılaştırılmış petrol gazı taşımak üzere
tape mark: Manyetik bant belirteci.
dizayn edilmiş gemi; sıvılaştırılmış petrol gazı tanke
tape measure: Bkz. tapeline.
ri.
taper: 1) aydınlatma mumu, lâmbası vb. olarak kulla
tanker, oil: Ham petrol veya ham petrol ürünlerini ta
nılan mumla kaplı uzun bir fitil. 2) herhangi bir zayıf
şımak üzere dizayn edilen bir gemi; yakıt tankeri;
bir ışık. 3a) genişlik ve kalınlığın yavaş yavaş ya da
petrol tankeri; akaryakıt tankeri.
tedricen a2alması; incelme, b) hareket, güç vb. inde
tankful: Bir tankın alabileceği kadar; tank dolusu.
ki derece derece azalma 4) incelen bir şey. 5) bir
tank top: Dabılbotum veya çift dipin üstü; tank tavanı
noktaya kadar ölçüsü derece derece azalmış. 6) ge
veya üstü; çoğu zaman dizel motorlarinın alt kartelle
nişlik ve kalınlığı derece derece azalmak. 7) azal
rinin bağlandığı kısım.
mak. 8) bir ucu giderek küçülmek. 9) giderek dur
tank town: Esk. kazanlarını su ile doldurmak üzere lo
mak.
komotifler için demiryolu durağı.
taper bastard: Eşkenar üçgen kesitli eğe. tape-
tank truck: Benzin, yağ ve diğer sıvıları taşımak için record: Bir teype kayıt etmek.
yapılmış motorlu bîr kamyon; tanker kamyon; tan tape recorder: Manyetik bant kullanılan bir ses kayıl
ker.
cihazı; teyp.
tank washing line: Özellikle tankerlerde kirli tankları
taper file: Sıçan kuyruğu eğe.
temiz yüke hazırlamak üzere, yıkanmasını sağlayan
taper gauge: Dairesel delikler, borular vb. inin çapla
devre; tank yıkama devresi.
rını ölçmek için kullanılan bir alet ya da gösterge.
tannate: Tannik asitin bir tuzu; tannat.
taper roller bearing: Konik masuralı veya makaralı
tannic: Tanen veya tannik asite ait, ona benzeyen ve
yalak.
ya ondan elde edilen.
tapped: Klavuzlu; diş çekilmiş.
tannic acid: 1) meşe kabuğu, meşe palamutu vb. in
tapper: Telgraf maniplesi.
den türetilen sarımsı, büzücü bir madde; tannik aslî,
tappet: Bir makinede belirli aralıklarla bir başka parça
C 7 6 H 5 2 0 4 6 , tabaklamada, boyacılıkta ve
ya hareket vermek için kullanılan bir levye veya çı
eczacılıkta kullanılır. 2) benzer maddelerden
kıntı; supap iteceğinin, kem makarası aracılığı ile
herhangi biri.
kem ya da eksantriğe temas ettiği alt kısımı.
tannin: Bkz. tannic acid.
tappet rod: Mot. supap liverleri ile kem makaraları
tantalate: Tantalik asitin bir tuzu; tantalat.
arasında bulunan, kam milinin hareketini supaplara
tantalic: 1) özellikle beş değerli tantala ait veya on
ileten, çoğu zaman bir gayıt içinde hareket eden rod
dan türeyen ya da onu kapsayan. 2) kompleks tuzla
rı oluşturan renksiz, kristalli bir asiti (HTa0 3 ) belirtir. veya çubuk; Gem. Mak, teypit rod; supap iteceği;
pushrod şeklinde de kullanılır.
tantalite: Ağır, siyah kristalli bir mineral; tantali!; de
tappet roller: Mot supap iteceklerinin alt uçlarına
mir tantal, Fe (Ta0 3 ) 2
bağlı, yüzeyi sertleştirilmiş silindir şeklinde bir par
. ça; kem makarası; kemin kendisine verdiği hareketi
tantalous: Özellikle üç değerli tantala ait, ondan türe
supap iteceğine aktarir.
yen veya onu kapsayan.
tapping: Erimiş metali bir ocaktan kepçe ile akıtma.
tantalum: Nadir, çelik mavisi renkli, çok gevrek ve dö
tapping machine: Dişi vida çekmek için kullanılan
vülebilir, korrozyona dayanıklı, metalik kimyasal bir
tezgâh; klavuz tezgâhı.
element; tantal; türlü minerallerde bulunur ve elek tap water: Musluk suyu; içme suyu.
trik ışık fîlamanları, ızgaralar, kurşun elektrotlar, rad
tap-wrench: Klavuz veya pafta kolu; pafta anahtarı.
yo tüpleri levhaları, ameliyat aletleri vb. yapımların
tar: 1) odun, kömür, turba, şist vb. inden tahrip edici
da kullanılır; Simg. Ta; at.ağ. 180,88; at. no. 73.
damıtma ile elde edilen keskin kokulu, kalın, yapış
tantamount: Eşit kuvvet, değer, etki vb. ine sahip
kan, kahverenginden siyaha kadar değişen renkli
oları; eşdeğer; eşit.
bir sıvı; katran; karbonlu hidrojenlerden oluşur, tü
tap: 1) bir boru, fıçı vb. indeki sıvının akması veya dur
revleri yüzeyleri korumada ve türlü organik bileşikler
masını sağlamak için kullanılan araç; musluk. 2) için
yapımında kullanılır. 2) katran ile kaplamak veya sı
de sıvı bulunan bir kaptaki deliği açmak için kullanı
vamak. 3) katrana ait; katran gibi. 4) katranlamak.
lan bir tapa, mantar tıpa vb. 3) iç dişlilere diş çek
tar: Denizci veya gemici.
mek için kullanılan bir alet; klavuz; pafta. 4) bir bo
tare: 1) bir yükün net ağırlığını saptamak için toplam
bin ya da transformatör sargısına uçları dışında her
ağırlıktan düşülen kap, kutu, kamyon vb. inin ağırlı
hangi bir noktadaki elektriksel bağlantı. 5) bir direnç
ğı; dara. 2) bunun düşülmesi.
elemanı üzerinde, arada yapılan bağlantı. 6) bir kap
target: Antikatot; elektronların yüksek hızla çarptıkları
vb. inden sıvı çekmek. 7) ameliyat ile (bir oyuk, boş
ve ikincil elektronların kaynağı olan bir metal levha;
luk) sıvı boşaltmak. 8) iç yüzeyine diş çekmek veya
hedef. 2) askeri hücuma konu olan bir gemi, bina,
açmak (bir somun vb. inin).
taraf vb. hedef. 3) şekli ve kullanılışı bakımından he
tap and die: Klavuz ve pafta.
defe benzeyen bir şey.
tap bolt: Diz. Mot. sıkı siiindir gömleklerinin makine
tarnish; 1) parlak bir metal yüzeyde oluşan, onu do-
dışına çekilişi sırasında, gömleği yerinden oynatmak
nuklaştıran veya rengini değiştiren ince bir oksit ve
için kullanılan cıvata; kriko cıvata, b) iki parçadan ya
ya sülfür katmanı; gümüş ve bakır havada donukla-
pılmış piston parçalarının birbirlerine bağlanması
şırlar, altın ve platin ise etkilenmezler. 2) parlaklığını
için kullanılan cıvatalardan herhangi biri.
kaybetmek; soldurmak; lekelemek. 3) lekelemek; le
tape: 1) dar bir çelik, kağıt vb. i parçası veya şeriti. 2)
kelenmek. 4) leke; kir. 5) lekeli yüzey.
şeirt metre. 3) şerit metre kullanarak ölçmek. 4) ban
tar oil: Bitümlü kömürlerden gaz üretimi sırasında
da kayıt etmek. 5) manyetik bant.
tapeline: Uzunluk ölçümünde kullanılan inç, fit, mm,
tarpaulin 545 teeny

yan ürün olarak veya kok üretme işlemi sırasında el


teakwood: Bkz. teak.
de edilen ve özellikle Almanya'da dizel motorlarında
team: Ekip; tim.
yaygın olarak kullanılan bir yakıt; katran yağı; öz.ağ.
teamwork: Ekip ya da takım çalışması, ekip halinde
0,97-1,11 değerleri arasında değişmektedir.
çalışma.
tarpaulin: 1) katran, boya vb. ile su geçirmez yapılan
tear bomb: Göz yaşartıcı bomba.
(yelken bezi, muşamba). 2) gemici; denizci.
tear gas: Gözlerin sulanması, aşırı göz yaşı ve geçici
tarry: Katrana benzeyen; katranlı; katran kaplı.
körlüğe neden olan bir gaz; göz. yaşartıcı gaz.
tarry substances: D/z. Mot, yağlama yağlarındaki me
tech.: Bkz. 1) technical. 2) technically. 3) techno
tal taneciklerinin katalizör etkisi ile oluşan katrana
logy.
benzer maddeler.
technetium: Molibdenin döton ve nötronlarla bom-
tart: Ekşi; ekşice; mayhoş.
bardırıanından elde edilen ve uranyum fizyonunda
tartar: 1) üzüm suyunda bulunan ve şarap kaplarında
bulunan, metalik kimyasal bir element; teknesyum;
veya fıçılarında kırmızımsı, kabuğa benzer birikinti
Simg. Tc; at.ağ. 99 (?) at.no. 43; ilk adı masurium.
oluşturan bir bileşik; şarap tortusu; potasyum bitarta-
rat, KHC 4 H4 O 6 . 2) tükürük proteinleri ve kalsiyum technic: Teknik.
fosfattan oluşan sert, diş taşı; tartar. technical: 1) pratik, endüstriyel veya mekanik sanat
tartar emetic: Boyacılıkta sabitleştirici, tıpta balgam lar veya uygulamalı bilimlere ilişkin; sanata ait; ilmî;
söktürücü, kusturucu ve terletici olarak kullanılan ze bilimsel. 2) özel (spesifik) bilim, sanat, meslek, el sa
hirli, beyaz renkli bir tuz; potasyum antimonu tartrat, natı vb. lerine ait, bunlarda kullanılan. 3) tekniğe ait;
teknikte; teknik gösteren; Teknik yetenek gibi. 4) il
KSbOC 4H4O 6.0,5 H 2 0 .
ke ya da kurallara göre.
tartaric: Taıtar veya tartarik asitten türeyen; tartarik
asite ait veya onu kapsayan; tartarik. technical atmosphere: 1 kilogramlık bir kuvvetin 1
tartaric acid: Sebze dokuları veya meyva sularında cm 2 '!ik bir yüzeyi etkimesiyle oluşan basınç; teknik
bulunan ve ticarî olarak potasyum bitartarat'tan elde atmosfer; at kısaltması ile belirtilir.
edilen saydam, renksiz kristalli asit; tartarik asit, HO- technicality: 1) bilimsel (teknik) olma durumu veya
OC (CHOH)2COOH; boyacılık, fotoğrafçılık, tıp vb. niteliği, 2) teknik terimler, yöntemler vb. inin kullanı
inde kullanılır. mı. 3) bir sanat, bilim, kod veya yeteneğe ait bir nok
tartarization: Tartar oluşturma. ta, ayrıntı, yöntem, terim vb. i. 4) bilimsel nitelik.
tartarize: 1) tartarla muamele etmek; tartarla doyur technically: Bilimsel bir biçimde veya tarzda; teknik il
mak veya işba haline getirmek ya da tartarla birleştir ke veya prensiplere göre. 2) teknik terimlerde.
mek.
technician: 1) bazı konuların ayrıntılarında hünerli ki
tartaraus: Tartara ait; tartar gibi veya tartar kapsa şi; özellikle büyük teknik hüner veya bilgiye sahip
yan. ressam, yazar, müzisyen vb.; sanat uzmanı. 2) tek
tartrate: Tartarik asitin bir tuzu veya esteri; tartarat. nisyen.
tartrated: 1) tartardan türemiş veya tartar kapsayan. technicolor: Herbiri bir tek renge duyarlı türlü ayrı,
2) tartarik asitle birleşmiş. senkronize renklerin birleşmesi ile renkli sinema fil
tasimeter: Katıların çok küçük genişleme veya hare mi üretme işlemi (ticarî bir marka); teknikolor.
ketlerini ve buna neden olan sıcaklık değişimlerini technics: 1) sanat ya da sanatların, özellikle, uygula
ölçmek için kullanılan elektrikli bir cihaz; tasimetre. malı sanatların ilkeleri veya incelenmesi. 2) Bkz.
tasimetric: Tasimetre veya tasimetri ile ilişkili. technique.
tasimetry: Tasimetre ile ölçülen; tasimetre kullanımı. technique: 1) bilimsel veya mekaniksel bir operasyo
taurin: Bkz. taurine. nu başarmak için işlem yöntemi. 2) bunu izleyen uz
taurine: Safrada bulunan ve tarokoilik asitin hidrolizi manlık derecesi; teknik.
ile oluşan renksiz, tarafsız, kristalli bileşik; torin (to techno-: Sanat, bilim, hüner, bilimsel, teknolojik an
ren), C 2 H 7 0 3 NS . lamlarında bir önek.
taurocholic acid: Safrada sodyum tuzları olarak bulu technochemistry: Endüstriyel kimya.
nan renksiz, kristalli asit; torokolik asit,
technologic: Bkz. technological.
C 26 H 4 5 0 7 NS .
technological: 1) teknolojiye ait veya teknolojiye iliş
tautomerism: Denge durumunda olan bazı maddele
kin. 2) teknolojideki gelişmeler nedeniyle; endüstri,
rin birbirine dönüşebilen iki şekilde bulunması özelli
tarım vb. inde makine kullanımı sonucu teknik geliş
ği-
me.
taxi: Kara veya denizde kendi gücü ile hareket etmek:
technologically: 1) teknoloji yardımıyla. 2) teknoloji
Uçak için söylenir.
ye göre; teknoloji bakımından.
taximeter: Taksi ile ticarî otolarda ücreti hesaplayan
technology: Endüstriyel veya pratik sanatların bilimi;
ve kayıt eden otomatik bir cihaz; taksimetre.
teknoloji. 2) bilim, sanat vb. inde kullanılan teknik te
Tb: fite terbium.
rimler; teknik terminoloji. 3) uygulamalı bilim.
TBN: Total Base Number: Toplam baz sayısı.
tectonic: 1) yapıya ait; yapı ile ilişkili; yapısal. 2) mi
TC: Bkz. technetium.
marlık. 3) yerkabuğunun değişimine ait ya da bu de
TDC: Bkz. top dead center.
ğişimler sonucu olan; tektonik.
Te: Bkz. tellurium.
tectonics: 1) genel olarak yapı sanatları; özellikle ya
T bar: Profili T şeklinde olan kiriş; T profil.
pılan güzel ve yararlı yapma sanatı. 2) arazi yapısı
T beam: Profili T harfi şeklinde olan kiriş; T putrel.
ile ilgilenen jeoloji bilimi; tektonik bilimi.
teak: 1) sert, sarımsı kahverengi odunu olan, tekne
tee: Bkz. T bar
yapımında kullanılan büyük bir Doğu Hindistan ağa
tee bar: Bkz. T bar.
cı; tik. 2) bu ağacın odunu.
teeny: Bkz. tiny,
Teknik Sözlük - F. 35
teeth 546 t elescopi c pip e s

teeth: Freze tezgâhında bir diskin çevresine açılan, nılan bir devre; telemotor sistemi: telemotor devresi;
türlü şekillerdeki, örneğin devir düşürücü dişlilerdeki Bkz.
gibi helisel dişler. telemotor.
teeth cutting machine: Diş ya da dişli kesme makine telephone: 1) telefon ile konuşmak; telefon ile mesaj
si; freze makinesi; freze tezgâhı. iletmek. 2) sesi elektrik impulslarina çevirerek tel yar
TEL: Bkz. tetraethyl lead. dımıyla veya telsiz olarak uzak mesafelere ileten ci
haz; telefon.
tel: Bkz. 1) telegram. 2) telegraphy. 3) telephone. telephone booth: Telefon kabini; özellikle gemi maki
telautogram: Telatoğraf ile verilen bir mesaj, resim ne ve kazan dairelerinde bulunan ve ses geçirme
vb.; telatoğram. yen bir hücre ya da kabin.
telautograph: Yazı, resim vb. lerini iletmek için kulla telephone receiver: Telefon cihazının kulağa konu
nılan telgrafa ait bir cihaz; bir tür faks cihazı; alıcı ta lan ve türlü elektriksel impulsları sese çeviren kısmı;
rafında elektriksel olarak denetlenen ve vericinin ka telefon alıcısı; telefon resiveri.
lemi ile aynı hareketleri yapan kalem yardımıyla kop telephonic: 1) telefona ait; telefonlara ilişkin. 2) tele
yalar oluşturur. fonla iletilen.
T elbow: T şeklinde dirsek; T dirsek; T dirsekli rakor. telephonically: Telefon ile; telefon tarafından.
telecamera: Teiekarnera; optik görüntüleri elektrik telephonograph: Telefon konuşmalarını kayıt etmek
akımına dönüştüren bir vakum tüpü; örneğin iyonos- için kullanılan bir cihaz; telefonoğraf.
kop. telephony: 1) telefonla sesin iletimi bilimi. 2) telefon
telecast: Televizyon ile yayınlanan; televizyon yayını ların yapımı ve işletilmesi.
veya neşriyatı. telephote: Fotoğrafları uzak bir mesafeye göndermek
teledynamic transmission: Makaralar ve tel halatlar veya iletmek için kullanılan türlü cihazlardan herhan
la gücü uzak mesafelere ileten sistem; teledinamik gi biri.
güç iletimi. telephoto: 1) telefotoğrafa ilişkin. 2) uzaktaki bir cis
telefoto: Bkz. telephotograph (ticarî bir marka). min büyük görüntüsünü üreten bileşik bir merceğe
teleg.: Bkz. 1) telegram. 2) telegraph. 3) teleg ait veya onu belirten. 3) bir telefotoğraf.
raphy. telephotograph: 1) telefoto mercekle çekilmiş bir fo
telegram: Telgraf sistemi ile iletilen mesaj; telgraf. toğraf; telefotoğraf. 2) telefotoğraf ile iletilen bir fo
telegraph: 1) Orj. Ola. herhangi bir işaret verme ciha toğraf. 3) telefoto mercekle fotoğraf çekmek. 4) tele
zı. 2) mesajı elektrik impulsları veya radyo dalgaları fotografi ile fotoğraflar iletmek.
na dönüştürerek bir tel ile ileten bir cihaz ya da sis telephotographic: Telefotografiye ait, ona ilişkin ya
tem; telgraf sistemi. da telefotografide kullanılan.
telegrapher: Telgraf operatörü; telgrafçı. telephotography: Telefoto mercek veya makine ile
telegraphic: 1) telgrafa alt veya telgraf tarafından ileti te leskop kullanılarak, uzaktaki cisimleri
len. 2) telgraf cihazları veya makinelerine ait. 3) telg fotoğraflandır- ma işlemi veya sanatı. 2) ışık ışınlarını
raf gibi, çok kısa. elektrik sinyal lerine dönüştererek tel veya radyo
telegraphically: 1) telgraf ile. 2) telgraf tarzı veya sti kanalları ile ilet me işlemi veya bilimi; telefotografi.
linde; kısaca; özet olarak. telephoto lens: Görüntüyü büyütmek amacıyla bir ka
telegraphist: Telgraf operatörü. meranın normal merceği yerine kullanılan içbükey
telegraphoscope: Telgraf ile resimleri iletmek için ve dışbükey mercekler bileşimi; telefoto mercek.
kullanılan bir cihaz. teleprinter: Bkz. teletypewriter.
telegraphy: 1) telgraf cihazının çalıştırılması ya da iş Teleprompter: Dinleyici veya seyirciler tarafından
letilmesi veya bunun çalışması. 2) mesajların telgraf gö rülmeyen, bir konuşma vb. ini aynen ileten ve
la iletilmesi. 3) telgraf cihazlarının yapımı. böyle likle konuşmacı, aktör vb. ine yardım eden
teleelectric: Elektrikle uzak mesafelere iletilen müzik elektro
nik, bir cihaz (ticarî bir marka).
vb. ine ait veya onu belirten. teleran: Radar, yer haritaları vb. tarafından alınan veri
telemechanics: Uzak bir mesafeden radyo dalgaları leri televizyon ile uçaklara ileten ve hava navigasyo-
ile mekanizmaları çalıştırma bilimi. nuna (seyir bilimine) yardım eden elektronik bir ci
telemeter: 1) bir cismin gözlemciden mesafesini sap haz; teleran.
tamak için kullanılan bir cihaz; mesafe bulucu; tele telescope: 1) yıldızlar gibi, uzaktaki cisimleri görünür
metre. 2) basınç, sıcaklık, radyasyon vb. ini ölçmek yapan, yaklaştıran ve dolayısıyla büyüten bir cihaz;
ve bilgileri uzaktaki bir alıcıya iletmek için kullanılan teleskop. 2) kısaltmak; yoğuşturmak. 3) birbirinin içi
herhangi bir elektronik cihaz; uzay çalışmaları için ne geçmek.
kullanılmaktadır. 3) telemetre ile ölçmek veya ilet telescope gauge: Buh. Mak. kolonlar ve dolayısıyla
mek gayıtlar arasındaki aralık veya mesafeyi ölçmek için
. kullanılan bir ölçü cihazı; teleskop gösterge; gayıtla-
telemetric: Telemetreye ait: telemetre ile saptanmış. rın paralelliğinin ölçümünde kullanılır.
telemetry: Telemetre kullanımı; telemetri. telescopic: 1) teleskop veya teleskoplara ait. 2) bir te
ielemicroscope: Hem teleskop ve hem de alçak güç leskop ile görülen veya elde edilen. 3) sadece teles
lü mikroskop olarak kullanılabilen bir cihaz; telemik- kop yardımı ile görülebilen. 4) birbirinin içine kayan
roskop. kısımlara sahip olan: Teleskopik borular gibi.
telemotor: Uzak bir mesafeden mekanik bir cihazın telescopically: 1) teleskop yardımıyla. 2) teleskopik
hareketini denetlemek için kullanılan hidrolik ya da şekil veya tarzda.
elektriksel bir cihaz; özellikle bir geminin dümenini telescopic pipes: D/z. Mot. büyük güçlü motorlarda
denetleyen böyle bir cihaz; telemotor. kroshed pin (çapraz muylu) yataklarını yağlamak
telemotor system: Gemi dümen makinelerinde kulla
t elesco pi c t ub e s 547 t em p era t u r e g ra di e n
t

için kullanılan, iç içe geçmiş iki boru; teleskop boru


lürik.
ları; teleskopik borular.
tellurid: Bkz. telluride.
telescopic tubes: Bkz. telescopic pipes.
telluride: Tellürün elektropozitif bir element veya kök
telescopic valve: Diz. Mot. silindir dikey eksein üzeri
ile birleşmesinden oluşan bir bileşik; tellurid.
ne yerleştirilen daha iyi giriş ve egzoz sağlayan ve
tellurion: Bkz. tellurian.
ısıl ve basınç gerilmelerini vb. gideren bir supap ya
tellurite: 1) üç değerli tellür kapsayan tellüröz asitin
da valf şekli; iç içe iki supaptan oluşur; teleskopik
bir tuzu. 2) doğal tellür dioksit, Te0 2 .
valf; coaxial valve şeklinde de kullanılır.
tellurium: Kükürt ve selenyum (selen) ile aynı aile
telescopîst: Teleskop kullanma ve teleskopik gözlem
den olan ve doğada tellürit ve tellürit mineralleri ola
ler yapmada uzman kişi.
rak bulunan nadir, kalay beyazı renkli, gevrek, kim
telescopy: 1) teleskop kullanma pratiği veya sanatı.
yasal metalsi element; tellür; Simg. Te; at.ağ.
2) teleskoplar yapma sanatı.
127,61; at.no. 52; bakırın rafine edilmesinde yan
telespectroscope: Yıldızların vb. tayflarını üretmek
ürün.
için kullanılan, teleskop ve spektroskop bileşimi bir tellurize: Tellür ile birleştirmek veya muamele etmek.
cihaz; telespektroskop. tellurous: Tellürik bileşiklere göre daha düşük değer
telesteoscope: Uzaktaki cisimlerin steoroskopik man li tellür kapsayan bileşiklere ilişkin veya ondan türe
zarasını sağlayan, iki gözle bakılan bir teleskop; te- yen; tellüröz.
lesteoskop. telo-: Bkz. tele-.
telethermometer: Elektriksel olarak uzaktan kayıt ya telodynamic: Kablo ve makaralarla mekanik gücün
pabilen bir termometre veya sıcaklık ölçer; örneğin
uzak bir mesafeye iletilmesine ait veya iletilmesi
bir galvanometreye bağlanan bir termoelektrik dev için.
re; teletermometre.
telpher: 1) bir kabloya asılı olarak elektrikle hareket
teletype: 1) bir tür telli daktilo makinesi (ticarî bir mar
ettirilen bir vagon; teleferik. 2) teleferik ile seyahat et
ka). 2) böyle bir cihazla iletişim. 3) böyle bir cihazla
mek; telfer biçiminde de kullanılır.
(teletip ile) mesaj göndermek.
telpherage: Teleferiklerin kullanıldığı bir ulaşım siste
teletypewriter: Bir tür telgraf sistemi; vericinin klavye
mi; teiferage biçiminde de kullanılır.
sindeki mesajı yazan bir alıcı; ileticinin klavyesindeki
Telstar: Televizyon, telefon vb. yayınları için kullanı
harflerden birine basıldığı zaman elektrik impulsları
lan yapay bir uydu; Telstar (ticari bir marka).
üretilir ve alıcı üzerindeki aynı harfin kayıtı sağlanır.
temblor: Deprem; yersarsıntısı veya zelzele.
teleview: Televizyona bakmak ya da seyretmek.
temp.: Bkz. 1) temperance. 2) temperature. 3) tem
televise: Televizyon ile neşretmek, iletmek, yaymak
porary.
veya almak.
temper: 1) bir başka şeyle karıştırarak daha uygun, is
television: 1) televizyon. 2) televizyon cihazlarını yap
tenilen şekilde yapmak veya aşırı maddelerinden
ma veya işletme sanatı. 3) televizyon kullanan radyo
arındırmak; şiddetini azaltmak. 2) bir şey karıştırarak
neşriyat sistemi.
veya bir şekilde muamele ederek uygun yapı; sertlik
television receiver: Televizyon alıcısı; esas olarak bir
vb. ine getirmek: Bazı boyalar yağ ile inceltilir gibi;
katot tüpü ile, elektron ışınını floresan perdeye akta
çeliğe, kızdırılıp anî soğutarak su verme. 3) yumuşa
ran veya yansıtan, elektromıknatıs şekli verilmiş tel
mak veya yumuşatmak. 4) tavlamak (çeliği). 5) sert
bobinlerden oluşan bir cihaz; televizyon alıcısı.
lik derecesi ve esnekliğine göre bir metalin durumu.
telfer: Bkz.
6) tav.
telpher.
tempera: 1) boyaların tutkal, kazein veya yumurta,
teiferage: Bkz. telpherage.
özellikle yumurta sarısı ile karıştırıldığı boyama işle
telltale: Bilgileri kayıt etmek veya göstermek için
mi. 2) bu işlemde kullanılan boya; suluboya,
kulla nılan türlü cihazlardan biri, özellikle: a) gemi
temperament: 1a) İklim, b) sıcaklık. 2) orantılı karı
düme ninin durumunu gösteren cihaz; dümen
şım; bileşenleri dengeli karışım.
endikatörü veya dümen müşiri, b) iş veya mesai
temperance: Ilimli olma durumu veya niteliği; ılımlı
saatlerinin baş langıç veya sona erişini kayıt eden
lık.
saat. c) alçak bir köprüye yaklaşıldığını belirtmek
temperate: 1) çok sıcak veya çok soğuk olmayan;
için demiryollarına asılan bir sıra şerit.
ılık; mutedil; ılımlı: İklim vb. için söylenir.
telltale gear: Buh. Mak. tornistan kolu, veyşaft, bağ
temperature: 1) termometre ile ölçülen ısı şiddeti ya
lantı ve bir göstergeden oluşan donanım; manevra
da yoğunluğu. 2) bir maddenin ortalama moleküler
donanımı.
kinetik enerjisinin ölçümü. 3) sıcaklık ya da sühu
telltale hole: Kazanların ön ve arka aynalarını birbirle
net. 4a) canlı bir gövdenin sıcaklık derecesi (yanlış
rine sıkıca bağlayan payandaların yatay eksenleri
olarak ısısı), b) bunun normali geçen değeri (98,6°F
boyunca açılan, en az 4,76 mm (3/16 in) çapında
veya 37°C).
dairesel delik; kazan dışına bu delikten buhar veya
temperature, absolute: Bkz. absolute temperature.
su çıkması halinde payandanın kesildiği ya da kırıldı
temperature, critical: Bir gazın ne kadar büyük olur
ğı anlaşılır.
tellurate: Tellürik asitin bir tuzu; tellürat. sa olsun, basınç ile sıvılaştırılamadığı sıcaklık; kritik
sıcaklık.
telluret: Bkz. telluride.
temperature gauge: Bkz. thermometer.
tellurian: Dünyanın durumu, dönüşü (günlük, yıllık
temperature gradient: 1) çoğalan yükselti veya ra
dönüşler vb.) bunların neden olduğu gece, gündüz
ve mevsimlerin nasıl oluştuğunu gösteren bir cihaz. kım ile sıcaklık miktarındaki değişim. 2) Term. bir
ucu ısıtılan bir çubuğun sıcak ve soğuk uçları arasın
telluric: Tellüröz bileşiklerinden daha yüksek değerli
daki °C/cm birimi ile belirtilen sıcaklık farkı.
tellür kapsayan bileşiklere ait veya onları belirten; tel
t em p era t u r e indicat o r 548 t e p e f ac t io n

temperature indicator: Bkz. thermometer; sıcaklık Den. GM'i küçük, yavaş olarak yalpaya düşen ve ya
göstergesi. vaş düzelen gemi; tender ship olarak kullanılır.
temperature recorder: Sıcaklığı zaman ile kayıt et tender: 1) Den. daha büyük bir gemiyi donatan ya da
mek için kullanılan, çok sayıda termometreden olu teçhiz eden veya ihtiyaçlarını karşılayan küçük bir
şan bir cihaz; sıcaklık kayıt edicisi. gemi; yardımcı gemi. 2) sahile yakın bir gemiden
temperature regulator: Diz. Mot. soğutma devrelerin yolcu vb. taşımak için kullanılan bot; filika; kayık. 3)
de makineye giren tatlı suyun sıcaklığını termostatik bir trenin arka kısmına bağlı, lokomotif için kömür
olarak düzenleyen bir cihaz; sıcaklık regülatörü; sı ve su taşıyan bir vagon.
caklık düzenleyicisi. tender ship: Den. güverte üstü havaleli yüklenmiş ve
temperature scale: Suyun donma sıcaklığı ile kayna ağır olarak yalpa yapan ve dengesi zayıf bir gemi;
ma noktası arasında eşit bölüntülerden oluşan bir cranky ship şeklinde de kullanılır.
skala; sıcaklık skalası; Selsiyüs (Celcius), Fahren tenfold: 1) on parçası olan. 2) on misli; on kat.
hayt (Fahrenheit) vb. skalalar gibi. tenon: Bir parça tahtanın ucuna açılan ve kendisine
temperature strength: Diz. Mot. yatak metalinin yük uygun bir deliğe geçen parça; erkek parça; bu şekil
sek sıcaklıklarda yük taşıma yeteneği; sıcaklık daya- de yapılan geçme.
nıklığı; yatak metallerinin büyük bir bölümü yüksek tensibility: Gerilebilme durumu veya niteliği; gerilme
sıcaklıklarda yumuşar ve daha küçük bası dayanıklı- yeteneği.
ğına sahip olurlar. tensible: Gerilebilir.
temperature stress: Bkz. heat stress. tensibiy: Tansiyon ve çeki yardımıyla.
temperature wave: Sıcaklık değişiminin gelişmesi; ör tensile: 1) tansiyona ait; gerilmeye ait; gerilmeye uğ
neğin uzun ve soğuk bir metal çubuğun bir ucunun rayan; gerilme uygulayan. 2) gerilmeye sahip olan.
şiddetle ısıtılması ile başlayan bir dalga; sıcaklık dal tensile bolt: Germe cıvatası.
gası. tensile strain: Boyuna gerilmeye direnç; gerilme da-
tempered: 1) değişik nitelikte madde ilâve edilerek yanıklığı; bir maddenin kopma oluşmaksızın boyuna
veya karıştırılarak değiştirilmiş. 2) tavlanmış veya su yönde çekilmesi sırasında, ağırlık olarak en büyük
verilmiş (bir çeliğe). yükün uygulandığı birim alanla ifade edilir; germe
tempering: Normalleştirilmiş veya su verilmiş bir çeli nedeniyle oluşan şekil değişikliği.
ğin fiziksel özelliklerini geliştirmek için, alt kritik sı tensile stress: Dış kuvvetlerin etkisine direnç göste
caklığının altına kadar yeniden ısıtmak; tavlamak. ren iç kuvvet; çeki gerilmesi; tension olarak da kulla
template (templet): 1) Mim. a) bir kirişin altına konu nılır.
larak basınç dağıırnına yardım eden kısa bir taş ve tensile test: Germe deneyi; çekme deneyi.
ya ağaç. b) kapı boşluğu gibi, açık bir kısmın duvar tensility: Germe durumu ya da niteiiği; gerginlik.
larını birleştirmek için kullanılan bir kiriş; hatıl. 2) tensimeter: Gazların veya buharların gerilme ya da
ağaç işçiliğinde doğruluğu saptamak için kullanılan, basınçlarını ölçmek için kullanılan bir cihaz; mano
çoğu zaman ince bir levha şeklinde bir kalıp; şab metre; tansimetre.
lon; model; mastar. tensiometer: Bir tel, ip, halat vb. inin gerginliğini ölç
temple: Bir dokuma tezgâhında, çalışma sırasında ku mek için kullanılan bir cihaz; tansiometre.
maşı gerçek genişliğinde gergin tutan bir araç. tension: 1) dikiş makinesindeki iplik gibi, bir şeyi ger
temporarily: Sadece bir zaman için; geçici olarak. mek veya gergin yapmak için kullanılan bir cihaz. 2)
temporariness: Geçici veya fani olma durumu veya elektromotor kuvvet; elektrik potansiyeli veya potan
niteliği; geçicilik; fanilik. siyel farkı. 3) bir gaz ya da buharın genişletme kuv
temporary: Sadece bir zaman için süren, kullanılan veti veya basıncı. 4a) uzatma eğiliminde olan kuvvet
vb.; sabit olmayan; geçici; muvakkat. lerle bir maddede meydana getirilen bir gerilme; çe
temporary hardness: Kalsiyum ve magnezyum bikar ki; çeki gerilmesi, b) malzemenin dayanıklığina karşı
bonatlar tarafından oluşturulan ve suyun kaynatılma böyle bir çekme uygulayan kuvvet ya da kuvvetler bi
sı ile giderilebilen bir su sertliği; geçici sertlik. leşimi.
temporary magnetism: Manyetik alanda bulunduğu tensional: Tansiyon (çeki) ile ilişkili; tansiyon veya
zaman bir cismin kazandığı ve manyetik alan dışına çekiye ait.
çıkarıldığında kaybettiği manyetizm; geçici mıknatıs tension bolt: Bkz. tie rod.
lık. tensioning gear: Germe donanımı; motorların çalış
temporary repair: Den. belirli bir sefer zamanında ta maları sırasında ısı alarak genişleyen zinciri germek
mamlamak için uygulanan geçici tamirat; geçici ona için kullanılır.
rım. tensioning jack: Diz. Mot. silindir kapak saplamaları
tempt: Orj. Ola. tecrübe etmek veya denemek. nın somunlarını vira etmek, sıkmak için kullanılan ve
t en: 1) dokuz ile on bir arasındaki tam sayı; 10; X. 2) basınçlı (600-500 bar) hava ile çalışan bir alet.
on kişi veya şeyden oluşan herhangi bir gurup. 3) tension rod: Bkz. tie rod.
bir dizide onuncu. 4) o.n dolarlık (ABD) kâğıt para tension spring: Germe yayı.
tenacity; Yapışkan olma durumu veya niteiiği; yapış tensive; Tansiyon ya da çekiye neden olma.
kanlık. tenth: 1) bir sırada dokuzuncudan sonra gelen; onun
tendency: Belirli bir yöne doğru hareket eğilimi; te cu. 2) bir şeyin on eşit parçasından herhangi birini
mayül; eğilim. belirten. 3) bir şeyin on eşit parçasından herhangi bi
tender: 1) kolayca çiğnenen, kırilan, kesilen vb.; yu ri; 1/10.
muşak, kolay kırılır vb. 2) dikkatli elleçleme gerekti tenthly: Onuncu sırada veya yerde.
ren. 3) ılımlı; hafif; kaba ya da dalgalı olmayan. 4) îepefaction: Ilıklaştırma.
tepefy .549 terrestria l magneti s m

tepefy: Ilık yapmak; ılık olmak; ılıklaştırmak. terminal heater: Gemi ısıtma-havalandırma devrelerin
tepid: Ilık. de bir oda termostatı ile hareket ettirilen, otomatik
12
tera-: 10 (1 000 000 000 000) veya trilyon anlamın buhar valfı tarafından denetlenen ve ayrı bölmelere
da bir önek; tera; T kısaltması ile belirtilir. hizmet eden bir ısıtıcı veya rihiyter; terminal ısıtıcı.
terbia: Sulandirilmış asitlerde çözünen beyaz bir toz; terminally: 1) sonunda. 2) her bir terim.
terbiyum oksit, Tb 2 0 3 . terminal pressure: Buh. Mak. iş strokunun sonunda,
Terbium: Nadir toprak grubundan metalik kimyasal egzoz portları henüz açıldığı sırada, silindir içindeki
bir element; terbiyum; gadolinit ve diğer mineraller buharın basıncı; terminal basıncı; sondaki basınç.
de bulunur; Simg. Tb; at.ağ. 159,2; at.no. 65. terminal voltage: Bir elektrik makinesi (motor ya da
terebene: Sülfürik asitin terebantini etkimesiyle elde jeneratör), elektrik devresi vb. inin uçları arasındaki
edilen terpenler karışımı; tereben. potansiyel farkı; terminal gerilimi; uçlar arasındaki
terebic acid: Terebantinin oksidasyon (oksitlenme) potansiyel farkı.
ürünü olan beyaz, kristalli asit; terebik asit, terminate: 1) zaman ya da mesafe sonuna gelmek;
C 7 H 10 0 4 . sonunu oluşturmak; sınırlamak, bitirmek, sona er
terebinth: Sumak ailesinden (familyasından) tereban- mek veya tahdit etmek. 2) son vermek; durdurmak.
tin veren küçük bir Avrupa ağacı; terebint ağacı. 3) bir zaman veya mesafenin sonuna gelmek.
terebinthic: Bkz. terebinthine. termination: Mesafe ya da zamanda bir şeyin sonu;
terebinthine: 1) terebint ağacına ait. 2) terebantine limit, sınır veya hudut; sonuç ya da netice.
ait ya da ona benzeyen. terminological: Terminolojiye ilişkin.
terete: Silindirik veya hafif konik şekilde ve dairesel terminology: 1) sanat, bilim vb. inin özel bir alanında
enine kesitte. kullanılan terimler sistemi; terminoloji. 2) Nad. Ola.
term: 1) Orj. Ola. bir sürecin başlangıç veya sonunu bilimin özel branşlarındaki terimlerin incelenmesi ya
belirten zaman aralığı. 2) sınırları belirli bir zaman da bilimi.
perîyotu; herhangi bir şeyin sürdüğü zaman. 3) terminus: 1) Nad. Ola. sınır ya da limit. 2) sınır taşı.
Nad. Ola. sınır, limit veya hudut. 4) Mate. a) iki sayı 3) sonuç; amaç. 4) demiryolu, otobüs veya hava hat
lı bir kesir veya oranın herhangi biri; terim, b) bir se tının uçlarından herbiri. 5) ing. böyle bir hattın so
rideki sayılardan herhangi biri. c) cebirsel bir ifade nundaki istasyon veya şehir.
deki + veya - işaretle birleştirilen niceliklerden biri. termless: Sınırsız veya hudutsuz.
term.: Bkz. 1) terminal. 2) terminate. tern: Üç sayılan.
terminal: 1) bir dizinin sonunda oluşan; sona erme; fi ternary: 1) üç parçadan yapılmış; üç misli; üçlü. 2)
nal; son. 2) demiryolu hattının sonunda ödenen vb. üç. 3) Kimy. üç farklı element, kök vb. kapsayan ve
3) bir elektrik devresinin uçlarından herhangi biri ya ya ona ait. 4) Mafe. a) tabanı üç olan. b) üç değiş
da bağlantı uçlarının herhangi biri; uç; kutup; termi ken kapsayan. 5) Metal, üç metalin alaşımı.
nal. 4) demiryolu gibi, taşımacılık hattının istasyon, ternary compound: Kalsiyum karbonat (CaCO3 gi
manevra yeri vb, i dahil, uçlarından herbiri. 5) bir bi, üç elementten oluşan bir bileşik; üçlü bileşfk; üç
ulaşım hattının önemli bir noktasındaki istasyon. elemanlı bileşik.
terminal boxe: Elekt. terminal kutusu. ternate: 1) üçten meydana gelen. 2) üçlerle düzenlen
terminal combustion pressure: Mot. yanma sırasın miş.
da silindirde oluşan en yüksek basınç; terminal yan template: Kurşun ve kalay alaşımı ile kaplanmış de
ma basıncı; maksimum basınç; dizel motorlarında mir ya da çelik levha.
40-250 ve benzin motorlarında yaklaşık 50 bar dola terpene: Uçucu yağlar, reçineler vb. inde bulunan ve
yındadır. genel formülü C 1 0 H 1 6 olan izomerik karbonlu hidro
terminal combustion temperature: Mot. yanma sıra jenler serisinin herhangi biri; terpen.
sında silindir içinde oluşan en yüksek sıcaklık; mak terpineol: Belirli uçucu yağlarda bulunan ve parfüm
simum yanma sıcaklığı; terminal yanma sıcaklığı; di lerde kullanılan leylak kokulu üç izomerik karbonlu
o
zel motorlannda 1400 -1900°C ve benzin motorlarin- hidrojenden biri; terpinol, C 1 0 H 1 7 OH .
da 2200°-2500°C dolaylarındadır. terra: Toprak; Dünya.
terminal compression pressure: Mof. sıkıştırma stro- terra alba: Magnezia, kaolen, alçıtaşı gibi türlü beyaz
ku (kursu) sırasında, silindirde oluşan en yüksek ba topraklardan herhangi biri.
sınç; terminal sıkıştırma basıncı; sıkıştırma sonu ba terrain clearance indicator: Yere gönderilen radyo
sıncı; dize! motorlarında 28-45 bar ve benzin motorla dalgası ile yerden radyo dalgasının alınması için ge
rında 5-10 (maks, 15) bar dolayındadır. rekli süreye göre çalışan bir yükselti ölçer; radyo alti
terminal compression temperature: Mot, sıkıştırma metresi: Uçaklarda kullanilir.
sırasında silindirde oluşan en yüksek sıcaklık termi terramycin: Topraktan elde edilen, belirli virüs ve
nal sıkıştırma sıcaklığı; sıkıştırma sonu sıcaklığı; di bakterilere karşı etkili bir antibiyotik; terramisin.
zel motorlarında 450°-65O°C ve benzin motorlannda terreila: Dünyanın mıknatıslılığını kanıtlamak için kul
60°-70°C dolayındadır. lanılan bir cihaz; manyetik küre.
terminal expansion pressure: Mot. genişleme stroku terrene: 1) Dünya; yerküre. 2) arazi ya da toprak.
(kursu) sonunda silindir içindeki basınç; genişleme terrestrial: 1) Bu dünyaya ait; dünyevî. 2) karaya ait;
sonu basıncı; terminal genişleme basıncı; 1,5-4,5 topraktan oluşan. 3) karada yaşayan. 4) arazi ya da
bar değerleri arasında değişir. toprakta yetişen.
terminal expansion temperature: Mot. genişleme so terrestrial heat: Yerse! ısı; yerkürenin türlü kısımlann-
nunda silindir içindeki gazlann sıcaklığı; genişleme dan çıkan doğal buhar, kömür vb. inin ısısı.
sonu sıcaklığı; terminal genişleme sıcaklığı. terrestrial magnetism: Dünya' nın sahip olduğu man-
tertiar y 550 tet rahydrona phth al en e

yetik alan; bu manyetik alanın incelenmesi; Dünya


herhangi bir kimyasal bileşik; tetraklorür.
nın manyetik alanı; Dünya'nın türlü kısımlarında bir
tetrachloroethylene: Sıv. Yük. tetrakloretilen; karbon
birinden farklı olan alan.
diklorür; etilen tetraklorür; perkloretilen; "PER",
tertiary: 1) üçüncü sıra, oluşum vb. ine ait; üçüncü.
"Perklone", kızgın yüzey ve aleve temas ettiği za
2) Kimy. a) bir kökün yerini alanı kapsayan, b) bir
man çok zehirli gazlar çıkaran, insan sağlığı için za
zincir ya da çemberde diğer üç karbon atomu ile bir
rarlı, keskin aromatik kokulu, doymamış alifatik aile
leşen bir karbon atomuna ait veya onu belirten.
sinden, higroskopik olmayan, dayanıklı, renksiz bir
tervalent: Üç değer ya da valansa sahip olan; triva- 0
sıvı; Simg. CCI : 15,5 /15,5°C'de öz.ağ. 1,630-
lent şeklinde de kullanılır. 2
1,635; k.n.121,2°C; d.n.-22,7°C; suda çözün
Tesla coil: Yüksek frekanslı kıvılcım (ark) aralığına sa
mez; 20°C'de Visk. 0,880; gemilerde çevre sıcaklığı
hip olan bir endüksiyon bobini; Tesla bobini; yük
ve atmosfer basıncında taşınır.
sek frekanslı bir bobin.
tetracid: Bir tuz oluşturmak için bir monobazik asitin
test: 1) değerli metalleri damıtma veya rafine etmek
dört molekülü ile tepkiyebilen dört OH grubuna sa
için kullanılan gözenekli küçük bir pota. 2) gözenek
hip olan bir alkol; tetrasit.
li küçük bir pota ile metali denemek veya test et
tetrad: 1) dört sayısı; 4. 2) dördün grubu ya da takı
mek. 3) F/z. deney; tecrübe; test. 4) Kimy. a) bir
mı. 3) dört değerli olan bir atom, kök (radikal) veya
madde ya da karışımı belirlemek için bir deney ya
element.
da tepkime, b) işlemde kullanılan ayıraç, c) ondan
tetradecane: Parlama noktası 202°C (396°F) olan, al
elde edilen pozitif belirti. 5) gözenekli küçük bir pota
kolde çözünen, suda çözünmeyen, yanıcı ve renksiz
da olduğu gibi bir metali damıtmak ya da rafine et bir sıvı; tetradekan, C H ve CH (CH ) CH ;
14 30 3 2 12 3
mek. 6) bir deney, tecrübe veya teste konu olmak. 20°/4°C'de öz.ağ. 0,7653; k.n. 253,5°C; e.n. 5,5°C;
7) Kimy. bir ayıraç veya ayıraçlarla muayene etmek. organik sentezlerde ve çözücü olarak kullanılır.
test bar: Türlü deneyler uygulanmak üzere büyük bir tetradymite: Doğal bizmut tellürid, Bi 2 Te3 ; ince yap
döküm vb. i kütleden alınan çubuk; deney çubuğu. rak şeklinde soluk, çelik grisi renkli bir mineral.
test bench: Deney ya da tecrübe tezgâhı. tetraethyl lead: Ağır, renksiz, zehirli bir kurşun bileşi
test, bending: Bkz. bending test. ği; kurşun tetraetil, Pb (C H ) gücü yükseltmek ve
2 5 4
test chamber: Deneyler yapılan bir yer; deney hücre makinede vuruntuyu önlemek için benzine katılır.
si; deney odası. tetragon: Dört kenarı ve dört açısı olan bir düzlem şe
test clip: Elektrikli ölçü cihazlarının kablo uçlarında kil; dörtgen.
bulunan kıskaç; test ya da deney klipsi. tetragonal: 1) dörtgene ait; dörtgen şeklinde olan;
test cocks: Tesviye şişeleri kırıldığı zaman, kazan dörtgensel. 2) üç ekseni dik açılarda ve iki yanal ek
içindeki su düzeyini saptamak için alev borulu ka seni eşit olan kristalleşme (billurlaşma) sistemine ait
zanlarda kullanılan üç musluk; tecrübe veya deney ya da bu sistemi belirten; tetragonal.
muslukları. tetragonal crystal: Karşılıklı üç dikdörtgen eksene sa
tester: Deney yapan ya da tecrübe eden kişi veya hip ve bunlardan ikisi birbirine eşit olan bir kristal;
şey; deney cihazı. tetragonal kristal; dikdörtgensel kristal.
test, hammer: Çekiç deneyi. tetrahedral: Dört yüzlüye ait; dört yüzlü şekilde olan;
test, hardness: Bkz. hardness test. dört yüzü olan.
test, hydrostatic: Hidrostatik test; Bkz. hydrostatic tetrahedral atom: Değer ya da valans bağları çekir
test. dekten dört yüzlünün köşelerine yöneltilen dört de
testing: Deney yapma; deneme; ölçü alma. ğerli bir atomun şekli; dört yüzü olan atom.
testing lamp: Elekt. tecrübe lâmbası; sigortaların sağ tetrahedrite: Griden siyaha kadar değişen ve dört
lamlığı, bir devredeki kaçak vb. inin kontrolunda kul yüzlü kristaller şeklinde bulunan bir mineral; esas
lanılır. olarak bakır ve antimonun sülfürü, 3Cu 2 .S.Sb 2S; tet-
testing machine: Deney makinesi; deney cihazı. rahedrit; bir çok şeklinde bakır, kısmen demir, kur
test paper: Kimy. deneyler için ayıraçla hazırlanan kâ şun, gümüş vb. ile yer değiştirmiştir.
ğıt; deney kâğıdı: Turnusol kâğıdı gibi Bkz. litmus tetrahedron: Üçgen şeklinde dört yüzeyi olan katı bir
paper. şekil; dört yüzlü.
test plate: Bir malzeme veya saçın özellikleri veya da tetrahydrofuran: Sıv. Yük. tetrahidrofuran; siklotetra-
yanışığını denemek üzere alınan parça; deney lev metilen oksit; dietilen oksit; tetrametilen oksit; THF;
hası; örnek parça. yangın ve patlama tehlikesi olan, etere benzer koku
test pressure: Deney ya da tecrübe basıncı. lu, insan sağlığı için zararlı, higroskopik, dayanıklı,
test stand: Makinelere, imal edildikten sonra fren bey- renksiz ve akıcı bir sıvı; Simg. OCH 2 CH 2 CH 2 CH 2
girgücü, mekanik verim, supap zamanlaması yönün ;
den bir seri deneyin uygulandığı yer; deney yeri; 20°/4°C'de öz.ağ. 0,886-0,889; k.n. 66°C; d.n.
test mahalli. -108,5°C; suda tümü ile çözünür; 20°C'de Visk. yak
test tube: Kimyasal deneylerde vb. kullanılan bir ucu laşık 1cP, gemilerde çevre sıcaklığı ve atmosfer ba
kapalı, ince, saydam ve camdan yapılmış bir tüp; de sıncında taşınır.
ney tüpü. tetrahydronaphthalene: Sıv. Yük. tetrahidronaftalen;
tetarto-: Dördüncü anlamında bir önek. 1,2,3,4-tetrahidronaftalen; tetralin; önemli tehlikesi ol
tetra-: Dört (4) anlamında bir önek. mayan, keskin ve terebantine benzer kokulu, aroma
tetrabasic: Her bir molekülünde değiştirilebilir dört tik ailesinden, higroskopik olmayan, dayanıklı, insan
hidrojen atomu bulunan asite ait veya onu belirten. sağlığı için zararlı, renksiz bir sıvı; Simg. C 1 0 H 1 2 ;
0 ö
tetrachloride: Molekülde dört klor atomu bulunan 20°/4 C'de öz.ağ. 0,97; k.n. 207,5°C; d.n.-30 C; su
da çözünmez; viskozitesi belli değil; gemilerde çev-
t e t ra me t h y l lea d 551 t h erma l a b sor b e r

re sıcaklığı ve atmosfer basıncında taşınır.


2) teorem; dava; önerme. 3) Mate., Fiz., ispatlana
tetramethyl lead: Suda çözünmeyen ve benzen, pet
rak somutlaştırılmış bir öneri.
rol eteri, alkolde hafifçe çözünen bir kurşun bileşiği;
theorematic: Teorem veya teoremlere ait; teorem ve
kurşun tetrametil; Simg. (CH 3 )4 Pb; öz.ağ. 1,995;
ya teoremler tabiatında olan.
d.n.-27,5°C; k.n. 110°C; yanıcı ve zehirli, uçak benzi
theoretic: Bkz. theoretical.
ninde oktan sayısını düşürmek için kullanılır.
theoretical: 1) teori veya kurama ait; kuramsal. 2) te
tetratomic: 1) dört atomlu bir moleküle ait veya bu
oriye göre; nazarî; ideal.
molekülü belirten, 2) değiştirilebilir dört atomu veya 3 3
theoretical air: 1 kilogram, m veya Nm yakıtın tam
grubu olan. 3) Nad. Ola. dört değerli. 3 3
yanması için gerekli kg, mol, m veya Nm türün
tetravalent: 1) dört değeri olan; dört değerli. 2) dört
den minimum hava miktarı; teorik hava; kuramsal
hidrojen atomu ile birleşebilen.
hava (miktarı).
tetrode: Dört eleman (çoğu zaman bir katot, bir lev
theoretical capacity: Bir pompanın gerçek hacimsel
ha ve iki ızgara) kapsayan bir elektron tüpü; yüksek
kapasitesinin, hacimsel verime oranı; teorik kapasi
frekans amplifikatörü olarak kullanılır.
te; kuramsal kapasite.
tetrode transistor: iki esas bağlantılı ve konvansiyo-
theoretical cycle: Teorik ya da kuramsal çevrim;
nel p-n-p veya n-p-n birleşmiş transistor; dört ele-
Bkz, theoretical diagram.
manlı transistor.
theoretical diagram: Çoğunlukla termodinamikte kul
tetroxid: Bkz. tetroxide.
lanılan, örneğin karışık çevrim, sabit hacim çevrimi,
tetroxide: Her molekülünde dört oksijen atomu olan
sabit basınç çevrimi, Brayton çevrimi, Rankin çevri
herhangi bir oksit; tetroksit.
mi, Atkinson çevrimi, Karno çevrimi, kompresör çev
tetryl: Özellikle fünyelerde patlayıcı olarak kullanılan
rimi vb. i diyagramlardan herhangi biri; teorik ya da
sarı bir toz; tetril, C 7 H 5 N 5 0 8 tetranitrometilanilin.
kuramsal çevrim.
textbook:Bilim konusunun ilkelerinde bilgi veren ki
tap; öğretimde esas olarak kullanılan herhangi bir ki theoretical efficiency: Teorik veya kuramsal verim;
tap; ders kitabı. teorik diyagramların çevrim verimi; termodinamik
textolite: Reçine emdirilmiş branda sıkıştırılarak elde yöntemlerle hesaplanan verim.; Bkz. thermal effici
edilen ince katmanlı plâstik madde; tekstolit; bazı ge ency.
milerin şaft kovanlarında yatak malzemesi olarak kul theoretical head: Bir pompanın herhangi bir sıvıyı ba
lanılır. sabileceği teorik veya kuramsal yükseklik; teorik
Th: Bkz. thorium. hed; kuramsal yükseklik.
thalassic: 1) deniz ya da okyanusa ait. 2) körfez, bü theoretical height: Bkz. theoretical lift.
yük körfez ve küçük denizlere ait. theoretical lift: Bir pompanın emme borusunda sıvı
nın yükselmesini sağlayan hed, kuramsal yükseklik;
thallic: Üç değerli talyum kapsayan bir bileşiğe ait ve
ya bu bileşiği belirten. su için, tüm kayıplar dikkate alınmadığı zaman ya
da ideal durumda bu yükseklik 10,33 m'yi geçemez.
thallious: Bkz. thallous.
theoretically: Teori veya kuramda; teori veya kuram
thallium: Nadir, mavimsi beyaz, yumuşak, elementle
yardımıyla; teoriye veya kurama göre.
rin en hafifi olan ve doğal radyoaktif izotopları bulu
theoretical mixture: Benz. Mot. yakıtın silindirlerde
nan metalik kimyasal bir element; talyum; vuruntuya
yakılması sırasında fazla hava katsayısının 1'e eşit ol
karşı bileşikler, fare zehiri vb. i yapımlarında kullanı
duğu hava-benzin karışımı; teorik veya kuramsal ka
lır; simg. Tl; at.ağ. 204,39; at.no.81.
rışım; termodinamik hesaplar sonucu bulunan ve
thallous: Bir (1) değerli talyum kapsayan kimyasal
15,12/1'e eşit olan karışım.
bir bileşiğe ait.
theoretician: Bazı sanat, bilim vb. inin kuramında uz
thaw: 1) erimek; buz, kar vb. i gibi sıvı ya da yarı sıvı
man veya öğrenci olan kişi.
olmak. 2) donma noktasının üzerine yükselerek eri
theoretics: Bir bilim alanının kuramsal ya da teorik
mek. 3) erimeye neden olmak. 4) erime.
bölümü.
thebain: Tıpta kullanılan, haşhaştan elde edilen renk
theorist: Teori kuran kişi; özellikle bazı sanat, bilim
siz, zehirli bir alkaloit; tebain, C 19 H 21 N0 3 .
thein: Bkz. theine. vb. inin teorisinde uzman olan kişi; teorist; kuramcı.
theorization: Kuram ya da teori yapma.
theine: Özellikle çayda bulunan kafein; tein.
theobrornin: Bkz. theobromine. theorize: Teori veya teoriler (kuramlar) oluşturmak.
theobromine: Kakao bitkisi ve yapraklarından çıkarı theory: 1) kolay anlaşılmayan ya da çapraşık ilkelerin
lan acı, kristalli bir alkaloit; teobromin, C 7 H 8 0 2 N 4 ; ya da prensiplerin sistemli ifadesi. 2) bir dereceye
tıpta idrar söktürücü ve sinir uyarıcısı olarak kullanı kadar gerçekleşmiş belirli, gözlenmiş olayların görü
lır; teofilin ve kafeinle ilişkilidir. nen ilişkilerinin formül haline konulması. 3) kuram;
theodolite: Dikey ve yatay açıları ölçmek için sürve- teori.
yörler tarafından kullanılan özel bir tür teleskop. 2) therm: 1) büyük kalori veya bazan küçük kalori. 2)
bulutların yüksekliği ve hızlarını ölçmek için kullanı 1000 büyük kaloriye eşit bir ısı birimi. 3) 100 bin
lan optik bir cihaz; teodolit. BTU'ya eşit ısı birimi. 4) 100 000 erg. 5) therme şek
theophylün: Bkz. theophylline. linde de yazılır.
theophylline: Çay yapraklarından çıkarılan renksiz, therm-: Bkz. thermo-.
kristalli bir alkaloit; teofilin, C 2 H 8 0 2 N 4 .H 2 0 ; therm.: Bkz. thermometer.
teobro min gibi kullanılır. thermal: 1) ısı, sıcak kaynak vb. ine ait. 2) ılık ya da
theor.: Bkz. theorem. sıcak. 3) sıcak havanın yukarıya doğru olan akımı.
theorem: 1) bir eşitlik veya formülde ilişkinin ifadesi. thermal absorber: Isıl emici; ısıl radyasyonu emen
bir cisim; koyu yüzeyli cisimler iyi ve parlak yüzeyler
thermal absorbtion 552 t h ermi t e p roces
s

ise zayıf emicidirler.


hacmindeki çoğalma; ısıl genişleme.
thermal absorbtion: Radyan ısıyı emme işlemi; ısıl
thermal insulator: Mantar, cam yünü, cam lifi, türlü
emme.
tekstiller, hava ve diğer gazlar gibi, ısıl iletkenliği za
thermal analysis: Metallerde denge durumları ve faz
yıf bir madde; ısıl izolatör; ısıl yalıtkan.
ilişkilerinin araştırılması için ısıtma ve soğutma eğrile
thermal gradient: Bkz. temperature gradient.
rinin kullanımı;, ısıl analiz.
thermal ionization: Yüksek sıcaklık nedeniyle iyonlaş
thermal bulb: Termoregülatörlerde kullanılan ve için
ma; ısıl veya termik iyonlaşma.
de düşük sıcaklıklarda buharlaşan bir sıvı bulunan 2

ve soğutma devresinin makineden çikış kısmında su thermal load: Mot. silindir duvarının 1 m 'sinden 1 sa
ya sokulmuş oları bir hücre; ısıl hazne: ısıl ampul; atte geçen kcal veya kJ türünden ısı miktari; termik
termoregülatör valfının çalışmasını sağlar. yük; ısıl yük,
thermal capacity: Bir cismin sıcaklığını birim olarak thermally: Isı yardımıyla.
yükseltmek için gerekli ısı miktarı; ısıl kapasite; ısı ka thermal neutrons: Bulundukları cisimde ısıl dengede
pasitesi; su kütlesinin sıcaklığını bir derece yükselt olan nötronlar; genel olarak enerjileri yaklaşık ola
mek için gereken ısı miktarına eşdeğerdir. rak 0,025 ev olan nötronlar; ısıl nötronlar
thermal conduction: Isı enerjisinin molekülden mole thermal overloading: Isıl olarak aşırı yüklenme: Mo
küle iletilmesi ile ısının maddenin bir bölümünden di torlar için söylenir; ısıl aşırı yük; Bkz. overheating.
ğer bölümüne iletilmesi ya da aktarılması; ısıl iletim, thermal radiation: Isı dalgaları şeklinde ısı iletimi ya
taşıma ya da kondüksiyon. da aktarılması; ısıl radyasyon; ısıl ışınım.
thermal conductivity: Bir maddenin ısıyı iletme yete thermal reactor: Bkz. submarine thermal reactor.
neğinin ölçümü; ısı! iletkenlik. thermal relay: Elekt, kontaktörlerde, otomatik şalter
thermal conductor: Isıyı ileten bir madde; ısıl iletken; ler vb, inde bulunan ve aşırı ısındığı zaman devrenin
metaller iyi ısıl iletken iken metalsiler zayıf ısıl iletken kapanmasına izin vermeyen röle; termik röle; ısıl rö
dirler; gazlar ve sıvılar da kötü iletkendirler. le.
thermal convection: Isının, bir akışkanın otomatik do thermal shield: Nûk. Ener. bir kalkanın, yansıtıcısı
laşımı ile, sıcaklık ve yoğunluk farkı nedeniyle başka (reflektör) yakınına yerleştirilen ve yüksek şiddette
bir sıvı veya gaza aktarılması ya da iletilmesi; ısıl ısı nakleden kısmı; ısıl kalkan; termik kalkan.
konveksiyon. thermal shock: Özellikle kazanlarda, kızgın yüzeyler
thermal cracking: Yüksek basınç ve yüksek sıcaklık de soğuk suyun neden olduğu bir olay: ısıl şok; ter
kullanımı ile büyük moleküllerin kırılarak küçük mole mik şok.
küllere dönüştürülmesi; petrol endüstrisinde uygula thermal stress: Bir makinenin çalışması sırasında pis
nır; ısıl kraking. ton kafası, silindir kapağının yanma odasına bakan
thermal cycle: Genellikle bir akışkanın sıcaklığını de yüzü, supaplar, gömlek duvarında önemli sıcaklık
ğiştirerek, ısının, sistemin bir tarafından diğer tarafı farklarından gelen gerilme; ısı! ya da termik gerilme.
na aktarılması veya bir enerji şeklinden diğerine ge thermic: Isıya ait; ısı tarafından neden olunan.
çirilmesini sağlayan işlem devresi; ısıl çevrim; ısıl thermion: Akkor haline gelmiş bir madde tarafından
devre. neşredilen veya yayılan, elektriksel olarak yüklü bir
thermal decomposition: Sıcaklığını yükselterek bir bi partikül ya da parçacık; iyon; termiyon: Pozitif yüklü
leşiğin kimyasal ayrışmasının sağlanması işlemi; kim termiyonlara iyon ve negatif yüklü olanlara ise elek
yasal bozunma; kimyasal ayrışma. tron denir.
therma dissociation: Sıcaklığını yükselterek bir bileşi thermionic: Termiyonlara ait; termiyonlar tarafından
ği daha küçük kütleli maddelere ayrıştırma; ısıl ayrış çalıştırılan; termiyonik.
ma; sıcaklık azaldığı zaman maddeler tekrar birleşir; thermionic converter: Termiyonik değiştirici; Bkz.
Diz. Mot. egzoz gazları içindeki C0 2 ve H 2 0'nun thermoionic converter.
1700°C'den yüksek sıcaklıklarda ayrışması ve kar thermionic current: Yöneltilen termiyonik yayın ile
bon monoksit oluşması gibi. neden olunan elektrik akımı; termiyonik akım.
thermal efficiency: Bir makinenin ısı birimi olarak ver thermionic effect: Bir parça metal yüksek bir sıcaklı
diğinin, aldığı ısıya oranı; ısıl verim; termik verim. ğa kadar ısıtıldığı zaman negatif şarj kaybeder ve po
thermal emission: Isıl yayım ya da neşriyat; radyan zitif şarjlı olur; termiyonik etki.
ısı yayma işlemi; taneciklerin kinetik enerjisi azaldığı thermionic emission: Isıtılmış bir elektrottan termi
zaman enerji verilir ve radyan ısı yayılır. yonlar neşredilmesi; elektron veya iyon yayılması.
thermal emitter: Isıl radyasyon yayan bir cisim, mad thermionics: Isı etkisi altındaki maddelerden elektron
de ya da gövde; ısıl emitör, yayılmasını inceleyen bilim dalı termiyonik (bilimi).
thermal energy: Bir cismin ısı şeklinde aktarılabilen thermionic valve: Bkz. thermionic tube.
enerjisi; ısıl enerji; ısı enerjisi; termik enerji; termal thermistor: Sıcaklık artışı ile direnci hızlı bir biçimde
enerji. azalan bir yarı iletken; termistör; sıcaklık ölçümünde
thermal equation: Tepkime sırasında emilen ya da çı duyarlı cihazların yapımında kullanılır.
karılan kalori türünden ısı miktarını da belirten den thermit: Çok ince toz haline getirilmiş alüminyum ile
gelenmiş kimyasal eşitlik; ısıl eşitlik; ısıl formül. demir oksit veya diğer bir metalin kanşımı; termit;
thermal equilibrium: Parçalar arasında değiştirilen büyük bir ısı meydana getirir ve kaynak uygulama
net ısı miktarının sıfır olduğu, bir sistemin durumu; sında, yangın bombası yapımında kullanılır (ticarî
ısıl denge; termik denge. bir marka).
thermal expansion: Sıcaklık yükselmesi nedeniyle thermite: Bkz. thermit.
bir cisim veya bir madde miktarının boy, alan ya da thermite process: Alüminyum ile redükleyerek oksit
lerinden metal elde edilmesi; termit işlemi.
thermit welding 553 therm om agneti c s effect s

thermit welding: Termit kaynağı; demir oksit ve alü


ması ile üretilen elektromotor kuvvet.
minyumun ısıtıldığı zaman oluşan egzoterrnik (dışa
thermoelectric pair: Bkz. thermocouple.
ısı veren) tepkime ile elde edilen çok yüksek sıcaklık
thermoelectric power: Sıcak bölgenin sıcaklığı ile bir
yardımıyla çeliklerin süper ısıtılması ve erimesi sonu
termokupl devresinin elektromotor kuvvetinin deği
cu bağlantı kısımlarında oluşan kaynak; termit kay
şim miktarı; termoelektrik güç.
nağı.
thermoelectric pyrometer: Bkz. thermoelectric co
thermo-: Isı ve termoelektrik anlamlarında bir önek.
uple.
thermobarograph: Termograf ile barograftan oluşan
thermoelectric series: Metaller ve alaşımların bir sıra
bir cihaz; termobaroğraf.
ya dizildikleri liste; termoelektrik seri veya dizi;, bu lis
thermobarometer: 1) suyun kaynama noktası ile
tenin başlarında olanlar soğuk bölgede pozitiftirler
atornsferik basınç ve yükselti, rakım veya altitüt ölç
ve akımı kendisinden sonra gelene iletirler; listedeki
mek için kullanılan barometre cihazı; termobaromet-
metaller termoelektrik elektromotor kuvvetin şiddeti
re. 2) termometre olarak kullanılmak için adapte edi
nin yaklaşık ölçümüne göre de sıralanırlar; bir termo-
lebilen bir sifon barometre.
kuplde en büyük elektromotor kuvvet antimon-biz-
thermoehemical: Termokimyaya ait; termokimyasal.
mut alaşımı ile elde edilir.
thermochemica! equation: Bir kimyasal tepkime ve
thermoelectric thermometer: Özel durumlarda kulla
ya değişimde durumlar ve enerji ilişkileri hakkında
nılan bir tür termokupl; termoelektrik pirometre; ter
bilgi veren bir eşitlik; elektrokimyasal eşitlik.
moelektrik termometre; metal çifti, 40 mikro-
thermochemistry: Kimyasal değişim ile ısının ilişkisi
volt/°C'ye duyarlı kromel-alümel'den oluşturulan ve
ni inceleyen bilim dalı; termokimya; thermochem kı
sürekli olarak 1100°C'de kullanılabilen bir sıcaklık öl
saltması ile belirtilir.
çer.
thermocouple: Sıcaklıktaki farkları ölçmek için kulla
thermoelectrometer: Üretilen ısı miktarı ile elektrik
nılan bir termoelektrik çift; termokupl; termokapıl;
akımının gücünü ölçmek veya bir elektrik akımının
Bkz. pyrometer.
ısıtma gücünü ölçmek için kullanılan bir cihaz; ter-
thermodynamic cycle: Çalışma maddesi, ısı kayna
moelektrometre.
ğı, makine, ısı alıcı ve pompa gibi beş temel eleman
fhermoelectromotive: Bir termoelektrik çift tarafından
dan oluşan herhangi bir çevrim; termodinamik çev
üretilen elektromotor kuvvete ait veya onu belirten.
rim.
thermoelectromotive force: Bir termokupl'ün birleş
thermodynamics: Mekanik enerji ile ısının ilişkisini
miş yeri ısıtıldığı zaman üretilen elektromotor kuvvet;
ve birinin diğerine dönüşümünü inceleyen bilim da
termoelektromotif kuvvet.
lı; termodinamik.
thermoelectron: Negatif (yüklü) termiyon; elektron;
thermodynamic scale: Herhangi bir maddenin çalış
termoelektron.
ma özelliklerine bağlı olmayan bir sıcaklık derecesi:
thermoelement; Bir termokupl ile ısıtma fiiamarıının
termodinamik bölüntü, taksimat veya skala; ideal
birleşimi; termoeleman; küçük akımların ölçümünde
gaz skalası bu skala ile aynıdır.
kullanılır.
thermodynamics, laws of: Termodinamik kanunları:
thermoexpansion: Isıl genleşme (ile çalışan ve bu
1) ısı ve mekanik enerji karşılıklı olarak birbirlerine
har kazanlarında kullanılan besi (fid) suyu regülatö
dönüşebilir ve böyle bir dönüşümde 1 kalorilik ısı
7 rü vb.).
4,18x10 erklik mekanik işe eşdeğerdir. 2) ısı, her
îhermogalvanometer: Termogalvanometre; ısıtma et
hangi sürekli bir işlem ile soğuk cisimden sıcak cisi
kisi ile zayıf, yüksek frekanslı alternatif akımların öl
me aktarılamaz. 3) mutlak sıfır sıcaklığa erişilemez.
çülmesinde kullanılan bir galvanometre.
thermoelectric: Termoelektriğe ait.
thermogenic: Isı üretimi ile ilişkili.
thermoelectrica!: Bkz. thermoelectric.
thermogenous: Isı üretme.
thermoelectric converter: Termoelektrik değiştirici
thermograph: Sıcaklık değişimlerini otomatik olarak
veya konvertör.
kayıt etmek için kullanılan bir cihaz; termograf.
thermoelectric couple: Birbirine bağlanan farklı iki
thermohydraulic: Termohidrolik (olarak çalışan ka
metal çubuk, tel vb. inin ısıtılmasıyla elektrik üreten
zan fid ya da besi suyu regülatörü).
cihaz; pirometre; payrometre; termoelektrik kupl; sı
thermoionic converter: Isı enerjisini doğrudan elek
caklık ölçümünde kullanılır; termoelektrik çift Bkz.
trik enerjisine çeviren bir cihaz; termoiyonik dönüştü
thermoelectric pair şeklinde de kullanılır.
rücü; iyonlaştırılmış sezyum buharı ite dolu bir kap
thermoelectric effect: Farklı sıcaklıklarda benzer ol
içinde tutulan iki elektrottan ve bir dış devreden olu
mayan metallerin bileşimi ile üretilen elektrik akımı;
şur.
termoelektrik etki.
thermokinematics: Hareket gücü ve ısı ilişkisinin bili
thermoelectric e.m.f.: Sıcaklık etkisi ile üretilen elek
mi.
tromotor kuvvet; 100°C'ye kadar sıcaklık değişimleri
thermoiabile: 55° veya daha yüksek bir sıcaklığa ka
için bir kaç milivolt türündendir; termoelektrik elek
dar ısıtıldıkları zaman özel nitelikleri tahrip olan veya
tromotor kuvvet.
bozulan bazı toksin, enzim vb. i gibi maddelere ait
thermoelectric inversion: Sıcaklık, belirli bir nötr nok
veya onları belirten.
tanın ötesine yükseldiği zaman bir termokupl'ün
thermolysis: 1) Kimy. bir bileşiğin ısı ile çözünmesi.
elektromotor kuvvetindeki değişim miktarı; termoe
2) Fizy. vücuttan ısının kaybolması. 2) ısı etkisiyle bir
lektrik değişim.
molekülün çözünmesi.
thermoelectricity: a) ısı enerjisinin doğrudan elektrik
thermomagnetic effects: 1) bir manyetik alanın ısı
enerjisine dönüştürülmesi ile üretilen elektrik; termo
akımı veya bir iletkendeki sıcaklık dağılımına etkileri.
elektrik, b) iki farklı metalin birleşim noktasının ısıtil-
2) stcaklığın, bir maddenin manyetik özelliklerine et-
t h ermome t e r 554 t h essi s

kisi.
zenleyici.
thermometer: 1) bölüntülü veya taksimatlı, sızdırmaz
thermorelay: Küçük galvanometrik sapmaları kuvvet
bir cam tüpten oluşan ve kılcal borusu veya hazne
lendirmek için kullanılan bir cihaz; termoröle; ısıl rö
sinde bulunan cıva, renkli alkol vb. inin sıcaklık deği
le.
şimi ile genişleme ve büzüşmesi ile sıcaklık ölçen
thermos bottle (or flask, jug): Sıvıları bir kaç saat
bir cihaz; termometre; sıcaklık ölçer, a) suyun don
orijinal sıcaklığında tutan bir şişe; termos; aralarında
ma noktası 0° ve kaynama noktası 100° olan Santig-
vakum bulunan iç içe iki duvardan ve madenî bir
rad (Selsiyüs). b) suyun donma noktası 32° ve kay
mahfaza ya da koruyucudan oluşur (Ticarî bir mar
nama noktası 212° olan Fahrenhayt, c) suyun don
ka).
ma noktası 0° ve kaynama noktası 80° olan Reo-
thermoscope: Sıcaklıktaki değişimleri (hassas olarak
mür. 2) termokupl yardımı ile çalışan gibi, herhangi
ölçmeden) göstermek için kullanılan bir cihaz; ter-
benzer bir cihaz.
moskop.
thermometer, clinical: insan vücudunun sıcaklığını
thermoscopic: Termoskop cihazına ait veya termos-
ölçmek için kullanılan cıvalı bir termometre; vücut
kop tarafından belirtilen; termoskopik.
termometresi.
thermoscopical: Bkz. thermoscopic.
thermometer, maximum and minimum: Belirli bir sü
thermosetting: Bir defa ısı etkisinde kaldığı zaman ka-
re içinde erişilen en yüksek ve en düşük sıcaklıkları
tılaşan ve kalıplanamaz bir duruma gelen: Belirli ba
kayıt eden sıcaklık ölçer; maksimum ve minimum ter
zı plâstikler için söylenir.
mometre.
thermosetting plastic: Bir kere ısıtıldıktan sonra ısı
thermometer well: Borulardaki sıvıları, doymuş bu
ile yumuşamayan, tersinir olmayan bir plâstik (mad
har, gaz ya da kızgın buharın sıcaklığını ölçmek için
de) ; örneğin fenolformaldehit ve üre-formaldehit reçi
kullanılan ve termometrenin içersine sokulduğu bir
ne.
parça; termometre kuyusu; termometre kuyusunun
thermosiphon: içten yanmalı bir makinenin soğutma
içi cıva (260°C), lehim (260°-538°C) ve kalay (315-
suyu sisteminde olduğu gibi, sıvı dolaşımını endükle-
982°C) doldurulur.
mek için sifon borularından oluşturulmuş bir araç;
thermometric: Termometreye ait veya termometre ile
termosifon.
ölçülen.
thermostable: Oldukça yüksek sıcaklığa kadar ısıtıl
thermometrical. Bkz. thermometric.
dıklarında özel niteliklerini kaybetmeyen toksinler,
thermometric liquid: Termometrelerde kullanılan sı
enzimler vb. i gibi maddelere ait veya onları belir
vı; termometre sıvısı; working fluid biçiminde de kul
ten.
lanılır.
thermostart element: Diz. Mot. içersinde elektriksel
thermometric scales: Termometre skalaları; termo-
dirençli iki ısıtma bobini ve solenoitle çalıştırılan bir
metrik bölüntüler; °F, °C, °R vb. i olabilirler.
yakıt valfı kapsayan bir cihaz; termostart elemanı;
thermometry: 1) sıcaklık ve sıcaklık değişimleri ölçü
makineye püskürtülecek yakıtın ısıtılmasını sağlar.
mü. 2) termometre yapım veya kullanımı bilimi; ter-
thermostat: 1) bir ısıtma sisteminde sıcaklığı
mometri.
otomatik olarak denetleyen bir cihaz; termostat. 2)
thermomilliammeter: Küçük alternatif akımları ölç
belirli bir sıcaklıkta sprinkler vb. ini çalıştıran bir
mek için kullanılan bir cihaz; termomiliampermetre.
cihaz.
thermomotor: Isı ile çalışan, özellikle ısıtılmış hava
thermostat bellows: Termostat körüğü.
nın genişlemesi ile çalışan; termomotor.
thermostatic: Termostat'a ait; termostat tarafından
thermonuclear: Nükleer fizyonda ısı enerjisi firarına
ça lıştırılan ya da işletilen.
ait veya bu ısı enerjisini belirten ya da bu ısı enerjisi
thermostatic control valve: Termostatik kontrol valf;
ni kullanma; termonükleer.
Bkz. thermostatic valve.
thermonuclear energy: Termonükleer enerji; Bkz.
thermostatically: Termostat ile.
thermonuclear.
thermostatics: Isının dengelenmesi ile ilgilenen bilim
thermonuclear process: Bir tepkime mekanizmasın
dalı; termostatik bilimi.
da üç atom veya molekülün aynı anda çarpışması iş
thermostaic trap: Termostatik kapan; gövdeye bağlı
lemi; termonükleer değişme veya işlem.
bir körük, körüğün alt ucuna bağlı iğne valftan olu
thermonuclear reaction: Başlaması için
şan bir buhar kapanı, körüğün içinde düşük sıcaklık
(milyonlarca derecelik) çok yüksek sıcaklık
larda buharlaşabilen bir sıvı bulunur; Bkz, steam
gerektiren bir nükleer tepkime; termonükleer
trap.
tepkime; örneğin hidrojen fiz- yonunun helyuma
thermostatic valve: Bir termostat tarafından ısıl ola
dönüşmesi.
rak kontrol edilen veya açılan, kapatılan valf; termos
thermopile: Bir dizi termokupi'den oluşan, sıcaklıkta
tatik valf, genellikle taşıt araçlarının soğutma devrele
ki çok küçük değişiklikleri araştırmak ve ölçmek ve
rinde kullanılır.
ya termoelektrik akım üretmek için kullanılan bir ci
thermotank: Sıcak su, buhar, hava vb. dolaştırılan bir
haz; termopil.
sıra boru yardımıyla içersinden geçirilen havayı ısıt
thermoplastic: Isı etkisinde kaldığı zaman yumuşak
mak için kullanılan bir tank; ısıl tank; termotank.
olan veya yumuşak kalabilen ve kalıplanabilen: Belir
thermotaxis: 1) Bio. bir organizmanın ısı kaynağına
li plâstikler için söylenir; termoplâstik; termoplâstik
doğru veya ısı kaynağından hareketi. 2) Fizy. vücut
madde.
sıcaklığının normal ayarı ya da ayarlanması.
thermoregulator: Termostatla aynı görevi gören, fa
thermostensile: Sıcaklıktaki değişimler tarafından
kat farklı yapıda olan bir cihaz; alçak sıcaklık derece
ne den olunan çeki gerilmesindeki değişikliklere ait.
lerinde buharlaşan bir sıvı ile doldurulmuş bir ısıl am
-thermy: Isı ya da ısı üretimi anlamında bir sonek.
pule sahiptir; termoregülatör; ısıl regülatör ya da dü
thesis: Önerme; tez; dava.
thiamin 555 thionic acid

thiamin: Bkz. thiamine. yoğun bir sıvının, katı bir yüzey veya diğer bir sıvı
thiamine: Taze bezelye, fasulye, yumurta beyazı, ka yüzeyinde oluşturduğu katman; ince film; ince taba
raciğer vb inde bulunan, aynı zamanda sentetik ola ka ya da katman.
rak da hazırlanan kompleks, beyaz, kristalli bir bile thin-film lubrication: Kalın yağ filmine Bkz. thick film
şik; B1 vitamini; tiamin, C 12 H 17 ON 4 SC.HCI; yoklu göre sürtünme katsayısı daha yüksek ve yük taşıma
ğu beriberi hastalığına neden olur; thiamine chlori kapasitesi 20 bara kadar düşebilen, metal metale te
de, thiamine hydrohloride şekillerinde de kullanılır. masa ve bunun sonucu olarak aşınma ve hasara ne
thiazin: Bkz. thiazine. den olan yağlama, ince filmli yağlama; mükemmel
thiazine: Bir çember şeklinde düzenlenmiş bir atom olmayan yağlama Bkz. imperfect lubrication.
nitrojen (azot) bir atom kükürt ve dört atom karbon thinner: Viskozitesini azaltmak ve daha kolay sürül
dan oluşan heterosiklik bileşikler grubunun herhan mesini sağlamak için boyalara katılan bir çözücü; in
gi biri; tiazin. celtici; tiner; örneğin terebantin veya mineral yağ.
thiazol: Bkz. thiazole. thinnish: Bir dereceye kadar ince.
thiazole: 1) renksiz bir sıvı; tiazol, C3 H3 NS. 2) onun thin-walled: ince duvarlı; et kalınlığı az olan: Çok in
boya ve ilâçlarda kullanılan çeşitli türevlerinden her ce camdan yapılmış şişe, deney tüpü vb. i için kulla
hangi biri, nılır.
thick: 1) nispeten büyük derinliği olan; kalın. 2) boyu thio-: Negatif olarak iki değerli kükürt tarafından bir
ile orantılı olarak nispeten büyük çapı olan. 3) zıt yü asit kökünde oksijen ile yer değiştirmeyi göstermek
zeyler arasında ölçülen. 4) yoğun; özellikle: a) tümü için kullanılan, kükürt anlamında bir önek.
ile doldurulmuş veya örtülmüş, b) sayıca büyük; thioaldehyde: Tek değerli -CHS kökü kapsayan orga
bol; mebzul, c) büyük yoğunluğa ait; çok akışkan ol nik kimyasal bileşikler grubunun herhangi biri; kü-
mayan; viskoz; ağır. d) açık olmayan; bulanık; ça kürtün oksijen ile yer değiştirdiği bir aldehit; tiyoalde-
murlu; sisli. hit.
thicken: 1) koyu veya daha koyu yapmak veya ol thioantimonate: Tioantimonik asitin tuzları olarak dü
mak. 2) daha karmaşık yapmak ya da olmak. şünülen kimyasal bileşikler grubunun herhangi biri;
thickeners: Sentetik veya yapay gresleri koyulaştır tiyoantimonate.
mak için kullanılan maddeler; koyulaştırıcı (madde thioantimoniate: Bkz. thioantimonate.
ler). thioantimonic acid: Sadece tuzları şeklinde bilinen
thickening: 1) kalınlaştırilan şey ya da kişinin işi; ka kuramsal bir asit; tiyoantimonik asit, H3 SbS 4 .
lınlaştırma; koyulaştırma. 2) çorba vb. ini koyulaştır thioantimonious acid: Sadece çözeltilerde tuzları
mak için kullanılan bir madde. 3) koyulaştırılmış ve şeklinde bilinen H3 SbS 3 , HSbS2, H4 Sb 2 S 5 ve
ya kalınlaştırılmış şey. H 2 Sb 4 S 7 gibi kuramsal asitler grubunun herhangi bi
thick-film lubrication: Mak. sürtünme yüzeylerinin bir ri; tiyoantimoniyöz asit.
yağ filmi ile birbirlerinden tümü ile ayrıldığı, sürtün thioantimonite: Sadece çözeltilerde bilinen ve tiyoan
me katsayısı, 0,002-0,012 olan ve yük taşıma kapasi timoniyöz asitin tuzları olarak düşünülen kimyasal bi
tesi 1240 bara kadar olan yağlama; kalın filmli leşikler grubunun biri; tiyoantimonit.
(0,0254-0,01778 mm) yağlama; mükemmel yağlama thioarsenate: Tiyoarsenik asitin tuzları olarak düşünü
Bkz. perfect lubrication. len kimyasal bileşikler grubunun biri; tiyoarsenat.
thickish: Bir dereceye kadar kalın. thioarsenic acid: Sadece tuzlan ile bilinen üç kuram
thickness: 1) kalın ya da koyu olma durumu veya ni sal asitten (H 3 AsS 4 , HAsS3, H4 As2 O7 ).
teliği. 2) bir yüzeyden diğer bir yüzeye kadar ölçü; biri; tiyoarsenik asit.
kalınlık. 3) katman; tabaka. 4) en kalın yer ya da par thioarsenious acid: Sadece tuzları şeklinde bilinen
ça. bir grup kuramsal asitten (HAsS2, H4AsS5, H3AsS3)
thickness gauge: Kalınlık mastarı. Kalınlık ölçer. biri; tiyoarseniyöz asit.
thick wall: Kalın duvarlı (Dizel motorlarının yatakları thioarsenite: Tiyoarseniyöz asitlerin tuzları olarak dü
için söylenir). şünülen bir grup kimyasal bileşikten biri; tiyoarsenit
thimble: Aşınmayı önlemek için halat çımalarının için thio compound: Kükürt atomunun oksijen atomu ile
den geçirildikleri madenî halka; radansa. yer değiştirdiği bileşik; örneğin
2-
kükürtün oksijen 2-
ile
thimbleful: Çok küçük bir yer değiştirmesi sonucu SO den oluşan S 2 0 3 (ti-
miktar. yosülfat) iyonu; tiyo bileşiği; kükürt bileşiği.
thimble tubes: Yardımcı buhar kazanlarında silindir thiocyanate: Tiyosiyanik asitin, tek değerli -SCN kö
şeklindeki aynalara bağlanan, yatay duman borula kü kapsayan bir tuzu ya da esteri; tiyosiyanat.
rı; Cochran kazanlarında kullanılır. thiocyanic acid: Nüfuz edici kokulu, başlıca tuzları
thimble valve: Diz. Mot. yakıt püskürtme pompaları şeklinde bulunan renksiz, dayanıksız bir asit; tiyosi
nın üst kısmında bulunan, yay yükü ile çalışan ve ba yanik asit, HSCN.
sınçlı yakıtın enjektörün boru devresine geçmesini thiol: Alkollere benzeyen ve OH kökünde oksijen için
sağlayan küçük bir valf; yüksük valf; deşarj valfı; dis- kükürtle yer değiştirme ile ifade edilen kimyasal bile
çarç valfı; çek valf. şikler sınıfının herhangi biri; merkaptan Bkz. mercap-
thin: 1) derinliği nispeten az olan; ince. 2) boyuna gö tan.
re çapı küçük olan: İnce iplik gibi. 3) zayıf; ince thionic: Kükürte ait; kükürt kapsayan veya kükürtten
uzun. 4) yoğunluğu olmayan; seyrek; özellikle: a) türeyen; tiyonik.
sayıca az. b) küçük yoğunluğa ait; çok akıcı; nadir; thionic acid: 1) tek değerli CS.OH kökü kapsayan
narin, c) küçük dayanıklığa ilişkin. 5) küçük yoğunlu or ganik kimyasal bileşiklerden herhangi biri. 2)
ğa ait. 6) saydam; transparan. genel formülü H 2 S n 0 6 (n = 2-5) olan asitler
thin film: Çoğu zaman sadece bir kaç molekül daha grubunun her-
thionine 556 three-dru m boile r

hangi biri; tiyonik asit.


olan siyah renkli, kristalli, radyoaktif mineral; toria-
thionine: Koyu yeşil renkli kristalli liazin baz; tiyonin,
nit.
C 12 H 9 N 3 S ; çözeltilerde menekşe rengi üretir ve
thoric: Toryum'a ait; toryum kapsayan.
ge nellikle mikroskopide boya olarak kullanılır.
thorite: Toryumun doğal silikatı olan koyu kahveren
thionyl: iki değerli SO kökü; tiyonil.
gi veya siyah bir mineral; torit, ThSi0 4 .
thioprten: Bkz. thiophene.
thorium: Monazit ve torit'te görulen nadir, koyu gri,
thiophene: Benzene benzeyen ve kömür katranında
gevrek, korrozyona dayanıklı radyoaktif kimyasal bir
bulunan renksiz bir sıvı; heterosiklik bir kimyasal bi
element; Simg.Th; 232
at.ağ. 232,12; at.no. 90.
leşik; tiyosinamin, C4 H8 N2 S. thorium series: T H ile başlayıp 11 kademe sonra
208
thiosulfate: Tiyosülfürik asitin bir tuzu; özellikle sod Pb ile sona eren seri; toryum serisi.
yum tiyosülfat; Bkz. hypo. thoron: Toryumun bozunmasından meydana gelen,
thiosulfuric acid: Tuzları fotoğrafçılık ve beyazlatma radon'un radyoaktif izotopu; Simg.Tn; atağ. 220;
da antiklor olarak kullanılan dayanıksız bir asit, at.no. 86.
H 2S 2O 3. thousand: Bin sayısı; 1000; M.
thiourea: Organik sentezlerde ve bizmut için ayıraç thousanfold: 1) bin parçalı; bin parçası olan. 2) bin
olarak kullanılan renksiz, kristalli bir kimyasal bile misli.
şik; tiyoüre, CS(NH 2 )2 . thousands separator: Bilgisay. binlik basamak ayırı
third: 1) bir dizide ikinciden sonra gelen; 3 üncü; 3.; cı.
üçüncü. 2) bir şeyin üç eşit parçasından herhangi bi thousandth: 1) bininci. 2) bir şeyin bin eşit parçasın
rini belirtir. 3) bir şeyin üç eşit parçasından herhangi dan herhangi birini belirten. 3) bir şeyin bin eşit par
biri; 1/3. 4) zaman veya bir açının çemberi olarak, çasından herhangi biri; 1/1000.
bir saniyenin altmışta biri; 1/60 saniye. 5) bir otomo- îhraslv. Den. rüzgâr, akıntı vb. ine karşı zorla seyret
tif aracında üçüncü vites; bir çok taşıt aracında en mek.
yüksek vites. thread: 1) iplik; dikiş ipliği. 2) kumaş dokunmasında
third assistant engineer: Den. gemilerde makine bö kullanılan ipliklerden herhangi biri. 3) organik doku,
lümünde görevli bir vardiya mühendisi veya makinis metal, cam, plâstik vb. gibi ince, ipliğe benzeyen fila-
ti; üçüncü mühendis; üçüncü makinist. man. 4) bir şeyin ince bir hattı, katmanı, damarı, ışı
third-class lever: Kuvvetin mesnet (destek) ile yük nı vb. 5) bir vida, cıvata, somun vb. inin spiral ya da
arasında olduğu kaldıraç; üçüncü sınıf kaldıraç ya sarmal (helezonî) yiv ya da çıkıntısı. 6) iğne deliğine
da levye. iplik geçirmek.
third deck: Den. kazarı ve makine dairesinin üzerin thread cutting: Diş (vida, cıvata vb.) açma veya kes
de bulunan ve gemi boyunca uzanan güverte; üçün me; klavuz çekme.
cü güverte. thread cutting machine: Diş çekme veya açma maki
third gear: Oto. üçüncü vites; üçüncü vites dişlisi. nesi.
thirdly: Üçüncü sırada, üçüncü olarak. thread cutting tool: Diş açma veya çekme kalemi
third rail: Bazı elektrikli demiryollarında, tepeden (arş (torna tezgâhının).
ile) güç almak yerine kullanılan üçüncü bir ray; threaded: Diş çekilmiş; dişleri olan, klavuzlu.
üçüncü ray. threaded connector: Klavuzlu rakor; vida dişli rakor;
third-rate: 1) kalitede üçüncü; üçüncü sınıf. 2) kesin dişli bağlayıcı.
olarak üçüncü sınıf; çok zayıf. threaded fastener: Mak. ayrı, diş çekilmiş veya kla
third speed: Bkz. third gear. vuzlu parçaları birbirine vira ederek oluşturulan bağ
thirteen: On iki ile on dört arasındaki tam sayı; on lantı; dişli ya da klavuzlu bağlantı.
üç; 13; XIII. threaded joint: Klavuzlu bağlantı; dişli bağlantı; dişli
thirteenth: 1) bir dizide on ikinciden sonra gelen; on geçme.
üçüncü; 13.; 13 üncü. 2) bir şeyin on üç eşit parça threaded opening: Bir buhar kazanı veya basınçlı bir
sından herhangi birini belirten. 3) bir şeyin on üç kapta bulunan diş çekilmiş, dairesel bir çelik; türlü
eşit parçasından herhangi bin; 1/13. kazan teçhizatını bağlamak için kullanılır.
thirtieth: 1) bir dizide yirmi dokuzuncudan sonra ge thread gauge: Türlü diş şekillerine göre yapılmış ve
len, otuzuncu; 30.; 30 uncu. 2) bir şeyin otuz eşit çoğu zaman için 1/2,5-1/601'ta biri kadar adımları
parçasından birini belirten. 3) bir şeyin otuz eşit par ölçmek için kullanılan bir cihaz; diş ölçer.
çasından biri; 1/30. threading: Diş açma veya çekme (vida vb. i için).
thirty: Yirmi dokuz ile otuz arasındaki tam sayı; otuz; thread pitch:Diş hatvesi, adımı veya piçi.
30; XXX. thread-plug gauge: Bir tarafına çok duyarlı bir şekil
thixotropy: Koloitlerin viskoziteierinin zamanla değiş de diş çekilmiş, diğer kısmı sap şeklinde tek bir par
me miktarı. çadan yapılmış ve aynı ölçülerdeki dişi dişlerin tam
Thompson effect: Bir meta! iletken boyunca oluşturu yapılıp yapılmadığını anlamak için kullanılan bir alet;
lan sıcaklık değişimi, iletken boyunca elektriksel po dişli tapa geyiç veya gösterge.
tansiyel değişimine neden olur; Tomson etkisi. thread profile: Diş profili.
Thompson electromotive force: Metal bir iletkenin three: iki ile dört arasındaki tam sayı; üç; 3; III.
farklı sıcaklıktaki iki ucu arasındaki potansiyel farkın three-cornered: Üç köşesi veya açısı olan; üç köşeli.
dan gelen elektromotor kuvvet; Tomson elektromo three-drum: Üç dramlı ya da domlu (buhar kazanlan
tor kuvveti. vb. i).
thoria: Beyaz, toprak gibi bir toz; toryum oksit, Th0 2 . three-drum boiler: Üç dramlı ya da domlu su borulu
thorianite: Başlıca toryum ve uranyumun oksitleri kazan; çoğu zaman A türü su borulu kazan.
three-decker 557 thrust

three-decker: 1) üç güvertesi olan gemi; üç güverteil yaymak için, radyasyonun maksimum dalga boyu;
gemi; özellikle toplar için üç güvertesi olan eski bir eşik dalga boyu.
savaş gemisi. 2) üç katlı bir yapı. thrice: 1) üç kere. 2) üç kat. 3) çok; çokça; pek çok.
threefold: 1) üç parçalı; üç parçadan oluşan. 2) üç throttle: 1) Bent. Mot. silindirlere girecek yakıt buharı
kat; üç misli. miktarını düzenleyen bir valf; karbüratörlerde bulu
three laws of motion: Hareketin üç kanunu: 1) den nur; gaz kelebeği. 2) bu valfı denetleyen ayak peda
gelenmemiş bir kuvvetin etkisinde olmadıkça, bir ci lı veya el levyesi; gaz pedalı; gaz levyesi. 3) bir kısı
sim hareketsiz veya düzgün hareketli bir durumda cı (tortul) ile (yakıt buhan) akımını azaltmak. 4) bu
kalır. 2) bir cismi etkileyen tek bir kuvvet, onu kendi nunla veya benzer bir şekilde yavaşlatmak. 5) boğ
yönünde hareket ettirir. 3) her bir etkinin, eşit ve zıt mak veya bastırarak söndürmek.
yönde bir tepkisi vardır. throttle butterfly: Seriz. Mot. karbüratör gaz kelebe
three-master: Üç direkli yelkenli gemi. ği.
three-mile limit: Üç mil sınırı; üç millik karasuyu. three- throttle control: Bern. Mot. gaz kontrol tertibatı; gaz
pass: Üç geçişli (su borulu heder türü kazan). three- kumanda donanımı.
pass boiler: Yanma ürünlerinin gaz perdeleri throttle control wire: Benz. Mot. gaz kelebeği kuman
arasında üç kere yön değiştirdiği su borulu bir ka da teli; gaz teli.
zan; üç geçişli (kalın su borulu heder türü) kazan. throttle fly: Karbüratör gaz kelebeği veya trotul valfı.
three-phase: Elekt. alternatif akımın üç ayrı devrede throttleman: Gem. Mak. makine dairesinde ana maki
üretildiği, iletildiği veya kullanıldığı bir sisteme ait; neleri denetlemek için trotulları çalıştıran kişi; trotul-
üç fazlı veya fazları birbirinden 120'şer derece farklı men; manevracı; manevra yapan gemiadamı (ABD).
alternatif akım sistemine ait, üç fazlı (motor, jenera throttle valve: 1) buhar makineleri ve türbinlerinde,
tör vb. i gibi). makineye giren buharın miktarını azaltan veya çoğal
three-phase circuit: Elekt. aralarında 120'şer derece tan bir valf; Gem. Mak. trotul valf; el veya bir meka
lik açı farkı bulunan alternatif elektromotor kuvvet ta nizma ile çalıştırılır. 2) Bkz. throttle (1).
rafından beslenen bir devre; üç fazlı devre. throttling: Gem. Mak. buhar makinelerine verilen bu
three-phase current: Elekt. üç fazlı alternatif akım. har miktarını, kısma valfı Bkz. throttle valf yardımıy
three-phase generator: Elekt. üç fazlı veya trifaze al la azaltma; kısma valfı; kısma.
ternatif akım üreten bir jeneratör veya dinamo; üç throttling loss: Kısma kayıbı: a) Buh. Türb. manevra
fazlı jeneratör. veya kısma valfını, makineye verilen buhar miktarını
three-phase machine: Elekt. üç fazlı makine; üç fazlı azaltmak için bir miktar kapatma sonucu oluşan ba
elektrik AC motoru veya jeneratörü, sınç düşümü, b) Pist. Buh. Mak. silindirlere verilen
three-phase motor: Elekt. üç fazlı (trifaze) bir alterna buhar miktarını kesme yerine valfı kısarak düzenle
tif akım motoru. me sonucu oluşan basınç kaybı.
three-phase transformer: Elekt. üç fazlı transforma through bolt: Bkz. tie rod.
tör. through stay: Bkz. tie rod.
three-pin plug: Elekt. evlerde elektrik cihazlarını dev through tie-bolt: Bkz. tie rod.
reye sokmak için kullanılan üçlü (üç pinli) fiş; toprak through tube boiler: Alev borulu kazanların bir türü
lı fiş; uçlardan biri akıma, diğeri nötr hatta ve üçün olan ve daha çok yardımcı olarak kullanılan bir ka
cüsü ise iletkeni (kısa devre yapmak için) toprağa zan; doğru alev borulu kazan.
bağlar. throw: 1) bükerek (ipek vb. ini) iplik yapmak. 2) bir
three-ply: Üç katmanı, kolu olan (halat, ip vb.); üç pompa, katapült (mancınık) vb. inden havaya boşal
katmanlı. mak. 3) hızlı bir şekilde hareket etmek veya gönder
three-quarter: Bir şeyin dörtte üçüne ait veya dörtte mek. 4) hareket ettirmek (bir sviç, Maç vb. inin levye
üçünü kapsayan. si ile) veya bu şekilde yaparak devreye sokmak, dev
threescore: Altmış; 60. reden çıkarmak, birleştirmek vb. 5) fırlatmak; atmak.
three-square: Enine kesitinde eşitkenar üçgenler 6) fırlatılabilen mesafe. 7a) kem, eksantrik vb. i bir
oluşturan: Üç yüzeyli eğeler için söylenir. hareketli bir parçanın hareketi, b) böyle bir hareke
three-view drawing: Tek. Res. önden, üstten ve yan lin kapsamı.
dan olmak üzere üç görünüşten oluşan resim. throw-eccentric; Buh. Mak. eksantrik puli ve krank
three-way cock: Bkz. three-way valve. three- mili merkezleri arasındaki mesafe; eksantrik yarıça
way valve: Üç yollu valf ya da vana. pı; slayt valf veya çekmecenin hareket miktarının ya
three-wire generator: Üç telli ya da üç iletkenli jene rısına eşittir.
ratör veya DC dinamosu: a) 110-115 voltluk iki DC di throw of crankshaft: Mot. krank dairesi yarıçapı;
namosu ile bunların arasından çekilen nötr hattan krank millerinin kollari üzerinde krankpin merkezi ile
oluşan ve hem 110-115 ve hem de 220-230 V veren krank jurnal merkezi arasındaki mesafe; makine pis
dinamo, b) 220-230 voltluk bir dinamo ile bir balast ton strokunun yarısına eşittir.
bobininden oluşan ve hem 110-115 V ve hem de throwout bearing: Oto. debriyaj baskı bilyası veya bil-
220-230 V veren üreteç. yalı yatağı.
thresher: Harman makinesi. thru bolt: Mak. boyuna delinmiş cıvata; boyuna delik
threshing machine: Harman dövmek için, büyük güç li cıvata (buhar kazanlannın payandaları gibi).
ile çalıştırılan bir çiftlik makinesi. thrust: 1) anî bir kuvvetle itmek. 2) bir parçanın diğer
threshold frequency: Bkz. critical frequency. bir parçaya uyguladığı sürekli basınç. 3a) bir gemi
treshold level: Bkz. cut-off frequency. pervanesinin şaft ekseni boyunca uyguladığı çalıştır
treshold wave length: Verilen bir yüzeyden elektron ma kuvveti; srast; trast. b) bir jet motorunda kaçan
t h r u s t a ugm e n t a t io n 558 t igh t e nin g t orqu e

gazlar ile ileri hareket için oluşturulan tepki ya da re


thymol: Kekiğin uçucu yağından elde edilen veya
aksiyon; itici ya da yürütücü kuvvet.
sentetik olarak yapılan kokulu, renksiz, kristalli bir bi
thrust augmentation: Pistonlu makinelerle kıyaslandı
leşik; timol, C 1 0 H 1 4 O ; hafif antiseptik olarak
ğında Jet makineleri, uçakların pistten kalkması ve
kullanı lır.
tır manması için küçük güce sahiptirler; bu gücü
thyratron: Deşarjın başlaması bir ızgara (grid) tarafın
çoğalt mak için su ya da sıvı püskürtme ve uç
dan kontrol edilen, inert gaz veya düşük basınçlı bu
boruda yan ma sağlama; itme veya srast çoğaltma.
har kapsayan bir kıvılcım ya da ark deşarj (boşalım)
thrust bearing: 1) Gem. Mak. pervanenin tepkisini
tüpü; tiratron.
üzerine alarak onu gemi bünyesine aktaran ve böy
thyristor: Tristor; anot, katot ve kapı adları verilen üç
lelikle makineyi koruyan yatak; srast yatağı; pervane
elektrotlu, dört katmanlı (p-n-p-n) yarı iletken bir ci
srast yatağı. 2) Oto baskı yatağı; baskı bilyası.
haz; pozitif akım anottan katota doğru akar ve kon
thrust bearing, horseshoe: Esk. gemilerde bulunan
trol işlemi kapı ile yapılır.
çok kolarlı pervane srast yatağı; atnalı srast yatağı.
thyroxine: Bazan sentetik olarak yapılan, troit bezinin
thrust bearing, propeller: Gem. Mak. pervane srast
salgıladığı renksiz, kristalli bir bileşik; tiroksen,
yatağı; Bkz. thrust bearing.
C 15 H 11 0 4 NI 4 ; guatr, miksedema vb. i hastalıkların
thrust bearing, turbine: Buhar türbinlerinin baş ya
tedavisinde kullanılır.
da buhar giriş tarafında bulunan ve buhar tarafından
Ti: Bkz. titanium.
rotorun itilişini önleyerek türbinin eksenel durumunu
tidai: Gelgite ait; gelgiti olan; gelgitle saptanan.
tespit eden yatak; türbin srast yatağı.
tidal power: Gelgit sırasında hareket halinde bulunan
thrust block: Mak. srast yataklarında Bkz. thrust be
çok büyük su kütlelerinin enerjilerinden yararlana
aring ve pervane srastının gemi teknesine aktarılma
rak üretilebilecek güç; gelgit gücü.
sını sağlayan bloklardan herhangi biri.
tidal wave: Çok kuvvetli rüzgâr veya deprem tarafın
thrust collar: Gem. Mak. srast yatağının içinde dönen
dan sahile gönderilen olağan dışı büyük, tahrip edi
ve srast şaft ile tek parçadan yapılan, fakat çapı on
ci bir dalga.
dan çok daha büyük olan ve her iki yüzüne ileri ve
tide: 1) Orj. Ola. zaman süreci. 2) Güneş veya Ayın
geri hareket pedleri basan disk; srast kolar; kolar.
çekimi nedeniyle okyanuslar, denizler ve onlara bağ
thrust gauge: Gem, Mak. srast yatağı üzerinde bulu
lı olan körfezler, nehirler vb. inin yüzeyinde birbirini
nur ve yatakların ped metallerinin aşınma miktarını
izleyen yükselme ve alçalma; gelgit; met cezir: Gel
saptar ve türbin rotorunun eksenel durumunu belir
git 24 saat 5 dakikalık bir periyotta iki kere vukubu-
tir; srast göstergesi.
lur. 3) gelgit gibi alçalan ve yükselen bir şey. 4) bir
thrust horsepower: itme beygirgücü; srast beygirgü-
şeyin en yüksek düzeyde olduğu periyot. 5) Den.
cü.
özellikle met cezirde limana girmek veya çıkmak. 6)
thrust pad: Tek kolarlı srast yataklarında koların her
met cezir ya da gelgit ile taşıma.
iki yüzüne basarak ileri (tornayt) ve geri (tornistan)
tidemark: Yüksek gelgitin en yüksek, bazan alçak gel
srastını önleyen, yüzeyleri beyaz metal Bkz. white
gitin en alçak noktasını gösteren işaret.
metal kaplı parçalar; ped.
tie: 1) bir parça şerit, kaytan, halat vb. i ile bağlamak,
thrust power: Bir jet makinesi tarafından başarılan
birleştirmek. 2) parçalarını uçlarını veya kenarlarını
faydalı iş gelişiminin zaman miktarı; itme gücü; bir
birleştirmek. 3) bağ ya da düğüm yapmak. 4) her
aracın uçuş hızı itme zamanının ürünü olup TP kı
hangi bir şekilde bağlamak veya birleştirmek. 5)
saltması ile belirtilir.
bağ; düğüm. 6) bir binanın parçalarını bir arada tu
thrust ring: Gem. Mak. yatak metali ile kaplı yüzeyi
tan ve onu gerilmeye karşı kuvvetlendiren kiriş, çu
kolara basan bir çember; srast çemberi, buhar tür
buk vb. i. 7) demiryolu raylarını birbirine paralel tu
binlerinin srast yataklarında kullanılır.
tan enine parçalar; travers.
thrust runner: Gem. Mak. srast kolari; Bkz. thrust
tie bolt: Tespit cıvatası; bağlama cıvatası.
collar; daha çok buharlı gemilerin türbin srast yatak
tiemannite: Cıva ve selenyumun bileşiği olan, metal
ları için kullanılır.
parlaklığında grimsi bir mineral; tiemanit, HgSe.
thrust shoe: Gem. Mak. çok kolarlı srast yatakların
tierce: 1) Orj. Ola. üçüncü. 2) 158,76 litreye (42 US
da, kolarlar arasındaki yatak parçaları; srast papu-
galon) eşit olan eski bir sıvı ölçüm birimi, 3) bu ka
cu.
pasitenin varili.
thud: 1) ağır ve sert bir maddenin yumuşak fakat katı
tie rod: Diz. Mot. büyük güçlü makinelerde alt karter,
bir yüzeye düşmesiyle oluşan ağır düşme sesi. 2)
üst karter ve silindir bloklarını oynayamaz bir biçim
bir darbe ya da vuruş.
de birbirlerine bağlayan uzun cıvatalar; Gem, Mak.
thulia: Tulyum oksit, Tm 2 0 3 tayrod veya tansiyon cıvatası.
. tie rod: Oto. direksiyon rodu.
thulium: Nadir toprak grubundan metalik bir kimya tight: 1) Orj. Ola. kesif; koyu. 2) yapısı su, hava vb.
sal element; tulyum; Simg.Tm; at.ağ. 169,4; at.no. ini geçirmeyecek şekilde sıkı, sızdırmaz veya su ge
69. çirmez. 3) güvenli olarak tespit edilmiş. 4) sıkıca ge
thumbscrew: 1) başparmak veya parmaklarla sıkıla rilmiş. 5) yönetilmesi zor; elde edilmesi güç.
cak veya vira edilecek biçimde yapılmış, yassı başlı tighten: Sıkışmak; sıkıştırmak.
bir vida; kelebek somun (vida); kelebek başlı vida. tightener: Gerdirici; gerici; sıkıcı.
2) silindirik başlı ayar cıvatası. tightening screw: Sıkıştırma vidası.
thumbtack: Başparmak yardımıyla tahtaya sokulabi- tightening torque: Makine somun veya cıvatalarının
len sivri uçlu, yassı kafalı bir tür ufak çivi; raptiye. tam sıkılması için gerekli moment veya tork, sıkma
thundercloud: Elektrikle yüklü, gökgürültüsü ve şim torku; sıkma momenti.
şek üreten fırtına bulutu.
tigli c aci d 559 tinderbo x

tiglic acid: Kroton yağında gliserit olarak görülen doy timer: 1) saat tutan kimse. 2) saat; özellikle bir krono
mamış, rnonobazik bir asit; tiglik asit, C 4H 7COOH. metre. 3) Mot. gerekli anlarda silindirde spark ya da
tile: 1) çatı döşemesinde kullanılan sırsız, dikdörtgen kıvılcım oluşturmak için kullanılan bir mekanizma.
şeklinde yapı malzemesi; kiremit. 2) banyo duvarla time slice: Zaman dilimi.
rı, şömine çerçevesi vb. yerlerde kullanılan sırlı, dik timing: Zamanlama veya tayming (supaplar, enjek
dörtgen şeklinde malzeme; duvar çinisi. 3) aynı şe tör, portlar vb. inin açılıp kapanmaları için kullanılır).
kilde kullanılan metal ya da plâstikten yapılmış ben timing chain: Krank mili dişlisi ile kam mili dişlisini
zer bir madde. 4) kiremitlerin tümü. birbirine bağlayan ve birlikte dönmelerini sağlayan,
tilery: Kiremit yapılan yer; kiremit imalâthanesi. dişliler tarafından taşınan zincir; zamanlama zinciri;
tiiier: Gemi dümenini döndürmek için kullanılan bir Bkz. silent chain.
çubuk ya da kol; dümen yekesi. timing diagram: İki ve dört zamanlı motorlarda em
tiller chain: Gem. Mak. dümen makinesi ile yeke ara me ve egzoz supapları, egzoz ve süpürme portları
sındaki zincir; dümen zinciri. vb. lerinin açılıp kapandıkları anları ölü noktalara gö
tiller head: Gem. Mak. dümen yekesinin tekne veya re krank açısı türünden veren krank dairesi diyagra
gemi içindeki kısmı, mı; zaman diyagramı; zamanlama diyagramı; tay
tiller rape: Gem. Mak. dümen dolabı ile dümen yeke ming diyagramı.
si arasındaki halat; dümen halatı. timing gear: 1) Diz. Mot. Roots (Ruts) bioverlerinin
tilt: 1) şahmerdan ile dövmek. 2) eğilmek; eğmek; loblarını kapsayan rotorşaftı döndürmek için kullanı
meyletmek. lan iki adet helis dişliden biri; zaman dişlisi. 2) krank
tilt hammer: Dövme amacıyla kullanılan ağır çekiç; mili üzerindeki dişli ile kam mili dişlisini birbirine
şahmerdan. bağlayan ve birlikte dönmelerini sağlayan, dişliler
tilting: Devrilme; devrilme (momenti vb.); aşırı dön den herhangi biri; zamanlama ya da tayming dişlisi
me. timing lamp: Benz. Mot. ateşleme zamanını ayarla
tilting moment: Makinenin torkuna eşit, fakat zıt işa mak için kullanılan bir lâmba; avans lâmbası adı da
retli olan moment; devirme momenti; düşey enine verilir.
düzlemde etkir ve makineyi krank mili ekseni çevre timing light: Bkz. timing lamp.
sinde, torka zıt yönde döndürmeye çalışır. timing marks: Mot. volanlar üzerinde bulunan ve ma
tiltometer: Yataya meyili ölçmek için kullanılan bir ci kinenin bakım ya da onarımı sırasında yararlanılan
haz; tiitometre. işaretler; ölü noktaları, bazan supapların açılıp ka
timber. 1) Orj. Ola, a) bina; yapı. b) yapı malzemesi. pandıkları noktaları vb, gösterirler.
2) bina, evler, gemiler, vb. inin yapımında kullanılan timing mechanism: Kam milini döndürmek ve dolayı
kereste. 3) yapımda kullanılan büyük, ağır, şekil ve sıyla supapları, yakıt pompaları vb. ini hareket ettir
rilmiş vb. i kereste; kiriş. 4) İng. kereste. 5) ağaçla mek üzere kullanılan mekanizma; zaman veya za
rın tümü. 6) Den. ağaç posta. 7) keresteye ait; keres manlama mekanizması.
te için. timing, valve: Bkz. valve timing.
time: 1) devarn eden, vukubulan bir şeyin iki olayı tin: 1) yumuşak, gümüşî beyaz, adî sıcaklıklarda dö
arasındaki periyot; ölçülebilir ara veya fasıla. 2a) bir vülebilir, çok parlatılabilen, kalay folyoları, lehimler,
işçi tarafından çalışılmış periyot, b) bunun için öde mutfak araçları, harf metali vb. i yapımlarında kullanı
nen ücret. 3) yürüme, çalışma, işletme vb .inin hız lan metalik kimyasal element; kalay; Simg. Sn;
miktarı. 4) bir saat veya takvimde saptanan hassas at.ağ. 118,70; at.no.50. 2) kalay kaplı teneke. 3a) ka
an, saniye, dakika, saat, gün, hafta, ay veya yıl. 5) lay kaplı tenekeden yapılmış kutu, tencere kap vb.
verilen hız veya işletme süresi için (bir mekanizma b) ing. yiyecekleri koruyan teneke kutu veya konser
yı) ayarlamak. 6) hız, bitirme süresi vb. ini hesapla ve kutusu. 4) kalay ile örtmek veya kaplamak.
mak veya kayıt etmek; saat. 7) zaman; süre. 8) za tin-babbitt bearing: Mot. kol yataklarının
manla ilişkili. 0,0508-0,127 mm (0,002-0,005 inç) ve krank milinin
time clock: Bir işçinin çalışmaya başladığı veya çalış 0,1016-0,1778 mm (0,004-0,007 inç) kalınlığındaki
mayı bitirdiği saatleri zaman kartına basan mekaniz metalle kaplı yataklarından biri; kalaylı beyaz metal
man bir saat. yatak.
time-delay relay: Devredeki değişimden sadece belir tin-base alloys: Kalay kökenli alaşımlar; makine ya
li bir süre sonra çalışan elektromanyetik bir cihaz. taklarında kullanılır; maksimum % 90 oranında ka
timed IPL: Bilgisay. zamanlanmış ilk program yükle lay, bir miktar antimon ve bakır kapsarlar.
me. tin-base metals: Bkz. tin-base allyos.
time exposure: 1) uzun pozlu film. 2) bu şekilde çe tincal: Ham boraks.
kilmiş fotoğraf. tin coating: Özellikle bir demir yüzeyi, bakır kap ka
time frame: Zaman dilimi. çakları vb. korrozyondan korumak üzere yapılan iş
timeless: 1) zamanla ölçülemeyen; sonsuz; ebedî. 2) lem; kalay kaplama.
belirli bir zamanla sınırlı olmayan; daima geçerli ve tincture: 1) Orj. Ola. boya. 2) açık renk; hafif renk. 3)
ya gerçek. bir çözeltideki ilâç maddesi: özellikle bir alkollü çözü
time lock: Ayarlanan zamanı gelmedikçe açılmaya en cü ya da solvent; örneğin tentürdiyot. 4) herhangi
gel olan kilit; zamanlı kilit. bir renk, metal ya da kürk. 5) hafif olarak boyamak,
time out: Zaman aşımı. tinder: Herhangi bir kuru, kolayca tutuşabilen bir
timepiece: Zaman ölçmek veya kayıt etmek için kulla madde; kav.
nılan herhangi bir araç veya cihaz; özellikle bir saat tinderbox: Esk. ateş çıkarmak için kav, çakmaktaşı,
ya da kronometre. çelik kapsayan bir kutu.
tin-foil 560 tod

tin-foil: Kalay folyodan yapılmış.


profilli demir.
tin foil: Şekerleme, sigara vb. ini paket etmek için kul
titanata: Titanik asilin herhangi bir tuzu; titanat.
lanılan kalay. kalay ve kurşun alaşimı olan çok ince
titanic: Dört değerli titanyum kapsayan kimyasal bir
tabaka ya da tabakalar; kalay folyo.
bileşiğe ait veya onu belirten; titanik.
tinker: 1) kap kaçak, tencere vb. lerini onaran, özellik
titanic acid: Titanik oksitten türeyen iki zayıf asitten
le seyyar tamirci; tenekeci. 2) her türlü küçük ona
biri; H 2 Ti0 3 veya H 4 Ti0 4 ; titanik asit.
rımları yapabilen kişi; becerikli kimse.
titanic dioxide: Bkz. titanic oxide.
tinman: Tenekeci.
titanic oxide: Kristalli bir bileşik; titanik oksit, Ti0 2 ;
tinned: 1) kalayla kaplı. 2) Ing. teneke kutuda muha
boya maddesi (pigment), seramik sırı vb. i olarak
faza edilen ya da korunan.
kullanılır.
tinner: 1) kalay madencisi; kalaycı. 2) tenekeci. 3)
titaniferous: Titanyum kapsayan; titanyumla
İng. konserveci; konserve yapan kimse.
titanite: Titanyum kapsayan bir mineral; titanit; Bkz.
tinning: Demiri paslanmaktan korumak için, çok ince
sphene.
bir kalay katmanı ile kaplama işlemi; kalayla kapla
titanium: Koyu gri, parlak rutil ve diğer minerallerde
ma; kalay yapma.
bulunan, erimiş çelik temizlemek ve oksijensizleştir-
tinny: 1) kalaya ait; kalay kapsayan; kalay veren. 2)
mek vb. için kullanılan, korrozyona dayanıklı kimya
görünüş veya dayanıklığı bakımından kalaya benze
sal metalik bir element; Simg.Ti; at.ağ. 47,90;
yen; parlak fakat ucuz; dayanıklı değil. 3) kalaylı.
at. no. 22.
tin pest: Kalay metalinin, alletropik şekli olan gri toza
titanium tetrachloride: Sıv. Yük. titanyum tetrakiorür;
ayrışması.
titanik klorür; su ve diğer sıvı yüklerle tepkimeye gi
tin-plate: Kalayla kaplamak.
ren, sıvı ve buharları tahriş ve yanıklar oluşturan, in
tin plate: Kalayla kaplı ince demir ya da çelik levha
san sağlığı için zararlı, asit kokulu, çok higroskopik,
lar.
nemli havada dumanlar çıkaran, inorganik bir klo
tin plating: Kalayla kaplama; kalay kaplama; kalay
rür, renksiz ve açık sarı renkli bir sıvı; Simg. TiC0 4 ;
yapma. 0 0
20 /25 C'de öz.ağ. 1,726; k.n.135,7°C; d.n.-24°C;
tinsman: Bkz. tinsmith.
12°C'de suda ayrışır ısı ve titanyum oksit (beyaz ka
tinsmith: Kalay kaplamacılığı veya kalaycılıkta çalışan
tı), hidrojen klorür (asit gaz) çıkarır; 20°C'de viskozi
kişi; kalaycı.
tesi 0,39 cP; gemilerde çevre sıcaklığı ve atmosfer
tinstone: Doğal kalay dioksit; kasiterit.
basıncında taşınır.
tint: 1) hafif renkli. 2) renk. 3) Matb. açık renk zemin.
titanous: Üç değerli titanyum kapsayan bir kimyasal
tinware: Tenekeden yapılan kap, tencere vb.
bileşiğe ait veya o bileşiği belirten.
tinwork: 1) kalaydan yapılan iş. 2) Çoğ. kalayın eritil-
üter: 1) bir çözeltinin, standart dayanıkiığı veya kon
diği, rulo edildiği yer.
santrasyonu derecesi; titre. 2) titrasyonda verilen so
tip: 1) uzun bir şeyin tepesi veya sivri, yuvarlatılmış
nucu oluşturmak için bir maddenin gerekli minimum
ucu; uç. 2) kep, ferul vb. i bir şeyin ucuna takılmış
ağırlığı veya hacmi; titre şeklinde de yazılır.
bir şey. 3) bir dağın tepesi ya da zirvesi. 4) Diz. Mot.
titrate: Titrasyonia denemek veya titrasyona konu ol
bir enjektörün ucu veya nozulu. 5) fiş ucu.
mak.
tip clearance: Buh. Türb. hareketli kanatların türbin
titration: Verilen bir tepkimeyi oluşturmak için diğer
keysi ve hareketsiz kanatların ise rotorşaft ile arala
maddeden ne kadar olması gerektiğinin hesaplan
rında bulunan çap yönündeki boşluk; uç klerensi;
ması iie bir çözeltide belirli bir maddenin ne kadar
uç boşluğu; radyal klerens; Bkz. radial clearance.
olduğunu arılama işlemi; titrasyon.
tipping center: Bkz. center of flotation.
titration value: Titrasyon sırasında büret tarafından
tiptop: 1) en yüksek nokta. 2) en kaliteli; yüksek nite 3

likli; mükemmel; en iyi. verilen eriyiğin cm türünden değeri veya kıymeti; tit
rasyon değeri.
tire: 1) bir taşıt aracının tekerleğinin çevresine geçiril
miş ve diş şekli verilmiş demir veya lâstik çember. titre: Bkz. titer.
2) şoku azaltmak için aracın tekerleğinin çevresine tittle: Çok küçük partikül veya parçacık; çok küçük
geçirilmiş veya hava doldurulmuş lâstik tüp; lâstik; herhangi bir şey.
oto lâstiği. 3) lâstik ya da lâstiklerle donatmak. Tl: Bkz. thalium.
tire chain: Oto. soğuk mevsimlerde patinaja engel ol Tm: Bkz. thulium.
TML: Bkz. tetra methyl lead.
mak üzere lâstiklere takılan zincir; patinaj zinciri.
tire gauge: Oto. iç lâstiklerin havasını ölçmek için kul Tn: Bkz. thoron.
tn.: Bkz. ton; tons.
lanılan bir cihaz; lâstik (basınç) ölçeri; basınç göster
gesi. TNT (T.N.T.): Bkz. trinitrotoluene veya trinitrotolu
ol, C 6 H 2 (CH 3 )(N0 2 ) 3 ; patlayıcı olarak kullanılır;
tire iron: Ofo. lâstik demiri ya da levyesi.
di namit.
tire pressure: Oto. lâstiklere basılan havanın basıncı;
lâstik basıncı. to-and-fro: İleri geri hareket etme; ileri ve geri.
tire pressure gauge: Bkz. tire gauge. tobin bronze: Bkz. Naval bronze, tobin bronzu.
tocopherol: Başlıca pamuk çekirdeği yağı, salata vb.
tire pump: Oto. el ve ayak ile lâstiklere hava basmak
için kullanılan pompa; lâstik pompası. inde bulunan E vitamini özelliklerinde olan alkoller
tire valve: Oto. lâstiklere hava basma ya da havayı grubunun herhangi biri; tokoferol.
boşaltmada kullanılan küçük bir valf, iâstik valfı; lâs tocsin: 1) alarm zili. 2) bu zilin sesi. 3) herhangi bir
tik supabı. alarm veya uyari sesi.
T iron: Profili T harfi şeklinde olan demir; T demiri; T tod: Esk. yaklaşık 28 libre (12,656 kg) ağırlığında, yün
için ağırlık birimi.
toe 561 tonnage oxygen
ilâçların sentezinde kullanılır.
toe: 1a) bir yatak içinde düşey olarak uzanan bir mil toluol: Toluen; özellikle ticarî ham toluen; toluol.
ya da jurnal. b) bir kem tarafından kaldırılan veya toluole: Bkz. toluol.
hareket ettirilen çıkıntılı bir kol. 2a) meyilli olarak tolu tree: Bot. büyük bir Güney Amerika ağacı; kalin,
çakmak (bir çiviyi), b) meyilli olarak çakılan çivi ile kaba kabukları hoş kokulu pelesenk verir ve parfüm,
bağlamak. ilâç vb. yapımında kullanılır; tolu balsam (pelesenk)
toe-in: Otomobil veya diğer motorlu araçların, birbirle ağacı.
rine tam paralel olmayan ön tekerleklerinin ayarı. toluyl: Tek değerli asit kökü; toluil, C7 H7 CO.
toggle: 1) Den. kayma ya da burulmayla sıkışmayı tolyl: Toluenden türeyen tek değerli bir kök; tolil,
önlemek, bir bağlantı yapmak için bir zincirin bakla CH 3 C 6 H 4 .
sı, halat kolları ya da flasaları arasına veya bir halat tolyiene diisocyanate (mixed isomers): Sıv. Yük. to-
ilmeğine sokulmak için kullanılan bir rod, pin ya da lilen diizosiyanat (karışık izomerler); su ve diğer bir
cıvata; kasa çeliği. 2) tespit etme veya yerinde tut çok kimyasal maddelerle çok reaktif, kendine özgü
ma; birbirine menteşeli iki kol veya levha mesnet, kokulu, izosiyanat ailesinden insan sağlığı için zarar
payanda; kablo ucu tespit pini. 3) mafsallı manivela. lı, higroskopik olmayan, 40°C'den yüksek sıcaklıklar
toggle joint: Birbirlerine birer uçlarından bağlanan iki da polimerleşen, renksiz veya açık sarı renkli bir sı
çubuktan oluşan diz şeklinde bir bağlantı. vı; Slmg.CH 3 C6 H3 (NCO) 2 ; 25°C'de öz.ağ. 1,22;
toggle press: Otomobil gövdelerinin yapımında kulla k.n. yaklaşık 238°C; d.n. 6°-14°C; su ile tepkimeye
nılan yaklaşık 6 metre (20 fit) yüksekliğinde, 80 ton girer; 25°C'de viskozitesi 3,1 cP; gemilerde normal
ağırlığında bir pres; mafsallı pres. olarak 15°-28°C'de ve atmosfer basıncında taşınır.
toggle switch: Bir elektrik devresini açıp kapamak tomahawk: Perçin yapmak için kullanılan çekiç; per
için, küçük bir ark ya da kıvılcım aracılığı ile ileri geri çin çekici; perçin varyozu.
hareket eden çıkıntılı bir levyeden oluşan anahtar ve tommy bar: Lokma anahtarı kolu.
ya sviç. tommy gun: Tomson hafif makineli tüfeği.
Soları: Bkz. toiane. tomography: Tıp. seçilen tek bir düzlemin fotoğrafı
tolane: Renksiz, kristalli bir karbonlu hidrojen; toian, nın alındığı X ışınlı fotoğrafçılık tekniği, tomografi.
C14H10- ton: 1) Büyük Britanya'da yaygın olarak kullanılan ve
tolerable: 1) dayanılabilir; tahammül edilebilir. 2) ol 2240 libreye (1018,06 kg) eşit olan bir ağırlık birimi;
dukça iyi; geçerli; muteber. Bkz. long ton. 2) Amerika Birleşik Devletleri, Kana
tolerably: 1) tahammül edilebilir veya dayanılabilir bir da, Güney Afrika vb. inde yaygın olarak kullanılan
şekilde. 2) dayanılabilir derecede; ılımlı olarak; ol ve 2000 libreye (907,20 kg) eşit olan bir ağırlık biri
dukça. mi; Bkz. short ton. 3) metrik sistem ve Uluslararası
tolerance: Bir standart, doğruluk vb. inden müsaade Sistemde 1000 kg'a eşit olan ağırlık birimi; metrik
edilen sapma miktari: özellikle bazı mekanik parçala
3 3

rın müsaade edilir maksimum ve minimum ölçüleri ton. 4) gemilerin 2,8317 m 'e (100
3
ft ) eşit
3
olan taşı
arasındaki fark; tolerans. Teknik Sözlük - F. 36
tolerance limit: Dizayn ölçüleri tarafından İzin verilen
pozitif veya negatif değer değişimleri; tolerans sınırı
veya limiti.
tolerate: Müsaade etmek; izin vermek.
tolidin: Bkz.
tolidine.
tolidine: Benzidir.'in izomerik dimetil grubunun her
hangi biri; tolidin, C 1 4 H 1 6 N 2 .
tolu: Tolu ağacı tarafından verilen balsam veya pele
senk; tolu balsam olarak da kullanılır.
toluate: Toluik asitin bir tuzu ya da esteri; toluat.
toluene: Sıv. Yük. metil benzen; fenil metan; toluol
(e); yangın tehlikesi olan, insan sağlığı için zararlı,
aromatik ailesinden higroskopik olmayan, dayanıklı,
kendine özgü aromatik kokulu, renksiz bir sıvı kar
bonlu hidrojen; Simg.C6 H5 CH3 ; 20°/4°C'de öz.ağ.
0,86-0,98; k.n.110,6°C; d.n.-95°C; suda % 0,05 ora
nında çözünür; 20°C'de viskozitesi 0,68 cS; gemiler
de çevre sıcaklığı ve atmosfer basıncında taşınır; bo
ya, patlayıcılar vb. i yapımlarında ve solvent (çözü
cü) olarak kullanılır.
toluic acid: Toluen'in karboksil türevleri olan dört izo
merik asitten biri; toluik asit, C 8 H 3 0 2 .
toiuid: Bkz.
toluide.
toluide: Genel formülü RCONHC 6 H4 CH3 olan ve tolu-
idin'lerden türeyen herhangi bir sınıf kimyasal bile
şik; toiuid.
teinidin: Bkz. toluidine.
toluidine: Anilinin üç izomerik (meta, para, orto) ami
no türevlerinden biri; toluidin, C 7 H 9 N ; boyalar
ve
ma kapasitesi birimi. 6) 0,991 m 'e (35 ft ) eşit bir alev. 4) bir gösterge vb. ibresi. 4) makinelerde
olan, çıkın tılı kaplin vb. i.
gemilerin deplasmanlarının ölçüm birimi. 7} çok bü tongue-and-groove joint: Bir tahtadaki çıkıntının, di
yük hacim veya sayı. ğer tahtadaki girintiye tam olarak geçmesiyle oluştu
tonelada: 1) ispanya'da 2028,7 libreye (916,97 kg) rulan bağlantı, dil ve oyuklu bağlantı.
eşiî olan bir ağırlık birimi. 2) Brezilya'da 1748,70 lib tonite: Baryum nitrat ve pamuk barutu ile yapılan çok
reye (790,453 kg) eşit olan bir ağırlık birimi; patlayıcı bir madde.
tonilâto. ton, long: Bkz. long ton.
toner: Karartıcı: Fotokopi, printer vb.i tonnage: 1) taşınan ton esas alınarak gemilerde ver
için. gi. 2) bir kanal, liman vb. inde her bir ton yük için
tongs: Genel olarak birbirlerine pinli veya ücret. 3) bir ülke ya da limanın ton olarak hesapla
menteşeli iki uzun koldan oluşan ve çoğunlukla nan toplam gemi miktarı. 4) bir geminin ton olarak
kızgın cisimle ri tutmak ya da kaldırmak için hesaplanan taşıma kapasitesi. 5) ton olarak ağırlık;
kullanılan alet; kıskaç; Demirci kıskacı gibi. tunnage şeklinde de yazılır.
tongue: 1) bir ahşap geçmenin çıkıntılı veya erkek
tonnage oxygen: Çelik endüstrisinde tüketilen oksi
kıs mı. 2) bir at arabası vb. inin oku. 3) uzun, dar
jen miktarı; çok büyük miktarda kullanıldığı için ton
cinsinden ifade edilir; ton (türünden) oksijen.
tonometer 562 t orpedo -b oa t d es t
roye r
tonometer: Tıp, göz küresi veya kan basıncını ölçen
türlü tansiyon cihazlarından biri; tonometre. oluşan boru demetinin
ma ürünlerinin üzerine
geçiş yolu yerleştirilen
üzerinde bulunanvesüper-
yan
ton, short: Bkz. short ton. hiyter veya üst ısıtıcısı.
tons per inch immersion : Den. bir gemiyi bir pus top-fired boilers: Tepeden (üstten) fayraplı kazanlar;
(25,4 mm) batırmak için gerekli, ton olarak ağırlık; bu tür kazanlarda akaryakıt börnerleri üst kısma yer
beher pus batma tonu; cm türünden de belirtilebilir. leştirilmiştir ve yakıtı aşağıya doğru püskürtmektedir
tool: 1) el ile tutulan ve kesme, itme, kazma, aşındır ler.
ma vb. için kullanılan herhangi bir alet, araç vb. i: top firing: Tepeden veya üstten fayraplı (kazan).
Testereler, bıçaklar, çekiçler, kürekler, tırmıklar, tor top lead: Pist. Buh. Mak. üst lid; Bkz. lead.
na kalemi vb. 2a) güçle çalıştırılan bir makinenin par topping turbines: Bkz. superposed turbines.
çası olan benzer herhangi bir cihaz; matkap, şerit top ring: Mot. yüksek sıcaklık, yüksek basınç ve kötü
testere vb. b) tüm makine; takım tezgâhı. 3) bir alet yağlama gibi en zor koşullarda çalışan ve en fazla
gibi hizmet veren herhangi bir şey. 4) birinin işi ve aşınan kompresyon segmanı; üst segman; ateş seg-
ya mesleği için gerekli olan herhangi bir alet veya ci manı.
haz. 5) bir araç ile şekil vermek, işlemek veya çalış topside: Çoğ. bir geminin su hattının üzerinde kalan
mak. 6) takımlar veya makineler sağlamak (bir fabri yan kısımlar; borda.
ka veya endüstri için). 7) bir alet veya aletler kullan topside tank: Den. güverte altı veya alabandalarda
mak. olan tanklardan biri.
tool bit: Torna tezgâhı kalemi; torna kalemi. torc: Burulma momenti üreten kuvvet; burulma kuvve
tool box: içinde türlü anahtar, lokma, pense, karga- ti.
burun, pin vb. i aletlerin bulunduğu sandık; takım torch: 1) uzun, reçineli bir parça ağaçtan oluşan taşı
sandığı. nabilir ışık üreteci; meşale. 2) kaynak, boya yakma
tool chest: Bkz. tool box. vb. inde kullanılan, çok sıcak alev üreten, türlü taşı
tool holder: Torna tezgâhlarında kalemi tutan veya ta nabilir cihazlardan biri; hamlaç; asetilen beki; şalu-
şıyan kısım; kalem tutucusu veya taşıyıcısı. ma. 3) pilli el feneri.
tooling: 1) aletlerle yapılmış iş ya da süsleme. 2) üre torch cutting: Oksi-asetilen şaluması ile kesme (me
time hazır olmak için fabrikayı takım tezgâhları ile tal levha, mil vb. i).
donatma işlemi. torchier (torchiere): Doğrudan, yukarıya doğru ay
tool kit: Takım kutusu; takım seti. dınlatma yapan, gölgesi olmayan bir döşeme lâmba
tool maker: Alet yapımcısı, özellikle takım tezgâhları sı.
nı yapan ve onaran makinist veya teknisyen. torchlight: Meşale veya meşalelerin ışığı.
tool maker's vise: Çok sıkı vira edildiği zaman kolay torentic: Özellikle metal oymacılığına ait.
ca hasar görebilecek, küçük ve duyarlı işler için kul torentics: Oymacılık, özellikle metal oymacılığı sana
lanılan bir mengene; alet yapımcısının mengenesi. tı.
tooth: 1) dişe benzeyen bir şey; testere, çatal, tırmık, tori: Çoğ. torus.
dişli vb. inde olduğu gibi dişimsi bir parça. 2) dişliler toric: Torus'a Bkz. torus ait veya şekli torusa benze
de olduğu gibi birbirine geçmek. yen.
toothed: Dişleri olan; dişli. toric lens: Yüzeyi, bir torus yüzeyinin parçası olan
toothed pressure: Mak. diş basıncı. mercek; özellikle gözlüklerde kullanılır.
toothed profile: Mak. diş profili veya şekli. torispherical: Dışbükey küresel (bir tavan, kazan te
toothed wheel:Dişli çark; dişli teker. pesi vb. i).
top: 1) baş ya da başın tepesi ya da üst kısmı. 2) her torispherical end: Bir kazanın veya buhar domunun
hangi bir şeyin en üst parçası, ucu veya yüzey. 3) dışbükey küresel olan ucu; dışbükey küresel uç.
bir şeyin en üst parçası veya kapağını oluşturan tornado: 1) özellikle ABD'nin orta kısımlarında hızlı
şey; özellikle: a) gözkapağı, kapak, kap vb. i. b) oto olarak dönen, yolu üzerindeki herşeyi tahrip eden
mobil gövdesinin üst kısmı, c) bir yelkenli gemide, baca şeklinde bulut ile birlikte görülen şiddetli, dö
armanın bağlandığı, her bîr ana direk kafası çevre nel rüzgâr. 2) herhangi bir dönel rüzgâr veya kasır
sindeki platform; çanaklık. 4) Kimy. bir karışımın en ga.
uçucu kısmı. 5) Kimy. damıtarak uçucu ksımlarını çı toroid: Kendi düzlemindeki bir doğru çevresinde dö
karmak. nen kapalı bir düzlem tarafından üretilen bir yüzey
topaz: 1) beyaz, sarı, soluk mavi veya soluk yeşil kris veya onun kapalı hacmi; toroit.
taller şeklinde görülen doğal alüminyum silikat; to torpedo: 1) elektrikli balık. 2) denizaltı, uçak vb. in
paz, AI 2 Si0 4 F 2 . 2) safirin ve kuvarsın sarı türü gibi, den düşman gemilerine atılan byük .sigar şeklinde
benzer renklerde türlü değerli veya yarı değerli taş bir patlayıcı; torpido. 3) sualtı mayını olarak kullanı
lardan herhangi biri. lan patlayıcı dolu metal bir kap. 4) petrol kuyusuna
topazoiite: Lâl taşının (grena'nın) sarı bir türü; sarı indirilen, petrol cebinin çapını anlamak için orada
grena; topazolit. patlatılan patlayıcı kartuş. 5) bir torpido ile hücum et
top center: Bkz. top dead center: Üst ölü nokta ya mek, hasar vermek veya tahrip etmek.
da üst sente, torpedo boat: Sadece hafif silâhlarla donatılmış, torpi
top dead center: Dikey, pistonlu makinelerde, pisto dolarla hücum eden küçük, hızlı, manevra yeteneği
nun silindir içinde erişebildiği veya çıkabildiği en üst üstün bir savaş gemisi; torpidobot.
nokta; üst ölü nokta; üst sente; ÜÖN kısaltması ile torpedo-boat destroyer: Torpidobotlara benzeyen fa
belirtilir. kat onlardan daha büyük olan ve daha ağır silâhlar
top-deck superheater: Buh. Kaza. su borularından la donatılmış, orjinal olarak düşman torpidobotlarını
t orped o bod y 563 t ouc h

imha etmek için dizayn edilen, sonradan torpidobot


na ilettiği periyodik torkların, şaft sisteminde uyardı
gibi hücum için kullanılan bir savaş gemisi; muhrip;
ğı burulma titreşimleri; burulma tepkisi.
destroyer.
torsional record: Torsiyograf cihazı ile krank milinin
torpedo body: Bir dereceye kadar denizaltı torpidosu
baş tarafından alınan burulma titreşimleri ve kritik
na benzer şekilde dizayn edilen bir otomobil gövde
hız bölgelerini gösteren diyagram; burulma kayıtı;
si; torpido gövde.
burulma diyagramı.
torpedo engine: Torpido makinesi; hedefe yöneltilen
torsional vibrations: Burulma titreşimleri; krank üzeri
torpidoyu yürüten veya sevkeden makine.
ne tesir eden teğetsel kuvvetlerin periyodik olarak
torpedo tube: Suüstü gemilerinde su hattına yakın
değişmesi sonucu; ağır dinamik gerilmelerin oluşma
veya su hattı altına konulan kovan; torpido kovanı.
sına neden olan titreşimler.
torque: 1) F/z. salınım veya devir hareketi üretme eği
torsional vibration damper: Mot. çalışma sırasında
liminde olan bir kuvvet ya da kuvvetler bileşimi;
üretilen burulma titreşimlerini söndürmek için kullanı
tork; moment; burulma momenti, b) burulma oluştur
lan bir cihaz; burulma titreşimi söndürücüsü veya
ma eğilimi. 2) Opt. polarlanmış ışık düzlemindeki ba
damperi.
zı kristaller ve sıvılardan ışık geçişi ile üretilen dön
torsion balance: ince bir teldeki burulma ile çok kü
me etkisi. 3) bir nokta etrafında, dönme üretme eğili
çük elektrik impulslarını ölçmek için kullanılan bir ci
minde olan teğetsel bir kuvvetin momenti. 4) bir
haz; torsiyon terazisi.
elektrik motorunun rotorunun dönme çabası. 5) kuv
torsion couple: Burulma oluşturan kuvvetler çifti; tor
vet ve kuvvet kolunun ürünü. 6) bir uçağın pervane
siyon çifti; burulma çifti.
kanatını etkiyen toplam hava kuvveti.
torsion head: Burulma veya torsiyon terazisinin, üze
torque converter: Motif ünitenin (çeviren makinenin)
rinde taksimat veya bölüntüler olan kafası; burulma
torkunu dönüştüren ve bu torkun enerjisini türbin
kafası.
şaftına ileten cihaz; tork dönüştürücü; hem devir dü
torsionmeter: Bir makinenin ürettiği tork ya da mo
şürücü ve hem de esnek (fleksibıl) kaplin olarak gö
menti grafik olarak kayıt eden ve gücün saptanma
rev yapar.
sında yararlanılan bir cihaz; torsionmetre.
torque limiter: Bkz. bmep limiter; tork sınırlayıcısı.
torsion shear: Torsiyon veya burulma kesmesi.
torque wrench: Somun veya cıvataları belirli bir mo
torsion stress: Burulma
mentle sıkmak ya da vira etmek için kullanılan, uzun
gerilmesi.
kollu, üzerinde bir göstergesi olan anahtar; tork
toruosity: Çoğ. bükülme, sarım, sarımsal sargı vb.
anahtarı.
tortuous: Bükümler, sarımlar, eğriler veya sarmal sar
torrafaction: Kavurma, kavrulmuş.
gılar.
torrefy: Bazı ilâçlar gibi, ısı ile kurutmak veya kavu
torus: 1) sütunların tabanında kullanılan geniş, dışbü
rup kurutmak.
key pervaz. 2) Geom. çapı dışında, düzlemindeki
torrent: 1) özellikle hızlı, şiddetli su akımı. 2) şiddetli
herhangi bir ekseni çevresinde döndürülen bir konik
yağmur.
kesit, özellikle bir daire tarafından üretilen bir yüzey
torrid: Özellikle Güneşin yoğun ısısının etkisi ile kav
ya da onun kapalı bir hacmi.
rulmuş. tot: Çok küçük bir miktar ya da şey.
torridity: Şiddetli ısı; yakıcılık.
tot: Toplamak.
torrify: Bkz. torrefy.
total: tüm; bütün. 2) tam; tam miktar veya sayı; top
torsibility: Burulmaya dayanma veya direnç yetene lam; yekûn. 3) toplamını bulmak.
ği. total acid number: Diz. Mot. yağlama yağlarındaki or
torsiograph : Gemi pervane şaftı veya dizel makinesi ganik ve inorganik asitlerin toplamı; toplam asit sayı
mili gibi pervane veya büyük bir volan tarafından dü sı; TAN kısaltması ile belirtilir.
zenlenen döner bir şaftın burulma titreşimlerini araş total alkalinity test: Toplam alkalinlik deneyi; Bkz. al
tırmak için kullanılan bir cihaz; torsiyograf; tork kayıt kalinity test.
edici. total base number: Diz. Mot. her bir gram yağlama
torsiograph record: Mot. torsiyograf cihazı tarafın yağında miligram türünden potasyum hidroksiti
dan yapılan kayıtlar; torsiyograf kayıtı. (KOH) belirten sayı; toplam alkalin sayısı; TBN kısalt
torsiometer: Burulmadaki katıların esnek davranışını ması ile belirtilir.
incelemek için kullanılan bir cihaz; torsiyometre. total head: Ma/c. bir pompanın toplam emme veya
torsion: 1) burma veya burulma; özellikle bir ucu tes basma yüksekliği (m veya mm H 2 0 türünden)
pit edilmiş ve diğer ucu boyuna ekseni boyunca totalisator: Bkz. totalizator.
döndürülen bir cismin burulması. 2) Meka. bükülen totality: Toplam miktar veya yekûn.
bir tel, çubuk vb. inin bükülmemiş duruma dönmesi totalizator: Ölçümlerin vb. toplamlarını hesaplamak
eğilimi. ve göstermek için kullanılan herhangi bir makine;
torsional: Burulmaya ait; burulma tarafından sebep bir tür hesap makinesi.
olunan. totalize: Toplamını yapmak; yekûnunu yaymak.
torsional criticals: Devir düşürücülü bir türbin ile per totalizer: 1) Bkz. totalizator. 2) toplama makinesi.
vane arasında önemli bir burulma esnekliği vardır; totally: Tamamen; tüm olarak; bütünüyle.
pervane kanatlarından gelen impulslar pervanenin total stroke: iki zamanlı motorlarda yararlı ve kayıp
belirli bir devir sayısında bu esnek sistemin doğal tit kursların toplamı; toplam strok; toplam kurs.
reşim frekansı ile çakıştığı zaman oluşan gürültülü tit tote board: Bkz.
reşim; burulma kritikleri. totalizator.
torsional reaction: Gem. Ma/c. makinenin kendi şaftı touch: 1) Geom. teğet olmak. 2) çok küçük bir mik
tar, derece vb. i. 3a) mihenk taşı. b) mihenk taşı ile
saptanan altın, gümüş vb. inin niteliği, c) bunu gös-
touchstone 564 trad e win d
trace: 1) Kimy. çok küçük bir miktar: eser; çoğu za
teren resmî mühür. 4) Den. çok kısa bir zaman için man nicel olarak ölçülemeyen bir miktar. 2) çizgiler
liman vb. yere uğramak. 5) Den. bîr geminin dibe le çizmek. 3a) resim, diyagram vb. çizmek, b) bir ha
oturmadan dokunması. 6) mihenk lası veya benzer rita, plân vb. i üzerinde rota işaretlemek. 4) sismog
bir şeyle denemek veya tecrübe etmek. 7) dokun rafta olduğu gibi, eğri, kesikli veya dalgalı çizgiler
mak. 8) temasa getirmek. yardımıyla kayıt etmek. 5) bir yol, rota, gelişme vb.
touchstone: 1) Esk, altın ya da gümüşün saflığını de ini izlemek.
nemek için kullanılan bir tür siyah taş; mihenk taşı. trace: İki ucundan yataklanmış ve hareketi bir makine
2) değer veya gerçekliğini saptamak için uygulanan nin hareketli parçasından diğerine ileten bir kol.
herhangi bir deney ya da kriter. tracer: 1) izleyen kimse veya şey. 2a) mermi veya ko
touchwood: Kav olarak kullanılan kurutulmuş odun vana ilâve edilerek duman ya da ateş şeklinde iz bı
ya da mantar. rakmasını sağlayan kimyasal madde, b) izli mermi.
touchy: Kav gibi, oldukça yanıcı. 3) kopya çıkaran bir alet; kopya makinesi.
tough: 1) kırılma ya da yırtılmaksızın eğilip bükülen tracer bullet (or shell): Ask. hedefin ayarlanabilmesi
vb.; dayanıklı (kuvvetli) fakat esnek. 2) kolayca kesif - için havadaki yörüngesinde duman veya ışık şeklin
meyen veya çiğnenmeyen. 3) Kuvvetli olarak yapış de iz bırakan bir mermi; izli mermi.
kan; tutkala benzer; viskoz. 4) etkilenmesi güç. 5) tracer chemistry: Kimyasal tepkimelerin, özellikle bit
çok zor. 6) fiziği kuvvetli; güçlü. ki ve hayvanlardaki biokimyasal tepkimelerin ince
toughen: Sert veya daha sert yapmak veya olmak. lenmesinde radyoizotopların kullanılması; radyoizo
toughness: Yapısı hasar gömleksizin bir cismin eğil top kimyası.
me, çalışma vb. i etkilere dayanma yeteneği; daya tracing: 1) kopya ile yapılan bir şey; özellikle: a) re
nıklılık. sim vb. ini kopya etme. b) kayıt cihazı ile kayıt.
tourmaline: Kompleks (karmaşık) silikatlar grubunun tracing paper: Üzerine kopya çıkarılan ince, kuvvetli,
herhangi biri olan, mücevher olarak ve optik cihaz saydam bir kâğıt; aydınger kâğıdı.
larda kullanılan kırmızı, pembe, yeşii, mavi, sarı, track: 1) bir teknenin dümen suyu vb. i gibi iz ya da
kahverengi veya renksiz, yarı kıymetli bir mineral; izler. 2) hareket hattı veya yörüngesi; rota; yol. 3)
turmaline şeklinde de kullanılır. tren, tramvay vb. lerinin üzerinde hareket ettikieri bir
tow: 1) halat ya da zincir ile çekmek. 2) yedek çekme çift metal ray 4) bir otomobildeki gibi, paralel teker
veya çekilme gibi. 3) yedeklenen bir şey. 4) yedek lekler arasında inç (mm) olarak mesafe, 5) tekerlek
çekme veya yedekleme halatı. ler veya dişliler gibi ayarında olmak. 6) tekerlekler
towage: 1) yedekte çekme ya da çekilme. 2) bunun arasında belirli genişliğe sahip olmak. 7) demiryolu
ücreti; yedek çekme ücreti. raylarına ait. 8) paiet takımı; palet (dozer, traktör vb.
towboat: 1) büyük tonajlı, makinesiz mavnaları iterek i için).
uzak mesafelere götüren, yüksek güçlü makineler trackage: 1) bir demiryolunun tüm rayları. 2) diğer
ile donatılmış tekne; tovbot; itici römorkör. 2) gemile rayları kullanmak için demiryolu izini. 3) bunun ücre
ri, mavna veya şadlan yedeklemek veya çekmek ti.
için kullanılan ufak, kuvvetli bir tekne; römorkör. track bolt: Ayarlı cıvata.
tower: Yedek çeken kişi veya şey. trackless trolly: Raysiz tramvay; troleybüs.
tower, cooling: Bkz. cooling tower. tractile: Boyuna çekilebilir; gerilebilir.
towing machine: Bkz. tow winch. traction: 1a) bir yol, ray veya diğer bir yüzey üzerin
towilne: Den. yedek çekmede kullanılan halat ya da de bir yükü çekme, b) çekilme durumu. 2) bir loko
zincir. motifin çekme gücü. 3) ray üzerindeki bir tekerleğin-
ki gibi, yapışıcı sürtünme. 4) kendinden hareketli bir
tow-poth: Bir kanal veya su yolu boyunca uzanan ve
aracın itici ya da motif kuvveti.
kanaldaki (makinesiz) bir tekneyi çekmek için kulla
fractional: Çekilmeye ilişkin.
nılan yol; yedek çekme yoiu.
traction engine: Ağır vagonları vb. çekmek için kulla
towrape: Yedek çekmede kullanılan halat; yedek çek
nılan bir buharlı lokomotif.
me halatı.
traction motor: Elektrikli lokomotiflerde her tekerin
tow winch: Römorkörlerin orta kısımlarına yerleştiri dingiline bağlı ve onu çeviren elektrik motoru; cer
len, hem sakin ve hem de ağır denizlerde çekme motoru.
operasyonunu başarmak için kullanılan bir makine; tractive: Çekme için kullanılan; çekici; çeken.
tov makinesi; çekme makinesi; çekme vinci. tractive force: Çekme kuvveti.
toxic: 1) toksin ya da zehire ait; zehir ya da toksin ta tractor: 1) benzin ya da dizel motoru ile çalıştırılan,
rafından etkilenen; zehir veya toksin tarafından ne küçük ve güçlü bir çiftlik makinesi; traktör. 2) kamyo
den olunan. 2) zehirli; toksik. nun şoför mahalli veya yeri. 3) traktör pervane ya
toxicant: Zehirli; toksik; zehir; zehirli madde. da pervaneleri olan bir uçak. 4) çekici.
toxico-: Zehir anlamında bir önek. tractor propeller: Kanatlann ön tarafına yerleştirilen
toxine; Bkz. toxin. uçak pervanesi; traktör pervane; çekici pervane.
toxoid: Kimyasal maddelerle muamele edilerek zehirli trade root: Den. ticaret gemileri, kervanlar vb. tarafın
niteliklerinin giderilişi sırasında antijen özellikleri ka dan kullanılan alışılmış ticarî rota veya yol.
lan toksin. trade wind: Kuzeydoğudan ekvatorun kuzey tarafına
Tr: Bkz. terbium. ve güneydoğudan güney tarafına doğru esen bir rüz
T.R.: Bkz. tonnage of registry: Tescil tonu (bir gemi gâr; alize; ticaret rüzgân.
nin).
t ra ff i c 565 transfluen t

traffic: 1) Orj. Oia. a) ticaret için mallan ulaştırma, b) gi biri. 3) Diz. Mot. volan çevresindeki işaretler ile ça
büyük mesafelerde ticaret. 2) satma veya satırı al kışarak ölü noktaları vb. gösteren sabit çubuk biçi
ma; takas; ticaret. 3) yasa dışı ticaret. 4a) limanlar mindeki gösterge; Gem. Mak. Tramel.
daki gemilerin, yollardaki motorlu araçların, yaya kal- tramp: Den. düzenli tarifesi olmayan, bulduğu yerde
dırımlarındaki yayaların hareketi; trafik, b) otomobil yük ve yolcu alan yük gemisi.
ler, yayalar, gemiler vb. 5) verilen bir süre sırasında tramp iran: Döküntü veya hurda demir; Bkz. scrap.
taşınan yolcu veya yük miktarı tarafından sınırlanmış tramp ship: Tarifeli sefer yapmayan, nerede iyi yük
nakliye şirketi tarafından yapılan ticaret. 6) verilen bulursa oraya giden bir gemi; tarifesiz sefer yapan
bir periyot sırasında iletilen telgraflar, telefon konuş gemi.
maları vb. ile sınırlanmış bir iletişim şirketi tarafından tramroad: Tahta, taş veya metalden yapılmış raylar
yapılan ticaret. 7) böylece sınırlanmış yolcular, yük dan oluşan dekovil hattı; özellikle maden ocakların
ler, nakliyeler vb. i. 8) trafiğe ait; trafik için veya tra da kullanılan bu tür bir yol.
fik düzenleme. tram rod: Bkz. trammel.
traffic light: Trafiği düzenlemek için caddelere konu tramway: 1) dekovil hattı. 2) İng. tramvay yolu.
lan veya yerleştirilen işaret lâmbaları takımı; trafik ışı trans. Bkz. 1) transportation. 2) transpose.
nı. transatlantic: 1) Atlantik ya da Atlas Okyanusunu ge
tragacanth: 1) eczacılıkta, basma baskısı vb. işlerde çen. 2) Atlantiğin diğer tarafında olan. 3) Okyanus
kullanılan tatsız ve kokusuz, beyaz veya kımıızımsı geçen, büyük tonajlı yolcu gemisi; transatlantik.
bir zamk; kitre. 2) bu maddeyi veren herhangi bir bit transcalency: Isıyı derhal iletme durumu veya niteli
ki; kitre ağacı. ği.
trailer: Bir otomobil, kamyon veya traktör tarafından transcalent: Isıyı derhal ileten.
çekilmek üzere dizayn edilmiş araba, vagon veya bü transceiver: Radyo haberleşmesinde hem verici ve
yük yük vagonu (furgon); römork. 2) bir otomobil ta hem de alıcı olarak kullanılabilen taşınabilir bir ci
rafından çekilmek üzere dizayn edilen yatak ya da haz; alıcı-verici.
yatakları, yemek pişirme olanakları olan kapalı tasıt transcontinental: 1) kıta geçen. 2) bir kıta veya ana
aracı; karavan. karanın diğer tarafında.
trailing edge: Hava. bir uçak, pervane vb. inin arka transcribe: Rady. bir süre sonra yayımlamak üzere
kenarı. veya neşretmek amacıyla (bir program vb. ini) kayıt
trail rope: Çekmek amacıyla kullanılan halat; çeki ha etmek.
latı. transcurrent: Çapraz olarak uzanan ya da geçen.
train: 1) hareketi iletmek veya aktarmak için birbirine transducer: 1) güç aktarılması için bir iletişim sistemi
bağlanmış mekanik parçalar dizisi; Dişli katarı gibi. nin elektriksel, akustik ve mekanik elemanları arası
2) lokomotif ya da lokomotifler tarafından itilen veya na sokulmuş bir cihaz. 2) bir ya da daha fazla trans
çekilen (birbirine bağlanmış) demiryolu vagonlarının misyon sisteminden gelen dalgalar tarafından hare
hattı. 3) patlayıcı bir dolgu için fünye olarak hizmet ket ettirilen ve diğer bir transmisyon sistemine bir ya
eden barut hattı. 4) birbirlerini bir hat şeklinde takip da daha fazla dalga sağlayan bir cihaz. 3) Ask. deni
eden bir grup insan, hayvan, taşıt aracı vb. 4) tren, zaltı dinleme, araştırma veya bulma cihazı; sonar;
katar. DDA cihazı,
train ferry: Den, tren vagonları veya lokomotiflerini ta transducer, electric: Tüm dalgaları elektriksel olan
şımak üzere dizayn edilen ve güvertesinde raylar bu bir transdüser; elektriksel traıısdüser.
lunan gemi; tren ferisi. transducer; electraacoustic: Bir elektrik sisteminden
training: Eğitim; staj; kurs. dalgalar almak ve dalgalari bir akustik sisteme ver
training ship: Özellikle Denizcilik Fakültesi ve Deniz mek veya bunun tersini yapmak için kullanılan bir ci
cilik Yüksekokulu öğrencilerini gemicilik, seyir cihaz haz; elektro akustik transdüser.
ları, makine operasyonu vb. i konularda eğitmek transducer, electromechanical: Bir elektriksel sis
için kullanılan gemi; okul gemisi; eğitim gemisi. temden dalgalar alan ve dalgaları mekanik bir siste
train oil: Balina, fok, morina balığı vb. inden elde edi me veren veya bunun tersini yapan bir cihaz; elek-
len yağ. tromekanik transdüser.
traject: Fırlatmak; Wad. Ola. fırlatmak, atmak veya transect: Çapraz olarak kesmek veya keserek böl
uzaya ya da başka maddeye aktarmak. mek.
trajectory: 1) özellikle bir merminin, silâhın namlusu transection: Çapraz (enine) kesit.
nu terkettikten sonra oluşturduğu eğri yol ya da yö transfer: 1) bir kişi, yer ya da durumdan diğerine taş
rünge. 2) Mate, aynı açıda verilen bir sistemin tüm mak, nakletmek veya göndermek; transfer etmek;
eğrilerinden geçen bir eğri veya yüzey. aktarmak. 2) devretmek. 3) aktarma yapmak.
tram: 1) maden ocaklarında yük taşımak için kullanı transference number: Bir elektrolitte bulunan iyonlar
lan açık demiryolu vagonu. 2) Ing. tramvay. tarafından taşınan toplam akımın bir bölümü; taşıma
tram: 1) Bkz, trammel. 2) doğru ayar. 3) bir tramel ile sayısı.
ayarlamak, layna almak veya ölçmek. transfer pump: Den. dabılboîum (çiftdip) tankların
tramcar: 1) maden ocağı vagonu; dekovil. 2) İng. dan yağlama yağı, akaryakıt vb. ini alarak sözü edi
tramvay. len devrelerin dinlendirme (setling) ve servis tankları
tramline: Tramvay hattı (yolu, rayı). vb. ine veren veya tanktan tanka aktaran bir pompa;
trammel: 1) elips çizmek için kullanılan bir cihaz; elip- aktarma pompası; transfer pompası.
soğraf. 2) bir makinenin parçalarını ayarlamak veya transfer rate: Aktarma hızı.
layna almak için kullanılan türlü cihazlardan herhan transfluent: Enine veya içinden akma.
t ra n s f or m 566 t ra n smi tt e r

transform: 1) şeklini ya da biçimini veya dış görünü transition: 1) bir durum, şekil, aşama, yer vb. inden
şünü değiştimek. 2) durumunu, tabiatını ve işlevini diğerine geçiş. 2) bunun görüldüğü zaman süreci
değiştirmek; dönüştürmek; dönüşüm; transform. 3) ya da periyotu.
Elekt. potansiyel veya türünü değiştirmek: Akımlar transition temperature: Metal ve alaşımların süper
için söylenir. 4) Fiz. enerjiyi bir başka enerji şekline iletken olduklan, mutlak sıfırın bir kaç derece üzerin
dönüştürmek. deki sıcaklık; geçiş sıcaklığı.
transformable: Değiştirilebilir; dönüştürülebilir. transitory: Süreksiz; geçici.
transformation: Biçim değişmesi; dönüşüm; bir faz transitory energy: Anlık veya çok kısa süreli bir ener
dan başka bir faza geçme; bir sistemde varolan faz ji şekli; geçici enerji; süreksiz enerji.
sayısındaki değişme. transit time: 1) verilen bir çift elektrot arasında bir
transformation of energy: Bir enerji türünün diğer elektronun geçmesi için ihtiyaç olan zaman. 2) bir
bir enerji türüne dönüşümü; enerjinin dönüşümü; ör gök cisminin meridyenden transit geçiş zamanı; tran
neğin mekanik enerjinin elektrik enerjisine dönüşme sit zamanı.
si. translocate: Yer ya da durum değiştirmeye neden ol
transformation period: Radyoaktif bir maddenin yarı mak; yerinden çıkarmak; yerini değiştirmek.
yaşamı; dönüşüm süreci; dönüşüm periyodu. translucence: Yarı saydam olma durumu veya niteli
transformer: 1) değiştiren kişi veya şey. 2) alternaif ği-
akımın gerilimini değiştiren, azaltan veya yükselten transiucency: Bkz. translucence.
bir cihaz; transformatör; trafo: indirici veya yükseltici translucent: 1) Nad. Ola. saydam; şeffaf. 2) yarı say
trafo gibi. dam; yarı şeffaf; buzlu cam gibi kısmî olarak say
transformer coupling: Bir transformatör yardımı ile dam.
bir devreden diğer bir devreye enerji aktarılması; translucid: Bkz. translucent.
transformatörlü bağlama. transmarine: 1) denizaşırı. 2) denizin öbür tarafında.
transformer oil: Kolayca dolaşmasını ve ısıyı aktara transmissibility: Aktarılabilir olma durumu veya niteli
rak soğutmasını sağlamak amacıyla hava soğutmalı ği-
transformatörlerde kullanılan çok ince bir yağ; trans
transmissible: Geçirilmesi veya iletilmesi mümkün
formatör yağı.
olan.
transfuse: 1) bir kaptan bir sıvıyı akıtarak diğer bir ka
transmission: Biig. Say. bilgilerin bir yerden diğer bir
ba aktarmak veya transfer etmek. 2) geçirgen yap
yere aktarılması; iletim; iletme.
mak; içine akıtmak; doyurmak; işba haline getirmek.
transmission: 1) yürütme gücünü, çoğu zaman dişli
3) Tıp. a) bir bireyin kan damarından diğerine (kan)
ler veya hidrolik silindirler yardımıyla makineden te
transfer etmek, b) doğrudan kan damarına zerk et
kerleklere ileten, otomobi, kamyon vb. parçası; ak
mek (tuz çözeltisi vb.).
tarma organı; şanzıman; vites kutusu. 2) uzayda veri
transfusible: Aktarılabilir. ci ve alıcı istasyonlar arasındaki radyo dalgalarının
transfusion: Aktarma, özellikle bir bireyden diğerine kanalı. 3) taşıma; aktarma; transmisyon.
kan aktama. transmission case: Oto. şanzıman dişlileri, kavrama
transience: Geçici olma durumu veya niteliği. lar ve bazan redüksiyon (devir düşürme) dişlilerini
transiency: Bkz. transience. koruyan mahfaza; şanzıman kutusu; şanzıman mah
transient: 1) gerilim dalgalanması nedeniyle bir an fazası.
süren veya geçici akım. 2) elektriksel bir iletişim sis transmission clutch gear: Oto. şanzıman kavrama
teminde çevrimsel olmayan değişim. 3) kısa süreli dişlisi veya senkromeş dişlisi.
düzgün olmayan bir ses dalgası. 4) sabit olmayan; transmission coupling: Oto. şanzıman kaplin ya da
geçici; sadece kısa bir süre kalan. kavraması.
transistor: Çoğu zaman bir germanyum kristalinden transmission countershaft: Şanzıman ara mili.
oluşan, bir devreye bağlandığında bir elektron tüpü transmission line: Elektrik enerjisini iki veya daha
nün görevlerinin büyük bir bölümünü yerine getiren fazla nokta arasında dağıtma sistemi; aktarma siste
minyatür bir elektronik cihaz; transistor; çok küçük mi; iletim sistemi.
radyolarda, işitme cihazları vb. yerlerde kullanılır. transmission pinion: Oto. şanzıman konik dişlisi; pin-
transistor-ignition system: Benz. Mot. bataryan ateş yon dişli.
leme devresi parçalarına ek olarak p-n-p veya n-p-n transmissometer: Yarı saydam cisimlerin iletim faktö
türü transistor ve diod kullanılan sistem; transistorlu rünü ölçmek için kullanılan bir fotometre; transmiso-
ateşleme devresi. metre.
transit: 1) yatay açıları ölçmek için kullanılan yüzölçü transmit: 1) göndermek; transfer olmak, aktarmak;
mü aleti. 2) Astr, a) verilen bir meridyen veya teles geçirmek. 2) nakletmek. 3) havadan veya diğer bir
kop alanından geçen bir gök cisminin görünür pasa maddeden (ışık, ısı, ses vb. inin) geçmesine neden
jı, b) Merkür'ün Güneşten geçişi gibi, daha küçük olmak. 4) iletmek: Hava sesi iletir gibi. 5) mekanikî
bir gök cisminin daha büyük birinin diskinden geçi- bir parçadan diğerine (kuvvet, hareket vb. ini) geçir
şindeki görünür pasaj, c) teleskop alanından geç mek. 6) elektromanyetik dalgalarla (radyo ya da tele
mek. vizyon sinyallerini) göndermek.
transit instrument: 1) gök cisimlerinin meridyenden transmittal: Transmisyon; aktarma; iletme.
geçişini izlemek için kullanılan, yatay olarak doğu- transmitter: 1) gönderen veya ileten (kişi, cihaz vb.
batı ekseni yönünde dikey açılarda yerleştirilmiş ve i). 2) ileten şey; verici; özellikle: a) mesajın gönderil
sadece meridyenin düşey düzleminde dönebilen bir diği telgraf cihazının bir kısmı ya da parçası, b) tele
teleskop; rasat aleti. fonun, konuşma seslerini elektrik impulslarına dö-
t ra n smi tt e r uni t 567 t ravele r

nüştürerek ileten, ağız kısmı veya parçası, c) radyo


ait veya onları belirten.
dalgaları üreten, onların frekanslarını ayarlayan ve
transuranic elements: Uranyumdan daha yüksek
anten yardımıyla uzaya gönderen bir cihaz. 3) Gem.
atom sayısına sahip olan plütonyum gibi tümü rad
Mak, köprüüstünde bulunan, dümen dolabının hidro
yoaktif olan elementler; transuranik elementler.
lik silindir veya silindirleri ve basınçlı borulardan olu
transversai: iki veya daha fazla sayıdaki hatları (çizgi
şan dümen kısmı; iletici; transmitter.
leri, doğruları) kesen hat.
transmitter unit: Gem. Mak. bir dümen donanımının
transverse: 1) enine veya çapraz olarak uzanan, yer
köprüüstü ve kıç tarafta bulunan kısmı; verici ünite;
leştirilen vb.; bir cismin boyuna dik yönde uzanan;
verici.
enine. 2) Geom. konik bir kesitin (elipsten, büyük
transmittible: iletilebilir; geçirilmesi mümkün.
eksenden) odağından geçen bir ekseni belirtir. 3)
transmutable: Değiştirilmesi mümkün; bir şekilden di
enine parça, kiriş vb. 4) Geom. enine eksen.
ğer bir şekle dönüşmeye muktedir.
transverse bulkhead: Gem. inş. enine perde; arzanî
transmutation: 1) bir şeyi diğerine değiştirme. 2)
perde.
Nad. Ola. dalgalanma; düzensiz değişme. 3) Orta-
transverse pitch: Helisel ve spiral (sarmal) dişlerde
çağ'da alşimi (simya ilmi ile) adî metallerin altın ve
iki komşu dişin benzer çıkıntıları arasında, piç daire
gümüşe dönüştürülmesinin mümkün olduğu inancı.
si boyunca ölçülen mesafe; enine piç; Bkz, pitch.
4) radyoaktif ayrışma veya nükleer bombardman ile
transverse wave: Titreşimleri yayılma yönüne dik
olduğu gibi, bir elementin diğer bir elemente dönüş
olan bir dalga hareketi; enine dalga; örneğin elektro
mesi. 5) bir nüklitin başka bir nüklite dönüşmesi.
manyetik dalgalar.
transmute: Bir şekil, örnek, durum, huy veya madde
trap: 1) Mak. itici kokular, gazlar vb. ini önlemek ya
den diğer birine değişme.
da tutmak için kulanılan türlü cihazlardan herhangi
transoceanic: 1) okyanus geçen. 2) okyanusun diğer
biri; kapan; tuzak: Genellikle U veya S harfi şeklinde
tarafında.
olur ve içindeki su kanalizasyon gazlarını önler. 2)
transom: 1a) lentil, b) bir pencerenin tepesi veya or atıcılığın trap dalında top, disk vb. ini havaya fırlatan
tasında ya da bir kapının tepesinde bulunan yatay bir alet. 3) buhar devrelerinde bulunan, yoğuşum su
sürgü. 2) özellikle: a) ahşap bir gemide kıç bodosla yunun geçmesine müsaade eden, buharı tutan bir ci
manın enine kemeresi. 3) Den. kıç aynalık. haz. 4) kapan ya da kapanlarla donatmak.
transpacific: 1) Büyük Okyanus ya da Pasifik'i ge
trap baffle: Gem. Mak. buhar trabı içine giren su huz
çen. 2) Pasifik'in diğer tarafında; transpasifik.
mesi ve stimin şamandra vb. ini etkileyerek açılması
transparence: Saydam ya da şeffaf olma niteliği ya
nı önlemek için kapan kabının iç ve giriş bölümüne
da durumu.
konulan metal perde, kapan perdesi; kapan bafılı.
transparency: 1) saydam olma durumu veya niteliği.
trapeziform: Şekli trapezyuma benzeyen; trapezyum
2) saydam olan bir şey.
şeklinde.
transparent: 1) ışık ışınlarını ileten veya geçiren ve di
trapezium: Dört kenarlı ve kenarlarının hiç biri birbiri
ğer tarafı görünen; saydam; şeffaf: Pencere camı gi
ne paralel olmayan düzlem şekil; trapezyum.
bi; karşıtı Bkz. opaque. 2) kolay anlaşılabilir; çok
trapezohedron: Tüm yüzeyleri trapezyum olan katı
net.
bir şekil.
transparent paper: Tek. Res. çini mürekkebi veya
trapezoid: 1) dört kenarlı, bu kenarlardan ikisi birbiri
kurşun kalemle çizime uygun, silinebilir, yıkanabilir
ne paralel olan düzlem bir şekil; yamuk. 2) şekli ya
vb. i kâğıt; aydınger; aydınger kâğıdı.
muğa benzeyen.
transpiration: 1) emici bir maddenin gözenekleri ve
trapezoidal: Bkz. trapezoid.
ya kılcal bölümlerinden bir gaz ya da buharın çıktığı
trap, impulse: Bkz. impulse trap.
kanal. 2) bir bitkiden atmosfere atılan su buharı.
trap, thermostatic: Bkz. thermostatic trap.
transpirometer: Bir tesisteki su kayıplarını ölçmek
trash: Özü pres edilerek çıkarıldıktan sonra geriye ka
için kullanılan bir cihaz; transpirometre.
lan şeker kamışı artığı; şeker kamışı küspesi.
transport: 1) bir yerden diğer bir yere, özellikle uzak
trass: Hidrolik çimento ya da su çimentosunda kulla
bir mesafeye taşımak. 2) nakliye işi ya da işlemi;
nılan volkanik bir toprak.
nakliyat; taşımacılık. 3) askerler, askerî teçhizat vb.
trave: a) kiriş, b) kirişlerle yapılan bölme.
taşımak için kullanılan bir gemi. 4) yolcular, yük vb.
travel: 1) bir yerden diğer bir yere gitmek; gezi ya da
ini taşımak için kullanılan büyük ticarî uçak.
geziler yapmak. 2) yürümek veya koşmak. 3) git
transportation: 1) taşıma; taşımacılık; nakliyat. 2) taşı
mek, geçmek veya aktarılmak. 4) verilen belirli bir
ma ücreti. 3) nakliye için bilet.
yörünge veya mesafe için hareket etmek veya hare
transpose: Mate, eşitliğin bir tarafından diğer tarafina
ket etmeye muktedir olmak: Mekanik parçalar vb. i
geçirerek işaretlerini değiştirmek.
için söylenir. 5) hızla hareket etmek. 6) gezi işi ya
transship: Yeniden yükleme için bir gemi, tren vb. in
da işlemi. 7) kişi ya da kişiler tarafından yapılan gezi
den diğerine aktarmak.
ler, turlar vb. i. 8) herhangi tür bir yolculuk veya gi
transshipment: Aktarma (yük için).
diş. 9) verilen bir yer vb. inden geçen bir güzergâh
transsonic: Havadaki sesin hızına (340 m/s veya yak
üzerinde hareket eden kişiler, taşıt araçları veya ge
laşık 738 mil/saat) ait; yaklaşık olarak ses hızında se
miler. 10a) mekaniksel, özellikle mütenavip ya da
yahat etmek.
öteleme hareketi, b) mekanik kurs veya strok vb.
îransubtantiate: Bir maddeden diğerine dönüşmek;
inin mesafesi.
değişmek.
traveler: Gezen bir şey; özellikle: a) gezer kreyn gibi,
transuranic: Neptünyum, plütonyum vb. i gibi atom
taşıyıcısı boyunca hareket eden veya kayan herhan
numaraları uranyum'dan yüksek olan elementlere
gi bir mekanik parça veya araç. b) Den. bir halat,
traveller 568 tribasi c aci d

rod veya seren üzerinde kayan metal bir çember;


triable: Denenebilir veya test edilebilir.
gargari halkası ya da çemberi, c) seyyar iskele.
triacid: 1) bir monobazik asitin üç molekülü ile tepki
traveller: Bkz. traveler.
meye girebilen: Bir baz ya da alkali için söylenir. 2)
traveling crane: Seyyar ya da hareketli kreyn ya da
değiştirilebilir üç hidrojen atomu kapsayan: Bir asit
vinç.
veya asit tuzu için söylenir.
traveling-grate stoker.: Kömür ile fayraplı buhar ka
triad: Kimy. üç değerli bir element.
zanlarını beslemek için kullanılan, güçle çalıştırılan
trial: 1a) deneme; tecrübe etme; deney, b) deneysel
bir cihaz; hareketli ızgaralı (kömür) besleme cihazı;
muamele veya işeltme ya da operasyon; tecrübe;
chain grate şeklinde de kullanılır.
deney.
traverse: 1) dikkatle incelemek veya denetlemek. 2)
trial and error: Tekrar tekrar deneyerek, veya tecrü
yanal olarak (top, tezgâh vb. ini) döndürmek. 3)
be ederek vb. gerekli sonuç veya çözümü bulma iş
Den. olanaklar elverdiğince bir yelkeni kıç tarafa
lemi.
prasya etmek. 4) bir yerde ileri geri hareket etmek.
trial, speed: Bkz. speed trial.
5) aykırı hareket eden veya kesişen bir şey; özellikle
trial tank: Gem. inş. gemi modellerinin denendiği ha
a) diğerlerini kesen bir hat (doğru, çizgi), b) sürgü,
vuz; deney havuzu veya tankı.
kol demiri, kiriş vb. 6) aykırı harekete neden olan bir
triangle: 1) üç kenarı veya üç açısı olan geometrik şe
parça, cihaz vb. 8) rüzgâra karşı seyrederken oldu
kil; üçgen. 2) herhangi üç kenarlı, üç köşeli bir şe
ğu gibi, bir tekne tarafından alınan zigzag yol veya
kil, alan, parça, cisim vb. 3) cisim için kullanılan yas
rota; volta seyri.
sı, üçgen şeklinde, dik açılı bir alet; gönye.
trawl: 1) bir tekne tarafından, balık yığınları altından
triangle, acute-angled: Dar açılı üçgen.
çekilen büyük, torba şeklinde bir ağ; trol. 2) şamand-
triangle, equilateral: Eşit kenar üçgen.
ralar tarafından taşınan ve çok sayıda oltaların (iğne
triangle, obtuse-angled: Geniş açılı üçgen.
lerin) asıldığı uzun bir misina. 3) trol ile balık avla
triangle, isosceles: ikizkenar üçgen.
mak veya yakalamak.
triangle of forces: Şiddet ve yönleri bir üçgenin ke
trawler: 1) trol çeken balıkçı. 2) trol çekmede kullanı
narları ile belirtilen ve bir cismi etkileyen dengedeki
lan balıkçı teknesi (gemisi); trol gemisi.
üç kuvvet tarafından oluşturulan üçgen; kuvvetler üç
treacle: 1) Orj. Ola. a) zehir için ilâç; panzehir, b) her
geni.
hangi etkili bir ilâç. 3) ing. melas; şeker pekmezi.
triangle of velocities: Şiddet ve yönleri bir üçgenin
tread: 1) oto lâstiğine tırtıl ya da diş koymak. 2) oto
kenarları ile belirtilen ve bir cismi etkileyen üç hız bi
lâstiğinin dış oyuğu veya dişi. 3) bir çift tekerleğin (o-
leşeni tarafından oluşturulan üçgen; hızlar üçgeni.
tomobil lâstiğinin) dokunma noktaları arasındaki me
triangle, right-angled: Geom. dik açılı üçgen; dik üç
safe. 4) dış lâstik sırtı; sırt.
gen.
treadle: Ayakla hareket ettirilerek dikiş makinesini ça
triangular: 1) üçgene ait; şekli üçgene benzeyen; üç
lıştıran bir manivela veya pedal; ayak pedali.
köşeli. 2) üçgen prizma gibi, tabanı üçgen olan.
treat: 1) bazı işlemlere konu olmak, özellikle: a) tıbbî
triangularity: Üçgen şeklinde olma durumu veya nite
ihtimam göstermek, b) kimyasal işleme konu olmak,
liği.
c) koruma, görünümünü değiştirme vb. i için kapla
triangularly: Üçgen şeklinde.
mak veya örtmek. 2) tedavi etmek. 3) muamele et
triangulate: 1) üçgenlere ayırmak. 2) üçgenleri böl
mek.
treatise: Bilimsel inceleme. me ve açılarını ölçerek (bir bölgenin) haritasını çıkar
mak. 3) üçgensel yapmak. 4) trigonometri ile ölç
treatment: 1) tıbbî ihtimam, özellikle bunun sistema
mek. 5) üçgenlere ait. 6) üçgenlerle işaretlenmiş.
tik kursu. 2) tedavi. 3) kaplama işlemi; işlem; mua
triangulation: 1) nirengi. 2) Tek. Res. çok sayıda kü
mele.
çük tabanlı üçgen şeritler veya düzlem üçgenlerle
treble: 1) üçlü; üç misli. 2) üçlü yapmak veya olmak.
yaklaşık açılım yapma; üçgenleştirme.
trebucket: Bkz. trebuchet.
triatomic: a) üç atomdan oluşan bir moleküle ait ve
tree: Kimy. kristallerin ağaca benzer şekilde oluşumu.
ya onu belirten, b) değişebilir üç atom veya grup
treenail: Tahta çivi: Ahşap gemi veya tekne yapımın
kapsayan bir molekül.
da kullanılır.
triatomic gases: Kimy. molekülünde üç atom bulu
trehalose: Bira mayası ve mantarlardan elde edilen
nan gazlar; örneğin ozon.
kristal bir şeker, C 12 H 22 O 1 1
triaxial: Üç eksenli, üç ekseni olan.
tremendous: Çok büyük; ulu.
triazin: Bkz. triazine.
tremolite: Amfibolün beyaz ya da yeşil renkli bir türü;
kalsiyum ve magnezyum silikat; tremolit, CaMg 3- triazine: 1) formülü C 3 H 3 N 3 olan üç izomerik
hetero- siklik bileşikten herhangi biri; triazin. 2)
(Sİ0 3 ) 4 . bunun her
trenail: Bkz. treenail. hangi bir türevi.
trencher: Hendek kazma makinesi; hendek kazıcı ma triazoic: Bkz. hydrozoic.
kine. triazole: Formülü C 2 H 3 N 3 olan dört izomerik
trepan: 1) havalandırma bacası, taşocağı vb. delmek hetero- siklik bileşiklerden herhangi biri; triazol.
için kullanılan ağır, delme burgusu ya da delgi. 2) tribasic: 1) molekülünde bazik (alkalin) atom veya ra
burgu ile delik açmak. 3) Bkz. trephine. dikallerle değiştirilebilen üç hidrojen atomu kapsa
trephine: Tıp. kafatasından disk şeklinde kemik çıkar yan. 2) çözeltideki her bir molekülü üç hidrojen iyo
mak için kullanılan küçük, yuvarlak testere. nu üreten.
trestle: Ayaklar üzerinde taşınan köprü; viyadük; ka tribasic acid: Molekülü değişebilir üç hidrojen atomu
zık ayak. na sahip olan bir asit; tribazik asit; örneğin fosforik
asit, H 3 P0 4 .
triboelectri c trigo n

triboelectric: Sürtünme ile elektriklenme.


yan üç eksene sahip olan (kristal).
triboluminescence: Sürtünme ile ışıldama; kamış şe
trick wheel: Bkz. trick steering wheel.
keri gibi belirli kristaller kırıldığı zaman ışık yayılma
tri-cocks: Bkz. test cocks.
sı.
tricycle: 1) pedallar veya bazan el levyeleri ile çalıştırı
tribometer: Sürtünme kuvvetlerini ölçmek için kullanı
lan hafif, üç tekerlekli taşıt; özellikle çocuklar için
lan bir cihaz; tribometre.
böyle bir taşıt; üç tekerlekli bisiklet. 2) üç tekerlekli
tribophosphorescence: Sürtünme sonucu karanlıkta
motosiklet.
fosfor gibi ışıldayan.
tricyclic: Üç çevrime ait; üç çevrimli.
tribromoethanol: Etil alkolün türevi olan renksiz, kris
tridecanol: Sıv. Yük. tridekanol; tridesil alkol; önemli
talli bromin; tribromoetanol, CBr3 CH2 OH; genel
bir tehlikesi olmayan, kendine özgü kokulu, birincil
anestezi maddesi olarak kullanılır.
alifatiklerden higroskopik eğilimli, dayanıklı, say
trice: Çok kısa zaman; an. dam, renksiz hafifçe viskoz bir sıvı,
trichlorid: Bkz. trichloride.
Simg.C 13 H 27 OH; 15,5°/15,5°C'de öz.ağ. 0,846;
trichloride: Molekülünde üç klor atomu olan bir klo-
k.n.240°-265°C; d.n. belli değil; suda çözünmez;
rür; triklorür.
20°C'de viskozitesi 48 cS; gemilerde çevre sıcaklığı
trichloroethane, 1,1,1-: Sıv. Yük. 1,1,1-trikloroetan; K-
ve atmosfer basıncında taşınır.
loroetan"; metil kloroform; a-trikloretan; "geunklen";
tridimensional: Üç buuta ait; üç buutlu; eni, boyu ve
önemli bir tehlikesi olmayan, tatlı kokulu, higrosko
yüksekliği olan.
pik olmayan, dayanıklı, saydam, renksiz ve alifatik
tridymite: Bir kuvars minerali; silisyum dioksilin yük
lerden bir sıvı; Simg.CH 3 CCI3 ; öz.ağ. 1,325;
sek sıcaklıktaki bir türü.
k.n.75°C; d.n.-38°C; suda çözünmez; alkol ve eter
triethanolamine: Sıv. Yük. trietanolamin; TEA; önemli
de çözünür; gemilerde ve kamyon tankerlerde çevre
bir tehlikesi olmayan, hafif amonyak kokulu, birincil
sıcaklığı ve atmosfer basıncında taşınır.
alifatiklerden, higroskopik, yaklaşık 230°C sıcaklıkta
trichloroethane, 1,1,2-: Sıv. Yük. 1,1,2-trikloroetan;
ayrışan, dayanıklı, renksiz veya san renkli, yağa
kloroetilidien (di) klorit; unsym-trikloroetan; vinil trik-
ben zeyen bir sıvı; Simg. (HOCH 2 CH 2 )3 N;
lorit; insan sağlığı için zararlı, doymuş alifatiklerden
20°/20°C'de öz.ağ. 1,258; k.n. 360°C; d.n.21°C;
higroskopik olmayan, dayanıklı, tatlı, kokulu, renksiz
suda tümü iie çözünür; 20°C'de viskozitesi 1013 cP;
bir sıvı; Simg.CHCI 2CH2CI 20°/4°C'de öz.ağ.
gemilerde çev re sıcaklığı ve atmosfer basıncında
1,4432; k.n.113°C; d.n.-36,5°C; suda çözünmez;
taşınır, ancak donma noktası üstüne kadar ısıtılması
20°C'de viskozitesi 1,2 cP; gemilerde çevre sıcaklığı
gerekir.
ve atmosfer basıncında taşınır.
triethylene glycol: Sıv. Yük. trietilen glikol; 2,2-etilen
trichloroethylene: Sıv. Yük. trikloroetilen; asetilen trik-
dioksidietanol; glikol bir (hidroksietil) eter; T. E.G.;
lorit; etilen triklorit; etinil triklorit; TRI; "triklon"; bu
hemen hemen tehlikesiz, glikol ailesinden, higrosko
harları insan sağlığı için zararlı, doymamış alifatikler
pik ve dayanıklı, kokusuz ve renksiz bir sıvı; simg
den higroskopik olmayan, dayanıklı, etere benzer
HO(C H 2 0)H 3 ; 20°/20°C'de öz.ağ. 1,12 1,126; k.n.
kokulu, saydam, renksiz bir sıvı; Simg. CHCl:CCI2;
0 0 287,4°C; d.n.-7,2°C; suda tümü ile çözünür;
15,5 /15,5 C'de öz.ağ. 1,470-1,475; k.n.86,7°C; 20°C'de viskozitesi 47,8 cP; gemilerde çevre sıcaklı
d.n.-87,1°C; suda % 0,1 oranında çözünür; 20°C'de ğı ve atmosfer basıncında taşınır.
viskozitesi 0,58 cP; gemilerde çevre sıcaklığı ve at
triethylenetetramine: Sıv. Yük. trietilentetramin; 1:2
mosfer basıncında taşınır.
di (aminoetilamino)-etan; insan sağlığı için zararlı,
trichlorofluoromethane: Sıv. Yük. triklorofloromeîan; amonyağa benzer kokulu, alifatiklerden, higroskopik
"Arcton 11"; "florokarbon 11"; "florotriklorometan"; ve dayanıklı, soluk sarı renkli, akıcı bîr sıvı; Simg.
"propellant 11", "refrigerant 11"; trikloromonoflore- H2 N (C 2 H 4 NH),C 2 H 4 .NH 2 , 25°/4°C'de
maten; "isceon 11"; "freon 11"; düşük sıcaklıklarda
öz.ağ.
kaynama tehlikesi olan, çok bayıltıcı, etere benzer 0,9739; k.n. 277,5°C; d.n.-40°C'nin altında; suda tü
kokulu, alifatik ailesinden higroskopik olmayan, da mü ile çözünür; 25°C'de viskozitesi 20,0 cS; gemiler
yanıklı ve renksiz bir sıvı ya da gaz; Simg.CCI3F; de çevre sıcaklığı ve atmosfer basıncında taşınır.
20°C'de öz.ağ. 1,490; k.n. 23,7°C; d.n.-111°C; suda trifocal: Üç ayrı odak mesafesine ayarlanmış, iki
çözünmez; 20°C'de viskozitesi 0,44 cP; gemilerde
odaklıya benzeyen fakat gözü ara odağa (yaklaşık
çevre sıcaklığı veya altında, atmosfer basıncı veya
762 mm) ayar etmek için düz bir yüzey eklenmiş bir
üzerindeki basınçta taşınır.
mercek; trifokal; üç odaklı.
trichlorophenoxyacetic acid: Fenoksi asetik asitin tü
triform: Üç parça, şekil, tabiat vb. ine sahip olan.
revi olan bir triklorür; triklorofenoksiasetik asit,
triformed: Bkz. triform.
CI3 C6 H2 OCH 2 COOH; yabanıl atları öldürmek için
trig: 1) altına bir taş, takoz vb. yerleştirilerek (bir te
kullanılır.
kerlek vb. inin) dönmesine engel olmak. 2) taşımak.
trichotomic: Üç parçaya bölünmüş.
3) kösteklemede kullanılan bir taş, takoz vb.
trichroism: Bazı kristallerin ışığı üç renk ve üç farklı trig.: Bkz. trigonometric. 2) trigonometry.
yönde iletme özelliği. trigger: 1) özellikle jeneratör veya alternator çeviren
trick steering wheel: Gem. Mak. modern gemilerde bir türbinin buharını keserek onun stop etmesini sağ
art dümen dairesinde ve genei olarak devrede olma layan aşırı hız (overspid) mekanizmasının tetiği; te
yan, telemotor arıza yptığı zaman, dümen makinesi tik. 2) tetiklemek.
nin kıç taraftan denetlenmesini sağlayan bir dolap;
trigger mechanism: Gem. Mak. açık kondenserlerde,
trik dümen dolabı.
buhar bölgesinde bulunan bir şamandra tarafından
triclinic: Geniş açılarla birbirlerini kesen ve eşit olma
çalıştırılan ve su püskürtme devresindeki kelebek val
fı kapatan bir mekanizma; tetik mekanizması.
trigon.: Üç kenarlı; üçgen.
t ri go n 570 t rio d e

trigon: Bkz. 1) trigonometric. 2)


derecesi. 9) başkıç yatay eksenine göre bir uçağın
trigonometry. trigonal: Üçgene ait; üçgen
durumu. 10) iyi durumda.
şeklinde.
trim indicator: Gemilerde trim saptamak için kullanı
trigonal planar: Merkez atomu üçüne bağlı, diğer
lan bir cihaz; trim cihazı; trim göstergesi.
atomları bir yüzeyde düzenlenmiş bir molekül ya da
trimester: Üç aylık bir süre ya da devre.
iyonu belirten; kükürt trioksit (S03 ) bu şekildedir.
trimetal bearing: Üç metalli yatak; Bkz. trimetal bea
trigonal pyramidal: Merkez atomu diğer üç atoma
ring alloy.
bağlanan, fakat diğer atomların merkez atomuna
trimetal bearing alloy: D/z. Mot. çelikten yapılmış dış
bağlanış şekilleri aynı düzlemde olmayan bir mole
kısım, bronz orta kısım ve hayled Bkz, hilead adı ve
kül veya iyona ait.
rilen yatak alaşımı; üç metalli yatak alaşımı.
trigonometer: Düzlem dikey açılı üçgenlerin hızlı çö
trimetal shell: Bkz. trimetal bearing.
zümü için kullanılan bir cihaz; trigonometre.
trimetric: Bkz. orthorombic.
trigonometric: Trigonometriye ait veya onunla ger
trimetric drawing: Tek. Res. trimetrik çizim ya da re
çekleştirilen; trig., trigon, kısaltmaları ile belirtilir.
sim.
trignometrical: Bkz. trigonometric.
trimetric projection: Keyfî olarak seçilen açılara
trigonometrically: Trigonometri yardımıyla; trigono
göre farklı ölçekler tarafından üç boyutu ölçülen
metriye göre.
2 2 geomet rik bir izdüşüm türü.
trigonometrical formulae: Sin A + Cos A = 1 veya
2 2 trimetrogon: Bir uçağa yerleştirilen yüksek hızlı, ge
Sec A = 1 +tg A gibi formüller; trigonometriye ait niş açılı bir kamera ile ufuktan ufuğa, havadan yerin
formüller; trigonometrik formüller; trigonometri for fotoğraflarını çekme sistemi.
mülleri.
trimmer: 1) yükü dağıtarak yükleme boşaltma sırasın
trigonometrical ratio: Sinüs, kosinüs, tanjant, kotan-
da bir gemiyi trimleyen kişi. 2) kereste vb. ini trimle-
jant vb. i trigonometrik oranlardan herhangi biri; tri
mek için kullanılan bir makine.
gonometrik oran.
trimming pump: Gemilerde trimi düzenlemek amacıy
trigonometry: 1) dar açı ile ilişkili olarak dik üçgenle
la denizden safra tanklarına, tanklardan denize veya
rin kenarları arasındaki oranlar, bu oranların birbirle
tanktan tanka su ya da safra suyu basan pompa;
riyle ilişkileri ve herhangi bir üçgenin kenarları veya
trimleme pompası.
açılarının bulunmasının uygulaması ile ilgilenen ma
trimming system: Gemilerde trimi düzenlemek için
tematik dalı; trigonometri; navigasyon ya da seyir bi
kullanılan, başta ve kıçta bulunan birer safra tankı,
limi; mühendislik vb. i konularda kullanılır. 2) bu ko
çoğu zaman bir santrfüj pompa, valf sandıkları ve
nudaki ders kitabı; trigonometri kitabı.
borulardan oluşan bir sistem; trim düzenleme siste
trigonous: 1) üç açısı olan; üçgen şeklindeki. 2) üç
mi ya da devresi.
köşeli.
trimming tank: Gemilerde trimin düzenlenmesine ola
trihedral: Trihedrona (üç yüzlüye) ait veya üç yüzlü
nak sağlayan tanklardan herhangi biri baş ve kıç pik
biçiminde olan.
tankları bu tür tanklardandır.
trihedron: Üç düzlem yüzeyi bir noktada birleşen katı
trimogauge: Den. yüklü bir geminin baş ve kıçta çek
bir şekil; trihedron; üç yüzlü.
tiği suyu ve dolayısıyla trimi gösteren bir cihaz; trim
trihydroxy: Üç hidrokzil grubu kapsayan.
göstergesi.
trilateral: Üç kenarlı.
trimolecular: Üç moleküle ait; üç molekülden oluşan;
trilaterally: Üç kenarlı.
üç moleküllü.
trilinear: Üç hatta ait; üç hat tarafından çevrilmiş ya
trimorph: 1) üç ayrı şekilde kristalleşen madde. 2) bu
da kuşatılmış; üç hat (çizgi) ile sarılmış.
12 şekillerden herhangi biri.
trillion: 1) ABD ve Fransa'da bin milyar (10 ); tril
trimorphism: Üç ayrı şekilde kristalleşme (billurlaş
yon. 2) Ingiltere ve Almanya'da bir milyon trilyon
18 ma) örneği.
(10 ). trınal: Üç parçalı; üç kat; üçlü.
trillionth: 1) trilyonuncu. 2) bir şeyin bir trilyon eşit trinary: Üç kat; üçlü.
parçasından herhangi birini belirten. 3) bir trilyonluk trine: Üçlü bir grup; üçlü takım.
bir dizide sonuncu. 4) bir şeyin bir trilyon eşit parça
12 18 trinitrocresol: Antiseptik olarak ve patlayıcılarda kulla
sından biri, 1/10 veya 1/10 Bkz. trillion. nılan sarı, kristalli bir kimyasal bileşik; trinitrokreo-
trilocular: Üç gözü, hücresi ya da oyuğu olan; üç sol, C H 0(N0 ) .
hücreli vb. 7 5 2 3
trim: 1) Orj. Ola. hazırlamak; donatmak; teçhiz et trinitrotoluene: Toluen'in türlü izomerik türevlerinden
mek. 2a) yük vb. inin yerini değiştirerek (bir gemiyi) herhangi biri; trinitrotoluen, CH C H (N0 ) ; patla
3 6 2 2 3
dengelemek, b) yelkenleri rüzgâra göre düzenle ma için, ağır silâhların mermilerinde kullanılır; TNT,
mek. 3) yüzey kontrolları ve kanatçık pancurlarını T.N.T. kısaltmaları ile belirtilir; dinamit.
ayar ederek (bir uçağın) uçuşunu engellemek. 4) trinitrotoluol: Bkz. trinitrotoluene; TNT, T.N.T. kısalt
ayarlamak; adapte etmek. 5a) dengede tutmak (bir maları ile belirtilir.
gemiyi), b) bir gemiyi dengede tutmak; yönetilen bir trinodal: Üç düğümü veya üç düğüm noktası olan;
teknede yelkenleri veya serenleri ayar etmek, c) üç düğümlü (olan).
ekipman, teçhizat veya donanım. 7) a) sefere hazır trinomial: 1) eksi ve artı işaretleri ile bağlı üç terim
olma durumu (bir geminin), b) sudaki bir gemi veya den oluşan bir matematiksel ifade. 2) bir bitki veya
teknenin durumu, c) bir geminin denge ya da balan hayvanın cins, tür, alt cinsini belirten, üç sözcükten
sı, d) bir geminin baş ve kıçta çektiği suyun farkı; oluşan bilimsel adı.
trim, e) yönetilen bir teknede yelkenler ya da seren triode: Üç elektrot, bir katot, bir anot ve kontrol ızga
lerin ayarlanması. 8) bir sualtı gemisinin yüzücülük rası olan ve radyo dalgaları üretmek, araştırmak ve-
trioxid 571 tritium

ya kuvvetlendirmek için kullanılan bir elektron tüpü;


4) üç kopyasını yapmak. 5) üç kat çoğaltmak.
triyot.
triplication: 1) üç kat yapma. 2) üç kat yapılmış bir
trioxid: Bkz. trioxide.
şey.
trioxide: Molekülde üç oksijen atomu olan bir oksit;
triplicity: 1) üçlü veya üç kat olma durumu ya da
trioksit.
özelliği. 2) üçlü bir grup.
trip: 1a) Bir tetiğin hareketi ile (bir yay, teker veya di
triplite: Koyu renkli, demir ve manganezin fluofosfatı
ğer mekanik parçanın) kurtulma; oversipid tribi gibi.
olan, yağlı bir mineral; triplit, (Fe,Mn) 2 FP0 4 .
b) bununla harekete başlamak veya çalışmak. 2)
triply: Üç misli miktarda veya derecede.
Den. a) dipten kurtulacak şekilde (çıpayı) vira et tripod: Üç ayaklı sehpa; sehpa.
mek. 3) bir yelkenli teknede bir voltada alınan yol, tripod crane: Üç ayak sehpalı kreyn veya ceraskal.
4) sereni düşey veya yatay bir duruma getirmek. 5)
tripoli: Beyaz, gri, pembe, kahverengimsi sarı renkli,
kısa gezi. 6a) kastanyola gibi, bir parçayı durduran
hafif gözenekli, silisli kireçtaşı veya kuvarslı bir kaya;
mekanik bir alet. b) onun hareketi.
parlatma tozu ve aşındırıcı olarak kullanılır; rotten-
tripartite: 1) üç parçaya bölünmüş; üç kat. 2) üç par
stone, tripoli powder, tripoli stone biçimlerinde de
ça veya üç kopyadan ibaret olan.
kullanılır.
tripartition: Üç parçaya bölme veya üç taraf arasında
tripper: Özellikle: a) cam, kastanyola vb. gibi boşal
bölme.
tan veya bir kilit dilini serbest bırakan mekanik bir
triphammer: Sıra ile yükseltilen, kaldırılan veya indiri
parça, b) demiryollarında bir sinyali çalıştıran boşalt
len ağır, güçle çalıştırılan çekiç; trip hammer biçi
ma cihazı.
minde de yazılır.
trippet: Belirli aralıklarla bir parçayı darbelemek için
trip, emergency: Bkz. emergency trip.
dizayn edilmiş bir kem veya diğer mekanik bir par
trip gear: Buh. Mak. slayt valf ile eksantrik arasındaki
ça.
bağlantıyı sağlayan regülatör tarafından değişimleri
tripropylene glycol: Sıv. Yük. tripropilen glikol; önem
temin eden valf donanımı; trip donanımı.
li bir tehlikesi olmayan, glikol ailesinden, hafif higros
triphenylmethane: Renksiz, kristalli bir karbonlu hid
kopik eğilimli, dayanıklı, kokusuz, renksiz, hafifçe
rojen; trifenilmetan, CH(C 6 H 5 ) 3 ; organik sentezler
de ve boya yapımında kullanılır. viskoz bir sıvı; Simg.HO(C 3 H6 0)2 C3 H6 GH;
0 0

trihyline: Bkz. triphylite. 25 /25 C'de öz.ağ. 1,019; k.n.268°C; d.n. donma
triphylite: Lityum ve demirin doğal fosfatı olan yeşi yerine aşırı soğur; suda tümü ile çözünür, viskozite
limsi mavi renkli, kristalli mineral; trifilit, LiFeP04. si belli değil; gemilerde çevre sıcaklığı ve atmosfer
triplane: Esk. biri diğeri üzerinde olmak üzere üç ka basıncında taşınır.
natlı uçak. triprotic: Değişebilir üç hidrojen atomu olan; örneğin
triple: 1) üçten oluşan veya üçü kapsayan; üç kat. 2) fosforik asit, H 3 P0 4 .
üç kere yinelenen. 3) üçlü; üç misli. 4) üçün grubu. triptane: içten yanmalı makinelerde, özellikle uçak
ya
5) üç misli fazla olmak.
kıtlarında kullanılan çok vuruntusuz yakıt; triptan.
triple bond: Üç çift elektronun paylaşıldığı kimyasal
trip valve: Gem. Mak. emercensi trip ya da durdurma
bir bağ; üçlü bağ; asetilen (RC=-CH) gibi yüksek
mekanizması tarafından hareket ettirilen, stop valf
doymamış bileşiklerde görülür.
ya da trotul valf ile birleştirilmiş olan bir valf; durdur
triple-expansion: Üç genişlemeli (pistonlu buhar ma
ma valfı; trip valf.
kinesi gibi).
triquetrous: 1) üçgen şeklinde. 2) enine kesiti üçgen
triple-expansion engine: a) yüksek, orta ve alçak ba
şeklinde olan. 3) üç yüzlü Bkz. trihedral.
sınç silindirlerinden oluşan üç genişlemen bir piston
triradiate: Üç ışınlı veya ışına benzer izdüşümleri
lu buhar makinesi, b) biri yüksek, biri orta ve ikisi (e-
olan.
şit çaplı) alçak basınç olmak üzere dört silindirli, üç
trisaccharide: Hidrolizinden üç monosakarit veren bir
genişlemeli pistonlu buhar makinesi.
karbonhidrat; trisakarit.
triple-expansion steam engine: Bkz. triple-expansi
trisect: 1) Üç parçaya bölmek veya kesmek. 2) Ge-
on engine.
om. üç eşit parçaya bölmek.
triple point: Bir maddede gaz, sıvı ve katı fazlarının
trisection: Üç eşit kısıma ayırma.
dengede olduğu basınç ve sıcaklık; üçlü nokta.
trisector: Üç eşit kısıma bölünmüş bir hat, düzlem
triple point of water: Su, su buharı ve buzun aynı an
vb.
da dengede oldukları nokta ya da sıcaklık; 273,16 K
triserial: Üç sıra veya dizi olarak düzenlenmiş.
değeri; Suyun üçlü noktası; üçlü noktanın basıncı
trisoctahedral: Yirmi dört yüzeyliye alt; yirmi dört yüz
101 325 Paskal veya 1,01325 bardır.
lü şeklinde olan.
triplet: Bkz. triple bond.
trisoctahedron: Yirmi dört düzlem yüzeyli olan katı
triple tackle block: Üç dilli makaralardan oluşan bir
bir şekil ya da kristal; yirmi dört yüzlü.
palanga.
tiple thread: Aynı form veya şekildeki üç diş formu trisodium phosphate: TSP; trisodyum ortofosfat, tri-
sodyum fosfat; tertiari sodyum fosfat; sodyum orto
fosfat, tertiari; Simg.Na P0 .12H 0; suda çözünür,
3 4 2
nun oluştuğu bir vida; üç ağızlı (vida) gibi. renksiz kristaller şeklindedir; 20°C'de öz.ağ. 1,62;
triplex: 1) üçlü; üç kat. 2) üçlü bir şey. e.n.75°C; su yumuşatma, kazan bileşikleri yapımı,
triplex pump: Üç silindirli, silindirlerinin çapları birbiri deterjanlarda, tekstil endüstrisinde, metal temizleme
ne eşit, tek veya çift etkili pistonlu pompa; tripleks de, kâğıt yapımında, tıp vb. i yerlerde kullanılır.
(üçlü) pompa. trisulfide: Molekülünde üç kükürt atomu olan sülfür;
triplicate: 1) üç eşit kopyadan yapılan ya da oluşan. trisülfür.
2) üç kat; üçlü. 3) bir şeyin üç eşit kopyasından biri. tritium: Atom ağırlığı üç olan bir hidrojen izotopu;
tritol y l p h o sp h a t e 572 trucke r

3
Simg.T veya H ; tritiyum. ği, bir tür çinko silikat Bkz. willemite. 2) ostenitin dö
tritolyl phosphate: Sıv.Yük. tritolil fosfat; trikresil fos nüşümünde martensiîin bir adım ötesindeki bir aşa
fat; TTP; yutulduğu zaman tehlikeli, aromatiklerden, ma.
higroskopik olmayan, oldukça dayanıklı, hemen he tropaeolin (tropaeotine): Turuncu veya turuncu sarı
men kokusuz, saydam ve renksiz bir ester; Slmg. renkli nitrojenli (azo) boyalar grubunun herhangi bi
(CH 3 C6 H4 0) 3 PO; 20°/20°C'de öz.ağ. ri; tropeoiin, tropeoline biçimlerinde de yazılır.
1,160-1,175; k.n, yaklaşık 430°C; d.n.-33°C; suda çö
tropic: 1) göksel kürenin ekvalora paralel olan iki kü
zünmez; 20°C'de viskozitesi 75-100 cS; gemilerde
resinden biri; tropik; tropikal; dönence: a) 23°27' ku
çevre sıcaklığı ve atmosfer basıncında taşınır.
zeyde olan yengeç dönencesi ve 23°27' güneyde
triton: Bir proton ve iki nötron kapsayan bir trityum olan oğlak dönencesi. 2) dünya üzerinde "Sıcak Böl
çekirdeği; triton. genin" sınırlarını çizen iki enlem hattının herhangi bi
triturable: Ezilip toz haline getirilebilir.
ri. 3) Çoğ. bu enlemler (paraleller) arasında uzanan
triturate: 1) Çok küçük partiküller veya toz haline ge
Dünya Bölgesi; tropikal kuşaklara ait; tropikal; trop.
tirmek için öğütmek, ezmek veya kırmak. 2) öğütül
kısaltması ile belirtilir.
müş bir şey.
tropical: 1) tropik kuşaklara ait; tropikal kuşakların
trituation. 1) öğütme veya öğütülmüş. 2) Ecz. toz ha özelliği. 2) çok sıcak; bunaltıcı; sıcak.
linde hazırlanmış ilâç maddesi ile laktoz karışımı.
tropin: Bkz. tropine.
trivalence: Üç değerli olma durumu veya niteliği; üç tropine: Renksiz, zehirli heterosiklik bir alkaloit; tro
değerlilik. pin, C 8 H 15 ON; atropin veya hiyosiyamin'in elektroli
trivalency: Bkz. trivalence. zinden elde edilir.
trivalent: Üç değerli olan; üç değerli.
tropopause: Yükseklikle sıcaklık düşüşünün sona er
trixylyl phosphate: Sıv. Yük. triksilii fosfat; triksilenil
diği, troposfer ve stratosfer arasındaki geçiş bölgesi.
fosfat; TXP: yiyecekler için zehirli, aromatiklerden
troposphere: Stratosferin altındaki atmosfer; tropos
higroskopik olmayan, dayanıklı, hemen hemen ko
fer: Burada bulut katmanları oluşur ve sıcaklık yük
kusuz, saydam bir sıvı; saf olduğu zaman simgesi,
selti (rakım) ile azalır.
[(CH 3 ) 2 C 6 H 2 0] 3 PO; 20°/20°C'de
tropotron: Katottan elektron akımının, dış bir manye
öz.ağ. tik alan ile ayar edildiği bir vakum tüpü olan bir tür
1,133-1,148 k.n.3 mm Hg'de 270°C; suda çözün
magnetron.
mez; 20°C'de viskozitesi 150 cS; gemilerde çevre sı
caklığı ve atmosfer basıncında taşınır. trotyl: Bkz. trinitrotoluene.
trouble: Mak, arıza; arıza yapmak.
trochoid: 1) bir doğru boyunca yuvarlanan bir daire
troubleshoot: Arıza gidermek; sorun çözmek.
üzerindeki bir noktanın oluşturduğu bir eğri; yuvar
trouble-shooter: Mekanik kökenli arızaları saptayan
lanma eğrisi; trokoit, 2) bir eklem gibi, tekerleğe
ve onaran kişi; herhangi bir işin akışında sorun kay
benzer döner harekete sahip olan.
nağının yerini saptamak ve onu gidermekle görevli
trochoidal: Trokoit'e ait; trokoit tabiatında olan.
kişi.
trolley: 1) havai hattan elektrik akımını toplayan ve
trouble shooting: Özellikle mekanik kökenli
onu tramvayın motoruna ileten bir alet; arş. 2) tram
arızaları arama veya saptama,
vay arabası.
trough: 1) Den. iki dalga arasındaki gibi, uzun ve dar
trolley bus: Arşı ile havai hattan elektrik akımı alan,
çukur. 2) bir dalganın en alçak noktası. 3) Oto. taşıt
fakat bir ray üzerinde gitmeyen elektrikli otobüs; tro-
ların yağmur suyu için yapılmış olukları.
leybüs; raysız tramvay.
trowel: Yaymak, düzeltmek vb. için kullanılan türlü,
trolley car: Arş i!e havai hattan elektrik enerjisi veya
küçük el aletlerinden herhangi biri; mala; duvarcı
yürütme gücünü alan elektrikli tramvay.
malası; tuğla malası, sıva malası.
troiiey hoist: Elektrik motoru ile bir ray üzerinde hare
troy weight: Altın, gümüş, değerli taşlar vb. için kulla
ket eden ve yerden denetlenen bir kaldırma cihazf;
nılan tartı sistemi.
ceraskal.
truck: 1) küçük, dolu tekerlek veya makara. 2) Den.
trolley line: Elektrikli tramvay sistemi veya hattı.
bayrak gönderi veya direğinin tepesindeki, kandilisa
trolly: Bkz trolley.
için küçük, tahtadan yapılmış delik bir blok veya
trommel: 1) maden cevheri, kömür vb. inin elenme
disk. 3) iki tekerlekli, açık bir tür el arabası. 4) antre-
sinde kullanılan, çoğu zaman döner silindir şeklinde
polardaki gibi, ağır yükleri taşımak için kullanılan al
olan kalbur (elek). 2) döküm temizleme dolabı.
çak, bazan motorla yürütülen bir araç. 5) yük taşı
tromometer: Çok küçük yer sarsıntılarını araştırmak
mak için kullanılan otomotif aracı; kamyon; motor
veya ölçmek için kullanılan bir cihaz; tromometre;
truck biçiminde de kullanılır. 6) ing. demiryollarında
deprem ölçer.
kullanılan açık yük vagonu. 7) bir kamyon veya kam
trompe: Bir boru içinde düşen su akımı yardımıyla ha
yonlarla taşımak. 8) kamyon kullanmak.
vayı emerek yüksek fırın, demirci ocağı vb. ine hava
truckage: 1) kamyon vb, ile eşyaların nakledilmesi.
akımı üreten bir cihaz.
2) bunun ücreti; taşıma ücreti.
trona: Gri ya da sarımsı beyaz renkli monoklinik Bkz.
truck crane: Bir kamyona monte edilmiş veya yerleşti
rnonoclinic sulu sodyum karbonat; trona,
rilmiş vinç ya da kreyn; kamyon vinci; kamyon krey-
Na2CO3.NaHCO3.2H2O.
ni.
trone: Ağır eşyaları tartmak için kullanılan bir makine.
troopship: Askerleri taşımak için kullanılan gemi; as truck diesel: Yük taşımak amacıyla kullanılan kam
yon, TIR vb. i araçların dizel motoru; kamyon (dizel)
keri nakliye gemisi.
motoru.
troostite: 1) büyük, kırmızımsı kristaller şeklinde görü
trucker: Kamyon kullanan kişi; kamyon şoförü.
len ve çinkonun kısmen manganez ile yer değiştirdi
trucking 573 t u b e expand e r

trucking: Kamyon ite eşya taşıma ticareti ya da işle truss bridge: Çoğunlukla kirişler tarafından taşınan
mi. köprü.
truckle: Küçük bir tekerlek. trussing: 1) destek, dayak vb. i şekil verilmiş kiriş, çu
truckle bed: Küçük tekerlekli, alçak bir yatak; Kullanıl buk, rod vb. 2) yapısal destek, kiriş, dayak vb. leri-
madığı zaman diğer bir yatağın altına konulan kü nin tümü.
çük tekerlekli, alçak bir yatak. try: 1) Or]. Ola. ayırmak; ayrı koymak. 2a) eritmek
truckman: Bkz. trucker. (yağ eritmek), b) ısıtarak metal çıkarmak veya damıt
truck mixer: Bir kamyona monte edilmiş olan karıştırı mak. 3) denemek, tecrübe etmek. 4) zor deneylere
cı veya betoniyer; kamyon betoniyeri. veya gerilmeye konu olmak. 5) çalışma veya etkisini
true: 1) orjinale, kurala, standarta uygun. 2) hakiki; denemek.
gerçek. 3) Den. Dünyanın manyetik kutupları ile de try-cocks: Bkz. test cocks.
ğil, Dünya ekseninin kutupları ile saptanmış: Gerçek try fuel engine: Hem sıvı yakıt, % 5 sıvı yakıt ve do
kuzey Bkz. true north gibi. ğal gaz veya sadece doğa! gaz ile çalışabilen dizel
true diesel cycle: Gerçek dizel çevrimi; yanmanın sa motoru; üç yakıttı makine; sadece doğal gazla çalıştı
bit basınçta oluşturulduğu çevrim; yakıtı, silindirlere rıldığı zaman yanma bujilerle sağlanır.
basınçlı hava ile püskürtülen makinelerin çevrimi; sa tryptophan: Güzel kokulu, kristalli bir amino asit; trip-
bit basınçlı çevrim; dizel çevrimi. iotan, C11H12O2N2; sindirimde tripsinin proteinleri
true level: Çekül hattına her noktasında dik oları düş etkimesiyle oluşur. "
sel bir düzlem veya yüzey; özellikle yerkürenin her tryptophane: Bkz. tryptophan.
yerinde uzandığı düşünülen ortalama deniz seviyesi try square: Birbirine dik açılarda düzenlenmiş iki par
veya düzeyi; Bkz. geoid. çadan oluşan kare şeklinde, bir işin doğruluğunu ve
true slip: Bkz. real slip. dik açıları işaretlemek için kullanılan bir alet.
truncate: 1) parçasını kesmek; keserek kısaltmak. 2) T-S diagram: Ordinatı mutlak sıcaklık (K) ve apsisi
kesilmiş; kesik. antropi olan diyagram; T-S diyagramı; alanı kcai/kg
truncated: 1) kesik; kesik koni gibi. 2a) bir düzlem veya kJ/kg türünden ısıyı gösterir.
yüzey ile kesme: Açılar veya kristalin ya da katı bir T square: Tek. Res. paralel çizgiler çizmek için kulla
şeklin kenarları için söylenir, b) bu şekilde kesilmiş nılan bir tür cetvel, T cetveli.
açıları veya kenarları olan: Kristal veya katı şekiller T-square blade: Tek. Res. T cetvelinin çizgi çizmeye,
için söylenir. 3) tepesi bir düzlemle kesilmiş olan: türlü gönyeleri kullanmaya yarayan ağzı; T cetveli
Koni veya piramit için söylenir. ağzı.
truncated triangular: Üçgensel kesilmiş. T-substance: Bktz. ingoline.
trundle: 1) küçük bir tekerlek. 2) alçak tekerlekli, kü Tu: Bkz. thulium.
çük bir el arabası veya yük arabası. 3) küçük teker tub: 1) tahtadan yapılmış yuvarlak, geniş, açık bir
lekli alçak yatak. 4a) yuvarlanma hareketi, b) onun kap; tekne. 2) bir tekne veya yarım fıçının içeriği. 3)
sesi. 5) boyunca yuvarlanmak. 6) dönmek. yaklaşık 4 galon (15,12 lt) alan küçük bir fıçı. 4a) bir
trundle bed; Bkz. truckle bed. maden ocağında kömür, cevher, vb. taşımak için
trunk: 1) hava, su vb. taşımak için kullanılan büyük, kullanılan kova ya. da el arabası. 5) yavaş hareketli
uzun Kutu şeklinde boru, şaft vb. 2) Gem. Mak. ve hantal bir gemi ya da tekne.
trank pistonlu motor ya da makine. 3) yedek lâstik tubate: Boru ya da borulardan oluşan.
(stepne), çanta vb. i taşımak için çoğu otomobillerin tube: 1) çoğu zaman çapına göre boyu çok büyük
arkasında bulunan bir hacim; bagaj. 4) Den. a) bir olan, akışkan vb. ini taşımak için kullanılan metal,
kamaranın, üst güvertenin üzerindeki parçası, b) üst cam, lâstik, plâstik vb. inden içi boş olan bir tür silin
ve alt ambar vb. lerini birleştiren kutu veya baca şek dir; tüp; boru. 2) diş macunu, yağlı boya vb. i tüpü.
linde bir mahfaza. 5) trank piston Bkz. trunk piston. 3) bir boruya benzer cihaz, parça, organ vb. 4) elek
6) bir demiryolu veya telefon sisteminin ana hattına tron tüpü. 5a) elektrikli demiryolu için yeraltı treni,
ait veya onu belirten; telefon hattı. b) elektrikli demiryolunun kendisi. 6) teleskop. 7)
trunk engine: Bkz trunk-piston engine. Elekt. kuvvet ya da endüksiyon çizgileri ile çevrili bo
trunk tine: Bir demiryolu, kanal, telefon sistemi vb. ru şeklindeki hacim; tube of force, tube of inducti
inin ana hattı. on şekillerinde de yazılır. 8) boru şeklinde yapmak.
trunk piston: Piston pin veya perno ile biyele (piston 9) boru ya da borularla donatmak; boru ya da boru
koluna bağlanan) piston; trank piston. lardan geçirmek.
trunk-piston engine: Gem. Mak. trank pistonlu maki tube brush: Alev borulu kazanların boruları içindeki
ne; pistonları, piston pin yardımıyla doğrudan piston kurumları, kondenser veya soğutucu boruları içinde
kollarına (biyellere) bağlanmış olan motor ya da ma biriken yabancı maddeleri temizlemek için kullanılan
kine. fırça; boru fırçası.
trunnion: Muylu; destek; mesnet. tube clamp: Boru keryesl; boru kelepçesi.
trunnion bearing: Muylu yatağı; istinat yatağı. tube cleaner: Buh. Kaza. borularının dış veya iç yü
truss: 1) yapısal bir destekle taşımak veya takviye et zeylerinde oluşan seri taş (kısır) tabakasının temiz
mek. 2) Den. sereni emniyete almak için kazboynu lenmesi için kullanılan, mekanik temizleyicilerden bi
olan direğin çevresindeki bir demir (çelik) çember. ri; boru temizleyicisi; boru fırçası.
3) bir çatı, köprü vb. ini taşımak için kullanılan ağaç, tube cutter: Boru kesmek için kullanılan bir alet; bo
melal veya her ikisinden oluşan iskelet; kafes kiriş. ru kesici.
4) makas, kiriş veya dayak. tube expander: Buh, Kaza. boru ağızlarını, şişirerek,
truss bearing: Muylu yatağı; istinat yatağı. aynalar ile borunun dış kenan arasındaki sızıntıları
t ub e f err ul e 574 tuning

önlemeye yarayan bir alet; boru genişleticisi; boru


küm parçalarını temizlemek, düzeltmek veya parlat
makinesi; makineto.
mak.
tube ferrule: Bkz.
tumbler: 1) diğer bir parçaya çarpan veya diğer bir
ferrule.
parça üzerinde hareket eden çıkıntılı kısım. 2) oto
tube flaring tool: Rakor bağlanacak boru ağzına hav
mobil transmisyonunda dişliyi yerine hareket ettiren
sa açmak için kullanılan alet; boru havsa aleti.
parça.
tube joints: Boru bağlantıları.
tumbling box (or barrel): Uçlarından veya iki köşe
tubeless: Şamriyersiz (iç lâstiksiz).
sinden millenerek kutu veya silindirsel bir kap kapsa
tubeless tire: iç ve dış lâstik yerine, sadece basınçlı
yan, metal cisimleri parlatmak, maddeleri karıştır
hava doldurulan dış lâstikten oluşan taşıt aracı lâsti
mak için kullanılan bir cihaz.
ği; şamriyersiz lâstik.
tumbrel (tumbril): 1) çiftlik arabası, özellikle boşalt
tube plate: Alev boruiu kazanlar, kondenserler, ısıtıcı
ma için bir yana yatabilen biri. 2) cephane vb. ini ta
ve soğutucularda boruların sızdırmaz bir şekilde bağ
şımak için kullanılan iki tekerlekli askeri araba.
landıkları, genellikle dairesel ve üzerinde boruların
tun: 1) özellikle şarap, bira vb. için büyük bir fıçı veya
geçeceği delikler bulunan çelik saç ya da saç levha;
varil. 2) sıvılar için, geçmişte 252 şarap galonu
boru aynası.
(952,56 litre) olan değişken bir kapasite ölçüm biri
tube sheet: Bkz. tube plate: Boru aynası: Daha çok
mi. 3) böyle bir fıçı içine koymak veya depo etmek.
ısı alıp veren cihazlar için kullanılır.
tune: 1) devreyi istenilen frekansta titreştirmek için,
tube, smoke: Bkz. smoke tube.
osilasyonlu bir devrede kapasitans ve endüktansın
tube, stay: Bkz. stay tube.
göreli değerlerini değiştirmek. 2) ayar etmek (su
tube stopper: Buh. Kaza. boru ağızlarına uyacak şe
pap, buji aralığı vb. ini).
kilde karşılıklı iki tapa ile bunları birbirine bağlayan
tune of: Kapamak.
iki ucu klavuzlu veya diş çekilmiş ve bu uçlardaki so
tune on: Açmak.
munlar ile sıkılarak (vira edilerek), borunun battal
tune-up: Motor, makine vb. inin buji elektrot aralığı,
edilmesini sağlayan araç; boru tapası; boru battal
platin, supap vb. i boşluklarının ayar edilmesi.
edici; boru durdurucu.
tung oil: Çin, Japonya ve Florida'da yetişen bir ağa
tube-support plate: Özellikle büyük kondenser veya
cın ceviz gibi sert kabuklu meyvalarından elde edi
ısıtıcılarda, uzun boruların ısı nedeniyle sarkmalarını
len sarı renkli, zehirli bir yağ; tung yağı; yüksek par
ve dolayısıyla ağızlarından kaçırmalarını önlemek
laklık ve suya dayanıklığı nedeniyle boyalar, vernik
amacıyla kullanılan, genellikle dairesel ve üzerinde
ler vb. inde bezir yağı yerine kullanılır.
boruların geçeceği delikler bulunan saç levha; boru
tungstate: Tungstik asitin bir tuzu ya da esteri; tung-
taşıyıcı ayna.
stat.
tube union: Boru rakoru.
tungsten: Volframit, şelit ve tungstit'te bulunan sert,
tube, water: Bkz. water tube.
ağır, gri beyaz, metalik kimyasal bir element; tung
tube voltmeter: Küçük alternatif akımların gerilimleri
sten; volfram; elektrik ampulü filamentlerinde, yük
ni ölçmek içinh kullanılan bir vakum tüpü; tüp volt
sek hız takımları, vb. çeliklerde kullanılır; Simg. W;
metre.
at.ağ. 183,92; at.no. 74.
tubing: 1) boru yapım işlemi; boruculuk. 2) borular
tungsten carbide: Bkz. tungsten carbure.
sistemi veya sırası. 3) boruların tümü; tüm borular.
tungsten carbure: Gri toz halinde ve erime noktası
4) boru şeklinde malzeme. 5) boru parçası.
2900°C olan çok dayanıklı bir alaşım; tungsten kar
tubular: 1) boru ya da borulara ait; şekli boruya ben
bür, WC; motorların kam makaraları veya kam iİzleyi
zeyen; boru şeklinde. 2) borularla teçhiz edilmiş ve
cilerinin yüzeylerinin kaplanmasında kullanılır.
ya yapılmış. 3) bir boruyu üfleyerek üretilen ses.
tungstenic: Tungstene ait; tungsten kapsayan.
tubular air heater: Borulu hava ısıtıcısı; Bkz. air hea
tungsten lamp: Tungstenden yapılmış filamanı bulu
ter.
nan çok düşük gerilimli elektrik ampulü; tungsten
tubulate: 1) Bkz. tubular (1 ve 2). 2) kısa, imbik boru
lâmbası.
suna ait, onun şeklinde ya da onunla donatılmış. 3)
tungsten steel: % 20'ye kadar tungsten ve bir miktar
boru şekli vemek veya boru şekli sağlamak.
krom ve vanadyum kapsayan, çok sert, yüksek sı
tubule: Küçük bir boru veya tüp,
caklığa dayanıklı bir çelik; tungsten çeliği; kesme
tubulure: Bir imbik vb. inin tepesindeki kısa boru ve
aletlerinin yapımında kullanılır.
ya boru şeklindeki açıklık.
tungstic: Özellikle beş ya da altı değerli tungsten kap
tuck: 1) bir geminin kıç tarafı altında kaplamaların so
sayan bir kimyasal bileşiğe ait veya onu belirten;
na erdiği kısım; kıç kuruz. 2) ince bir kılıç ya da
tungstik.
meç.
tungstic acid: Tungstik trioksitin (W0 3 ) su ile bileşi
tug: 1) çabalamak, didinmek veya mücadele etmek.
mi ile üretilen asitler grubunun herhangi biri; özellik
2) çekmede büyük güç uygulamak; çekmek, çeke
le monohidrat asit, H2 W04 ; tungstik asit.
rek taşımak. 3) büyük bir kuvvetle çekmek. 4) bir rö
tungstite: Sarı veya sarı yeşil renkli bir mineral; doğal
morkör ile itmek. 5) kuvvetli çekiş. 6) büyük çaba.
tungstik trioksit; tungstit, W0 3 .
7) çekme veya itme için kullanılan halat, zincir vb.
tungum: Başlıca bileşeni demir (% 3'e kadar) olan ve
8) römorkör.
küçük miktarlarda manganez, alüminyum, silisyum
tugboat: Gemi, mavna, barç vb. lerini çekme veya it
ve nikel kapsayan, yüksek bakır yüzdeli bir alaşım;
me için dizayn edilen küçük, sağlam yapılı, güçlü
tungum.
bir tekne; römorkör.
tuning: Ayar etme veya ayarlama (makine parçaları
tumble: Bir silindir içinde dönerek ve birbirlerine sür-
vb. ini).
tünerek, bazan testere tozu, bilya vb. i yardımıyla dö
t unin g circui t s 575 t orbocompoun d e ngin e s

tuning circuits: Bir radyo alıcısında istenmeyen taşıyı turbine-driven ship: Ana makinesi türbin, özellikle
cı sinyalleri gidermek için kullanılan devreler; düzen buhar türbini olan gemi; türbinle tahrik edilen gemi;
leyici ya da ahenk verici devreler. türbinle yürütülen gemi.
tuning transformer: Alıcı devrelerde kullanılan, hava turbine foundation: Gem. Mak. buhar türbinlerinin
göbeği olan bir radyo frekanslı bir transformatör; dü alt keyslerini gemi bünyesine bağlayan yapı; türbin
zenleyici transformatör. döşeği; türbin favundeyşını.
tunnage: Bkz. tonnage. turbine generator: Bkz.
tunnel: 1) Orj. Ola. baca. 2) motorlu araç trafiği, de turbogenerator.
miryolu vb. için yeraltı veya sualtı geçiti. 3) bir ma turbine gland: Buh. Türb. rotorşaftın keys veya mah
den ocağında herhangi tünele benzer bir geçit ya fazadan çıktığı kısımlarda, buharın makine dairesine
da kanal. 4) tünel biçiminde kazmak. 5) altında veya kaçması veya havanın türbine girmesini önleyen kı
içinde tünel yapmak. 6) tünel yapmak. sım; Gem.
turbine Mak. türbin
losses: Buharglendi; Bkz. glands.
türbinlerinde oluşan kısma,
tunnel bearing: Gemilerin şaft tünellerinde ara şaftla eg
rı taşıyan, kendinden ve basınçla yağlanan, sürtün zoz, boğaz, mekanik, radyasyon, nozul (meme) ve
me kayıplarını önemli şekilde azaltan, büyük silindi- kanat, kademeler arası kayıpların tümünün toplamı;
rik metal yataklar; (şaft) tüneli yatakları; tünel şaft ya türbin kayıpları.
takları. turbine nozzle: Türbin nozulu; lülesi ya da memesi;
tunnel blocks: Bkz. tunnel bearings: Tünel (şaft) ya Bkz. nozzle.
turbine, main propitiation: Gem. Mak, görevi sadece
takları. pervane çevirmek olan türbin makine; ana tahrik tür
tunnel diode: Negatif dirence sahip olabilen yarı ilet bini; türbin ana makine.
ken bir diyot; işletme bölgesinde gerilim yükseldiği turbine pumps: Kirli ve yüksek viskoziten (düşük vis-
zaman akım azalır. koziteliler de dahil) yakıtları pompalamak ve yüksek
tunnel disease: Dekompresyon hastalığı. basınç geliştirmek için kullanılan tulumbalar; türbin
tup: Bir güç çekici veya şahmerdanın (döven, vuran) pompalar; rotorunun çevresinde türbinlerinki gibi ka
kısmı. natlar bulunan pompalar.
turbadium: Bkz. turbadium bronze. turbine rotor: Buh. ve Gaz. Türb. iki yatak tarafından
turbadium bronze: % 54 bakır, % 44,5 çinko ve % taşınan ve yüksek devirle (3000-6500 rpm) dönen kı
1,5 nikelden oluşan bir tür bronz; deniz suyuna sım; türbin rotoru.
dayanık lı pervane vb. i yapımında kullanılır; turbine stage: Bir takım nozul veya meme ile onu iz
türbadiyum bronzu. leyen bir veya daha fazla sayıda hareketli ve sabit
tudbid: Tortulu; çamurlu; bulanık. 2) bulutlar ve du kanatlardan oluşan kısım; türbin kademesi; türbin
man gibi kalın, yoğun veya karanlık. basamağı.
turbidimeter: Su arıtma tesislerindeki gibi, bir sıvının turbine vibration: Rotorun dinamik dengesizliği, kırıl
bulanıklığını ölçmek için kullanılan bir cihaz; türbidi- mış harekeli kanat, buhar basincindaki azalıp çoğal
metre. ma, türbine yaş buhar girmesi, çok ağır denizler vb.
turbidity: Bulanık olma durumu veya niteliği; bulanık i nedenlerle oluşan titreşim; türbin titreşimi.
lık; yoğunluk. turbo-: Türbinli, türbin tarafından çalıştırılan, doğru
turbine: Basınçlı buhar, su veya gaz tarafından çalıştı dan türbine bağlı anlamlarında kullanılan bir önek.
rılan bir makine; basınçlı akışkan, çevresinde bir ve turbo-alternator: Bir buhar türbini tarafından çalıştırı
ya daha fazla kanat bulunan bir tekere verilerek iş el larak alternatif akım (AC) üreten bir elektrik üreteci;
de edilen makine; türbin; buhar türbini, gaz türbini, türbo-alternatör.
su türbini vb. gibi. turbo-blower: D/z. Mot. türboşarjerlerde, bir gaz türbi
turbine bearing: Buh. Türb. rotorşaftı taşıyan, çoğu ni tarafından kendisi ile birlikte yüksek devirde dön
zaman silindir şeklinde, bazan küresel yapıda iki ya dürülen ve basınçlı (1,15-6 bar) aşırı doldurma hava
taktan biri; küçük güçlü makinelerde bilyalı yatak sı üreten bir tür pompa; türbo-blover.
şeklindeki yataklardan biri. turbocharged: Mot. türboşarjlı; süperşarjlı; aşırı dol-
turbine blades: Buh. Türb. rotorlar veya türbin keysi- durmalı (bir benzin ya da dizel motoru); Bkz. su
nin çevresindeki kanal ya da faturalara uyacak şekil percharged.
de kökü bulunan, orta eksenine göre simetrik veya turbocharged engine: Türboşarjlı veya aşırı doldur
asimetrik yapıda olan ve paslanmaz çeliklerden yapı man makine ya da motor; Bkz. supercharged engi
lan parçalar; türbin kanatları: a) hareketli kanat, b) ne.
hareketsiz kanat. turbocharger: Türboşarjer veya aşırı doldurucu;
turbine case: Buh. Türb. çoğu zaman iki yarım parça Mot. egzoz gazlarının çevirdiği yüksek devirli (15
dan, bazan dört parçalı yapılarak birbirlerine cıvala 000-40 000 rpm) bir gaz türbini ile basınçlı (1,15-6
ve somunlarla bağlanan, yapımlarında dökme de barlık) ha va üreten bir bloverden oluşan aşırı
mir, dökme çelik, krom nikelli çelikler kullanılan, içle doldurucu; Bkz. supercharger.
rinde sabit kanat, nozul diyaframı veya nozullar bulu turbocharger oil: Kendi kendini yağlayan aşırı doldu
nan kısım; Gem. Mak, türbin keysi; türbin mahfaza rucularda (türboşarjerlerde) kullanılan özel bir yağ;
sı. türboşarjer yağı.
turbine-driven: Özellikle bir buhar türbini tarafından turbo compressor: Çok kademeli merkezkaç (santr-
çalıştırılan (pompa, jeneratör vb.). füj) pompalara çok benzeyen, impeler ile difüzörler-
turbine-driven pump: Özellikle bir buhar türbini tara den oluşan bir pompa; türbo kompresör.
fından çalıştırılan türbofid pamp gibi bir pompa; tür turbocompound engines: Bir dizel motoru ile onun
binle çalıştırılan pompa. krankşaftına bağlı ve egzoz gazları ile çalışan gaz
t u r b o co o l i n g 576 turn-ke y

türbini ya da türbinlerinden oluşan makine; türbo


kali ve asitleri denemek için kullanılır: Alkali ortamda
kampavund makine; dizel motorunun güç verdisini
kahverengi, borik asitte kırmızı kahverengiye döner.
yükseltmek için kullanılır.
turn: 1) dönmek (tekerlek vb. i gibi). 2) dairesel hare
turbocooüng: Diz. Mot. türbinli soğutma; türbo soğut
ket vermek; çevresinde dönmek. 3) döner bir hare
ma; aşırı doldurucunun bloverinde ve ikinci bir blo-
ketle yapmak. 4) torna tezgâhı gibi, döndürerek şe
verde sıkıştırılan havanın bir soğutucudan geçirildik
kil vermek; torna tezgâhında işlemek. 5) herhangi
ten ve bir türbinde de genişletilip sıcaklığının bir mik
bir şekilde yuvarlak bir şekil veya form vermek. 6)
tar daha düşürülmesi.
devir hareketi ile durumunu değiştirmek. 7) bük
turboeîectric drive: Gem. Mak. bir türbin tarafından mek, katlamak, salınım yapmak vb. 8) saptırmak; yo
çalıştırılan alternatörde üretilen AC akımı ile geminin lunu değiştirmek 9) erişmek veya geçmek (belirli
kıç tarafında bulunan ve millerine pervane bağlı, yaş, miktar vb.). 10) yönünü değiştirmek. 11) değiş
ağır devirli elektrik motorlarının çalıştırıldığı sistem; tirmek; dönüştürmek; şeklini değiştirmek. 12) ekşi
türboelektrikle çalıştırma sistemi. yapmak. 13) rengini değiştirmek. 14) bir dairede ve
turbogenerator: 1) bir türbin tarafından çalıştırılan ve ya eksen çevresinde hareket etmek; dönmek. 15)
ona doğrudan veya bîr dişli donanım ile bağlı jenera dairesel bir biçimde hareket etmek. 16) torna tezgâ
tör veya elektrik üreteci; türbojeneratör sistemi; tür- hında şekil verilmek. 17) saptırmak. 18) birinin yönü
bo-atternatör sistemi. nü değiştirmek. 19) ekşimek, çürümek, kokmak. 20)
turbojet (engine): Bir gaz türbini tarafından çalıştıri- rengi değişmek. 21) çevresinde dönme; tam ya da
lan ve yakıt için (yanma) havası sağlayan bir kom kısmî devir. 22) devir hareketi ile durumunu değiştir
presöre sahip olan jet makinesi; turbojet makinesi; me. 23) dönme noktası.
turbojet
turn-and-bank indicator: Dönüş ve yatış miktarını ay
turboprop (engine): Hava. basınçlı gaz huzmesi
nı anda gösteren uçak cihazı.
enerjisinin bir türbini çalıştırdığı ve onun pervaneyi
turn ahead: Den. ileri (tornayt) kumandası veya ko
döndürdüğü bir jet makinesi; türbo-pervaneli jet ma
mutu; bir geminin ileri hareketi için verilen komut.
kinesi.
turnaround time: Bilgisay. yön değiştirme süresi; iş
turbo-pump: Bir türbin tarafından çevrilen veya çalıştı
dönüş süresi.
rılan herhangi bir pompa; örneğin kazanlara yüksek
turn astern: Den. geri hareket veya tornistan komutu;
basınçlı besi suyu sağlayan pompa; türbofit pompa
bir geminin geri hareketi için verilen komut.
sı.
turn bench: Torna tezgâhı; Bkz. lathe.
turbosupercharger: Bkz. supercharger, turbochar-
turnbuckle: Den. çubuk veya teller arasında kullanı
ger.
lan bir tür bağlayıcı ve germe donanımı; liflin uskur;
turbulence: Girdap ya da türbülanslı olma durumu
fırdöndü çektirmesi.
ya da niteliği; karışıklık; düzensizlik; türbülans; döne
turned: Torna tezgâhında işlem görmüş; torna edil
rek karışma.
miş; paso verilmiş.
turbulence chamber: Mot. sıkıştırma sırasında hava
turner: Torna tezgâhı kullanmada uzman olan kişi;
nın dönme hareketi kazandığı ve püskürtülen yakıt
tornacı.
ile çok iyi yanıcı bir karışım oluşmasına yardım
turnery: Torna tezgâhı çalıştıran bir kişinin işi, tekniği
eden, bazan silindir kapağı üzerinde ve bazan silin
veya atelyesl; tornacılık.
dirin yanında bulunan bir hücre; girdap yuvası; gir
turning: 1) döndüren bir kişi veya şeyin işi; dönme,
dap hücresi; türbülans hücresi.
sarılma, salınım, ters yüz etme vb. 2) bir torna tezgâ
turbulence head: Diz. Mot. silindir kapağında bulu
hında şekil verme işlemi veya sanatı.
nan ve ana yanma odasına bağlı olan bir hücre; tür
turning axis: Dönme ekseni; dönme hareketinin çev
bülans (girdap) kafası; sıkıştırma sırasında havanın
resine yapıldığı eksen.
toplandığı, yakıtın püskürtüldüğü hücre.
turning force: Bir cismi ekseni çevresinde döndürme
turbulency: Bkz. turbulence.
ye neden olan kuvvet; dönme kuvveti; döndürme
turbulent: Dalgalı; girdaplı; çalkantılı.
kuvveti.
turbulent chamber: Girdap yuvası: Bkz. turbulence
turning gear: Gem. Mak. küçük güçlü bir pistonlu bu
chamber.
har makinesi veya elektrik motoru ile ana makineyi
turbulent flow: 1) düzgün olmayan, girdaplı veya çal
onarım, deneme veya ısıtma amacıyla çok yavaş ola
kantılı bir sıvı akımı; karışık akım. 2) herhangi bir
rak döndürmeye veya pistonları (1st ölü noktaya al
noktasında şiddeti ve yönü zamanla az veya çok hız
ma işlemi; tornagir; tornaçark.
lı değişen bir sıvı akımı.
turning gear engine: Ana makinenin torna çarkını
turt: 1) yerkürenin yüzey katmanı. 2) bu katmanın bir
sağlayan, küçük güçlü buhar makinesi veya elektrik
parçası. 3) yakıt gibi kullanılan turba veya onun bir
motoru ile dişli donanım; tornagir makinesi; torna
parçası.
çark makinesi.
turgite: Muhtemel olarak hematit ve jeotit'in katı çö
turning point: 1) bir şeyin döndüğü veya yön değiştir
zeltisi olan koyu kırmızı bir demir cevheri; turgit.
diği nokta. 2) dönüm noktası.
turmaline: Bkz. tourmaline.
turning wheel: Bir valf ya da vanayı açıp kapamak
turmeric: 1) kökleri toz haline getirilerek sarı boya,
için kullanılan, valf sapına bağlı ve çoğu zaman dai
baharat ve ilâç olarak kullanılan Doğu Hindistan bit
resel bir parça; el tekeri; Gem. Mak. hendıl veya
kisi; zerdeçal bitkisi. 2) onun kökü.
hendvil.
turmeric paper: Zerdeçal ile doyurulmuş bir kâğıt; al
turn-key: Anahtar teslim.
turnover voltage 577 t w o - c y cl e

turnover voltage: Yarı iletken bölgesine yeterince ni belirten. 3) bir şeyin yirmi eşit parçasından biri;
yüksek zıt potansiyel farkı uygulandığında mania kat 1/20.
manını bozan bir gerilim; devrilme gerilimi. twenty: On dokuz ile yirmi arasındaki tam sayı; yirmi;
turnpike: 1) geçiş parası ödenen yol ya da köprü. 2) 20; XX.
herhangi bir otoyol. twentyfold: 1) yirmi parça olan. 2) yirmi kat; yirmi
turns ratio: Bir transformatörde sekonder sargı sarım misli.
sayısının, primer (birincil) sargının sarım sayısına twice: 1) iki misli. 2) iki kere; iki defa. ) iki misli mik
oranı; sarım sayılarının oranı; sekonder potansiyel tar veya derece.
farkının primer sargının potansiyel farkına oranı sa twice-laid: Gem. Kullanılmış halatların kolları ya da
rım oranına eşit ya da ona çok yakındır. flasalarından yapılan.
turntable: 1) lokomotifleri, tramvayları döndürmek twilight: Güneş battıktan hemen sonra veya Güneş
için kullanılan dairesel, raylı bir platform. 2) türlü ya doğmasından hemen önce görülen alacakaranlık;
tay, döner platformlardan herhangi biri. tan. 2) Güneş batışından karanlığa kadar olan süreç
turpentine: 1) kahverengimsi sarı, yapışkan, yarı sıvı ya da periyot. 3) herhangi zayıf bir ışık.
bir oleorezen Bkz. oleoresin ; terebantin; neftyağı. twin: 1) bir çift; çift. 2) ikiz. 3) iki kristal veya parça
2) çam veya diğer kozalaklı ağaçlardan elde edilen dan oluşan bileşik kristal.
türlü yağlı reçinelerden herhangi biri. 3) böyle yağlı twinaxial: ikiz koaksiyal.
reçinelerden damıtılan açık renkli ve boya, vernik ve twine: 1) iki veya daha fazla kolun büküimesiyle olu
ilâçlarda kullanılan uçucu bir yağ; terebantin esansı şan sağlam iplik, sicim veya kaytan. 2) bükülmek;
veya ruhu. 4) neftyağı uygulamak. 5) terebantin çı sarılmak.
karmak (bir ağaçtan). twin-engine: Silindir çapı, piston kursu (stroku), de
turpethı: Bazik cıva sülfat, HgS0 4 .2H 2 0, müshil ola vir sayısı birbirine eşit iki makineye sahip olan; ikiz
rak kullanılan ağır, limon sarısı renkli bir toz. makineli (tekne, gemi vb.).
turquoise: 1) gök mavisi, yeşilimsi mavi veya yeşilim twinned: ikiz bir şekilde oluşturmak için birleşmiş iki
si gri renklerde yarı değerli bir taş; alüminyumun kü kristalden oluşan.
çük bir miktar bakır içeren sulu fosfatı; türkuaz. 2) twinning: ikiz kristal veya kristallerin oluşması.
türkuaz rengi; yeşilimsi mavi. twin-screw: Bazı gemilerdeki gibi, zıt yönlerde dönen
turret: Bir kaç kesici kalem taşıyan bir bloktan oluşan iki uskur (skru) pervaneye sahip olan.
torna tezgâhı, matkap tezgâhı vb. için ek bir parça. twin-screw vessel : İki pervane ile yürütülen gemi; iki
turrethead: Bkz. turret. pervaneli gemi.
turret lathe: Taretli torna tezgâhı; rovelver (torna) tez twirl: 1) hızlı olarak dönmek; döndürmek. 2) bir daire
gâhı. de dönmek; çevresinde dönmek. 3) dönüş. 4) dö
turtleback: 1) başüstü ve bazan kıçüstü, ağır denizler nen bir şey.
den korumak üzere balık (kaplumbağa) sırtı şeklin twist: 1a) eğirerek (iki veya daha fazla halat veya ip
de yapılan gemi; turtle deck olarak da kullanılır. 2) kolunu) biri diğeri üzerine sarmak b) iplik ya da si
Esk. gembotları düşman ateşinden korumak için kul cim oluşturmak için (pamuk, ipek vb.) iplik ya da ip
lanılan benzer bir yapı. lik liflerini bükmek ya da eğirmek, c) iki ya da daha
tutty: Eritme ocaklarının bacalarından atık ürün şeklin fazla iplik veya iplik kolunu eğirerek (iplik, sicim vb.
de elde edilen ham çinko oksit. ini) üretmek. 2) bir şeyin çevresine (iplik, halat vb.
tuyere: Yüksek fırın, demirci ocağı vb. ine cebrî ola ini) sarmak. 3) uçlarını ters yönlerde çevirerek sar
rak hava veren bir boru veya nozul. mal şekli vermek. 4) burulmaya maruz kalmak. 5)
TV: Bkz, television. böylece şeklini değiştirmek. 6) çevresinde dönmeye
twa: Bkz. two. neden olmak. 7) burulmaya uğramak. 8) dönmek.
twain: Bkz. two. 9) bir tarafa dönmek; yön değiştirmek. 10) bir yöne
tweendeck: Den. kuruyük gemilerinin ambarlarındaki ve sonra diğer bir yöne dönmek. 11) eğri bir yörün
katlar veya katlar arası hacimler; gladora; ambar bal gede hareket etmek. 12) iki veya daha fazla keten,
konu. pamuk, ipek, yün vb. liflerinden bükülerek yapılmış
tweendecker: Ambarları gladoralı olan gemi; gladora- iplik veya sicim. 13) bükülerek yapılmış bir düğüm
lı gemi. vb. 14) dönme; döndürme; dönüş vb. 15) bir eksen
tweeter: Rady. duyulabilir frekansta ses dalgaları üre boyunca veya çevresindeki sarmal hareket, 16) bu
ten küçük bir hoparlör. rulma gerilmesi. 17) bunun derecesi; burulma açısı.
tweeze: Küçük aletler, özellikle ameliyat aletleri takı twist drill: Derin helezonî kanallı bir tür matkap.
mı. twisted wire: Bükülü tel (kablo); bükülerek örülmüş
twelfth: 1) on ikinci; 12.; 12 nci. 2) bir şeyin oniki eşit kablo.
parçasından birini belirten. 3) bir şeyin on iki eşit twister: 1) eğiren bir kişi veya şey. 2) büken bir şey;
parçasından biri; 1/12. özellikle, iplik vb. lerini eğiren ya da büken bir maki
twelve: 1) on bir ile on üç arasındaki tam sayı; 12; ne. 3) Meteo. tayfun veya siklon.
XII. 2) on iki kişi veya şeyden oluşan bir grup; düzi twisting: Torsiyon; burulma.
ne. twisting moment: Burulma momenti.
twelvefold: 1) on iki parça olan. 2) on iki kat. 3) on two: Bir ile üç arasındaki tam sayı; iki; 2; II.
iki katlı. two-cycle: Bir iş çevrimini pistonun iki stroku veya
twelvemonth: Yıl; sene; on iki ay. kursunda, krankın tam bir devrinde veya 360 derece
twentieth: 1) bir sırada on dokuzuncudan sonra ge lik krank açısında oluşturan motor; iki zamanlı; iki
len; yirminci. 2) bir şeyin yirmi eşit parçasından biri stroklu. 2) iki stroklu çevrime sahip olan.

Teknik Sözlük - F. 37
t w o - c y cl e e ngin e 578 ty ro t h rici n

two-cycle engine: iki zamanlı makine; Bkz. two-stro Mate, a) iki yöne veya boyuta uzanan, b) değişke
ke cycle engine. nin iki şekline sahip olan. 3) Rady. hem iletme ve
two-cycle motor: İki zamanlı motor veya makine; hem de alma için kullanılan. 4) iki yollu; iki yönlü.
Bkz. two-stroke cycle engine. two-wire: İki telli veya iletkenli (doğru akım jeneratörü
twofold: 1) iki parçası olan. 2) iki misli; iki kat. gibi).
two-handed: 1) çalışmak için iki kişi gerektiren; iki two-wire generator: Biri pozitif, diğeri negatif iki izole-
kollu testere gibi. 2) iki kişi için. li kablo ile dağıtım tablosuna bağlanan bir doğru
two-lobe: İki loblu veya kulaklı (hava bloveri vb.). akım üreteci; iki telli veya iki iletkenli jeneratör; 110
two-lobe pump: Daha çok süpürme havası veya sü- (115) veya 220 (230) voltluk bir gerilim üretir.
perşarj havası pompası olarak kullanılan iki kanatlı type: 1) bir sınıf ya da grubun üyesini belirten şekil,
veya kulaklı, devir hareketli pompa; iki loblu pompa. yapı, stil vb. 2) göze çarpan nitelik ya da özellikleri
two-master: iki direkli yelkenli gemi. olan bir tür, sınıf ya da grup; tür; cins; tip: Yeni bir
two-phase: Elekt. aralarında 90°'lik açı farkı bulunan uçak gibi. 3) mükemmel bir örnek, model ya da nu
iki faz; difaze; iki fazlı. mune. 4) Matb. basımda kullanılan harf, harfler veya
two-phase alternator: Bkz. two-phase generator. hurufat. 5) Mate, eşdeğer şekiller takımının en basi
two-phase current: Elekt. iki fazlı veya difaze alterna ti. 6) daktilo makinesinde yazı yazmak. 7) türüne gö
tif akım. re sınıflandırmak. 8) Tıp, türünü saptamak (kan örne
two-phase generator: Elekt. iki fazlı alternatif akım ğinin).
üreteci, dinamosu veya jeneratörü. typefont: Yapı tipi.
two-phase motor: Elekt. iki fazlı alternatif gerilimle ça type founder: Metal hurufat (harfler) döken kişi; hu
lışan motor; iki fazlı motor; difaze motor. rufat dökümcüsü.
two-pass: İki geçişli (kondenser, eşanjör vb.). type foundry: Metal hurufatın (harflerin) döküldüğü
two-pass condenser: Deniz suyunun içinde iki defa yer; harf dökümhanesi.
dolaştığı, geçtiği veya yön değiştirdiği kondenser; iki type metal: Hurufat (harflerin) yapımında kullanılan
geçişli kondensör (kondansör). bir kalay, kurşun ve antimon alaşımı.
two-stage: İki kademeli; iki basamaklı (pistonlu pom typesetter: Harf dizmek için kullanılan makine; dizgi
pa vb.i gibi). makinesi.
two-stage compressor: Biri alçak basınç ve diğeri typesetting: Harflerin dizgi işi veya işlemi.
yüksek basınç olmak üzere, iki silindirden oluşan typewriter: 1) daktilo makinesi; yazı makinesi. 2) dak
kompresör; iki kademeli kompresör. tiloda yazı yazan kişi; daktilograf.
two-stage supercharger: Benz. Mot. yardımcı ve ana typewriting: 1) daktilo makinesi kullanma sanatı, işi
aşırı doldurucu kademelerinden oluşan süperşarjer; veya işlemi. 2) daktiloda yazı yazılarak yapılan iş.
İki kademeli aşırı doldurucu; hava önce birinci veya typh-: Bkz. typho-.
yardımcı kademede sıkıştırılır, bir soğutucudan geçi typhonic: Tayfuna ait veya ona benzeyen.
rilir, ikinci kademede de sıkıştırıldıktan sonra karbü- typhoon: Özellikle Çin Denizi ve ona komşu bölgeler
ratörden geçirilerek hava-benzin karışımı sağlanır. de görülen şiddetli, kasırgaya benzer fırtına; tayfun;
two-speed: İki hızlı (elektrik motoru, makine, regüla hariken.
tör vb.). tyre: Bkz. tire (İng)
two-speed governor: Diz. Mot. içice iki yayı bulunan tyre chain: Bkz. tire chain.
mekanik bir regülatör; boşta çalışırken yaylardan iç tyre gauge: Bkz. tire gauge.
teki ve diğer yüklerde her İki yay birden görev ya tyre iron: Bkz. tire iron.
par; iki hızlı regülatör; iki hızlı gavörnör. tyre pump: Bkz. tire pump.
two-step: İki kademeli; Bkz. two-stage. tyre pressure: Bkz. tire pressure.
two-stroke cycle: İki stroklu veya iki kurslu çevrim; tyre pressure gauge: Bkz. tire pressure gauge.
pistonun iki strokunda (kursunda) oluşturulan çev tyre valve: Bkz. tire valve.
rim. tyrocidin: Bkz. tyrocidine.
two-stroke cycle engine: Krankın tam bir devrinde tyrocidine: Toprak basillerinden elde edilen, penisili
veya pistonun iki strokunda ya da 360 derecelik ne benzeyen bir antibiyotik ilâç; tirosldin.
krank açısında bir iş çevrimi oluşturan benzin veya tyrosin: Bkz. tyrosine.
dizel motoru; iki zamanlı makine; iki stroklu veya tyrosine: Peynirin çürümesinde olduğu gibi, protein
kurslu makine. lerin ayrışmasından oluşan beyaz, kristalli amino
two-stroke engine: Bkz, two-stroke cycle engine. asit; tlrosin, C 9 H 11 O 3 N .
two-view drawing: Tek. Res. iki görünüş ile açıklanan tyrothricin: Toprak bakterilerinden elde edilen, penisi
bir resim; iki görünüşlü resim. line benzer bir antibiyotik ilaç; tirotrlsin.
two-way: 1) iki şeyi birbirine bağlayan boru, tel vb. 2)
U
ultimate analysis: Bir bileşikte bulunan kimyasal ele
mentler ve onların oranlarının saptanması; son ana
liz; nihaî analiz.
ultimately: Son olarak; sonunda; nihayet.
U : Bkz.
ultimate pressure: Son basınç; maksimum basınç; sı

,
nır basınç.
ultimate strength: Bkz. tensile strength.
ultimate stress: Son gerilme; kırılma gerilmesi.

u rani

u
u m.

U bolt: Her iki ucu klavuzlu veya diş çekilmiş ve so-


munlu olan U şeklinde bir cıvata; U cıvata.
udell: iyot buharlarını yoğuşturmak için kullanılan,
şekli kısa bir pipoya benzeyen topraktan yapılmış bir
kap.
udometer: Düşen yağmur miktarını gösteren bir alet;
udometre; yağmur göstergesi.
udometric: Udometreye veya yağmur göstergesine
ait.
udometry: Udometre yardımıyla düşen yağmur mikta-
nnın ölçülmesi.
UFO: Tanınamayan uçan cisim, çoğu zaman uçan da
ire: Unidentified Flying Object.
UHF: Bkz. ultrahigh frequency.
ulntaite (uintahite): Utah'in (ABD) bir kısmı ve batı
Kolarado'da (ABD) hemen hemen saf durumda
olan siyah renkli bir tür asfalt; gilsonite adı da veri
lir.
U iron: Profilli U şeklinde olan demir; U profil.
U joint: U harfi şeklinde bağlantı; U bağlantı.
Ulbricht globe photometer: Bir lâmbanın ortalama
küresel mum gücünü doğrudan ölçmek için kullanı
lan bir fotometre; Ulbriht küre fotometresi.
ullage: 1) bir tank, depo veya fıçıda boş bırakılan kı
sım; Den. aleç. 2) bir çuvaldan dökülerek kaybolan
hububat miktarı. 3) buharlaşma nedeniyle bir kap
tan kaybolan sıvı veya dökülerek kaybolan tahıl; fire.
ullage opening: Den. aleç alınan açıklık, kapak vb. i.
ult.: Bkz. 1) ultimate. 2) ultimately. 3) ultimo.
ultimate: 1) en uzak; en uzak mesafe. 2) final; son.
3) elemental; esas; primer ya da birincil. 4) maksi
mum; en büyük ihtimal. 5) son nokta veya sonuç,
esas ilke vb.
yansıtı lan ışık ışınları ile görünür duruma getiren
mikros kop; ultramikroskop; elektron mikroskop.
ultramicroscopic: 1) normal mikroskopla görüleme
ultimate tensile stress: Orjinal enine kesit yecek kadar küçük; ultramikroskopik. 2) ültramikros-
tarafından bölünen maksimum yük; maksimum çeki kopa ait.
gerilmesi. ultra-: Ötesinde (morötesi, ultramicroscopical: Bkz. ultramicroscopic.
ultramikroskop) anlamın ultramicroscopy: Ultramikroskop kullanım pratiği ve
da bir önek; ya işi.
ültra-. ultramundane: 1) Dünya ve Güneş sistemimizin sınır
ultra: Aşırı; müfrit; ları ötesinde olan. 2) hayatın veya yaşamın ötesi.
son. ultraphotic rays: Tayfın görünür bölgesinin ötesinde
ultrahigh frequency: Rady., Telev. dalga boyu 10 ki ışınlar; ültrafotik ışınlar.
cm ile 1 metreye uyan 300-3000 MHz değerleri ultrared: Bkz.
arasında ki frekans; Ultra yüksek frekans; UHF infrared.
kısaltması ile belirtilir. ultrashort waves: F/z. 25,4 mm'den (1 inç) uzun ve
ultramarine: 1) kli, sodyum sülfat, karbon ve 9,15 metreden (10 yrd) kısa elektromanyetik dalga
kükür- tün birlikte ısıtılması ile elde edilen yapay lar; ültrakısa dalgalar.
bir lacivert taş; boya maddesi olarak kullanılır. 2) ultrasome: Alışılmış mikroskopik yöntemlerle görüle
deniz aşırı; de niz ötesinde. bilmek için çok küçük olan, hücre içindeki parçacık
ultramicrometer: Çok küçük bölüntülere veya partiküller.
(taksimatla ra) kadar kalibre edilmiş, inç'in ultrasonic: İnsan kulağının duyabileceğinden daha
milyonda biri kadar cisimleri ölçebilen çok duyarlı yüksek frekanslı ses; ültrasonik; frekansı 5 MHz-20
elektrikli bir cihaz; ül- tramikrometre. kHz değerleri arasındaki sese ait.
urtramicroscope: Yandan ve karanlık tarafa karşı ultrasonic detector: Ültrasonik dalgaların araştırılma-
veri len ışık ile aydınlatılan çok küçük cisimleri,
ul t raso ni c f re quenc y 580 un eve n
kovski motoru gibi, endüstriyel uygulaması olmayan
sı ve ölçümü için kullanılan mekanik, elektriksel, ısıl bir makine ya da motor.
veya optik bir cihaz; ültrasonik arayıcı. uncover: Örtüsü veya koruyucusunu çıkarmak; aç
ultrasonic frequency: Duyulabilir ses frekanslarının mak: Piston portları açar gibi.
üzerinde uzanan frekans; ültrasonik frekans; süper- uncovered: 1) örtüsü olmayan. 2) sigorta tarafından
sonik frekans; sesüstü frekans. korunmayan.
ultrasonic generator: Ültrasonik frekansta ses dalga undamped: Elekt. amplitütünde azalma olmayan.
ları üretmek için kullanılan bir cihaz; ültrasonik jene undecagon: On bir açılı ve on bir kenarlı bir düzlem
ratör ya da üreteç. şekil; on bir kenarlı.
ultra-sonic probe: Kondenserlerin boru aynalarının, undercarriage: 1) otomobillerin taşıyıcı iskeleti veya
kaçaklar açısından denenmesinde kullanılan hareket yapısı; şasi. 2) bir uçağın iniş takımı.
li ültrasonik sonda ya da prob. under-compounded generator: Şönt sargısı, seri sar
ultrasonics: Duyulabilir bölge üzerindeki titreşimleri gısına göre aşırı olan ve yük arttığı zaman gerilimi
inceleyen bilim; ültrasonik (bilimi). düşen DC jeneratör.
ultra-sonic test: Kondenser boru aynalarındaki kaçak underdrainage: Yeraltı drenaj sistemi.
ların araştırılması için yapılan ve elektriksel ses üre underground: 1) yeraltında vukubulan, çalışan, yer
teçlerinin kullanıldığı ve hareketli ültrasonik sondalar leştirilen, kullanılan vb. 2) yeraltında, toprak altında.
la kaçakların saptandığı deney; ültrasonik deney. undergroundrailway: Yeraltı tünellerinde çalışan de
ultraviolet: Görünür tayfta morun hemen ötesinde miryolu, özellikle metro; underground railway biçi
uzanan; morötesi, ültraviyole; çok kısa dalga boyun minde de yazılır.
daki belirli ışık ışınları için söylenir. underground tank: Toprakaltında su veya doğalgaz
5
ultraviolet radiation: Yaklaşık dalga boylan 4X10" - depolamak için kullanılan depo; toprakaltı tankı; sar
-7
5x10 cm olan radyasyon; morötesi radyasyon; ül nıç.
traviyole radyasyonu veya ışınımı. under-piston scavenging: Bazı iki zamanlı dizel
umber: 1) mangenez ve demir oksitleri kapsayan ve mo torlarında güç pistonunun alt tarafı yardımıyla
boya maddesi olarak kullanılan bir tür toprak; omb sağla nan basınçlı hava (1,15-1,30 bar) ile yapılan
ra; ham ombra sarımsı kahverenklidir; yakılan omb süpür me; piston altı ile (yapılan) süpürme.
ra kırmızımsı kahverengi olur. 2) sarımsı kahverengi undersea: Deniz yüzeyinin altı; deniz altı; deniz altın
veya kırmızımsı kahverengi. 3) ham ya da yanmış da.
ombra rengine ait. 4) ombra rengi yapmak. underseas: Bkz. undersea.
umbra: 1) gölge; gölgelik yer. 2) Güneşin zıt tarafın undersize: Bkz.
da bir gezegen veya uydudan çıkan koyu gölge ko undersized.
nisi. 3) Güneş lekesinin koyu orta veya merkez! kıs undervoltage: Gerilimi, normal gerilimin altında olan
mı. 4) F/z. aydınlatma kaynağından doğrudan ışık (jeneratör, dinamo vb.).
alınmayan mükemmel veya tam gölge. undervoltage protection: Gerilimi normal gerilim
umbrageous: Gölge veren; gölgeli; gölgelik. de ğerinin altına düşen elektrik makinelerini, düşük
umpsteen: Büyük bir sayı; pek çok. geri limin zararlarından korumak için kullanılan
unaflow: Doğru akım; Bkz. uniflow. cihaz; dü şük gerilim koruyucusu.
unaflow scavenging: Doğru akımlı süpürme; Bkz. underwater cutting: Su altında, kaynak cihazı ile ya
uniflov scavenging. pılan kesme.
unattended: işletmeci personelsiz (Makine dairesi underwater welding: Hasarlı parçayı kesip çıkarmak,
vb). sızdıran kaynaklı veya perçinli bağlantıları doldur
unattended machinery space: insansız makine dai mak, yama yapmak, çatlakları onarmak amacıyla su
resi. altında yapılan kaynak; sualtı kaynağı.
unbalance: 1) dengesini bozmak. 2) işlevini bozmak. underway. Yolda, seyirde (bir gemi için söylenir),
3) dengesiz olma durumu; denge yokluğu; dengesiz Den. bağlı olmayıp seyir halinde olan tekne veya ge
lik. mi.
unbalanced: Dengede olmayan, dengesiz, muvaze undo: Bilgisay.
nesiz. iptal.
unbalanced force: Dengelenmemiş kuvvet. undulate: 1) aşağı yukarı hareket etmek; dalgalan
unbend: 1) düzeltmek (eğilmiş bir şeyi). 2a) Den. mak. 2) dalgaya benzer şekil veya yüzey vermek. 3)
gevşetmek veya çözmek (halat, yelken vb. ini). dalgalı bir şekil veya yüzeye sahip olmak.
unbending: 1) bükülmeyen, eğilmeyen; katı; sert; es undulated: Bkz.
nek olmayan. 2) sıkı. undulate.
unblock: Bilgisay. blok çözmek, undulation: 1) Fiz. ışık veya ses ya da dalga veya
unbolt: 1) sürmesini veya sürmelerini geri çekmek ve tit reşim gibi dalga hareketi. 2) dalgalanma.
ya açmak (kapı vb. inin); sürmesiz; açık. 2) bir cıva undulatory: Görünüşte dalga hareketine sahip her
tayı sökmek veya laçka etmek. hangi bir harekete ait.
unbolted: Cıvata ile bağlanmamış; cıvaîalanmamış. unequal: 1) aynı ölçü, dayanıklık, yetenek, değer, rüt
uncombined: Birleşik durumda olmayan; birleşme- be, sayı, miktar vb. olmayan. S) Dengeli ve simetrik
miş; element şeklinde devam eden. olmayan. 3) düzgün veya muntazam olmayan; de
uncontaminated: Kirlenmemiş; görünür şekilde kir ğişken; dalgalanma veya düzensiz değişim. 4) eşit
lenmemiş. olmayan.
uneven: 1) düz olmayan; düzgün, gönyesinde veya
unconventional engine: Dakikada 11 bin devir ya
yassı olmayan; kaba; düzensiz veya gayrı munta
pan Aspin motoru, kömür tozu ile çalışan Rupa Pavli-
zam. 2) doğru veya paralel olmayan. 3) boy, kalınlık
vb. bakımından eşit olmayan. 4) muntazam olma-
unfinished 581 univalency
unify: Birleştirmek; bir ünite ya da birim yapmak; bir
yan; değişken. 5) Mate, tam olarak iki ile bölünme leşmek.
yen; tek (sayı). unilateral: 1) sadece bir yana ait; sadece bir taraftan
unfinished: 1) bitmemiş; tamamlanmamış; eksik. 2) vukubulan; sadece bir tarafı etkileyen. 2) bir tarafa
boyada olduğu gibi son katı olmayan. dönmüş.
unfired: Yanmasız, içinde yanma olmayan (basınçlı unimolecular layer: Tek molekül kalınlığında olan bir
kap vb. i). katman; tek moleküllü katman; tek katman; örneğin
unfired pressure vessel: ilk hareket hava tüpleri, sıvı su üzerine damlatılan yağlar veya yağ asitleri; yüzey
laştırılmış gaz depoları vb. i gibi basınç altında sıvı, geriliminin incelenmesinde kullanılır.
buhar veya gazları depolayan, fakat içinde yanma union: 1) birleşmiş bir şey; parçalann birleştirilmesiy
oluşturulmayan kap; yanmasız basınçlı kap. le yapılan veya oluşturulan bütün. 2) işçi sendikası.
unfit: 1) uygun olmayan; uygunsuz. 2) fiziksel olarak 3) bir makinede olduğu gibi parçaları birleştirmek
uygun olmayan. 3) verilen bir amaca uygun olma için kullanılan bir parça; özellikle boruların uçlarını
yan veya adapte edilemeyen. 4) uygunsuz yapmak. birbirine bağlayan bir kaplin; rakor, nipel.
unfold: 1) katlarını veya kıvrımlarını açmak veya yay uniplanar: Bir düzlemde görülen veya bir düzleme
mak. 2) gelişmek. 3) açılmak. yerleştirilmiş.
unformed: 1) düzgün bir form veya sekile sahip olma unipolar: Sadece bir kutup ya da bir tür polaritesi (ku-
yan; şekilsiz. 2) yapılmamış; yaratılmamış. 3) geliş tupsallığı) olan; sadece bir kutba ait; tek kutuplu.
memiş veya organize edilmemiş. unipolar induction: Bir mıknatısın bir kutbu tarafın
unguinous: Yağa ait; yağ gibi. dan üretilen elektromotor kuvvet; tek kutuplu endük
ungula: Tepesi, tabanına parelel olmayan bir düzlem siyon.
ile kesildikten sonra, özellikle bir koni veya silindir unique: 1) tek; biricik. 2) diğerlerinden farklı; benzer
den geri kalan parça. lik veya eşitliği olmayan. 3) alışılmamış; olağan dışı;
unhardened: Su verilmemiş veya sertleştirilmemiş nadir; müstesna
(çelikler için söylenir). unit: 1) en küçük tam sayı; bir. 2) standart gibi kulla
unrteated-engine cycle: Term, çalışma sıvısının maki nılan herhangi bir sabit sayı, miktar, mesafe, ölçü
nenin dışındaki bir kaynaktan ısı aldığı çevrim; örne vb. 3) özellikle özel bir amaç için kullanılan tek, ayrı
ğin buharlı güç kuruluşları. bir parça veya cisim; Bir jet uçağının güç ünitesi gi
unhinge: Menteşelerden çıkarmak. bi. 4) Mate, bölünemeyen bir bütün gibi kabul edi
uniaxial: Tek bir ekseni olan; tek eksenli. len sayı veya büyüklük. 5) daha büyük bir birliğin alt
uniaxial crystal: Tek ya da bir optik ekseni olan, çift birimi olan düzenli askerî birlik.
kırılmalı bir kristal; tek eksenli kristal. unitage: Bir ölçü biriminin miktar ve niteliğini belirt
unicolor: Sadece bir renge ait. me.
unicycle: Tek tekerlekli olan bir taşıt. unit, derived: Temel birimler olan uzunluk, kütle ve
unidirectional current: Elekt. sadece bir yöne akan zaman'dan türeyen alan, özgül ağırlık vb. i gibi bir
akım; doğru akım; Bkz. direct current. birim; türetilmiş birim.
uniflow (unaflow): Doğru akımlı; buhar veya yanma unite: Tek yapmak için bir araya getirmek; birleştir
sonucu oluşan gazların yön değiştirmeksizin egzoz mek.
edildiği (buhar makinesi veya dizel motoru). united: Birleşik; birleşmiş.
uniflow diesel engine: Temiz havanın postlardan si unit, fundamental: Bir sistemin temelini oluşturan
lindire verildiği ve egzoz gazlarının silindir kapağı uzunluk, kütle ve zaman birimleri; cgs sistemindeki
üzerindeki supap veya supaplardan egzoz edildiği santimetre, gram ve saniye gibi.
makine; doğru akımlı dizel makinesi veya motoru. unit heater: Gemilerin dümen (makinesi) dairesi vb. i
uniflow engine: Doğru akımlı bir pistonlu buhar maki yerlerinde kullanılan ısıtıcı; ünite ısıtıcı.
nesi veya dizel motoru; doğru akımlı makine. unit injector: Diz. Mot. püskürtme (Boş) pompası ile
uniflow scavenging: Diz. Mot. temiz havanın portiar- püskürtme valfının (enjektörün) aynı gövde içinde
dan silindire verildiği ve egzoz gazlarının silindir ka bulunduğu bir enjektör türü; birleşik enjektör; yunit
pağındaki supap ya da supaplardan atıldığı süpür incekter; püskürtme basıncı çok yüksektir (2030 ba
me türü; doğru akımlı süpürme; Gem. Mak. yuniflov ra kadar).
skavencin. unit magnetic pole: 1 cm'lik mesafede bir diniik bir
uniflow steam engine: Yoğuşma ve buharlaşma ka kuvvetle iten bir manyetik kutup; birim manyetik ku
yıplarını azaltmak amacıyla, taze buharın bir porttan tup.
verildiği ve işgören buharin ise başka bir porttan dı- unit pressure: Birim basınç.
şan atıldığı makine; doğru akımlı pistonlu buhar ma units of heat: Kalori (kal), kilokalori (kkal). Jul (J), ki
kinesi. lojul (M) gibi ısı birimteri.
uniform: 1) daima aynı; şekil, miktari, derecesi, tarzı unit volume: Birim hacim.
vb. i değişmeyen. 2) aynı şekil, görünüş tarzı vb. unit weight: Birim ağırlık.
olan; daima aynı. 3) muntazam; düzgün. 4) ünifor unity: 1) tek olma durumu; teklik. 2) tek; ayrı şey. 3)
ma. Mate, a) bir birim yada 1 olarak düşünülen ya da ta
uniform acceleration: Hızın her saniye aynı miktar nımlanan herhangi bir nitetik, büyüklük vb. i. b) sayı
arttığı ivme; düzgün ivme. veya 1.
uniformity: Muntazam olma durumu, niteliği veya univalence: Tek değerli olma durumu veya niteliği;
anı. tek değerlilik.
uniform velocity: Zamanla değişmeyen hız; düzgün univalency: Bkz. univalence.
hız.
univalent 582 unsaturated compound

univalent: Kimy. a) tek değerli, b) değeri bir (1) olan; unloading valve: Ana ve yardımcı kondenserlerin her
monovalent olarak da kullanılır. birine donatılan ve yardımcı egzoz devresindeki ba
univalve: Mak. sadece bir valfı olan; tek valflı. sınç 15 psi'yi (yaklaşık 1 bar) geçtiği zaman buharı
univalved: Bkz. univalve. yardımcı egzoz hattından kondensere boşaltan valf;
univalvular: Bkz. univalve. yüksüzleştirme valfı.
universal: 1) sınırlı ve kısıtlı olmayan. 2) uzaya ait; gö unlock: Açmak ya da çözmek (kilitli bir şeyi).
rünen her yer veya herşey. 3) tüm veya bütün. 4) unloose: Serbest bırakmak; salıvermek; çözmek; sök
her tür, şekil vb. i için kullanılabilir; herhangi bir kul mek.
lanıma adapte olabilir: Universal voltaj regülatörü, unloosen: Serbest bırakmak;
hesap makinesi vb. gibi. 5) hem doğru akım ve hem çözmek.
de alternatif akım da çalışan elektrik motoru. unmagnetized: Dış manyetik alanı olmayan bir ferro-
universal attraction: Kütlelerle doğru orantılı ve me manyetik numuneye ait; mıknatıslanmamış.
safenin karesi ile ters orantılı olan çekim; yerçekimi. unmake: 1) önceki, orjinal şekli, elementlerine veya
universal gravitation: Bir maddenin her bir taneciği durumuna dönmeye neden olmak. 2) tahrip etmek;
diğer taneciklerin her birini çeker; yerçekim kuvveti. harabetmek.
universal joint (or coupling): Otomobillerin unmanned: 1) insansız; personelsiz; otomatik
şaftında olduğu gibi, herhangi bir yönde, sınırlı açıda kontrol lu gemilerin makine daireleri gibi
dönme ye izin veren bir bağlantı veya kaplin; personelsiz çalı şan.
universal kav unmoor: 1) palamarlarını (halatlarını) serbest bırak
rama veya kaplin; kardan mafsalı. mak (bir gemi vb. inin) veya mola etmek. 2) iki de
universal Joint bearing: Kardan mafsalını taşıyan ya mirden birini vira etmek. 3) karamusalı fora etmek.
tak; kardan mafsalı yatağı. unnatural: 1) doğal olmayan; garip; anormal. 2) ya
universal motor: Elekt. seri olarak bağlanan hem pay.
doğru akım ve hem de alternatif akımlarla çalışan unnecessary: Gerekli olmayan; gereksiz; faydasız.
elektrik motoru;
universal universalpense.
plier: Ünivesal motor. unnilennium:
266; at.no. 109.Kimy. 109 numaralı element; at.ağ.
universal shunt: Bir direnç kutusundaki bir kaç farklı unnilhexium: Kimy. 106 numaralı element; at.ağ.
paralei ya da şönt dirençler; universal şönt. 263; at. no. 106.
universal wrench: Mak. kurbağacık; İngiliz anahtari. unniloctium: Kimy. 108 numaralı element; at.ağ. 265;
universe: 1) varolan şeylerin tümü; kozmoz; evren; at. no. 108.
acun; uzay. 2) Dünya unnilseptium: Kimy. 107 numaralı element; at.ağ.
unjoint: 1) ayırmak (bir bağlantıyı). 2) bağlantılarını 262; at. no. 107.
ayırmak. unnumbered: 1) sayısız; sayılmaz; pek çok. 2) açıkla
unkempt: Parlatılmamış veya damıtılmamış; ham; ka namaz sayı veya sayılarda olan.
ba. unorganized: 1) organik yapısı olmayan. 2) munta
unknown: 1) bilinmeyen. 2) Mate. bilinmeyen bir ni zam sırası, sistemi veya organizasyonu olmayan. 3)
celik; böyle bir niceliğin simgesi. bir sendikanın üyesi olmayan; sendikasız.
unlade: 1) yükünü boşaltmak veya tahliye etmek (bir unorganized ferment: Bkz. enyzme.
gemi vb.). 2) boşaltmak (yük vb.). unoxidizable: Paslanmaz; paslanmayan.
unlay: Den. kol ya da flasalarını açmak (halat için unparalleled: Paralel, eşit veya tamamlayıcı olma
söylenir). yan.
unleaded: 1) kurşunla kaplanmamış; kurşunsuz. 2) unpeg: 1) çivi ya da çivilerini çıkarmak. 2) bu şekilde
Matb. kurşun (anterlin) ile ayrılmış satırları olmayan; çözmek.
anterlin yerleştirilmemiş. unpin: 1) toplu iğne veya toplu iğnelerini çıkarmak.
unlike: 1) zıt yönlerde etkiyen (paralel kuvvetler gibi). 2) bu şekilde çözmek veya ayırmak.
2) bir mıknatısın bir kuzey ve bir güney kutbunu be unplumbed: 1) derinliği iskandil edilmiş veya ölçül
lirtir; örneğin iki aksi kutup birbirini çeker gibi. memiş. 2) boru tesisatı olmayan. 3) kurşunla mühür
unlimited: 1) sınırsız veya kısıtsız. 2) hudutsuz; vasî; lenmemiş.
sınırlanamayan. 3) açıklanamayan; belirsiz. unrefined: Damıtılmamış; tasfiye edilmemiş; rafine
unlink: Baklalarını (zincir vb. inin) ayırmak veya sök edilmemiş.
mek; bağ çözmek. unrepair: Tamir edilmemiş; onarılmamış.
unload: 1) çıkarmak, boşaltmak veya tahliye etmek unrig: Donanım veya armasını çıkarmak veya fora et
(bir yük, kargo vb.). 2) yük ya da kargosunu almak mek.
(gemi vb. inden). 3) dolgusunu ya da şarjını çıkar unrivet: Mak. perçinlerini çıkarmak, gidermek veya
mak (bir silâhtan). 4) bir şeyi, özellikle bir yükü bo kesmek.
şaltmak veya tahliye etmek. unsaturated: 1) doymamış; işba haline gelmemiş;-
unloader valve: Diz. Mot. sabit basınçlı püskürtme meşbu olmayan. 2) Kimy. a) bazı elementleri, elan
sistemlerinde, sabit basınç kabını yüksek basıncın diğer elementlerle birleşme Kapasitesine sahip olan
tehlikelerinden koruyan yay yüklü bir güvenlik valfı; bir bileşiğe ait veya onu belirten, b) çözünmeyen
basınç regülatörü; yüksüzleştirme valfı. erir maddeleri ile dengede olmayan bir çözeltiye ait
unloading: Yükünü boşaltma (bir gemi vb. inin), çı veya onu belirten, c) iki veya üç bağ ile iki karbon
karma veya tahliye etme. atomuna bağlanan organik bir kökü belirtir.
unloading machine: Nükleer bir reaktörde yakıtı bo unsaturated compound: Bir veya daha fazla ikili ve
şaltmak veya çıkarmak için kullanılan makine; boşalt ya üçlü bağ kapsayan ve dolayısıyla birleşik ürünler
ma makinesi. oluşturan etilen ve stiren gibi bir karbon bileşiği;
un sa t u ra t e d h y d rocar bon s 583 u ra niu m o x id e

doymamış bileşik.
ki.
unsaturated hydrocarbons: Kimy. karbondan
upper piston: Karşıt pistonlu dizel motorlarında eg
karbo na iki veya daha fazla sayıda bağ kapsayan
zoz portlarını denetleyen veya açıp kapayan piston;
molekül lerden oluşan hidrokarbonlar; doymamış
üst piston; egzoz pistonu.
karbonlu hidrojenler.
upper works: Den. yüklü bir geminin su yüzeyi üze
unsaturated solution: Belirli bir sıcaklıkta daha fazla
rinde kalan kısmı.
çözünür çözebilen bir çözelti, doymamış çözelti.
upraise: Yükseltmek; yukarıya kaldırmak; yükselt
unscrew: 1) vida ya da vidalarını çıkarmak. 2) vida
mek.
ve ya vidalarını çıkararak ayırmak veya çözmek;
upright: 1) dikey veya düşey durumda; dik. 2) dikey
laçka etmek.
veya düşey olma durumu. 3) düşey durumda olan
unship: 1) bir gemiden (yük vb. ini) almak, çıkarmak
bir şey; düşey parça veya aza.
veya tahliye etmek. 2) kullanım için münasip yerin
den (kürek, direk vb. ini) çıkarmak. 3) karaya çıkar uprise: 1) tırmanmak; yükselmek. 2) yukarıya doğru
mak (yolcuları). 4) tahliye etmek; yük boşaltmak. hareket etmek veya tırmanmak. 3) dik olmak. 4) öl
unsolder: Lehimlenmemiş parçaları ayırmak. çü, hacim vb. inde çoğalmak. 5) yükselme işi ya da
unstable: 1) sabit, sıkı veya sağlam olmayan; kolay işlemi. 6) yukarıya doğru yükseliş veya tırmanış.
ca bozulan, yer değiştiren veya dengelenemeyen. uprising: 1) yükselme işlevi. 2) yukarıya doğru çıkış
2) değişebilir; değişken; dalgalanan. 3) Kimy. bozun- veya yükseliş.
ma ve diğer bileşiklere dönüşme yeteneği. 4) daya upset: 1) Meka. a) tav sıcaklığındaki demiri döverek
nıksız. kısaltmak veya kalınlaştırmak; şekil vermek. 2) Me
unstable compound: Kolayca bozunabilen bir bile ka. a) şekil vermek için kullanılan kalıp, b) şekil veri
şik; dayanıksız bileşik. len (dövülen) veya şişirilen kısım ya da parça.
unstable equilibrium: Den. bir tarafa yattığı veya upsetting moment: Düzeltme momenti; Bkz. righ
meylettiği zaman ilk haline dönmeme durumu (ge ting moment.
upside: Üst taraf ya da parça.
mi, tekne vb. için söylenir); kararsız denge.
upstroke: Dikey çalışan motorlar, buhar makineleri,
unsupercharged. Süperşarjsız veya aşırı doldurma-
pistonlu pompalar vb. inde silindir içindeki pistonun
sız (motor ya da buhar kazanı).
yukarı stroku, kursu veya hareketi; yukarı strok; yu
unsupercharged engine: Süperşarjsız veya aşırı dol-
karı kurs.
durmasız makine veya motor; doğal emişli makine;
uptake: 1) duman ve gazları külhandan bacaya taşı
süpürme havalı makine ya da motor.
yan bir boru. 2) alev borulu kazanlarda duman san
unterseeboat: Sualtı teknesi; denizaltı gemisi: Çoğu
dığı ile baca kaidesi veya bacanın oturduğu yer ara
zaman U-boat kısa şekli ile belirtilir.
sındaki kısım; çoğu buhar kazanında bu kısma eko-
untwist: Çözmek veya ayırmak için zıt yönde döndür
nomizör, hava ısıtıcısı gibi, ısıtıcıların boruları yerleş
mek.
tirilir. 3) havalandırma bacası veya borusu.
unused: 1) kullanılmayan. 2) asla kullanılmamış.
upthrust: 1) yukarıya doğru itme veya trast. 2) yerkü
unusual: Nadir; müstesna; olağan dışı.
re kabuğu parçasının yukarı kaldırılması.
unvarnished: 1) cilalanmamış; cilâsız. 2) düz; sade.
upturn: Yukarıya çevirmek.
up: 1) aşağıdan yukarı bir yere; yerden uzakta; yuka
rıda. 2) ufkun üzerinde. 3) daha yüksek miktar, dere Ur: Bkz. uranium.
ce vb. 4) bir tarafa; uzağa; bir kenara. 5) tam ola uralite: Ural Dağlarında bulunan amfibol; uralit.
rak; tümüyle; tamamen. 6) Den. dümen yekesini rüz uralitic: Uralit'e ait veya ona benzeyen.
gâr üstüne basmak. 7) daha yüksek bir yere doğru. uranic: Semaya ait; semaya ilişkin; göksel; astrono
8) kaynağına (nehir vb. inin) doğru. 9) yükseltmek. mik; astronomiye ait.
10) içeriye. uranic: Yüksek değerli uranyum kapsayan veya ona
upbuild: inşa etmek. ait; uranik.
upcast: 1) Maden, havalandırma bacası. 2) yukarıya uranides: Kimy. periyodik sistemde proaktiniyum'dan
doğru atılan bir şey. 3) yukarıya fırlatılan. 4) yukarı sonra gelen elementler; uranidler.
ya döndürülen veya yöneltilen. uraninite: Uranyum, toryum, kurşun, itriyum ve ba-
zan helyum ve argon gazları kapsayan siyah mat bir
updraft carburetor: Benz. Mot. içinde hava-benzin
mineral; uraninlt.
ka rışımının yukarıya doğru aktığı karbüratör; yukarı
uranite: Uranyumun kalsiyum ve bakır ile oluşturdu
akışlı karbüratör; vertical carburetor olarak da
ğu doğal fosfatlar grubunun biri; uranit.
kulla nılır.
upkeep: Bakım; onarım; bakım gideri. uranitic: Uranit veya uranyum kapsayan; uranit veya
upligt: 1) yukarıya kaldırmak; kaldırmak; yükseltmek. uranyuma ait.
2) kaldırma işi veya işlemi; kaldırma; yükseltme. uranium: Çok sert, ağır, az çok dövülebilir radyoaktif
upmost: Bkz. uppermost. bir kimyasal element; uranyum; sadece bileşikleri
upper: 1) daha yüksek yerde ya da fiziksel durumda. şeklinde bulunur ve özellikle kütle numarası 235 (U-
235) olan izotopu zincirleme tepkimeye uğrayabi lir
2) yukarki; yukardaki.
ve plütonyum üretilir; Simg.U; yarılama süresi
upper dead center: Motorlar, pistonlu buhar makine 9

leri ve pistonlu pompalarda, pistonun silindir içinde 4x10 ; at.ağ. 238,07; at.no.92.
çıkabildiği en üst nokta; üst sente; üst ölü nokta. uranium isotope: Uranyum izotopu; bu izotoplardan
23 5
upper deck: Den. üst güverte. biri atom ağırlığı 239 olan U 'tir.
uppermost: Yer, durum, güç, etki vb. i bakımından uranium metals: Aktinit serisi (eski isim).
en yüksek; en üst; en üstteki; en yukardaki; tepede uranium oxide: Seramikçilik ve boya maddelerinde
kullanılan yeşil bir mineral; uranyum oksit, U3 O8 .
u ra niu m serie s 584 uviol glas s

uranium series:
238
U'da n başlayıp dayanıklı bir lanma. 6) kullanım gücü veya yeteneği. 7) kullanım
2 06 hakkı veya izni. 8) kullanım yolu. 9) avantaj, fayda
nük- lit olan Pb'y e kadar devam eden
ya da yarar; kullanışlılık. 10) görev; iş; hizmet. 11)
radyoaktif seri; uranyum serileri.
gelenek; alışkanlık; itiyat; adet.
uranography: Görünür uzay ve gök cisimlerini, özel
useability: Bkz. usability.
likle sabit yıldızların tanımlanması ve gök haritaları
nın yapımı ile ilgilenen astronomi dalı; uranoğrafi. useable: Bkz. usable.
uranology: 1) görünür uzay ve gök cisimlerinin yazılı used oil analysis: Kullanılmış ya da kullanılmakta
tanımlanması. 2) uranoğrafi. olan yağlama yağlarının içindeki yakıt, su, metal par-
uranometry: 1) görünür uzayın ölçümü. 2) gök cisim tikülleri, koloidal grafit, yanma asitleri vb. inin yüzde
lerinin özelikle görünür sabit yıldızların harita, grafik lerinin saptanması için yapılan analiz; kullanılmış ya
ya da listesi. ğın analizi.
used parts: Bir makine vb. inden çıkarılan ve gerekti
uramous: Özellikle alçak değerli uranyum kapsayan
ğinde tekrar kullanılabilecek parçalar; kullanılmış
veya ona ait.
parçalar.
uranyl: Uranyumun bir çok bileşiğinde bulunan iki de
useful: Faydalı veya yararlı; kullanışlı; avantajlı.
ğerli bir kök; uranil, U0 2 .
uranylic: Uranil kapsayan; uranile ait; uranile benze useul work: Mot. silindir içinde yakılan yakıtın
yen. oluştur duğu ısının fren ya da effektif beygirgücüne
urea: Bio. memelilerin idrarlarında bulunan ve sente dönü şen miktarı; yararlı iş.
tik olarak da üretilen çok çözünür, kristalli katı; üre, U.S. gallon: Amerikan galonu; Bkz. gallon.
CO(NH 2 )2 ; plâstik, zamk (tutkal) vb yapımında kulla useless: Faydasız ya da yararsız; kullanışsız; değer
nılır. siz; başarısız.
urea-formaldehyde resins: Bkz. urea resins. usual: Alışılmış; olağan; yaygın.
urea resins: Üre ve formaldehitin birbirlerini etkime- utile: Faydalı; yararlı; elverişli.
siyle üretilen reçineler grubu. utilise: Bkz. utilize ing.
utility: 1) yararlı ya da faydalı olma niteliği veya özelli
urease: Ürenin hidrolizini ilerleterek amonyum karbo
nata çeviren bir enzim; urase şeklinde de kullanılır. ği; yararlılık. 2) yararlı bir şey. 3) kamuya yararlı
şey, özellikle elektrik enerjisi, gaz, su, telefon vb. i
urethan: Bkz.
urethane. hizmetler. 4) Bilgisay. hizmet programı.
urethane: 1) amonyağın etil karbonatı etkimesi veya utilizable: Yararlanılabilir.
üre nitrat ve etil alkolün ısıtılması ile elde edilen be utilization: Faydalanma; yararlanma; kullanım.
yaz, kristalli bir bileşik; üretan, C 3 H 7 0 2 N ; utilize: Kullanarak yarar sağlamak; faydalanmak; kul
müsekkin ve uyutucu olarak kullanılır. 2) karbonik lanmak.
utmost: 1) en uzak veya sınırda bulunan; en uzak
asitin her hangi bir esteri.
mesafe; en uzak. 2) en büyük veya en yüksek dere
uric acid: idrarda bulunan, suda hafifçe çözünen, be
yaz, kokusuz, kristalli madde; ürik asit, C 5 H 4 N 4 0 3 . ce, miktar, sayı vb. ine ait; en büyük. 3) mümkün
urushiol: Zehirli sarmısak ve Japon lâk ağacında bu olan en çok sayı veya en büyük; son sınır veya dere
lunan zehirli, tahriş edici sıvı; uruşyol, C 2 H 3 2 0 2 . ce; uttermost şeklinde de yazılır.
usability: Kullanılır olma durumu veya niteliği; usea- U-trap: Kondenserle hava pompası, erecekler
bility şeklinde de yazılır. konden- seri ile ana kondenser arasında ve kısmen
usable: Kullanılabilir; kullanıma elverişli; useable şek yoğuşum suyu ile dolu bulunan U şeklinde bir
linde de yazılır. boru; yoğuşa- mayan buharın kondensere
usage: 1) kullanma veya muamele etme işi veya yo geçmesine engel olur.
lu; muamele; kullanım; kullanma. 2) uzun süreden utter: 1) tam; toplam; total. 2) mutlak; salt.
beri gelen veya tesis edilmiş adet ve örf; gelenek; uttermost: Bkz.
alışkanlık. utmost.
U.S.C.G.: ABD sahil güvenlik Bkz. United States Co U-tube manometer: U şeklinde ve her bir kolda hızlı
ast Guard. ve doğru okumayı sağlayan küçük bir şamandra bu
use: 1) pratik yapmak; egzersiz yapmak. 2) muamele lunan manometre; U borulu manometre; U borulu
etmek. 3) kullanarak sarfetmek, harcamak ya da tü basınçölçer.
ketmek. 4) alışmak; adet edinmek. 5) kullanım; kul uviol glass: Morötesi ışığına bir hayli saydam olan
bir cam.
V, yükseltme sistemi.
V, v. vacuum bottle: iç ve dış duvarlan arasındaki vakum
yardımıyla sıvıları sıcak ya da soğuk tutmak için kul
V: Bkz. vanadium. lanılan, şişeye benzer bir kap; termos şişesi; ter
V. (v.): Bkz. 1) velocity. 2) volt; volts. 3) vector. mos; vacuum flask biçiminde de kullanılır.
v.: Bkz. 1) valve. 2) voltage. 3) volume. vacuum breaker: Gem. Mak. havasıziandırma ısıtıcıla
V-1: ikinci Dünya Savaşı sırasında ingiltere'ye karşı rının üst kısmına yerleştirilen ve ısıtıcının içersinde at
kullanılan, pilotsuz uçağa benzeyen jet pervaneli Al mosfer altı basınç oluşmasına engel olan bir cihaz;
man bombası; robot bomba. vakum bozucu; vakum kirici.
V-2: İkinci Dünya Savaşı'nda ingiltere'ye karşı kullanı vacuum chamber: Tek etkili pistonlu pompalarda,
lan, stratosfere tırmanan ve sesten daha hızlı hare özellikle plencerli olanlarda emme devresi üzerine
ket eden roket pervaneli Alman bombası. yerleştirilen ve bu devreyi iki bölüme ayıran hücre;
vacua: Bkz. vacuum. vakum hücresi.
vacuity: 1) boş olma niteliği veya durumu; boşluk. 2) vacuum cleaner: Emme yöntemi ile halıları, döşeme,
boş bir hacim; vakum. yer, döşemelik eşya vb. ini temizlemek için kullanı
vacuous: Boş. lan bir makine; elektrik süpürgesi; vakumlu temizleyi
vacuum: 1) içinde hiç bir şey olmayan boşluk; tümü ci.
ile boş hacim; vakum; mutlak boşluk; hâlâ; elde edi vacum distillation: Bir maddenin kaynama noktasını
-6 düşürmek için, düşük basınç altında damıtma; va
len en yüksek vakum 10 mm Hg'dir. 2a) bir vakum
kumlu damıtma: Su, vakumda 100°C'nin altında kay
tüpünün içi gibi pompalanarak içindeki hava ya da
nar ve buharlaşır.
gazın büyük bir bölümünün alındığı hacim; atmosfer
vacuum flask: Bkz. vacuum bottle.
basıncından daha küçük basınçta hava ya da gaz
kapsayan hacim, b) basıncın, atmosferik basınç altı vacuum gauge: Hava, gaz, buhar vb. i akışkanların at
na getirilmesi derecesi. 3) içinde bulunan şeyler çı mosfer altı basınçlarını ölçmek için kullanılan bir ci
karılarak boş bırakılan hacim. 4) vakuma ait. 5) va haz; Gem. Mak. vakum geyiç; vakum ölçer; vakum
kum yapmak için kullanılan. 6) vakuma sahip olan; göstergesi: Hava pompaları Bkz. air pump, konden
kısmen ya da tamamen boşaltılan hava veya gaz. 7) ser vb. i yerlerde kullanılır.
emme veya kısmî basınç üretilerek çalışan. 8) elek vacuum indicator: Koruyucu yalıtıcın bir keys veya
trik süpürgesi ve vakumlu temizleyici ile temizlemek. mahfaza içersinde damıtık (distile) su olan bir cam
vacuum advance: Benz. Mot. distribütörle birlikte ya kaba yerleştirilmiş ıslak hazneli termometreden olu
pılan yük ve hızdaki değişimler için en uygun kıvıl şan ve sıcaklık yerine doğrudan vakumun okunması
cım avansını otomatik olarak düzenleyen ve otomo nı sağlayan cihaz; vakum gösterici.
vacuummeter: Bkz. vacuum gauge.
bil makinelerinin büyük bir bölümüne donatılan bir
mekanizma; vakum ya da boşluk avansı. vacuum pump: Hava sızdırmaz bir hacimden hava,
gaz veya buhan emmek için kullanılan bir pompa;
vacuum augmenter condenser: Vakum yükseltme
vakum pamp; vakum pompası. 2) buharın yoğuşma-
kondenseri; ana kondenser dışında küçük bir kon-
sı ile oluşan su, buğu ve gazları emerek kondenser-
denser; Bkz. vacuum system.
de vakum oluşturan bir pistonlu pompa; erpamp
vacuum augmenter system: Bir ecekter ile, bu ecek-
Bkz. air pump.
terin ana kondenserden boşalttığı hava ve buğunun
vacuum surge tank: Vakumlu (kapalı) besi suyu dev-
küçük bir kondenserden geçirilerek hava pompası
veya erpampın alıcı tarafına iletildiği sistem; vakum
vacum test 586 valv e gea r di agra
m
olarak değeri büyük olan. 3) pahalı.
relerinde kullanılan ve üst tarafından bir boru ile kon- value: 1) değer veya kıymet. 2) pazar fiyatı. 3) para
densere bağlanan, içindeki vakum ile kendisine veri olarak eşdeğeri (bir şeyin). 4) satın alma gücü. 5)
len yoğuşum suyu içindeki havanın kondensere değerini tahmin etmek: kıymetini saptamak.
emilmesini sağlayan bir tank; vakum tankı. valueless: Değersiz ya da kıymetsiz.
vacuum test: Kondenserlere uygulanan bir sızdırmaz- valve: 1) bir savak, kanal vb. indeki su akımını ayarla
lık deneyi; vakum deneyi; vakum testi: Kondenser yan bir kapı; kanal kapağı. 2) Elekt. a) sadece bir
kapakları açılır, türbin boğazları sızdırmaz hale getiri yönde akıma müsaade eden elektrolitik bir hücre ve
lir, kondenserde vakum oluşturulur ve boru aynaları ya diğer cihaz, b) İng. elektron tüpü. 3) Meka. a) bir
na ince polietilen yayılır. Polietilenin bozulduğu kıs boru veya tüpte sadece bir yönde akıma müsaade
mın sızdırdığı anlaşılır; bu deney mum alevi ile de eden herhangi bir cihaz, b) böyle bir cihazdaki ka
yapılabilir. pak, tapa vb. 4) valf ya da valflarla donatmak. 5)
vacuum thermocouple: Isıtma etkisi ile çok zayıf al valf ya da valflarla (bir sıvının) akımını denetlemek.
ternatif veya doğru akımları ölçmek için kullanılan valve actuating gear: Supap veya valf hareket
bir termokupl veya pirometre; vakumlu termokupl. meka
vacuum tube: 1) içindeki havası veya gazı büyük nizması; Bkz. valve gear.
oranda azaltılmış bir katot (flaman), bir anot (levhe) valve adjustment: Mot. supap sapları ile piyano veya
ve birinden diğerine elektron akımını denetleyen bir kulbütör arasındaki boşluğun ayarlanması; valf veya
ızgaradan (grit) oluşan sızdırmaz cam ya da metal supap (boşluğu) ayarı.
bir tüp; elektron tüpü; doğrultmaçlarda, detektörler valve adjusting nut: Mot, supap boşluğunun ayar
de, amplifikatörlerde vb. kullanılır. 2) aralarında edilmesini sağlayan somun; supap (boşluğu) ayar
elektrik boşalımlarının geçebileceği metalik elektrot somunu; bir kontra somun ile yerine tespit edilir.
ları bulunan ve içindeki hava ya da gazın yüksek de valve, admission: Bkz. admission valve.
recede boşaltılmış olduğu sızdırmaz bir tüp. valve, air starting: Bkz. air starting valve.
vacuum valve: ing. vacuum tube. valve body: a) türlü valflar, örneğin stop, geri döndür
vacuum voltmeter: Elektronik voltmetre. mez, geyt vb. i valflerln gövdeleri, b) yakıt püskürt
valence: Kimy. bir element ya da radikalin (kökün) di me valfının gövdesi; supap kütüğü.
ğeri ile birleşme kapasitesi; değer; valans; oksijen valve bridge: Doğru akımlı, yüksek devirli dizel
iki değerlidir gibi. 2) değer birimi. motor larında, silindir kapağında bulunan egzoz
valence electrons: Atomun en dış kabuğundaki supapları nın aynı anda açılıp kapanmasını
elek tronlar; valans elektronlar. sağlamak amacıy la bir supap piyanosu, liveri ya da
valence, maximum: Bir element veya onun herhangi kulbütörünün de netlediği, yaylı bir parça; supap
bir bileşiği tarafından gösterilen en yüksek değer; köprüsü,
en yüksek değer. valve bronze: Valf bronzu; Bkz. bronze, compositi
valence, negative: 1) bir atomun kabul edebileceği on "M".
elektronların sayısı; örneğin klor negatif 1 değerine valve, by-pass: Bkz. by-pass valve.
sahiptir. 2) negatif yüklenmiş bir iyonun değeri; ne valve gage: Mot. supapları taşıyan, onlara yuva ve
gatif değer. gayıt görevi yapan ve iki saplama ile silindir kapağı
valence, normal: Bir elementin normal olarak bileşik na bağlanan kısım; supap kafesi; supap kütüğü.
lerinin çoğunda gösterdiği değer. valve, check: Bkz. check valve.
valence number: Bir atomun birleşme sırasında kay valve chest: Gem. Mak. türlü pompaların alıcı ve veri
bettiği, kazandığı veya paylaştığı elektronların sayısı; ci taraflarında bulunan, tanktan tanka, denizden tan
valans ya da değer sayısı. ka veya tanktan denize sıvı almak ve basmak için
valence, positive: 1) bir atomun serbest bıraktığı üzerinde valflar bulunan bir sandık; valf sandığı.
elektronların sayısı; örneğin hidrojen pozitif iki değe valve diagram: Esk. Pist. Buh. Mak. slayt valf
re sahiptir. 2) pozitif yüklenmiş bir iyonun değeri; po (çekme ce) periyotlarını ve erken giriş miktarını
zitif değer. saptamak için kullanılan elips, Sweet, Zeuner,
valence shell: Bir atomun en dış elektron Bilgram vb. i di yagramlardan herhangi biri; valf
kabuğu. diyagramı.
valency: Bkz. valence. valve, discharge: Bkz. discharge valve.
valency bond: Bir molekülde atomları birlikte tutan valve disk: Valf veya supap diski ya da tablası; her
kuvvet; değer ya da valans bağı. hangi bir egzoz veya emme süpapının kendisine
valeraldehyde, iso: Sıv. Yük. izo valeraldehit; 3- uyan bir yuvaya oturan ve sızdırmazlık sağlayan kıs
metil- bütanol; 3-metilbütiraldehit; izovaleral; izo mı.
valerik al dehit; buharları yanıcı, insan sağlığı için valve, escape: Bkz. escape valve.
zararlı, alifa tiklerden higroskopik olmayan, oldukça valve, exhaust: Bkz. exhaust valve.
dayanıklı, el maya benzer kokulu, renksiz bir valve face angle: Mot. supap yüzey açısı; supap tab
sıvı; Simg. (CH 3 )2 CH.CH 2 CHO; 17°/4°C'de lasının yatayla yaptığı, 30°-60° arasında olan, çoğu
öz.ağ. 0,803; zaman 45°'likaçı.
k.n.92,5°C; d.n.-51°C; suda hafifçe çözünür; viskozi valve, gate: Bkz. gate
tesi belli değil; gemilerde çevre sıcaklığı ve atmosfer valve.
basıncında taşınır. valve gear: 1) Mot. supapların belirli zamanlarda açıl
valerianic: Bkz. valeric. masını sağlayan ve kam milini çeviren donanım,
valeric: Kediotu kökünde bulunan, sentetik olarak da kam mili, kamlar, kam makaraları, supap itecekleri,
yapılan dört izomerik asitten (C4H9COOH) birine ait kulbütörler ve supaplardan oluşan donanım. 2) Buh.
veya onu belirten; valerik. Mak. slayt valf ya da çekmeceyi hareket ettiren me
valuable: 1) maddî değeri olan; kıymetli. 2) parasal kanizma.
valve gear diagram: Bkz. valve
diagram.
valve grinder 587 valv e t imin g di agra
m
valve grinder: Mot. supap yüzeylerini taşlamak için
kullanılan bir cihaz; supap taşlayıcısı; supap alıştırıcı- si
si;türünden
Gem. Mak.süre;
valfsupap çakışması; supap bindirme
overlepl.
sı. valve, pilot: Bkz. pilot valve.
valve grinding: Mot. alıştırmak amacıyla supap yüze valve, piston: Bkz. piston valve.
yini taşlama. valve, quick closing: Bkz. quick closing valve.
vaive guide: Mot. özellikle dizel motorlarında supap valve, reducing: Bkz. reducing valve.
saplarının içersinde hareket ettikleri silindirik kısım valve, regulating: Bkz. regulating valve.
lar; supap gayıtları. valve, relief: Bkz. relief valve.
valve head face angle: Mot. supap disklerinin (tabla valve rotator: Supap döndürücüsü; supap rotatoru;
larının) açısı; bu açı 30-60 derece arasında değişir; Bkz. rotocap.
en çok rastlananı 45°'dir; supap diski yüzey açısı; valve, safety: Bkz. safety valve.
supap (diski) açısı, valve, scavenging: Süpürme havasının portlardan ve
valve holder: Valf, ventil veya supap tutucusu ya da rildiği ve egzoz gazlarının silindir kapağındaki supap
taşıyıcısı. ya da supaplardan dışarı atıldığı bir doğru akımlı sü
valve-in-head engine: Silindir kapağı (kaveri) üzerin pürme türü; süpaplı süpürme; valflı süpürme.
de giriş ve egzoz supapları ile püskürtme, emniyet valve seat:1) Mot. silindir kapağı ya da supap kütü
vb. i valflar bulunan içten yanmalı, çoğu dört zaman ğünde (kafesinde) bulunan, supapların sızdırmaz
lı olan makine; supapları (silindir) kapağında bulu bir biçimde oturdukları ve supap diskine uygun yapıl
nan makine ya da motor. mış kısım; supap yuvası; valf yuvası; valf siti. 2)
valve, injection: Bkz. injection valve. Mak. türlü sıvı ve akışkan akımına müsaade eden
valve, inlet: Bkz. inlet valve. valfların disklerinin oturduğu kısım; valf siti veya yu
valve, intake: Bkz. intake valve. vası.
valve lapping: Mot. bir supabın yüzeyi ile yuvasının valve seat insert: D/'z. Mot. supapların yuvalarına ge
yüzeyini, aralarından hava ya da gaz sızmayacak şe çirilen, çoğu zaman stellit'ten yapılan, mekanik ve
kilde düzeltmek; supap alıştırma. ısıl gerilmelere dayanıklı ve dökme demirle hemen
valve lapping tool: Supap alıştırmasında kullanılan hemen aynı genleşme katsayısına sahip olan bir yük
küçük bir el breyzi; supap alıştırma aleti. sük; supap yüksüğü; supap yuvası geçmesi; valf sit
valve lash: Mot. supap sapı ile kulbütör (supap liveri) yüksüğü (stellitten yapılır).
arasında bulunan ve kayıp hareket oluşturan supap valve, snifting: Bkz. sniffing valve.
boşluğu ya da klerensi. valve spindle: Bkz. valve stem.
valve lash adjuster: Diz. Mot. supapların boşluklarını valve spring: Mot. supapları çekerek yuvalarına otur
otomatik olarak ayar eden a) yaylı ya da mekanik ve malarını sağlayan helisel yay; supap yayı.
b) hidrolik olmak üzere iki türlü yapılan bir cihaz; su valve spring retainer: Mot. supap yayları ile supap
pap klerens ayarlayıcısı; bu tür ayarlayıcılarda kulbü saplarını birbirlerine bağlamak üzere saptaki bir yu
tör ile supap sapı arasında boşluk yoktur; Bkz. zero vaya geçen ve iki parçadan oluşan tutucu; supap
lash adjuster. yay tutucusu veya taşıyıcısı.
valveless: Valfsız veya süpapsız (port ya da pencere valve spring surge: Supap yayı dalgalanması; Bkz.
lerle donatılmış iki zamanlı motorlar için söylenir). spring surge.
valveiess engine: Mot. supapları olmayan, süpürme valve, starting: Bkz. starting valve.
ve egzoz portları ile donatılmış makine; valfsız maki valve stem: 1) Mot. supapların bir yay ve yay tırnakla
ne; süpapsız makine; iki zamanlı (portlu) makine. rı ile taşınan, bazan sodyum, su veya yağ tarafından
valvelet: Küçük valf. soğutulan kısmı; supap sapı. 2) Mak. türlü sıvı, bu
valve lever: Mot. supap saplarını bastırarak supapla har veya gazları elleçleyen, valfların disklerini yuvala
rın silindir içine doğru açılmalarını sağlayan, hemen rından kaldıran, ucunda bir el tekeri bulunan, diğer
hemen ortasından yataklandırılmış bir tür kaldıraç; ucu valf diskine bağlı olan klavuzlu bir rod veya çu
supap levyesi; piyano; kulbütör; supap liveri; Bkz. buk; valf sapı; valf sıpındıli.
rocker arm. valve stics: Buh. Mak. slayt valfların (çekmecelerin)
valve lift: Mot. emme (giriş) veya egzoz supaplarının lid (erken giriş), katof (kesme), riliz (erken çıkış) ve
açıldıkları zaman yuvaları ile aralarındaki dikey me kompresyon (sıkıştırma) noktalarını ayarlamak için
safe; kalkma miktarı; supap açma miktarı. kullanılan, çam tahtasından yapılan 12,7 x 19,05 mm
valve lifter: Mot. kemin üzerinde, bir gayıt içinde aşa (1/2 x 3/4 in.) ölçülerindeki iki çubuk; slayt valf mas
ğı yukarı hareket eden parça; puşrot veya tapet ro- tarları.
dun kayma hareketi yapan kısmı; supap kaldırıcısı; valve, stop: Bkz. stop valve.
valf lifter; valve tappet şeklinde de kullanılır. valve, suction: Bkz. suction valve.
valve locks: Bkz. valve spring retainer. valve, swing-check: Bkz. swing-check valve.
valve, maneuvering: Bkz. maneuvering valve. valve-tappet: Mot. supap iteceği; Bkz. push rod.
valve mechanism: Supap hareket mekanizması; Bkz. valve timing: Mot. emme (giriş) veya egzoz supapları
valve actuating gear. ile püskürtme valflarının ölü noktalara göre krank
valve motion: Bkz. valve lift. açısı türünden açma veya kapama noktaları; supap
valve, needle: Bkz. needle valve. zamanlaması; valf taymlngi.
valve, non-return: Bkz. non-return valve. valve timing diagram: Mot. ağır, orta ve yüksek devir
valve overlap: Mot. egzoz kursu (stroku) sonuna doğ li makinelerde supapların üst ve alt ölü noktalara gö
ru ve üst ölü nokta dolaylarında giriş (emme) ve eg re açılıp kapandıkları noktaları, enjektörün püskürt
zoz supaplarının birlikte açık kaldıkları, krank derece meye başladığı ve püskürtmenin sona erdiği noktala-
vaiv e t rave l 588 vapo r compressio n eva po ra t o r

rı, krank dairesi üzerinde veya çemberinde krank açı


Van der W aals equation: Term, gerçek gazların
sı türünden gösteren diyagram; krank dairesi diyag
ideal durumdan (PV = RT) sapmasını yeterli bir
ramı; supap zaman diyagramı.
doğruluk la belirten bir eşitlik; Van der Waals
valve travel: Buh. Mak. bir slayt valfın dikey olarak ha
eşitliği : (p+a/v3)(v-b) = RT (a ve b verilen bir gaz
reket ettiği en üst ve en alt noktalar arasındaki mesa
için sabi telerdir).
fe; slayt valf (çekmece) stroku veya kursu; krankşaft
Van der W aal' force: Tüm maddelerin molekülleri
merkezi ile eksantrik merkezi arasındaki mesafe ve
arasında varolan çekim (cazibe) kuvveti; bu kuvvet,
ya eksantrik yarıçapının iki misline eşittir.
komşu atomlar veya moleküllerdeki elektronların ha
valving losses: Buh. Türb. giriş ya da trotul valftaki
reketinden oluşur; Van der Waals kuvveti.
kısma nedeniyle buhar basıncı ve enerjisinin azalma
Vandyke paper: Tek. Res. ışık etkisinde kaldığı za
sı nedeniyle oluşan kayıplar; valf kayıpları.
man rengi koyu kahverengiye dönen ince ve hassas-
valvular: 1) bir valfın şekli ve görevine sahip olan. 2)
laştırılmış bir kâğıt türü; Vandyke kâğıtı; ozalit baskı
valf ya da valfları olan; valflı. 3) valf ya da valflara
larında kullanılır; ozalit kâğıdı.
ait; özellikle kalbin valflarına ait.
vane: 1) rüzgârın yönünü göstermek üzere yüksek
valvule: Küçük valf.
yerlere konulan yassı bir parça metal veya kumaş
van: İng. buğday tanelerini eleme fanı veya makinesi
şeriti; rüzgârlık; pinel. 2) bir tekerlek oluşturacak şe
(harman makinesi); maden cevherini yıkamak için
kilde bir milin çevresine yerleştirilen rüzgâr, hareket
kullanılan kürek.
li su vb. tarafından döndürülen yeldeğirmeni kanatı,
vanadate: Kimy. vanadik asitin bir tuzu veya esteri; va
pervane vb. i gibi türlü düz ya da eğri parça; kanat.
nada!.
3) türbin kanatı.
vanadiate: Bkz. vanadate.
vane pumps: Rotoru, pompa mahfazası (keysi) iç yü
vanadic: Üç veya beş değerli vanadyum kapsayan
zeylerinde merkezkaçık olarak dönecek şekilde di
kimyasal bileşiklere ait veya onlari belirten.
zayn edilen ve hareketli kanatlan rotorun içinde ka-
vanadic acid: Vanadyum kapsayan türlü asitlerden
yabilen pompalar; devir sayısı maksimum 3000
herhangi biri; vanadik asit.
rpm.tek veya çift etkili, 2-12 kanatlı ve verimleri
vanadinite: Çoğu zaman sarı, kahverengi veya kırmı
0,82-0,98 arasında değişir; kanatlı pompalar.
zı renkli parlak kristaller şeklinde görülen bir mine
vane-type blower: Kanatlı pompaya benzer bir Mo
ral; kurşun vanadat ve kurşun klorür; vanadinit.
ver.
vanadious: Bkz. vanadous.
vane-type compressor: Kanatlı kompresör.
vanadium: Nadir, dövülebilir, haddeden çekilebilir,
vanillin: Vanilya bitkisinden (meyvalarından) elde edi
gümüşî beyaz renkli metalik kimyasal element; va
len veya sentetik olarak yapılan hoş kokulu, beyaz,
nadyum; alaşım oluşturduğu çeliklere gerilme diren
kristalli bir madde; yapay vanilya, C 8 H 8 0 3 .
ci katar; volfram; Simg.V; at.ağ. 50,95; at.no.23. vanish: Mate, sıfır olmak.
vanadium compounds: Tüm ham petrollerde bulu
vanishing point: Tek. Res. gözlemciden uzaklaşan
nan ve dizel motorları için sorun oluşturan bileşikler;
paralel hatların birleşir gibi göründükleri nokta; bir
vanadyum bileşikleri; özellikle dizellerin ağır yakıtla
leşme noktası.
rında bulunur ve yanma sırasında cama benzer cü
vapor: 1a) ısınan su veya nemli cisimlerden havaya
ruf oluştururlar.
yükselen, buhara benzer pus; havada uçuşan nem
vanadium pentoxide: Diz. Mot. ağır yakıtlarla çalıştırı
partikülleri; buhar; pus; sis. b) duman, zararlı du
lan makinelerde, yakıt içinde bulunan vanadyumun
man vb. i. 2) çoğu zaman sıvı ya da katı herhangi
yanma sırasında oluşturduğu bir oksit; vanadyum
bir maddenin gaz şekli. 3a) makinede, tıbbî tedavi
pentoksit, V 2 0 5 ; silindir duvarlarında ve egzoz su de kullanılan buharlaşıcı bir madde, b) benzin mo
paplarında korrozyon oluşmasından sorumludur.
torlarının sillndirlerindeki patlayıcı karışım gibi böyle
vanadium steel: Sertleştirmek ve dayanıklığını arttır
buharlaşıcı bir maddenin (benzin vb. inin) hava ile
mak için yapısına % 0,10-% 0,15 vanadyum katılan
oluşturduğu karışım, c) körüklü manometre, buhar
çelik alaşımı; vanadyum çeliği: Makine ve alet yapı
kapanı vb lerinin körükleri içinde kullanılan, ısı ile ça
mında kullanılır.
buk buharlaşan herhangi bir madde. 4) buhar hali
vanado-molybdate test: Buh. Kaza. besi (fid)
ne gelmek; buhar olmak, buharlaşmak. 5) buhar çı
suyun daki fosfat miktarını saptamak için uygulanan
karmak. 6) buharlaştırmak.
bir de ney; vanado-molibdat deneyi.
vapor baffle: Buhar perdesi; buhar batılı: a) kangal
vanadous: iki veya üç değerli vanadyum kapsayan
borulu evaporatörlerin üst kısımlarına yakın bir yer
kimyasal bileşiklere ait veya onları belirten; vanadio
de bulunan ve kaynatılan suyun buharla birlikte da-
us şeklinde de kullanılır.
mıtcıya (distillere) giderek fid suyunun melez yapma
Van Allen Radiation: Dünyanın manyetik alanında
sını önleyen perde, b) Buh. Kaza. buhar domunda
ya kalanan yüksek şarjlı partiküllerin kuşakları;
(dramında) bulunan ve doma gelen buhar ile suyun
dışku- şak veya manyetosfer, ekvatorda 64 360 km
birbirlerinden ayrılmasını sağlayan perde; buhar bafı-
(40 bin mil) yükseltide uzanır.
lı; buhar perdesi.
Van der Graaf generator: Yapay şimşek ve yüksek
vapor compression evaporator: Evaporatörlerde de
gerilimler üretmek için kullanılan bir elektrostatik ma
niz suyundan oluşturulan buharların bir kompresör
kinesi; X-ışın makineleri ve nükleer araştırmalarda
de sıkıştırılarak basınç ve sıcaklığı yükseltildikten
kullanılır.
sonra ısıtıcı kangal borulara verildiği evaporator; ısı
Van der W aals bond: Moleküler kristallerde ve
sının büyük bir bölümünü deniz suyuna veren buhar
sıvılar da molekülleri bir arada tutan oldukça zayıf
lar yoğuşarak damıtık suyu oluşturur; buhar sıkıştır
bir bağ (kuvvet); Van der Waals bağı (kuvveti).
man evaporator.
vapor condenser 589 varnis h
vapour: Bkz. vapor.
vapor condenser: Buhar makineleri veya türbinlerin variability: 1) değişken olma durumu veya niteliği. 2)
den gelen buharı, soğutarak yoğuşturan ve onun yi başkalaşma veya değişme eğilimi veya temayülü.
ne kazanlarda kullanılmasını sağlayan, buhar bölge variable: 1) sabit olmayan, kararsız; değişken. 2) de
sinde vakum oluşturulan büyük, çoğunlukla silindi- ğişebilen. 3) Astr. parlaklığı veya görünür büyüklü
rik bir kap; buhar kondenseri. ğünde değişme: Belirli yıldızlar için söylenir. 4) Ma
vapor cycles: Karno Bkz. Carnot, Rankin Bkz. Ranki- te, sabit değeri olmayan. 5) değişebilen herhangi
ne, değiştirilmiş Rankin çevrimi gibi, termodinamik bir şey; değişen bir şey. 6) Astr. değişken bir yıldız.
veya kuramsal çevrimler; buhar çevrimleri. 7) Mate, a) farklı değerlerin bir sayısına sahip olan
vapor density: Standart basınç ve sıcaklıkla bir nicelik, b) böyle bir nicelik için simge. 7) Den. yer
buha rın birim hacminin ağırlığı; buhar yoğunluğu. değiştiren veya aralıklı olarak kuvvetli ya da zayıf
vapor lock: Pomp, emme borularinda, koferdam, esen rüzgâr.
tulâ- iler veya makinenin engel olması nedeniyle variable capacitor: Diğerleri ile göreli olarak bir grup
yapılan dikey ilmek veya dirseklerde oluşan su levhanın hareket ettirilmesiyle, kapasitesi değiştirile
veya yakıt buharı birikmesi; buhar kiliti; buhar bilen bir kondansatör veya kapasitans; değişken
birikmesi. kondensatör; değişken kapasitör.
vaporescence: Buhar oluşumu. variable compression engine: Yakıtların setan sayıla
vaporescent: Buhar oluşturma. rının saptanması için kullanılan, kompresyon oranı
vaporific: 1) buhar oluşturma. 2) buharlı. değiştirilerek hem dizel ve hem de benzin motoru gi
vaporimeter: 1) buhar basınç ve hacminin ölçümün bi kullanılabilen bir motor; değişken kompresyon
de kullanılan cihaz; vaporimetre. 2) bir hava akımın oranlı makine; Rikardo makinesi.
da ısıtarak bitkilerden elde edilen uçucu yağların variable condenser: Bkz. variable capacitor.
uçuculuklarını ölçmek için kullanılan bir cihaz; vapo variable of state: Bir cismin fiziksel durumunu belir
rimetre. ten basınç, hacim, sıcaklık veya antropinin değişimi;
vaporish: 1) buhar gibi; buhara benzeyen. 2) buhar durum değişikliği.
veya buharlarla dolu. variable pitch: Değişken piç, hatve ya da adım
vaporizable: Buharlaşabilen. variable-pitch propeller: Kanatları hidrolik olarak ek
vaporization: 1) buharlaşma veya buharlaştırma; senleri çevresinde istenilen piçi verecek şekilde dön
özellikle bir kazandaki gibi, suyu buhara dönüştür dürülmek üzere dizayn edilmiş pervane; değişken
me. 2) buharla tıbbî tedavi. piçli, hatveli veya adımlı pervane.
vaporization, heat of: Kaynama noktası ve atmosfer variabie resistance: Farklı değerlere ayarlanan veya
basıncında, bir maddenin birim kütlesini buhara dö değiştirilebilen bir direnç; reosta; değişken direnç.
nüştürmek için gerekli ısı miktarı; buharlaşma ısısı. variable resistor: Bkz. variable resistance.
vaporization, molar latent heat of: Kaynama noktası variable stroke pump: Diz. Mot. değişken stroklu
ve 1 atmosferlik basınçta, bir maddenin 1 gram mo- (kurslu) yakıt püskürtme pompası; W aterbury
lünü buhara dönüştürmek için gerekli ısı miktarı; mo pump şeklinde de kullanılır.
lar buharlaşmanın gizli ısısı. variably: Değişken bir biçimde veya tarzda.
vaporize: Isıtma veya püskürtme ile buhara dönüştür variance: 1) değişme veya değişebilir olma; değişme
mek; buharlaştırmak. eğilimi ya da temayülü. 2) değişme derecesi veya
vaporizer: Atomizör veya karbüratördeki meme gibi, farkı.
sıvıları buharlaştırmak için kullanılan bir cihaz; atomi variant: 1) değişme 2) değişken; değişebilir.
zör, püskürtücü. variation: 1) değiştirme işi, gerçeği veya işlemi; deği
vaporizing burner: Püskürtme börneri veya yakıcısı; şiklik; kabul edilen standart veya önceki durumun
Bkz. burner atomizer. dan şekil, durum, görünüm, boy vb. indeki değişme
vapor lamp: iyonlanmış sodyum, cıva vb. i neşreden veya sapma. 2) böyle bir değişimin derecesi veya
elektrik deşarj lâmbası; buhar lâmbası. boyu. 3) Astr, bir gezegen, uydu vb. inin ortalama hı
vaporosity: Buharlı olma durumu ya da niteliği. zından sapma veya değişme. 4) bir pusula iğnesinin
vaporous: 1) buhar çıkaran veya oluşturan; buharlı. gerçek kuzey veya güneyden sapması; deklinasyon
2) buhar dolu; dumanlı; sisli. 3) buhara benzeyen; veya meyil. 5) Mate, biri değiştiği zaman diğeri de
buhar karakterinde olan. aynı oranda değişen iki nicelik arasındaki ilişki.
vapor-phase cooling: Mot. silindir ceketinde yüksek variform: Türlü şekilleri olan.
sıcaklıkta veya buharlaşma sıcaklığındaki su ile so variocoupler: Elekt. karşılıklı endüktansı değiştirmek
ğutma; buharla soğutma; buhar fazlı soğutma. için hareketli bir bobini olan bir pnömatik cihaz ya
vapor-power cycles: Bkz. vapor cycles. da bağlayıcı.
vapor pressure (or tension): 1) sıvının üzerinde biri variometer: 1) özellikle Dünyanın türlü yerlerinde
ken, yığılan buharın basıncı; sıvının tabiatı ve sıcak manyetik kuvvet değişimlerini saptamak veya man
lık ile saptanır. 2) bir maddenin buharının yalnız ba yetik kuvvetleri kıyaslamak için kullanılan bir cihaz;
şına veya diğer gazlarla karışımında, herhangi bir sı variometre. 2) biri sabit, diğeri hareketli ve sabit bir
caklıkta uyguladığı basınç; buhar basıncı. bobinin içinde olmak üzere seri bağlanmış iki bobin
vapor-pressure thermometer: Bir sıvının den oluşan ve elektrik devresinde endüktansı değiş
maksimum buhar basıncına göre sıcaklığı gösteren tirmek amacıyla kullanılan bir cihaz: Radyolarda
bir termo metre; buhar basınçlı termometre. akort için kullanılır.
vapor proof: Buhar geçirmez; buhara dayanıklı. varnish: 1a) ağaç ya da metal yüzeyine parlaklık ver
vapor, saturated: Verilen bir sıcaklıkta sıvısı ile den mek için kullanılan reçineli maddelerin yağda Bkz.
gede olan buhar; doymuş buhar; kuru buhar.
vapory: Bkz. vaporous.
varnishe d 590 veloci t y di agram s

oil varnish veya alkol Bkz. spirit varnish gibi bir


veer: 1) yön değiştirmek; yer değiştirmek; çevresinde
maddede eritilmesi ile yapılan sıvı; vernik veya cila.
dönmek. 2) Meteo. değişmek; özellikle saat yönün
b) aynı amaç için kullanılan türlü doğal veya yapay
de değişmek: Rüzgâr için söylenir. 3) Den. a) kıçını
bir ürün. 2) kuruduktan sonra bunun düzgün, sert
rüzgâra döndürerek geminin yönünü değiştirmek,
ve parlak yüzeyi. 3) vernik veya cila ile kaplamak. 4)
b) bu şekilde dönmek: Gemi için söylenir. 4) dön
cilalamak.
mek; yolunu değiştirmek. 5) Den. kıç tarafını rüzgâ
varnished: Cilâlı; cilalanmış; vernikli; verniklenmiş.
ra döndürerek yön ya da rota değiştirme: Gemiler
varnish tree: Özü veya suyu vernik yapımında kullanı
için söylenir. 6) Den. kaloma (palamar, halat, zincir,
lan ağaçlardan biri; vernik ağacı.
demir vb.).
vary: 1) şekli, görünümü, tabiatı, maddesi vb. inde
vee rest: Bkz. vee biock.
değişmek; değiştirmek. 2) diğerinden farklı yapmak.
veering wind shift: Rüzgârın saat yönünde değişme
3) herhangi bir şekilde değişime uğramak; farklı ol
si.
mak. 4) Mate, aynı oranda (doğru ya da ters orantılı
vegetable butter: Özellikle bazı bitkilerin çekirdekle
olarak) değişmek.
rinden elde edilen, başlıca trigliseritlerden oluşan,
varying-speed motor: Bazı yük ile değişen, genellik
adî sıcaklıklarda katı olan ve yenilebilir yağlı bir mad
le yükü çoğaldığı zaman hızı azalan bir motor; değiş
de; bitkisel bir yağ; margarin.
ken hızlı motor veya elektrik motoru.
vegetable oil: Bitkisel yağ; Bkz. vegetable butter.
vaseline: Açık sarı veya beyaz renkli petrol jölesi; va
vegetable tallow: Türlü bitkilerden elde edilen, mum,
zelin; yağlayıcı veya merhem olarak kullanılır; saf va
sabun vb. yapımında kullanılan yağlı, donyağına
zelin Bkz. petrolatum şeklinde de kullanılır (ticarî bir
benzer bir madde; bitkisel donyağı.
marka).
vegetable wax: Bazı bitkilerin yaprak veya meyvala-
vast: 1) çok büyük ölçüye ait; muazzam; çok iri. 2)
rında ve diğerlerinin saplarında bulunan beyaz,
çok büyük boya ait; vasi. 3) sayı, miktar veya niceli
mum gibi bir madde; bitkisel mum.
ği çok büyük.
vegetation wastes: Yiyecek ve onunla ilişkili endüstri
vat: 1) imalât işlerinde veya mayalama (fermentas-
artıkları olan ve mısır koçanı, ceviz ve fındık kabuğu
yon) için sıvıları depolamak üzere kullanılan büyük
vb. i gibi yakıt olarak kullanılabilen maddeler; bitki
bir depo veya tank, yarım fıçı ya da fıçı. 2) boya kap
sel atıklar.
sayan bir sıvı. 3) bir tank veya fıçıya yerleştirmek.
vehicle: Kişi veya eşya taşımak için kullanılan otomo
V-belt: Elektrik motorları, dinamometreler vb. i yerler
bil, kamyon vb. i tekerlekli veya raylı vb. herhangi
de kullanılan ve V harfi şeklinde olan kayış; V-kayışı.
bir araç; taşıt aracı. 2) herhangi bir biçimde taşıma,
V-belt drive: 1) V kayışı ile çalıştırma veya hareket
iletme veya ulaştırma. 3) kullanmak için boyaya katı
verme. 2) Mot. şarj dinamosu, kompresör, dokuma
lan su veya yağ gibi bir sıvı. 4) Ecz. ilâç olarak veri
tezgâhı, vantilatör vb. i gibi makinelerin V kayışı ile
len, tatlı şurup gibi bir madde.
çalıştırılması; V kayışı ile tahrik; V kayışlı çalıştırma.
vehicle, motor: Motorlu taşıt aracı.
VCM: Volatile combustible matter: Uçucu yanabilir
vehicular: 1) taşıt araçlarina ait veya onlar için: Taşıt
maddeler.
aracı tüneli gibi. 2) taşıt aracı olarak görev yapan.
Vd: Bkz. vanadium.
vein: Maden cevheri, kömür vb. i daman.
VDI: Association of German Engineers: Alman Mü-
veinstone: Maden cevheri damarindaki değersiz, ka
hedisler Birliği.
ya gibi bir madde; gang.
vector: 1) Astr. Güneş gibi çeken veya cezbeden bir
velocipede: 1) Esk. türlü iki veya üç tekerlikli bisiklet.
gövdenin merkezi ile onun çevresinde dönen bir
2) şimdi üç tekerlekli çocuk bisikleti. 3) demiryolu
gök cisminin merkezini birleştiren düşsel bir doğru
raylarında kullanılan bir tür el arabası; drezin.
veya hat. 2) Mate, a) kuvvet veya hız gibi, yönü ve
vellum paper: Tek. Res. soluk yeşil renkli tirşe veya
büyüklüğü olan bir nicelik; vektör, b) başlangıç duru
parşümen kâğıdı; üzerine ofset veya siyah-beyaz
mundan son durumuna çizilmiş bir hat ile böyle bir
baskı yapmak için kullanılır.
büyüklüğü belirten çizgi, c) yarıçap vektör.
velocity: 1) hareket veya İş çabukluğu; hız; sürat. 2a)
vector field: Uzayda her noktanın bir vektör ile tanım
zamana göre durum değiştirme miktarı, b) zamanla
lanabildiği bir bölge; vektör alanı veya sahası.
ilişkili olarak belirli bir yöndeki hareket miktarı. 3) bi
vectorial: Vektör veya vektörlere ait.
rim zamanda alınan yol (m/s, km/h, mil/h vb. i tü
vector quantity: Şiddet ve yöne sahip olan bir nice
ründen).
lik; vektör niceliği.
velocity coefficient: Gaz. Türb. gerçek gaz hızının,
vectors, paralellogram law of: Bir noktadan çizilen
memeden (nozuldan) çıkan gazın kuramsal hızına
bir paralelkenarın iki kenarı ile belirtilen benzer iki
oranı; hız katsayısı; nozul ya da meme verimi şeklin
vektörün bileşkesi, paralelkenarın köşegenini oluştu
de de kullanılır.
rur; vektörlerin paralelkenar kanunu veya yasası.
velocity compounded: Hız basamaklı (buhar türbini
vectors, triangle law of: Bir üçgenin iki kenarı iie be-
vb.i).
lirtilen iki vektör niceliğin bileşkesi, üçgenin üçüncü
velocity compounded turbine: Hız basamaklı aksi
kenarıdır; vektörlerin üçgen kanunu veya yasası.
yon veya impuls türbini; körtis türbini; Bkz. Curtis
vee block: Dairesel kesitli bir çubuğu kama kanalı
turbine.
için markalamak, eksenlerine dik açıda delmek, mer
velocity compounding: Hız basamaklı veya körtis
kezini işaretlemek ve matkapla delmek için kullanı
(türbini vb. i).
lan V harfi şeklindeki bir blok; V blok; portatif men
velocity diagrams: Buh. Türb. nozul (meme) ve tür
gene ile birlikte kullanılır.
bin kanatlarındaki hız değişimlerini belirtmek üzere
vee engine: Bkz. V-engine.
vektöryel olarak çizilen diyagramlar; hız diyagramla-
velocity , es ca p e 591 vernie r caliper

ri.
ventilation: 1) havalandırma işi veya işlemi. 2) bunun
velocity, escape: Bir roketin bir gezegenin çekim
yapılması; havalandırma teçhizat veya ekipmeni.
ala nından kaçabilmesi için kazanması gerekli hız;
ventilative: 1) havalandırmaya ait. 2) havalandırmaya
kaçış hızı; Dünyadan fırlatılan bir roketin kaçış hızı
hizmet eden.
yakla şık 6,9 mil/saniyedir (11,10 km/saniye).
2 ventilator: Havalandıran bir şey; özellikle temiz hava
velocity head: Pomp, v /2g ile belirtilen, m veya mm
yı getirmek ve pis havayı atmak için kullanılan her
H 2 0 türünden hed; hız hedi.
hangi bir açıklık veya cihaz; vantilatör; havalandırıcı.
velocity modulation: Sırayla hızlandırıp yavaşlatarak
venting: Tankerlerde yük tanklarındaki gazın serbest
elektronların akımının hızını değiştirme işlemi; hız de
bırakılması veya tanklara hava alınması işlemi; hava
ğişimi veya modülasyon.
10 landırma.
velocity of light: Boşluk ya da vakumda 3x10
vent petcock: Bir çok santrfüj pompanın keys ya da
cm/saniye veya 186 300 mil/saniye ya da 299 757
mahfazası üzerinde bulunan ve hava çıkarmak için
km/saniye olan hız; ışık hızı.
kullanılan bir musluk; hava firar musluğu.
velocity of sound: Sesin, türlü akışkanlar içindeki hı
vent pipe: Den. doldurulmaları sırasında içersindeki
zı; ses hızı; standart koşullardaki havada bu hız
-2 havayı kaçırmak üzere tüm gemi tanklarına, hotvelle-
3,4x10 metre/saniyedir.
re vb. donatılan boru; hava firar borusu; taşıntı boru
velocity, orbital: Dünyanın çevresinde kapalı bir yö
su.
rünge tesis edebilmesi için, bir uzay aracına belirli
vent plug: Diz. Mot. yağlama yağı soğutucularının
bir noktada gerekli hız; yörüngesel hız; dünyadan fır
ka pakları üzerinde bulunan, dökme demirden
latılan bir aracın yörüngesel hızı 4,9-6,9 mil/saniye
yapılmış ve diş çekilmiş bir tapa; hava firar tapası.
veya 7,88-11,10 km/saniyedir.
vent tube: Bkz. vent pipe.
velocity staging turbine: Bkz. velocity compoun
venturi: Benz. Mot. karbüratörlerde nozul (meme)
ded turbine.
şeklinde ve silindire emilen havanın hızlandırıldığı kı
vending machine: Mal satmak için kullanılan, made
sım; venturi.
nî para ile çalışan ve bu tür paralar için yarık bir yu
venturi meter: Borularda, özellikle oldukça büyük
vası bulunan makine; otomat; otomatik makine.
çaplı borularda sıvıların akım miktarlarını ölçmek için
veneer: İnce bir ağaç levha; kaplama (ceviz kaplama
kullanılan bir cihaz; venturi metre.
vb. i).
venturi throat: Bir venturi tüpü veya borusunda dar
veneer lathe: Bir kreyn yardımıyla yerleştirilen kütük
çaplı kısa bir boru; venturi boğazı.
lerden kaplama kesen veya yapan tezgâh.
vent valve: Boşaltma valfı (hava vb. için); hava firar
V engine: Silindir simetri eksenleri arasında belirli bir
valfı.
açı bulunan, 36 silindire kadar yapılabilen benzin ve
VRM: Bkz, very rich mixture: Çok zengin karışım.
ya dizel motoru; V makine ya da motor.
veratria: Bkz. veratrine.
vent: 1) boşalma yeri; pasaj; firar. 2) bir gazın kaçma
veratric: Zambak familyasından bir bitkinin Bkz.
sı veya geçmesine müsaade eden küçük bir delik
saba- dila çekirdeklerinde bulunan ve sentetik
3) bir volkanın erimiş kaya ve gaz çıkaran ağzı; kra ter.
olarak da üretilen beyaz, kristalli bir asit;
ventage: Küçük bir delik veya
veratrik asit, (CH 3 0)2 C6 H3 .COOH.
açıklık.
veratridin: Bkz. veratridine.
vent condenser: Basınçlı (kapalı) besi (fid) suyu dev
relerinde, havasızlandırma ısıtıcısı üzerinde bulunan veratridine: Sabadila çekirdeklerinde bulunan şekil
siz bir alkaloit; veratridin, C H O N.
38 51 11
ve ısıtıcıda sudan ayrılan havanın atmosfere atılması veratrine: Sabadila çekirdeklerinden elde edilen ve
nı sağlayan, silindir şeklinde küçük bir kondenser; nevralji, arterit vb. i tedavisinde kullanılan alkaloitler
hava firar kondenseri. karışımı.
vent fan: Kapalı bir bölmenin havasını boşaltan fan; verdigris: 1) bakırın asetik asit ile işlem görmesi so
hava boşaltma fanı; hava firar bloveri ya da fanı. nucu hazırlanan yeşil ya da yeşilimsi mavi, zehirli
ventiduct: Hava borusu; havalandırma kanalı veya pa bir bileşik; ilâç olarak tıpta, boya maddesi ve boya
sajı. olarak endüstride kullanılır. 2) pirinç, bronz veya ba
ventilate: 1) temiz havayı içeri, kirli havayı dışarı at kır üzerinde pas gibi olan yeşilimsi mavi veya yeşil
mak (bir oda vb. için) için dolaştırmak. 2) havalan katman.
dırmak için (bir oda vb. inin) içinde dolaştırmak: Ha verditer: İki alkalin bakır karbonat boyadan biri: a)
va için söylenir. 3) hava, gaz vb. inin firarı için bir azuritin öğütülmesinden elde edilen mavi (blue ver
açıklık sağlamak. 4) iyi durumda tutmak için (bir diter). b) çoğu zaman öğütülmüş malahit olan yeşil
maddeyi) temiz hava etkisinde bırakmak. 5) havalan (green verditer) boya.
dırmak; oksijen karıştırmak; içine oksijen katmak. vermiculite: Mikanın başkalaşmasından oluşan sulu
ventilating: Havalandırma (bir oda, kompartman, böl silikatlardan herhangi biri; vermikülit.
me vb. ini). vermilion : 1) boya maddesi olarak kullanılan parlak
ventilating steam: Savaş gemilerinde kullanılan eko kırmızı renkli civa sülfür, HgS; sülüğen. 2) buna ben
nomik (iktisadî) hız türbinlerine, boşta çalışırken aşı zeyen türlü diğer kırmızı topraklar. 3) parlak sarımsı
rı ısınmalarını önlemek amacıyla verilen alçak ba kırmızı; bu renge ait.
sınçlı buhar; havalandırma buharı. vernier: Ana skala boyunca kayan ve büyük bir du
ventilating system: Den. kapalı bölmelerin, yaşam yarlılıkla ana birimlerin dışında kalan en küçük onda
yerleri vb. inin kirli havasını değiştirerek oralara taze lıkların ölçülmesine müsaade eden, yardımcı bir ska
veya temiz hava sağlayan devre; havalandırma siste la; verniye.
mi; havalandırma devresi. vernier caliper: Bir birimin ondalıklarını ölçmek üzere
vernier micrometer 592 vi b ra t io n gal vanom e t e
r
tarafından keşfedildi.
bir verniye ile donatılmış, iç ve dış çaplar ve duvar vesicant: Hardal gazı gibi, kimyasal savaşta kullanı
kalınlıklarının ölçülmesinde kullanılan kaymalı per lan, deriye temas ettiği veya solunduğu zaman vü
gel; verniyeli pergel; kompas. cut dokularını kabartan veya yakan herhangi bir
vernier micrometer: 0,0254 mm'ye (0,001 in.) kadar madde.
okuyabilen mikrometre; verniye mikrometresi. vessel : 1) su yüzünde hareket etmek, yük, hayvan
vernier protractor: Açıların duyarlı bir şekilde ölçül ve yolcu taşımak için kullanılan, özellikle sandaldan
mesi için kullanılan bir açı ölçer; verniyeli iletki. bü yük bir tekne; gemi. 2) bir hava gemisi. 3) kap.
vernier scale: Verniye skalası veya bölüntüsü; Bkz. vesuvianite: Kahverenginden yeşile kadar değişen
vernier. renklerde, kalsiyum ve alüminyumun alkalin silikatı
vers: Bkz. versine. olan cam gibi bir mineral.
versine (vers): Bir a açısının 1-cos a'ya eşit olan bir VHF: Bkz. very high frequency.
trigonometrik fonksiyonu; versin; versayn; karşıtı ha- Vi: Bkz. virginium.
versayn olup 1-sin a'ya eşittir. viaduct: Bir dizi betonarme ayaklarla desteklenen,
vertex: 1) en yüksek nokta; tepe; zirve. 2) Astr. başu yol veya demiryolu taşıyan, vadiler vb. i yerlerden
cu ya da zenit. 3) Geom. a) bir şeklin iki hattının ke geçen uzun köprü; viyadük. 2) çelik konstrüksiyon
siştikleri nokta, b) bir eğride eksenin onunla karşılaş ve kuleli benzer yapı.
tığı nokta; verteks. c) bir üçgen veya çokgenin her vibrancy: Titrek olma durumu veya niteliği; rezo
hangi bir açısının noktası. 4) Opt. eksenin bir merce nans.
ğin eğrisini kestiği nokta. vibrant: 1) titreşim (vibrasyon) ile (ses veya ışık) çı
vertical: 1) vertekse veya en yüksek noktaya ait; ba- karmak. 2) ileri ve geri harekete başlamak; titreşme
şucunda; doğrudan tepede. 2) düşey veya ufuk düz ye neden olmak. 3) ileri geri hareket etmek; bir sar
lemine dik açıda; dikey. kaç gibi salınım yapmak. 4) çabuk olarak ileri geri
vertical boiler: Gemi kazanlarının hemen hemen tü hareket etmek. 5) yankılamak: Sesler için söylenir.
mü gibi dikey veya düşey kazan. vibrate: Bir ucu tespit edilmiş bir çubuğun diğer ucu
vertical boring mill: Bir elektrik motoru tarafından ça nun aşağı yukarı hareketi gibi hareket etmek; sallan
lıştırılan dikey torna tezgâhı. mak; titremek; titreşmek.
vertical circle: Astr. gözlemcinin bulunduğu noktada vibratile: 1) titreşime ait; titreşimle belirtilen; titreşim
ufuk düzlemini dik açıda kesen, başucu (zenit) ve tabiatında olan. 2) titreşime muktedir olan. 3) titre
ayak ucundan (nadir) geçen, göksel kürede herhan şim özellikli hareketi olan.
gi büyük daire; düşey daire; dikey daire. vibratility: Titrek olma durumu veya niteliği.
vertical drill: Düşey matkap tezgâhı. vibrating: Titreşime uğrayan bir cismi belirtir; titreş
vertical engine: Dikey makine; silindirleri dikey ek me; sallanma; titreme.
sen yönünde yerleştirilen sıra motorlar veya buhar vibrating contacter: Doğru akımlı sinyalleri, alternatif
makineleri; karşıtı yatık makine. akımlı sinyallere dönüştürmek için kullanılan bir ci
vertical firing: Özellikle pudra kıvamında kömür kulla haz; titreşmen kontaktör.
nılan çok büyük kapasiteli buhar kazanlarında, di vibrating conveyor: Çoğu zaman kavrulmuş cevher
key olarak yerleştirilen börnerlerle püskürtülen kö leri veya diğer kızgın, tozlu ve kumlu maddeleri nak
mürün yakılması; dikey (düşey) yanma; düşey fay letmek için kullanılan bir cihaz; titremeli konveyör; tit
rap. reşimli taşıyıcı.
vertical intensity: Dünya manyetik alanının herhangi vibrating machine: Yol yapımlarında kullanılan bir
bir noktadaki düşey bileşeninin şiddeti; düşey şid makine; titreşim makinesi; vibrator.
det. vibrating screen: Titreşimli veya vibrasyonlu elek.
verticality: 1) doğrudan tepede olduğu zaman, Güne vibration: 1) sallanma; özellikle: a) sarkacın yaptığı
şin zenittekl durumu. 2) dikey durum; dikey oluş. gibi, ileri geri hareket; salınım, b) ileri geri hızlı rit
vertically: 1) dikey bir şekilde. 2) dikey olarak. mik hareket; titreşme. 2) Fiz. a) denge halinde iken
vertical plane: Düşey düzlem. sesin iletilmesiyle dengesi bozulan sıvı parçacıkları
vertical pump: Dikey pompa veya tulumba. veya esnek bir katının ileri geri ritmik hareketi; titre
vertical weld: Dikey veya düşey kaynak; duvar kayna şim, b) ses üretiminde bir ip vb. inin titreme hareke
ti, c) tek, tam titreşme hareket; titreşme.
ğı.
vibration absorber: Titreşim emici; titreşim giderici.
vertical welding: Tanklar, borular, kanallar vb. i yük
vibrational: Titreşime ait; titreşim tabiatında olan.
sek olan parçaların kaynak dikişlerine dikey yönde
vibrational specific heat: Bir maddenin özgül ısısı
kaynak uygulama.
vertices: Bkz. vertex nın, moleküler iç titreşimlerinden gelen kısmı; titre
Çoğ. şimden gelen özgül ısı.
very high frequency: Rady., Telev. 30-300 megasikl vibration damper: Mot. krank miline bağlanarak, ha
arasındaki herhangi bir frekans; çok yüksek frekans; reketli kısımlar tarafından üretilen titreşimleri emen
VHF kısaltması ile belirtilir. bir cihaz; titreşim emici; titreşim söndürücü; titreşim
very low signal: 30 kHz'in altında olan ve 10 bin met damperi.
renin üzerindeki dalga boyuna uyan frekans; çok al vibration eliminator: Titreşim giderici; Bkz. vibration
çak frekans. damper.
very rich mixture: Benz. Mot. fazla hava katsayısının vibration, forced: Bkz. forced vibration.
0,85'ten küçük (a<0,85) olduğu hava-benzin karışı vibration galvanometer: Hareketli elemanın doğal tit
mı; çok zengin karışım; 13/1'den küçük karışım; reşim frekansı, kendisine uygulanan alternatif akı
maksimum güç karışımı. mın frekansına eşit olan bir alternatif akım galvano
very signal (or light): Geceleri özel bir tabancadan metresi; titreşim galvanometresi.
(veri tabancası) ateşlenen ve işaret vermek için kul
lanılan renkli bir işaret fişeği: 1927 yılında E. W. Very
vibration frequency 593 viscosity , d y n ami
c
vibration frequency: Titreşim frekansı; titreşim/daki
ka birimi ile belirtilir. klorür;olan,
likesi 1,1-dikloroetilen;
insan sağlığı V.C.; yangın doymamış
için zararlı, ve patlamaalifa
teh
vibration isolator: Titreşim izolatörü; titreşim yalıtıcı tiklerden, higroskopik olmayan, polimerleşmesini ön
sı. lemek için yavaşlatılan, tatlı kokulu, saydam ve renk
vibration magnetometer: Bir manyetik alanın şiddeti siz bir sıvı; Simg.H2C:CCI; 20°/4°C'de öz.ağ. 1,218;
ni saptamak veya iki manyetik alanın şiddetini kıyas k.n.31,9C; d.n.-122,5°C; 20°C'de suda % 0,04 ara
lamak için kullanılan bir cihaz; titreşim manyetomet- sında çözünür; 20°C'de viskozitesi 0,33 cP; gemiler
resi. de 15 C'nin altındaki sıcaklıklarda ve hafifçe pozitif
vibration meter: Titreşen bir cismin çıkardığı hız veya basınçta taşınır.
hızlanmayı ölçmek için kullanılan bir cihaz; titreşim vinyl resins: Vinil bileşiklerinin pollmerleşmesi veya
ölçer; vibrasyon metre. vinil grupları kapsayan türlü monomerlerin kopoli-
vibration trial: Titreşim deneyi veya tecrübesi. merleşmesi ile elde edilen termoplâstik reçineler; vi
vibrative: Titreşim özelliği olan; titreşen. nil reçineleri; plâstik tuğla, koruyucu kaplama vb. le-
vibrator: 1) titreşen veya titreşime neden olan şey; tit rinde kullanılır.
reştiren; özellikle; a) bir elektrik zilinin çekici, b) violet ray: 1) görünür tayfta menekşe rengi oluşturan
Elekt. osilatör; elektrik titreşimleri oluşturan cihaz en kısa ışın. 2) ültraviyole veya morötesi ışını.
(radyo). 2) betonarme binalarda harcın homojen bir viosterol: Ültraviyole (morötesi) ışınlarını tutan ve
yapı oluşturması için kullanılan titreşim cihazı; vibra yağda çözünen, D vitamini eksikliğinde kullanılan er-
tor. gosterol preparatı.
vibratory: 1) titreşime ait; titreşim özelliğinde olan. 2) virgate: Yaklaşık 121,41 dönüm (30 akr) olan eski bir
titreşime neden olan. 3) titreşme veya titreşime muk ingiliz arazi ölçüsü.
tedir. 4) ses gibi titreşimli. virgin: 1) bir geminin ilk seferi. 2a) ısı kullanılmaksı
vibrograph: Titreşimleri grafik olarak kayıt etmek için zın ilk sıkıştırmadan elde edilen (yağ veya zeytinya
kullanılan bir cihaz; vibrograf; titreşim kayıt edicisi. ğı için söylenir), b) doğrudan cevherden veya ilk
vibroscope: Bkz. vibrograph. eritmeden elde edilen (metal için söylenir).
vibrotron: Hareketli anotlu bir triyot; vibrotron. virgin gold: Saf, katışıksız veya alaşımsız altın.
victroia: Fonograf (ticarî bir marka). virginium: 1930'da keşfedilen 87 nci elemente verilen
victualer (victualler): 1) donanma veya bir gemiye isim; Simg. Vi.
kumanya sağlayan kişi. 2) kumanya veya erzak ge virgin neutrons: Herhangi bir kaynaktan yayılan, fa
misi. kat henüz çarpışmamış olan nötronlar; bakır nötron
video: 1) televizyona ait; televizyonda kullanılan. 2) lar.
televizyon yayınında resim nakline ait veya onu belir viridian : Sulu kromik oksit, Cr 2 0 3 ; mavimsi yeşil
ten. 3) televizyon. 4) bant (kaset) kayıt ve gösterme bir pigment; yağlı boyalarda veya boyalarda
cihazı. kullanılır. Silindirleri karşı karşıya olan (içten yanmalı
vis-a-vis:
vigesimal: 1) yirminci. 2) yirmiye ait; yirmi tabanına bir makine ya da motor).
dayanan. 3) yirmiler ile süren veya devam eden. vis-a-vis engine: Silindirleri karşılıklı olan içten yan
viking pump: Yüksek güçlü dizel motorlarının yakıt malı makine ya da motor.
devrelerinde kullanılan, içten dişli tipinde bir tür ya viscid: Kalın, şurup kıvamında ve yapışkan; viskoz;
kıt aktarma pompası; viking pompası. viskozitesi yüksek.
vinculum: Mate, parantez yerine kullanılan ve terimle viscidity: Yapışkan veya viskoz olma durumu veya ni
rin üzerine konulan çizgi; vinkulum (a = x+y). teliği; yapışkanlık.
vinegar: Odunun tahripkâr analizi veya meyva suları viscoid: Bir dereceye kadar viskoz.
nın mayalanmasından elde edilen bir sıvı; sulandırıl viscoidal: Bkz. viscoid.
mış (% 4-% 6) asetik asit, CH3COOH; sirke. viscometer: Bkz. viscosimeter.
vinegary: Sirkeye ait; sirke tabiatında olan. viscose: 1) viskoz Bkz, viscous. 2) kehribar rengin
vinificator: Şarabın mayalanması sırasında buharları de, şuruba benzer ve sellülozun potasyum hidroksit
nı toplamak ve yoğuşturmak için kullanılan bir ci ve karbon disülfür ile muamelesiyle yapılan bir çözel
haz; vinifikatör. ti; rayon ipliği ve dokuması ve selofan yapımında
vinometer: Şarap içindeki alkol yüzdesini saptamak kullanılır.
için kullanılan bir tür hidrometre veya yoğunluk öl viscosimeter: Küçük çaplı bir delikten, belirli zaman
çer; vinometre. aralığında akan miktarın saptanması ile bir sıvının
vinyl: Etilenin bir çok türevinin özelliği olan tek değer (yağ, akaryakıt vb. i) viskozitesinin ölçülmesinde kul
li bir kök ya da radikal; Türlü vinil bileşikleri reçine lanılan türlü cihazlardan biri; viskometre; viskozimet-
ve plâstikler oluşturmak için polimerize edilir ve kırıl re.
maz fonograf plâkları yapımında kullanılır. viscosimeter, Redwood: Redvud viskozimetresi veya
vinyl acetate (inhibited): Sıv. Yük. vinil asetat; yan viskozite ölçeri.
gın tehlikesi olan, alifatiklerden, hafifçe higroskopik viscosimeter, Saybolt: Saybolt viskozimetresi veya
ve dayanıklı, tatlı kokulu, renksiz bir sıvı ester; viskozite ölçeri.
Simg.CH3COOCH. CH 2 ; 20°/20°de öz.ağ. 0,9335; viscosity: 1) viskoz olma durumu veya niteliği. 2) F/z.
k.n. yaklaşık 73°C; d. n.yaklaşık -100°C; suda çözün moleküler çekimi veya cazibesi ile onu akıma karşı
mez; 20°C'de viskozitesi 0,43 cP, gemilerde çevre sı dirençli yapan, bir maddenin iç sıvı direnci; viskozi
caklığı ve atmosfer basıncında taşınır. te.
vinyl group: CH2:CH-; vinil grubu. viscosity, absolute: Bkz. absolute viscosity.
vinyliden e chloride (inhibited): Sıv. Yük. vinlliden viscosity, dynamic: Bkz. dynamic viscosity.

Teknik Sözlük - F. 38
volatile iiquid 595 voluminous
mesinde onun kullanımı.
şan, örneğin eter. 2) değişebilir. voltammeter: Fiz, gerilim ve akım şiddetini ölçmek
volatile liquid: Kolayca buharlaşan bir sıvı; uçucu sı için kullanılan bileşik bir cihaz; voltammetre; vatmet-
vı. re.
volatile matter: Özellikle kömürlerin analizleri sırasın volt-ampere: Değişken akımlı bir devrede pratik, gö
da rutubet, kül ve sabit karbon gibi maddelerden bi rünür güç birimi; volt-amper; efektif gerilim x etektik
ri; uçucu madde. amper; doğru akımda bir vata eşittir; appearent po
volatile oil: Bitkilerin dokuları, çiçekleri veya meyvala- wer şeklinde de kullanılır.
rından damıtılan, sabunlaşmayan, yüksek uçuculu volt indicator: Elekt. kontrol kalemi.
ğa sahip yağlardan herhangi biri; uçucu yağ; essen voltmeter: Elekt. elektromotor kuvvet, gerilim, voltaj
tia! oil olarak da kullanılır. veya elektriksel potansiyel farkını ölçmek için kullanı
volatility: Uçucu özellik; uçuculuk; buharlaşabilirlik. lan ve elektrik devrelerine paralel olarak bağlanan
volatility test: ASTM damıtma cihazı yardımıyla sapta bir cihaz; voltmetre.
nan, belirli miktardaki yakıtın % 90'ını buharlaştıran volt-second: Elektr. pratik manyetik flüks veya akı biri
8
sıcaklık derecesinin saptanması deneyi; uçuculuk mi; 10 maksvele eşittir.
deneyi. volume: 1) üç boyutun (uzunluk, genişlik ve yüksekli
volatilization: Buharlaşma. ğin) ürünü; hacim; küpsel birimlerle belirtilir. 2) nice
volatilize: Buhar olmak; uçucu olmak. lik, hacim, kütle veya miktar. 3) büyük nicelik; bü
volcanic glass: Obsidian gibi, erimiş lavların çok ça yük hacim; büyük miktar vb.
buk soğuması ile oluşan doğal cam. volume, critical: Bir sıvı veya gazın kendi kritik sıcak
volplane: Motoru kapatarak havada uçmak (planör gi lık ve kritik basıncında bir birim kütlesi tarafından iş
bi): Uçak için söylenir; böyle bir uçuş. gal edilen hacim; kritik hacim.
volt: Direnci bir om (Ohm) olan bir iletkenden geçen volume, dilatometer: Verilen bir sıcaklıktaki genişle
bir amperlik elektrik akımının oluşturduğu potansiyel mede bir sıvının hacmini bulmak için kullanılan bö-
farkı; elektromotor kuvvet; voltaj, gerilim birimi; V, v, lüntülü tüplü bir kap; hacim dilatometresi.
E kısaltmaları ile belirtilir. volume, molecular: Standart sıcaklık ve basınçta bir
volta electric: Kimyasal etki ile üretilen elektriğe ait. maddenin bir mol gramı tarafından işgal edilen ha
voltage: Elekt. iki nokta arasındaki potansiyel farkın cim; moleküler hacim; molekülsel hacim.
dan gelen elektromotor kuvvet; voltaj; gerilim; birimi volume of displacement: Yüzen bir cisim tarafından
volt, voltun katları ve askatları ile belirtilir. taşırılan suyun ağırlığı cismin ağırlığına eşittir; taşır
voltage amplifier: Voltaj, gerilim veya potansiyel farkı ma hacmi.
yükselticisi voltaj amplifikatörü. volume, standard: 0°C'de 1 atmosfer basınçta bir ga
voltage coil: Elekt. vatmetrelerin iki bobininden biri; zın 1 gram moleküler ağırlığı tarafından işgal edilen
devreye paralel olarak bağlanır; gerilim bobini; vol hacim; standart hacim.
taj bobini. volumeter: Fiz. sıvı ve gazların hacimlerini doğrudan,
voltage drop: Bir devreden geçen elektrik akımının katıların ise taşırdıkları sıvı miktarı ile ölçmek için kul
gerilimindeki düşme; voltaj ya da gerilim düşümü; lanılan bir cihaz; voltmetre; hacim ölçer.
iletkenin iç direncinden kaynaklanır. volumetric: Hacimsel ölçüme ait; hacimsel ölçüme
voltage meter: Bkz. voltmeter. göre; volümetrik; hacimsel.
voltage regulation: Voltaj ya da gerilim ayarı. volumetrical: Bkz. volumetric.
voltage regulator: Bir jeneratörün çıkış gerilimini de volumetrically: Hacimsel bir şekilde; hacimsel anlam
ğiştiren bir cihaz; gerilim ya da voltaj regülatörü; da.
konjonktör, voltaj düzenleme bobini veya voltaj röle volumetric analysis: Çözeltinin bilinen hacminde tep
si. kimeyi etkilemek için gerekli ayıraç miktarının sap
voltage stabilizer: Gerilim dengeleyici. tanması ile bir kimyasal çözeltinin miktarsal analizi;
voltaic: 1a) kimyasal etki ile üretilen elektriğe ait veya hacimsel analiz; volümetrik analiz.
onu belirten; galvanik. b) kimyasal etki ile üretilen volumetric capacity: Pomp, birim zamanda çıkış dev
elektrik kullanma. 2) akım olarak hareket eden elek 3
resine verilen m /s, lt/s vb. i türünden sıvı hacmi;
triğe ait veya onu belirten. 3) Alessandro Volta'ya hacimsel kapasite; hacimsel sığa.
ait. volumetric content: Bir gaz ya da bir sıvıyı oluşturan
voltaic battery: Elekt. 1) galvanik pillerden oluşan bir elementlerin, kısmî gazların hacimsel olarak yüzdele
batarya. 2) galvanik pil; volta pili. ri; hacimsel kapsam veya muhteva.
voltaic cell: Anî bir kimyasal tepkimenin elektrik üretti volumetric efficiency: Hacimsel verim; volümetrik ve
ği elektrokimyasal bir pil; kimyasal enerjiyi elektrik rim. 1) Mot. bir emme stroku (kursu) sırasında silin
enerjisine dönüştürür; volta pili. dire emilen hava ya da hava-yakıt karışımı hacmi
voltaic couple: Gerilim üretmek için bir elektrolit için nin, strok (kurs) hacmine oranı. 2) Pomp, gerçek ka
de etki yapan benzer olmayan iki metal levha veya pasitenin kuramsal kapasiteye oranı.
elektrot: galvanik çift. volumetric strain: Hacimsel bozulma, şekil değiştir
voltaism: Kimyasal etki ile üretilen elektrik veya bu me veya deformasyon.
nunla ilgilenen elektrik bilimi dalı. volumetry: 1) hacimlerin ölçülmesi. 2) hacimsel veya
voltameter: F/z. bir zaman sürecinde, akım tarafından volümetrik analiz.
bir elektrolitten çıkarılan serbest gaz veya biriktirilen voluminosity: Büyük hacimli veya iri olma durumu
metal miktarı ile bir akımın şiddetini ölçen cihaz; vol ya da niteliği.
tametre. voluminous: Büyük hacime ait; büyük; hacimli; iri.
voltametric: Fiz. voltametreye ait veya elektriğin ölçül
volut e 596 vulgarit y

volute: Mak. a) spiral (sarmal) sekile parçası olan; he- VTOL: Hızı ve uçuş mesafesi uçağa, yapısı helikopte
lezonî; spiral kısımlı. b) dairesel ve yanal bileşik ha re benzeyen, dik iniş ve kalkış yapabilen hava aracı.
reketi olan. V-type engine: Silindirler arasında V harfi oluşturan
volute chamber: Merkezkaç veya santrfüj pompala makine veya motor; V motor; V makine.
rın giderek büyüyen, Arşimet spirali biçimindeki vulcanisation: Bkz. vulcanization.
mahfazası ya da keysi; volüt hücresi; Hızın basınca vulcanite: Ham kauçuğun büyük miktarda (% 25 ve
dönüşümünü sağlar. ya daha fazla) kükürt ile muamele edilmesi ve şid
voluted: Helezonda (sarmalda) dönen veya salınan. detli ısı etkisinde birakılması ile yapılan sert lâstik;
volute pump: Volüt veya giderek genişleyen hücreli ebonit; elektriksel izolasyon, tarak vb. i yapımında
difüzörsüz merkezkaç bir pompa; volüt pompa; vo kullanılır.
lüt hücreli pompa. vulcanise: Bkz. vulcanization.
volute turbine pump: Hem ditüzörleri ve hem de vo vulcaniser: Oto. lâstiklerin kaynak edilmesinde kulla
lüt hücresi olan bir merkezkaç veya santrfüj pompa; nılan makine; lâstik kaynak makinesi.
volüt türbin pamp; bu pompanın rotorunda kazanı vulcanization: Ham kauçuğu kükürt veya onun bile
lan kinetik enerjinin tümü difüzörler ve basınç hücre şikleri ve ısı ile muamele ederek, dayanıklığı yüksek
sinde basınç enerjisine dönüştürülür. ve esnek ebonit elde etme işlemi; ebonitleştirme;
volution: 1) dönme; yuvarlanma. 2) helezonî dönüş ebonitleştirilen kauçuğun sertlik derecesi doğrudan
veya salınım; kıvrılma; büklüm. içine katılan kükürt miktarı ve uygulanan ısı şiddeti
vortex: 1) ekseni etrafında dönerek merkezinde va ne bağlıdır.
kum oluşturan ve hareketteki herhangi bir şeyi çe vulcanize: 1) ebonitleştirmek. 2) ebonitleşmeye uğra
ken döner su kütlesi; vorteks; girdap; anafor. 2) her mak. 3) ısı ile pişirerek (oto vb. için) lâstik kaynağı
hangi bir güçlü hava girdabı veya anaforu; hortum; yapmak; vulkanize etmek. 4) lâstiği kükürt ile mua
kasırga. mele ederek sertleştirmek.
vortex flow: Girdap akımı; girdaplı akım Bkz. vortex. vulcanized fiber: Kâğıt hamurunun çinko klorürle iş
vortical: 1) girdap veya anafora ait; anafor veya girda lem görmesi sonucu elde edilen bir yalıtım maddesi;
ba benzeyen. 2) anaforda hareket eden. yapay deri olarak da kullanılır.
vortiginous: 1) hızla dönme: Hareket için söylenir. 2) vulcanized rubber: Kükürt ile tepkiyerek fiziksel özel
bir girdapta hareket etme; girdap veya anafora ben likleri geliştirilen lâstik.
zeyen. vulcanizer. Bkz. vulcaniser.
voting machine: Toplama makinesi ilkesi ile çalışan, vulgar: Kaba; ham.
bir seçimde oyları toplayan, kayıt eden ve sayan ma vulgar fraction: Bayağı kesir; adî kesir.
kine; oy makinesi. vulgarity: 1) ham, kaba, damıtılmamış veya distile
V stern: Kıç tarafı V harfi veya üçgen şeklinde olan; edilmemiş olma durumu veya niteliği.
ayna kıç (gemi için).
walky-talky: Bkz. walkie-talkie.

w
,
W: Bkz. 1) watt; watts. 2) west. 3) wolfram (tung
sten).
W.(w.): Bkz. 1) warehouse. 2) watt; watts, 3) we
ight. 4) west. 5) width.
wagon: 1) özellikle ağır yükleri çekerek taşımak için
kullanılan açık veya kapalı, dört tekerlekli türlü taşıt
araçlarından biri; yük arabası. 2) ing. demiryolu yük
vagonu. 3) yük arabası veya yük vagonu ile taşımak
ya da nakletmek.
wagonage: 1) yük arabası veya vagonu île taşımak.
2) bunun için ödenen para; taşıma ücreti. 3) vagon
ların tümü.
wagonload: Bir vagonun taşıdığı veya taşıyacağı yük.
wait: Den. işaret flaması veya bayrağı; bu flama veya
bayrak ile yapılan işaret ya da sinyal.
wain: Araba; atlı yük arabası.
waist: 1) Den. bir geminin üst güvertesinin orta kısım
veya baş kasara ile kıçüstü güvertesi arasındaki kı
sım.
wake: 1) hareket eden bir gemi veya bot tarafından
suda bırakılan iz; dümen suyu. 2) bir sıvıda hareketli
bir cisim tarafından bırakılan iz.
wake: 1) Den. a) stringer ve borda saçlarının birleşti
ği kısım, b) Çoğ. bir ahşap geminin gövdesi dışına
bağlanan en ağır kaplama veya birkaç devamlı kap
lama.
Walker cycle: Bkz. composite cycle.
walkie-talkie: Kişi tarafından taşınabilir küçük radyo
verici ve alıcısı; telsiz telefon; walky-talky biçiminde
de yazılır.
walking: ileri geri hareket edebilen; salınım yapabi
len: Hareketli kiriş; hareketli kreyn vb. gibi.
walking beam: Buh. Mak. bir ucu piston roda, diğer
ucu volana bağlı, ortasından tespit edilmiş olan ve
gücü pistondan çeviren şafta veya mile aktarmak
için kullanılan bir kiriş.
walkway: Den. özellikle gemilerin şaft tünelinde işlet
mecilerin yürüdükleri ve böylelikle denetim görevleri
ni yapabildikleri kısım ya da yol; yürüme yolu.
bulunan bir şi şeye standart sabun çözeltisi eklenir,
3
her 0,2 cm sa bun çözeltisi ekienişinden sonra şişe
iyice çalkalanır ve bu durum çözelti yüzeyinde en az
beş dakika da yanacak sabit bir köpük katmanı
3
oluşuncaya dek de vam eder; 1 cm sabun
wall: 1) duvar 2) duvara çözeltisi 10 ppm CaCO 'ü çöktürdüğünden sertliği
ait. bulmak için, kullanılan sa bun çözeltisi 10 ile
wall, cylinder: Mak. silindir duvarı; piston ve çarpılır.
segman- ların üzerinde aşağı yukarı veya ileri geri ward: Kilit dili.
hareket et tikleri silindir veya silindir gömleği wardroom: 1) bir savaş gemisinde tüm subayların
yüzeyi. oturdukları ve yemek yedikleri yer; salon; yemek sa
wallpaper: Duvar lonu. 2) bu subayların tümü.
kâğıdı. warehouse: 1) dağıtılmadan önce emtea veya malla
wall pulg: Elekt. gemi, bina vb. lerinde duvarlara do rın toplandığı bina; ambar; antrepo. 2) bir antrepoya
natılan ve akım almak için kullanılan kısımlar; priz; yerleştirmek.
duvar prizleri. war head: Patlayıcı dolgu kapsayan torpido, roket, fü
Wankel engine: Krank mili, piston kolları ve ze vb. inin başı; savaş başlığı.
pistonu olmayan, bir keys (mahfaza içinde) devir warm: 1) bir motor ya da makineyi bir süre boşta ça
hareketi yapan, üç köşeli bir rotordan oluşan lıştırarak işletmeye hazırlamak; ısıtmak 2) sıcaklığını
benzin motoru; döner pistonlu benzin motoru; vasat bir düzeye yükseltmek.
Wankel makinesi; dö ner pistonlu motor. warming: Uyarma; ikaz etme; bir tehlike veya arızayı
Wanklyn soap test: Besi (fid) suyunun sertliğini haber verme.
sap tamak için uygulanan bir deney; Vanklin warmish: Bir dereceye kadar sıcak.
3
sabun de neyi; içersinde 100 cm süzülmüş su warmth: 1) ılımlı veya vasat derecede ısı çıkarmak ve
ya yaymak; böyle bir ısıya sahip olma durumu veya

3
war m u p 598 water

niteliği. 2) canlı bir vücudun doğal ısısı.


vı, b) yıkama ile giderilen atık madde. 2a) akarsu ile
warm up: Yüklenmeden önce bir motor, makine vb.
maddeyi götürme işlemi, b) bu işlem ile götürülen
ini bir süre boşta çalıştırarak ısıtmak.
madde, c) yıkama ile elde edilen metal, metal cevhe
warm-up: Bir makinenin çalıştırmaya hazırlık yönün
ri, değerli taş vb.
den ısıtılması; ısınma.
washing machine: Elektrik, el, buhar vb. i ile çalıştırı
warmup time: Türlü ısı makinelerinde, yüklenmeden
lan yıkama makinesi; çamaşır makinesi.
önce makinelerin ısıtılmaları için gerekli süre; ısınma
washing soda: Su yumuşatıcısı olarak kullanılan sod
veya ısıtma süresi.
yum karbonat; soda, Na2CO3.10H2O.
warn: Uyarmak; ikaz etmek; bir tehlike veya arızayı
washing water: Yıkanma suyu.
haber vermek.
washing water system. Gem. Mak. yıkanma amacıy
warning: Uyarma; ikaz etme; bir tehlike veya arızayı
la banyo ve duşlara sıcak ve soğuk su sağlayan, bir
haber verme.
pompa, hidrofor ve borulardan oluşan bir devre; yı
warning device: Uyarı veya ikaz cihazı; alarm ya da
kanma suyu devresi ya da sistemi.
bazer gibi bir tehlike veya arızayı ses ve ışıkla haber
washout opening: Kazan zarfı ve çamur dramlarında-
veren cihaz.
ki çamur ve yabancı maddelerin yıkanarak, temizle
warning unit: Uyarı ünitesi; Bkz. warning device.
nerek dışari atılmasını sağlayan delik; yıkama deliği;
war nose: 1) birincil (primer) ve ateşleme mekaniz
yıkayıp atma penceresi.
masını ve bazan patlayıcı dolguyu taşıyan uç ya da
washout plugs: Buh. Kaza. yıkama pencereleri veya
başlık; savaş başlığı. 2) torpido veya merminin patla
deliklerini kapamak üzere kullanılan, genellikle diş
yıcı ucu.
çekilmiş konik tapalar; yıkama tapaları.
warp: 1) Den. bir gemiden kazık, şamandra vb. ine
wash plate: Bkz. swash plate.
verilen bir halat veya savlo; palamar halatı. 2) Den.
waste: 1) tahrip etmek; harap etmek; mahvetmek. 2)
bir kazık, dok vb. ine bağlanmış halat ile çekerek ha
aşındırmak; derece derece sarfetmek, harcamak, tü
reket ettirmek. 3) eğilmek.
ketmek. 3) derece derece tüketilmek. 4) atık; geri ka
warped: Eğilmiş; bükülmüş.
lan; daha fazla kullanılmaz; üstüpü; atık ürün, atık
warping machinery: Den. gemilerin kıçüstünde bulu
kâğıt gibi. 5) aşırı kullanılan; israf edilen: Enerji gibi.
nan ve halat elleçlemek için kullanılan dikey veya ya
6a) atıkları taşımak için kullanılan.
tık ırgat; halat ırgatı; palamar ırgatı.
wasteful: 1) müsrif; ziyankâr. 2) gereğinden fazla kul
warping winch: Den. palamar vinci; palamar ırgatı;
lanma; israf etme.
halat ırgatı; Bkz. warping machinery.
waste heat: Diz. Mot. yüksek güçlü makinelerden at
warplane: Savaşta kullanılan herhangi bir uçak; sa
mosfere atılan egzoz gazları üzerinde bulunan ve bir
vaş uçağı.
bölümü işe çevrilebilecek ısı; atık ısı; artık ısı.
warship: Destroyer vb. i gibi savaşmak üzere yapıl
waste heat recovery: D/'z. Mot. egzoz edilen gazların
mış veya silâhlandırılmış herhangi bir gemi; savaş
üzerinde bulunan ısının bir bölümünden (sıcak su,
gemisi.
buhar vb. i) için yararlanma; atık ısıdan yararlanma.
wash: 1) yıkamak. 2) su ve diğer bir sıvı ile yıkamak.
waste heat boiler: Atmosfere atılacak egzoz gazları
3) ince bir metal katmanı tie kaplamak. 4) Kimy. a)
nın ısısından yararlanılarak sıcak su ve 10 bara ka
damıtık suyu filtreden geçirmek, b) çözünür madde
dar buhar üretebilen kazan; atık ısı kazanı; özellikle
sini gidermek için (bir gazı) bir sıvının içinden geçir
yüksek güçlü dizel motorlarıyla donatılmış gemiler
mek. 5a) maden cevheri, metal, değerli taşlar vb. ini
de kullanılır.
ayırmak için suyu (toprak, kum, çakıl vb. i) içinden
waste pipe: Atık su, pis su, atık buhar vb. ini taşımak
geçirmek, b) bu şekilde (cevher vb. ini) ayırmak. 6)
için kullanılan boru; atık borusu.
yıkama işi veya işlemi. 7) atık sıvı. 8) metaller, cev
waste product: Endüstrinin kimyasal işlemlerinde üre-
herler, kıymetli taşlar vb. inden yıkanan toprak. 9) sı
yen istenmeyen maddelerden herhangi biri; atık
vı şeklinde, bir yüzeye uygulanan ince metal kat
ürün; atık madde; bazı atık maddeler yararlı ürünle
man.
re dönüştürülebilirler.
washable: Özellikle hasar vermeksizin yıkanabilir.
watch: 1) cep saati, kol saati vb. i. 2) Den. a) gemide
washdown system: Nükleer bir savaşta suüstü savaş
mürettebat ve zabitan arasında, günün bölündüğü
gemilerinin üst yüzeylerindeki nükleer kirlenmeyi te
görev saatlerinden biri; vardiya, b) vardiyada, çoğu
mizlemek için kullanılan bir sistem; ana yangın dev
zaman personelin yarısı olan mürettebat kısmı; vardi-
resinden sağlanan su, kuru borulu bir sprinkler Bkz.
yacı personel, c) gemi kronometresi. 3) vardiya tut
sprinkler system devresi ve nozullardan püskürtüle
mak.
rek yıkama işlemi yapılır; yıkayıp temizleme sistemi. watchcase: Bir saatin dış veya metal mahfazası.
washer: 1) metal, deri, lâstik vb. inden yapılmış ve cı
watch engineer: Den. makine dairesi veya satralda
vata kafası veya somun altına konulan yassı disk ya
belirli saatlerde vardiya tutmakla görevli mühendis;
da çember; rondela; pul. 2) bir şeyi yıkamak için kul
vardiya mühendisi; vardiya makinisti.
lanılan makine: Bulaşık makinesi, çamaşır makinesi
watch-keeping: Den. vardiya tutma.
gibi. 3) gazları yıkamak için kullanılan bir cihaz. 4)
watchmaker: Saat yapan veya onaran kişi; saatçi,
yıkayan bir kişi. watchmaking: Saatlerin yapımı ve onarımı işi; saatçi
washer cutter: Ayarlanabilen üç uçlu, dıştaki iki ucu lik.
dış çapı ve ortadaki contanın iç çapını düzenleyen water: 1) kimyasal olarak hidrojen ve oksijenin bileşi
bir alet; conta kesici; conta kesme aleti; rondela ya ği olan ve H 2 0 simgesi ile gösterilen, 32°F veya
da pul kesici. 0°C'de donarak buzu, 212°F veya 100°C'de kayna-
washing: 1a) Çoğ. bir şeyi yıkamak için kullanılan sı
yarak buharı oluşturan sıvı; su. 2) içme, yıkanma
/

w a t erag e 599 w a t erglas s

vb. i gibi herhangi bir şekil veya miktardaki su. 3)


water cooler: 1) içme suyunu bir kangal boru ile buz
Çoğ. nehir, göl, deniz vb. i gibi büyük su kütlesi.
veya diğer bir soğutucu madde içinden geçirerek so
4a) derinliğine göre belirtilen su. b) bir geminin çek
ğutan cihaz; su soğutucusu; su kuleri. 2) Mot. maki
tiği su. c) yüzeyine göre ifade edilen su: Su üstün
nede ısınan suyun tekrar kullanılmak üzere soğutul
de, su altında gibi. d) bir deniz nehir vb. indeki sevi
duğu radyatör, borulu veya levhalı soğutucu, soğut
yesine göre belirtilen su: Yüksek su, alçak su gibi.
ma kulesi vb. i bir cihaz; soğutma suyu kuleri; su so
5) bir tekne vb. i içine sızan su: Geminin yaptığı su
ğutucusu.
gibi. 6) idrar, tükürük, ter, öd vb. i gibi vücuttan çı
water-cooling:Dolaştırılan su ile aşırı ısınmadan koru
kan sıvı. 7) çoğu zaman bir gaz gibi suda çözünen
ma: Su ile soğutulan makinelerde olduğu gibi.
herhangi bir maddenin çözeltisi: Maden suyu, amon-
water-cooling tower: D/z. Mot. kara tesislerinde silin
yaklı su gibi. 8) su sağlamak. 9) su ile ıslatmak. 10)
dir kapağından çıkan sıcak suyu soğutmak için kulla
zayıflatmak için su katmak; sulandırmak. 11a) su ile
nılan ve saçakları olan bir kule; su soğutma kulesi.
çalıştırılan, b) akarsudan türeyen: Su gücü gibi. 12)
water corrosion : Su ile sürekli temasta olan madenî
su veya sıvı kaplama. 13) su ile hazırlanan.
bir maddenin yüzeyinde oluşan korrozyon; su kor-
waterage: İng. 1) malların su ile taşınması. 2) bunun
rozyonu; su paslanması.
ücreti.
watercourse: 1) su akımı; nehir, çay vb. 2) su kanalı;
water back: Bir sobanın ocağının gerisinde bulunan
su yolu.
ve su ısıtmak için kullanılan bir depo veya kangal bo
watercraft: 1) tekne veya gemileri elleçlemede yete
ru.
nek veya hüner. 2) yüzme gibi, su sporlarında maha
water ballast: Den. safra suyu; Bkz. ballast.
ret. 3) tekne, gemi, sal vb. 4) gemi ya da teknelerin
water boat: Den. limanlar veya rıhtımlarda bağlı gemi
tümü; water craft şeklinde de yazılır.
lere içme suyu vermek için kullanılan küçük tanker;
water cycle: Suyun okyanuslar, göller, akarsular vb. i
su gemisi veya botu.
yüzeyinden buhar olarak atmosfere gitmesi ve yağ
water-borne: 1) suda yüzme. 2) su üzerinde yüzen.
mur olarak tekrar göllere, okyanuslara dönmesi; su
3) gemideki gibi, su yolu ile taşınan.
çevrimi.
water box: Buhar kondenserlerinde deniz suyunun
water detector: Su arayıcısı, detektörü; depolama
verildiği ve oradan borulara geçtiği kısım; boru ayna
tanklarında suyun varlığını saptayan ve uyaran elek
ları ile kapaklar arasında kalan hacim; su kutusu; su
trikli bir cihaz.
mahalli.
water, distilled: Damıtma ile elde edilen saf su; iç
water-box cover: Buhar kondenserlerinin dökme de
mek için uygun olmayıp lâboratuvarlar vb. i yerlerde
mirden yapılan iki kapağından biri; kondenser kapa
kullanılır; damıtık su; distile su.
ğı-
water drum: A ve D türü su borulu kazanlarda altta
water brake: Su freni; Bkz. hydraulic brake.
bulunan, buhar domuna (dramına) benzeyen, fakat
waterbury pump: Değişken stroklu pompa; Bkz. vari
daha küçük ölçülerde olan silindir şeklinde su dolu
able-stroke pump.
bir bölüm; su domu; su dramı.
water calorimeter: Bilinen bir hacimdeki suyun sıcak
water ferrule: O/z. Mot. soğutma suyunun silindir ce
lığındaki değişim ile ısı miktarını ölçen bir cihaz; su
ketinden silindir kapağına aktarılmasını sağlayan ve
kalorimetresi.
kendisine uygun yuvalara geçirilmiş olan yüksükler
water chest: Buh. Kaza. su bölgesi; su mahalli; Bkz.
den herhangi biri; su ferul'u.
water space.
water, fresh: Bkz. fresh
water circulation: Suyun doğal veya cebrî olarak bu
water.
har kazanı içinde dolaşım veya sirkülasyonu; su do
watergas: Yakıt olarak kullanılan ve akkor halindeki
laşımı; dolaşım ne kadar hızlı olursa kazan o kadar
maden kömürüne buhar püskürtülerek elde edilen
çabuk buhar oluşturur.
ve karbon monoksit ile hidrojenden oluşan zehirli
water clock: Akan ya da yüksekten düşen su ile çalı
bir gaz; su gazı.
şan ve zamanın ölçülmesi için kullanılan bir meka
water-gas tar: Su gazı yapımı sırasında, yüksek sıcak
nizma; su saati Bkz. clepsydra.
lıkta petrol gazlarının krakingi sonucu elde edilen
water column: Su sütunu; su yüksekliği (m veya mm
katran; su gazı katranı.
H 2 0 türünden).
water gauge: 1) bir tank, buhar kazanı vb. inin içinde
water conditioning: istenmeyen yabancı maddelerini
ki su seviyesini gösteren, genellikle cam bir boru
gidermek için suya uygulanan tüm işlemler; su ıslah
dan oluşan bir cihaz; su göstergesi; birleşik kaplar il
etme.
kesine göre çalışır; Gem. Mak. tesviye şişesi. 2) bir
water content: Su kapsamı, içeriği veya muhtevası
akarsu veya kanalda su düzeyi veya akım miktarını
(yağ ve yakıtlar için).
ölçmek için kullanılan bir cihaz.
water-cool: Borular veya ceketinde su dolaşımı ile
water-gauge glass: Su göstergesi; tesviye şişesi;
(bir makine vb. ini) aşırı ısınmadan korumak.
Bkz. water gauge.
water coolant: Bkz. liquid metal.
water-gauze protector: Diz. Mot. karter patlaması
water cooled: Su ile soğutulan veya su dolaştırılarak
sı rasında alevin makine dairesine çıkmasını
soğutulan (motor, makine vb.); su soğutmalı.
önlemek için karter kapaklarındaki emniyet
water cooled engine: Su ile soğutulan motorlar, ma
valflarına donatı lan 0,3 mm çapındaki yumuşak
kineler vb. i; silindir ceketinde su dolaştırılarak, yan
tellerden örülerek ya pılan tül görünümündeki
ma sonucu oluşan ısının bir bölümünü (% 25-% 30'u-
koruyucu; deliklerinden ge çen alevin sıcaklığını
nu) alan ve onu denize veya atmosfere taşıyarak so
0,5 m içinde, 1500°C'den 250°C'ye kadar
ğutulan makine veya motor; su soğutmalı makine.
düşürebilir.
water gland: Bkz. water seal; water-sealing gland.
waterglass: Bkz. water glass.
water glass 600 w a t er p roo f

water glass: 1) suda çözünerek renksiz, şurup kıva water jet propulsion: Bir su pompasının impelerinin
mında bir sıvı oluşturan sodyum silikat veya potas sağladığı büyük miktardaki suyun bir nozuldan çıkar
yum silikat; yumurtaların korunması, bazı segmanla- ken sağladığı yüksek hzın tepkisi ile yürütülen (tek
rın yüzeylerinin kaplanması, akıtan oto radyatörleri ne, bot, gemi vb. i); su huzmesi (jeti) ile yürütme ve
nin küçük çatlak vb. lerinin sızdırmaz hale getirilme ya tahrik.
si vb. işlerde kullanılır. 2) cam, su göstergesi; tesvi waterless: Susuz; kuru.
ye şişesi. 3a) cam su bardağı, b) camdan yapılmış water level: 1a) durgun suyun düzeyi, b) bunun yük
su kabı. 4) su altındaki şeylere bakmak için, altı cam sekliği. 2) yeraltı suyunun üst sınırı veya limiti. 3) bir
olan boru veya kutu. 5) su saati; Bkz. clepsydra. cam tüp, içinde su kapsayan bir tesviye cihazı.
water hammer: 1) içinde hava olmayan ve su kapsa water-level gauge: Buhar kazanlarında fayrap seviye
yan sızdırmaz bir biçimde yapılmış cam bir boru: Ka sini göstermek üzere kullanılan, çoğu cam boru şek
tıların ve sıvıların vakum içinde aynı miktarda düştü lindeki bir alet; bir tarafı kazanın buhar ve diğer tara
ğünü kanıtlamak için kullanılır ve sallandığı zaman fı ise su bölgesine bağlanmıştır ve bileşik kaplar ilke
su, tüpün uçlarını döverek çekice benzer bir ses çı sine göre çalışır.
karır. 2a) içinde su bulunan bir borudan geçirilen ta waterline: Bkz. water line.
ze buharın neden olduğu ses. b) Buh. Kaza, ana water line: 1) deniz (su) yüzeyinin bir gemi veya tek
stop valf hızlı açıldığı zaman, bir kısım buharın yo- ne bordasında bulunduğu hat; su hattı; su seviyesi
ğuşması nedeniyle buhar devresinde oluşan vurun veya düzeyi. 2) tam yüklü, yarı yüklü veya boş oldu
tu; su çekiçlemesi. c) musluk anî kapatıldığı zaman ğu zamanki batma miktarını belirtmek için, gemi tek-
borudaki su vuruntusu, d) su devreleri veya borular nesindeki değişik yüksekliklere işaretlenmiş türlü pa
da bulunan hava nedeniyle oluşan vuruntu ya da gü ralel hatlardan biri.
rültü. water-logged: Hemen hemen su seviyesine kadar
water-hammer: Buhar borusunda olduğu gibi, vurun batmış içi su dolu, ağır hareketli: Tekneler veya yü
tu ya da gürültü. zer cisimler için söylenir. 2) içi su dolmuş.
water hammering: Soğuk stim devresine bol miktar water main: Bir boru sisteminde su taşıyan ana boru.
da buhar verildiği zaman oluşan ağır bir titreşim ya waterman: 1) teknelerde çalışan veya onları elleçle-
da gürültü; buharın bir bölümünün yoğuşarak su ha yen kişi; kayıkçı; sandalcı. 2) kürek çekmede yete
line gelmesi ve diğer bölümünün bu suyu sıkıştırma nekli kişi; kürekçi.
sı olayı; su çekiçlemesi. watermanship: 1) bir kayıkçının işi; görevi veya yete
water, hard: Bkz. hard water. neği; kayıkçıılk; sandalcılık. 2) kürek çekme vb. inde
water header: Su hederi, kalın ve ince su borulu ka yetenek; kürekçilik.
zanlarda buhardramının altında bulunan ve ona kı watermark: Suyun yükselme sınırını (limitini) göste
sa, büyük çaplı borularla bağlı olan, dikdörtgen priz ren bir işaret.
ma şeklindeki kısım; heder; ön heder veya arka he water meter: Bir boru vb inden akan suyun miktarını
der; bunlar birbirlerine paralel olup, aralarında yatay ölçen ve kayıt eden bir cihaz; su sayacı.
la 12°-18°'lik açı yapan su boruları uzanır. water-methanol injection: Bir turbojet makinesinin
water horsepower: Boşalttığı su G (kg/dakika) ve veya motorunun havalanma srastını (tepkisini) yakla
toplam hedi (H m) olan bir pompa için su beygirgü- şık olarak % 12-% 15 çoğaltmak için kompresör girişi
cü; GxH/60x75 formülü ile hesaplanır. ne püskürtülen su ve metil alkol karışımı; su-meta-
water indicator: Buh. Kaza. su seviyesinin saptanma nol püskürtme.
sında kullanılan su seviyesi alarmı, tesviye şişeleri water mill: Makinesi su tarafından çalıştırılan bir değir
ve tecrübe musluklarının genel adı; su göstergesi. men; su değirmeni.
wateriness: Sulu olma durumu veya niteliği. water of crystallization: Kristalleşme veya billurlaş
watering pot: Bitkileri sulamak için kullanılan delikli ma suyu; bir tuzla birleşerek hidrat oluşturan belirli
bir başlığı (nozulu) bulunan süzgeçli bir su kabı. sayıdaki su molekülü; örneğin sulu potasyum karbo
water injection: Su püskürtme; özellikle: a) Gaz. nat, K 2 CO 3 H 2 O ve mavi vitriyol ya da bakır sülfat,
Türb. kompresör girişinde çalıştırma havası içine per CuS0 4 .5H 2 0.
formansı geliştirmek, b) havasızlandırma ısıtıcısında water ejector: Bkz. stim ejector.
buharla karışması ve ısınmasını sağlamak, c) açık water of hydration: Hidrat oluşturmak için bir madde
besi suyu (jet) kondenserlerde egzoz buharını yo- ile kimyasal olarak birleşen su.
ğuşturmak amacıyla su püskürtme. water, permanently hard: Kaynatıldıktan sonra sert
waterish: Bkz. watery. kalan su; sabit veya daimi olarak sert su; kalsiyum
water-jacket: Su ceketi ile donatmak (bir motoru). ve magnezyum klorür ve sülfat içerir.
water jacket: içinde su dolaştırarak bir şeyi soğutmak water pipe: 1) su taşımak için kullanılan boru; su bo
veya sıcaklığını sabit tutmak için kullanılan bir su rusu. 2) tömbeki dumanının su içinden geçirildiği
hacmi; özellikle içten yanmalı bir makinede silindir alet; nargile.
lerle blok arasında bulunan soğutma suyu hacmi; water power: Makine vb. çalıştırmak için kullanılan
su ceketi; silindir ceketi; cylinder jacket biçiminde akarsu veya dökülen suyun gücü; su gücü. 2) bu şe
de kullanılır. kilde kullanılabilen, yukarıdan düşen su. 3) bir değir
water jet: İnce, yüksek basınç ve hızla püskürtülen su men tarafından sahip olunan su hakkı veya imtiyazı.
ışın demeti; su huzmesi; su jeti (havasızlandırma ısı water pressure: 1) ağırlığı nedeniyle su basıncı 2)
tıcısı vb.lerindeki gibi). mekanik anlamda su basıncı.
water jet ejector: Bkz. steam ejector, steam injec waterproof: 1) özellikle lâstik, plâstik vb. ile işlemlene-
tor. rek suyu geçirmeyen: Kumaş, elbise vb. için söyle-
w a t e r pum p 601 w a t e r s t ea m
water still: Su damıtma cihazı; imbik; distiller.
nir. 2) su geçirmez kumaş veya diğer madde. 3) water supply: 1) bir bölge veya yerde kullanılmak
İng. su geçirmez malzemeden yapılmış yağmurluk üzere hazır su. 2) bu tür suyu depolamak için depo,
veya pardesü. rezervuar vb. gibi bir sistem. 3) su kaynağı.
water pump: Den. içme, yıkanma, soğutma, dolaşım water system: Bkz. water supply; su tesisatı; su
vb. sağlamak üzere kullanılan pompalardan herhan siste mi.
gi biri; su pompası. water tank: Den. içme, yıkanma veya deniz suyu de
water, pure: Bkz. pure water. polamak için kullanılan tanklardan herhangi biri; su
water purification: Besi (fid) suyu devrelerinde su tankı.
yun arıtılması veya yabancı maddelerinden temizlen water, temporarily hard: Kaynama ile yumuşayabi-
mesi, örneğin hotvelde yapılan işlem. len su; geçici olarak sert su; kalsiyum ve magnez
water regulator: Bkz. feed water regulator. yum karbonat kapsar.
water reservoir: Su deposu; su rezervuarı. watertender: Buh. Kaza. Tesviye şişesindeki su sevi
water resistance: Suyun direnci veya mukavemeti; yesini izleyen kişi veya cihaz.
hidrodinamik direnç. watertight: Su geçirmez; su sızdırmaz.
water-ring pump: Rotorun merkezkaçık olarak dona watertight bulkhead: Den. çoğu zaman gemilerin
tıldığı dairesel bir çalışma hücresinden oluşan ve ro baş ve kıç taraflarında bulunan ve su geçirmeyen
torun şafta (mile) bir kama ile bağlı olduğu pompa; bölme; su geçmez perde.
su çemberli pompa; çoğu zaman vakum pompası watertight door: Den. kapatıldığı zaman bir bölme
olarak kullanılır ve maksimum % 99,5'e kadar va den diğer bölmeye suyu geçirmeyen veya sızdırma
kum üretebilir. yan kapı ya da kaporta; su geçmez kapı.
water, salt: Bkz. salt water. watertight joint: Su geçirmez conta; su sızdırmaz
water sample: Analiz ya da tahlil edilmek üzere içme conta.
ya da deniz suyundan alınan numune; su örneği; su water tower: 1) su depolamak ve su sisteminde ba
numunesi. sınç eşitlemek için kullanılan yükseltilmiş bir tank. 2)
water sapphire: Bazan mücevher olarak kullanılan yüksek basınçlı hortum ve başlıkları ile çok yüksekle
koyu mavi renkli, saydam bir iolit Bkz. iolite türü; su re kaldırmak için kullanılan bir yangınla savaş ciha
safiri. zı.
water, sea: Bkz. sea water. water trap: 1) Mot. yakıt devresinde bulunan ve yakıt
water seal: Kara tesislerinde kullanılan sabit devirli tan suyu ayırmak için kullanılan cam kaplı bir filtre;
buhar türbinlerinin boğazlarının sızdırmazlığını sağla su kapanı; su filtre etme veya süzme fincanı. 2) yük
yan, bir depo ve rotorşafta bağlı bir pompa rotorun sek güçlü dizel motorları makine altı (samp) tankları
dan (impelerden) oluşan donanım; türbin boğazları nın havalandırma borularında yoğuşan buharın, su
na basınçlı su vererek sızdırmazlık sağlar; hidrolik olarak samp tanka dönmesine engel olan bir cihaz;
glend; hidrolik sızdırmazlık sistemi. su kapanı; Gem. Mak. su trabı.
water sealing gladn: Kondenserleri tahliye eden pom water treatment: Buh. Kaza. besleme suyunun kazan-
paların (yoğuşum pompaları) boğazlarında su ile sız taşı ya da kısır oluşturmasını ve korrozyonu önle
dırmazlık sağlayan sistem. mek amacıyla, kazan suyunun bir takım kimyasal bi
water separator: Sıcak denizlerde çalışan dizel motor leşiklerle, ıslah edilmesi işlemi; su ıslahı.
lu gemilerin aşırı doldurma havası devresinde bulu water tube: Su borulu kazanlarda kullanılan düz ya
nan ve hava içindeki nemi ayırmak için kullanılan bir da kıvrık ve türlü çaplardaki delik çekme borulardan
cihaz; su separatörü veya ayırıcısı. herhangi biri; su borusu; içinden su ve dışından kız
water-screen: Buh. Kaza. ocak tabanına yerleştirilen, gın yanma ürünleri geçer.
su borularının oluşturdukları perde; su perdesi: water tube boilers: Bkz. boilers, water tube.
Ocak tabanının su ile soğutulmasını ve buhar üretil water turbine: Suyun potansiyel (durağan) enerjisini
mesini sağlar. kinetik enerjiye dönüştüren bir makine; su türbini;
water-soak: Su ile ıslatmak; doyurmak veya işba hali bir rotorun çevresinde bulunan ve suyun çarptığı ka
ne getirmek. natlardan oluşan bir makine; hidrolik santrallarda bü
water, soft: Bkz. soft water. yük güç üreteci olarak kullanılır.
water softener: Boraks ve sodyum karbonat gibi, su water vapor: 1) özellikle kaynama noktasının altında
dan sertlik gidermek için kullanılan bir kimyasal olduğu zaman, havadaki gibi, pus şeklinde ve minik
madde; su yumuşatıcı. parçacıklar (partiküller) şeklindeki su. 2) suyun gaz
water softening: Sert sulardan sertliğin giderilmesi hali; Bkz. steam.
iş lemi; su yumuşatma; suyun sertliğini giderme, a) water wail: ince su borulu heder türü kazanlarda,
ge çici sertlik su kaynatılarak giderilir, b) toplam oca ğın karşı ve yan duvarları, bazan tabanına yan
sertlik ise sodyum karbonat, deterjanlar ve doğal yana yerleştirilmiş ve bir hedere bağlanmış su
veya ya pay zeolit ve hegzametafosfat ile giderilir. boruların dan oluşan duvar; ocak dışına kaçması
water-soluble: Suda çözünebilir: Özellikle bazı vita olası ısıyı tut mak ve hızlı buhar üretmek için
minler için söylenir. kullanılır; su duvarı.
water space: Alev borulu kazanlarda tüm hacmin water washdown system: Bkz. washdown system.
2/3'ü ve su borulu kazanlarda buhar dramının 1/2'- water wave: Su dalgası; büyük zirveli dalga.
sini oluşturan hacim; su bölgesi, su mahalli; su hac waterway: 1) içinden veya boyunca suyun aktığı bir
mi. kanal veya küçük ırmak. 2) akarsu, kanal gibi tekne
waterspout: 1) suyun aktığı delik, boru ya da mus ler, gemiler vb. için yeterince geniş ve derin olan
luk. 2) su hortumu; deniz hortumu. herhangi bir su kütlesi; su yolu.
water steam: Bkz. steam. water wheel: Akarsu veya yüksekten düşen su tarafın-
w a t er w ork s 602 way

dan döndürülen, çoğu zaman güç elde etmek için


kullanılan bir dolap. 2) çevresinde kovalar bulunan mikrodalgalar veya 300 megasiklden büyük frekanslı
ve su çekmek için kullanılan bir dolap; su dolabı; su dalgaları iletmek için kullanılan bir elektrik iletkeni;
tekeri. dalga gayıtı; dalga klavuzu.
wave length: 1) birbirini izleyen iki dalganın belirli
waterworks: 1) kasaba, şehir vb. ine su sağlamak
noktaları arasındaki mesafe; dalga boyu. 2) Fiz. bir
için kullanılan depo (rezervuar), pompalar, borular
vb. sistemi; su sistemi. 2) böyle bir sistemde makine dalganın gelişimi yönünde, aynı fazlı herhangi bir
leri, tortu havuzları, filtreler vb. i ile birlikte pompa is noktadan sonraki noktaya ölçülen mesafe.
tasyonu. wavelet: Küçük dalga;
dalgacık.
waterworn: Akarsuların etkisiyle aşınmış, düzeltilmiş
wavellite: Beyaz, yeşilimsi sarı veya kahverengi, yarı
veya parlatılmış.
saydam, cama benzeyen bir bileşik; sulu alümin
watery: 1) suya ait; su ile ilişkili. 2) su kapsayan; su
yum fosfat.
yu bol; ıslak. 3) bulutlar gibi, yağmur getiren 4) su
wave, long: Bkz. long wave.
gibi; suya benzeyen. 5) sulandırılmış.
wave, medium: Bkz. medium wave.
watt: 10*7 erg/saniye, 1 volt-amper, saniyedeki 1 jul'-
wave motion: Dalgaların ileri hareketleri tarafından
lük iş (J/s), yaklaşık 10 200 gram-cm/saniye; 1/746
bir madde içinde enerjinin aktarılması; dalga hareke
beygirgücü, jul/saniyeye eşit olan bir güç birimi;
vat; W kısaltması ile belirtilir. ti.
wave number: Birim uzunluktaki dalgaların sayısı;
wattage: 1) akım şiddeit ve gerilimin çarpımı ile he
dalga sayısı; uzunluk birimi olarak dalgaların sayısı;
saplanan, vat türünden belirtilen elektrik gücü mikta
dalga boyu.
rı. 2) verilen bir araç veya cihazı çalıştırmak için ge
wave power: Rüzgâr veya diğer nedenlerle oluşan ve
rekli toplam vat miktarı veya sayısı.
önemli enerjiye sahip okyanus dalgalarının enerjisi;
watt-hour: Elekt. saatte 1 vata eşit olan elektriksel
dalga gücü.
enerji veya güç birimi; vat/saat.
wave, short: Bkz. short wave.
watt-hour meter: Bir elektrik devresinin enerjisini
wave, surface: 1) iki sıvı fazını ayıran serbest yüzey
kilo- vat-saat türünden ölçmek için kullanılan bir
üzerinde bozunma dalgası. 2) Dünya yüzeyine para
cihaz; enerji ölçer; enerji sayacı; vat-saat metre.
lel olarak hareket eden bir elektromanyetik dalga bi
wattless: Elekt. güç faktörü sıfır olan alternatif akımı
leşeni; yer dalgası.
veya alternatif akımın reaktlf bileşenini belirtir; vat-
wave train: Aynı kaynaktan çıkan ve aynı yönde hare
siz; bu durumda akım ile potansiyel ya da gerilim
ket eden dalga gruplarının dizisi; dalga dizisi.
arasındaki faz farkı 90°'dir; gücü olmayan; tüm ola
wave velocity: Bir dalganın ileriye doğru hareket
rak güçsüz.
eden zirvesinin hızı; dalga hızı.
wattmeter: Elekt. çoğu zaman dağıtım tabloları
wax: 1) petek yapmak için arılar tarafından çıkarılan,
üzerin de bulunan ve devrede tüketilen gücü vat (W)
şekil verilebilir, donuk sarı renkli bir madde; balmu
türün den belirten bir cihaz; vatmetre; akım ve
mu; soğukta sertleşir, sıcakta yumuşar ve yaklaşık
gerilim bo binlerinden oluşan bir ölçü cihazı;
64,5°C (148°F)'de erir; suda çözünmez, mum vb. i
elektrik devreleri ne seri-paralel olarak bağlanır.
yapımında kullanılır. 2) bunun gibi herhangi şekil ve
wattmeter, electrodynamic: Akım veya sabit bobini
rilebilen bir madde: a) parafin; mum. b) kulak mu
yükle seri, hareketli ya da gerilim bobini yükle para
mu, c) bitki ve hayvanların verdikleri balmumuna
lel bağlı bir vatmetre; elektrodinamik vatmetre.
benzer herhangi bir madde, d) ayakkabıcıların dikiş
wave: 1) ileri geri ve aşağı yukarı oluşan eğri şeklin
iplerine sürdükleri reçineye benzer madde, e) mü
de hareket etmek; dalgalanmak. 2) el, kol, ışık vb.
hür mumu. 3) esterler, yağ asitleri, serbest alkoller
ini ileri geri hareket ettirerek işaret vermek. 3) bir sı
ve hidrokarbonların oluşturdukları maddeler grubu
vı boyunca meydana gelen çıkıntılı ve girintili eğri;
dalga. 4) su; özellikle deniz suyu veya diğer bir su nun herhangi biri. 4) balmumu ile ovmak, parlat
kütlesi. 5) elektrik akımı veya gerilimin periyodik bir mak, kaplamak veya muamele etmek; balmumu sür
değişimi. 6) Fiz. ısı, ışık, ses vb. inin iletiminde oldu mek. 5) balmumundan yapılmış.
ğu gibi, hava veya bazı diğer maddelerde titreşim, wax: 1) dayanıklığı, şiddeti, hacmi vb. inde büyüme.
nabız atışı vb. i tarafından oluşturulan bir dizi impuls- 2) aydınlık kısmının ölçüsünde büyümek; tedricen
lardan herhangi biri. (derece derece) tam olmak: Ay için söylenir. 3) ol
wave band: Radyolarda kullanılan sınırlı dalgaboyları mak; büyümek.
alanı; dalga bantı. waxen: 1) balmumundan yapılmış. 2) beyazlığı, yu
wave, damped: Madde tarafından enerjinin emilmesi muşaklığı, solukluğu, şekil verilebilir vb. oluşu mu
nedeniyle, zamanla amplitüdü azalan bir elektrik dal ma benzeyen. 3) mum ile kaplı.
gası; sönen dalga; sönmüş dalga. waxiness: Mum gibi olma durumu veya
wave, elacstic: Elâstik ya da esnek bir maddede yayı niteliği.
lan mekanik bir dalga; esnek dalga. wax paper: Balmumu veya mum ile nem geçirmez ya
wave form: Sinusoidal, testere dişi, kare, karmaşık pılan bir tür kâğıt; yağlı kâğıt.
dalga şekillerinden herhangi biri; dalga formu; dal waxy: 1) mum ile kaplı; mumdan yapılmış; mumlu. 2)
ga şekli. tabiatı ve görünüşü muma benzeyen.
wave frequency: Bir dalganın titreşim miktarı; dalga way: 1) yol, cadde, patika vb. 2) bir yerden diğer bir
frekansı; bir dalganın 1 saniyede oluşturduğu peri yere gitmek için kullanılan güzergâh veya rota. 3)
yot sayısı. bir şeyi yapma tarzı veya yöntemi. 4) gelişme veya
wave front: Fiz. dalga sınırı. terakki. 5) hareket yönü. 6) Meka. torna tezgâhı taşı
wave guide: Enine kesiti çoğu zaman daire veya dik yıcısı vb. inin yatağı boyunca hareket ettiği yüzey.
dörtgen şeklinde olan metal bir tüpten oluşan ve 7) Gem. İnş. yeni yapılmış bir gemiyi kaydırarak de
nize inmesini sağlayan ağaç veya madenî kızak; ge
mi kızağı.
waybill 603 wedging

waybill: Den. malların listesi veya taşıma talimatları wear resistance: Aşınma direnci; aşınmaya dayanım.
için düzenlenen belge; manifesto. wear resistant: Aşınmaya dayanıklı.
ways bearing: Bkz. guide; gayıt. wear resistant material: Aşınmaya dayanıklı malze
way shaft: Bkz. rock shaft. me.
way train: Hat üzerindeki tüm istasyonlarda duran wear ring: Çok kademeli besi (fid) suyu pompaların
tren; yerel tren veya yolcu treni. da, kademeler arasında veya ilk girişte, yüksek su hı
w.b.: Bkz. water ballast. zı nedeniyle oluşacak aşınmayı önlemek için kullanı
weak acid: Sulu bir çözeltide kısmen iyonlaşan bir lan çember; aşınma çemberi; aşınma ringi.
asit; zayıf asit, örneğin okzalik asit, COOH.COOH. weather: 1) sıcaklık, nem, bulutluluk vb. ine göre be
weak base: Zayıf baz; sulu bir çözeltide kısmen iyon lirli yer ve zamanda atmosferin genel durumu; hava;
laşan bir baz. hava durumu. 2) zararlı veya kötü atmosfer koşulla
weak battery: Mot. boşalmış veya deşarj olmuş akü; rı, fırtına, yağmur vb. i. 3) kurutmak, havalandırmak
şarjı zayıflamış akü; şarja gereksinimi olan akü. için havanın veya atmosferin etkisine bırakmak. 4)
weak electrolyte: Zayıf elektrolit; iyonlaştırıcı bir çözü atmosferin etkisine bırakarak aşındırmak, rengini
cüde (çoğunlukla su) tam olarak iyonlaşmayan ve bozmak, ayrıştırmak. 5) Den. rüzgârüstü tarafına
elektrik için zayıf bir iletken olan elektrolit. (burun, kayalık vb. inin) geçmek.
weak field: Flüks veya akı yoğunluğu az olan bir weather beam: Den. bir geminin rüzgâra bakan tara
manyetik alan; zayıf alan. fı.
weak mixture: Benz. Mot. hava-yakıt karışımı oranı weatherboard: Den. bir geminin rüzgârüstü tarafı.
16/1 veya daha büyük olan, benzini az ve havası weather-bound: Kötü hava nedeniyle geciken veya
fazla olan karışım; fakir karışım; fakir hava-benzin ka duran (gemi, uçak vb) .
rışımı. weathercock: Rüzgârlık; dönerek rüzgârın estiği yö
weak spring: Zayıf yay. nü gösteren ok; weather vane biçiminde de kullanı
weak spring card: Zayıf yay kartı; Bkz. weak spring lır.
diagram. weather deck: Den. hava ve deniz etkilerine açık, ko
weak spring diagram: Diz. Mot. dört ve iki zamanlı runmasız güverte.
makinelerin silindirlerinden zayıf yayla alınan p-V di weather gauge: 1) rüzgâr üstünde bir avantaj duru-
yagramı; supapların veya portların durumlarını de mu:Diğeri ile ilişkili olarak bir gemi için söylenir. 2)
netlemek için alınır. herhangi bir avantaj durumu.
weapon: 1) savaş için kullanılan herhangi bir alet; si weatherglass: Atmosfer basincindaki değişimleri gös
lâh. 2) bu şekilde kullanılan herhangi bir organ (hay tererek havayı tahmin etmek için kullanılan bir ci
van ve bitkiler için). haz; barometre veya benzer bir alet.
wear: 1) göstermek (bayrağını): Bir gemi için söyle weatherly: Den. rüzgâraltına çok küçük düşme ile rüz
nir. 2) sabit kullanım, elleçleme, sürtünme vb. tara gâra yakın seyreden.
fından zayıflamak, tüketilmek veya azaltmak; aşındır weather map: Barometrik basınçlar, sıcaklıklar, rüz
mak; yıpratmak. 3a) kullanma, sürtünme vb. inden gâr hızı ve yönü vb. ini göstererek verilen bir yerin
gelen tedrici zayıflama, kayıp veya aşınma, b) bu tür hava durumunu gösteren harita.
kayıbın miktarı. 4) kullanım, sürtünme vb .inden ge weatherproof: 1) hasar görmeksizin rüzgâr, yağmur,
len zayıflama veya kayıba dayanma yeteneği. kar vb. inin etkisinde kalabilen. 2) havaya dayanıklı;
wear: Den. boci alabanda. rüzgâr geçirmez.
wearable: Aşınabilir; aşınmaya uygun. weatherseal: Oto. lâstik, plâstik veya keçeden yapıl
wear and tear: Kullanımdan gelen kayıp ya da hasar. mış kaporta fitili.
wear diagram: Diz. Mot. krank jurnallerinin aşınma weathership: Hava tahmini ya da gözlemi yapmak
miktarını gösteren diyagram; aşınma diyagramı. üzere kullanılan, meteoroloji cihazları ile donatılmış
wear down: 1) aşınmak; yıpranmak; sürtünme vb. i bir gemi; hava (rasat, gözlem) gemisi.
nedenlerle kalınlık veya ağırlığını kaybetmek. 2) yo weatherstrip: Bkz. weatherseai.
rulmak; tükenmek (malzeme için söylenir). weather station: Hava durumunun incelendiği, kayıt
wear dow gauge: Aşınma ölçer; Bkz. plate gauge. edildiği ve tahmin yapıldığı yerdeki ofis; meteoroloji
wear gauge: Mak. kam, segman yuvası vb. i herhan istasyonu.
gi bir parçada aşınma miktarını ölçmek için kullanı weather vane: Bkz. weathercock.
lan alet; aşınma mastarı, aşınma göstergesi; aşınma web: Meka. a) stifnerler, postalar veya diğer ağır yapı
ölçer. elemanları arasındaki ince levha; yapının veya ele
wear, heavy: Ağır aşınma. manın ortası, b) bir testere, anahtar vb. inin ağzı.
wearing: Aşınma; aşındırma. web, crank: Bkz. crank web.
wearing rate: Aşınma miktarı. web displacement: Bkz. cankshaft deflection.
8
wear inhibitor: Aşınma yavaşlatıcı veya önleyici (mad weber: 1) manyetik flüks ya da akının 10 maksvele
de vb.). eşit olan birimi. 2) geçmişte kulon veya amper, son
wear off: Yavaş yavaş veya tedricen tükenerek yok ol ra maksvel.
mak. wedge: 1) kütükler yarmak, ağırlıkları kaldırmak, yapı
wear cut: 1) sürekli kullanım veya aşınma nedeniyle ları kuvvetlendirmek vb. için kullanılan ağaç ya da
kullanılmaz hale gelmek. 2) derece derece sarfet- metalden yapılmış sert bir parça; takoz; kama; kıskı.
mek ya da eskitmek. 2) şekli kamaya benzeyen herhangi bir şey. 3) bir
wear, rapid: Hızlı aşınma. kama (takoz) ile yarmak. 4) kıskı ile sıkıştırmak.
wear rate: Aşınma miktarı. wedging: Kamalama; takozlama.
wedgy 604 w es t

w edgy: Şekil veya kullanımı kama, takoz veya kıskıya


nağa gelir.
benzeyen.
w elded: Kaynaklı (yapı vb.); kaynakla yapılmış.
wee: 1) çok küçük; minik. 2) bir parça; azıcık; özellik
welded construction: Kaynaklı yapı; kaynakla yapıl
le kısa zaman.
mış yapı.
week: 1) yedi günlük bir periyot; hafta. 2) yedi gün
welded hull: Den. kaynaklı tekne; kaynakla yapılmış
lük periyottaki çalışma saati veya iş günü.
tekne; yapımında kaynak kullanılan tekne.
weekly: 1) bir hafta süren veya devam eden; haftalık.
welded joint: Kaynaklı bağlantı; kaynak bağlantısı.
2) her hafta yapılan, vukubulan, görünen, ödenen
welded seam: Kaynaklı dikiş; kaynak dikişli.
vb. 3) bir haftaya ait veya her hafta. 4) haftada bir çı
welder: Kaynak yapımında uzman kişi;kaynakçı; kay
kan (mecmua, dergi vb.).
nak ustası.
W ehnelt cylinder: Alt tarafı teiörgü (tül) ile kaplı, bir
welder's helmet: Kaynakçı başlığı.
elektron tabancasında kullanılan ve katotu çevrele
welding electrod: Kaynak elektrodu; kaynak
yen metal silindir; Wehnelt silindiri.
çubuğu.
weigh: 1) terazi veya kantar ile ağırlığını saptamak
welding: Kaynak yapma, etme veya olma.
ve ya tartmak. 2) el ya da ellerle bir cismin
welding filler: Kaynak dolgu çubuğu.
ağırlığını tahmin etmek için kaldırmak. 3) Den. vira
welding flux: Mak. kaynak işlemi sırasında ısınan
etmek ve ya kaldırmak (gemi demirini). 4) ağırlığa
me tallerin oksitlenmesini önleyen toz; kaynak tozu;
sahip ol mak; ağır olmak; özellikle belirli bir ağırlığa
bo raks.
sahip ol mak. 5) yüklenmek; aşağıya bastırmak. 6a)
welding machine: Kaynak yapımında kullanılan maki
demiri vi ra etmek. 5) seyire başlamak.
ne; kaynak makinesi.
weighbridge: Kamyon, vagon vb. lerini tartmak için
welding powder: Bkz. welding flux.
yol kenarı vb. yerlere yerleştirilen geniş platformiu
welding, spot: Nokta kaynağı; Bkz. tack welding.
baskül.
welding torch: Oksi-asetilen kaynağında kullanılan
weighing scale: Yaylı terazi; yaylı baskül.
şaluma; kaynak şaluması.
weight: 1) yerçekim alanına yerleştirildiği zaman, bir
weldless: Kaynaksız ya da dikişsiz (boru vb. i).
cisme uygulanan kuvvet. 2) ağırlık miktarı veya nice
well: 1) topraktan su akımı; doğal kaynak; memba. 2)
liği. 3a) herhangi bir ağırlık veya kütle birimi, b) böy
yeraltı suyu, gaz, petrol vb. sağlamak için açılan de
le birimlerin sistemi, c) tartmak için bir terazi veya
rin artezyen, petrol kuyusu vb. 3) kuyuya benzeyen
baskülde kullanılan metal, odun vb. inden yapılmış

You might also like