Professional Documents
Culture Documents
ENGLISH - TURKISH
ENCY CLOPEDIC
TECHNICAL DICTIONARY
By Fahrettin KÜÇÜKŞAHİN
Mar in e Engineer
İ TÜ , Mar i t im e Fac
ulty' s Se nio r Lec t u re
r
İNKILÂP KİTABEV
İ
İNKILÂP KİTABEV
İ
İNGİLİZCE -TÜRKÇE
ANSİKLOPEDİK
TEKNİK SÖZLÜK
Y azan:
Fahrettin KÜÇÜKŞAHİN
İ TÜ. De nizcilik Fak ül t es
i Öğ re t i m Görevlis i
İ NKILÂP KİTABEV
İ
Türkiye'de yayın hakkı:
97 98 99 00 1 0 9 8 7 6 5 4 3 2 1
Baskı:
Anka Ofset AŞ .
Matbaacılar Sitesi No: 38
Bağcılar-İstanbul - 1997
"Sevgili eşim ve kızlarıma"
Y AZARIN ÖNSÖZÜ
Teknik sözlük yazımı oldukça büyük cesaret, zaman, teknik bilgi birikimi
ve en önemlisi sabır isteyen bir iş... Benzetmek yerindeyse iğne ile kuyu kaz
maya benziyor. Günlerce hiç yol alamadığınız oluyor, sonra birden herşey de
ğişmiş gibi hızla akıp gidiyor. Sizi evinize, çalışma masanıza bağlıyor ve bir
dervişin sabrı ile çalışıyor, çalışıyorsunuz.
Yaşantımın önemli bir kesitini oluşturan son on sekiz yılı, böyle bir duygu
zenginliği içinde yaşadım, çalıştım çabaladım, sonuç gözlerinizin önünde,
elle rinizde...
Fahrettin KÜÇÜKŞAHİN
SAHRAYICEDİT
7.03.1996
FOREWORD OF THE AUTHOR
Fahrettin KÜÇÜKŞAHİN
Sahrayıcedit
7.3.1996
KISALTMALAR
ABD., Amerika Birleşik Devletleri Müh., Mühendislik
Aero., Havacılık Nad. Ola., Nadir Olarak
Akust., Akustik Navi., Navigasyon, seyir bilgisi
Anat., Anatomi Nük. Fiz., Nükleer Fizik
Arg., Argo. Nük. Reak., Nükleer reaktör
Aritm. Aritmetik Opt., Optik
Ask., Askeri Org. Kimy., Organik Kimya
Astr., Astronomi Oto., Otomobil, Otomotif
Astrol., Astroloji Pist. Muh. Mak., Pistonlu Buhar Makinele
At. Fiz., Atom Fiziği ri
Pist. Pomp., Pistonlu Pompalar
Bah. Arg., Bahriye argosu Pomp., Pompalar
Bkz., Bakınız Rady., Radyo
Ben. Mot., Benzin Motorları Sıv. Y ük., Sıvı (gemi) yükü
Bilgisay., Bilgisayar Soğ., Soğutma Tekniği
Bio., Biyoloji Tak. Tezg., Takım Tezgâhları
Biokimy., Biyokimya Tek. Res., Teknik Resim
Bot., Botanik Telev., Televizyon
Buh. Kaza., Buhar kazanları Termo., Termodinamik
Tıp., Tıp
Buh., Mak., Buhar makineleri
Trigo., Trigonometri
Buh. Türb., Buhar Türbinleri Y ay. Ola., Yaygın olarak.
Ceb., Cebir Zoo!., Zooloji
Çoğ., Çoğul A C, Alternatif Akım
Den., Denizcilik at., Teknik Atmosfer
Den. Huk., Deniz Hukuku at. ağ., Atom Ağırlığı
Diz. Mot., Dizel motorları atm., Atmosfer (Basınç)
Ecz., Eczacılık at. no., Atom numarası
0
EHM., Elektronik hesap merkezi C, Selsiyüs Derece
Elekt., Elektrik, Elektronik cP., Santi Puvaz
cS., Santi Stok
Esk., Eski D C , Doğru Akım
Eşanj., Eşanjör d.n., Donma Noktası
Fiz., Fizik e.n., Erime Noktası
Foto., Fotoğrafçılık 0
F., Fahrenhayt Derece
Gaz. Türb., Gaz Türbinleri ft., Fit, Kadem, Ayak
Gem., .Gemicilik I., Akım
Gem. İnş., Gemi İnşası Şiddeti in.,
Gem. Mak., Gemi Makineleri Pus, Inç
Geom., Geometri K., Kelvin Derece
Hava., Havacılık k.n., Kaynama Noktası
lbs., libre, Paund
Hava Komp., Hava Kompresörü N., Nevton
Huk., Hukuk (Kuvvet) Nm.,
İçt. Y an. Mak., İçten Yanmalı Makineler Nevton Metre
2
İlk Y ard., İlk Yardım N/m ., Paskal
İng., İngilizce öz. ağ., Özgül Ağırlık
Jeo., Jeoloji R., Direnç, Mukavemet
Kimy., Kimya Simg., Simge,
Kimy. Müh., Kimya Mühendisliği Sembol t.s., Tutuşma
Kon. Dil., Konuşma Dili. Sıcaklığı V., Volt
(Gerilim)
Maden., Madencilik Visk., Viskozite
Mak., Makine Y oğ., Yoğunluk
Mate., Matematik Y rd., Yarda
Meka., Mekanik
Meta., Metalürji
Meteo., Meteoroloji
Mot., Motorlar
a: Bkz. 1) ampere. 2) acce/eraf/on. 3) known quan
aberration: 1) Astr. a) bir gök cisminin durumunda,
tity.
dünyanın hareketi ve ışığı nedeniyle küçük bir gö
A: Bte. 1) absolute. 2) acre. 3) Angström unit 4) ar
rüntü değişmesi; sapma, b) böyle bir değişim veya
gon. 5) area. 6) absolute temperature.
sapmanın miktarı. 2) Opt. a) tek bir odağa yaklaştır
A: ete. .Angstörm unit.
mak için ışık ışınlarının bozulması, b) böyle bir bo
A.A.E: American Association of Engineers: Ameri
zulma nedeniyle bir ayna veya mercekteki hata. 3)
kan (ABD) Mühendisler Birliği.
normalden sapma veya deviasyon; sapma; inhiraf.
A.A.E.E.: American Association of Electrical Engi-
aberration, chromatic: Farklı noktalarda odaklanmış
ners: Amerikan (ABD) Elektrik Mühendisleri Birliği.
bir ışık ışınında türlü renklere neden olan ve tayfı gö
A.B.(a.b.):Ab/e-bodied (seaman): Usta gemici.
rünür yapan mercek özelliği; renk sapması.
A.B.A.I: American Boiler and Affiliated Industries:
aberration, light: Dünyanın yörüngesel hareketi ne
Amerikan Kazan ve kazan yan kuruluşları endüstrisi.
deniyle yıldız ışığındakl değişim; ışık sapması.
A.B.M.A.: American Boiler Manufacturer Associati
abfarad: C.G.S. sisteminin elektromanyetik birimi;
on: Amerikan (ABD) Kazan Yapımcıları Birliği.
109 farad.
A.B.S.: American Bureau of shipping: Amerikan
abhenry: C.G.S. sisteminin elektromanyetik birimi;
(ABD) klâs müessesesi.
10-9 Henri.
abs.: Bkz. absolute.
ability of the engine: Mak. bir makine veya motorun
abacus:Abak; özellikle Uzakdoğu ülkelerinde hesap
(ilk hareket) yeteneği.
yapmak ve aritmetik öğretmek üzere kullanılan, tel
able-bodied seaman: Den. eğitilmiş, yetenekli deniz
ler üzerine dizilmiş renkli boncuklardan oluşan bir
ci; usta gemici; AB., ab . kısaltmalari ile belirtilir ve
alet; bir tür hesap makinesi.
çoğu zaman able seaman şeklinde de kullanılır.
abaft: Bir geminin gerisine veya kıç tarafına doğru ya
abluent: Temizlik için kullanılan herhangi bir madde;
da kıç tarafında; Den.geride, kıç tarafta.
deterjan.
abampere: C.G.S. sisteminin elektromanyetik birimi;
abnormal: Normal olmayan; alışılmış olmayan; anor
10 amper.
mal; olağan dışı.
abate: 1) şiddeti çok büyük veya aşırı olan bir kuvvet
abnormal combustion: Mot. ön yanma Bkz. preigni-
veya enerjinin şiddetini azaltmak; kuvvet veya enerji
tion, vuruntu Bkz. detonation vb. i gibi özelliklere
si makul bir düzeye veya şiddete kadar azaltılabilir.
sahip yanma; anormal yanma.
2) aşırı bir düzeyde azaltmak.
abnormal cylinder pressure: Anormal silindir basın
abaxiai: Eksenden uzak.
cı; motorlarda normaldan yüksek veya düşük yan
abbe condenser: Bir ayna ve bir sıra geniş açılı renk
ma basıncı.
siz mercekler yardımıyla kuvvetli ışık veren bir mik
abnormal cylinder temperature: Anormal silindir sı
roskop bağlantısi; Abbe kondensatörü.
caklığı.
Abbe refractometer: Sıvıların kırılma oranlarını ölç
abnormal reflections: Radyo dalgalarının, katmanın
mek için kullanılan bir cihaz; prizma bileşenleri Ab
kritik frekansından daha büyük frekanslarda iyonos-
be tarafından İcat edilmiştir.
ferden yansıması; anormal yansımalar.
abcoulomb: C.G.S. sisteminin elektromanyetik biri
aboard: Bir gemi ya da uçakta olmak; gemide; uçak
mi; 10 kulon.
ta.
abeam: 1) gemi boyu veya omurgasına dik açıda. 2)
aboard ship: Bir gemide olmak; gemide.
bordanın tam ortası hizasında.
abohm: C.G.S. sisteminin elektromanyetik birimi;
aberrance: Sapma. 10-9 ohm.
Aberrancy: Bkz aberrance.
about-ship: Bir gemiyi diğer yöne almak veya yönü
aberrant: Gerçek, doğru veya normalden sapma. nü değiştirmek.
above-dec k cran e A.C.
sı veya bölüntüsünde sıfır noktası; ısının bulunmadı
above-deck crane: Den. ticaret gemilerinde güverte ğı nokta; sıfırın altında 459° F (460° F kabul edilir)
üzerine yerleştirilmiş ve yükleme boşaltma için Kulla veya-273,15° C.
nılan kreyn ; vinç. absorb: 1) Fiz. almak ve yansıtmamak; içine
abrasion: 1) sürtünme veya kazıma ile aşındırma. 2) almak veya ısıya çevirmek.
seri, katı bir cisim tarafından derinin sıyırılması. absorbency: Emici olma özelliği;
abrasion machine: Türlü maddeleri aşınma dayanıklı- emicilik.
ğı yönünden denetleyen veya tecrübe eden bir maki absorbent: Nem, ışık ışını vb.lerini emme yeteneğin
ne; aşındırma makinesi. de olan (madde); nem emici, örneğin kalsiyum klo-
abrasion resistant: Aşınmaya dayanıklı (madde veya rür; nem, ışık ışını vb.lerini emen şey veya madde;
maddeler). sodyum hidroksit C0 2 ve alkalin pirogallol ise oksi
abrasive: 1) sürtünme ile diğer maddeleri aşındıran jen için en iyi emicilerdir.
veya parlatan bir madde; zımpara (kâğıdı veya be absorbent filter: Mak. yağlama yağından yabancı
zi); aşındırıcı, kazıyıcı veya silici (bir madde). maddeleri, bir sünger gibi emen veya alan filtre; emi
abrupt: Çok çabuk olan; ani olarak olan; birden bire ci filtre veya süzgeç, örneğin filtre kâğıdı.
oluşan. absorber: 1) Nük. Ener. emen bir madde. 2) bir rad
abscissa: Mat. bir grafikte yatay olarak çizilmiş çizgi yasyon kaynağı ile bir detektör arasında bulunan ci
veya çizgi parçası; koordinat sistemlerinin yatay kıs sim veya levha. 3) Reakt. nötronları emen fakat nöt
mı veya ekseni; apsis. ron üretmeyen madde.
absolute: Mutlak, salt veya absolü. absorption: Nük. Ener. 1) bir cisimden geçip çıkan
absolute altimeter: Yerden yansıtılan (aksettirilen) partikül veya tanecik. 2) bir partikülün bir cisimden
radyo dalgaları ile bir uçağın yükseltisi veya rakımını geçerken kinetik enerjisinin azalmasına neden olan
saptayan cihaz; mutlak altimetre. olay. 3) elektromanyetik radyasyonun içinden geçti
absolute atmosphere: Mutlak atmosferik basınç; de ği cisme tümü i!e veya kısmen ısı geçirmesi olayı. 4)
niz düzeyinde 0°C ve 760 mm civa (Hg) yüksekliğin bir maddenin bağımsız bir cisim olarak (fiziksel ve
de, atmosferik havanın ortalama basıncı; atm. kısalt kimyasal) özelliklerini kaybetmeksizin, başka bir
ması ile belirtilir Bkz, atmospheric pressure. maddenin içine girmesi veya onunla birleşmesi.
absolute centigrade scale: Bkz. Kelvin scale. absorption: Bir sıvı veya akıcı bir maddenin, gözenek
absolute density: Mutlak yoğunluk. Bkz. density. li oluşu nedeniyle katı bir maddenin içine girmesi ve
absolute expansion: Bir sıvının içindeki kaba göre ya nüfuz etmesi.
göreli olmayan genişlemesi; mutlak genişleme. absorption: Fiz. bir gaz veya bir gaz karışımının sıvı
absolute Fahrenheit scale: Bkz. Rankine scale. haline dönüşümü; radyan enerjinin diğer enerji türle
absolute humidity: Mutlak nem; birim hava hacmin rine dönüşümü.
deki gerçek su miktari. absorption capacity: Emme kapasitesi veya sığası.
absolute magnitude: Astr. Mutlak büyüklük; bir yıldı absorption cell: Fiz. emme tayfının saptanması sıra
zın 10 parseklik mesafeden görünür büyüklüğü. sında sıvıları tutmak için kullanılan bir cam kap.
absolute permittivity: Mutlak permitivite; herhangi absorption dynamometer: Fiz. emilen veya atılan
bir medyum içinde, iki elektrik şarjı arasındaki bir enerjiyi ölçen bir cihaz; emici dinamometre.
kuvvet için kullanılır; absorption hygrometer: 1) Fiz. nem değişimi ile bir
absolute pressure: Mutlak basınç; atmosfer basıncı insan saçının veya benzer bir organik maddenin bü
tarafından kısıtlanmayan gerçek basınç; manometre züşmesi veya uzaması ile çalışan bir higrometre ve
basıncına atmosferik basınç eklenerek veya vakum ya nemölçer. 2) havayı kurutucu bir maddeden geçi
çıkarılarak bulunan basınç. rip bu maddenin ağırlığının artması ile nemi ölçen
absolute refractive index: Bir maddenin vakuma gö bir cihaz.
re sabit bir değeri; vakum/havanın mutlak kırılma in absorption of gases: Fiz. sıvılar içinde gazların çözel
deksi 1,00028'dlr. tileri.
absolute scale: Bkz. absolute temperature scale. absorptive: Kısmen emen, emici bir maddeyi tanımla
absolute substance: Kimy. diğer maddelere karışma mak için kullanılır; İnce bağırsaklar glükoz ve amino
mış bir madde; sadece etanol kapsayan mutlak al asitleri emerler gibi.
kol gibi. absorptivity: Fiz. bir yüzey tarafından emilen ve yü
absolute temperature: Mutlak sıcaklık; Selsiyus ska- zeyde biriken radyan enerji bölümü (Bkz. absorpti
lasının sıfırının 273 derece altında olan sıcaklık dere on capacity).
cesi: [K] kısaltması İle belirtilir; Selsiyus dereceyi abstersive: Bkz. abstergent.
mutlak sıcaklığa çevirmek için, 273,15° eklenir. abtop: Meteorolojik mesajlarda hava sıcaklığı ve rüz
absolute temperature scale: Mutlak sıcaklık bölüntü gâr durumunun sayı kodu şeklinde verileceğini belir
sü veya skalası; selsiyus dereceye 273,15° eklene ten kelime veya kod.
rek bulunan sıcaklık; [K]. abstract: Kimyasal yöntemlerle ayırmak; özet; soyut.
absolute units: Fiz, temel kütle, uzunluk ve zaman bi abvolt: C.G.S. sisteminin elektromanyetik birimi;
rimlerini belirten herhangi birimler takımı; mutlak bi 10-8 volt.
rimler. abwatt: Bir güç birimi; 10 vat.
-7
absolute vacuum: Bkz. vacuum; mutlak boşluk. abyssal: 1) okyanus derinliklerine ait. 2) Den. ölç
absolute viscosity: Mutlak viskozite; Newton formülü mek için çok derin; iskandil ile ölçülemeyen.
ile hesaplanan, yağ katmanının bozulmaya karşı Ac: Bkz. actinium.
gösterdiği direnç; dinamik viskozite adı da verilir ACC: Automatic combustion control: Otomatik yan
(Bkz. dynamic viscosity). ma kontrolü.
absolute zero: F/z. mutlak sıfır; mutlak sıcaklık skala A.C. (a.c): Elekt. Alternating current: Alternatif
A.C.V. 3 acetat e rayo n
koymak için
akım. kullanılır.
A.C.V.: Air cushion vehicle; Bkz. hovercraft. accessory: 1) Elekt. bir galvanometrenin ampermetre
acaroid resin (or gum): Bazı bitki türlerinden alınan ye çevrilmesini sağlayan bobin gibi, yardım eden fa
ve cila vb. i yapımında kullanılan reçine veya sakız. kat gerekli olmayan. 2) aksesuar
accelerable: Hızlanma yeteneği olan; hızlanabilen. accident insurance: Den. kaza nedeniyle oluşan ha
accelerant: 1) Kimy. katalizör. 2) kimyasal bir tepki sara karşı sigorta; kaza sigortası.
meyi hızlandıran şey. accomodation ladder: Den. geminin bir tarafına,
accelerate: 1) hızını yükseltmek; 2) daha çabuk olma özellikle iumbarağzına asilan merdiven ya da iskele.
sına neden olmak. 3) daha çabuk gitmek; hızlandır account file: Bilgisay. Hesap kütüğü.
mak. accumulate: Biriktirmek; birikmek, yığmak; yığılmak;
accelerated motion: Fix. hızı sabit olmayan, azalan toplamak; belirli bir zaman aralığında çoğaltmak: 1)
veya çoğalan. elektroliz yolu İle ikincil bir pilin elektrik şarjnı biriktir
accelerating chamber: Nük. Ener. hızlandırma odası; mesi, b) radyoaktif maddelerden küçük miktarda alı
havası boşaltılmış ve içinde yüklü taneciklerin hızlan- nan günlük radyoaktivitenin vücutta tehlikeli bir şekil
dırıldığı bir kap veya hücre. de birikmesi.
accelerating jet: Benzin motorlarının karbüratörleri- accumulation: Birikme; yığılma; toplama.
nin kapış memesi veya nozulu. accumulation test: Buh. Kaza. Güvenlik (emniyet)
accelerating pedal: Kara taşıt araçlarının gaz pedalı; valfının çıkış kapasitesini ve dolayısıyla kazanın ko
hızlandırma pedalı. runmasını belirlemek için uygulanan bir deney; de
accelerating pump: Oto. makine hızlanacağı zaman ney sırasında, kazanın çalışması için gerekli olanları
karışımı zenginleştirmek için karbüratörlere donatı dışında tüm buhar çıkışları kapatılır. Alev borulu ka
lan bir pompa; hızlandırma pompası; kapış pompa zanlarda 15 dakika ve su borulu kazanlarda 7 daki
sı. ka için fayrap maksimum düzeye çıkarılır; bu arada
accelerating tube: Nük. Ener. hızlandırma tüpü; boyu kazan basıncı yükselir ve güvenlik (emniyet) valfı
çapına göre çok büyük silindirsel bir boru şeklinde atar. Eğer kazanın basıncı deneyin yapıldığı süre
olan hızlandırma odası; bu tüp ya içinde vakum ola içinde müsaade edilen maksimum basıncın % 6'sını
rak kapatılır veya içersinde sürekli olarak vakum geçmiyorsa valf yeterli, eğer basınç yükselmeye de
oluşturulur. vam ediyorsa yetersizdir; yığma deneyi; bu deney
acceleration: Hızın zamanla değişim miktarı; aksöle- yeni kazanlara uygulanır.
2 2
rasyon; ivme; m/s veya cm/s ile belirtilir. 2) hızla accumulator: 1) Elekt. gerektiğinde dış devreyi besle
nan. 3) hızda azalma veya çoğalma şeklinde görü mek üzere elektrik enerjisini depo etmek için kullanı
len değişim. lan bir cihaz; bir elektrolite batırılmış iki plâkadan
acceleration, gravitational: Bir cismin vakum içinde oluşur; ing. akümlatör. 2) Diz. Mot. bazı hidrolik re
serbest düşmesi sırasında kazandığı hız. gülatörlerde çalışma sıvısını depolayan silindirsel iki
acceleration of gravity: Yerçekim ivmesi; yerçekimi kaptan biri.
nedeniyle serbest olarak düşen bir cismin ivmesi; accuracy: Doğru veya duyarlı olma durumu veya
9,81 m/s2 birimi ile belirtilir ve g kısaltması ile göste özelliği; duyarlılık; doğruluk.
rilir. accurate: Hatası olmayan; hatasız; doğru; duyarlı.
acceleration pump: Bkz. accelerating pump. acentric: Merkezaçık: Gem. Mak. eksentrik.
accelerator: 1) kauçuğun vulkanizasyon miktarını hız acetal: Kimy. renksiz, hoş kokulu bir organik sıvı,
landıran bir madde. 2) Kimy. pozitif katalizör olarak C6H14o2 ;asetal; alkollerin oksitlenmesi veya alde
bir kimyasal tepkimeyi hızlandıracak şekilde etkiyen hit ya da ketonlann ısıtılmasından elde edilir; kozme
bir madde. 3) Nük. Ener. elektron, proton, nötron ve tik ve .ilaç endüstrisinde kullanılır.
ya helyum iyonları gibi yüklü taneciklere büyük kine acetaldehyde: Kimy. asetik aldehit; aldehit; etanol;
tik enerji sağlayan cihaz : Sikiotron, betatron vb. i. etilaldehit; renksiz, dumanlı, yangın tehlikesi olan,
4) Oto. özellikle ayakla çalıştırilan ve motora verilen insan sağlığı için zararlı, kuvvetli paslandırıcı bir sıvı,
hava-yakıt karışımını düzenleyen kısım; gaz pedalı. CH3CHO; 20°/20° de öz. ağ. 0,7827; d.n. -123,5°
accelerator pedal: Gaz pedalı; Bkz. accelerator. C; t.s. yaklaşık 165 C; visk. 0,25 cP (20°'de); çevre
accelerator tube: F/z. elektronlar arasında çok yük sıcaklığında gaz halindedir; çözücü olarak ve türlü
sek potansiyel farkı uygulanarak iyonlan yüksek organik bileşiklerin yapımında kullanılır.
enerjilere kadar hızlandırabilen bir vakum tüpü. acetamid: Bkz. acetamide.
accelerometer: Hava. bir uçağın hareket sisteminin acetamide: Kimy. renksiz kristalli, saf olduğu zaman
ivmesini saptayan bir cihaz; ivmeyi ölçer, gösterir ve kokusuz bir organik madde, CH CONH ; asetamit;
3 2
kayıt eder. çözücü olarak kullanılır; asetik asitin bir amidi.
acceptance rating: Den. tam yüklü bir geminin di acetanilid: Bkz. acetanilide.
zayn hızının sürdürülmesini sağlayan ve maksimum acetanilide: Kimy. beyaz, kristalli organik bir madde,
gücün % 80'inden büyük olmayan beygirgücü; ka CH 3CONHC 6H 5 ; asetanilit; asetik asitin anilini etki-
bul gücü. mesiyle elde edilir ve ağrı azaltıcı ve ateş düşürücü
acceptor: Bazı şeyleri kabul eden kimyasal bir tür: a) olarak kullanılır.
proton kabul eden bir baz. b) elektron kabul eden acetate: Kimy. asetat; asetik asitin tuzu veya esteri.
oksitleyici bir madde, acetated: Kimy, asetik asit ile işlem görmüş veya mu
access door: Gem. Mak. besleme suyu ısıtıcıları, eva amele edilmiş.
porator vb. i eşanjörlerin gövdeleri veya zarflarına acetate plastics: Kimy. selüloz asetattan yapılan plas
donatılan giriş kapağı; eşanjörün içine girme ve ısıt tikler; asetat plastikleri.
ma kangal ya da borulannı çıkarma ya da yerine acetate rayon: Kimy. selüloz asetat rayon.
aceti c 4 aci d numbe r
alkyl cyanide: Kimy. alkil siyanür; nitril (C 2 H 5 - C = allowable wear: Müsaade edilen aşınma miktarı; ma
N), propanonitril, etil siyanür ismi ile belirtilen bir kinelerin yatakları, silindir gömlekleri, dişlileri vb. i
kimyasal bileşik. yerlerde daha fazlasına müsaade edilemeyen aşın
Alkyl halide: Kimy. bir alkana (Bkz. alkane) bir halo ma miktarı; bu değere erişildiğinde yeni yedek par
jen atomu eklenerek oluşturulan bir bileşik; alkil hali çalar kullanılması gerekir.
de. allowable working pressure: Müsaade edilen işlet
alkyl naphthalene: Alkil naftelerı; dizel motorlarının me basıncı.
yakıtlarına eklenen ve onların akma noktalarını düşü allowed band: Bir katıdaki elektronların mümkün
ren bir katkı maddesi. olan enerji alanı.
alkyl radicals: Kimy. alkil kökleri; özellikle parafin seri alloy: 1) bir metalin bir veya birden fazla metalle oluş
si karbonlu hidrojenlerden türeyen ve genel formülü turduğu bir karışım; alaşım. 2) altın ve gümüşün gö
CnH2n+1 olan tek değerli karbonlu hidrojen kökleri. reli saflığı. 3) çoğu metalin daha değerli bir metalle
alkyne: Kimy. üç bağ kapsayan açık zincir yapılı ve oluşturduğu karışım. 4) daha ucuz bir metalle karışa
gene! formülü C n H 2 n - 2 olan doymamış bir karbonlu rak (bir metali) daha az değerli yapmak; değerini dü
hidrojen; alkine olarak da yazılır. şürmek. 5) metalleri karıştırmak.
alien screw: Mak. bir tür gömme vida; kafası altıgen alloy, antifriction: Sürtünmeyi azaltan alaşım veya
şeklinde oyuk vida; allen vidası; ailen anahtarı Bkz. halita.
Allen wrench ile gevşetilip sıkıştırılabilen bir vida. alloy cast iron: Dökme demir alaşımı; dökme demi
alien wrench: Mak. gömme anahtar; setuskur anahta rin nikel, krom, vanadyum, molibden vb. i metallerle
rı; altı köşe "t." şeklinde anahtar. yaptığı alaşım veya alaşımlar; alaşım dökme demir.
allocate: Ayırmak. alloy elements: Bir metale onun özelliklerini değiştir
allomerism: Kimy. kristal şeklinde değişme olmaksı mek amacıyla eklenen kimyasal maddeler veya ele
zın, kimyasal yapıdaki değişim; allomerizrn. mentler; alaşım elementleri.
allomerous: Kimy. aliomerizme ait veya allomerizrn alloy, fusible: Düşük sıcaklıklarda eriyen alaşım veya
gösteren. halita.
allomorph: 1) Mine. a) Birden fazla kristal şeklinde alloying elements: Bkz. alloy elements.
olan fakat daima aynı kristal yapıya sahip olan bir alloy, nonferrous: Kökeni demir olmayan alaşım; de-
maddenin herhangi bir türü; alomorf; b) bileşenleri mirsiz halita veya alaşım.
kısmen veya tamamen değişen bir tür psödomorf. alloy steel: Alaşım çeliği veya çelik alaşımı; belli özel
allomorphic: Alomorfizm gösteren veya alomorfizme likler kazandırmak üzere çeliğin nikel krom, vanad
ait; alomorfik. yum ve diğer metallerle oluşturduğu alaşım veya ala
allomorphism: Alomorfizm; aynı kimyasal yapı, fakat şımlar.
farklı kristal şekillerinde maddelerin özelliği; alomor alloy steel, automobile: Bkz. automobile alloy ste
fizm. el.
allophane: Doğal, yarı saydam, değişik renklerde alü alloy tool steels: Takım alaşım çelikleri: normal ola
minyum silikat; alofan, Al 2SiO5.5H 2 O. rak krom-vanadyum çelikleri; manganez, krom ve
allotrope: Kimy. alotropik bir şekil; değişik durum ve tungsten çelikleri de bu sınıfa girer.
ya hal. all-purpose: Çok amaçlı (yağlama yağı, nozul vb. i),
aiiotropic: Alotropiye ait veya alotropik olan. all-purpose nozzle: Yüksek hızlı sis, alçak hızlı sis ve
allotropism: Bkz., aliotropy. ya solit su akımı sağlayabilen başlık, nozul ya da
allotropy: Belirli bazı kimyasal elementlerin iki veya meme; çok amaçlı meme (nozul).
daha fazla farklı şekil sürdürme özelliği; örneğin kar all-purpose oil: Diz. Mot. makinelerin yatakları, silin
bonun mangal (odun) kömürü, elmas, is vb. i şekli dirleri, kompresör silindirlerinin yağlanması ve pis
leri; alotropi. ton kafalarının soğutulmasında kullanılan bir tek
allowable: Müsaade edilebilir; izin verilebilir; kabul yağ; çok amaçlı yağ.
edilebilir. allyi: Kimy. sarmısak yağı vb. inde bulunan tek değer
allowable bearing capacity: Müsaade edilen taşıma li bir kök; alil, C3H5.
kapasitesi veya gücü; güvenli veya emniyetli taşıma aliyi alcohol: Sıv. Yük. alil alkol; "A-A"; 2-propen-l-01;
gücü. propil alkol; Simg.H 2 : C : C H . C H 2 .OH ; renksiz, keskin
allowable clearance: Müsaade edilen boşluk ya da hardal kokulu, yangın tehlikesi olan, insan sağlığına
klerens; bir yatak, silindir gömleği, kroshed (çapraz zararlı, doymamış alifatiklerden bir alkol; t.c..378°C;
muylu) süperi veya kayıcısının boşluğunun mini 2CP/20°C'de öz.ağ. 0,85; suda tümü ila çözünür; ge
mum ile maksimum değerleri arası. milerde çevre sıcaklığı ve atmosferik basınçta taşı
allowable compression ratio: Mak. müsaade edilen nır.
kompresyon oranı; benzin motorlarında ön yanma aliyi chloride: Sıv. Yük. alil klorür; 3-kloroproperı; a-
ya neden olduğu için daha fazla yükseltilmeyen sı monokloropropilen; renksiz, keskin ve hoş olma
kıştırma oranı. yan kokulu bir sıvı; Simg. H2C:CH.CH2CI; doyma
allowable compressive stress: Mak. müsaade edi mış alifatiklerden bir halikarbon; 20°/20°C'de
len bası gerilmesi. öz.ağ.0,938; k.n.45°C; d.n.-136°C; 20°C'de viskozi
allowable load: Mak. müsaade edilen yük; kabul edi tesi 0,331 cP; gemilerde çevre sıcaklığı ve atmosfer
lebilir yük. basıncında taşınır.
allowable pressure: Müsaade edilebilir basınç; kabul almanac: Gün, hafta ve ayların yıllık takvimi, ek ola
edilebilir basınç. rak astronomik veriler, hava tahminleri, faydalı bilgi
allowable stress: Müsaade edilen gerilme; emniyet tabloları; almanak; yıllık.
veya güvenlik gerilmesi.
almanac, nautical 19 alumina
sıncın 100kPa'dan 120 kPa'ya değişmesi. 2) değişik
almanac, nautical: Bkz. nautical almanac, lik sonucu: Bir etki oluşturmak için basınç değişimi
alnico: Alniko; sabit mıknatıs yapımında kullanılan yeterliydi gibi.
bir alüminyum alaşımı; % 20 nikel, % 12 alter course: Den. bir geminin rotasını değiştirmek;
alüminyum, % 5 kobalt ve % 63 demirden oluşur. rotasını değiştirmek (gemi, uçak vb.)
aloft: 1) toprak veya zeminden çok yüksekte. 2) bîr alternate: 1) Elekt. alternatif akım gibi yönü düzgün
geminin güvertesinden yüksekle; direğin üstünde. ve sürekli bir biçimde değişen; böyle bir akımla
alongshore: Sahil boyunca; sahil veya kıyının yakını. çalış tırmak. 2) almaşık. 3) yedek. 4) seçenek.
alongside: Bordasında (geminin); borda bordaya; alternate angles: Geo. iki doğruyu kesen bir doğru
aborda. tarafından oluşturulan iç ve dış ters açılar; ters açı
alow: Den. aşağıda; altında. lar.
alpha chamber: Nük. Ener. alfa hücresi veya odası; alternate firing: Düzenli bir biçimde değişen fayrap;
alfa partiküllerini (parçacıklarını) ortaya çıkarmak kazan ocaklarında kömürle yapılan fayrap için
için kullanılan bir sayaç; beta ve gamalardan ileri söyle nir; bir tür el ite fayrap şeklidir.
ge len impulsları ayırıp sadece alfalardan ileri alternating: Değişen (Alternatif akım gibi).
gelenleri geçirmek için, impuls seçicisi ile birlikte alternating current: Elekt. dalgalı akım; alternatif
kullanılır. akım; şehir ceryanı; alternator tarafından üretilen
alpha counter: Nük. Ener. alfa sayacı; alfa tanecikleri akım; yönü sürekli olarak değişen elektrik akımı.
ni saymak için kullanılan bir cihaz veya sayaç; alternating current component: Elekt. alternatif akım
sayı cı tüp, amplifikatör, impuls diskriminatörü, bileşeni, bir alternatif akım gibi etkiyen doğru
impuls sa yıcısı ve kayıt ediciden oluşur. akım; akım şiddetinin azalması veya çoğalması,
alpha counter tube: Bkz. alpha counter. dalga şek lini alternatif akımdakine benzetir, Sakat
alpha-emission: Nük. Ener. bir çekirdekten bir alfa elektronlar sadece bir yönde akar.
partikülünün (± He) çıkarıldığı işlem; alfa emisyonu. alternating-current dynamometer: İçten yanmalı ma
alpha iron: Demirin yumuşak ve manyetik bir türü. kinelerin fren beygir güçlerinin saptanmasında
aipha-methylnaphthalene: Kimy. alfametilnaftelen; di kulla nılan elektriksel dinamometre veya fren;
zel motorlarının yakıtlarının setan sayısının saptan alternatif akım dinamometresi.
masında kullanılan ve yanma özelliği iyi olmayan alternating current generator: Bkz, alternator.
bir karbonlu hidrojen, C 1 0 H 7 CH 3 ; öz.ağ. 1,025 alternating voltage: Elekt. alternatif gerilim veya vol-
g/cm3; k.n.244°Cved.n.-21,5°C. taj; bir alternator tarafından üretilen akımın gerilimi
alphanol-79: Sıv. Yük. alfanol-79; renksiz, hafifçe vis veya potansiyel farkı.
koz, tehlikeli olmayan bir sıvı; birincil alifatiklerden alternative: Alternatif; seçenek.
bir alkol; nem almayan, dayanıklı bir sıvı; yoğ.0,837 alternator: Elekt. alternatif veya dalgalı akım üreten,
g/ml (20°C'de); k.n.177-202°C; visk.9,4 cP çoğu zaman dıştan ikazh veya uyarmalı elektrik jene
(20°C'de); gemilerde çevre sıcaklığı ve atmosfer ba ratörü; alternator.
sıncında taşınır. altigraph: Rakım ya da yükseltiyi otomatik olarak
alphanumeric: Bilgisay. alfasayısal. ka yıt eden, gerçekte bir aneroit barometre olan
alpha particle: Nük. Ener. belirli radyoaktif maddele cihaz; aitigraf.
rin çıkardığı veya neşrettiği pozitif yüklü partikül altimeter: 1) yükselti veya yerden yüksekliği ölçmek
ve ya parçacıklar; iki proton ile iki nötrondan için uçaklarda kullanılan ve hem metre ve hem de
oluşur ve iki elektron kazandığında bir helyum fit türünden taksimatları (bölüntüleri) olan bir
atomuna dönü şür; alfa partikülü. aneroit barometre; altimetre. 2) sekstant.
alpha rays: Nük. Ener. alfa ışınları; geçirgenliği beta altimetry: Altimetre yardımıyla yükseltilerin ölçülmesi
ışınlarından daha az olan, alfa partiküllerinin ışınları; bilimi veya pratiği.
radyoaktif elementler tarafından neşredilen alfa par- altiscope: Bir tür periskop; Bkz.
çacıklan. periscope.
alpha-ray spectrum: Sadece manyetik olan veya altitude: 1) bir şeyin belirli bir yerden, özellikle
hem manyetik alan ve hem de elektrik alanları ile dünya yüzeyi veya deniz seviyesi ya da okyanus
farklı hızlarda alfa partiküllerinin ayrışması ite elde yüzeyin den yüksekliği; rakım; yükselti veya
edilen tayf; alfa ışın tayfı. altitüt. 2) yük sek bir yer veya bölge. 3) Astr. bir
alpha survey meter: Nük. Ener. alfametre; alfa araştır gezegen, yıldız vb. inin ufuk üzerindeki açısal
ma cihazı; radyoaktif artıklardan alfa partiküllerini yüksekliği. 4) Geo. bir şeklin tabanından paralel
saptayan cihaz. olan kenara kadar veya ta banından en yüksek
alpha tocopheral: Vitamin E; E vitamini. noktasına kadar olan dikey me safe; yükseklik.
alpha uranium: Bkz, uranium. altitudinal: Altitüt veya yüksekliğe ait ya da ona
alphyl: Kimy. tek değerli bir karbonlu hidrojen kökü; sahip olan.
alfil alum: Bkz,
. aluminum.
alt.: Bkz. alternator. alum: 1) amonyumun çift sülfatı veya tek değerli
altazimuth: Astr. bir yıldızın yüksekliği ve yönünü, (sod yum veya potasyum gibi) metal ve üç
semtini (azimut'unu) aynı anda bularak, göründüğü değerli (alü minyum, demir ve krom gibi)
durumu duyarlı olarak saptamak için kullanılan bir metallerle yaptığı sül fat; alüm; şap; kabartma tozu,
ci haz. boyalar ve kağıt yapı mında kullanılır; en yaygın
alter: Esas özelliklerine dokunmaksızın ayrıntılarda şekli potas alurn (potas yum alüminyum sülfat),
farklılık yapmak; değiştirmek; böylelikle bir madde KAl (SO 4)2.12 H20.2) alü minyum sülfat.
nin kimliğinde bir değişiklik olmaz. alum earth: Alüminyum oksit, Al2O3.
alteration: Bir cisim, durum, şekil veya islemdeki alumina: 1) mono-boksit (AI 2 0 3 .2H 2 0), asbestos lifi
de ğiştirilen tek bir olay; örneğin bir deney
sırasında ba
alumina cement Am erici u m
simi.
-ane: Kimy. parafin karbonlu hidrojenleri için bir so-
anastigmatic lens: Fiz. biri yakın ve diğeri ıraksak
nek.
mercek ile yapılan ve astigmatizmi nötrleştiren bir bi
anelectric: Elekt, sürtünme ile elektriklenemeyen.
leşik mercek.
anemo-: Rüzgâr veya rüzgâr yardımı ile anlamlarında
anatese: Bkz. octahedrite; doğal titanyum oksitin
bir önek.
(Ti0 2 ) kristalli şekli.
anemogram; Anemograf aletinin kayıdı; anemograf
anchor: 1) Den. bir geminin taramasını önlemek için
diyagramı.
kullanılan, deniz dibine bırakılan bir halat veya zinci
anemograph: Meteo. rüzgârın hızı veya yönünü kay
re bağlı, ağır, demirden yapılmış bir ağırlık; çıpa; ça
detmek için kullanılan bir cihaz; anemograf.
pa; gemi demiri. 2) bazı şeyleri güvenceye alan ve
anemography: 1) Meteo. rüzgârların hızı ve yönünü
çekilmesine engel olan herhangi bir cihaz. 3) denge
kaydetme veya ölçme bilimi; anemografi.
veya güvenlik veren herhangi bir şey. 4) Den. bir çı-
anemometer: Meteo. rüzgârın basınç veya hızını ölç
panın yaptığı gibi, geminin taramasını önlemek. 5)
mek için kullanılan bir cihaz; anemometre.
geminin taramasını önlemek için çıpayı bordadan in
anemometry: Meteo. anemometre kullanılarak rüz
dirmek veya fundo etmek.
gârların hızını saptama işlemi; anemometri.
anchor arm: Den. çıpanın kol veya kolları.
anemoscope: Meteo. rüzgârın yönünü kayıt eden ve
anchor, Admiralty: Admiralti demiri veya çıpası; Ad-
ya gösteren bir cihaz; anemoskop.
mlralti türü demir.
aneroid: Bkz. aneroid barometer; sıvı kullanılmayan.
anchorage: 1) demirleme yeri. 2) limanlarda olduğu
aneroid altimeter: Meteo. madenî altimetre Bkz. alti
gibi, gemilerden alınan demirleme ücreti. 3) demirle
meter.
me veya demirlemiş olma.
aneroid barometer: Meteo. aneroit barometre; içer
anchor ball: Den. bir geminin demirli olduğunu belir sinde hava olmayan veya az hava kapsayan metal
ten küre; demir küresi. bir kutunun üst kısmına bağlanmış bir iğneden (gös
anchor bolt: Bun. Kaza. Ocak tuğla duvarlarını tespit tergeden) oluşan barometre; atmosferik basıncın de
etmek veya yıkılmasını önlemek için kullanılan bir ğişmesi, kutunun esnek tepesinin içe veya dışa eğil
tür cıvata; çıpa cıvata. mesine ve dolayısıyla İğnenin hareketine neden
anchor cable: Den. Bkz. anchor chain. olur; atmosferik basıncın ölçülmesinde kullanılır.
anchor crown: Den. demir veya çıpa memesi.
angle: 1) iki doğrunun bir noktada veya iki düzlemin
anchor fluke: Demir ya da çıpanın tırnak ya da tırnak
bir doğru boyunca kesişmesi ile oluşan şekil; açı. 2)
ları.
bu tür doğrular veya yüzeyler arasındaki boşluk. 3)
anchor pin: Tespit pini.
bunların arasında, açı ile ölçülen doğrultuların farkı
anchor ring: Den. çıpa veya demir anelesi. miktarı. 4) keskin ve çıkıntılı bir köşe. 5) bir köşe ve
anchor rope: Den. can filikalarında bulunan demirin ya açı şeklinde hareket etmek.
(çıpanın) İp savlosu. angle bar: L şeklinde köşebent; L profil.
anchor screw: Mak. tespit vidası. angle beams: Den. köşebent profil kemereler; U, T
anchor shank: Demir ya da çıpanın gövdesi. ve H şekillerinde olabilirler.
anchor stock: Den. demir çiposu. angle cutter: Mak. açı freze bıçağı.
anchor windlass: Den. demiri fundo ve vira etmek angled: 1) bir açı şeklinde düzenlemek. 2) açı ya da
için kullanılan ve bir pistonlu buhar makinesi, dizel açıları olan.
motoru, elektrik motoru, hidrolik vb. i tarafından ça angle frame: Köşebent postalar.
lıştırılan, özellikle geminin başüstünde bulunan maki angle iron: Mak. açı, özellikle dik açı şeklinde olan
ne; demir ırgatı; çeviren makinenin krank mili üzeri ve iki kiriş vb. ini kuvvetlendirmek için demir veya çe
ne kamalanmış bulunan bir pinyon dişli, ara dişlisi likten yapılmış bir parça; köşebent demir; Den. köşe
aracılığı ile ucunda fener ya da fenerlikleri taşıyan bent stifner.
mili çevirir; fenerlikler, zincir lokmalarını kavrayacak angle joint: Mak. iki saç levhanın perçinle birbirlerine
şekilde yuvalı veya kavelâtalı yapılır. bağlanması için yararlanılan veya sık olarak kullanı
anchor windlass test: Den. demir ırgatı deneyi; de lan bağlama şekil; açılı bağlama veya birleştirme.
mir ırgatının güç. hız ve mekanik görevlerini sapta angle of contact: Temas ya da dokunma açısı.
mak için yapılan bir deney; genel olarak en az 35 ku angle of dip: Bkz. magnetic dip.
laç suda gerçekleştirilir. angle of friction: Sürtünme açısı; ufuk veya yatayla,
ancillary valve: Bkz. auxiliary valve. üzerinde kayan bir cisim olan meyilli bir yüzey ara
andalusite: Kimy. alüminyum silikat, AI 2 Si0 5 ; türlü sındaki açı.
renklerde rornbik kristalli olarak bulunur. angle of incidence: Düşen bir ışık ışını ile yansıtma
andesite: Klmy. çok küçük taneli, koyu gri, volkanik yüzeyine çizilen düşey bir hat arasında oluşturulan
kökenli, çoğu zaman kristalli feldlspat ve koyu renkli açı; yansıma açısı.
mineraller kapsayan, fakat asla kuvars ihtiva etme angle of lag: Elekt. akımın, gerilimin gerisinde oldu
yen bir mineral; andezit. ğu açı; faz açısı.
andiron: Şömine ocaklarının önlerinde kütükleri taşı angle of lead: 1) kıvılcımdan kaçınmak için kollektör
mak için bir çift metal taşıyıcı; firedog adı da verilir. fırçaları ite normal düzlem arasındaki açı. 2) akımın,
gerilimin ilersinde olduğu faz açısı. 3) Pist. Buh.
Andrade's indicator: Kimy. sodyum hidroksit ile sarı
Mak. ileri açısı; dıştan katoflu buhar makinelerinde
ya dönen, koyu kırmızı asit galiberda çözeltisi.
90 + (lep+lid) ve içten katoflu slayd valflarda ise 90-
andradite: Kimy. kalsiyum kapsayan bir demir silikat
(lep+tid)
türü, Ca 3 Fe 2 Si 3 O12 rengi açık yeşilden siyaha ka
dar değişir.
angl e o f pitc h 25 annealin g
As0 4 .
artificial light: Yapay veya sunî ışık; yapay aydınlat
arsenical: Arsenik kapsayan veya arseniğe ait; arse
ma.
nik kapsayan ilâç.
artificial radioactivity: Nuk. Ener. yapay ya da sunî
arsenic, white: Kimy. beyaz arsenik; beyaz zırnık ve
radyoaktivite. 1} partikül bombardmanı ile veya elek
ya sıçanotu; arsenik trioksit, As2O3; arsenik cevher
tromanyetik radyasyon etkisiyle oluşturulan radyoak
lerinin ısıtılıp kavurulmasıyla elde edilir.
tivite. 2) yapay nüklitlerin radyoaktivitesi.
arsenide: Kimy. arsenik bileşiği ve arseniğin üç de
artificial respiration: ilk. Yard, yapay ya da sunî solu
ğerli olduğu bir element veya kök.
num; elektrik çarpan, boğulma tehlikesi veya şok ge
arsenious: Bkz. arsenous.
çiren kişilere veya kazazedelerin akciğerlerine hava
arsenite: Kimy. arsenus asitin bir tuzu ya da esteri. girmesi için göğüs boşluğuna düzgün olarak basınç
arseniureted (arseniuretted): Kimy. arsenik ile bile
uygulanan yöntem; sunî teneffüs.
şik.
artificial snow: Meteo. uçaklardan stratus ve kümü
arseno-: Bileşen olarak arsenik kapsayan anlamında
lüs bulutlarına atılan kuru buz ile oluşturulan kar; su
bir önek.
ni ya da yapay kar.
arsenopyrite: Kimy. sert, gevrek (kırılgan), gümüşî As: Bkz. arsenic.
beyaz renkli bir mineral; demir arsenik sülfür, Fe-
ASA: American Standard Association: Amerikan
AsS; arseniğin esas cevheri.
(ABD) Standartlar Birliği,
arsenous: 1) arsenik kapsayan veya arseniğe ait. 2)
ASHVE: American Society of Heating and Ventila
Kimy. üç değerli arsenik kapsayan.
ting Engineers: Amerikan Isıtma ve Havalandırma
arshin: Bkz. archine.
Mühendisleri Birliği.
arsine: 1) çok zehirli, sarmısak kokulu yanıcı bir gaz;
ASME: American Society of Mechanical Engineers:
arsenik hidrit, ASH3. 2) onun herhangi bir türevi.
Amerika (ABD) Makine Mühendisleri Birliği.
arsphenamine: Salvarsan; geçmişte frengi hastalığı
ASTM: American Society for Testing Materials:
nın ve diğer enfeksiyonların tedavisinde kullanılan
Amerika (ABD) malzeme Test Enstitüsü.
sarımsı renkli arsenikli bir toz.
asben: Bkz. air.
art. : Bkz 1) artificial. 2) artillery.
asbentine: Asbestos özelliklerine sahip olan veya as-
artesian well: Artezyen kuyusu; suyun bulunduğu ye
bestosa ait.
re kadar toprağı delerek açılan kuyu; çoğu zaman
asbestos: Grimsi bir mineral; magnezyum ve kalsiyu
dip basıncı nedeniyle su yeryüzüne doğru fışkırır.
mun silikatı; uzun dikiş ipliğine benzer lifler şeklinde
artgum eraser: Tek. Res. resim kağıdı veya bezi üze
görülür; yanmaz, elektrik akımı ve ısıya yalıtkan olu
rindeki parmak izleri resim aletlerinden kaynaklanan
şu nedeniyle yanmaz perdelerin ve yalıtım maddele
lekeleri temizlemek için kullanılan yumuşak lastik sil
rinin yapımında kullanılır.
gi; soft-rubber eraser olarak da kullanılır.
asbestos board: Asbestos mukavva; levha haline ge
articulate: 1) eklemli. 2) iyi formüle edilmiş. 3) net
tirilmiş, ısıyı geçirmeyen mukavva; ısı izolasyonu
olarak belirtmek. 4) birleştirmek; bağlamak; eklem
için kullanılır.
lerle bir araya getirmek.
asbestos cement: Asbestos çimentosu; portlant çi
articulated: Mak. mafsallı.
mento ile karıştırılmış, pudra kıvamında asbestos;
articulate rod: Diz. Mot. yardımcı piston kolu; artikü-
toz asbestos.
leyt rod; V tipindeki motorlarda ana biyele veya pis
asbestos cloth: Mak. buhar, sıcak su boruları, egzoz
ton koluna bir pinle bağlanan yardımcı kol; mafsallı
organları gibi kısımların yalıtımında kullanılan asbes
rod veya kol.
tos örtü.
articulation: Mak. iki mekanik parçayı göreli olarak
asbestos cord: Asbestos fitili; fitil asbestos; kaytan
birlikte çalışacak şekilde birbirine bağlama; mekaniz
asbestos; sıcak su, buhar vb. i borulara sarılarak ısıl
manın mafsal yeri.
yalıtım sağlamada kullanılır.
artificier: 1) yapımcı veya sanatkâr, özellikle hünerli
asbestos fabric packing: Asbestoslu dokuma sal
olan biri. 2) icat eden kimse; mucit. 3) askerî maki
mastra.
ne ustası.
asbestos fiber: Ham asbestos cevherinden elde edi
artificial: 1) insan işi veya sanatı ile yapılan; yapay;
len, çok sayıda hava hücresi kapsayan ve yalıtıcı ola
sunî; sentetik; doğal ya da tabiinin karşıtı. 2) doğal
rak kullanılan madde; asbestos lifi.
bir şeyin takliti olarak yapılan; taklit edilmiş. 3) do
asbestos-magnesium cord: Bkz. asbestos cord.
ğal olmayan. 4) Bot. doğal olmayan, kültür ırkı ola
asbestos millboard: Asbestos kartonu; asbestostan
rak yetiştirilmiş.
yapılan kalın karton.
artificial atmosphere: Yapay veya sunî atmosfer; stra
asbestos ore: Asbestos cevheri; asbest cevheri.
tosfere uçacak astronotlar için yeryüzünde oluşturu
asbestos packing: Asbestostan yapılmış salmastra;
lan ve stratosfer şartlarını oluşturan hücre içindeki at
asbestos veya asbest salmastra.
mosfer.
asbestos paper: Kâğıt amyant; asbestostan yapılmış
artificial cement: Yapay veya sunî çimento.
kâğıt.
artificial element: Doğada bulunmayan, doğal ele
asbestos suit: Asbestostan yapılmış giysi; asbestos
mentleri nükleer partiküllerle bombardman ederek
elbise; yangın elbisesi; yanmaz elbise; yangın olan
yapılan bir element; yapay veya sunî element.
bir bölmeye girmeden önce giyilen ve başlığı da
artificial horizon: Hava. uçaklarda bulunan, bir Jiros-
olan bir elbise.
kop ile çalıştırılan ve bir sıvı seviyesi kapsayan, ger
asbestos thread: Asbestos ipliği; genel olarak çapı
çek ufka göre uçağın durumunu gösteren bir cihaz;
1,5 mm olan ve asbestostan yapılan İplik; kazan teç
yapay ufuk.
hizatının flanşlarında kullanılır.
asbestos-wood panels 33 as se m bl y lin e
Teknik Sözlük - F. 3
a ssembl y plan t 34 asymm etri c
her işçi önünde bir süre duran, onun belirli işi yap
magmanın oluştuğu bölge; astenosfer.
masını sağlayan ve sonra tekrar yavaş olarak hare
astigmatic difference: Opt. astigmatik bir optik siste
ket eden bir bant veya ray.
min primer (birincil) ve sekonder (ikincil) odakları
assembly plant: Uçak yapımında olduğu gibi, parça
arasındaki mesafe; astigmatik fark.
ların monte edildiği bir fabrika; montaj fabrikası.
astigmatism: Astigmatizm; cisimlerin iyi görülmesine
asses'bridge: Öklit geometrisinde, bir ikizkenar üçge
engel olan; göz merceğinin yapısal bozukluğu.
nin taban açılarının eşit olduğu önerimi.
astr.: Bkz. 1) astronomer. 2) astronomical. 3) astro
assistance: Yardım.
nomy.
assistant: 1) yardım eden; yardımcı; asistan. 2) Yar
A strake: Gem. İnş. özellikle bir geminin alt kısmında
dım eden şey.
uzanan döşeme kaplaması; A streyk.
association colloid: Belirli koşullarda deterjan veya
astro-: Astr, astrofizikte olduğu gibi, bir yıldız veya yıl
sabun çözeltilerinde oluşan ve küçük moleküllü ag-
dızların anlamında bir önek.
regat kapsayan bir koloidal sistem.
astrocompass: Astr. yıldızlara göreli yönü saptamak
asst: Bkz, assistant.
için kullanılan manyetik olmayan bir cihaz.
assistant cylinder: Pistonlu buhar makinelerinde kul
astrodynamics: Astrodinamik; görsel mekaniğin
lanılan ve aşağı strokta valf hareket donanımının ata
uzay uçuşlarına adapte edilmesini sağlayan bilim.
let kuvvetlerini dengeleyen bir silindir; yardımcı silin
astrol.: Bkz. 1) astrologer. 2) astrological. 3) astro
dir; denge veya balans silindiri; Bkz. balance piston
logy.
veya balance cylinder.
astrolabe: Astr. bir yıldız vb.inin yükseltisini bulmak
astatic: Statik veya durağan olmayan; hareketli. 2)
için kullanılan bir cihaz; yerini seksanta bırakmıştır.
F/z. belirli bir periyotu veya yönü olmayan; astatik.
astrologer: 1) astroloji uygulamaları veya öğretimi ya
astatic galvanometer: Statik veya durağan olmayan
pan kimse. 2) astronom. 3) müneccim; yıldız falcısı.
ibreler kullanarak dünyanın manyetik etkisini nötrleş-
astrometry: Gezegen, yıldızlar vb. i ölçümlerini ya
tiren çok duyarlı bir galvanometre.
pan ve onların son durumları ve hareketlerini incele
astatic system: Dünyanın manyetik alanının etkileye-
yen bilim ve astronomi dalı; astrometri.
meyeceği şekilde asılan iki veya daha fazla manye
astron.: Bkz 1) astronomer. 2) astronomical. 3) as
tik iğne.
tronomy.
«statically: Astatic şekilde.
astronaut: Astronot; uzay gemisi pilotu.
astaticism: Astatik olma durumu veya özelliği; astatik-
astronautics: Dış uzaya, özellikle ay veya diğer geze
lik.
genlere seyahatlerin sorunları ile ilgilenen bilim dalı;
astatine: Kimy. 1940 yılında D.R. Corson, K.R., Mac
astronotik.
kenzie ve E. Segree tarafından keşfedilen element;
astronometer: Astronomide yetkili veya öğrenci; as
bizmutun alfa partikülleri ile bombardıman edilmesin
tronom; astr., astron. kısaltmaları ile belirtilir.
den oluşan, dayanıklı olmayan bir kimyasal ele
astronomic: Bkz. astronomical.
ment; kimyasal özellikleri bakımından iyottan daha
astronomical: 1) astronomiye ait; astr. astron. kısalt
elektropozitif olduğu sanılmaktadır; Simg. At; at.ağ.
maları İle belirtilir. 2) astronomide kullanılan sayılar
211; at.no. 85.
ve birimler gibi, çok büyük olan.
astern: 1) bir geminin gerisi. 2) kıçta veya kıça doğ
astronomically: 1) astronomi yönünden veya bakı
ru. 3) geriye doğru. 4) Den. tornistan.
mından. 2) astronomi yardımıyla. 3) astronomide ol
astern endurance run: Den. tornistan veya geri hare
duğu gibi.
kete dayanıklık çalışması; genellikle yarım saat sü
astronomical unit: Dünya yörüngesinin yarıçapına
rekli bir çalışmadan amaç; geminin davranışı ve ma
eşit olan bir uzunluk birimi (93 milyon mil, 149637
kinesinin mekanik dayanıklığını saptamaktır; tornista
milyon km); astronomik birim; A.Y kısaltması ile be
na çalışırken ileri türbin kanatlarının ısınması nede
lirtilir.
niyle, bu deney devir düşürücülü türbinler için bil
astronomical year: Astronomik yıl veya sene; dünya
hassa önemlidir.
nın güneş çevresindeki tam bir devrinin süresi: 365
astern nozzles: Tornistan veya geri hareket türbini
gün, 5 saat, 48 dakika, 45,51 saniye; bir ilkbahar eki
nin buhar nozulları; geri türbinine buhar sağlayan
noksundan (yaklaşık 21 Mart'tan) diğer bir ilkbahar
nozullar.
ekinoksu veya bir Sonbahar ekinoksundan diğer
astern power: Tornistan gücü; Gem. Mak. gemilerde
Sonbahar ekinoksuna (23 Eylül) kadar olan zaman;
geri hareket sağlayan güç; bu güç pistonlu buhar
Güneş yılı.
makinelerinde ileri güçten fazla, dizel motorlarında
astronomy: Astronomi; yıldızlar ve diğer gök cisimleri
ona eşit ve buhar türbinlerinde ise ileri gücün % 40 -
nin yapılarını, hareketlerini, göreli durumlarını, bü
%60'ı kadardır.
yüklüklerini vb. inceleyen bilim dalı; astr. astron. kı
astern speed: Tornistan hareket hızı; tornistan hızı;
saltmaları ile belirtilir.
Bkz. astern power.
astrophotography: Astronomik olayların araştırılma
astern turbine: Gem. Mak. tornistan veya ileri hare
sında kullanılan fotoğrafçılık; astrofotoğrafi.
ket türbini; gemilerin geri hareketlerini sağlayan ve
astrophysical: Astrofiziğe ait; astrofizikle ilişkili.
genellikle ileri gücün % 40-% 60'ı kadar güç üreten
astrophysics: Astrofizik; yıldızlar, gezegenler vb. inin
Körtis türbini Bkz. Curtis turbine; çoğu zaman alçak
fiziksel özellikleri ve olaylarını inceleyen bilim dalı.
basınç türbini ve nadir olarak yüksek basınç türbini
as-welding: Mak. kaynaklanmış metal vb. i parçalara,
ile aynı keys içinde bulunur.
kaynak yapılmadan önce herhangi bir ısıl veya me
asthenosphere: Litosfer veya yerküre yüzeyinden 60
kanik bir işlem yapılması.
mil (96,54 km) aşağıda olduğu varsayılan bölge;
asymmetric: Bkz. asymmetrical.
a s ym m e tri ca l 35 atomi c cocktai l
azote: Kimy. Bkz. nitrogen. azurite: Kimy. bakınn mavi renkli, doğal bir cevheri;
azoth: Cıva metali; cıva. bazik (alkalin) bakır karbonat, 2CuC03.Cu(OH)2.2)
azotic: Azot veya nitrojen kapsayan veya azota alt; bu cevherden yapılan ikinci dereceden bir mücev-
nitrik. her.
azotize: Kimy. nitrojenle birleştirmek veya
doyurmak.
B, b
B: 1) boron'un simgesi, 2) Fiz. manyetik endüksiyon.
backlash: 1) çabuk ve keskin geri tepme. 2) Mek.
b: Ceb. bilinen bir nicelik veya değişmez (sabite),
aşınmış veya boşalmış parçaların sarsılması. 3)
Ba: Bkz. Barium. Gem. Mak. bekleş; boşluk; klerens; birbirlerine geçe
Babbitt: Babit metal; babit metal ile kaplamak; Bkz.
rek hareket eden dişlilerin dişleri arasındaki boşluk
Babbitt metal, (yaklaşık 0,1-0,35 mm). 4) arızalı bir makinenin tor
babbitt bearing: İç ya da yataklık yüzeyi babit veya nistan veya geriye çalışması.
beyaz metal Bkz. white metal ile kaplı yataklı; babit
backlog: Birikim.
metalli yatak.
back pitch: Mak. perçin bağlantılarında, iki komşu
babbltt-lined: Beyaz metal veya babit metal ile kaplı
perçin sırasının veya aynı sıradaki İki perçinin eksen
(yatak).
leri arasındaki aralık.
Babbitt metal: Babit metal. 1) kalay, bakır ve antimo
back plate: Alev borulu kazanlarda, masuralarla ce
nun gümüş renkli ve yumuşak bir alaşımı; yataklar
hennemliğe ve payandalarla ön aynaya bağlanan
da sürtünmeyi azaltmak için kullanılır; e.n. yaklaşık
daire şeklindeki kısım; arka ayna.
260°C2) herhangi bir sürtünmesiz veya antifriksiyon
back pressure: Karşı basınç; art basınç; Mot. egzoz
yatak metali.
manifoldundaki, buhar makinelerinin kondenserlerin-
babbitted shell: Mot. iç yüzeyleri beyaz metal veya
deki basınç; egzoz karşı basıncı.
babit metal ile kaplanmış yatak ya da şel.
back pressure system: Karşı basınçlı sistem; Gem.
babbitting: Sabit ya da beyaz metal ile yatak yapma
Mak. besi suyu ısıtıcıları için buharın bir veya daha
veya dökme.
fazla türbin kademesinden alındığı sistem.
babble: Bilgisay. parazit.
back pressure trip: Karşı basınç tripi; Gem. Mak. eg
back: 1) arka; sırt; göğsün arkası. 2) fiziksel dayanık-
zoz karşı basıncı yükseldiği zaman, buhar giriş valfı
lık. 3) herhangi bir şeyin kullanılan zıt tarafı. 4) bir
nı otomatik olarak kapayarak türbini korumak için
alet ya da silahın kullanılan ucunun zıttı. 5) arkada;
türbo jeneratörlere donatılan kapama cihazı.
arka. 6) geriye doğru. 7) desteklemek; onaylamak,
back pressure turbine: Mak. işi üretecek buharın tü
8) saat aksi yönüne değişmek (rüzgâr için söylenir),
münün içinden geçirildiği veya genişletildiği buhar
back emf of a cell: Elekt. bir pilin zıt elektromotor
türbini; karşı basınçlı türbin.
kuvveti; bir devreye bağlı pilin, o devredeki normal
back pressure valve; Gem. Mak. karşı basınç valfı;
akım yönüne zıt elektromotor kuvveti.
besi suyunun ısıtılması için gerekli buharın yardımcı
back fire: 1) bir benzin ve dizel motoru silindiri içinde
egzoz buhar devresinden alındığı sistemlerde kon-
çok erken meydana gelen ve pistonun zıt yöne hare
denserin buhar tarafına donatılan bir valf.
ket eğilimine neden olan yanma veya patlama; geri
back saw: Saplı testere; tutulacak yeri veya sapı geri
tepme. 2) Mot giriş veya egzoz manifoldunda patla
sinde olan ve sırtı kuvvetlendirilmiş bir testere türü;
ma. 3) bir silahın art kısmında patlama. 4) Bünzen
ağaç testeresi.
bekinde Bkz. Bunzen burner, fitil yanmadan gazın
back scattering: Nük. Ener. parçacıkların veya rad
parlaması.
yasyonun, hareketin orjinal yönüne göre 90°'den bü
background: Arka plân.
yük bir açıda sapması.
background application: Arka plân uygulaması veya
backset: Den. ters akıntı; ters anafor; eddy akımı.
tatbikatı.
back space: Bilgisay. (bir) geri almak.
back heating: Art yanma; yüksek hızlı elektronlar ka
backspin: Bir top, tekerlek vb. inin geriye doğru dön
tot yüzeyine döndükleri zaman magnetronlarla katot
mesi; geriye dönme. Bkz. backstay.
sıcaklığının yükselmesi.
backstay: Bir mekanizmada mesnetlik yapan parça.
backing: Destekleme.
back stream: Den. ters akıntı veya anafor.
backing sand: Döküm derecelerini doldurmada kulla
back-to-back connection: f/z. bir tüpün katolunun di
nılan kum; döküm kumu.
ğer bir tüpün anotuna bağlanması veya bunun tersi.
back tube sheet 43 balance r se t
ka bir tencereden oluşan kap.
back tube sheet: Alev borulu kazanlarda cehennem Baird sensitometer: Fotoğraf levhalarının yoğunlukla-
lik ön aynası veya boru aynası; cehennemliğin alev rinı ölçmek için kullanılan bir cihaz; dansitometre.
ve payanda borularinın bağlandıkları ön aynası. bake: 1) ısı ile kurutmak ve sertleştirmek. 2) güneş,
back up frequency: Bilgisay, yedekleme frekansı ve lâmba vb, inin ışınlarının etkisinde bırakmak. 3) da
ya sıklığı. ha sert yapmak. 4) güneşte kurumak ve sertleşmek.
backward: 1) geri; geriye doğru. 2) geriye veya zıt bakelite: Bakalit; bakelit; formaldehit (H 2 C) ve fenol
yö ne doğru yönlendirilmiş veya döndürülmüş. 3) den (C 6H5OH) elde edilen yapay bir reçine: ısı ve
geliş me ve büyümede gecikme; gecikmiş, rötarlı; elektriğe yalıtkan oluşu nedeniyle yalıtım maddesi
yavaş. olarak Kullanılır (ticarî bir marka).
backward run: Tornistan veya geriye çalışma ya da bakelite sheet: Bakalit lehva; levha bakalit.
hareket. baking powder: Kabartma tozu; genellikle yemek so
backwards: Bkz. backward. dası, nişasta veya un ve krem tartar, sodyum alümin
backwash: 1) bir gemi veya kürek tarafından geriye yum sülfat veya birincil kalsiyum fosfat karışımıdır.
doğru hareket ettirilen su; serpinti. 2) dümen suyu. baking soda: Sodyum bikarbonat, NaHC0 3 ; kek,
3) bir uçak pervanesinin oluşturduğu gibi, geriye pasta vb. yiyeceklerde ve tıpta asidıteye karşı kullanı
doğru akım veya akıntı. lır
backwater: 1) bir barajda tutulan veya gelgit zamanı .
geriye hareket ettirilen su (kütlesi). 2) Den. filika ve baL: Bkz. 1) balance. 2) balancing.
ya botu durdurmak için veya geri hareketini sağla balance: 1) ağırlık ölçümünde kullanılan bir cihaz; te
mak amacıyla ters kürek çekmek; siya etmek. razi; kefeli terazi, ağırlıklı baskül ve kollu terazi. 2)
bacterioscopy: Bakteriyoskopi; mikroskop yardımiyla denge durumu; kuvvet, ağırlık, miktar vb. inde iki şe
bakterilerin incelenmesi bilimi. yin eşitliği. 3) uçak üzerindeki moment ve bileşke
baffle: 1) duvar, perde vb. i gibi gaz, sıvı vb. lerinin kuvvetin sıfır olduğu durumda düzgün uçuş. 4) türlü
akımını yönlendiren perde. 2) Buh. Kaza. kızgın gaz elemanların dizayn, boyama vb. inde dengesi. 5)
ların belirli bir yol izlemesi için kullanılan ve çelik dengeleme.
saçlar veya tuğlalardan yapılmış perde; bafıl Bkz. balance, beam: Bkz. beam balance.
gas baffle; egzoz susturucusunun plâkaları. 3) bu balance coil: Elekt. balans bobini; iki iletkenli bir dev
har kondenserlerinin en üst kısmında bulunan ve eg reden üç iletkenll bir devreyi beslemek için kullanı
zoz buharının kondenserin her tarafına düzgün bir lan bir bobin; doğru akım jeneratörlerinde balans bo
biçimde yayılması veya dağılmasını sağlayan perde. bininin tam ortasından çekilen nötr hat ile hem 115
4) borulu evaporatörlerde buharla birlikte, buharlaştı- ve hem de 230 voltluk bir gerilim sağlanır.
rılan suyun distillere (damıtıcıya) gitmesini önleyen balance currents: Elekt. dengeli bir hattın iki iletke
perde. 5) Buh. Kaza. buhar domu veya dramında bu ninde akan ve hattın her noktasında eşit şiddette fa
lunan ve yukan devir borularından gelen su ve buha- kat zıt yönde akan akımlar.
nn birbirlerinden ayrılmasını sağlayan perdeler 8ta. balance cylinder: Denge veya balans silindiri; Esk.
steam baffle. 6) Eşanj. soğutucu veya ısıtıcılarda, yüksek güçlü pistonlu buhar makinelerinde, alçak
bu görevi yapan akışkanın, eşanjör içinde yönlendiri basınç silindirinin, çekmece, slayt mahfazası veya
lerek daha iyi soğutulmaları veya ısıtılmalarını sağla keysinin üst kısmında bulunan ve üst tarafından bir
yan perde veya perdeler. 7) hoparlör için üretilen al boru ile kondensere bağlı bulunan bir silindir; içinde
çak frekansları geliştirmek için dizayn edilen teçhi çekmece koluna Bkz. slide rod bağlı bir piston Sta.
zat. balance piston hareket eder.
baffle plate: Mak. yönlendirme veya saptırma levha balanced-diaphragm indicator: Denge diyaframlı en-
sı; kazan, ısıl eşanjör, kondansör veya herhangi bir dikatör cihazı; yüksek devirli (5000 rpm'ye kadar)
fabrikasyon teçhizatına yerleştirilen ve akışkanın motorların P-V diyagramları için lâboratuvarlarda kul
akış yönünü düzenlemeye veya değiştirmeye yarı- lanılan bir endikatör cihazı.
yan levha. balanced line: Elekt, topraklı iki iletkenden oluşan ve
baffle spring: Gem. Mak. tampon görevi yapan yay; iki iletkenin her noktasındaki akımların birbirlerine
bazı dümen donanımlannda kullanılır. eşit şiddette ve zıt yönde olduğu bir iletim hattı.
bagasse: Şeker pancarı veya şeker kamışı küspesi; balanced rudder: Dengeli dümen; yelpazesinin önü
şeker kamışı veya pancarının özü çıkarıldıktan sonra ile gerisinde bulunan basınçları birbirine eşit olan ve
geriye kalan posa; yakıt, yalıtkan ve hayvan yemi ya hareket etmek için fazla bir kuvvete gereksinim gös
pımında kullanılır. termeyen dümen.
baggage: 1) bir ordunun teçhizat ve ağırlıkları. 2) ge balance piston: 1) Bkz. dummy piston. 2) denge ya
ziye çıkan bir kimsenin bavul, çanta ve diğer ekipma da balans pistonu; Esk. yüksek güçlü pistonlu buhar
nı; bagaj. makinelerinde, denge silindiri içinde slayt rodla bir
bag type filter; Torba filtre; bu filtrelerin süzgeç ele likte aşağı yukarı hareket eden bir piston; alt tarafın
manı: a) pamuk ipliği, b) akordiyon biçiminde sıkıştı daki buhar basıncı nedeniyle yukarı harekete yardım
rılmış kâğıt, c) sellüloz. d) yün ipliği gibi maddeler cı olmakta ve aşağı harekette ise, üst tarafındaki va
den yapılır. kum nedeniyle eksantrik donanımının yüklerinin
bail: 1) Den. tekne veya filikaya dolan suyu atmak azaltılmasını sağlamaktadır; denge silindiri içinde
için kullanılan bir kova ya da büyük kepçe. 2) kepçe Bkz. balance cylinder hareket eder.
ile (bir filikanın veya teknenin) suyunu boşaltmak. balancer: 1) dengeleyen kişi veya şey. 2) Rady. me
Bailey bridge: Ask. Müh. bir dizi prefabrik çelik parça safe bulucu Bkz. direction finder ile birlikte ve onun
lardan oluşan portatif köprü. duyarlığını yükseltmek için kullanılan bir cihaz.
bain-marie: Benmari; içersinde sıcak su olan ve balancer set: Dengeleme seti veya takımı; Elekt. dev-
onun içinde de ısıtılacak yiyecek vb. i bulunan baş
balance spring bail mill
ballast, sand: Den. kum safra; Bkz ballast.
renin her iki tarafı arasında yük dengesine yardımcı ballast, stone: Den. taş safra; Bkz. ballast.
olmak için kullanılan bir cihaz. ballast system: Safra sistemi; balast sistemi; bir pom
balance, spring: Bkz. spring balance. pa, valf sandığı ve boru devresinden oluşan bir sis
balance, static: Bkz. static balance. tem; safra tanklarının doldurulması ve boşaltılmasın
balance weight: Bkz counterweight: karşı ağırlık ve da kullanılan sistem.
ya denge ağırlığı. ballast tank: Safra ya da balast tankı; gemilerin çift
balance wheel: 1) balans veya denge dişlisi; saat, dip veya dabılbotum tanklarından bazıları, özellikle
müzik dolabı vb. inde olduğu gibi, bir mekanizma içersindeki yakıt tüketilen ve deniz suyu alınan tank
nın hareketini düzenleyen bîr dişli. 2) Mak. kasnak; lar.
avara kasnağı; volan Bkz flywheel. ballast tank, dedicated clean: Safra için ayrılmış ve
balancing: Dengeleme; statik veya dinamik olarak ya hassaten tahsis edilmiş temiz safra tankı Bkz.
dengeleme. Marpol.
balata: 1) Batı Hindistan'da bir ağaç. 2) bu ağacın, ballast tank, degregated: Ayrılmış safra tankı; Ulusla
kurutulduğu zaman lastiğe benzer, sütümsü özsuyu: rarası Denizcilik Örgütü'nün (IMO) Marpol
Tel yalıtımında kullanılır. 1973/1978 sözleşmesine göre 20 bin dedveyt ton ve
bale: 1) balya; özellikle sıkıştırılıp çemberlenmiş, stan ya daha büyük olan yeni petrol tankerlerine ve 30
dart ağırlıkta yiyecek, ham pamuk, büyük paket. 2) bin dedveyt ton ve daha büyük, yeni, petrol ürünü
balya yapmak; balyalamak. taşıyacak tankerlere, geminin safra sularinı alacak
bale capacity: Den. bir ticaret gemisinin balya veya kapasitede tahsis edilmiş ya da ayrılmış tank.
çuvallı olarak alabileceği maksimum yük kapasitesi ballast wafer: Den. safra suyu; Bkz. ballast.
veya hacmi. ball bearing: L) Mak. küçük güçlü elektrik makinele
ball: 1) herhangi yuvarlak bir cisim; küre; glop. 2) rinde kullanılan, çoğunlukla tek ve bazan iki parça
özellikle dünya gibi bir gezegen veya yıldız. 3) yuvar dan yapılan, metal küreciklerinin serbest dönüşü ne
lak, katı (solid) mermi; top güllesi; mermi türü. 4) deniyle sürtünmeyi en aza indiren yatak; bilyalı ya
top şeklini almak. tak; rulman; rulman yatak; nokta temaslı yatak. 2)
bal! and ring: 1) ısı uygulandığı zaman metallerin böyle bir yatağın bilyası.
genleşmesini gösteren bir cihaz. 2) mumların erime ball check valve: Küresel çek valf; küresel geri dön
noktasını saptayan bir cihaz. dürmez valf; tek yöndeki akıma izin veren küresel
ball-and-socket joint: Herhangi bir yöne doğru sınırlı valf.
harekete müsaade eden, iki mi! arasında bir küre ve ball cock: Şamandralı valf; ucunda küresel şamandra-
yuvasından oluşan, omuz ve kalça bağlantısına ben sı olan bir levhaya bağlı ve şamandra yükseldiği za
zeyen bir bağlantı; yuva içinde oynayan bilya başlı man kapayan, alçaklığı zaman açan, tuvalet rezervu-
mafsal (Oto. rot başlan gibi). arı, hotvel, vb. yerlerde kullanılan valf.
ballast: 1) yüklü, yüksüz veya hafif yüklü gemilerde ball fender: Den. usturmaça; yuvarlak, küre veya ba
dengeyi sağlamak, pervanenin sağlam suda dönme lon usturmaça.
sini temin etmek üzere gemi teknesine yerleştirilen ball float: Küresel şamandra; besleme suyu regülatö
herhangi büyük bir ağırlık. 2) aynı amaçla, özellikle rü, bazı karbüratörler veya hotvellerde kullanılan kü
içindeki yakıt tükenen tanklara alınan deniz suyu. 3) re şeklindeki şamandra
demiryolu raylarinın döşeğini oluşturan kırılmış kaya ball float traps: Küresel şamandralı buhar kapanları;
veya çakıl. Bkz steam trap.
ballast coil: 1) Elekt. ballast bobini; demir telden ya ballistic: Balistik. 1) balistik bilimine ait veya balistik
pılmış bir bobin; bazı motorlarin ateşleme devreleri bilimî ile ilişkili. 2) fırlatılan mermilerin hareket ve
nin endüksiyon bobinlerinde birincil sargıya seri ola kuvvetine ait. 3) enerjinin ani ve hızlı akışını ve vu
rak bağlanır, benzin motorunun uzun süre boşta ça ruş etkisini gösteren cihaz.
lışması sırasında endüksiyon bobininin ısınmasını ballistic galvanometer: Balistik galvanometre; ani
önler. 2) tek jeneratörlü, üç iletkenli doğru gerilim akım nedeniyle, bir devreden geçen, toplam elektrik
dağıtım sistemlerinde nötr hattın bağlandığı bobin. şarjını ölçen bir cihaz.
ballast drainage: Safra veya balast boşaltımı; safra ball retainer: Diz. Mot. t) sıfır klerens ayarlayıcısının
drenajı. bilya tutucusu veya taşıyıcısı. 2) bilyalı yataklarda bil-
ballasting: Den. safra alma; pervanenin en verimli yalari taşıyan kısım.
ça lışabileceği derinliğe batma, gemi teknesindeki ballistician: Balistik biliminde uzman olan kişi.
titre şime engel olma ve geminin daha iyi idare ballistic missile: Balistik füze; önceden düzenlenen
edilebil mesi amacıyla, gemi safra tanklarına deniz bir mekanizma ite uçuşunun ilk bölümü tamamla
suyu alın ması (işlemi). nan fakat hedefine yaklaştığı zaman serbest olarak
ballasting system: Safralama sistemi veya devresi; düşen uzun menzilli füze; roket.
Bkz. Ballast system. ballistic pendulum: Balistik sarkaç; bir merminin ya
ballast, iron: Den. safra olarak kullanılan demir; de tay hız bileşenini ölçmek için kullanılan, bir düzlem
mir safra. de serbest olarak salınım hareketi yapan bir cihaz.
ballast piping: Balast veya safra sistemi için boru ballistics: Mermi, roket, bomba vb. leşinin hareket ve
devresi. çarpma etkisini inceleyen bilim dalı; balistik bilimi.
ballast pump: Tekne dışından safra tanklarına deniz ball joint: Bilyalı mafsal.
suyu almak, balast ve pik tanklarını doldurmak, saf ball mill: 1) çelik bilyalı değirmen; kömürün pulverize
ra tanklarını boşaltma veya tanklardan tanklara safra edilmesinde kullanılan, yatay bir çelik dom ile çok
aktarmak için kullanılan pompa; safra ya da balast sayıda ve çeşitli ölçülerde bilyalardan oluşur; çalış-
pompası.
ballone t 45 barbituri c
ölçüler.
damıtma süresinde başkaca madde eklenmez.
basic dyes: Kimy. renkli bazların ve tuz asilinin tuzla
batch filtering: Diz Mot. makineden çıkarılan yağa
rı; pamuğun ve bazı atom çekirdeklerinin boyanma
uygulanan bir temizleme işlemi; bir filtre veya sepa
sında kullanılır; bazik boyalar,
rator ya da her ikisi birden uygulanarak yağ içindeki
basicity: Kimy. 1) baz olma durumu veya niteliği. 2)
su, tortu ve asitin çıkarılması; işlemden sonra yağ,
yağlama yağlarında kullanılan alkali miktarinı göste
gerektiğinde kullanılmak üzere depolanır.
ren bir sayı; alkalî sayısı. 3) bir asitin bir molekülün-
batch process: Kısım, kısım işlem veya ameliye; mal
deki hidrojen iyonu sayısı; sudaki bir molekül
zeme kısım kısım yüklenir ve her kısım ayn ayn ve
H2SO4 iki hidrojen iyonu üretir, böylece verebildiği
tükeninceye dek işlenir.
iyon sayısı 2"dir.
bate: Bir alkalin çözeltisine sokarak yumuşatmak (de
basic oxide: Bazik oksit; bir asitle bir tuz oluşturan
ri vb.ini); hayvan derilerini veya postları yumuşat
oksit; metal oksitleri bazik oksitlerdir; örneğin bakır
mak için kullanılan bir alkalin çözelti.
oksit (CuO); bazik oksitler suda çözünerek alkalin
bateau: Kanada ve Luizyana'da (ABD) kullanılan ha
hidroksitleri oluştururlar.
fif, altı düz bir nehir gemisi.
basic pig: Metal, dökümde kullanılmak için yeterli sili
bath: Yağlı hava filtresi; bilyalı yatak ve rulmanlarin
konu olmayan, asit çelik yapımında kullanılan ve
yağ banyosu işlemi.
çok fazla fosfor kapsayan pik demiri; bazik pik.
bath: 1) Kimy. a) bazı şeylerin sıcaklığını ayarlamak
basic quantities: Temel ölçü birimleri; örneğin Ulus
için, üzerine veya içine konulan bir madde; ayarlayı-
lararası Sistemde (SI) temel ölçü birimleri elektrik
cı veya düzenleyici bir madde, b) bunun kabı. 2) Me
akımı, sıcaklık, madde miktarı ve ışık şiddetidir.
tal, bir ocakta erimiş meta!. 3) Foto. geliştirme ve sa
basic rock: Silika içeriği % 52'den az olan volkanik
bitleştirme için kullanılan bir çözelti, eriyik veya so
kaya.
lüsyon. 4) yıkanmak için kullanılan su veya diğer bir
basic salt: Kimy. elektropozitif bir elemanın, örneğin sıvı; banyo. 5) su veya diğer sıvılarla maddelerin ve
bakırin zayıf bir tuzu; bunlar metal oksitleri veya hid
ya vücudun yıkanması.
roksitleridir.
bath brick: Tuğla şeklinde, kalsiyum karbona! kapsa
basic slag: Bazik cüruf; tetrakalsiyum fosfat, kalsi
yan ve cilalı metalleri temizlemek için kullanılan bir
yum silikat, kireç ve demir oksitten oluşan karışım;
toprak; pomza taşı.
çelik üretiminde yan ürün olup, gübre üretiminde
bath lubrication: Mot. bir yağ tavasının içine girmek
kullanılır; bazik bakır iki sülfat Cu 4 (OH) 6 S0 4 , bazik
veya içinde çalışmak suretiyle yapılan yağlama; ban
magnezyum klorür, Mg (OH) Cl.
yo (biçiminde) yağlama; yağ sıcaklığının kontrol edi
basic steel: Metal, bazik çelik; fosforun önemli kısmı
lememesi gibi bir sakıncası vardır.
nın çıkarılması amacıyla Bessemer veya açık ocak
batho-: Derinlik anlamında bir önek.
yöntemiyle üretilen çelik.
bathometer: Su derinliğinin iskandili veya ölçümü
basilar: Birinci; ilk; temel; Bkz. basal.
için kullanılan bir cihaz; batometre; iskandil cihazı.
basilary: Bkz. basilar.
bathy-: Derin Bkz. deep, deniz suyunun derinliği an
basin: 1) sıvılar için yuvarlak, geniş, derin olmayan
lamlarında bir önek.
bir kap; kâse; tas. 2) onun içeriği veya hacmi. 3) le
bathymetry: Batimetri; derinliklerin, özellikle denizle
ğen veya lavabo. 4) su depolamak için havuz, rezer-
rin derinliklerinin ölçülmesi bilimi.
vuar veya büyük oyuk. 5) körfez. 6) dünya yüzeyin
bathyscaphe: Batiskaf: denizlerin 3600 metreden son
de okyanuslar tarafından doldurulmuş çok büyük çu
raki derinliklerinde oşinoğrafik araştırmalar için kutla
kur. 7) karinalarinın temizlenmesi, gerekli onarım iş
nılan özel yapılmış bir tür kablosuz denizaltı; bu tür-
leri ve kontrollarin yapılabilmesi için gerekli kapalı
gemilerde gözlemler çok yüksek basınçlara dayanık
yer; dok, havuz vb. i.
lı hücrelerde oluşur.
basket strainer: Sepet şeklinde elemanı olan strey-
bathysphere: Batisfer; içinde iki personel ve türlü ci
ner veya filtre; dökümden yapılmış bir gövde içine
hazlar bulunan hava veya su sızdırmaz, küre şeklin
sokulmuş delikli bir sepet; sepet filtre.
de bir hücre; bir çelik halat ile önemli derinliklere in
bastard: Kaba; ince olmayan.
dirilir ve oradaki bitki ve hayvanları incelemek için
bastard file: ince olmayan veya kalın eğe; orta (kalın
kullanılır.
lıkta) dişli.
batten: 1) testere ile kesilmiş kereste, döşemelik vb. i
bat.: Bkz. battery.
2) ambar yük tirizi. 3) ambarağzı tirizi: Muşambala rın
batch: 1) bir işletme için gerekli malzeme miktarı. 2)
üzerine çekilen veya türlü işlerde kullanılan ağaç
bir veya daha fazla operasyon için yapılan bir şeyin
veya madenî çubuklar. 4) Tersanelerdeki modelha-
miktarı.
nelerde, gemi şekli için kullanılan ince, uzun tahta
batch distillation: Kısım kısım damıtma; bu tür damıt
lar. 5) yelkenlere geçirilen ince tahta parçalan; tiriz.
mada, damıtıcıya belirli miktarda madde eklenir ve
batten, cargo: Bkz. cargo batten.
batter y 49 beac h
damıtık su çözeltisi ve akü kabı çelikten olan akümla elektrolitlerinin yoğunluklarinı Borne, g/cm veya
3
tör; çelik akü. mg/cm türünden ölçen bir hidrometre; bomemet-
battery hydrometer: Bomemetre; akümlatör yoğun re.
luk ölçeri; akü elektrolitlerinin yoğunluklarını °Bo- Baume scale: Borne skalası veya bölüntüsü: özellikle
3 3
me, g/cm veya mg/cm türünden gösteren bir tür akülerin elektrolitlerinin özgül ağırlıklarının ölçülme
hidrometre veya yoğunluk ölçer. sinde kullanılan bir hidrometre skalası.
battery ignition system: Bataryali ateşleme devresi bauxite: Boksit; alüminyum elde edilen, kile benzer
veya sistemi; akü, anahtar, endüksiyon bobini, distri bir cevher; esas olarak sulu alüminyum oksitten olu
bütör, buji ve bunları birbirlerine bağlayan yalıtılmış şur, fakat diğer bazı maddeleri de kapsar;
kablolardan oluşan sistem. Simg.AI 2 03 .2H 2 0.
battery insulator: Akülerin - ve + plakalarını, kısa bay: 1) karaya doğru girmiş, boyu eninden büyük
devreyi önlemek için birbirinden ayıran yalıtkan ve olan deniz veya göl parçası; küçük körfez. 2) bir ge
ya izolatörler. mide hasta ya da yaralıların yatırildığı yer; revir; sick
battery, lead-acid type: Kurşun plâkalı asitli akü; bay olarak da isimlendirilir.
plâstik, gomit, ebonit ve camdan yapılmış akü kabı, bayer process: Bayer işlemi; boksitten alüminyum el
kurşundan yapılmış + ve - plâkalar ve bu plâkaları de edilmesi işlemi.
örten elektrolitten (saf su + asit) oluşan akü. bayonet: Süngü; duy.
battery, nickel-cadmium type: Nikel kadmiyumlu bayonet coupling: Süngü veya somunlu kavrama ya
akü; nikad aküsü; yunger tipi akü; pozitif kutupları da kaplin.
nikel hidroksit ve negatif plâkaları kadmiyumdan ya bayonet gauge: Mot. yağ kontrol çubuğu; kaderdeki
pılan ve elektroliti % 20'lik potasyum hidroksit çözel yağ düzeyini kontrol için kullanılan çubuk; yağ çubu
tisi olan akü. ğu-
battery plate: Akü plâkası; pozitif veya negatif plâka bazooka: Bazuka; ikinci Dünya Savaşı sırasında ABD
lardan herhangi biri. tarafından ilk defa kullanılan, elektriksel olarak ateş
battery pole: Akümlatör kutbu; + ve - kutuplardan lenen, bir er tarafından taşınan, zırhları delen mermi
herhangi biri. leri olan, metal bir boru şeklindeki silah.
battery room: Batarya odası veya dairesi; gemilerde b: Bkz. brake.
akümlatörlerin muhafaza ve şarj edildikleri yer; şarj bbl: Bkz. barrel; barrels.
sırasında oluşan hidrojen gazı nedeniyle çok iyi ha- BC: Before Christ; isa'dan önce; Milâttan önce.
valandırılmalari ve çıplak bir alevle girilmemesi gere BDC: Bkz. bottom dead center.
ken oda; şarj odası. Be: Bkz. beryllium.
battery storage: Akü; akümlatör; elektrik enerjisini Be: Bkz. Baume.
kimyasal enerjiye çevirerek depo eden ve gerektiğin B battery: B batarya; belirli radyo tüplerinin devreleri
de onu tekrar elektrik enerjisine çevirerek dış devre vb. i yerlerde kullanılan bir elektrik bataryası; çoğun
ye veren, doğru akım (DC) elektrik üreteci. lukla kuru pillerin seri bağlanmaları ile 22,5 volt veya
battery terminal: Akümlatörün + veya - kutup başla bunun katları olan gerilimi verecek şekilde yapılır.
beach: Den, çekek yeri; plaj; deniz veya göl kıyısı.
Teknik Sözlük - F. 4
beaco n 50 bearin g material s
mer,
bending: Eğilme; bükme; kıvırma (demir işçiliği).
bellows-type gauge: Körüklü manometre; bu mano
bending machine: Bükme, kıvırma veya eğme maki
metrede esnek bir şekilde hazırlanmış olan körük,
nesi.
dış tarafını etkileyen basınçla sıkıştırılır veya yayı yar
bending moment: Eğilme momenti; esnek bir çubu
dımıyla genişletilir; körüğün alt tarafına yerleştirilen
ğun herhangi bir noktasında devam eden ve gerilme
bir ibre basıncın saptanmasına yardım eder.
yi oluşturan moment veya tork.
belly plug: Bazı alev borulu kazanların en ait kısmın
bending stress: Eğilme gerilmesi.
da bulunan bir boşaltma tapası olup, soğuk kazanla
bending test: Eğilme deneyi; bükülme deneyi.
rın sintineye boşaltılması veya yıkanarak çamur, kı
bendix-drive unit: Bendiks çalıştırma ünitesi; marş
sır vb. inden temizlenmesine müsaade eder.
motorunun sonsuz vida şeklindeki mili üzerinde ha
belt: Deri veya diğer malzemeden yapılmış kemer ve
reket ederek volan dişlisine geçen ve motorların ilk
ya kayış. 2) bunlara benzeyen herhangi dairesel bir
hareketlerini sağlayan ünite.
parça 3} bir geminin su kesim! civarında bulunan
bendix gear: Bendiks dişlisi; marş motorunun mili
bir sıra zırhlı saç; zirh kuşak. 4) geniş, hareketi bir te
üzerinde bulunan ve volan dişlisine geçerek motoru
ker veya kasnaktan diğerine aktaran veya bazı şeyle
harekete getiren dişli.
ri taşımak için kullanılan bant; sonsuz kayış. 5) kas
bendix spring: Oto. motor harekete geldikten sonra
naklar yardımıyla hareketi aktarmaya yarayan, genel
bendiks dişlisini geri, ilk durumuna çeken dişli.
olarak bezli lâstikten yapılan, düz ve V şekillerinde
bends: Anormal atmosferik basınçta, çok hızlı olarak
dairesel bir parça; Oto. vantilatör kayışı vb. i 5) bir ke
normal basınca geçen kişilerde oluşan kramplar; de
mer veya kayış ite bağlamak.
rin su dalgıçlarındaki vurgun; caisson disease adı
belt conveyor: Sonsuz kayış; sürekli kayış; türlü mad
da verilir.
deleri bir yerden diğer bir yere taşıyan mekanik bir
bend test: î) bir metalin haddeden çekilebilmesinin
taşıyıcı; özellikle çimento fabrikaları, kömür ve ma
saptanması deneyi; 2) bir kirişin veya çubuğun yük
den ocakları ve gemilerin dökme olarak yüklenme
altında eğilmesinin saptanması; eğilme deneyi veya
sinde kullanılır.
testi.
beft drive: Kayışla çalıştırma; kayışla tahrik; kayışla
Benedict metal: Benedik metal; Admiralti metallerle
hareket verme; bir kasnak ve düz ya da V kayışı ile
aynı amaç için kullanılır.
çalıştırma.
Benedict's reagent: Şekerlerin varlığını saptamak
belt-driven: Kayışla çalıştırılan veya tahrik edilen.
için kullanılan mavimsi bir çözelti; Benedik miyarı ve
belt efficiency: Kayış verimi; düz kayışlar için % 95
ya belirteci.
ve V kayışlar için % 96 dolaylarındadır.
benefication: Metal cevherlerini damıtma bakımın
belt fastener: Kayışın iki ucunu birleştirmeye yarayan
dan daha elverişli hale getiren herhangi fiziksel veya
tel; kayış raptiyesi.
kimyasal bir işlem.
bel t flat: Düz kayış; enine kesiti genellikle dikdört
bent: 1) düz olmayan; eğrili; kavisli; kıvrık. 2) meyil
gen veya kare şeklinde olar, kayış; verimi % 95 do
veya eğilim; temayül.
laylarındadır.
bent hook: Ma/r. aşın yük nedeniyle bükülmüş kanca
belt guide: Kayışın kasnaktan çıkmasına engel olan
(tekrar düzeltilip kullanılmamalıdır.)
siperlik; kayış gayıtı.
benthos: Deniz yatağının yüzeyi veya deniz dibi Bkz.
belt, leather: Bkz. leather belt: Deri kayış ya da ke
sea bottom.
mer.
benthoscope: Deniz yatağı veya dibi araştırmaları
belt line: Demiryolu, troleybüs vb. i gibi elektriksel
devre yapan hat. için yararlanılan ve bir tekneden kablo ile indirilen
küre şeklinde deniz aracı.
belt pulley: Sonsuz kayış makarası; kayış kasnağı;
Bkz. belt conveyor. bentonite: Kimy. bentonit; büyük bölümü hidratize
belt saw: Şerit testere; bir elektrik motoru tarafından alüminyum silikat olan volkanik kökenli bir kil.
çalıştırılan dairesel bir testere. bent-tube boiler: Kıvrık boruları olan bir su borulu ka
zan; A ve D türü su borulu kazanların büyük bir bölü
belt sheave: Bkz. belt pulley,
müne verilen genel isim.
beti tension: Kayış tansiyonu veya gerginliği.
belt tightener: Kayış gericisi. benz-: Bkz. benzo-.
belt, V: V kayışı; enine kesiti V şeklinde olan kayış. benzaldehyde: Benzaldehit; berrak, hoş kokulu bir sı
vı, C 6H 5CHO; acı badem yağında bulunur ve boya
bench: Tezgâh; takım tezgâhı. maddesi, parfüm vb. i yapımında kullanılır.
bench drill: Matkap tezgâhı; masa matkabı; el veya benzedrine: Benzedrin; amfetamin C H CH2 CH
6 5
elektrik motoru ite çalıştırılan bir tezgâh. (NH )CH ; efedrin türevi; burun tıkanıklıklarını gider
2 3
benching: Kademeli işleme veya aşamalı işleme; had mek için kullanılan, solunabilir ve merkezi sinir siste
deleme. mini uyarıcı bir madde (Ticarî bir marka).
bench mark: Pozisyon ve yükseltisini belirlemek ama benzene; Siv. Yük. benzen; renksiz, saydam veya be
cıyla surveyor (uzman) tarafından konulan sabit bir yaz kristalli bir sıvı, C 6 H 6 ; nem alıcı olmayan,
işaret; değerlendirme işareti. daya nıklı, insan sağlığı için zararlı, yangın tehlikesi
bench photometer: Tezgâh fotometresi; parçalan op olan bir bileşik; 20°/40°C'de öz.ağ. 0,8790; k.n.79.8-
tik bir tezgâh gibi düzenlenen bir fotometre. 81°C; d.n.5,5°C; 20°C'de viskozitesi 0,74 cP;
bench yoke vice: Boru mengenesi. gemilerde 7°-30°C' sıcaklıkta ve atmosferik basınçta
bend: 1) bir cismi eğri veya kıvrık yapmak. 2) eğmek; taşınır; bir çok boya ve diğer organik bileşiklerin
eğilmek; çarpılmak. 3) Den. pozisyonunda bağla yapımında ve hayvansal yağların çözücüsü olarak
mak {yelken ve halatlar için söylenir). kullanılır.
benzene ring (or nucleus) 53 Besseme r steel
benzine: Benzin; renksiz yanıcı, sıvı bir karboniu hid mül: E = Z+p/7 + v /2g (kgm.Nm).
rojen karışımı; ham petrolün damıtılmasından elde bernouilli formulae : Bernulli formülü; Bkz. Bernouil
edilir ve motor yakıtı, yağ çözücüsü ve kuru temizle li's equation.
yici olarak kullanılır. Bernouilli principle: Bernulli ilkesi ya da prensibi;
benzo-: Benzen'e ait bir önek; benz- olarak da kulla düzgün akım koşullarındaki bir sıvının herhangi bir
nılır. noktasında birim kütlenin enerji miktarı sabittir; bu
benzoate: Benzoat; benzoik asitin bir tuzu veya este enerji miktarı basınç enerjisi ve yükseltilmiş potansi
ri. yel enerjinin toplamına eşittir.
benzoic: Benzoin'den türeyen; benzoine ait; benzo Bernouilli theorem: Bernuilli teoremi ya da varsayımı;
ik. bir borudan geçmekte olan bir sıvının hızı, eğer her
benzoic acid: Benzoik asit; beyaz, kristalli bir orga hangi bir noktada çoğalırsa, o noktada sıvının basın
nik asit; Simg. C6 H5 COOH; ticarî olarak tolüen'den cı düşer ve birim kütlenin enerjisi sabit kalır.
üretilir ve antiseptik ya da koruyucu olarak kullanılır. berth: 1) denizde yeterli alan; 2) demirleme ve bağla
benzoin: Benzoin; 1) Sumatra ve Java'daki belirli ma sahası. 3) bir gemi için demirleme yeri. 4) du
ağaçlardan elde edilen reçine kıvamında bir madde; rum, yer, görev, ofis vb. i 5) bir gemi kamarasında
parfüm yapımı için ve tıpta kullanılır. 2) defne ailesin olduğu gibi yatak veya ranza ya da yataklı bir va
de benzer bir ağaç veya herhangi bir bodur bitki. gon. 6) kızağa koyma (gemi, tekne vb. i).
benzol: Benzol; kömür katranının damıtılmasından el Berthelot's law: Bertole kanunu veya yasası; "Kazan
de edilen bir ürün; % 70 benzen (C 6 H 6 ), % 20 tolu- ocağında yakıtların yanıcı elemanlarının oksijenle bir
en (C 7 H8 ) ve % 10 ksilenden CS H 4 (CH 3 ) 2 oluşur; leşmesi sonucu üretilen ısı enerjisi, yanmanın sonun
vuruntuya karşı nitelikte oluşu nedeniyle içten yan da üretilen ürünlere bağlıdır."
malı makinelerde kullanılır; en önemli sakıncası ak Berthollide compounds: Bertolit bileşikleri; Kimyasal
ma noktasının -5,5°C dolayında oluşudur; karbüra bileşimleri, moleküllerdeki atomların basit oranına
törlü makinelerde benzine en fazla % 40 kadar katıla uymayan bileşikler; Bkz. nanstoichiometric compo
bilir. und.
benzophenone: Benzofenon; beyaz kristalli, keton sı berthing space: Bağlama yeri; bir geminin bağlama
nıfına giren bir organik bileşik, C6 H5 COC 6 H 5 ; kalsi iskelesi.
yum benzoatın damıtılmasından elde edilir ve diğer beryl: Beril; çok sert, parlak bir mineral; berilyum kay
nağı; berilyum alüminyum silikat, Be 5Al 2(Si0 3 ) 6;
bazı organik bileşiklerin oluşumunda ara maddesi emerald ve akuamaren belirin birkaç farklı türünden
olarak kullanılır. ikisidir; renkli altıgen kristaller şeklinde bulunur.
benzoyl: Benzoil; benzoik asit ve belirli asit türevlerin beryllia: Nük. Ener. berilyum oksit; seramiğe benzeyi
de bulunan tek değerli bir kök; Simg. C6 H5 CO. şi ve nötron tutma etki kesitinin alçak olması nede
benzyl: Toluenden türeyen organik bileşiklerde bulu niyle nükleer reaktörlerin bazı kısımlarının yapımın
nan tek değerli bir kök; benzil, C 6 H 5 CH2 . da moderator veya reflektör (yansıtıcı) olarak kullanı
bepaint: 1) boya ile kaplamak. 2) boyamak. lan bir madde.
berberin: Bkz. Berberine. beryllium: Berilyum; sert, nadir, metalik kimyasal bir
berberine: Acı, sarı renkli bir alkaloit; berberin, element; sadece bileşikler şeklinde bulunur; bir çok
C 20 H 17 NO 4 .6H 2 0 veya C 2 0 H 1 9 N0 5 .6H 2 0; metalle, örneğin bakır ve nikelle sağlam alaşımlar
sarıçalı oluşturur; Simg. Be; at.ağ. 9,02; at.no.4; eski adı clu
veya diğer bitkilerden elde edilir, boya maddesi ve um.
ilâç yapımında kullanılır. Bessemer converter: Bessemer konvertörü; içersine
berg: Bkz. iceberg; buzdağı. hava püskürtülerek demirin yabancı maddelerinin
Bergius process: Bergius işlemi; bir katalizör ile çok yakılarak çeliğe dönüştürüldüğü, yumurta biçiminde
yüksek basınç ve sıcaklıkta hidrojenle birleştirerek bir çelik ocağı; Bessemer dönüştürücüsü.
kömürden sıvı yakıtlar elde edilmesi işlemi. Bessemer furnace: Bessemer fırını veya ocağı; Bes
Berkeley-Hartley osmometer: Ozmotik basıncı ölç semer çeliğinin elde edildiği ocak ya da fırın.
mek için kullanılan bir cihaz; Berkeley-Hartley ozmo- Bessemer pig: Bessemer pig'i; Bkz. pig iran.
metresi; yüksek basınca dayanıklı ve dolayısıyla uy Bessemer process: Bessemer işlemi; Bessemer dö
gun biçimde yapılmış, bir basınç ölçeri ve içinde bir nüştürücüsü içine püskürtülen hava yardımıyla, ya
diyaframı bulunan bir cihaz. bancı maddeleri yakılan dökme demirin çeliğe dö
berkelium: Amerikyum'un yüksek enerji düzeyli alfa nüştürülmesi işlemi.
tanecikleri ile bombardman edilmesiyle elde edilen Bessemer steel: Bessemer çeliği; Bessemer işlemi
radyoaktif bir kimyasal element; berkelyum; doğada ile yapılan çelik.
serbest olarak bulunmaz; Simg. Bk; at.ağ. 243; at.
Bessemer steel process bichloride of mercury
Bessemer steel process: Bessemer çelik (yapım) bev: Milyar elektron volt türünden bir enerji birimi;
iş lemi. Bkz. billion electron volt.
best economy mixture: Bern. Mot. en iyi ekonomi bevatron: Bevatron; protonların ve diğer atomsal ta
karışımı; 3. ve 4. viteste kullanılan fakir bir karışım; neciklerin 10 milyardan fazla elektron volt hızlandırı
yaklaşık olarak 16 birim hava ve 1 birim benzinden cısı; nükleon biliminde kullanılır.
oluşur; Maximum economy mixture adı da verilir.
best power mixture: Benz. Mot. en iyi güç
karışımı; Oto. 1. ve 2. viteste karbüratörün
oluşturduğu zen gin karışım; yaklaşık olarak 12
birim hava ile bir bi
rim benzinden oluşur.
beta: 1) Grek alfabesinin ikinci harfi (jS, B). 2)
Astr.
herhangi birtakımyıldızın, ikinci en parlak yıldızı.
beta decay: Beta bozunması; iki nüklidin
değişmesi olup, sonuçta atom numarası ± 1 kadar
değişir, fa
kat kütte sayısı sabit kalır; atom numarasının
artması negatif beta taneciğinin yayılması ve
azalması ise bir pozitif beta taneciğinin yayılması
ile oluşur.
beta disintegration: Bkz. Beta
decay.
beta-emission: Beta yayılması; çekirdek tarafından
bir beta parilkülü çıkarma (yayma, neşretme)
işlemi; nötronlar değişir, proton ve elektronlar
verilir.
beta emitter: Nük. Ener. beta emitörü veya
çıkarıcısı; bir beta taneciği çıkararak parçalanmaya
neden olan radyonüklit.
betain: Bkz.
betaine.
betaine: Kimy. kristalli, alkalin, organik bir bileşik,
(CH3)3NCH2 COO; şeker pancarı yapraklarının ve
diğer bitki ürünlerinin artıklarında bulunur; betain.
betameter: Betametre; beta ışınlarinı ölçmek,
araştır mak veya saptamak için kullanılan bir cihaz.
betanaphthol: Betanaftol; naftolun renksiz, kristalli
bir izomeri; tıpta antiseptik ve parazit öldürücü ola
rak kullanılır.
beta partide: Nük. Ener. beta taneciği veya
partikülü; hızı ışık hızının % 90'ina kadar olan,
yüksek hızlı bir elektron; ince meta! levhalardan
(folyolardan) geçer ve içinden geçtiği gazları
iyonlaştırır, beta bozunma sı sırasında yayılan bir
negatif veya pozitif elektron (pozitron); beta ışınlari
şeklindeki elektronlardan bi ri.
beta rays: Nük. Ener. beta ışınları; beta taneciği ile
eş anlamlı; radyoaktif maddelerin ışınları olup 48
000-289 600 km/saniye hızla hareket eden elektron
lardan oluşur.
beta-ray spectrometer: Beta ışını spektrometresi;
be ta taneciklerinin ve ikinci dereceden
elektronların enerji dağılımını belirtmeye yarayan
bir cihaz.
betatron: Betatron; bir elektro mıknatısın kutupları
arasına yerleştirilmiş bir vakum tüpü; çok yüksek ge
çirgenlik veya nüfuz gücü olan X ışınları gibi yüksek
enerjili elektron ışınları üretmeye muktedir bir elek
tron hızlandırıcı; nükleer araştırmalar için kullanılır.
beta uranium: Beta uranyum; Bkz. uranium.
beton: Çakıl ve çimentodan yapılan karışım; beton.
betonite: Betonit. 1) yumuşak, gözenekli ve
volkanik küllerden elde edilen ve hava etkisiyle
değişebilen bir ürün; ABD'nin Montana Eyaletinde
bulunmuştur,
2) koruma amacıyla binalarin dış cephelerinde
kulla nılan bir ürün (Ticarî bir marka).
bevel: 1) hareketli kolu olan bir cetvelden oluşan gerili mi referans olarak, bir elektrota uygulanan
bir alet; açıları ölçmek, markalamak ve yüzeyleri sabit geri lim. 3) iki bölgeli diotları sırt sırta
belirli bir açıda tespit etmek için kullanılır; bevel bağlanmış gibi gö rünen bir transistor. 4) Bilgisay.
square adı da verilir. 2) dik açı dışında kalan sapma
herhangi bir açı. 3) Den. posta kenarinın diğer bias cell: Süresiz olarak 1,5-1,75 voltluk açık devre
kısımlarla oluştur duğu açı. 4) dik açı dışındaki bir gerilimi sağlamaya muktedir, küçük bir elektrik pili.
açıda kesmek. beveled piston rings: Meyilli piston biaxial: Bazı kristallerde olduğu gibi iki eksene sahip
segmanları; Diz. Mot. bazı makinelerde kullanılan, olan; iki eksenli.
bazan sadece alt ve çoğunlukla hem alt ve hem bibasic: Bkz. dibasic.
de üst yüzeyleri me yilli olan kompresyon bibb: Den. bir gemi direğinin gurcetasını taşımak için
(sıkıştırma) segmanları. kullanılan ahşap braket ya da bayrak.
bevel gear: Konik dişli; eksenleri aynı düzlemde
bibcock: Borusu aşağıya doğru eğilmiş musluk; lava
bulu nan, fakat aralarında 180°'den küçük açı
bo musluğu.
bulunan, milleri birbirine bağlamak için kullanılan
bi-bivalent: Kimy. iki değerli iyona ayrılma
bir çift ko nik dişli. 2) aks veya mil dişlisi. 3)
(elektrolit ler için söylenir).
ayna dişli.
bibulous: Yüksek emicilikte (madde).
bevel gear pinion: Oto. ayna dişli
bicarbonate: Kimy. bikarbonat; HC03 k ö k ü
mahrutisi. kapsayan karbonik asit tuzu.
bevel pinion gear: Oto. küçük ayna mahruti dişlisi. bicarbonate of soda: Sodyum bikarbonat; pişirme
bevel ring gear: Büyük ayna mahruti çember sodası; yemek sodası; Kon. Dili. karbonat
dişlisi. bevel washer: Meyilli rondela veya pul. bice: 1) grimsi mavi; maviden biraz daha koyu
bevel wheel: Bkz. bevel gear. (renk). 2) azuritten yapılan grimsi mavi pigment
bezel: Lâmba çerçevesi. ve ya boya maddesi. 3) seyrek olarak yeşil renk
bhp: Bkz. brake veya pigment ya da boya maddesi.
horsepower. Bi: Bkz. bicentenary: 1) 200 yıllık bir periyot. 2) Bkz.
bismuth. bicen tennial. 3) iki yüz yıllık bir periyota ait.
bi-: 1) 2 anlamında bir önek. 2) Kimy. dibazlk bir bicentennial: 1) 200 yılda bir oluşan. 2) 200 yıl
asi- süren ya da devam eden. 3) 200.yıldönümü. 4)
tin asit tuzu; örneğin sodyum bisülfat, NaHS03. bunun kut lanması.
biangular: İki açılı; iki açıya sahip olan. bichloride: 1) diğer elementin her iki atomu için
biannual: Yılda iki kere olan; yarım yıllık; Bkz. iki atom klor kapsayan ikili bir bileşik; diklorür. 2)
bienni al. Bkz. bichloride of mercury.
biannually: Yılda iki kez veya iki bichloride of mercury: Dezenfekte edici olarak kulla
defa. nılan zehirli bir cıva bileşiği, HgCl2; corrosive subli
bias: 1) katota göre bir vakum tüpünün ızgarasının mate adı da verilir.
or talama potansiyeli. 2) Rady. çoğunlukla katot
bichromat e bimetalli c stea m tra p
bilateral symmetry: Bir organizma veya bir madde 000 000 000 000); 10 . 3) dolar, sterlin vb. i bir mil
nin sadece bir düzlem tarafından bölünmesiyle olu yarlık para birimi. -
şan simetri; her iki parça hemen hemen ayna görün billion electron volt: 1 milyar elektron volta eşit bir
tüsüne eşittir; tüm omurgalılar bilateral simetri düzle enerji birimi; bev kısaltması ile belirtilir; Bkz. elec
mi ile iki simetrik parçaya bölünebilirler. tron-volt.
bilge: 1) Den. gemi teknesi ve ambarlarının alt yuvar billionth: 1) bir milyarlık bir seride sonuncu gelen;
lak kısmı; tekne dibinin bordaya döndüğü yerde, ge milyarına. 2) bir şeyin bir milyar eşit parçasından
mi içinde veya ambarda oluşan çukurluk; sintine. 2) herhangi biri. 3) bir şeyin birbirine eşit bîr milyar par
bir varil ya da fıçının yanal yüzeyinin en geniş kısmı. çasından biri.
3) durgun, yağlı ve pis suların birlikte bulundukları billon: Altın ve gümüşün büyük oranda diğer bir me
yer. 4) sintine basmak; sintine sularını dışarı veya tal, örneğin bakır ile yaptığı alaşım; bazı metal parça
slop tanka basmak. ların yapımında kullanılır.
bilge drainage: Sintine boşaltımı; sintine drejanı. bimetallic: iki metale ait; iki metal kapsayan; iki me
bilge injection valve: Sintineden alıcı valf; sintine alı tal kullanılan; iki metalli.
cı valfı; gemi serküleytin veya dolaşım pompasının bimetallic bearing alloy: iki metalden oluşan yatak
sintineden alıcı valfı; bir kaza sırasında gemi yara alaşımı.
alıp sintinelere su dolduğu zaman bu valf kullanılır, bimetallic element: Bimetalik eleman; eşit uzunluk
diğer zamanlar sıkıca kapalı tutulur. ve genişlikte ve lineer genişleme katsayıları değişik,
bilge keel (or piece): Yalpa omurga; gemi karinası birbirlerinden farklı özellikte metal levhalardan olu
nın her iki tarafına, boyuna yerleştirilen bir kiriş; ge şan bir eleman; metal levhalar sıcaklık değişimi ile
minin ağır yalpalarını önler. farklı bir şekilde genişlediklerinden sıcaklık ölçümün
bilge piece: Bkz. bilge keel. de ve buhar kapanlarında Bkz. steam trap kullanılır
lar.
bilge piping: Sintine devresi veya sisteminin boru do
nanımı; 7 bar basıncında hava ile test edilir veya de bimetallic steam trap: Bimetalik buhar kapanı; bime
nenir. talik elemanı bulunan buhar kapanı Bkz. steam
trap.
bimetalli c th e r m o gr ap h bioti n
4 3 2
y + py + qy +ry+s = Ovb. i eşitliklerden herhangi bituminous: 1) katran veya zift tabiatında olan. 2) kat
biri. ran veya ziftten yapılmış; katran veya zift kapsayan;
bisect: 1) ikiye bölmek. 2) Geo. birbirine eşit iki par katranlı veya ziftli.
çaya bölmek. bituminous coal: Katranlı kömür; yakıldığı zaman zift
bisection: 1) ikiye bölme veya ikiye bölünmüş. 2) İki ya da katran veren bir tür kömür; yumuşak kömür.
ye bölen bir doğru. 3) birbirine eşit iki parçadan her bivalence: İki değerli olma durumu veya niteliği; iki
hangi biri. değerlilik.
bisector: Bisektör. 1) İkiye bölen şey. 2) bir açı veya bivalency: Bkz. bivalence,
doğruyu ikiye bölen bir doğru; açı ortay. bivalent: Kimy. iki değere sahip olan; divalent şeklin
bismouth: Bizmut; sert, kırılgan, grimsi beyaz renkli de de yazılır.
kimyasal metalik element; yaygın olarak düşük eri bivalve: iki valfa sahip olan; iki valflı; iki süpaplı.
me noktasına sahip alaşımlar yapımında kullanılır; Bk: Bkz. Berkelium.
Simg.Bi; at.ağ. 209,00; at.no.83. bl.: Bkz. 1) bale; bales. 2) barrel; barrels. 3) black.
bismuthal: Bizmutlu; bizmut kapsayan. black: 1) beyazın karşıtı; siyah. 2) tam olarak ışıksız;
bismuthic: Beş değerli bizmut kapsayan. karanlık. 3) siyah elbise giyme. 4) en koyu renk. 5)
bismuthous: Üç değerli bizmut kapsayan. bu rengin noktası. 6) bu renkte boya veya boya
bismuth spiral: Bizmut spirali; manyetik flüksü ölç maddesi. 7) siyahlaştırmak.
mek için kullanılan, bizmut telinden yapılmış bobin; black ash: Löblan Bkz. Leblanc işleminden elde edi
bizmut bobini. len, saf olmayan sodyum karbonat; siyah kül.
bissextile: 1) bir artık yılın fazladan bir günü veya 29 black-body radiation: Verilen bir sıcaklıkta siyah bir
Şubat'ı belirten. 2) artık yıla ait. 3) koyu kahverengi. gövdeden ışınım veya radyasyon.
bistable: iki durumlu. blackburn pendulum: Blekbörn sarkacı; harmonik
bistoury: Tıp. küçük, çok keskin ameliyat bıçağı; bis hareketleri incelemek için kullanılan bir sarkaç; farklı
turi; neşter. periyotlarda dik açılarda iki yöne salınım hareketi ya
bistratum: iki katmanlı; iki tabakalı. pan bir pandül veya sarkaçtan oluşur.
bisulfate: Bisülfat; Kimy. sudaki çözeltisi hidrojen ve black-bulb thermometer: Fiz. siyah hazneli veya de
sülfat iyonları üreten bir elementin bileşiği veya kök. polu termometre; havası boşaltılmış bir cam örtü içi
bisulfide: Bkz. disulfide. ne yerleştirilmiş ve yatay olarak güneş ışınlarının et
bisulfite: Asit sülfiti; bisülfit; sudaki çözeltisi hidrojen kisine bırakılmış, siyah bir hazneye sahip cıvalı ter
ve sülfit iyonlari üreten bir elementin bileşiği veya mometre.
kök. blackdamp: Yanma ve patlama nedeniyle kömür
bisymmetric: Bkz. bisymmetrical. ocaklarında biriken karbondioksit; boğulmaya ne
bisymmetrical: Çift simetriye sahip olan; çift simetrili. den olur.
bisymmetry: iki simetriye sahip olma niteliği veya du black diamond: Maden kömürü; fosil kömür; kara el
rumu. mas.
bit: Bkz. binary digit. blacking: 1) döküm için düzgün bir yüzey sağlamak
bit: 1) bir anahtarın kiliti döndüren kısmı. 2) herhangi amacıyla tamamlanmış kalıbın yüzeyine sürülen
bir aletin kesici kısmı veya parçası, örneğin planya maddeler. 2) soba, ayakkabı vb. inde kullanılan si
kalemi gibi. 3) takımın veya aletin kendisi. 4) mat yah cila (vernik).
blackish 58 bl eac h er y
blade, stationary: Sabit veya hareketsiz kanat; irn
blackish: Bir dereceye kadar siyah. puls veya aksiyon türbinlerinde buharın sadece yö
blackjack: Maden, çinko sülfür; black jack şeklinde nünü değiştiren, reaksiyon türbinlerinde basıncını
de yazılır. düşürüp hızını yükselten (Max.340 m/s) ve keysin
black lead: Hemen hemen tümü ile karbon olan yu içine açılmış kanallara geçirilen kanat.
muşak, siyah bir madde; kurşun kalemlerde ve cila blade-tip: Kanat ucu. 1) Buh. ve Gaz. kanadın en üst
yapımında kullanılır; siyah kurşun; graphite adı da kısmı. 2) pervane kanadının en üst kısmı ya da ucu.
verilir. Blagden's law: Blagden kanunu veya yasası: "Sulu
black oils: siyah yağlar; 1) Bkz. steam cylinder oil. bir çözeltide donma noktasının düşürülmesi, çözelti
2) mazot, bazı dizel yakıtları ve motorinler gibi petrol deki çözünür maddenin miktarı ile orantılıdır".
ürünleri dahil ve rafine edilmiş yağlama yağları ha blanch: 1) beyazlatmak; rengini gidermek. 2) soluk-
riç, koyu renkli petrol ürünleri; siyah yağlar. laştırmak; soldurmak. 3) Metal, asit veya kalayla kap
black-out effect: Kuvvetli, kısa bir darbeden sonra bir layarak parlatmak.
vakum tüpünün geçici olarak duyarlığını kaybetme blank: Boş; boşluk.
si. blast: 1) Meteo. rüzgarın şiddetle esmesi; havanın
blacksmith: 1) örs, çekiç vb.i ile demiri döverek şekil kuvvetle akması. 2) ani olarak hızla akan hava ya da
verme, onarma işinde çalışan adam; demirci. 2) atla gaz sesi. 3) yapay olarak üretilmiş kuvvetli hava akı
rı nallayan adam; nalbant. mı. 4) yüksek fırın içindeki düzgün hava akımı. 5) di
blacksmith hammer: Demirci çekici. namit gibi patlama. 6) ani ve hasar veren bir etki. 7)
bladder accumulator: içinde azot veya diğer bir inert buna neden olan patlayıcı olgu. 8) bujileri temizle
gaz bulunan esnek bir kese ve onun çevresinde hid mek için, özel aracı ile zımpara kumu püskürtmek.
rolik sıvısı, gaz şarj bağlantısı, bir taraftan hidrolik blast air: Yüksek fırınlarda kullanılan ve yüksek fırın
pompasına ve diğer taraftan hidrolik sisteme bağla gazı ile çalışan bir gaz türbininin sağladığı hava; püs
nan bir akümülatör; keseli akümlatör; bazı dümen kürtme havası; yüksek fırın havası. 2) Esk. hava ile
sistemlerinde kullanılır. püskürtmeli makinelerde yakıtın silindir içine püskür
blade: 1) testerelerin metalden yapılmış kesici kısmı; tülmesini sağlayan yüksek basınçlı (60-70 bar) hava;
testere ağzı. 2) bıçak, pervane, kürek vb. inin geniş yakıt püskürtme havası.
ve yassı bölümü. 2) Oto. cam sileceğinin bıçağı. 3) blast furnace: Yüksek fırın; gerekli yoğun ısıyı sağla
bir araç, cihaz veya silahın kesici kısmı. 4) Mak. bu yabilmek için alt tarafından hava üflenen ve demiri
har ve gaz türbinlerinin hareketli ve hareketsiz kanat cevherinden ayıran kule görünümünde bir ocak ya
ya da kanatları. ) kılıç. 6) Bot. bir yaprağın yassı ve da fırın.
genişleyen kısmı. 7) Bot. bir bitki, özellikle çimenin blast furnace gas: Yüksek fırın gazı; demir cevheri
yaprağı. nin eritilmesi sırasında elde edilen bir yan ürün; yük
blade: Mak. kanat; buhar, gaz ve egzoz türbinlerinde sek fırında üretilen gazın 1/4'ü kendisi için gerekli
kullanılan, genel olarak paslanmaz çeliklerden yapı ve geri kalan 3/4'ü güç üretimi için makine yakıtı
lan, rotor ve stator çevrelerine donatılmış parçalar; olarak kullanılır; gazın yapısı ortalama % 3,5 hidro
hareketli veya hareketsiz kanatlardan biri. jen, % 5 metan, % 27 karbon monoksit, % 11 karbon
blade clearance: Kanat boşluğu veya klerensi: a) ha dioksit ve % 58 azottan oluşur; fazla hava katsayısı
reketli kanatlarla, hareketsiz kanat veya nozul diyaf % 21 ve alt ısı değeri 840 kcal/m3 tür.
ramları arasındaki boşluk; Bkz. axial clearance Buh, blast furnace slag: Yüksek fırın cürufu.
Türb. b) kanat tepeleri ile türbin keysi veya rotorşaft blast gate: Hava. aşırı doldurucu veya süperşarjerin
arasındaki radyal veya çap yönündeki boşluk; Bkz nozul kutusunda basıncı denetleyen bir cihaz; gaz
radial clearance. akımı kapısı.
blade curvature: Pervane kanatı için eğim veya ka blast heater: Fanlı hava sistemlerinde kullanılan bir
nat kavisi. hava ısıtıcısı.
blade efficiency: Kanat verimi (buhar ve gaz türbinle blast heating system: Bkz. fan heating system.
ri ile gemi pervaneleri için söylenir). blasting: Dinamit patlaması; patlama, infilâk
blade, hollow: İçi boş veya oyuk türbin kanatı; buharı blasting gelatin: Jöleye benzeyen, nitrogliserinli pa
en verimli şekilde denetlemek için ve düzgün geril muk barutu; çok güçlü bir patlayıcı.
me sağlamak amacıyla kullanılır. blast injection system: Bkz. air injection system.
blade loss: Kanat kaybı; buharın sürtünmesi ve hava blast-off (blastoff): Bir roket veya balistik füze vb.
nın direnci nedeniyle türbin kanatlarında oluşan ka inin fırlatılması.
yıp. blaze: 1) parlak bir kütle veya ateş. 2) herhangi bir
blade, moving: Hareketli kanat; aksiyon veya irnpuls parlak ışık. 2) hızlı ya da parlayarak yanmak; alev
türbinlerinde buharın hızını düşüren, reaksiyon tür lenmek. 4) yanmaya neden olmak. 5) parıldamak (ı-
binlerinde hem basıncı ve hem de hızını düşüren, ro şık vb.).
torun çevresine bağlı olan kanat ya da kanatlar. bleach: 1} kimyasal maddelerle veya güneş ışınları
blade projection: Kanat izdüşümü; merkezkaç veya nın etkisiyle rengini gidermek. 2) beyazlatmak; Bkz.
santrfüj pompa ve fanların, buhar ve gaz türbinleri blanch. 3) beyaz, renksiz veya soluk olmak. 4) ren
ve pervane kanatlarının izdüşümleri. gini giderme veya beyazlatma. 5) beyazlatma için
blade, propeller: Bkz. propeller blades. kullanılan herhangi bir kimyasal.
blade-root: 1) kanat kökü; buhar ve gaz türbinlerinde bleacher: Renk gideren veya beyazlatan kimse veya
kanatların rotor çevresindeki fatura veya kanala uy şey.
gun profilde olan kökü. 2) pervane kanadının göbe bleachery: Beyazlatma işleminin yapıldığı yer.
ğe bağlandığı kısım.
bl eac hin g po w d e r 59 block sys t e m
Teknik Sözlük - F. 5
borin g too l 66 boundar y
ci
sı
.
.
bulkhead: Den. perde; çatışma perdesi Bkz. bulkhe
buna: Butadlyen'in polimerize edilmesiyle üretilen ya
ad, collision. 1) bir gemi veya uçağın bölmelere ay
pay kauçuk (Ticarî bir isim).
rılmasını sağlayan ve onu yangın, sızıntı ve çatışma
buna S: Yapay ya da sentetik kauçuğun ticarî isim;
ya karşı koruyan ve güvenli kılan perde. 2) toprak
butadiyen ve stirrenin kopolimeri.
kayması, yangın ve su baskınına karşı koruyan bir
bunch: Demet; grup; takım; bir araya toplanmış veya
duvar veya set (mania).
bir araya getirilmiş bir grup benzer cisim Klistronda
bulkhead, collision: Çatışma perdesi; müsademe
Bkz. klystron bir araya getirilerek grup oluşturan
perdesi; geminin baş tarafında olan ve çatışma sıra
elektronlar gibi.
sında geminin batmaması için yapılan baş ve kıçta
buncher: Elektronların bir grup oluşturdukları, klis-
bulunan iki perdeden biri; Baş müsademe (çatışma)
tron Bkz. klystron parçası.
perdesi ve kıç çatışma perdesi.
bundle: 1) bağlanmış, paket yapılmış veya bir arada
bulkhead deck: Den. perde (bölme) güvertesi. tutulan çeşitli sayıda şeyler; bağ; demet. 2) paket;
bulkhead stiffener: Perdeyi Bkz. bulkhead sağlam bohça; çıkın. 3) grup; kolleksiyon. 4) paket yapmak;
laştırmak için üzerine vurulan köşebent veya lama; paket etmek veya birlikte bağlamak.
perde kuvvetlendirici veya stifneri. bunker: 1) Den. özellikle kömür yakan gemilerde, ala
bulkhead stuffing box: Su geçmez perdelerde perva bandalarda bulunan geniş kömür depolarından her
ne milinin veya şaftının geçtiği kışıma, perdenin ön hangi biri; kömürlük. 2) Den. gemilerin sefer sırasın
ve arka tarafına konulan salmastra kutuları; su geç da ve limanlarda kullanılacağı yakıtın depolanmasın
mez perde salmastra kutusu veya stafin boks, da kullanılan tanklardan herhangi biri; genellikle çift
bulkhead, watertight: Den. su geçmez perde. dip Bkz. double bottom veya asma tank Bkz. deep
bulk liquids: Den. dökme sıvılar; gemilerde dökme tank türünde yapılırlar. 3) Çoğ. yakıtın kendisi; gemi
olarak taşınan, kimyasal maddeler, ham petrol ve kazanları veya-dizel motorlarında, gaz türbinlerinde
petrol ürünleri gibi sıvı yükler. yakılan yakıt. 4) çelik ve betondan yapılmış yeraltı sı
bulk modulus: Gerilmeli bir gövde için (K=FV/Av, ğınağı.
F=kuwei, V=ilk hacim, A=alan ve v=hacimdeki de bunker C: Gem. Mak. bunker C; yüksek güçlü, ağır
ğişim) esneklik modülü. ve orta devirli dizel motorları ile gaz türbinlerinde kul
bulky: 1) büyük bir kütleye ait; masif; som; iri. 2) lanılan ve yapısında % 86 karbon, % 10,5 hidrojen,
iri ve hantal. % 1,5 oksijen ve % 2 dolayında yabancı madde
bulldozer: Buldozer; önünde, küreğe benzer kabı ile bulu nan ağır, viskozitesi yüksek, akıcılığı az bir
toprak, mıcır vb. i kütleleri iten veya hareket ettiren yakıt tü rü; kullanılabilmeleri için l50°C'ye kadar
traktör; buldozer; arazi düzeltme makinesi. ısıtılmaları gerekir; residual oil adı da verilir; genel
bullet: 1) bir silahtan atılan küçük bir kurşun veya di olarak vis kozitesi 3000 saniyeden büyük
ğer maddelerden yapılarak küre veya koni şekli veril akaryakıtlar.
miş olan mermi; şimdi metal kılıf içinde bunker capacity: Den. yakıt kapasitesi; gemilerin bir
yapılmakta dır. kerede alabilecekleri maksimum yakıt miktarı (ton
bulleted paragraph: Bilgisay. izli paragraf; imli parag 3
veya m ) ; yakıt hacmi; tank yakıt kapasitesi.
raf. bunker C oil: Bkz. bunker C.
bull gear: 1) dişli çark; Gem. Mak. gervil veya girvil; bunker door: Kömürle fayraplı gemilerde kömürcüle
buhar türbinleri ile yüksek devirli dizel motorlarının rin kömürlüklere giriş ve çıkışlarını sağlayan kapı; kö
devir sayılarının İstenilen değere kadar düşürülme mürlük kapısı.
sinde kullanılan ve pinyon dişillerin çevirdikleri bü bunkering: Yakıt alma veya ikmali yapma (gemi
yük çaplı dişli; Bkz. reduction gear. 3) fener dişli. için).
bullion: Külçe halinde altın ya da gümüş. bunker supplying: Den. yakıt ikmali yapma; gemiye
bull's-eye: 1) çatı, gemi güvertesi, kamara vb. inde yakıt alma.
bulunan ve ışık girmesini sağlayan kalın, dairesel bunker tanks: içinde geminin kendi makinesi ve ka
cam; lumbuz. 2) ışık ve hava için herhangi dairesel zanlarının yakacağı petrol taşınan veya depolanan
bir açıklık. 3) bir hedefin dairesel merkez işareti. 4) tanklar; bunker tankları; ihrakiye tankları.
buna yapılan atış. 5) ışığı yoğuşturmak için dışbü Bunsen burner: Bünzen beki veya yakıcısı; kızgın,
key mercek veya adese. 6) böyle bir merceği olan mavi bir alev üreten, kimya lâboratuvarlarinda kulla
fener ya da fanus. 7) Den. küçük tahta makara. nılan küçük bir gaz yakıcısı; içi boş bir metal bir bo
bullwark: Çoğ. genellikle gemi bordasının güverte ru ile, alt tarafında, havanın girmesine müsaade
üzerindeki kısmı; parampet; küpeşte. eden ayarlanabilir bir delikten oluşur; hava-gaz karı-
bumboat: Gemilere seyyar satıcılık yapmak için kulla şımindaki hava miktarı mekanik olarak denetlenir.
nılan bir kayık; pazarcı kayığı. Bunsen cell: Bünzen pili; iki sivili birincil (primer)
bumper: Çarpışma sırasında koruma sağlamak ama bir pil; çinko anot, sulandırılmış sülfürik asite ve
cıyla otomobillerin ön ve arkalarına bağlanan metal karbon katot ise derişik nitrik asite batırılmıştır.
koruyucular; tampon. Bunsen photometer: Bünzen fotometresi; iki ışık kay
bumper guard: Tampon boynuzu. nağının şiddetini kıyaslamak için kullanılan bir ci
bumper jack: Tampon krikosu. haz.
bumping: Kimy. kaynama noktasındaki bir sıvıda, sıvı buoy: 1) çıpa ile göl, nehir veya denize demirlemiş,
nın bir bölümünün kaynama noktasından daha yük kayaları, tehlikeli sığlıkları belirten veya kanalları
sek sıcaklıkta olması. markalayan küre; türlü şekillerde yapılır, ışıklı ve can
bumpkin: Den. seren, bumba veya kuntra matafora lı olanları da vardır; şamandra. 2) kazazede veya ki
şileri denizde yüzer durumda tutan, hava ile şişiril-
buo ya g e 75 bu s h
3
küp; ft /saniye. chain pump: Zincirli pompa; bir teker veya tambur
eg.: eta. centigram; centigrams. üzerinde yürütülen kaplarin sonsuz zincirinden olu
C.S.: Bkz. Coast Guard. şan bir pompa.
C.g. (e.g.): Bkz. center of gravity. chain reaction: 1) her bir tepkimenin ürünlerinin ek
cgm: Bkz. centigram. molekülleri etkiyerek yeni tepkimelere neden olduğu
C.6.S. (cgs, c.g.s.) system: Centimeter-gram-se bir seri kimyasal tepkimeler; zincirleme tepkime; zin
cond sistemi; uzunluk biriminin cm, kütle biriminin cirleme reaksiyon; ışık, elektriksel kıvılcım, sodyum
gram ve zaman biriminin saniye olarak kullanıldığı buharı, radyumdan alfa parçacıklarının bombardma-
ölçü sistemi. nı ile başlatılabilir; bu olay başladığında nükleer ya
C.H.P. (CHP): Bkz. continuous horsepower. kıt kütlesi ısı kaynağı olarak kullanılır. 2) birinin, ta
chain: 1) metalden yapılmış baklalardan oluşan bir kip eden üzerinde etkili olduğu herhangi bir olay.
seri esnek bağlantı; zincir. 2) zincire benzeyen her chain riveting: Perçin bağı; perçinlerin bir dik dörtge
hangi bir süs. 3) zincire benzeyen bir ölçü aleti veya nin kenarları üzerinde sıralandığı bir bağ biçimi.
onun ölçülen boyu; surveyor ölçme zinciri. (30,5 m chain-sewing: Zincir dikiş; genellikle alev borulu ka
boyundadır). 4) birbirine bağlı bir seri olay; olaylar zanların külhanlarında, oluşan çatlakların her iki uç
zinciri. 5) Kimy. atom ve moleküller arasındaki bağ. larına delik açıldıktan sonra, çatlak boyunca açılan
6) zincir veya paranga ile bağlamak. deliklere saplamalar vira edilerek yapılan dikiş.
chain cable: Den. gemi çıpasının fundo veya virasın chain shot: Esk. iki tam veya yarim gülle ile onları bir
da kullanılan zincir; demir zinciri birine bağlayan bir zincirden oluşan top güllesi: de
chain casing: Zincir mahfazası; Gem. Mak. zincir key- niz savaşlarında direk veya yelkenleri tahrip etmek
si; krank milinden hareket alarak kam milini çeviren için kullanılırdı.
zincirin mahfazası. chain slîng: Den. zincir sapan.
chain coupling: Mak. zincirli kavrama, chain, sling: Sapan zinciri.
chain drive: Bkz. chain driving. chain stitching: Bkz, chain-sewing.
chain driven: Mak. zincir-dişli mekanizması ile çalı chain stopper: Kastanyola; zinciri durdurmak için kul
şan ya da çalıştırılan; zincir tahrikli. lanılan fren tertibatı.
chain driving: Zincirle çalıştırma; zincir ile hareket chain tightener: Zincir gerdirici; yüksek güçlü dizel
verme; yüksek güçlü dize! motorlarında kam milinin motorlarında kam milini çevirmek için kullanılan ses
çalıştırılmasını veya hareketini sağlayan zincir dona siz zincirin ısı i!e genleşmesinden kaynaklanan boşu
nımı; sproket adı da verilen dişliler tarafından taşı nu almak için kullanılan bir donanım veya mekaniz
nan zincir Bkz. silent chain; krank mili dişlisinden al ma.
dığı hareketi kam mili dişlisine ileterek onun dönme chain wheel: Zincir dişlisi veya sproket; dizel motorla
sini sağlar. rında kam milini çeviren, sessiz zinciri taşıyan ve ça
chain drum: Mak. zincir kasnağı. lışmasını sağlayan dişli ya da dişliler.
chain grate: Zincir ızgara; çok sayıda küçük zincir il chalcanthite: Kristalli bakır sülfat, CuS0 4 ; Bkz. blue
meklerinden (baklalarından) sonsuz bir zincir şekli vitriol.
verilen ve sproketleri (dişlileri) belirli bir hız ile hare chalco-: Bakır ya da pirinç anlamında bir önek.
ket ettirilen ızgara; kömürle fayraplı kazanlarda kulla chalcosite: Metal parlaklığında, koyu renkli doğal ba
nılır. kır sülfür, CU2S; bakırin önemli bir bileşiği; halkosit.
chain guard: Mak. zincir mahfazası; zincir korkuluğu. chalcopyrite: Sarı renkli demir ve bakır sülfür, Cu-
chain guide wheel: Mot. zincir gayıt dişlisi; kam mili FeS2; bakırın önemli bir cevheri, halkopirit; bakır pi
nin veya kemşaftıri sessiz zincirle çalıştırıldığı dizel rit.
motorlarında zincire gayıtlık eden dişli veya dişliler. chaldron: Esk. ingiltere'de kömür, kok, kireç vb. i
chain hoist: Ceraskal; ağır parçalan kaldırmak için, için kullanılan 1127,7 veya 1268,7 litre veya daha faz
özellikle makine dairelerinde kullanılan zincirli kaldır la olan bir kuru ölçüm birimi.
ma cihazı. chalk: Kolayca pulverize edilebilen yumuşak, beyaz,
chain link: Mak. zincir baklası; zinciri oluşturan bakla gri veya sarımsı renkli bir kireçtaşı. 2) tebeşir gibi bir
lardan herhangi biri. madde. 3) karatahta vb. ine yazmak için kullanılan,
chain locker: Den. gemi zincirinin toplandığı veya bu çoğu zaman renklendirilmiş bir parça tebeşir. S) te
lunduğu yer; zincirlik. beşirle muamele etmek. 6) soluk yapmak; 7) tebeşir
chain lubrication: Diz. Mot. Esk. zincirli yağlama; sa le yazmak, çizgi çizmek veya işaretlemek
dece ağır ve orta devirli makinelerde uygulanmış bir chalk-kerosine method: Tebeşir-gaz yağı yöntemi;
yağlama türü. metalik çatlaklarin kontrolunda kullanılan bir yön
chainman: 1) görevi metal zincirlere bakmak olan ki tem; denetimi gereken yüzey iyice temizlenir, gaz
şi. 2) surveyor zincirini kullanmak için yardım eden yağı ile yıkanır, kurutulur ve sonra bu yüzeye tebeşir
iki kişiden biri. sürülür; bu işlemin ardından bir çekiç ile yüzeyde tit
chain measure: Alan ölçümünde kullanılan lineer öl reşim oluşturulur; çatlak olan kısımlara giren lâmba
çü sistemi. petrolü, tebeşiri tutarak çatlağın belirmesini sağlar.
chain-oiled: Zincirle yağlanan (eski yataklar için söy chalkstone: Tebeşir kütlesi; tebeşir taşı.
lenir.) chalk test: Tebeşir deneyi; Mot. krankpin yatağının cı
chain-oiled bearing: Zincirle yağlanan yatak; mil ile vatalarına uygulanan bir deney; deneyde cıvatalar
birlikte dönen bir zincirin depodan aldığı yağ ile yağ makine dışına alınarak iyice temizlenir, kurulanır ve
lanan yatak. alkolde çözünmüş beyaz tebeşir ile boyanır; eğer cı
chain oiler: Zincirli yağdanlık veya yağlayıcı. vatalarda çatlaklar varsa, bu kısımlara giren yağ, te-
chalky 94 chart house
şımı.
veya üzerindeki basınçlarda taşınır; beyazlatma mad
Chinese white: Çin beyazı; çinko oksit veya baryum
desi yapımında, su arıtmada, kimyasal savaşlarda
sülfattan yapılan yoğun, beyaz boya maddesi veya
ve türlü endüstriye! işlemlerde kullanılır.
pigment.
chlorine test: Bkz. salinity test.
Chinese windlass: Farklı çapta iki kademeli bir fener
chlorite: Klöröz asitin tuzu; klorit.
veya fenerliği olan bir ırgat makinesi; difransiyel ır
chiorite: Mikalarla benzer yapıda olan, parlak yeşil
gat veya bocurgat.
Chinese wood oil: Bkz tung oil. renkli kompleks silikat minerali.
chip: Keski ile kesmek veya temizlemek. chloro-: kloro: a) Yeşil, b) Mor kapsayan anlamların
chipping hatchet: Keser. da bir önek.
chisel: 1) keski ile kesmek veya oymak. 2) ağaç, taş chlorobenzene: Sıv. Yük. Morobenzen; mono-kloro-
veya metal kesmek veya şekil vermek için kullanılan benzen; klorobenzol; monoklorobenzen; fenil klorit;
saydam, akıcı, renksiz, insan sağlığı için zararlı,
keskin ağızlı bir alet; keski.
nem almayan, anestezik etkisi olan, aromatik ailesin
chiseled (chiselled): Keski ile kesilmiş veya şekil ve
den bir halokarbon; Simg. C6 H5 CI; 15,5°/15,5°c'de
rilmiş.
öz.ağ. 1,111-1,113; k.n. 131,8°C; d.n.-45°C ve visk.
chiseler (chiseller): Keski kullanan kişi; keskici.
20°C'de 0,90 cP; gemilerde çevre sıcaklığı ve atmos
chiselling: Keski ile (metal levha) kesme işi veya işle
fer basıncında taşınır.
mi.
chlorodifluoromethane: Sıv. Yük. klorodifluorome-
chlor-: Bkz. chloro-.
tan; difluorometan; freon-22; florokarbon-22; monok-
chloral: 1) klorun alkolü etkimesiyle elde edilen kes
kin kokulu, yağımsı, renksiz bir sıvı, CCI3CHO; Mo lorodiflorometan; iscecon 22; arcton 22; soğutucu
ral. 2) kloral hidrat. 22; kokusuz, renksiz, nem almayan, yüksek sıcaklık
chloral hydrate: Genellikte sakinleştirici (sedatif) ola veya kızgın yüzeylerde fosjen gazı oluşturan, insan
sağlığı için zararlı, alifatik ailesinden bir bir halokar
rak kullanılan renksiz, kristalli bir bileşik; Moral hid bon; Simg. CHCIF2 ; öz.ağ.1'den büyük;
rat, CCI3CH (OH) 2 . k.n.-40,8°C; d.n.-160°C; visk.yok; gemilerde çevre
chloramine: Amonyağın bazı hipokloritleri etkimesiy- sıcaklığı ve atmosfer basıncı ya da atmosfer basıncı
le elde edilen renksiz, keskin kokulu bir sıvı; klora- üzerinde taşınır.
min, NH 2CI. chloroform: Sıv. Yük. kloroform; triktormetan; ağır ve
chlorate: Klorik asitin bir tuzu; klorat. etere benzer kokulu, buharlari zehirli, renksiz, insan
chlorat of zinc: Çinko klorat; lehim suyu. sağlığı için zararlı, nem almayan, yavaş yavaş ayrışa
chloric: 1) kloroz bileşiklerinden daha yüksek değer rak fosjen, hidrojen klorür ve diğer gazları oluştu
de klorin kapsayan bileşikler veya bu bileşiklere ait. ran, anestezik etkili, alifatik ailesinden bir halokar
2) tuzları kloratlar olan renksiz bir asitî (klorik asiti) bon; Simg.CHCl 3; 15,5°/15,5 °C'de öz.ağ. 1,495-
HCIO3, belirtir. 1,505; k.n.61,2°C; d.n. -63,2°C; 20°C'de visko
chloric acid: Klorik asit; Bkz. chloric. zitesi 0,563-0,570 cP; gemilerde çevre sıcaklığı ve at
chloric: Bkz. mosfer basıncında taşınır; anestezik ve çözücü ola
chloride. rak kullanılır.
chloride: Klorür; klorun diğer bir element veya kök chloroform: 1) kloroform ile bayıltmak. 2) kloroform
ile birleşerek oluşturduğu bileşik, örneğin hidroklo- ile öldürmek.
rik asitin (HCl) tuzları; klorür. Chloromycetin: Belirli virüsler ve bakterilere karşı etki
chloride content: Klorür içeriği, kapsamı veya muhte li, sentetik bir antibiyotik ilâç; kloromisetin.
vası; Buh. Kaza. kazan suyunda herhangi bir deniz chlorophyll (chlorophyl) Bitkilerin yeşil maddesi; klo
suyu yerine, klorür iyonu konsantrasyonunu belirtir; rofil; güneş ışığında karbon dioksit ve suyu, karbon
klorür içeriği deniz suyu kirletmesinden kaynakla- hidratlara dönüştürür.
nart katı maddelerin miktarını ölçmek için kullanılır. chlorophyllose: 1) Klorofile benzeyen, klorofile ait.
chloride of lime: Sönmüş kirecin klor ile muamelesin 2) klorofil kapasyan.
den elde edilen, beyazlatma, dezenfektan vb. i ola chlorophyllous: Bkz. chloraphyllose.
rak kullanılan beyaz bir toz; kalsiyum klorür, Ca- chloropicrin: Kloroformun değişik nitrik asit ile mua
OCI2 . mele edilmesinden elde edilen renksiz bir sıvı; kloro-
chlorin: Bkz. pikrin, CCl 3 N0 2 ; kusturucu bir gaz olarak kullanılır
chlorine. (kimyasal savaşlarda).
chlorinate: Klor ile birleştirmek veya muamele etmek chloroprene: Asetilenden elde edilen renksiz bir sıvı;
(bir maddeyi); özellikle mikropları öldürmek amacıy kloropren, C4 H5 CI; polimerize edilerek yapay kau
la kloru (su ve kanalizasyondan) geçirmek. çuk şeklini alır.
chlorination: Klorlamak; içme suyunu mikroplarindan chloroquine: Sıtmanın tedavisinde kullanılan sentetik
temizlemek amacıyla Morla muamele etmek. veya yapay bir ilaç; klorokin.
chlorine: Yeşilimsi, sarı renkli, nahoş kokulu, zehirli, chlorothiazide: Tıp. yüksek tansiyon ve kalp arızaları
sıvı bir kimyasal element. nı tedavi etmede kullanılan yapay bir ilaç; böbrekler
chlorine (liquid): Sıv. Yük. sıvı klor; yeşilimsi sarı bir yolu ile vücuttan fazla sıvı ve tuzu gideren bir mad
gaz veya saydam, kehribar renkli, keskin kokulu ve de.
tahriş edici, kuvvetli oksitleyici, zehirli, nem emme chlorous: 1) klorik bileşiklerinden daha düşük değer
yen, insan sağlığı için zararlı, halojenlerden bir sıvı
de klor kapsayan bileşikler veya onlara ait. 2) tuzları
element; Simg.Cl2 ; at.ağ. 35,457; at.no.17; 0°C'de
kloritler olan bir asiti (HCI0 2 ) belirtir.
öz.ağ. 1,468; k.n.-34°C; d.n.-107°C; 20°C'de (sıvı) chlorpicrin: fite chloropicrin.
viskozitesi 0,35 cP, gaz viskozitesi 0,014 cP; gemiler-
. de çevre sıcaklığı veya altında ve atmosfer basıncı
Teknik Sözlük - F. 7
chlorpromazine 98 chromo-
chromatics: Renklerin bilimsel incelenmesi; renkler
chlorpromazine: Teskin edici (sedatif) olarak kullanı bilimi.
lan sentetik (yapay) bir ilâç; klorpromazin, chrome: 1) krom. 2) Bkz. chrome yellow. 3) krom
C 17 H19 N2 SCI. çeliği Bkz. chrome steel. 4) kromla kaplamak.
chock: 1) hareketine engel olmak üzere tekerler, varil -chrome: Renklendirme maddesi, renk ya da krom
ler vb. i altına konulan bir blok veya kama; takoz. 2) anlamlarında bir sonek.
Den. boynuza benzer, içeriye kıvrık iki çıkıntısı olan chrome alum: Potasyum kromiyum sülfat, KCr -
bir blok; büyük kurtağzı; kızak. 3) Den. kızağa çek (S0 4 )2.12H 2 O; krom şapı; özellikle potasyum krom
mek. şapı; koyu mor renkli kristalleri çözünebilir tuz; boya
chock.full: Tam doldurulmuş; dopdolu. maddesi olarak ve dericilikte kullanılır.
chocks: Mot. Pist. Buh. Mak. alt karter veya bedpleyt chrome brick: Krom tuğlası; bilinen tüm diğer tuğla
ile döşek arasına konulan ve türlü malzemeden lardan kimyasal olarak en yüksek nötrlükte olduğun
(dökme demir vb. i gibi) yapılan parçalar. dan yapımında kromit (FeO.Cr 2 03 ) kullanılan tuğla;
choke: 1) Senz. Mot. daha zengin karışım yapmak metalürji ocak ya da fırınlarının duvarlarının yapımın
için karbüratörden havayı kesmek veya azaltmak. 2) da kullanılır; sadece kuvvetli asit ve kuvvetli bazlar
tıkamak; enjektör deliklerinin kurum tarafından tıkan dan etkilenir.
ması gibi. 3) Bern. Mot. karbüratörde havayı kapa chrome green: 1) krom oksit, O 2 O 3 ; yeşil boya mad
tan bir valf; jigle. desi olarak kullanılır; krom yeşili. 2) krom şansı ile
choke coil: Bir elektrik devresindeki alternatif akımın Prusya mavisinin karıştırılması ile yapılan ticarî bir
kontrolü için kullanılan ve demir göbek üzerine sari- madde; yeşil pigment veya boya maddesi.
lan tellerden oluşan bir sargı; şok bobini; doğru akı chrome iron: Kiromit adı verilen bir mineral; krom-de-
mın geçmesine, fakat yüksek reaktansı nedeniyle kü mir cevheri adı .da verilir.
çük bir alternatif akımın geçmesine müsaade eder; chrome leather: Krom tuzları ile tabaklanmış deri;
chocking cool olarak da kullanılır. krome deri.
choke-damp: Maden ocakları ve kuyularda bulunan chrome-nickel steel: Krom nikelli çelik; krom nikel
ve başlıca karbon dioksit olan boğucu bir gaz; şok çeliği; başlıca alaşım maddesi olarak krom ve nikel
gazı. kullanılan paslanmaz çelik.
choke-full: Bkz. chock-full. chrome-plating: Kromla kaplama; özellikle dizel mo
choke lever: Mot. jigle çubuğu; jigle kolunun mili. torlarında, servis ömrünü uzatmak için silindir göm
choker fly: Bern. Mot. Karbüratör hava kelebeği; jig lekleri veya piston segmanlarının krom ile kaplanma
le kelebeği. sı.
cholesterol: Kolesterol; özellikle hayvansal yağlar, chrome red: Bazik kurşun kromat, PbO.PbCr0 4; kır
kan, sinir dokuları ve safrada bulunan kristalli bir mızı krom; krom kırmızısı; bu maddeden yapılan tür
yağ asiti, C 27 H 45 OH ; safrataşı hemen hemen saf lü pigmentlerden biri.
bir kolesterol'dür. chrome steel: Krom çeliği; sert, değişik miktarlarda
choline: Bir çok hayvansal ve bitkisel dokuda bulu krom kapsayan dayanıklı bir çelik türü; yapısında
nan viskoz sıvı, azotlu bir bileşik; kolin, C5H15O2 N; %1-%2 krom, %1-%0,75 karbon bulunan çelikler ya
B kompleks vitamini. tak, kırma makineleri ve takım yapımında ve %2-%4
chopper: 1) kesen bir makine veya alet, örneğin bal krom, %0,75%1,05 karbon bulunan çelikler ise, sa
ta veya satır. 2) kesen kimse veya şey. bit mıknatıs çeliği olarak kullanılır.
chops: Bir kanalın ağzı veya girişi. chrome yellow: Kurşun kromat; krom sarısı, PbCrO4;
chord: 1) Hava. a) bir uçağın kanatlarında kuyruğuna san kristalli, pigment veya boya maddesi olarak kul
kadar olan düz hat. b) böyle bir hattın boyu. 2) lanılan bir bileşik.
Müh. bir köprüde olduğu gibi, katı bir iskeletin esas chrome-vanadium steel: Krom vanadyum çeliği; bir
yatay parçası. 3) Geom. bir eğri, yay veya çember demir alaşımı olup %1,2'ye kadar krom ve %0,15 va
üzerindeki herhangi iki noktayı birleştiren doğru; ki nadyum kapsar; otomobillerde kullanılan türlü yay
riş. larla, diğer yayların yapımlarında kullanılır.
chorographer: Haritacı. chromic: Kromik; krömöz bileşiklerine göre daha yük
chorography: 1) bir bölge veya yerin haritasını veya sek değerli krom kapsayan bileşikleri belirtir; bu bile
karakterini inceleme sanatı; haritacılık. 2) böyle bir şiklere ait.
harita veya inceleme. chromic acid: Kromik asit; tuzları kromatlar olan bir
chromate: 1) kromat; kromik asilin (H2CrO4) bir tu asit H2CrO4.
zu. 2) kavitasyon erozyonunu önlemek için kullanı- chromite: 1) kromun başlıca cevheri olan, metal par
lan potasyum kromat, K2Cr207 ; soğutma suyunda laklığı ve şekilsiz yapıda, siyah bir mineral; kromit,
1000-2000 ppm oluşturulur. FeCr2 04.2) krömöz asitin bir tuzu.
chromate concentration test: Kromat yoğunluğu de chromium: Krom; paslanmaya direnci yüksek, çok
ney veya tecrübesi; Diz. Mot, soğutma suyundaki sert, beyaz kristalli metalik kimyasal element; krom
kromat yoğunluğunun saptanmasında kullanılan de la kaplama, alaşım çeliği ve nikel, bakır, manganez
3
ney; 600 cm soğutma suyu, içindeki yabancı mad- ve diğer metalleri kapsayan alaşımların yapımında
delerin çökmesi için bir süre bekletilir ve sonra ren kullanılır; Simg. Cr; at. ağ. 52,01; at.no. 24.
gi, iki standart kromat renginden biri ile gün ışığında chromium plating: Kromla kaplama; elektrolit olarak
kıyaslanır. krom anidrid (CrO3) çözeltisinde elektroliz yolu ile
chromatic: 1) renk veya renklere ait; renk veya renk bir makine parçası, silindir gömleği, piston segmanı
ler kapsayan. 2) S/o. kolayca boyanan. vb.inin ince, dayanıklı ve bazan gözenekli olarak
chromatic aberration: Bir ışık ışınında türlü renkleri krom metali ile kaplanması.
farklı noktalarda odaklayan ve böylece tayfın görül chromium steel: Bkz. chrome steel.
mesine neden olan mercek özelliği; renklerle ilgili chromo-: Renk, renkli, pigment anlamlarında bir
sapma.
chromogen cipher
benzer bir cihaz; torna aynası; matkap, delgi vb. i
önek. portatif uçların takıldığı matkap kovanı; torna kafası.
chromogen: Kromojen; boya maddesi veya boyama chuck, drill: Bkz. drill chuck.
maddesi olabilen herhangi bir madde. chug: 1) bir makinenin egzostununun yaptığı ani,
chromogenic: 1) kromojen veya kromojenlere ait. 2) yüksek tondan bir patlama sesi; egzoz patlaması,
belirli bakteriler gibi renk veya pigment üreten. Mot. avans vuruntusu. 2) böyle sesler çıkarmak. 3)
chromophore: Azo grubu gibi boya üreten ve diğer böyle sesler çıkararak hareket etmek.
belirli gruplarla birleşerek boyalar oluşturan herhan chump: Ağır bir blok veya odun; takoz; blok.
gi kimyasal bir grup; kromotor. chute: Mak. oluk.
chromoplasm: Bkz. chromatin. chymist: Bkz. chemist.
chromosphere: Astr. 1) tam tutulma sırasında güne CI: Bkz. compression ignition.
şin çevresinde görülen, akkor haline gelmiş gazlarin CLE.: Compression ignition engines: Sıkıştırma ile
katmanı; kromosfer; donuk ışıklı gazlardan oluşur. yanmalı makineler; dizel makineleri.
2) bir yıldızın çevresindeki benzer katman. cider press: Sıkarak elmalarin suyunu çıkarmak için
chromospherîc: Kromosfer tabiatına sahip olan; kro kullanılan bir makine; elma presi.
mosfere ait. cinchona: 1) Sof, kabuklarindan kinin; kinidin ve de
chromous: Kromik bileşiklerdeki kromdan daha dü ğerli tıbbî alkaloidlerin elde edildiği, Güney Amerika,
şük değerli kroma sahip oian krom bileşiklerini belir Asya ve Doğu Hint Adalarında bulunan tropik bir
tir; kromöz. ağaç; sinkona ağacı; kınakına ağacı.
chromyl: Kimy, İki değerli bir kök ya da radikal, cinchonidine: Sıtmayı tedavi etmek ve ateş düşür
Cr0 2 . mek için kullanılan bir alkaloit; sinkonidin,
chrono-: Zaman anlamında bir önek. C 1 9 H 2 2 ON 2 .
chronograph: Zamanın kısa dilimlerini ölçmek ve ka cinder: 1) metal cevheri artığı; metal pisliği; cüruf. 2)
yıt etmek için kullanılan bir cihaz volkanik artık veya cüruf. 3) yanma gazlarında bulu
chronomatic indicator: Kronomatik endikatör cihazı; nan ve çapı 100 mikrondan büyük toz; sinder; kül.
1) Diz. Mot. silindirlerden açık p-V diyagramı alınma 4) kül oluncaya kadar yanmamış kömür, odun vb, i
sını sağlayan bir endikatör cihazı. 2) Diz. Mot. silin herhangi bir madde. 5) böyle bir maddenin çok kü
dirlerinden basınç-zaman (p-t) diyagramı alınmasını çük bir parçası. 8) yanmakta olan fakat alev çıkarma
sağlayan bir endikatör cihazı. yan kömür; köz, 7) Çoğ. kömür ya da odundan ka
chronometer: Kronometre; zamanı çok duyarlı olarak lan artıklar; kül. 8) yakarak köz haline getirme*.
ölçen bir cihaz; özellikle çok duyarlı bir saat türü; ge cinder catcher: 1) kül tutucusu; yanma gazlan içinde
milerde boylam saptamak için kullanılır. bulunan ve tozların tutulduğu bir yapı; dikey düzen
chronometer valve: Gem. Mak. açık besi suyu devre lenmiş perdeler arasından geçişleri sırasında yön de
lerinde fid pampın buhar valfı; hotveldeki su düzeyi ğiştirerek oluşan merkezkaç kuvvetle gazlardan ayrı
ni denetleyen şamandralı bir regülatörün mekaniz lırlar.
masına bağlanmıştır; hotveldeki su seviyesi ve şa- cinder eliminator: Bkz. cinder catcher.
mandranın hareketine bağlı olarak pompaya verilen cinder trap: Bkz. cinder catcher.
buharı azaltır veya çoğaltır. cindery: Cürufa ait; cürufa benzeyen veya cüruf kap
chronometric: Kronometreye ait. sayan.
chronometrically: Kronometre ile saptandığı gibi. cinematograph; 1) Ing. sinema makinesi; film maki
chronometry: Zamanın bilimsel ölçümü; periyotlarla nesi veya projektörü, 2) film çekmek için kullanılan
zamanın ölçümü. kamera; simenatoğraf. 3) film çekmek.
chranoscope: Kronoskop; çok küçük zaman aralıkla- cinemotgraphic: Film makinesi veya kameraya ait,
nnı ölçmek için kullanılan bir cihaz. clneol: Bkz. cineole.
chronotachometer: Kronotakometre; deney yerinde cineole: Terebantin ve bitkisel uçucu yağlarda bulu
yüksek devirli motorlarin devir sayılarını saptamak nan, kokusu kâfuruya benzeyen sıvı bir madde; sine-
için kullanılan bir takometre veya devir sayısı ölçer; ol, C 10 H 18 O .
bir elektrikli saat, devir göstergesi ve elektrikle çalı cinnabar: 1) başlıca cıva cevheri olan, ağır, parlak
şan bir devir sayısı ölçerden oluşur. renkli bir mineral; cıva sülfür, HgS. 2) kırmızı boya
chrysarobin: Kimy. türlü deri hastalıklarının tedavisin olarak kullanılan yapay cıva sülfür. 3) parlak kırmızı.
de kullanılan sarı renkli, kristalli bir madde, cinnamic: 1) tarçın ağacından türeyen veya ona ait.
C15H1203. 2) benzaldehit'ten elde edilen beyaz, kristalli orga
chrysoberyl: Kimy. berilyum-alüminyum oksiti, BeO- nik bir asiti (C6H5.CH:CH.COOH) belirtir.
Al2O3; berilyum cevheri olarak kullanılır. cinnamon: 1) Bot. Batı Hint Adalarında bulunan def
chrysolite: Krizolit; magnezyum ve demirin yeşil veya ne familyasından bir ağacın iç kabuklarından kurutu
sarı renkli bir silikatı; yarı değerli taş olarak kullanıldı larak yapılan herhangi bir baharat; tarçın. 2) bu ka
ğında peridot adını alır; san yakut veya zebercet. buk. 3) bu kabuğun elde edilebileceği herhangi Bir
chrysotile: Krizotil; lifli yapılı yılantaşı (serpantin) türü ağaç. 5) sarımsı kahverengi. 5) tarçından yapılmış
mineral; asbestos; izolasyon ve yanmaz maddeler veya tarçın ile kokulandırılmış.
yapımında kullanılır. cipher: 1) önemi veya değeri olmayan şey veya kim
chu: Fiz. Shû; bir libre (452 gram) suyun sıcaklığını at se. 2) şifre; şifre kodu. 3) böyle bir kodun anahtarı.
mosfer basıncı altında bir derece yükseltmek için ge 4) Arap sayılarından herhangi biri Bkz Arabic nume
rekli ısı miktarı; yaklaşık olarak 454 gram-kalori. rals 5) aritmetik problemlerini çözmek. 6) şifreli yazı
chuck: Mak. bir torna tezgâhında olduğu gibi, dönen kullanmak.
bir alet veya işi tutmak için kullanılan mengeneye
cir c 100 ci rcum fl uou s
circ.: Bkz. 1) circular. 2) circulation, 3) circumferen uyan yay arasında kalan alan; daire dilimi; daire par
ce. çası.
circle: 1) çevresi üzerindeki her noktanın merkeze circular tank: Silindirik su deposu.
olan mesafesi birbirine eşit olan düzlem şekil; daire. circulate: 1) bir daire içinde, devrede veya rotada ha
2) böyle bir şekil çevreleyen hat; çember; çevre. 3) reket etmek ve dönerek yine aynı noktaya gelmek.
bir gök cisminin yörüngesi gibi, daire şeklinde olan 2) çevresinde hareket etmek. 3) Mafe. sayıların son
herhangi bir şey. 4) bir gezegenin yörüngesi. 5) bir suz tekrarlanan serilerine sahip olmak. 4) bir kişi ve
çevrim; periyot; süreç. 6) dünya yüzeyindeki hayalî ya bir yerin çevresinden harekete neden olmak.
bir daire: Düzlemi dünyanın merkezinden geçen Bü circulating: Dolaşım; devridaim; deveran; dolaşan;
yük Daire; enlemlere paralel olan Arktik Daire. 7) devreden suyu sağlayan pompa; çoğu zaman santr-
çevresinde bir daire oluşturmak. 8) bir dairedeki gi füj pompa.
bi, çevresinde hareket etmek. circulating tube: Bkz. downcomer; dolaşım veya sir
circlet: Küçük bir daire. külasyon borusu; su borulu buhar kazanlarında bu
circle of inertia: Atalet dairesi veya çemberi; bir kütle har dramının su bölgesi ile su dramlarını, kazan dı
nin, yerçekimi hariç, bir kuvvetin etkisi altında olmak şından birbirlerine bağlayan devridaim borusu;
sızın, dönen yerküre üzerinde çember şeklinde çizdi Gem. Mak. davnkamer borusu.
ği yörünge. circulating valve: Buhar kazanlarının akaryakıt devre
circle test: Daire deneyi veya tecrübesi; gemi tam yol lerinde, püskürtücülerden sonra, yakıt pompaları ile
la ilerlerken, öncelikle dönüş dairesinin çapını sapta börnerler arasında bulunan ve yakıtın bir bölümünü
mak için yapılan deney; daire deneyi belirli yüksek ya da fazlasını pompalara veren valf; dolaşım vanası
likteki sabit bir cismin çevresinde yapılır. veya valfı.
circuit: 1) Mak, devre; akışkanlar için yapılmış pom circulating water: Dolaşım, devridaim veya sirkülas
pa, boru devresi, valf, filtre vb. i kısımlardan oluşan yon suyu; buhar kondenserlerinde egzoz buharını
devre; yakıt, yağ vb. i devre ya da devreler. 2) bir şe yoğuşturacak su durumuna getirmek, türlü soğutu
yin çevresinde gitme; dönme; çevresinde rota veya cular ile motorlarda soğutma amacıyla dolaştırilan
gezi; Dünyanın çevresinde ay'ın gezisi gibi. 3) elek tatlı su veya deniz suyu.
trik akıminın akabileceği tam ya da kısmî yol; elektrik circulation: Dolaşım, devridaim veya sirkülasyon. 1)
devresi. 4) RaA Bkz. hookup, suyun borulardaki gibi, bir yerden diğer bir yere ha
circuit breaker: Devre kesici; şalter; akım aşırı oldu reketi. 2) kazan suyunun buhar dramı (domu), he
ğu zaman devreyi otomatik olarak açan ve akımı ke derler veya borular yolu ile tekrar kazana dönüşü ha
sen bir cihaz; bir tür elektromanyet veya elektro mık reketi. 3) suyun denizden alınıp kondenser, soğutu
natıs. cu vb. i eşanjörlerden geçirilip tekrar denize verilme
circuit breaker, underload: Alçak yük şalteri. si. 4) kanin damarlardaki hareketi. 5) para, haber
circuit breaker, undervoltage: Alçak gerilim (voltaj) vb. inin insandan insana veya bölgeden bölgeye ge
şalteri, çişi. 6) gazete, mecmua vb. inin okuyucular arasın
circuit, closed: Bkz. closed circuit: Kapalı devre. daki dolaşımı.
circuit, open: Bkz. open circuit: Açık devre. circulation, forced: Cebri dolaşım; bir pompa yardı
circuit, short: Bkz, short circuit: Kısa devre. mıyla sağlanan basınçla dolaşım, sirkülasyon ve dev
circuit tester: Elekt. akım kontrol cihazı; volt amper ridaim.
metre. circulation, natural: Doğal dolaşım; tabiî dolaşım; se
circular: 1) daire şeklinde olan; yuvarlak. 2) daireye viye, basınç veya ısı farkı nedeniyle Kendiliğinden ve
ait; dairesel. 3) dairede hareket etme. 4) genelge; ya bir pompa olmaksızın oluşan dolaşım. .
sirküler; tamim. circulative: 1) devridaim, dolaşım ya da sirkülasyon;
circular chaser: iç dişli açmak için kullanılan bir ma devridaim veya sirkülasyon eğiliminde olan.
kine; dairesel diş açma tezgâhı. circulator: 1) bîr şeyleri dolaştıran kişi veya şey. 2)
circularity: Dairesel şekilde. Bkz. circulate.
circularize: 1) dairesel yapmak; yuvarlak yapmak. 2) circulatory: Dolaşım, sirkülasyon veya devridaime
sirküler ya da tamim göndermek. ait; kan dolaşımına ait.
circular measure: Daireleri ölçmek için bir sistem: 1 circulatory system: Dolaşım sistemi; Anal kan da
daire 360 derece veya dört çeyrek, 1 çeyrek 90 dere marlarının kapalı sistemi olup, kanı vücudun tüm kı
ce, 1 derece 60 dakika, 1 dakika 60 saniye. sımlarına taşır ve iletir; omurgalılarda arteriyel ve ve-
circular mü: Çapı bir mil Bkz. mil olan bir dairenin nus sistemleri olmak üzere ikiye ayrılır ve kılcal da
alanına eşit olan tellerin kalınlıklarının ölçülmesinde mar ağını da kapsar; lernfatik sistem dahi! değildir.
kullanılan bir ölçü birimi; dairesel mü. circum-: Çevresinde, etrafında, çevreleyen, her tara
circular pitch: Tak. Tezg. bir dişin piçi pi'ye veya fında anlamlarında bir önek.
3,1416'ya bölünerek elde edilen modül: dairesel piç. circumadjacent: Dört tarafından bitişik.
circular ring: Çaplari farklı olan iki konsanfrik (aynı circumference: 1) Geom. bir daire veya diğer yuvar
merkezli) daire arasında kalan çember; çaplan fark lak yüzeyleri çevreleyen hat; çevre; çember; daire
lı, merkezleri aynı-olan iç içe iki daire arasındaki çemberi. 2) bunun ölçümü veya hesaplanması.
alan. circumferential: Daire çemberine ait; çemberde veya
circular saw: Bir motor (elektrik motoru) tarafından çembere ya da çevreye yakın.
yüksek hızla döndürülen, disk şeklinde bir testere; circumflexion: Çevresine dolama veya sarılma.
disk testere: tepsi testere. circumfluent: Çevresi veya etrafında akma.
circular sector: Bir dairenin iki yarıçapı ve bunlara circumfluous: 1) su ile çevrili. 2) Bkz. circumfluent.
circumfuse 101 clea n
clamp: 1) parçalan birbirine bağlamak veya sıkmak
circumfuse: 1) çevresinde bir sıvıyı akıtmak veya sıç ya da bir kelepçe ile dayanıklığını arttırmak için kulla-
ratmak. 2) bir sıvı ile çevrelemek. nılan aletlerden herhangi biri; özellikle iki parçalı ve
circumgyrate: Dönmek; deveran etmek. parçalan bir cıvata yardımıyla birbirine yaklaştırılıp
circumnavigate: Dünya vb. inin çevresinde seyret uzaklaştırilan ve böylelikle bazı şeyleri tutmaya yara
mek. yan bir alet; mengene; kıskaç; kelepçe. 2) bir men
circumnavigation: Dünya vb. inin çevresinde seyre gene ile bağlamak veya bir kelepçe ile kuvvetlendir
den. mek.
circumnavigator: Dünya vb. inin çevresinde seyre clamp block: Mengene bloku; mengene ağızlarinı ta
den kişi. şıyan ve onun bir tezgâha Dağlanmasını sağlayan
circumpolar: 1) dünyanın kutuplarindan birine yakın blok.
veya çevresinde olan. 2) Asir. kutuplardan birinin et clamp C: El mengenesi; işkence; kelepçe (kerye).
rafında hareket eden: Daima ufuk üzerinde bulunan damping: Sıkma; bağlama; kelepçeleme; mengene
için söylenir. ite sıkma veya tespit etme; kelepçeleme veya kerye-
circumrotate: Bir tekerlek gibi dönmek; devir hareke leme.
ti yapmak. damping bolt: Bağlama cıvatası.
circumscribe: 1) çevresine bir çizgi çizmek; etrafını clamp lever: Mengene kolu veya levyesi; döndürüle
çevirmek; kuşatmak. 2) sınırlamak; kuşatmak; hap rek mengenenin tutma veya bırakma hareketini sağ
setmek. 2a) Geom. mümkün olan en fazla noktadan layan kol.
ona dokunması için (bir başka şeklin) etrafına bir şe clamp screw: Mengene cıvatası; mengenenin iki par
kil çizmek; dairenin içine çizilen üçgen gibi. çasını birbirine yaklaştırıp uzaklaştıran cıvata; bir kol
circumvolution: Çevresinde dönme, yuvarlanma ve yardımıyla çalıştırılır.
ya sargı oluşturma. clarification: Sıvılardan koloidal katkıları veya askıda
circumsolar: Güneşin çevresinde dönen; güneşin bulunan maddelerin ayrılması; suyun aritılması gi
çevresinde olan. bi; arıtılmış.
circumvolve: Dönmek; dolaşmak; kendi çevresinde clarifier: t) arıtan kimse veya şey; özellikle yağlama
dönmek, yağlarını arıtmak için kullanılan madde veya cihaz;
cissoid: Mate, zirve oluşturan yakınsak bir eğri; kesi separator, filtre vb. i. 2) şekerin arıtıldığı büyük, me
şen iki eğrinin içbükey taraflari ile oluşturulan açıyı tal bir kap.
belirtir; sisoit. clarify: Yabancı maddelerinden ayırmak veya ayrıl
citral: Sitral; hoş kokulu sıvı bir aldehit, C9 H15 .CHO; mak (sıvılar için söylenir); arıtmak; tasfiye etmek.
misket limonu ve limon yağlarında bulunur. Clark celi: Standart birincil (primer) pil; anotu çinko
citrate: Sitrat; sitrik asitin bir tuzu veya esteri. ve katotu ise cıva sülfat kaplı cıva olup, her iki kutup
citric: 1) ağaç kavunu, limon, portakal vb. i meyvalar- doymuş çinko sülfat çözeltisine batırılmış bir pil.
dan elde edilen veya onlara ait. 2) bu tür meyvalar- class: Sınıf; tür.
dan elde edilen sitrik asiti (C 6 H 8 O 7 ) belirtir; boya classification: 1) sınıflandırma; sınıflandınlmış veya
lar, sitratlar vb. i yapımlarında kullanılır. gruplara ayrilarak düzenlenmiş. 2) S/o. tüm canlı or
citric acid: Sitrik asit, C6H8O7 renksiz, kristalli, triba- ganizmalar için türleri, cinsleri, yapıları vb. i bakımın
zik organik asitte çözünür, tadı acıdır; portakal, man dan düzenlenen sistem.
dalina vb. i meyvalarda bulunur ve parfüm yapımın classificatory: Sınıflandırma kullanılarak.
da kullanılır. classifier: Sınıflandıran kişi.
citric acid cycle: Bkz krebs cycle. classify: Bazı sistem veya ilkelere göre düzenlemek
citrin: Limon suyu ve kırmızı (aci) biberde bulunan P veya gruplandırmak.
vitamini. Classius law: Klasiyüs kanunu veya yasası; "Sabit ha
citrine: 1) limon sarısı (renk). 2) topaza benzeyen sa cimde ideal bir gazın özgül ısısı, sıcaklığından ba
rı renkli, yarı değerli bir kuvarz türü. ğımsızdır",
citronella: 1) keskin kokulu bir yağ; parfüm, sabun claw hammer: Bir ucu çatal gibi ve eğri olan ve pen
vb. i yapımı ve böcekleri kovmak İçin kullanılır. 2) çeye benzeyen çekiç; bu ucu çivi çıkarmak için kul
bu yağın çıkarildığı bir Güney Asya ağacı. lanılır; domuz tırnağı çekiç.
city gas: Hava gazı; Bkz coal gas. clay: 1) başlıca kalsiyum silikattan oluşan çok ince ta
civil engineer: inşaat mühendisi; inşaat mühendisliği neli, plâstik veya yoğrulabilir, sağlam bir toprak; sert
alanında uzman olan kişi; C.E. kısaltması ile belirti kaya partikülleri suda yığılarak oluşur; tuğla, çanak
lir. çömlek ve diğer seramiklerin yapıminda kullanılır;
civil engineering: Oto yollan, köprüler, binalar, su iş kil. 2a) insan vücudunun oluşumunun simgesi olan
leri vb. lerinin tasarım ve yapımlarında uzman olan toprak, b) insan vücudu.
mühendistik dalı; inşaat mühendisliği. clay pit: Kil ocağı; kil çıkarılan yer.
civil year: Bir takvim yılı; Bkz. astronomical year, clay stone: 1) kil birikiminden oluşan yuvarlak bir ki
clad: Kılıflanmış; Nük. Ener. fizyon ürünlerinin firarinı reçtaşı kütlesi. 2) kil kapsayan bir tür kaya; kil taşı.
ve korrozyonu önlemek amacıyla, diğer bir metalin clay type filter: Mor. filtre elemanı aktiflenmiş ki) ve
ince bir katmanıyla örtülmüş metal; nükleer yakıtlar ya Fuller toprağı olan filtre; killi filtre.
da kullanılır. clean: 1) kir veya yabancı maddelerinden arındınl-
clad steel: Bkz. stainless steel. mış; temiz. 2) son zamanlarda yıkanmış. 3) manevî
CI: Bkz. chlorine. olarak temiz. 4) engeli olmayan. 5) tüm; tamam;
el.: Bkz. centiliter; centiliters. 2) clearance. komple. 6) yıkayarak (kir, yabancı madde vb. ini) gi
clack valve: Bkz. flap valve. dermek.
clam: Bkz. clamp; vise.
clammy: Nemli; rutubetli; yaş; ıslak.
cleane r 102 clinometer
protein moleküllerinin, basit moleküllere ayrilması.
cleaner: 1) işi oda, bina vb.lerini temizlemek olan ki cleaver: Daha çok kasapların kullandığı ağır, keskin
şi; temizleyici; arıtıcı. 2) kuru temizleme. ağızlı kesme aleti; satır; küçük balta veya nacak.
cleaner: 1) işi, oda, bina vb. lerini temizlemek olan cleek: Büyük kanca ya da çengel.
ki şi; temizlikçi. 2) kuru temizleyici. 3) temizlik için clepsydra: Küçük bir delikten akan bir sıvının
kul lanılan alet veya cihaz. 4) boya, gres veya akımı ile zamanı ölçmek için kutlanılan bir cihaz: su
diğer le keleri çıkarmak İçin hazırlama. saati. Clerk cycle: Bkz, two stroke cycle: İki stroklu
cleaner, dry: Bkz, dry cleaner. (kurs tu) çevrim.
cleaner, vacuum: Bkz. vacuum cleaner. clevelte: Radyoaktif, kristalli bir mineral; Norveç'te bu
cleaning brush: Temizleme İşlerinde kullanılan fırça; lunan uraninit onun bir türüdür; kleveyit.
temizlik fırçası. clevis: Uçlarinda birer delik bulunan U şeklinde bir
cleaning eraser: Silen bir şey; lâstik, bir parça ku demir; kenet demiri; bu deliklerden geçen bir pin ve
maş veya keçeden yapılan, karatahtadaki tebeşiri, ya cıvata vagonlarin birbirine bağlanmasını sağlar.
kağıttaki kurşun veya tükenmez kalem ya da daktilo click: Den. kilit dili veya ırgat kastanyolası gibi,
yazısını silen bir araç: Lâstik silgi; lâstik veya plâstik tespit eden mekanik bir cihaz.
ten yapılır. climagram: Meteo. klimagram; seçilmiş bir meteorolo
cleaning fluid: Temizleme sıvısı, jik elemanın aylık değerlerinin çizimini kapsayan ik
cleaning hoe: Buhar kazanlarinin ocaklarindan cüruf lim diyagramı.
çıkarmak için kullanılan geniş sağlam ve ağır yapılı climate: 1) Meteo. bir yıl boyunca sıcaklık ve meteo
bir çapa; cüruf gelberisi; kül ve posakül gelberisi. rolojik değişimlerle saptanan ortalama hava duru
cleaning powder. Temizleme tozu; teknik resim mal mu; iklim. 2) yaşam, aktivite vb. ini etkileyen hakim
zemesi olarak kullanılır. koşullar.
cleaning rubber: Temizleme lastiği; teknik resim mal climatic: iklime ait; iklimsel.
zemesi olarak kullanılır. climatically: iklime göre; iklim bakımından.
cleanse: Temizlemek; temiz yapmak. climatic change: İklimsel değişiklik.
cleanser: Temizleme İçin uygulanan herhangi bir iş climatology: İklim ve iklimsel olayları İnceleyen bilim
lem; temizleyici. dalı; klimatoloji.
clear: 1) parlak; berrak; açık; bulutsuz ve sisli olma climb indicator: Bir uçağın yükselme ve alçalma mik-
yan; Açık hava gibi. 2) bulutu olmayan; saydam ve tarinı göstermek için kullanılan bir cihaz; tırmanma
ya şeffaf; bulanık olmayan. 3) mutlak, salt; tam, göstergesi veya endikatörü; değişik düzeylerdeki at
tüm. 4) bağlantısı ve teması olmayan. mosferik basınç değişimleri ile çalışır.
clearance: 1) hareketli cisimleri veya mekanik parça climbing iron: Tırmanma demirleri; telefon direği vb.-
ları birbirinden ayıran mesafe ya da boşluk; a) gem. lerine tırmanmak için ayaklara bağlanan demirden
Mak. klerens, boşluk veya çalışma payı; miller ile yapılmış kıvrık çubuklar.
ya takları arasındaki çapsal veya radyal boşluk, b) clinch: Çıkıntılı ucunu bükerek veya yassılaştırarak
su pap sapları ile supap liveri veya külbutörü (bir şeyin içine giren çivi, cıvata vb. ini) bağlamak.
arasında ki boşluk, c) D/z. Mot. silindirlerle pistonlar 2) bu yolla birbirine sıkıca bağlamak. 3) bağlama ve
arasında ki boşluk. 2a) Den. limana giriş ve çıkışta ya birbirine perçinlemek. 4) çivi, cıvata vb. i ile per
geminin gümrük evraklarının tamamlanması, b) çinlemek. 5) perçinlenmiş çivi, cıvata vb. i 6)
gümrükten temiz evrakının ve sertifikasının alınması. Den. bir tür düğüm; rigavo bağı.
clearance fit: Boşluktu veya klerensli geçme; içteki clincher: 1) perçin yapan veya perçinleyen kimse;
parçanın çapının, dış parçanın çapından küçük oldu perçinci. 2) çivileri perçin yapan alet; perçin makine
ğu geçme: CF kısaltması ile belirtilir; boşluklu geç si.
me. clinical thermometer: İnsan vücudu sıcaklığının
clearance indicator: Klerens göstergesi; boşluk gös ölçü münde kullanılan termometre.
tergesi; Gem. Mak. klerens endikatörü; buhar türbin clinker; 1) çok sert bir tuğla. 2) ısı ve eritme ile
lerinin srast yataklarında kullanılan ve yatağın kolan yüze yi cam gibi yapılan bir tuğla. 3) eritilmiş tuğla
ile aradaki boşluğu ölçen ve böylelikle rotorun ekse- kütle si. 4) bir ocak ya da fırinda kömürdeki yabancı
nel veya aksiyal boşluğunu saptayan bir cihaz. mad delerden erimiş, taşımsı maddelerin sert kütlesi;
clearance space: 1) Pist. Bun. Mak. piston ölü nokta cü ruf; kömür cürufu. 5) öğütülmemiş çimento
larda iken, buhar portları dahil, piston ile silindir ka kütlesi. clinker adhesion: Buh. Kaza. yakıtların
pağı arasında kalan tüm hacim; üst klerens hacmi, içinde bulu nan ve yanmayan mineral artıkların
alt klerens hacmi. 2) Mot. piston üst ölü noktada normal olarak ocak tuğlalarının erime noktası veya
iken silindir kapağı ile piston arasındaki hacim; yan sıcaklığı altında ve yeterli sıcaklıkta ateş tuğlası
ma odası; ölü hacim; klerens hacmi. malzemesi İle birleş
clearance volume: Bkz. clearance space. mesi; cüruf yapışması.
cleat: 1) Den. koç boynuzu. 2) teknelere karadan veri clinker-built: Saçların birbirine bindirmesi ile inşa edi
len iskelelerle işçi ve gemi personelinin düşmemesi len (gemi yapımında olduğu gibi); armuz kaplama.
için, üzerlerine çakılan enine parçalar. 3) geminin clinker grinder: Kömürle fayraplı kazanlarda kül ya
havuza alınması sırasında, payandalar için gemi kari da cürufun toplandığı kısımda bulunan bazan sürek
nasına vurulan sliller. 4) cunda bastikası. li, bazan da zaman zaman çalıştırılan dişil bir değir
cleavage: 1) Maden, bazı minerallerin bir etki altında men; cüruf öğütücü; cüruf değirmeni.
kaldıkları zaman, düzgün yüzeyler üretecek şekilde clinometer: 1) meyil açısını ölçmek İçin kullanılan bir
kırilma eğilimi. 2) yerkürenin hareketi sonucu olu alet; klinometre; jeoloji ve araştırmalarda kullanılır.
şan yüksek basınç nedeniyle yarılma. 3) kompleks 2) gemilerin yalpa sırasındaki meyil açısını ölçmek
clinometric 103 cloudy
cold cathod: Soğuk katot; ikincil emisyonla elektron collapsed tube: Buh. Kaza. battal edilmiş veya tapa
sağlayan elektrot; bazan kütle spektrometresinde lanmış bir boru; genellikle akıtan veya delinmiş ka
iyon kaynağı olarak kullanılır. zan borularına uygulanır.
cold chisel: Soğuk metalleri kesmek veya düzeltmek collar: 1) bir mil, rod, şaft veya boru üzerinde bulu
için kullanılan sapsız, yüzeyi sertleştirilmiş çelik bir nan ve yanal hareketi önlemek ve parçaları bağla
keski; soğuk keski. mak için kullanılan çember, bilezik veya flenç (f-
cold-draw: Soğuk çekmek; bir kalıp yardımıyla soğuk lanş); Gem. Mak. kolar; srast yataklarında bulunan,
veya ısıtılmamış bir metali çekmek veya şekil ver srast şaftla birlikte yapılan, fakat ondan daha büyük
mek. çapta olan dairesel parça Bkz. thrust collar.
cold drawing: Soğuk çekme (buhar kazanlarının bo collar bearing: Bkz. thrust bearing.
ruları için söylenir). collar lubrication: Diz. Mot. daha çok ağır ve orta de
cold engine: Soğuk makine; türlü nedenlerle (soğut virli makinelere uygulanan kolarlı yağlama.
ma suyu, hava dolgusu vb. i) sıcaklığı 40°C'nin altın collar screw: Mak. kolarlı vida; vida başının hemen al
da olan ve çalışmayan bir dizel motoru. tında tabla şeklinde kolan olan ve onunla tek parça
cold junction: Soğuk bölge; Bkz. pyrometer. dan yapılan vida.
cold light: Soğuk ışık; fosforesan ışık gibi, yanma ısı collateral: 1) yan yana; paralel. 2) sekonder, ikincil
sı ve akkor durumu ile birlikte görülmeyen ışık. veya talî.
cold luminescences: Soğuk ışık; radyan enerjiyi collect: 1) depolamak; bir araya getirmek. 2) merak
emerek ışık veren herhangi bir madde. için (pul, kitap vb. ini) biriktirmek; kolleksiyon yap
cold pressing: Soğuk baskı veya presleme; 1) made mak. 3) biriktirmek. 4) aylık ücretleri toplamak.
nî para veya madalyonların yüzlerine yapılan kabart collector: 1) Elekt. akım çıkış noktası; elektrikli tram
ma şeklindeki soğuk baskı. 2) bir metal tozunu veya vay, tren, troleybüs vb. lerinde kullanılan ve havaî
başka tozlari briket oluşturmak üzere kalıplarda sıkış hatlara temas eden kol; arş. 2) bir transistörde akım
tırma işlemi. taşıyıcının aktığı bölge; emitör ile aynı türden yarı
cold shocking: Evaporator borularinda oluşan kısır iletken bir parça.
ve taş katmanın kırmak amacıyla sıcak borulara so collector diode: Diot olarak düşünülen kollektör ve
ğuk su verilmesi işlemi; soğuk şok. bir transistorun tabanı.
cold-short: Metal, kırmızı sıcaklıkta olmadığı zaman collet: Halka; tespit parçası; torna aynası.
kırılgan. collide: 1) sert olarak temas etmek; birbirine sert şe
cold shut: Metal, döküm süreksizliği; bir dökümde, kilde çarpmak; çarpışmak. 2) çekişmek.
iki metal damarının birleşememesi nedeniyle, yüzey collier: 1) kömür taşıyan gemi; kömür gemisi; yakıt
de veya yüzeye yakın bir yerdeki süreksizlik; genel gemisi. 2) kömür madeninde çalışan işçi; maden iş
likle döküm sıcaklığının fazla düşük olması sonucu çisi.
oluşur. colliery: Kömür madeni ve onun bina, teçhizat vb. i.
cold spark plug: Soğuk buji; Berız. Mot. yanma oda colligate: Birbirine bağlamak.
sına kadar uzanmayan buji; daha uygun koşullarda collimate: 1) ışık ışınlarında olduğu gibi paralel yap
ve oldukça soğuk çalışır. mak. 2) görüş hattını (teleskop vb. inin) ayar etmek.
cold start: Bilgisay, soğuk başlatma. 2) Mot. soğuk collimator: 1) görüş hattını ayar etmek üzere kullanı
ilk hareket. lan ve odağında çapraz saç bulunan ve bir başka te
cold steel: Çelik bir silah; bıçak veya süngü. leskop, araştırma cihazı vb. ine tespit edilen küçük
cold storage: 1) bayatlama veya bozulması olası be bir teleskop; kolimatör. 2) ışığı kabul eden ve onu
sinlerin soğuk yerlerde, özellikle soğuk hava depola paralel ışınlar halinde prizmaya fırlatan spektrosko
rında depolanması; soğuk depolama. 2) soğuk hava pun tüpü. 3) bunun için kullanılan mercek.
deposu. collinear: Aynı doğru üzerinde; kolineer.
cold storage room: Soğuk hava deposu; özellikle ba collision: 1) motorlu araçlar, trenler veya gemilerde
lık, et vb. i besinlerin dondurulduğu (-40°C), yeşil olduğu gibi, iki hareketli aracın ani olarak birbirleriy
sebzelerin (-4°C'de) korunduklari depo; Den. buz le sert teması; çarpışma; çatışma. 2) iki veya daha
luk. fazla sayıdaki cismin (tanecik, partikül, foton, atom
cold water: Soğuk su; Bkz. cooling water. veya çekirdek sistemleri) birbirine sıkı yaklaşmaları
cold-water dearator: Soğuk sulu havasızlandiricı. ve bu sırada aralarinda enerji, moment ve yük gibi
cold welding: Soğuk kaynak; yaygın olarak kullanıl büyüklüklerin takas edilmesi.
mayan bir kaynak türü; dikiş şeklindeki kaynak. collision bulkhead: Çatışma veya çarpışma perdesi;
cold-work: Soğuk işçilik; metal oda sıcaklığında Bkz. bulkhead
iken collision, elastic: Esnek çarpma; elâstik çarpma;
dövülerek, kalıplayarak ve çekerek şeklini değiştir Bkz. elastic collision.
mek veya deforme etmek. collision mat: Den. yara savunma paleti.
colemanite: Kimy, renksiz veya beyaz, kristalli bir collacate: 1) düzenlemek. 2) yan yana yerleştirmek.
madde, Ca2B6O11 .5H2O; sulu kalsiyum borat; kole- collodion (collodium): Sellüloz nitratın alkol ve eter
manit. karışımındaki renksiz veya soluk sarı renkli, yüksek
coll.: Bkz. collector. yanicilıktaki viskoz bir çözeltisi; çabuk kurur ve daya
collaborate: Birlikte çalışmak; özellikle bilimsel bir iş nıklı, esnek bir katman oluşturur; fotoğraf levhaları
te çalışmak; işbirliği yapmak. vb. lerinde kullanılır; kolodyum.
collapse: 1) çökmek; birlikte ani olarak küçülmek ve colloid: Koloit; çok küçük parçacıklardan oluşan ve
ya çekmek. 2) ani olarak bozulmak, 3) bozulmaya sı vı içinde sürekli olarak askıda bulunan; koloid
neden olmak. 4) arıza veya bozulma grafit
colloidal 109 combustio n chemis t r y
lir; eşit.
resi; bilginin bir yerden diğer bir yere aktarılması, du
commensurate: 1) ölçüleri eşit olan. 2) orantılı; ölçü
yulur ve görülür sinyaller için kullanılan bir devre ve
leri orantılı. 3) aynı ölçüler veya standartlarla ölçüle
ya sistem.
bilen.
communication system: Haberleşme sistemi.
commercial: Ticarî; ticarî sülfürik asit gibi.
communicator: İletişim veya muhabereyi sağlayan ki
commercial brass: Ticarî pirinç; % 20 çinko ve % 80
şi veya şey.
bakırdan oluşan pirinç; metal eşya yapımında kulla
commutable: Değiştirilebilir (alternatif akımin doğru
nılır; Muntz metal adı da verilir.
akıma değiştirilmesi gibi).
commercial carburetor: Benz, Mot. ticarî karbüratör;
cormmutate: Yönünü değiştirmek (bir elektrik akımı
çoğunlukla otomobillerde kullanılan karbüratörler-
nın), özellikle alternatif akımı doğru akıma dönüştür
den herhangi biri.
mek.
commercial ship: Ticaret gemisi; ticaret amacıyla ku
commutating field: Elekt. yardımcı kutup manyetik
ru yük, kimyasal madde, dökme yük, petrol ve pet
alanı.
rol ürünleri, meyva ve meyva suyu vb. i taşıyan ge
commutating pole: Elekt. yardımcı kutup; komütas-
mi.
yon kutbu; doğru akım makinelerinde özellikle yük
comminute: Pulverize etmek.
sek güçlü jeneratörlerde ana kutuplar arasına yerleş
comminution: Püskürtme; pülverizasyon; çok ince ve
tirilen ve koltektörde kıvılcıma engel olan ve komü-
küçük parçacıklara ayrılmış.
tasyona yardım eden kutuplardan herhangi biri.
commissure: İki parça arasındaki birleşme çizgisi; di
commutation: 1) Elekt. kollektör veya komütatör yar
kiş.
dımıyla bir akımın yönünü değiştirmek. 2) doğru
commix:
akım jeneratörlerinin endüvilerinde oluşturulan alter
Karışım.
natif akımın, kollektörde doğru akıma dönüştürülme
commodity: 1) herhangi yararlı bir şey. 2) alınan ve
si; komütasyon.
satılan herhangi bir şey; herhangi ticarî mal veya eş
commutative: Komütasyona ilişkin.
ya.
commutator: 1) elektrik akımını, özellikle alternatif
common: 1) genel; çoğu zaman; alelade. 2) rütbesi
akımı doğru akıma dönüştürmek için kullanılan kı
olmayan. 3) ham veya kaba; rafine edilmemiş veya
sım; kollektör; komütatör. 2) elektrik makineleri rotor
damıtılmamış. 4) Mata. eşit olarak iki veya daha faz
larının baş taraflarına yerleştirilmiş, aralarında mika
la miktar veya büyüklüğe ait.
yalıtıcılar bulunan bakır dilimlerinden meydana geti
common carrier: Ücret karşılığı yolcu ve yük taşıma
rilmiş, silindir biçiminde bir kısım. 3) endüvi iletkenle
cılığı ticareti yapan kişi veya şirket.
rinde oluşan alternatif akımı doğru akıma çevirerek
common denominator: Mate, iki veya daha fazla sa
kömür fırçalara ileten endüvi kısmı. 4) dinamolarda
yıda kesrin paydalarının ortak çarpanı: 10 sayısı 1/2
topladığı akımı fırçalara ileten veya dağıtan bölüm.
ve 3/5'in ortak paydasıdır.
commutator bars: Elekt. kollektör veya komütatörü
common divisor: Mate, ortak tam bölen; iki veya da
oluşturan ve aralarında mika yalıtıcılar bulunan bakır
ha fazla sayıdaki sayı veya büyüklüğü kalan bırak
dilimleri; Bkz. commutator.
madan veya tam bölen bir sayı ya da büyüklük: 6 sa
yısı 6,12 ve 36'nın ortak tam bölenidir. commutator end: Elektrik makineleri endüvilerinin
kollektör tarafı.
common fraction: Mate, bayağı ve adî kesir; pay ve
commutator segments: Bkz. commutator bars.
paydası arasında (5/11 ve 5/4 gibi) bölüm çizgisi
commutator stone: Kollektör (komütatör) taşı; hafif
olan kesir.
bozulmuş kollektörlerin yüzeylerini düzeltmek için
common logarithm: Bayağı logaritma; adî logaritma;
kullanılan ve kollektör yüzeyine uygulanan onunla
on tabanına göre logaritma; log kısaltması ile göste
aynı çapta, bir taş, su taşı; fırça taşıyıcıları ve fırçalar
rilir; Bkz. logarithm.
yerlerinden çıkarılarak kullanılır.
common multible: Mate, iki veya daha fazla büyüklü
commute: 1) Elekt. yönünü değiştirmek; Bkz. com-
ğün her birinin ortak katsayısı; 12 sayısı 2, 3, 4 ve
mutate. 2) değiştirmek; yerine koymak. 3) mübade
6'nın ortak katsayısıdır.
le etmek; takas etmek.
common nail: Tel çivi; adî çivi; demir tellerden yapı
camp. : Bkz. 1) compare. 2) composition, 3) com-
lan çivi.
pound. 4) compounded.
common rail system: Diz. Mot. sabit basınçlı püskürt
compact: 1) yoğuşmak; gaz ya da buhar durumun
me sistemi; Gem. Mak. komonreyl sistemi; içersine
dan sıvı haline gelmek. 2) küçük hacim kapsama. 3)
yüksek basınçla (340 bar) verilen yakıtı, kendisine
yoğun; katı (solit),
bağlı borularla, mekanik olarak açılıp kapanan enjek-
compactibility: Sıkabilirlik.
törtere ileten ve püskürtme sağlayan terkedilmiş eski
compacting: Sıkıştırma (mekanik); kompaksiyon.
bir sistem.
common salt: Yemek tuzu; sodyum klorür, NaCI. compactor: Kompaktör; sıkıştırıcı.
compagnie: Bkz. company.
communicable: 1) ulaştırılabilir. 2) bulaşıcı veya sarî:
Hastalıklar için söylenir. compania: Bkz. company.
companion: Den, 1) kaporta. 2) bir gemide bir güver
communicate: Ulaştırmak; iletmek.
teden diğerine inilmesi veya çıkılmasını sağlayan
communication: 1) iletme; iletişim; haberleşme; mu
merdiven.
habere. 2a) Çoğ. telefon, telgraf, radyo vb. inde ol
duğu gibi, mesaj gönderen veya mesaj alan sistem. companion ladder: Bkz.companion way.
b) Çoğ. hareketli ordular ve malzeme sistemi, c) bir companion way: 1) bir geminin güvertesinden kama
yerden diğer bir yere gitmek için yol ya da bir kanal. ralara veya daha aşağıya inen merdiven. 2) bu mer
communication circuit: Muhabere sistemi ya da dev divenin kapladığı hacim.
com pan y 112 complex f rac t io n
company: 1) Den. bir geminin subaylar dahil tüm per compensation: 1) dengeli veya dengelenmiş. 2) ka
soneli; mürettabat veya tayfa. 2) şirket; firma; kum yıp, hasar vb. i için eşdeğer olarak verilen tazminat;
panya. ödeme; yeniden dengelenen.
comparable: 1) karşılaştırabilir; kıyaslanabilir; muka compensation balance: Bir kol veya duvar saatinde
yese edilebilir. 2) kıyaslamaya değer. sıcaklık değişimlerini önlemek üzere kullanılan bir
comparator: 1) nispeten küçük mesafelerin (0,000 denge dişlisi.
127 mm'e kadar) duyarlı olarak ölçümünü sağlayan compensation coil: Fiz. dengeleme veya denge bobi
bir cihaz; kompratör. 2) kolorimetre veya renk ölçer ni; bir manyetik flüks (akı) dağılımını istenilen tarzda
Bkz. colorimeter. 3) EHM. karşılaştırıcı; karşılaştır değiştirmek üzere düzenlenmiş bobin (dizisi).
ma yapmakta kullanılan bir aygıt, cihaz, alet. compensative: Dengeleme veya dengeleme için gö
comparator method: Kompratör yöntemi; bir katının rev yapan.
genleşme katsayısının ölçümünde kullanılan yöntem compensator: 1) dengeleyen kişi veya şey; dengele
lerden biri. yici. 2) hızdaki değişim, yön, akım vb. ini dengele
compare: 1) benzerlik veya farklarını gözlemek ya da mek, düzeltmek veya karşılamak için kullanılan türlü
keşfetmek amacıyla incelemek; mukayese etmek; kı mekanik ve elektriksel cihazlardan herhangi biri. 3)
yaslamak; karşılaştırmak. 2) mukayese; kıyas; karşı Mot. hidrolik regülatörlerin birincil ve ikincil dengele
laştırma. yicilerinden herhangi biri.
compârt: Parçalara bölmek. compensator coil: Elekt. denge ya da dengeleyici bo
compartment: Gemilerde bölme; kompartman. bin; dengeleme bobini.
compass: 1) daire yapmak. 2) tümü ile çevrelemek. compensator spring: Saat yayı; saatlerde kullanılan
3) plân veya tasarım yapmak. 3) türlü geometrik şe dengeleme yayı.
killeri, örneğin daire, elips, helis vb. i çizmek için kul compensatory: Bengeleme veya dengeleme için hiz
lanılan alet; pergel. 5) eğri çizmek. 6) daire. 7) man met etme.
yetik iğnesi serbest olarak hareket eden ve manyetik complement: 1) tamamlamak veya doldurmak için
kuzeyi (kuzey kutbunu) gösteren ve yön bulmada gerekli sayı veya miktar; tamamlayıcı. 2) bir bütünü
kullanılan herhangi bir cihaz; pusula; denizci pusula tamamlamak için eklenen veya ilave edilen şey; bir
sı; manyetik pusula. 8) devre; rota birini tamamlayan iki parçadan herhangi biri. 3) Ma
compass: Bkz. divider. te, verilen bir açı veya yaya eklenerek onu 90 dere
compass, beam: Bkz. beam compass. ceye eşit yapan miktar. 4) Den. bir gemiye tayin edil
compass card: Pusula kartı; pusula iğnesinin çevre miş tayfa, zabit vb. lerinin tümü. 5) tamamlamak;
sinde hareket ederek pusula yönlerini işaretlediği, tam yapmak.
çoğu zaman dairenin derecelerine (360°) bölünmüş complementary: 1) tamamlama; tamamlayıcı gibi iş
dairesel kart. lem yapma.
compass declination: Pusula inhirafı veya sapması. complementary angle: Tamamlayıcı açı; diğerini 90
compass needle: Pusula iğnesi. dereceye tamamlayan açı.
compass, mariner's: Bkz. mariner's compass. complementary colore: Birleşerek beyaz veya beya
compass needle: Pusula iğnesi. zımsı ışık oluşturan, tayfın herhangi iki rengi; Eğer
compass pencil: Pergel kalemi; bir pergelin uçların bir disk yarısı sarı ve diğer yarısı maviye boyanarak
dan birine takılan ve daire veya daire parçası çiz hızla döndürülürse, beyaz veya gri olarak görülür.
mek için kullanılan kurşun uç veya kurşun kalem. complete: 1) parçalarının hiçbiri eksik olmayan; ta
compass saw. Dar, meyilli bir testere ağzına sahip mam; bütün; komple. 2) tamamlanmış; bitirilmiş. 3)
olan ve eğriler kesmek için kullanılan bir el testeresi. tamamlamak; bitirmek.
compatibility: Uyumluluk. completely: Tümü ile; tümüyle; bütünüyle.
compatible: Uyumlu. complete combustion: Bkz. combustion, complete.
compensate: 1) bir ağırlık, kuvvet vb. inin dengelen complete expanding nozzle: Buh. Türb. tam genişle
mesini sağlamak. 2) Meka. bir değişkeni etkisiz hale meli meme; herhangi bir akışkanın basıncını çıkış
getirmek. 3) dengelemek; denklemek. basıncına kadar genişleten meme veya nozul.
compansated carburetor: Benz. Mot. dengeli veya complete expansion: Tam genişleme; Pist. Bun,
dengelenmiş karbüratör; arlan yük ile hava-yakıt dol Mak. buharın silindir içinde karşı basınca kadar ge
gusunu zenginleştiren özelliklere sahip karbüratör. nişletilmesi; tam genişlemen (makine); karşı basın
compensating jet: Benz. Mot. dengeleme memesi; cın genişleme sonu basıncına eşit olduğu (makine).
karbüratör dengeleme memesi veya nozulu. completion: Tamamlama; bitirme; bitiş.
compensating mechanism: Dengeleme mekanizma complex: 1) birbiriyle ilişkili iki veya daha fazla parça
sı; denge mekanizması veya düzeni; özellikle basit kapsayan; bileşik; karmaşık; bir kaç parçadan oluş
hidrolik regülatörlerin sakıncalarını gideren düze muş. 2) basit olmayan; mürekkep; çok parçalı.
nek; birinci! ve ikincil dengeleme. complex anion: Kompleks anyon; baştan başa nega
compensating piston: Diz. Mot. regülatörlerde kulla tif şarjları taşır; çoğu zaman bir metalik elementin
nılan bir hidrolik piston; denge pistonu. merkez atomu gibidir.
compensating resistor: Elekt. denge direnci. complex cation: Kompleks katyon; baştan başa pozi
compensating spring: Diz. Mot. bazı regülatörlerde tif şarjları taşır; iyonun yapısı bir metalik elementin
pilot valfın altında bulunan bir yay; denge veya den merkez atomu gibidir.
geleme yayı. complex fraction: Karmaşık bayağı kesir; hem pay
compensating wheel: Mak. dengeleme tekeri; denge ve hem de paydasında bayağı kesir bulunan mate
tekerleği. matik ifade.
complex ion 113 compound-wound motor
complex ion: Kompleks iyon; kesinlikle, birden fazla compounded oil: içersine belirli bir miktar sabit yağ
atomdan oluşur. Bkz. fixed oil eklenmiş mineral yağ; bileşik yağ; ge
complexity: Karmaşık olma durumu veya niteliği; kar mi makineleri, buhar silindirleri, takırn tezgâhlarında
maşıklık; komplekslik. kullanılır.
complex numbers: Kompleks sayılar; karmaşık sayı compounded electric circuit: Birleşik elektrik devre
lar. si; seri ve paralel dirençlerden oluşan bir elektrik
complex quantity: Kompleks büyüklük; z = x+jy'de devresi.
j -. / - 1 , x ve y gerçek ise z kompleks büyüklüktür; z compound compressor: Mak. yüksek verim sağla
tam olarak x ve y ile saptanır. mak üzere havanın sıkıştırıldığı iki kademeli ve biri
component: 1) komponent; bileşen; bileşimde bulu küçük (YB) ve diğeri büyük çaplı (AB), iki silindirli
nan; bir bütünü oluşturan parçalardan her biri. 2) kompresör; Gem, Mak. kampavund kompresör.
Meka. birbirine dik, birbirini kesen, birbirine paralel compound engine: 1) buharın aşırı yoğuşmasından
olan ve bileşkeyi oluşturan kuvvetlerden her biri. 3) kaçınmak amacıyla, stimin iki silindirde genişletildiği
Meka. kuvvet, hız vb. i gibi vektör büyüklüklerinin makine; iki genişlemen makine; biri yüksek basınç
analizlerde, çözümlenebilen elemanlarından biri. (YB) ve diğeri alçak basınç (AB) silindirlerinden olu
component forces: Bileşen kuvvetler; bileşke kuvveti şan pistonlu buhar makinesi. 2) egzoz gazları ile ça
oluşturan kuvvetlerden herhangi biri. lıştırılan aşırı doldurucusu (süperşarjeri) bulunan bir
compose: 1) oluşturmak; meydana getirmek: Harç, uçak motoru.
kireç, kum ve sudan oluşur. 2) bir araya getirmek; compound fraction: Bkz. complex fraction.
uygun sıra ile koymak. 3) ayarlamak; düzenlemek. compound fuel: Gem. Mak. kampavund yakıt; daha
4) Math, düzenlemek (basılacak şey veya harfler ya çok, farklı özellik, viskozite, özgül ağırlık vb. indeki
da hurufatı); dizmek. iki sıvı yakıtın belirli oranlarda karıştırılmasıyla elde
composed: Oluşmuş; meydana gelmiş. edilen ve kendisini oluşturan yakıtlardan farkı! bir sı
composing machine: Matb. bir elde tutarak, içine vı yakacak.
sözcükleri oluşturan harfler dizilen metal kap. compound gauge: Gem. Mak. kampavund (ikili) ge
composite: Farklı parçalardan oluşan; karma; bileşik. yiç (manometre); hem atmosfer üstü ve hem de at
composite boiler: Bileşik kazan; hem akaryakıt ite mosfer altı basınçları (vakumu) göstermek üzere dü
fayrap edilen ve hem de dizel motorlarının egzoz zenlenmiş bir manometre veya basınç göstergesi;
gazlari ile çalışan, tek geçişli, doğru alev borulu ka hava pompaları ve pistonlu buhar makinelerinin al
zan; Bkz. cochran boiler. çak basınç silindirlerinde kullanılır.
composite cycle: Termo. iki sabit hacim, iki sabit ba compound girder: Bileşik kiriş: Köprülerde kullanılır.
sınç ve iki adyabattan oluştuğu düşünülen bir ideal compound machine: Kampavund makine; iki veya
çevrim; Walker cycle adı da verilir; mekanizmasının daha fazla basit makineden oluşan bir makine; birle
karmaşıklığı nedeniyle uygulaması çok güç olan bir şik makine.
çevrim. compound motor: Bkz. compound-wound motor.
composite number: Kendisi ve 1 dışındaki bir sayı ile compound oil: Bkz. compounded oil.
bölündüğü zaman kalan bırakmayan sayı. compound pendulum: Birleşik sarkaç veya pandül;
composition: 1) bir araya getirme; parçalarını birleşti salinim yapmak için dikey bir düzleme mil ile yerleş
rerek bütünü bir araya getirme. 2) değişik kısımlar tirilmiş herhangi katı bir cisim.
dan oluşan bir karışım. 3) Matb. dizgi; mizanpaj; ter compound steam engine: Bkz. compound engine.
tip. 4) alaşım; halita. compound starter: Elekt. birleşik yol verici veya star
composition "G": Bkz. bronze, composition "G", ter; birlikte hareket eden iki kolu olan ve elektrik mo
composition "M": Bkz. bronze, composition "M". torlarının ilk hareketini sağlayan bir yolverici.
composition of forces: Meka. iki veya daha fazla bi : compound turbine: Gem. Mak. kampavund türbin a)
leşen kuvvetin, bileşkesini bulma işlemi. bir yüksek ve bir alçak basınç, b) bir yüksek basınç,
compound: 1) karıştırmak; birleştirmek. 2) parçaları bir orta basınç ve bir alçak basınç ünitesinden olu
veya elementleri birleştirerek yapmak. 3) iki veya da şan buhar türbinleri.
ha fazla parça ya da elementin karıştırılmasıyla olu compound türbine, cross: Bkz, cross compound
şan bir şey. 4) sabit oranda birleştirilen iki veya da turbine.
ha fazla eleman kapsayan bir madde. 5) yüksek ve compound turbine, tandem: Bkz. tandem compo
alçak basınç silindirlerinden oluşan iki silindirli bu und turbine.
har makinesi; kampavund makine. 6) farklı kökenli compound-wound: Elekt. alan sargıları kalın, az sa-
ham petrolden elde edilen iki yağın belirli oranlarda rımlı seri sargı ile, çok sarımlı şönt sargıdan oluşan
karıştırılmasıyla elde edilen yağ; kampavund yağ. 7) motor ve jeneratörleri belirlemek için kullanılır; iki
farklı iki sıvı yakıttan elde edilen, özellikleri farklı sıvı sargılı.
yakacak; kampavund yakıt. 8) atmosfer altı ve atmos compound-wound generator: Kampavund veya kom-
fer üstü basınçları gösteren manometre; kampavund punt jeneratör; kutupları üzerinde hem kalın (seri)
geyiç. 9) iki ayrı cins kutup sargısına sahip olan doğ ve hem de ince (şönt veya paralel) sargılar bulunan
ru akım makinesi; kampavund motor veya kampa doğru akım jeneratörü; gemilerde ışık, güç ve ısıtma
vund jeneratör. 10) alçak ve yüksek basınç ünitele devrelerini beslemek için kullanılır.
rinden oluşan türbin; kampavund türbin. compound-wound motor: Elekt, kampavunt veya
compound: Mak. alıştırma macunu; zımpara macu kompunt motor; kutup sargıları, biri ince ve sarım sa
nu; tıkama macunu; macun. yısı çok (şönt), diğeri kalın ve sarım sayısı az (seri),
compound, boiler: Bkz. boiler compound. yalıtılmış bakır tellerden yapılmış bir dogru akım
compound, chemical: Bkz. chemical compound. elektrik motoru.
Teknik Sözlük - F. 8
compress 114 compression temperature
compress: Sıkıştırmak; sıkıştırarak basınç sağlamak; yabatik verim;izantropik verim; Bkz. adiabatic effici
sıkıştırarak basıncını yükseltmek. ency.
compress: 1} pamuğu sıkıştırarak balya yapmak için compression-ignition cycle: Bkz. diesel cycle.
kullanılan bir makine. 2) ağrı kesmek için kullanılan compression ignition engine: Sıkıştırma ile yanmalı
sıcak veya soğuk suya batırılmış tampon. 3) vücu motor ya da makine; Bkz. diesel engine.
dun bir parçasına, basınç uygulamak için kullanılan compression line: İçt. Yan. Mak. p-V veya basınç ha
bir parça kumaş ya da pamuk. cim diyagramlarındaki sıkıştırma eğrisi veya sıkıştır
compressed: Sıkıştırılmış; basınçla bir araya getiril n k
ma hattı; pV = C veya pv = C ifadelerine uygun
miş; basınçla daha derli toplu bir duruma getirilmiş; olarak oluşturulan eğri (n = 1, 34-1, 39 ve k=1,41).
basınçlı. compression period: Bkz. compression stroke.
compressed air: Sıkıştırılmış hava; basınçlı hava; sı compression, point of: Sıkıştırma noktası; kompres
kıştırılarak hacmi küçültülen ve kapalı bir kapta tutu yon noktası; Pist. Buh. Mak. egzoz olayı sürerken
lan hava; türlü devre, mekanizma, ilk hareket devre portun slayt valf tarafından kapanmasıyla silindir için
si, kurum üfleme donanımı, püskürtme sistemi vb. i de hapsedilen bir miktar buharın sıkıştırılmasının
yerlerde kullanılır. başladığı nokta.
compressed air chisel: Basınçlı hava ile çalıştırılan compression pressure: Sıkıştırma ve kompresyon
otomatik keski. basıncı; Mot. sıkıştırma sonunda, yakıt püskürtülme
compressed air hammer: Basınçlı hava ile çalıştırı den veya buji elektrotlarında ark veya kıvılcım mey
lan küçük şahmerdan veya hava tabancası. dana gelmeden önceki en yüksek basınç; benzin
compressed air system: Mak. basınçlı hava sistemi motorlarında 5-15 bar ve dizellerde 30-45 bar değer-
veya devresi; kompresör, hava depoları, valflar, ölçü lerindedir.
ve güvenlik cihazları ve boru devrelerinden oluşan compression ratio: Kompresyon oranı; sıkıştırma ora
bir sistem, örneğin hava ile ilk hareket sistemleri. nı. 1) Mor. piston alt ölü noktada iken silindir hacmi
compressed gas: Sıkıştırılmış gaz; basınçlı gaz; so nin, piston üst ölü noktadayken ölü hacime oranı;
ğutma sistemlerinde kullanılan ve kompresör tarafın benzin motorlarında 5-7,5 (Maks.10,5) dizel motorla
dan sıkıştırılarak basıncı yükseltilen gaz, örneğin fre- rında 10,5-22 ve gemi dizel motorlarında 12-16 değe
onlar, amonyak, etil klorür vb. i. rini alır ve e kısaltması ile belirtilir. 2) Pist. Buh. Mak.
compressed liquid: Bkz. subcooled silindirde sıkıştırmanın başladığı noktanın hacminin,
liquid. strok hacmine oranı.
compressibility: Sıkıştırılabilme durumu ya da niteli compression ratio, critical: Kritik kompresyon oranı;
ği; sıkıştırılabilirlik. Diz. Mot. silindirler içinde, püskürtülen yakılın yakıla-
compressibility factor: Sıkıştırılabilme faktörü veya bilmesi için gerekli ısıyı sağlayan en küçük kompres
etkeni; sıkıştırılabilirlik faktörü; belirli bir gaz kütlesi yon oranı (10,5); bu değerin altında silindirlerde ken
nin hacminin, eğer ideal gaz olsaydı aynı sıcaklık ve diliğinden yanma oluşturulması mümkün değildir;
basınç altında işgal edeceği hacime oranı. e c r kısaltması ile belirtilir.
compressible: Sıkıştırılma özelliği olan; sıkıştırılabilir; compression release valve: Bkz. decompression
sıkışabilir. valve.
compression: 1) sıkıştırma veya sıkıştırılma. 2) Mak. compression release: Diz. Mot. dekompresyon;
a) yakıtın püskürtülmesi ve buji elektrotları arasında kompresyon firarı; bazı dizel motorlarında ilk hare
kıvılcım oluşmasından hemen önceki durum; sıkıştır ket için kullanılan benzin motoru çalıştırılmadan ön
ma ya da kompresyon. b) Pist. Buh. Mak. egzoz ola ce, dizel motorları silindirlerinde oluşacak sıkıştırma
yının sonuna doğru, egzoz portunun çekmece tara basıncının giderilmesi.
fından kapatılmasıyla silindirde başlayan olay; kom compression rings: Kompresyon veya sıkıştırma seg-
presin, c) bir makinede çalıştırma sıvısının sıkıştırıl manları; sıkıştırmayı sağlayan, yanma ürünlerinin
ması olayı: Soğutma kompresörlerinde freon vb. so kartere kaçmasını önleyen segmanlar; sayıları 3-9
ğutucuların sıkıştırılması, d) hava kompresörlerinde arasında değişir ve en üstteki ateş segmanı adını
havanın sıkıştırılması. alır.
compression bolt: Sıkıştırma cıvatası. compression shim: Diz. Mot. Piston kolunun alt kıs
compression card: Bkz. compression diagram. mı ile krankpin yatağı arasina konulan ve klerensi
compression curve: Sıkıştırma eğrisi. 1a) Mot. ku ayarlayarak kompresyon basıncının normal değerler
ramsal p-V diyagramlarında pVk = C, b) gerçek di de tutulmasını sağlayan ince metal levha; sıkıştırma
yagramlarda pVn = C ifadesine uyan eğriler (k=1, simi, layneri ya da şamatası.
41 ve n=1,34-1,39). 2) Pist. Buh. Mak. pv=C eşitliği compression space: Bkz. compression volume.
ne uyan eğri ve gerçek diyagramlarda pVn = C eşitlik compression spring: Kompresyon yayı; bobin şeklin
lerine uyan eğri. de sarılmış yay; motor supapları vb. inde kullanılır.
compression cycle: Sıkıştırma çevrimi; Bkz. com compression stress: Bası gerilmesi veya stresi.
pressor cycle. compression strength: Bası dayanıklığı; bası deneyi
compression diagram: Mot. kompresyon veya sıkış sırasında Bkz. compression test maksimum yükün,
tırma diyagramı; Diz. Mot. silindirlere püskürtülen ya örneğin enine kesit alanına bölümü.
kıt kesilerek, endikatör cihazı ile alınan diyagram; si compression stroke: Sıkıştırma stroku veya kursu;
lindir gömleği, segman vb, i kısımlarin sızdırıp sızdır Gem. Mak. kompresyon stroku; Mot. silindirlere emi
madığını ve dolayısıyla kompresyonun iyi olup olma len hava veya hava-yakıt karışımının sıkıştırılarak ba
dığını anlamak için alınan diyagram. sınç ve sıcaklığının yükseltildiği kurs ya da strok.
compression efficiency: Term, sıkıştırma verimi; ad- compression temperature: Kompresyon veya sıkıştır-
co m p re ssi o n tes t 115 concl usi o n
concrete: 1} kum, çakıl, çimento ve su ile yapılan ve condenser: 1a) Benz. Mot platinlerle paralel bağlı
köprü, barai, bina vb. Serinde kullanılan sert bir mad olan elektriksel cihaz; aralarında yalıtkanlar bulunan
de; beton. 2) Kütle şekli vermek; katılaştırmak. 3) be iki veya daha fazla iletken levhadan oluşan ve elek
tonla yapmak; betonla kaplamak. trik şarjı depolayan bir cihaz; kondensatör; konden-
concrete mixer: Betoniyer; beton karıştırıcı; beton ya ser; meksefe. b) ışık ışınlarını bir cisim veya yüzey
pıcı; içersine ölçekli biçimde konulan çakıl, kum, çi üzerinde toplayan bir mercek ya da mercek dizisi.
mento ve suyu karıştırarak betonu hazırlayan ve ge 2) buhar veya gazları sıvı haline getiren cihaz; kon-
nel olarak elektrik motoru tarafından çalıştırılan bir dansör veya yoğuşturucu.
makine. condenser, auxiliary: Bkz. auxiliary condenser.
concrete muffler: Mot, betonarme susturucu; beton condenser hotwell: Gem. Mak. kondenser hotveli;
susturucu; kara tesislerindeki orta ve yüksek güçlü kondenser domu; kondenserin alt tarafında bulunan
dizel motorlarında kullanılan ve betondan yapılan bir hücre; yoğuşum veya hava pompasının (erpam-
susturucu veya kıvılcım tutucu. pın) alıcısının bağlandığı kısım; üzerinde tesviye şişe
concreting: Beton dökme. si de bulunur.
concur: Aynı anda görülmek; birlikte meydana gel condenser, jet: Açık kondenser; jet kondenser; so
mek veya oluşmak; vaki olmak. ğutma suyu ile yoğuşturulacak buharın birbirine ka
concurrence: 1) aynı zaman ve aynı anda meydana rıştırıldığı kondenser; suyu tatlı olan göllerde çalışan
geliş veya vaki oluş. 2) aynı kanıda oluş. 3) Geom. buharlı gemilerde kullanılır,
a) üç veya daha fazla doğrunun birleştikleri nokta, condenser leaf: Kondensatör veya meksefeyi oluştu
b) bu doğru veya yüzeylerin birleşme yeri. ran levha veya yapraklardan biri.
concurrent: 1) aynı anda meydana gelme veya vaki condenser, main: Ana kondenser; buharlı gemi ve
olma; birlikte vaki olma. 2) aynı noktaya doğru git kara enerji tesislerinde, ana makinenin egzoz buharı
me veya aynı noktada toplanma. nı yoğuşturan kondenser veya yoğuşturucu.
concurrently: Aynı zamanda veya aynı anda. condenser shell: Kondenserin silindir şeklinde olan
cond.: Bkz. 1) conducted. 2) conductivity. 3) con gövdesi veya zarfı; Bkz. condenser.
ductor. condenser, single-pass: Tek geçişli kondenser; doğ
condensability: Yoğuşabilir olma niteliği; yoğuşabilir- ru akımlı kondenser; soğutucu suyun borular içinde
lik. yön değiştirmediği ve bir tarafından girip diğer tara
condensable: Yoğuşabilir; buhar veya gaz durumun fından çıktığı kondenser.
dan sıvı durumuna gelebilir; yoğuşma yeteneği condenser sump: Bkz, condenser hotwell.
olan; yoğuşmaya eğilimli. condenser, surface: Borulu kondenser; kapalı kon
condensate; 1) yoğuşmak; yoğuşturmak. 2) buhar denser; sörfeys kondenser; borularının içinden soğu
veya gazların üzerindeki ısı alınarak dönüştükleri sıvı tucu su geçirilen ve boruların dışında yoğuşturula
durumu; kondenserdeki egzoz buharının soğutulma cak egzoz buharı bulunan kondenser (yoğuşturu
sı ile oluşan yoğuşum suyu veya yoğuşum. cu).
condensate pump: Yoğuşum pompası; Gem. Mak. condenser tube: Kondenser borusu; çoğu zaman ısı
ekstrakşın veya kondenseyt pompası; kondenserin iletim katsayısı yüksek olan Admiralti pirincinden ve
yoğuşma sularını boşaltan veya tahliye eden piston ya diğer bakır alaşımlarından yapılan borulardan bi
lu ya da devir hareketli pompa ri.
condensate system: Ana ve yardımcı kondenserler condensibility: Bkz. condensability.
ile yoğuşum pompası ve boru devrelerinden oluşan condensible: Bkz condensable.
sistem; yoğuşum sistemi veya devresi. condensing: Mak. kondenserli; kondensere egzozlu
condensation: 1) Hava içindeki su buharının, sıcaklı (buhar makineleri için söylenir); karşıtı Bkz. noncon-
ğın azalması ile sıvı (çiğ) haline dönüşmesi; yoğuş densing.
ma. 2) egzoz buharlarının kondenserde yoğuşması condensing system: Gem. Mak. yoğuşum ve soğut
ve su haline gelmesi. 3) soğutma sistemlerinde yük ma suyu sistemi; kondensere gelen egzoz buharları
sek basınçlı gazın (freon vb. i) kondenserde sıvılaş nın yoğuşturulmasını sağlayan ve bir ya da birkaç
ması. soğutma suyu, yoğuşum suyu ve hava çıkarma pom
condensation point: Yoğuşma veya çiğlaşma nokta palari (erpamp) ile boru devresinden oluşan devre;
sı; Bkz. dew point. yoğuşturma devresi.
condensation polymer: Kimysal yoğuşma ile oluştu condensing turbine: Kondenserli veya kondensere
rulan bir polimer, örneğin H2O, HCI, NH3 vb. i gibi egzoz eden türbin; kondenserli türbin.
küçük moleküllerin giderilmesiyle oluşan polimer. condensing water: Yoğuşum suyu; egzoz buharları
condense: Çok yoğun; yoğun. 1) sıkıştırıp hacmini nın kondenserde deniz suyu tarafından soğutulması
küçülterek daha yoğun yapmak. 3) aynı ve farklı mo- ve yoğuşması sonucu elde edilen su.
leküllerdeki atomlarin birleşmesiyle yeni, karişık condensing water pump: Yoğuşturma veya soğutma
(kompleks) bir bileşik oluşturma (Atom veya atom suyu pompası; dolaşım, devri daim. serküleytin ve
lar için söylenir). ya sirkülasyon pompası isimleri de verilir.
condensed: Yoguşturulmuş; daha yoğun yapılmış. condition: i) koşul, şart, kayıt. 2) durum, vaziyet,
condensed milk: Sütün buharlaşabilen suyu çıkarılıp hal. 3) şart koşmak; koşul ileri sürmek.
şeker eklenerek yapılan tatlı, koyu bir süt; yoğun conditioned: 1) şartlı; koşullu; belirli bir koşulda. 2)
süt. koşullara konu; belirli koşullara bağlı. 3) belirli bir
condensed system: içersinde buhar bulunmayan sis koşulda; uygun bir duruma getirilmiş.
tem veya devre; yoğuşum devresi. conduct: 1) Fiz. iletmek, nakletmek veya geçirmek:
co n du cta n c e 117 Cong o re d
congruent: 1) Geom. aynı şekil veya ölçüye sahip bi layan, dövme çelikten yapılmış ve dairesel kesitli bir
ri diğerinin üzerine konulduğunda, tüm parçaları tü kol.
mü ile birbirine çakışan şekiller. 2) Mate, benzer sa connection: 1) birleştiren bir şey veya parça. 2) bir
yılar. leşmek veya birleştirilmiş; Kaplin; bağlantı; bağlayıcı
congruity: Geom. tam çakışma (iki veya daha fazla (union). 3) bağlantı veya ilişki. 4) Elekt. devre. 5) bir
şekli için söylenir). noktadan diğerine muhabereyi sağlayan (telefon,
conic: Geom. konik; konik kesit. telgraf vb. i için) hat.
conical: Koniye benzeyen veya koni şeklinde olan. connective: Bağlayan veya rapteden,
conical gear: Konik dişli. connector: 1) elektriksel ilişki sağlamak için, tel veya
conical head rivet: Konik başlı perçin; konik perçin. kablonun ucuna bağlanan, istenildiği zaman kolay
conical refraction: iki eksenli bir kristalde, uygun bir ca çıkarılabilen bir araç; klemens; bağlayıcı. 2) ra
dokunma açısı ile bir ışık ışınının içi boş bir koniye kor; ara parça.
aktarılması; konik şekilde kırılma. connexion: Bkz. connection ing.
conical rollere: Konik rulman; konik rulmanlardan conning tower: 1) suüstü savaş gemilerinin güvertele
oluşan dişli. rinde bulunan, gözetleme ve kontrol için kullanılan
conic projection: Dünya yüzeyinin bir koni yüzeyi zırhli kule; kule. 2) denizaltı gemilerinin giriş olarak
üzerine izdüşümü ve koni yüzeyinin açınımı ile oluş da kullanılan alçak, gözetleme kulesi.
turulan bir harita türü; konik izdüşüm; bu yüzey üze conoid: 1) koni şeklinde şey. 2) Geom. konik bir kesi
rinde enlem paralelleri iç içe ve aynı merkezli daire tin ekseni çevresinde dönmesiyle oluşan şekil; kono-
ve meridyenler eşit olarak belgelenmiş yarıçaplar it.
şeklinde görülürler. conoidal: Koni veya konoite benzeyen şekilde veya
conics: Geometrinin konik kesitlerle ilgilenen dalı. onlara ait. Conradson carbon value: Akaryakıtlar ısıtılıp buhar-
conic section: Geom. dik ve dairesel bir koninin bir laştırıldıktan sonra, uçucu maddeleri yakılarak geri
düzlem ile kesilmesi sonucu oluşan elips, parabol ye kalan yüzde türünden karbonumsu madde mikta
ve hiperbol gibi bir eğri. rı; bu değer ağır devirli, yüksek güçlü dizel motorla
conic sections: Geometrinin elips, parabol ve hiper rında en fazla % 4 ve yüksek devirli dize! motorların
bollerle ilgilenen dalı. da ise % 0,5 dolayındadır; Konradson Karbon değe
coniins: Bkz., conine. ri.
conin: Bkz, conine.
conine: Birleşmek; ünite oluşturmak; bağlanmak; bir Conradson coke value: Bkz. Conradson carbon va
leştirmek. lue.
conjoint: 1) birbirleriyle birleşmiş; birleşmiş; birleştiril conrod: Bkz. connecting rod.
miş. consequent: Mate, bir oranın ikinci terimi.
conjugate: 1) Mak. karşiliklı olarak birbirlerinin yerine conservation: 1) koruma; sakınım; kayıp; ziyan olma
geçebilen (iki nokta, doğru, miktar vb. i gibi). 2) vb. inden koruma. 2) ormanlar gibi doğal kaynakla
özellikle bir çift oluşturacak şekilde birbiri ile birle rın resmî bakım ve korunması. 3) resmî kontrol altın
şen. da olan orman, balıkçılık vb. i veya bunların bir par
conjunct: Birleşmiş; birleştirilmiş; birleşik; bağli. çası.
conjunction: 1) Astr. a) iki veya daha fazla sayıda conservation of energy: Enerjinin sakinimi. 1) enerji
gök cisminin görünür yaklaşması, b) aynı göksel yaratılamaz veya yok edilemez, ancak kısmen veya
boylamda olma durumu. 2) birbirine birleştirilmiş ya tamamen bir enerji türünden diğerine dönüşebilir.
da bağlanmış. 3) aynı anda oluşma veya vaki olma 2) yalıtılmış bir sistemin toplam enerjisi sabittir.
(olaylar için söylenir). conservation of matter, law of: Maddenin sakinimi
conjunction astronomical: Astronomik kavuşma; bir kanunu. 1) madde yaratılamaz veya yok edilemez.
gezegen veya gök cisminin dünya ve güneş ile bir 2) kimyasal bir tepkimede olaya giren maddelerin
hizada olduğu ve güneş gibi dünyanın aynı tarafın ağırlığı, oluşan ürünlerin ağırlıklarının toplamına eşit
da olduğu durum. tir.
connect: 1) bir şeyi diğerine bağlamak veya birbirleri conservation of momentum: Momentumun sakini
ne bağlamak ya da birleştirmek. 2) telefon ile bağ mi; birbiriyle çarpışan herhangi iki gövdenin, herhan
lantı teminini devre ite sağlamak; santral memuru ve gi bir yöndeki toplam momentumu, bu yönü etkileye
ya memuresinin sağladığı devre. 3) Elekt. bir devre cek dış bir kuvvet olmadıkça değişmez.
ye bağlamak. conservation of momentum, law of: Momentumun
connected: 1) birbirlerine bağlı; birleştirilmiş. 2) belir sakinimi kanunu. 1) momentum, enerji ve madde
li bir sırada birleştirilmiş. de olduğu gibi yaratılamaz veya yok edilemez, an
connecter: Bkz. connector. cak bir gövdeden diğerine aktarılabilir. 2) bir sistem
connecting-bolt: Bağlama cıvatası; bağlayıcı cıvata; de momentumlarin toplamı sabit olup, sistemdeki
tespit cıvatası. değişimlere bağlı değildir.
connecting-cable: Bağlama kablosu; ara kablo. conserve: Hasar, kayıp veya ziyan edilmeye karşı ko
connecting rod: 1) Mot, Pist. Buh. Mak. piston kolu; rumak veya muhafaza etmek.
biyel; Konnektin rod veya konrod; makinenin iki ve considerable: 1) önemli; dikkate değer. 2) çok veya
ya daha fazla hareketli parçasını birbirlerine bağla geniş.
yan kol; Mot. pistonla krank milini birbirine bağla consist: Oluşmak; meydana gelmek (belirli madde
yan, dövme çelikten yapılmış kol. 2) Gem. Mak. çap veya parçalardan); Su oksijen ve hidrojenden mey
raz muylu (kroshed) ile krank milini birbirlerine bağ dana gelmiştir gibi.
consistency 119 consumer
yanma.
consistency: 1) bir arada tutma durumu veya koşu constituent: 1) bir bütün oluşturmak için gerekli
lu; 2) bir sıvıda olduğu gibi yoğunluk, kesafet veya olan; bileşen. 2) gerekli parça veya eleman. 3) karış
koyuluk; kivamlilik. tırma işi yapıldıktan sonra karışımın bir parçası; bir
console: 1) raf, korniş vb. ini taşımak için kullanılan karışımın içinde bulunan ve o karışımı oluşturan
bayrak (braket); konsol; Süs için kullanılır. 2) döşe maddeler.
me üzerinde duran bir radyo veya fonograf kabini. constr.: Bkz. construction.
consolidate: Solit (katı), kuvvetli veya dayanıklı yap constrain: 1) zorlamak veya yakın sınırlar içinde tut
mak veya olmak. mak; tehdit etmek: sıkıştırmak. 2) zorlamak; zorunlu
consonance: Senkron olma; uygun olma; iki meka kılmak; mecbur etmek.
nizmanın paralel olması. constrained: 1) zorlanmış; mecbur edilmiş; sıkıştırıl
const. (Const.): Bkz. constant. mış. 2) doğal olmayan; yapmacık.
constant: 1) değişmeyen; aynı kalan, özellikle: a) ta constraining force: Bir cismi sabit durumda veya be
biatı, değeri vb. i bakımından düzgün kalan. 2) tüm lirli bir hareket durumunda tutan bir kuvvet.
zamanlarda süren ya da devam eden; sürekli ya da constrict: Bağlayarak, sıkıştırarak veya çektirerek,
devamlı. 3) değişmeyen herhangi bir şey. 4) Mate, özellikle bir yerinde daha küçük veya daha dar yap
Fiz, değişmeyen büyüklük ve etken; sabite; değiş mak; büzmek; daraltmak.
mez; karşıtı değişken Bkz. variable; C kısaltması ile construct: 1) sistematik olarak bir araya koymak; in
belirtilir. şa etmek, çatmak, kurmak veya tertiplemek (köprü,
constantan: Konstantan; % 60 bakır ve % 40 nikelden kuram, üçgen vb.). 2) sistematik olarak bir araya ge
oluşan bir alaşım; elektrikli ısıtıcıların dirençleri ve pi tirilmiş veya inşa edilmiş bir şey. 3) gerçeklerin sıra
rometre Bkz. pyrometer yapımında kullanılır. ile düzenlenmesi sonucu oluşan bir fikir veya sezgi.
constant entrople: Sabit entropi; adyabatik. 1) ısı construction: 1) bina etme işi veya işlemi. 2) inşa et
alış verişi olmaksızın veya sabi! ısıda durum değişikli me tarzı veya yöntemi. 3) bina edilmiş şey; yapı; bi
ği (S = C). 2) çift yanmalı çevrimde sıkıştırma ve na. 4) tanımlama veya izah. 5) bir cümle, satır vb. in
ge nişleme işlemleri (adyabatik sıkıştırma ve de sözcüklerin ilişki ve düzenlenmesi.
genişle me). 3) Karno Bkz. Carnot çevriminde iki constructional: Yapıya ait veya yapıda.
genişleme ve iki sıkıştırma işlemlerinden birer construction design: 1) makine veya motorun yapım
tanesi. 4) türlü kuramsal çevrimlerin sıkıştırma ve (imalât) plânı veya tasarımı. 2) makine ya da moto
genişleme işlemle ri. run imalât veya yapım özellikleri.
constantin: Bkz. constantan. construction machinery: Yol, bina vb. i yapımların
constantly: 1) daima; her zaman. 2) çok sık; müker da kullanılan makine; inşaat makinesi.
rer olarak. constructive: inşa etmeye yardım eden veya mukte
constant pitch propeller: Den. çalışma veya döndü dir; pozitif veya müsbet; yapıcı. 2) yapıya veya bina
rülmesi sırasında piçi değişmeyen pervane; sabit piç- etmeye ait; yapısal. 3) Huk. yasa! olarak kabul edi
li pervane. len.
constant pressure cycle: Sabit basınçlı çevrim; sabit constructor: Yapımcı; bir yapıyı yapan veya yöneten
basınç çevrimi; sabit basınçta yanmalı çevrim; diesel kişi; müteahhit; inşaat müteahhiti.
çevrimi; yanmanın sabit basınçta oluşturulduğu ku consult: istişare etmek; konsültasyon yapmak; baş
ramsal çevrim; hava ile püskürtmeli motorların ku vurmak; göz önünde tutmak.
ramsal çevrimi. consultant: 1) müşavere eden kişi. 2), doktor, avukat,
constant pressure process: Sabit basınç işlemi. 1) mühendis vb. i teknik bilgi veren kişi; müşavir; danış
hava ile püskürtmeli makinelerde yanmanın oluştu man.
rulduğu işlem (P=C); izobarik işlem veya proses. 2) consultation: 1) müşavere. 2) bir şeyi münakaşa et
kuramsal dizel çevrimindeki yanma. mek, karar vermek veya plânlamak için toplantı; da
constant pressure turbine: Sabit basınçlı türbin; nışma; müşavere; istişare.
özellikle kara tesislerinde elektrik enerjisi üretmek consulting: Özel durumlarda profesyonel veya teknik
amacıyla kullanılan buhar türbini. öğüt vermek için danışman olan ya da müşavirlik
constant-speed motor: Elekt. senkron motor veya kü eden.
çük slipli endüksiyon motoru ya da doğru akımın consulting engineer: Müşavir mühendis.
şönt motoru gibi, normal tuzlardaki işletmelerde hızı consumable: Sarfedilebilir; tüketilebilir eşya; tüketim
sabit veya pratik olarak sabit kalan motor; sabit hızlı malı.
motor. consume: 1) harcamak; israf edercesine sarfetmek
constant temperature process: Sabit sıcaklık işlemi. (zaman, enerji, para vb. i); israf etmek. 2) yangın gi
1) sıcaklık sabit tutularak genişleme veya sıkıştırma işlemi bi tahrip etmek. 3) aşıri şekilde yiyip bitirmek. 4) is
(T=C). 2) Karno çevriminin sabit sıcaklıktaki sıkıştırma raf etmek.
ve genişleme işlemleri. consumed: Tümü ile harcanmış; tümü ile bir başka
constant velocity diagram: Sabit hız diyagramı. şekle dönüştürülmüş.
constant volume cycle: Sabit hacim çevrimi; sabit consumedly: Aşırı ya da çok fazla olarak.
hacimde yanmalı çevrim; yanmanın sabit hacimde consumer: 1) bazı şeyleri tahrip eden, aşıri kullana
oluşturulduğu çevrim; benzin motorları veya karbüra rak bitiren veya ziyan eden kimse veya kişi. 2) Eko,
törlü makinelerin kuramsal teorik çevrimi. tüketici veya müstehlik; tüketen kimse. 3) elektrikli fı
constant volume process: Sabit hacim işlemi; izoko- rın, termosifon, buzdolabı, ampul vb. i elektrikli tüke
rik işlem. 1) İçt. Yan, Mak. yanma ve ısı atılışının sa tici.
bit hacimdeki işlemi. 2) kuramsal Otto çevrimindeki
consumer's goods L/Ü continued proportion
mek. 2) tutma kapasitesine sahip olmak. 3) eşit ya
consumer's goods: Eko. üretilen diğer eşya vb. lerln- da eşdeğer olmak. 4) özellikle artık bırakmaksızın
den daha çok halkın gereksinimine uygun yiyecek, bölünebilir olmak.
kumaş vb. i eşyalar; tüketim malları. container: 1) Den. çelik saçlardan yapılan, dikdört-
consumption: 1) tüketim; sarfiyat; harcam; bir şeyin gense! prizma şeklinde 20-30 ton arasında yük alabi
tahrip ve ziyan edilmesi veya bitirilmesi. 2) Eko. tüke len, limanlarda tır'lar tarafından taşınan büyük çelik
tim; tüketilen miktar. kutu; konteyner. 2) bazı şeyleri kapsamak veya içi
consumptive: 1) tüketme veya tüketme eğitimi; tah ne koymak için kullanılan kutu, kavanoz, sandık vb.
rip edici; savurgan; müsrif. 2) tüketim malları için ve i.
ya tüketim mallarına ait. container ship: Konteyner taşıyan gemi; kontoyner
consumption per hour: Mot. bir saatteki yakıt, yağla gemisi; Bkz. container.
ma yağı, hava vb. i sarfiyat ya da tüketim; kg/saat, contaminate: Kirletmek; pis yapmak; pisletmek; bu
g/saat türlerinden belirtilir. laştırmak.
consumption, specific: Özgül harcam, tüketim veya contaminated: Bulaşmış; gayet az radyoaktif cisimler
sarfiyat; bir beygirgücü veya kilovat türünden güç eklenerek radyoaktif yapılmış.
başına bir saatte tüketilen veya harcanan kg veya contaminated drainage system: Makineler, boru
grarn türünden yağ, yakıt, hava, buhar vb. i; kg/hp- devreleri veya diğer sistemlerden gelen yağ ve suyu
saat, kg/kw-saat vb. i birimlerle belirtilir. makine dairesindeki sintinelerden toplayan bir dev
consumption, specific air: fite, specific air con re; kirli drenaj sistemi.
sumption. contaminaied-oil settling tanks: Su veya diğer ya
consumption, specific fuel: Bkz. specific fuel con bancı maddelerle kirletilmiş fuel-oili dinlendirerek ya
sumption. bancı maddelerinden ayıran tanklar. Bkz. settling
consumption, specific oii: Bkz. specific oil con tanks.
sumption. contaminated oil tanks: Kirli yağ dinlendirme tankla
consumption, specific steam: Specific steam con rı; Bkz. contaminated-oil settling tanks.
sumption. contamination: 1) kirletilmiş; bulaştırılmış; yağlama
contact: 1) Elekt. a) bir devredeki iki iletken arasında yağının su, yakıt, metal parçacıkları, kurum, yanma
ki dokunma veya dokunma noktası; elektrik kontağı, asitleri tarafından kirletilmesi. 2) kirleten veya bulaştı
b) böyle bir bağlantı yapmak için kullanılan cihaz. ran şey; 3) kirlenme.
2) sarî hastalık bulaştırabilen kimse; portör. 3) bağ lantı contamination, oil: Bkz. oil contamination.
kurma; temas temin etme: Bir uçak pilotunun kontrol contamination, radioactive: Radyoaktif kirlenme; 1)
kulesi ile temas etmesi gibi. 4) Hava. hazır: Uçak istenilen bir maddenin, istenmeyen bir radyoaktif
motorunun çalıştırılabilmesi için her şeyin ha zır madde ile karışmış olması durumu. 2) insanlara za
olduğunu belirten sözcük. rar verecek, deneyleri bozacak vb. i şekilde radyoak
contact angle: Dokunma veya temas açısı. tif maddelerin kullanılması durumu. 3) Nük. Müh. bir
contact button: Elektrik düğmesi. reaktör soğutucusu içine kaçak olarak geçmiş radyo
contact flying: Alçaktan uçma; böylelikle pilotun göz aktif madde.
lediği arazi, akarsu, bina vb. i cisimlerle rotasını ta contamînative: Kirletme; kirletme eğilimi; kirletici.
yin edebilmesi. contaminator: Kirleten bir kişi veya şey; kirletici.
contact heater: Bkz. surface heater. content: 1) Çoğ. içindekiler; muhteva; istiap; hacim;
contact point bastard: Dikdörtgen kesitli, ince, çift sı kapsam; içerik. 2) ana madde veya anlamı. 3) Tut
ra dişli eğe; platinleri temizlemekte kullanılır. ma gücü; kapasite. 4) hacim veya yüzey. 5) kapsa
contactor: Elekt. bir çekirdek üzerine sarılmış bobini nan (belirli bir maddenin) miktarı; Dökme demir yük
olan ve bu bobinden akım geçirildiğinde, manyetik sek oranda karbon kapsar gibi.
kuvvetle bir ya da daha fazla kontak açıp kapayan conterminous: 1) bazı noktalarda genel bir sınıra sa
bir tür şalter; küçük bir akımla büyük akımların kon hip olan. 2) aynı sınır ya da limitlere sahip olan.
trolü için kullanılır. continually: 1) tekrar, tekrar. 2) her zaman; kesinti
contactor potential: iki farklı metal levhanın birbirine siz.
dokunması sonucu oluşan elektromotor kuvvet Bkz. continuance: 1) devam etme; devam; devamlılık ve
pyrometer. ya süreklilik.
contact point dresser: Benz. Mot. platin eğesi. continuation: 1) kesintisiz olarak sürme; devam et
contact point file: Benz. Mot. platin eğesi; meme yap me. 2) uzatma ya da temdit.
mış platinleri temizlemek için kullanılan özel bir eğe. continue: 1) devam etmek; sürmek; yürürlükte kal
contact point gap: Benz. Mor. platin aralığı, boşluğu mak. 2) belirli bir duruma dayanmak. 3) aynı yer ve
veya klerensi; yaklaşık 0,50-0,51 mm dolayındadır. ya durumda kalmak. 4) ısrar etmek. 5) bir kesilme
contact process: Önce kükürt trioksit yapımı ve son veya inkitadan sonra tekrar devam etmek. 6) kalma
ra onun konsantre (derişik) sülfürik asit tarafından ya neden olmak; muhafaza etmek, korumak; baki
emilmesi, dumanlı sülfürik asit elde edilmesi ve bu kalmak.
asit ile suyun tepkimesi sonucu sülfürik asit yapımı. continued fraction: Sürekli veya devamlı kesir; pay
contact screw: Benz. Mor. kontak vidası; platin vida dasının paydası ve onun da paydası şeklinde devam
sı. eden kesir.
contact socket: Elekt. duy. continued proportion: Her iki komşu terimleri arasın
contact spring: Benz. Mot. kontak yayı; platin yayı. da belirli bir oran bulunan üç ya da daha fazla sayı
contact welding: Bkz. gravity welding. ve büyüklükten oluşan bir dizi: 3, 6,12, 24 sayıları gi-
contain: 1) içine almak; kapsamak; ihtiva etmek; içer
continuity 121 contro l rod s
bi.
continuity: 1) sürekli olma durumu veya özelliği; sü doğru, diğeri sola doğru görünür; gemi daha iyi dü
reklilik; devamlılık. 2) sürekli bir dizi veya seri. 3) men dinler, ileri itiş veya srast çoğalır.
Rady, a) programın parçalarını birleştiren anonslar contrail: Hava. çok yüksekte uçarken jet uçaklarının
veya açıklamalar serisi, b) bir programın konuşmacı egzozlarının oluşturdukları beyaz ve giderek genişle
sının elindeki notlar. yen iz.
continuous: Aralıksız, sürekli veya devamlı. contra propeller: Kontra pervane; Bkz. contraguide
continuous carryover: Sürekli olarak makineye su rudder.
yürümesi; kazanlarda su parçacıklarının buharla bir contra-rotating propeller: Zıt dönüşlü pervane; birbi
likte, sürekli olarak pistonlu buhar makinesi ya da rine zıt yönde dönen iki pervaneden oluşan sistem;
buhar türbinlerine gitmesi olayı; sürekli su yürüme birinci pervane suyundan enerji sağlayarak dönen
si; kazan içinde, iç buhar borusu, kazan dışında bu ikinci pervane ile, tek pervaneli sisteme göre daha
har seperatörü gibi araçlarla giderilmeye çalışılır. yüksek verim sağlayan sistem.
continuous casting: Sürekli, devamlı veya kesintisiz contra rudder: Bkz. contraguide rudder.
döküm. contrast: iki madde, cisim, organizma veya radyas
continuous duty: Gerçek sabit bir yük ile sonsuz yon arasındaki farklılık durumu; zıtlık ya da tezat;
uzun bir süre için sağlanan operasyon veya işletme; karşıt
sürekli (devamlı) görev ya da hizmet. contrivance: 1) buluş; icat. 2) mekanik cihaz, buluş,
continuous horsepower: Sürekli (devamlı) beygirgü- plân vb. i gibi bir hüner ya da marifet.
cü; Mot. makinenin bir arıza oluşturmaksızın, egzoz contrive: 1) icat etmek;' plânlamak. 2) icat yapmak;
da duman görülmeksizin ve türlü sıcaklıklarında bir tasarım yapmak; imal etmek. 3) bir yol aramak. 4)
değişim olmaksızın sürekli olarak üretebildiği güç; bir icat yapmak; plânlar oluşturmak.
hp ve kW türlerinden CHP ve Nb kısaltmaları ile belir control: 1) control etmek; denetlemek. 2) ayarlamak
tilir. veya ayar etmek (malî olaylar vb. i). 3) standart ve
continuously: Sürekli veya devamlı olarak; bir işle ya diğer deneylerle kıyaslayarak doğruluğunu kanıt
min veya olaylar dizisinin kesilmeksizin sürmesi ve lamak, 4) idare etmek; hakim olmak; yönetmek. 5)
ya devam etmesi. Çoğ. bir mekanizmayı ayarlamak için kullanılan bir
continuous mixer: Sürekli çalışan karıştırıcı veya mik cihaz; kontrol cihazı.
ser. control desk: Kumanda veya komuta masası.
continuous operation: Sürekli, aralıksız veya devam control grid: Kontrol ızgarası veya gridi; termiyonik
lı işletme (operasyon), valftaki bir ızgara; katot ile anot arasındaki elektron
continuous spectrum: Sürekli veya kesintisiz tayf; kanalını kontrol eder.
renklerin görülebilir alanda sürekli olarak kırmızıdan control handle: Kontrol kolu; kumanda kolu; dizel
turuncu, sarı, yeşil, mavi ve lacivertten sonra dönüş motorlarının çalıştırılmasın; sağlayan kol; kontrol ko
tüğü tayf. lu; gaz kolu.
continuous survey: Sürekli veya devamlı survey; ge control knob: Elektrikli cihazların kontrol veya ayar
mi klâs müesseselerinin dört yıllık sürveyin yerine düğmesi.
geçmek üzere, bu dört yıl içinde parça parça yapa controllability: Kontrol edilebilir olma durumu veya
rak tamamladıklari ve zaman kazandıkları survey. özelliği.
contort: Burma, eğme vb. i ile şeklini bozmak; tahrif controllable: Kontrol edilebilir; denetlenebilir; ayar
etmek. edilebilir.
contour pen: Harita çiziminde kullanılan bir tür ka contrallable pitch propeller: Gem. Mak. piçi kontrol
lem; çini mürekkebi ile kullanılır. edilebilir pervane; hidrolik olarak pervane kanatları
contr.: Bkz. 1) control. 2) controller. nın durumunun değiştirildiği bir sistem; mükemmel
contra-: Karşı anlamında bir önek. manevra ve makinenin herhangi bir devir sayısında
contract: 1) bir şey yapmak için iki veya daha fazla ki maksimum çekiş sağlayan bir sistem.
şi arasındaki bir anlaşma; kontrat; mukavele. 2) ço controlled circulation: Bkz. forced circulation.
ğu zaman yazılı olan ve kanun ile yürütülen anlaş controlled combustion: Kontrollü yanma; çift yanma
ma. 3) anlaşma terimlerini kapsayan belge ya da do lı çevrime göre çalışan modern dizel motorlarında
küman. 4) ölçüsü küçülmek; daralmak; çekmek: So yanmanın ikinci kademesi; yavaş yanma; Bkz. slow
ğuk metalleri daraltır, gibi. 5) daralmak; çekmek. pressure rise.
contracted: 1) ölçüsü küçülmüş; çekmiş; daralmış; kı- control mechanism: Kumanda tertibatı; kontrol meka
salmış. 2) dar görüşlü; liberal olmayan. nizması veya donanımı.
contraction: Küçülme; daralma; büzülme; çekme. controller: 1) kontroller; bir makinenin hız, güç vb.
contractive: 1) çekme kuvvetine sahip olan. 2) çek ini kontrol etmek için kullanılan bir cihaz veya cihaz
me (büzülme) üretme ya da üretme eğiliminde olan. lar grubu. 2) kontrol eden veya denetleyen kimse;
3) büzülme ile ilgili. denetleyici. 3) kumanda cihazı. 4) otomatik kuman
contract trials: Den. yeni yapılmış bir gemi için kon da veya ayar mekanizması.
trat veya mukavele seyiri veya seferi; kontrat dene control rack: Kontrol kolu; rak kolu; Diz. Mot. yüksek
mesi veya tecrübesi. basınç pompalarında kullanılan ve makinenin yükü
contraflexure: Aksi yön ya da istikamette büzülme. ne göre silindirlere püskürtülen yakıt miktarını düzen
contraguide rudder: Kontra dümen; parçaları perva leyen kol; kremayer dişlili kol.
ne göbeğine göre zıt yönlerde olan dümen; tam geri control rheostat: Kontrol reostası; kontrol direnci ve
den bakıldığında dümen parçalarından biri sağa ya rezistansı.
control rods: Nük. Ener. kontrol çubukları; fizyon sıra-
con t ro l sleev e 122 conve x o -concave
yüzünden daha büyük derecede eğri olan ve bunun mek için kullanılan bir terim. 2) soğutucuların borula
sonucu en kalın yeri orta kısmı olan bir merceği be rı içinden geçirilen bir sıvı, çoğunlukla deniz suyu.
lirtir. 3) soğutma sistemlerinde kullanılan CO2 , freon,
convexo-plane: Bkz. plano-convex. amonyak vb. i maddeler. 4) motorların silindir ceket
convey; 1) bir yerden diğer bir yere almak, naklet lerinde dolaştırılan su vb. i.
mek veya taşımak. 2) İki kanal veya madde gibi hiz cooling air: Soğutma havası. 1) motorların radyatör
met vermek; iletmek. 3) bir özellik veya bir özel un peteklerinden geçirilerek ceket suyunu soğutan ha
vanı birinden diğerine (kişiye) aktarmak veya trans va. 2) küçük güçlü motorların soğutulmasında kulla
fer etmek. nılan ve bir fan ile sağlanan hava. 3) aşırı doldurucu
conveyance: 1) nakliyat; taşıma; iletme. 2) taşıma ci nun (superşarjerin) gaz türbinini soğutan hava.
hazı, özellikte bîr taşıt aracı. cooling coil; Mak. içersinden soğutucu sıvı geçirilen
conveyer (conveyor): Taşıyan bir kişi veya şey; özel borulardan oluşan kangal; soğutma kangalı.
likle sürekli bir zincir veya kayış ile bazı şeyleri, bir cooling fins: Mot hava ite soğutmalı makinelerde in
yerden diğer bir yere taşıyan mekanik bir cihaz; kon- ce ve geniş soğutma yüzeyleri, soğutma yüzeyleri
veyör. veya finleri; bir vantilatörün sağladığı hava ile soğu
conveyer belt: Bant, taşıyıcı kayış; sonsuz kayış; tulur.
Bkz. conveyer. cooling load: Soğutma yükü;
conveying: Taşıma. cooling medium: Soğutucu madde; soğutma madde
convolute: Bükülmüş; kıvrılmış; helezonî; bobin veya si; Bkz. coolant.
helezon haline getirilmiş; etrafına sarmak; bobin. cooling oil: Soğutma yağı; soğutucu yağ; yüksek
convoluted: Bobin şekline getirilmiş; bükülmüş; kıvrıl güçlü bazı dizel motoru pistonlarının soğutulmasın
mış; helezon yapılmış. da kullanılan yağ; motorların yataklarında da kullanı
convolve: Birlikte bükülmek, sarılmak, bobin haline lan yağlama yağı.
gelmek; birlikte dönmek; birbirine sarmak. cooling pond: Bkz. cooling tower.
convoy: 1) konvoy. 2) gemiler veya ordulardaki gibi cooling radiator: Soğutma radyatörü; kara taşıt araç
bîr koruyucu olarak refakat veya eskort. 3) refakat ları ve bazı gemi dizel motorlarının silindir ceketleri
edilen gemi, ordu vb. i. ve silindir kapaklarında dolaşarak ısınan suyun hava
cookhouse; Gemi kuzinesi gibi, yemek pişirmek için ile soğutulduğu eşanjör veya ısı alıp veren cihaz.
kullanılan bir yer. cooling, radiator: Radyatörlü soğutma; silindir ceket
cookstove: Yemek pişirmek için soba; kuzine veya leri ve kapaklarında dolaştırılarak ısınan suyun soğu
ocak. tulduğu bir kapalı devre soğutma sistemi.
cool: 1) mutedil veya ılımlı soğuk; ne ılık ve ne de cooling surface: Soğutma yüzeyi; soğutucu yüzey.
çok soğuk olan; serin. 2) mavi yeşil ve gri renkler; t) soğutucu ve kondenserlerde soğutma suyunun
serin renkler. 3) serin yer, şey, parça vb. I. 4) serin yaladığı yüzey; boruların dış yüzeyleri. 2) yağ, su ve
olmak; serinletmek. buhar soğutma yüzeyleri.
coolant: 1) soğutma ve soğuk hava sistemlerinde kul cooling system: Soğutma sistemi. 1) Mot. soğutma
lanılan türlü freon, amonyak, etil ve metil klorür vb. i amacıyla yararlanılan devre veya sistem: Açık Bkz.
kimyasal maddeler; soğutucu. 2) kapalı soğutucula open system, kapalı Bkz. closed system, omurga
rın, genellikle borularının içinden geçirilen deniz su Bkz. keel system sistemleri olmak üzere üçe ayrılır
yu ya da tatlı su. 3) vantilatör veya fanların motorlar, lar. 2) kondenserlerde egzoz buharını soğutarak yo-
elektrik makineleri vb. terini soğutmak için sağladık ğuşturmak amacıyla kullanılan sistem.
ları hava. 4) nükleer reaktörlerde kullanılan difenil cooling system, closed: Bkz. closed cooling sy
terfenil, su, ağır su, sıvı metal veya türlü gaz halinde stem.
ki soğutuculardan herhangi biri. 5) genişleme ve bu cooling system, open: Bkz. open cooling system.
harlaşma sırasında ısı emen madde. cooling tower: Soğutma kulesi. 1) kara enerji tesisle
coolant losses: 1) Mot. soğutucu kayıpları; soğutma rinde kullanılan dizel motorlarından çıkan sıcak su
suyu tarafından götürülerek hava ya da deniz suyu yun soğutulduğu kule; kara tesislerinde kullanılan
na aktarılan ısının oluşturduğu kayıplar. 2) kondan- ve bazan atmosferik ve bazan da mekanik türde ya
sörlerde soğutucu deniz suyuna aktarılan ısının oluş pılırlar; makineden gelen sıcak su kulenin saçakların
turduğu kayıplar. dan aşağıya doğru akarken, atmosferik hava tarafın
cooler: Gem. Mak. kuler; soğutucu. 1) enerji kuruluş dan soğutulur.
larında görev yaparak ısınan yağ, su ve havayı soğu cooling water: Soğutma suyu. 1) Mot. silindir ceketle
tan ve belirli sıcaklığa indiren eşanjör ya da ısı alıp ri ve silindir kapaklarında dolaştırılarak soğutma gö
veren cihaz. 2) Arg. hapishane. revi yapan deniz suyu, tatlı su veya damıtık su. 2)
cooler, air: Bkz air cooler. Büyük güçlü motorların enjektörleri, pistonları ve eg
cooler capacity: Soğutucu (kuler) kapasitesi; bir so zoz supaplarını soğutan, çoğu zaman tatlı su veya
ğutucunun bir saatte giderdiği ısı miktarı. damıtık su. 3) soğutucularda yağ, tatlı su, hava vb.
cooler, oil: Bkz. oil cooler. ini soğutan deniz suyu.
cooler, water: Bkz. water cooler. cooling water jacket: Bkz. cylinder jacket.
cooling: Serinletme veya soğutma. 1) Nük. Enerj, a) coolish: Bir dereceye kadar serin.
bir cismin, radyoaktif bozunma sonucunda radyoak coon's age: Sonsuz uzun zaman periyodu (süreci),
tivitesinin azalmasını belirten bir terim, b) radyoakti cooper: Varil ya da fıçı yapan ya da onaran kişi; fıçı
vitesi yüksek bir cismin, radyoaktivitesi istenilen dü (varil) yapmak ya da onarmak.
zeye düşünceye dek bir kenara bırakılmasını belirt cooperage: 1) fıçı (varil) yapımevi. 2) fıçı veya varil
cooperate 124 core plug
mı ve boyacılıkta kullanılan yeşil, kristalli bir bileşik.
yapım işi. 3) böyle bir işin ücreti copper gasket: Mot. silindir kapağı ile blok arasına
cooperate: 1) belirli bir amaç için bir diğeri veya di konulan conta; bakır conta.
ğerleriyle birlikle çalışmak; işbirliği yapmak. 2) üre copper joint: Bakır conta; Bkz. copper gasket.
timde gayretleri birleştirmek, copper losses: Elekt. bakır kayıpları; bir bobinde iç
cooperation: 1) işbirliği; efor ve çalışma birliği. direnci nedeniyle oluşan ve ısı şeklinde açığa çıkan
cooperative fuel research engine: C.F.R. Makinesi; ısı kayıpları; elektrik makineleri, transformatör vb. i
herhangi bir sıvı yakıtın setan sayısını saptamak cihazların kayıplarını belirtmek için kullanılır.
amacıyla kullanılan tek silindirli, değişken kompres- copper nail: Bakırdan yapılan çivi; bakır çivi. copper-
yon oranlı bir deney makinesi; hem dizel ve hem de nickel: Bkz. cupronickel.
benzin motoru gibi çalıştırılabilir. copper packings: Bkz. copper gasket.
coordinal (coordinal): 1) aynı sıra veya diziye ait. 2) copperplate: 1) baskı için kullanılan, bakırdan yapıl
Mate, bir nokta, çizgi veya düzlemin durumunu ta mış levha şeklinde bir tür klişe. 2) bunun yardımı ile
nımlamak için kullanılan iki veya daha fazla sayıda yapılan baskı.
bir sistemin herhangi bir niceliği; koordinat. 3) koor copper pyrites: Bakır demir sülfür, CuFeS2.
dinat yapmak. 4) belirti bir sıraya getirmek; ayarla halkopirit; bakır piritler.
mak. coppersmith: Bakırdan mutfak eşyası ve benzeri şey
coordinate: Koordinat. leri yapmak için çalışan kişi; bakırcı veya bakır ya
coordinate: Eşgüdüm sağlamak. pımcısı.
coordination: Koordinasyon; düzenleme; tanzim et copper sulfate: Mavi renkli, kristalli bir madde, Cu-
me; eşgüdüm. SO4.5H2O; ısıtıldığı zaman toz haline gelir ve beyaz
coordinator:. Koordinatör. renge dönüşür; bakır sülfat; mavi vitriol; elektrik ba
Cop.: Bkz. Copernican. taryası, mikrop öldürücü ve boya maddesi olarak
cop.: Bkz. 1) copper. 2) copyrighted. kullanılır.
copaiba: Bot, Güney Amerika'nın belirli bitkilerinden copper washer: Bakırdan yapılmış pul; bakır rondela.
elde edilen ve,tıpta kullanılan kokulu bir sakız (reçi coppery: 1) bakır kapsayan. 2) rengi bakımından ba
ne). kıra benzeyen.
copa!: Bot. türlü tropik ağaçlardan elde edilen ve ver coprocessor: Bilgisay. yardımcı işlemci.
nik yapımında kullanılan sert bir reçine. coracle: Hasır veya ağaç vb. inden su geçirmez mad
copalm: 1) Bol. tatlı sakız ağacından elde edilen ko de ile kaplanmış boyu kısa, fakat geniş bir bot; padıl-
kulu, sarımsı renkli aromatik bir reçine. 2) bu reçine bot.
yi veren ağaç. corbel: Dirsek; boru desteği,
cord: 1) kalın ip veya ince halat; kaytan; sicim. 2) ya
cope: Döküm kalıbı veya döküm kutusunun üst kıs
mı.
3 3
Copernican: Kopernik veya onun astronomi sistemi. kıt olarak kesilen ağaçlar için 128 ft 'lük (3,63 m )
Copernican system: Kopernik sistemi; gezegenlerin bir ölçü birimi. 3) Elekt, fiş ya da fişlere bağlanan kü
güneş çevresinde döndükleri Kopernik kuramı; mo çük, yalıtılmış esnek bir kablo. 4) ip ya da sicimle
dern astronominin temeli (esası). bağlamak veya birleştirmek.
copier: 1) kopya yapan kimse. 2) fotokopi makinesi, cord-drawing indicator: Diz.. Mot. ipli endikatör (endi-
copilot: Yardımcı pilot; uçaklarda kaptan pilota yar keyter) cihazı; ağır ve orta devirli makinelerden p-V
dım eden pilot. diyagramı almak için kullanılan bir cihaz.
coping saw: U harfi şeklinde, çerçevesinde dar bir bı cordage: 1) ip ve halatların tümü, özellikle bir gemi
çağı olan testere; oyma testeresi. nin armasını oluşturan ip veya halatlar, 2) belirli bir
3
copîus: Bol; çok bol. alanda 128 ft türünden Bkz, cord ölçülen odun mik
coplanar: Mate, aynı düzlemde (şekiller için söyle tarı.
nir). corded: 1) iplerle bağlanmış veya düğümlü. 2) ipler
copolymer: Kimy. vinil klorür-vinil asetat kopolimer ör veya sicimlerden yapılmış.
neğinde olduğu gibi, iki veya daha fazla monomer cordierite: Mavimsi veya menekşe renkli, kristal yapı
kullanılarak oluşturulan. lı bir mineral; alüminyum, demir ve magnezyum sili
copolymerization: Kopolimerizasyon; kopolimerlerin katı; mücevher olarak kullanılır; iolite adı da verilir.
oluştuğu işlem. cordite: Nitrogliserin, pamuk barutu, petrol jölesi ve
copolimerize: Kopolimerizasyona konu olma veya ko aseton kapsayan dumansız bir patlayıcı.
core: 1) Elekt. bir bobinin içine yerleştirilen ve dış
polimerizasyon oluşturma.
manyetik alanı kuvvetlendirmek görevi yapan ferro-
copper: 1) kırmızımsı kahverengi, dövülebilir, hadde
manyetik (yumuşak demir) malzeme Kütlesi; çekir
den çekilebilir metalik bir element; elektrik ve ısıyı
dek; göbek: Transformatör, endüksiyon bobini, zil,
çok iyi bir biçimde iletir; Simg. Cu; at.ağ. 63,54;
konjonktör vb. i parçalarda kullanılır. 2) herhangi bir
at.no. 29. 2) bu metalden yapılan şeyler. 3) bakır ve
şeyin merkezî veya en içteki parçası, 3) dökümcülük
ya bronzdan yapılmış madenî para. 4) çoğu zaman te maça veya maça parçası. 4) bir reaktörde fissil
demirden yapılan büyük kap veya kazan. 5) bakır maddeyi kapsayan bölge. 5) bir reaktörde yakıt ve
rengi; kırmızımsı kahverengi. ya moderatörle yakıtın tümü.
copper: 1) bakırla kaplamak. 2) bakır rengi vermek. core hole: Dök. maça kumunu çıkarma deliği,
copper alloys: Bakır alaşımları; bakır metalinin diğer core loss: Elekt. göbek kaybı; transformatörün man
metallerle yaptığı bronz, pirinç vb, i alaşımları veya yetik devresinde histerizis ve edi akımı kayıplarından
halitaları.
oluşan kayıp: Pc = Ph + Pe (watt).
copperas: Demir sülfat, FeSO 4 .7H 2 0; mürekkep yapı core plug: Mot. egzoz valf hücrelerinde bulunan 'pi-
cor e san d 125 corrosi o n fatigu e
kreynlerin ücreti; kreyn ücreti. ne); karterden emişli (motor); Gem. Mak. krankkeys
crane: 1) ağır parçaları hareket ettirmek veya kaldır kompresyonlu (motor); iki zamanlı, küçük güçlü mo
mak için kullanılan türlü makinelerden herhangi biri; torlarda kartere emilerek orada piston tarafından sı
vinç; kreyn; macuna. 2) vinç ile kaldırmak. kıştırılan hava ile silindirlerin süpürülmesi (işlemi).
crane hook: Den. kreyn kancası; yük sapanının bağ crankcase subbase: Bkz. bedplate.
landığı kanca. crankcase ventilation: Karterin havalandırılması; olu
crank: 1) bir makinenin mili ya da şaftına dik açıda şabilecek basınç yükselmesi sonucu karterde patla
bağlı olan ve hareket iletmek için kullanılan bir kı maya ve yüksek yoğunluktaki yanmamış karbonlu
sım; krank. 2) Mot. iki krankkolu ile krankpinden olu hidrojenlerin yağlama yağını kirletmesine engel ol
şan, krank mili parçası; krank. 3) krank şeklinde mak amacıyla gazların atmosfere kaçırılması (işle
oluşmak. 4) bir krankla sağlamak. 5) bir krank ile iş mi).
letmek veya çalıştırmak. crank cheeks: Bkz. crank webbs.
crank angle: Mot. krank açısı; supapların açılıp ka crank circle: Krank dairesi; Mot. krankpinin karterde
pandıkları noktaları, yakıt püskürtme ve ilk hareket dönüşü sırasında havada oluşturduğu düşsel veya
zamanlarını ölü noktalara göre belirten açı. hayan daire; üzerine, ölü noktalara göre supapların
crank arm: Krank kolu; Bkz. crank webb. açma kapama, yakıt püskürtme, portların açılıp ka
crank arrangements: 1) krank dizilişleri; bir krank mi panması vb. i noktalar eklenerek zaman veya tay-
li üzerindeki krankların, aralarında belirli bir açı oluş ming diyagramı oluşturulur; bu dairenin çapı piston
turacak şekilde dizilişleri. 2) kranklar arasındaki açı strokuna eşittir.
farkı dört zamanlı makinelerde 720 ve iki zamanlı crank gear: Krank donanımı; krankpin, krank kolları,
motorlarda ise 360 silindir sayısına bölünerek bulu krank jurnal ve ana (palamar) yataklardan oluşan kı
nur. 3) Pist. Buh. Mak. iki genişlemeli makinelerde sım; krank mili üzerinde silindir sayısına eş sayıda
180 derece, üç genişlemeli makinelerde 120 derece krank bulunur.
veya 90 derece ve dört genişlemen makinelerde ise cranking: Motorları bir kol yardımıyla ve elle çevire
90 derecedir. rek çalıştırma veya ilk hareket.
crank capstan: Krank kollarıyla hareket ettirilen bo cranking motor: ilk hareket motoru; marş motoru;
curgat veya ırgat; bocurgat çubuklarının kullanılması elektrik enerjisi, basınçlı yağ veya basınçlı hava ile
nın yasaklandığı yerlerde kullanılır; ırgat kafası dön çalıştırılan marş motoru.
mez, güç kranklar ve ırgat kafasındaki konik dişliler cranking motor solenoid: Marş motoru bobini; marş
yardımıyla uygulanır. otomatiği; solenoit bobin.
crankcase: Mot. krank milini çevreleyen ve atmosfere cranking motor switch: Mot, marş düğmesi; marş bu-
karşı sızdırmaz yapan metal mahfaza veya keys; tonu.
Gem. Mak. krankkeys veya üst karter; buhar makine crank Journal: Gem. Mak. krank jurnali; krank milinin
lerinde aynı görevi yapan kısım. ana yataklar veya palamar yatakları içinde dönen
crankcase breather: Diz, Mot. karter havalandırıcısı; kısmı ya da bölümü.
karterde basınç yükselişi oluştuğu zaman, onu at crankpin: Krankpin; krank muylusu; krank kollarını
mosfere kaçıran çek valflı bir basınç firar sistemi. birbirine bağlayan kol ya da pin; biyel veya piston
crankcase compression: Karterden sıkıştırman maki kolunun alt ucundaki yatağın bağlandığı kısım.
ne ya da motor Bkz. crankcase scavenging; karte crankpin bearing: Krankpin yatağı; kol yatağı; biyel
linde atmosfer basıncından biraz daha yüksek ba ya da piston kolunun ait veya büyük tarafındaki ya
sınçlı (1,15-1,55 bar) hava veya hava-yakıt karışımı tak; biyelin krank miline bağlanmasını sağlar.
sağlanan dizel veya benzin motoru. crankpin bearing bolts: Krankpin yatak cıvataları;
crankcase doors: Mot. krankkeys'ya da üst karter ka kol yatağını krankpin çevresinde dairesel olarak tu
pakları; karter üzerinde bulunan sızdırmaz kapaklar; tan iki veya dört tane cıvata; genel olarak taçlı so
makinelerin bakım ve onarımları, yatakların denetlen munlarla sıkıca vira edilirler.
meleri için kullanılırlar; üzerlerinde karter patlaması crankpin box: Bkz. crankpin bearing.
na karşı kullanılan yaylı güvenlik (emniyet veya rilif) crankpit: Krank çukuru; krankpit; Mot, alt karterde,
valfları bulunur. kranklar altında bulunan ve yağlama yağının birikme
crankcase dilution: Mot. alt karterdeki yağın soğut sini sağlayan çukurlardan biri; krankpin yatağının alt
ma ceketi, silindir kapağı, soğutulan piston kafaları papucunun çarpmasıyla yağ çevreye savrularak yağ
vb. i yerlerden gelen su tarafından kirletilmesi. sisi oluşturur; yağ sisi öncelikle silindir duvarları ol
crankcase exhauster: Bkz. crankcase exhauster mak üzere bir çok yeri yağlar.
fan. crank radius: Krank yarıçapı; krank dairesi yarıçapı;
crankcase explosion: Karter patlaması; krankkeys in- krank dönerken havada çizdiği düşsel dairenin yarı
filâki; karterde oluşan yağ buharının tutuşarak patla çapı; piston kursu veya strokunun yarısına eşittir.
ması olayı. crankshaft: 1) Krank mili; krankşaft; üzerinde krank
crankcase oil: Karter yağı; makine yağı; Diz. Mot. kolları, jurnaller ve krankpinler (krank muyluları) bu
tüm yataklarda, çoğu zaman silindir yağlanması ve lunan, dövme çelikten yapılmış mil. 2) silindir içinde
bazan piston kafalarının soğutulmasında kullanılan çalışan pistonların işi aktardıkları pervane, jeneratör,
yağ. pompa vb. ini çalıştıran mil ya da şaft.
crankcase exhauster fan: Karter veya krankkeysin crankshaft balance: Krankşaft (krank mili) balansı ve
havalandırılması, karterdeki basıncın düşürülmesi ve ya dengesi: a) krankşaftın ağırlık merkezi ile merkez
dolayısıyla karter patlamasını önlemek için kullanı hattının çalıştırılması; statik denge, b) krankşaft kuv
lan fan. vetler çiftlerinin tümü ile dengelenmesi; dinamik ba
crankcase scavenging: Karterden süpürmen (maki lans.
Teknik Sözlük - F. 9
crank s ha f t b eari n g 130 creso l
cresol, p-: Sıv. Yük. p-kresol; p-kresilik asit; 4-metil fe critical angle: Opt. ışık ışınlarını tümü ile yansıtan,
nol; ışıkta rengi koyulaşan, renksiz, kristalli, tatlı ko mümkün olan en küçük geliş açısı.
kulu, sıvı olarak insan sağlığı için tehlikeli, nem emi critical compression ratio: Bkz. compression ratio,
ci, fenol ailesinden bir bileşik; Simg.CH 3 C6 H4 OH; critical.
15,5°C'de öz. ağ. 1,038; k.n. 202°C (yaklaşık); d.n. critical constants: Kritik değişmez veya sabiteler;
34°C; 40°C'de visk. yaklaşık 50 saniye Redwood; ge bunlar: Kritik sıcaklık (T c ), kritik basınç (P c ), kritik
milerde ısıtılarak ve atmosfer basıncında taşınır. yoğunluk (7 ) ve molar kritik volümdür; bunlar her
cresset: Yağ, odun vb. i yakma için kullanılan metal hangi bir gaz için değişmezdirler.
bir kap; kandil veya meşale. critical density: kritik yoğunluk (kesafet); bir gazın
crest: 1) herhangi bir şeyin tepesi veya bir hat ya da kritik sıcaklık ve basincindaki yoğunluğu; oksijen
alanın tepesi boyunca; bir dalganın tepesi veya zir için Tc = 154,2 K-3 ve pc = 49,7 atm kritik yoğunluğu
vesi; bir dağın tepesi veya doruğu. 2) tepesinde 7C = 0,430 kgm
uzanmak, 3) zirve şeklini almak (dalga gibi). 4) üs critical excess air coefficient: Diz. Mot. kritik fazla
tünden aşmak (dalga, tepe vb.). hava katsayısı; yakıtın yakılabilmesi için dizel motor
cresylic: Krezol veya kreozota ait veya onlardan, larının silindirlerine verilebilecek en düşük fazla ha
cresylic acid: Sıv. Yük. kresilik asit; renksiz ya da ko va katsayısı.
yu kahverengine kadar değişen renklerde, keskin ve critical frequency: Elekt. kritik frekans; alternatif akı
dezenfektan kokulu, sıvı ve gaz halinde iken insan mın yüksek frekanslarla alçak frekansların aynlma-
sağlığı için zararlı, nem emmeyen, fenol ailesinden sındaki frekansı; eğer bir devredeki kapasitör C ve
bir bileşik; 15,5°/15,5°C'de 1,010-1,055 k.n. direnç R ise kritik frekans : f = 1/2itCR formülünden
190-240°C; d.n. genellikle 0°C'nin altında (bazan bulunur.
30°C'den düşük); 20°C'nin altında visk. yaklaşık 20 critical isothermal: Kritik sabit sıcaklık; kritik sıcaklı
cks; gemilerde çevre sıcaklığı ve atmosfer basıncın ğında bulunan bir gazın basınç ve hacmi ile ilişkili
da taşınır; bazı karışımlarının ısıtılması gerekebilir. sabit sıcaklık (izotermal).
crevice: Yarık; rahne. critical load: Makinenin maksimum yükü veya devri
crew: 1) gemi zabitleri ve kaptan dışında kalan gemi- (rpm).
adamlarının tümü; tayfa; mürettebat. 2) gemi, uçak critical mass: Kritik kütle; bir reaktörde zincirleme tep
vb. i yerlerde, özellikle bir liderin yönetiminde birlik kimeyi kendiliğinden oluşturacak yeterli miktardaki
te çalışan bir grup insan; personel. 3) bir gemi veya fizyon maddesinin kütlesi.
uçakta çalışan insanların tümü. 4) çoğu zaman se critical point: Kritik nokta. 1) su buharı için yapılmış
kiz kişiden oluşan kürek ekibi veya timi. entalpi-entropı (hs) ve sıcaklık-entropi (TS), diyag
crew gangways: Den. tankerlerde kıç taraftan başa ramlarının kritik noktası; basıncı 221,2 bar (225 at)
doğru güverte üzerinde uzanan dar köprü; kedi köp ve sıcaklığı 374,15°C olan nokta; bu noktada su, sıvı
rüsü. ısısı almaksızın buharlaşır. 2) bir gazın kritik basınç
crew's quarter: Dan. mürettebat veya tayfa salonu; ve sıcaklıkta bulunduğu nokta.
gemilerde mürettebatın vardiya dışında veya liman critical pressure: Kritik basınç. 1) su buharı için TS
larda oturduğu, oyun oynayıp yemek yediği yer ya ve hs diyagramlarında kritik noktanın Bkz. critical
da salon. point basıncı: 221,2 bar (225 at); Pcr kısaltması ile
crew space: Den. mürettebat yatakhanesi, tuvalet, belirtilir. 2) kritik sıcaklığında bulunan bir gazın sıvı
banyo vb. inin bulunduğu yer. laşması için ancak yeterli basınç.
crib: 1) maden ocaklarında olduğu gibi, taşımak ve critical pressure ratio: Buh. Türb, bir nozul (meme)
kuvvetlendirmek için ağaç veya metal çubuklardan ya da kapalı bir kanaldan geçen buharın çıkış basın
yapılmış çerçeve; maden direği; çerçeve; kasa. 2) cının giriş basıncına oranı; kritik basınç oranı.
hububat, tuz vb. I depolamak için kullanılan ağaç ka critical range: 1) kritik bölge; allotropik değişmenin
sa veya ambar. görüldüğü sıcaklık bölgesi. 2) metalin bir fazdan di
crick: Ufak bocurgat; kriko. ğer bir faza atladığı geçici kademe, aşama veya ba
crimp: Buh. Kaza. boruların çapını küçültmek veya samak.
azaltmak. critical speed: Mak. kritik hız; iyi dengelenmemiş de
crimping: Buh. Kaza. değiştirilmesi gereken boruyu vir hareketli mil ve kütlelerde, hem teker ve hem de
yerinden çıkarmaya hazırlamak için çapını küçült şaftın ağırlık merkezi şaftın ekseninde olmadığı za
me; çoğu zaman çap küçültme aleti Bkz. crimping man oluşan ağır titreşim; devir hareketli, eksenel ha
tool ile yapılır. reketli makinelerde belirli bir devir sayısında oluşur.
crimping too!: Mak. çap küçültme (kazan borusu critical shearing stress: Kritik kesme gerilmesi.
vb.) aracı veya aleti; boru kıvırma makinesi. critical state: Kritik durum; bir maddenin sıvı durumu
crit: Bkz. critical. ile buhar durumunun eşit yoğunlukta olduğu hâl.
criteria: Ölçütler; kriterler; Bkz. criterion. critical stress: Kritik gerilme; maksimum gerilme; sı
criterion: Kriter; miyar veya ölçüt; mihenk. nır gerilme.
critical: 1) kritik; tehlikeli veya riskli. 2) Mate. Fiz. ka critical temperature: 1) kritik sıcaklık; kritik noktanın
rakter, özellik veya durumu etkileyerek değiştiren bir sıcaklığı: 374,15°C; bu sıcaklığın üzerinde gaz sade
nokta vb. ini belirtir; erit. kısaltması ile belirtilir. ce basınçla sıvı duruma getirilemez; T c r veya t kı
critical altitude: Hava. süperşarjlı bir benzin motoru saltmaları ile belirtilir. 2) belli bir gazın yalnızca ba
ile donatılmış bir uçak makinesinin kullanılır maksi sınçla, üzerindeki sıcaklıklarda sıvı duruma getirile-
mum güç verdisine eriştiği rakım; kritik altitüt, rakım mediği, fakat altındaki sıcaklıklarda sıvı duruma geti
veya yükselti. rildiği sıcaklık derecesi.
critical volume 132 croton oil
critical volume: Kritik hacim; kritik noktada Pcr basın belirtmek üzere 60 derecelik gönye ile birbirlerine
cı ve T c r sıcaklığında maddenin birim kütlesinin hac paralel olarak çizilen ince (0,1 mm) çizgiler.
mi. crosshead: Gem. Mak. kroshed; çapraz muylu; pis
crocein: Kırmızı azo (nitrojenli veya azotlu) boya. ton rod ile biyeli birbirine bağlayan, dövme çelikten
croceine: Bkz. crocein. yapılmış bir blok Bkz. crosshead block; kroshed
crocidolite: Kimy. krokodilit; lifli, mavi veya mavimsi blok; iki tarafında birer pin bulunur; bazan iki tarafı,
yeşil renkli demir ve sodyum silikatı. çoğu zaman bir tarafında bir gayıt içinde hareket
crocoisite: Bkz. crocoite. eden kayıcı veya sliper bulunur.
crocoite: Kimy. kırmızı veya portakal renkli, doğal kur crosshead bearings: Bkz. crosshead pin bearings.
şun kromat, PbCr0 4 . crosshead guide: Gem. Mak. kroset gayıtı; çapraz
Crookes dark space: Bkz. Crookes space. muylu gayıtı; kroshete bağlı kızak veya kızaklar bu
Crookes space: Bir vakum tüpünde, basınç azaldığı gayıt içinde hareket ederek piston rod ve pistonun
zaman katot çevresinde görülen karanlık bölge; dikey hareketini sağlarlar.
Kruks bölgesi. crosshead guide shoe: Bkz. slipper.
Crookes tube: Gazların yüksek dereceye kadar yo crosshead pin: Gem. Mak. kroshet pin; biyelin üst
ğunluklarını azaltmak için kullanılan vakum tüpü; Sir ucundaki yatakların bağlandığı pin ya da pinler;
William Crookes tarafından, alçak basınçta gazlarda kroshedin iki tarafında bulunan, silindir şeklinde ve
elektriksel boşalma derslerinde kullanıldı. yüzeyleri çok sert parçalar.
croloy: Krom kapsayan alaşımlar; kroloy; Cr-Mo (k- croshead pin bearings: Kroshed pin yatakları; Bkz.
rom-molibden), krom-nikel (Cr-Nİ) kapsayan vb. i crosshead pin.
croloy steels: Krom-nikel veya krom molibdenli çelik crosshead piston: Bkz. crosshead type piston.
ler. crosshead type piston: Krosetii (çapraz muylulu)
cropper: Kırpma makinesi; kırpma aleti. makine pistonu; baril piston; krosetli dizel motorların
cross: 1) birbirini kesen iki doğru veya yüzeyin oluş da kullanılan, çoğunlukla trank pistonlara göre kısa
turduğu şekil; çapraz; çarpı işareti. 2) Astr. a) Güney olan ve yağ segmanları bulunmayan piston.
Haçı (takımyıldızı, b) Kuzey Haçı (takımyıldızı). 3) crossover valve: Ekonomik seyir türbininin Bkz. cru
çaprazlamak; çapraz yapmak. 4) bir taraftan diğer ta ising turbine bulunduğu enerji tesislerinde YB ve
rafa uzanmak. 5) karşı; zıt; aksi; ters. 6) karşıdan AB türbinleri çalışırken, iktisadî seyir türbinine soğut
karşıya geçmek. 7) melez ırklar elde etmek. 8) haç ma amacıyla buhar veren valf; krosover valf.
(salip) işareti yapmak. cross section: 1) enine kesit; bir cismin simetri ekse
crossbar: Kol demiri; sürgü. nine veya sadece eksenine dik açıda bir düzlem ile
crossbeam: Bir duvardan diğer duvara yerleştirilen ki kesilmesi. 2) bu tür kesilmiş bir parça. 3) bir bütü
riş; enine kiriş; kiriş. nün özelliklerini kanıtlamak için görev yapan parça.
cross box: Babcock ve Wilcox'un boyuna domlu ka cross talk: Rady., Tif. bir kanalın bir başkası veya di
zanlarında, domlari (dramları) dolaşım nipellerine ğerleri tarafından kullanılması veya işgal edilmesi;
bağlamak için kullanılan için boş döküm veya metal Den. halatların karışması.
silindir. cross tie: Destek ya da dayanıklık sağlamak için eni
cross compound türbine: 1) Gem, Mak. kros kampa- ne yerleştirilen kiriş, posta, rod (çubuk) vb. i.
vund türbin; bir dişli çarkı (girvll) ayrı birer pinyon cross valve: Gem. Mak. kros valf; iki yerine üç çıkışı
dişli ile ayrı ayrı çeviren YB (yüksek basınç) ve al bulunan, glob valf türünden bir vana.
çak basınç (AB) türbinlerinden oluşan ünite. 2) Yük crossways: Bkz. crosswise.
sek basınç, orta basınç ve alçak basınç ünitelerin crosswind: Bir uçağın uçuş hattı, bir geminin rotası
den oluşan makine, veya verilen herhangi bir rota ya da yöne dik açılar
crosscut: 1) enine kesilmiş. 2) tahta testeresi Bkz. da esen rüzgâr.
crosscut saw. crosswise: Çapraz olarak; çaprazlama.
crosscut chisel: Enine kesmede kullanılan bir keski. crotchet: 1) küçük bir kanca; çengel. 2) çengele ben
crosscut saw: Ağaç testeresi; tomruk veya kütük kes zer parça veya işlem. 3) çengele benzeyen bir cihaz
mek için kullanılan iki saplı testere; ince ağızlı bıçkı. ya da çengelleme aracı; kroşe.
cross-domain: Bölgeler arası. crotonic acid: Organik sentezlerde kullanılan renksiz,
cross flow: Çapraz akım; bir ısıtıcı veya soğutucuda kristalli bir bileşik; krotonik asit, C3H50O0H.
ısınan ya da soğuyan sıvı ile ısıtan ya da soğutan crotonaldehyde: Sıv. Yük. krotonaldehit; 2-bütenal;
akışkanın birbirlerine çapraz şekildeki akımı ya da bütenal-2; trans-2-bütenal; krotonik aldehit; B-metil
akmaları. akrotin; propilen aldehit; beyaz ya da soluk sarı
cross flow cooler: Çapraz akımlı soğutucu veya ku- renkli, boğucu ve keskin kokulu; sıvı ve gaz olarak
ler; Bkz. cooler. çok tahriş edici, yangın tehlikesi oluşturan, nem em
cross-flow scavenging: Diz. Mot. ters akımlı süpür meyen, alifatiklerden bir aldehit, Simg. CH3CH:CH
me; dönüş akımlı süpürme; portlarla donatılmış iki CHO; 20°/20°C'de 0,851; k.n. 102,2°C; d.n.-75°C;
zamanlı motorların silindirlerinin süpürülmesi yönte Visk. yok; gemilerde çevre sıcaklığı ve atmosfer ba
mi. sıncında taşınır.
Crosshatch: Tek. Res. 60 derecelik paralel çizgilerle croton oil: Kroton bitkisinin çekirdeklerinden elde edi
taramak ya da gölgelemek. len kalın, acı bir yağ; kuvvetli müshil olarak ve dış
crosshatching: Tek. Res. 60 derecelik paralel çizgiler tan tahrişe karşı kullanılır.
çizme; tarama.
Crosshatch lines: Tek. Res. tarama çizgileri; kesitleri
cro w b a r 133 cr y o -
cubic desimeter: Desimetre küp; eni, boyu ve yük cupel: 1) altın, gümüş vb. ini rafine etmek için kullanı
sekliği 1'er desimetre olan bir küpün hacmi veya ka lan sığ, gözenekli ve küçük bir kap. 2) gümüşü da
3 6 3 3 3
pasitesi; 1000 cm ; 10 mm ; 0,001 m ; dm mıtmak için ocak altı; ufak pota.
ması
kısalt ile belirtilir. cupellation: Değerli metalleri küçük bir potada rafine
cubic equation: Üçüncü kuvvet veya üçüncü derece etmek veya arıtmak.
3 2
den eşitlik: y + ay + by + c = 0 gibi. cup-head rivet: Norma! başlı perçin; kâse başlı per
cubic feet: Ayak küp; fit küp; eni, boyu ve yüksekliği çin; Bkz. rivet.
birer ayak veya fut (30,48 cm) olan bir küpün kapasi cupola: 1) metalleri eritmek için (kullanılan) küçük
3 3 3
tesi veya hacmi; 28317 cm ; 0,036 yrd ; ft bir ocak; kupola (ocağı); döküm ocağı. 2) bir savaş
sı ile belirtilir.
kısaltma gemisinin dom şeklinde, zırhlarla donatılmış döner
cubic inch: inç veya pus küp: eni, boyu ve yüksekliği top tareti; taret. 3) dom; kubbe.
birer inç veya pus (2,54 cm) olan bir küpün kapasite cupola melting: Pik demirin dökme demire çevrilme
3 3
si veya hacmi; 16 387 mm ; 16,387 cm ; 0,016 si için kupola fırınlarındaki eritme işlemi.
3 3
387 dm ; in kısaltması ile belirtilir. cupreous: 1) bakır kapsayan; bakıra benzeyen; bakı
cubicle switchboard: Elekt, çelikten yapılmış tüm ci ra ait. 2) bakır renkli; bakır renginde.
hazlar için tek bir paneli olan kapalı bir dağıtım tablo cupri-: Bakır anlamında bir önek.
su; gerilim ve akım transformatörleri, ölçü ve kontrol cupric: iki değerli bakır kapsayan; iki değerli bakıra
cihazlarından oluşmaktadır. ait.
cubic meter: Metre küp; eni, boyu ve yüksekliği birer cupriferous: Bakirli; bakır kapsayan ya da içeren.
metre olan bir küpün hacmi ya da kapasitesi; 10
9
cuprite: Kuprit; bakırın koyu kırmızı renkli bir cevheri;
3 6 3 3 3 3
mm ; 10 cm ; 10 dm ; m kısaltması ile belirtilir. bakır oksit, Cu0 2 .
cubic milimeter: Milimetre küp; eni, boyu ve yüksekli cupro-: Bakır anlamında bir önek.
ği birer milimetre olan bir küpün kapasitesi veya hac cupromagnesite: Kupromanyezit; bakır ve magnez
3
mi; mm kısaltması ile belirtilir. yum kapsayan bir mineral.
cubic yard: Yarda küp; eni, boyu ve yüksekliği birer cupro-nickel: Bkz. cupronickel.
yarda (91,5 cm) oları bir küpün hacmi ya da kapasi cupronickel: Metal, bakır nikel alaşımı ya da halitası;
3 3 3
tesi; 0,766 m , 766,06 dm veya 766 060 cm ; yrd kupronikel; % 30-% 70 bakır % 30 nikel ve % 0,5 de
3
kısaltması ile belirtilir. mirden oluşur ve kondenser borularının yapımların
cubiform: Küp şeklinde olan. da kullanılır.
cubit: Boyu yaklaşık 45,72-55,88 cm (18-22 inç) olan cuprous: Kimy. bir değerli bakır kapsayan veya ona
eski bir uzunluk birimi; orta parmağın ucundan dirse ait.
ğe kadar olan mesafe. cuprous chloride: Bakır klorür, CuCI; beyaz kristalli
cu.cm: Bkz. cubic centimeter; cubic centimeters. bir toz.
cucurbit: Geçmişte damıtma (distilasyon) için kullanı cuprous chloride solution: Bakır klorür çözeltisi; a)
lan geniş ağızlı, su kabağı şeklinde bir kap. alkalin bakır klorür çözeltisi 250 gram amonyum klo
3
cuddy: 1a) bir gemide küçük bir oda ya da kamara, rür 750 cm damıtık suda eritildikten sonra 200 gram
b) küçük bir gemide kuzine veya güvertede kamara. bakır klorür eklenerek, b) asit bakır klorür çözeltisi
3
2) küçük bir oda. 3) kol; manivela. cu. 83 gram bakır klorür 167 cm saf suda eritildikten
3
ft.: Bkz. cubic foot, cubic feet, cu. sonra 333 cm derişik hidroklorik asit eklenerek oluş
in: Bkz. inch; cubic inches. turulur; bakır klorür çözeltileri orsat cihazı ile baca
cuisine: 1) mutfak; kuzine. 2) restoran gibi yemek ha gazlarının analizlerinde karbon monoksit ayıracı ola
zırlanan yer. rak kullanılır.
culet: Tabanı düz olan elmas. cuprum: Bakır; Bkz. copper.
cullet: Tekrar eritilmek üzere depolanan hurda cam cup-tool: Mak. perçin başlarına köşe şekli vermede
parçaları; hurda cam. kullanılan araç.
culinary water: Den. gemi kuzine ve mutfaklarında yı curie: 1) Esk. 1 gram radyumla dengede olan 6,56 x
kama, yemek pişirme vb. i amaçlarla kullanılan su. -6
10 gram radon miktarı olarak tanımlanan ve radyo
culm: Kömür tozu; küçük antrasit parçaları. aktivitenin ölçümünde kullanılan bir birim; küri. 2)
culmiferous: Kömür tozu ya da antrasit kapsayan ve herhangi bir radyoaktif nüklidin saniyede 3,70x10
16
pencere. 3) açılmamak üzere yapılmış bir kaporta. 3,3356x10 kulon metreye eşit olan bir ölçüm biri
mi; Debye birimi.
dead lime: Sönmüş kireç.
dec : Bkz. 1) decimeter. 2) declination. 3) decre
deadlead: Müh. hareketsiz ya da ölü yük; bir yapıda
ase.
ki gibi düzgün basınç veya ağırlık. 1
dead load: Bkz. dead weight. deca-: On anlamında bir önek: 10 ; da kısaltması ile
deadlock: Kilitlenme. belirtilir.
dead plate: Ölü levha; elle fayraplı kazanlarda ocak decade: 1) on yıllık bir periyot. 2) on'un bir grubu.
kapağı çemberinin alt veya taban saçı. decade resistance box: Direnç kutusu; on sarımdan
dead point: Bkz. dead center. oluşan iki sete sahip olan basit bir direnç kutusu; ta
dead reckoning: Astronomik gözlemler yerine jurnal kımlardan biri 1 Ohm ve diğeri 10 Ohmluk dirence
deki kayıtlar (hız, rota, gidilen mesafe vb. i) ve pusu sahiptir.
la kullanılarak bir geminin mevkiini bulmak. decagon: On kenarı ve on açısı olan bir düzlem şekil;
dead space: Bir gaz termometresinde, basınç mano ongen; on kenarlı şeklinde olan; dekagon.
decagonal: On kenarlıya ait; on kenarlı şekiide olan,
metresi ile hazne arasında bağlı borunun içinde kü
çük bir miktar hava bulunan hacim; ölü hacim. decagram (decagramme): 10 grama eşit olan bir
dead weight: 1) ağır bir yük. 2) bir taşıt aracının yük ağırlık birimi; 0,3527 oz; dkg kısaltması ile belirtilir.
süz ağırlığı. 3) kütlesi yerine ağırlığından ücret alı decahedral: On kenarlıya ait veya on kenara sahip
nan yük. olan.
decahedron: Dekahedron, on (10) düzlem yüzeyli
dead weight ton: Den. gemî ile taşınabilen yük, mal
bir katı şekil; on yüzlü.
zeme, yolcu ve mürettebat ile bagajları, kumanyala
rı, deniz suyu veya kuru safraların, içme, yıkanma decalcification: Kalsiyumunu çıkarma.
ve kazan sularının toplam ağırlığı; dedveyt ton. decalcify: Kalsiyum veya kirecini çıkarmak (kemik
dead wind: Bir geminin rotasına zıt yönde esen rüz vb. inden).
gâr; baş rüzgârı. decalescence: Belirli sıcaklık derecesine eriştikten
sonra (demir için 795°C), ısının büyük miktarda emi-
d ecali t e r (d ecali t re ) 143 dec k
Teknik Sözlük - F 10
d e f lec t ion , sha f t 146 d e h y d ra t in g age
nt
vb. i isimler alır.
deflection, shaft: Bkz. shaft deflection. üretilen histerizis
laşıncaya ilmeği, madde
dek küçültülür. 2) ona tümü ile mıknatıssız-
eşit, fakat zıt yönde
deflection, valve spring: Bkz. valve spring surge. oluşturulan bir manyetik alanla, mıknatısı alanının
deflection yoke: Bir elektron ışınını saptıran ve man nötrleştirilmesi.
yetik alanı bir veya daha fazla bobinden oluşan bir degenerate: Bozulmak; dejenere olmak.
cihaz. degenerate states: Aynı enerji düzeyine karşı, hare
deflective: Sapan veya sapma eğiliminde olan. ketin farklı durumları.
deflector: 1) yansıtan bir şey, özellikle hava, gaz, ses degenaration: 1) Bozulma; dejenere olma. 2) Fez. ya
vb. i akımları saptırmak için kullanılan bir araç. 2) iki ralanma veya hastalık nedeniyle işlevlerini kaybede
zamanlı motorların piston kafalarında bulunan ve sü cek şekilde doku ve organlarda biyokimyasal değiş
pürme portlarından verilen hava ya da hava-yakıt ka me; dejenerasyon.
rışımını silindir kapağına doğru yönelten kısım; def- degenerative: 1) bozulma eğilimi olan. 2) bozulma
lektör; yansıtıcı; yöneltici; yönlendirici; saptırıcı. 3) veya dejenerasyon nedenine ait.
Nük. Ener. hızlandırılmış tanecikleri normal yollardan deglutinate: Glütenini çıkarma.
saptırmak için elektrostatik veya manyetik kuvvetler degradation: Karmaşık bir molekülün, daha basit mo
uygulayan sistem. 4) Bkz. oil deflector. leküllere dönüşümü. 2) enerji üretiminin giderek
deflector, piston: Bkz. piston deflector. azalması sonucu mekanik enerjinin daha az olması,
deflector wheel: Tornistan türbini ile, onun aynı keys örneğin ısıya dönüşümü nedeniyle. 3) çarpışma ne
içinde bulunduğu ileri türbini arasında bulunan ve deniyle enerji kaybı. 4) erozyon nedeniyle kayaların
keyse bağlı olan bir sabit teker, perde ya da bariyer; aşınması.
tornistan türbininden çıkan ve ya ona giren buharın degreasing: Yağını, gresini çıkarmak; gemi makinele
ileri türbinin kanatlarını etkilememesi amacıyla kulla rinin parçalarının yağ, petrol jölesi (vazelin) ve diğer
nılır; deflektör, yansıtıcı veya saptırıcı teker. madeni greslerden temizlenmesi; temizleme işinde
deflexion: ing. Bkz. deflection. gaz yağı ve petrol kullanılır.
deform: 1) Fiz. basınç ve gerilme ile şeklini değiştir degree: 1) Mate., Astr., Coğr. vb. i bilimlerde açılar
mek. 2) deforme olmak, şekli değişmek veya bozun- veya yayların ölçü birimi; bir dairenin çemberinin
mak. 360'ta biri; derece. 2) F/z. sıcaklık ölçüm birimi: Su
deformable: Deforme olabilen veya basınç vb. i ile yun kaynama sıcaklığı 100°C (212°F) gibi. 3) Mate.
3 2 5
şekli değişebilen. a c ve x 'te olduğu gibi, terimlerin üssü (ikinci,
deformation: Deformasyon. 1) F/z. a) şeklini veya bi üçüncü dereceden vb. i gibi). 4) üniversite veya aka
çimini değiştirme, b) değiştirilmiş şekil. 2) bir malze- demilerin öğrencilere verdiği unvan, örneğin M.A.
minin sıkıştırıldığı zaman kısalması veya çekildiği za derecesi gibi.
man uzaması sırasındaki şekil değişmesi; deformas degree Baume: Bome derecesi; bir tür hidrometre
yon. olan bomemetre ile yapılan ölçümde elde edilen yo
deformation potential: Bir metal veya yarı iletkeni et- ğunluk birimi; °B kısaltması ile belirtilir.
kiyerek, sonuçta kristal kafesinde yerel deformasyon degree Celcius: Bkz. centigrade thermometer.
oluşturan elektriksel gerilim ya da potansiyel; bozun- degree Centigrade: Bkz. Centigrade thermometer.
ma veya deformasyon potansiyeli. degree Fahrenheit: Bkz. Fahrenheit thermometer.
deformity: Deforme veya bozulma durumu. degree Kelvin: Kelvin derece; santigrad dereceye
defrost: Don veya buzunu gidermek; buz veya don 273 eklenerek bulunan sıcaklık; termodinamik ve ısı
dan kurtarılmak. hesaplarında kullanılır; K kısaltması ile belirtilir.
defroster: Buz ya da don eriten veya uçak kanatları degree of dissociation: Ayrıştırma derecesi; molekül
ve otoların ön camlarında buzlanmayı önleyen her lerin toplam sayısına göre ayrışma yüzdesi.
hangi bir cihaz. degree of superheat: Term, buharın kalitesinin belir
defroster blower: Oto. buz ya da don çözücü vantila tilmesinde kullanılan bir kavram: Aşırı ısıtma derece
tör; sıcak havayı ön camın iç kısmına üfleyen cihaz si; üst ısıtma derecesi; doymuş buhar ile kızgın bu
(pervane, vantilatör, blover vb. ) har arasındaki sıcaklık farkı (°C).
defrosting: Buz ya da donunu giderme veya eritme. degree Rankine: Rankin Derece; Fahrenhayt derece
deg.: Bkz. degree, degrees. ye 460 eklenerek bulunan ve termodinamikte mutlak
degas: 1) gazını çıkarmak, özellikle: a) gazlarını bo sıcaklık için kullanılan bir sıcaklık birimi; °R kısaltma
şaltmak (bir vakum tüpü vb. inin), b) temizlemek sı ile belirtilir.
(zehirli bir gazdan etkilenmiş bir kimse veya alanı). dehumidification: Hava veya diğer gazları yapay (su
degasifier: Gazsızlaştırıcı; gaz çıkarıcı; gaz giderici. ni) olarak kurutma ya da nemini giderme.
degassing: Vakum tüplerinde kullanılan tellerden ve dehumidify: Nemini çıkarmak; rutubetini gidermek
ya yüzeyi kaplanacak metallerden emilmiş olan ga (hava vb. ini).
zın çıkarılması; gazsızlaştırma. dehumidifying: Nemini çıkarma veya giderme; kurut
degauss: Den. manyetik mayınlara karşı korumak ma; nemsizleştirme.
amacıyla (bir gemiyi) çevreleyen manyetik alanı dehydrate: Suyunu çıkarmak; ilerde kullanılacak mey-
nötr duruma getirmek ya da nötrleştirmek. va ve sebzelerde olduğu gibi, suyunu gidererek ku
degaussing: Den. digavsin. 1) bir mıknatısın, mıknati- rutmak; suyunu kaybettirmek; kuru duruma getir
siyetini giderme yöntemi; madde, bir solenoide yer mek; kurutmak.
leştirilir ve azalan şiddette alternatif akım verilir ve dehydrating agent: Su gideren veya alan (hidrofilik
d e h y d ra t io n 147 d em ag n e t iz
e
yer.
kullanılır.
destructibility: Tahrip veya imha edilebilir olma niteli
detector, oil mist: Bkz. oil mist detector.
ği- detector, radiation: Nük. Ener. radyasyon detektörü;
destructible: Tahrip veya imha edilebilir olma niteli radyasyon veya nötron flüksünün varlığını, bazan
ği- miktarını saptamak için kullanılan bir araç.
destructive: Tahrip edici; yıkıcı; zararlı; yok edici. detent: 1) Meka. hareketi durduran veya serbest bıra
destructive distillation: Organik bir katı veya kan bir kısım. 2) dişli kriko ve cırcır anahtarlarda ol
sıvının, kapalı bir kapta ısıtılarak parçalanması duğu gibi, bir yöne döndürülen dişlinin, aksi yöne
yöntemi; ör neğin kömürün parçalanarak kok, dönmesine engel olan tetik; germe kolu.
kömür katranı ve gazlara dönüşümü. deterge: Temizlemek; silmek.
destructor: ing. çöpleri yakmak için kullanılan bir fı detergence: Bkz. detergency.
rın; çöp fırını. detergency: Temizleme veya silme özelliği ya da gü
desulfur: Bkz. cünde olan (motor yağları için söylenir).
desuifurize. detergent: 1) sabun gibi köpüren veya temizleyen,
desulfurize: Kükürtünü gidermek veya çıkarmak. fa kat alkil benzen, sülfonatlar, alkil sülfat vb. inden
desuperheated steam: Kızgın buharın bir soğutucu ya pılan, yapımında hayvansal yağlar kullanılmayan
dan Bkz. desuperheater geçirilmesiyle elde edilen, te mizleyici bir madde; deterjan; temizleyici madde;
sıcaklığı kızgın buhara göre daha az olan yaş doy 2) Diz. Mot. silindir yağlarına katılan ve pistonlarda
muş buhar; üzerinden kızgınlık ısısı alınmış olan bu ar tık birikmelerini önleyen bir madde, genellikle
har. kalsi yum fenil stearat; büyük çamur parçacıklarını
desuperheater: Disüperhiyter; desüperhiyter; üst kız parça layıp küçük partiküller haline getirme
dırıcı veya süperhiyteri koruyan, ondan sürekli kız özelliğine sa hiptir.
gın buhar geçmesini sağlayan ve bu kızgın buharı detergent additives: Yağlama yağlarına, oksitlenme
yaş buhara dönüştüren bir tür eşanjör; buhar dramı ürünleri, kurum, su, pislik ve diğer çözünür maddele
nın (domunun) su bölgesinde veya kazan dışında ri askıda tutmak için eklenen ve makinenin çamur
bulunur. ve diğer birikintilerden temizlenmesini sağlayan kat
detach: 1) çözmek ve ıkarmak; ayırmak; sökmek. 2) kılar; deterjan katkıları; Bkz. detergent agent.
özel bir iş veya görevle göndermek (askeri birlik, ge detergent agent: Yağlama yağlarına katılan alümin
mi vb. i için söylenir). yum naftenat, kalsiyum fenil stearat, kalsiyum alkil
detachability: Sökülebilir; ayrılabilir olma özelliği ve salisilat, seti fenolün metal tuzları vb. i kimyasal bile
ya durumu. şikler; deterjan maddeleri, ajanları.
detachable: Sökülebilir; çıkarılabilir. detergent oil: O/z. Mot. temizleme özelliği olan
detachable chain: Yerinden çıkarılabilir veya söküle yağla ma yağı içinde metal bileşikleri veya sabunlar
bilir zincir; içten yanmalı makinelerin kam mili veya kapsa yan yağ; deterjan yağ; temizleyici yağ.
kemşaftını çevirmek üzere kullanılan bir zincir; Bkz. deteriorate: 1) kötüleşmek veya kötü olmak; fenalaş
silent chain. mak. 2) kalitesi veya değeri azalmak.
detached: Sökülmüş; ayrı.
determinable: Tayin edilebilir; saptanabilir.
detachment: 1) ayırma; ayrılma; çıkarma. 2) ordu ve
determinant: 1) tayin eden veya saptayan bir şey ya
ya gemileri özel bir görevle gönderme. 3) bir ordu
da faktör. 2) Mate, determinant; eşit sayıda sıra ve
birimi veya gemiyi özel bir görev için tahsis etmek
kolonlarla düzenlenmiş bir seri niceliklerden oluştu
(ayırmak, tefrik etmek). 4) özel bir işte olma duru
rulan ürünlerin toplamı.
mu.
determinate: 1) gerçek sınırlara sahip olan; belirli;
detail: 1) küçük parça veya parçalar. 2) çok ufak he
sa bit. 2) kesin; kati. 3) Mate, a) sabit bir sayıya
sap. 3) bir resim, heykel, bina vb. i nin küçük talî
sahip olan. b) sabit bir çözümü veya çözümleri olan
parça veya parçaları. 4) Ask. a) özel bir göreve gön
prob lemlere ait.
derilmek üzere seçilen bir veya daha fazla asker, de
determination 1) bir fiziksel büyüklüğün değerini
nizci vb. i b) özel bir görev. 5) ayrıntı; detay; tafsilat.
saptamak için bir deneyin gerçekten tamamlanması;
detail drawing: Detay, ayrıntı resmi; bir makinenin
örneğin ye çekimi nedeniyle ivmenin saptanması
kü
deneyi. 2) seri gözlemler yaparak bir malın değerini
çük bir parça veya kısmının ayrı bir resmi.
duyarlı olarak anlamak, a) bir parça bakırın, kütlesi
detect: 1) keşfetmek; meydana çıkarmak. 2) herhan
ve hacmini ölçerek yoğunluğunu duyarlı olarak sap
gi bir şeyin varlığını keşfetmek. 3) Rady, alternatif
tamak, b) bir telin direncini ölçerek, özel bir madde
akımı doğru akıma çevirmek.
nin özdirencini saptamak.
detection: 1) meydana çıkarma; meydana çıkarılmış.
determine: 1) sınırlarını belirtmek; tanımlamak; sınır
2) Rady, ses olarak üretebilmek için sinyal dalgası
lamak. 2) kesin; kati. 3) Mate, a) sabit bir sayıya sa
nı, onu taşıyan dalgadan ayırma işlemi. 3) bir karı
hip olan. b) sabit bir çözümü veya çözümleri olan
şımdaki bir bileşik veya elementin özelliğinin teşhis
problemlere ait. 2) hesaplamak; duyarlı olarak tespit
edilmesi.
etmek. 3) sonuçlandırmak. 4) karar vermek.
detector: 1) bulan kimse veya şey. 2) elektrik dalgala
detinning: Hurda veya kalayla kaplı yüzeylerden,
rı gibi, bazı şeylerin varlığını gösteren bir cihaz veya
klor etkisiyle kalayın çıkarılması; kalay klorla
alet; detektör. 3) Rady. aranan bir dalganın taşıdığı
birleşerek SnCI4 şeklini alır.
sinyal dalgasını ayırmak için kullanılan ve çoğu za
detonate: Gürültü ve şiddetle patlamak; bir kapsül,
man bir vakum tüpü olan bir cihaz; rektifayer; doğ
fünye vb. i kullanılarak patlamaya neden olmak.
rultmaç; alternatif akımı doğru akıma çeviren bir ci
detonating gas: Ark (spark) şeklinde ışığın etkisinde
haz. 4) sadece bir devredeki akımın varlığını göste
ren basit bir galvanometre; demodulator olarak da
detonation 152 d e xt ros e
doktrin vb. inden); sapmaya neden olmak.
kaldığı zaman patlayan gaz karışımı; örneğin 1:1 ha deviation: 1) bir rota, yön, standart, doktrin vb. inden
cim oranındaki hidrojen ve klor ve 2:1 hacim oranın sapma ya da inhiraf; Den. devieyşın. 2) bunun mik
daki hidrojen ve oksijen. tarı. 3) sapma veya inhiraf sonucu bir ışık ışınının bü
detonation: 1) patlama, infilâk. 2) yüksek sesli, gürül külmesi ile oluşan açı.
tülü bir patlama. 3) yüksek bir ses. 4) Diz. Mot. silin deviation of compass: Pusula sapması veya inhirafı;
dirlerde tutuşma gecikmesinin uzaması, yakıtın er yerel durumlar, örneğin bir geminin demir kısımları
ken püskürtülmesi, yakıtın makineye uygun olmama nedeniyle pusulada oluşan bir hata; pusula iğnesi
sı nedenleriyle oluşan yüksek hızlı şok dalgasının nin durumu ile gerçek kuzey-güney doğrultusu ara
meydana getirdiği patlayıcı tepki; detonasyon; yakıt sındaki açı.
vuruntusu; gaz vuruntusu. 5) Benz. Mot. buji tırnak deviator: Sapan bir kişi veya şey.
ları arasında elektriksel kıvılcım oluşmadan önce, si device: 1) tasarlanan şey; plân; şema. 2) gizlice yapı
lindirde yanma oluşmasından kaynaklanan vuruntu. lan şema; hile. 3) bazı amaçlar için kullanılan bir ci
6) Mot. dolgunun bir parçasının silindirlerde ani yan haz; icat. 4) tertibat; mekanizma. 5) aygıt.
ması nedeniyle oluşan vuruntu. devil's claw: Den. domuz tırnağı; ırgat (fenerliği) ka-
detonation factors: Mot. detonasyonu etkileyen velataşını ve demir zincirinin bosasını sağlamak için
yakı tın moleküler yapısı, kendiliğinden tutuşma kullanılır.
sıcaklığı, yanma miktarı vb. i faktör ya da etkenler; devise: Düşünüp çıkarmak; tasarım yapmak; icat yap
patlama veya vuruntu etkenleri. mak.
detonation knock: Patlama vuruntusu; gaz vuruntu deviser: icat yapan kimse; mucit.
su; yakıt vuruntusu; Bkz. detonation. devitrify: 1) cama benzer özelliğini tahrip etmek. 2)
detonation wave: Vuruntu dalgası; şok dalgası; Diz. ısıtmayı uzatarak (cam vb. ini) sert, mat ve kristalli
Mot. vuruntu sırasında silindirde oluşan ve hızı za yapmak.
man zaman 2000-3000 metre/saniyeye ulaşan bir devolve: Dönmek; yuvarlanmak; hareketi iletmek.
şok dalgası; makine için son derece zararlıdır. dew: 1) çiğ; ılık bir günden sonra, özellikle geceleri
detonator: 1) patlatıcı; patlayıcılarda kullanılan fünye, soğuk yüzeylerde küçük damlalar şeklinde yoğuşan
kapsül vb. i. 2) bir patlayıcı madde, örneğin cıva ful- atmosferik nem. 2) küçük damlalar halindeki bir
minat, Hg (CNO) 2. nem. 3) çiğ ile nemlendirmek.
detriment: 1) hasar; zarar; ziyan, 2) hasar veya zara Dewar flask: Dewar termosu; sıvı havayı muhafaza
ra neden olan herhangi bir şey; hasar veya zarar ne et mek için kullanılan çift duvarlı cam termos; iki
deni. duvarı arasında çok yüksek bir vakum
detrimental: Zararlı; hasara neden olan. oluşturularak kon- düksiyon ve konveksiyon yolu ile
detruncate: Bir parça keserek kısaltmak. ısı transferi en aza indirilir ve termosun iç duvarı
detuner flywheel: Mot. detüner volan; bazı, özellikle gümüşle kaplanarak radyasyon ile îsı transferi
karşıt pistonlu, dizel motorlarında krankşaftın her iki azaltılır.
tarafına bağlanmış orta ağırlıktaki iki volan. dewater: Suyunu boşaltmak; suyunu boşaltarak
deuterium: 1) atom ağırlığı yaklaşık 2 olan bir hidro kurut mak.
jen izotopu; döteryum. 2) ağır hidrojen; Simg. D; ok dewatering pump: Su boşaltma pompası; drenaj
sijenle ağır su adı verilen bileşiği oluşturur (D 2 O); pompası.
Bkz. heavy water. dewfall: 1) çiğ oluşumu. 2) geceleri bunun başladığı
deutero-: ikinci, ikincil (talî) anlamlarında bir önek. vakit veya saat.
deuteron: Döteron; döteryum atomunun çekirdeği; dew point: Çiğleşme noktası veya sıcaklığı. 1) özellik
bir proton ve nötron kapsar; deutron, deuton şekil le yanma ürünleri içindeki su buharının yoğuşarak
lerinde de kullanılır; hidrojenin kütle sayısı 2 olan su haline geleceği sıcaklık derecesi. 2) Mot., Buh.
izotopu veya ağır hidrojenin ya da döteryumun çekir Kaza. çiğleşme noktası 100°C'nin altında başlar ve
deği. 80°-90°C'de en hızlı bir şekilde oluşur. 3) çiğin oluş
deuton: Bkz, deuteron. maya başladığı veya buharın yoğuşarak sıvıya dö
deutron: Bkz. nüştüğü sıcaklık derecesi. 4) havadaki nemin suya
deuteron. dönüştüğü nokta veya sıcaklık derecesi.
develop: 1) yavaş yavaş geliştirmek veya inkişaf ettir dew-point hygrometer: Bkz. Daniell hygrometer.
mek. 2) genişletmek (bir işteki gibi). 3) daha yaygın dewy: 1) çiğ ile nemlenme veya ıslanma. 2) çiğe ait.
yapmak (elektrik gücü gibi). 4) Fotoğ. a) film, levha dexedrine: Anfetaminin benzedrine benzeyen ve
veya baskı kâğıdı vb. ini türlü kimyasal çözeltilere so onun gibi kullanılan bir izomeri (ticarî bir isim).
karak resmi görünür hale getirmek, b) bu işlemle dextrin: Nişastanın glükoza hidrolizi sırasında oluşan
resmi görünür yapmak. 5) Mate, bir fonksiyon veya ara ürün bir polisakkarit; altıdan on ikiye kadar kısa
ifadeyi geliştirmek veya inkişaf ettirmek. 6) daha net zincir yapılı glükoz molekülünden oluşur; dekstrin.
tanımlamak. 7) bilinir veya görünür yapmak. dextrine: Bkz. dextrin.
developer: 1) geliştiren kişi veya şey; geliştirici. 2) dextrogyrate: Bkz. dextrorotary.
Fo toğ. bir film, levha vb. inde resmi görünür dextrorotary: Bkz. dexrorotatory.
yapmak için kullanılan kimyasal bir madde; örneğin dextrorotation: Saat yönünde dönen veya hareket
hidroki- non, C 6 H 4 (OH) 2 . eden.
development: 1) karışımın ayrılmasını sağlamak için dextrorotatory: 1) saat yönünde, sağa dönme veya
renkli fotoğraf kâğıtlarında, çözücünün kâğıttan akıtıl hareket etme. 2) polarize ışık düzleminin saat yönün
ması işlemi. 2) Tek. Res. açınım; geometrik yüzeyle de dönüşü (belirli kristaller için söylenir).
rin düzlem örneklere dönüşümü; açınım. dextrose: Dekstroz; glükoz: insan vücudu, bitki ve
deviate: Bir tarafa saptırmak (bir rota, yön, standart,
d ezi nci f ica t io n 153 di alyz e
hayvanlarda bulunan, kristalli bir şeker, C 6 H 12 O 6 ti lanılan geometrik şekil; diyagram. 2) bir şeyi, onun
carî olarak nişasta ile sülfürik asitin tepkimesinden parçalarını, çalışmasını vb. tanımlamak için yararlanı
elde edilir; tatlılaştırma maddesi olarak kullanılır. lan bir tasarım, şekil veya çizim. 3) fikirleri, istatistik
dezincification: Mak. elektrolitik etki nedeniyle kon- leri tanımlamak veya belirtmek için kullanılan bir tab
dansör vb. i eşanjörlerde bakır ve çinkodan yapılmış lo veya graf. 4) bir diyagram ile göstermek veya be
boru ve boru aynalarının yapısındaki çinkonun çıkari- lirtmek; bir diyagram yapmak.
larak hasar görmeleri; çinkosunu gidermek; çinko- diagram analysis: Diyagram analizi. 1) Diz. Mot. silin
suzlaştırmak; çinko bloklar kullanılarak giderilir. dirlerden alınan P-V diyagramlannın hava girişi, sı
D/F: Bkz. direction finder. kıştırma, yakıt püskürtme, iş, egzoz periyotları sıra
dg.: Decigram; decigrams. sındaki olayların ayrıntılı biçimde incelenmesi. 2)
di : 1) iki, çift anlamlarında bir önek. 2) Kimy. iki (a- Pist. Buh. Mak. silindirlerden alınan diyagramların er
tom, molekül, kök vb. ine) sahip olan. ken giriş (lid), buharın kesilmesi (katof), erken çıkış
diacaustic: Opt. kırılma ile üretilen meyilli eğri veya (riliz) vb. i bakımından analiz edilmesi. 3) makinele
düzlem. rin diyagramlarından arızaların saptanması.
diacetone alcohol: Sıv. Yük. diaseton alkol; diaseton; diagram efficiency: Diyagram verimi; termodinamik
4-hidroksi-2 keto-4-metilpentan; 4-hidroksi,4 metil- verim; kuramsal verim; analitik veya grafik yöntem
pentanon-2; D.A.A.; hoş kokulu, yangın tehlikesi lerle kuramsal diyagramlardan elde edilen verim.
olan, renksiz, nem emmeyen, dayanıklı fakat yüksek diagram factor: Pist. Buh. Mak. gerçek ortalama ba
sıcaklıkta aynşarak aseton, veren, hem tertlari alkol sıncın kuramsal ortalama basınca oranı veya gerçek
ve hem de keton özelliği gösteren bir bileşik, CH3- diyagram alanının teorik diyagram alanına oranı; di
COCH 2 C(CH 3 )2 OH, insan sağlığı için tehlikeli ve yagram faktörü veya-etkeni; iyilik derecesi.
,
narkotik etkisi vardır; 20°/20°C de öz,ağ. 0,9406; diagrammatic:.1) diyagram veya diyagramlar şeklin
Q
k.n. 167,9°C; d.n.-44 C; suda tümü ile çözünür; de olan. 2) diyagram durumunda veya ayrıntısı ol
20°C'de visk. 3,4 cP; gemilerde çevre sıcaklığı ve at mayan.
mosferik basınçta taşınır. diagrammatical: Bkz. diagrammatic.
diachylon: Bez. başlıca kurşun oksit, zeytinyağı ve su diagrammatic arrangement: Diyagram şeklinde dizi
ile yapılan bir yakı. liş veya düzenleme.
diachylum: Bkz. diachylon. diagrammatically: 1) diyagram şeklinde olan. 2) bir
diacid: 1) her molekülünde, bazik atomlar veya kök diyagram vasıtasıyla.
lerle yer değiştirebilen iki hidrojen atomu kapsayan; diagraph: Diyagraf; şekillerin çizimi veya maddelerin
genellikle asitler ve asit tuzları için söylenir. 2) bir izdüşümü için kullanılan bir cihaz; bir cetvel ile bir
molekül diasit veya iki monoasiti tepkiyerek tuz veya iletkiden oluşur ve çizim için kullanılır.
ester oluşturulabilen (genellikle bazlar ve alkoller dial: 1) güneş saati. 2) bir duvar veya cep saatinin yü
için söylenir). 3) her molekülünde metallerle yer de zü veya kadranı. 3) bir şeyin miktarını hareketli bir
ğiştirebilen iki hidrojen atomu bulunan bir asit; dia ibre ile göstermek için kullanılan bir cihazın saate
sit. benzer yüzü; bir pusula veya geyiçin yüzü veya kad
diacritic: Bilgisay. ayıran; belirten. ranı. 4) kesimi sırasında bir mücevher taşını tutan
diactinic: Işığın aktinik Bkz. actinic ışınlarını iletmeye mengene. 5) Rady. özellikle istasyonlan saptamak
muktedir; diaktinik. için kullanılan taksimatlı bir disk. 6) telefonlarda kul
diactinism: Kimyasal olarak aktif radyasyon olan gü lanılan döner disk. 7) madenci pusulası. 8) bir gös
neş vb. i ışınların iletilme özelliği; aktinizm. terge ile ölçmek veya araştırmak. 9) kadran ile gös
diag.: Bkz. diagram. termek. 10) telefon diski ile çağırmak.
diagenesis: Düzenleyerek veya tekrar birleştirerek ye dialed line: Bilgisay. çevirmeli hat
ni ürünlerin oluşturulması. dial gauge: Mehengir; kompratör; Gem. Mak. dial ge-
diagnose: Teşhis etmek; kontrol ve gözlem ile tanı yiç; Mot. çok küçük miktarları ölçmek için kullanılan
mak veya teşhis etmek (bir hastalık vb. ini); teşhis duyarlı bir cihaz; deflection gauge adı da verilir.
ler yapmak; tanılamak. dial indicator: 1) Bkz. dial gauge. 2) ölçer; ölçü sa
diagnosis: 1) bir şeyin tabiatını saptamak için gereç ati. 3) kompratör. 4) ibre.
lerin dikkatle araştırılması. 2) bir makinenin arızaları dial shaft: Dial geyiç veya mehengirin mili ya da şaf
nı teşhis etme. 3) teşhis; tanı. tı.
diagnostically: 1) teşhis (tanı) yolu ile. a) teşhis (ta dial-sheet gauge: Levha mehenglri veya dial geyici;
nı) bakımından. metal levhaların kalınlığını denetlemek için kullanı
diagnosticate: Bkz. diagnose. lan bir cihaz.
diagonal: 1) bir çokgen veya çok yüzlüde komşu ol dial test indicator: Bkz. dial gauge.
mayan açıları birleştiren doğru; köşegen; diagonal. dial tone: Telefonda hattın açık olduğunu belirten
2) bir köşegenin genel yönüne sahip olan. 3) meyilli ses; çevir sesi.
bir hat veya düzlem. 4) herhangi çapraz rota, sıra ve dialysis: Kimy. ozmosis ya da geçişmeye benzeyen,
ya kısım. 5) çapraz hatlı dokunmuş kumaş. bir çözeltideki iyon veya moleküllerin yarı geçirgen
diagonal stays: Birbiri ile dik açıda oluşturulan iki bir diyaframdan geçtiği, fakat koloidal parçacıkların
yassı yüzeyi, örneğin kazan zarfı ve kazan başlığını geçemediği işlem; diyaliz.
kuvvetlendirmek için kullanılan çubuk veya rodlar. dial-up terminal: Bilgisay. çevirmeli uçbirim.
diagonally: Diyagonal yönde veya tarzda; meyilli ola dialytic: Diyalize benzeyen; diyalize ait.
rak. dialytically: Diyaliz yardımı ile.
diagram: 1) bir teoremi açıklamak için sık olarak kul dialyze: Diyaliz uygulamak; diyaliz ile ayırmak.
dialize d iro n 154 diazortiu m
dialized iron: Ferrik hidroksitin, Fe(OH)3 koloidal bir lanılan regülatörlerin metalden yapılmış perdeleri. 6)
çözeltisi; ilaç yapımında kullanılan koyu kırmızı bir sı Akümlatör elektrotları arasındaki gözenekli levha; se
vı. parator; ayırıcı. 7) metal veya titreşebilen ve ses dal
dialyzer: Koloitleri gerçek çözeltilerden ayıran yarı ge gaları üreten veya ses dalgaları ile titreşen metal ya
çirgen bir diyafram. da lâstikten yapılmış ince bir levha; diyafram.
diamagnetic: 1) diamanyetizme sahip veya onunla il diaphragmatic: Diyaframa benzeyen veya ona ait.
gili; bizmut veya çinko gibi diamanyetik bir madde. diaphragmatically: Bir diyafram ile.
2) havadaki bir mıknatıs tarafından itilen; diamanye diaphragm control valve: Diyagram kontrollü valf;
tik. genel olarak kazanların yakıt devrelerinde kullanılan
diamagnetic substence: Manyetik geçirgenliği 1'den mazot (fuel oil) pompalarının buhar miktarını devre
küçük olan bir madde; örneğin bizmut. deki yakıt basıncına göre düzenleyen valf.
diamagnetism: L) bir mıknatısın iki kutbu tarafından diaphragm gauge: Bkz. diapragm-pressure gauge.
itilen ve mıknatısın etki çizgilerine dik açıda bir du diaphragm-pressure gauge: Diyaframlı basınç ölçer,
rum alan bazı maddelerin özelliği. 2) diamanyetik manometre veya preşer geyiç.
kuvvet. 3) tüm elektronları çift olan bir maddenin diaspore: Doğal alüminyum hidrat, Hal02; ısıtıldığı za
manyetik alanı tarafından iletilen; dlamanyetizm. 4) man parçalanarak dağılır.
diyamanyetik olay. 4) bu olay veya maddelerle ilgile diastase: Nişastayı önce maltoza ve sonra dekstroza
nen bilim. dönüştüren bir enzim; amilas.
diameter: 1) bir daire, küre vb. inin merkezinden ge diastatic: Amilas özelliklerine sahip olan veya ona
çerek çembere iki noktadan temas eden doğru; çap; ait; nişastayı şekere dönüştürme.
kutur. 2) böyle bir doğrunun boyu. 3) bir şeyin ge diathermancy: Kızılötesi veya ısı ışınlarının iletilme
nişliği veya kalınlığı. 4) Opt. bir merceğin büyütme özelliği.
gücünün ölçü birimi; diam., dia., d., di. kısaltmaları diathermanous: Bkz. diathermic.
ile belirtilir. diathermia: Bkz. diathermy.
diametral pitch: Çapsal piç; pi sayısının (3,1416) bir diathermic: 1) diyatermiye Bkz. diathermy ait. 2) ısı
dişin piçine bölünmesiyle bulunan sayı; bir dişin ışınlarının serbest olarak geçmesine izin vermek.
çapsal piçi. diathermize: Diyatermi ile tedavi etmek.
diametral plane: Herhangi bir kürenin en büyük dai diathermy: Diyatermi; yüksek frekanslı bir elektrik akı
resi. mı ile deri altındaki dokularda ısı üretilerek tıbbî teda
diametric: Bkz. diametrical. vi.
diametrical: 1) çap boyunca; çapa ait. 2) çap yönün diatom: Tek hücreli veya koloniler halindeki mikrosko-
de; çapsal; kesin olarak. pik yosunlardan herhangi biri.
diamin: Bkz. diamine. diaiomaceous; Mikroskobik yosunlar veya onların fo
diamine: iki NH 2 kökü kapsayan kimyasal bileşik sillerini kapsayan veya onlara ait.
gruplarından herhangi biri; double amine şeklinde diatomaceous earth: Diyatomik toprak; tek hücreliler
de kullanılır. den oluşan toprak; tek atomluların iskeletlerini kap
diamond: 1) hemen hemen saf, kristal şeklinde kar sayan gözenekli fosil; sıvıları süzmek için ve ısı yalıtı
bon; bilinen en sert maddelerden biri; elmas. 2) bu mında kullanılır.
maddenin mücevher, kesme takımları vb. i yerlerde diatomic: 1) molekülünde iki atomu olan. 2) molekü
kullanılan bir parçası. 3) eşkenar dörtgene benze lünde değiştirilebilir iki atomu veya kökü (radikali)
yen bir şekil; karo (oyun kağıtlarında bir işaret). 4) olan; iki veya çift değerli.
4,5 puntoluk. küçük ölçülerde bir harf. diatomite: Sıcaklığı 316°C'yi (600°F) geçen dört
diamond bit: Elmas uç. stroklu dizel motorlarının yalıtımında 650°C'ye kadar
diamond drill: 1) elmas uç; elmas delgi. 2) elmas kullanılan bir yalıtıcı madde; diatomit (ticarî bir mar
matkap. ka).
diamond drilling: Elmas uçla sondaj. diazin: Bkz. diazine.
diamond shape: Elmas kristali şeklinde; paralelke- diazine: Diazin; çember şeklinde düzenlenen dört
nar. atom karbon ve iki atom azottan oluşan moleküler
diamond engine: Eşkenar dörtgen şeklinde makine yapılı herhangi bir kimyasal bileşik.
veya dizel motoru; enine kesiti eşkenar dörtgen şek diazo: iki nitrojen atomunun doğrudan bir karbonlu
linde olan dizel motoru; eşkenar dörtgenin her kena hidrojen kökü ile birleşmesiyle oluşan bir gruba sa
rı üzerinde karşılıklı çalışan iki piston ve köşelerinde hip olan; diazo.
ise krank milleri bulunan makine. diazoamino: Diazoamino; diazo bileşiklerini belirtir;
diamond-pointed chisel: Elmas uçlu keski. bu bileşiklerde N2 grubu, bir amino kökünün nitroje
diaphanometer: Katı, sıvı ve gazların saydamlığını nine bağlanmıştır.
ölçmek için kullanılan bir cihaz; dlafanometre. diazo compound: Genel formülü RN:NR olan orga
diaphragm: 1) fotoğraf makinesi (kamera), mikros nik bir bileşik; boya yapım sanayii için çok kıymetli
kop vb. inin merceğinden giren ışık miktarını ayarla dir; diazo bileşikleri.
mak için kullanılan bir cihaz. 2) bir şeyi diğerinden diazole: 1) çember şeklinde düzenlenmiş üç karbon
ayıran herhangi bir bölme; diyafram. 3) Anat. göğüs ve iki nitrojen atomundan oluşan molekülsel yapılı
ve karın boşluklarını birbirinden ayıran perde veya herhangi kimyasal bir bileşik. 2) böyle bir bileşiğin
bölme; diyafram. 4) telefon alıcısı, kulaklık veya ho bir türevi. '
parlörlerde olduğu gibi, ses dalgası üreten bir disk diazonium: Diazonyum; nitrojen atomlarından birinin
ya da koni. 5) Buh. Kaza. akaryakıt devrelerinde kul beş ve diğerinin üç değerli olduğu, iki değerli orga-
di azo t iza t io n 155 dic t agra p h
dictaphone: Diktafon; ağızlığına söylenen sözcükleri etkisinde kalan bir yalıtkanın yalıtım özelliklerinin ka
kayıt etmek ve yeniden üretmek için kullanılan bir ci yıbı; dielektrik yorulma.
haz (Ticarî bir marka). dielectric flux: Dielektrik flüks veya akı.
dictionary, technical: Teknik sözlük veya lügat. dielectric heating: Elektriğe yalıtkan olan bir malze
dictograph: Bir başka odada yapılan konuşmaları giz menin yüksek frekanslı alternatif elektrik alanı tarafın
lice dinlemek veya kayıt etmek için kullanılan, küçük dan hızlı ve düzgün bir biçimde ısıtılması.
ve çok hassas vericisi olan, telefon türünden bir ci dielectrik intensity: Dielektrik şiddeti veya yoğunlu
haz. ğu.
Dicumarol: Beyaz kristalli, toz bir kimyasal bileşik; ka dielectric loss: Dieleklrik veya yalıtkan kayıbı; elek
nın pıhtılaşmasını geciktirmek için kullanılır Bkz. di- trik akımı bir yalıtkanı etkilediği zaman, ısı olarak açı
coumarin ; ticarî bir marka. ğa çıkan enerji kaybı.
icyclopentadiene: Sıv. Yük. disiklopentadiyen; renk dielectric strength: Dielektrik dayanıklığı; malzeme
siz, kristalli veya saydam, soluk saman renkli, tere- nin kırılmadan dayanabileceği maksimum potansiyel
bantine benzer kokulu, yangın tehlikesi oluşturan, in değişimi.
san sağlığı için zararlı, sıcaklık artışı ile polimerize dielectrophoresis: Dielektroforesiz; düzgün olmayan
olan, higroskopik olmayan, bir dereceye kadar reak- bir elektrik alanında, elektriksel olarak yönlendirilmiş
tif ve dayanıksız, ileri derecede doymamış, alisikl ai (polarianmış) parçacıkların hareketi.
lesinden sıvı, bir karbonlu hidrojen; Simg.C 1 0 H 12 ; dienes: Diyen'ler; karbondan karbona çift bağlı iki
15,5°/15,5°C de öz.ağ. 0,98-0,99; k.n. 160-170°C; karbon kapsayan doymamış organik bileşikler; örne
suda çözünmez, Visk. 50°C'de 50 saniye Redvud; ğin butadiyen, CH 2 : CH.CH:CH2; yapay kauçuk ya
gemilerde 40°C'yi geçmeyecek şekilde çevre sıcaklı pımında kullanılır.
ğında ve atmosfer basıncında taşınır. die nut: Pafta somun; altıgen veya dörtgen somun;
didactic: 1) öğretim için kullanılan. 2) didaktik; bilgi her ikisi de dişleri temizlemek için kullanılır; diş te
verici. mizleme somunu.
didactial: Bkz. didactic. die plate: Levha pafta; çapı 3,175 mm (1/8")'e kadar
didactics: Öğretim sanatı veya bilimi; pedagoji. olan çaplarda vida yapmak için kullanılan bir cihaz;
didym: Bkz. didymium. sapı olan bir levha üzerinde 24 farklı ölçüde pafta
didymium: Esk. bir element olarak düşünülen fakat olan bir araç.
sonra iki nadir toprak alkali metalin (nedimiyum ve diesel: Bkz. diesel engine.
praseodimiyum) karışımı olduğu anlaşılan nadir bir diesel cycle: Dizel çevrimi; sabit basınçta yanmalı
metal; çoğu zaman seryum ve lantan ile birlikte bulu çevrim; yakıtı silindirlere basınçlı (60-70 bar) hava ile
nur; simg.D veya Di. püskürtülen motorların kuramsal ya da teorik çevri
die: 1) Meka. orijinal olarak döküm veya baskı; kes mi; iki adyabat ile sabit basınçta yanma ve sabit ha
me veya şekil verme için kullanılan genellikle küp cimde ısı atılışından oluşan bir diyagram.
şeklinde alet veya cihazlar, özellikle: a) para, madal diesel direct drive: Doğrudan bağlı motor (pervane
ya vb. i basımı için kullanılan damga; sikke damga ye); gemi pervanesine doğrudan, ara safraları ile
sı, b) levha metal vb. lerine delik açmak için kullanı bağlı olan dizel motoru; genellikle ağır devirli dizel
lan bir makinenin hareketli kısmı; matriks. c) cıvata motoru.
ya da vidalardaki gibi diş açmak için kullanılan araç; diesel-driven ship: Dizel motoru ile yürütülen gemi;
pafta, e) içersinde deliği olan ve tel çekmek, çubuk ana makinesi dizel motoru olan gemi.
çekmek vb. i için kullanılan bir metal parçası. diesel efficiency: Dizel verimi (Hava ile püskürtmeli
die away: 1) amplitütü zamanla azaltmak ve böylece motorlar için); sabit basınçta yanmalı çevrimin veri
dalga hareketi tarafından şiddeti azaltmak: X ışınları mi; yakıtı silindirlere basınçlı hava ile püskürtülen
alüminyuma göre kurşunda çok daha hızlı azalır. 2) motorların çevrim verimi.
motorun yavaş yavaş ağırlaşarak stop etmesi. diesel electric: Bkz diesel electric system.
die away curve: Söndürülen osilasyon veya dalga ha diesel-electrik drive: Bkz. diesel-electric system.
reketinin zirvesinde birleşen bir eğri. diesel electric locomotive: Bir dizel-elektrik sistemi
die casting: 1) erimiş metali büyük bir basınç altında, nin ürettiği elektrik enerjisi ile tekerlek dingillerindeki
madeni bir derece veya kalıp içine dökerek döküm elektrik motorlarının çalıştırıldığı ve tekerlerin bu şe
yapma işlemi. 2) bu şekilde yapılan döküm. kilde döndürüldüğü bir lokomotif; dizel elektrikli lo
die-casting allyos: Yüksek basınçlı döküm Bkz, di e - komotif.
casting için uygun olan, çoğunlukla demirsiz, ba- diesel-electric system: Dizel elektrik sistemi; gemile
zan demirli alaşımlar: a) çinko kökenli, b) alümin re uygulanan bir tahrik veya propulsiyon sistemi;
yum ve magnezyum kökenli, c) pirinçler ve d) diğer yüksek devirli dizel motorlannın jeneratör veya alter-
bakır kökenli olanlar. natörleri çevirerek ürettikleri elektrik enerjisi, gemi
die down: Motorun kendiliğinden devirden düşmesi. nin kıç tarafındaki ağır devirli ve millerine pervaneler
dielectric: Manyetik alanın oluşmasına izin veren, fa bağlı bulunan elektrik motorlarının çalıştırılmasında
kat elektrik akımını geçirmeyen cam, tahta, lâstik vb. kullanılır.
i bir malzeme; dielektrik; yalıtkan; izolatör. diesel engine: Dizel motoru; silindirlerinde sıkıştırıla
dielectric constant: Bir yalıtkandaki elektrik kuvveti rak basınç ve sıcaklığı yükseltilen (30-40 bar,
tarafından üretilen elektrik flüks (akı) şiddetinin, ay 450°-650°C) hava içine püskürtülen yakıtın kendili
nı kuvvet tarafından vakumda üretilen flüks şiddeti ğinden yakılması ile iş üretilen ısı makinesi; sıkıştır
ne oranı; dielektrik sabitesi veya sabiti. ma ile yanmalı makine; Diesel, diesel motor şeklin
dielectric fatique: Bir süre sürekli elektriksel gerilme de de kullanılır.
di ese l e ngin e fuel s 157 di ff ere n t
Teknik Sözlük - F. 11
direct current 162 di scharg e
direct current: Doğru akım; bir iletken boyunca sade direction of rotation: Dönüş yönü; devir yönü; dön
ce bir yöne akan elektron akımı; D.C. veya d.c. kı me yönü.
saltmaları ile belirtilir. directly: 1) doğrudan doğruya. 2) tamamen; tümü
direct current balancer: Doğru akım dengeleyicisi; ile; tamam. 4) anında; hemen; derhal.
birbirlerine doğrudan bağlı iki veya daha fazla, doğ direct radiation: Doğrudan veya kaçak radyasyon ya
ru akım makinesinden (özellikle şönt ya da kampa- da ışınım.
vund uyarmalı) oluşan ve çok telli bir dağıtım siste direct reaction method: Doğrudan tepki yöntemi;
mine seri bağlı bir makine. gaz türbinlerinde, yakıtın ısıl enerjisinin, yüksek hızlı
direct-current dynamometer: Doğru akım dinamo gaz akımında mekanik kinetik enerjiye dönüştürüle
metresi; deney yeri veya tecrübe mahallinde Bkz. rek tepki oluşturulması yöntemi.
test stand, genel olarak dizel motorlarının fren bey direct reversible engine: Doğrudan tornistanlı maki
gir gücü veya fren gücünü (hp veya kW) türünden ne veya motor; ileri geri donanımına sahip olan ma
ölçmek için kullanılan doğru akım jeneratörü veya di kine ya da motor.
namometresi. directrix: 1) Geo. bir eğri veya düzlem çiziminde
direct-current machines: E/ekt. doğru akım makinele esas olarak kullanılan sabit bir doğru. 2) kadın mü
ri; doğru akım jeneratör ve motorları. dür; müdire.
direct-current motor: Elekt, doğru akım motoru; seri, direct stays: Buh. Kaza. doğrudan payandalar; birbiri
şönt ve kampavund motorlardan herhangi biri. ne paralel iki yüzeyi taşımak veya kuvvetlendirmek
direct-current propulsion: Dizel elektrik sistemi; doğ için kullanılan payanda veya steyler; masuralar, pa
ru akımlı propulsiyon sistemi; yüksek devirli dizel yandalar ve payanda boruları bu sınıfa girer.
motorları, onların çalıştırdığı doğru akım jeneratörle dirigibility: Hava gemisi özelliği veya durumunda ol
ri, doğru akım motorları vb. lerinden oluşan sistem. ma.
direct drive: Doğrudan bağlama; 1) çeviren veya çev dirigible; 1) altında bir kamarası olan, uzun, sigar
rilen ya da hareket veren ve hareket alan makinele şeklinde, yönlendirilebilen, motorla yürütülen bir ba
rin birbirlerine doğrudan bağlanması. 2) gemilerde lon; zeplin; hava gemisi. 2) yönlendirilebilen.
ana makinenin, aralarında esnek kaplın, hidrolik dirt: Maden, kum, toprak veya çakıl.
kaplin, elektromanyetik kaplin ve hız düşürücü bir dirt seal: Mak. toz veya pisliklerin (bir makineye) gir
donanım olmaksızın doğrudan pervaneye bağlanma mesini önleyen keçe conta.
sı. 4) Oto. motorun devrini aynen kardan miline akta dirty: 1) temiz olmayan; kirli; pis. 2) topraklı. 3) grim
ran şanzıman dişlisi; çoğu arabaların dördüncü vite si, çamurlu veya lekeli. 4) çok fazla (yere doğru
si. inen) nükleer artık meydana getiren: Nükleer silah
direct-drive diesel: Bkz. diesel-direct drive. lar için söylenir.
direct dye; Sabitleştirici kullanılmaksızın etkili olan dirty ballast: Kirli safra; türlü sıvı yakıtların taşındığı
bir boya. tankların yıkanması sonucu oluşan pis safra.
directed: Yönlendirilmiş. dirty oils: Ham petrol, türlü fuel oilier vb. i kapsayan
direct heater: doğrudan ısıtıcı; Gem. Mak. direkt hi- yakıtlar; pis yakıtlar.
ter; bunları: a) radyatörler, b) konveksiyon ısıtıcıları, dis.: Bkz. 1) distance. 2) distant. 3) distribute.
c) ünite ısıtıcılar ve d) elektrikli ısıtıcılar şeklinde sınıf disabled vessel: Hareketten aciz gemi ya da tekne.
landırmak mümkündür. disaccharide: Genel formülü C 1 2 H 2 2 O11 olan sük-
direct illumination: Doğrudan veya direkt aydınlat roz, maltoz ve laktoz gibi şeker gruplarından herhan
ma; ışığın en az % 90'inin aşağıya yöneltildiği bir ay gi biri; hidrolizleri iki monosakkarit verir; disakkarit.
dınlatma türü. disadvantage: 1) sakınca; dezavantaj; mahzur; handi
direct injection: Doğrudan püskürtme; Gem, Mak. di kap. 2) kayıp; hasar; zarar.
rekt incekşın; yakıtın enjektör yardımıyla doğrudan disadvantageous: Sakınca, dezavantaj veya mahzur
ana yanma odasına püskürtülmesi. ile belirtilen ya da neden olunan; elverişsiz; sakınca
direction: 1) yönlendirme; yöneltme; kontrol. 2) Çoğ. lı; dezavantajlı.
yapma, işletme, kullanma, hazırlama vb. i talimatı. disannul: Tümü ile geçersiz saymak; iptal etmek.
3) emir; kumanda. 4) istikamet, yön veya cihet; doğ disappear: 1) kaybolmak; görünmez olmak. 2) göz
rultu. den kaybolmak; yokolmak.
directional: 1) yön, cihet veya istikamete ait. 2) disarrange: Düzeni bozmak; düzensizlik.
Rady. a) sinyallerin geldiği yön. b) yöneltilmiş bir disarrangement: Düzensizlik; karışıklık.
ışın demeti şeklinde gönderilen radyo dalgaları için. disassemble: Parçalarına ayırmak; sökmek, onarım
directional antenna: Yönlendirici anten. ve temizlik için parçaları ayırma.
directional gyro: Yönlendirici cayro veya jiroskop; disaster: Büyük zarar ve hasara neden olan herhangi
durumunu azimutta tutan ve böylece rotadan açısal bir olay; ağır veya ani bir kaza; afet; felaket.
sapmayı gösteren ve hava ile çalıştırılan serbest bir disastrous; Felakeitn doğasına ait; büyük zarar, ha
jiroskop veya cayro. sar vb. nedeni.
directional signal: Oto. taşıtın dönüş yapacağı yönü disc: Bkz. disk.
işaret eden kol veya ışık; işaret lâmbası; sinyal lâm disc : Bkz. 1) discovered. 2) discoverer.
bası. discharge: 1) herhangi bir akünün boşalması veya
direction finder: Düşey ekseni çevresinde serbest deşarjı. 2) bir gemiden yükün tahliyesi veya boşaltıl
olarak dönebilen bir anteni olan ve gelen radyo dal ması, b) bir topun ateşlenmesi. 3) bir pompa, kom
gaları veya sinyallerden mevki bulmak için kullanı presör vb. i bir makinenin dış devreye su, yağ, ya
lan bir cihaz; Den, dayreksın faynder. kıt, basınçlı hava vb. i bir akışkanı vermesi ya da bo-
discharge capacity 163 disintegratio n rate
çekmece.
downcast: Maden, havalandırma borusu veya kanalı.
double radial engine: Bir krank mili çevresine radyal
downcome: Bkz. downcomer.
veya çap yönünde yerleştirilmiş iki sıra silindirden
downcomer: 1) yüksek fırından gazları aşağıya, kız
oluşan makine: iki sıralı yıldız makine.
gın gaz sobaları ve kazanlara veren boru. 2) su bo-
double reduction gear: Buh. Tür. iki kademeli devir
rulu kazanlarda suyu buhar dramlarından (domların-
düşürme donanımı; Gem, Mak. iki kademeli ridakşın
dan), su dramlarına vererek dolaşım ya da sirkülas
gir; birinci kademe pinyon, birinci kademe gervil,
yonu sağlayan borular; aşağıya devir borusu; Gem.
ikinci kademe pinyon ve ikinci kademe ya da ana
Mak. davnkamer; buhar dramını kazan dışından su
gervilden oluşan bir dişli donanımı; yapılmış makine
dramlarına bağlar.
lerde 45/1 oranına kadar devir düşürme sağlanabil
downcomer, external: Bkz. downcomer.
mektedir.
downcomer tube: Asağı devir borusu; Bkz. downco
double refraction: Çift kırılma; gelen tek bir ışından
mer.
iki ışık ışını oluşturma; pek çok kristalin özelliğidir,
down-draft carburetor: Alttan çekişli karburatör; bu
örneğin kalsit.
karbüratöre hava üstten girer ve aşağıya doğru hare
double riveting: Zigzag olmayan, düz iki sıralı perçin
ket eder ve benzin memesi çevresinden geçer.
bağlantısı.
downline: Uca doğru.
double salt: Kimy. sodyum-potasyum tartarat gibi, çö
download: Aşağı yüklemek.
zeltisinde iki farklı katyon ve anyon üreten bir tuz;
çift tuz, örneğin Roşel tuzu, NaKC 4 H2 O6 . 2) iki farklı downright: 1) mutlak; salt; kesin; tümüyle. 2) yere
tuzun birleşimi ile oluşan herhangi bir bileşik. dik veya şakulî; düşey.
double snap gauge: C harfi şeklinde ve uçları yassı downstream load: Bilgisay. aşağı yüklemek.
olan bir gösterge veya geyiç. down stroke: Aşağı kurs, seyir veya strok; pistonlu
double spring: Mot. çift yay; supap yayı tarafına uy makinelerde pistonların alt ölü noktaya doğru hare
gulanan kuvvetin çok büyük olduğu durumlarda, ay ketleri.
nı merkezli, iç içe kullanılan iki yay. down time: 1) Bakım, yükleme vb. i işler için gerekli
double stage ejector: iki kademeli hava ecekteri; olan bir kimya tesisi veya nükleer reaktörün işleme
Bkz. air ejector. diği zaman. 2) Bilgisay. bozukluk süresi.
double star: Astr. çift yıldız; birbirine çok yakın, çıp downward: 1) aşağı yer, durum vb. ine doğru; aşağı
lak gözle tek, ancak teleskopla ayrı olarak görülebi ya doğru. 2) erkenden daha geç zamana doğru.
len iki yıldız. downwards: Bkz. downward.
double tackle: Den. aynı makara üzerinde veya çev downward stroke: Aşağı strok ya da kurs; pistonlu
resinde iki oyuk bulunan palanga. bir makinede pistonların üst ölü noktadan alt ölü
doubling plate: Gerektiğinde geminin gerekli yerleri noktaya doğru olan hareketleri; Bkz. down stroke.
ne, bu arada skoç kazanlarının payanda veya stey down-wash: Havadaki hareketi sırasında uçak kanalı
konulamayacak yerlerine, perçin veya kaynakla bağ nı aşağıya doğru bastıran veya iten hava.
lanan yama ya da ek saç; Den. dablin saçı. Dow process: Dov işlemi; susuz, erimiş magnezyum
double thread: Mak. çift ağızlı vida veya klavuz. klorürün elektrolizi ile magnezyum metalinin elde
douse: Ani olarak bir sıvıya dalmak. edilmesi işlemi.
dovetail: 1) kırlangıç kuyruğuna benzeyen şey ya da dowse: Bkz. douse.
parça; özellikle çıkıntılı, kama şeklinde parça; kırlan dowse: Çata! çubuk ile su veya mineral kaynağı araş
gıç kuyruğu geçme şeklinde kullanılır. 2) bu şekilde tırmak.
yapılan geçme; kırlangıç kuyruğu geçme. 3) kırlan dozen: Düzine; on ikiden oluşan takım.
gıç kuyruğu geçme ile bağlamak veya birleştirmek. dozenth: On ikinci.
4) kalafatçı aleti; filikaların armuzlarını kalafat etmek dpt.: Bkz. department.
için kullanılır. dr.: Bkz. doctor.
dowanol p-mix: Sıv. Yük. dovanol p-miks; esaslı bir draft: 1) çekme; çekmek. 2) çekilen bir şey, miktar ve
tehlikesi olmayan, hafif ve hoş kokulu, renksiz, hig ya yük. 3) balık ağı çekme. 4) ağın bir çekilişinde ya
roskopik, dayanıklı, glikol eter ailesinden bir bileşik; kalanan balık miktarı. 5) içmek (su). 6) bir kerede
25°/25°C'de öz. ağ. 0,944; k.n. 132,286°C, ağıza alınan miktar; yudum. 7) hava ya da duman gi
d.n.-84°C; suda tümü ile çözünür, 25°C'de viskozite bi ciğerlere çekilen. 8) çekilen hava, duman vb. i. 9)
si 3,11 cS; gemilerde çevre sıcaklığı ve atmosfer ba yapılan işin resmi ya da tasarımı. 10) oda, .ısıtma sis
sıncında taşınır. temi vb. lerinde olduğu gibi hava akımı veya hava
dowel: Ahşap, metal vb. inden yapılmış, kendisine uy cereyanı. 11) bir ısıtma sisteminde hava akımını dü
gun bir deliğe girerek iki parçayı birbirine bağlayan zenleyen bir cihaz. 12) boşalma; dreyn. 13) Hidro.
bir pin; tıkaç; tapa; pin ya da pim. su akımı için kullanılan bir deliğin ölçüsü. 14) Buh.
dowei pin: Gem. Mak. dovelpin; merkezleme pirıl; Kaza. baca çekmesi; draft; kazan ocaklarında yan
Bkz. dowel. ma sonucu oluşan gazların baca veya atmosfere
doğru çekilmesi. 15) Den. geminin çektiği suyun de
dow metal: Dovmetal; alüminyum magnezyum alaşı
rinliği; draft. 16) Tek. Res. ön çizim veya çalışma
mı; otomobil parçaları, özellikle piston yapımında
plânlarını yapmak.
kullanılan bir alaşım.
down: 1) ufkun altı. 2) daha alçak veya aşağıda düşü draft aft: Den. bir geminin kıç tarafta çektiği su; kıç
nülen bir yön veya yer. 3) daha az miktar veya kütle draft; m veya ft türünden kullanılır.
de olmak. 4) daha uyarıcı veya aktif olmak. 5) aşa draft, forced: Bkz. forced draft.
ğı; aşağıya; yere doğru. 6) Bilgisay. bozuk.
d ra f t f or w ar d 171 d ra m
draft forward: Den. bir geminin baş tarafta çektiği su; dragrods: Pist. Buh. Mak. birer ucu katof (kesme)
baş draft; m veya ft türünden belirtilir. blokuna ve diğer uçları linklere bağlı olan iki metal
draft gauge: 1) kazan ocaklarında kullanılan havanın çubuk; Gem. Mak. dragrot; istenilen eksantrik rodu
basıncının sürekli olarak denetlenmesini sağlayan U çekerek veya iterek slayt rodun altına getirir ve dola
şeklinde bir manometre; draft geyiç. 2) geminin çek yısıyla makinenin ileri-geri hareketini sağlarlar.
tiği suyu gösteren geyiç veya gösterge. dragrope: 1) top gibi, bazı şeyleri çekmek için kullanı
draft, induced: Bkz. induced draft. lan halat. 2) bir balon veya hava gemisinden sarkan
drafting: Çizim; tersim. halat; palamar halatı olarak kullanılır.
drafting machine: Çizim makinesi veya masası; üze drag sail (or sheet): Den. bir yelkenden yapılan de
rinde çizim aleti olan, eğimi mekanik olarak ayarla niz feneri.
nabilen bir resim masası; teknik ressam masası. drag strut: Uçak kanatlarının iç kısımlarının kuvvetlen
drafting tape: Bkz. scotch tape. dirilmesi için kullanılan çubuklar.
draft losses: Çekme veya draft kayıpları; sürtünme, drain: 1) tedricen veya yavaş yavaş (sıvı vb. ini) bo
gaz girdapları, hava kaçakları nedeniyle soğuma vb. şaltmak. 2) su veya herhangi bir sıvıyı tedrici olarak
inden kaynaklanan kayıplar (buhar kazanlarında kul çekmek; bu şekilde boşaltmak veya kurutmak. 3) ya
lanılır). vaş yavaş egzoz etmek; yavaş olarak tüketmek (da-
draft marks: Den. kana rakamları; baş ve kıç tarafın yanıklık, doğal kaynaklar vb. i için söylenir). 5) süz
da teknenin çektiği suyu gösteren m veya ft türün mek veya filtre etmek. 6) sıvıyı çekerek veya boşalta
den sayılar. rak kurutmak. 7) suyunu boşaltmak. 8) su, necaset
(dışkı) vb. ini boşaltan bir kanal ya da boru.
draft, mean: Den. baş ve kıçta, çekilen suyun ortala
ması; ortalama draft. drainage: 1) boşaltma işi, işlemi veya yöntemi; dre
draft, natural: Bkz. natural draft. naj. 2) boşaltma (dreyn) sistemi; atık maddeleri taşı
draftsman: 1) yapı veya makinelerin plânlarını çizen mak için kullanılan boru vb. lerinin düzeneği. 3) bir
nehir tarafından boşaltılan veya dreyn edilen alan ve ya
kişi; teknik ressam. 2) yasal belge, konuşma vb. teri
bölge.
ni yazan kişi; draughtsman şeklinde de yazılır.
drainage pump: Drenaj pompası; gemi teknesinin
draftsmanship: Bir teknik ressamın işi veya becerisi;
sintineleri veya sintine kuyularında biriken küçük
draughtsmanship şeklinde de kullanılır.
miktardaki suyu boşaltmak amacıyla kullanılan pom pa
draft survey: Gemideki yükün ağırlığının, kana rek ya da pompalar.
lamları okunarak, plân ve çizelgelerden yararlanıla
drainage system: Gem. Mak. dreyn edilecek yerlere
rak saptanması işlemi; draft survey. kadar uzanan emme devreleri ve edüktör veya dre
drafty: 1) hava cereyanının etkisinde bırakılmış; çeki naj pompalarına doğrudan bağlı ve genel olarak ma
me sahip olan; cereyanlı; draughty şeklinde de kul kine dairesine hizmet veren bir sistem; drenaj devre
lanılır. si; gemideki tüm atık sıvıları toplayan ve onları pis
drag: 1) özellikle yer veya diğer yüzeyler boyunca su tankına veya gemi dışına basan sistem.
çekmek. 2) araştırma veya avlama için (bir nehir, drain tank: Bkz. sump tank.
göl vb. i) dibinden dört kollu demir, ağ veya diğer drainage water: Toprak tarafından süzülen yağmur
bir cihazı çekmek. 3) çok yavaş hareket etme veya suyu; drenaj suyu.
geçme. 4) nehir, göl vb. ini dört kollu bir demir Bkz. drain cock: Dreyn valfı veya musluğu. 1) türlü valflar
grapnel, ağ veya diğer bir cihazla araştırmak. 5) su olup, su, buhar ve diğer sıvıları kapsayan, kazanla
dibinden bazı şeyleri yakalamak ve çekmek için kul ra, kaplara ve boru devrelerine bağlanarak onların
lanılan bir cihaz; dört kollu demir, ağ vb. i. 6) teker boşaltılmasına müsaade eden valflardan herhangi bi
leklerin freni gibi, hareketi denetleyen bir şey. 7) ri. 2) Bkz. belly plug.
ağır maddeleri çekmek için bir şey. 8) Hava. uçakla drain condenser: Dreyn kondenser; kapalı besi suyu
rın hareketine karşı havanın direnci. 8) hareketli bir devrelerinde dreynlerin, özellikle ısıtıcıların dreynleri-
cisme karşı bir sıvının direnci. 9) döküm derecesinin nin toplandığı ufak bir borulu kondenser.
alt parçası. 10) Bkz. dragrod. drain cooler: Bkz. drain condenser.
drag chain: Çekme zinciri; sürtme zinciri; yakıt (ben drainer: 1) boşaltmak veya dreyn etmek, alanları bo
zin) tankerlerinde, statik elektriği yok etmek için, şaltmak. 2) sıvı boşaltmak için kap.
araçlara takılan ve toprağa sürtünen zincir. drain pipes: Uygun çapta borular olup dreyn musluk
dragline: 1) Den. klavuz halatı. 2) çeneli ekskavatör larına bağlanırlar ve kazanlar, basınçlı kaplar ve bo
veya dreglayn. 3) ekskavatöre doğru dönük olan ve rulardan gelen buhar, su vb. inin drenajını sağlarlar.
ekskavatöre doğru çekilerek çalışan türden kepçe. drain plug: Mot. özellikle karterlerin alt kısımlarında
drag link: Iki makinenin şaftlarının (millerinin) krank bulunan yağ boşaltma veya dreyn tapası.
larını birleştiren bağ ya da link; istikamet çubuğu; drain system: Boşaltma ya da dreyn sistemi; gemi
cer bağlaması. makinelerinin türlü kısımlarından gelen dreynlerin
dragnet: 1) balık yakalamak için nehir, göl vb. inin di toplanmasını sağlayan sistem.
binde çekilen bir ağ. 2) küçük avları yakalamak için drain tank: Buhar türbinleri ile donatılmış gemilerde,
kullanılan bir ağ. yakıt için kullanılan dabılbotum tanklarındaki ısıtıcıla
dragon's blood: Türlü tropik bitki ve ağaçlardan elde rın dreynlerinin toplandığı tank; dreyn tankı; ısıtıcıla
edilen kırmızı, reçinemsi veya sakız gibi maddeler; rın birer trap aracılığı ile bağlı oldukları tank.
vernikleri renklendirmek için kullanılır; ejderha kanı. drain valve: Kendi drenaj olanakları olmayan ve ka
dragon tree: kırmızı reçinemsi maddelerin Bkz. dra zan, tank vb. ini boşaltmak için dizayn edilen bir
gon's blood elde edildiği zambak familyasından valf; Gem. Mak. dreyn valfı; boşaltma valfı.
uzun bir ağaç; ejderha ağacı. dram: 1) Ecz. yaklaşık 3,5 grama (1/8 oz) eşit olan
draught 172 drift
lık.
egg coal: Çapı 38-102 mm (1,5"-4") değerleri arasın
efficiency: 1) en az efor, gider ya da kayıp ile iste
da değişen türlü ölçülerdeki kömürlerin herhangi bi
nen etkiyi üretme yeteneği; verimli olma özelliği. 2)
ri; yumurta kömür; briket.
alınan enerjinin verilen enerjiye oranı; verim; verimli
egg shaped: Oval; beyzî.
lik. 3) etkili işin genişletilen enerjiye oranı; verdinin
EHF (ehp): Extremely high frequency: Çok yüksek
aldıya oranı; randıman; verim. 4) yapılan işin (maki
frekanslı; Bkz. microwave.
neye) verilen işe oranı.
EHP (ehp): Bkz. effective horsepower.
efficiency-booster: Diz. Mot. daha çok yüksel güçlü
eight: Sekiz; VIII; 8.
dizel motorlarına uygulanan bir güç arttırma türü; ve
eighteen: On sekiz; 18; XVIII.
rimli besleme; Bkz. efficiency-booster system.
eighteenth: 1) bir dizide on yedinciden sonraki; on
efficiency-booster system: Yüksek güçlü, ağır devir
sekizinci. 2) herhangi on sekiz eşit parçadan biri. 3)
li dize! motorlarına uygulanan güç yükseltici bir dev
bir şeyin on sekiz eşit parçasından biri; 1/18.
re; daha çok süperşarjlı motorlara uygulanır; verimli
eightfold: 1) sekiz parçaya sahip olan. 2) sekiz kat
besleme devresi; süperşarjer gaz türbini ile paralel
veya sekiz misli.
çalışan bir başka gaz türbininin sağladığı ve makine
eighth: 1) bir dizide yedinciden sonra gelen; sekizin
şaftına (miline) iletilen ek güç temin eder.
ci. 2) bir şeyin sekiz eşit parçasından herhangi biri,
efficiency expert: Görevi türlü işlemleri geliştirmek,
3) bir şeyin sekiz eşit parçasından biri; 1/8.
kayıpları azaltmak vb. i gibi daha iyi yöntemler bula
eightly: Sekizinci sırada.
rak bir iş yerinin, enerji tesisinin üretim veya verimi
eightieth: 1) bir dizide yetmiş dokuzuncudan sonra
ni yükseltmek olan kişi; verimlilik uzmanı.
gelen; sekseninci. 2) bir şeyin seksen eşit parçasın
efficient: 1) doğrudan bir etki veya sonuç üretme;
dan herhangi biri; 1/80.
efektif; tesirli; etkili. 2) en az çaba, gider ya da kayıp
ile istenen etkiyi veya sonucu oluşturma; becerikli; eighty: Seksen; 80;
LXXX.
işbilir.
elkonometer: Eykonometre; bir mikroskopun bakılan
efflorescence: 1) Kimy. a) kristalleşmenin suyunu
tarafına takılan ve gözlenen cismin boyutlarını ölç
kaybederek belirli kristalli bileşiklerin toza dönüşme
mek için kullanılan bir cihaz.
si, b) bu şekilde oluşan toz. 2) mineral yüzeylerde
einsteinium: Aynştayniyum; uranyum'un nükleer par-
ince. Kristalli bir birikinti.
tiküller ile bombardmanından elde edilen radyoaktif
efflorescent: Kimy. a) hava etkisinde bırakarak kristal
kimyasal element; Simg. E; at.ağ. 247; at.no. 99.
leşme suyunu kaybederek kristal durumdan toz şek
Einstein shift: Kuvvetli yerçekimi nedeniyle güneşin
line dönüşme, b) buharlaşma veya kimyasal deği
tayf çizgisinde kırmızıya doğru hafif yer değiştirme;
şim sonucu toz kabukla kaplanan.
Aynştayn yer değişimi.
effluence: Dışa veya dışarıya doğru akan bir şey; fış
Einstein's photo-electric law: Aynştay'nın foto elek
kırma; çıkma.
trik kanunu: "Elektromanyetik radyasyon ile sağla
effluent: Dışarıya doğru akan, özellikle: a) bir su göv
nan kuvantum enerjisi, en azından bir metalin iş
desinden dışarıya akan akarsu (çay ya da dere), b)
fonksiyonuna eşit olmalıdır"; daha büyük bir kuvan
dışarıya akan kanalizasyon, atık tankı vb. c) bir fabri
tum uygulandığı zaman, atık enerji, elektronun kine
ka ya da şubesinin tesisatından çıkan akım,
tik enerjisi olarak götürülür.
effluent piping: Dreyn (boşaltma) boru donanımı.
eject: 1) ani bir kuvvet uygulayarak dışarı atmak; de
effluvium: 1) görünmez partiküllerin (parçacıkların)
fetmek; boşaltmak veya deşarj etmek. 2) kovmak;
akımı veya buhar şeklinde gerçek veya düşsel taşın-
defetmek; atmak.
tı. 2) istenmeyen veya kötü buhar ya da koku.
ejecta: Atılan, boşaltılan veya defedilen şey; atık mad
efflux: 1) dışarıya çıkış veya akış; fışkırma. 2) dışarıya
de.
akan bir şey.
ejector: Gem. Mak. ecekter; kapalı bir kabın hava ve
effort: 1) bir şey yapmak için enerji kullanma; daya
ya gazını boşaltan bir cihaz, örneğin kondansörlerin
nıklılık veya zihinsel güç çabası. 2) tekrar, özellikle
havasını boşaltarak vakum sağlayan hava ecekterı
zor tekrar. 3) çalışma ya da tekrarlamanın ürünü ve
Bkz. air ejector.
ya sonucu; başarı. 4) gayret; çaba.
ejector, air: Bkz. air ejector.
effort arm: Kuvvet kolu; kaldıracın mesneti (desteği)
ejector condenser: Gem. Mak. ecekter kondenserl;
ile kuvvetin uygulandığı nokta arasındaki mesafe.
eceklerin bir ve ikinci kademeleri arasında bulunan
effortness: Çaba göstermeyen; çabasız; gayretsiz.
bir kondenser; ecekterin birinci kademesinde kullanı
effulge: Parlamak veya ışık saçmak; parıldamak.
lan buharı yoğuşturmak için kullanılır; Bkz. air ejec
effulgence: Büyük parlaklık; parıltı; nur.
tor condenser.
effulgent: Parlak olarak ışıldayan; radyan. ışık saçan. 18
eksa-: 10 anlamında bir önek; eksa; E kısaltması ile
effuse: 1) dışarıya doğru veya ileriye akmak. 2) yay
belirtilir.
mak; yayılmak. 3) küçük bir delik veya malzeme gö
el: 1) ana yapıya dik açılarda uzantı ya da kanat. 2)
zeneğinden basınç altında geçmek; firar etmek.
yükseltilmiş demiryolu.
effusiometer: Efiizyometre; molekül ağırlıklarını sap
elaeoptene: Uçucu yağın katılaşmayan kısmı,
tamak için gazların küçük bir delikten kaçış miktarını
delapse: Koymak; geçmek (zaman için söylenir).
ölçen bir cihaz.
elapse time: Geçen zaman.
effusion: Yüksek basınçlı bir bölgeden bir gazın kü
eiastance: Bir kondensatörün daraf ile ölçülen, kapa-
çük bir delikten düşük basınç bölgesine firar etmesi.
sitansinın evrik değeri.
effusive: Dışarıya veya ileriye akan; taşıntı; taşan,
elastic: 1) genişletilip, esnetilip, sıkıştırıldıktan sonra
egalite: Bkz. equality.
derhal ilk ya da orijinal durumuna, şekline veya ölçü
süne dönme niteliğine sahip olan; esnek; elâstik;
elastically 183 elec t ri ca l s t oreroo
m
electromagnetic induction: Elektromanyetik endüksi 1,602x10" kulonluk negatif şarj taşır; bir elektro
yon; manyetik flüks (akı) bir elektrik devresi ile bir nun kütlesi protonun kütlesinin 1/1800'üdür; çekirde
leştiği zaman devrede endüklenen elektromotor kuv ğin çevresinde dönen elektron sayısı, çekirdekteki
vet değişimi. pozitif şarj sayısına eşittir.
electromagnetic radiation: Elektromanyetik radyas electron affinity: 1) bir atoma bir elektron eklendiği
yon. zaman açığa çıkan enerji; elektron afinitesi. 2) bir
electromagnetics: Elelrtromanyetik bilimi; elektrik ile atom veya bir molekülün serbest elektronlarla birleş
manyetizma arasında süren karşılıklı ilişkiyi incele mesi ve negatif iyonlar oluşturması eğilimi.
yen bilim dalı; elektromanyetik. electron beam: Elektron ışını; aynı hızla aynı yönde
electromagnetic spectrum: Bir kaç milimetreden bir hareket eden elektronlar akımı.
kaç metreye kadar olan dalgalar tarafından üretilen electron capture: Bir çekirdek tarafından iç elektro
tayf veya spektra. nik kabuktan emilen bir elektronun bir tür radyoaktif
electromagnetic units (emu): cgs sisteminin elektro çürümesi; çekirdekte elektron, protonu nötrona dö
manyetik birimleri. nüştürmek için kullanılır.
electromagnetic wave: Rady. Telev. elektromanyetik eiectron charge: Elektron yükü veya şarjı; elektron
fazlalığı veya azlığından oluşan elektrik dengesizliği
electron cloud 188 electroplate
electronic lens: Paralel mıknatıslar tarafından üreti
durumu; şiddeti kulon ile ölçülür. len manyetik alanlar veya paralel levhalı kapasitörler
electron cloud: Elektron bulutu; bir elektron boşalım tarafından üretilen elektrik alanları; elektron ışınlan-
tüpünün elektrotları arasındaki boşlukta bulunan nın odaklanması için kullanılır; elektronik mercek.
çok sayıda, nispeten sabit elektronlar. electronic micrograph: Elektron mikrograf; bir cis
electron collection: Elektron toplanması; iyonlaştır min elektron mikroskopunda alınan fotoğrafı.
ma odaları ölçülerinde kullanılan ve elektron hareket electronics: Elektronik bilimi; vakum ve gazlarda
lerinin iyonlarinkine göre yüksek olmasından yararla elektronik hareketler ve vakum tüplerinin, fotoelek
nılan teknik. trik hücre vb, leri ile ilgilenen bilim.
electron distribution: Elektron dağılımı; elektronların electronic vacuum tube: Bkz. thermionic valve.
bir iyon ya da bir atom çekirdeği çevresindeki bir yö electron microscope: Elektron mikroskopu: madde
rüngede sıralanışı. nin görüntüsünü büyütmek için, ışık ışınları yerine,
electron duplet: iki atom tarafından (ek bir bağ, ku elektron ışınlarını odaklama üzere kullanılan bir mik
tupsal olmayan bir bağla paylaşılan bir çift elektron; roskop türü; optik mikroskoplardan çok daha güçlü
elektron çifti. bir cihaz.
electronegative: 1) negatif elektriksel yüke sahip electron, nuclear: Bir atomun çekirdeğinden çıkan
olan; elektrolizde anot veya pozitif elektrota hareket bir elektron; nükleer elektron.
etme eğilimi. 2) asit; metalik olmayan; elektronegatif electron octet: Sekiz elektron kapsayan bir elektron
bir madde. grubu.
electronegativity: Elektronegativite; bir bileşikte bir electron orbit: Elektron yörüngesi; bir elektronun
atomun elektronları kendine çekme kuvveti; metaller atom çekirdeği çevresinde dönerken çizdiği yol ya
düşük ve metalsiler yüksek elektronegativiteye sahip da yörünge.
tirler. electron pair: Elektron çifti; aynı yörüngeyi paylaşan
electron, extranuclear: Bir atomun çekirdeği etrafın iki elektron.
daki yörüngede hareket eden bir elektron. electron pairing: Tamamlanan bir yörünge ve oluşan
electron, free: Serbest elektron; bir atomun çekirde bağ vasıtasıyla işlem.
ğinin komşusu olmayan, fakat beta ışınlarında oldu electron shell: Bir atomda, hepsi aynı kuvantum sayı
ğu gibi serbestçe hareket eden bir elektron. sında olan bir grup elektron; elektron kabuğu.
electron gun: Elektron tabancası; elektronları topla electron specific heat: Elektron özgül ısısı; serbest
yan, odaklayan ve çıkaran katot ışın tüpünün bir par elektronlar nedeniyle bir metalin özgül ısısının bir
çası. parçası; elektron ısınma ısısı.
electronic: 1) elektronik; serbest elektronların, özellik electron theory: Elektron kuramı veya teorisi.
le vakum, gaz veya foto tüplerinde ve özel iletken ve electron tube: Elektron tüpü; X ışınları tüpünde oldu
ya yarı iletkenlerde hareketleri, yayımları ve akım ğu gibi, görevi geniş ölçüde elektronların hareketine
şeklinin uygulanmasına ilişkin. 2) elektron veya bağlı olan bir tür vakum tüpü; vacuum tube biçimin
elektronlara ait. de de kullanılır.
electronic brain: Elektronik beyin; elektronik olarak electron valence: Bir atomun tam olmayan dış kabu-
çalıştırılan türlü hesap makineleri, kompüter veya di ğundaki elektronlardan biri.
ğer cihazlar. electron volt: Elektron volt; elektron yükü kapsayan
electronic calculator: Elektronik hesap makinesi; bir partikülün, vakumda 1 voltluk bir potansiyel farkı
dört işlem, logaritma, trigonometrik hesap vb. lerini nın etkisinde kaldığı zaman kazandığı enerji; eV kı
12
kolaylıkla yapan, entegre devreler, transistor vb. te saltması ile gösterilir: 1 eV = 1.60X10" erg veya 1
-19
rinden oluşan dijital bir cihaz. eV = 1,6x10 jul'dür.
electronic charge: Elektronik yük (şarj); öz yük; electroosmosis: Elektroozmoz; bir elektromotor kuv
-19
elektrik yüklerinin doğal birimi; 1,602x20 kulon ; vet etkisinde bir sıvının bir diyaframdan geçmesi ola
10
4,803x10' elektrostatik birimi. yı-
electronic equation: Elektronik eşitlik; bir tepkimede electropathic: Bkz. electrotherapeutics.
maddenin kaybettiği veya kazandığı elektron sayıları electrophilic reagent: Elektrofilik ayıraç; elektronla
nı gösteren eşitlik. rın aşırı olduğu yerde bir bileşiğe hücum eden mi
electronic filing: Bilgisay. elektronik kütük (dosya) yar.
tutma.
electrophoresis: 1) elektroforez; akışkan bir ortam
electronic indicator: Elektronik endikatör (cihazı);
içinde, süspansiyon halinde (askıda) bulunan kolo
beygir gücünün saptanması yerine, yakıt püskürtme
idal partiküllerin, bir elektrik alanının etkisiyle hareke
ve yanma özelliklerini araştırmak üzere makine araş
ti. 2) Biof. yüklü taneciklerin bir akışkan içinden, bir
tırma ve geliştirmesi bakımından kullanılan bir cihaz;
elektrik alanının etkisi ile geçmeleri: Bkz. catophore-
basınca duyarlı eleman, senkronlaştırma ünitesi,
amplifikatör ve bir osiloskoptan oluşmaktadır. sis. 3) elektrik akımları kullanarak iyonların vücut do
kuları içine sokulmaları.
electronic ignition: Benz. Mot. silindir içinde sıkıştırı
electrophorus: Reçine, şellak vb. inden yapılmış yalı
lan hava-yakıt karışımının elektronik olarak tutuştu-
rulması; elektronik ateşleme; bataryalı bir ateşleme tılmış bir disk ve metal bir levhadan oluşan bir ci
sisteminde kullanılır. haz; endükleme yolu ile statik elektrik üretmek için
electronic ignition system: Benz. Mot. bataryalı ateş kullanılır; elektroforus.
leme sistemi parçalarına ek olarak distribütörü man electroplate: Elektroliz yardımıyla üzerinde metal bir
yetik ünite ve denetim ünitesi ile donatılmış bir ateş örtü (kaplama) biriktirmek; bu şekilde kaplanmış her
leme sistemi; elektronik ateşleme sistemi veya devre hangi bir şey, özellikle gümüş kaplama yemek [akım
si. ları.
electroplating 189 elementary
çelik
electroplating: Elektroliz yöntemi ile metal kaplama; .
galvanoplasti. electrostriciion: Bir elektrik alanının bir dielektrik ve
electropolar: Elektrikle kutup haline gelmiş; + veya - ya yalıtkan üzerindeki etkisi; elektrostrlksiyon.
kutuplanmış. eiectrosurgery: Ameliyatlarda dokuları kesmek veya
electropositive: 1) pozitif elektrik yüküne sahip olan; onlari tahrip etmek için elektrik enerjisi ile çalışan
elektropozitif; bir elektrolizde negatif elektrot veya aletlerle yapılan operasyon.
katota doğru hareket etmek eğiliminde olan. 2) baz; eleetrosynthesis: Elektrosentez; Kimy. elektrik akımı
asit olmayan; herhangi elektropozitif bir madde. yardımıyla üretilen veya yapılan sentez,
electrorefining: Elektroliz ile saf, pür veya an bir me electrotherapeutics: Elektroterapiye ilişkin.
tal üretme yöntemi; elektrikle damıtma; elektrorafi- electrothrapeutical: Bkz. eleetrotherapeutic.
ne. electrotherapeutics: Bkz. electrotherapy.
electroscope: Elektroskop; birbirinden uzaklaşan al electrotherapy: Elektroterapi; elektrik enerjisi yardı
tın varaklar (yapraklar) yardımıyla çok küçük elektrik mıyla hastalık tedavisi.
yüklerini araştırmak ve bu yüklerin pozitif ya da ne electrothermic: Elektrikle ısıtılan,
gatif olduğunu göstermek için kullanılan bir cihaz. electrothermic electrode: Elektrikle ısıtılarak eritilen
electroscopic: Elektroskopa ait, elektroskop ile ölçü (kaynak) eleklrotu; elektrotermik elektrot.
len veya bir elektroskop ile araştırilabilen. electrotype: Elektrotip. 1) elektrik kaplanarak yapıl
electrosol: Elektrosol; suya daldırılmış elektrotlar ara mış klişe. 2) böyle bir klişe ite yapılan baskı. 3) bu
sındaki ark ile üretilen, bir metalin koloidal çözeltisi. tür klişe veya klişeler yapmak.
electrostatic: Elektrostatik; durağan elektrik veya ha electrotypic: 1) elektrotipiye ait. 2) elektrotip veya
reketsiz elektrik partiküllerine ait; statik elektriğe iliş elektrotipiler kullanma; elektrotip tarafından üretil
kin. miş; elektrotip karakterine sahip olan; elektrotipik.
electrostatic charge: Statik elektrik yükü, birikimi ve electrotypy: Elektrotipi; elektrotipler yapımı.
ya şarjı. electrovalence: Elektrovalans; bir atomdan diğer bir
electrostatic field: Elektrostatik alan; hareketsiz yük atoma elektronların aktarılması ile bir moleküldeki
ler tarafından oluşturulan bir elektrik alanı. atomların birleşmesi; elektriksel bağ.
electrostatic filter: Elektrostatik filtre; bir hücre ile bu elecktrovalent bond: Bkz. ionic bond.
nun içine çapraz olarak paralel şekilde donatılmış electrum: 1) eski çağlarda kullanılan, altın ve gümü
tellerden oluşan filtre; çok yüksek gerilimli akım ile şün açık sarı renkli bir alaşımı. 2) bakır, nikel ve çin
beslenen teller tozlan toplar. konun bir alaşımı; anahtar, süs eşyası, sofra takımla
electrostatic force: Elektrostatik kuvvet; iki madde rı yapımında kullanılır; German silver, nickel silver
farklı şarjlı (yüklü) biri negatif ve diğeri pozitif olduk isimleri de verilir.
ları zaman, bu ikisi arasında uygulanan elektriksel elem.: Bkz. 1) element. 2) elementary. 3) elements.
kuvvet. element: 1) geçmişte tüm fiziksel maddeleri oluştur
electrostatic generation: Statik elektrik üretimi, oluş duğu düşünülen toprak, su, hava ve ateş gibi dört
ması veya meydana gelmesi. elemandan herhangi biri. 2) esas kısım. 3) Kimy.
electrostatic generator: Elektrostatik jeneratör; elek nükleer ayrışma istisna edilirse, farklı maddelere ay-
trik yüklerini sürekli ayırmak için kullanılan bir cihaz; rılamayan herhangi bir madde; element; tüm madde
yüksek gerilim fakat küçük miktarda yük ya da şarj ler elementlerden oluşmuştur. 4) Elekt. a) bir elektro
üreten bir cihaz. litle, birlikte etkileyerek elektrik enerjisi üreten bir çift
electrostatic hazard: Elektrostatik tehlike; statik elek metalik madde, b) pozitif veya negatif elektrot, c) bir
trik tehlikesi. elektriksel cihazın işleyen parçası: Ütünün ısıtıcı ele
electrostatic ignition: Statik elektrik tutuşması; statik manı gibi. 5) Mate, a) herhangi bir niceliğin bölüne-
elektrikle tutuşma veya iştial. meyen parçası; diferansiyel, b) bir doğru, yüzey vb.
electrostatic lens: Elektrostatik mercek; oluşan elek ini oluşturan nokta, doğru (çizgi) vb. i; eleman. 6)
trik alanlarını yüklü bir partikül ışın demeti üzerine Ask. hava kuvvetlerinin bir veya daha fazla uçaktan
odaklayıcı bir uygulama yapılan elektrotlar düzeni. oluşan temel ünitesi.
electrostatic potential: Elektrostatik potansiyel; elek element: Değişebilen veya değiştirilebilen parça; ele
trik alanının kuvvetlerine karşı yapılan iş bir noktada man: Filtre elemanı, akü plâkası vb. i.
ki elektrostatik potansiyeldir. elemental: 1) eski filozofların inandığı dört eleman
electrostatic precipitator: Elektrostatik çöktürücü; dan (toprak, hava, su, ateş) herhangi biri veya tü
Buh. Kaza. duman gazı içindeki tozlan tutmak için mü. 2) doğal kuvvetlere ait veya onlara benzeyen; fi
kullanılır; duman gazı içinde askıdaki maddeler yete ziksel evrenin özelliği. 3) esas, temel ve güçlü; başlı
rince kuvvetli bir elektrostatik alanda yüklenir ve zıt ca. 4) birinci ilkeye ait; aslî; temel; elemanter; basit;
şarjlı toplama elektrotu tarafından çekilerek toplanır, gelişmemiş. 5) esas parça veya parçalar olma 6)
electrostatics: Elektrostatik bilimi; durağan veya sta Kimy. bir elemente ait; bileşik değil.
tik elektrikle ilgilenen elektrodinamik dalı; karşıtı elemantarily: Basit bir biçimde veya tarzda.
elektrokinetik Bkz. electrokinetics. elementariness: Basit, öz veya esas olma niteliği.
electrostatic voltmeter Elektrostatik voltmetre; statik elementary: 1) Bkz. elemental. 2) birinci ilkeye ait;
şarjların (yüklerin) gerilimini ölçmek için kullanılan aslî; bir şeyin gelişmemiş veya esasına (kökenine)
bir voltmetre türü; bu tür voltmetre ile 10 bin volta ilişkin. 3) kimyasal bir elementten oluşan; bileşik ol
ka dar olan gerilimler ölçülebilir. mayan. 4) kimyasal bir element veya elemntlere ait.
electrosteel: Elektroçelik; elektrik potasında üretilen 5) basit, öz, sade; ilk; başlangıç.
el eme n t , elec t ro n ega t iv e 190 elutriatio n
emulsion jet: Bern. Mot. sadece sıvı yakıt yerine ha- end mill: Parmak freze bıçağı.
va-benzin emülsiyonu veren karbüratör memesi ve endo-: İçinde, içersinde anlamında bir önek.
ya nozulu. endosmosis: Ozmosiste, daha yoğun olanla karış
emulsion, nuclear: Nükleer emülsiyon; iyonlayıcı par- mak için daha az yoğun bir sıvının yan geçirgen bir
tiküllerin yörüngelerini gözlemlemek üzere, özellikle diyaframdan daha hızlı geçişi; endosmosis.
yapılan bir fotoğraf emülsiyonu. endosmotic: Endosmosise ilişkin.
emulsive: 1) emülsiyon tabiatına sahip olan. 2) emül endothermal: Bkz. endothermic.
siyon oluşturan. endothermic: Endotermik; ısı emilişinin olduğu yerde
enamel: 1) koruyucu veya süs olarak metal, cam vb. meydana gelen kimyasal değişime ait veya onu be
i yüzeyleri kaplamak için kullanılan cama benzer lirten; tüm çevreden ısı emen işlem; karşıtı exother
mat bir madde; emaye; emay. 2) emayeye benze mic.
yen herhangi düzgün, sert, cama benzer kaplanmış end pin: Uç pini.
yüzey. 3) emayelenmiş herhangi bir şey. 4) kurudu end play: Gezinti klerensi veya boşluğu; milin eksen
ğu zaman düzgün, sert ve parlak bir yüzey oluştu yönünde oynaması; yan boşluk; yatakların gezinti
ran boya ve vernik. 6) emaye ile kaplamak. 7) türlü payı.
renklerle süslemek. 8) emayeye benzer kaplama ve end point: Son nokta; bir asitin alkali ile nötrleştirildi-
ya yüzey şekli vermek. ği nokta veya tersi; nötrleştirme noktası.
enameler (enameller): Emaye yapan kişi veya şey. end product: 1) herhangi değişimler, işlemler veya
enamel film: Emaye kaplama; emaye katmanı veya kimyasal tepkimeler serisinin son ürünü. 2) bir rad
tabakası. yoaktif serinin son üyesiyle oluşan kum ve kil gibi
enamel insulated: Emaye ile yalıtılmış veya izole edil son ürünler.
miş; emaye izoleli; emaye yalıtımlı. end tanks: Den. can filikalarının baş ve kıç tarafların
enamelware: Emayelenmiş metalden yapılmış mutfak da bulunan üçgen şeklindeki tanklar; uç tankları.
eşyaları. endue: 17 Nad. Ola. giymek, giydirmek veya örtmek.
encase: 1) tümü ile kaplamak; kapamak. 2) bir san 2) sağlamak (bazı şeylerle); indue olarak da kullanı
dık veya sandıklara koymak; incase olarak da kulla lır.
nılır. endurable: Dayanabilir.
encasement: Beton ve benzeri ile çevresini sarma. endurance: 1) dayanma. 2) dayanma gücü, özellikle:
encaustic: Yakılmış; yakma işlemi ile yapılmış; ısı ile a) dayanma, devam etme veya baki kalma yeteneği.
yapılmış: bu şekilde yapılmış çini; kızgın demir ile b) ağrı, ızdırap, yorgunluk vb. ine dayanma yetene
eritilmiş mumla boyama ve dekore etme yöntemi; ısı ği; metanet; tahammül. 3) süreklilik; devamlılık. 4)
ile renkleri sabitleştirme. seyir yarıçapı.
enclose: 1) çevresini çit veya parmaklıkla çevirmek; endurance failure: Krankşaftlarda kırılma; endürans
kuşatmak; içine almak; tüm çevresini kapamak. 2) kırılması; eğilme ve tersinir burulma gerilmelerinden
bir deponun içine sokmak. 3) kapsamak; ihtiva et gelen gelişebilir çatlaklardan oluşur.
mek; inclose şeklinde de kullanılır. endurance limit: Endürans (dayanma) sınırı veya li
enclosed machine: Kapatılmış makine; içi ile dışı ara miti; kırılmaya neden olmaksızın sonsuz kere uygula
sında hava değişimi olmayan makine; yeterince ha nan maksimum gerilme; fatique limit biçiminde de
va sızdırmaz makine. kullanılır.
encode: Bilgisay. kodlamak. endurance ratio: Bkz. fatigue.
encrust: 1) bir kabukla kaplamak. 2) kabuk oluştur endure: 1) dayanmak (ağrı, yorgunluk, vb. i), taham
mak. mül etmek; katlanmak. 2) devam etmek, baki kal
encumber: 1) mani olmak; engel olmak; engellemek. mak; dayanmak. 3) çekinmeksizin ağrı vb. ine
2) kapamak; tıkamak. 3) doldurma ve yüklemeye en lanmak; indure biçiminde de kullanılır.
gel olmak. 4) sorumluluk altında bırakmak; incum enduring: 1) dayanıklı; sürekli veya devamlı. 2)
ber biçiminde de kullanılır. lı; tahammüllü.
endamage: Zarar vermek; hasar vermek; hasara uğ end user: Bilgisay. uç kullanıcı.
ratmak. endways: 1) dik; dikine; dikey olarak. 2) ucu iye
endanger: Tehlike, zarar veya kayıp vermek veya teh doğru. 3) boyuna. 4) uçtan uca.
like etkisinde bırakmak; tehlikeye atmak. endwise: Bkz. endways.
end assembly: Rod başlığı parçaları. energetic: Enerjiye sahip olan veya enerji gösteren;
end bearing: uç bilya; mil başı yatağı; uç yatak. enerjik; kuvvetli; güçlü; etkili; faal.
end dow el: Uç saplaması; uç pini. energetically: Enerjik olarak; enerjik tarzda; enerji
endless: 1) sonu olmayan; sonsuz; daima devam ile.
eden: ebedî; hudutsuz; nihayetsiz. 2) çok uzun sü energetics: Enerji yasalarını inceleyen bilim dalı.
ren veya devam eden; bitmez; tükenmez. 3) uçları energize: Enerji vermek; harekete getirmek; Fiz. rad
birleştirilerek kapalı bir çember şekli alan ve dişli, te yoaktif duruma getirmek; enerji göstermek aktif ya
ker vb. leri üzerinde sürekli olarak hareket eden: Ör da faal olmak.
neğin sonsuz zincir. energy: 1) Fiz. iş yapma ve direnci karşılama kapasi
endless chain: Palanga ya da ceraskallarda kullanı tesi. 2) enerji; erke; kudret. 3) verimli bir şekilde ge
lan ve ucu olmayan zincir; sonsuz zincir. çirilen dayanıklık veya güç. 4) potansiyel veya dura
endless screw: Sonsuz vida. ğan kuvvetler; kuvvetli girişim için kapasite. 5) Çoğ.
endlong: 1) boyuna veya uzunluğuna. 2) dik, dikine. böyle güçler.
Teknik Sözlük - F. 13
energy band 194 engine fuel system
blok.
energy band: Enerji bandı; izole edilmiş veya yalıtıl engine clutch: Mak. Oto. ana debriyaj; otolarda mo
mış atomlarda yörüngesel elektronlar. toru iletim (iletme) organlarına bağlayan kavrama;
energy band diagram: Enerji band diyagramı; bir pedal, baskı ve debriyaj balatası ile telinden oluşur;
metal için enerji bantlarını göstere diyagram. klaç.
energy barrier: Enerji engeli; enerji maniası; bir siste engine cooling: Makinenin soğutulması; Mot. su, ha
mi faaliyete geçirmek için sağlanması gereken enerji va veya yağla soğutma.
miktarı. engine department: Makine bölümü veya departma
energy carrier: Enerji taşıyıcı; akaryakıt taşıyan ge nı.
mi. engine displacement: Makine deplasmanı; her bir
energy cell: Enerji hücresi; hava hücresi; yüksek de pistonun tam bir stroku (kursu) dikkate alınarak tüm
virli makinelerde iki bölümden oluşan yanma odası; silindirlerde pistonlar tarafından süpürülen toplam
3
Lanova hücresi adı da verilir. hacim; toplam strok hacmi; gemi makinelerinde m ,
energy, Chemical: Bkz. Chemical energy. 3
kara taşıt araçlarında litre ya da cm ile belirtilir.
energy, heat: Bkz. heat energy. engine driven: Makine tarafından çalıştırılan.
energy, kinetic: Bkz. kinetic energy. engineer, chief: Bkz. chief engineer.
energy, iuminous: Işık enerjisi; ışığın cisimleri gözle engineer, civil: Bkz. Civil engineer.
görünür hale getiren radyan enerjisi. engineer, electrical: Bkz. electrical engineer.
energy, mechanical; Bkz. mechanical energy. engineer, erection: Montaj mühendisi.
energy, nuclear: Bkz. nuclear energy. energy, engineer, first assistant: Gem. Mak. Birinci mühen
potential: Bkz. potential energy. dis; ikinci makinist.
energy, radiant: Radyan enerji; ısı ve ışık yayan ener engineering: T) gemi, yol, köprü, bina, uçak, istih
ji; madde transferi olmaksızın elektromanyetik dalga kam, su yolları vb. lerinin planlanması, dizayn edil
lar tarafından iletilen enerji. mesi, inşa ve yönetilmesi; bir mühendisin bilim, mes
energy, thermal: Bkz. thermal energy. lek veya işi; mühendislik. 2) manevra yapma veya
energy unit: Bio. enerji birimi veya ünitesi; iyonlaştı- yönetme.
ran radyasyonun etkisiyle dokudaki bir noktanın, engineering log: Makine jurnali; makine dairesi veya
emdiği enerji gram başına 93 erg olduğu zaman aldı makine tesisindeki önemli günlük olayları kayıt et
ğı doz. mek için kullanılan büyük boy, kalın, ciltli defter.
enforce: 1) kuvvet vermek; kuvvetlendirmek; pekiştir engineering thermodynamics: Mühendislik termodi
mek. 2) zorla yaptırmak; mecbur etmek; kuvvetle namiği; Bkz. Thermodynamics.
empoze etmek. engineer, mining: Maden mühendisi.
enforcement: Uygulama, tatbik. engineer, nuclear: Bkz. nuclear engineer.
eng.: Bkz. 1) engine. 2) engineer. 3) engineering. engineer officer: Ask. Den. makine bölümünün emir
engage: 1) angaje etmek; kiralamak; çalıştırmak; ser verme yetkisi olan kişisi; makine bölümündeki kişile
visler için hazırlamak; işgal etmek. 2) birbirine geç rin başı; makine zabiti; mühendis subay; ABD'nde
mek (dişliler gibi) 3) kendini meşgul etmek. 4) işe al kullanılır.
mak; tutmak. engineer, second assistant: Gem. Mak. ikinci mü
engaged: Birbirine geçmiş; meşgul; kiralanmış. hendis; üçüncü makinist.
engagement: Meşguliyet; mecburiyet; randevu; çalış engineer, third assistant: Gem. Mak. Üçüncü mü
ma veya çalışma süresi; birbirine geçme (dişli gibi). hendis; dördüncü makinist.
engaging pawl: Mak. manyeto tırnağı veya çakmağı. enginer's bell book: Ask. Den. mühendis veya
Eng.D.: Doctor of engineering: Mühendislikte dok maki nistin kayıt defteri; makine devir sayısı, türlü
tor. manev ralar ve türlerinin, hız değişimlerinin kayıt
engine: 1) mekanik enerji veya iş üretmek üzere ener edildiği (makine jurnalinden ayrı) bir defter veya
ji kullanan herhangi bir düzenek. 2) türlü enerjileri jurnal.
mekanik enerjiye dönüştüren düzenek; özellikle bir engineer's scale: Ölçekli cetvel; mühendislerin kul
başka makineden ilk hareket almak için kullanılan landığı, genellikle üç ölçekli cetvel; resim büyütme
bir makine. 3) demiryolu lokomotifi. 4) herhangi bir veya küçültme işlemleri için kullanılır.
cihaz ya da makine. engineer's taper: Bkz. taper
engine altimeter: Aşırı doldurman bir makinenin ha gauges.
va manifoldundaki basınca karşın yükseltiyi göster engineer's workshop: Makine mağazası; atelye; içer
mek için kullanılan bir cihaz; makine altimetresi ve sinde türlü takım, takım tezgâhı, kaynak cihazı vb. i
ya yükselti göstergesi. bulunan ve gemi mühendis ya da makinistlerinin za
engine auxiliaries: Bir ana makineyi çalıştırmak için man zaman çalıştıkları yer.
gerekli yardımcı makinelerin tümü; makine yardımcı engine, finished with: Den. makine tamam; makine
ları; ana makine yardımcıları. ile manevra sona ermiştir.
engine base: Mot. silindir kapağı, silindir bloku ve engine fuel system: 1) Diz. Mot. yakıtın depolama
üst karteri taşıyan ve motoru döşeğine bağlayan kı veya çift dip (dabılbotum) tanklarından silindirlere
sım; alt karter veya bedpleyt; Bkz. bedplate. kadar iletildiği sistem; makine yakıt sistemi. 2) Ben.
engine block: Makine veya silindir bloku; üst kısmı si Mot. yakıtın hava ile karışık olarak silindirlere iletildi
lindir kapağı ile kapatılan ve çoğu zaman içersinde ği benzin deposu, benzin pompası ve karbüratörden
bir gömlek bulunan, motorların hareketsiz kısmı; oluşan devre veya sistem.
engine heat balance 195 enric h
engine heat balance: Makine ısı dengesi; ısı balansı; resinden trotul valf, kelebek valf yolu ile makineye
İçt. Yan. Mak. silindirde yakılan yakıtın oluşturduğu verilmesini sağlayan valf; makine stop valfı.
ısının effektif işe çevrilen, egzoz gazlan, soğutma su engine sump: Diz. Mot., Buh. Mak. makine altında
yu ve ışınım ile götürülen miktarlarını veren diyag bulunan, kirli ve sıcak yağlama yağının depolandığı
ram; Bkz. Sankey diagram. tank; samp tank. 2) makine alt karteri veya bedpley-
engine house: Yangın söndürme araçlarının yerleşti ti; makine sampı.
rildiği bina; yangın istasyonu; itfaiye merkezi. engine torque: Makine torku, momenti veya çekişi;
engine indicator: Makine endikatör (endikeyter) ciha bir mile dik olarak bir kuvvet uygulandığı zaman tork
zı; Buh. Mak. Mot., Komp. silindirlerinden türlü ba ya da döndürme kuvveti üretilir.
sınç hacim (p-V) veya endikeyter diyagramları al engine troubles: Türlü makinelerin çalışması sırasın
mak için kullanılan bir cihaz. da oluşan ve çoğu zaman işletme kitaplarında belirti
engine load: Makinenin yükü; herhangi bir devir sayı len sorunlar ya da arızalar; makine arızalari; makine
sında makinenin ürettiği hp veya kW türünden bey- sorunları.
girgücü veya güç. engird: ihata etmek; kuşatmak.
engineman: Ask. Den. (ABD) makine personelinden Englar distillation: Petrolün kaynama noktalarını sap
bir Kişi; makinist; dizel motorları, dizel jeneratörler, tamak için kullanılan bir lâboratuvar yöntemi.
3
damıtma tesisi, soğutma ve havalandırma sistemleri, Englar viscosimeter: 20°C sıcaklıktaki 200 cm su
hidrolik sistemler, vinçler, kreynleri çalıştıran ve ge yun belirli kesit ve boydaki Kanaldan saniye türün
rekli kayıtları tutan, raporları yazan kimse. den geçiş süresine göre, herhangi bir yağlama yağı
engine officer: Den. makine zabiti. veya yakıtın viskozitesinin ölçümünde kullanılan bir
engine oil gallery: Bkz. oil header. viskometre; Engler viskometresî ya da viskozlmetre-
engine oils: Türlü makine parçaları ve yatakların yağ si.
lanmasında, kompresörlerde, gemilerin pervane şaft English monkey wrench: İngiliz anahtarı,
larında kullanılan yağların tümü; makine yağlar; hay engr.: Bkz. engineer.
vansal, bitkisel yağlarla karıştırılmayan mineral ya engraving: 1) baskı için metal levha, ağaç bloklar vb.
da ham petrolden elde edilen yağlar. i üzerine şekil, arma vb. i oyma veya hakketme İşi,
engine orders: Makine komut veya kumandaları; işlemi veya sanatı, oymacılık; hakkâklık. 2) oyularak
özellikle manevralar sırasında makineye yaptırılması yapılmış levha, dizayn vb. 3) hak edilmiş yüzeyden
istenen tamyol, yarımyol, ağıryol ileri veya geri ma yapılmış herhangi bir baskı ya da klişe.
nevraları. engraving machine: Oyma ya da klişe makinesi.
engine overhaul: Makinenin bakım, tutum ve onarı enhanced: Geliştirilmiş.
mı; makinenin denetim amacıyla gözden geçirilme enkindle: 1) alev yapmak; alevlendirmek. 2) yakmak;
si; Gem. Mak. overhol. tutuşturmak.
engine power: Mot, Bub, Mak. Buh. ve Gaz Türb. ma enl.: Bkz. enlarge. 2) enlarged. 3) enlisted.
kineler tarafından üretilen güç; makine gücü. enlarge: 1) daha geniş olmak veya yapmak; genişlet
engine ratings: Makine personeli; makine müretteba mek; ölçüsü, hacmi vb. ini büyütmek. 3) Foto. daha
tı; mühendisler veya makine zabitleri dışında kalan büyük ölçüde oluşturmak.
personel; lostromo, yağcı, ateşçi, silici, fiter vb. i kişi enlargement: 1) büyütme veya büyütülmüş. 2) ilâve
ler. edilerek büyütülen şey. 3) Foto. ağrandizman: bir fo
engine room: Makine dairesi; makine ve onun çalış toğrafı daha büyük ölçekte genişletmek.
masını sağlayan yardımcı makineler, türlü pompa enlarger: 1) büyüten kişi veya şey. 2) Foto. ağrandi-
lar, boru devreleri, türlü gösterge ve kontrol cihazı zör; daha büyük ölçeklerde fotoğraf büyütme cihazı.
vb. lerinin bulundukları hacim veya yer. enlink: Mak. bağlatmak; kavramak; hareket mekaniz
engine room casing: Gem. Mak. makine kaportası. masını makinenin iletim organlarına bağlamak.
engine room log book: Makine dairesi jurnali. enmesh: Mak. dişlileri birbirine geçirmek; vites geçir
engine room stores: Makine dairesi araç ve gereçle mek.
ri. ennead: Dokuzdan oluşan bir grup veya set (kitap
engine room telegraph: Makine dairesi telgrafı; Esk. vb.).
gemilerde manevra sırasında makinenin ileri geri ha enneagon: Dokuz kenarı ve dokuz açısı oları düzlem
reketlerini sağlamak üzere köprüüstünden makine bir şekil; dokuzgen; Bkz. nonagon,
dairesine verilen komutları düzenleyen aygıt. enneahedral: Dokuz yüze sahip olan; dokuz yüzlü;
engineery: 1) makinelerin tümü; makineler. 2a) sa şeklinde olan.
vaş araçları, b) bu tür araçların yapım sanatı. enneartedron: Dokuz yüzeyi olan sölit şekil; dokuz
engine seat: Makine döşeği; Bkz. foundation. yüzlü.
engine shaft: Pompalama makinesinin yerleştirildiği, enormous: Normal ölçü, sayı veya dereceden çok
maden ocağı girişi. fazla; aşırı; büyük ölçüye ilişkin; çok iri; çok geniş
engine speed: Makinenin devir sayaçları veya kavun- veya vasî; hudutsuz; çok büyük.
terden okunan, dakikada devir olarak hızı; makine enormously: Aşırı derecede; çokça; çok büyük; hu
hızı; makine devir sayısı. dutsuz; sınırsız; ölçülemez.
engine starters: Makinelerin ilk hareketlerini sağlayı enregister: Kayıt etmek; sicile kayıt etmek; sicil defte
cılar; makine starterleri; ilk hareket verenler: a) Diz. rine kayıt etmek.
Mot, marş motoru, hava motoru vb. i. b) Gaz. Türb. enqueue: Bilgisay. kuyruğa koymak.
hidrolik motoru, marş motoru, hava motoru vb. enrich: 1) zengin veya daha zengin yapmak; zengin
engine stop valve: Pist. Buh. Mak. buharın stim dev leştirmek. 2) daha büyük değer veya önem vermek.
enriched 196 epicyclic train
rımsı yeşilden siyaha kadar değişen türlü sulu silikat lem veya eşitlik: x + Ax + Bx + Cx+D = O
larından herhangi biri; epidot. gibi.
epidotic: Epidota ait veya epidot doğasına sahip equation, cubic: Üçüncü dereceden denklem veya
3 2
olan. eşitlik: y + ay + by + C = 0 gibi.
epifocal: Meteo. bir depremin dağılım merkezi veya equation, differantiai: Diferansiyel denklem ya da
odağı üzerinde; eplfokal. eşitlik.
EPIRB: Emergency Position Indicating Radio Bea equations of motion: Hareket formülleri; düzgün bir
con: Den. Emercensi durumda mevki belirten radyo hızla hareke! eden bir cismin hız, ivme, zaman ve
bikini. mesafesini bir araya getiren formül ya da eşitlikler.
epistemology: Bilginin kökeni, tabiatı, yöntemleri ve equation of state: Durum eşitlik ya da formülü; bir
sınırlarının incelenmesi veya kuramı ya da teorisi.
maddenin basınç, hacim ve sıcaklığı arasındaki ilişki
epoch: 1) herhangi bir şeyin tarihinde yeni ve önemli
yi gösteren bir eşitlik; örneğin ideal bir gaz için du
bir sürecin başlangıcı. 2) Astr. a) bir gök cisminin
durumunu saptayan göreceli bilgi için verilen keyfi rum formülü PV = GRT'dir; katılar, sıvılar ve ideal ol
tarih, b) gök cisminin o tarihteki durumu ya da po mayan gazlar için durum eşitliği çok karmaşıktır.
zisyonu. 3) jeolojik süreçlerin alt bölümleri. 4) Çağ; equation, quadratic: ikinci dereceden denklem; örne
2
devir; tarih; zaman. ğin x +Ax+ B = 0 gibi.
epoxy resin: Isı ile sertleşen sentetik bir reçine; tank equation, simple: Birinci dereceden denklem; basit
tepeleri ile alt karter arasında şok maddesi olarak eşitlik veya denklem.
kullanılır. equator: 1) Kuzey ve güney kutuplarının her noktasın
Epsom salts (or salt): Epsom tuzu; ingiliz tuzu; be dan eşit uzaklıkta olan, dünya çevresindeki düşsel
yaz kristalli tuz; magnezyum sülfat, MgS0 4 .7H 2 0; daire; ekvator; dünya yüzeyini kuzey ve güney ya
müshil olarak kullanılır. rımküreler olmak üzere ikiye böler. 2) bir küre ya da
eq.:Bkz. 1) equal. 2) equalizer. 3) equation. 4) equ diğer bir cismi iki eşit ve simetrik parçaya bölen her
ator. 5) equivalent. hangi bir daire. 3) Astr. dünya ekvator düzlemi ile
equal: 1) eşit miktar, ölçü, sayı, derece, değer, şiddet
gözlenen göksel kürenin kesişmesi sonucu oluşan
vb. ine ilişkin; eşit; müsavi, 2) eşi! oranlı; etkisi veya
düşsel bir daire; göksel ekvator,
operasyonunda dengelenmiş veya düzgün, 3) eşit
yapmak; eşitlemek. 4) eşit olmak; eşlemek. 5) bir şe equatorial: 1) dünyanın ekvatoruna ait veya onun ya
ye eşit yapmak. kınında. 2) ekvatora ait. 3) dünya ekvatoruna yakın
equal-angle cutter: Eşit açılı kesici veya freze bıçağı. karakteristik durumlar veya dünya ekvatoruna ait; iki
equalization: Eşit olma veya eşitleme; denkleştirme. hareket eksenine sahip olan, bunlardan biri dünya
equalize: 1) eşitlemek; eşit yapmak. 2) muntazam eksenine paralel, diğeri ona dik olarak yerleştirilen
yapmak; denklemek. bir teleskop.
equalizer: 1) eşitleyen bir şey, özellikle gerilimleri equatorial air mass: Ekvatora ait hava kütlesi; ekva
eşitlemek için kullanılan alçak dirençli elektriksel bir tor bölgesinden çıkan tropikal hava kütlesi.
iletken; gerilim veya potansiyel farkı eşitleyicisi. 2) equatorial countercurrent: Ekvatora ait ters akıntı;
paralel çalışan iki kısım arasındaki devir, güç veya kuzey ve güney ekvatora ait akıntılar arasında, doğu
periyot farkını yok eden. 3) eşitleyen kimse; eşitleyi-
ya hareket eden bir ters akıntı.
ci.
equatorial telescope: Ekvatoryal teleskop; saat açısı
equalizing bus: Bkz. equalizer. ve deklinasyonun ekvatoryal koordinatlarına paralel
equalizing pipe: Eşitleme borusu; eşitleyici veya den hareket edecek biçimde yerleştirilmiş teleskop.
geleyici boru. equi-: Eşit, eşit olarak, eşdeğer, eşit mesafe anlamla
equalizing tube: Dengeleme veya eşitleme borusu; rında bir önek.
su borulu kazanlarda buhar domlarının (dramları equiangular: Açılarının tümü eşit olan; eşit açılı.
nın) su bölgelerini hederlere bağlayan sirkülasyon equiangular triangle: Bkz. equilateral triangle.
veya dolaşım borusu. equidistance: Eşit mesafe.
equally: Eşit tarzda; eşit olarak; eşit uzantı veya dere equidistant: Eşit mesafeli; eşit uzaklıkta olan.
cede; muntazam olarak. equilateral: Eşitkenar; tüm kenarlari eşit olan: Eşke
equal mark: Mate, eşit işareti ( = ); her iki nar üçgen gibi; kenarları birbirine eşit olan şekil. 2)
tarafındaki- ierin birbirlerine eşit olduğunu belirtir: 2+2 diğeri veya diğerlerine tamamen eşit olan bir kenar.
= 4 gibi. equate: 1) Mate, eşitliğini belirtmek; equilateral hyperbola: Eşkenar hiperbol; Bkz. hyper
eşitlemek; eşitlik bola.
haline getirmek. 2) eşit ya da eşdeğer yapmak; eşit equilateral triangle: Tüm kenarları birbirine eşit olan
ya da eşdeğer gibi muamele etmek, göstermek ya üçgen; eşitkenar
da belirtmek. üçgen.
equation: 1) eşitleme veya eşitlenme. 2a) gözlem, de equilibrant: Fiz. diğer bir kuvvet veya kuvvetler tara
fından dengelenen bir kuvvet veya kuvvetler bileşimi
equilibrate 198 ergosterol
rin farklı ağırlıklarının kimyasal tepkimelerde eşde
ya da kombinasyonu. ğer olması ilkesi ya da prensibi.
equilibrate: Dengeye getirmek; dengelemek; denge equivalency: Bkz. equivalence.
sağlamak; denkleştirmek. equivalent: 1) miktar, değer, kuvvet, anlam vb. de
equilibration: Dengeleme veya dengeli; dengelen eşit; eşdeğer; eşanlam; eşit. 2) Kimy. aynı değere sa
miş. hip olan; eşdeğerli. 3) Geo. alan, hacim vb. i eşit fa
equilibrator: Dengeleyen şey; dengeyi devam ettirme kat aynı şekle sahip olmayan veya şekillen farklı. 4)
ye yanyan bir cihaz. eşdeğer bir şey. 5) Kimy. bir gram hidrojen veya se
equilibrium: 1) zıt kuvvetler arasındaki denge duru kiz gram oksijen ile birleşen bir maddenin ağırliksal
mu veya eşitlik, a) Kimy. oluşum ve tüketimin birbir miktarı.
lerine eşit olduğu, tersinir kimyasal değişimde bir ka equivalent circuit: Eşdeğer devre; elektriksel olarak
deme. 3) Nük. Ener. radyoaktif malzemenin bozun- başka bir devreye veya mekanik bir cihaza eşdeğer
ma ve oluşma miktarlarının eşit olduğu bir kademe olan bir elektrik devresi.
si. equivalent electrons: Eşdeğer elektronlar; bir ato
equilibrium, chemical: Kimyasal denge; bir tepkime mun aynı yörüngesinde bulunan elektronlar.
de bir yöndeki değişimin, diğer yöndeki değişime equivalent weight: Eşdeğer ağırlık; 1 gram hidrojenle
tam eşit olduğu denge durumu. doğrudan veya dolaylı olarak yer değiştirecek bir ele
equilibrium diagram: Bkz. phase diagram. mentin kütlesi.
equilibrium, heterogenous: Heterojen denge; iki ve equi-viscous: Eş viskozite.
ya daha fazla faz arasındaki denge, örneğin bir katı eradiate: Neşretmek veya yaymak (ışık ışınları); ışın
ve bir gaz, sıvı ve onun doymuş buharı. yaymak; saçmak (ışık).
equilibrium, isothermal: izoteımal veya sabit sıcaklık eradicate: Tahrip etmek; yoketrnek.
dengesi veya sabit sıcaklıkta denge. eradication: Toplam tahrip; yoketme.
equilibrium orbit: Bkz. stable orbit. eradicator: Tahrip eden şey veya kişi; kimyasal mü
equilibrium, potential: Denge noktası; bir sistemi rekkep gidericisi.
dengede tutan sıcaklık ve basınç gibi dış koşullar. erasable: Silinebilir.
equilibrium stable: Kararlı denge; küçük bir deplas erase: 1) kazımak, bozmak veya temizlemek; silmek;
man tarafından potansiyel enerjisi önemli şekilde ço bozmak. 2) tüm işaretlerini çıkarmak.
ğalan ve sonra ani olarak denge durumuna döne eraser: Silen bir şey; özellikle lâstikten yapılmış, kur
cek olan bîr cismin denge durumu. şun kalem veya mürekkeple yapılmış işaretleri gider
equilibrium unstable: Kararsız denge; bir cismin kü mek için veya karatahtadaki şekil veya yazıları sil
çük bir deplasman tarafından potansiyel enerjisinin mek için kullanılan kumaş ya da deriden yapılmış
azaldığı ve denge durumunda uzaklaşacak şekilde araç; silgi; lâstik silgi.
hareket ettiği denge durumu. erbium: Nadir toprak grubundan gri, toz halinde me
equimolecular: Eşit sayıda moleküllere sahip olan. talik kimyasal element; erbiyum; Simg.Er, E; at.ağ.
equimolecular mixture: Eşit moleküllü karışım; eşit 167,2; at.no. 68.
moleküler oranlarda maddeler kapsayan bir karışım. erect: 1) Geo. temel hatta (dikey, şekli vb.) tesis et
equimomental: Eşit kütle ve eşit atalet momentlerine mek veya çizmek. 2) kurmak; dikmek; yerine yerleş
sahip olan iki veya daha fazla cisim için söylenir. tirmek.
equip: 1) donatmak için gerekli olanlarla teçhiz et erecting prism: Optik cihazlarda ters yüz edilmiş gö
mek: teçhiz etmek; donatmak. 2) gerekli araç ve si rüntüleri düzeltmek için kullanılan dik açılı bir priz
lahları sağlamak. ma.
equipage: Bir gemi, ordu vb. inin donatılması; ekip erection: Mak. monte etme; kurma;
man. montaj. erection engineer: Montaj
equipment: 1) donatma veya donatılmış. 2) teçhizat; mühendisi.
donatım; levazım. 3) otolar, kamyonlar vb. i; malze E region: Bkz. Heavistde-Kennely Layer.
me, makine; makineler. erepsin: Erepsin; omurgalıların ince bağırsaklarında
equipment pool: Makine parkı; teçhizat parkı. salgılanan enzim; protein ve polipeptitleri amino asit
equipoise: 1) bir ağırlığın eşit dağılımı; denge duru lere dönüştürecek hidrolizi tamamlar.
mu ya da denge. 2) karşı ağırlık; denge ağırlığı. erg: F/z. C.G.S. (metrik) sisteminde iş ya da enerji
equiponderance: Denge; muvazene; ağırlığın denge bi rimi; bir dinlik bir kuvvetin bir cismi bir crn'lik
lenmesi. mesa feye götürmesi ile yapılan iş; erk; erg.
equiponderancy: Bkz. equiponderance. ergograph: Ergograf; kasların hareketi sırasında yapı
equiponderant: Eşit ağırlığa ait; eşit olarak dengelen lan işin miktarını ölçmek ve kayıt etmek için
miş kullanı lan bir cihaz, özellikle yorgunluk miktarını
. ölçmek için kullanılır.
equiponderate: 1) eşit olarak dengelenmiş yapmak. ergometer: Ergometre; kullanılan enerji veya yapılan
2) karşı ağırlıkla dengelemek veya balanse etmek. iş miktarını ölçmek için kullanılan bir cihaz.
equipotential: 1) eşit güç veya potansiyele sahip ergon: Fiz. 1) ısıya eşdeğer iş. 2) erk veya erg.
olan. 2) Fiz. aynı potansiyele ait. 3) bir elektrik ala ergonomics: Ergonomi.
nında aynı elektrostatik potansiyele sahip noktaları ergosterol: Yüksek molekülsel ağırlıkta bir alkol; er-
belirtir. 4) potansiyellerin her tarafta aynı değere sa
Ericsson cycle: Erikson çevrimi; iki sabit basınç kendiliğinden çalışan ve makineyi koruyan bir valf;
(P=C) ve iki sabit sıcaklık (T=C) eğrisinden oluşan emniyet valfı; güvenlik valfı; eskeyp valf.
ve uygulamalı termodinamikte gaz türbinleri için kul escape wheel: Bir kol veya duvar saatinin pandülün-
lanılan kuramsal bir çevrim. de dişli teker.
eriometer: Eryometre; çok küçük partiküllerin veya escharotic: Korosif, paslandırıcı veya kostik; korosif
dişlerin çaplarını ölçmek için kullanılan bir alet. veya kostik bir madde.
Erlenmeyer flask: Erlenmayer şişesi; erlenmayer; di escort: 1) koruma veya şereflendirme için diğer veya
bi geniş, kısa boğazına kadar daralan cam bir şişe, diğerlerine eşlik eden bir ya da birden fazla kişi ve
Erlenmayer. ya gemi, uçak vb. i. 2) konvoy; refaket eden kimse.
erode: 1) yemek; aşındırmak. 2) yavaş yavaş aşındı 3) Ask. muhafız takımı. 4) konvoy (refakat) ile gil-
rarak biçim vermek. 3) aşındırmak. mek.
eradent: Errozyona neden olan; aşındırıcı. escutcheon: Bir geminin kıç tarafında adı ve bağla
erosion: Erozyon; toprağın yararlı kısmının akarsu, ma limanının yazıldığı kısım; kıç arması.
rüzgâr vb. tarafından götürülmesi. 2) yüksek hızlı bu especial: Özel; hususi; önemli; göze çarpan; müstes
har vb. i tarafından, özellikle boruların dirseklerinin na veya istisnai; Bkz. special.
aşındırılması; metal erozyonu. espial: 1) gözlem. 2) keşif.
erosion-resistant: Erozyona dayanıklı. essence: 1) çıkarıldığı bitki, ilâç, besin vb. tadı. lezze
erosion shield: Erosyon koruyucusu; Buh. Türb. ha ti, kokusu ve diğer özelliklerini, konsantre şeklinde
reketli kanatların tepe kısımlarına geçirilen erozyona koruyan bir madde; esans; uçucu yağ 2) böyle bir
dayanıklı bir parça metal. maddenin alkoldeki çözeltisi. 3) parfüm.
erosive: Erozyona neden olan; aşındırıcı. essential: 1) aslî; temel; esas; doğasında varolan. 2)
errata: Dizgi ve mürettip hatası; Çoğ. erratum. mutlak, salt; tarn; mükemmel; saf veya arı. 3) vazge
erratum: Baskı veya yazıda hatalar. çilmez;-elzem veya zarurî. 4) bir bitki, ilâç, besin vb.
erratic profile: Düzgün olmayan kesit; hatalı kesit. inin konsantre özünü kapsayan veya ona sahip
erronous: Hata kapsayan; hatalı; yanlış. olan: Esas yağ gibi; gerekli veya esas bir şey.
error: 1) gerçek veya doğru olmadığına inanılan du essential data: Esas veriler; esas doneler.
rum; hata; yanlış. 2) yanlış inanç; doğru olmayan fi essantial fatty acids: Esas yağ asitleri; araşidonik, II-
kir. 3) dikkatsizlik ve bilgisizlik nedeniyle doğru yapı noleyikveya linoleik asitler; EFA kısaltması ile belirti
lamayan şey; hata. 4) matematikte olduğu gibi, ger lir.
çek ve hesaplanan veya tahmin edilen değerler ara essential oil: Esas yağ; bitki dokuları, özellikle çiçek
sındaki fark. lerinde bulunan uçucu yağ gruplarından biri; bitki
error recovery: hatadan kurtulma. nin özellik belirten koku, tat vb. ini verir; gülyağı, iâ-
erythrite: 1) eritrioi. 2) sulu kobalt arsenat, C0 3 (A- vanta çiçeği yağı vb. i gibi.
s0 4 ) 2 8H 2 0 ; genellikle gül renginde olur. establish: 1) tesis etmek (devlet, iş vb. i); kurmak; te
erythritol: Tatlı, kristalli bir bileşik; eritritol, CH2OH sis etmek. 2) iş ya da meslek tesis etmek.
(CHOH)2 CH2OH; bazı liken veya yosunlardan elde establishment: 1) tesis etme veya tesis edilmiş. 2) iş,
edilir. askerî organizasyon, ev vb. i gibi tesis edilen bir
Es: Aynştayniyum'un kimyasal simgesi. şey. 3) müessese, fabrika; mağaza; kurum; tesis.
escalator: Büyük mağazalar, metro vb. i yerlerde kul ester: Ester; bir asitin alkolü tepkimesiyle oluşan ve
lanılan, sonsuz bir kayışa bağlı dişlilerden oluşan bir inorganik tuzlarla kıyaslanabilen bir organik bileşik;
merdiven; yürüyen merdiven {ticari bir isim). alkolün organik kökü veya radikali asitin hidrojeni
escape: 1) kurtulmak; kaçmak; firar etmek. 2) hasta ile yer değiştirerek oluşur; örneğin etil benzoat,
lık, kaza, ağrı vb. inden kurtulmak 3) akmak, boşal C 6 H5 COOC 2 H5
mak veya sızmak. 4) firar; kaçış; kurtuluş. 5) akıntı esterase: Esterlerin hidroliz işlemlerini hızlandıran' bir
veya sızıntı. grup enzimlerden herhangi biri.
escape cock: Mak. emniyet musluğu; firar musluğu esterification: Esterleştirme; su elimine edilerek bir
veya valfı. asitin alkol ile tepkimesi sonucu eter üretme işlemi.
escape door: Firar kapısı; kaçış kapısi. esterify: Estere dönüştürmek (asitler için söylenir),
escapement: 1) kol ve duvar saatlerinde denge teke estimable: Hesaplanabilir; değerlendirilebilir.
ri veya pandülün (sarkacın) hızını kontrol eden bir estimate: 1) tikir edinmek veya hüküm vermek. 2) ka
parça. 2) daktilo makinelerinde şaryonun yatay hare baca saptamak veya hüküm vermek (ölçü, değer, fi
ketini düzenleyen mekanizma. yat vb. i); yaklaşık olarak hesaplamak. 3) tahmin ya
escape pipe: Firar (kaçış) borusu; attıkları zaman em da tahminler yapmak. 4) ölçü, değer vb. inin kaba
niyet valflarının çıkış tarafında, fazla buharın atmosfe hesabı; özellikle bir iş parçasının olası fiyatının yakla
re atılmasını sağlayan boru. şık olarak hesaplanması. 5) bunun yazılı belgesi.
escape port: Firar kapısı; firar penceresi. estimating: Keşif yapma (bir iş için); tahmin etme.
escape trunk: Firar tüneli; tehlike sırasında özellikle estimation: t) hesaplama. 2) fikir veya hüküm. 3) gö
makine dairesi şaft tüneli ile teknenin en alt kısımla rüş; takdir.
rından kaçabilmek için bir kişinin geçebileceği, mer estimator: Oranlayıcı; tahminci.
diven bulunan bir tünel. esu: Esü; her iki işaretteki elektrik miktarının elektros
escape tube: Bkz. escape trunk. tatik birimi.
escape valve: Bu. Mak. silindirler üzerine yerleştiril etch: 1) asit etkisiyle metal, cam vb. i üzerine (resim,
miş, yay yükü ile çalışan bir güvenlik valfı; silindire dizayn vb.) yapmak; özellikle yüzey mumla kaplan
su girdiği zaman veya makineye su yürüdüğünde dıktan sonra asit uygulanarak yapılan. 2) bu şekilde
e t che d 200 e t h y la t e
yapılan ve baskı ya da basım işlerinde kullanılan ka hizmet eden bir madde; eather şeklinde de yazılır.
lıp (metal, levha, cam vb. i). 3) bu işlem ile üret 6) eter; ruh: Sirke ruhu gibi.
mek. etheral: 1) etere ait veya etere benzeyen ya da uza
etched: Yüzeyi aşınmış, çürümüş veya muntazam ol yın daha üst bölgesi. 2) çok hafif; duyarlı veya has
mayan. sas; hava gibi hafif. 3) göksel göğe ait. 4) Kimy. ete
etching: 1) asitle yeme; asit etkisi ile metal bir levha, re ait, etere benzeyen veya eter kapsayan.
cam vb. i üzerine şekiller ve dizaynlar yapma sanatı, etherify: Etere dönüştürmek; etere çevirmek (bir alko
işlemi veya işi. 2) bu tür levha, şekil veya dizayn. 3) lü).
bu tür levhadan yapılmış baskı. 4) klişecilik; çinkog- etherization: Tıp. özellikle anestezik olarak eter ver
raf işi. me. 2) eter olma işlemi.
etch test: Bkz. magnafiux test. etherize: 1) eter haline getirmek; etere dönüştürmek.
eternal: 1) başlangıcı ve sonu olmayan; tüm zaman 2) bilinçsiz yapmak için eter buharı solumaya neden
larda devam eden; ebedî; ebedî ve ezelî. 2) sonsuz. olmak; eterle bayıltmak veya uyutmak.
3) daima aynı kalan; daima gerçek veya geçerli; de ethoxyethanol, 2-: Sıv. Yük. 2- etoksietanol;
ğişmeyen. 4) daima gidip gelen; asla stop etmeyen "Dovanol
EE"; etilen glikol monoetil eter; "Ogzitol"; "Etil ogzi-
veya durmayan; sürekli ya da aralıksız. tol"; yangın tehlikesi olan hafif ve hoş kokulu, insan
eternalize: Sonsuz yapmak. sağlığı için tehlikeli, renksiz, glikol ailesinden, higros
eternity: 1) sonsuz olma özelliği, durumu veya gerçe kopik bir sıvı; Simg.CH 2 OHCH 2 OC2 H5
ği; sonsuz olarak devam etme; sonsuza dek varol ; 20°/20°C'de öz.ağ. 0,9311; k.n. 135,5°C; d.n.-
ma. 2) sonsuz zaman; başlangıcı ve sonu olmayan 100°;
suda tümü ile çözünür; 25°C'de Visk. 2 cS; gemiler
zaman. 3) sonsuz gibi görünen uzun bir zaman sü de çevre sıcaklığı ve atmosfer basıncında taşınır.
reci. ethoxyethyl acetate, 2-: Sıv. Yük. 2-etoksietil asetat;
ethane: Sıv. Yük. bimetil; dimetil; metil etan; çok yanı "Sellosolv" asetat; etoksi asetat; etilen glikol monoe
cı, sıvılaştırılmış, yangın tehlikesi olan kokusuz, renk til eter asetat; okzitol asetat; yangın tehlikesi olan,
siz, insan sağlığı için zararlı, doymuş alifatik ailesin hafif hoş ve etere benzer kokulu, renksiz, higrosko
den bir karbonlu hidrojen; Slmg.C 2 H6 ; 0°C'de pik ve nispeten dayanıklı, insan sağlığı için zararsız,
öz.ağ. 0,446; k.n.-88,63°C; d.n. -183,23°C; suda çö alifatik ailesinden bir eter/ester; 20°/20°C'de öz.ağ.
zünmez, viskozitesi belli değil; gemilerde çevre sı 0,9748; k.n. 156,3°C; d.n. -61,7°C; suda % 23 oranın
caklığı veya altında ve atmosfer basıncı veya üzerin da çözünür, 20°C'de vlskoziesi 1,3 cP; gemilerde
de taşınır; doğal gaz, aydınlatma gazı vb. inde bulu çevre sıcaklığı ve atmosfer basıncında taşınır.
nur ve soğutucu olarak kullanılır. ethyl: 1) adi alkol, eter ve diğer bileşiklerden oluşan
ethano!: Sıv. Yük. etanol; alkol; kolonya ruhu; etil al tek değerli karbonlu hidrojen kökü; Simg.CH 3CH2 ;
kol; etil hidroksit; fermentasyon alkolü; tahıl alkolü; etil. 2a) renksiz, zehirli bir kurşun bileşiği, Pb
metil karbinol; şarap ruhu; yangın tehlikesi olan, şa (C 2 H 5 ) 4 ; kurşun tetraetil. b) gücü yükseltmek ve
rap kokulu, insan sağlığı için zararlı, birincil alifatik vu runtuyu önlemek için kurşun tetraetil katılmış
ailesinden, saydam ve renksiz bir sıvı; benzin
veya diğer motor yakıtları. 3) etil veya kurşun tetrae
Simg.C 5 H5 OH; higroskopik ve dayanıklı bir alkol; til kapsayan.
20°/4°C'de öz.ağ. 0,7893; k.n. 78,32°C; d.n. ethyl acetate: Sıv. Yük. etil asetat; yangın tehlikesi
-114,1°C; suda tümü ile çözünür; 25°C'de visk. 1,08 olan, hoş güzel ve meyvaya benzer kokulu, say
cP; gemilerde çevre sıcaklığı ve atmosfer basıncında dam, renksiz, insan sağlığı için zararıl, narkotik etki
taşınır. si olan, higroskopik, dayanıklı ve alifatik ailesinden
ethanolamine: Sıv. Yük. etanolamin; /3-amino-etil al bir ester; Simg. CH 3 COOC 2 H5 ; 20°/20°C'de öz.ağ.
kol, 2-aminoetanoi; kolamin; 2-hidroksietilamin; etilo- 0,9020; k.n. 77°C (760 mmHg'de); d.n.-83,6°C; su
lamin; MEA; insan sağlığı için zararlı, amonyağa da 20°C'de % 7,94 oranında çözünür; Viskozitesi
benzer kokulu, renksiz, nispeten viskoz, higroskopik 20°C'de 0,448 cP; gemilerde çevre sıcaklığı ve at
ve dayanıklı, birincil alifatik alkollerle birincil aminler mosfer basıncında taşınır.
ailesinden
0 0
bir sıvı; Simg. HOCH 2 CH2 NH2 ethyl alcohol: Etil alkol; etanol; tahıl (hububat) alko
; 20 /20 C'de öz.ağ. 1,018; k.n. 170°C; d.n. lü; şekerin alkol mayalanması veya fermantasyonu
yaklaşık ile elde edilen renksiz bir sıvı, C 2 H5 OH; içecek, par
10°C; suda tümü ile çözünür, Visk. 20°C'de 24,1
cP; gemilerde 12°C'den yüksek olmak üzere çevre füm ve çözücü yapımında kullanılır.
sıcaklığında ve atmosfer basıncında taşınır. ethyl acrylate: Sıv. Yük. etil akrilat; akrilik asit eti! es
ethanol-in-glass thermometer: Çalışma sıvısı olarak ter; etil propenoat; yangın tehlikesi ve zehirli buhar
kırmızı boya katılmış etanol (alkol) kapsayan cam ları olan ve kolaylıkla polimerleşen, keskin kokulu,
termometre; etanolun donma noktası -117°C olduğu renksiz, insan sağlığı için zararlı, alifatik ailesinden
için düşük sıcaklıklarda kullanılan bir termometre. bir ester; H2C: CHCOOC 2H 5; higroskopik olmayan,
ethene: Bkz, ethylene. ısıtıldığı zaman zehirli buharlar veren bir sıvı bileşik;
ether: 1) eski çağ bilim adamlarına göre ayın ötesin 20°/20°C'de öz.ağ. 0,9230; k.n. 99,4°C; d.n.-72°C;
deki küreyi dolduran ve yıldızlarla gezegenleri oluş suda % 2 oranında çözünür, viskozitesi belli değil;
turan düşsel bir madde. 2) uzayın daha üst bölgesi. gemilerde çevre sıcaklığı ve atmosfer basıncında ta
3) Nad. Ola. hava. 4) Kimy. özellikle uçucu, renksiz, şınır.
çok yanıcı, hoş kokulu, sülfürik asit ile etil alkolün ethylate: Bir ya da daha fazla etil grubundan bileşik
tepkimesinden oluşan bir sıvı; eter, (C 2 H 5 ) 2 0 ; yapmak; aktif bir metal ile etil alkolün hidrokzil gru
anes- tezik olarak kullanılır. 5) Fiz. uzayda bundaki hidrojen atomunun yer değiştirmesiyle olu
görünmez ku ramsal bir madde (eski bir kurama şan bir bileşik.
göre); ışık dalga larının ve diğer radyan enerji
şekillerinin iletimi için
ethylated gasoline 201 e t h y l g ro u
p
ethylated gasoline: Kurşunlu benzin; benzin Simg.CH CICH CI; 2O°/20°C'de öz.ağ. 1,255; k.n.
motorla
2 2
rında yanma sırasında vuruntuya engel olmak için 83,5°C; d.n.-35,3; suda % 8 oranında çözünür; visk.
kullanılan ve içersine kurşun tetraetil katılmış ben 0,88 cP; gemilerde çevre sıcaklığı ve atmosfer basın
zin; zehirli olduğu için mavi veya kırmızı boya ile cında taşınır.
renklendirilir. ethylene glycol: Sıv. Yük. etilen glikol; dihidroksi
ethyl benzene: Sıv. Yük. etil benzen; etil benzol; etan; etandiol; 1,2-etandiol; etilen alkol; glikol;
feni- letan; yangın tehlikesi olan, insan sağlığı için M.E.G.; yiyecekler için zehirli, çok hafif kokulu, renk
zararlı, tatlı ve keskin kokulu, renksiz, higroskopik siz, hafifçe viskoz, higroskopik, 165°C'ye kadar da
olmayan, dayanıklı, aromatik ailesinden bir karbonlu yanıklı, glikol ailesinden bir sıvı; Simg.HO.
hidrojen; CH -CH .OH; 20°/20°C'de 1,116; k.n. 197,6°C;
Simg, C 6 H 5 C 2 H 5 ; 20°/4°C'de öz.ağ. 0,8669;
k.n. 0
136,2°C d.n.-94,9 C; suda % 0,1'den az çözünür; 2 2
20°C'de Visk, yaklaşık 0,7 cP; gemilerde çevre sıcak d.n."-13°C; suda tümü iie çözünür; Visk. 20°C'de
lığı ve atmosfer basıncında taşınır. 20,9 cP; gemilerde çevre sıcaklığı ve atmosfer basın
ethyi bromide: 1) etil bromür; Simg. C2 H5 Br; mol. cında taşınır; Preston adı da verilir.
ağ. 108,98; renksiz, uçucu ve kolay parlayan bir sıvı; ethylen glycol monobutyl ether: Sıv. Yük. etilen
kurşunlu benzin kullanılan karbüratörlü makineler gli kol monobütil eter; 2-bütoksietanol; "Bütil
de, silindirlerdeki kurşun birikintilerini önlemek için sellosolv"; "dovvanol EB"; glikol monobütil eter; bütil
katkı maddesi olarak kullanılır. 2) solunum yolu ile okzitol; tehlikesiz, hafif ve hoş kokulu, renksiz,
uygulanan anestezik bir sıvı. higroskopik ve dayanıklı, glikol eter
ailesinden bir sıvı;
Simg.CH 2OH.CH 2OC 4H 9; 25°/25°C'de öz. ağ.
ethyl chloride: Sıv. Yük. etil klorür; yangın tehlikesi 0,900; k.n.171,1°C; d.n.-75°C; suda tümü ile çözü
olan, insan sağlığı için zararlı, etere benzer kokulu, nür, Visk. 25°C'de 3,15 cks; gemilerde çevre sıcaklı
renksiz, nem emmeyen, dayanıklı, doymuş alifatik ğı ve atmosfer basıncında taşınır.
lerden bir halokarbon; Simg. CH 3 CH,CI; 0°/4°C'de ethylene glycol monobutyl ether acetate: Sıv. Yük.
öz.ağ. 0,9412; k.n. 12,3°C; d.n.-139°C; suda % etilen glikol monobütil eter asetat; bütil "sellosolv"
0,1-% 1 oranlarında çözünür, viskozitesi belli değil; asetat; esaslı tehlikesi olmayan, meyva kokulu, renk
gemilerde çevre sıcaklığı veya altında ve atmosfer siz, higroskopik olmayan ve nispeten dayanıklı, alifa
basıncı ya da üzerindeki basınçta taşınır; anestezide tik ailesinden bir eter/ester; 20°/20°C'de öz.ağ.
kullanılır. 0,9424; k.n.192,3°C; d.n.-63,5°C; suda yaklaşık %
ethylene (liquid): Sıv. Yük. sıvı etilen; yangın 1,6oranında çözünür; 20°C'de Visk. 1,8 cP; gemiler
tehlike si olan, solunulduğunda anestezik etki de çevre sıcaklığı ve atmosfer basıncında taşınır.
yapan, don maya benzer yanıklar oluşturan, ethylen glycol monomethyl ether: Sıv. Yük. etilen
karakteristik koku lu, renksiz, higroskopik olmayan, glikol monometil eter; "dovanol EM" 2-metoksieta-
dayanıklı, doyma mış alifatik ailesinden gaz halinde nol; "metil sellosolv"; "metil oksitol"; yangın tehlikesi
bir karbonlu hidro jen; -103°C'de öz.ağ. olan, hafif ve eter kokulu, renksiz, higroskopik daya
0,569; k.n.-103,705°C; nıklı, insan sağlığı için zararlı, glikol ailesinden bir sı
d.n.-169,16°C; suda çözünmez; 10,2 atm basınç ve vı; Simg.CH OH.OH OCH,; 20°/20°C'de öz.ağ.
-51°C'de visk. 0,20 cP; gemilerde çevre sıcaklığı ve 2 2
ya altında ve atmosfer basıncı ya da üzerindeki ba 0,9663; k.n.124,6°C; d.n.-87°C; suda tümü ile çözü
sınçta taşınır; yakıt, anestezik olarak veya meyvala- nür; Visk. 20°C'de 1,7 cP; gemilerde çevre sıcaklığı
rın olgunlaşmasını hızlandırmak için kullanılır; ethe- ve atmosfer basıncında taşınır.
ne olarak da kullanılır. ethyleneimin e (inhibited): Sıv. Yük. etilenimin; aza-
ethylene diamine: Sıv, Yük. etilen diamin; 1,2-diami- siklopropan; aziridin; dimetilenimin; etilenimin; parla
noetan; 1,2-etandiamin; gözler ve deri için çok tehli yıcı, buhar ve sıvı olarak zehirli, keskin amonyak ko
keli, amonyak kokulu, renksiz ve dumanlı, higrosko kulu, renksiz, yağ kıvamında, higroskopik eğilimli,
pik, dayanıklı, birincil alifatiklerden bir amin; patlayarak polimerleştiği için inhibitor kullanılmaksı
Simg.H 2 N.CH 2 .CH 2 .NH 2 ; 20°/4°C'de öz.ağ. 0,897- zın taşınamayan, çevrimsel (sayklik) ailesinden bir
0,902; k.n. 115°-116°C; d.n. 11°C; suda tümü 0
amin; Simg. NHCH CH ; 20°/20 C'de öz.ağ. 0,832;
2 2
ile çözünür; 20°C'de visk. 1,6 cP; gemilerde benzeyen, saydam, renksiz, yağa benzer,
11°-38°C'de ve atmosfer basıncında taşınır. higroskopik olma yan, nispeten dayanıklı, insan
ethylene dibromide: Sıv. Yük. etilen dibromür; 1,2- sağlığı için zararlı, doymuş alifatiklerden bir
dibrometan; EDB; glikol dibromür; tatlı kokulu, sa halokarbon;
man renkli, saf olduğunda renksiz, sıvı halinde ve
buharları zehirli olan, insan sağlığı için zararlı, hig
roskopik olmayan, dayanıklı, doymuş alifatiklerden
bir halokarbon; Simg. H2C.Br.CH2.Br; 25°C'de
öz.ağ. 2,16; k.n.131,7C; d.n. 9,97°C; suda çözün
mez; 20°C'de visk. 1,73 cP; gemilerde çevre sıcaklı
ğı ve atmosfer basıncında taşınır; soğuk havalarda
ısıtılması gerekir.
ethylene dichloride: Sıv. Yük. etilen diklorür; 1,2-
dik- loretan; Hollanda yağı; etilen kiorür; yangın
tehlikesi olan, buharları zehirli, kokusu klorforma
k.n. 57°C; d.n.-78°C; suda tümü. ile k.n. 10,73°C; d.n.-111,3°C; suda tümü ile çözünür;
çözünür, Visk. 20°C'de 0,53 cP; gemilerde 11°C üzerindeki sı
25°C'de visk. 0,418 cP; gemilerde çevre sıcaklığı ve caklıklarda ve atmosfer basıncında taşınır.
atmosfer basıncında taşınır. ethyl fluid: Etil sıvısı; kurşun tetraetil ve etilen dibro
ethylene oxide: Sıv. Yük. etilen oksit; dimetilen mür ya da diğer bromür bileşiklerine verilen isim.
oksit; E.O.; 1,2-epoksietan; okziran; yangın ve ethyl gasoline: Kurşunlu benzin; içersine vuruntuyu
patlama tehlikesi olan, etere benzer kokulu, önlemek için küçük bir miktar kurşun tetraetil ve eti
renksiz, higros kopik eğilimli, insan sağlığı için len bromür katilmiş benzin; normal benzin.
zararlı bir epoksi bi leşiği, Simg. (CH 2 ) 2 0 ethyl group: Etil grubu; tek değerli alkil kökü veya ra-
20°/20° C'de öz.ağ. 0,87;
ethyl hexanol 202 evaporating
evaporative coating.
kirdekler.
evaporating plant: Saf, damıtık veya distile su elde et
event: 1) olay, özellikle önemli bir olay veya hadise.
mek amacıyla kurulmuş tesis; damıtık (distile) su te
2) sonuç; netice.
sisi.
everdur: Everdür; silikon bronzu; yapısı % 93 bakır,
evaporating surface: Buharlaşma yüzeyi; buhar ka
2 % 2 çinko, % 1,5 demir ve % 3,5 silisyumdan oluşan
zanlarının m türünden suyla çevrili ve yanma gazla ve deniz suyuna dayanıklı olan bir bronz türü.
rı tarafından yalanan toplam yüzeyi.
evolution: 1) Mate, a) verilen bir kuvvetten bir kökü
evaporation: 1) buhara dönüşme veya buhara dönüş çıkarma, b) bir eğriden invoiütün oluşturulması. 2)
müş; buharlaşma; özellikle ısı uygulayarak veya çev
Ask. ordular, gemiler, vb inin durumunu değiştirmek
resinden ısı alarak buharlaşma. 2) süt, meyva veya için türlü hareket veya manevralardan herhangi biri.
sebzelerde olduğu gibi, nemini giderme. 3) buhar
3) gelişme, evrim veya tekâmül. 4) gemi manevrası.
laştırma sonucu veya ürünü. 4) Meteo. sıvı su veya
5) gazın oluştuğu ve kabarcıkların çıktığı bir işlem.
buzun su buharına dönüşümü.
evolutional: Bkz. evolutionary.
evaporation fog : Meteo. buharlaşma sisi; nispeten
evolutionary: 1) evrime ait. 2) evolüsyon ya da evrim
sı cak suyun serin hava içinde buharlaşması ile
kuramına göre. 3) evrim ile; evrime ait.
oluşan sis.
evolve: 1) açılmak; dışarıya doğru açılmak; çıkmak;
evaporation of electrons: Elektronların buharlaşma
yavaş yavaş ya da tedricen geliştirmek. 2) saçmak
sı; yüzeyden elektronların kaybı nedeniyle oluşan
veya çıkarmak (gaz, ısı vb.); neşretmek. 3) evrim ve
yüzey soğutma.
ya evolüsyon ile üretmek veya değiştirmek. 4) yavaş
evaporation test: Buharlaşma deneyi veya tecrübesi;
yavaş geliştirmek. 5) açmak.
yeni bir kazanda, yapımcının başarısı ve garantisini
exact: 1) düzenli; sistemli; çok hassas veya duyarlı;
saptamak için yapılan bir deney; deney sırasında ka
doğru. 2) hata, sapma veya kuşku için yer bırakma
zan 24 saat çalıştırılır ve yakılan yakıt ile üretilen bu
yan. 3) kesin; sert; şiddetli. 4) mecbur olmak; gerek
har duyarlı bir biçimde hesaplanır, buhar basınç ve
li olmak; gerekli yapmak.
sıcaklığı ölçülür ve baca gazlarının analizi yapılır.
examinant: Sınav yapan kimse; mümeyyiz veya ayırt
evaporative: Buharlaştırmali; buharlaşmalı.
man.
evaporative cooler: Buharlaştırmali (soğutma) kule
examination: 1) araştırma; denetleme veya gözden
si; mekanik soğutma kulesi; Diz. Mot. kara tesislerin
geçirme; soruşturma; deneme veya tecrübe etme.
de makineden çıkan soğutucu suyun bir bölümünün
2) araştırma metodu veya yöntemi. 3) sınav; imti han;
buharlaştırılmasi sonucu, soğutulmasını sağlayan so
deneme için verilen cevaplandırılacak sorular
ğutucu veya kuler; evaporatlf soğutucu.
takımı.
evaporative cooling: Bazı dizel motorlarında olduğu
examine: 1) gerçekleri, fiziksel durum vb. terini bul
gibi, soğutma suyunun buharlaştırılması ile oluşan
mak için ciddî veya düzenli olarak incelemek veya
soğutma; buharlaştırmalı soğutma.
araştırmak; incelemek; araştırmak; ince eleyip sık
evaporator: 1) buharlaşmaya neden olan herhangi
dokumak; soruşturmak. 2) bilgi veya yeteneğini an
bir şey. 2) özellikle yiyeceklerden nemi gideren bir
lamak için (bir öğrenci vb. ine) dikkatte sorular sora
cihaz; buharlaştırıcı. 3) Gem. Mak. evaporator veya
rak test yapmak.
evaporeyter; deniz suyu veya içme suyundan saf
examinee: imtihan edilen veya sınav yapılan kişi; imti
(damıtık) ya da distile su üreten bir cihaz.
han olan veya imtihana (sınava) giren kişi.
evaporator pumps: Evaporator pompaları; deniz su
example: 1) geri kalanın tabiat veya karakterini göste
yu, tatlı su (içme suyu), salamura (brayn), distile su
ren, seçilmiş şey; örnek olarak kullanılan tek parça
vb. ini elleçleyen pompalann tümü.
veya birim; örnek; numune; tipik misal. 2) taklit edi
evaporator scale: Borulu veya kangal borulu evapo-
len şey ya da kişi; model; örnek. 3) Mate, ilke veya
ratörlerde, genellikle kalsiyum ve magnezyum tuzla
prensibi tanımlamak için dizayn edilen bir problem.
rının oluşturduğu taş tabakası; ısıya yalıtkandır; eva
excavate: 1) bir delik veya oyuk kazmak; oyup çıkar
porator taşı; evaporeyter kışın.
mak. 2) oyarak şekil vermek veya oluşturmak; kaz
evaporimeter: Meteo. atmosfere katılan buharlaşma
mak (bir tünel kazmak gibi). 3) kazarak (üstünü) aç
oranını saptamak için kullanılan bir cihaz; evapori-
mak veya meydana koymak. 4) hafriyat yapmak; gi
metre.
dermek (toprak vb. ini).
evapotranspiration: Meteo. buharlaşma-terleme; dün
excavation: 1) kazma veya kazılmış. 2) kazarak yapıl
ya yüzeyinden buharlaşma ve bitkilerden terleme ile
mış bir delik ya da oyuk; kazı; hafriyat.
su buharının atmosfere katılması.
excavator: Kazan bir kişi veya makine; kazı makinesi;
even: 1) düz, yassı; düzey, seviye; düzgün. 2) şekil
tarama dubası; tarak makinesi; ekskavatör.
siz olmayan; değişmeyen; sabit veya değişmez. 3)
except: Müstesna; istisna; hariç tutmak; bir münaka
sakin; durgun. 4) aynı düzlem veya hatta; sırasında.
şa, düşünce veya durum kapsamında olmayan; lit
5) eşit olarak dengelenmiş. 6) sayı, miktar, derece
yum karbonat, alkali metallerin karbonatları ısı ile ay
vb. inde eşit veya eşdeğer. 7) iki ile tam bölünebi-
rışma kuralının dışındadır.
len.
excess: 1) istekli, istenen, kullanılabilir vb. miktardan
even-even nuclei: Nük, Ener. çift-çift çekirdekler; çift daha büyük olan miktar ya da nicelik; çok fazla; aşı
sayıda protonu, nötronu kapsayan çekirdekler.
rı bolluk; geri kalan miktar. 2) bir şeyin diğerinden
even keel: Den. bir geminin baş ve kıçta eşit miktar daha büyük veya daha fazla olan miktarı veya dere
da su çekmesi; trim olmaması; trimsiz durum.
cesi; geri kalan; ekstra; normalden fazla. 3) fazla ha
even-odd nuclei: Nük. Ener. çift-tek çekirdekler; çift va katsayısı; motor silindirlerine verilen fazla havayı
sayıda protonu ve tek sayıda nötronu kapsayan çe
belirtir.
exces s air 204 exhaus t by-pass
Teknik Sözluk - F. 14
3, / facer: Düz yüzeyleri taşlamak için kullanılan bir tez
F: 1) Kimy. fluor'un simgesi. 2) Mate, fonksiyon. 3) gâh.
Fiz. farad'in simgesi. face, slide: Bkz, slide face.
F.: Fahrenhayt'in simgesi. facet: 1) kesilmiş bir mücevherin herhangi küçük ve
F. (f.): Bkz. 1) farad. 2) fathom. 3) fluid. 4) feet. parlatılmış bir düzlem yüzeyi; faseta; façeta. 2) Zoo.
F/A: Bkz. fuel-air ratio. bazı sineklerde olduğu gibi, birleşik gözün küçük yü
fabric: 1) parçaları bir araya konularak yapılan her zeylerinden herhangi biri.
hangi bir şey; yapı; bina; iskelet (bina için). 2) yapı faciend: Mate, diğeri ile çarpılan bir sayı veya faktör;
plânı veya şekli; bünye. 3) herhangi dokunmuş veya çarpılan.
örülmüş bir kumaş ya da keçe; bez; dokuma; ku facile: 1) yapımı zor olmayan; kolay. 2) kolay ve hızlı
maş. çalışma veya hareket.
fabric ribbon: Dokuma şerit. facilitate: 1) kolay veya daha kolay yapmak; kolaylaş
fabricant: Yapan ya da inşa eden kimse; yapımcı. tırmak. 2) işini hafifletmek; yardım etmek.
fabricate: 1) yapmak; inşa etmek; imal etmek. 2) par facility: 1) yapma kolaylığı; zorluğu olmayan; kolay
çalarını monte ederek ya da bir araya getirerek yap lık. 2) hüner; maharet. 3) bina; tesisat.
mak veya inşa etmek. facing: Düzlem yüzeylere geçirilen balata; disk bala
fabricated steel: işlenmiş ve mamul çelik. ta.
fabrication: imal etme veya imal edilmiş; inşa etme; facing-sand: Döküm kalıbının yüzlerine şekil vermek
yapma. için kullanılan kum; perdah kumu; yüzeyleme ku
fabricator: Yapan ya da imal eden kişi; özellikle: a) mu.
yapımcı, b) imalâtçı. facsimile: 1) tam bir kopya veya reprodüksiyon; faksi
fabric bushing: Bezli lâstik ya da kauçuktan yapılmış mile. 2) basılı maddelerin radyo yayını ile aktarılma
burç ya da yatak. sı veya reprodüksiyonu.
fabric fuel tank: Bezden yapılmış benzin veya yakıt factitious: Doğal, gerçek veya ani olmayan; yapay ve
deposu. ya cebri ya da kuvvetlendirilmiş.
fabric-type filter: Bezden yapılmış benzin ya da yakıt factor: 1) etken; faktör. 2) Mate, birbirleriyle çarpıldık
deposu. ları zaman bir ürün veren iki veya daha fazla nicelik
fac : Bkz. ten herhangi biri; çarpan. 3) Mafe. çarpanlarını bul
facsimile. mak.
face: 1) bir şeyin yüzü; özellikle a) ana yüzey veya factorial: 1) bir etken veya faktöre ait. 2) Nad. Ola.
kenar, b) özellikle çalışan bir parçanın ön, üst ya da bir fabrikaya ait. 3) Mate, çarpanlara ait; faktöryel:
dış yüzeyi. 2) görünüm. 3) görev yapan taraf (bir 1 'den başlayarak bir seride verilen sayıya kadar sayı
alet ve benzerinin). 4) Mine. bir taş veya kristalin ların çarpımı; örneğin 5 faktöryeli 1x2x3x4x5 veya
herhangi bir yüzeyi. 5) Maden, kazı işinin sonu. 6) 120'di*r.
yeni yüzeyle kaplamak veya örtmek. 7) torna tezgâ factorize: Mate, çarpanlarına ayırmak (bir ürünü).
hında dönüş eksenine dikey olarak düz bir yüzeyi iş factor of safety: Emniyet veya güvenlik katsayısı; bir
lemek. parça malzeme veya onun bir kısmının maksimum
face angles: Gem. inş. kiriş, bayrak (braket), stringer dayanıklığının, ona uygulanan olası maksimum yü
vb. i elemanların iç kısımlarına yerleştirilen köşebent ke oranı; emniyet faktörü.
ler. factory: Bir şeylerin yapıldığı veya imâl edildiği bina
face bar: Gem. inş. kiriş, kuşak vb. lerinin iç kenarları ya da binalar; fabrika; imalâthane veya atelye.
boyunca yerleştirilen düz ve dar demir çubuk. factory ship: 1) Ask. Den. savaş gemilerinin bir çok
face cam: Yüzey kem, yüzey kam.
face plate: Kablo bağlantı plâkası.
facture 211 farad
silmesi veya aşınmasını önleyen bir halka, blok ya
onarımını yapabilecek takım tezgâhları ve personele da bir parça ağaç. 2) tel halat tanzim makarası. 3)
sahip bir gemi; fabrika gemisi, 2) baiık işleyen gemi. halatın gam almaksızın alınıp verilmesi.
facture: Bir şeyi yapma yöntemi veya işi. fairway: Den. bir nehir, liman vb. inin seyir yapılabi
facula: Astr. güneşin fotosferinde geniş, parlak bir len kanalı.
alan; sıcaklığı güneşin diğer kısımlarından daha yük fake Den. roda edilmiş halat, kablo vb.; roda etmek
sektir. (halat, palamar vb.).
fade: 1) daha az bellrgin olmak; renk ve parlaklık kay Falk-Bibby coupling: Yaylı esnek veya fleksibil kap-
betmek. 2) tazelik ve dayanıklığını kaybetmek. 3) ya lin; buhar türbinlerinde rotorşaft ile pinyon şaft ara
vaşça görünmez olmak. sında bulunur; Bkz. flexible coupling.
fade-in: Rady. Telev. görüntü ve sesin yavaş yavaş fall: t) Mek. bir palanganın halat ya da zincirinin ser
görülme ve duyulması. best bırakılmış ucu. 2) Den. Çoğ. kaldırma aracı. 3)
fade-out: Rady., Telev. görüntü ve sesin yavaş yavaş ani olarak düşmek; düşmek. 4) sayı, miktar, derece,
kaybolması. şiddet, değer vb. inde daha düşük olmak. 5) güç
fader: Modülasyon düzeyinin sıfırdan maksimuma ve kaybetmek.
geriye sürekli değişimleri için iletişim kanalına dona fall foul (or afoul): Den. çatışmak.
tılan bir cihaz. fallout: 1) nükleer bir patlamadan sonra radyoaktif
fadometer: Kontrollü koşullarda yapay gün ışığı veya parçacık ya da partiküllerin yeryüzüne düşmesi. 2)
ültraviyole ışığına maruz bırakıldığı zaman, malzeme bu partiküller.
lerin direncini test etmek veya denemek için kullanı false: 1) duyarlı olmayan; gerçek olmayan; hatalı;
lan bir cihaz; fadometre. yanlış. 2) gerçek değil; yapay; sahte. 3) Mek. koru
fagot: Metal, kaynak sıcaklığında dövülerek veya bü ma veya dayanıklığını arttırmak amacıyla konulan
külerek çubuk şekline sokulan, demet haline getiril parça.
miş çelik parçaları. false keel: Den. ana omurgayı korumak ve dayanıklı
Fah.: Bkz. Fahrenheit. ğını arttırmak amacıyla ana omurganın altına konu
Fahlband: Metal sülfürleri kapsayan bir kaya katma lan dar bir omurga; kuntra omurga
nı. family of elements: Benzer özellikte olan elementler;
Fahrenheit: Standart atmosfer basıncı altında saf su periyodik tablonun dikey sırasindaki elementler; ha
yun kaynama noktasının 212 derece ve donma nok lojenler, alkalî metaller gibi.
tasının 32 derece olduğu termometreye ait; bu ter tan: 1) havalandırma ve soğutma için hava akımı sağ
mometre veya onun bölüntüsü ya da taksimatı.; F., layan herhangi bir makine veya cihaz, özellikle: a)
Fah., Fahr. kısaltmaları ile belirtilir. kağıt, kumaş vb. inden yapılmış açılır kapanır araç;
Fahrenheit scale: Fahrenhayt skalası; suyun donma yelpaze, b) elle hareket ettirilen herhangi düz bir yü
noktası 32° ve kaynama noktası 212° olan bir termo zey, c) bir ya da daha fazla döner kanattan oluşan,
metre skalası. bir göbeğe bağlı ve bir elektrik motoru tarafından ça-
Fahrenheit thermometer: Fahrenhayt termometresi; lıştınlan cihaz; fan; blover; vantilatör. 2) şekli fana
sıcaklıkları fahrenhayt derece türünden ölçen bir sı benzeyen herhangi bir şey.
caklık ölçer. fan belt: Oto. vantilatör kayışı; çoğu zaman V şeklin
faince: Çok iyi boyanmış ya da sırlanmış fayans veya dedir.
porselen. fan blade: Oto. vantilatör pervanesi kanatlarından her
fail: 1) yetersiz olmak; yeterli olmamak. 2) güç ve da- hangi biri; pervane kanatı.
yanıklık kaybetmek; zayıflamak, 3) istenen sonucu fan brake: Kolay ayarlanmayan, çok duyarlı veya has
elde etmede başarısız olmak. 4) kullanışsız olmak. sas olmayan, sadece makinelerin uzun süreli deney
5) terketmek. 6) çökmek; bel vermek. lerinde kullanılan ve motorun şaftına bağlı bir fan
failing: 1) zayıflama; başarısız olma 2) küçük kusur dan oluşan fren; fan fren; motorların fren güçlerinin
veya hata. ölçümünde kullanılır
failure: 1) yetersiz olma durumu veya gerçeği; yeter fan, electric: Bkz. electric fan.
sizlik. 2) güç ve dayanıklık kaybetme; zayıflama. 3) fan, exhaust: Bkz. exhaust fan.
başarısızlık; muvaffakiyetsizlik. 4) bozukluk. fan hub: Oto. vantilatör pervanesi göbeği.
faint red: Çeliklerin tavlanması sırasında oluşan ve fanner: Hububat tanelerini samandan ayıran makine.
516°C (960°F)'ye karşın olan bir renk; soluk kırmızı. fan pulley: Oro. vantilatör kasnağı.
fair: 1) Meteo. açık ve güneşli; bulutsuz; fırtınasız. 2) fan room: Den. havalandırma fanlan, ısıtıcılar ve filtre
engelsiz; net veya açık. 3) düzgün ve düzenli; Bir ge lerin uygun bir şekilde yerleştirildiği bir yer; fan dai
mi şirketi için söylenir. 4) kurallara göre. 5) ne çok resi.
kötü ne de çok iyi; vasat. 6) görünüşte uygun veya fanwise: Katlanır yelpaze gibi açılan; yelpaze biçimin
münasip, fakat gerçekte hatalı. 7) fuar; festival; pa de.
nayır. far: 1) hacim veya zamanda mesafe; yakın olmayan;
fair copy: Üzerinde son düzeltme yapıldıktan sonra uzak. 2) uzun bir yol. 3) daha uzak. 4) niteliği veya
bir belgenin veya dokümanın gerçek kopyası. doğası çok farklı. 5) hacim, zaman veya derecede
fairing: Müh. uçak vb. ine dış görünüşünü düzgün çok uzak. 5) çok fazla; önemli derecede.
yapmak ve böylece havanın direncini azaltmak için far field: Kaynaktan büyük mesafelerdeki akustik rad
eklenen parça veya yapı. yasyon alanı.
fairish: Ilımlı olarak iyi, geniş vb. i farad: Uygulanan her bir voltluk gerilim farkı için de
fair-lead: 1) Den. ağaçtan yapılmış, içinde deliği bulu polanan bir kulonluk şarja (yüke) eşit olan, elektro-
nan ve halat ya da armaya gayıtlık yapan, onun ke
farada y 212 feasibl e
feather: 1) karna veya siil şeklindeki bir parçayı bir sıvı durumundan katı durumuna geçen metalin hac
oyuğa sokarak birleştirmek. 2) Den. suyun direncini mi küçülür, bu küçülmeyi önleyen ve döküm kalıpla
azaltmak için kürek palasını çekişler sırasında yatay rına konan cihaz; besleyici.
veya yataya yakın bir şekilde döndürmek. 3) perva feeder circuit: Besleme paneli veya tablosundan, alı
ne kanatlarını mili üzerinde uçağın uçuş hattına he cı tablo veya panele uzanan tel sistemi; besleme
men hemen paralel duruma getirmek ve böylece devresi; besleyici devre.
boşta çalıştığı zaman minimum hava direnci sağla feeder panels: Elekt, bir ya da daha fazla devre için
mak. 4) tüy. 5) çoğu zaman göbeklere uygulanan şalterler ve sigortalara sahip ve bir jeneratörün bağlı
yassı bir kaymalı kama; Bkz. feather key. olduğu besleyici panel veya tablolar; her bir panel
featheredge: Bir tahta ya da alette olduğu gibi, kolay bir jeneratör, bir uyarıcı ve bir ya da bir kaç devreyi
ca kırılabilen veya bükülebilen çok ince bîr kenar. denetler.
feature: Özel aksam ya da parça. feed heater: Bkz. feedwater heater.
feature: Özellik. feeding: 1) bir makineye sağlanan malzeme. 2) su
feather key: Göbeğin, şaft boyunca küçük bir miktar akımı, demiryolu, hava yolu vb.; besleme. 3) Elekt.
hareketi gereken yerlerde kullanılan bir tür yassı ka bir merkeze enerji temin etme. 4) döküm dereceleri
rna; Bkz. feather. veya kalıplarına fazladan metal verme işlemi.
fecal: Dışkı veya necasete ait; faecel şeklinde de yazı feed line: Besleme hattı veya devresi; Bkz. feed cab
lır. le.
fecal pump: Den. dışkı tanklarında toplanan, tuvalet feed pipe: Besleme borusu.
ve idrar kaplarından ve diğer temizlik sistemlerinden feed pump: Besi suyunu hotvel veya havasızlandır
gelen sıvı ve katı biyolojik atıkları sahil tesislerine bo ma tankından alarak kazan işletme basıncının yakla
şaltmak için kullanılan pompa; dışkı pompası; neca şık 1,5 misli basınçla kazana veren pompa; besi
set pompası; biyolojik atık pompası. pompası; Gem. Mak. fidpamp.
feces: 1) vücuttan atılan atık maddeler; pislik ya da feed stop valve: Fidçek valfla ikili oluşturan ve fidçek
dışkı. 2) tortu; faeces şeklinde de yazılır. valfın bakımı veya onarımı sırasında devreyi kapatan
fecula: Kirny. nişasta. bir valf; fid stop valf; ana ve yardımcı olmak üzere
fecuîence: 1) tortulu veya çamurlu olma özelliği veya iki tanedir.
durumu. 2a) tortu; birikinti, b) pislik. feed systems: Bkz. feedwater systems.
feeble: Kuvvetli olmayan; zayıf, özellikle: a) derman feedtract: Bilgisay, besleme çekişi.
sız, b) kuvvetsiz ve etkisiz, c) kolayca kırılan. feedwater: Buh. Kaza. çoğu zaman evaporator tarafın
feed: 1) beslemek; yiyecek sağlamak. 2) bir makine dan üretilen damıtık su veya kazanlarda kullanılan iç
ye sağlanan malzeme. 3) bu malzeme ile sağlanan me suyu; fidsuyu; besleme suyu; besi suyu.
makinenin bir parçası. 4) bu malzemenin sağlanma feedwater heater: Besleme veya besi suyu ısıtıcısı;
sı. 5) buhar kazanlarının su ile beslenmesi. 6) buhar besi devresindeki suyu ısıtan a) borulu, b) açık veya
kazanlarını besleyen su; besleme suyu, besi suyu havasızlandırıcı türden ısıtıcı; kazan verimini yükselt
veya fid suyu. 7) yatakları, makineleri, sürtünme yü mek ve yakıt sarfiyatını azaltmak için kullanılır.
zeylerini yağlama yağı ile beslemek. feedwater pipe: Besleme suyunun kazana iletildiği
feed and filter tank: Bkz. hotweli. boru devresi; besleme suyu borusu.
feed-back: Bkz. regenerative. feedwater regulator: Çalışmakta olan bir buhar kaza
feedback: Elektronikte belirli bir fazda verdinin girdi nında su seviyesi veya fayrap düzeyini sabit tutmak
ye geri beslenmesi; bir sinyalin kuvvetini azaltmak için kullanılan şamandralı, pnömatik vb. i türden bîr
veya yükseltmek için radyolarda kullanılır; fidbek; ge cihaz; besi suyu regülatörü.
ri besleme. feedwater system: Egzoz buharının yoğuşturulduğu
feed booster pump: Vakumlu fid (besi) suyu devrele kondenserden başlayarak besi suyunun kazana gi
rinde, suyu vakum tankı veya havasızlandırma tan dinceye dek geçtiği sistem; besi suyu sistemi; fid su
kından emerek, erecekler kondenseri veya besi su yu devresi; açık, yarı açık veya yarı kapalı ve kapalı
yu ısıtıcısına veren pompa; fid buster pump; besi su (vakumlu ve basınçlı) türleri vardır.
yu besleme pompası. feeler: Yatak boşlukları, supap klerensleri, dişlilerin
feed cable: Elektrik akımı ileten kablo; besleme kab diş klerensleri, segman klerensleri vb. lerini ölçmek
losu. için kullanılan ve türlü kalınlıklarda parçaları olan
feed check valve: Besi (fid) pompasının yüksek ba alet; Gem. Mak. filer geyiç; filer çakısı; sentil.
sınçla verdiği besleme suyunun kazana girmesine feeler gauge: Bkz. feeler.
müsaade eden ve geriye, fid devresine dönmesine feeler pin: Diz. Mot. bazı enjektörlerde, kep üzerinde
engel olan valf; Gem. Mak. fidçek valf; fid suyu geri bulunan ve enjektörün çalışıp çalışmadığını denetle
döndürmez valfı; hem ana ve hem de yardımcı dev meye yarıyan küçük, ince bir metal çubuk; duyu pi-
re üzerinde bulunur. ni.
feed deionizer: Gaz. Türb. yoğuşum pompasının kon- feign: 1) Orij). Ola, şekil vermek. 2) icat etmek; imal
denserden alarak kazana bastığı besi suyunun yeni etmek; oluşturmak (hikâye vb). 3) hayal etmek, 4)
den iyonlarına ayrıldığı cihaz; fid suyu iyonlaştırıcısı. taklit etmek.
feeder: 1) besleyen şey veya kişi, özellikle bir maki feldspar: Başlıca alüminyum silikatlardan oluşan, ço
neye malzeme temin eden kişi. 2) besleyen su akı ğu zaman cam gibi, oldukça seri ve volkanik kaya
mı, demiryolu, hava yolu vb. i. 3) Elekt. türlü kanal larda bulunan, türlü kristalli minerallerden biri; feldis-
lardan dağıtılan enerjiyi, besleyici enerji olarak bir pat; felspar olarak da kullanılır.
merkeze sağlayan bir iletken; besleyici. 4) dökümde feldspathic: Feldispat kapsayan; feldispata benze-
feîdspathose 214 ferrous sulphate
yen.
nik asite, H3Fe (CN)6 ait veya onu belirten; ferrisiya-
feldspathose: Bkz. feldspathic.
nik.
felsite: Başlıca feldispat ve kuvarstan oluşan volkanik
ferricyanide: Ferrisiyanik asitin bir tuzu; ferrisiyanür.
bir kaya.
ferriferous: Demir kapsayan; demir veren.
felspar: Bkz. feldspar.
ferrite: 1) Demir bileşikleri kapsayan ve kayalarda gö
felt: Dokunma ve örülmeksizin yün, bazan yünle karı
rülen sarımsı veya kırmızımsı kahverengi bir madde.
şık kürk ve kıldan birlikte basınç, ısı, kimyasal etki
2) adî demir ve çelikle bileşen olarak görülen ve
vb. i iie yapılan bir tür kumaş; keçe; fötr. 2) keçe ve
manyetik geçirgenliği yüksek olan saf demirin bir tü
ya fötr'den yapılmış. 3) keçe ile kaplamak. rü. 3) kalsiyum ferrit, Ca (Fe0 2 ) 2 gibi, daha bazik
felting: 1) keçe veya fötr yapma. 2) keçenin yapıldığı
metalik oksitlerle birleşen demir oksit gibi türlü bile
madde. 3) keçeden yapılmış kumaş; keçe kumaş.
şiklerden biri.
felt packing: Keçeden yapılmış salmastra; keçe sal
ferritic low-alloy steel: Yüksek sıcaklıklarda
mastra.
sertliğini kaybeden ve bu sıcaklıklarda ciddî şekilde
felt washer: Yün keçeden yapılmış rondela, muhafa
pasla nan, sertleştirilebilir, giriş veya emme supapları
za pulu; keçe rondela.
yapı mında kullanılan bir çelik türü; ferritik alçak
felucca: Lâtin yelkeni veya kürekle ya da her ikisiyle
alaşım çelikleri.
yürütülen, iki veya üç direkli küçük, dar bir gemi;
ferritic steel: Yüksek sıcaklıklarda sertliğini kaybeden
özellikle Akdeniz sahilleri boyunca kullanılır.
ve bu sıcaklıklarda ciddî bir şekilde paslanan bir çe
female: 1) Meka. oyuk (dişi) kısma sahip olan ve ken
lik türü; ferritik çelik.
disine uygun bir parçanın girmesine elverişli kısım,
ferro-: Demir ve demir kapsayan anlamlarında bir
örneğin piriz vb. i. 2) dişi.
önek.
female thread: Dişi diş; dişi somun dişi.
-1 5 ferroalloy: Çelik yapımında kullanılan türlü demir
femto-: Femto; 10 (0,000000 000 000 001) ala şımlarından herhangi biri; eklenen metale göre
anlamın da bir önek; f kısaltması ile belirtilir. isim alırlar: Ferrokrom, ferromanganez vb. i gibi.
fender: 1) koruyucu herhangi bir şey; özellikle; a) ferrocalclte: Mine. kalsit kapsayan demir karbonat;
Oto tekerleklerin üzerinde bulunan metal koruyucu; ferrokalsit, FeC0 3 .
çamurluk, b) otobüs veya lokomotiflerin ön tarafla ferrochromium: Demir ve kromun bir alaşımı; ferrok
rında bulunan, herhangi bir şeyi yakalamak, itmek rom.
veya kenara atmak için kullanılan metal bir cihaz; ferroconcrete: Demir veya çelik bir iskelet ile çimen
tren mahmuzu, c) ateş mahallinin önüne konulan ve todan oluşan beton; betonarme; reinforced concre
yanmakta olan kömürleri tutan bir paravana, d) te, armored concrete şeklinde de kullanılırlar.
Den. gemilerin bordasından sarkan ve onu koruyan, ferrocyanic: Renksiz, kristalli bir asite, H4 Fe(CN) 6 ait
ip, ağaç vb. inden yapılmış parça; usturmaca. veya onu belirten; ferrosiyanik.
ferment: 1) diğer maddelerde fermantasyon veya ma ferrocyanide: Ferrosiyanik asitin bir tuzu; ferrosiya-
yalanmaya neden olan, bira mayası, bakteriler, en nür.
zimler gibi bir madde; maya; enzim. 2) fermentas- ferroelectric: Anî polarizasyon ve histerizis gösteren
yon; tahammür; mayalanma. 3) mayalanmaya uğra bir yalıtkan veya dielektrik, örneğin Roşel tuzu.
mak; mayalanma işleminde olmak; mayalanmak. ferromagnesian: Mine. bileşen olarak demir ve mag
fermentation: Bir mayanın etkisiyle organik bileşikler- nezyuma sahip olan.
deki kompleks moleküllerin parçalanması; fermen- ferromagnetic: Mıknatıslar tarafından şiddetle çeki
tasyon; tahammür etme; mayalanma. len; demir ve nikel gibi çok manyetik; ferromanyetik.
fermium: Bir sikiotronda nükleer bombardman sonu ferromagnetism: Demir, kobalt, nikel gibi belirli me
cu oluşturulan radyoaktif kimyasal element; fermi tallerin sabit mıknatıs olma özelliği; ferromanyetiklik.
yum; Simg. Fm; at.ağ. 254 (?); at. no. 100. ferromanganese: Sert çelik yapımında kullanılan de
ferrate: Ferrik asitin bir tuzu; ferrat. mir veya manganezin bir alaşımı; ferromanganez.
Ferrel's law: Dünyanın dönüşü nedeniyle rüzgârların ferrosilicon: Çelik yapımında kullanılan demir ve
kuzey yarımkürede sağa, güney yarımkürede ise so silis yumun asite dayanıklı bir bileşiği; ferrosilikon.
la sapması. ferrosilicon process: Magnezyum oksitin bir demir
ferreous: 1) demire ail veya demir kapsayan. 2) sert ve silisyum alaşımı tarafından redüklenmesi ile mag
lik vb. inde demir gibi; demire benzeyen. nezyum yapımı; ferrosilikon işlemi.
ferri-: Demir kapsayan anlamında bir önek; Bkz. 1er- ferrotype: 1) hassaslaştırılmış bir filmle kaplanmış in
ro-. ce bir demir levhaya doğrudan alınan pozitif bir fo
ferriage: 1) feribot ya da feri ile taşımacılık. 2) bunun toğraf. 2) bu tür fotoğrafları yapma işlemi.
ücreti. ferrous: 1) demir kapsayan; demire ait; demirden tü
ferric: 1) demire ait, üç değerli demir kapsayan veya reyen. 2) Kimy. iki değerli demir kapsayan veya bu
demirden türeyen. 2) Kimy. ikiden yüksek değerde tür demir kapsayan bileşiklere ait.
demire ait veya bu demiri kapsayan bileşikler; ferrik. ferrous alloys: Demir kökenli alaşımlar; demirli ala
ferric chloride: Sarımsı renkli, havadarı emdiği su ile şımlar.
eriyebilen kristalli kütle; ferrik klorür, FeCl 3 .6H 2 0; ferrous material: içinde demir bulunan veya demir
boya maddesi, ilâç, katalizör olarak ve besi suyu kapsayan madde; demirli malzeme.
nun pH değerini düzenlemek için kullanılır. ferrous sulphate: Yeşilimsi veya sarımsı kahverengi,
ferric oxide: Demirin en önemli cevheri olan kırmızı kokusuz, suda hafifçe çözünen, kondenser boruları
kristalli bir bileşik, ferrik oksit; hematit, Fe 2 0 3 . nın iç yüzeylerinde koruyucu bir katman oluşturmak
ferricyanic: Kahverengi kristalli, dayanıksız ferrisiya- için kullanılan bir kimyasal; demir sülfat, Fe-
ferruginous 215 field glass (field glasses)
çarptırmak.
boyuna olarak metal kanatlar kaynak edilmiştir; ka
fine arts: Genel olarak çizim, resim, heykel ve sera
natlı ısıtıcı.
mik, bazan mimarlık, edebiyat, müzik, dramatik sa
fire: 1) yanmanın ısı ve ışık ile beliren aktif ilkesi;
natlar ve dansın dahil edildiği sanatlar; güzel sanat
ateş; yangın. 2) bir ocaktaki yakıt gibi yanan şey. 3)
lar.
tahrip edici yanma: Orman yangını gibi. 4) ısı, alev
fine chemical: Çok küçük miktarlarda da olsa özel
vb. i bakımından ateşe benzeyen herhangi bir şey.
amaçlar için imal edilen veya yapılan bir kimyasal;
5) ateşli silahlar veya ağır silahlarla ateş; ateş etme.
bu kimyasallar, genel olarak çok saftırlar: Analitik mi
6) tutuşturmak; yakmak. 7) yakıtla sağlamak. 8) fırın
yarlar bu tür kimyasallardır.
da, pişirmek. 9) ısı ile kurutmak. 10) parlak yapmak;
fine-draw: Çok ince olacak şekilde (tel vb.) çekmek;
ateş ile aydınlatmak. 11) uyarmak. 12) ateş etmek.
haddeden çekmek.
13) yanmayı başlatmak. 14) ateşli bir silahla ateş et
fine-drawn: Tel gibi, ince oluncaya dek çekilmiş veya
mek.
haddeden çekilmiş.
fire alarm: 1) yangını haber veren, sinyal veya işaret;
fine filter: Sıvı yakıtlarla fayraplı kazanlarda, yakıt ısıtı
yangın alarmı. 2) bu işareti veren zil, düdük, siren
cılarından sonraki devre üzerinde bulunan ince süz
vb. i.
geçler; sıcak filtreler.
fire-alarm singnals: Den. a) yangın alarm işaretleri,
fine-grain: ince taneli; ince tanecikli.
a) on saniyeden küçük olmayacak şekilde gemi
fineness: 1) bir alaşımdaki saf altın ve gümüşün ora
kampanasının devamlı olarak çalınması, b) gemi dü
nı. 2) buhar kazanlarında atomizörün, dizel motorla
düğünün üç kısa işareti ile sağlanır.
rında enjektörlerin püskürttüğü yakıt küreciklerinin
firearm: Patlama kuvveti ile ateşlenen herhangi bir si
inceliği veya çok küçük oluşu.
lah; özellikle taşınacak kadar küçük, tabanca, tüfek
finery: Dövülebilir demir ya da çeliğin yapıldığı rafine
vb. i bir silah.
ri veya tasfiyehane.
fire axe: itfaiyeciler veya bu görevin sorumluluğu ve
finespun: Çok ince örülmüş veya çekilmiş (hadde
rilmiş kişilerin kullandıkları alet; yangın baltası.
den) : hassas; narin veya ince.
fire back: Mot. ateşleme sırasının yanlışlığı nedeniy
finger: 1) parmak. 2) kullanım veya biçimi bakımın
le, motorun çalışması sırasındaki geri tepme.
dan parmağa benzeyen. 3) bir parmağın genişliği;
fireball: 1) büyük, parlak bir meteor ya da akanyıldız.
19,05-25,4 mm (3/4-1 inç) veya orta parmağın uzun
2) Esk. savaşlarda fırlatılarak kullanılan ve içinde pat
luğu (yaklaşık 114,3 mm veya 4,5 inç) esas alınarak
lama ya da yangına neden atan bir madde bulunan
oluşturulan ölçü birimi. 4) Meka. bir parça ile temas
bir küre veya top; ateş topu.
ederek onun hareketini kontrol eden çıkıntılı bir par
fire boat: Den. yangın savunma teçhizatı ile donatıl
ça. 5) parmakla dokunmak.
mış, liman ve sahillerde kullanılan bir gemi; yangın
fingerbreadth: Bir parmağın genişliği; parmak genişli
botu.
ği; hemen hemen 1 inç veya 25,4 mm kadardır.
firebox: Lokomotif, soba vb. inde ateşin bulunduğu
fingerprint: 1) parmak izi; bir kişiyi teşhis etmek için
ya da yanmanın oluşturulduğu yer; ocak; külhan;
kullanılır. 2) parmak izi almak.
Bkz. furnace.
finial: En yüksek nokta; zirve ya da doruk.
firebrand: Yanan bir parça odun; meşale.
fining: Sıvıları, metal vb. lerini rafine etme veya arıt
firebrick: Buh. Kaza. ocak veya külhanları vb. i kapla
ma.
mak için kullanılan ve yüksek sıcaklığa dayanıklı tuğ
finis: Bkz. finish.
la; ateş tuğlası; şamot.
finish: 1) sonuna gelmek; son. 2) tamamlamak. 3) tü
firebrick, plastic: Bkz. plastic firebrick.
ketmek; tümü ile sarfetmek. 4) mükemmel; cilâlı. 5)
fire brigade: Yangınla savaş için düzenlenmiş veya
cila, mum vb. i gibi, bir şeyi parlatmak için kullanı
organize edilmiş, erkeklerden oluşan bir ekip.
lan herhangi bir madde. 6) bütünlük; tamamlama.
fire clay: Yüksek sıcaklığa dayanıklı bir tür kil; ateş
7) bitirme yöntemi veya tarzı. 8a) bir binanın içini ta
tuğlası yapımında, külhan veya ocak duvarlarının
mamlayan kapı, pencere, merdiven vb. birleştirme iş
kaplanmasında vb. kullanılır; esas olarak silika
lemi, b) bunun için kullanılan nitelikli kereste.
(Si02 ) ve alüminadan (Al 2 03 ) oluşur.
finished: 1) bitirilmiş, sonuçlanmış. 2) tamamlan-
fire-clay brick: Esas maddesi sulu alüminyum silikat,
mış.3) mükemmel yapılmış; ikmal edilmiş. 3) tamam
AI2 O3 .2SiO2 .2H 2 0 olan ve yaygın şekilde kullanılan
lama ya da bitirme. 4) Çoğ. bir binada aydınlatma,
ateş tuğlası; ateş toprağı tuğlası.
boru tesisatı vb. i teçhizatı.
fire company: 1) yangına karşı oluşturulmuş ekip. 2)
finite: 1) sonsuz olmayan; ölçülebilir veya belirli sınır
ing.yangın sigortası satan firma.
lara sahip olan. 2) Mate, sonsuz veya sonsuz küçük
firedamp: Kömürde bulunan ve metan'dan (CH4) olu
olmama.
şan, hava ile karıştığı zaman patlayıcı karışım oluştu
finitude: Sonsuz olmama veya sonlu olma durumu
ran bir gaz, grizu gazı; daha çok kömür madenlerin
ya da niteliği.
de bulunur.
fin keel: Den. derin, dar metal omurga; bazı yelkenli
fire department: Görevi yangınla savaş olan bir bele
teknelerde kullanılır; denge sağlar ve devrilmeyi ön
diye kuruluşu; itfaiye departmanı; itfaiye teşkilâtı.
ler.
fire-detecting system: Den. gemilerde yangın ihbar
finned: Yüzgeç veya yüzgeçleri olan; yüzgeçti.
etmek üzere kullanılan termostatik, pnömatik boru-
finny: 1) yüzgeçleri olan. 2) yüzgece benzer. 3) balı
lu, duman borulu vb. i sistemlerden herhangi biri.
ğa ait.
fire detector: Den. her kamara, ambar vb. i ile donatı
fin type heater: Sorulu türden bir ısıtıcı olup, borula
lan ve önceden saptanmış bir sıcaklıkta ısı ile geniş
rın dış yüzeylerine, ısıtma yüzeyini çoğaltmak için
leyerek alarm zilinin çalması veya köprüüstündeki
fire drill 219 f irin g ch amber
Teknik Sözlük - F. 15
fluid homogenous 226 fluxio n
fluoride: Florür; hidroflorik asitin zehirli bir tuzu, örne
küllerinin sürtünmesi; sıvı sürtünmesi. ğin sodyum florür, NaF.
fluid homogenous: Tüm noktalarda özellikleri aynı fluorin: Bkz. fluorine.
olan sıvı; homojen sıvı. fluorine: Kimy. flor; halojen familyasında çok aktif,
fluidic: Akışkana ait; akışkan doğasında olan. paslandırıcı, yeşilimsi sarı renkli, gaz halinde kimya
fluidity: Akışkan durumu veya niteliği; akışkanlık. sal bir element; en negatif halojen; Simg.F, Fl;
fluid lubrication: Sürtünme yüzeylerine çekilen yağla at.ağ. 19,00; at.no. 9.
ma yağı tarafından oluşturulan yağ filmi veya katma fluorite: Kimy. bir çok renkleri olan, saydam, kristalli
nı ile yağlama; akışkan katmanı ile yağlama. küpsel bir mineral; kalsiyum florür, CaF2; eritici mad
fluid mechanics: Bilimsel olarak akışkanların özellik de olarak çelik ve cam yapımında kullanılır; fluor,
lerini inceleyen, hidrostatik, hidrolik, hidrodinamik fluor spar şekillerinde de kullanılır.
ve gaz dinamiğini kapsayan bilim dalı; akışkanlar fluoro-: Flor ve floresan anlamlarında bir önek.
mekaniği. fluorogen: Karıştırıldığı zaman diğer floresan madde
fluid meter: Sıvı ölçer; sıvı sayacı; akışkan yi redükleyen bir madde; florejen.
sayacı. fluorometer: Floresan şiddetini ölçmek için kullanılan
fluidounce: Bkz. fluid ounce. bir cihaz; florometre.
fluid ounce: Amerika Birleşik Devletleri'nde 29,6 fluoroscope: 1) X ışınları yardımıyla cismin veya par
3 3
cm , ingiltere'de 28,4 cm 'e eşit olan bir sıvı ölçüm çaların floresan bir perde üzerindeki gölgesinin görü
birimi; fl.oz. kısaltması ile belirtilir. nüşü ile iç yapılari kontrol etmede kullanılan bir ci
fluid, perfect: Deformasyon için dirençsiz, sıkıştırıla- haz; floroskop. 2) floresanı gözlemek için kullanılan
maz ve sabit yoğunlukta ideal sürtünmesiz akışkan; bir cihaz.
mükemmel sıvı veya akışkan. fluoroscopy: Floroskop yardımıyla kontrol; florosko-
fluid pressure: Sıvılar tarafından aktarılan, tüm nokta pi.
larda ve tüm yönlerde eşit olan basınç; akışkan ba fluor spar: Bkz. fluorite.
sıncı; sıvı basıncı. flurry: 1) anî ve kısa süren bir rüzgâr; bora. 2) yağ
fluid-tight: Akışkan (yağ, su, gaz vb. ini) geçirmez ya mur ya da kar fırtınası.
da sızdırmaz. flush: 1) anî ve hızlı olarak akmak ve yayılmak. 2) ak-
fluke: 1) Den. çipa veya demirin kollarının ucunda bu korlaşmak; akkor haline gelmek; kızarmak. 3) anî
lunan, çoğu zaman üçgen şeklinde ve toprağı yaka bir su akımı ile temizlenmiş, yıkanmış ve boşalmış ol
layan sivri tırnak; demir tırnağı. 2) ok, mızrak, zıpkın mak. 4) ısınma; kızarma.
vb. inin sivri ucu. flushing system: Bazı küçük gemiler istisna edilirse,
flume: Güç elde etmek, tomrukları nakletmek amacıy ana yangın devresinden bir kol ile deniz suyu alan
la kullanılan yapay bir su kanalı. ve bu suyu idrar kapları, WC vb.lerine veren sistem;
flump: Ağır olarak veya gürültülü bir şekilde damla temizlik sistemi.
mak veya düşmek. flushing valve: Diz. Mot. enjektörlerde kullanılan ta-
fluo: Flor kapsayan. şıntı, hava firar veya prayming valfı; pompa ile enjek
fluo: Flor ve floresan anlamlarında bir önek. tör arasındaki borunun havasını çıkarmak için kulla
fluor: Bkz. fluorite. nılır.
fluoresce: Floresan üretmek, göstermek veya olmak. flush mica: Elektrik makinelerinin kollektörlerinde ba
fluorescein: Resorsin ve fitalik anidritten sentetik ola kır dilimlerle aynı hizada olan mika izolatör.
rak yapılan sarımsı kırmızı, kristalli bir bileşik, flush r/l: Bilgisay, sağdan/soldan hizalı.
C 20 H 12 O 5 ; yansıyan ışıkta yeşil ve geçen ışıkta kır fluting iron: Yüzeyi dalgalı ya da ondüleli olan de
mızı renkte görülen bir alkalin çözelti; flöresin; tekstil mir; ondüle (saçları) yapmak için kullanılır.
lerin boyanmasında ve belirteç olarak kullanılır. fluting machine: Levha metalleri dalgalı veya ondüle
fluoresceine: Bkz. fluorescein. li yapan bir makine. 2) alev borulu kazanların kül
fluorescein test: Flöresin deneyi veya testi; konden- han saçlarını dalgalı yapan makine; ondüle makine
ser kapakları ve boru aynalarının temizliği yapılır ve si.
sonra buhar bölgesi üst boruların seviyesine kadar, flutter: 1) hızlı ve düzensiz bir şekilde dalgalanmak
küçük bir miktar flöresin kapsayan su ile doldurulur veya titreşmek. 2) hızlı titreşim, çırpma vb. 3) titre
ve borularla boru aynaları bir tür ültraviyoie ışığı ile me; titreşim. 4) Hava. uçaklarda, uçuş sırasındaki ka
aydınlatılır. Kaçar bulunan kısımlar floresan ışık ve nat sarsıntısı.
rir. Deneyden sonra kondenser içinde hiç su kalma flutter wheel: Yüksekten düşen akarsu ile dönen do
yacak şekilde boşaltılır. lap; su tankeri; su dolabı.
fluorescence: Belirli bir dalga boyunda ışığın emilme flux: 1) akma veya akıntı. 2) met (gelgit) ile gelen;
si ve daha büyük dalga boyundaki radyasyonun anî gelgitin getirdiği. 3) sürekli hareket; sürekli değişim.
neşredilmesi; floresan; görünür tayfta morötesi ışın 4) lehimdeki gibi, metallerin birbirlerine kaynatılması na
ları floresana neden olabilir. yardım eden ve oksitlenmeyi önleyen boraks ve ya
fluorscent lamp: iç kısmı floresan bir madde kaplan reçine gibi bir madde. 5) F/z. bir yüzeyden çıkan
mış ve cıva buharı ile doldurulmuş bir elektron tüpü; enerji, sıvı vb. i akımların miktarı; flüks; akı. 6) erite
floresan lâmba; morötesi boşalımı ya da deşarjı gö rek (metalleri) birbirine yapıştırmak.
2
rünür ışığa dönüştürür. flux density: Fiz. bir cm 'deki manyetik kuvvet çizgile
fluoric: Florin veya floritten elde edilmiş veya onlara ri; flüks yoğunluğu; akı yoğunluğu.
ait; florik. fluxion: 1) akma. 2) sürekli değişim. 3) akan bir şey,
fluorid: Bkz. fluoride. deşarj; boşalma. 4) Mate, değişken büyüklüklerde
fluoridate: Dişlerdeki çürümeyi azaltmak amacıyla
(su kaynağına) florürler eklemek.
fluxiona l 227 foa m rubbe r
te kullanılır.
fog light: Bkz. fog lamp.
foam solution: Karıştırma işlemi yapılmadan önce kö
foil: 1) çok ince metal levha veya varak (yaprak): Al
pük bileşiği ile su karışımı; köpük çözeltisi veya eriyi
tın, kalay varağı gibi; folyo; yaldız kağıdı; alümin
ği-
yum folyo. 2) mücevherlerin altlarına konulan ve on
foamy: 1) köpürme veya köpükle kaplanmış. 2) kö
lara parlaklık veren ve diğer maddelerin altına konu
pükten oluşan. 3} köpük gibi; köpüğe benzeyen.
larak onu değerli gösteren ince, parlatılmış metal va
F.O.B. (f.o.b.): Yapıldığı yerde teslim edilen eşyala
rak. 3) folyo ile kaplamak.
rın taşıma giderlerini kapsamayan fiyatlar için söyle
fold: 1) bir şeyi bükerek veya pres ederek bir parçası
nir; Bkz. free on board; gemide ya da trende tes
nı diğerinin üstüne koymak; katlamak. 2) sarmak;
lim,
paket etmek veya yapmak. 3) katlanmış olmak. 4)
focal: Odağa ait.
katlama. 5) katlanmış parça veya katman. 6) katla
focal distance: Bir merceğin optik merkezinde, ışık
ma ile yapılan işaret. 7) Jeo. basınçla katlanmış bir
ışınlarının birleştiği noktaya olan mesafe; odaksal
kaya katmanı. 8) kat.
mesafe; odak mesafesi; focal length olarak da kulla
folder: 1) katlayan kişi veya şey. 2) kâğıtları tutmak
nılır.
için katlanan bir levha karton veya kalın kâğıt. 3) kır
foalization: Odaklaştırma ve odaklaştırılmış.
ma veya katlama makinesi. 4) klasör veya dosya. 5)
focalize: 1) Fiz. odağa getirmek veya odağa göre
broşür.
ayarlamak. 2) Tıp. küçük bir alana sınırlamak veya
folding: 1) evolüt profilindeki hata ve metal yorulması
sınırlanmak: Herhangi bir hastalık için söylenir.
sonucu, çeviren pinyonun piç dairesinin dişi boyun
focal length: Bir mercek veya aynanın esas odağı ile
ca oluşan yarık. 2) katlama; katlanan.
optik merkezi arasındaki mesafe; odaksal boy.
folding door: Katlanan (madenî) kapı.
foci: Bkz. focus.
foliate: 1a) ince katmanlara bölmek ya da ayırmak,
focometer: Bir mercek veya bir optik sistemin odak
b) döverek ince varaklara ayırmak. 2) katmanlara
sal boyunu ölçmek için kullanılan bir cihaz; fotomet
ayırmak.
re; focimeter şeklinde de kullanılır.
foliation: 1) metalleri döverek katmanlarına ayırma işi
fo'c's'le: Bkz. forecastle.
veya işlemi. 2a) yaprağa benzer katmanlara ayırma:
focus: 1) ışık ışınları vb. inin veya ses dalgalarının bir
Belirli mineral ve kayalar için söylenir, b) bu tür kat
leştiği veya yayıldığı ya da yayılır gibi göründüğü
manlar. 3) ayna yapmak için camın metal folyo veya
nokta; odak; mihrak; özellikle bir ayna ile ışık ışınları
diğer yansıtıcı madde ile kaplanması işlemi.
nın yansıtıldığı nokta. 2) odak mesafesi. 3) net bir
folic acid: Yeşil yapraklar ve belirli bazı bitkiler ve
görüntü yapmak için bu mesafenin ayarı. 4) herhan
hayvansal dokularda bulunan, vitamin B kompleksle
gi bir aktivite. dikkat vb. i merkezi. 5) Mate, a) elips
rinden biri olduğuna inanılan azotlu bir asit; folik
çiziminde kutlanılan iki sabit noktadan herhangi biri.
asit.
b) bir parabol veya hiperbol için benzer herhangi bir
folium: 1) Geom. düğüm noktasında iki ucunun ara
nokta. 6) Sismo. bir depremin başlangıç noktası. 7)
kesiti ile çevrilmiş eğrinin bir parçası. 2) Jeo. meta-
odağa getirmek. 8) odak mesafesini (göz, mercek
morfik kayalardaki gibi, ince bir katman veya taba
vb. i için) ayarlamak. 9) bir odakta toplamak. 10) yo
ka.
ğunlaştırmak.
follower: Bir başka parça ile hareket verilen (bir maki
focusing: 1) bir elektrik alanı veya manyetik alan ya
nenin) parçası; izleyici; takipçi.
da bir katot ışın tüpünde, pozitif iyonlar tarafından
follower, cam: Bkz, cam follower.
bir elektron huzmesini bir noktaya dönüştürmeye ne
follower pin: Birleşik enjektörlerin pompa kısmında
den olma. 2) fotoğraf çekmeden önce bir kameranın
bulunan ve plencerin hareketini sağlayan bir pin; iz
optik sisteminin doğru ayarı. 3) bir diyaframdan ses
leyici veya takipçi pin.
dalgalarının konsantrasyonu.
follower ring: Segmanları yuvalarında tutmak için pis
focusing coil: Bir elektron ışınının odaklanması için
ton kafasına, segmanların üst kısmına gelecek şekil
manyetik alan üreten bir doğru akım (d-c) bobini.;
de donatılan ve pistona setuskurlar ile bağlanan çe
odaklama bobini.
lik çember; Gem. Mak. cang ring; pistonun silindir
fog: 1) çok küçük tanecikler (partiküller) halinde he
dışına alınmaksızın segmanların çıkarılmasını sağlar.
men dünya yüzeyinin üzerinde yoğuşan büyük su
following: Geminin hareket ettiği aynı yönde hareket
buharı kütlesi; sis. 2) atmosferi karartan benzer du
eden: Rüzgâr ve gelgit için söylenir.
man, toz vb. i kütleleri. 3) bir fotoğraf veya filizin bu
follow-up: 1) takip etmede kullanılan herhangi bir
lanıklaşması. 4) sisle kaplanmak. 5) sisle kaplamak
şey. 2) dümen makinelerinde dümeni viyaya alan
veya kuşatmak. 6) bulanık yapmak.
mekanizma Bkz. follow-up mechanism; karşılama
fog bank: Yoğun sis kütlesi.
donanımı.
fogbound: Sis nedeniyle seferine engel olunan (ge
follow up: izlemek; takip etmek.
mi vb. i).
follow-up gear: Bkz. follow-up mechanism.
fogdog: Siste, bazan ufukta görülen parlak bir nokta.
follow up mehanism: Den. dümen belirli bir derece
foggily: Sisli bir şekilde veya tarzda.
sancak veya iskeleye geldikten sonra, dümenin viya
fogginess: Sisli olma durumu veya niteliği.
durumuna alınmasını sağlayan, çoğunlukla dişli bir
foggy: 1) sisli; dumanlı; karanlık. 2) bulanık; bulutlu.
mekanizma; karşılama donanımı.
foghorn: 1) siste gemileri uyarmak için çalınan dü
font: Bilgisay, yazı tipi.
dük; sis düdüğü. 2) tiz, yüksek bir ses.
fool's gold: Rengi bakımından altına benzeyen demir
fog lamp: Siste, özellikle yoğun siste kara taşıt araçla
pirit; aptal altını; FeS2.
rının kullandığı far; sis fan; sis lâmbası.
foot 229 fore
foot: 1) bir bacağın alt kısmı; ayak. 2) bazı tarafları ocaklarına atmosfer üstü basınçta yanma havası sağ
ayağa benzeyen bir şey; özellikle: a) bir şeyi ayakta lar.
tutan; temel, b) en alt kısım; alt; dip. c) bir dizinin forced draft blower: Bkz. fored draft fan.
sonu. d) bir dikiş makinesinin kumaşı tutan kısmı. 3) forced exhaust: Dört zamanlı motorlarda egzoz gaz
insan ayağının yaklaşık boyuna (12 inç veya 30,48 larının piston, iki zamanlı motorlarda hava veya ha-
cm.) eşit olan bir uzunluk birimi; ayak; kadem; tut. va-benzin karışımı tarafından silindir dışına atılması;
4) piyade; yaya asker. 5) bir sıvıdaki tortu. 6) bir ge cebrî egzoz.
mi ile yolalmak veya seyretmek. forced feed: Mot. basınçlı yağ ile besleme yöntemi;
footage: Fit, kadem veya ayak olarak belirtilen uzun özellikle silindirlerin yağlanmasında uygulanan bir
luk: Özellikle sinema filmleri için söylenir. sistem.
foot brake: Otomobillerdeki gibi ayak basıncı ile çalı forced feed lubricator: Diz. Mot., Pist. Buh. Mak. si
şan fren; ayak freni. lindirlerin yağlanmasında kullanılan ve makineden
foot-candle: Aydınlatmanın pratik birimi; merkezine hareket alan, plencerli bir tür mekanik yağ pompası;
yerleştirilen 1 mum gücündeki bir kaynak tarafın her silindire ait plencer deposundan aldığı yağı sıkış
dan, yarıçapı 1 fit (30,48 cm) olan bir kürenin yüzeyi tırarak silindir gömleği yüzeyine vererek yağlanmayı
2
nin aydınlatılması; 1 lümen/ft 'ye eşdeğerdir. sağlar; lubrikatör; lubrikeyter; mekanik yağdanlık;
footer: Bilgisay. altlık. yağ otomatiği.
foot-pound: 1 libreiik (452 gram) bir ağırlığı.bir fut forced-feed oil system: Daha çok buhar türbinlerin
(30,48 cm) yüksekliğe kaldırmak için gerekli enerji de kullanılan basınçlı yağlama sistemi; cebri yağla
miktarına eşit olan, Emperyal Sistemin enerji birimi ma devresi: bir pompanın samp tanktan alarak sağ
13 560 000 erg; ft-lbs, fp, F.P., f.p. kısaltmaları ile be ladığı basınçlı yağlama yağı, doğrudan türbin rotor-
lirtilir. şaft ve devir düşürücü dişillerin yataklarına verilir.
foot-poundal: Emperyal sistemde bir libreiik bir kütle force-feed system: Bir pompanın yağlama yağının
2
nin bir fut/saniye 'lik bir ivmede bir fitlik bir mesafe basınçia (2,5-6 bar) krankşaft ana (palamar), krank-
ye hareket ettirilmesiyle yapılan işe eşit olan iş biri pin ve kam mili ve kam mili hareket dişlilerinin yatak
mi. larına verildiği sistem; cebri besleme sistemi; basınç
foot-pound-second system: Üç esas biriminin foot la yağlama sistemi ya da devresi.
(30,48 cm), libre veya pount (452 g) ve saniye olan forced flow boiler: Bkz, forced circulation.
bir ölçüm sistemi; fut-libre-saniye. forced lubrication: Makineden hareket alan veya
foot rule: 1 fut (30,48 cm) boyunda bir ölçü çubuğu; elektrik motoru ile çalıştırılan bir pompa tarafından
bir fut'luk cetvel. sağlanan basınçlı yağ ile sürtünme yüzeyleri vb. inin
footstep: 1) bir insan adımı; adım. 2) bir adımda alı yağlanması; cebri yağlama; zorlu yağlama.
nan mesafe; adını uzunluğu. forced oscillation: Cebri titreşime uyan bir durum;
foot-ton: fiz. bir ton ağırlığı bir fut (30,48 cm) yukarı bir sisteme salınım üretmek üzere uygulanan küçük,
ya kaldırmak için gerekli iş veya enerji miktarına eşit periyodik bir kuvvetin frekansı, sistemin doğa! fre
olan enerji birimi. kansından farklı olduğundan sistem küçük bir ampli-
force: 1) dayanıklık; enerji; güç; kuvvet. 2) güç yo tüt ile salınır; cebri osilasyon.
ğunluğu; şiddet. 3a) bir kişi veya şeye karşı sarfedi forced vibration: Bir cisme periyodik olarak uygula
len fiziksel güç veya dayanıklık. b) bir kişiyi yenmek nan ve rezonans tarafından yükseltilebilen bir kuvvet
için fiziksel güç kullanılması. 4) bir kişinin etkili ve ile endüklenen titreşim; cebri titreşim.
gayretli bir biçimde iş yapma gücü; moral; manevî forceful: Güçlü; kuvvetli; etkili; etkin.
dayanıklık. 5) kontrol, inandırma, etkileme için güç; force major: Bkz. forcemajeure.
etki; tesir. 6) kara, deniz veya hava kuvveti. 7) asker force of friction: Sürtünmeyi yenmek ve diğeri üze
ler, denizciler vb. inin teşkilâtlı herhangi bir grubu. rinde kayan bir düzlemin düzgün hareketini sürdür
8) belirli aktiviteler için teşkilâtlanmış insan grupların mek için gerekli kuvvet; sürtünme kuvveti.
dan herhangi biri. 9) F/z. cismin hareketini sağlayan force of gravity: Fiz. cisimlerin ağırlık merkezlerine
veya hareketli cismi durduran neden; kuwet; kgf, N uygulanan ve yerçekiminden kaynaklanan kuwet;
vb. i kısaltmalarla gösterilir. 2) zorlamak; mecbur et yerçekim kuvveti.
mek. 13) zorla almak. 14) bir cismin ivmesinin nede fore polygon: Aynı düzlem üzerinde bulunan şiddet
ni; bir birim kütlenin bir birim ivmesinin nedeni olan ve yönleri farklı kuvvetlerin bileşkesini bulmak için
birim kuvvet. kullanılan çokgen; kuvvet çokgeni.
forced: Doğal olmayan; cebrî; kuvvetlendirilmiş. forceps: Özellikle cerrahlar veya operatörler ve diş
forced circulation: Suyun hızını çoğaltmak için bu hekimlerinin çekme, bastırma ve yakalama içitt kul
har kazanlarına eklenen bir dolaşım, sirkülasyon ve landıkları küçük bir maşa veya pense; forseps.
ya serküleytin pompası ile sağlanan cebrî dolaşım: force pump: 1) valfsız, pistonlu, sıvıyı valflar arasın
Buhar kazanları için söylenir. dan sıkıştırarak geçiren bir pompa. 2) temizlemek
forced draft: Buh. Kaza. ocaklara atmosfer üstü ba için boruların içinden hava geçirmek için kullanılan
sınçta hava verilmesi ve dolayısıyla daha büyük mik bir pompa. 3) suyu basınç altında önemli bir yüksek
tarda yakıt yakılmasını sağlayan kuvvetlendirilmiş çe liğe kadar göndermek için kullanılan valfsız, plancer-
kim; Gem. Mak. kuvvetlendirilmiş draft veya baca !i pompa.
çekmesi. forcible: 1) kuvvetle (cebrî olarak) yapılan veya etkile
forced draft fan: Cebrî draft fanı veya bloveri; bir mi nen. 2) kuvvete sahip olan; güçlü; kuvvetli.
le bağlı çok büyük bir rotor ile onu çevreleyen bir forcibly: Kuvvetli veya güçlü bir biçimde.
keys veya mahfazadan oluşan bir blover; kazan fore: Den. başta; başa doğru; bir geminin ön kısmı
f ore -a nd -a f t 230 f or m le tt e r
ya da başı; pruva.
forked : 1) çatal ya da çatallara sahip olan; kollara
fore-and-aft: Den. baştan kıça; boyuna; boyuna do
ay rılmış. 2) çatal biçiminde; çatallı.
natılan.
forked end: Bkz. forked
fore and aft: Den. 1) baştan kıç tarafa veya kıça; bo
rod.
yuna; boyuna donatılan. 2) baştan kıça; baştan kıça
forked rod: Kroshedli dizel motorları İle çift etkili pis
doğru.
tonlu buhar makinelerinde kullanılan çatal veya U
forecast: 1) önceden plânlamak; ileriyi görmek. 2)
harfi şeklindeki üst kısmı kroshed ya da çapraz muy
önceden tahmin etmek veya hesaplamak; kehanet
luya bağlanan biyel veya konnektin rod; çatal rod;
veya önceden haber vermek; tahminde bulunmak;
çatal konnektin rod.
tahmin etmek.
forklift: Kaldırma tertibatının altında kolları olan, özel
forecastle: 1) bir ticaret gemisinde, bazan denizci ka
paletli veya dolgu tekerlekli küçük vinç; forklift; istif
maralarının yerleştirildiği baş taraf; baş kasara. 2)
makinesi.
bir geminin pruva direğinin önündeki üst güvertesi.
form: 1) bir şeyin dış görünümü; şekil; renk, bünye
forefoot: Den. bir geminin omurgası ile baş bodosla
ve yoğunluk dışında yapı. 2) bir insan veya hayva
masının birleştiği nokta; baş bodoslama topuğu.
nın gövdesi veya şekli. 3) bir şeye şekil vermek için
foreign: Yabancı (yağlama yağındaki yabancı madde
kullanılan herhangi bir şey. 4) düzenleme; özellikle
ler gibi).
sırasına göre düzenleme. 5) boş yerleri doldurula
forelock: Çatal pin; bu tür bir pin ya da pinlerle bağla
cak basılı evrak. 6) bir okulda sınıf. 7) şekil vermek.
mak.
8) eğitmek; öğretmek. 9) geliştirmek. 10) organize
foreman: Gemi ambarı, fabrika, değirmen vb. inde ça
etmek. 11) bir dişin profili veya enine kesiti.
lışanlar grubu veya bir bölümün sorumlusu; postaba-
formal: Biçimsel
şı; ustabaşı; formen.
formaldehyde: Çözeltisi kuvvetli dezenfekte edici ve
foremast: Bir geminin baş tarafına en yakın olan di
koruyucu olarak kullanılan renksiz, keskin kokulu
rek; pruva direği. bir gaz; formol; formaldehit, HCHO.
forepart: Ön parça veya kısım.
formaldehyde solution: Sıv. Yük. formaldehit
forepeak: Den. gemi bodoslaması ile çatışma perdesi
çözelti si; formalin; metanol; metil aldehit; metilen
arasında bulunan kısım; başpik.
oksit; keskin kokulu, sıvı ve buhar halinde iken insan
forepeak tank: Den. gemi bodoslaması ile ön çatış
sağlı ğı için zararlı, higroskopik olmayan, dayanıksız,
ma perdesi arasında bulunan ve trim ya da safra tan
alifa tiklerden bir aldehit; Simg. HCHO; öz.ağ. 1,07-
kı olarak kullanılan tank; başpik tankı.
1,11;
forepump: Diğer bir pompanın çalıştırılması için kıs
k.n. 95°C; 16° ve 32°C'de viskoz. 1,7-2,5 cP; suda
mî vakum oluşturmak üzere kullanılan yardımcı bir
tümü ile çözünür; gemilerde 16°-32°C'de ve atmos
hava pompası.
ferik basınçta taşınır.
foreshorten: Tek. Res. perspektif ilkesine göre bir
formaline: Formaldehit'in sudaki % 40'lık çözeltisi;
cis min kenarlarını gerçek ölçülerinden daha kısa
antiseptik olarak kullanılır; formalin şeklinde de
gös terme.
yazı lır.
foretop: Gemi pruva direğinin tepesinde bulunan bir
formate: Kimy. formik asitin tuzu ya da esteri;
platform; pruva çanaklığı. format.
forge: 1) işlenecek metali tavlamak için kullanılan bir formation: 1) şekil verme veya şekil verilmiş. 2) şekil
ocak; demirci ocağı; lav fırını. 2) metallerin ısıtılıp çe verilmiş şey. 3) düzenleme; yapı; sıra. 4) Ask. ordu,
kiçlendiği veya dövülerek şekil verildiği yer; demirha gemi vb. lerinin düzenlenmesi ve tertibi.
ne. 3) demir cevheri veya pik demirinden dövme de form document: Bilgisay. kabuk belge.
mir yapılan yer; demir imalâthanesi. 4) ısıtma veya form factor: Bir alternatif akım dalgasının şeklini tarif
dövme işlemi ile bir metale şekil vermek. 5) bu yön için kullanılan şey; şekil veya form faktörü.
temle yapmak, oluşturmak, şekil vermek veya üret
form f eed: Bilgisay. 1) form besleme, a) sayfa başı
mek. 6) bir demircinin yaptığı gibi, metale şekil ver
(tuş).
mek.
formic: 1) karıncalara ait. 2) deriyi tahriş eden renk
forged craknshaft: Dövülerek yapılan krankşaft; siz bir asiti, karınca asitini, HCOOH belirtir; karınca,
döv me krankşaft. örümcek vb. i hayvanlarla ısırgan vb. i bitkilerde bu
forged steel: Dövme çelik. lunur; ticari olarak ogzalik asit ve gliserinden elde
forge pig iron: Bkz. pig iron. edilir; formik.
forger: Bir metale döverek şekil veren kişi; demirci.
Formica: Isı ile sertleşen ince katmanlardan oluşan
forge welding: Birleştirilecek parçalar lokal olarak bir
bir plâstik; ısı ve kimyasallara dayanıklı oldukları
fırında tav derecesine kadar ısıtılır ve sonra el veya
için, özellikle levha halinde masa vb. i yerlerde kulla
bir makine ile pres edilerek kaynatılır; demirciler tara
nılırlar (Ticarî bir marka).
fından uygulanan bir kaynak şekli.
formic acid: Sıv. Yük. formik asit; karınca asiti; hidro
forging: Dövülerek şekil verilen herhangi bir şey;
jen karbolik asit; metanoik asit; aşındırıcı, keskin ve
özellikle dövülmüş bir metal parçası; demirin sıcak
tahriş edici kokulu, renksiz, dumanlı, higroskopik,
iken dövülmesi.
dayanıksız, ayrışarak çok zehirli karbon monoksit
fork: 1) çatal. 2) şekli bakımından çatala benzeyen oluşturan, insan sağlığı için zararlı bir organik asit;
herhangi bir şey; diyapozon. 3) kollara ayrılan kı Simg. HCOOH; 20°/4°C'de öz.ağ. 1,2201; k.n.
sım. 4) nehir, yol vb. inin iki veya daha fazla kola ay- 100,6°C; d.n. 8,4°C; suda tümü ile çözünür,
rildığı veya bu kolların birleştikleri nokta 5) bu kollar 20°C'de visk. 1,770 cP; gemilerde 15-25°C sıcaklık
dan biri. 6) kollara ayrılmak. ve atmosfer basıncında taşınır.
formless: Belirli bir şekil veya plâna sahip olmayan;
şekilsiz; amorf.
form letter: Bilgisay. kabuk
mektup.
f ormul a 231 Fourier serie s
formula: 1) matematik gerçek, ilke, kural vb. lerini ifa fossil: 1) Jeol. kazılarak çıkarılmış herhangi bir kaya
de eden cebirsel sembollerin takımı; formül; eşitlik : veya mineral. 2) bitki ya da hayvan yaşamının top
2
A = n x r gibi. 2) Kimy. bir bileşiğin (veya radikal, rak içinde, jeolojik devirlerden kalan taşlaşmış artık
kök vb. inin) yapısını, bileşenlerin gerçek oranlarını ları; fosil.
göstermek için kullanılan simge ve sayıların terkibi; fossil fuels: Türlü maden kömürleri, ham petroller,
kimyasal formül. gazlar vb. i gibi yakıtlar; fosil yakıtlar.
formulae: Bkz. formula (Çoğ.). Foucault gyroscope: Bir gemi ya da uçakta dengele
formula, electronic: Bir molekülde atomlar arasında yici olarak kullanılan bir jiroskop veya cayroskop;
ki elektronik ilişkiyi gösteren bir formül; elektronik bir cayrokompasın (pusulanın) temel elemanıdır; Fu-
formül. ko cayroskopu; Fuko jiroskobu.
formula, emprical: Bir bileşiğin atomları arasındaki Foucault pendulum: Dünyanın dönme eksenini kanıt
en basit sayısal oranı gösteren bir kimyasal formül; lamak için kullanılan bir sarkaç; çok uzun ince bir
amprik formül; örneğin hidrojen peroksitin amprik tel ile bunun ucuna asılmış ağır bir küreden oluşur;
formülü HO, fakat moleküler formülü H 2 02 'dir. 2) Foucault sarkacı.
kökeni matematiksel olmayan herhangi bir formül. foul: 1) çok kirli. 2) tümü ile pislik veya yabancı mad
formula, molecular: Bkz. formula (2). delerle kaplanmış. 3) açık değil; fırtınalı. 4) dolaş
formularize: Formüle etmek; Bkz. formulate. mış: Halat gibi. 5) hoş olmayan; nahoş. 6) Matb. ha
formula, structural: Moleküldeki atomların düzen ve ta dolu. 7) kirletmek. 8) deniz canlıları ile kaplan
onlarla birleşenlerin değerlerini gösteren kimyasal mak (bir geminin altı); midye veya yosun bağlamak.
bir formül; yapısal formül; açık formül. found: 1) eritmek veya potaya akıtmak (metal veya
formulary: 1) formüller kolleksiyonu. 2) formül. 3} cam maddesini). 2) erimiş metali potaya dökerek
Ecz. ilâçların formülleri ve bileşim talimatının listesi; yapmak; döküm yapmak veya dökmek.
kodeks. 4) formül veya formüllere ait; formül veya foundation: t) bir duvar, ev vb. ini taşıyan parça; te
formüller doğasında olan. mel. 2) buhar kazanı, ana ve yardımcı makineler vb.
formulate: 1) bir formül ile belirtmek. 2) bir kuramda lerini taşıyan ve gemi bünyesine bağlayan kısımlar;
ki gibi, sistematik bir şekilde belirtmek. temel; döşek; Gem. Mak. favundeyşın.
formulation: 1) formüle etme; formül haline getirme. foundation bolts: Ağır devirli motorlarda çapı, silindir
2) formül şeklinde bir ifade; formülsel bir ifade. çapının 1/12, yüksek devirli makinelerde 1/8'i olan
formulator: Formül ya da formüller yapan kişi. cıvatalar; döşek veya favundeyşın cıvataları; motorla
formulism: 1) formüller sistemi. 2) formüllere inanma rın alt karterlerini döşeğe bağlayan cıvatalar.
ve bağlılık. foundation engineering: Temel mühendisliği; temel
formulize: Bkz. formulate. tekniği.
formyl: Formik asitin kökü ya da radikali; formil, founder: Su ile dolmak ve batmak: Bir gemi için söy
HC0 2 . lenir.
forsterite brick: Esas maddesi forsterit (2MgO.SiO2) founder: Metal vb. lerini döken kişi; dökümcü; dö
olan ve % 57 MgO, % 32 Si0 2 , % 6 FeO ve % 5 di kümcü ustası.
ğer oksitlerden oluşan bir ateş tuğlası; çelik fırınların foundry: 1) metalleri eritme ve dökme işi, işlemi veya
da, limanlarda, külhan duvarlarında, apteykler vb. le- çalışması; döküm. 2) metal dökümler. 3) metal dökü
rinde kullanılır. len yer; dökümhane.
fortieth: 1) kırkıncı; 40.; 40 inci. 2) bir şeyin kırk eşit foundry pig iron: Silisyum içeriği yüksek ve kükürt
parçasından herhangi birini belirten. 3) bir şeyin kırk kapsamı çoğu zaman düşük bir pik demiri; döküm
eşit parçasından herhangi biri; 1/40. işlerinde kullanılır.
fortify: 1) kuvvetli veya daha kuvvetli yapmak; fiziksel foundry work: Döküm işçiliği; dökümcülük.
veya yapısal olarak kuvvetlendirmek. 2) bir hücuma fount: Kaynak: Enerji vb. için söylenir.
karşı bina, istihkâmlar, duvarlar vb. ile kuvvetlendir fountain: 1) doğal su kaynağı. 2) bir akarsuyun kay
mek. 3) takviye etmek; dayanıklığını arttırmak. 4) al nağı veya başlangıcı. 3) herhangi bir şeyin orijini,
kol ekleyerek (bir içkiyi) kuvvetlendirmek. 5) besin kaynak. 4a) yapay kaynak, huzme veya su akımı, b)
değerini yükseltmek için mineraller, vitaminler vb. i bu akımların olduğu havuz, borular vb. c) çeşme; fıs
eklemek. 6) askeri istihkâmlar inşa etmek. kiye veya benzer cihaz, d) soda cihazı. 5) sıvı için
Fortin's barometer: Adî barometreler ile elde edilen depo yeri; mürekkep, yağ vb. için kap veya depo.
den daha duyarlı atmosfer basıncı ölçümleri yapan four: 1) üç ile dört arasındaki tam sayı; dört; 4; IV.
cıvalı bir barometre; Fortin barometresi. four cycle: Dört (stroklu) çevrim; emme, sıkıştırma,
fortran (formula translation): Bilg. özellikle mühen genişleme ve egzozdan oluşan bir çevrimin, pisto
dislik, bilim vb. inin problemlerinin programlarını ba nun dört stroku ile tamamlandığı (motor).
sitleştirmek üzere hazırlanan otomatik bir kodlama four-cycle engine: Dört zamanlı veya stroklu makine
sistemi; fortran (dili). veya motor; bir iş çevrimi oluşturmak için pistonun
forty: Kırk; 40; XL; otuz dokuz ile kırk bir arasındaki dört strokuna gereksinimi olan makine veya motor.
tam sayı. four-dimensional: Dört boyutluya ait; dört boyutluda.
forward: 1) ileri. 2) göndermek. fourfold: 1) dört parçaya sahip olan. 2) dört misli ve
forward perpendicular: Gem. inş. bir geminin yaz ya dört kat.
yüklü su hattında, baş bodoslamanın ön yüzünden Fourier series: Bağımsız bir değişkenin herhangi bir
su yüzeyine çıkılan dik; baş dikme; baş kaime. fonksiyonunun, bu değişkenin sinüs ve kosinüs kat
forward rear axle: Oto, orta dingil. larına göre temsil edilmesi: f (x) = A0 + A1.sin x +
forward speed: Oto. ileri vites; ileri hız. A2.sin 2x+B 1 cos x + B2 cos2x+....
four masted 232 franklinit e
four masted: Dört direkli (yelkenli gemi). fraction of saturation: Bağıl nem; havadaki gerçek
four-stroke cycle: Dört stroklu ya da kurslu (benzin buhar basıncının, aynı sıcaklıktaki maksimum buhar
ya da dizel motoru).çevrimi; işin, pistonun dört stro- basıncına oranı.
kunda oluşturulduğu çevrim. fractural: Kırık tabiatında olan veya kırık tarafından
four-stroke cycle engine: Bkz. four-cycle engine. neden olunan.
four-stroke engine: Bkz. four-cycle engine. fracture: 1) kırılma veya kırılmış. 2) kırık; çatlak; ya
fourteen: On dört; 14; XIV. rık. 3) kırılmak; kırmak; çatlamak; yarılmak. 4) dişlile
fourteenth: 1) on dördüncü. 2) bit şeyin on dört eşit rin dişleri arasında oluşan çatlak.
parçasından herhangi birini belirten. 3) bir şeyin on fragile: Kolayca kırılan, parçalanan, hasar gören ve
dört eşit parçasından herhangi biri; 1/14. ya tahrip olan; gevrek; kırılgan; kolay kırılan.
fourth: 1) dördüncü; 4 üncü; 4. 2) bir şeyin dört eşit fragility: Kolay kırılır olma niteliği.
parçasından herhangi birini belirten. 3) bir şeyin fragment: 1) bir bütünden kırılan parça; kırılmış par
dört eşit parçasından herhangi biri; 1/4. ça. 2) tam olmayan, ayrılmış parça; fragman.
fourth dimension: Boy, genişlik ve derinliğe ek olan fragmentarily: Parça halinde olma durumu.
boyut; izafiyet veya rölativite kuramında zaman dör fragmentariness: Parça halinde olma durumu veya
düncü boyuttur; dördüncü boyut veya dimension. niteliği.
fourth gear: Oto. dördüncü vites; hız vitesi veya dişli fragmentary: Parçalardan oluşan; bütün olmayan;
si. parça halinde; parça parça; ayrılmış.
fourthly: Dördüncü olarak; dördüncü sırada. fragmentation: Parçalarına ayrılma; parçalanma.
four-way: Dört yönde geçit veren: Dört yollu valf gibi. fragmentation bomb: Patladığı zaman geniş bir ala
four-way cock: Dört yollu valf ya da vana. na yayılan ve parça etkisi yapan bir bomba; parça
four-wheel: Dört tekerlekli; dört tekerlekle çalışma. tesirli bomba.
four-wheeled: Dört tekerleğe sahip olan; dört teker fragmented: Parçalarına ayrılma; parçalarına ayrıl
lekli; dört tekerlekle çalışan. mış.
fox; 1) Den. üç veya dört kol ya da flasadan büküle fragmentize: Parçalanmak; parçalarına ayrılmak.
rek yapılmış halat. frail: 1) kolay kırılan, parçalanan, hasar gören veya
fp (F.P., f.p.): Bkz. foot-pound; foot pounds. tahrip olan; kınlgan. 2) dayanıklı olmayan; zayıf; in
f.p. (fp): Bkz. freezing point. ce ve hassas.
FPH; Bkz. feet per hour. frame: 1) parçalarına bir araya koymak; tesis etmek.
fps.: Bkz. foot-pound-second system. 2) meydana getirmek; tasarlamak, kurmak. 3) belirli
Fr.: Bkz. francium, bir kullanım için adapte etmek; ayarlamak veya ayar
fraction: 1) kırılmış ufak bir parça; küçük bir parça, etmek. 4) bir sınırla çevrelemek; bir sınır sağlamak.
miktar, derece vb. i. 2) Kimy. kısmi kristalleşme, da 5a) bir tasarıma göre parçalarının takılması ile yapı
mıtma vb. i ile ayrılan parça. 3) Mate. a) ondalık ile lan herhangi bir şey; esas veya iskelet halindeki bir
belirtilen ve bütünden, küçük olan bir nicelik veya yapı, gemi, ev vb. inin iskeleti, b) bir çevreye üzerin
pay ya da payda (1/2, 2/3); kesir, b) terimleri pay de veya içinde inşa edilen türlü makinelerden her
ve payda ile ifade edilen herhangi bir nicelik, 13/4 hangi biri, 6) organizasyon; şekil ya da form. 7) ku
gibi; bayağı kesir; Bkz. common fraction, complex ruluş sırası veya sistemi. 8) Gem. inş. geminin kabur
fraction, compound fraction. gaları şeklinde ve borda saçı ile stringer saçının bir
fractional: 1) kesir ya da kesirlere ait; kesir veya leştiği noktadan sintine veya omurgaya kadar uza
kesir lerden oluşan. 2) çok küçük; önemli olmayan; nan herhangi bir enine yapı; eğri veya kaburgalar;
önem siz. 3) Kimy. çözünürlükleri, kaynama omurganın düşey düzlemine dik açıda konulduğu
noktalarındaki vb. i farklılıklar avantaj alınarak, bir zaman kare eğri, geniş açıda konulduğu zaman ya
karışımın bileşen lerinin ayrılması için türlü tay eğri adını alırlar. 9) bir kompüterin büyük kısmını
işlemlerin herhangi birini belirten: Fraksiyonel kapsayan bir kutu.
damıtma gibi. frame serial: Bir çerçeve çevresine sarılmış yuvarlak
fractional digit: Bilgisay. kesirli sayı. tellerden oluşturulan bir anten; yönlendirici, yön veri
fractional distillation: Kaynama noktaları arasındaki ci ya da yöneltici anten.
fark nedeniyle bir karışımdan iki veya daha fazla sıvı frame antenna: Bkz. frame aerial.
nın ayrılması işlemi, usulü veya yöntemi; franksiyo- framework: 1) yapı, gemi vb. i iskeleti; iskeletsel ya
nel damıtma. pı. 2) esas yapı, düzenleme ya da sistem. 3) kara ta
fractionary: Bkz. fractional. şıt aracının kaporta kısmı.
fractionate: Kimy. kristalleştirme, damıtma vb. ile par framing: a) bir çerçeve veya iskelet, b) çerçeveler sis
ça veya kısımlarına (fraksiyonlarına) ayırmak. temi.
fractionating tower: Ham petrolün türlü bileşenlerine Francis turbine: Vasat veya orta su yükseklikleri için
ayrıldığı kule; ürün ayırma kulesi; ayırma kulesine kullanılan bir su türbini; Fransis türbini veya radyal
verilmeden önce ham petrol separatörden geçirile türbin.
rek yaş gaz (doğal benzin) ve kuru gazları (doğal francium: Alkali gruptan metalik kimyasal bir ele
gaz) ayırılır ve sonra belirli sıcaklık derecelerinde ısı ment; Simg. Fr; at.ağ. 223 (?); at. no. 87.
tılarak elde edilen buharlar ürün ayırma kulesine frangibility: Kırılabilir olma durumu veya özelliği.
gönderilir.
fractionation: Fraksiyonel damıtma ile bir karışımın bi frangible: Kırılabilir; kolay kırılır.
leşenlerine ayrılması. franklinite: Kimy. demir, manganez ve çinko oksit;
fractionize: Kısım veya parçalarını (fraksiyonlarına) parlak siyah bir mineral; franklinit, (Fe, Mn, Zn)
ayırmak. (FeMn) 2 04 .
Franklin stove 23 freighter
3
Franklin stove: Benjamin Franklin tarafından keşfedi olarak açık bir liman veya korumalı bir liman parça
len şömineye benzer, açık türden bir soba; Franklin sı; serbest liman; açık liman.
sobası. free radical: Serbest kök ya da radikal; çiftli olmayan
frap: Den. 1} palamar, halat vb. i ile birbirine bağla elektronlu bir atom ya da atom grubu; bu tür kökler
mak veya dayanıklığını arttırmak. 2) boşunu almak özellikle reaktif olurlar ve bir tepkimede ara ürünü
(gevşek halatların). olarak görülürler, örneğin CH 3 ; bazı serbest kökler,
frasch process: içice borulardan kızgın buhar vere örneğin NO ve N0 2 oldukça dayanıklıdırlar.
rek derinde, kum katmanlarının altında bulunan kü free surface: 1) iki akışkan arasındaki sınır fazı. 2)
kürt cevherlerinden erimiş kükürtü yüzeye çıkarmak. bir gemi içinde serbest olarak hareket edebilen bir
Fraunhofer lines: Güneşin tayfı ya da spektrasında sıvının oluşturduğu yüzey; serbest yüzey.
görülen koyu hatlar; Fraunhofer hatları veya çizgile free vibration: Dış bir kuvvet uygulaması olmaksızın
ri. bir cismin doğal frekansta titreşimi; serbest titreşim.
fray: Sürtünme ile eskitme veya yıpranma. free water: 1) toprak partikülleri arasından serbest
frazzle: 1) Aşınarak paçavra haline gelmek; yıpran olarak akan su; yağmur miktarı ite değişir. 2) yağ su
mak. 2) yorulmak; yormak, karışımından kolayca ayrılabilen su; serbest su.
free: 1) serbest; bağımsız. 2) herhangi bir yöne hare free wheel: 1) bîr bisiklette, arka tekerin göbeğinde
kete muktedir. 3) çalışkan olmayan; tembel. 4) ha olan ve pedallar stop edildiği zaman arka tekerleğin
zır; hazır olarak yapılmış. 5) engellerden biri; engel dönmesine izin veren bir cihaz; serbest teker. 2) oto
siz. 6) bağlantı ya da teması olmayan. 7) birleşme- mobillerde bir güç iletim sistemi.
miş: Serbest oksijen gibi. 8) Den. karşı olmayan. 9) freewheeling: 1) serbest teker Bkz. freewheel. 2) ser
Den. uygun bir rüzgârla; serbest yapmak; özellikle: best teker kullanma. 3) serbest tekere ait; serbest te
a) esaret veya keyfi bir güç, otorite, mecburiyet vb. keri olan. 4) bir arabanın tahrik kuvveti olmaksızın
inden kurtulmak, b) bir engelden neta olmak. hareketi.
free air: Makine veya hava ile çalışan bir aletin gerek freeze: 1) buz şeklini almak; buz gibi katılaşmak ve
tirdiği hava hacmi; serbest hava; dakikadaki hacim ya sertleşmek. 2) buz ile kaplanmak veya tıkanmak.
olarak belirtilir. 3) çok soğuk olmak. 4) donarak sabit olmak veya
free atmosphere: Yeryüzünden yaklaşık 600 metre bağlanmak. 6) soğuğun etkisinde kalarak hasar gör
yukarıda bulunan, sürtünme seviyesi üzerinde uza mek ya da ölmek. 6) hareketsiz olmak. 7) Meka. aşı
nan atmosfer; serbest atmosfer. rı ısınma nedeniyle parçaların genleşmesi sonucu sı
freeboard: Den. bir geminin yüzdüğü su hattı ile gü kışmak ve sıkı olmak. 8) buz oluşmasına neden ol
verte arasındaki gemi bordasının bir kısmı. mak; soğuk ile sertleşmek veya katılaşmak. 9) buzla
freedom of the seas: Bir engel ya da kısıtlama ol kaplanmak veya tıkanmak. 10) çok soğuk olmak;
maksızın, herhangi bir ülkenin ticaret gemilerinin donmak. 11) hızlı soğutma ile (yiyecekleri) koru
açık denizlerin herhangi bir kısmında herhangi bir mak, 12) donma ile sabit yapmak veya tespit etmek.
zamanda serbest olarak hareket edebilme ilkesi. 13) soğuk etkisinde bırakarak öldürmek veya hasar
free electron: Bir maddenin içinde, fakat sabit olarak vermek. 14) donma; donmuş. 15) soğuk periyodu;
atoma bağlanmayan bir elektron; serbest elektron. dondurucu hava; don.
free energy: Tepkimenin dışında faydalı işe dönüşe freezer: 1) donduran kişi veya cihaz; özellikle dondur
bilen tepkime enerjisi; serbest enerji. ma ve şerbet yapmak için kullanılan bir makine. 2)
free exhaust: Dört zamanlı motorlarda egzoz supabı -17,7°C (0°F) veya daha düşük bir sıcaklık sürdüren
ve iki zamanlı motorlarda ise egzoz pencereleri veya ve kolay bozulabilen yiyecekleri donmuş olarak mu
portları piston tarafından açıldığı zaman gazların ba hafaza eden buzdolabı veya refrijeratör.
sınçları nedeniyle kendiliklerinden silindir dışına kaç freezing: Çok soğuk; dondurucu.
ması; serbest egzoz freezing mixture: 0°C (32°F) altında bir donma sıcak
free expansion: Jul deneylerine göre, gazların dış bir lığı üreten iki veya daha fazla maddeden oluşan bir
iş yapmaksızın, ısı alıp vermeksizin genişlemesi; ser karışım; örneğin buz ve sodyum klorür karışımı; don
best genişleme. ma karışımı.
free fall: Frenlenmemiş bir cismin yerçekimli bir or freezing point: Sıvıların donduğu veya katılaştığı sı
tamdaki hareketi; serbest düşme. caklık derecesi; donma sıcaklığı; donma noktası; lâ-
free gold: Maden, saf altın. boratuvar koşullarında suyun donma noktası 0°C ve
freehand: Tek. Res. aletler, ölçüm veya benzer yar ya 32°F'dir; f.p., fp kısaltmaları ile belirtilir. F-
dımcılar olmaksızın sadece elle çizilen veya yapılan. region: Bkz. Appleton layer.
freehand drawing: Serbest elle çizilen veya yapılan freight: 1) eşya veya yükleri taşımak için bir yöntem;
resim, skeç vb. i; Bkz. freehand. özellikle hacimli yükleri su, kara ve hava yolu ile taşı
free on board: Yükleme noktasında alıcıya daha faz ma yöntemi. 2) bu tür taşımacılığın ücreti; navlun; ta
la ücret ödenmeksizin (satıcı tarafından) tren, gemi şıma ücreti. 3) taşınan yük; yük; yükleme; kargo. 4)
vb. inde teslim; f.o.b., F.O.B. kısaltmaları ile belirti yük treni. 5) herhangi bir yük. 6) yük ile yüklemek;
lir. yüklemek. 7) yük treni veya marşandiz ile taşımak
free-piston engine: Krank mili olmayan, sıkıştırma ile veya göndermek.
yanmalı, karşıt pistonlu bir tür dizel motoru; gaz üre freightage: 1) taşınan yüklerin ücreti; taşıma ücreti;
teci ve kompresör olarak kullanılan bir makine; ser navlun. 2) yük; kargo. 3) yükün taşınması.
best pistonlu makine. freight car. Yük taşınmasında kullanılan demiryolu va
free port: ithalât ve ihracat mallarının gümrük veya gonu; yük vagonu.
vergiye tabi olmadığı, tüm ülkelerin gemilerine eşit freighter: 1) bir gemiyi yükleyen kişi. 2) yük vagonu
f rei gh t hous e 234 f ric t io n
ran, C 4 H 4 0 .
ocak donanımı.
furane: Bkz. furan.
furnace floor: Su borulu kazanların ocaklarının ısıya
furbish: 1) ovalama ile parlatmak; parlatmak. 2) yeni
yalıtkan ateş tuğlası ile döşenen taban kısmı; ocak
den kullanılır hale getirmek.
tabanı veya döşemesi; bazı kazanlarda bu kısma,
furfural: Siv. Yuk. karınca yağı (yapay); fural; furalde- buhar üreten su boruları da yerleştirilir.
hit; 2-furankarbonal; furfuraldehit; furfurol; insan sağ
furnace heating: Bir bina, gemi vb. inin sıcak hava
lığı için zararlı, renksiz, sarı veya kahverengi, amon
kazanı (ocağı veya külhanı) ile ısıtılması.
yak kokulu, heterosiklik ailesinden higroskopik eği
furnace lining: Su borulu kazanlarda, ocağın taban,
limli bir aldehit; Simg. C4 H3 OCHO; 20°/4°C'de
yan duvarlar, arka ve ön duvarların ısı kaçaklarını ön
öz.ağ. 1,1598; k.n.161,7°C; d.n.-36,5°C; suda
leyecek şekilde ateşe dayanıklı tuğlalarla kaplanma
20°C'de % 8,3 oranında çözünür; 25°C'de visk. 1,49
sı; ocak kaplaması.
cP; boya, ciiâ, sentetik reçine vb. i yapmak için kul
furnace sag: Alev borulu kazanlarda yağ sarması, kı
lanılır; gemilerde çevre sıcaklığı ve atmosfer basın
sır oluşumu gibi nedenlerle külhanın tavlanması ve
cında taşınır.
çökmesi; külhan çökmesi.
furfuran: Bkz. furan.
furnish: Gerekli veya yararlı olan herhangi bir şey
furfurane: Bkz. furan.
sağlamak, temin etmek veya donatmak.
furfuryl alcohol: Sıv. Yük. Furfuril alkol; 2-furil karbi-
furniture: 1) bir makine, gemi, ticaret vb. inin gerekli
nol; insan sağlığı için zararlı, zehirli, kehribar rengin
teçhizatı. 2) bir apartman, oda vb. ine yaşamak için
de, birinci alkol ailesinden, hafifçe higroskopik bir sı
donatılan sandalye, masa, yataklar vb. i gibi eşya.
vı; Simg. C 4 H 3 OCH 2 OH; 20°/4°C'de öz.ağ. 1,1285;
Furol viscosimeter: Viskoz yakıtların viskozitelerinin
k.n. 170°C; d.n.-14,63°; 25°C'de visk. 4,62 cP; suda
ölçümünde kullanılan bir cihaz; viskometre veya vis-
tümü ile çözünür; gemilerde 49°C'yi geçmeyecek şe
kozimetre; Furol viskometresi.
kilde çevre sıcaklığı ve atmosfer basıncında taşınır.
fuse: 1) yüksek ısı ile sıvı yapmak veya sıvı hale getir
furlong: Bir milin sekizde birine veya 220 yardaya ya
mek; eritmek veya erimek. 2) birlikte eriterek birleş
da 201,3 metreye eşit olan bir uzunluk birimi.
tirmek veya yapıştırmak; fuze şeklinde de yazılır.
furnace: 1) bir binayı ısıtmak, buhar elde etmek, ma
fuse: 1) Elekt. koruma amacıyla devrelere seri olarak
den cevheri veya metalleri eritmek için ısı üretilen ka
konulan ve içersinde kolayca eriyen bir tel bulunan
palı bir hücre veya yapı; özellikle alev borulu kazan
ve taşıyabileceğinden daha yüksek akım geçtiği za
larda külhan ya da ocak; yakıtın yakıldığı kısım; ço
man devreyi açan bir cihaz; sigorta. 2) içersinde ya
ğu zaman kıvrık saçtan yapılır. 2) çok sıcak herhan
nıcı bir madde olan veya yanıcı madde ile doyurul
gi bir yer. 3) yüksek sıcaklıklardaki işlemler için kul
muş fitil bulunan ve patlayıcı bir dolgunun fünyesi
lanılan yer.
olarak kullanılan dar bir boru ya da tüp. 3) bomba
furnace bridge wall: Kömürle fayraplı alev borulu ka
veya patlayıcı dolgu fitili için diğer türlü cihazların
zanlarda külhanın sonunda bulunan, yüksekliği kül
herhangi biri: Kimyasal fünye, elektriksel fünye vb. i
han çapının 2/3'ü kadar olan ve ateş tuğlalarından
gibi.
örülen duvar: a) kızgın gazları cehennemlik tavanı
fused: 1) erimiş Bkz. molten: Erimiş sodyum hidrok
na yöneltir, b) soğuk havanın cehennemliğe geçme
sitli kurşun dioksit gibi. 2) yüksek sıcaklığa kadar ısı
sine engel olur ve c) kül, posakül, cüruf ve kömürün
tılmış ve erimiş veya viskoz duruma redüklenmiş ve
cehennemliğe dökülmesine engel olur,
sonra soğutularak katılaşmış belirli katı maddeleri
furnace combustion: Boru çapı 50,8 ve 101,6 mm (2
belirtir: Erimiş silika, kalsiyum klorür gibi.
ve 4 inç) olan kalın su borulu heder türü kazanlar
fused electrolyte: Saf metaller yapımında kullanılan,
da, ocakta oluşan gazların gaz perdeleri (batıllar)
elektriksel olarak iletken olan erimiş bileşik; erimiş
arasından bir kaç kere geçiş yapması.
elektrolit.
furnace, corrugated: Bkz. corrugated furnace.
fusee: 1) büyük başlı, rüzgârda da yanmasını sürdü
furnace crown: Alev borulu kazanlarda yakıtın yakıldı
ren sürtmeli kibrit. 2) demiryolu sinyali olarak kullanı
ğı kısım olan külhanın tavanı; vardiyalar sırasında
lan renkli bir işaret lâmbası; fuzee olarak da yazılır,
sık sık kontrol edilmesi gereken kısım; külhan tava
fuselage: Hava. bir uçağın makine, yolcu, yük vb. ini
nı.
taşıyan ve kanatlar, kuyruk ve iniş takımlarının bağ
furnace distortion: Bkz. furnace sag.
landığı kısmı; gövde; uçak gövdesi.
furnace doors: Alev borulu kazanların ön kısmına do
fuse plug: Sigorta buşonu; sigorta göbeği.
natılan, genellikle 457,2x381 mm (18"x15") ölçülerin
fuse terminal: Sigorta bağlama yeri.
de olan ve iç kısmı ısı iletimini önleyecek madde ile
fuse wire: Sigorta teli.
kaplı olan kapak; külhan kapakları.
fusible: Eritilebilir veya kolayca eritilir: Kurşun, kalay
furnace draft: Kazan ocağının içindeki hava basıncı;
vb. i kolay eriyebilir metallerdir.
ocak draftı; bu basınç bazan atmosfer basıncından
fusible alloy: Düşük sıcaklıkta eriyebilen bir alaşım.
küçük, bazan ona eşit ve çoğu zaman da ondan bü
fusible plug: Çelik ya da bronzdan yapılmış ve içi
yüktür.
450°F (232° C)'de eriyen kalay alaşımı ile doldurul
furnace explosion: Külhanda akaryakıt buharı ve ha
muş bir tapa; emniyet tapası; buhar basıncı 15 barı
va karışımının hızlı yanması sonucu oluşan patlama;
(225 psig) ve sıcaklığı 232°C'yi geçmeyen alev boru
külhan patlaması.
lu kazanlarda kullanılır ve cehennemlik tavanına yer
furnace fittings: Külhan veya ocağın ön dış ya da fay
leştirilir.
rap tarafında bulunan börner ya da brülör, hava yö-
fusil: 1) eriyebilir. 2) eritilmiş. 3) döküm ile yapılmış;
neltici (hava recisteri), hava düzenleyicisi (regülâtö
fusile şeklinde de kullanılır.
rü), mavi camdan denetim penceresi vb. i teçhizat;
fusile: BKZ. fusil.
f u silla d e 240 f uz e e
Teknik Sözlük - F. 16
gallium 242 gan t r y s caff ol d
gallium: Kimy. yumuşak, mavimsi beyaz, erime nokta nometre veya galvanometri ile ilişkili.
sı düşük (29,75°C) olan metalik bir kimyasal ele galvanometry: Galvanometre ile elektrik akı mının şid
ment; galyum; yüksek sıcaklık termometrelerinde cı det ve yönünün saptanması; galvanometri.
vaya katılır, diş dolguları vb .inde kullanılır; Simg. galvanoplastics: Elektroliz ile cisimleri meta
Ga; at.ağ. 69,72; at.no. 31. l ile kap
lama işlemi; galvanoplasti.
galvanoscope: Çok zayıf elektrik akımlarını araştır
3
gallon: 1) 4 kuvart veya 231 inç ya da 3,78 litreye mak ve onların yönünü belirtmek için kullanılan bir
eşit olan sıvı hacim birimi; İngiliz ölçü sisteminde cihaz; galvanoskop.
3
emperyal galon 277,42 inç veya 4,55 litredir. 2) 1/8 galvanoscopy: Tıbbî tanılar için galvanoskop kullanı
buşele eşit olan bir kuru hacim birimi. 3) kapasitesi mı; galvanoskopi.
veya hacmi bir galon olan herhangi bir kap; gal., galvanothermy: Tıbbî tedavide olduğu gibi, galva
gali. kısaltmaları ile belirtilir. nizm ile ısı üretimi; galvanotermi.
gallon, imperial: Bkz. Imperial gallon. gamboge: Belirli Asya ağaçlarından çıkarılan zamklı
gallon, USA: Bkz. USA gallon. reçine; sarı boya maddesi olarak kullanılır.
gallous: Kimy. iki değerli galyum kapsayan. gamma: 1) Bir takımyıldızda en parlak üçüncü yıldız.
gallstone: Bazan safra kesesinde oluşan katı bir küt 2) manyetik alan şiddet birimi. 3) herhangi bir dizide
le; safra taşı; kolesterol veya kalsiyum tuzlarından üçüncünün simgesi. 4) mikrogram.
oluşur. gamma globulin: Çocuk felcine karşı 1951 yılından
gate : Bkz. beri kullanılan bir ilaç; gama globulin.
gallons. gamma iron: Demirin başlıca bileşeni ostenit olan, al-
galvanic: 1) özellikle bir bataryadan üretilen elektrik lotropik ve manyetik olmayan türü.
akımına ait, bu akım ile veya bu akımın neden oldu gamma meter: Çoğu zaman Geiger-Müller türünden
ğu; galvanik; galv. kısaltması ile belirtilir. 2) elektrik olan ve gama radyasyonunun ölçümünde kullanılan
şoku ile uyarma veya uyarılmış. bir cihaz; gamametre; gama sayacı.
galvanic action: Bkz. electrolytic action. gamma radiation: X ışınlarından daha küçük dalga
galvanic battery: Galvanik pil ya da batarya. boyunda ve büyük nüfuz etme gücüne sahip olan
galvanic cell: Galvani'den sonra primer ya da birincil elektromanyetik radyasyon; gama radyasyonu.
pillerin orjinal adı; galvanik pil. gamma rays: Radyoaktif maddelerin neşrettiği elek
galvanic coating: Gemi onarımında korrozyon ya da tromanyetik dalgalar (dalga boyu 1,4-0,01 Angstrom
aşınmaya direnci arttırmak için uygulanan nikel kap birim) şeklindeki radyan enerji; gama ışınları; rad
lama, galvanizleme, çelik kaplama, kalay kaplama yum tuzları ile enerji kaynağı olarak, kaynakların ve
vb. i herhangi bir kaplama; galvanik kaplama. dökümlerin radyografik denetimi vb. i yerlerde kulla
galvanic corrosion : Kondenserlerin deniz suyu nılır.
tara fında oluşan küçük gerilimli elektrik akımı gamma ray spectrometer: Gama ışınlarının enerji da
nedeniyle suyun elektrolizi sonucu oluşan oksijenin ğılımını saptamaya yarıyan bir cihaz; gama ışınları
oluşturdu ğu korrozyon ya da paslanma; galvanik spektrometresi.
korrozyon. gang: Birlikte çalışmak üzere dizayn edilmiş veya dü
galvanic electricity: Galvanik elektrik. zenlenmiş alet ya da makine takımı; alet takımı.
galvanic pile: Bkz. galvanic pile: Galvanik pil. gangplank: Bir gemiye girmek ve onu terketmek için
galvanism: 1) kimyasal etki ile üretilen elektrik; kim kullanılan köprü şeklinde dar, hareketli platform; sür
yasal elektrik; galvanizm. 2) fizik biliminin bununla il me iskele.
gili dalı. 3) hastalıkların tedavisinde elektriğin kullanı gang saw: 25-54 testerenin dikey ve belirli mesafeler
mı. le birbirlerine paralel olarak yerleştirildikleri mütena-
galvanization: Galvanizleme veya galvanizlenmiş. vip veya eksenel hareketli bir testere tezgâhı.
galvanize: 1) elektrik akımı uygulamak. 2) elektrik şo gangue: Bir birikintide ticarî olarak değersiz mineral
ku ile uyarmak, ikaz etmek. 3) çinko ile metal kapla ile bulunan, ekonomik olarak değerli mineraller;
mak; orjinal olarak, galvanik etki ile kaplamak; galva gang olarak da kullanılır.
nize etmek; galvanizlemek. gangway: 1) girmek veya terketmek için geçit veya
galvanized : Galvanizli; galvanizlenmiş; paslanmadan yer; özellikle: a) geminin her iki bordasında yük yük
korumak üzere çinko ile kaplanmış. lemek ve boşaltmak veya yolcular için bir açıklık;
galvanized coating: Galvaniz lumbarağzı. b) sürgü iskele, c) kamara iskelesi, d)
kaplama. sıra ve oturacak yerler arasındaki geçitler. 2) bir ma
galvanized iron: Galvanizlenmiş demir. den ocağında ana seviye.
galvanized sheet iron: Galvanizlenmiş demir saç; ganister: Bazan kömür yataklarının altında uzanan ve
galvanize saç. ya sentetik olarak yapılan sert, silisli bir kaya; çak
galvanized sheed metal: Galvanizlenmiş demir saç mak taşı; metalürji ocaklarını kaplamak için kullanı
veya çinko levha; galvanizli metal levha. lır.
galvanizing: Korrozyon ya da paslanmadan korumak gantry: 1) Den. gemi ve limanlarda yük alıp vermek
için demir ya da çelik yüzeylerin çinko ile kaplanma için kullanılan büyük kreyn ya da vinç. 2) varillerin
sında uygulanan herhangi bir işlem; galvanizleme; yatay olarak birleştirildikleri çerçeve.
galvaniz yapma. gantry crane: Limanlarda ve konteyner gemilerinde
galvano-: Galvanik, galvanizm anlamlarında bir önek. kullanılan ve 5-250 ton ağırlığındaki yükleri kaldırabi-
galvanoluminescence: Bazı elektrolitli pillerde çalış len, iki ayaklı büyük vinç ya da kreyn.
ma sırasında anotta görülen zayıf bir kızarma. gantry scaffold: Hava. uzay araçları, özellikle roket-
galvanometer: Küçük elektrik akımlarının şiddet ve
yönünü ölçmek için kullanılan bir cihaz; galvanomet
re.
galvanometric: 1) galvanometre ile ölçülen. 2)
galva
gap 243 gas furnace
metresi.
ler için seyyar kule. gas calorimetry: Gazların kalorimetre ile ısı değerleri
gap: 1) geçit; rahne; açıklık; aralık; boşluk. 2) Mot. nin saptanması işlemi; gaz kalorimetrisi.
buji elektrotları veya tırnakları arasındaki mesafe ve gas carburizing: Parçalar, karbon yönünden zengin
ya aralık (0,40-1 mm), b) silindir içinde bulunan bir su gazı, hava gazı veya propan gibi bir gaz atmosfe
segmanın uçları arasındaki mesafe; uç klerensi: ri içinde ısıtılır ve gazdaki karbon ısıtılan parçaya ge
Tam olarak gap clearence şeklinde yazılır. 3) bir çer; gaz ile karbürleme veya karbon ile birleştirme,
manyetik devrenin iki parçasını ayıran hava aralığı, gas coal: Aydınlatma amacıyla kullanılan gazın çıkarıl
4) açık iken platinler arasındaki aralık. dığı yumuşak kömür; gaz kömürü.
gap clearence: Bkz. gap (2b). gas constant: Term, ideal gaz formülünde (pV =
gap gauge: Kalınlık ya da açıklık mastarı; aralık gös nRT) ve bazı eşitliklerde görülen sayısal bir değiş
tergesi; aralık veya klerens ölçüm aleti. mez; gaz sabitesi; gaz değişmezi.
gap growth: Bern. Mot. buji elektrotları aralığının bü gas cooled reactor: Hava, hidrojen, helyum veya kar
yümesi. bon dioksit gibi gazlarla soğutulan reaktör; gaz so
garage: 1) otomobillerin depo edildiği, onarıldığı, yı ğutmalı reaktör.
kandığı, yağlandığı vb. i ticari yerler; garaj. 2) bir ga gas counter: Örnek ya da numunenin, tüpün içine
rajda muhafaza etmek; garaja koymak. gaz halinde hazırlanarak konulduğu bir sayaç veya
garbage: Bilgs. bellek veya bir bantta bulunan, isten sayıcı; gazlı (radyasyon) sayacı; gaz sayacı.
meyen veya anlamı olmayan bilgi grubu; süprüntü; gas cycles: Karno, Diesel, Otto, çift yanmalı,
çöp; atık. Atkin son, Stirling ve Ericcson çevrimlerini
garbage disposer: Den. gemilerde oluşan çöpleri kapsayan ve ideal gazlar için yapılmış çevrimler; gaz
(cam vb. i dahil) öğüterek toz haline getiren elektrik çevrimleri. gas deflector: O/z. Mot. egzoz sırasında
li bir makine; çöp öğütme makinesi. gazların eg
garboard: Gem. İnş. omurga ile birleşen (yanyana zoz supabı gayıtı ile supap sapı arasına girmesini ön
olan) saçlar; dip sıra kaplaması. leyen kısım; gaz deflektörü; gaz saptırıcısı.
garboard strake: Bkz. garboard. gas detector: Araştırarak gaz bulmaya yardım eden
garland: Den. sapanlı halat. bir cihaz; gaz araştırıcı; gaz detektörü.
garnet: 1) türlü renklerde sert, cam gibi bir silikat mi gas discharge tube: Bir gazda elektrik boşalımı ya
neral; grena; koyu kırmızı ve saydam olan en kıymet da deşarjının görüldüğü tüp; gaz boşalım (deşarj) tü
li türüdür ve mücevher olarak kullanılır; lâl. 2) koyu pü.
kırmızı. gaselier: Esk. kollarının ucunda havagazı memeleri
garnet: Den. yük tahmil tahliyesi için kullanılan hare bulunan bir tür avize; gazlı avize; havagazı avizesi.
ketli donanım; palanga. gas engine: Bkz gasoline engine.
garnierite: Mine. magnezyum ve nikelin elma yeşili gaseous: Gaz tabiatı veya doğasında olan; gazlı; gaz
renkli sulu silikatı. şeklinde; gaza ait.
gas: 1) bir maddenin sonsuz olarak genişleyen ve ka gaseous fuels: Bkz. gas fuels.
bını tümü ile dolduran akışkan şekli; sıvı veya katı ol gas equation, general: Term, genel gaz eşitliği; Boy
mayan; belirli şekli veya hacmi olmayan madde; le ve Charles kanunlarından elde edilen ve PV =
gaz; buhar. 2) aydınlatma veya ısıtma için kullanılan nRT eşitliği ile belirtilen eşitlik: R = gaz sabitesi ve n
herhangi yanıcı bir gaz karışımı. 3) anestezide kulla = molekül sayısıdır.
nılan, nitrus oksit gibi, herhangi bir gaz. 4) savaşlar gas filter: Gaz boruları ve teçhizatının onarımı ve tesi
da kullanılan fosjen gibi zehirli ve tahriş edici her si içinde çalışan kimse.
hangi bir gaz; zehirli ve tahriş edici herhangi bir gas fixture: Borudan, meme ve yakıcıya ya, da börne-
gaz; zehirli gaz. 5a) benzin, b) oto vb. inde hızlandı re (brülöre) gaz taşıyan bir cihaz; gaz teçhizatı.
rıcı veya kısıcı. 6) Maden, hava ile patlayıcı bir karı gas-fired furnace: Gaz yakıt ile fayrap edilen kazan
şım oluşturan gaz karışımı; grizu. 7) gaz sağlamak. ocağı; akaryakıtla fayraplı ocağa benzer.
8) gazla hücum etmek; savaşta gazla yaralanmak ve gas flow counter: Tüpü içinden belirli bir gazı yavaş
ölmek. 9) gaz çıkarmak. 10) gazla çalışan; gaz kulla yavaş geçirerek içinde istenilen bir atmosfer sağla
nan veya gaza ait. nan sayaç; gaz akımlı (radyasyon için) sayaç.
gas-air mixture: Benzin motorlarının silindirlerine veri gas free: Den. özellikle petrol tankerlerinde akaryakıt
len hava-benzin karışımı: a) normal karışım, b) fakir taşınmış olan tankların temizlenmesi ve patlayıcı gaz
karışım ve c) zengin karışım olarak üç türlüdür. lardan arındırılması işlemi; gazfri.
gas analysis: Bir gaz karışımının emme ile bileşenleri gas free engineer: Patlayıcı ve yanıcı maddelerin bu
nin miktarsal analizi; gaz analizi. lunduğu bölmelere yakın sıcak işleri veya kapalı ya
gagbag: Bir balon veya hava gemisinde olduğu gibi, da havalandırması zayıf yerleri denetleyen, bu bö
gaz tutan bir torba; gaz torbası. lümlerin gemi adamlarına zarar vermeyecek hale ge
gas balance: Gazların yoğunluklarını ölçmek için kul tirilmesini sağlayan ve gemi baş mühendisi ve kapta
lanılan bir cihaz; gaz terazisi. nına karşı sorumlu olan zabit; gazfri zabiti ya da mü
gas black: Bir gaz damıtıcısı ya da imbiğinde biriken hendisi.
yoğun karbon. gas fuel: Doğal gaz, petrol gazı, yüksek fırın gazı vb.
gas burner: 1) gaz yakıcısının memesi; havagazı me i gaz halindeki yakacaklardan herhangi biri; gaz ya
mesi; bek. 2) gazın yakıt olarak kullanıldığı bir soba kıt.
ya da ocak. gas furnace: 1) kömür vb. inden gaz damıtan fırın ve
gas calorimeter: Gazların ısı değerlerini ölçmek için ya ocak. 2) yakıt olarak gaz yakan bir fırın veya
veya saptamak için kullanılan bir cihaz; gaz kalori ocak; gaz fırını; gazocağı.
gashouse 244 gasometry
gashouse: Gazhane; ısıtma ve aydınlatma gazının ha gas line: Benz. Mot. karbüratör ile benzin deposu ara
ırlandığı yer. sındaki hat; benzin borusu; benzin hattı.
gasification: Gaz haline getirme veya gaz haline geti gas main: Ev, fabrika vb. terine iletilmek üzere hava-
rilmiş. gazini daha küçük borulara veren, geniş yeraltı boru
gasiform: Gaz biçiminde olan; gaz gibi. su; havagazı ana borusu.
gasify: Gaz haline dönüşmek. gasman: 1) kullanılan gaz miktarını saptamak için tü
gas, indicator: Gaz göstericisi; gaz belirticisi; keticinin gaz sayaçlarinı okuyan kişi; havagazı görev
gas, inert: Bkz. inert gas; ölü gaz. lisi; havagazı memuru. 2) Maden, görevi grizuya kar
gas jet: 1) aydınlatma gazının alevi. 2) gaz cihazının şı havalandırma ve koruma görevi yapmak olan kişi.
ucundaki meme, yakıcı veya bek; gaz memesi; gaz gas manometer: Gazlann basınçlarını ölçmek için kul
börner veya brülörü. lanılan bir basınç göstergesi; gaz manometresi.
gasket: 1) sızdırmazlık sağlamak için boru flanşlarına gas mantle: Akkor haline gelebilen belirli metallerle
vb. i yerleştirilen lâstik, metal, plastik ve kâğıttan ya muamele edilmiş ve bir gaz yakıcısının üzerine bağ
pılmış bir parça ya da çember; conta. 2) Den. yelke lanmış, ısıtıldığı zaman ışık veren bir boru veya ku
ni kısmen kapatmak veya camadana vurmak için kul maş; gaz fitili.
lanılan ip ya da kaytan. gas mask: Dış havayı filtre ederek veya süzerek zehir
gasket, cardboard: Karton ya da mukavvadan yapı li gazların solunmasını önlemek için yüze takılan bir
lan yağlara ve benzine dayanıklı, yüksek basınç ve cihaz; gaz maskesi.
sıcaklık için uygun olmayan, yağ ve petrol boru dev gas meter: Özellikle yakıt olarak kullanılan aydınlat
relerinde kullanılan bir conta; karton conta veya gaz- ma gazının miktarını saptamak üzere kullanılan bir
ket. cihaz; gazölçer; gaz sayısı; havagazı sayacı
gasket cement: Conta yapıştırmak için kullanılan, şel- gas-mixing valve: Mot. makinenin giriş stroku veya
lak gibi bir tür macun; conta macunu. kursunda hava ile gaz yakıtı mekanik olarak karıştı
gas coolant: Nükleer enerjiden yararlanılan kapalı ran valf; gaz kariştırma valfı.
gaz türbini devrelerinde yaklaşık 70 barlık (1000 psi'- gas oil: Ham petrolden benzin ve gazyağı (kerosen)
lik) bîr basınçla dolaştırılan gaz; gaz soğutucu. damıtıldıktan sonra geri kalan ve rengi sarıdan kah
gasket, iron: Demir conta. verengiye kadar değişen yakıt; gazoyl; dizel motoru
gasket, klingerite: Asbestos, lâstik ve dolgu madde yakıtı olarak ve su gazını zenginleştirmek için kullanı
sinden yapılan, özellikleri ve uygulanması paronite lır.
benzeyen bir conta; klingerit conta (Ticarî bir mar gasoline (gasolene): Ham petrolün kısmî damıtılma
ka). sı ya da distilasyonundan elde edilen, kaynama nok
gasket material: Mantar, kâğıt, lâstik, metal vb. i gibi tası düşük ve karbüratörlü makinelerde yakıt olarak
conta yapımında kullanılan bir madde; conta malze kullanılan uçucu, çok yanıcı ve renksiz bir sıvı; ben
mesi; conta maddesi. zin; hangi yöntemle elde edilirse edilsin ticarî benzin
gasket, monel: Monel metalden yapılımş conta; Bkz. % 10-% 80 parafin (C n H 2 n + 2 ) , % 15-% 85
monel metal: monel (metal) conta. naften (C n H 2 n ) ve % 4-% 40 aromatikler (C n H 2n _6 )
gasket, paronite: Asbestos, lâstik ve dolgu maddesin kapsar. gasoline additives: Benzin katıkları: Oktan
sayısını
den yapılan 45 bar basınç ve 375°C sıcaklıktaki bu yükseltmek için benzine ilâve edilen, kurşunlu bile
hara dayanabilen bir conta; paronite conta; buhar şikler, örneğin kurşun tetraetil, kurşun tetrafenil, me
devrelerinde kullanılır. talik bileşiklerden nikel karbonil, demir karbonil ve
gasket, polyvinyl chloride: Polivinil klorür, dengele karbonlu hidrojenlerden izooktan, benzen (benzol)
yici ve dolgu maddelerinden oluşan bir conta türü; gibi katkı maddeleri; ayrıca benzine, oksitlenmeyi,
polivinil klorür conta; 40 bar basınca ve 60°C sıcaklı pas ve karbüralörde buzlanmayı önleyici katkılar da
ğa kadar yağ ve yakıt devrelerinde kullanılır. eklenir.
gasket, ring type: Çember şeklinde conta ya da gaz- gasoline engine: Benzinin ısı enerjisini mekanik ener
ket. jiye çeviren içten yanmalı bir makine; benzin moto
gasket, rubber: Yüksek sıcaklığa dayanmayan, es ru; Otto makinesi; karbüratörlü veya benzin püskürt
nekliği çok iyi olan, petrol ürünleri ve mineral yağlar meli makine.
dan etkilenen, soğuk ve ılık su ile hava devrelerinde gasoline-starting engine: Soğuk iklim veya yerlerde
kullanılan bir conta; lâstik conta. dizel motorlarının ilk hareketlerini sağlamak üzere
gasket, sheet copper: Hava, buhar ve petrol boru kullanılan bir ya da iki silindirli bir benzin motoru; ilk
devrelerinde kullanılan, yüksek sıcaklığa dayanıklı, hareket (için) benzin motoru; dizel motoruna bir kav
ancak hafifçe oksitlenen bir conta türü; levha bakır rama ile bağlanır.
conta. gasoline supply tank: Benzin motoruna yakıt sağla
gasket, sheet lead: Asitler gibi aşındırıcı maddelerin yan tank ya da depo; benzin deposu; yakıt deposu.
sızdırmazlıklarinın sağlanmasında kullanılan bir con gasoline tank: Benzin deposu veya tankı (otolar
ta türü; levha kurşun conta; 40-50 bar basınç ve vb.).
100°C sıcaklığa kadar dayanır,. gasoline tank cap: Oto. benzin deposu kapağı.
gasket, soft: Yumuşak conta. gasoline-truck engine: Kamyonlarda kullanılan ben
gas laws: Term, ideal gazlar için yapılmış Böyle, Char zin motoru; kamyon benzin motoru.
les, Gay- Lussac, Mariot vb. i kanunlar; gaz kanunla gasometer: 1) gaz ölçmek veya depolamak için kulla
rı. nılan bir kap; gazometre. 2) gaz deposu veya rezer-
gaslight: 1) aydınlatma gazının yanmasıyla üretilen vuarı.
ışık. 2) gaz memesi, börneri ya da beki. gasometry: Gazlan ölçme sanatı; özellikle bir karışım-
gas pedal 245 gear
bir kaptaki cıvanın miktarı, türlü akışkan ve sıvı ba
daki bir gazın miktarını saptama. sınçlarını ölçmek için kullanılan herhangi bir cihaz.;
gas pedal: Motorlu taşıt araçlarında motora verilen geyiç; gösterge. 4) bir demiryolunun rayları arasın
yakıt miktarinı düzenleyen ve çoğu zaman ayakla daki mesafe (bir çok ülkede 1,435 m veya 56,5 inç).
kullanılan veya çalıştırılan pedal; gaz pedalı. 5) bir taşıt aracının zıt taraflarındaki tekerlekleri ara
gas permanent: Oksijen, hidrojen, nitrojen gibi sivı- sındaki mesafe. 6) bir ateşli silahın, özellikle av tüfe
laşma sıcaklığı çok düşük olan bir gaz; sabit gaz. ğinin çapının ölçüsü. 7) bir tahtanın kenarına paralel
gas, poison: Bkz. poison gas. kanal açan bir alet. 8a) Den. bir geminin diğer bir
gas power cycles: Otto, Diesel, sıkıştırma ile yanma gemi ve rüzgâra göre durumu, b) tam yüklü bir ge
lı, karışık çevrimler gibi gaz gücü iie oluşan kuram minin suya battığı kısmının derinliği veya draftı. 9)
sal çevrimler; gaz güç çevrimleri. bir geyiç yardımıyla duyarlı olarak ölçmek. 10) ölçü,
gas pressure: İçinde bulunduğu bir kabın duvarları miktar, uzunluk veya kapasitesini ölçmek.
na bir gaz tarafından uygulanan basınç; gaz basın gauge bracket: Gem. Mak. krank milinin makine alt
ci. karterine göre durumunu saptamak için kullanılan
gas producer: Kömür, buhar ve havadan gaz yakıt bir alet; geyiç braket.
yapan bir makine; gaz üreteci. gauge cocks: Bkz. try cocks.
gas reheater: Bkz, reheater. gauge, compound: Bkz, compound gauge.
gas shell: içi zehirli ve tahriş edici gazla dolu, patlayı gauge, diaphragm: Esk. deriden yapılmış diyaframı
cı kovan; gaz kovanı; kimyasal savaşlarda kullanılır. bulunan ve kazanlarda draftgeyiç olarak kullanılan
gas station: Motorlu araçlar için benzin, yağ vb. i sa bir manometre veya basınç göstergesi; diyaframlı ge
tan, hizmet eden yer; benzin istasyonu. yiç veya gösterge.
gassy: 1) gaz kapsayan; gaz dolu. 2) gaza benze gauge glass: Buhar kazanları, genişleme tankları,
yen. servis tankları vb. i yerlerde kullanılan, su veya yakıt
gastrin: Midede oluşan ve mide özsuyunun üretimini vb. i düzeyini göstermek için kullanılan cam boru;
uyaran bir hormon; gastrin. Gem. Mak, tesviye şişesi.
gastraphotography: içersine küçük bir kamera soku gauging: Ayarlama; kalibrasyon.
larak mide içinin fotoğrafını çekme yöntemi. gauge plate: Bkz. gauge bracket.
gastroscope: Mide içini muayene etmek için kullanı gauge pressure: Atmosfer basıncı üzerindeki basınç;
lan bir cihaz; gastroskop. manometre veya geyiç basıncı; üst basınç; atmosfer
gas thermometer: Gazların sıcaklıkla hacim ve ba basıncına 1 eklenerek bulunur.
sınçlarının değişimini kapsayan gaz kanunlarının uy gauge, rain: Bir bölgedeki yağış miktarını gösteren
gulanması ile sıcaklık ölçen bir cihaz; gaz termomet bir cihaz; yağmur göstergesi.
resi. gauge reading: Barometre veya termometrenin gös
gastroscopic: Gastroskop veya gastroskopiye ait. terdiği değer; geyiç okuma; geyiç işarı.
gastroscopy: Gastroskop ile mide içinin muayenesi. gauge, steam; Bkz. steam gauge,
gas tight: Gaz geçirmez; gaz sızdırmaz. gauge, temperature: Bkz. temperature gauge.
gas turbine plant: Kompresör, yanma odası veya gauge, thickness: Bkz, thickness gauge.
kombastör, gaz temizleyici, soğutucu, gaz türbini gauge, tire: Bkz. tire gauge.
vb. ile boru devrelerinden oluşan tesis; gaz türbini gauge, vacuum: Bkz. vacuum gauge.
tesisi. gauge, wind: Bkz. wind gauge.
gas turbine: Sürekli olarak sağlanan yüksek basınç gauntry: Bkz. gantry.
ve sıcaklıktaki gaz ile çalıştırılan türbin makinesi; gauss: Elekt, manyetik akı (flüks) yoğunluğunun met
gaz türbini. 2
rik birimi; 1 maxvel/cm veya 1 kuvvet çizgisinin
gas vent line: Tankerlerin akaryakıt tanklarındaki ba 2
manyetik alanının 1 cm 'sine oranına (1 kuvvet çizgi
sıncı kaçırmak veya vakumu düşürmek için düzenle 2
si/cm ) eşittir.
nen boru devresi; gaz firar devresi veya hattı. gauze: 1) pamuk, ipek veya çoğunlukla bakır telden
gas welding: Kaynağın, basınçlı veya basınçsız, dol ince, hafif, saydam, seyrek olarak dokunan malze
gu madden veya dolgu maddesiz bir alevin ısısı ile me; tül; kafes teli; filtre elemanı, tel filtre. 2) ince du
sağlandığı kaynak; gaz kaynağı. man veya pus. 3) tülden yapılmış veya tüle benze
gasworks: Isıtma ve aydınlatma için kullanılan gazın yen.
hazırlandığı yer; gazhane. gauze filter: Çok ince gözenekli, telden yapılmış süz
gat: Den. kayalık veya kum topukları arasındaki dar geç ya da filtre; ince tel filtre.
gemi kanalı. gauze screen: Bkz. flame screen.
gate: 1) boru, kanal vb. inde olduğu gibi, su akımını gavel: 1) taşların kaba kenarlarını kırmak için kullanı
kontrol eden yapı; kanal kapağı. 2) testere çerçeve lan duvarcı çekici. 2) toplantılarda dinleyicileri dikkat
si. ve sessizliğe davet için kullanılan ufak masa çekici.
gate: 1) erimiş metalin döküm derecesine akıtıldığı ka Gay-Lussacs'law: Bkz. Charles'law.
nal. 2) bu kanalda oluşan artık döküm parçası. 3) g-cal: Bkz. gram calorie; gram calories.
Nük. Ener. bir deliği kapamak için koruyucu madde G.C.D. (g.c.d.): Bkz. greatest common divisor.
den yapılmış hareketli engel. G.C.F. (g.c.f.): Bkz. greatest common factor.
gate valve: Gem. Mak. geyt valf. G.C.M. (g.c.m.):Bkz. greatest common measure.
gather: Toplamak. Gd: Bkz. gadolinium.
gauge: 1) ölçü; ölçmenin standart ölçü veya ölçeği. Ge: Bkz. germanium.
2) dimensiyon; ebat; boyutlar; kapasite. 3) bir tel ya gear: 1) belirli bir görev için bir ustanın aletleri, bir ge-
da metalin kalınlığı, işlenecek bir parçanın boyutları,
gea r backlas h 246 Geissler t ub e
greaser: 1) yağlayan (gresleyen) kişi veya şey; yağ greyhound: 1) Esk. stimli (buharlı) ve hızlı okyanus
cı; makine yağcısı. 2) gresör. gemisi; tam olarak ocean greyhound şeklinde yazı
greaser cup: Bkz. greaser. lır. 2) tazı.
grease seal: Gres keçesi. gribble: Den, yengeç, karides vb. inin akrabası olan
greasily: Grese benzer bir şekilde veya tarzda. ve su altındaki tahtaların içinde büyüyen ve onu tah
greasiness: Grese benzer olma durumu veya niteliği. rip eden küçük bir deniz hayvanı.
greasy: 1) gresle kaplı veya gresle kirletilmiş. 2) gres grid: Elektrik akımını yeraltı ve yerüstü kabloları ile
kapsayan; gresli; gres dolu. 3) grese benzeyen; yağ santraldan ülkenin her yerine ileten sistem; ana sis
lı; yağ gibi. 4) gresli. tem yüksek gerilimli (275 kv) olup, indirici transfor
great calorie: Büyük kalori; kilokalori; bir kilogram su matörlerle 220 veya 110 volta kadar indirilir.
yun sıcaklığını 1°C yükseltmek için gerekli ısı mikta grid: Elekt. a) bir akümlatörün kurşun plâkalarından
rı; kcal, kkal kısaltmaları ile belirtilir. biri. b) bir elektron tüpünde anot ve katot arasına
great circle: Dünya veya diğer bir kürenin merkezin yerleştirilen örgülü telden yapılmış, elektronları geçi
den geçen bir düzlemin oluşturduğu herhangi bir da ren bir elektrot.
ire; büyük daire. grid battery: Bir vakum tüpünün elektrot devresinde
great-circle sailing: Ekvatorda olduğu gibi, dünyanın levha akımını denetleyen batarya; C batarya; elek
herhangi bir büyük dairesi üzerinde yapılan seyir; trot bataryası.
büyük daire seyri; böyle bir rota, dünyanın yüzeyi grid bias: Bir vakum tüpünün katotu ve elektrotu ara
üzerinde herhangi iki nokta arasındaki en kısa mesa sına uygulanan düzgün gerilim ya da voltaj.
fedir. grid capacitor: Izgara kondensatörü.
greatest common divisor: En büyük ortak bölen. grid circuit: Bir vakum tüpünün giriş devresi; devre
greatest common factor: En büyük ortak faktör ya elektrot ve katot arasına bağlanmıştır; elektrot devre
da etken. si.
greatest common measure: En büyük ortak ölçüm. grid condenser: Bir elektron tüpünün ızgara devresi
great gross: Yüz kırk dört düzine: 12x12x12 = 1728 ile seri bağlı bir kondensatör veya kapasitans.
adet. grid current: Kontrol elektrodu pozitif olduğu zaman
great year: Göksel ekvator noktalarının tam bir devri ızgaradan katota akan akım; elektrot akımı.
için gerekli süre; büyük yıl; plâtonik sene; 26 000 yıl. gride: Raspa etmek; kazıma ile raspa etmek.
Greek (ire: Eski ve Ortaçağ savaşlarında kullanılan grid leak: Elektrotta şarj birikmesine engel olmak için
ve suda yanan bir madde; Rum ateşi; Bizans ateşi; ızgara kondensatörüne paralel bağlanmış veya yer
ateş-i Rum. leştirilmiş çok yüksek bir direnç; ızgara kaçağı (sız
green-blue: Tayfta tam olarak birincil yeşil ve birincil ması).
mavi arasındaki renk; yeşil-mavi. grid, radio: Elektron akımını kontrol için radyo tüple
green coal: Yeşil kömür. rinde kullanılan bir elektrot; radyo elektrodu.
green lead ore: Yeşil demir cevheri; piromorfit; kur grid resistance: Çok büyük D-C motorlarda bir demir
şun damarlarında bulunan kristalli bir mineral. çerçeveye yerleştirilmiş ilk hareket rezistansı veya di
green light: Yeşil trafik ışığı. renci.
greenockite: Kadmiyumun nadir sarı sülfürü; kadmi grid resistor: Radyo tüpünün elektrot devresinde kul
yum sülfür, CdS; lâstik, kauçuk ve kâğıtta pigment lanılan yüksek bir direnç; elektrot direnci.
olarak kullanılır. Grignard reagent: Organik sentezlerde önemli bir ayı
green sand-mold: Nemli kumdan hazırlanan ve dö raç; örneğin etil magnezyum iyodür, C 2 H 5 Mgl.
küm yapılan kalıp veya derece; karşıtı dry sand - grind: 1) iki yüzey arasında parça ya da partiküllere
mold: Kalıp hazırlandıktan sonra kurutulur ve sonra ayıracak şekilde öğütmek; toz haline koymak; ez
döküm yapılır. mek. 2) sürtme ile keskinleştirmek veya bilemek, şe
green soap: Potas, bezir yağı ve alkolden yapılan, kil vermek ya da düzeltmek. 4) kolunu çevirerek ça
deri hastalıklarının tedavisinde kullanılan, yeşilimsi lıştırmak: Kahve değirmeninde olduğu gibi. 5) öğüt
yumuşak bir sabun; yeşil sabun. me ile yapmak veya üretmek. 5) büyük bir gayretle
green vitriol: Kristalli demir sülfat, FeS0 4 .7H 2 0; me- öğütmek. 6) öğütme işi. 7) taşlamak; taşa tutmak;
lanterit. taşla torna etmek; bilemek.
Greenwich mean time: Griniç'te (ing.) meridyenin or grinder: 1) öğüten veya bileyen kimse; özellikle İşi
talama güneş zamanı; dünyanın büyük bir bölümün alet vb. lerini bilemek olan kişi; bileyici. 2) öğütülen
de standart zamana esas olarak alınır. bir şey; özellikle: a) öğütme veya bileme için kullanı
Gregorian calendar: Papa 13. Gregory tarafından lan türlü makinelerden herhangi biri; taşlama tezgâ
1852 yılında takdim edilen ve Julian takviminin düzel hı, b) azı dişi.
tilmiş şekli olan ve ülkelerin büyük bir çoğunluğun grinder machine: Bileme makinesi; taş tezgâhı.
da kullanılan takvim; Gregoryan takvimi. grindery: 1) aletlerin bilenmesinin yapıldığı yer; bileyi
grenade: 1) bir fünye ile patlatılan ve el ile atılan ve ci dükkanı. 2) İng. saraç malzemesi ve teçhizatı.
ya bir tüfekle ateşlenen küçük bir bomba; elbomba- grinding: Taşlama, öğütme, taşlayarak tesviye etme.
sı. 2) fırlatılarak atılan ve kırılarak içindeki kimyasal grinding compound: Bkz. grinding paste.
lar çevreye yayılan cam bir kap; yangın çıkarmak, grinding disk: Taşlama diski.
gözyaşı gazı vb. i yaymak için kullanılır. grinding machine: Taşlama tezgâhı.
Grenz rays: 5-20 kv bölgesinde oluşan X ışınları; sı grinding paste: Mot. supapları, enjektör iğne valfları
nır ışınları; Grenz ışınları. nın alıştırılmasında kullanılan macun; alıştırma macu
grey: Bkz. gray (İng.). nu.
g ri ndin g po w d e r 256 Grünel se n's la w
grinding powder: Fuel oil ile karıştırılarak kalın alıştır 3) yerin toprağı; toprak; arazi. 4) esas; döşek; te
ma macunu yapılan bir toz; alıştırma tozu. mel. 5) Elekt. elektriksel iletken veya toprağın bağ
grinding stone: Şekil verilme, parlatılma veya keskin lantısı; toprak hattı. 6) toprağa ait, yerde veya yere
leştirme için kullanılan döner hareketli taş disk; bile yakın. 8) karaya çıkmasına veya karaya oturmasına
ği taşı. neden olmak: Bir gemi için söylenir. 9) Ham. yerde
grinding wheel: Elektrikli breyze takılarak supap yu kalmasına neden olmak; uçmasına engel olmak. 10)
valarının düzeltilmesinde kullanılan küçük çaplı Jaş. Elekt. elektrik devresinin bir parçası olan toprak ile
grindstone: Bkz. grinding stone. (elektriksel iletkeni) toprağa bağlamak. 11) Den. ka
grip: 1) tutmak veya kavramak için kullanılan meka raya oturmak; Bir gemi için söylenir. 12) Nük. Ener.
nik bir cihaz. 2) alet, silâh vb. inin el ile tutulan veya bir çekirdek, atom ya da molekülün en alçak enerji
kavranan kısmı; Kabza. kademesi.
gripe: 1) sıkıca tutan ya da kavrayan bir cihaz. 2) kav groundage: Bir geminin limanda kalması iznine karşı
ramak; yakalamak. 3) vinç kastanyola çemberi. lık ödenen ücret; işgaliye ücreti; işgaliye resmi; li
grit: 1) kum, taş vb. inin kaba, sert partikül ya da par man ücreti.
çacıkları. 2) taneciklerinin iriliği veya inceliğine göre ground cable: Elekt. toprak altına döşenen kablo;
taşın yapısı. 3) iri, sert bir kumtaşı. 4} iri taneli kum. toprakaltı veya yeraltı kablosu.
5) kum ile kaplı. 6) maden talaşı; maden kırıntısı. ground circuit: Elekt. türlü elektrikli ev aletleri, prizler
grit blasted: Basınçlı hava ile kum püskürtülmesi yön ve fişlerde kullanılan toprak hattı; toprak devresi.
temi; gemilerin madenî yüzeylerinin, özellikle borda grounded: Topraklı; topraklanmış (elektrik devresi
ve karinalarının temizlenmesinde kullanılan bir yön vb. i).
tem; kum püskürtme. ground color: 1) boyanın birinci katı; birinci kat bo
gritty: Kuma ait, kuma benzer veya kum kapsayan; ya; astar boya. 2) fon boyası.
kumlu. ground crew: Uçak bakım ve onarımı ile görevli bir
groan: Yüklemek veya yük altında olmak. grup insan; yer personeli; yer mürettebatı.
grommet: 1) Den. bir yelkenin kenarını yerine bağla grounded: Topraklı veya topraklanmış (elektrik devre
mak, küreği yerinde tutmak için kullanılan halat ve si vb. i); topraklı bobin; arz kaçağı oluşmuş bir bo
ya halat çember; simit halkası. 2) ip asbestostan sa- bin.
nlarak yapılan, yağ ya da kırmızı sülyen boya ile do ground glass: Işığı geçiren, fakat saydam olmayan
yurularak cıvata somun başının altına konulan ve cam; buzlu cam.
böylece sızdırmazlık sağlayan bir tür conta; gromet; grounding: 1) Den. gemi omurgasının deniz dibine
küçük çaplı, bakır gibi yumuşak metaller de bu değmesi, gemi yüzücülüğünün kaybolması; karaya
amaçla kullanılır. oturma. 2) Elekt. topraklama.
groove: 1) bir aletle açılan uzun, dar kanal; oluk; yiv. ground lead: Elekt. toprak hatlarının toprakta bulu
2) buna benzeyen herhangi bir kanal; makine yatak nan iletkeni; toprak iletkeni.
larının yağ kanalı gibi. 3) oluk ya da oluklar yap ground plan: 1) zemin ya da binanın herhangi bir ka
mak; oluk açmak. tının üstten görünen plânı. 2) ilk, esas veya temel ta
grooved: Oluklu; yivli. sarım.
grooved pliers: Ağızlan bir oyuk boyunca kaydırıla ground plate: 1) bir elektrik devresini topraklamak
rak ayarlanabilen pense; ayarlı pense. için yere konulan metal levha. 2) demiryolu travers
groove w eld: Birleştirilecek iki metal arasında kare, lerini taşıyan döşek kısmı.
V şeklinde vb. i kanal veya oyuk açılarak yapılan grounds: 1) bir sıvının dibine çöken partiküller (par
kay nak; oyuk kaynağı. çacıklar); tortu; telve. 2) temel; kaide.
gross: 1) yoğun; sık. 2) kaba; inceliği olmayan; has ground-speed meter: Bir uçağın yere göre hızını ölç
sas veya duyarlı olmayan. 3) toptan; tamam. 4) mek için kullanılan bir cihaz; yer-hizölçeri.
Çoğ. kütle; tüm miktar. 5) on iki düzine; 144 adet. 6) ground terminal: Elekt. toprak ucu veya terminali.
net olmayan; brüt. 7) hepsi, tümü veya bütünü. ground wave: Vericiden alıcıya doğrudan sapmaksı-
gross heating value: Bkz. higher heat value. zın hareket eden radyo dalgası.
grass pressure: Mutlak ya da salt basınç; Bkz. abso ground wire: Elektrik devresi, radyo vb. inden topra
lute pressure. ğa giden ve iletken görevi yapan tel; toprak teli; top
gross ton : 2240 libre veya 1012,48 kg'a eşit olan bir raklama teli.
ağırlık birimi; groston; büyük ton; long ton biçimin groundwork: Temel; kaide.
de de kullanılır. group: 1) Kimy, kök ya da radikal. 2) periyodik tablo
gross tonnage: Gem. inş. tonilâto güvertesi altındaki da elementlerin dikey sırası ya da sütunu. 3) Hava.
hacimin, tonilâto güvertesi üzerindeki güverteler ara aynı türden dört filodan oluşan bir birim (ABD'de).
sındaki hacmin, üst güvertede bulunan ve yük ya da grouser: Tank, dozer, traktör vb. paletli araçların pa
malzeme koymaya, yolcu ya da mürettebatın yatma let tırnağı.
sına veya oturmasına elverişli sabit kapalı mahalle growth: 1a) ölçü, ağırlık, güç vb. inde artma, b) bu
rin hacimlerinin ve ambar eşikleri fazlalığının topla nun miktari. 2) vücudun üstü veya içinde gelişen tü
mından ibarettir; gros tonilâto; gros tonaj. mör (ur) veya anormal doku kütlesi.
gross weight: Kaplama malzemesi veya kabının ağırlı grub hoe: Kök çıkarmak için kullanılan ağır bir çapa.
ğı dahil, bir eşyanın toplam ağırlığı; brüt ağırlık; dara- grub screw: Mak. başsız vida.
lı ağırlık grummet: Bkz. grommet.
ground: 1a) bir şeyin en alt, dip veya temel kısmı; ze Grüneisen's law: "Bir metalin genişleme katsayısının
min, b) deniz gibi. 2) dünyanın katı yüzeyi; toprak. sabit basınçta özgül ısısına oranı, tüm sıcaklıklarda
gr.wt . 257 gunne r
half-length: Tam boyun yarısı; yarım boy. tizmin çekiç atma dalında kullanılan ağırlığı 5,425-
half life: Nük. Fiz. belirli bir radyoaktif maddenin örne 7,232 kg (12-16 libre) olan, ucunda bir tele bağlı
ğinde atomların yarısının bozunması için gerekli sü tutulacak yeri bulunan metal bir küre; çekiç. 5)
re; yarılama süresi: Plütonyumun yarılama süresi tavlanmış demirin dövülmesinde kullanılan çekiç;
yaklaşık 50 yıldır. şahmerdan. 6) bir çekiç ile tekrar tekrar vurmak; çe-
ha!f-load: Yarım yük veya yarım gaz: Bir makine, ge kiçlemek.
mi vb. i için söylenir. hammered: Çekiç darbeleri ile şekil verilmiş veya işa
haif-mast: Bir gemi bayrağının matem ya da tehlike retlenmiş (metal işçiliği için söylenir).
işareti olarak yarıya indirilmesi; yarıya indirmek (bay hammer-hardening: Çekiç veya şahmerdan ile döve
rağı). rek sertleştirme.
half pint: 1/4 kuvart'a veya 0,23625 litreye eşit olan sı hammering: Çekiçlerine; bir çekiç ile tekrar tekrar vur
vı veya kuru ölçüm bilimi. ma.
half round bastard: Yarım yuvarlak ve çift sıra dişli hammer, riveting: Perçin yapımında kullanılan çekiç;
eğe; yarım yuvarlak eğe. perçin yapma çekici; perçin çekici.
halt round file: Bkz. file, half round. hammer welding: Bir ocakta tavlandıktan sonra çekiç
half round nose plier: Mak. kargaburun. darbeleri yardımıyla basınç uygulanarak yapılan döv
half round wood rasp: Mak. yarım yuvarlak ağaç tör me kaynak; çekiç kaynağı.
püsü veya raspası. hamper: 1) Den. engel olan şey; çapariz. 2) gemi do
half speed: Yarımyol ileri anlamında bir komut: Maki nanımının üst kısımlarda bulunan elemanları.
ne için söylenir. hand: 1) gösterge; libre: Saat ibresi veya yelkovanı.
half staff: Bkz. half-mast. 2) yaklaşık 102 mm (4 inç) dolayında bir ölçü birimi.
half-throttle: Yarım gaz veya yarım gazla çalışma. 3) Den. sarmak veya kapamak (yelkeni). 4) el. 5) el
Half tide: Yüksek ve alçak gelgitler arasındaki durum ya da ellere ilişkin. 6) ei ile denetlenen veya kontrol
veya orta periyot; yarım gelgit. edilen. 7) el ile verilen veya aktarılan.
half-track: Arka tekerlekleri yerine paletleri olan zırhlı hand auger: El burgusu; tirpüşon.
taşıt aracı veya askerî kamyon. hand brake: Oto. el freni; Den. kastanyola; fren.
halfway: 1) iki nokta vb. i arasında eşit olarak yarıyol. handbreadth: Avuç içini ölçmek için kullanılan, çoğu
2) yarı mesafe; yarı yolda; ortada. zaman yaklaşık 102 mm (4 inç) dolayında bir ölçü bi
half wire: Çok ince tel; kılcal tel. rimi.
halfword: Bilgisay. yarım sözcük. hand car: Demiryollarında işçileri vb. taşımak için kul
halid: Bkz. halide. lanılan ve elle çalıştırılan küçük bir vagon.
halide: Kimy. halojenlerden birinin bir başka element hand controlled: El ile kumanda edilen veya yöneti
veya kök ite yaptığı bileşik; haloit Bkz, haloid; örne len; el ile denetlenen.
ğin sodyum klorür (NaCI), hidrojen bromür (HBr). hand crank: Küçük güçlü benzin ya da dizel motorla
halide torch: Freonlu soğutma sistemlerinde freon ve rının ilk hareketlerini sağlamak için volan göbeğine
genetron grubu gazların kaçaklarının saptanmasın sokulan kol; ilk hareket kolu.
da kullanılan alkolle çalışan bir şaluma; freon ya da hand drill: Ei sondası; el burgusu; el matkabı.
genetron şaluması; kaçak şalumanın mavi-yeşil yan hand driven: El ile çalıştırılan veya tahrik edilen.
masına neden olur. hand-fired boiler: Daha çok kalorifer kazanı, eski ge
halite: Doğal sodyum klorür (NaCI); kaya tuzu. milerin kömür yakan ana ve yardımcı kazanları gibi,
Haliey's comet: Astr, son olarak 1910 yılında görülen elle fayrap edilen kazanlardan herhangi biri.
ünlü kuyruklu yıldız; Halley kuyruklu yıldızı. hand fire extinguisher: Portatif (el) yangın söndürü
Hall coefficient: Hal etkisi tarafından geliştirilen po cülerinden biri; soda asit, köpük, karbon dioksit ve
tansiyel farkı, manyetik alanın akı (flüks) yoğunluğu, karbon tetraklorür söndürücülerinden biri.
akım şiddeti ve iletkenin genişliği ile orantılıdır; bu hand firing: El ile fayrap etme (bir kazan, ocak vb.).
oranın sabitesi Hall katsayısıdır. hand forging: Tavlanmış çeliklere elle döverek şekil
Hall effect: Atom taşıyan bir iletkende, manyetik alan verme; demircilerin uyguladığı basit işlem.
uygulandığında iletkenin kenarları arasında elektrik hand gear: Bazı makineleri çalıştırmak için kumanda
potansiyeli değişiminin gelişimi; Hall etkisi. edilen donanım; el donanımı.
Halll process: Eritilmiş alüminyum oksitin elektrolizi hand glass: Küçük yazı vb. lerini okumak için kullanı
ile alüminyum imalâtı. lan büyütme aracı: büyüteç.
Hallwachs effect: Bir vakumda ültraviyole veya morö hand granade: 1) çarpma veya zamanlı fünyesi ite
tesi ışığının oluşumu nedeniyle negatif yüklü cisimle ateşlenen, elle fırlatılan küçük bir bomba; el bomba
rin deşarjı. sı. 2) yangına fırlatılarak onu söndürmek için kullanı
halogenation: Bir organik bileşikte bir hidrojen ato lan ve içi kimyasal maddelerle dolu cam bir kap.
munun geçmesi işlemi; halojenieştirme. handhole: Heder türü kazanlarda çamur domu (dra
halogens: Flor, klor, brom, astatin ve iyottan oluşan mı) üzerinde bulunan, elin girebileceği büyüklükle,
çok aktif, metal olmayan kimyasal elementler; nega kare şeklinde deliklerden herhangi biri; Gem. Mak.
tif elementler ailesi; halojenler. henhol. 2) bir mahfazanın iç kısımlarına ei girebilme
haloid: Bîr halojenin diğer bir metal ya da kök ile yap si için konulmuş delikler.
tığı bir bileşiğe benzeyen veya bu bileşiğe ilişkin. handhole cover: Henhol deliklerine uyacak şekilde
halt: Bilgisay. duruş. yapılmış, meta! contalı veya gazketli kapak; henhol
hammer: 1) çekiç. 2) kullanımı veya şekli bakımın kapağı.
dan çekice benzeyen bir şey; mezatçı çekici. 3) atle handle: 1) bir kap, alet vb. inin elle tutulan, döndürü-
handle r 261 har d glas s
tahribat veya harap olma. headlamp: 1) lokomotif, otomobil vb. inin baş tarafın
hawk: Sıva taşımak için kullanılan, altından saplı, kü daki reflektör veya mercekli fener; far. 2) Den. pruva
çük, kare şeklinde tahta; sıvacı tahtası. direği tepesindeki beyaz ışıklı fener; silyon feneri.
hawse: 1) Den. geminin baş, sancak ve iskele tarafın headphone: 1) bir band ile başa takılan kulaklıklı tele
da, zincirin hareketini sağlayan deliklerin bulunduğu fon veya radyo alıcısı. 2) Çoğ, bu tür bir çift alıcı.
yer; loca. 2) loca ağzı veya deliği. 3) demirlerle bir headset: Başa takılan kulaklıkları olan bir cihaz.
geminin kafası arasındaki yatay mesafe. 4) iki demir head, static: Bkz. static head.
le demirlediği zaman geminin zincirlerinin düzenlen headstock: 1) bir makinenin hareketli veya döner kıs
mesi. mı için bir yatak. 2) bir torna tezgâhının sıpındıl veya
hawsehole: Gemilerin baş taraflarında bulunan zincir aynasını taşıyan parçası.
veya yoma halatlarının geçtiği deliklerden herhangi head studs: Mot. silindir kapağını (kaveri) silindir blo-
biri; loca; Bkz, hawse. ka bağlayan ve çoğu zaman 4'e bölünebilen sayıda
hawse pipe: Den. demir bedenine yataklık yapan ve olan ve bîr tork anahtarı veya hidrolik olarak yerleri
demir zincirinin geçmesine yardım eden silindirsel ne bağlanması gereken saplamalar; kapak saplama
boru; loca. ları.
hawser: Geminin demirlemesi, çekilmesi vb. i sırasın head, total: Bkz. total head.
da kullanılan, çoğu zaman çelikten yapılan, bitkisel headway: 1) ileri hareket. 2) iş vb. inde gelişme veya
olarak da imâl edilebilen kalın yoma halatı veya kü başarı. 3) aynı yön ve aynı rotada sefer yapan iki
çük zincir. tren, iki gemi vb. i arasındaki zaman farkı.
hazard: 1) risk; riziko; tehlike; tehlikeye maruz kalış; head wind: Bir gemi veya uçağın rotasına zıt yönde
nazik durum. 2) şans; talih. 3) tehlikeye maruz kal esen rüzgâr.
mak. hearth: 1) ocak, soba veya külhanda, üzerinde ateş
hazardous: 1) riskli; rizikolu; tehlikeli. 2) şansa bağlı bulunan kısım; ocak. 2) demirci ocağı. 3) Metal, yük
veya şansa ait. sek fırının erimiş metal ve cüruf biriken alt kısmı.
haze: Duman. heat: 1) Fiz. moleküllerin hızlanan titreşimleri tarafın
H-bar: Enine kesiti H şeklinde olan kiriş; H profil. dan üretilen bir enerji türü; ısı; hararet; kuramsal ola
H-bomb: Bkz. hydrogen bomb. rak -273°C'de molekülsel titreşim duracağı için ısı ol
H.C.F. (h.c.f.): En büyük ortak faktör. maz; sıcak olma niteliği; kızgınlık. 2) dalga boyu
hd.:Bkz. head. 25,4 mm ile 0,000 081 mm arasında olan bir enerji tü
He: Bkz. helium. rü. 3) kızgınlık ya da ılıklık derecesi. 4) sıcak hava
HE (H.E.): Bkz. high explosive. ya da iklim. 5) bir soba veya ocak ile oda, ev vb. ini
head: 1a) bir iskelenin karadan en uzak olan kısmı ve ısıtma. 6) Metal, a) bir ocak ya da fırında metal, cev
ya baş tarafı, b) bir geminin baş tarafı; bodoslama; her vb. inin bir kere ısıtılması, b) tek bir ısıtmada işle
pruva. 2) basınç; hed; Buhar hedi (basıncı) gibi. 3) nen miktar. 7) ılık ya da sıcak yapmak, veya olmak.
maden ocağının dar girişi. 4) Bilgisay. kafa. 8) ateş (vücut için).
head bolts: Bkz. head studs. heat accumulator: Bkz. accumulator, heat.
head crash: Bilgisay. kafa arızası. heat, atomic: Bir elementin gram atomik ağırlığı ve
head, dynamic: Bkz. dynamic head. onun özgül ısısının ürünü; bir elementin gram ato
header: 1) pin, çivi, perçin vb. İerine baş yapan kişi munun sıcaklığını bir derece C yükseltmek için ge
veya cihaz. 2) başakların tanelerini çıkaran ve onları rekli ısı miktarı; atomik veya atomsal ısı.
eğik bir düzlemden kamyon veya vagonlara gönde heat balance: Isı makinelerinde, özellikle motorlarda
ren bir makine; biçer döver makinesi. 3) bir akışka yakılan yakıtın verdiği ısının faydalı işe çevrilen ve
nın akımına müsaade etmek için diğer parçalara kaybolan yüzdeleri; ısı dengesi; ısı balansı.
bağlanan boru vb. 4) Buh. Kaza. heder türü kazan heat capacity: Bir madde veya bir cismin sıcaklığını
larda buhar domunun (dramının) büyük çaplı kısa bir derece yükseltmek için J/°C veya kal/°C türün
borularla bağlandığı dikdörtgensel kısım; heder; ön den ısı miktarı; ısı kapasitesi.
ve arka hederlerden biri. 5) Bilgisay. başlık. heat conduction: Isı iletimi.
header, front: Heder türü kazanlarda buhar dramının heat conductivity: Bkz. thermal conductivity.
altında bulunan ve ona nipellerle bağlanan heder; heat conductor: Isı iletici; ısıl
ön heder. iletken.
header, rear: Heder türü kazanlarda ön hedere para heat content: Bir maddenin iç enerjisi; entalpi.
lel ve ona su boruları ile bağlı, yukarı devir boruları heat dam: Döküm pistonlarda, piston kafası iç yüzeyi
ile buhar dramına bağlı heder; arka heder. nin, segmanları taşıyan kışıma doğru olan yuvarlak
header-type boiler: Gem. Mak. buhar domu (dramı) bölümü; ısı barajı; piston kafasındaki ısının daha ça
ile dikdörtgensel prizma şeklinde iki hederden olu buk olarak en üst segmana ulaşmasını sağlar.
şan su borulu bir kazan; heder türü kazan; kalın ve heat engine: Isı enerjisini mekanik enerjiye çeviren
ince su borulu türleri vardır. makine; buhar makinesi, buhar türbini, motorlar vb.
head gasket: Mot. silindir kapak (kaver) contası; ba i; ısı makinesi.
kırdan yapılan, sıkıştırma sırasında havanın, yanma heat-engine cycle: Term, makinenin kendisinde, ısı
sırasında basınçlı gazların firarını önleyen conta ya nın çalışma akışkanına eklendiği çevrim; ısı makine
da gazket. si çevrimi; içten yanmalı makinelerin çevrimi.
head gear: 1) maden ocağının girişinde bulunan bir heat energy: Fiz. ısı enerjisi.
kaldırma aracı. 2) Den. ön yelkenlerdeki arma. heater: 1) ısı vermek için kullanılan araçlar: Soba,
heading: 1a) Maden, galeri, b) bu galerinin sonu. 2) ocak, radyatör vb. i; ısıtıcı; Gem. Mak. hiyter veya hi-
Matb. başlık veya serlevha. ter. 2) bir elektron tüpünde içine yerleştirilen ve kato-
tu doğrudan belirli bir sıcaklığa kadar ısıtarak onun
heater , f e e d 264 hea t stres s
elektron .çıkarmasını sağlayan bir eleman. 3) Müh. kullanılan bir sayı; 427 kgm/kcal; 4,1840 J/kal, 4184
su, yakıt, yağlama yağı vb. i akışkanların sıcaklığını kJ/kal.
yükselten ısı eşanjörü; ısıtıcısı. 4) herhangi bir şeyi heat, molecular: Bir bileşiğin gram-moleküler ağırlığı
ısıtan işçi. ve onun özgül ısısının ürünü; bir bileşiğin 1 gram
heater, feed: Bkz, feed heater. moleküler ağırlığının sıcaklığını, 1 °C yükseltmek için
heater, jet: Bkz. jet heater. gerekli ısı; miktarı; moleküler ısı.
heater plug: Bkz. glow-plug. heat of adsorption: Verilen bir miktar madde emildi-
heater, surface: Bkz. surface heater. ği zaman gelişen ısı; kalori/g, kalori/mol veya gaz
3
heat exchangers: Isıtıcı ve soğutucu vb. i gibi ısı alıp lar için kal/cm birimleri ile belirtilir.
veren cihazlardan herhangi biri; ısı alıp veren cihaz; heat of combustion: Bir maddenin bir gram molekü
eşanjör. lü, oksijende yakıldığı zaman serbest kalan veya açı
heating: Isıtma. ğa çıkan ısı miktarı; yanma ısısı.
heating circuit: Bkz. heating system. heat of compression: Bir maddenin, örneğin bir ga
heating coil: Isıtma kangalı; tanklar, evaporator, se zın basıncı veya hacmi bir birim değiştiğinde her bir
parator, ekspenşın veya genişleme tankı vb. i yerler birim kütlede üretilen ısı; sıkıştırma ısısı; kompres-
de ısıtma amacıyla kullanılan ve kangal cihazlardan yon ısısı.
oluşan bir eşanjör; ısıtma kangalı veya bobini. heat of condensation: Bir gram buhar, sıcaklığında
heating, electric: Bkz, electric heating. herhangi bir değişiklik olmaksızın yoğuşarak sıvı şek
heating, hot-air: Bkz. hot-air heating. line dönüştüğünde çıkardığı ısı; yoğuşma ısısı.
heating, hot-water: Bkz. hot-water heating. heat of dissociation: 1 gram moleküler ağırlığındaki
heating insulation: Isı kayıplarını azaltmak, en aza in bir maddeyi elemanlarına veya daha basit molekülle
dirmek amacıyla soğutma odaları, soğuk su borula re ayırmak için gerekli ısı; ayrışma veya disosiasyon
rı, sıcak su ısıtma devreleri, sıcak hava devreleri, ısısı.
yüksek basınçlı buhar devreleri, kazan ocakları, fırın heat of fusion: Bir gramlık bir maddeyi eritmek için
lar vb. ine uygulanan yalıtım; ısıl yalıtım; ısı yalıtımı. gerekli (kalori türünden) ısı miktarı; erime ısısı; füz-
heating, steam: Bkz. steam heating. yon ısısı.
heating steam: Yakıt, fid (besi) suyu ısıtıcıları, evapo heat of ionization: Bir bileşiğin bir molünü iyonlarına
rator, ısıtma sistemleri vb. inde kullanılan buhar; ısıt ayırmak için gerekli ısı miktarı; iyonlaşma ısısı.
ma buharı. heat of mixing: Aralarında kimyasal tepkime olmaksı
heat insulation material: Isı yalıtımında kullanılan am zın iki sıvı karıştırıldığı zaman çıkarılan veya emilen
yant, asbestos, mineral yün, cam yünü, alçı vb. i ısı; karışma ısısı.
maddelerden herhangi biri; yalıtım maddesi; izolas heat of neutralization: Verilen bir mol asit veya baz
yon malzemesi. tümü ile nötrleştirildiği zaman çıkan ısı; nötrleştirme
heating surface: 1) Buh. Kaza. kızgın gazların yaladı ısısı.
ğı buhar üreten yüzey; ısıtma yüzeyi; kazan ısıtma heat of radioactivity: Bir radyoaktif maddenin birim
yüzeyi. 2) bir hiyterde ısıtıcı medyum (madde) tara kütlesinin radyoaktif bozunması ile birim zamanda
fından yalanan yüzeyler. üretilen ısı; radyoaktivite ısısı.
heating system: Sıcak su, buharlı, elektrikli, sıcak ha heat of reaction: Tepkime eşitliği tarafından belirtilen
valı ısıtma sistemlerinden herhangi biri; ısıtma siste reaktanlar arasında tepkime oluştuğu zaman ısı ener
mi. jisi değişimi; tepkime ısısı; reaksiyon ısısı.
heating value: Belirli durumlarda birim ağırlık veya bi heat of solution: Bir maddenin bir molekülünün bü
rim hacim yakıtın yakılması ile üretilen ısı miktarı; ka- yük bir hacimdeki çözücü içinde eridiği zamanki ısı
lorifik değer; ısı değeri; ısıl değer. değişimi; çözelti ısısı.
heat value, higher: Bir kilogram yakıtın sabit hacim heat of vaporization: 760 mm basınç ve kaynama
de tam yanmasıyla oluşan gazların +15°C'ye kadar noktasında, bir sıvının birim ağırlığı buhara dönüştü
soğutulmasıyla elde edilen ısı miktarı; üst ısı değeri; ğü zaman emdiği ısı miktarı; buharlaşma ısısı.
üst ısıl değer. heat proof: Isı geçirmez; ısıya dayanıklı.
heating value, lower: Bir kilogram yakıtın sabit ha heat pump: Enerjinin düşük sıcaklıkta aılndığı ve yük
cimde tam yanmasıyla oluşan ve yanma gazları so- sek sıcaklıkta atıldığı ve çevrimi oluşturmak için ge
ğutulmaksızın elde edilen ısı miktarı; alt ısı değeri; rekli işin elde edildiği makinenin (soğutma makinesi
alt ısıl değer. nin) adı; ısı pompası.
heat, latent: Sıcaklığı değişmeksizin bir maddenin bir heat radiation: İsı radyasyonu; ısı ışınımı.
gramının katıdan sıvıya veya sıvıdan gaza dönüşme heat recovery boiler: Atık ısı kazanı; Bkz. waste heat
si için gerekli ısı miktarı; buharlaşmanın gizli ısısı. boiler.
heat lightning: Özellikle yaz akşamları ufka yakın gö heat-resisting: Isıya dayanıklı; ısı geçirmez.
rülen gök gürültüsüz şimşek. heat-resistong alloys: Isıya dayanıkli alaşımlar.
ö
heat losses: Isı kayıpları; a) Mot. egzoz gazları, so heat-resisting steel: 815 C'ye (1500°F) kadar daya
ğutma suyu tarafından götürülen, sürtünme nedeniy nıklı, bir dereceye kadar işlenmesi zor, dövülebilen
le oluşan ve radyasyon ile kaçan ısının oluşturduğu krom nikelli paslanmaz çelik; ısıya dayanıklı çelik.
kayıplar, b) elektrik makinelerinde ısı şeklinde olu heat, solar: Bkz. solar heat.
şan bakır,, demir, eddy ve histerizis kayıpları, c) bu heat, specific: Bir maddenin 1 birim kütlesinin sıcaklı
har, sıcak su, sıcak hava taşınan boruların bozuk ğını 1 C yükseltmek için gerekli, kalori türünden ısı
izolasyonları nedeniyle oluşan kayıplar. miktarı; özgül ısı; ısınma ısısı; spesifik ısı.
heat, mechanical equivalent of: Isının mekanik eşde heat stress: Isıl gerilme veya stres; yüksek sıcaklık
ğeri; mekanik enerjiyi ısıl enerjiye dönüştürmek için nedeniyle metallerde oluşan gerilme.
hea t strok e 265 heelin g syste m
heat stroke: Aşırı ısı etkisinde kalma sonucu oluşan için yüzde yüze kadar aşın yük taşıyabilen dizel mo
türlü durumlardan herhangi biri; ısı çarpması; Bkz. torları.
sunstroke. heavy-duty oil: Büyük makine ve mekanizmalarda
heat transfer: İsı alıp veren cihazlarda (eşanjörlerde) kullanılan yağ; ağır iş yağı; özel ağır iş yağı.
ısının sıcak kaynaktan soğuk kaynağa aktarılması; heavy earth: Baryum monoksit; barita.
ısı transferi; ısı aktarilması; ışınım, kondüksiyon ve heavy fuel: Bkz. heavy fuei oil.
konveksiyonla olmak üzere üç tür ısı aktarılması var heavy fuel oilve: dizel
Özgülmotorlarında
ağırlığı 0,986-1,021 kg/dm
3
dır. olan, kazan kullanılabilmeleri
0
heat transmission: Bkz. heat transfer. için 90°-150 C'ye kadar ısıtılması gereken ve ağırlık-
heat treatment: istenilen yapı ya da özellikleri sağla sal analizi; % 86 karbon, % 10,5 hidrojen, % 1,5 oksi
mak amacıyla bir metal veya alaşım üzerinde uygula jen, % 2 yabancı maddeler olan, % 0,10-% 0,50
nan ısıtma ve soğutma işlemi; ısıl işlem; ısı dola yında kül ve % 0,50-% 3,5 kükürt kapsayan
muamele si. yakıt; ağır fuel oil.
heat utilization coefficient: Mot. görülür yanma sıra heavy hydrogen: Atom ağırlığı 2'den biraz daha faz
sında gazlann iç enerjilerini ve kullanılan dış işi ço la olan bir hidrojen izotopu; ağır hidrojen. 2) döter-
ğaltmak için Delirtilen bir katsayı; ısıdan yararlanma yum; oksijen ile ağır suyu oluşturur.
katsayısı: Dizel motorları için 0,65-085 ve karbüratör heavy-laden: Ağır yüklü.
lü makineler için 0,85-0,95'tir. heavy lift: Ağır yük.
heat utilizer: Bkz. engine. heavy lift ship: Ağır yükleri kaldıracak şekilde donatıl
heat wave: 1) oldukça yüksek sıcaklıktaki bir hava mış gemi; ağır yük gemisi.
kütlesinin yavaş olarak hareketi sonucu alışılmamış heavy nitrogen: Atom ağırlığı 15 olan bir nitrojen (a-
sıcak hava. 2) belirli bir yerde böyle bir hava perlyo- zot) atomu; ağır nitrojen veya azot.
tu,
heavy oil : Kömür katranının damıtılmasında 250°-
heave: 1) özellikle, gayretle kaldırmak veya yükselt
325°C sıcaklıkları arasında elde edilen ürün; ağır
mek. 2) Den. a) bir halat veya zincirin çekilmesi ile
yağ; buharlaşmayan yağ.
yükseltmek, vira veya nisa etmek, çekmek, hareket
ettirmek vb. i. b) özel bir tarzda veya yönde (bir ge heavy oxygen: Oksijenin atom ağırlığı 17 ve 18 olan
minin) hareketine neden olmak. 3) Den. a) çekmek iki izotopundan herhagni biri; ağır oksijen,
veya hisa etmek (zincir, halat vb. de), b) hareket et heavy spar: Baryum sülfat; barit.
mek; ilerlemek; ileri gitmek. heavy water: Atom ağırlığı 2 olan hidrojen izotopu ve
heaving: 1) Den. bir halatı kuvvetle çekmek veya vira oksijenden oluşan su; ağır su döteryum oksit, D2O
etmek. 2) geminin deniz veya dalga etkisiyle yüksel (H 2 0) ; kimyasal özellikleri su ile aynı, fakat fiziksel
mesi (kalkması). özellikleri farklıdır.
heaving line: Gemi halatlannı sahile vermede kullanı hect-: Bkz.
lan, gemiciler tarafından fırlatılarak atılan ve ucunda hecto-.
4
bir ceviz bulunan ince ip; el incesi. hectare: Meirik sistemde kullanılan ve 10 metrekare
Heaviside-Kennelly layer: Üst atmosferde radyo dal ye eşit olan bir yüzey birimi; hektar.
2
galarını yansıtarak onların dünyanın eğri yüzeyine hecto-: 10 (100) anlamında bir önek; hekto; h kısalt
paralel hareketine neden olan iyonize bölge; iyonos- ması ile belirtilir.
fer. hectobar: Ulus. Sist. 100 bar, 10 N/m , 1
7 2
heeling tank: Yan yatırma devresinde kullanılan ve heliocentric: 1) güneşin merkezinden hesaplanan ve
3
her birinin kapasitesi 200 m olan sancak ve iskele ya görünen. 2) merkez olarak güneş alınan veya gü
taraflara yerleştirilen iki tanktan biri; yan yatırma tan neş olan.
kı; Dan. Hiling tank. heliochrome: Doğal renklerdeki bir fotoğraf.
heft: 1) ağırlık. 2) önem; etki ya da tesir. 3) bir şeyin heliogram: Helyografla gönderilen mesaj; helyog-
daha büyük parçası veya kısmı. 4) kaldırmak veya ram.
çekmek. 5) kaldırarak ağırlığını saptamaya çalışmak. heliograph: 1) geçmişte güneşin fotoğraflarını çek
hefty: 1) ağır; oldukça ağır. 2) büyük ve güçlü. mek için kullanılan bir cihaz. 2) Güneş ışığının şidde
height: 1) herhangi bir şeyin en üst noktası. 2) en tini ölçmek için kullanılan bir cihaz; helyograf.
yüksek sınır; en büyük derece; aşırı; şahika, zirve ya heiîography: 1) güneş yüzeyinin incelenmesi. 2) foto
da doruk. 3) alttan tepeye olan mesafe; yükseklik. klişeciliği işlemi ya da sanatı. 2) helyograf yardımıy
4a) verilen bir yer veya denizden yükseklik veya me la sinyal verme veya haber gönderme ya da iletişim
safe; altitüt, rakım ya da yükselti, b) ufkun üstünden sağlama.
(güneş, yıldız vb. inin) yüksekliği. 5a) alttan tepeye, heliometer: İki yıldız arasındaki açısal mesafeyi ölç
oldukça büyük mesafe, b) verilen bir seviye üzerin mek için kullanılan cihaz; helyoskop, helyometre.
den nispeten büyük bir mesafe. 6) Çoğ. diğerlerin heliostat: Güneş ışınlarını sürekli olarak sabit bir yön
den önemli şekilde yüksek veya yukarıda olan bir de yansıtan ve saat mekanizması ile yavaş olarak
nokta veya yer. döndürülen aynalı bir cihaz; helyostat.
heighten: 1) yüksek veya daha yüksek duruma getir helium: Yanıcı olmayan, çok hafif, renksiz, inert bir
mek veya gelmek; yükseltmek. 2) daha geniş; daha gaz kimyasal element; helyum; balonların şişirilme
büyük, daha güçlü (kuvvetli) vb. i yapmak veya ol sinde kullanılır; Simg. He; at.ağ. 4,003; at.no. 2.
mak; büyümek; şiddetini çoğaltmak. helix: Bir eksen olarak diğer hat çevresinde düzgün
hektare: Bkz. hectare. olarak dönen bir "doğru boyunca düzgün olarak ha
hekto: Bkz. hecto-. reket eden bir nokta tarafından üretilen uzay eğri;
hektogram: Bkz. hectogram. tek başına silindirsel helisi belirtir; heliks; helis; hele
Hele-shaw pump: Elektro-hidrolik dümen donanımla zon; sarmal. 2) Mate. silindir çevresinde oluşturulan
rında kullanılan sabit hızlı, değişken verdili, radyal si böyle bir eğri. 3) Zoo. spiral kabuklu yumuşakça
lindirli yağ pompası; Helşov pompası (Ticarî bir mar grubunun herhangi biri.
ka). helix, conic: Konik helis.
heli-: Bkz. helio-. helix, cylindrical: Silindirik helis.
helical: Helis ya da spirale ait; helis ya da spiral şek helleborin: Çöpleme otunun köklerinden elde edilen
linde olan; helisel; helezonî; sarmal. zehirli bir glükosit; helleborin, C 3 6 H 1 2 O 8 ;
helical angle: Buh. Türb. devir düşürücülerde bulu kuvvetli
nan halis dişlilerin helis açısı; günümüzde helis açısı bir müshil.
30°-45° arasındadır. helm: a) bir gemiyi yönlendiren dümeni hareket etti
helical-flow turbine: Buharın, rotorun çevresine teğet- ren yeke veya dümen yekesi, b) dümen dolabı veya
sel olarak keyste ve rotordaki kanatların tümüne gir dümen yekesi, dümen, telemotor vb. ini kapsayan
diği bir yardımcı türbin; teğetsel akımlı türbin; tan tüm dümen donanımı.
gential flow turbine biçiminde de kullanılır. Helmann: Bkz. T-substance.
helical gear: Buhar türbinli ve bazı motorlu gemiler helm indicator: Dümen müşiri; köprüüstünde, dü
de kullanılan devir düşürücü dişliler gibi helis şeklin men dolabı üzerinde bulunan ve dümenin durumu
de kesilmiş dişli; helis dişli. nu gösteren bir gösterge; dümen göstergesi.
helical gear pump: Basit dişli pompalara benzeyen, helmsman: Dümen tutan kişi; dümenci; serdümen;
fakat onların değiştirilmiş şekli olan pompa; dişli diş gemi dümenini kullanan gemici veya gemiadamı; ço
leri helis şeklindedir; helisel dişli pompa; helis dişli ğu zaman usta gemici.
pompa. help function: Bilgisay. yardım işlevi.
helical spring: Kare veya çoğu zaman dairesel kesitli helvite: Kimy. berilyum, manganez ve demirin komp
çelik tel vb. i malzemeden yapılmış silindirsel yay; leks silikatı olan bir mineral; berilyumun çok boi
helozonî veya helisel yay. olan fakat fakir bir cevheri.
helices: Bkz. helix (Çoğ.). hematein: Kırmızımsı kahverengi, kristalli bir boya;
helico-: Spiral (helezonî), spiral şeklinde anlamların hematein, C 1 6 H 1 2 O 6 ; oksitlenme ile bakkam ağacın
da bir önek. dan elde edilir; hematin şeklinde de kullanılır.
helicoid: 1) spiral (helezon) şeklinde olan; bobin şek hematin: 1) demir kapsayan, hemoglobinin ayrışma
linde. 2) Geo. sabit bir helisin tüm noktalarından ge sından elde edilen koyu kahverengi veya siyahımsı
çen bir doğrunun hareketi ile oluşan veya üretilen bir madde; hematin. 2) Bkz. hematein.
yüzey: Örneğin pervane. hematite: Demirin önemli bir cevheri olan doğal, su
helicoidal: Bkz. helicoid. suz demir trioksit; hematit, Fe 2 0 3 ; toz haline
helicopter: Büyük yatay pervaneli ve pervanesi üstte getiril diği zaman kahverengimsi kırmızıdır.
bulunan, kalkış ve inişi için uzun bir piste gerek gös hematitic: Hematite ait.
hematoxylin: Bakkam ağacından çıkarılan kristalli bir
termeyen, dikine kalkış ve inişler yapabilen bir tür bileşik, C 16 H 14 O 6 ; mikroskopide boyama için kulla
uçak. nılır; ısıtıldığı zaman hematein boya verir.
helio: Bkz. 1) heliogram. 2) heliograph. hemicellulose: Basit şekerler ve sellüloz arasında po-
helio-: Güneş, parlak, radyan vb. i anlamlarında lisakkaritler olan bir ara ürünü; hegsoz şekerlerinin
önek. bir yoğuşma ürünü; yarı seliüloz.
h emi coloi d 26 H er t zia n w ave
7 s
hemicoloid: Boyları 0,005-0,0025 mikron arasındaki
çok küçük partiküilerden oluşan bir koloit; yarı kolo hepta-: Yedi,önek.
lamlarında yedi atomlu veya köklü bir madde an
it. heptad: 1) Kimy. yedi değerli bir element ya da kök.
hemicycle: 1) yarım daire. 2) yarım daire şeklindeki 2) yedili grup; yedinin grubu.
oda, duvar vb. i. heptagon: Yedi açısı ve yedi kenarı olan bir düzlem
hemihedral: Tam simetri için gerekli düzlemlerin yarı şekil; yedi kenarlı; yedigen; heptagon.
sayısında olan: Bir kristal için söylenir. heptagonal: Yedigene ait veya yedigen şeklinde
hemihydrate: Suyla birleşen maddenin ve suyun bir olan.
çok molekülünün yarısını kapsayan bir hidrat; yarı heptahedral: Yedi yüzlüye ait; yedi yüzlü şeklinde;
hidrat. heptahedral.
hemin: Tıp. kan, tuz asiti veya buza benzer asetik asit heptahedron: Yedi yüzeyi olan bir katı şekil; yedi yüz
ve sodyum kloriir ile işlem gördüğü zaman elde edi lü; heptahedron.
len kahverengi, kristalli, proteinsiz hemoglobinin klo heptane: Sıv. Yük. Yangın tehlikesi olan, karakteristik
ruru; nemin. kokulu, alifatiklerden sıvı bir karbonlu hidrojen; hep-
hemisphere: 1) yarım küre veya glop; özellikle a) tan; dipropllmetan; n-heptan; Simg.CH3
göksel ekvator veya ekliptik tarafından bölünen gök (CH 2 ) 5 CH 3 ; 20°/4°C'de öz.ağ. 0,864; k.n. 98,52°C;
sel kürenin yarım parçalarından herhangi biri. b) d.n. yaklaşık -01 C; suda çözünmez, 20°C'de visko
dünyanın herhangi bir yarım parçası; dünya, ekva zitesi 0,413; gemilerde çevre sıcaklığı ve atmosfer ba
tor tarafından kuzey ve güney, bir meridyen ile Avru sıncında taşınır.
pa, Asya, Afrika ve Avustralya'yı kapsayan doğu ve heptane-i-ol: Sıv. Yük. heptan-i-ol; alkol C-7; enantil
Amerika'ları, Okyanusya'yı kapsayan batı yarım kü alkol; heptil alkol; n-heptanol; güzel kokulu, renksiz,
relerine bölünür, c) bu kısımlardan herhangi birinin birincil alifatiklerden birsıvı; Simg.
model ya da haritası. 2) dünyanın herhangi bir ya CH 3 (CH 2 )5 CH 2 OH; 20°/4°'de öz.ağ. 0,824; k.n.
rım küresindeki ülkeler ve insanlar. 175,8°C; d.n.-34,6°C; 20°C'de viskozitesi 7,4 cP; ge
hemispheric: 8t e hemispherical. milerde çevre sıcaklığı ve atmosfer basıncında taşı
hemispherical: Yarımküreye ait; yarımküre biçimin nır.
de; yarımküreye benzeyen. heptavalent: Yedi değere sahip olan; yedi değerli;
hemisphere-id: Bir sferoidin Bkz. spheroid yarısı. septavalent biçiminde de kullanılır.
hemiterpene: Genel formülü C5H8 olan izomerik kar heptene (mixed isomer): Sıv. Yük, heptilen; hepten;
bonlu hidrojen grubunun herhangi biri; yarıterpen. yangın tehlikesi olan, hoş ve hafif çam kokulu, renk
hemocytometer: Kanın hemoglobin muhtevasını ya siz, doymamış alifatiklerden, hafif anestezik etkili sıvı
da miktarını ölçmek için kullanılan bir cihaz; hemosi- bir karbonlu hidrojen; 15,56°/15,56°C'de öz.ağ.
tometre. 0,715; k.n.85-100°C; d.n.-120°C; suda çözünmez;
hemoglobin: Kırmızı kan hücreleri veya alyuvarların 15,56°C'de viskozitesi 0,45 cP; gemilerde çevre sı
kırmızı renkli maddesi; hemoglobin; oksijeni akciğer caklığı ve atmosfer basıncında taşınır.
lerden dokulara ve karbon dioksiti dokulardan akci heptode: Bir anot, bir katot ve bir kontrol elektrodu
ğerlere taşır; Simg. Hb. ve ek dört elektrottan oluşan, yedi elektronu bir
hemoglobinometer: Kandaki hemoglobin miktarını elektron tüpü; frekans değiştirici olarak kullanılır.
ölçmek için kullanılan bir cihaz; hemolobinmetre. hermaphrodite brig: İki direkli yelkenli bir tekne; bri-
hemp: Sof. kendir; liflerinden yelkenbezi, halat, sal gantin.
mastra vb. i yapılan bir bitki. hermaphrodite caliper: Dairesel çubuk veya rodları
hemp fiber: Kendir lifi; kendir bitkisinin kurutulan, merkezlenmek için kullanılan bir tarafı düz ve ucu siv
gövdesinden çıkarılan halat, yelkenbezi ve özellikle ri, diğerinin ucu eğri, iki bacaklı metal pergel;
salmastra yapımında kullanılan lifleri. Jenny caliper şeklinde de kullanılır.
hemp packing: Kenevir bitkisinin liflerinden yapılan hermetic: 1) sihirli; alşimiye ait. 2) hava girişi veya çı
salmastra; kenevir salmastra. kışına engel olacak şekilde, tümü ile lehim vb.i ile
hendeca-: on bir (11) anlamında bir önek. kapatılan; hava sızdırmaz.
hendecagon: On bir açısı ve on bir kenarlı düzlem hermetical: Bkz, hermetic.
şeklinde olan. hermetically: Hava geçirmez veya sızdırmaz bir bi
hendecagon: On bir açısı ve on bir kenarı olan bir çimde.
düzlem şekil; on bir kenarlı. heroin: Morfinin beyaz renkli, kristalli, toz şeklindeki
hendecahedron: On bir (11) düzlem yüzeyi olan bir asetil türevi; eroin, C 2 1 H 2 3 N0 5 ; çok güçlü,
katı şekil; on bir yüzlü. bağımlı lık yapan, yapımı ve satımı yasak olan bir
H-engine: Silindirlerinin dizilişi H harfi şeklinde olan narkotik.engine: ilk buhar makinelerini tanımlamak
Hero's
makine; H makine. için bir cihaz; Hero'nun makinesi.
henry: Elekt. endüktansın pratik ölçü birimi; henri; bir Hero's gas turbine: M.Ö. 130 yılında İskenderiye'n
elektrik devresinde akım 1 amper/saniye miktarı de Hero tarafından tasarımlanan makine; Hero'nun gaz
ğiştiği zaman 1 voltluk bir elektromotor kuvvet en- türbini.
düklenirse, o elektrik devresinin endüktansı bir henri- Herringbone-gear pump: Basit dişli pompalara ben
9
dir; 10 elektromanyetik birim; 1000 milihenri; 1 000 zeyen, onların biraz değiştirilmiş şekli olan pompa;
000 mikrohenri. Herringbon dişli pompası.
Henry's law: "Bir gazın sabit sıcaklıkta bir sıvıda çözü- Hertz: Frekans birimi; saniyede çevrim; çevrim/sani
nebilirllği, gazın basıncı ile doğru orantılıdır"; Henri ye.
10
kanunu veya yasası. Hertzian waves: 3x10 çevrim/saniyenin üzerinden
hesperidin 268 hgt.
veya somun; altıgen başlı.
5
1,5x10 çevrim/saniyenin altına kadar elektromanye hexagon head screw: Altıgen başlı (makine) vidası.
tik dalgalar. hexagon nut: Altıgen somun; altı kenarlı veya köşeli
hesperidin: Ham portakal vb. i türden meyvalarda bu somun.
lunan kristalli bir glükosit; hesperidin, C 2 2 H 2 6 0 1 2 . hexagram: Tek. Res. düzgün altıgenin kenarları uzatı
hessite: Miner, kesilebilir kütlelerde bulunan gümüş larak veya iki eşit kenar üçgenden elde edilen altı
tellürid, Ag 2 Te; hesit. köşeli yıldız. 2) altı kenarlı olan herhangi bir şekil.
hessonite: Bkz. essonite. hexahedral: Altı yüzlüye ait; altı yüzlü şeklinde olan.
Hess's law: Hess kanunu veya yasası: "Her ne şekil hexahedron: Altı düzlem yüzeyli katı şekil; altı yüzlü.
de olursa olsun bir kimyasal değişme meydana gel hexahydrate: Suyla birleşen maddenin bir mol gramı
diğinde işlemin toplam ısı değişimi aynıdır." için altı mol gram ağırlığında su kapsayan hidrat;
hetero-: Farklı, diğer, diğeri anlamlarında bir önek. hegzahidrat.
hexahydric: Altı (6) hidroksil kökü kapsayan, örneğin
heterochromafic: Farklı veya kontrast renklerden olu
hegzahidril alkol.
şan ya da bu tür renkleri olan veya bu tür renklere
ait; çok renkli; heterokromatik. hexamethylenetetramine: Kauçuğun vulkanizasyonu-
heterochromosome; Bkz. heterochromatic. nu hızlandiricı ve idrar yolları antiseptiği olarak kulla
heteroclite: Standart ya da normdan ayrılan; anor nılan kristalli bir bileşik; hegzametilentetramin;
mal; normal olmayan; istisna. Sirng. C 6 H 1 2 N 4 .
heteroclitical: Standart veya normdan sapma; Bkz. hexane: Sıv. Yük. n-hegzan; hegzan; yangın tehlikesi
heteroclite. olan, parafin kokulu, renksiz, doymuş alifatiklerden
heterocyclic: Karbon veya diğer elementlerin atomla sıvı bir karbonlu hidrojen; Simg. CH 3 (CH 2 ) 4 CH 3 ;
rının, çevrimsel moleküler düzenlemesine ait veya hafif aneztezik etkili; 20°C'de öz.ağ. 0,6; k.n. 69°C,
bunu belirten; heterosiklik; azot (N), oksijen (O), kü d.n.-95°C; suda çözünmez; 20°C'de viskozitesi yak
kürt (S) vb. i atomlarla yer değiştirebilen bir ya da laşık 0,3 cP; gemilerde çevre sıcaklığı ve atmosfer
daha fazla karbon atomlu, halka yapılı ve karbonlu basıncında taşınır.
hidrojen kökenli bir bileşiğe ait. hexanol, i-: Sıv. Yük. i-hegzanol; amil karbinol; n-heg-
heterogeneity: 1) heterojen olma durumu veya niteli zanol; n-hegzil alkol; hafif kokulu, renksiz, birincil ali
ği; başkalık; benzemeyiş. 2) heterojen element. fatiklerden bir alkol; Simg. CH 3 (CH 2 )4 CH 2 OH;
heterogenous: 1) yapı, nitelik vb. inde farklı olma; 25°/4°C'de öz.ağ. 0,8153; k.n. 156°C; d.n. yaklaşık
Ö
benzememe; aykırı; yabancı. 2) ilişkisi olmayan ve -50 C; gemilerde çevre sıcaklığı ve atmosfer basın
ya benzemeyen element veya parçalardan oluşan; cında taşınır.
heterojen. hexavalent: Altı değerli; altı değeri olan.
heterologous: Farklı elementler veya aynı elementler hex nut: Bkz. hexagon nut.
den fakat farklı oranlarda oluşan. hexode: Bir anot, bir katot, bir kontrol elektrodu ve
heterosphere: Yaklaşık olarak 22 bin mil uzanan bir üç elektrot kapsayan altı elektrotlu bir elektron tüpü;
atmosfer katmanı; heterosfer. hegzot.
heterosplasty: Bir canlıdan alınan dokunun diğer bir hexone: 1) sakız, reçine vb. i için çözücü olarak kulla
bireye aşılandığı cerrahî dalı; plâstik cerrahî. nılan renksiz bir sıvı; hegzon, C 6 H 1 2 O. 2) proteinle
heulandite: Türlü renklerde inciye benzer pırıltılı kris rin hidrolizinden oluşan, her molekülünde altı kar
bon atomu kapsayan organik bazların bir grubunu
taller halinde görülen, kalsiyum ve alüminyumun su
belirtir.
lu silikatı, CaAl 2 Si 6 .5H 2 0.
heuristic: Bilgisay. buluşsal; anlamaya yarıyan. hexosan: Hidroliz edildiği zaman hegzozları oluştu
Heusler alloy: Manyetik olmayan metallerin ferro- ran polisakkarit gruplarından herhangi biri.
manyetik alaşımı; örneğin bakır, manganez ve alü hexose: Dekstroz veya früktoz gibi her molekülünde
minyum alaşımı; Heusler alaşımı. altı karbon atomu bulunan besit şekerler grubunun
hex: Bilgisay. on altılı. herhangi biri; hegzoz; örneğin glikoz, C 6 H 1 2 0 6 .
hexyl: Tek değerli veya valanslı hidrojen kökü; heg-
hexa-: Altı (6) anlamında bir önek.
zil, C6H13
hexabasic: 1) her molekülünde, alkalin (bazik) kök
ler ya da radikaller veya atomlarla yer değiştirebilen hexylen glycol: Sıv. Yük. hegzilen glikol; hegzandi-
ol-1, 2 ; 2-metilpentan-2,4 diol; 4-metil-2,4-pentandi-
altı hidrojen atomu olan asiti belirtir. 2) her molekü
ol; 2-metilpentandiol-2,4; insan sağlığı için zararlı,
lünde altı atom kapsayan tek değerli bir metal; neg-
kokusuz, renksiz, glikol ailesinden bir sıvı; Simg.
zabazik. 0
hexad: 1) altılı grup veya seri. 2) Kimy. altı değerli bir (CH 3) 2CONCH2 CHONCH3 ; 20 /20°C'de öz.ağ.
element veya kök. 0,9234; k.n. 198,0°C; d.n.-40°C; suda tümü ile çözü
hexadic: Altıya ait; altı doğasında olan. nür; 20°C'de viskozitesi 38,4 cP; gemilerde çevre sı
hexagon: Altı açılı ve altı kenarlı olan bir düzlem şe caklığı ve atmosfer basıncında taşınır.
kil; altıgen. hexylresorcinol: Antiseptik ve mikrop öldürücü ola
hexagonal: 1) altıgene ait; altıgen şeklinde olan. 2) rak kullanılan, zehirsiz, soluk sarı renkli, kristalli bir
tabanı veya kesiti altı kenarlı olan. madde, C 6 H 1 3 0 6 H 3 (OH) 2 ; hegzilresorsinol.
Hf: Bkz. hafnium.
hexagonal die nut: Cıvata dişlerini temizlemek için
hf.:Bkz. half,
kullanılan, altıgen pafta somun; altı kenarlı pafta so
H.F.: Bkz. high frequency.
mun.
Hg: Bkz. mercury.
hexagonal nut: Altıgen somun; altı kenarlı veya köşe
hgt.: Bkz. height.
li somun.
hexagon head: Altıgen ya da altı kenarlı cıvata başı
high-viscosit y 270 homoc y cli c compoun d
homogeneity: Homojen olma durumu veya niteliği. hopcalite: Gaz maskeleri ve havalandırma sistemlerin
homogenous: 1) yapı, nitelik vb. inde aynı; benzer de, karbon monoksitin oda sıcaklığında oksitlenme
veya aynı. 2) benzer ya da aynı elemanlar veya par sinde katalizör olarak kullanılan bakır ve manganez
çalardan oluşan; homojen; mütecanis. 3) Mate. a) oksitlerle bazı gümüş ve kobalt oksitlerinin karışımı.
aynı türe ait ve böylece ölçüleri kıyaslanabilen. b) hop count: Bilgisay. sekme sayısı.
tüm terimleri aynı boyutlara sahip olan. hopped up: Arg. aşırı doldurman; süperşarjlı: Otomo
homogeneous reactor: Homojen reaktör; uranyum bil motoru vb. i için söylenir.
(U-235) veren bir sıvının pompa ile reaktör ve kazan hopper: 1) bir şeyi beslemek için kullanılan ve içine
arasında dolaştırıldığı reaktör; bu reaktörde uran gevşek maddeler veya sıvı konulan bir kutu, tank
yum çok küçük tanecikler halindedir ve sıvı bizmut vb. i. 2) gemilerin yükleme ve boşaltmasında kullanı
tarafından taşınmaktadır. lan dibi açılabilir kova. 3) kazan ocaklarını kömürle
homogenize: 1) homojen veya mütecanis yapmak. besleyen otomatik bir cihaz. 4) Bilgisay. besleme gö
2) kısımlara ayırma veya partiküllerini karıştıma ile zü.
yapısı, karışımı, özelliği vb. ini her tarafında daha hopper car: Üstü açık ve alt tarafı açılır kapanır, yük
muntazam veya homojen yapmak. boşaltmak için kullanılan bir yük vagonu.
homogeny: Homojen olma niteliği. hor.: Bkz. 1) horizon. 2) horizontal.
homologous: Kimy. a) üyelerinden her birinin yapısı horal: Saat veya saatlere ait.
nın komşu üyeden CH 2 grubu kadar farklı olduğu bi horary: 1) saat veya saatlere ait. 2) saatleri göster
leşikler serisine alt veya onu belirten, b) bu ilişkinin mek veya belirtmek. 3) her saatte bir vukubulan. 4)
sürdüğü böyle bileşikleri belirten. bir saat süren.
homologous series: Bkz. homologous. horizon: 1) göğün dünya ile birleşmiş gibi göründü
homopolar: Elektriksel olarak simetrik. ğü hat; göz ile görülebilir veya görünür ufuk; ufuk.
homosphere: Dünya yüzeyinden yaklaşık 55 mil yu 2) Astr. a) rasıt veya gözlemcinin gözünden göksel
karıdaki bir atmosfer katmanı; homosfer. küreye dik açılarda ve çekim (cazibe veya gravite)
hone: Kesme aletlerini (araçlarını) keskinleştirme, yönünde uzanan bir düzlem, b) dünyanın merkezin
özellikle usturaların bilenmesi için kullanılan taş; in den geçen bu düzleme paralel düzlem; aynı zaman
ce biley taşı; bilemek (bıçak, ustura vb. i.). da göksel kürenin büyük dairesi: Astoronomik, gök
honed: Taşlanmış (veya rektifiye edilmiş), honlanmış sel veya gerçek ufuk adı verilir.
(layner veya silindir gömleği, krankpln, krank jurnal horizontal: 1) ufka ait; ufka yakın. 2) ufuk düzlemine
vb. i). paralel; yatay; horizontal; ufkî; karşıtı vertical (dü
honing cylinder: Mot. taşlayarak bir silindiri rektifiye şey, dikey). 3) başlıca yatay yönde yerleştirilen (işle
etme; silindire cam gibi düzgün bir yüzey kazandır yen) veya çalışan. 4) yassı veya düzlem; seviye ve
ma. ya düzey. 5) yatay olan herhangi bir şey. 6) yatay
hood: Oto. motoru örten metal kapak; motor kaputu. düzlem, hat vb. i.
hook: 1) bir şeyi tutmak, taşımak veya çekmek için horizontal axis: Yatay eksen.
kullanılan metal, tahta vb. inden yapılmış kıvrık veya horizontal engine: Yatay veya ufkî makine veya mo
bükülmüş bir parça; özellikle: a) balık yakalamak tor.
için iğne. b) kanca; çengel, c) Den. Arg. çıpa (gemi horizontal force: a) Mot. yön ve şiddeti değişen ve
demiri). 2) ekin biçmek için kullanılan metal alet; makineyi, krankşaft ekseni dolayında eğmeye çalı
orak. 3) şekli kanca, çengel vb. ine benzeyen her şan momenti oluşturan kuvvet; biyeli etkiyen kuvve
hangi bir şey. 4) tuzak, kapan. 5) bir menteşenin tin bileşeni; yatay kuvvet; ufkî kuvvet, b) trank pis
pin taşıyan sabit parçası. 6) kopçalamak. 7) bir kan tonlu makinelerde gaz basınç kuvvetinin yatay bile
ca ile tutmak. 8) olta ile yakalamak. şeni olan ve silindir gömleğini etkiyerek onu ovalleş-
hook and eye: Erkek veya dişi kopça. tlrmeye çalışan kuvvet; normal kuvvet; yan srastı.
hook bolt: Bir ucu kanca şeklinde diğer ucuna diş çe horizontally: Yatay bir biçimde veya yönde.
kilmiş cıvata; kanca cıvata. horizontal plane: Yatay düzlem.
hooked: 1) çengel veya olta gibi eğri. 2) çengelden horizantal pump: Yatay olarak donatılmış, çoğu za
veya kancadan yapılmış. man buhar makinesi ile çalıştırılan pistonlu pompa;
hooker: 1) Den. eski, yaşlı ve hantal bir gemi (gemici yatay pompa.
deyimi). 2) irlandalı veya ingilizlerin tek direkli, yel horn: Oto. korna; klakson; Den. sis düdüğü.
kenli balıkçı gemisi. hornblende: Çoğu zaman demir ve manganezin, kal
Hook's law: "Zor, esneklik sınırı veya elâstik limite ka siyum ve magnezyumun siyah, siyahımsı yeşil veya
dar gerilme ile doğru oranıtlıdır"; Hook yasası veya koyu kahverenkli bir silikatı; granit veya diğer volka
kanunu. nik kayalarda bulunan yaygın bir mineral
hook spanner: Mak. kanca şeklinde, iki ağızlı özel horn silver: Doğal gümüş klorür, AgCI; cerargyrite-,
bir anahtar; kanca anahtar. türlü renklerdeki bir mineral.
hookup: Radyo, telefon sistemi, radyo istasyonları şe horologe: Kronometre, duvar saati, cep saati, kumsa-
bekesindeki parçalar, devreler vb. inin bağlantı ve ati, güneş saati vb. i.
düzenlenmesi. horologer: Bkz. horologist.
hook: 1) varil, fıçı vb. inin tahtalarını tutmak için kulla horologic: Bkz. horology or horologes.
nılan dairesel çember veya bant. 2) çembere benze horologicaî: Bkz. horologic.
yen herhangi bir şey; özellikle çocukların çevirdikleri horologist: Zaman ölçüm sanatında uzman kişi; saat
çember. 3) çemberlemek; çemberle donatmak; çem veya kronometre yapan veya satan; saatçi; saatçi us
berle bağlamak. tası.
high-viscosity 27 homocyclic compound
0
hold down bolt: Tespit cıvatası; Bkz. holding-down
26,5" Hg'lik vakum. bolt.
high-viscosity: Yüksek viskoziten veya akıcılığı az (o- hold down screw: Tespit vidası.
lan akaryakıt, yağlama yağı vb. i). holder: Taşıyıcı; tutucu.
high-voltage: Bkz. high potential. holdfast: Bir şeyi yerinde tutan bir alet; kanca, çivi,
high-voltage accelerator: Elektron, proton veya alfa mengene vb. i.
tanecikleri gibi yüklü partiküllere, manyetik ya da- holding-down bolts: Aralarında şoklar olmak koşuluy
yüksek gerilimli elektrik alanları ile hızlandırarak, la düz alt karterleri tank tavanlarına bağlamada kulla
yüksek kinetik enerji veren bir cihaz veya makine nılan cıvatalar; tespit cıvataları.
parçası; yüksek gerilimli hızlandırıcı. hole: 1) oyuk; delik; oyulmuş yer; özellikle: a) kazıla
high-water mark: 1) gelgit akıntısı, taşıntı vb. inde bir rak yapılmış çukur, b) küçük bir giriş veya körfez. 2)
su gövdesinin eriştiği en yüksek seviye veya düzey. makara kanalı. 3) mağara. 4) oyuk ya da oyuklar
2) yüksek su geri çekildikten sonra geride bıraktığı yapmak. 4) tünel açmak.
iz ya da işaret. 3) en yüksek nokta; varılan en yük hole gauge: İç çap mikrometresi.
sek nokta. hoie-type nozzle: Dizel motorlarında kullanılan tek
hinge: 1) ileri geri harekete izin veren esnek bir bağ veya çok delikli enjektör memelerinden herhangi bi
lantı; reze; menteşe. 2) menteşe ile donatmak. ri; delikli türden nozul veya meme.
hinged: Menteşe veya menteşeleri olan; menteşeli; hollow: 1) boş ya da içersinde sadece hava bulunan
rezeli. bir hacime sahip olan; içi oyuk olan; içinde boşluk
hiss: Kaçan ya da firar eden buhar, hava vb. inin çı olan. 2) içi boş; oyuk; çukur. 3) boş, kıymetsiz.
kardığı ses; ıslık sesi; tıslama. hollow circle: Bir daireden aynı merkezli olmak koşu
histamine: Renksiz kristalli, hayvansal dokularda ve luyla, daha küçük çaplı bir daire çıkarılmasıyla geri
çavdar mahmuzunda bulunan bir amin; histamin, kalan şekil; oyuk daire: içi oyuk daire.
C 5 H 9 N 3 (NH 2 CH 2 CH 2 C3 H 3 N2 ); kan basıncını yük hollow pin: Atalet kuvvetlerini azaltmak amacıyla, yük
seltir ve midedeki HCI salgısını uyarır. sek devirli dizel motorlarında kullanılan içi boş pis
histidin: Bkz. histidine. ton pin veya perno.
histidine: Proteinlerin hidrolizi ile oluşan bir amino hollow rectangle: Büyük bir dikdörtgenden simetrik
asit; histidin, C 6 H 9 N 3 0 2 . olarak küçük bir dikdörtgenin çıkarılmasıyla geri ka
histone: Hidrolizle amino asitleri veren, hemoglobi lan şekil; oyuk dikdörtgen.
nin globini gibi basit proteinler grubunun herhangi hollow shaft: İçi boş mil ya da şaft.
biri; kanın pıhtılaşmasını önler. hollow sphere: Merkezleri aynı olma koşuluyla bir bü
history tile: Bilgisay. geçmiş kütüğü. yük küreden, küçük bir kürenin çıkarılması sonucu
hit: Silindirlerdeki yanıcı (hava-benzin) karışımını tu geri kalan şekil; oyuk (içi boş) küre.
tuşturmak: Benzin motorları için söylenir. hollow square: Simetrik olarak, büyük bir kareden
hl.: Bkz. hectoliter; hectoliters. küçük bir karenin çıkarılmasıyla geri kalan şekil;
hm.: Bkz. hectometer; hectometers. oyuk kare; içiboş kare.
Ho: Bkz. holmium. holmic: Üç değerli holmiyuma ait; üç değerli holmi
hoe: 1) bahçıvan çapası. 2) çapa ile kazmak, dikmek yum kapsayan.
veya zararlı otları ayıklamak. holmium: Nadir toprak grubundan metalik, kimyasal
hog: Sualtında gemi karinasını kazımak veya temizle bir element; holmiyum; Simg. Ho; at.ağ. 164,94;
mek için kullanılan fırçaya benzer bir alet; sakal fırça at.no. 67,
sı. 2) Den. merkezinde kamburlaşmaya neden ol holocaine: 1) kömür katranından üretilen kristalli or
mak (gemi, omurga vb. i). 3) sakal fırçası ile (gemi
homogeneity: Homojen olma durumu veya niteliği. hopcalite: Gaz maskeleri ve havalandırma sistemlerin
homogenous: 1) yapı, nitelik vb. inde aynı; benzer de, karbon monoksitîn oda sıcaklığında oksitlenme
veya aynı. 2) benzer ya da aynı elemanlar veya par sinde katalizör olarak kullanılan bakır ve manganez
çalardan oluşan; homojen; mütecanis. 3) Mate. a) oksitlerle bazı gümüş ve kobalt oksitlerinin karışımı.
aynı türe ait ve böylece ölçüleri kıyaslanabilen. b) hop count: Bilgisay, sekme sayısı.
tüm terimleri aynı boyutlara sahip olan. hopped up: Arg. aşırı doldurman; süperşarjlı: Otomo
homogeneous reactor: Homojen reaktör; uranyum bil motoru vb. i için söylenir.
(U-235) veren bir sıvının pompa ile reaktör ve kazan hopper: 1) bir şeyi beslemek için kullanılan ve içine
arasında dolaştırıldığı reaktör; bu reaktörde uran gevşek maddeler veya sıvı konulan bir kutu, tank
yum çok küçük tanecikler halindedir ve sıvı bizmut vb. i. 2) gemilerin yükleme ve boşaltmasında kullanı
tarafından taşınmaktadır. lan dibi açılabilir kova. 3) kazan ocaklarını kömürle
homogenize: 1) homojen veya mütecanis yapmak. besleyen otomatik bir cihaz. 4) Bilgisay. besleme gö
2) kısımlara ayırma veya partiküllerini karıştıma ile zü.
yapısı, karışımı, özelliği vb. ini her tarafında daha hopper car: Üstü açık ve alt tarafı açılır kapanır, yük
muntazam veya homojen yapmak. boşaltmak için kullanılan bir yük vagonu.
homogeny: Homojen olma niteliği. hor.: Bkz. 1) horizon. 2) horizontal.
homologous: Kimy. a) üyelerinden her birinin yapısı horal: Saat veya saatlere ait.
nın komşu üyeden CH 2 grubu kadar farklı olduğu bi horary: 1) saat veya saatlere ait. 2) saatleri göster
leşikler serisine ait veya onu belirten, b) bu ilişkinin mek veya belirtmek. 3) her saatte bir vukubulan. 4)
sürdüğü böyle bileşikleri belirten. bir saat süren.
homologous series: Bkz. homologous. horizon: 1) göğün dünya ile birleşmiş gibi göründü
homopolar: Elektriksel olarak simetrik. ğü hat; göz ile görülebilir veya görünür ufuk; ufuk.
homosphere: Dünya yüzeyinden yaklaşık 55 mil yu 2) Astr, a) rasıt veya gözlemcinin gözünden göksel
karıdaki bir atmosfer katmanı; homosfer. küreye dik açılarda ve çekim (cazibe veya gravite)
hone: Kesme aletlerini (araçlarını) keskinleştirme, yönünde uzanan bir düzlem, b) dünyanın merkezin
özellikle usturaların bilenmesi için kullanılan taş; in den geçen bu düzleme paralel düzlem; aynı zaman
ce biley taşı; bilemek (bıçak, ustura vb. i.). da göksel kürenin büyük dairesi: Astoronomik, gök
honed: Taşlanmış (veya rektifiye edilmiş), honlanmış sel veya gerçek ufuk adı verilir.
(layner veya silindir gömleği, krankpin, krank jurnal horizontal: 1) ufka ait; ufka yakın. 2) ufuk düzlemine
vb. i). paralel; yatay; horizontal; ufkî; karşıtı vertical (dü
honing cylinder: Mot. taşlayarak bir silindiri rektifiye şey, dikey). 3) başlıca yatay yönde yerleştirilen (işle
etme; silindire cam gibi düzgün bir yüzey kazandır yen) veya çalışan. 4) yassı veya düzlem; seviye ve
ma. ya düzey. 5) yatay olan herhangi bir şey. 6) yatay
hood: Oto. motoru örten metal kapak; motor kaputu. düzlem, hat vb. i.
hook: 1) bir şeyi tutmak, taşımak veya çekmek için horizontal axis: Yatay eksen.
kullanılan metal, tahta vb. inden yapılmış kıvrık veya horizontal engine: Yatay veya ufki makine veya mo
bükülmüş bir parça; özellikle: a) balık yakalamak tor.
için iğne. b) kanca; çengel, c) Den. Arg. çıpa (gemi horizontal force: a) Mot. yön ve şiddeti değişen ve
demiri). 2) ekin biçmek için kullanılan metal alet; makineyi, krankşaft ekseni dolayında eğmeye çalı
orak. 3) şekli kanca, çengel vb. ine benzeyen her şan momenti oluşturan kuvvet; biyeli etkiyen kuvve
hangi bir şey. 4) tuzak, kapan. 5) bir menteşenin tin bileşeni; yatay kuvvet; ufkî kuvvet, b) trank pis
pin taşıyan sabit parçası. 6) kopçalamak. 7) bir kan tonlu makinelerde gaz basınç kuvvetinin yatay bile
ca ile tutmak. 8) olta ile yakalamak. şeni olan ve silindir gömleğini etkiyerek onu ovalleş-
hook and eye: Erkek veya dişi kopça. tirmeye çalışan kuvvet; normal kuvvet; yan srastı.
hook bolt: Bir ucu kanca şeklinde diğer ucuna diş çe horizontally: Yatay bir biçimde veya yönde.
kilmiş cıvata; kanca cıvata. horizontal plane: Yatay düzlem.
hooked: 1) çengel veya olta gibi eğri. 2) çengelden horizantal pump: Yatay olarak donatılmış, çoğu za
veya kancadan yapılmış. man buhar makinesi ile çalıştırılan pistonlu pompa;
hooker: 1) Den, eski, yaşlı ve hantal bir gemi (gemici yatay pompa.
deyimi). 2) Irlandalı veya ingilizlerin tek direkli, yel horn: Oto. korna; klakson; Den. sis düdüğü.
kenli balıkçı gemisi. hornblende: Çoğu zaman demir ve manganezin, kal
Hook's law: "Zor, esneklik sınırı veya elâstik limite ka siyum ve magnezyumun siyah, siyahımsı yeşil veya
dar gerilme ile doğru oranıtlıdır"; Hook yasası veya koyu kahverenkli bir silikatı; granit veya diğer volka
kanunu. nik kayalarda bulunan yaygın bir mineral
hook spanner: Mak. kanca şeklinde, iki ağızlı özel horn silver: Doğal gümüş klorür, AgCI; cerargyrite;
bir anahtar; kanca anahtar. türlü renklerdeki bir mineral.
hookup: Radyo, telefon sistemi, radyo istasyonları şe horologe: Kronometre, duvar saati, cep saati, kumsa-
bekesindeki parçalar, devreler vb. inin bağlantı ve ati, güneş saati vb. i.
düzenlenmesi. horologer: Bkz, horologist.
hook: 1) varil, fıçı vb. inin tahtalarını tutmak için kulla horologic: Bkz. horology or horologes.
nılan dairesel çember veya bant. 2) çembere benze horological: Bkz. horologic.
yen herhangi bir şey; özellikle çocukların çevirdikleri horologist: Zaman ölçüm sanatında uzman kişi; saat
çember. 3) çemberlemek; çemberle donatmak; çem veya kronometre yapan veya satan; saatçi; saatçi us
berle bağlamak. tası.
horology 272 ho t p ressi n g machin
e
horology: Zamanı ölçme veya kronometre ya da saat
yapma sanatı veya ilmi. horseshoe:
pılarak koruma1) düz, U şeklinde,
amacıyla atlarındövme demirden
ayaklarına ya
çakılan
horse: Maden, bir damarın içindeki toprak veya kaya araç; nal. 2) şekli buna benzeyen herhangi bir şey.
kütlesi. 3) Den. pervane srast yataklarında, pervanenin tepki
horsecollar: Alev borulu kazanlarda kullanılan, şekli sini karşılamak ve gemi bünyesine aktarmak için
at boyunduruğuna (hamuta) benzeyen külhanın ce srast kolarları arasına konulan parçalardan herhangi
hennemlik tarafındaki flenci ya da flanşı; elips şeklin biri; srast papucu.
de yapılır, cehennemliğin boru aynasına bağlanır; horseshoe magnet: Daha çok manyetolarda kullanı
külhanın çıkarılması ve değiştirilmesine olanak sağ lan mıknatıs; atnalı mıknatıs.
lar. hose: 1a) akışkanları, özellikle yangın muslukların
horsepower: 1) bir at tarafından çekmede uygulanan dan su taşımak için kullanılan esnek bir boru; hor
kuvvet. 2) motorlar veya makinelerin gücünün ölçü tum, b) bir başlık veya nozul ile donatılmış böyle bir
mü veya belirtilmesi ya da hesaplanmasında kullanı boru. 2) bir hortuma su koymak. 3) hortumla ıslat
lan ve 33 000 ft-lbs/dakika, 75 kgm/saniye, 746 mak.
vat'a (metrik sistemde 736 vata) eşit olan bir güç biri hose band: Hortum kelepçesi.
mi; beygirgücü. hose coupling: iki hortumu birbirine bağlamak için
horsepower, brake: Deney yerinde mekanik, hidrolik kullanılan metal kısımlar; hortum kaplini.
veya elektriksel bir fren yardımıyla bir motor ya da hose, fire: Bkz. fire hose.
buhar makinesinden veya bir buhar türbininden sap hose nozzle: Hortum başlığı; hortum nozulu veya lü
tanan beygirgücü; frenbeygirgücü. lesi.
horsepower constant: Silindir çapı m türünden kulla host system: Bligisay. iletişim ana sistemi.
nıldığı zaman, beygirgücü eşitliğinin Vd/0,45.z veya hot: 1a) sıcaklığı, insan vücudu sıcaklığından daha
silindir çapı cm türünden alındığında F. L/4500, z yüksek olan. b) nispeten veya anormal yüksek sıcak
eşitliği; beygirgücü değişmezi; beygirgücünü hesap lıkla belirtilen; çok sıcak; kızgın; karşıtı cold (so
layabilmek için bu sabite ortalama basınç ve devir ğuk). 2a) elektriksel olarak, özellikle yüksek gerilimli
sayısı ile çarpılır. bir akım ile yüklenmiş, şarj edilmiş veya doldurul
horsepower, continuous: Sürekli beygirgücü; bir mo muş, b) radyoaktif. 3) sıcak. 4) şiddetli radyoaktif.
torun sürekli olarak ve bir arıza oluşmaksızın oluştu- hot-air heating: Havanın bir ısıtıcıda ısıtılan, bir soğu
rabildiği güç. tucuda soğutulan, bazan termotank adı verilen bir
horsepower, effective: Bkz. brake horsepower; bir eşanjörde hem ısıtılıp, hem de soğutulduğu ısıtma
makinede krankşafta iletilen güç. sistemi; sıcak hava ile ısıtma.
horsepower, economic: Bir motor ya da makinenin hot atom: Nük. Ener. nötron tutulması, beta bozunma-
en az yakıt harcamı ile ürettiği maksimum beygirgü sı vb. i gibi bir nükleer olay sonucunda yüksek kine
cü; ekonomik güç veya ekonomik beygirgücü. tik enerji veya iç enerjiye sahip olan atom; sıcak
horsepower, frictional: Sürtünme beygirgücü; Bkz. atom.
frictional horsepower. hot atom chemistry: Nükleer olaylar sonucu yüksek
horsepower-hour: Beygirgücü-saat: a) metrik sistem kinetik enerjiye sahip olan atomların kimyasal reaksi
de 0,7355 kilovat saate eşit olan bir enerji birimi, b) yonları ve özellikleri; sıcak atom kimyası.
emperyal sistemde 0,746 kW-saate eşit olan bir ener hot-bail engine: 1) silindir kapağı küre şeklinde olan
ji birimi. fitilli dizel motoru; kızdırma küreli makine. 2) kızma
horsepower, indicated: Mot. silindirler içinde üreti kafalı makine.
len beygirgücü; endike beygir gücü; endikatif güç. hot bending: Sıcak bükme veya eğme.
horsepower, liter: Litre gücü; makine gücünün, tüm hot bending test: Sıcak bükme veya eğme deneyi.
silindirlerin strok hacimleri toplamına oranı; hp/litre. hotbox: Bir aks veya şaftın (milin) aşırı ısınmış yatağı.
horsepower, maximum: Maksimum beygirgücü; hot bulb: Kızma kafa; bir pürmüz lâmbası ile ısıtala-
Bkz. maximum horsepower. rak akkor haline getirilen kafa.
horsepower, maximum continuous: Sürekli maksi hot bulb engine: Esk, silindir kapağı üzerine yerleşti
mum güç; bir motorun arıza oluşturmaksızın, su, rilmiş hücrenin ısıtılmasıyla çalıştırılan tek silindirli,
yağlama yağı, egzoz sıcaklıklarında bir değişme ol iki zamanlı bir motor; kızma kafalı makine.
maksızın sürekli olarak üretebildiği maksimum güç. hot cable: Elektrik akımı taşıyan kablo; aktif kablo;
horsepower, mechanical: Bkz. Frictional horsepo canlı kablo; sıcak kablo.
wer, mechanical horsepower. hot cathode: Sıcak ya da kızgın katot; bir deşarj tü
horsepower, nominal: Nominal beygirgücü; Bkz. no pünde katot olarak kullanılan sıcak filaman; filaman
minal horsepower. ince telden yapılır ve alçak gerilimli bir batarya tara
horsepower, peak: Bkz. maximum horsepower; fından ısıtılır.
maksimum güç veya zirve gücü ya da beygirgücü. hot key: Bilgisay. geçiş tuşu.
horsepower, propeller: Pervane beygirgücü; Gem. hotness: Sıcak olma durumu veya niteliği; sıcaklık.
Mak. makine tarafından pervaneye iletilen güç; itme hot plate: Yemek pişirmek için kullanılan küçük bir
gücü; yürütme gücü; tahrik gücü. gaz veya elektrik ocağı ya da sobası.
horsepower, shaft: Bkz. brake horsepower. hot-press: Isı ve basınçla (kâğıt ve kumaşta) parlak
horsepower, specific: Mot. makinenin ürettiği gü lık sağlamak; bunu yapan makine.
cün, makinenin tüm silindirlerinin strok hacmine ora hot pressing: Sıcak presleme.
3 3
nı; strok hacmi m türündendir; hp/m kısaltma biri hot pressing machine: Tavlanmış metalleri sıkşıtır-
mi ile belirtilir. mak için kullanılan makine; kızgın pres makinesi.
hot rod 273 hull machinery
saat; sürekli olarak; mütemadiyen.
hot rod: Arg. yüksek hızlar için motoru aşırı hourmeter: Çalışma saatlerini saptayan bir sayaç; sa
doldurma- lı yapılan bir otomobil. at sayacı.
hot shortness: Isıtıldığı zaman bir metalin gevrekliği house: 1) Den. güverte üstü yapısı; kasara. 2) ticarî
veya kolayca kırılabilirliği. firma; ticarî kuruluş. 3) üniversitedeki bir kolej. 4)
hot spark plug: Bern. Mot. yanma odasına yakın ve ev; mesken; hane.
işletme sıcaklığında olan buji; sıcak buji; karşıtı so houseboat: 1) çoğu zaman çekilerek götürülen ve ev
ğuk buji; Bkz. cold spark plug. olarak kullanılan, üst yapısı eve benzeyen büyük, al
hot spot: Özellikle benzin motorlarında, hava-benzin tı düz bir bot. 2) içinde yaşam yerleri olan motorlu
karışımının zamanından önce ateşlenerek motorun yat.
kaba ve vuruntulu bir şekilde çalışmasına neden housekeeping: Bilgisay. program ön işlemleri.
olan nokta; kızgın nokta. housing: 1) Meka. bazı parçaları yerinde tutmak için
hot-tube engine: Esk. pürmüz (primus) lâmbası ile kullanılan çerçeve, freym, kutu vb. 2) Den. güvertele
ısıtılarak kapaktan silindire sokulan bir kızgın boru rin altındaki direk parçası.
ile yakıtın tutuşturulduğu kızma kafalı makine. hovercraft: Su yüzeyi ile gövdesi arasında oluşturu
hotwater: Sıcak su; özellikle gemi, apartman vb. lerin- lan hava yastığı üzerinde yüksek hızla hareket edebi
de faydalanılan sıcak su. len, kumsallara çıkabilen yolcu teknesi; hoverkraft;
hotwell: Açık besi (fid) suyu devrelerinde hava pom air cushion vessel = hava yastıklı tekne şeklinde
pasının (erpampın) kondenserden emdiği suların ve de kullanılır.
rildiği ve özellikle yağlarından arındırıldığı tank; hot- Howden-Johnson boiler: Yapısı skoç kazanlarına
vel; feed and filter tank şeklinde de kullanılır. benzeyen, fakat ateş tuğlalarından örülmüş ayrı bir
notwell pump: Bkz. feed pump. cehennemlik ve alev boruları ile birlikte su boruları
hot-wire ammeter: Üzerinden elektrik akımı geçerken na sahip olan bir kazan; su ve alev borulu kazan;
Dır iletkenin direncinin değişimleri veya genişleme Havdın-Jonson kazanı.
sindeki akımı ölçen bir cihaz; sıcak telli ampermetre Howitzer: Ask. mermi yolu nispeten yüksek, namlu çı
hot-wire anemometer: Elektriksel olarak ısıtılmış bir kış hızı düşük, kısa bir top; obüs; Hovitzer.
teldeki soğuma etkisi ile rüzgâr hızını ölçen bir ci hoy: 1) büyük bir mavna veya bare. 2) Esk. artık kulla
haz; sıcak telli anemometre. nılmayan, şalopaya benzer, subye armalı küçük bir
hot-wire instrument: Kızgın telli cihaz; elektrikle ısıtıl tekne.
dığı zaman bir telin genişlemesi ilkesine göre çalı H.P..HP, (h.p., hp): Bkz. 1) high pressure. 2) horse
şan bir cihaz; genişleme, amper veya volt olarak bö- power.
iüntülenmiş veya kalibre edilmiş bir kadran üzerine H.P. cylinder: Pistonlu buhar makineleri ve pistonlu
mekanik olarak kayıt edilir. kompresörlerin en küçük çaplı silindiri; yüksek ba
hot-wire voltmeter: Kızgın telli ampermetre ile aynı il sınç silindiri.
kede çalışan voltmetre; sıcak telli voltmetre. H.P. turbine: Buhar türbinli güç tesisinde yüksek ba
hot work: Yanıcı gazların tutuşmasına neden olabile sınçlı buharın ilk girdiği ve genişletilerek iş gördüğü
cek alev veya sıcaklıkla yapılacak iş; sıcak iş; buna makine; yüksek basınç türbini.
kaynak, lehim veya yakma makineleri ve aletleri, fır.: Bkz. hour; hours,
pürmüz lâmbaları, güç ile çalışan aletier, patlama ile ht.: Bkz. 1) heat. 2) height; heights,
ten seyyar elektrik cihazları, içten yanmalı makineler hub: Bir tekerin merkez kısmı veya parçası; göbek;
vb. i dahildir. jantın bağlı-olduğu kısım.
hour: 1) günün 24 eşit parçasından herhangi biri hue: Renk fonu.
olan zaman birimi; saat; altmış dakika, b) böyie bir hulk: 1a) Orj. Ola. herhagni bir gemi. b) büyük, bat
bölümün başlangıç ve sonunu belirten on iki nokta tal bir gemi. 2) özellikle eski ve sökülmüş veya öze!
dan biri. 2) zaman noktası veya süreci; özellikle: a) olarak yapılmış, sefer yapmamış, önceleri hapisha
sabit bir nokta veya belirli bir girişim için zaman peri ne olarak kullanılmış bir gemi.
yodu, b) belirsiz bir zaman süreci, c) bir ders saati hub dynamometer: Pervane göbeğine yapılmış, ma
süresi. 3) saat tarafından saatler, dakikalar ve sani kinenin srastı ve torkunu ölçmek için bir cihaz; gö
yelerle belirtilen zaman parçası; zaman; vakit. 4) bek dinamometresi.
Astr. yıldızlara göre düzenlenmiş saat; göksel ekva hulking: iri ve battal; büyük ve hantal.
tor boyunca ölçülen, 15°'ye eşit olan dik çıkımın açı hulky: Bkz. hulking.
sal birimi. hull: 1) direk, seren, yelken ve armaları dışında bir
hour circle: Astr. ekvatora dik açılarda göksel kutup geminin gövdesi (teknesi) veya gövdesi. 2) denizde
lardan geçen on iki büyük düşsel daireden herhangi yüzdüğü zaman bir deniz uçağı veya anfibiyanın
biri. ana gövdesi veya bedeni. 3) bir gemi teknesinin içi
hourglass: Kum, cıva, su vb. ini küçük bir delikten ne mermi, torpido vb. ini koymak.
akıtarak ölçen, camdan yapılmış bir alet; kum saati; hull cooler: Bkz. keel system,
kabın içindekilerin bir taraftan diğer tarafa akması hull efficiency: Gemi teknesinin şekli, pervanenin tek
için geçen zaman bir saattir. neye göre yeri, pervane dizaynı, pervane ve tekne
hourhand: Bir duvar veya cep saatinin, saatleri göste nin birbirlerine uyumundan etkilenen bir verim; tek
ren küçük ibresi; akrep. ne verimi.
hourly: 1) her bir saatte yapılan veya vukubulan; bir hull machinery: Bir geminin pervane çeviren ana ma
saatlik aralarla. 2) bir saatlik sürede yapılan veya kinesi, ana makine yardımcıları, güverte yardımcıları
meydana gelen. 3) çok sık yapılan veya meydana ve hizmet makinelerinin tümünü kaplayan makine;
gelen; sık sık oluşan. 4) herhangi bir saatte; saat be
Teknik Sözlük - F. 18
hull membe r s 274 h y d ra uli c couplin
g
gemi makinesi.
hull members: Den. bir gemide en büyük gerilmele hyacinthine: Zirkon, yapılan.
zeyen; bu taşlardan zümrüt vb. ine ait veya ona ben
rin oluştuğu yerlerde dayanıklık arttırıcı, güverte gir- hybrid: Karma; melez.
derleri, kirişler, yan ve taban kaplamaları, omurga, hybrid propulsion plant: iki veya daha fazla farklı tür
enine freymler, alt karina kaplaması, iç kaplama vb. den makinelerle donatılmış tahrik ya da yürütme sis
i kısımlar; tekne üyeleri, azaları veya kısımları. temi, örneğin dizel motoru ve gaz türbinlerinden ve
hull survey: Tekne sürveyi. ya dizel motorları ile buhar türbinlerinden oluşan te
humid: Nemli; rutubetli; özellikle su buharı kapsayan. sis; birleşik tahrik tesisi; birleşik yürütme tesisi.
humidiflcation: Hava veya diğer gazların su içerikleri hyalite: Opalin renksiz, bazan saydam, bazan beya
nin çoğalması. zımsı ve yarı saydam bir türü.
humidifier: Nemlendiren herhangi bir şey, cihaz ya hyalo-: Cam, cama benzer, saydam anlamlarında bir
da makine; havanın nemini koruyan bir cihaz. önek.
humidigraph: Bağıl nemi kayıt eden bir cihaz; humi- hyalogen: Hayvansal dokularda bulunan, çözünmez,
digraf. hidroliz edildiğinde hiyalinler üreten türlü maddeler
humidify: Nemli yapmak; nemlendirmek; rutubetlen den herhangi biri; hiyalojen.
dirmek. hyaloid: Anat. cama benzer veya saydam; Bkz. hyali
humidity: 1) nem; rutubet. 2) havadaki nem miktarı ne.
veya derecesi. hyd.: Bkz. 1) hydraulic. 2) hydrostatics.
3,
humidity, absolute: Havanın her bir cm ünde gram hydnocarpate: Hidnokarpik asitin bir tuzu veya este
olarak su buharı içeriği; mutlak nem; salt rutubet. ri; hidnokarpat.
humidity control: İnsanların çalıştığı binalarda nem hydnocarpic: Hindistan ve Malezya'da yetişen bir
durumunun belirli sınırlar içinde kontrol edilmesi; ağacın yağında bulunan ve cüzzam tedavisinde kul
nem kontrolü veya denetimi; bu işlem yerel durumla lanılan hidnokarpik asite (C 15 H 27 COOH) ait veya
ra göre hava dolaşım sistemine su püskürtülerek ve onu belirten.
buhar verilerek nem eklenir veya hava, soğutucu hydr-: Bkz. hydro-.
nun soğutma cihazından geçirilerek nem giderilir. hydracid: Oksijen kapsamayan HCI, H2S, HCN vb. i
humidity gauge: Bkz. hygrometers, hygroscope. gibi bir asit; hidrasit.
humidity, relative: Verilen bir sıcaklıkta atmosferdeki hydrant: Ana su devresinden su almaya yarayan bü
su buharının gerçek basıncının, aynı sıcaklıktaki yük, valflı bir deşarj (boşalma) borusu; yangın mus
maksimum veya doymuş nem basıncına oranı; bağıl luğu veya valfı.
nem; nısbî nem; rölâtif nem. hydrargyric: Cıvaya ait; cıva kapsayan; cıvalı.
humidor: 1) içersinde nemli bir sünger bulunan bir hydrargyrism: Cıva; Simg. Hg.
tüp ile bu tüpün kavanozu veya kabındaki havanın hydrargyrum: Cıva; Simg. Hg.
neminin korunmasını sağlayan bir cihaz. 2) böyle hydrastin: Bkz. hydrastine.
bir cihaz ile donatılmış bir kap vb. i. hydrastine: Kristalli bir alkaloit; hidrastin,
hund.: Bkz. hundred; hundreds. C 2 1 H 2 1 O 6 N; hazımsızlık ve pekliğin tedavisinde
hundred: On kere on; yüz; 100; Romen sayısı yüz: C. kul lanılır.
hundredfold: 1) yüz parçaya sahip olan. 2) yüz mis hydrate: 1) su ile diğer maddelerin kimyasal bileşim
li; yüz katı. 3) yüz misli olan sayı ya da miktar. lerinden oluşan bir bileşik; hidrat: Alçı, 2CaS0 4 .H 2 0
hundredth: 1) bir dizide (seride) doksan dokuzuncu bir hidrattır. 2) hidrata dönüşmek veya hidrata dö
dan sonra gelen; yüzüncü. 2) bir şeyin yüz eşit kıs nüşmeye neden olmak.
mından herhangi birini belirten. 3) bir şeyin yüz eşit hydrated: Su ile kimyasal birleşmeden oluşan.
parçasından herhangi biri; 1/100. hydrated ion: Düzenli bağlar ile bir ya da daha fazla
hundredweight: ABD'de 100 libre (45,2 kg), ingilte su + molekülleriyle birleşen
+
bir iyon; örneğin,
re'de 112 Ibs'ye (50,7 kg) eşit olan bir ağırlık birimi; H (H 0) veya H 0
.
2 3
CWT kısaltması ile belirtilir. hydrated lime: Sönmüş kireç, Ca(OH) 2.
hunting: 1) Elekt. bir senkron motorda akıma bağlı hydration: Hidrat oluşturmak için su ile kimyasal bir
olarak hızın periyodik olarak azalıp çoğalması. 2) leşme.
Mot. yük değişmese bile makinenin gerekli hızının hydraulic: 1) hidrolik bilimine ait. 2) bir sıvının kuvve
sürekli olarak dalgalanması veya azalıp çoğalması, ti ve hareketi ile çalıştırılan; hidrolik; haydrolik: Hidro
şeklinde belirtilen regülatör özelliği. lik fren veya pres gibi. 3) su altında kurma ve sertleş
hunting case: Menteşen, madenî saat kapağı. tirme: Hidrolik sıva gibi.
hunting knife: Büyük, keskin bir bıçak; av bıçağı. hydraulic adjuster: Bkz. hydraulic lifter.
hurricane: 1) saatte 73 mil (117,5 km) veya daha faz hydraulic brake: Yeni yapılan motorların deney
la hızla esen, tropik, özellikle Batı Hint Adaları köken yerin de Bkz. test stand fren beygirgücünü
li şiddetli bir siklon fırtınası; kasırga; hariken; bora. saptamak için kullanılan bir fren türü; hidrolik fren;
2) şiddeti veya kuvveti ve hızı bakımından kasırgaya hydraulic dyna mometer biçiminde de kullanılır.
benzeyen herhangi bir şey. hydraulic bronze: Ucuz ve kolay işlenebilir ve % 85
hurricane deck: iç sularda düzenli seferler yapan bakır, % 5 kalay, % 5 çinko ve % 5 kurşundan olu
yol cu gemilerinin en üst güvertesi. şan bir bronz türü; hidrolik bronzu.
H.V. (h.v.): Bkz. 1) high voltage. 2) heating value. hydraulic clutch: Bkz. hydraulic coupling.
hyacinth: Kıymetli bir taş; özellikle a) eskileri arasın hydraulic coupling: Yüksek devirli dizel motorların
da olasılıkla safir, b) zirkon, zümrüt veya topazın kır da, makine şaftı ile pinyon şaft arasında bulunan ve
mızımsı turuncu türlerinden herhangi biri. makine titreşimlerinin pinyon dişliye aktarılmasını ön-
h y d ra uli c cran e 275 h y d roc hlo ri c
hydrochloric acid: Sıv. Yük. hidroklorik asit; tuz asiti; hydrogenation of oils: Hidrojen etkisiyle sıvı hayvan
hidrojen klorür çözeltisi; müriatik asit; tuz ruhu; tehli sal ve bitkisel yağları sertleştirme.
keli, keskin asit kokulu, renksiz veya soluk san renk hydrogen bomb: Nükleer fizyon ilkesine göre çalı
li, inorganik asitler ailesinden dumanlı bir sıvı; Simg, şan, yüksek tahrip gücü olan atom bombası; hidro
HCI; öz.ağ. 1,14-1,18; asitin % 36'sı 60°C'de donar; jen bombası; nükleer tepkime sırasında, bombanın
suda tümü ile çözünür; 25°C'de viskozitesi 2,12 cP nükleer fizyon ünitesindeki ağır hidrojen izotoplan-
(% 36), 1,71 cP (% 28); gemilerde çevre sıcaklığı ve nın atomları helyuma dönüşür ve çok yüksek sıcak
atmosfer basıncında taşınır. lık ve basınç üretilir.
hydrochloride: Hidroklorik asit ya da tuz asitinin ve hydrogen bond: Yüksek elektronegativitedeki iki
organik bir bazın bileşiği; hidroklorür. atom arasında hidrojen atomu tarafından oluşturu
hydrocyanic: Hidrojen ile siyanür iyonunun birleşme lan bir bağ türü; hidrojen bağı.
sinden oluşan, şeftali çiçeği veya acı badem gibi ko hydrogen bridge: Bkz. hydrogen bond,
kan, zayıf, çok zehirli bir asite (HCN) ait veya bu asi hydrogen bromide: Renksiz bir gaz ya da sarımsı bir
li belirten; hidrosiyanik. sıvı; hidrojen bromür, HBr; kuvvetli bir asit.
hydrocyanic acid: Bkz. hydrocyanic. hydrogen chloride: Suda çözünerek tuz asilini (HCI)
rıydrodynamic: 1) hidrolik bilimine ilişkin; hareketli veren renksiz bir gaz; hidrojen klorür.
su vb. ine ait, onun tarafından çalıştırılan veya türeti hydrogen cyanide: Çok zehirli ve (gemi vb. i) yerler
len; hidrodinamik. de zararlıları öldürmek için kullanılan bir gaz; hidro
hydrodynamic governor: Bkz. hydraulic governor. jen siyanür, HCN.
rıydrodynamic head: Bir pompalama devresinde yük hydrogen electrode: Çok ince platin tozu ile kaplı ve
seklikleri gelen hed (z). basınç hedi ve hız hedinin yarıya kadar suya sokulan platin bir elektrot; pH'ı
toplamına eşit olan hed (m); hidrodinamik hed. ölçmek için kullanılır.
hydrodynamics: Su ve diğer sıvıların hareket ve etki hydrogen ion: Pozitif şarjlı hidrojen atomu; bir pro
lerini inceleyen bilim; hidrodinamik bilimi; sıvıların di ton; hidrojen iyonu; Simg.H+.
namiği. hydrogen-ion concentration: Bir çözeltinin asit duru
hydroelectric: Su gücü ile elektrik üretme veya elek munun ölçümünde kullanılan bir kavram; hidrojen
trik üretimine ait; hidroelektrik. iyon konsantrasyonu; Bkz. pH.
hydroelectricify: Su gücü veya su ya da buhar sür hydrogenize: Bkz. to hydrogenate.
tünmesi ile üretilen elektrik. hydrogenous: Hidrojene ait veya hidrojen kapsayan;
hydrofluoric: Konsantre (derişik) sülfürik asiîin katı hidrojenli.
florörleri tepkimesiyle üretilen asite (H 6 F 6 , H4 F 4 , hydrogen peroxide: Sıv. Yük. hidrojen peroksit; kuv
H2 F2 veya HF) ait veya bu asiti belirten; renksiz, du vetli oksitleyici, kokusuz, buharları tahriş edici, renk
manlı ve paslarıdırıcı bir sıvı; 19°C'de kaynar, silikat siz, higroskopik olmayan bir sıvı olup insan sağlığı
ları etkilediğinden camların oyulmasında kullanılır; için tehlikelidir; 20°C'de öz.ağ. 1,195 (% 50 konsan
hidroflorik. tre); % 100 konsantre için k.rı. 150° C, % 35 konsan
hydrofluoric acid: Sıv. Yük. hidroflorik asit; sulu hid tre için 108°C; d.n. % 50 konsantre için -51°C; suda
rojen florür; floridrik asit; keskin ve tahriş edici koku tümü ile çözünür; 20°C'de viskozitesi 1,0-1,3 cP; ge
lu, saydam, renksiz, inorganik asitler ailesinden, hig milerde çevre sıcaklığı ve atmosfer basıncında taşı
roskopik bir asit; Simg. HF; insan sağlığı için zararlı; nır.
öz.ağ. 1,12-1,26; 79°C'de % 70'i kaynar, 42°C'de % hydrogen sulfide: Çürük yumurta kokulu, yanıcı, ze
60'ı donar; suda tümü ile çözünür; gemilerde çevre hirli bir gaz; hidrojen sülfür; H2S; kükürtlü hidrojen;
sıcaklığı ve atmosfer basıncında taşınır. hidrojen sülfür.
hydrofoil: Sefer sırasında gövdesi sudan dışarı çıkan hydrogen zeolite: Suların ıslahında kullanılan yapay
ve ayakları üzerinde kayarak hareket eden tekne; bir reçine, H2Z; hidrojen zeolit.
haydrofoil; ayaklı tekne. hydrogen zeolite softener: Hidrojen zeoiit yumuşatı
hydrogen: Yanıcı, renksiz, kokusuz, gaz halinde ve cı; hidrojen zeolit, kalsiyum, magnezyum ve sod
tüm elementler içinde en hafif olan kimyasal bir ele yum sülfatlar ile temas etliğinde kaisiyum zeoiit
ment; hidrojen; Simg. H; at.ağ. 1,0080; at.no.1; 1 ve (CaZ), magnezyum zeoiit (MgZ) ve sodyum zeoiit
2 atom ağırlığında iki doğal izotopu vardır: Birincisi (NaZ) üretir; suda bulunan kalsiyum, magnezyum
hafif ve ikincisi ağır hidrojen veya döteryumdur. ve sodyum klorürlerle CaZ, MgZ, Na2Z ve HCl olu
hydrogenate: Hidrojenle birleştirmek, muamele et şur; sülfürik asit ile muamele edildiğinde H2Z, Ca-
mek veya hidrojen etkisinde bırakmak. S0 4 , MeSO4, Na 2 S0 4 meydana gelir.
hydrogen atom: Hidrojen atomu; bir çekirdek ve yö hydrography: 1) özellikle navigasyon bakımından ve
rüngesinde dönen elektrondan oluşan normal atom; ticarî kullanımlar için okyanus, deniz, göl ve nehirle
hidrojenin diğer iki izotopu; a) döteryum Bkz. deute rin haritalarını çıkaran, tanımlayan bilim; hidrografi.
rium ve b) trityum'dur Bkz. tritium. 2) bir haritanın yüzey sularını belirten parçası.
hydrogen attack: Bazı korrozyon türleri nedeniyle hydrokineter: Alev borulu kazanlarda külhanlar arası
manyetit'e Bkz. magnetite katman kırılması sonucu, na yerleştirilen, içice iki nozul ile bunlara buhar ve
yüksek sıcaklıktaki hidrojen atomlarının çeliğin mole- ren bir stop valftan oluşan bir cihaz; haydrokineter;
küler yapısına girmesi ve karbon atomları ile birleşe dolaşım hızlandırıcı; dolaşımı hızlandırarak kazanın
rek metan gazı oluşturması; hidrojen atağı veya hü buhar tutma süresini kısaltır.
cumu. hydrokinetic: Akışkanların hareketleri veya bu hare
hydrogenation: Hidrojenle birleştirme işlemi; hidro ketlerin oluşturduğu veya etkilediği kuvvetlere ait;
jenleştirme. hidrokinetik; haydrokinetik.
hydrokinetic s 277 hyetorap h
3
hysteresis cycle: Bkz. hysteresis loop. hysteretic constant: Bir çevrimde erg/cm türünden
hysteresis energy: Histerezisi karşılamak için işlet histerezis kaybı.
menin her çevriminde kullanılan enerji; histerezis hysteretic loss: Çalıştırılan elektrikli cihazlarda, man
enerjisi. yetik histerezisin neden olduğu güç kaybı; histerezis
hysteresis graph: Herhangi numune maddenin oto kaybı; ısı şeklinde belirir.
matik olarak histerezis ilmeklerini çizen bir cihaz. hysteresis, magnetic: Manyetik alan şiddetinin, mık
hysteresis loop: Histerezis eğrisinin kapalı şekli; his natıslanma kuvvetinin geride kaması; manyetik histe
terezis ilmeği. rezis.
hysteresis loss: Tekrarlanan mıknatıslanma ve mık hysteresis tester: Manyetik histeresizi doğrudan öl
natıslanmanın kalkışı nedeniyle, mıknatıslanabilen çen bir cihaz; Ewing deney cihazı.
metallerdeki güç kaybı; histerizis kaybı; ısı şeklinde hysteretic: Histerezise ait; histerezisle belirtilen veya
belirir. histerezisin neden olduğu.
hysteresis, magnetic: Manyetik alan şiddetinin mık 3
hysteretic constant: Bir çevrimde erg/cm türünden
natıslama kuvvetinin gerisinde kalması; manyetik his histerezis kaybı.
terizis. hysteretic loss: Çalıştırılan elektrikli cihazlarda, man
hysteresis tester: Manyetik histerezisi doğrudan öl yetik histerezisin neden olduğu güç kaybı; histerezis
çen bir cihaz; Ewing deney cihazı. kaybı.
hysteretic: Histerezise ait; histerezisle belirtilen veya
histerezisin neden olduğu.
i: 1) Romen sayılarında bir (1). 2) Astr. bir yörünge
resi.
nin tutulma dairesine meyli. 3) Kimy, iyotun simgesi.
iced: 1) üzerinde, içinde veya çevresinde buza sahip
4) F/z. a) akım şiddeti simgesi, b) atalet momenti
olan; buz ile soğutulan; buzlu. 2) buzla kaplı; don
simgesi.
muş.
IAA: Bkz. indole-3-acetic acid.
ice-free: 1) buzsuz; donmayan. 2) daima buzsuz; as
IAN: Bkz. indole-3-acetonitrile.
la donmayan: Suyu donmayan liman gibi.
l-bar: Enine kesiti I şeklinde olan çelik profil; putrel;
icehouse: 1) buz yığılan veya depolanan bina. 2)
kiriş.
su ni buzun yapıldığı bina; buzhane.
I.C.:Bkz. interior communication.
iceland spar: Özellikle İzlanda'da bulunan saydam,
İ CBM: intercontinental ballistic missile: Kıtalar
renksiz kalsit; çift kırılmalı prizma yapımında kullanı
ara sı balistik füze; minimum mesafesi 8045 km
lır.
(5000 mil)'dir.
ice machine: Buz yapımında kullanılan, çoğu zaman
ice: 1) suyun 0°C veya 32°F'ye kadar soğutulmasıyla
amonyakla çalışan bir makine; buz makinesi; buz
oluşan cama benzer, kırılgan su şekli; buz; donmuş
kompresörü.
su. 2) bunun bir parçası, katmanı ya da tabakası. 3)
ice machinery: Den. buz yapımında kullanılan maki
görünüm, yapı vb. i bakımından donmuş suya ben
ne; buzluk kompresörü; buz kompresörü.
zeyen herhangi bir şey. 4) Arg. elmas ya da elmas
ice machinery room: Buz makinesi veya buzluk
lar. 5) buza dönüşmek; donmak. 6) buz ile kapla
kompresörü dairesi.
mak; buz uygulamak. 7) içine veya çevresine buz
ice manufacture: Buz yapımı; buz imalâtı.
koyarak soğutmak.
ice pick: Buzun kırılması için kullanılan sivri uçlu me
ice bag: Buz kütlesi.
tal alet; buz kıracağı.
iceberg: Bir buzuldan kopan ve denizlerde yüzen bü
ice plant: Kalıp biçiminde buz yapan bir tesis ya da
yük buz kütlesi; aysberg; buzdağı.
kuruluş; buz fabrikası; buz imalâthanesi; buzhane.
iceboat: 1) buz üzerinde yelkenle hareket eden hafif
ice point: Saf katı su (buz) ile saf sıvı suyun 101 325
bir tekne; buz botu. 2) hafif, tekneye benzer iskelet- 2
N/m 'de (760 mm Hg'de) dengede olduğu sıcaklık
!i, çoğu zaman üçgen şeklinde, paten bıçağına ben
skalasında sabit bir nokta; buz noktası.
zeyen ve yelkenle hareket ettirilen tekne.
ice water: 1) erimiş buz. 2) buz ile soğutulan su; buz
ice bomb: Dondurulduğu zaman su tarafından uygu
lu su.
lanan son derece büyük kuvveti kanıtlamak için kul
ichnography: 1) bir binanın ölçekli çizilmiş temel plâ
lanılan bir cihaz; buz bombası.
nı; zemin plânı. 2) böyle plânları çizme sanatı.
icebound: 1) buzla çevrilmiş bir tekne veya gemi;
iconoscope: Televizyon vericisinde, ışığa duyarlı lev
buzda mahsur kalmış gemi. 2) buz tarafından yakla-
ha ile kuşatılmış bir vakum tüpünden oluşan ve op
şılamaz yapılmış veya bloke edilmiş (bir sahil gibi).
tik görüntüleri elektrik impulslarına çeviren bir elek
icebox: Özellikle içinde yiyecek, içecek vb. ini soğut
tron tüpü (ticarî bir marka).
mak için buz kullanılan dolap; buzdolabı.
icosohedral: Tek. Res. yirmi düzlem yüzü olan katı
icebreaker: 1) buzu kırarak bir kanal açan dayanıklı
şekil; yirmi yüzlü.
bir gemi; buzkıran. 2) rıhtım vb. ini yüzen buzlardan
icosi-: Yirmi anlamında bir önek.
korumak için siil şeklinde bir yapı.
icositetrahedron: Yirmi dört düzlem yüzeyi olan katı
ice calorimeter: Eriyen buz miktarı ile numunenin öz
veya solid şekil; yirmi dört yüzlü.
gül ısısının ölçüldüğü bir kalorimetre; buz kalorimet
icy: 1) çok buz olan; tümü ile buzla kaplı; buzla kap-
IDC 281 Ignition delay
tın enjektörden silindirlere püskürtüldüğü an ile tu mada kullanılan gazlardan herhangi biri; aydınlatma
tuşması arasındaki zaman aralığı; standart değeri gazı; kızgın kok veya kömür üzerine buhar (stim) üf
krank açısı türünden 13°'dir. 2) Benz. Mot. buji elek lenerek elde edilir.
trotları arasında kıvılcım oluşması ile tutuşmanın baş illumination: 1) aydınlatma; özellikle: a) tenvirat; ışık
laması arasındaki zaman aralığı; krank açısı türün landırma; ışık sağlama, b) ışıklarla donatma. 2) ışık;
den 5°-20° dolayındadır. birim alana düşen ışık şiddeti. 3) bir şehir vb. ini süs
ignition delay period: Tutuşma gecikmesi periyotu lemek için kullanılan ışıklar.
veya süreci; içten yanmalı makinelerde yaklaşık illumination, direct: 1) ışığın en az % 90'ının aşağıya
5°-20° dolaylarındadır. doğru yöneltildiği aydınlatma; doğrudan veya dolay
ignition improver: Yanma veya tutuşma geliştirici; sız aydınlatma. 2) bir aynadan yansıtılmaksızın bir
Bkz. ignition accelerator. mikroskopun basamağına yukarıdan düşürülen ışık;
ignition jump: Diz. Mot. Tutuşma sıçraması; tutuşma doğrudan aydınlatma.
gecikmesini izleyen süreçte alevin yayılması. illumination, indirect: Işığın en az % 90'ının yukarıya
ignition key: Oto. marş ve ateşleme devrelerine çalış doğru verildiği aydınlatma; dolaylı aydınlatma.
tırmak için kullanılan ve akü ile devre arasında bulu illumination meter: Işık şiddetlerini ölçmek için kulla
nan anahtar; kontak anahtarı. nılan bir fotometre; aydınlatma ölçeri.
ignition lag: Bkz. ignition delay. illumination, photometer: Bkz. illumination meter.
ignition lag period: Bkz. ignition delay period. illuminative: Aydınlatıcı; aydınlatma eğiliminde olan.
ignition order: Bkz. firing order. illuminator: Aydınlatan bir kişi veya şey; özellikle, ışık
ignition plug: Bkz. spark plug. verme, şiddetlendirme veya yansıtma için kullanılan
ignition point: Hava yakıt karışımının silindir içinde tu- bir cihaz veya alet.
tuşturulduğu nokta, örneğin üst ölü noktadan bir illumine: Aydınlatmak veya aydınlatılmak.
kaç derece sonra; tutuşma noktası. illustrous: 1) orijinal olarak parlak; ışıltılı; ışıldayan.
ignition quality: Diz. Mot. yakıtın sıkıştırılmış hava 2) şöhretli; çok meşhur.
içersine püskürtüldüğü zaman yanmaya olan yetene ilmenite: Demir ve titanyum oksitten oluşan siyah
ği; tutuşma veya yanma niteliği; tutuşma niteliği. renkli, parlak bir mineral; ilmenit.
ignition switch: Bkz. ignition key. i.m.e.p.: Bkz. indicated mean effective pressure.
ignition system: Benz. Mot. çoğu zaman akü tarafın image: 1) bir aynadan yansıma, bir mercekten kırıl
dan beslenen ve buji elektrotları arasında kıvılcım ma vb. i ile üretilen bir şeyin görsel hayali; görüntü;
oluşturarak silindirdeki hava yakıt karışımının tutuştu hayal; imge. 2) diğerine çok fazla benzeyen bir kişi
rulmasıni sağlayan devre; ateşleme sistemi veya dev ya da şey; kopya; suret; benzerlik; tasvir. 4) tipik ör
resi; akü, anahtar, endüksiyon bobini, distribütör, nek; sembol; simge. 5) yansıtmak; aksetmek. 6) zi
bujiler ve bu parçaların tümünü birbirine bağlayan hinde resmetmek; tahayyül etmek. 7) simgesi ol
izoleli, bakır kablolardan oluşur; ayrıca manyetolu mak 8) grafik olarak tanımlamak.
ateşleme sistemleri de vardır. image force: Şarj yüklü küçük bir cisim ile komşu bir
ignition temperature: Yanmanın başlaması ve yanıcı iletkendeki onun elektrik görüntüsü arasındaki çe
karışıma yayılmasına neden olabilecek en düşük sı kim ya da cazibe.
caklık; tutuşma sıcaklığı. image orthicon: ikonoskopun değişimini geliştiren te
ignition test: Bir elektrik fırını kullanarak kömürün tu levizyon kamera tüpü.
tuşma sıcaklığının saptanmasında kullanılan bir de image, real: Işık ışınlarının gerçek olarak geçtiği ve
ney; tutuşma deneyi. bir perde ya da fotoğraf levhasına yansıtabildiği bir
ignition timing: Benz. Mot. buji tırnakları arasında kı ayna veya mercek tarafından oluşturulan bir görün
vılcım oluşturularak hava-yakıt karışımının tutuşturul- tü; gerçek görüntü.
ması zamanı; tutuşma zamanlaması veya taymingi; image, virtual: Fotoğrafı çekilemeyen veya bir perde
silindirdeki hava-yakıt karışımı daima üst ölü nokta üzerine yansıtılamayan görüntü; gerçek olmayan gö
dan önce tutuşturulur. rüntü.
ignitor: Bkz. igniter. imaginable: Göz önüne getirilebilir; tahayyül edilebi
ignitron: Tek bir grafit anot ve cıva katota sahip olan lir.
bir tür cıvalı ark rektifayeri; tutuşturma çubuğundan imaginary: 1) sadece muhayyelede var olan; düşsel;
havuza akım geçtiği zaman cıva buharı iyonize olur gerçek olmayan; gerçekten uzak. 2) Mate, negatif
ve anot ile katot arasında ark ya da kıvılcım başlar; bir büyüklüğün kareköküne ait veya onu belirten;
alternatif akımı, 0,00001 amperlik doğru akıma çevi imajiner; sanal.
rir; ignitron. imaginary number: Mate, imajiner sayı; sanal sayı.
I.H.P. (i.h.p.): Bkz. indicated horsepower imbalance: Denge yokluğu; dengesizlik.
illimitable: Limitsiz ve sınırsız; ölçülemeyen; uçsuz. imbark: Bkz. to embark.
illimium: 6 numaralı elementin ilk adı; şimdiki promet- imbibition: 1) renkli resimler basımında uygulanan
hium. mekanik bir yöntem. 2) bir katı ya da koloit tarafın
illume: Bkz. to illuminate. dan bir sıvının emilmesi.
illuminable: Aydınlatılabilir. imbricate: Kiremit veya balık pulu gibi birbiri üzerine
illuminant: İşık veren; aydınlatan; aydınlatan veya bindirmek veya binmek.
ışık veren şey. imfing: Kristalleşmeyi redüklemek amacıyla bir sıvıyı
illuminate: 1) ışık vermek; aydınlatmak. 2) ışıklarla küçük bir kristal ile tohumlama.
donatmak; tenvir etmek. imbricated: Bkz. imbricate.
illuminating gas: Havagazı, sugazı vb. i gibi aydınlat
imbue 283 imper f ec t lubrica t io n
imperfect machine: Enerjinin sürtünme veya diğer hakikat veya kurala uymayan; yanlış; doğru olma
kayıplarla boşuna tüketildiği makine; mükemmel ol yan.
mayan makine; kayıplı makine; pratikte kullanılan improper fraction: Payı paydasından büyük olan ba
makinelerin tümü mükemmel olmayan makinelerdir. yağı kesir: 5/3 gibi.
imperforate: 1) delik ya da açıklıklari olmayan; delik improvabilriy: Gelişebilir veya düzeltilebilir olma niteli
siz. 2) kenarlari düz olan veya delikli olmayan. ği.
imperforated: Bkz. imperforate. improvable: Gelişebilir.
impertforation: Deliksiz olma durumu. improve: 1) daha iyi nitelik veya duruma yükseltmek;
imperial: 1) büyük ölçü veya en iyi niteliğe ait. 2) İngi daha iyi yapmak; ıslah etmek; geliştirmek. 2) ıslah
liz yasalariyla saptanmış ağırlıklar ve ölçülerin stan- ederek değerini çoğaltmak. 3) kalite ve durumda da
dartlarina göre; İngiliz ölçü standartlarina uygun. 3) ha iyi olmak. 4) kârlı veya yararlı olarak kullanmak.
büyük ölçü veya üstün nitelikte eşya. 4) ölçüleri improvement: 1) özellikle: a) ıslah, b) değerini arttır
584-878 mm (ABD'de), 579-762veya 559-813 mm (İn ma, c) tekâmül; gelişme; ilerleme; terakki.
giltere'de) olan yazı kağıdı ölçüsü. impulse: 1a) ant bir kuvvet ile ileriye gitmek veya sev-
imperial gaitan: ingiliz galonu; emperyal galon, ketmek. b) itme kuvveti; itici kuvvet; tahrik ya da
3
277,42 inç veya 4,52 litre; Amerikan galonunun yak sevk; anî tahrik kuvveti; itme; srast. c) böyle bir kuv
laşık 1,195 misli. vetin neden olduğu hareket ya da etki; impuls. 2a)
impermeability: Su ve hava geçirmez olma durumu Meka. bir kuvvet tarafından etkilenen momentumda-
veya niteliği; sızdırmazlık. ki değişim; kuvvetin ortalama değeri ile onun etki sü
impermeable: Su ve hava geçirmeyen; özellikle sıvıla resi çarpılarak bulunur.
ra geçi! vermeyen; geçirgen olmayan; sızdırmayan. impulse blades: Aksiyon türbinlerinin rotorları çevre
impermeably: Hava ve su geçirmez şeklide. sine geçirilen, giriş ve çıkış açıları birbirine eşit, di
impervious: Nüfuz edilemez; su ya da hava geçir key eksenlerine göre simetrik ve paslanmaz çelikler
mez. 2) etki edilemez. den yapılan kanatlar; aksiyon (türbin) kanatları.
impervious layer: Suyun geçemeyeceği bir katman. impulse force: Bir akışkanın teğetsel hızının yönü
impetus: 1) kütlesi ve hızı nedeniyle hareketli bir cis nün değişmesi veya şiddetinin azalmasından gelen
min uyguladığı kuvvet; momentum. 2) aktiviteyi tah kuvvet; aksiyon türbinlerinin çalışmasını sağlayan
rik eden herhangi bir şey; impuls; etki; çalıştırma ve kuvvet; aksiyon kuvveti; impuls kuvveti.
ya işletme kuvveti ya da hareket veren veya tahrik impulse generator: Kondensatörleri paralel şarj veya
eden; harekete geçirici; tahrik edici. seri olarak deşarj ederek gayet kısa, yüksek gerilimli
imp.gal.: Bkz. imperial gallon. impulslar oluşturan cihaz; impuls jeneratörü.
impinge: Çarpmak; vurmak. impulse-reaction staging: Giriş tarafında aksiyon ve
impingement: Çarpma; vurma. onu izleyen reaksiyon kademelerinden oluşan (bu
impingement cooling: Gaz. Türb. içi boş hareketli ka har türbini); aksiyon-reaksiyon türbini; Körtis-Rato
natların içine açılmış küçük dairesel delikler yardı türbini.
mıyla verilen hava ile kanatların soğutulması; darbeli impulse- reaction turbine: Buhar giriş tarafında bir
soğutma. ya da birkaç aksiyon kademesi ile reaksiyon kade
impingement filter: Diz. Mot, çelik yünü veya benzer melerinden oluşan buhar türbini; aksiyon-reaksiyon
bir maddeden yapılarak prizma şeklindeki bir kutu türbini; kombine türbin.
oluşturan ve buharlaşmayan toz tutucu bir yağ ile impulse scavenging: Bkz. simple port scavenging.
kaplı bir hava filtresi; darbeli filtre veya süzgeç. impulse stage: Buh. Türb. aksiyon kademesi veya ba
implement: 1) belirli bir iş için kullanılan veya gerekli samağı; De Leval türbinlerinde tek ve Rato türbinle
şey; alet, araç, cihaz vb. î. rinde çok sayıdaki kademelerden herhangi biri; im
impletion: Doldurma; doldurulma. puls kademesi.
implode: İçeriye doğru çökmek. impulse turbines: De Laval, Körtis, Rato vb. i gibi et
implosion: Dış basıncı iç basıncından daha büyük ol ki ya da aksiyon kuvvet ile çalışan türbinler; impuls
duğu zaman bir cam kap veya bir konteynerin şid türbinleri; aksiyon türbinleri.
detle içeriye doğru paramparça olması; patlamanın impulsion: 1) itici, tahrik edici kuvvet. 2) bu kuvvet
karşıtı. ten gelen hareket veya hareket eğilimi. 3) impuls; et
importance: Önemli olma durumu veya niteliği; ki.
önem; ehemmiyet. impulsive: 1) ileriye doğru itme. 2) impuls ile oluştu
important: 1) güç, yetki, etki, yüksek duruma sahip rulan veya impulstan kaynaklanan. 3) Meka. impuls
olma. 2) büyük önem, ehemmiyet veya değere sa (etki) sonucu oluşan.
hip olan; önemli; ehemmiyetli; mühim. impure: Saf ya da arı olmayan, içinde yabancı mad
impractical: Pratik olmayan. deler bulunan; özellikle: a) temiz olmayan; kirli, b)
impregnate: Doyurmak; işba haline getirmek. yabancı maddelerle karışmış, c) karışık; birden fazla
impregnation: işba haline getirme; doyurma. renk, ton, stil vb. ine sahip olan.
impress: 1) üzerinde işaret bırakmak için basınç kul impure oil: Mot. içinde metal parçacıkları, su, kurum,
lanmak. 2) basınç kullanılarak işaret yapmak; baskı yanma asitleri, grafit vb. i bulunan yağlama yağı; kir
yapmak; damgalamak. 3) basınçla yapılmış herhan li yağ.
gi bir işaret, damga, mühür vb. i. impurity: 1) pis, karışık, temiz olma durumu veya ni
impression: Matb. a) kâğıt vb. i üzerine harf ya da kli teliği; pislik; kirlilik. 2) pis bir şey ya da eleman.
şelerin bastırılması; baskı, b) basılı kopya. in: Bkz. indium.
improper: 1) uygun olmayan; uygunsuz. 2) gerçek, in.: Bkz. inch; inches.
inaccurate 285 incommensurable
açısı.
inaccurate: Doğru olmayan; tam olmayan; kesin oi- incinerate: Yakarak kül etmek; yakıp bitirmek; yakıp
mayan. bitmek.
ination: Hareket yokluğu; hareketsizlik; atalet. incinerator: Yakıp kuleden kişi veya şey; özellikle: a)
inactivate: 1) etkisiz yapmak. 2) Biokimy. bir seru yakarak kuleden veya kül haline getiren bir fırin ve
mun etkisini ısı ile tahrip etmek. ya benzer bîr cihaz.
inactive: 1) etkisiz veya hareketsiz; atıl; inert. 2) boş incise: Keskin bir alet ile kesmek. 2) keserek (şekiller
ta; işe meyilsiz. 3) polarlanmış ışık düzlemini etkile vb. i) yapmak; oymak; hâketmek.
meyen: Optik olarak aktif bazı kritalli maddelerin izo incised: Kesme; oyma veya hakketme.
merleri için söylenir. incision: 1) kesme. 2) yarma; deşme. 3) Tıp. bir or
inactive gas: Helyum, neon, argon gibi, diğer madde gan ya da dokuyu kesme.
lerle tepkimeye girmeyen gaz; asal gaz; nadir gaz; incisive: 1) kesilmiş. 2) keskin; sivri; nüfuz edici; de
aktif olmayan gaz; inert gaz; ölü gaz. lip geçen. 3) kesici bir dişe ait.
inactive substance: 1) reaktif olmayan madde. 2) op inclination: 1) meyil; eğim. 2) bir yatay veya düşey
tik olarak nötr bir madde. durum vb. inden meyil uzunluğu veya derecesi. 3)
inadequacy: Yetersiz olma niteliği veya durumu. aralarındaki açı ile, iki hat, iki düzlem veya yüzeyin
inadequate: Kifayetsiz; yetersiz. yönündeki fark ya da diferans. 4) yokuş; bayır.
inalterable: Değişmeyen; değiştirilemez. inclination of the earth's axis; Göksel ekvator ile
inapplicable: Uygulanamaz; tatbik olunamaz; uygun dünyanın yörünge düzlemi arasında oluşan açı; yak
olmayan. laşık olarak 23°26'40" ve her yıl 0,47" küçülür.
inartificial: 1) yapay veya sunî olmayan; doğal; tabiî. incSinatory: Meyil veya eğime ait ya da onunla belirti
2) yeteneksiz. 3) etkisiz; basit. len.
inaudible: Duyulamayan; işitilemeyen. incline: 1) yatay veya düşey durum, rota vb. inden
inboard: 1) bir gemi veya bot teknesinin içinde veya yapmak; meyletmek; eğilmek; inhiraf etmek; sap
bordalarında. 2) Meka. içeriye doğru. 3) içten takma mak. 2) meyil, eğim, bükülme vb. ine neden olmak;
(deniz motoru). yatmak. 3) eğik düzlem veya yüzey.
inbound: Bilgisay. gelen. inclined: 1) meyilli olan; eğik; özellikle: a) meyilli;
in bulk: Dökme olarak; dökme: Gemilerde taşınan kö eğimii. 2) diğer hat, düzlem veya gövde ile açı oluş
mür, ayçekirdeği, metal cevheri, sıvı yükler vb, i için turan.
söylenir. inclined belt: Toz kömürün taşınmasında kullanılan,
incalculability: 1) hesaplanamaz olma durumu ya da yatayla 22°'lik bir açı yapan kayış; meyili veya eğik
niteliği. 2) Çoğ. hesaplanamayan şey. kayış.
incalculable: 1) hesap edilemez; sayılmak için çok inclined experiment: Den. bir gemiyi bir kaç derece
büyük ya da çok fazla. 2) sayılabilmesi çok şüpheli. sancak veya iskeleye yatırarak yapılan deney; meyil
incandesce: Akkor yapmak; akkor olmak. tecrübesi veya deneyi.
incandescence: Yüksek sıcaklığı nedeniyle bir mad inclined plane: 1) yatay düzlemle açı oluşturan her
de tarafından neşredilen ya da çıkarılan görünür hangi bir düzlem; eğik düzlem. 2) büyük ağırlıktan
ışık; akkor olma. kaldırmak için kullanılan ve eğik bir düzlemden olu
incandescent: 1) yoğun ısı ile akkor haline gelmek; şan basit bir makine.
kızıl veya özellikle akkor olmak. 2) çok parlak; parıl inclining moment: Den. bir geminin belirli açılarda
dayan; parıltılı veya ışık saçan. yatmasını veya meyletmesini sağlayan moment; me
incandescent lamp: Elektrik ampulü. yil momenti; yatırma momenti; meylettirme momen
incendiary: 1) kasıtlı olarak bir mülkün yangın ile tah ti.
rip edilmesi. 2) belirli maddeler, bombalar vb. i ile inclinometer: Dünyanın manyetik kuvvetinin yönünü
yangına neden olma veya yangın tasarlama 3) yan göstermek üzere kullanılan ve düşey düzlemde ser
gınla kasıtlı olarak mülk tahrip eden kişi. 4) yangın best olarak salınım yapan manyetik bir iğne. 2) bir
çıkaran bomba, madde vb. i. yüzeyin meyil açısını ölçen bir cihaz; yalpametre. 3)
incendive spark: Yanıcı bir gazı tutuşturmak için ye Hava. uçakların, dönüş ve yatış miktarını gösteren
terli ısıya sahip kıvılcım; tutuşturmaya yeterli kıvıl bir cihaz.
cım, ark veya spark. includable: Kapsayabilir; içine alabilir.
inch: 1) inç; 2,54 cm, 25,4 mm, 1/12 kadem veya fite include: 1) kapsamak. 2) bir bütünün bir parçasına
eşit olan bir uzunluk birimi; pus; parmak; Simg. ("). sahip olmak; kapsamak; ihtiva etmek. 3) hesaba kat
2) Meteo. toprağı bir inç kalınlıkta bir tabaka ile ör ten mak; dikkate almak.
(yağmur, kar vb. i) yağış. 3) basınç göstergesin de included angle: Dış ters açı.
bir pus yüksekliğindeki bir cıva sütununun ağırlı ğı incoercible: Fiz, basınçla sıvı haline redükleneme-
ile dengelenen basınca eşit ve barometre ya da yen: Bir gaz için söylenir.
manometre tarafından ölçülen basınç birimi (inç Hg incombustibility: Yanmaz, ateş almaz olma durumu
yüksekliği). 4) çok küçük bir miktar, derece veya veya niteliği.
mesafe. 5) çok yavaş hareket etmek. incombustible: Yanmayan; yanmaz; yanmaz veya
incidence: 1) Geom. içersinde doğru ve bir nokta ateş almaz (bir madde).
kapsayan iki şekil arasındaki kısmî rastlantı. 2) Fiz. incommensurable: 1) aynı standart veya ölçüm ile öl-
a) bir hat, ışık ışını, mermi vb. inin bir yüzeye, hare çülemeyen veya kıyaslanamayan; genel standart ve
ketli bir hatta düşmesi, b) bu düşmenin yönü. ya mukayeselere uymayan. 2) kıyaslamaya değ
incidence, angle of: Bir yüzeye düşen bir ışık ışını ve mez. 3) genel böleni olmayan: iki veya daha fazla
(o noktada düzleme) teğet arasındaki açı; düşme
incommensurate 286 I ndia r ubb e r (india r ubb er
)
yüme; artma; artım. 2) büyüme miktarı. 3) Mate, de
sayı veya nicelik için söylenir; ölçülmez şey, büyük ğişken bir büyüklükteki türlü küçük değişkenlerden
lük vb. i. herhangi biri.
incommensurate: Ölçülemez; özellikle: a) ölçü veya increscent: Artma; büyüme; yükselme: Ay için söyle
ebadı eşit olmayan, b) orantısız; yetersiz; kâfi olma nir.
yan, c) aynı standart veya ölçüm ile öiçülemeyen ve incrustation: 1) kabuk bağlama. 2) kabuk; sert dış
ya kıyaslanamayan. katman veya kaplama.
incommunicable: Nakledilemez. indamin: Bkz. indamine.
incommutable: Değiştirilemez; mübadele edilemez. indamine: NH grubu kapsayan organik boyalar gru
incomparable: Kıyaslanamaz; mukayese edilemez. bunun herhangi biri; özellikle fenilen mavisi; inda
incompatible: Karıştırılma veya birlikte kullanılmaya min, NH:C 6 H4 :N.C 6 H4 .NH 2 .
uygun olmayan: Bazı madde, yakıt, yağ vb. i için indecomposable: Ayrışamaz; çürümez; bileşimi ya
kullanılır. da terkibi bozulmaz.
incompatibility: Birlikte kullanılmaya elverişli olma indefectible: 1) çürümez; bozulmaz; kusursuz. 2)
yan veya tehlikeli olan. ha tasız; mükemmel.
incomplete: 1) parça ya da parçalan olmayan; tam indefinite: Belirli olmayan; özellikle: a) belirli sınırları
olmayan; eksik; natamam. 2) bitirilmemiş. 3) ideal olmayan, b) anlamı açık veya net olmayan; müp
olmayan. 4) tersinir kimyasal bir tepkimeye ait veya hem, c) belirli veya pozitif olmayan.
onu belirten. indeformable: Deforme olmaz; şekil değiştirmez.
incomplete combustion: Diz. Mot., Buh. Kaza. yakı indelible: Silinemez, bozulamaz, yıkanamaz vb.; sa
tın yetersiz hava ve dolayısıyla yetersiz oksijen ile ya bit.
kıldığı yanma; yanma ürünlerinde karbon monoksit, indelible pencil: Sabit kalem.
aldehitler, kısmen yanmış yakıt ve kurum bulunur ve indelicate: Uygun olmayan; iri; kaba.
sıkıştırma sonu basıncı düşer; tam olmayan yanma. indemnity: 1) kayıp, hasar vb. ine karşı korumak, mü
incomplete expansion: Pist. Buh. Mak. eksik genişle dafaa etmek ya da savunmak; sigorta etmek. 2) ka
me; genişleme sonucu basıncının karşı basınçtan yıp ya da hasarı ödemek; kayıp vb. ini karşılamak;
büyük olduğu bir genişleme türü. zararını ödemek.
incomplete-expansion card: Pist. Buh. Mak. genişle indemnity: 1) kayıp, hasar vb. ine karşı koruma veya
me sonu basıncının karşı basınçtan büyük olduğu sigorta. 2) kayıp, hasar vb. i için ödeme veya tazmi
kuramsal diyagram; eksik genişlemen p-V diyagra nat.
mı. indene: Renksiz, yağımsı, kömür katranından elde
incomplete-expansion engine: Genişleme sonu ba edilen bir karbonlu hidrojen; inden, C9 H8 .
sıncının karşı basınçtan büyük olduğu pistonlu bu indestructible: Tahrip edilemez; harap edilemez; bo
har makinesi; eksik genişlemen (buhar) makinesi. zulamaz.
incompletely: Tam olmayan; eksik; eksik olarak. index: 1) işaret parmağı. 2) bir geyicin ibresi gibi, bir
incompressibility: Sıkıştıramaz olma durumu veya ni gösterge. 3) belirten bir şey; gösteren; işaret eden.
teliği; sıkıştırılmazlık. 4) kitapların sonundaki alfabetik yazı; indeks; dizin.
incompressible: Sıkıştırılmaz; sıkışmaz. 5) katolog. 6) bir miktar veya ölçünün diğerine oranı
2
incomputable: Hesaplanamaz. ya da ilişkisi. 7) Mate, üs; bir sayının üssü: 10 gibi.
incondensability: Yoğuşmaz olma niteliği; yoğuşa- 8a) dizinini yapmak, b) bir indekste içine almak. 9)
mama; yoğuşmazlık. göstermek veya işaretini vermek.
incondensable: Yoğuşamaz; yoğuşturulamaz; teka index error: Gösterge ya da ölçü cihazı hatası.
süf edemez; gaz veya buhar durumundan sıvı duru index number: Fiyatlar, ücretler, istihdam, üretim vb.
muna geçirilemez. indeki değişimi ölçmek için kullanılan bir sayı; in
inconsumable: Harcanamaz; sarfedilemez; tüketile- deks sayısı; indeks rakamı.
mez. index of refraction: Işığın vakumdaki hızının, verilen
inconel: %0,04 karbon, %0,35 manganez, %0,20 silis bir maddedeki hızına oranı; kırılma indeksi.
yum, %15 krom, %78 nikel ve %7 demirden oluşan index register: Bilg. Say. adresleri kompüterin kon
bir alaşım; inkonel. trol kısmının gerektirdiği şekilde, otomatik olarak de
incontroliable: Denetlenemez; kontrol edilemez; kon ğiştirmede kullanılabilen bir sayıyı içinde bulundu
trolsuz. ran kayıt yeri; indeks kayıt yeri.
inconvertible: Değiştirilemez; dönüştürülemez veya index word: Bilg. Say. indeksleme sırasında, esas
tahvil edilemez. ola rak bir adresin büyütülme ve küçültülmesinde
incorporate: 1) bir gövde veya birim (ünite) şeklinde kulla nılan sayısal basamakları kapsayan sözcük
birleşen veya oluşan. 2) birlikte bir bütün haline ge veya keli me; indeks kelimesi.
tirmek; tam olarak birleştirmek veya karıştırmak. India ink: 1) kandil isinin siyah boya maddesinin jela-
incorrect: Doğru olmayan; özellikle: a) uygun olma tinimsi bir madde ile karıştırılmasından elde edilen
yan, b) yanlış; gerçek olmayan; hatalı. madde; yazma, boyama vb. i için kullanılır. 2) bun
incrassate: Koyu veya daha koyu yapmak veya ol dan yapılan sıvı mürekkep; çini mürekkebi.
mak; özellikle: Buharlaştırma ile koyulaştırmak: Sıvı Indian red: 1) sarımsı kırmızı bir demir cevheri; Pers
lar için söylenir; koyulaştırılmış; kalınlaştırılmış. körfezindeki bir adadan çıkarılır ve geçmişte boya
increase: 1) ölçü, miktar, derece vb. inde artmak; bü maddesi olarak kullanılırdı. 2) Esk. Amerikan ressam
yümek. 2) nesil üreterek sayıca daha büyük olmak; ları tarafından kullanılan doğal demir oksit; Hint kır
çoğalmak; çoğaltmak. 3) ölçü, miktar, derece vb. in mızısı.
de daha büyük olmaya neden olmak; büyütmek. India rubber (india rubber): Doğal lâstik; özellikle lâ-
increment: 1) daha büyük veya daha geniş olma; bü
indican 287 indi spe ns a bl e
teks'ten Bkz. latex elde edilen kauçuk; ham kauçuk. indicator cord: Diz. Mot. endikatör cihazının, makine
indican: 1) doğal durumda çivit bitkisinde bulunan üzerindeki mekanizmaya bağlanmasını sağlamak
bir glükosit, C 14 H 17 NO 6 ; su ve oksijen ile çivite dö üzere ucunda bir kanca bulunan ve cihazın kart takı
nüştürülür. 2) hayvan idrarında bulunan ve çivit oluş lan silindirini döndüren ip; endikatör (cihazı) ipi.
turan madde, C8 H6 NOS0 2 OH. indicator diagrams: Mot., Pist. Buh. Mak., Kornp.
indicant: Gösteren; belirten; gösteren veya belirten en dikatör cihazı ile silindirlerden alınan ve strok
bir şey. sırasın daki basınç hacim değişimlerini belirten
indicate: 1) göstermek; belirtmek. 2) işaret etmek; diyagram lar: a) kapalı, b) 90 derece kaydırılmış, c)
ima etmek. zayıf yay.
indicated: Gösteren; belirten; işaret d) açık, e) kompresyon diyagramları; endikatör ve
eden. ya endikeyter diyagramları.
indicated combustion diagram: Bîr tür basınç endi- indicator diagnosis: Mot. silindirler içindeki olayların
katörü tarafından alınan ve silindir içindeki tutuşma endikatör cihazı ile alınan p-V diyagramı yardımı ile
gecikmesi, hızlı basınç yükselmesi veya kontrolsuz teşhisi; endikatör tanı veya teşhisi.
yanma, yavaş yanma ve kontrollü yanma gibi gaz indicator drum: Endikatör cihazının, diyagram kartı
basınç değişimlerini gösteren bir eğri; endike yan takılan ve mekanizmaya bağlı ip ile döndürüldüğü si
ma diyagramı. lindiri; endikatör (cihazı) silindiri veya dramı.
indicated efficiency: Bkz. indicated thermal effici indicator oil: Bir süre kullanılmayacak endikatör ci
ency. hazlarında koruma amacıyla kullanılan yağ; endika
indicated energy: Mot. yanma sırasında oluşan ve tör yağı; cihaz kullanılacağı zaman bu yağ, benzen
endike işi meydana getiren gazların enerjisi; endike de ıslatılmış bir bezle silinmelidir.
enerji veya erke. indicator operating gear: Endikatör veya endikeyter
indicated horsepower: Bkz. Horsepower, indicated. cihazının çalıştırma mekinazması.
indicated mean effective pressure: Ortalam indicator springs: Endikatör cihazının kutusunda bu
effektif basınç; genişleme stroku boyunca sabit lunan farklı tansiyonlarda, farklı diyagramlar alınma
kalan ve di yagramdan alınan işe veya güce sında kullanılan silindir şeklindeki helisel yaylar; en
eşdeğer olan orta lama basınç; endike ortalama dikatör (cihazı) yayları.
basınç, indicator stylus: Mot., Buh. Mak. endikatör cihazında
indicated net work: Mot. bir endikatör diyagramının diyagram çizen madenî kalem; endikatör cihazı kale
pozitif alanının işi; endike net iş; kgm veya Nm ile mi.
belirtilir. indicator valve: Bkz. indicator cock.
indicated power: Mot., Pist. Buh. Mak. silindirler için indifferent: 1) nötr. 2) bilhassa iyi veya kötü, büyük
de elde edilen veya oluşturulan güç; endike güç; en- veya küçük vb. i olmayan; ortalama; vasat. 3) özel
dikatif güç; hp ve daha çok kW türünden belirtilir. likle iyi olmayan; oldukça zayıf veya kötü. 4) aktif ol
indicated specific fuel consumption: Mot. bir bey- mayan. 5) kimyasal mıknatıstaki gibi nötr özellik.
girgücü veya kilovat başına saatte tüketilen gram ya indigo: 1) belirli bazı bitkilerden elde edilen veya ço
da kg türünden yakıt harcamı; özgül endike yakıt ğu zaman anilinden yapılan lâcivert (mavi) boya; in
harcamı. digo, C 1 6 H 1 0 N 2 O 2 ; çivit 2) Bota. bezelye ailesinden
indicated thermal efficiency: Endike ısıl veya termik çivit veren bitki gruplarından herhangi biri. 3) koyu
verim; makine silindirlerinde bir çevrimde işe dönü menekşe mavisi. 4) bu renge ait,
şen ısının, bir çevrimde silindire püskürtülen yakıtın indigo-blue: Bkz. indigo mavisine ait; Bkz. indigo
oluşturduğu ısıya oranı; endike verim; endike gücün blue.
ısıl güce oranı şeklinde de belirtilir. indigo blue: 1) çivilin renk maddesi; indigotin. 2) çi
indicated work: Makine silindirlerinden bir endikatör vit (indigo) rengi.
cihazı ile alınan diyagramın alanına eşdeğer iş; endi indigo-carmine test: Besi suyundaki çözünmüş oksi
ke güce eşdeğer iş; endike iş. jen için yapılan bir deney; çivit kırmızı deneyi; bu mi
indication: 1) belirti. 2) gösteren, belirten veya işaret yar besi suyundaki oksijen miktarına göre portakal
eden şey. 3) bir endikatör cihazı ile kaydedilen mik rengi ile pembeden maviye kadar değişen renkler
tar ya da derece. gösterir; ayıraç, glükozla zayıflatılmış 8 mililitre çivit,
indicator: 1) gösteren kişi veya şey; özellikle: a) öl kırmızı solüsyonu içine 2 ml potasyum hidroksit katı
çen ya da kayıt eden ve gösteren geyiç, dial, recis- larak taze biçimde hazırlanır, iyice çalkalanır, karan
ter, pointer vb. i gibi herhangi bir cihaz, b) çalışmak lıkta ve 15°-30°C'de yaklaşık 30 dakika muhafaza
ta olan bir makinede akışkanın basınç ve hacim ve edilir ve 12-15 saat içinde kullanılır.
ya basınç zaman değişiminin diyagramını çizen alet; indigoid: Çivite benzer renk veren boyalar sınıfına
endikatör cihazı; Gem. Mak. endikeyter cihazı. 2) ait; bu sınıfın bir boyası.
kimyasal bir tepkimenin baş ya da sonunda renk de indigotin: Çivitin renk maddesi ve esas bileşenlerin
ğişimi ile çözeltinin asit ya da aikalin olup olmadığı den, bakır gibi parlak, koyu mavi bir toz; indigotin,
nı belirlemek için kullanılan türlü maddelerden her C H N O ; indigo mavisi.
hangi biri. 16 10 2 2
indicator card: Endikatör cihazı ile silindirlerden alın indirect: Doğrudan olmayan; dolaylı; özellikle doğru
mış olan endikatör diyagramı; endikatör kartı; p-V olmayan; dolaşık; dolaylı.
kartı. indirect lighting: Dolaylı aydınlatma; gölgesi olma
indicator cock: Diz. Mot. endikatör cihazının bağlan yan aydınlatma veya ışıklandırma.
dığı valf ya da musluk; zaman zaman kontrol valfı ve indiscrete: Ayrılmamış; kısımlarına bölünmemiş; par
ya musluğu olarak da kullanılır; endikatör valfı; endi çaları birarada; kısımları derli toplu.
katör musluğu; kontrol musluğu. indispensable: Mutlak gerekli veya zorunlu; vazgeçil-
indissolubi lit y 288 inductivit y
lim ya da voltaj endüklemesi olayı: Henri Bkz.
mez; vazgeçilmez kişi veya şey. Henry ile ölçülür. 2) bir elektrik devresinin bu yolla
indissolubility: Çözünmez, erimez olma durumu ve üretilen akıma tepkisi için kapasite. 3) endüktansı
ya niteliği. olan bir devre, kondensatör (meksefe) vb. i. 4) bir
indissoluble: Çözünemez, parçalara ayrılıp dağıta devredeki toplam endüktansın, onu üreten akıma
maz veya yok edilemez; sabit; dayanıklı; devam oranı.
eden. inductile: Dövülmeyen; özellikle: a) uzatılamaz, çeki
indium: Yumuşak, dövülebilir ve gümüş beyazı ren lemez veya kırılmaksızın dövülüp inceltilemez. b) ko
ginde, çinko cevherleri ile birlikte görülen nadir, me layca kalıba dökülemez; eğilip bükülemez.
talik kimyasal element; indiyum; Simg. İn; at.ağ. inductility: Uzatılmaz, çekilemez veya dövülüp incelti-
114,76; at.no. 49. lemez olma durumu veya niteliği.
individual: 1) Orj. Ota. bölünmez; ayrılmaz. 2) tek; induction: 1) bir mıknatısın yakınına getirilme veya
yalnız; ayn; belirli. 3) tek kişi veya şeye ait. 4) birey ona dokunma iie demir ya da çeliğin mıknatıslanma
veya fert. sı. 2) bir iletkende, onu manyetik alanın kuvvet çizgi
individually-driven pump: Mot. büyük güçlü makine leri arasında hareket ettirerek elektrik akımı üretme;
endüksiyon; indakşın.
lerde kullanılan, fakat makineden hareket almayan
ve bir elektrik motoru tarafından çalıştırılan pompa; induction coil: Birinde akım kesildiği zaman diğerin
bağımsız hareketli pompa. de gerilim (voltaj) üretilen, iki bobinli bir düzenek;
endüksiyon bobini; Bkz. ignition coil; biri 240 sarırn-
indivisible: 1) bölünemez. 2) Mate, bir artık bırakmak lı ve primer (birincil) sargı ve diğeri 21 bin sanmdan
sızın bölünemeyen. 3) bölünemeyen herhangi bir oluşan ve sekonder (ikincil) adı verilen iki sargıdan
şey. oluşur; sekonder ya da ikincil sargıda 10 bin-20 bin
indole: Çivit veya indigodan elde edilen ve proteinle voltluk bir endüksiyon akımı endüklenir.
rin bağırsaklarda çürümesinden oluşan beyaz, kris induction compass: Gösterdiği değerler, dünyanın
talli bir bileşik; benzopirol; indol, C 8 H 7 N; parfüm en manyetik alanından etkilenen ve çevresinde dönen
düstrisi vb. inde kullanılır. bir bobin tarafından üretilen akıma bağlı olan bir pu
indophenol: Kinoniminlerden türeyen sentetik mavi sula; uçaklarda rota göstericisi olarak kullanılır.
boyalar serisinin herhangi biri; indofenol. induction current: Endükleme akımı; endüksiyon akı
indoxyl: indikan'ın hidrolizi ve türlü yöntemlerde sen mı veya cereyanı.
tezinden üretilen bir bileşik; indoksil, C8 H7 NO; çivi- induction, electromagnetic: Bkz. electromagnetic
tin sentezi için önemlidir. induction.
indraft (indraught): 1) içeriye çekme; içeri doğru çek induction furnace: Ocak ya da fırında bulunan dolgu
me veya cezbetme. 2) içeriye doğru bir akış, akım nun bir akımla endüklenerek çeliğin eritilmesi için
ya da cereyan. kullanılan bir ocak; endüksiyon ocağı; endüksiyon fı
induce: 1) oluşturmak; meydana getirmek; neden ol rını.
mak; hasıl etmek; etkilemek. 2) Fiz. bir gövdede induction generator: Elektr. bir endüksiyon motoru
onu, bir kuvvet alanı etkisi veya değişimine maruz bı tarafından çalıştırılan alternatif akım jeneratörü veya
rakarak (bir elektriksel veya manyetik etki) oluştur üreteci; endüksiyon jeneratörü.
mak. induction heating: Bir ocaktaki metalik dolguyu en
induced: Endüklemek; elektrik ya da manyetik etki dükleme ile ısıtma; endüksiyon ocağı veya fırını.
oluşturma; endükleme ile neden olunan bir e.m.k. induction machine: Endüksiyon motoru, endüksiyon
veya akımı belirtir; endüklenmiş. jeneratörü, belirti bir tür frekans değiştirici ve faz de
induced current: Bir iletkenin, bir manyetik alanın ğiştiriciler gibi asenkron alternatif akım makinelerin
kuvvet çizgilerini kesmesi sonucu iletkende oluşan den herhangi biri; endüksiyon makinesi.
akım; endükleme akımı; endüksiyon akımı. induction manifold: Mot. emme borusu; emme mani-
foldu.
induced draft: Gem. Kaza. apteyk veya baca kaidesi
ne yerleştirilen bir aspiratör ile, yanma sonucu olu induction motor: Elekt. asenkron motor; alan sargıla
şan gazların kazan ocağından emilerek çekilmesi ile rı alternatif akım tarafından beslenen ve endüvisi bir
bakır çembere her iki ucundan kaynak edilmiş bakır
oluşturulan baca çekmesi; aspiratörlü baca çekme
çubuklardan oluşan bir motor; endüksiyon motoru.
si; Gem. Mak. indiyust draft.
induction stroke: Emme veya giriş stroku; Bkz. inta
induced-draft fan: Bkz. induced draft; aspiratörlü ke stroke.
baca çekimindeki blover ya da fan. induction system: Benz. Mot. belirli hava-yakıt karışı
induced e.m.f.: Bkz. electromagnetic induction. mı hazırlayan ve bu karışımı silindirlerin her birine
induced radioactivity: Çekirdek tepkimeleri sonucu veren (yönelten) sistem; endüksiyon sistemi; emme
oluşan radyoaktivite; endüklenmiş radyoaktivite. sistemi.
induced voltage: Bir tel. sargı ya da devrede değiş inductive: 1) endüksiyonla üretilen. 2) endüktans ve
ken bir manyetik alan tarafından oluşturulan; endük- ya elektriksel ya da manyetik endüksiyona ait.
lenen gerilim. inductive load: Bir alternatif akım devresinde direnç
induce magnetism: Bir mıknatısa dokunduğu zaman ve sargılar, selonoitler ve bobinlerin endüktansında
veya yaklaştırıldığında, bir demir parçasında geçici oluşan reaklif yük.
olarak mıknatıslanma. inductive reactance: Bir elektrik devresinde sarım sa
induct: 1) Fiz. endüklemek. 2) resmî olarak silahlı yısından oluşan, elektrik akımına direnç.
kuvvetlere (askere) almak. inductivity: 1) bir maddenin, elektriksel veya manye
inductance: 1) endüktans; bir elektrik devresinin, tik endüksiyon kapasitesini saptayan özelliği; endük
akım değişimi ile değişik manyetik alan oluşturması tans. 2) özgül endükleyici kapasite.
ve bunun o devrede veya ona yakın bir devrede geri
induc t ome t e r 289 inertia forces, primary
inductometer: Endüktansı henri veya milihenri türün inelastic collision : Çarpışan cisimlerin enerjilerinin
den belirtmek üzere kalibre edilmiş veya taksimatlan- bir bölümünün ses, ısı ve cisimlerin deformasyonun-
dırılmış değişken bir endüktan; endüktometre. da harcandığı çarpışma; esnek olmayan çarpışma.
inductor: 1) endüktansı olan bir bobin. 2) kimyasal inelasticity: Esnek veya elâstik olmama durumu veya
tepkimeleri hızlandıran pozitif bir katalizör. 3) endük- niteliği; esneksizlik.
lenen şey; özellikle diğerini endüksiyonla etkileyen inequality: 1) eşit olmama niteliği; eşitlik yokluğu;
elektriksel bir cihazın bir parçası; endükleyici. 4) eşitsizlik. 2) eşitsizlik örneği; özellikle: a) ölçü, mik
elektrik makinelerinin kutupları ve bunların sargıları. tar, rütbe, özellik, sosyal durum vb. indeki fark ya
indulin: Bkz. induline. da değişim, b) yüzeyde düz olmayış, c) uygun ora
induline: Mavi veya siyah anilin boyalar serisinin her nın yokluğu; oransızlık; eşit olmayan dağılım. 3) Ma
hangi biri; endülin. te, eşitsizlik; eşit olmayan iki nicelik arasındaki ilişki
indurate: 1) sertleştirmek; sert yapmak. 2) sertleştiril veya bu ilişkinin ifadesi; örneğin a /= b (a, b'ye eşit
miş. değil); 4 < 7 (4, 7'den küçük); 3a > 2b (3a, 2b'den
induration: 1) sertleştirme. 2) sertleştirilmiş kütle ya daha büyük).
da oluşum. inequation: Mate, eşitsizlik.
industrial: 1) endüstri veya endüstrilerle belirtilen ve inequi-: Eşit olmayan anlamında bir önek.
ya onların karakterine sahip olan; endüstriyel. 2) en inequilateral: Eşitkenar olmayan; çeşitkenar.
düstri veya endüstrilere ait; endüstri veya endüstriler inerasable: Silinmez.
den oluşan. 3) endüstrilerin kullanımı için. 4) endüs inerrability: Hatasız olma durumu veya niteliği; hata
tride çalışan kişi. sızlık.
industrial analyzer: Ampermetre, voltmetre, vatmet- inerrable: Hatasız.
re, güç faktörü ölçer ve cihaz transformatörü ve ci inerrancy: Hatasız olma durumu veya niteliği; hatasız
hazların anahtarlarından oluşan ve alternatif akımlı lık.
gemiler için önerilen taşınabilir bir cihaz; endüstriyel inerrant: Hatasız; hatasız yapma.
analiz edici. inert: 1) ataleti veya eylemsizliği olan; zıt kuvvete di
industrial arts: Endüstride kullanılan teknik sanatlar; renme veya hareket için güçsüz. 2) aktif özellikleri
özellikle okullarda bir konu; endüstriyel bilimler (sa az ya da hiç olmayan; nötr; tarafsız; ölü; atıl; inert.
natlar). Inert condition: inert gazın eklenmesi sonucu bir yük
industrial disease: Genellikle belirli endüstri dalında tankının atmosferi içindeki oksijen miktarının % 8 ve
vukubulan bir hastalık; endüstri hastalığı; meslek daha az bir orana düşürülmüş hâli; inertli durum ve
hastalığı. ya hâl.
Industrial Revolution: Endüstri veya sanayi devrimi; inert gas distribution system: Tankları yüksek ba
ingiltere'de 1760'larda başlayan ve sonra diğer ülke sınç ve vakuma karşı koruma, gazları atmosfere at
lere yayılan devrim. ma, yük ya da kargo tanklarına inert gaz dağıtımı
industrial school: Endüstri (sanayi) okulu; endüstri için donatılmış tüm boru, valf ve teçhizatlar; inert
meslek lisesi. gaz dağıtım sistemi.
industrial smog: Başlıca kirleticileri S0 2 (kükürt diok- inert gases: 1) helyum, neon, argon, kripton,
sit), S0 3 (kükürt trioksit), H 2 S0 4 (sülfürik asit), ksenon ve radon gibi reaktif olmayan gazlar; ölü
olan ve hava kirlenmesine neden olan duman; en gazlar; inert gazlar; asal gazlar. 2) nitrojen, karbon
düstriyel duman; sanayi dumanı. dioksitegzoz gazları gibi % 11'den daha az oksijene
veya
industry: 1) Orj, Ola. a) hünerli iş; maharet veya yete sahip ve yanmayı desteklemeyen bir gaz ya da gaz
nek; beceriklilik, b) bunun tatbikat veya uygulaması; karışımı.
cihaz; mekanizma. 2) sistemli çalışma; mutat veya inert gaz plant: Özellikle tankerlerde yük tanklarına
alışılmış iş. 3) ticaret, iş, üretim veya yapım dalları verilecek egzoz gazlarının makineden alınması, te
nın herhangi biri: Kâğıt endüstrisi vb. i gibi. 4) en mizlenmesi, soğutulması, basınç altında korunması
düstri; sanayi; iş. 5a) tarım dışında üretim yapan ku ve denetiminin yapılması için kullanılan kuruluş;
ruluş veya işletme, b) endüstrinin sahipleri ve yöneti inert gaz sistemi veya devresi.
ciler. inert gas system: Bkz. inert gas plant.
-ine: 1) belirli ürünlerin ticarî isimlerinde kullanılan bir inertia: 1) Fiz. dış bir kuvvet tarafından etkilenmedik
sonek: Vaseline gibi. 2) kimyasal isimleri oluştur çe maddenin sükûnette ise hareketsiz kalma veya
mak için kullanılan bir sonek: a) bromine, iodine gi hareketli ise aynı yöne hareketi sürdürme eğilimi;
bi, b) morphine gibi. atalet; Simg. I. 2) değişmeksizin sabit durumda kal
ineffaceable: Silinmez; silinmesi mümkün olmayan; ma eğilimi; hareket ya da iş için eğilimsiz.
çıkmaz; sabit (boya, mürekkep vb) . inertia filter: Kendinden sonra daha ince delikli bir
ineffective: 1) etkili olmayan; etkisiz; tesirsiz; isteni süzgeç bulunan ve havanın içindeki yabancı madde
len etkiyi üretmeyen. 2) yararlı olarak görev yapma leri merkezkaç kuvvetle ayıran filtre; atalet filtresi;
yan; yetersiz; kifayetsiz. centrifugal filter şeklinde de kullanılır.
inefficiency: Verim yokluğu; verimsizlik veya kifayet inertia forces: Eksenel hareketli kütlelerin ağırlıkların
sizlik; verimsiz olma niteliği, durumu veya gerçeği. dan gelen kuvvetler; atalet kuvvetleri.
inefficient: Verimli olmayan; özellikle: a) en az ola inertia forces, primary: Mot. eksenel hareket yapan
rak kullanılan enerji zaman vb. i ile gerekli etkiyi piston, piston rod, kroshed ve süperi ve konnektin
üretmeyen; etkisiz; tesirsiz, b) gerekli yetenek (ma rodun bir bölümünün ağırlıklarından gelen ve cos ip
haret) yokluğu; yeteneksiz; ehliyetsiz. yasasına uyan kuvvetler; birincil ya da primer atalet
inelastic: Esnek olmayan; elâstik olmayan. kuvvetleri; birincil harmonikler.
Teknik Sözlük - F. 19
iner t i a f orces , seco nd ar y 290 in f uc si b i e
infusion: 1) içi veya üzerine akıtma işi veya işlemi. 2) mak için bir monomere ilâve edilen benzol peroksit
içine dökülen veya akıtılan şey; içine katılmış; ilâve gibi bir madde;
ya da ek. 3) bir madde veya suya ilâve edildiği ya inject: 1) bazı pasaj veya oluklara (bir sıvıyı) kuvvetle
da eklendiği zaman elde edilen sıvı özü. sokmak ya da sürmek. 2) vücudun bir bölümüne en-
infusorial earth: İki atomlularin silikon kapsayan iske jekte etmek. 3) enjeksiyonla doldurmak (bir oyuk
letlerinin çok ince tozu; dialomit; izolatör olarak ve vb. ini).
cilâcılıkta kullanılır. injection: 1) enjekte (şırınga) etmek. 2) enjekte edi
ingle: 1) özellikle bir ocaktaki ateş ya da alev. 2) şö len şey; özellikle vücuda enjekte edilen bir sıvı. 3)
mine. kan hücumu; kan toplanması. 4) Diz. Mot. yakıtın en
ingolin: Almanya'da hidrojen peroksit ve T-maddesi- jektörden sis biçiminde silindirlere püskürtülmesi.
ne verilen, fakat bilimsel olarak kabul edilmeyen bir injection delay: Diz. Mot. sıvı yakıtların sıkıştirılabilir
isim; ingolin. olması nedeniyle, yakıt pompasının yukarı hareketi
ingot: Orj. Ota. çubuk metal dökmek için kullanılan ne başladığı an ile silindire yakıtın püskürtülmesi ara
kalıp. 2) çubuk ya da diğer şekillerdeki döküm için sındaki zaman aralığı; püskürtme gecikmesi.
kullanılacak metal kütlesi; ingot. injection delay period: Püskürtme gecikmesi periyo
ingot iron: Yüksek saflıkta ve külçe halinde dökül du Bkz. injection delay period.
müş, demir oranı % 99,9'dan az olmayan, sert, dövü injection lag: Bkz. injection delay period.
lebilir, korrozyona dayanıklı, yüksek manyetik ve injection nozzle: Diz. Mot. enjektörün, uç kısımların
elektriksel özelliklere sahip olan demir; ingot demiri. da olan ve ucunda püskürtme deliği veya delikleri
ingredient: 1) bir karışımı oluşturan şeylerden her ve içinde iğne valf (nidıl valf) bulunan kısmı; enjek
hangi biri; bileşen; cüz. 2) herhangi bir şeyin bile tör nozulu; püskürtme memesi; enjektör memesi.
şen parçası veya cüzü. injection period: Diz. Mot. enjektörün üst ölü nokta
inhalant: 1) solunum için kullanılan; soluma. 2) solu dan önce silindire yakıt püskürtmeye başladığı nok
num ile içe çekilen ilâç. ta ile, üst ölü noktadan sonra püskürtmenin sona er
inhalation: 1) solunum; teneffüs. 2) solunulan ilâç. diği nokta arasındaki zaman aralığı; krank açısı tü
inhale: 1) soğuk almak; akciğerlere çekmek; ciğerle ründen kullanılır; püskürtme süreci veya periyodu.
re çekilen madde; özellikle tütün dumanını solumak. injection pipe: Diz, Mot. Püskürtme pompası ile en
inhaler: 1) soluk alan kişi. 2) havadaki duman, toz jektör arasında bulunan çelik ya da demirsiz metal
vb. ini süzmek için kullanılan herhangi bir cihaz. 3) lerden yapılan, yeterli kalınlıktaki dikişsiz boru; püs
solunum ile ilâç buharlarını vermek için kullanılan kürtme borusu; yüksek basınç borusu; kamçı.
bir alet. injection pressure: Diz. Mot. 100-2030 bar arasında
inhibit: Çalışması sırasında bir işlemi yavaşlatmak ve değişen bir basınç; püskürtme basıncı (enjektörler
ya durdurmak; örneğin hidrojen ve klor karışımında için).
oksijenin varlığı hidrojen klorür oluşumunu yavaşla injection pump: Diz. Mot. yakıtı yüksek basınçla
tır. (100-2030 bar) enjektörlere göndererek püskürtmeyi
inhibitor: 1) bir enzimin faaliyetini yavaşlatan madde; sağlayan pompa; yüksek basınç pompası; yakıt püs
inhibitor. 2) Kimy. bir tepkimeyi yavaşlatmak için kul kürtme pompası; yanlış olarak boş pompası Bkz.
lanılan negatif bir katalizör, örneğin demirin paslan Bosch pump.
masını yavaşlatan korrozyon inhibitörü. 3) makine injection pump plunger: Bkz. plunger.
parçalarında çamur oluşumuna engel olan, genel injection pump rack: Diz. Mot. yüksek basınç pompa
olarak ve özellikle alaşım yataklarda korrozyonu ön sının enjektör tarafından püskürtülecek yakıt miktarı
leyen madde; antioxidante, anti-corrosive şeklinde nı ayar eden kremayer dişli kol; rak kolu; pompa
de kullanılır. plencerinin dikey ekseni etrafında döndürülmesini
initial: Başlangıç; başlangıçta bulunan; ilk; birincil. sağlar.
initial compression pressure: Mot. sıkıştırma stroku injection timing: Diz Mot. püskürtme taymingi veya
veya kursu başlangıcındaki basınç; başlangıç sıkıştır zamanlaması; üst ölü noktadan önce başlayan ve
ma (kompresyon) basıncı. üst ölü noktadan belirli bir süre sonra sona eren za
initial condensation: Buharın stim devresi veya silin manlama; Bkz. injection period.
dire ilk girdiği an oluşan yoğuşma; başlangıç yoğuş- injection valve: Bkz. injector, fuel injector.
ması. injection valve needle: Bkz. needle valve.
initialize: ilk kullanıma hazırlamak. injection valve nozzle: Bkz. injection nozzle.
initial pressure: Mot. sıkıştırma başlamadan hemen injector: Özellikle: a) buhar kazanlarına su vermek
önce ya da sıkıştırma başlangıcında silindirdeki ha için kullanılan bir pompa Bkz. steam injector, b)
va dolgusu ve atık gazların basıncı; başlangıç basın Diz. Mot. yakıtı silindirlere püskürten alet; enjektör
cı; ilk basınç. Bkz. fuel injector, c) gaz türbinlerinde yakıtı yanma
initial stabiiity: Başlangıç dengesi veya stabilitesi; ilk odasına püskürten benzer cihaz.
denge (gemi vb. i için). injector: Bkz. steam injector.
initial velocity: Bir nokta veya cismin hareket geçtiği injector adjusting screw: Yayının tansiyonunu çoğal
andaki hızı; başlangıç hızı; ilk hız. tarak veya azaltarak enjektörün püskürtme basıncı
initial volume: Mot. sıkıştırma veya kompresyon kur nın ayarlanmasını sağlayan vida ya da cıvata; ayar
su (stroku) başlangıcında silindirdeki hacim; ilk ha cıvatası; ayar vidası.
cim; başlangıç hacmi. injector body: Enjektör gövdesi; Gem. Mak. enjektör
initiate: Başlatmak; başlamaya neden olmak. kütüğü.
initiator: Bir tür polimer zincirleme reaksiyonu başlat injector cup: Enjektör nozulu ya da memesi; Bkz. in-
inject o r rac k 292 inspec t io n
jection nozzle,
inorganic chemistry: Karbon, onun oksit ve
injector rack: Bkz. injection pump sülfürleri ni kapsayan organik kimyaya ait diğer
rack. tüm karbon bileşiklerinin dışında kaldığı, kimyasal
injector, steam: Bkz. steam injector. elementler ve onların bileşiklerini inceleyen kimya
injector tester: Enjektörlerin püskürtme basınçlarının bilimi dalı; inor ganik kimya.
saptanmasında kullanılan el veya bir elektrik motoru inorganic salt: Kimy. inorganik tuzlardan herhangi bi
ile çalıştırılan test ya da deney cihazı; enjektör test ri; inorganik tuz.
cihazı. inorganic substance: Organik olmayan madde; inor
injector tip: Bkz. injector nozzle. ganik madde.
iniet: 1) Mot. giriş supabı ya da valfı Bkz. inlet valve; inosite: Bkz. inositol.
bir pompanın giriş tarafı. 2) giriş ya da açıklık. 3) bir
nehir, göl, okyanus vb. inin bir kara parçası içersine inositol: Hayvansal ve bitkisel dokularda ve türlü izo
mer şekillerinde bulunan kristalli bir alkol; inositol,
uzanan dar ve uzun bir kısmı; küçük körfez veya C 6 H 6 (OH) 6 ; B kompleks vitaminlerinden biri; kas
koy. şe keri olarak da isimlendirilir.
inlet header: Buh. Kaza. yaş buharın üst ısıtıcıya (sü- inoxidable: Paslanmaz., okitlenmez.
perhiytere) girdiği kısım; giriş hederi. inoxidize: Oksitlenmeye engel olmak.
inlet manifold: Temiz hava veya hava-yakıt karışımı inphase: Elekt. aynı fazda olan: Akımlar için söylenir.
nın silindirlere verilmesini sağlayan, dairesel kesitli, inpour: içine veya içersine akıtmak.
silindir sayısının yarısı kadar kolu olan ve silindir blo- input: Bir makine, elektrik motoru vb. ine onu çalıştır
kuna bağlanan döküm boruları taşıyan kısım; giriş mak için verilen ya da giren güç ya da akım miktarı;
manifoldu; giriş (havası) manifoldu. girdi; input.
inlet pipe: Bir pompa, motor, makine vb. inin giriş ta insanitary: Sağlığa uygun olmayan; sağlık ya da sıh
rafında bulunan boru; giriş borusu; emme borusu. hate zararlı; hastalığa neden olan
inlet ports: İki zamanlı motorlarda sadece hava veya inscribe: Geom. bir şekil içine, onun sınırlarına müm
hava-yakıt karışımının silindirlere girmesini sağlayan kün olduğu kadar çok noktada dokunan veya temas
küçük pencereler; giriş portları; hava portları; süpür eden bir başka şekil çizmek.
me portları; Bkz. scavenge ports. insecticide: Böcek ya da haşareleri yoketmek için
inlet valve: Dizel motorlarında temiz hava, benzin mo kullanılan herhangi bir madde.
torlarında hava-yakıt karışımının silindirlere girmesini insectology: Böcekleri, özellikle onların tarım ve en
sağlayan ve silindir kapağı üzerinde bulunan valf ya düstriye etkilerini inceleyen bilim; böcek bilimi.
da supaplardan biri; inlet veya inteyk supabı; giriş insert: Katı bir maddeyi sabit durumda iki veya daha
supabı; emme supabı. fazla parçalar arasına koymak; örneğin bir elektrik
in-line engine: Diz. ve Benz. Mot. siiindirleri dikey devresine ek direnç sokmak gibi.
olarak yan yana olan veya bir sıra oluşturan motor; insert bushing: Tek parçadan yapılmış, silindir şeklin
sıra motor; sıra makine; Gem. Mak. Inlayn makine. de geçme yatak (piston pin burcu gibi); burç.
inner: 1) iç; dahilî. 2) içerde; içeriye. insert plug: Geçme tapa.
inner bottom: Den. çift'dip (dabılbotum) tankları üze inside: İç; iç
rindeki yüzey; iç dip. taraf.
inner dead center: Mot, iç ölü nokta; Bkz. bottom inside admission valve: Pist. Buh. Mak. buharı iç ta
dead center. rafından buhar portlarına veren ve dış tarafına egzoz
inner diameter: İç çap. eden valf; içten kesmeli veya katoflu valf; içten veriş
inner field: 1) polarlanmış bir elektriğin içinde her il valf; piston veya silindir valf.; yüksek basınç silin
hangi bir molekülü derhal çevreleyen manyetik dirlerinde kullanılan bir tür slayt valf.
alan; iç alan. 2) mıknatıslanabilir bir maddenin bir inside bore: Dairesel bir deliğin iç çapı; iç çap.
molekülünü çevreleyen manyetik aian. inside caliper: iç çapların veya ölçülerin ölçümünde
inner friction: iç sürtünme; Bkz. interna! resistance. kullanılan bir alet; iç kompas.
inner tube: Oto. iç lâstik; şamriyer. inside micrometer: Pist. Buh. Mak. ve D/z. Mot. silin
innovate: Yeni yöntem (metot) veya metotlar, cihaz dirlerin iç çaplarının ölçümünde kullanılan bir alet;
lar vb. i sunmak; değişiklikler yapmak. çap mikrometresi; iç mikrometresi.
innovation: 1) yenilik yapma veya yeni yöntem, ci inside-mixing burner: Buh. Kaza. püskürtülecek ya
haz vb. i çıkarma işi veya işlemi; icat; yenilik. 2) ye kıt ile püskürtücü (basınçlı ve taze) buharın birbirine
ni olarak çıkarılan şey; yeni yöntem, alet, cihaz vb. karıştırıldığı börner ya da atomizör; içten karıştırmalı
I. yakıcı ya da börner.
innoxious: Zararsız; sağlığa zarar vermeyen. inside spring caliper: içten yaylı kompas.
innumerable: Sayılmak için sayısı ya da adedi çok inside thread: içe veya iç kısma çekilmiş diş; iç diş;
fazla; sayılamaz; pek çok; sayısız. dişi diş.
innumerably: Çok büyük sayıda. insolate: Beyazlatmak ve kurutmak için güneş ışınları
inodorous: Kokusu olmayan; kokusuz. nın etkisinde bırakmak.
inoperable: Çalıştırılamaz; özellikle: a) pratik olma insolation: 1) güneş ışınlarının etkisinde bırakarak
yan, b) üzerinde ameliyat (operasyon) yapmaya uy hastalık tedavisi. 2) güneş çarpması. 3) Meteo. a)
gun olmayan; işletim dışı. özellikle dünya yüzeyinin güneşten aldığı radyas
inoperative: Çalışmayan; işlevini yapmayan; etkisi ol yon, b) her birim yüzeye isabet eden bir tür radyas
mayan; etkisiz. yon miktarı.
inorganic: Organik olmayan; inorganik; anorganik; insolubility: Erimez olma durumu veya niteliği; eri-
özellikle: a) hayvansal ve bitkisel maddelerden oluş mezlik; çözünmezlik.
mayan; canlı şeylerin düzenli yapısına sahip olma insoluble: 1) eritilemez; çözündürülemez; erimez ve
yan, b) yapısı bir organizmaya benzemeyen, c) or ya çözünmez. 2) çözümlenemez; halledilemez.
ganik olarak sınıflandırılmayan herhangi bir kimya insolubly: Erimez bir biçimde veya tarzda.
sal bileşiğe ait ya da onu belirten: inorganik bileşik insolvable: 1) dikkatle bakmak. 2) resmî olarak mua
lerin çoğu karbon kapsamaz ve mineral kaynaklar yene etmek veya gözden geçirmek; teftiş etmek.
dan türer, d) bu tür bileşiklerle ilgilenen kimya dalı inspection: 1) dikkatle araştırma; muayene; kontrol
na ait veya onu belirten. ya da denetleme. 2) resmî muayene veya gözden
geçirme; teftiş.
inorganically: inorganik olarak.
in sp ecti o n cove r 293 intak e strok e
inspection cover: Kontrol veya muayene kapısı veya insufficient air: Yetersiz hava; eksik hava; yanma sı
Kapağı. rasında karbon monoksit oluşmasına neden olan
inspection hole: Kontrol veya muayene deliği. normal miktardan az hava ve oksijen.
inspection opening: Bkz. inspection hole. insulate: Elekt. ısı veya ses pasajları veya kaçakların:
inspection plug: Kontrol veya muayene tapası. önlemek amacıyla yalıtkan bir madde ile ayırmak ve
inspection schedules: Bakim programları; makinele ya kaplamak; izole etmek; tecrit etmek.
rin bakımlarının nasıl ve ne kadar aralıklarla yapıla insulated: izole edilmiş; yalıtılmış.
cağını gösteren programlar. insulated cable: izole edilmiş veya yalıtılmış tel; izole-
insphere: Bkz. ensphere. li tel.
inspiration: Soluma; nefes alma; ciğerlere hava çek insulated wire: izole edilmiş veya yalıtılmış tel; izoleli
me; karşıtı, Bkz. expiration. tel.
inspiratory: Nefes ya da soluk almaya ait; soluk alma insulating: Yalıtma; tecrit etme; izole etme; yalıtkan
ile belirtilen. bir madde; tecrit maddesi.
inspirator: Bkz. steam injector. insulating firebrick: Sıcaklık sının 870°-1538°C (1600°-
inspissate: Buharlaştırarak vb. i şekilde koyulaştır 2800°C) olan, düşük sıcaklıklarda daha iyi yalıtım
mak; yoğunlaştırmak. görevi yapan, gözenekli ateş tuğlası; izolas yon ateş
instability: Denge yokluğu; dengesizlik; özellikle: a) tuğlası; kazanların ocak duvarlarında kulla nılır.
dayanıklığı olmayan; dayanıksız, b) dayanıksızlık.
instable: Bkz. unstable. insulating strength: Bir elektrik izolatörünün kırılmak-
install: 1) tesis etmek. 2) kullanmak için yerleştirmek. sızın elektriksel gerilmeye dayanma yeteneğinin öl
3) tesisat yapmak. çümü.
installation: 1) kullanım için düzenlenen tam bir me insulating varnish: Elektrik makinelerinde bozulan
kanik cihaz: Isıtma tesisi gibi. 2) tesis, ekipman vb. sargı izolasyonlarını kuvvetlendirmek için kullanılan
ini kapsayan herhangi bir askerî tesis. bir tür vernik; izolasyon veya yalıtım verniği.
instant: 1) hemen olan. 2) gecikmeksizin; derhal. 3) insulation: 1) izole etme; yalıtma; izole edilmiş; izole
su veya diğer bir sıvı ekleyerek hazırlanan veya der etmek için kullanılan bir madde. 2) elektrik akımının
hal eriyen çay, kahve, kakao vb. ini belirtir. 4) zama akışının önlenmesi. 3) ısı transferini yavaşlatma. 4)
nın çok kısa bir aralığı veya noktası; an. sesin yayılmasını azaltma. 5) yalıtkan bir madde ile
instantaneous: 1) bir anda olan, yapılan veya vuku- elektrik teli ya da kablosunu kaplama.
bulan. 2) gecikmeksizin yapılan; derhal. insulation band: Elekt. izole bant.
instantaneous velocity: Bir cismin, zamanda belirli insulation resistance: 1) bir izolatör ile ayrıldıkların
noktadaki hızı; bir andaki hız. da, bir devrenin iki iletkeni veya bir iletken ile toprak
instantly: Bir anda; derhal; hemen; gecikmeksizin. arasındaki direnç; izolasyon direnci. 2) bir elektrik
instauration: Restorasyon; yenileme; onarım; tamir. kablosunun, Ohm ya da çoğunlukla Mega-Ohm tü
instill (instil): Damla damla içine akıtmak. ründen direnci; sağlam bir izolasyonda bu direnç en
instruct: 1) bilgi iletmek; öğretmek; eğitmek. 2) tali az 500 bin Ohm'dur.
mat ya da emir vermek. 3) ders vermek. insulation tape: Elektriksel cihazları yalıtma veya ısı
instruction: 1) öğretme; eğitme. 2) verilen veya öğre izolasyonu için kullanılan mika, PVC, lâstik, asbes
nilen bilgi, malûmat vb. i herhangi bir öğretim; ders. tos, grafitli asbestos vb. inden yapılan bant; izole
3) Çoğ. talimatlar; emirler; komutlar. bant; yalıtım bandı.
instruction book: Ana ve yardımcı makinelerin çalıştı insulator: Bir cismi yalıtkan yapan veya yalıtan her
rılması, bakım tutumu, onarımı vb. yöntemleri göste hangi bir madde; özellikle elektrik tellerini taşımak
ren kitap; işletme el kitabı; makine katalogu; Gem. veya yalıtmak için kullanılan, çoğu zaman cam ya
Mak. instrakşın buk. da porselenden yapılan bir cihaz; fincan; izolatör;
instruction, operating: işletme ya da kullanım talima yalıtıcı.
tı; ana makine, ana makine yardımcıları, güverte yar- int.: Bkz. 1) interior. 2) internal.
dımcılari, hizmet makineleri hakkında, işletme bilgile intake: 1) giriş; içeriye giriş. 2) içeriye giren şeyin
ri veren kitap; işletme el kitabı. miktarı. 3) bir boru, kanal vb. inde akışkanın içeri gir
instrument: Bir şey yapmak, imâl etmek için bir kişi diği kısım; giriş ağzı. 4) Mete. içeri giren enerji mik
tarafından kullanılan türlü alet, cihaz veya aygıtlar tarı. 5) Maden. Bkz. air shaft. 6) Mot. hava ya da ha-
dan herhangi biri; ölçü aleti; cihaz; aygıt; alet; ge va-yakıt karışımının verildiği veya emildiğl makine
reç. bölümü.
instrumental: Bir alet ya da araca ait; bir alet veya intake cam: Kam veya eksantrik mili üzerinde bulu
araç ile yapılan. nan ve giriş veya emme valfının açılmasını sağlayan
instrumentation: 1) bilimsel olayların kullanımı veya kem, kam ya da eksantrik; giriş kamı (kemi).
bilimsel cihazlarla çalışma. 2) makineleri başarılı bir intake manifold: Mot. temiz hava ya da hava yakıt ka
biçimde çalıştırmak ve onları hasardan korumak rışımının silindirlere emilmesini sağlayan, dairesel
amacıyla alet veya cihazlar kullanma. kesitli, silindir sayısının yarısı kadar koiu olan ve si
instrument flying: Görsel gözlem yapmaksızın sade lindir blokun emme supapları tarafına bağanan ma
ce cihazlan kullanarak bir uçağın denetimi; kör densel boru; giriş veya emme manifoldu.
uçuş; cihaz veya aletlerle uçuş. intake ports: Bkz. scavenge ports.
instrument panel (or board): Otomobil ve uçaklarda intake silencer: Yüksek güçlü makinelerde emme su
ki gibi, üzerinde göstergeler, cihazlar vb. i bulunan paplarından yüksek hızla geçen havanın uzak mesa
tablo; kontrol tablosu veya paneli. felerden duyulan gürültüsünü azaltmak üzere kulla
instrument, scientific: 1) araştırma, ölçme veya kayıt nılan, silindir kapağına bağlanan ve dökme demir pi
için kullanılan Geiger sayacı, fotometre, elektroskop, rinç veya alüminyumdan yapılan bir boru; giriş sus
spektroskop, ampermetre, termometre, barometre, turucusu.
barograf vb. i cihazlardan herhangi biri; bilimsel ci intake stroke: Benzin motorlarında pistonun silindir
haz. 2) Tek. Res. çizim için kullanılan gönye, pergel, içine hava-yakıt karışımı ve dizel motorlarında sade
hina vb. i aletlerden herhangi biri. ce temiz hava, pistonlu kompresörlerde hava, soğu
insufficient: Yetersiz; eksik; yetersiz hava, yağ ya da tucu vb. ini emdiği strok ya da kurs; emme stroku;
yakıt gibi. giriş stroku; suction stroke, inlet stroke şekillerin-
intak e syste m 294 interelectrod e capacitanc e
de de kullanılır.
seviyesi.
intake system: Hava giriş sistemi; özelikle dış hava
nın dizel motorlarınin silindirlerine girinceye dek geç intensity magnetization: Bkz. magnetic polarizati
tiği hava filtresi, susturucu, manifold vb. inden olu on.
şan devre; hava giriş sistemi; tam olarak air intake intensity modulation: İşın akımının değişimi ile tele
system şeklinde kullanılır. vizyon ekranı parlaklığının kontrolü.
intake tunnel: Bkz. kondenserlerde soğutma suyu intensity of light: Birim alana düşen ya da onun tara
nun girdiği kısım; giriş tüneli. fından emilen radyasyon; ışığın şiddeti; ışık şiddeti.
intensity of pressure: Her bir birim alana sıvı basın
intake valve: Mot. temiz hava ya da hava-yakıt karışı cı; basınç şiddeti.
mının silindirlere girmesi veya emilmesini sağlayan intensity of radiation: Her bir birim alandan akarak
supap; emme supabı; emme valfı. geçen enerji veya foton ya da parçacıklarin (partikül-
integer: Kendisini tamamlayan herhangi bir şey; var lerin) sayısı; radyasyon şiddeti; ışınım şiddeti.
lık; tüm. 2) tam sayı, örneğin 5, 10, 748 vb. i. intensity, radiant: Kaynaktan herhangi bir yönde her
integrabiiity: Tam olma niteliği veya durumu; bütün bir soiit açıdan, radyan enerjinin aktarılan miktarı;
lük. radyan şiddet.
integrable: Parçalarına ayrılamaz. intensity of radioactivity: Birim zamanda bozunan
Integral: 1) tam olma veya bütünlük için gerekli; te atomların sayısı; radyoaktivite şiddeti.
mel. 2) tam ya da tamam. 3} Mate, a) tam sayı veya intensive property: Kütle, hacim, alan, boy, ısı kapa
tam sayılara alt; kesirli olmayan, b) integrallere ait sitesi ve elektriksel direnç gibi maddenin miktarına
veya onlara sahip olan. 4) bütün. 5) Mate, bir fonksi bağlı olan bir özellik.
yon veya bir formülün entegrasyonunun sonucu. interact: Birbirini etkilemek; karşılıklı etkilemek.
integral calculus: Entegrallerin kuramı, uygulaması,
fonksiyonları vb. i ile ilgilenen cebir dalı; entegral he interaction: Etkileşim.
sabı. interaction space: Bir elektronik cihazda enerjinin
internal demek: Komple vinç. elektronlara veya elektronlardan aktarıldığı elektrot
integrand: Mate. entegrasyonu yapılan fonksiyon ya lar arasındaki boşluk.
da eşitlik. interactive: Birbirini etkileyen; birbirine tesir eden; et
integrant: Entegral; tamamlayıcı parça; bütünü mey kileşimli.
dana getiren veya oiuşturan. intercept: 1) tasarlanan yere varmadan önce durdur
integrate: 1) parçaları bir araya getirerek veya ekleye- mak veya yolunu kesmek; durdurmak veya kesmek.
rekbir bütün yapmak. 2) bir bütün yapmak için par 2) durdurmak, engel olmak veya önlemek. 3) iletişi mini,
çaları bir araya getirmek ya da koymak; birleştir görünüşünü vb. i kesmek. 4) Mate, iki nokta, çizgi
mek. 3) tümünü, toplamını vermek veya göstermek. veya düzlem arasını kesmek, işaretlemek veya
4) Mate, a) entegral veya entegralierini (fonksiyon, sınırlamak. 5) işaretlenen, kesilen veya sınırlanan
forrnüi vb.) hesaplamak, b) entegrasyon işlemi yap bir doğru, düzlem vb. i parçası.
mak. 5) birleştirmek veya tam yapmak. intercepter: Bkz. interceptor.
integrated: Tümleşik. interception: Kesme, kesilmiş, işaretlenmiş veya sınır
integrated circuit: Elektronik devrelerde (sistemler lanmış.
de) kullanılan, bileşen sistemler şekli oluşturan bir interceptor: 1) kesen, durduran kişi veya şey. 2) özel
devre; entegre devre. likle düşman saldırılarına karşı savaşmada kullanı
integrating meter: Belirli bir zaman sürecinde ölçü lan, hızlı tırmanma yeteneği olan askerî uçak; avcı
len değerleri toplayan veya bütünleme yapan bir ci uçağı.
haz. interchange: 1) karşılıklı almak ve vermek; mübade
integration: 1) tamamlama veya tamamlanmış. 2) Ma le; takas. 2) diğerinin yerine koymak (iki şeyden biri
fe. verilen bir büyüklük veya fonksiyonun türev ya ni). 3) değiştirmek. 4) mübadele etmek. 5) değiş to
kuş; takas; özellikle: a) değiştirme; mübadele.
da diferansiyelinin büyüklük ya da fonksiyonunu bul interchangeable: Değiştirilebilir; birbiriyle takas edile
ma işlemi; entegrasyon. bilir; özellikle birbirlerinin yerine konulabilir veya kul
integrator: 1) bütünleyen kişi veya şey. 2) entegralle- lanılabilir.
ri hesaplayan mekanik bir cihaz; entegratör. interconnect: Birbirine veya bir diğerine bağlanmak
intense: 1) yüksek derecede vukubulan veya devam veya bağlanmış olmak.
eden; çok kuvvetli; şiddetli; aşırı ya da kuvvetli. 2) interconnection: Birbirine veya bir diğerine bağlı ol
Foto. yoğun ya da mat. ma.
intensifier: t) Foto. bir negatifin baskı yoğunluğunu intercontinental: Kıtalararası.
arttırmak için kullanılan türlü çözeltilerden herhangi intercooler: 1) çok kademeli hava kompresörlerinde,
biri; şiddetlendirici. kompresörün kademeleri arasına yerleştirilen ve ha
intensifier coil: Bkz. induction coil. vayı soğutmak için kullanılan soğutucu. 2) aşırı dol-
intensify: 1) şiddetini arttırmak veya daha şiddetli durmalı veya süperşarjli makinelerde hava bloveri
yapmak; çoğaltmak, arttırmak; dayanıklığını arttır ile hava resiveri arasında bulunan soğutucu; iç soğu
mak. 2) Foto. bir şiddetlendirici ile muamele ederek tucu; Gem, Mak. interkuler.
yoğun yapmak. 3) şiddetli olmak veya şiddetini arttır intercooling: Bir silindirden diğer silindire geçiş sıra
mak. sında, sıkıştırılmış havanın ısısının bir bölümünün
intensitometer: Radyografi (röntgen) sırasında poz alınması; ara soğutma; iç soğutma.
süresini kontrol etmek ve bağıl X-ışinı şiddetini sapta interdeck superheater: Daha çok ince su borulu he
mak için kullanılan bir cihaz; intensitometre. der türü kazanlarda kullanılan, gazlann kazandan çı
intensity: 1) şiddetli olma özelliği; özellikle: a) her kış tarafında su boruları arasına yerleştirilen süper-
hangi bir şeyin aşırı derecesi; ifrat derece, b) düşün hiyter ya da üst ısıtıcı; borular arasına yerleştirilen
ce veya aktivitenin büyük enerjisi. 2) Foto. bir görün süperhiyter.
tünün yoğunluk ya da donukluğu. 3) Fiz. birim alan, interelectrode capacitance: Bir vakum tüpü devresi
hacim, dolgu vb. ine düşen ısı, ışık, ses, elektrik akı nin iki elektrotunun kondensatör etkisi nedeniyle ka-
mı vb. kuvvet miktarı veya enerji. pasitansı; iç elektrot kapasitansı.
intensity level: Bir sesin diğerine göre şiddetinin, bel
veya desibel ile belirtilen ilişkisi; şiddet düzeyi veya
interface 295 internal medicine
interface: Kimyasal bir sistemin iki fazı arasındaki do intermediate pressure: Orta basınç (silindiri vb.);
kunma yüzeyi; arabirim. Bkz. intermediate pressure cylinder
interfacial angle: Bir kristalin komşu iki yüzeyi arasın intermediate pressure cylinder: Orta basınç silindiri;
daki, iki düzlemden oluşan açı. üç genişlemen pistonlu buhar makinelerinde orta ba
interfacial tension: Bir kristalin komşu iki yüzeyi ara sınç silindiri; çapı yüksek basınç silindirinden bü
sındaki, iki düzlemden oluşan açı. yük, alçak basınç silindirinden küçük olan silindir
interfere: İşiemi değiştirecek, yavaşlatacak, durdura (pistonlu buhar makineleri ve eski hava kompresör
cak veya anlaşılması güç hale getirecek şekilde bir lerinde kullanılır).
işlemin normal seyrini etkilemek; araya girmek, en intermediate neutrons: Orta şiddette nötronlar.
gellemek. intermediate shaft: Ara şaft veya mil.
interference: 1) Fa. birleştiği noktadaki rölatif fazları intermedate survey: Klâs sürveyörleri veya yetkililer
na bağlı olarak birbirlerini nötrleştiren ses, ışık, vb. i tarafından gemilerde iki yılda bir yapılan denetleme
gibi dalganın veya titreşim akımının karşılıklı etkileş ve muayeneler; ara sürveyi.
mesi. 2) Rady. statik veya istenmeyen yayını boz intermingle: Birbirine karışmak; karışmak; harman ol
mak için üretilen statik, istenmeyen ses sinyalleri vb. mak.
i; parazit. intermission: 1) fasıla; ara, 2) ara verme. 3) faaliyet
interferential: Hz. çarpışmaya ait; çarpışma ile çalı periyotları arasındaki zaman aralığı.
şan. intermit: Bir zaman için stop etmek veya durdurmak
interferometer: Işık yardımıyla dalga boylarını kıyasla (durmak, ara vermek); aralıklarla durmak; aralıklarla
mak, bir tayfın küçük parçalarını analiz etmek ve bir yapılan ya da olan; sürekli olmayan.
yüzeyin düzgünlüğünün sapmasını ölçmek için kulla intermittence: Aralıklı olma durumu veya niteliği.
nılan bir cihaz; interferometre. intermittency: Bkz. intermittence.
interferometer, acoustic: Bir gaz ya da sıvıdaki emi intermittent: Aralıklı olarak durma ve tekrar çalışma;
len ses veya uitra sesleri (ultrasonları) ve hızı ölç duran ve yeniden çalışan.
mek için kullanılan bir cihaz; akustik interferometre. intermittent current: Belirli aralıklarla kesilen fakat
interferometer, optical: Standart ışık dalga boyu ile daima aynı yönde akan bir elektrik akımı.
bilinmeyen dalga boylarını kıyaslamak için kullanı intermittent horsepower: Bir dizel motorunun iyi iş
lan bir cihaz; dar bir tayf bölgesinin analizi için kulla letme koşullarında aralıklı olarak geliştirdiği güç; ara
nılır; optik interferometre. lıklı güç.
interfuse: 1) birlikte karıştırma, harman etme veya eri intermittent lubrication: Sürekli olmayan; basit takat
terek birleştirmek. 2) içinden veya bir maddeden güvenilir olmayan bir yağlama şekli; aralıklı yağla
geçmeye neden olmak. ma.
intergrade: Yavaş yavaş birbirine karışmak. intermittent welding: Aralıklı kaynak; kaynaksız alan
interior: 1) içersinde; içinde. 2) bir ülkenin iç işlerine lar nedeniyle kaynak yapımı sırasında sürekliliğin ke
ait. 3) herhangi bir şeyin iç parçası; özellikle: a) bir sildiği kaynak.
oda veya binanın iç kısmı, b) bir ülke veya bölgenin intermix: Birbirine karıştırmak; harman etmek; karış
iç kısımları. 4) bir binaya da odanın iç görüntüsünün mak.
resmi vb. i 5) içişleri (Bakanlığı). intermixture: 1) karıştırma; karışma. 2) karışım. 3) ilâ
interior angle: 1) iki doğruyu kesen bir başka doğru ve ya da ek.
nun oluşturduğu içteki dört açıdan herhangi biri; iç internal: 1) içe ait; içinde; iç; dahilî.
açı. 2) bir çokgenin komşu iki kenarı arasındaki açı; internal combustion engine: Hava yakıt karışımının
karşıtı; exterior angle. silindirleri içinde veya yanma odasında yakılarak
interior communication: Den. gemilerde türlü yön güç üretilen otomobil, uçak, gemi vb. i yerlerde kul
temlerle (ses ile, kayıt veya belirtme ile) kaynaktan lanılan makine ya da motor; içten yanmalı makine.
bir veya daha fazla noktaya bilginin aktarılması veya internal cleaning: Buh. Kaza. domların (dramların) gi
işaretlenmesi; iç iletişim; iç ulaşım; iç muhabere. riş kapakları acılarak, buhar dramlarından boruların
interior planet: Dünya ile güneş arasındaki herhangi kontrolü ve iç temizliği; dahilî ya da iç temizlik.
bir gezegen ya da planet. internal dial gauge: Silindir çaplarının ölçülmesinde
interlink: Birlikte bağlamak; birbirlerine bağlamak. kullanılan, yatay ve dikey iki bileşen ile mehengir-
interlock: 1) bir arada kilitlemek; bir diğeri ile birleş den oluşan ölçü aleti; iç (çap) mehengiri.
mek. 2) bağımsız olarak işlemeyecek şekilde parça internal diameter: İç çap; Bkz. bore.
ları birleşmek veya birleştirmek. internal efficiency: İç verim; buhar türbinleri için kul
interlocking signals: Birbirlerine bağlı demiryolu sin lanılır.
yalleri; biri alçaldığı zaman, diğerleri tren geçinceye internal energy: Bir maddenin içindeki moleküllerin
kadar değişemez. durumu ve hareketleri nedeniyle sahip olunan yığıl
interlocked: Birbirine geçmiş; kenetlenmiş. mış ısı enerjisi; iç enerji; u ile belirtilir.
intermeddle: Birbirine karışmak. internal friction: Aynı cismin parçaları arasındaki ba
intermediate: Aradaki herhangi bir şey; arasında ğıl harekete direnç; iç direnç; u ile gösterilir.
olan veya vukubulan; ortadaki; orta basınç (silindiri) internal gear pump: Yakıt devrelerinde besleme pom
gibi. pası olarak kullanılan dişli veya viking pompası.
intermediate bearing: Ara yatak. internally: 1) herhangi bir şeyin içi ya da iç tarafına
intermediate bushing: Ara yatak; ara burç. göre. 2) dahilî olarak; içe doğru.
intermediate frequency: Ara frekans, orta dalga. internal medicine: iç hastalıkları; dahiliye; iç organ
intermedate gear: Mak. ara dişli; mutavassıt dişli. lar ve sistemlerin hastalıklarının tanı ve tedavisiyle il-
in t er n a ! po t e n t ia l 296 inulase
caklık islemi.
isotopic. izotopa ait; izotop tabiatında olan.
isotone: Genel olarak aynı sayıda nötronu, fakat fark
lı sayıda protonu kapsayan herhangi bir atom; izo- isotopic weight: Bkz. mass number.
ton. isotopy: İzotopların ilişkisi veya durumu.
isotonic: 1) eşit gerilmeye ait. 2) aynı geçişmen; oz- isotron: iyonlarını elektriksel olarak ayıklayıp izotopla
motik basınca sahip olan; özellikle kan ile aynı oz- rı ayıran bir cihaz; izotron.
motik basınca sahip olan ve dolaşım sistemine zerk isotropic: Ölçüm yönü bakımından aynı olan iletken
edildiği zaman kırmızı kürecikleri veya alyuvarları lik, esneklik vb. i gibi fiziksel özelliklere sahip olan;
tahrip etmeyen bir tuz çözeltisine ait veya onu belir izotropik.
ten; izotonik. isotropous: Bkz, isotropic.
isotoniciiy: İzotonik olma niteliği; iztoniklik. isotrapy: İzotropik olma durumu veya niteliği.
isotope: Bir elementin, eşit atom sayısı ve aynı veya item: Madde; öğe; kalem.
daha çok yakın özelliklere, fakat farklı atom ağırlıkla ivory black: Yanmış fildişinden hazırlanan parlak si
rına (veya kütle numaralarina) sahip olan iki veya yah bir pigment veya boya; fildişi siyahı.
daha fazla şeklinden herhangi biri; izotop: U 235, U
238 ve U 239 uranyumun üç izotopudur.
J, j
J; Bkz. Joule.
döndürmek; Gem. Mak. tornaçark etmek.
jack: 1) denizci; gemici. 2) çizme çekeceği. 3) ağır
jacking device: Buh. Türb. rotorşaft yatağının selini
bir cismi kısa bir mesafeye kaldırmak veya hareket
rahat ve kolayca çıkarabilmek amacıyla jurnali kü
ettirmek için kullanılan türlü makinelerden biri: Kri
çük bir miktar kaldırmak için kullanılan bir cihaz;
ko, hidrolik kriko, oto krikosu, kriko vida vb, i. 4) ay
şaft kaldırma cihazı.
dınlatmada kullanılan yakıtın kabı. 5) Den. işaret ve
milliyeti göstermek için gemilerin baş taraflarında jacking gear: Mak. makine krank mili veya rotorşaftı-
dalgalanan küçük bayrak; milli bayrak. 6) elektrik nı çok ağır devirle döndürmek için kullanılan bir do
akımı almak amacıyla fiş takılan yer; priz. 7) kriko ile nanım; bir elektrik motorunun miline bağlı bir son
kaldırmak veya hareket ettirmek. suz dişli ile volanın çevresindeki dişliden oluşur; tor
naçark donanımı; shaft turning gear biçiminde de
jackhammer: Mak. basınçlı hava ile çalıştırılan kaya
kullanılır.
delgi tabancası.
jacking gear engaged: Gem. Mak. tornagir
jack, hydraulic: Bkz. hydraulic jack.
makinesi devreye bağlı veya devrede; tornagir
jacket: 1) Mot. soğutma suyu dolaştınlan ve silindir makineye bağ lı.
ya da silindir gömleği ile blok arasındaki kısım; silin
jacking gear in: Gem. Mak. tornagir
dir ceketi; soğutma ceketi. 2) buhar borusu, buhar devrede.
kazanı vb. inin yalıtılmış keys veya dış mahfazası. 4)
bir merminin metal kaplı kısmı. 4) Buh. Mak. Bkz. jacking gear out: Gem. Mak. tornagir devrede
değil.
steam jacket.
jackknife: 1) büyük çakı. 2) suya dalmadan hemen
jacket cooling: Mot. Ceket soğutma; motorlarda blok
önce bir sporcunun bacaklarını düz tutarak ve elleri
ile silindir gömleği arasındaki cekette dolaştırılan su
ile bacaklarına dokunması şeklindeki dalma duru
ile soğutma.
mu; ceknayf. 3) çakı ile kesmek veya bıçaklamak.
jacket, cylinder: Bkz. cylinder jacket.
jack-lift truck: Krikolu araba veya kamyon.
jacket, steam: Bkz. steam jacket.
jack-o-iantern: 1) geceleri bataklıklar üzerinde görü
jacket, water: Mot. silindirlerin dış yüzü ile silindir len hareketli, anlaşılması zor ışık. 2) içi oyulmuş ka
blok arasında bulunan ve soğutma amacıyla su do baktan yapılan ve insan yüzüne benzeyen fener.
laştırılan hacim; su ceketi.
jackplane: Tahtaları tesviye etmek, düzeltmek vb. i
jacket water: Mot. silindir ceketlerinde soğutma ama için kullanılan bir alet; marangoz rendesi.
cıyla kullanılan, nadir olarak deniz suyu, çoğunlukla
jackscrew: 1) bir vidayı çevirerek çalıştırılan ve ağır
içilebilen herhangi bir su; ceket suyu.
şeyleri kısa bir mesafeye kaldırmak için kullanılan
jacking: Makineyi ısıtmak, denetlemek vb. i amaçlar basit bir makine; kriko. 2) Buh. Türb. keyslerin kaldı
la ve bir elektrik motoru, buhar makinesi vb. i ile rılması sırasında alt keyse bağlanan, vira edildiğin
de, iki keys parçası arasındaki vakumun bozulması
nı sağlayan ve böylelikle üst keysln kaldırılmasına
jacksta y 304 je t - p ro p elle
d
Teknik Sözlük - F. 20
joule 306 jun k ri n g
7
joule: Fit. 10 erge eşit olan bir enerji veya iş birimi; elektrik. 3) Arg. güç sağlayan benzin veya diğer her
jul: a) uygulama noktasına tatbik edilen 1 N'luk bir hangi bir sıvı. 4) öz ya da suyunu çıkarmak. 5) bir
kuvvetin kendi yönünde 1 metrelik bir mesafeye yer bitki, sebze veya meyvanın sıvı kısmı; usare; özsu.
değiştirmesiyle yapılan iş. b) bir amperlik bir akımın
Juke box: Madenî para atılıp düğmesine basılınca iste
bir saniyede bir omluk bir dirençten geçmesiyle yapı
lan iş; J simgesi ile gösterilir. nilen plâğı çalan ve salonlar, restoranlar vb. inde kul
lanılan elektrikli bir fonograf veya pikap.
Joule cycle: Bkz. Brayton cycle.
Julian calendar: Jül Sezar'in,takvimi; Milâttan önce
Joule effect: Bir dirençte akan elektrik akımı tarafın 46 yılında yapılan, normal yılın 365 gün ve artık yılın
dan üretilen ısı; Jul etkisi. (dört yılda bir) 366 gün olduğu, ayların Gregoryan
Joule efficiency: Bkz. Brayton efficiency. takvimi ve günümüzdeki gibi olduğu bir takvim.
Joule's law: Bir gazın sabit sıcaklıkta iç enerjisi ba jumbo: iri veya hantal bir kimse, hayvan ya da şey;
sınç ve hacminden bağımsızdır; mükemmel bir ga kendi türünde alışılmamış büyüklükte şey; çok bü
rın iç enerjisi sadece sıcaklığın fonksiyonudur; Jul yük.
kanunu; bu kanun sadece ideal gazlara uygulanır. jumbo boom: Den. çok ağır yükleri kaldırmak
Joule-Thomson effect: Hızlı olarak genişletildiği za amacıy la gemilerde kullanılan vinç veya bumba;
man bir gazın sıcaklığındaki değişim; bu durum ga ağır bum- ba.
zın gözenekli bir tıkaç ile yüksek basınç bölgesin jump: Atlama.
den alçak basınç bölgesine geçişi sırasında görülebi
lir. jumper: 1) atlayan bir kimse veya şey. 2) saat dişlileri
nin kastanyolası. 3) Elekt. bir devreye girmek veya
jounce: Sallamak, sarsmak veya zıplamak. ayırmak için kullanılan kısa tel. 4) akü hücreleri ara
journal: 1) günlük. 2) olayların günlük kayıtı. 3a) ge sındaki köprü. 5) Maden, aşağı yukarı atlama hare
mi seyir jurnali, b) gemi makine jurnali. 4) herhangi keti ile çalışan bir delgi cihazı. 5) gemici veya işçi tu
bir gazete veya periyodik; dergi; mecmua. 6) Meka. lumu.
bir yatak içinde dönen şaft, mil ya da aks parçası. jumper wire: Elekt. bir devrenin akımını iki cihaz ara
journal bearing: 1) Mot. krankşaft veya krank milini sında ileten kablo.
taşıyan ve onun düzgün çalışmasını sağlayan yatak; jump spark: Bazı makinelerin ateşleme devrelerinde-
jurnal yatağı; palamar yatağı; krankşaft ana yatağı. ki gibi, sabit kutuplar, buji tırnakları veya elektrotları
2) herhangi bir jurnal yatağı. arasındaki aralıkta atlayan elektrik akımının oluştur
journal box: 1) bir jurnal yatağı. 2) bir jurnalin mahfa duğu spark, ark ya da kıvılcım.
zası veya zarfı. junction: 1) birleşme; birleştirilmiş olan. 2) otoyol ve
journal bronze: Jurnal bronzu. ya demiryollarındaki gibi, birleşme veya kesişme ye
journal, crank: Bkz. crankshaft journal. ri ya da noktası. 3) Mak. bir pirometrenin sıcak ya
journal, crankshaft: Mot. krankşaftların ana ya da pa da soğuk bölgelerinden herhangi biri.
lamar yatakları içinde dönen kısımları; krankşaft jur junction box: Elekt. bir devreyi besleyen hatların bu
nali. lunduğu kutu; sigorta kutusu; buvat.
journal diameter: Yataklar içinde dönen şaft, mil ve junction cable: Elekt. ara bağlantı kablosu.
ya muylu parçasının çapı; muylu çapı; Gem. Mak. junction, cold: Soğuk bölge; pirometrenin Bkz. pyro
jurnal çapı. meter farklı iki metalden oluşan kısımlarının uçlarına
journal, shaft: Herhangi bir mil veya şaftın yatak için bağlı olan kablonun ucundaki milivoltmetrenin bu
de dönen kısmı; şaft (mil) jurnali ya da muylusu. lunduğu bölge.
joy stick: Arg. bir uçağın kumanda ya da kontrol ko junction diode: iki tür malzeme arasında birleşme
lu; denetim kolu. noktası olan bir yarı iletken diot türü; bağlantı diotu.
JP: Bkz. jet propulsion. junction, hot: Pirometrenin farklı iki metalden oluşan
JP-1: Askerî jet uçaklarında kullanılan, d.n.-46°C'nin kısmının sıcaklığı ölçülecek yerdeki bölümü.
altında, kendiliğinden tutuşma sıcaklığı 228°C, parla junction rectifier: Bir alternatif akım için doğrultmaç
ma noktası 35°C olan bir yakıt. gibi kullanılan bağlantı diotu.
JP-4: % 65 benzin ve % 35 hafif petrol ürünlerinden juncture: 1) birleşme veya birleştirme. 2) birleşen bir
oluşan bir jet yakıtı; kerrdiliğinden tutuşma noktası nokta veya çizgi; iki kemikteki gibi mafsal, oynak ye
242°C, parlama noktası 23°C olan bir yakıt. ri; dikiş yeri. 3) zaman; vakit. 4) olayların gelişmesin
JP-5: Jet yakıtı olarak kullanılan parlama noktası deki belirli ya da kritik bir an.
35°C olan, özel olarak damıtılmış kerosen (lâmba junk: 1) kalafat, üstüpü, paspas, usturmaça yapımla
petrolü, gaz yağı); kendiliğinden tutuşma noktası rında kullanılan eski halat. 2) hurda metal, kâğıt, pa
246°C. çavra vb. i. 3) Den. sert tuzlu et. 4) değersiz olduğu
jug: 1) çoğu zaman küçük bir deliği veya sapı bulu için atmak.
nan ve sıvılar için kullanılan pişmiş toprak, cam ya junk: Altı düz, trizll, yelkenleri olan Çin teknesi.
da metalden yapılan bir kap; çömlek. 2) çömlekte pi junkman: Hurda metal, cam, kâğıt, paçavra vb. i satı
şirmek. cısı; hurdacı; eskici.
juice: 1) herhangi bir şeyin özü ya da esansı. 2) Arg. junk ring: Bazı buhar makinelerinde pistonların üze
rinde bulunan ve ona saplamalarla bağlanarak seg-
junkyards 307 jutty
men; ariyet dümen; iğreti dümen.
manian yuvalarında tutmaya yarayan çelik çember; jury steering gear: Ana dümen donanımı yerine kul
Gem. Mak. cankrink. lanılan dümen donanımı: geçici veya iğreti dümen
junkyards: Burda metal, kâğıt vb. inin toplandığı ve donanımı.
muhafaza edildiği, türlerine ayrıldığı ve satıldığı yer; jüte: 1) çuval, paspas, usturmaça, halat vb. i yapımla
hurda deposu. rında kullanılan dayanıklı, parlak bir lif; jüt. 2) bu li
jurneywork: Gündelik iş. fin elde edildiği iki tür Doğu Hindistan bitkisinden
jury: Geçici; iğreti. herhangi biri. 3) jüte ait.
jury-rigged: Bir gemide geçici olarak kullanılan arma jutty: Rıhtım, dalgakıran ya da mendirek.
lı; iğreti armalı.
jury rudder: Ana dümen yerine kullanılan geçici dü
K,
k
K,
k.
key punch: Bir karta delikler açarak bilgileri kayıt galon ya da 1,308 yrd 'e eşit olan bir kapasite biri
eden ve tuşlarla çalıştırılan bir makine; bu kartlar bil mi; kiiolitre; kl kısaltması ile belirtilir.
gisayarlarda kullanılır. kilometer (kilometre): Metrik sistemin 1000 metre,
3280 fit ve 10 ince veya yaklaşık 0,62 mil ya da 10
hektometreye eşit olan bir uzunluk veya mesafe biri
mi; kilometre; kın kısaltması ile belirtilir.
kilometric 311 klys t ro n
kilometric: 1) kilometreye ait. 2) kilometrelerle işaret bağlanan ve araç dönerken ona eksen ya da mihver
lenen veya ölçülen. görevi yapan dikey bir cıvata ya da süngü; ana sür
kilovolt: 1000 volta eşit oları bir elektromotor kuvvet gü veya kilit.
birimi (emk); kilovolt. king bolt: Bkz. kingbolt.
kilovolt-amper: Elekt. alternatif akımda görünür (zahi kinghorn valve: Gem. Mak. hava pompalarında Bkz
rî) gücün birimi olan volt-amperin 1000 misli; 1000 air pump kullanılan ve yay yükü ile çalışan valflar
volt-amper; kilovolt amper. dan herhangi biri (fut valf, baket valf ve disçarç
kilowatt: 1000 vat, 1,34 beygir gücü, 44000 ft-lbs/daki- valf); yay yükü ile çalışan bir çek valf; yay yüklü geri
ka veya saniyede 102 kgrn'lik işe eşit olan elektrik döndürmez valf; kinghorn valf.
sel güç birimi; kilovat; kW kısaltması ile belirtilir. kinghorn valve disc: Kinhorn valfı oluşturan farklı
kilowatt-hour: Bir saatte bir kilovatlık bir güç tarafın çaplardaki üç diskten herhangi biri; kinghorn valf
dan yapılan elektriksel enerji veya iş birimi; 2,25 diski.
9
MEV x 10 ; kilovat saat, kWh, k.W.h., kW-hr kısalt kingpin: Bkz. kingbolt.
maları ile belirtilir. kingpost: Bkz. mast.
kindle: 1) tutuşturmak; ateşe vermek. 2) alevlendir king-size: Normalden daha büyük ölçüde olana ait.
mek. 3) aydınlatmaya neden olmak; parlamak. 4) tu- king-sized: Bkz. king-size.
tuşmak; yanmaya başlamak. 5) aydınlık olmak; ay kingston valve: Sualtı gemilerinde, açıldığı zaman
dınlatmak. safra (balant) tanklarına deniz suyu dolmasına ne
kindling: Ateş yakmak için kullanılan bir parça odun den olan bir valf; gemilerde dolaşım pompalarına su
veya kolayca tutuşabilen bir madde; çıra. sağlayan valf; kinistin valf; Bkz. injection valve.
kinematic: 1) harekete ait. 2) kinematik bilimine ait. king valve: Mekanik soğutma sistemlerinde sıvı soğu
kinematical: Bkz. kinematic. tucunun salamura tankındaki genişleme kangalları
kinematics: Mekanik biliminin hareketle ilgilenen da na verilmesini sağlayan bir stop valf.
lı; kinematik veya sinematik bilimi. kino: Bot. tropikal ağaçlardan elde edilen koyu kırmı
kinematic viscosity: Sıvı yakıtın mutlak (salt) veya di zı veya kırmızımsı kahverengi bir sakız; başlıca sepi
namik viskozitesinin, bu viskozitenin ölçüldüğü sı leme ve tıpta damar büzücü olarak kullanılır.
caklıktaki özgül ağırlığına oranı: kinematik viskozite; kip: 453,6 kg veya 1000 libre ya da pavundluk bir ağır
2
birimi cm /saniyedir; Bkz. stoke. lık birimi.
kinematograph: Bkz. cinematograph. Kipp's generator: Belirli gazları sürekli olarak (özel
kinescope: Televizyonda görüntü üretmek için kulla likle lâboratuvarlarda kükürtlü hidrojen) üretmek için
nılan bir tür katot ışın tüpü; Ticarî bir marka. kullanılan bir cihaz; Kipp jeneratörü ya da üreteci.
kinetic: Harekete ait; hareketten gelen. Kirchhoff's bridge: Diferansiyel (kademeli) bir galva
kinetik energy: Hareketli bir cismin kütlesi ve hızın nometrede bilinen ve bilinmeyen dirençlerdeki po
dan gelen bir enerji türü; kinetik enerji; hareket ener tansiyel farkının dengede olduğu bir direnç köprüsü;
2
jisi; mv /2 eşitliği ile hesaplanır (m = kütle, kg ve Kirşof köprüsü.
v=hız, m/s); karşıtı potansiyel enerjidir. Kirchhoffs laws: Kirşof kanunları: 1) herhangi bir şe
kinetic equation: Kinetik ieorisi ve mekanik ilkelerin bekede bir noktada buluşan akımların cebirsel topla
den çıkarılan bir formül; kinetik formülü: PV =m- mı sıfırdır. 2) herhangi bir kapalı devredeki elektro
2
nu /3 (p = gaz tarafından uygulanan basınç, V = motor kuvvetlerin toplamı o devredeki potansiyel
hacim, m = 1 molekülün kütlesi, n = molekül sayı farklarının toplamına eşittir.
sı, u « ortalama hız). kish: Demir eritme ocaklarında ara sıra oluşan grafit.
kinetic friction: Birbirlerine göre bağıl hareketli iki yü kit: 1) alet takımı; alet; araç. 2) aletleri taşımak için
zey arasındaki sürtünme; kinetik sürtünme. kullanılan kutu, çanta veya diğer bir kap; konteyner.
kinetic reaction: Hızlanmış bir cisimde atalet tepkisi; 3) balık, yağ vb. i taşımak için kullanılan küçük bir
kinetik tepkisi. tekne veya kova.
kinetics: Kütlelerin hareketleri ve onu etkileyen kuv kitchen: Gemi mutfağı; kuzine; mutfak.
vetlerle ilişkisini inceleyen bilim dalı; kinetik; kinetik kitchenware: Tencere, tava vb. inden oluşan kuzine
bilimi. araç ve gereçleri.
kinetics, chemical: Kimyasal tepkimelerin hızlarını in Kjeldahl flaş: Nitrojen (azot) saptanmasında kullanı
celeyen bilim dalı; kimyasal kinetik. lan yuvarlak dipli, uzun boyunlu bir kap ya da şişe.
kinetic theory: "Tüm maddelerin molekülleri sabit ha kl.: Bkz. kiloliter; kiloliters.
reketlidir ve maddenin sıcaklığı bu hareketin hızına klaxon: Klakson; korna; otomobil kornası.
bağlıdır"; hız çoğaldığı zaman ona bağlı olarak sıcak klieg light: Bkz. klieg light.
lık da artar"; kinetik kuramı veya teorisi. kleig light: Film setlerini aydınlatmak için kullanılan
kinetic theory of matter: Bkz. kinetic theory. çok parlak, sıcak (kızgın) ark ışığı; kleig olarak da
kinetic viscosity: Kinetic viskozite; dinamik viskozite kullanılır.
nin, aynı sıcaklıktaki özgül ağırlığa oranı; Bkz. kine K-line: Elektronların yavaşlamasından gelen sürekli
matic viscosity. bir tayf; K-hattı.
kineto-: Hareket, hareket etme, devinme anlamların klingerite: Asbestos, kauçuk ve dolgu maddesinden
da bir önek. oluşan, 45 bar basınç ve 375°C sıcaklığa kadar yaş
kinetograph: Sinema (film) kamerası. ve kızgın buhara dayanabilen bir conta türü; klinge-
kinetoscope: Sinema makinesinin eski adı; kinetos- rit; su ve buhar devrelerinde kullanılır.
kop. klystron: Mikro dalga alanındaki bir yüksek frekansın
kingbolt: Bir demiryolu vagonu vb. inin ön aksına titreşimlerini yükseltebilen veya azaltabilen bir termi-
km. 312 ky mog ra phi c
L,
harın firarını önlemek için oluşturulan düzenek; Bkz.
I.
labyrinth gland. 2) bir blok içersine açılmış soğut
ma suyu, soğutma yağı vb. i kanalı. 3) pencereli
I.: Bkz. 1) latitude. 2) law. 3) length. 4) libra, po
dehliz ya da koridorlardan oluşan karmaşık ve kapa
und; librae, pounds. 5) line. 6) link. 7) liter, liters.
lı bir yapı; lâbirent.
8)
labyrinth gland: Gem. Mak. lâbirent glend; lâbirent
Sow.
boğaz glendleri; buhar türbinlerinde rotorşaftın mah
lab.: Bkz. laboratory.
faza ya da keysten çıktığı kısım veya boğazlara yer
La: Bkz. lanthanum.
leştirilen sızdırmazlık sağlayıcılar; rotorun yüksek ba
label: 1) türlü makinelerin üzerine takılan ve makine
sınç tarafında buharın türbin dışına çıkması ve alçak
nin gücü, devir sayısı, modeli, ürettiği ya da çalıştırıl
basınç tarafında ise havanın türbine girmesine engel
dığı gerilim, güç faktörü veya cos ip vb. i özellikleri
olur.
belirten, çoğu zaman pirinçten yapılmış, küçük, dik
dörtgen parça; etiket. 2) bir yükün üzerine yapıştırıla labyrinth packing: Bkz. labyrinth gland.
rak onun doğası, içeriği, varacağı liman, sahibi vb. lac: Güney Asya'da fidan özlerini emen bazı böcek
ini gösteren etiket, kart ya da kâğıt parçası. türleri tarafından belirli ağaçların ince dalları arasın
labeled atom: Nük, Ener. fevkalâde küçük miktarlar da biriktirilen koyu kırmızı renkli, reçineye benzer bir
da, çoğu zaman izotopin veya radyoaktif anlamda madde; şellak elde edilen madde; lâk.
ortaya çıkan bir element; sık sık biyokimyasal örneği LACE (liquid-air-cycle engine): Kendi oksitleyicisini
izleyerek ortaya çıkar; işaretlenmiş atom. üreten bir roket makinesi.
labeled compound: Nük. Ener. işaretlenmiş bileşik; lace: 1) birleştirme; bağlama; dikiş yapma. 2) trans
radyoaktif atomları kapsayan bir bileşik; bileşik veya misyon kayışı dikişi. 3) Buh. Mak. kondenser borula
kısımları fiziksel, kimyasal ya da biyolojik uygulama rının ağzı ile aynalar arasından kaçakları önlemek
lar boyunca izlenebilir. için erimiş balmumuna batırıldıktan sonra kullanılan
kaytan; Bkz. corset laceing. 4) kordon, kaytan vb.
labeled molecule: Nük. Ener. izotop yapıları (ister
i. 5) uçlarını çekerek bir kaytan ile bağlamak.
radyoaktif ister stabil) doğadaki terkibi gibi olmayan
lacing: Mak. süs olarak kullanılan pancur; otomobille
bir ya da daha fazla sayıda atom kapsayan bir bile
rin içindeki süs pancuru; şerit; bağlama.
şik.
lacing wire: Buh. Türb. reaksiyon türbinlerinde, daya
label plate: Bkz. label.
nıklılığını arttırmak için kanatların, çevrelerine yakın
labile: 1) Kimy. dayanıksız; kararsız; belirli organik
kısımlarından birbirlerine bağlanmasını sağlayan tel.
moleküllerde olduğu gibi, derhal değişerek atomları
lack: Yetersizlik; eksiklik; eksik olma veya tümü ile ol
anî olarak yeniden düzenlenen.
mama.
labile oscillator: Frekansı uzaktan kontrol edilebilen
bir lokal osilatör. lack of current: Elektrik akımı yetersizliği.
labor: Ağır şekilde baş-kıç ve yalpa yapmak (kaba de lack of grease: Gres (yağı) yetersizliği veya eksikliği.
nizlerdeki bir gemi için söylenir. 2) iş ya da uğraş. lack of oil: Yağlama yağı yetersizliği veya eksikliği.
3) tüm ücretli çalışanlar; işçi sınıfı. lack of power: Güç yetersizliği; güç eksikliği.
laboratory: 1) bilimsel bir deney veya araştırma için lacker: Bkz. lacquer.
kullanılan bir oda ya da bina; lâboratuvar. 2) kimya lackluster (lacklustre): Parlaklık eksikliği; donukluk;
sal maddeler, ilâç vb. inin hazırlandığı yer veya me donuk; sönük.
kan. lacquer (lacker): 1) şellak veya zamk ve reçine karışı
labour: Bkz. labor. mı alkol ya da diğer çabuk kuruyan çözücü veya sol-
labradorite: Renk oyunları gösteren veya rengârenk ventlerde eritilerek oluşturulan nitrosellülozlu veya
bir feldispat türü; en mükemmel örnekleri Labra nitrosellüzossuz saydam bir vernik; verniklere pig
dor'da olduğu için bu ad verilmiştir. ment eklenerek elde edilen vernik emayesi. 2) Çin
labyrinth: 1) Buh. Türb. rotor şaftın boğazlarından bu
lacquer 314 Lam b er t p roject io n
landing charges: Yükleme ve boşaltma masrafları. tarafından keşfedilen, kalay beyazı renkte, dövülebi
landing gear: Hava. tekerlik, ponton vb. inden olu lir fakat haddeden çekilemeyen gümüşe benzer, na
şan ve uçağı karada ve suda taşımak için kullanılan dir toprak alkali grubundan parlak bir metalik kimya
donanım; iniş takımı. sal element; Simg.La; at.ağ. 138,92; at.no. 57.
landing platform: Sahanlık. lanthanum salts: Kimy. lântan'in tuzlari.
landing speed: Hava, normal inişi sırasında bir uça lanthorn: Bkz. lantern.
ğın, piste dokunduğu andaki minimum hızı; iniş hızı; lanyard: 1) bazı teknelerin dıştan takma motorlarını
iniş sürati. çalıştırmak için kullanılan kaytan ya da ip. 2) bazı
landing stage: Den. bir gemiden yolcu ve yüklerin şeyleri tutmak veya bağlamak için gemilerde kullanı
boşaltıldığı, bazan yüzer bir şekilde olan platform ya lan kısa ip ya da çıma. 3) denizcilerin boyunlarına bı
da rıhtım. çak asmak için kullandıkları kaytan. 4) belirli tipteki
landlubber: Den. çok küçük bir deneyime sahip ve topları ateşlemek için ucuna kanca bağlanmış kay
gemide işe yaramaz kişi (denizcilerin küçük görme tan. 5) laniard biçiminde de kullanılır.
amacıyla kullandıkları bir terim). lap: 1) Gem. Mak. buhar makinelerinde dıştan katofiu
landolt band: Şiddetli bir ışık kaynağı, örneğin güneş (kesmeli) bir slayt valf ya da çekmece orta durumda
kullanıldığında, zaman zaman görülen koyu bir iken veya altta ve üstte bulunan buhar portlarını ay
bant; ışığın kesinlikle paralel olmaması nedeniyle nı miktar kapamışken, üst buhar portu üst kenarı ile
meydana gelir. slayt valfın buhar tarafındaki ucu arasında kalan par
landsman: Yeni ve deneyimsiz bir denizci. ça; buhar lebi; egzoz tarafındaki parça ise egzoz le
landward: Karaya doğru; durumu veya yüzü karaya bidir. 2) içten katoflu slayt valflarda ise buharın girdi
dönük. ği iç taraftaki parçalar buhar lebi, dış veya egzoz ta
İane: 1) güvenlik nedeniyle gemi, uçak, otomobil vb. rafındaki parçalar ise egzoz lepidir; buhar lepi lid ve
leri için düzenlenmiş güzergâh veya rota. 2) gemiler ya erken giriş ve egzoz lepleri ise riliz ya da erken çı
için buzlar arasında açılan seyire (navigasyona) uy kış ile kompresyonu sağlarlar.
gun dar su yolu. lap: Kızgın bir metalin katlanması nedeniyle oluşan
Langmuir-theory: Langmuir kuramı ya da teorisi; biri yüzey bozukluğu.
ya da ikisi birden hareketli yüzeyler arasında oluştu lap: 1} Mak. alıştırma; tam uyacak şekilde taşlama. 2)
rulan sıvı katmanı ile ilgili yağlama kuramı; bu kura birbirine sıkı geçme yapma. 3) bindirme ya da üst
ma göre yağlanan yüzeyler arasında daha fazla sayı üste binme. 4) aşındırıcı bir madde ile doyurulmuş
da katman devam ettirilir. (yüklü) ve parlatmak için kullanılan yumuşak metal,
lankroflex: Sıv. Yük. izooktileat/lineolat'ın karışımın ağaç veya deri parçası. 5) alıştırarak parlatmak. 6)
dan oluşan, pratik olarak tehlikesiz, hafif kokulu, so cam, mücevher vb. lerini kesmek veya parlatmak
luk sarı renkli, dayanıklı bir bileşik; insan sağlığı açı için kullanılan yumuşak metal, ağaç veya deri parça
sından zararlı etkisi yoktur; 25 C'de viskozitesi 35 sı. 5) alıştırarak parlatmak. 6) cam, mücevher vb. le
cS; 25°C'de öz.ağ. 0,920; d.n. yok; gemilerde çevre rini kesmek veya parlatmak için kullanılan döner bir
sıcaklığı ve atmosfer basıncında taşınır. disk veya taş. 7) cam ya da mücevherlerde olduğu
lanolin: Yapağıdan elde edilen yağlı bir madde; koz gibi, bir disk ile kesmek veya parlatmak.
metik, merhem vb. i için kullanılır; lânolin. lapbelt: Oto. kara taşıt araçlarinda, özellikle otomobil
lanoline: Bkz. lanolin. lerde kullanılan emniyet kemeri.
Lanova cell: Bkz. air cell. lap, exhaust: Bkz. exhaust lap.
Lanova combustion chamber: Bkz. air ceil. lap-joint: Bindirme şeklinde bağlama.
Lanova energy cell: Bkz. air cell. lap joint: 1) iki parçadan birini diğerinin üzerine bindi
lantern: 1) ışığı muhafaza etmek ve onu rüzgâr ve ha rerek yapılmış (kaynak, perçin vb. i biçimindeki)
vadarı korumak için saydam bir fanus veya fener. 2) bağlama. 2) Pist. Buh. Mak., Diz. Mot. piston seg-
fener kulesinin en üstünde, içinde lâmba bulunan manlarının uçlarının hava ya da gaz kaçaklarına en
oda. 3) bir binanın çatısı üzerinde veya bir kulenin gel olacak şekilde birbirlerinin üzerine bindirilmesi
tepesinde ya da benzer yerlerde ışık ve hava girme ile oluşan yapı.
si için açık bir yapı. lap, steam: Bkz. steam lap.
lantern: Esk. slayd göstericisi veya projektör. lap weld: Bkz. lap welding.
lantern pinion: iki diskten oluşan eski tür bir dişli lap welding: İki parçayı dövme sıcaklığında çekiç ve
çark. ya presle döverek yapılan bir kaynak türü; Smith's
lantern ring: Pompa özellikle yoğuşum pompası vb. weld (demirci kaynağı) biçiminde de kullanılır.
inin boğazlarının sızdırmazlığı için kullanılan, delikli lapis: Taş (Lâtin ifadelerinde kullanılır).
ve oyuklu bir çember. lapping: Mak. birbiri üzerine binen; sıkı geçmeli; alış
lantern slide: Projeksiyon makinesi için fotoğraf slay- tırma.
tı; orijinal olarak göstericinin fotoğraf slaytı. lapping compound: Mak. alıştırma macunu; Mot. su
lantern wheel: Bkz. lantern pinion. papların alıştırılmasında kullanılan macun.
lanthanides: Kimy, periyodikler tablosunda lântanı iz lapse rate: Yükselti ya da rakım veya altitütün çoğal
leyen 14 elementten oluşan grup; lântanidler; lânta- ması ile atmosfer sıcaklığının azalma miktarı; her
nit serisi. 100 metre için 0,6°C'dir.
ianthanide series: Kimy. lântan ile başlayan nadir lapstrake: Kalın tahtaların birbiri üzerine bindirilip per
toprak alkali metaller serisi. çinlenmesi ile yapılan tekneye sahip olan; kaplama
lanthanium: Bkz, lanthanum. tahtaları birbiri üzerine bindirilmiş gemi; bu şekilde
lanthanum: Kimy. lântan; 1839 yılında C.G. Mosander yapılmış gemi; bindirme kaplamalı gemi.
lapstreak 317 lateral
lapstreak: Bkz. lapstrake. sü; kapı mandalı; kapı sürgüsü. 2) bir pencere vb. i
larboard: Den. baştarafa doğru bakan bir kişiye göre, için mandal. 3) bir mandal ile kapatmak veya bağla
bir geminin sol tarafı; iskele (tarafı); bu tarafta ya da mak ya da kilitlemek.
bu tarafa doğru; eski bir deyim olup, bugün yerini latchkey; Bir kapının, özellikle dış kapının dışarıdan
port (iskele) sözcüğüne bırakmıştır. sürgüsünü çekmek veya açmak için kullanılan anah
lard oil: 1) domuz yağından yapılan ve yağlama yağı tar.
ve aydınlatma sıvısı olarak kullanılan yağ. latch lever: Diz. Mot. kumanda kolu üzerinde bulu
lardy: 1) domuz yağı ile kaplanmış veya domuz yağı nan ve onun rahat olarak hareket ettirilmesini sağla
kapsayan. 2) domuz yağına benzer; domuz yağı gi yan kol; sürgü kolu.
bi. latch spring: Mandal yayı Bkz. latch.
large: 1) Den. açık ve elverişli (hava için söylenir). 2) late: 1) her zamanki, uygun veya umulan vb. i zaman
Den. rüzgârı kemere gerisinde kullanarak yapılan se dan sonra gelen ya da oluşan; gecikmiş. 2a) gün,
yir. 3) Den. uygun rüzgâr. gece, yıl vb. inde gecikerek süren, oluşan vb. i. b)
large-bore engine: Büyük (silindir) çaplı pistonlu bu sona doğru oluşum, olma, devam etme vb; son za
har makinesi, özellikle dizel motoru; büyük çaplı ma manlarda. 3) şimdiki zamandan hemen önce olu
kine. şan. 4) şimdi olmayan, geçenlerde; özellikle: a) ge
large calorie: Büyük kalori; kilo kalori; 1000 gram ka çenlerde öldü. b) geçenlerde ofis dışına gitti. 5) alı
loriye eşit bir ısı ya da enerji birimi; bir kilogram su şılmış, uygun ve umulan zamandan sonra; gecike
yun sıcaklığını 15°C'den 16°C'ye yükseltmek için ge rek. 6) gün, gece, yıl vb. inin geç zamanlarına ka
rekli ısı miktarı; kkal kısaltması ile belirtilir. dar. 7) son zamanlarda; yakınlarda.
large gear: Büyük dişli; Bkz. gearwheel. late ignition: Diz. Mot. geç tutuşma; rötarlı tutuşma
large hammer: Büyük çekiç; ağır çekiç. ya da ateşleme; Mot. silindirdeki kızgın hava veya
large-scale: 1) büyük ölçekle çizilmiş (harita vb. i için hava-yakıt karışımının normalden geç tutuşması;
söylenir). 2) geniş faaliyet alanı; geniş bir alan üze maksimum yanma basıncı azalır.
rinde; şümullü. late injection: Geç püskürtme; Diz. Mot. yakıtın nor
laser (light amplification by stimulated emission of mal zamanından geç silindirlere püskürtülmesi; tu
radiation): Görülebilir tayfta çalışan bir mikrodalga tuşma üst ölü noktadan çok sonra ve giderek geniş
büyültücüsü; lazer. leyen bir hacim içinde oluşacağından, ortalama en-
laser doppler anemometer: Diz. Mot. yanma odasın dike basınç ve maksimum basınçlar azalır, makine
daki gaz hızını doğrudan ölçmek için bir makine si devir sayısı ve üretilen güçler azalır.
lindirine donatılan bir cihaz; lazer dopler anemomet- Sateen: Üçgen biçiminde bir yelken; lâtin yelkeni; geç
resi. mişte Portekiz'li denizcilerin kullandıkları bu yelken
lash: 1) Mak. hareketli ve hareketsiz parçalar arasın günümüzde Akdeniz teknelerinde kullanılmaktadır.
daki boşluk; supap boşluğu. 2) Den. bir halat ile 2) bu tür yelkene sahip olan. 3) bu tür yelkenli tek
bağlamak. 3) Den. façuna etmek; bağlamak. 3) Mot. ne.
supapların boşluklarının ayarlarına ait. latin-rigged: Lâtin yelkene sahip olan; lâtin armalı (o-
L.A.S.H.: Bkz. lash ship. lan).
lash adjuster: Mot. dört ve iki zamanlı doğru akım sü latency: Gecikme süresi.
pürmeli motorlarda supapların boşluklarını otomatik latent: 1) buharlaşma ve yoğuşmanın gizli ısısına ait.
olarak düzenleyen hidrolik bir cihaz; supap klerens 2) Huk. gizli. 3) henüz saklı ya da gizli; açıklanma
ayarlayıcısı; Bkz. zero lash adjuster. mış ya da gizli kalmış.
lash adjuster, automatic: Otomatik klerens ayarlayıcı latent heat: Term, gizli ısı; bir maddenin sıcaklığını de
sı. ğiştirmeden fiziksel durumunu değiştiren ısı; örneğin
lash adjuster, hydraulic: Basınçlı yağlama yağı yardı 32°F (0°C)'deki buzu yine aynı sıcaklıktaki suya çe
mıyla supap klerenslerini ayarlayan cihaz, hidrolik virmek için gerekli ısı miktarı.
kierens ayarlayıcısı. latent heat of condensation: Term, yoğuşmanın gizli
lash adjuster, mechanical: Mekanik olarak ya da bir ısısı; su buharının yoğuşması, özellikle bulut oluşu
helisel yay yardımıyla supap klerenslerinin ayarlan mu sırasında su buharının yoğuşması için firar eden
masını sağlayan düzenek; mekanik kierens ayarlayı ısı miktarı.
cısı. latent heat of evaporation: Buharlaşmanın gizli ısısı.
lash ship: Den. yüklü layterleri taşıyan ve onları rıh latent heat of fusion: Sıcaklıkta bir değişim olmaksı
tımlara yanaşmaksızın denize bırakana modern bir ti zın buzun erimesi için eklenmesi gereken 36,268 ka
caret gemisi türü; lâyter gemisi. lori (144 Btu)'lik ısı; erimenin gizli ısısı.
last: Türlü yer veya şeylerde değişen bir ağırlık ölçü latent heat of vaporization: Term, buharlaşmanın giz
sü; 1812 kilogramlık (4000 libre) bir ağırlık olduğu li ısısı; verilen herhangi bir miktardaki sıvının, sıcaklı
kabul edilir. ğında bir değişim olmaksızın, buharlaşması için ge
lastex: Pamuk, rayon, ipek vb. i ile dokunan ince yu rekli ısı miktarı.
varlak lâstik iplikten oluşturulan kumaş ya da örgü latent image: Bilgisay. belirlenmemiş imge.
(ticarî bir isim). lateral: 1) yana doğru, yanda, yandan, yana alt; yan
lasting: 1) Uzun zaman dayanan; dayanıklı; bozulma taraftan (yanal hareket gibi). 2) yana yerleştirilmiş
yan; sabit. 2) dayanma; tahammül gücü; süreklilik veya yapılmış herhangi bir şey; yan parça, büyüme,
veya istikrar. dal vb. 3) Mot. yan boşluk veya silindirde segman
lat.: Bkz. lateral. yan klerensi Bkz. side clearence. 4) Maden, ana da
latch: 1) kapı veya bahçe kapısı mandalı ya da sürgü mara paralel yan birikinti veya damar.
la t era l cle arenc e 318 la w o f eq u a l are a s
Teknik Sözlük - F. 21
left hand motion 322 leucite
da dağıtır: mercek; adese; lenz. 2) bu tür mercekler
nan kural; jeneratörler için sol el kuralı. den iki veya daha fazlasının bileşimi. 3) Anat. insan
left hand motion: Sola veya saat aksi yönüne hare gözünde iris ile camsı cisim arasında bulunan göz
ket. merceği.
left hand propeller: Den. ileri ya da tornayt durumun lens, achromatic: Renksiz mercek; odak mesafeleri
daki dönüş yönü sola doğru veya saat aksi yönüne aynı, farklı iki dalga boyunun ışığı için, aynı büyüt
doğru olan pervane; sola dönüşlü pervane. meye sahip, en az iki tür camdan oluşan bileşik mer
left-hand rule: Elektr. sol e! kuralı; elektrik motorların cek ya da adese.
da kuvvet yönünün bulunmasında uygulanan kural; lens, apochramat: Odak mesafesi farklı üç dalga bo
işaret parmağına dik durumda olan başparmak kuv yu için aynı olacak şekilde yapılmış bir bileşik mer
vet ve ikinci parmak ise akım yönünü gösterir; Fle cek.
ming'in sol el kuralı adı da verilir. lens, converging: Gerçek foküsü veya odağı yakın
left-hand thread: Sol vida; sola helis vida. sak olmak için, ışığın eksenine paralel olmasına ne
left Justify: Bilgisay. sola yanaştırmak. den olan mercek; yakınsak mercek.
leg: 1) Mate, bir üçgenin tabanı dışındaki kenarların lens, cylindirical: Silindirik mercek; bir yüzeyi bir si
dan herhangi biri; dik üçgende hipotenüs. 2) bir ge lindir yüzeyi şeklinde olan mercek.
zi ya da seyahatin aşamalarından herhangi biri. 3) Sens, diverging: Iraksak mercek.
şekli ve kullanılışı bacağa benzeyen; bacak. lens, electric election: Bir elektron ışınını odaklamak
legend power: Bkz, maximum continueous horse için, sadece elektrik alanlarında kullanılan bir cihaz.
power. lens, field: Uzun bir optik sistemin bir veya daha faz
leg-of-mutton: 1) bir ucu diğerinden çok daha büyük la kademesinden geçen ışığın, son kademeden geç
olan (yelken vb. i için kullanılır). 2) şekli bir derece meden önce ışığı odaklamak için kullanılan yardımcı
ye kadar koyun bacağına benzeyen. bir mercek.
leg-of mutton sail: Üçgen şeklinde olan üç köşeli yel lens, magnetic: Bobinlerden, elektro mıknatıslar ve
ken; lâtin yelkeni; Bkz lateen sail. ya mıknatıslardan yapılan ve yüklü partiküllerin ışını
legumin: Kimy, bezelye familyasının çekirdeklerinde na odaklama kuvveti geçiren manyetik alanlar; man
bulunan bir protein maddesi; globulin. yetik mercek.
leg-vice: Ayaklı mengene; ayağı yerdeki bir ağaç lens, meniscus: Her iki yüzeyi eşit şekilde içbükey
blok, kendisi bir tezgâh ya da masaya bağlanan veya dışbükey olan bir mercek.
mengene. lensometer: Gözlük camlarının optik özelliklerini ölç
lehr: Camın yavaş olarak soğutulmasını sağlayarak mek için kullanılan cihaz; lenzometre.
gerilmelerinin azaltılmasına müsaade etmek için kul lenticular: 1) şekli mercimek veya çift dışbükey mer
lanılan bir tav fırını. ceğe benzeyen. 2) merceklere ait. 3) gözün merce
Lemberg's solution: Kimy, kalsit ya da argonit ve do ğine ait. 4) sinema makinesinde mikroskopik mer
lomit arasındaki fark için standart milyar olarak kulla ceklere ait.
nılan ve sulu alüminyum klorürde sindirilen bakkam lenticulated: 1) şekli mercimek veya çift dışbükey
ağacı boyasından yapılmış bir çözelti; Lemberg çö merceğe benzeyen. 2) sinema filminde mikroskopik
zeltisi veya solüsyonu. mercekler; doğal renkte resimler oluşturmak üzere
length: 1) uzunluk; boy. 2) hacimde büyüklük. 3) sü özel renk filtresi olarak kullanılırlar.
re ya da müddet. 4) belirli veya standart uzunlukta ientoid: Mercek veya adese şeklinde olan.
bir şey. 5) bir madde ya da hayvan vb. i yarışması lentz valve: Bazı özel buhar makinelerinde kullanılan
nın uzunluk birimi. bir tür slayt valf; Lentz valf; Bkz. slide valve.
length, approximate: Yaklaşık boy. Lenz's law: Elektr. Lenz kanunu: "Nerede olursa ol
length at water-line: Su hattı boyu (gemi icin söyle sun bir elektrik devresinde endüklenen akım, şarj ve
nir). ya harekete zıt yönde bir manyetik alan oluşturacak
length, average: Ortalama boy. şekilde akar".
lengthen: Uzamak veya uzatmak; daha uzun yapmak lepidolite: Kimy. potasyum, lityum ve alüminyum sili
veya olmak. katları kapsayan mika grubu pembe ve mor renkli
lengthening bar: Tek. Res. daha büyük yariçaplı da mineraller; lepidolit.
ire çizebilmek için bazı pergellere ilâve edilebilen lepton: Elektron, pozitron, nötrino ve antinötrino ile
kol; uzatma kolu. aynı sınıftan olan küçük kütleli partiküller; lepton.
length, exact: Gerçek boy. lettering device: Tek. Res. norm yazısı yazmak için
lengthily: Uzun uzadıya; uzun bir durumda. kullanılan türlü boyutlardaki şablonlardan herhangi
length over all: Tüm boy. biri; yazı yazma aleti.
length perpendiculars: Kaimeler arası boy (gemi letterpress: Kelimeleri ve satırları kurşun bir blok şek
için söylenir). linde veren bir baskı makinesi; linotip; tipo baskı ma
lengthways: Bkz. lengthwise. kinesi.
lengthwise: Boyuna yönde; boyuna ya da uzunluğu leucin: Bkz. leucine.
na. leucine: Bio. sindirim sırasında proteinlerin pankreas
lengthy: 1) uzunluğu olan; uzun; özellikle çok uzun; enzimleri tarafından hidrolizi ve azotlu organik mad
sıkıcı uzunlukta (yazı, konuşma vb. i). 2) boylu veya delerin çürümesi ile üretilen bir amino asit,
uzun.
lift truck: En fazla 5 ton ağırlığı kaldırabilen dişli, hid dukça akıcı ve yoğunluğu 0,909-0,825 değerleri ara
rolik ya da elektrikle çalıştırilabilen kaldırıcı (kriko) sında bulunan tortu ve pisliği olmayan yakıtlar; hafif
araba; kaldırma kamyonu. fuel oilier.
ligament: 1) Buh. Kaza. bir boru aynasında komşu iki light house: Navigasyon açısından önemli veya tehli
boru deliği arasındaki en az metal kesiti. 2) bir şeyi keli yerlere yerleştirilen, tepesindeki çok parlak ışık
diğerine bağlamaya yarayan bir bağ ya da düğüm. ile gemilere yol gösteren ve onları uyaran bir kule;
light: 1) görmeyi mümkün kılan; aydınlık; gözün reti deniz feneri binası; fener kulesi.
nası, görme sinirleri vb. ini etkileyen ve görmeyi sağ light housetender: Bkz. lightship.
layan bir radyan enerji türü; bu enerji bir dalga ya light hydrocarbon gas: Hafif karbonlu hidrojen gazı.
da titreşim hareketi olarak saniyede yaklaşık 300 bin light, incandescent: Akkor ışığı.
kilometrelik (186 000 mii/s) bir hıza sahiptir; ışık. b) lighting: 1) ışık verme ya da ışıklandırma; aydınlat
buna benzer fakat normal retinayı etkilemeyen bir ma; tutuşma. 2) boyamada ışık ve gölgenin dağılı
enerji türü; ültraviyole (morötesi) ve Kızılötesi rad mı. 3) sahne ışıklarının tümü.
yasyonu. 2) görme duygusuna bağlı olarak ışık rad lighting circuit: Elekt. sadece ışıklandırma veya ay
yasyonunun akım miktarı; ışık şiddeti (lümen ile öl dınlatma için ampullerden oluşan devre; aydınlatma
çülür). 3) parlaklık; aydınlatma. 4) ışık veren şey; devresi; ışık devresi.
lâmba, güneş vb. i ışık kaynağı. 5) güneşten gelen lighting gas: Aydınlatmada kullanılan gaz; aydınlat
ışık; güneş ışığı; gün ışığı. 6) yanmayı başlatan şey. ma gazı.
9) 7) pencere
yangın veya pencere
çıkarmak; camı. 8)10)
tutuşturmak. aydınlık; parlak.
ışık vermeye lighting off: Buh,devreden
ri söndürülerek Kam. Bir çıkarılması.
buhar kazanının, börnerle-
neden olmak. 11) ışık ile donatmak. 12) parlatmak. lighting system: Bkz. lighting circuit.
13) ışık vererek yolunu göstermek. 14) tutuşmak. lighting-up system: Buh. Kaza. belirli seviyeye kadar
15) ışıklandırmak; parlatmak; aydınlatmak. su alınan soğuk bir kazanın börnerlerinln fayrap edil
light-airs: Den. bir yelkenli tekneyi hareket ettirmeye mesi için kullanılan devre; börner fayrap devresi.
yeterli kuvveti olan rüzgâr. lightly: 1) hafifçe. 2) küçük bir ağırlık veya basınçla.
light alkaline oils: Diz. Mot. kükürtlü yakıtlarla çalıştı light metal alloys: Hafif metal alaşımları; aülminyu-
rılan makinelerde kullanılan ve yanma sırasında olu mun diğer metallerle yaptığı alaşımlar; silümin Bkz,
şan asitleri nötrleştiren ve TBN'i yaklaşık 10 (10 silumin, düralimin Bkz. duraluminum vb.
mg.KOH/g) olan silindir yağları; hafif alkalin yağlar. light metals: Alüminyum vb. i metaller; hafif metaller.
light apparatus: Işık cihazı. light modulation: Televizyonlarda kullanmaya elveriş
light, arc: Ark ışığı. li yapmak için, elektriksel olarak ışık yoğunluğunun
light, auxiliary: Yardımcı ışık. denetimi.
light buoy: Den. ışıklı şamandra. light, monochromatic: Sodyum alevi gibi sadece bir
lighten: 1) ışık yapmak; aydınlatmak. 2) bilgi vermek, dalga boyu kapsayan ışık; monokromatik ışık.
bilgi dağıtmak; öğretmek; aydınlatmak. 3) ışık ver light, navigation: Navigasyon ışığı; navigasyon fene
mek; birden parlamak. 4) ışık saçmaya neden ol ri; seyir feneri.
mak. 5) parlak bir biçimde ışık saçmak; ışık saçmak. lightness: Hafif olma durumu; hafiflik.
6) kıvılcım veya ışık çıkarmak. lightning: 1) Meteo, atmosferdeki elektriğin bir bulut
tan diğerine veya bir buluttan yeryüzüne boşalması
lighten: la) ağırlığını azaltmak; hafifletmek, b) daha
nın neden olduğu ışık saçılması; şimşek; yıldırım. 2)
hafif yapmak; yükünü azaltmak. 2) daha az şiddetli,
bu tür elektrik boşalması.
sert veya zahmetli hale getirmek. 3) ağırlığını azalt
mak; hafifletmek. lightning arrester: Fiz. radyo ve elektrik cihazlarını,
toprağa boşalan yıldırımdan korumak üzere kullanı
lightening holes: Gemi teknesindeki hafifletme delik
lan bir cihaz.
leri.
lighter: Bir şeyi tutuşturan veya onu yakmaya başla lightning conductor: Bkz. lightning rod.
yan bir kimse veya şey; yakan; sigara çakmağı gibi lightning rod: Fiz. all tarafı bir iletken gibi görev yapa
yakıcı şey. rak topraklanan ve bina vb. lerinin tepelerine yerleşti
rilen ve yıldırımı bina yerine toprağa ileten sivri uçlu
lighter: 1) Den. sığ sularda büyük teknelerin karaya
metal bir çubuk; paratoner; siperi saika; yıldırımsa
oturmasını önlemek amacıyla, esas olarak yükleme
var.
ve boşaltma yapımında kullanılan geniş ve açık mav
na; hafifletici veya yük aktarıcı tekne; layter. 2) maki light oil: Hafif yağ.
ne ile yürütülen, draftı (çektiği su) ve fribordu az, ge light pen: Işıklı kalem.
niş ve çoğu zaman 500 tona kadar su taşıyan tekne; light, quantity of: Işık akışının zamanın bir parçası
layter. 3) bir layter ile (mal, eşya, yük vb.) naklet olarak ölçümü; genel olarak lümen-saat ile belirtilir;
mek. ışık miktarı.
light quantum: Fazında anî bir değişiklik olmaksızın
lighterage: 1) Den. layter ile bir gemiyi yükleme, bo
bir atom ya da molekül tarafından neşredilen ışık
şaltma ve yük taşıma. 2) yüklen taşıma veya gemiyi
dalgalarının tek sırası.
hafifletmek amacıyla, taşıma ücreti olarak ödenen
ücret; taşıma ücreti; yükleme boşaltma ücreti. light shearing machine: Sabit ve hareketli iki bıçak
tan oluşan, çubuk kesmek için bir deliği bulunan, ka
lighterman: Den. bir layterde görevli veya çalışan ki lın olmayan metal levhaları ve çapı yaklaşık 9 mm'e
şi- kadar olan çubukları kesmek için kullanılan bir alet;
light filter: Tayfın belirli bölgelerindeki ışınları emmek hafif kesme makinesi.
için kullanılan homojen bir optik madde; ışın filtresi lightship: Den. fener gemisi; tehlikeli bir bölgeyi be
veya süzgeci. lirtmek için kullanılan makineli ve belirli bir yerde de
light, fixed: Sabit ışık. mirli, özel yapılmış ve güçlü ışık veren fener gemisi;
light flux: Verilen bir alandan geçen ve lümen ile öl ışık, ses vb. i işaretler veren bir gemi.
çülen, radyan enerji akımı.
light fuel oils: Çoğu zaman damıtma ürünü olan, ol
lightsome 326 limited
vi yakıtlar ve oksitleyiciler; sıvı oksijen ve sıvı hidro live: Türlü durumlarda yüzer durumda kalmak (gemi
jen, sıvı oksijen ve etil alkol vb. i. için söylenir),
liquid receiver: Mak. soğutma devrelerinde, soğutu live: 1) canlı. 2) canlılara ait; yaşama ait. 3) enerjik.
cunun toplandığı ve genişleme valfına gönderildiği 4) sakin yanma ya da ışıldama. 5) yanmayan; yan
kap; sıvı resiveri. mamış. 6) kullanılmayan; kullanılmamış; genişleme
liquid refrigerant: Sıvı soğutucu; Bkz. refrigerant. miş (taze buhar gibi). 7) elektrik akımı taşıyan. 8)
liquid, saturated: Doymuş sıvı; Bkz. saturated liqu hareket ve güç veren. 9) Matb. basıma hazır olan.
id. live center: Bir torna tezgâhı veya diğer bir makine
liquid state: Sıvı hal; sıvı durum; likit durum. nin parçayı çeviren döner milinin merkezi.
liquid, subcooled (compressed): Sıkıştırılmış ve alt live load: Hareketli yük; yararlı yük.
soğutulmuş sıvı; Bkz. subcoled liquid. live loading: Hareketli yükleme.
liquor: Bazı maddelerin sudaki çözeltisi, live stearn: 1) doğrudan kazandan gelen ve iş yap
liquorice: Bkz. licorice. mak üzere genişletilmeden hemen önceki buhar; ta
lisaloîd: Bir katı fazı tarafından kuşatılmış sıvı fazın ze buhar. 2) basıncı ve sıcaklığı, kazandaki basınç
dan oluşan koloidal bir sistem. ve sıcaklığa uyan (buhar). 3) basıncı bir kısma valfın
list: 1) Den. bir yana yatmak veya bayılmak (gemi da düşürülen fakat henüz iş görmemiş buhar. 4) ma
için söylenir). 2) Den. bir geminin rüzgâr etkisiyle ol kinelere henüz verilmemiş buhar; iş görmemiş bu
mayıp, yük hareketleri nedeniyle bir yana (sancak har; egzoz buharının karşıtı.
ya da iskeleye) yatması veya bayılması. 3) Bilgisay. live steam space: Kazanların buhar bölgesi veya ma
liste. 4) listelemek. halli; taze buhar bölgesi.
list to port: iskeleye yatma ya da bayılma. live wire: Elekt. akım geçen tel; aktif tel; elektrikli tel;
list to starboard: Sancağa yatma veya bayılma. akım taşıyan tel.
liter: Metrik sistemde bir hacim veya kapasite bîrimi; livid: Kurşun rengi; grimsi mavi.
3
1 kilogram suyun +4°C'deki hacmi; yaklaşık 1 dm ; lividity: Kurşun rengi.
3
1 000 cm ; 1 000 mililitre; 1,06 kuvart; 2,12 pint; lividness: Bkz. lividity.
33,82 sıvı oz'u. lixiviate: Bkz. to leach.
literal: Bilgisay. hazır bilgi. lixiviation: Rltre etme veya süzme işlemi.
litharge: Kimy. sarımsı kırmızı renkli kurşun oksit, lixivium: Süzme işlemiyle elde edilen kül suyu gibi
PbO; hava akımı içinde kurşunun ısıtılmasıyla elde bir çözelti.
edilir ve cam, emaye, cila, boya ve böcek öldürücü lizard: Gem. bir ucunda radanza bulunan kısa tel ve
yapımlarında kullanılır. ya rnanila halat.
lithia: 1) Kimy. beyaz, kristalli bir bileşik; lityum oksit, Ljungstrom air-heater: Buh. Kaza. elektrik motoru ile
Li 2 O. 2) lityum bileşikleri kapsayan. çalıştırılan ve mahfazası içinde yavaş olarak dönen
lithia water: Kimy. lityum tuzlan kapsayan bir maden (4 devir/dakika) rotorlu bir hava ısıtıcısı; rejeneratif
suyu; idrar söktürücü olarak ve romatizma tedavisin hava ısıtıcısı.
de kullanılır. Lloyds's: 18.yüzyılda Londra'da deniz sigorta politika
lithic: Kimy. lityuma ait. sını yürütmek üzere kurulan bir sigortacılık kuruluşu;
-lithic: Taşın kullanımında aşamalar anlamında bir so- bugün türlü sigorta işlemleri yapmaktadı; Loyd.
nek: Neolithic gibi. Lloyd's agent: Den. ticaret limanlarinda bulunan,
lithium: Kimy. yumuşak, gümüş beyazı, metalik bir Lloyd tarafından atanan, kendi bölgesinde, gemiler
kimyasal element; lityum; en hafif element olarak bi de oluşan hasarlari tespit ederek firmasını koruyan
linir; Simg.Li; at.ağ. 6,940; at.no. 3; yatak alaşımları temsilci; Loyd acentesi.
yapımında kullanılır. Lloyd's dimensions: LJoyd'un saptadığı boyutlar
lithium chloride: Havalandırma devrelerinde nem Lloyd's gauge: Bkz. bridge gauge.
emici olarak kullanılan kimyasal bir madde; lityum Lloyd's length: Loyd'un saptadığı uzunluk ve boy.
klorür. Lloyd's list: 1884 yılından beri ticaret denizciliği, satı
litho-: Taş, kaya, vücut taşı anlamlarinda bir önek: Lit- lık veya kiralık ya da hurdaya çıkanlacak gemiler
hosphere vb. gibi. hakkında aynntılı bilgi veren, ingilizce günlük gaze
litho: Taş baskı. te.
üthopene: Kimy. baryum sülfat ile çinko sülfitin karıştı Lloyd's mirror: Loyd aynası; bir kaynağın doğrudan
rılmasıyla yapılan beyaz bir pigment veya boya mad ışığı ve bir ayna tarafından yansıtılan ışık arasındaki
desi; boya, linolyum vb. i yapımlannda kullanılır. koyu çizgileri üretmek için kullanılan bir araç.
lithosphere: Dünyanın katı, kayalı bölümü; dünyanın Lloyd's register: Loyd tarafından bastırılan ve tüm ül
dış tabakası; dünyanın kabuğu; taşküre; litosfer. kelerin denizaşırı çalışan gemilerinin durum, yaş, to
litmus: Kimy. türlü likenlerden elde edilen ve kimya naj ve denize elverişlilik bakımından sınıflandırılması
sal analizlerde miyar olarak kullanılan mor renkli bir nı kapsayan bir yıllık; Loyd recister; Loyd sicil kitabı.
madde; turnusol. Lloyd's rules: Loyd tarafından yeni yapılacak veya
litmus paper: Kimy. turnusol ite işlem gören emici bir onanlacak ya da Klâslanacak ticaret gemileri veya
kâğıt; turnusol kâğıdı; asit veya baz saptanmasında benzer müesseseler için konulmuş yazılı kurallar;
endikatör olarak kullanılır; bazlarda maviye, asitler Loyd kuralları.
de kırmızıya döner. LNG: Bkz. liquefied natural gas.
litmus test: Kimy. turnusol kâğıdı ile yapılan (baz, al LO: Bkz. lubricating oil.
kali, asit) deneyi veya tecrübesi. load: 1) Elekt. bir dinamo veya diğer bir elektrik ürete
litre: Bkz. liter. cinin sağladığı akım miktarı. 2) Mek. bir makine vb.
load, allowable 331 locker
loca!: 1) yere ait; lokal; yerel; mevziî. 2) sınırlı; dar; kı
tarafından üretilen güç; özellikle çalıştırılan araç tara sıtlı. 3) vücudun belirli bir parçası veya özel bir alanı
fından makineye gösterilen dış direnç. 3) doldur na ait. 4) her istasyonda duran tren; banliyö treni; lo
mak; fotoğraf makinesine film koymak. 4) bir silâhı kal tren. 5) yerel otobüs, tren vb. i. 6) yerel gazete.
cephane ile doldurmak. 5) silâhı doldurmak. 6) bilgi local action: Metal parçalannın farklı kısımları arasın
grubunun kompütere sokulması veya yüklenmesi. da galvanik hücreler oluşumu nedeniyle korrozyon
load, allowable: Müsaade edilir yük. ya da paslanma.
load, applide: Uygulanan yük; tatbik edilen yük, local anesthesia: Lokal anestezi; Bkz. anesthesia.
load, capacity: Yük kapasitesi. locate: Yer; mahal; yöre; özellikle belirli bir olayın ve
load case: Yük durumu veya hali. ya olayların oluştuğu veya geçtiği yer.
load, constant: Sabit ya da değişmez yük. localization: Lokalleştirme; yerelleştirme; lokalize edil
load displacement: Den. tam olarak yüklenmiş bir miş; yeri belirtilmiş.
geminin long ton türünden deplesmanı. localize: 1) yerel veya lokal yapmak; lokalleştirmek:
load distribution: Yük ya da yüklerin dağılımı. yerelleştirmek; belirli bir yer, alan veya yöreye sınır
load duration: Yükleme süresi. lamak. 2) yerel orijinini saptamak.
loaded: 1) yük taşıma. 2) içinde cephane şarjı olan. local time: Yerel ya da lokal saat.
3) yüklü; özellikle belirli bir tarafından yüklü. 4) Arg. local wear: Lokal veya yerel aşınma.
çok parası olan; zengin. locate: 1) belirli bir yere tesis etmek. 2) tam yerini
load factor: Yük etkeni ya da faktörü; yükleme faktö keşfetmek. 3) durumunu göstermek. 4) belirli bir
rü. yer, görev, iş vb. tahsis etmek. 5) yerini belirlemek.
load fluctuation: Yük dalgalanması ya da azalıp ço locating dowel: Tespit pini.
ğalması; yük değişimi. location: 1) yerleşme veya yerleştirme. 2) bir fabrika,
load, full: Tam yük. ev vb. inin bulunduğu yer. 3) özel bir amaç için atan
load, half: Yarım yük. mış veya işaretlenmiş bir alan. 4) yer; mahal; me
loading: Yükleme. kan; mevki. 5) stüdyo dışında, sinema filminin çekil
loading coil: Elekt, bir elektrik devresinde, onun en- diği yer ya da açık hava sahnesi.
düktansını yükseltmek için konulan bir bobin; yükle loci: Bkz. locus (Çoğ.).
me bobini. lock: 1) bir kanal ya da su yolunun gemileri bir sevi
load limited governor: Yükün gerekli güvenlik sınırla yeden daha yüksek bir seviyeye çıkarmak için kulla
rı dışına çıkmasını önleyen veya yakıtı kesen bir me nılan özel kapalı kısmı; geçiş havuzu; lok (Panama
kanizma ile donatılmış regülatör; yük sınırlı regüla Kanalı gibi). 2) basınçlı hava bulunan bir bölmeye
tör. girmek için, hava sızdırmaz bir hücrenin girişi veya
load line: Den. tümü ile yüklendiği zaman battığı dü kapısı. 3) yay ve cıvata ile donatılmış kapı, kasa vb.
zeyi veya çektiği suyu belirtmek üzere geminin iki lerini anahtar ile kapamak için kullanılan mekanik
bordasına da konulan markalar boyunca uzanan bir cihaz; kilit. 4) kilitleme; kilitli şey. 5) ateşli bir si
hat; yükleme hattı; yük hattı; Bkz. Plimsol marks. lahta dolgu veya şarjı patlatmak için kullanılan meka
load machine: Bir nükleer reaktör içine yakıt doldu nizma. 6) bir kilit yardımıyla (kapı vb.) kilitlemek. 7)
ran veya boşaltan makine; yükleme boşaltma maki kapamak; hapsetmek. 8) bağlamak; örülmek; sarıl
nesi. mak. 9) kilit ya da kilitlerle donatmak. 10) kapalı bir
loadmaster computer: Yükleme bilgisayarı veya kom- kanal içinden hareket etmek veya geçmek (bir ge
püteri. mi). 11) kilitlemeye muktedir olmak. 12) sıkı ve kuv
load, moving: Hareketli yük. vetlice kapamak. 13) birbirine geçmek.
load, permanent: Sabit yük; daimi yük. lockage: Den. bir geminin lok yardımıyla Bkz. lock
loadstar: Bkz, lodestar. bir su seviyesinden diğerine hareket etmesi işi; ka
load, static: Durağan ya da statik yük. nal havuzundan geçirme. 2) böyle bir servisin ücre
loadstone: 1) Kimy. mineral manyetitin kuvvetli man ti; lok ücreti. 3) bir kanalda lok yapımı veya işletilme
yetik türü; mıknatıs taşı. 2) manyetik kuvvetle çeken si. 4) bir kanaldaki lok veya loklar yardımıyla yükselt
şey; lodestone olarak da kullanılır. me veya alçaltına miktarı.
load, temporary: Geçici yük. lock and trip relay: Kapama veya açma rölesi.
load test: Yükleme veya yük deneyi. lock ball: Mak. kilitleme bilyası; vites dişlilerini mille
load, uniform: Düzgün (dağılmış) yük. rin üzerindeki yuvada tutarak dişlilerin belirli duru
load wind: Rüzgâr yükü. munu sağlayan bilya.
loard: Bkz. load. locked: Kilitli; kilitlenmiş.
lobe: Mak. kulaklı veya loblu bir pompanın motorları locked-train: Buh. Türb. gücün iki takım dişli ve şaftla
üzerinde bulunan kulaklardan herhangi biri. 2) Jeo, rı ile yüksek hızlı pinyonlardan dişli çarklara düzgün
karadaki bir buz katmanının çıkıntılı ucu. 3) Çoğ. ra olarak dağıtımını belirtir; iki kademeli (devir düşürü
dar dalgaları huzmesi veya ışın demeti. cü vb.i).
lobe pump: Iki rotorlu, rotorlarda kanat adı da verilen locker: 1) kilitleyen bir kimse veya şey. 2) Den. gemi
iki ya da üç lob bulunan bir pompa; rotorlardan biri kamaralarında, içine türlü eşyaların konulduğu kilitli
bir elektrik motoru tarafından döndürüldüğü zaman kutu ya da dolap. 3) özellikle, kişisel kullanımlar
diğeri de onunla birlikte döner ve loblarla pompa için, çoğu zaman metalden yapılmış kiliti olan kutu,
gövdesi arasında sıkıştırılan yağ, su, hava vb. i akış bölme, çekmece vb. i. 4) Den. zincir temizlik madde
kan, dış devreye iletilir; loblu pompa. si, güverte araçları vb. i için kullanılan hacim; mağa
lobe-type pump: Bkz. lobe pump. za; fenerlik; portuç.
lobitos: Açık renkli bir bitüm.
locker , chai n 332 loggerhea d
locker, chain: Bkz. chain locker. maden damarı. 2) içinde bulunduğu kayadan ayrı
locker clench: Den. gemi veya çıpa zincirinin, zincir- lan herhangi bir cevher birikintisi.
likte bağlanarak güvenlik altına alındığı haika ya da lodestar: 1) Den. dümen tutuluşunda yön gösterici
mapa; hırca mapası. veya klavuz (rehber) alınan yıldız, özellikle kutup yıl
locker room: içersinde elbise, spor malzemesi vb. dızı. 2) taklit için model; ideal bir yol gösterici; lo
inin korunduğu kilitli metal dolapların bulunduğu adstar biçiminde de yazılır.
oda (gemi, spor salonu, klüp vb. inde). lodestone: Bkz. loadstone.
locking collar: Mak. kilitleme çemberi ya da bileziği. loft, rigging: Den. bir geminin armalarının hazırlandı
locking device: Emniyet tertibatı; kilitleme donanımı. ğı veya bakımının yapıldığı yer.
locking pawl: Mak. kilitleme tırnağı ya da mandalı. loft, sail: Den. yelkenlerin yapıldığı veya onarıldığı
locking pin: Mak. kilitleme pini; tespit pini. yer ya da mahal.
locking ring: Mak. kilit çemberi; kilitleme bileziği. log: 1) Den. geminin su üzerindeki hızının ölçümü
locking screw: Kilitleme vidası veya cıvatası. için kullanılan bir cihaz; parakete; log chip, log li
locknut: Bkz. lock nut. ne, log reel biçiminde de kullanılır. 3) gemi hızının
lock nut; Mak. kontra somun; tespit somunu; kilitle ve günlük gelişmelerin, seferdeki olayların kayıt edil
me somunu. diği defler; gemi seyir jurnali; güverte jurnali; seyir
lock pin: Tespit pini. jurnali. 4a) Ham. bir uçak veya onun makinesinin
lock plate: Tespit levhası; emniyet levhası. çalışma süresinin kayıtı. b) uçak pilotunun uçuş sü
lock ring: Tespit çemberi veya segmanı. resi, deneyimi vb. hakkında kayıt. 5) bir gezi veya
lock screw: Tespit vidası ya da cıvatası. deneydeki gelişmelerin kaydı. 8) Den. seyir jurnalin
lock washer: Mak. yaylı ronela; yaylı pul. de belirtildiği gibi (belirli bir mesafeye) sefer yap
lock wire: Mak. önemli yerlerdeki cıvataların gevşe mak ya da seyretmek. 8) Den. seyir jurnaline kaydet
memesi için başlarından geçirilen ve bağlanan tel; mek.
emniyet teli; tespit teli. log.: Bkz. logarithm.
loco-: Bir yerden diğer bir yere anlamında bir önek: log.: Bkz. logic.
Locomotive gibi. logarithm: Mat. ax = N formülünde x sayısı, H sayısı
locofoco: 1) Orf. sürtme ile yakılan sigar ya da kibrit. nın a tabanına göre logaritmasıdır; logaritma; genel
locomobile: Kendi öz gücü ile hareket eden. olarak 10 tabanına göre hesaplanır ve log kısaltması
locomotion: Bir yerden diğer bir yere hareket ya da ile belirtilir.
hareket gücü: lokomosyon. logarithm, Brigg's: Brigg logaritması.
locomotive: 1) harekete ait. 2) bir yerden diğer bir ye logarithm, common: Bkz. common logarithm.; baya
re hareket edebilen; sabit olmayan; hareketli. 3) ken ğı logaritma; adî logaritma.
di öz gücü ile hareket eden makinelere ilişkin; kendi logarithmic: Logaritma veya logaritmalara ilişkin.
gücü ile hareket edebilen bir makine, özellikle teker logarithmically: Logaritma ile; logaritma yardımıyla.
lerde bulunan ve demiryolu trenini itmek veya çek logarithmic amplifier: Logaritmik amplifikatör veya
mek için dizayn edilen elektrik, buhar veya dizel ma yükseltici; çıkış işareti giriş işaretinin logaritmik fonk
kinesi; lokomotif. siyonu olan bir amplifikatör.
locomotive-boiler: Buh. Kaza. lokomotif kazanı; pis logarithmic chart: Hem apsisi ve hem de ordinatı lo
tonlu buhar makinesi ile çalışan lokomotiflerde kulla garitmik olarak bölüntülenmiş grafik; logaritmik gra
nılan, kömürle fayraplı, küçük bir duman borulu ka fik.
zan; doğru alev borulu kazan. logarithmic serie: Logaritmik seri.
locomotive, diesel: Dizel motoru ile yürütülen loko logarithm, Napierian: Bkz. Napierian logarithm.
motif; dize! lokomotif. logarithm, natural: Bkz. Napierian logarithm.
locomotive, electric: Bir dizel motorunun çalıştırdığı log bridge: Ahşap köprü.
jeneratör ya da alternatörün ürettiği elektrik enerjisi logbook: Bkz. log.
nin tekerleklerdeki motorları beslemesi şeklinde ça log chip: Den. bir geminin su üzerindeki gerçek hızı
lıştırılan bir lokomotif; elektrikli lokomotif; sadece nı ölçmek için kullanılan paraketenin tahtası; parake
elektrikle çalışan lokomotif. te tahtası.
locomotive engine: Pistonlu buhar makinesi, dizel log desk: Gem. Mak. makine dairesinde bulunan ve
motoru, elektrik enerjisi ile çalıştırılan bir lokomotifin makine jurnali için kullanılan sıra veya masa; jurnal
makinesi. masası.
locomotive furnace: Stimli lokomotiflerde buhar ka log, engineering: Gem. Mak. Makine jurnali; Bkz. en
zanının ocak ya da külhanı. gineering log.
locomotive, steam: Pistonlu buhar makinesi ile yürü log error: Den. tomruk veya ağaç kütüklerini taşımak
tülen lokomotif; stimli ya da buharlı lokomotif. üzere, özel olarak yapılmış gemi; tomruk gemisi. 2)
locomotive type boiler: Bkz. locomotive-boiler, tomrukları vagona yüklemek için kullanılan makine.
locomotor: Hareket gücü olan bir kimse veya şey; ha 3) görevi ağaç ya da kütük kesmek olan kişi; balta
rekete ait. cı; kesici.
locus: 1) Mate, a) belirli koşullarda herhangi bir nok logger: 1) Den. tomruk veya ağaç kütüklerini taşımak
ta veya doğrunun kendi hareketiyle oluşturduğu yü üzere, özel olarak yapılmış gemi; tomruk gemisi. 2)
zey veya hat. b) verilen bir ya da daha fazla durum Vagonlara tomruk yüklemek için kullanılan makine.
da yararlanan nokta, doğru ve benzerlerinin sistem 3) görevi, ağaç ya da kütük kesmek olan kişi; kesici;
leri; geometrik yer. baltacı.
lode: 1) Mine. maden cevheri kapsayan bir damar; loggerhead: 1) ucunda bir lâmba bulunan, ısıtıldığı
tagging 333 loom
leştirilmiş; boyuna çalışan. 2) boylam ya da meridye
zaman katranı eritmek ve sıvıları ısıtmak için kullanı ne ait. 3) boyuna; boyuna alt.
lan uzun saplı bir alet. 2) Den. balina gemilerinde longitudinal beam: Boyuna kiriş; uzunlamasına kiriş;
zıpkın savlosunun çok hızlı akışını yavaşlatmak veya tulanî kiriş.
durdurmak için yararlanılan baba. longitudinal bulkhead: Gem. inş, boyuna perde; tula
logging: 1) Den. seyir jurnaline kayıt etme. 2) Den. nî perde; bir geminin simetri ekseni doğrultusunda
cezalandırılan gemiadamina ait, türlü hususlardaki yapılan perde ya da perdeler.
kayıt. longitudinal contraction: Boyuna çekme veya kısal
logic: Mantık; mantık bilimi; yargılama gücü. ma.
logical design: Lojik plânlama; ayrıntılı bir mühendis longitudinal crack: Boyuna çatlak.
lik hazırlığından önce bir kompüter sisteminin tasa longitudinals: Gem. inş. baştan kıça doğru boyuna
rımlanması veya planlanması. olarak uzanan T biçimindeki yapı elemanları; tulani-
logical operations: Lojik işlemler; lojik ya da ayırıp çı ler; longitudinal beam şeklinde de kullanılır,
kartma ve kararlar gibi yapı bakımından lojik olan longitudinal seam: Buh. Kaza. bir kazan zarfının Bkz.
kompüter işlemleri. shell, boiler shell boyuna ekseni yönünde perçinli
logistic: Ask. lojistik bilimine ait. veya kaynaklı bağlantı; boyuna dikiş.
logistic: Kalkülasyon ya da hesaplamaya ait; bazan longitudinal stability: Hava. bir uçağın alçalma ya
hesap sanatı; genel aritmetik. da yükselme yapmaksızın normal hızda düzgün uçu
logistic: Ask. orduları hareket ettirme, donatma ve kış şu; boyuna denge.
laya yerleştirme konularını kapsayan askerî bilim da longitudinal stress: Boyuna gerilme veya stres (ge
lı; lojistik. mi için).
log line: Den. parakete tahtasına bağlanan ip; parake longitudinal vibration: Boyuna titreşim.
te savlosu. longitudinal wave: Fiz. dalganın geçtiği yol boyunca
log MTD: Logaritmik ortalama sıcaklık farkı Bkz. loga partiküllerin ileri geri titreştikleri bir dalga hareketi;
rithmic mean temperature difference. örneğin ses dalgaları.
Logo: Amblem. long-lived: Uzun ömürlü (makine, makine parçası
log reel: Den. parakete savlosunun sarılması veya bo vb. i).
şaltılması için kullanılan makara; parakete savlosu long measure: Uzunluk ölçüsü.
makarası. long-range: 1) uzun bir menzil ya da erime ateş et
log room: Gemi içinde vardiya mühendislerinin ofisi. mek için dizayn edilen; uzun menzilli. 2) geleceği
log screw: Ahşap vidası; ağaç vidası. dikkate alma; uzun vadeli plânlar. 3) uzun dalga.
log sheets: Makine dairesinde bir ay boyunca yapı long shot: 1) Sine. uzak bir mesafeden kamera ile fo-
lan işlerin kayıt edildiği çizelgeler; bakım-tutum çizel toğraflanan sahne.
geleri; bakım çizelgeleri. longshoreman: Gemileri yüklemek ve boşaltmak üze
long: 1) uzun; kısa ya da özet olmayan. 2) bir uçtan re liman bölgesinde çalışan kimse; liman işçisi; rıh
diğer uca ölçülen; uzunluk. 3) uzunlukta belirtilen tım işçisi.
boya ait; mesafece uzun. 4) alışılmış veya standart long shunt: Elekt. kampavund jeneratörlerde endüvi
boy, miktar vb. inden daha büyük; alışılmıştan uzun. ve seri sargı ile paralel durumda olan uzun bir sargı;
5) bir çok madde veya üye kapsayan. 6) boyca aşırı uzun şönt sargı.
uzatılmış. 7) uzun bir zaman için. 8) başlangıçtan long ton: 1016 kg veya 2240 libreye eşit olan bir ağır
sonra. 9) belirtilen zamandan çok önce veya çok lık birimi; ingiliz tonu; Ig. ton kısaltması ile belirtilir.
sonra. long wave: Boyu 545 metreden büyük olan radyo dal
long bridge ship: Uzun köprü kasaralı gemi. gası; frekansı 550 kilosikl'den daha küçük olan rad
long-distance: Uzun mesafeli; şehirlerarası (telefon yo dalgalan; uzun dalga.
konuşması). long-wave: Uzun dalgalar için; uzun dalgalara ait.
long distance: Uzun mesafe konuşması bağlayan te loofah: Gem. Mak, buharlı gemilerde besleme suyu
lefon operatörü ya da santralı. devrelerinde, hotvellerin kirli su bölgelerinde süzgeç
long dosen: on üç; 13. veya filtre elemanı olarak kullanılan sünger. 2) ban
long division: Arit. iki veya daha fazla haneli bölme yolarda kese yapmak üzere kullanılan sünger. 3) tro
işlemi. pik iklimlerde yetişen bir tür kabağın lifi olan tohum
long-drawn: Uzun veya çok uzun bir zaman için de zarfı; loofah sponge adı da verilir.
vam etme; uzatılmış; uzatma. loofah sponge: Bkz. loofah.
longeron: Hava. bir uçağın gövdesi boyunca esas ya looker-on: Gözlemci; seyirci.
pısal parçaları veya uçak gövdesi. looking glass: Ayna.
long hundredweight: 50,624 kg'a (112 libre) eşit İngi look into: 1) dikkatle araştırmak; denetlemek. 2) so
liz ağırlık ölçüsü. ruşturmak.
longish: Bir dereceye kadar uzun. look out: Den. gece ve siste yüksek bir yerde gözcü
iongitude: 1) Grinviçten geçen boylam ile herhangi lük yaparak yaklaşan gemileri vardiya zabitine rapor
bir yerin boylamı arasında oluşan açı; ekvator üzerin eden gemici; gözcü.
deki yay; boylam; meridyen; tul dairesi. 3) Astr. do lookout: 1) biri ya da birşey için dikkatli bir gözetle
ğuya doğru, ilkbahar ekinoksundan tutulma dairesi me. 2a) gözetleme yeri. b) Den. karga yuvası. 3)
nin yıldız, gezegen vb. i büyük daire tarafından kesil özel bir işe tahsis edilmiş kişi. 4) bekleme; gözleme.
diği noktada ölçülen tutulma dairesi yayı ve tutulma look over: Denetlemek; kontrol etmek.
dairesinin kutbu; long., lo. kısaltmaları ile belirtilir. loom: 1) tire veya ipliği dokuyarak kumaş yapan ma-
longitudinal: 1) boyunca; uzunlamasına; boyuna yer
loo m 334 lo w
kine; dokuma tezgâhı; dokuma makinesi. 2) doku loss: 1) bir noktadan diğer bir noktaya neşriyat sıra
ma sanatı. 3) Den. bir küreğin topacı ile palası ara sında sinyal gücündeki azalma, 2) Elekt, bir devre
sındaki kısım; kürek bedeni. nin kısımlari veya farklı devreler arasında, elemanla
loom: Den. sis veya pusta bir gemi veya kara vb. inin rın direnci nedeniyle oluşan gerilim, akım ya da güç
olduğundan büyük, kocaman görünmesi. düşümü. 3) ısı ve elektrik makinelerinde genellikle
loop: 1) devre, boru devresi vb. i. 2) bir doğru tarafın ısı şeklinde ortaya çıkan türlü kayıplar.
dan oluşturulan, aşağı yukari dairesel bir şekil; il loss, eddy: Elektrik makinelerinde anafor, (girdap)
mek; ilmek halkası; gemicilikte dobiin. 3) bu biçim akımlar nedeniyle oluşan ve ısı kaybı şeklinde açığa
de olan herhangi bir şey. 3) keskin viraj (dönüş). 4) çıkan bir kayıp; edi kaybı; fuko kaybı.
Aero. uçak ile havada düşey düzlemle kapalı bir da losses, cooling: Bkz. cooling losses.
ire çizme; takla atma. 5) Elekt. tam bir devre. 6) Fiz. losses, frictionai: Bkz. frictional losses.
kordon, hava sütunu vb. i parçasının iki düğüm nok losses, mechanical: Bkz. mechanical losses.
tası arasındaki titreşmesi; iki düğüm ortası. 7) ilmek losses, radiation: Bkz. radiation losses.
ya da ilmekler yapmak. 8) ilmeklemek. 9) Elekt. dev losses, vindage: Bkz. vindage losses.
reyi tamamlamak için iletkenlerle bağlamak. 10) il loss, total: Den. bir geminin veya yükün tam olarak
mek şekli oluşturmak; ilmek şekli vermek. 11) Aero. kaybı; sigortalının, tümüyle kaybı veya onanlamaya-
takla atmak. cak şekilde hasar görmesi.
loop antenna: Kafes anten; radyo dalgalarını almak lost: 1) tahrip olmuş; harap olmuş. 2) bulunmayan;
ya da yaymak için bir kafes üzerinde bulunan bir ya kaybolmuş. 3) verimli ve kullanışlı bir biçimde sarfe-
da daha fazla iletken sargısından oluşan bir kapalı dilmemiş; ziyan edilmiş. 4) yerinde sarfedilmemiş.
devre anteni. lost motion: Yanlış bağlama vb. i nedenlerle bir maki
loop flow scavenging: Bkz. loop scavenging. nenin çeviren ve çevrilen parçalarının hareket miktar-
loop losses: Bkz. throttling losses. larındaki fark; kayıp hareket.
loop scavenge: Bkz. loop scavenging. lost stroke: Gem. Mak. kayıp piston stroku ya da kur
loop scavenging: 1) Gem. Mak. yüksek güçlü, iki za su; kayıp strok; iki zamanlı dizel ve benzin motorla
manlı dizel motorlarında bir süpürme (ürü; ilmek sü rında strokun faydalanılmayan bölümü; iş ya da ge
pürme; lup skavencin; bu tür bir süpürmede egzoz nişleme kursu sonuna doğru, piston tarafından eg
pencereleri üstte ve hava pencereleri ise onların al zoz portlarının açılması ile geri kalan kurs parçasın
tındadır. 2) ters ya da dönüş akırnlı süpürmenin bir dan faydalanılamaz ve kayıp kurs oluşur; kayıp strok
türü. 3) süpürme portlarından verilen havanın, silin (kurs) egzoz portiarının yüksekliğine eşittir ve tüm
dir içinde oluşturduğu ilmek şeklindeki yörünge. kursun % 15-% 25'i kadardır; doğru akırnlı dizel mo
loop seal: Gem. Mak. iki sistem arasındaki farklı ba torlarında kayıp strok, süpürme havası portiarının
sınçları sürdürmek için dizayn edilen alçak basınçlı yüksekliği kadardır.
dreyn; ilmek devre. lost stroke volume: Kayıp strok (kurs) hacmi; kayıp
loose: 1) serbest; bağlı olmayan. 2) kilit ve anahtar al strokun oluşturduğu hacim.
tında saklanmayan. 3) sıkıca bağlanmamış. 4) sıkı loud: 1) yüksek ses. 2) yüksek tonda ses veya sesler
olmayan. yapma. 3) gürültülü. 4) çok kuvvetli. 5) yüksek ses
loose coupling: 1) Gem. Mak. zayıf bir kaplin ya da veya gürültü ile.
bağlayıcı. 2) ayrı yerleştirilmiş bobinlerden oluşan louden: Yükselmek (ses); yükseltmek.
ve böylece manyetik transferin zayıfladığı bir kaplin, loudish: Bir dereceye kadar gürültü ya da yüksek
loose ends: Sonuçlandırılmamış işler; elan dikkat (ses).
edilmesi gereken. loud-speaker: Rady. elektriksel enerjiyi sese çeviren
loose fit: Mak. gevşemiş geçme; laçka olmuş bağlan ve bu sesi gerekli tona kadar yükselten veya azaltan
tı. bir cihaz; hoparlör; lavdspiker.
loose-jointed: 1) bağlantıları iyi olmayan. 2) eğrilir, lounger: 1) Mak. boşta çalışan kasnak; Mot. rölanti
bükülür; serbestçe ve esnek olarak hareket etme. memesi.
loosen: Gevşetmek, laçka etmek veya daha gevşek lounges: Ticaret gemilerinde yolcu salon ya da salon
yapmak. ları.
loose nut: Mak. gevşek somun; laçka somun. lour: Bkz. lower.
loose rivet: Mak. gevşek perçin; laçka perçin. louver: 1) Mot. soğutma sistemlerinde kullanılan at
lopsided: Simetrik olmayan; simetrik; bir tarafı önem- mosferik veya mekanik soğutma kulelerinin saçak
senmeye değer biçimde ağır, daha büyük ya da da ya da saçakları; pancur. 2) Oto. havalandırma pan-
ha alçak. curu.
Loran: Uzun mesafe navigasyonu; birlikte çalışan bir louver board: Pencere ve diğer açıklıklara takılarak
çift radyo istasyonu tarafından gönderilen sinyallerle hava ve ışığın girmesini sağlayan, yağmuru önleyen
denizde veya havada mevki saptanmasını sağlayan plâstik veya ince tahtalardan yapılmış bir çerçeve;
bir sistem. Loran (cihazı). pancur; louver boarding adı da verilir.
Lorents Electromotive force: Manyetik alana göre lovibond tintometer: Bir çözelti veya maddenin rengi
göreli hareketi nedeniyle bir elektrik partikülünü etki ni ölçmek için kullanılan bir cihaz; kolorimetre.
leyen kuvvet; Lorentz elektromotor kuvveti. low: 1) alçak. 2) normal yükseltinin altında olan. 3)
lorry: 1) kenarları olmayan düz ve alçak vagon. 2) küçük. 4) küçük bir miktar, derece, yoğunluk, değer
raylar üzerinde gitmek amacıyla donatılmış türlü ağır vb. inde olan. 5) normal yükseklik, yükselti, miktar,
yük vagonlarından herhangi biri. 3) ing. motorlu derece vb. inden az olan. 6) ufka yakın. 8a) ekvato
kamyon. ra yakın. 8) enerjisiz; zayıf. 9) motorlu araçlarda üre-
Sow alloy steel 335 low temperature
tilen en az hız ve en yüksek güçlü dişli oranını belir
l.c.m. kısaltmaları ile belirtilir.
tir. 10) nispeten düşük titreşimlerde üretilen sesler.
lowest temperature: En düşük sıcaklık; -273°C.
11) ekvator veya ufka yakın olma durumu, özellikle:
low flashpoint: Alçak parlama noktası veya sıcaklığı
a) düşük hız ve büyük güç üreten bir motorlu aracın 0
( C,°F).
donanımı, b) Meteo. düşük basınçlı bölge; alçak ba
low-frequency: Elekt. çoğu zaman 10 bin çevrim/sa
sınç bölgesi. 12) siklon; genel olarak fırtınalı hava
niyeden küçük titreşimi olan alternatif akım veya osi-
getiren alçak basınçlı hava kütlesi.
lasyon; 30-300 kilosikl alanı.
low alloy steel: Metal, yapısında küçük miktarlarda,
iow gear: O.'o. birinci vites; birinci vites dişlisi.
örneğin % 0,12 karbon (rnaks), % 0,5-% 1 mangan,
low-grade fuel: Düşük dereceli yakıt.
% 0,8-% 0,12 fosfor, % 0,05 kükürt (max), % 0,05-%
low heat value: Bir kilogram sıvı yakıtın sabit hacim
0,50 silisyum, % 0,20-% 10 krom, % 0,25-% 0,75 ni
de tam yanması ile oluşan gazlar soğutulmaksızın el
kel, % 0,50-% 0,70 bakır bulunan orta dayanıklıkta
de edilen ısı miktarı; alt ısı değeri; alt ısıl değer.
bir çelik; düşük alaşım çeliği.
low ambient temperature: Düşük çevre sıcaklığı. low idle: Mak. düşük rölanti; motorun boşta çalışma
low boiling point: Alçak kaynama noktası veya sıcak sında en düşük devir sayısı.
lığı; °C veya °F türünden belirtilir. low idle speed: Mak. alçak boşta çalışma ya da rölan
low-carbon steels: Yapısındaki karbon miktarı % 0,25 ti hızı.
olan çelikler; düşük karbonlu çelikler; çoğu zaman low inertia ring; Diz.Mot. Yay yükü ile taşınan yağ sı-
makine çeliği, karbon çeliği vb. i gibi isimler alırlar. yırıcı segmarı; conformable ring şeklinde de kullanı
low cetane number: Düşük setan sayısı; alçak setan lır.
numarası; Diz. Mot. ağır devirli, yüksek devirli, yük low-level alarm: Mak. türlü devrelerde, özellikle yağla
sek güçlü makinelerde kullanılan yakıtların setan sa ma sistemlerinde, yağ düzeyi belirli bir düzeyin altı
yısı; bu sayı alçak devirli makineler için 25-35 dola na indiğinde, ses ve ışıkla işletmecileri uyaran bir ci
yındadır; en düşük setan sayısı 20'dir; bu sayı azaldı haz; alçak seviye alarmı.
ğında tutuşma gecikmesi süresi uzar, yatak yükleri low-melting alloy: Düşük sıcaklıkta eriyebilir alaşım;
artar ve makinenin ilk hareketi zorlaşır. 450°F veya 232°C sıcaklığın altında eriyebilen her
low compression: Zayıf kompresyon; düşük sıkıştır hangi bir alaşım; sigorta, lehim vb. i yapımlarında
ma (basınç ya da sıcaklığı). kullanılır.
low compression engine: Düşük kompresyon oranlı lowmoor quality iron: İngiltere'de imal edilen, kül
makine; genel olarak ağır devirli dizel makinesi. han ve cehennemliklerin yapımında kullanılan, ısıya
iower: 1) bir yerde veya fiziksel kondisyonda bir baş dayanıklı, nitelikli bir çelik.
low-nickel bronsje: Yapısındaki nikel miktarı % 5'ten
kasından aşağıda (olan). 2) rütbe, otorite, itibar vb.
i bakımından aşağıda (olma). 3) Çoğ. erken çağla az olan bronz; düşük nikelli bronz.
low-pass filter: Elekt. belirli bir değerin altındaki tüm
rın bölümleri için kullanılır: Erken Devoniyen gibi. 4)
diğer benzer şeyden aşağıda olan şey. 5) indirmek frekansları ileten ve onun üzerindekileri engelleyen
bir dalga filtresi; alçak iletimli filtre.
veya yere koymak. 6) yükseklik, miktar, değer vb.
ini azaltmak. 7) zayıflatmak ya da azaltmak. 8) hac low-pressure: Mak, alçak basınçlı; düşük tazyikli.
mini (sesin) veya şiddetini azaltmak. 9) daha alçak low pressure: Mak. alçak basınç veya tazyik (türbini
yapmak. veya silindiri gibi).
low-pressure cylinder: Bun. Mak. kampavund veya
lower case: Alt keys ya da mahfaza; Bub. Türb., Gaz.
iki genişlemeli, üç genişlemen ve dört genişlemen
Türb. türbinlerin çoğu zaman tek, bazan iki parça
makinelerde en büyük çaplı silindir; alçak basınç si
dan yapılan ve döşeğe bağlanan alt kısmı.
lindiri.
lowercase: Küçük harf.
low pressure heater: Gem. Mak. alçak basınçlı ısıtıcı
lower crankshaft: Bazı karşıt pistonlu dizel motorların
veya hiyter; besleme suyu devrelerinde kullanılan
da süpürme portlarını denetleyen pistonların bağlı ol
borulu besi (fid) suyu ısıtıcısı.
dukları krank mili; alt krankşaft.
low-pressure turbine: Buh. Türb. yüksek basınç türbi
lower deck: Den. alt güverte.
ninde genişletilerek basıncı düşen buharın verildiği
lower, explosive limit: Bir gaz karışımının alt patlama
türbin; alçak basınç türbini; LP Turbine biçiminde
sınırı veya derecesi (°C, °F türünden).
de kullanılır.
lower flammable limit: Bir gaz karışımı veya yanıcı
low sea suction: Gem. Mak. sığ su alıcısı; buharlı ve
karışımın alt alevlenme ya da tutuşma sınırı ya da
motorlu gemilerde kullanılan biri derin su ve diğeri
derecesi (°C, °F türünden).
lower heating value: Bkz. low heat value. sığ su alıcısından ikincisi; özellikle incekşın (kinistin)
lower mast: Den. diğer direk parçalarını üzerinde taşı valf için kullanılır.
low speed: Mak. alçak devir; alçak hız; düşük hız.
yan ana direk.
low speed engine: 1) Mot. piston ortalama hızı 4,5
lower piston: Gem. Mak. alt piston; karşıt pistonlu di
m/saniyeye kadar olan içten yanmalı makine, özel
zel motorlarında bir silindir içinde aynı doğrultu ve
likle dizel motoru. 2) devir sayısı 70-400 devir/daki
fakat zıt yönlerde hareket eden iki pistondan altta
ka veya rpm olan motorlar veya pistonlu buhar maki
olanı; süpürme portlarını denetleyen piston; alt pis
neleri; ağır devirli makine.
ton; süpürme pistonu.
low speed running: Mot. Ağır hızda çalışma.
lowest: En alçak; en düşük.
low starting: Mak. ilk hareket devir sayısı az; düşük
lowest common multiple: Aritm. bayağı kesirde iki
devirde iik hareket.
veya daha fazla sayıdan her birini tam olarak bölebi-
len en küçük sayı; en küçük ortak çarpan; L.C.M., low temperature: 260°C dahil 260°C'ye kadar olan sı
caklık; düşük ya da alçak sıcaklık.
lo w - t em p era t u r e reac t o r 336 lubrica t in g w ic
k
low-temperature reactor: Nük. Ener. nispeten alçak
sıcaklıklarda çalışmak üzere dizayn edilen nükleer karter
cu, yağyarezervuarı,
da makine yataklar
altı tanktan alan pompa,
ve samp soğutu
tank arasındaki
reaktör, devre, b) Buh. Türb. samp tank, pompa, soğutucu,
low tension: Elekt. düşük gerilimli akıma sahip veya gravite tankı, rotorşaft ve devir düşürücü yatakları
alçak gerilimli akım taşıyan. arasındaki devre.
low-test: Yüksek kaynama noktasına sahip (benzin lubricant: Mak. hareketli ve hareketsiz parçalar ara
için söylenir). sında bir katman oluşturarak aşınmayı azaltan, yan
low tide: 1) alçak gelgit sırasında erişilen en düşük ma asitlerini nötrleştiren, soğutma temin eden, te
seviye ya da düzey. 2) bu noktaya erişildiğinde za mizleme yapan madde; yağlayıcı; yağ, gres vb. i
man. 3) bir şey tarafından erişilen en alçak nokta. maddeler.
low-tide level: Den. su çekilmesi ya da gelgitte en al lubricant additives: Bkz. lubrucating oil additives.
çak su seviyesi. lubricant film: Buh. Mak., Diz. Mot. silindir duvarı üze
low water alarm: Buhar kazanı içindeki su seviyesi rinde veya yüzeyinde oluşturulan yağ tabakası; yağ
tehlikeli bir düzeye indiği zaman tiz bir düdük sesi çı filmi; yağ katmanı.
kararak işletmecileri uyaran cihaz; alçak seviye alar lubricate: Yağlamak.
mı. lubricating: Yağlama.
low water mark: Alçak su seviyesi işareti. lubricating greases: Sabunlar ve yağlama yağları ile
lox: 1) roketler için yakıt karışımında kullanılan sıvı ok yapılan basit gresler ile silikonlar, dibazik asit esterle
sijen. 2) bir tür tuzlu füme som balığı; füme som. rinden yapılan metaller veya inert (ölü) maddelerle
loxodromic: Kerte hatları üzerinde seyir yapan; zorun karıştırılarak oksitlenmeyi önleyen, paslanmaya en
lu seyire ait. gel olan, aşırı basınçlara dayanan greslerin tümü;
loxodromics: Kerte hatları üzerinde seyir yapma sa yağlama gresleri.
natı veya uygulaması. lubricating oils: Makine yağları: 1) ham petrolün da
lozenge: 1) Geom. birbirine eşit dört kenarı ve geniş mıtılmasından elde edilen yağlar; madenî ya da mi
iki açısı bulunan düzlem bir şekil; eşkenar dörtgen. neral yağlar. 2) bitkilerden elde edilen ve makinele
L.P. (İ.p.): Bkz. low pressure. rin yağlanmasında kullanılan yağlar; bitkisel veya ne
LP . cylinder: 1) Buh. Mak. en büyük çaplı ve en dü batî yağlar. 3) hayvansal maddelerden elde edilen
şük basınçlı buhar ile çalışan silindir; alçak basınç si yağlar; hayvansal ya da hayvanî yağlar. 4) ham pet
lindiri. 2) kompresörlerin düşük basınçlı akışkan rol ve hayvansal ve bitkisel maddelerden elde edil
oluşturan en büyük çaplı silindiri. meyip kimyasal maddelerden oluşturulan yağlar; ya
LPG: Bkz. liquefied petroleum gas. pay veya sentetik yağlar. 5) yağlama yağların yapıla
LPG carrier: Sıvılaştırılmış petrol gazı taşıyan (gemi, rında % 85-% 87 karbon ve % 13-% 15 hidrojen
barç vb. i); bir tür tanker. bulu
L.R.: Bkz. Lloyd's Register. nur. 6) başlıca yağlama yağları: Karter yağı, makine
LST: Bkz. landing Ship Tanks. yağı, silindir yağı, kompresör yağı, telemotor yağı,
l.t.:Bkz. long ton. sederval yağı, kesme yağı, transformatör yağı, türlü
Lu: Bkz. Lutetium. gresler vb. idir.
lube: Mak. yağlama yağı; yağlama yağının kısa ifade lubricating oil additives: Yağlama yağı katkıları: 1)
si Bkz. lubricating oil kısa ifadesi; lube oil biçimin Mak. yağlama yağlarına, özellikle mineral yağlara,
de de kullanılır. kulanıldıkları yerlere göre ilâve edilen türlü kimyasal
lube oil: Bkz. lubricating oil. maddeler: a) organo-metalik türevler, fenol salisilik
lube oil cooler: Mak. yağlama yağı soğutucusu; asitten üretilerek çinko, kalsiyum, baryum ile birleşti
Gem, Mak, yağ kuleri; Içt. Yan. Mak. karter veya ma rilen katkılar, b) poliizobütan, c) kalsiyum fenil stea-
kine altı tankından Bkz. sump tank bir dolaşım pom rat. d) deterjanlar, e) alkil naftelen vb.
pası ile alınan sıcak yağın soğutulduğu bir eşanjör luricating oil manifold: Diz. Mot. makine boyunca
veya ısı alıp veren cihaz; yağ müberridi; genellikle uzanan, çoğu zaman dairesel kesitli, içi temiz ve ba
soğutucunun boruları içinden deniz suyu ve dışın sınçlı yağ ile dolu bulunan ve ana yataklara birer in
dan ise soğutulacak yağ dolaştırılır. ce ya da küçük çaplı boru ile bağlanan hacim; yağla
lube oil gauge: Yağlama yağı pompasının basıncını ma yağı manifoldu; yağ hederi; yağ galerisi; yağ re
gösteren basınçölçer; yağlama yağı geyici veya ma zervuarı.
nometresi. lubricating oil passages: Mot. ana yataklardan kol
lube oil pressure: Yağlama yağı pompasının çıkış ba (krank kolu) yataklarına yağ taşımak üzere krank
sıncı; yağlama yağı basıncı; 2-5 bar arasında olan millerinin içine açılan dairesel kanallar; yağlama ya
geyiç basıncı. ğı kanalları.
lube oil priming pump: Yağlama yağı devrelerinde lubricating oil purifier: Zaman zaman çalıştırılarak
kullanılan havasızlandırma pompası. yağlama yağlarının içinde bulunan, su, metal parça
lube oil pump: Yağlama yağı pompası. 1) Türb., Diz. cıkları, kurum vb. yabancı maddeleri ayırarak yağın
Mot. yağlama yağını makine altı tanktan alarak bir temizlenmesini sağlayan yüksek devirli (~ 7500
soğutucudan geçirdikten sonra makine yataklarına rpm) bir cihaz; merkezkaç ilkesi nedeniyle farklı öz
veren pompa. 2) Mot. karterden aldığı yağı bir filtre gül ağırlıktaki cisimlerin birbirlerinden ayrılacağı esa
ve soğutucudan geçirdikten sonra yataklara veren, sına göre çalışır.
çoğu zaman dişli türden bir pompa. lubricating oil system: Bkz. lube oil system.
lube oil purifier: Bkz, lubricating oil purifier. lubricating, self: Kendiliğinden yağlama.
lube oil system: Yağlama yağı devresi: a) Mot. yağı lubricating stocks: Bkz. lubricating oils.
lubricating wick: Damlalıklı yağdanlıklarda kullanılan
lubrica t io n 337 lum p s ug a r
Teknik Sözlük - F. 22
lump sum 33S lyso!
lustreware: Bkz. lusterware.
lump sum: Bir kerede toptan ödenen para. lustrous: Parlak; ışık saçan; ışıklı.
Luna: Alşimide gümüş. lute: Boru bağlantılarını sızdırmaz hale getirmek için
lunar: i) aya ait. 2) aya benzer; ay gibi, özellikle: a) kullanılan killi çimento; killi çimento ile kaplamak.
soluk; sararmış veya silik, b) yuvarlak veya hilâl şek lutecium: Bkz. lutetium,
linde. 3) ayın dönüşleri ile ölçülen (ay yılı gibi). 4) luteolin: Kimy. kumaşları boyamada kullanılan kristal
gümüş kapsayan veya gümüşe ait. li, sarı renkli bir bileşik; luteolin, C 15 H 10 O 6 .
lunar caustic:,Dağlama veya yakma için kullanılan lusetring: Bkz. lustring.
eritilmiş gümüş nitrat; cehennem taşı. Lutetium: Kimy. nadir toprak grubundan metalik bir
lunar cycle: t) Metonik çevrim; yeni ve dolunayların kimyasal element; Simg.Lu; at.ağ. 174,99; at.no. 71;
yılın aynı gününe rastlayarak oluştuğu 19 yıl; Meton, geçmişte lutecium adı verilirdi.
M.Ö. 15.yüzyilda yaşamış Atina'lı astronom. 2) 27 luting: Bkz. lute (çimento).
759 günlük kalipik çevrim. lux: Fiz, 1 uluslararası mumluk bir kaynağın, düzgün
lunar eclipse: Ay tutulması; Dünya, Ay ile Güneş ara olarak bir metre uzaklıktaki aydınlatılmış bir yüzey
2
sından geçerken, Güneşin gölgesinin Ay üzerine veya 1 lümen/m 'ye eşit aydınlatma birimi; lüks.
düşmesi şeklinde meydana gelen olay. iuxmeter: Işık şiddetini ölçmek için kullanılan bir foto
lunar month: Astr. Ayın, dünyanın çevresindeki 29 metre; lüksmetre.
gün, 12 saat, 44 dakika ve 27 saniye süren tam devi- luzerite: Süs eşyası olarak kullanılan mavi renkli bir
ri; kamer ayı. taş; lüzerit; sodyum, kalsiyum ve alüminyum silikat
lunar probe: Ay ve onun çevresi hakkında bilgi topla lar kapsar.
mak üzere dizayn edilen herhangi bir uzay aracı; ay LV: Bkz. low voltage.
modülü. lyddite: Kimy. % 10 nitrobenzen, % 3 saf vazelin ile
lunar year: Astr. 12 kamer ayı veya 354 1/3 günlük pikrik asitten oluşan ve mermi kovanlarında kullanı
süreç ya da periyot. lan güçlü bir patlayıcı (madde); lidit.
lune: 1) iki yay (ark) ile sınırlanmış geometrik şekil; lye: 1) Kimy. odun külünün süzülmesiyle elde edilen
lunula adı da verilir. 2) bir düzlem veya küresel yü kuvvetli alkalin çözelti; kül suyu; sabun yapımı ve te
zeyde hilâl biçiminde bir şekil veya figür. mizlikte kullanılır. 2) herhangi bir kuvvetli alkalin
lunt: 1a) yavaş yanan kibrit, b) meşale. 2) duman. 3) madde, 3) filtreieme ile elde edilen herhangi bir
yakmak; tutuşturmak; duman çıkarmak. madde. 4) sodyum hidroksit, NaOH; çamaşırcılıkta
lupulin: Çam kozalağından elde edilen ve hekimlikte kullanılır.
teskin edici olarak kullanılan reçine tozu. Lysholm compressor: Gaz. Türb. Lisholm kompresö
lurch: 1) Den, bir geminin denizde giderken bir tarafı rü; gaz türbinli tesislerde kullanılan bir tür hava
na yaptığı an? s i l k i e k e t i ; anî yalpa. kompresörü.
lysimeter: Maddelerin çözünürlüğünü saptamak için
luster: 1) ışığı yansıtarak parlama durumu veya özelli kullanılan bir cihaz; lisimetre.
ği; pırıltı; parlayan. 2) parlaklık; aydınlık; fevkalâde lysin: 1) bakterileri, kan yuvarları vb. terini yokeden
parlaklık. 3) cilalama için kullanılan madde; cila. 4) bir madde; lisin. 2) Bkz. lysine.
bir mineralin yüzeyinin yansıtma ve parıldama özelli lysine: Kimy. sindirimde belirli proteinlerin hidrolizi ile
ği. 5) sırlanmış çanak çömleklere verilen metalik gö veya sentetik olarak elde edilen bir amino asit,
rüntü. 6) parlaklık vermek; parıldamak.
w
küm; döküm makinesi Bkz. molding machine ile ya
,
M: 1) 1000'e eşil Romen sayısı. 2) Kimy. elektroliz edi
len bir elementin simgesi. 3) Elekt. Henri türünden
endüktans simgesi.
m-: Bkz. meta-.
M.(m.): Bkz. 1) manual. 2) mark. 3) medium. 4) me
ridian. 5) meter; meters. 6) middle. 7) mile; miles.
8) mill; mills. 9) minute; minutes. 10) month. 11)
moon. 12) modulus. 13) mass.
mach.: Bkz. 1) machine. 2) machinery. 3) machi
nist.
machinable: İşlenebilir; işlemeye uygun.
machine: 1a) geçmişte araba, fayton vb. i gibi bir ta
şıt aracı, b) özellikle otomobil gibi, mekanik olarak
çalıştınlan bir taşıt aracı. 2) türlü sabit ve hareketli kı
sımlardan oluşan ve belirli bir tür iş yapmak için kul
lanılan bir cihaz: Dikiş makinesi gibi. 3) makine ya
da makinelere ait. 4a) türlü enerjileri mekanik enerji
ya da işe çeviren düzenek; makine, b) elektrik enerji
sini mekanik enerji veya işe dönüştüren cihaz; elek
trik motoru veya elektrik makinesi, c) ağırlık veya
yük kaldırmak için kullanılan palanga, makara, ce-
raskal, kriko vb. i. d) kaldıraç, tekerlek ve aks, ka
ma, vida, pulu (kasnak) ve eğik düzlemden oluşan
6) elemanter ya da basit makine, e) yardımcı maki
ne, f) hizmet makinesi, g) güverte yardımcı makine
si. 5) makine veya makinelere ait. 6) makine ile ya
pılmış veya imal edilmiş. 7) makine ile imal etmek,
şekil vermek vb. i.
machine bolt: Altıgen başlı ve bu baş tarafında diş
bulunmayan cıvata; makine cıvatası; cıvata.
machined: Bir takım tezgâhında (iorna, planya vb. i)
işlenmiş.
machine drawing: Bkz. technical drawing.
machine elements: Türlü dişliler, bağlama elemanla
rı vb. lerinin hesaplanması bilimi; makine elemanla
rı.
machine gun : Soğutma donanımlı, seri olarak sürekli
ateş edebilen otomatik bir silâh; makineli tüfek.
machine language: Bilg. Say. bir kompüter tarafın
dan yorumlanacak biçimde kaydedilmiş bilgi grubu.
machine-made: El ile yapılmamış, makine ile imal
edilmiş; makine yapımı.
machine shop: Makineler ve makine parçalarını yap
mak ve onarmak için atelye, fabrika ya da fabrika
bölümü; Gem. Mak. atelye; makine atelyesi.
machinery space: Ana ve yardıma makineler tarafın
dan kaplanan hacim; makine dairesi; engine room
pılan şeklinde de kullanılır.
döküm. machine-tool: Takım tezgâhına ait; takım tezgâhı
machine oil: Yataklar, sürtünme yüzeyleri, için; takım tezgâhı ile.
çalışan parçalar vb. lerinin yağlanmasında machine tool: Torna, pianya, matkap tezgâhları vb. i
kullanılan yağlar dan herhangi biri; makine yağı; gibi elektrik ile çalıştırılan otomatik veya yan otoma
Bkz. lube oil. machine parts: Bir makineyi tik tezgâh; takım tezgâhı.
oluşturan hareketli ve hareketsiz parçaların tümü; machinist: 1) makine yapan veya onaran kişi. 2) ta
makine parçalan. machine readable: Bilgisay. kım tezgâhı kullanmada hünerli kişi; tornacı; frezeci.
makinece okunur. machinery: 1) makinelerin tümü. 3) bir makineyi çalıştıran, bakım ve onarımını yapan
2) bir makinenin ça kişi; makinist.
lışan machinist's mate: Buharlı ana makine ve onun yar-
parçası. dımcılan, türbojeneratör, evaporator, soğutma ve ik-
machinery foundation: Bkz. limlendirme sistemleri ile dümen makinesi, demir ır
foundation. gatı, kreyn ve vinçleri çalıştıran, bakım ve onarırnlan-
machinery repairman: Den. atelyedeki torna, nı yapan, jurnalleri, kayıtlan ve raporları yazan gerni-
freze, matkap, planya vb. i tezgâhları kullanarak adamı (ABD); makine zabiti.
gemideki makineleri onaran, mağazadaki Mach number: Aero, bir cismin (uçak ya da füzenin)
tezgâhlarin bakımını yapan, türlü kayıtları tutan havadaki hızının, atmosferin aynı bölgesindeki sesin
kişi (ABD Bahriyesinde); makine tamircisi; hızına oranını belirten sayı; Mach sayısı.
mağazacı. Mackinaw boat: Büyük göller ve çevresinde (ABD,
machinery room: Bkz. engine Kanada) kullanılan düz altlı, keskin başlı ve kare ve
room. machine screw: Bkz. ya sivri pupalı (kıçlı) kürek veya yelkenle yürütülen
machine bolt.
macle 340 magnetic pole
çekme özelliğine sahip olan herhangi bir parça, de
bir tekne. mir, çelik veya manyetit Bkz. loadstone: Bu özellik
macle: 1) elmas gibi çift kristal. 2) belirli minerallerin doğal olarak bulunduğu gibi, bir metalin çevresine
üzerindeki siyah benek veya nokta. sarılı, yalıtılmış tellerden geçirilen elektrik akımı ile
macro-: Uzun, büyük, genişletilmiş veya uzatılmış an de yapay olarak endüklenebilir. 2) çeken bir şey ya
lamlarında bir önek. da kişi.
macro definition: Makro tanım. magnetic: 1) bir mıknatıs ya da manyetin özelliğine
macrograph: Bir cismi olduğu gibi gösteren bir çizim sahip olan: Manyetik demir gibi. 2) manyetizma üre
veya fotoğraf; makrograf. ten, manyetizmaya neden olan veya manyetizma ile
macrography: Bir cismi mikroskop yerine çıplak göz çalıştırılan. 3) Dünya'nın manyetizmine ait: Manyetik
le tetkik etme ya da inceleme; makrografi. meridyen gibi. 4) mıknatıslanabilen. 5) güçlü çekicili
macromolecule: Çoğu zaman bir moleküle ait olan ği olan.
çok büyük bir molekül; makromolekül. magnetically: Manyetik ya da mıknatısî olarak: man
macrophyslcs: Doğrudan gözlenebilecek veya ölçü yetizma ile; manyetizma tarafından.
lebilecek yeterlikteki kütlelerle ilgilenen fizik bilimi magnetic axis: F/z. Bir mıknatısın iki kutbunu birleşti
dalı; makrofizik bilimi. ren doğru; manyetik eksen; eğer mıknatıs serbest
macroscopic: Çıplak gözle görülebilen; karşıtı mikros- olarak asılmışsa eksen, manyetik kuwet çizgilerine
kopik. paralel olur.
macroscopic properties: Basınç, hacim, sıcaklık, ya magnetic circuit: Fiz. manyetik devre; mıknatısî dev
pı ve kütle gibi özellikler; makroskopik özellikler; kar re; manyetik kuvvet çizgilerinin geçtiği kapalı devre.
şıtı mikroskopik nitelikler. magnetic compass: Dünya'nın manyetik alanının bir
madder: 1) ilâç ya da boya veren türlü bitkilerden her çubuk mıknatıs üzerindeki etkisi ile coğrafya yönleri
hangi biri. 2a) bir bitkinin kırmızı kökü. b) bu kökten ni gösteren bir cihaz; manyetik pusula; mıknatısî pu
yapılan kırmızı boya (bu terim kömür katranından ya sula.
pılan sentetik boyalara da uygulanır); alizarin. 3) magnetic course: Hava. manyetik rota; bir uçağın,
parlak kırmızı; koyu kırmızı. manyetik kuzeyden hesaplanan rotası.
made: 1) yapılmış; şekil verilmiş; oluşturulmuş. 2) ya magnetic equator: Manyetik ekvator; Dünya çevresin
pay olarak üretilmiş; doğal olmayan. 3) keşfedilmiş; de ekvatora yakın ve pusula iğnesinin hareket etme
icat edilmiş; tertip edilmiş. 4) özet olarak hazırlan diği düşsel veya meyilsiz bir hat.
mış. magnetic field: Fiz. manyetik alan ya da saha; man
Mae West: Denize düşen uçak pilotlarının giydikleri yetik kuvvet çizgileri tarafından işgal edilen hacim;
şişirllebilir can yeleği. bir mıknatısın çevresinde bulunan ve manyetik kuv
mag.: Bkz. 1) magnetic. 2) magnitude. vetin uygulandığı hacim.
magazine: 1) depo, debboy veya askerî teçhizat de magnetic flux: Fiz. bir manyetik devreden geçen top
posu gibi depolama yeri. 2) patlayıcıların depolandı lam manyetik kuvvet çizgileri veya manyetizma akı
ğı bina, oda, kale veya savaş gemisinin bir bölümü mı; manyetik flüks; manyetik akı.
gibi yer; cephanelik. 3) tüfek ya da tabancalarda şar magnetic force: Fiz. bir mıknatısın bir demir veya çe
jörün sokulduğu hazne; fişek haznesi, fotoğraf maki lik parçasını çekme veya itme kuvveti; manyetik kuv
nesinin levha ya da film makarası konulan kısmı ya vet.
da bir sobanın yakıt depolanan kısmı. 4) dergi. 5) magnetic induction: Fiz. manyetik endüksiyon; man
Bilgisay. disket takımı kutusu. yetik alanına sokulduğu zaman, bir mıknatısın de
Magdeburg hemispheres: F/z. içi boş ve birbirine mir, çelik vb. inde manyetizma endükleme gücü.
uyan iki yarım küreden oluşan, havası boşaltılabilen magnetic meridian: Fiz. manyetik meridyen; manye
bir cihaz; Mağdeburg yarımküreleri; hava basıncının tik boylam (dairesi); göksel kürenin başucu (zenit)
etkisini göstermek için kullanılır. ve manyetik kutuplardan geçen dairesi.
magenta: 1) morumsu kırmızı bir anilin boya; galiber- magnetic mine: Ask. manyetik mayın; metal tekneli
da. 2) morumsu kırmızı (renk). bir geminin yakınından geçmesi durumunda, manye
magnesia: 1) Kimy. magnezyum oksit, MgO; antasit tik bir iğnenin sapması ile bir elektrik devresinin ka
ve müshil ve tuğlalarda yalıtım maddesi olarak kulla panması sonucu, patlayıcı bir dolgunun patlaması
nılan beyaz, tatsız bir toz. 2) sulu magnezyum karbo sağlanacak şekilde dizayn edilmiş bir mayın.
nat. magnetic needle: Fiz. manyetik iğne; manyetik ibre;
magnesian: Kimy. magnezyum kapsayan; magnezyu manyetik meridyen hattı boyunca manyetik kutupla
ma alt. ra (yaklaşık olarak kuzey ve güneye) doğru serbest
magrtesic; Magnezyum ya da onun tuzlarından birini olarak hareket eden mıknatıslanmış ince bir çubuk;
kapsayan. bir pusulanın temel parçasıdır.
magnesite: Kimy. kazan ocaklarının duvarlarında kul magnetic north: Manyetik iğnenin gösterdiği veya yö
lanılan, bazan tanecikli veya kristalli, bazan yoğun neldiği yön; manyetik kuzey; bir çok yerde gerçek
kütleler halinde bulunan ve çoğu zaman beyaz renk kuzey değildir.
li bir mineral; doğal magnezyum karbonat, MgC0 3 . magnetic pickup: Manyetik pikap; mıknatıs ve bobin
magnesium: Kimy. hafif, gümüşî beyaz renkli, hadde ler ve bir iğnenin hareketi ile ses üreten bir cihaz.
den çekilebilen, dövülebilen kimyasal bir element; magnetic pole: 1) Fiz. kuvvet çizgilerinin yoğunlaştığı
türlü alaşımlar ve beyaz bir alevle yandığı için fotoğ mıknatıs uçlarının herhangi biri. 2) pusula iğnesinin
raf makinelerinin flaş ampulleri vb. yapımında kulla kuzey ve güney kutbuna doğru olan uçlarından biri;
nılır; Simg. Mg; at. ağ. 24,32; at.no. 12. Manyetik kuzey ve güney kutupları, coğrafya kutup-
magnet: 1) Elekt. Manyet; mıknatıs; demir ve çeliği
magnetics 341 mailer
marbly: Mermere benzeyen; soğuk sert vb. Mariotte's bottle: Farklı seviyelerdeki dışarıya akışın
marcasite: 1)18. yüzyılda süs olarak kullanılan kris hız ve basincindaki farkları göstermek ya da kanıtla
talli demir pirit. 2) bunun bir parçası. 3) demir pirite mak için kullanılan bir cihaz; Maryot şişesi.
benzeyen bir mineral; demir disülfür, FeS2. Mariotte's law: Maryot kanunu: "ideal bir gazın sıcak
margaric: Likenlerden elde edilen veya sentetik ola lığı sabit tutularak durumu değiştirilirse, basıncı hac
rak yapılan beyaz, kristalli bir yağ asitini mi ile ters orantılı olarak değişir"; V1 /V 2 = P 2/P1 ve
(C 16 H 33 C0 2 H ) belirtir; margarik asite ait; ya P1V1 = P2V2 = C ifadesi ile belirtilir.
margarik. margarin; 1) margarik asitin gliseriti. 2) maritime: 1) denizde, deniz kıyısında veya denize ya
stearin veya karışımından oluşan, belirli hayvansal ve
palmitin'in kın yaşayan. 2) denizin navigasyon (seyir), gemici
bitkisel yağlarda bulunan yağlı bir bileşik. 3) marga likte ilişkisine ait. 3) denizlerin özellik veya niteliği;
rin. denizciliğe ait.
margarine: Tereyağına benzeyen, yenilebilir sebzele Mark: Almanların 2. Dünya Savaşı'nda kullandıkları
rin veya etin ya da her ikisinin harman edilmesinden tank veya diğer silahlar, makine vb. inin modeli için
elde edilen katı bir yağ; margarin. isim; Mark VI, 88 mm'lik top taşıyan kaplan tankı gi
margin: Bilgisay, kenar boşluğu. bi.
marina: Küçük sportif tekneler için dok, servis ve teç mark: 1) işaret, simge veya sembol ya da gösterge;
hizat sağlayan küçük bir liman veya barınak; mari özellikle basılı ya da yazılı işaretler; noktalama işaret
na; yat limanı. leri, b) ambalajların üzerine, sahibini, yapımcısın;
marine: 1) deniz ya da okyanusa ait; deniz tarafından vb. i göstermek için konulan mühür, etiket, marka
meydana getirilen, denizde bulunan, denizde yaşa vb. i; ticarî marka. 2) Den. a) belirli aralıklarla derinli
yan. 2a) denizde seyire veya navigasyona ait; deni ği kulaç türünden ölçmek için kullanılan ve üzerinde
zel, b) bahriye; bahriye olaylarına ait. c) deniz ticare işaretler bulunan iskandil savlosu. b) sigorta işareti
tine ait. 3) denizde kullanılan ve kullanılmakta olan: Bkz. Plimsoll mark.
Gemi makinesi gibi. 4) denizde görev yapmak üzere marked: 1) marka veya işaretlere sahip olan; işaret
eğitilmiş. 5) böyle ordulara ait. 6) savaş ve ticaret ge lenmiş. 2) aşikâr; açık, vazıh.
milerinin tümü; bir devletin açık deniz gemileri; filo: marker: Belirteç.
Deniz ticaret filosu gibi. 7) bazı ülkelerde deniz işle marking buoy: işaret şamandrası.
rinden sorumlu devlet dairesi. 8) gemi ya da deniz marks: Den. gemilerin baş ve kıç taraflarında bulu
manzarası resmi. nan, başta ve kıçta çektiği suyu gösteren kana ra
marine diesei engines: Çoğu zaman gemilerin per kamları.
vanelerini çalıştırmak üzere yapılan dizel makinesi; Marpol: Bkz. Marine Pollution.
gemi dizel motorları. marsh: Alçak, yumuşak, nemli toprak; bataklık; batak
marine diesel oil : Ham petrolün damıtılmasından el lık bölge; batak.
de edilen, yanma özelliği setan sayısı ile belirtilen, marsh gas: Bataklıklardaki gibi bitkisel maddelerin ay
başlıca dallanmış parafinlerden oluşan, uçuculuğu rışması sonucu oluşan renksiz, kokusuz ve yanıcı
gas oil'e benzeyen ve özgül ağırlığı 1'den küçük bir gaz; bataklık gazı; metan, CH 4 .
olan bir yakıt; marine diesei oil; gemiler, kamyonlar, martensite: Metal, demir ve karbonun ya da demir
diğer ağır kara taşıt araçlarında yakıt olarak kullanı karbürün (Fe3C) çok sert, kırılgan, katı çözeltisi; çe
lır. lik ısıtıldıktan sonra soğuk su ile anî soğutularak üre
marine engineer: 1) gemi makineleri işletme mühen tilir; martensit.
disi. 2) gemi makineleri mühendisi veya yüksek mü martial: Demir gibi; demire ait.
hendisi; vardiya mühendisi. maser: Bir atomik veya molekülsel sisteme kazandırı
marine engines: Deniz araçlarında kullanılan küçük lan doğal titreşimler ile yüksek dayanıklıkta elektro
ya da büyük güçlü dizel motoru, gaz türbini, buhar manyetik dalgalar üreten cihaz; microwave multipli
türbini, pistonlu buhar makinesi gibi makinelerin tü cation by stimulated emission of radiation sözcük
mü; gemi makineleri. lerinin ilk harflerinden oluşmaktadır.
marine gas turbines: Gemilerde ana ve yardımcı ma mask: Yüz ve başı korumak için kullanılan tel perde,
kine olarak kullanılan açık, yarı açık veya kapalı çev metal kalkan veya koruyucu gaz maskesi; maske.
rimle çalışan gaz türbinlerinin tümü, gemi gaz türbin masking tape: Boya veya benzer şeylerin uygulanışı
leri. sırasında boyanmaması gereken kısımları kaplamak
marine pollution: Uluslararası denizcilik örgütünün (I- ve korumak için kullanılan yapışıcı bant veya teyp.
MO) denizlerin kirlenmesi ve kirliliğin önlenmesine masonite: Odun liflerinin pres edilmesiyle oluşturulan
ilişkin kuralları kapsayan 1973/1978 sözleşmesi; de ve bina malzemesi, izolasyon (yalıtım) vb. i olarak
nizlerin kirlenmesi veya Marpol. kullanılan tahta; masonit (Ticarî bir marka).
mariner's compass: Denizci pusulası; dümenci pusu Mason psychrometer: Bir tür yaş ve kuru hazneli ne-
lası. mölçer; Mason higrometresi veya psikrometresi.
marine steam engines: Gemilerde ana ve yardımcı mason's tools: Taş kesimi ve işlenmesinde kullanı
makine olarak kullanılan iki, üç ve dört genişlerneii lan türlü çeliklerden yapılmış aletler; taşçı aletleri.
buhar makineleri ile stimli pompalar; gemi stim maki mass: 1) belirsiz şekil ve ölçüdeki çoğu zaman nispe
neleri. ten büyük ölçüde bir gövde oluşturan maddenin mik
marine steam turbines: Gemilerde ana ve yardımcı tarı; küme; külçe; yığın. 2) büyük bir miktar ve sayi.
makine olarak kullanılan, aksiyon ve reaksiyon tür 3) kütle; ölçü; büyüklük. 4) ana veya daha büyük
binleri ile kombine türbinlerden oluşan buhar maki parça; çoğunluk; ekseriyet. 5) Maden, düzensiz şe
neleri; gemi buhar türbinleri. kilde mineral katmanı. 6) Fiz. bir gövdedeki madde
mass defect 346 matrass
master mechanic: Formen olarak görev yapan yete
nin miktari; kütle; verilen bir maddenin ağırlığı yerçe- nekli bir usta; makine ustabaşısı.
kim ivmesine bölünerek bulunur. 7) büyük sayıdaki master rod: Diz. Mot. V makinelerde, sıra makineler
şeylere ait; büyük ölçüde. 8) kütlelere ait. de kullanılan piston koluna benzeyen ve kendisine
mass defect: Herhangi bir atomun izotoplk ağırlığı ve link (bağlantı) rod geçen kol; master rod; master pis
kütle numarası arasındaki fark; küfle eksikliği. ton kolu.
mass dilatometer: İşaretli seviyeye kadar ölçülecek master switch: Elekt. çoğunlukla elektromanyetik ola
sıvı ile bir dilatometreyi doldurmaya müsaade eden rak çalıştırılan kontaktörler olan; diğer şalterleri regü-
bir cihaz; kütle dilatometresi Bkz. dilatometer. le etmek ya da ayarlamak üzere görev yapan şalter
2
mass-energy equation : E = mc formülü ile belirti ler; ana şalter; master şalter.
len kütle enerji eşitliği (E = kütle c = ışığın masurium: 1925 yılında keşfedilen ve kolümbit, gado-
boşlukta ki hızı). linit vb. inde az miktarda bulunan 43 nolu kimyasal
mass forces: Kütle kuvvetleri. elemente verilen isim; masuriyum; Simg. Ma; tech
mass formula: Bir nüklidin atomsal kütlesi için, atom netium.
numarası ve kütle numarasının fonksiyonu olan for mat: 1) mat yüzey. 2) Matb. hurufat takımı veya
mül; kütle formülü. mat ris. 3) mat yüzey oluşturmak (metal, cam vb.
massicot: Kurşunun havada erime noktasına kadar inde).
ısıtılmasiyla üretilen sarı kurşun oksit, PbG; pigment match: 1) top ya da patlayıcıları ateşlemek için kulla
(boya maddesi) olarak ve kırmızı sülyen Bkz. red le nılan ve belirli miktarda yanmak üzere hazırlanan fi
ad yapımında kullanılır. til veya kaytan. 2) ucu özel olarak hazırlanmış bir
massive: 1) büyük bir kütlenin oluşması veya büyük yü zeye sürtüldüğü zaman tutuşan ince uzun bir
kütle meydana getiren; büyük (iri) ve ağır; büyük ve parça tahta, karton, mumlu kaytan vb.; kibrit. 3)
katı; çok yer kaplayan; masif. 2) içi oyuk veya levha kükürte batırılmış, bir kıvılcım ile yakılan, mum,
şeklinde olmayan; som; gümüş ve altından yapılmış lâmba vb. le rini yakmak için kullanılan ince uzun
şeyler için söylenir. 3) önemli büyüklüğe ait. bir kâğıt parça sı vb. i. 4) Bilgisay. eşleştirme.
mass number: Nük. Fiz. bir nüklitte, herbirinin birim matched set: Birlikte kullanılan takım, vantilatör kayı
kütleye sahip olduğu kabul edilen nötron ve proton şı vb. i takımı.
larının sayısı; kütle numarası. matched turbocharger: Diz. Mot, Çoğu zaman, yük
mass of electron: Bir elektronun kütlesi. sek güçlü, ağır devirli makinelerde türboşarjerin hay
mass production: Özellikle makineler ile büyük mik kırması, bağırması veya öksürmesi.
tarda mal üretimi veya yapımı. matchmark: Monte etmeye yardımcı olarak makine
mass spectrograph: Bkz. mass spectrometer. parçalarına konulan bir işaret; tam yapımlı krank mil
mass spectrometer: Elektriksel ve manyetik alanlar leri, kam milini çeviren ara dişlileri vb. i üzerindeki
kullanılarak bir tayfla pozitif iyonların akımını ayıran işaretler gibi.
bir cihaz; kütle spektrometresi. mate: 1) Den. a) ticaret gemilerinde kaptan rütbesi
mass storage: Bilgisay. yığınsal bellek. nin altındaki bir zabit, b) kaptana yardımcı olan gü
mass unit: Bîr atomdaki protonun kütlesi; verte zabitlerinden herhangi biri. c) birinci zabit ve
ya ikinci kaptan; güverte zabitleri (3. ve 4. kaptan
1,66x10 - lar). 2) ABD bahriyesinde türlü astsubaylardan her
24 g. hangi biri.
mast: 1) bir teknenin omurgası veya güvertesinden di material: 1) maddeye ait; malzemeye ait; hacim işgai
key olarak yükselen, bazan bir kaç parçadan yapı eden şeye ilişkin; fiziksel; maddî. 2) elemanlar, par
ları ve yelkenleri, serenleri vb. taşımak üzere kullanı çalar veya bileşenler. 3) Çoğ. bir şey yapmak için
lan uzun gönder; direk; gemi direği. 2) bunun belirli gerekil aletler, araçlar vb. i; Yazı araçları gibi.
bir bölümü. 3) kreyn ya da bumba dikmesi. material-testing reactor: Çok yüksek radyoaktivite al
master: 1) ticaret gemisi kaptanı. 2) mumlu kâğıt; ya tında malzemenin davranışını incelemek için kullanı
zılı mumlu kâğıt. 3) özellikle diğerlerini kontrol eden lan bir reaktör; malzeme deneme reaktörü.
bir mekanizma veya cihazı belirtir: Master sviç gibi. math: Bkz.
4) V makinelerde kullanılan piston kolu; Master rod mathematics.
gibi. 5) Bilgisay. ana. mathematic: Bkz. mathematical; mathematics.
master-at-arms: 1) bir savaş gemisinde disiplini de mathematical: 1) matematiğe ait; matematik tabiatın
vam ettirmek, polis görevi yapmakla yükümlü assu- da olan. 2) kesin olarak tam, tamam, doğru vb.;
bay. 2) ticaret gemilerinde güvenlikten sorumlu gü math kısaltması ile belirtilir.
verte zabiti. mathematical check: Bilg. Say. matematiksel özellik
master clutch: Motorlu taşıtlarda makine ile tahrik do lerinden yararlanarak bir işlemin denetimi; matema
nanımını birbirlerine bağlayan kavrama; ana debri tiksel denetim.
yaj. mathematically: 1) matematiğe göre. 2) matematik
master cylinder: Mot. taşıt araçlarında hidrolik frenin sel tarzda; matematik yönünden.
merkez pompası silindiri; merkez hidrolik silindiri; mathematician: Matematik dalında uzman; matema
ana hidrolik silindiri. tikçi.
master cylinder piston: Ana hidrolik silindiri pistonu; mathematics: Miktarlar, büyüklükler, şekiller ve bun
Bkz. master cylinder. ların birbirleriyle ilişkisini sayı ve semboller kullana
master key: Aynı türden, birden çok kiliti açmak için rak inceleyen, (aritmetik, geometri, cebir, kalkülüs
kullanılan anahtar; ana anahtar; maymuncuk. vb. ini kapsayan) bilimler grubu; matematik; mate
master link: Bazı traktör; dozer vb. i yol yapım araçla matik bilimi..
rında kullanılan paletlerin baklalarından biri; palet matrass: 1) Esk. damıtmak için kullanılan uzun bo-
ana baklası; ana bakla.
matrices 347 mean
yuntu, yuvarlak gövdeli cam bir kap; imbik. 2) üfle maximum continuous rating: Bkz. maximum conti-
me borusu analizinde kullanılan ince uzun, sert cam nous power.
tüp. maximum efficiency: Maksimum verim; en yüksek
matrices: Matrix'in çoğulu. verim veya randıman.
matrix: 1) özellikle: a) mücevher, mineral, fosil vb. maximum gap: Maksimum aralık ya da açıklık.
inin içinde bulunduğu kaya; bunun kaya içinde maximum horsepower: Mot. bir makinenin verebile
bı raktığı iz. b) dökme veya şekil verme için lokma ceği en yüksek güç; maksimum beygirgücü; makine
ve ya kalıp, o) Matb. çoğu zaman bakırdan nin maksimum yükü; gemi makineleri bu yükü en
yapılmış metal bir levha; hurufat kalıbı olarak fazla yarım saat taşıyabilecek şekilde hesaplanırlar;
ris peak horsepower adı da verilir; zirve gücü.
. maximum load: 1) maksimum yük: Makine yatakları
matte: Bakır, nikel, kurşun vb. i kükürt cevherinin eri için söylenir. 2) bir makinenin taşıyabileceği maksi
tilmesi ile üretilen saf olmayan kükürt karışımları, mum yük; Bkz. maximum power.
matter: 1) bir şeyin yapıldığı madde veya malzeme. maximum power: Diz. Mot, maksimum güç; silindir
2) tüm şeylerin yapıldığı madde; Modern fizikte mad ler içinde üretilen kW veya Hp türünden en yüksek
de ve enerji eşdeğer kabul edilir ve Einstein formülü güç; zirve gücü; maksimum güç.
ne göre (E = mc2) karşılıklı olarak birbirlerine dönü maximum pressure: Mot. yanma sırasında silindirler
şebilir. 3) belirli bir madde: Boyama maddesi de oluşan en yüksek basınç; maksimum basınç; ter
gibi. minal yanma basıncı; dizel motorlarında 40-140 bar,
4) çoğu zaman belirsiz miktar veya büyüklük. 5a) benzin motorlarında yaklaşık 50 bar değerierindedir;
önemli bir olay. b) önem; ehemmiyet. 6) sorun; pmax kısaltması ile belirtilir.
zor luk. 7) posta ile gönderilen doküman, mektup maximum pressure indicator: p-V diyagramı alına
vb. i posta. 8a) dizilecek metin, müsvedde veya mayan orta ve yüksek devirli dizel motorlarının mak
kopya, simum basıncını ölçmek için kullanılan araç;
b) baskı için bağlanmış hurufat. maksi mum basınç endlkatörü veya basınç ölçeri.
mattock: Kazma (alet) maximum rating: Bkz. maximum horsepower.
maximum speed: Maksimum ya da en yüksek hız.
mattrass: Bkz. matrass.
maximum speed governor: Diz. Mot. ilk hareketten
maul: Çoğu zaman ağaçtan yapılan çok ağır bir
sonra makine maksimum hızına eriştiğinde çalışan
çe kiç; tokmak; kazık, kazma vb. lerinl sokmak için
ve sadece makinenin maksimum hızını sınırlayan re
kul lanılır.
gülatör; maksimum hız regülatörü veya gavörnörü.
mauve: 1) anilinin oksitlenmesiyle üretilen kömür
maximum temperature: Mot. yanma sırasında
kat manı boya maddesinden elde edilen menekşe
silindir
rengi (mor) boya veya pigment. 2) açık menekşe lerde oluşan en yüksek sıcaklık; maksimum sıcaklık;
renginin türlü tonlarından herhangi biri. 3) böyle bir maksimum yanma sıcaklığı; terminal yanma sıcaklı
renk. max.: Bkz. maximum. ğı; dizel motorlarında 1400°-2500°C ve benzin motor
maxima: Çoğ. maximum. 0
larında 2200 -2500°C değerlerini alır,
maximal: En büyük ya da azami ihtimal. maximum thermometer: Cıvası, günün en yüksek sı
Maxim gun: Maksim makineli tüfeği; tek namlulu, su caklığında yükselen ve o noktada sabit kalan termo
ile soğutulan makineli tüfek. metre; maksimum termometre.
maximite: Pikrik asit ile yapılan kuvvetli bir patlayıcı maximum voltage: Alternatif elektromotor kuvvetin
madde; Esk. zırh delici madde yapımında kullanılır her bir değişimde eriştiği en yüksek voltaj; maksi
dı. mum gerilim.
maximize: Yükseltmek; çoğaltmak; maksimuma çıkar maximum volume: Mot, piston alt ölü noktada iken
mak; mümkün olan en büyük dereceye yükseltmek; silindirdeki hacim; strok hacmi ile klerens hacminin
mümkün olduğu kadar büyütmek, yoğunlaştırmak toplamı; maksimum hacim; sıkıştırma oranının he
vb. saplanmasında kullanılır.
maximum: 1) mümkün olan ya da müsaade edilen Maxwell: Manyetik akının (flüksün) C.G.S. ve ulusla
en büyük miktar, sayı veya derece. 2) varılan veya rarası birimi; Şiddeti bir gausluk bir manyetik alana
2
kayıt edilen (sıcaklık gibi) en yüksek derece veya dik olan bir cm yüzeyden geçen akıya eşittir; maks-
nokta; değişimin üst sınırı. 3a) Astr, a) değişken bir vel; marıyelik kuvvetin bir çizgisi.
yıldızın en parlak olduğu an. b) yıldızın bu andaki Maxwell bridge: Self endüktansı saptamak için
parlaklığı ya da kadiri. 4) mümkün olan, müsaade kulla nılan alternatif akım cihazı; Makswel köprüsü.
edilen veya erişilen en büyük veya en yüksek. 5) Mayday: Uluslararası radyotelefonda imdat işareti;
maksimum; azamî; en çok, 6) maksimum veya mak tehlikedeki uçaklar ve gemiler tarafından kullanılır.
simumlara ait. Mazda: Belirli standartlara uyan bir elektrik ampulü
maximum allowable stress: Müsaade edilir en yük nün ticarî adı.
sek stres veya gerilme. mc: Bkz. megacycles per second.
maximum and minimum thermometer: 24 saatlik bir MCR: Bkz. continuous rating.
süre içinde görülen en alçak ve en yüksek sıcaklıkla Mc Leod gauge: Boyle kanunu esas alınarak düşük
rı kayıt eden sıcaklık ölçer; maksimum ve minimum basınçları ölçmek için kullanılan bir cihaz.
termometre. Me: Bkz. methyl.
maximum continuous load: Sürekli maksimum yük. M.E.: Bkz. 1) mechanical engineer. 2) Military engi
maximum continuous power: Bir dizel motorunun neer. 3) mining engineer.
soğutma suyu, yağlama yağı ve egzoz sıcaklıkların mean: 1) iki ucun ortası; yer, zaman, nitelik,
da bir değişme olmaksızın sürekli olarak nicelik, tür, değer, derece vb. inin orta durumunda.
üretebilece ği güç; sürekli maksimum güç; CHP 2) orta-
kısaltması ile ve kW ya da Hp türünden belirtilir.
mea n b rak e p ress u r e 348 mechanical d ra w in g
metal mold: Metal eritme potası; metal potası. meteorograph: Nem, sıcaklık vb. i türlü hava durum
metal rectifier: Bir metal ve diğer bir madde arasında larını aynı anda otomatik olarak kayıt eden bir cihaz;
temas sağlamak için kullanılan metal doğrultmaç. meteorograf.
metals: Bkz. metal Çoğ. meteorid: Dış uzayda dolaşan ve dünya atmosferine
metal spraying: Aşınmış yüzeyleri doldurmak ve bir girdiği zaman meteor olan bir çok küçük ve katı par
yüzeyde metal bir katman oluşturmak için kullanılan çacıklardan herhangi biri; meteorit.
bir yöntem; metal püskürtme. meteorologic: Bkz. meteorological.
metal wire joint: Çoğu zaman içinde metal teller bulu meteorological: 1) atmosfer veya atmosferik olaylara
nan lâstik conta; metal telli conta. alt; hava ya da iklime ait. 2) meteorolojiye ait.
metalwork: 1) metalden yapılan şeyler; madenî eşya meteorologically: 1) meteoroloji ile; meteorolojiye
lar. 2) bu tür şeylerin yapımı; metal işçiliği. göre. 2) metaorolojik olarak.
metalworking: 1) metal eşyalar yapma işi veya işle meteorologist: Meteoroloji dalında eğitilmiş kişi; me-
mi. 2) metal işçiliğine ait teorolojist; meteoroloji uzmanı; meteoroloji bilimcisi.
matemagnetic: Uygulanan alanın yönüne göre para- meteorology: Atmosfer ve atmosferik olaylar bilimi;
manyetik veya diamanyetik olma; metamanyetik. hava ve iklimin incelenmesi; meteor., meteorol. kı
metamer: Aynı genel sınıfa ait, sahip oldukları ele saltmaları ile belirtilir.
mentin oranları aynı ve aynı molekül ağırlığına ait, fa -meter: Duyarlı bir biçimde ölçen bir cihaz anlamında
kat farklı kimyasal özellikte olan iki veya daha fazia bir sonek: Örneğin ampermetre, voltmetre, ommetre
kimyasal bileşikten herhangi biri; metamer. vb. i gibi.
metameral: Bkz. metameric. meter: 1) metrik sistemde 100 cm, 1000 mm, 39, 37
metameric: Kimy. metamer olma; metamerik. inç, 1,09 yarda, 3,28 fit'e eşit olan temel uzunluk biri
metamerism: Kimy. metamerik olma durumu. mi; metre; ekvatordan kutba kadar meridyen boyun
metamorphic: Başkalaşım geçirene ait; başkalaşımla ca olan mesafenin on milyonda biri; M, m kısaltmala
belirtilen; başkalaşım ile oluşan. rı ile belirtilir; metre şeklinde de yazılır.,
metarnorphism: 1) şekil değişikliği; metamorfoz. 2) meter: 1) ölçen bir kişi; özellikle maddeleri ölçen ka
kayaların basınç, ısı, kimyasal etki vb. i ile yapısında mu görevlisi. 2) ölçüm cihazı; özellikle içinden ge
ki değişim; metamorfizm. çen gazı ölçmek için veya kayıt etmek amacıyla kul
metamorphose: Şeklinde ve tabiatında değişmek; lanılan bir cihaz; sayaç. 3) sayaç veya sayaçlarla ölç
transform; başkalaşmak; başkalaştırmak. mek veya kayıt etmek.
metamorphosis: 1a) oluşumu, şekli, yapısı veya mad meterage: 1) ölçme. 2) ölçme ücreti.
desinin değişimi; transformasyon veya başkalaşım, meter bypass valve: Kullanılan sayacın gerektiğinde
b) böyle bir değişimin sonucu olan şekil. 2) Tip. ba bypas edilmesini sağlayan valf; sayaç baypas valfı.
zı doku veya parçaların şeklinin hastalıkla değişimi. meter-candle Lükse Bkz. lux eşit olan bir aydınlatma
metaphosphate: Metafosforik asitin herhangi bir tu birimi; metre-mum.
zu; metafosfat. meter case: Ampermetre, voltmetre vb. i gibi bir ölçü
metaphosphoric acids: Kimyasal formülü (HP0 3 ) n cihazının mahfazası veya çerçevesi; gösterge keysi;
olan ve tuzlarına metafosfatlar adı verilen asitler; me gösterge mahfazası.
ta fosforik asitler. metered jet: Ölçülü veya kalibre edilmiş püskürtme
metaphysical: 1) metafiziğe ait veya metafizik tabiatı memesi veya nozulu.
na sahip olan. 2) fizik ya da maddenin ötesinde; me metering: Ölçüm; ölçme.
tafiziksel. metering helix: Diz. Mot. plencer yüzeyinde bulunan
metaphysically: 1) metafiziksel şekilde. 2) metafizik ve silindirlere püskürtelecek kayıt miktarının saptan
ile veya metafizik bakımından. masını sağlayan helisel oyuk veya kana! ölçme heli
metaphysician: Melafizikçi; metafizik uzmanı. si.
metaphysics: 1) kuram ya da ilkeler (bazı bilim dalla methacrylate: Metakrilik asitin tuzu ya da esteri; me-
rının). 2) metafizik; fizik ötesi. takrilat.
metaprotein: Asit veya alkalilerin proteinler üzerinde methacryiate resin: Metakrilit asitin esterlerinin poli-
ki etkisi ile üretilen maddelerin gruplarının herhangi merizasyonu ile oluşan türlü plâstik maddelerden
biri; metaprotein. herhangi biri; metakrilik reçine.
metastaic electron: Bir atomdan diğerine hareket methacrylic acid: Sentetik olarak yapılan, sarı papat
eden elektron; metastatik elektron. yadan (öküzgözü) elde edilen kristalli bir asit; metak
metathesis: Kimy. yeni bir bileşik oluşturmak için iki rilik asit, CH2.C (CH3)COOH.
bileşik birbirlerini etkilediği zamanki gibi, bileşikler methadon: Tıpta kullanılan daha yavaş alışkanlık
arasında element ya da köklerin değiştirilmesi; meta oluşturan ve morfinden daha güçlü sentetik bir bile
tez. şik; metadon; analjezik olarak kullanılır (Ticarî mar
metathetic: Metateze ait veya metatez ile. ka).
metathetical: Bkz. metathetic. methane: Yapay olarak üretilen veya bataklıklarda
mete: 1) bölüşmek veya pay etmek; dağıtmak; taksim oluşan ve doğal gazda bulunan, insan sağlığı için
etmek. 2) ölçmek. 3) ölçüm; ölçme. zararlı bir gaz; metan, CH..
meteor: 1) dış uzaydan dünya atmosferine çok bü methane series: Genel formülü C n H 2 n + 2 olan açık
yük bir hızla girdiği için havanın direnci nedeniyle zincir tipinde doymuş bir karbonlu hidroen serisi;
akkor haline gelen ve görünen meteorit; meteor; metan serisi.
göktaşı. 2) herhangi bir göktaşı veya gök cismi. 3) methanol: Sıv. Yük. metanol; metil alkol; odun alkolü;
Meteo. gökkuşağı, dolu vb. i gibi atmosfer olayı. odunun damıtılmasından elde edilen ve organik sen-
Teknik Sözlük - F. 23
me th e m o gl o b i n (methaemogf obi n ) 354 metrazo l
kapsayan, mika niteli ğinde veya mikaya benzeyen. per; 0,000 001 amper; mikroamper.
mica insulator: Elekt. doğru akım (DC) makinelerinin microanalysis: Çok küçük miktarların analizi ve sap
kollektörlerinin bakır dilimleri arasına konulan ve tanması; mikroanaliz.
komşu iki bakır dilimin kısa devre yapmasını önle micro-babbit bearing: Babit kalınlığı kol yataklarında
yen yalıtkan; mika izolatör. 0,05-0,127 mm (0,002-0,005"), palamar yataklarında
micanite: Bkz. mica. 0,1016-0,1778 mm (0,004-0,007") olan yataklar; mik-
micanite insulation: Bkz, mica insulator. robabit yataklar; ince babitli yataklar.
mica protector: Mika korucu; ısı ve elektriğe karşı microbalance: Küçük kütleleri çok duyarlı bir biçim
ko ruyucu olarak kullanılan mika. de ölçen bir cihaz; mikro terazi.
micarta bearing: Den. şaft kovanlarında Bkz. 2
microbar: Ses biliminde kullanılan ve din/cm 'ye eşit
stern tube pelesenk yerine kullanılan levha olan bir basınç birimi; mikrobar.
halinde plâs tik bir maddeden yapılan yatak; microbarograph: Atmosfer basincindaki çok küçük
mikarta yatak. micelle (micell): Kimy. kompleks değişimleri kayıt etmek için kullanılan bir barograf;
veya karmaşık mo leküllerin oluşturduğu, jöle mlkrobaroğraf.
şeklindeki koloitlerin ya pısal birimi; misel: microbial: Mikroplara ait, ilişkin veya mikroplardan
Kimyasal özellikleri değişmeksi- zin ölçüsü gelen ya da kaynaklanan.
değişebilir ve kristal özelliklerine sahip olabilir. microbial degradation: Mikroplardan gelen veya kay
Michel! bearing: Bkz. Michell thrust bearing. naklanan bozulma veya bozunma.
Michell thrust bearing: Buhar türbinlerinin buhar
microchemistry 356 microscopy
micrometer calipers.
microchemistry: Mikroskopik miktar veya maddele micrometer calipers (or caliper): Çok duyarlı ölçüm
rin kimyası; mikrokimya. ler yapmak için kullanılan, mikrometre vidalı bir çap
microcircuit: Bkz. integrated circuit: Entegre devre; ölçer; mikrometre.
mikro devre. micrometer screw: Mikrometre vb. terinde kullanılan,
microcline: Feldispat ailesinin grimsi, sarımsı, yeşilim belirli hatvede (piçte) çok ince diş çekilmiş ve
si veya kırmızımsı minerali; potasyum alüminyum sili 0,0001 inç'e (0,0025 mm'e) kadar ölçümler sağlayan
kat, KalSl3O8; cam parlaklığında olup volkanik kaya vida; mikrometre vidası.
larda görülür; mikroklin. micrometer screw gauge: Bkz. micrometer.
microcomputer; Mikrobilgisayar. micrometer valve: Bazı buhar kazanlarının püskürtü-
microcosmic: 1) beyaz, kristalli bir tuzu veya sod cüleri üzerine yerleştirilen ve püskürtme basıncının
yum amonyum hidrojen fosfatı belirtir. Na(NH4)H- elle ayarlanmasına yarayan valf; mikrometre valf.
P0 4 .4H 2 0; metal oksitleri denemede, üfleç analizle micrometry: Mikrometrelerle ölçülen.
-1 2
rinde ayıraç vb. i olarak kullanılır; mikrokozmik; in micromicrofarad: 10 farad'a eşit olan bir elektrik
san idrarından elde edilir. sel kapasite birimi; mikromikrofarad.
6
microcosmical: Bkz. microcosmic. micromicron: 1 mikronun milyonda biri; 10" mikron;
-1 2
microcrystalline: Sadece mikroskop ile görülebilen 10 metre; mikromikron; u u kısaltması ile belirtilir.
kristal yapısı olan; mikro kristalli. micron: 1) metrenin milyonda biri; 1 milimetrenin bin
microcurie: 1 kürinin milyonda biri; 0,000 001 küri; de biri; Simg. u 2) Fiz. Kimy. çapı 0,01-0,0001 mili
mikroküri. metre arasında değişen bir partikül veya parçacık;
microdensitometer: Fotoğrafik bir görüntünün yo mikron şeklinde de yazılır.
ğunluğunu ölçmek için kullanılan bir cihaz; mikrofo- micro organisms: Mikroskopik canlılar veya organiz
tometre. malar; minik canlılar, yaratıklar.
microdetector: Çok küçük miktardaki bir elektrik akı microphone: Elektrik akımının değişimlerini elektro
mı veya çok küçük değişimleri ortaya çıkarmak için manyetik dalgalara çevirerek sesi ileten veya zayıf
kullanılan bir cihaz; mikrodetektör. sesleri yükseltmek için telefon, radyo vb. lerinde kul
microfarad: Farad'ın milyonda biri; 0,000 001 Farad; lanılan bir cihaz; mikrofon.
mikrofarad; mf, mfd kısaltmaları ile belirtilir. microphonic: Mikrofona benzeyen; mikrofona ait ve
microfilm: 1) kolay depolamak veya nakletmek için ya onun tabiatında olan.
doküman, basılı sayfa vb. lerinin fotoğraflarının bu microphotography: 1) ayrıntılarını görmek için genel
lunduğu fotoğraf filmi; mikrofilm. 2) mikrofilmde üret likle büyütülmesi gereken çok küçük bir fotoğraf;
me. 3} mikrograf. 4) mikrofilme fotoğraf çekmek. mikrofotoğraf. 2) bir mikroskop yardımıyla çekilen fo
microgram (microgramme): 1 gramın milyonda biri; toğraf. 3) mikrofilmden basılan büyütülmüş fotoğraf.
0,000 001 gram; 1000 miligram; Simg. u g. microprint: Oldukça büyük yazılı bir madde veya ba
microgram: Bkz. micrograph. sılı bir mikrografın sadece büyütücü bir cihazla oku
micrograph: 1) fevkalade küçük yazı, şekil veya oy nabilecek şekilde küçültülmesi.
ma yapmak için kullanılan bir cihaz; mikrograf. 2) microprocessor: Mikroişlemci.
bir cismin mikroskopta görülebilen fotoğrafı veya micropro|ector: Mikroskop mercek sistemi ve bir ay
şekli. 3) diyagramın çok küçük bir hareketi büyütül dınlatıcıya sahip olan bir cihaz; mikroskopik cisimle
müş görüntü şekli veren bir cihaz. rin büyütülmüş görüntülerini bir perdeye aktarmak
micrography: 1) mikroskopik cisimlerin tanımlanması için kullanılır; mikroprojektör.
veya incelenmesi; mikrografi. 2) çok küçük özellikte micropyrometer; Işık ve ısı çıkaran çok küçük cisim
yazma sanatı veya pratiği. lerin sıcaklık vb. ini saptamak için kullanılan optik
microgroove: 1) uzunçalar plâğında olduğu gibi, çok bir cihaz.
dar iğne kanalı. 2) bu tür Kanallara sahip olan plâk micros.: Bkz. microscopy.
(Ticarî marka). microscope: Mikroorganizmalar gibi çok küçük cisim
microhenry: 1) henri'nin milyonda biri; 0,000 001 leri görülebilir ve incelenebilir yapan, esas olarak
henri; mikrohenri. mercek veya merceklerin düzenlenmesi ile oluşan
microhm: Elekt. Ohm'un milyonda biri; 0,000 001 bir cihaz; mikroskop; Bkz. electron microscope.
ohm; mikro-om; kısaltması ile belirtilir. microscope, electron: Bkz. electron microscope.
microindicator: Mot. atalet etkilerini azaltmak için microscopic: 1) mikroskopsuz görülemeyecek kadar
tüm parçaları minimum ölçülerde yapılan ve 2000 küçük olan; mikroskopik; fevkalâde küçük; çok kü
rpm'ye kdar endikatör diyagramı alabilen bir cihaz; çük. 2) mikroskopa ait; mikroskopik. 3) mikroskopa
mikroendikatör. benzeyen.
microliter: 1 litrenin milyonda biri; 0,000 001 litre; microscopical: Bkz. microscopic.
mik- rolitre. microscopically: 1) mikroskop kullanımı ile; mikros
micromanometer: Çok küçük basınç değişim veya kopik şekilde; inceden inceye ve arayarak. 2) mik
dalgalanmalarını ölçmek ve gözlemek için kullanılan roskopik olarak.
bir cihaz; mikromanometre. microscopic examination: Mikroskopik inceleme ve
micromechanics: Bir atom veya molekülün bileşen ya araştırma; mikroskop ile inceleme veya araştır
parçaları gibi, çok küçük cisimlerin dinamiği; mikro- ma.
mekanik bilimi. microscopist: Mikroskop kullanan veya mikroskop
micrometer: 1) çok küçük aralıkları, açıları, çap vb. kullanımında uzman olan.
terini ölçmek için bir teleskop veya mikroskop microscopy. Mikroskop kullanımı; mikroskop yardımı
üzerin de kullanılan bir cihaz (araç); mikrometre.
2) Bkz.
mi cro se i s m 357 milliammete r
permetre.
milivoltmetre. 3) Bkz. miilivoltmeter.
miiliampere: Bir amperin binde biri; 0,001 amper;
-3 milliwatt: 1 vatın binde biri; 0,001 vat; milivat; mW kı
1/1000 amper; 10 amper; mA kısaltması ile belirti saltması ile belirtilir.
lir; miliamper.
6 millrun: Öğütülerek mineral içeriği ölçülen cevher
millard: Milyar; bin milyon; bilyon; 10 . miktarı. 2) böyle bir deneyden elde edilen mineral.
military: Esk. Roma miline (1620 yarda, 1482,3 m) ait. Mills bomb (or grenade): Ağırlığı yaklaşık 1,5 libre
millibar: Atmosfer basıncının ölçüm birimi; milibar; (680 g) olan yüksek patlayıcılıkta bir el bombası.
2
1000 din/cm ; bar'ın binde biri; 1/1000 bar; 0,001 mill planer: Tomruk ya da kütük planya makinesi.
bar. mill scale: Kazan saçları üzerinde oluşan bir katman;
millicurie: Bir Küri'nin binde biri; 0,001 küri; miliküri. demir oksit katmanı.
millier: Metrik ton; 1000 kilogram millstone: 1) yuvarlak bir çift taştan herhangi biri; de
millifarad: Bir Farat'ın Bkz. Farad binde biri; milifarat; ğirmen taşı. 2) bunun için kullanılan taş; çoğu za
mF kısaltması ile belirtilir. man sert kumtaşı. 3) öğütülen, pulverize edilen veya
milligram (milligramme): Bir gramın binde biri; kırılan bir şey.
1/1000 gram; 0,001 gram; mg kısaltması ile belirtilir. mill wheel: Bir değirmende makineyi çalıştıran çark,
millihenry: 1 Henri'nin binde biri; 0,001 henri; mili- teker; çoğu zaman su tekeri.
henri. millwork: 1) bir tezgâhda yapılan şey veya madde;
millilambert: 1/1000 lamberte eşit olan bir aydınlat özellikle planya tezgâhında yapılan kapılar, pencere
ma birimi; mililambert. ler vb. 2) bir takım tezgâhında yapılan iş.
milliliter (millilitre): Metrik sistemde kullanılan bir ha mimeograph: 1) yazılı, basılı maddeler ya da çizimler
3
cim birimi; litrenin binde biri; 1,000027 cm ; 0,06102 den kopya çıkarmak için kullanılan bir makine; bir
3
inç ; mililitre; mi kısaltması ile gösterilir. tür teksir makinesi (Ticari bir marka). 2) böyle bir
millimass unit: Bir atomik kütle biriminin binde biri. makine ile kopyalar çıkarmak.
millimeter (millimetre): Metrenin binde biri; 1/1000 min.: Bkz. mineralogical. 2) mineralogy. 3) minim;
m; 0,001 m; 0,3937 inç; mm kısaltması ile belirtilir. minims. 4) minimum. 5) mining. 6) minor. 7) mi
millimho: Bir mo(mho)'nun binde biri; 0,001 mho; mi- nute; minutes.
limo. mine: 1) metal cevherleri, kömür, kıymetli taşlar, tuz
millimicron: Bir mikronun binde biri; 1/1000 mikron; veya belirli diğer mineralleri çıkarmak için toprakta
0,001 mikron; bir milimetrenin milyonda biri; 0,000 açılan geniş kazı; maden. 2) böyle bir maddenin top
001 mm; 10 angstrom; milimikron; m.u; kısaltması ile rak ustu binaları, girişleri, asansörleri vb. i. 3) cev
her, kömür vb. i katmanı. 4) toprağa gömülen veya
belirtilir ve ışık dalgaları vb. inin ölçü birimi olarak
denize konularak düşman taşıt araçları ve gemilerini
kullanılır.
tahrip eden mayın; kara ve deniz mayını. 5) maden
millimole: Bir molün binde biri (0,001 mol,
ocağı kazmak; özellikle: a) topraktan çıkarmak için
mol/4000); milimol; titrasyon hesapları için faydalı
cevher, kömür vb. i kazmak. 6) toprak veya suya
dır.
patlayıcı mayınlar yerleştirmek. 7a) cevher, kömür
milling: Metal vb. ini kesme, işleme veya imal etme iş vb. i için toprağı kazmak. 8) düşman tesislerinin altı
lemi veya ticareti. na tünel kazmak. 9) patlayıcı mayın ya da mayınlar
milling cutter: Freze tezgâhlarında diş açma, kesme la tahrip etmek veya tahrip etmeyi denemek.
vb. i için kullanılan bıçak; freze bıçağı.
mine detector: Gömülü patlayıcı mayınların yerini bul
milling machine: Metal parçalarını kesmek, diş çek mak için kullanılan elektromanyetik bir cihaz; mayın
mek, dişli yapmak vb. i için kullanılan bir takım tez detektörü.
gâhı; freze tezgâhı; freze makinesi. mine field: Patlayıcı mayınların arazi veya suya yer
million: 1) bir milyon; 1 000 000. 2) dolar, sterlin, leştirildikleri yer; mayınlı alan; mayın alanı ya da sa
frank, lira vb. i bir milyonluk para birimi. 3) belirsiz hası.
fakat çok büyük sayı; pek çok. mine-layer: Suya, özellikle denize mayın dökmek
million electron volt: Nükleer fizikte kullanılan ve bir üzere teçhiz edilmiş veya donatılmış gemi; mayın ge
6
milyon (10 ) elektron volta (eV) eşit olan bir birim; misi.
MeV kısaltması ile belirtilir. miner: 1) görevi bir maden ocağında kömür, cevher
millionfold: Milyon misli; milyon kat. vb. ini kazmak olan kişi; madenci. 2) Ask. mayın dö
millionth: 1) bir milyonluk bir dizide en son gelen; şeyen er.
milyonuncu. 2) bir şeyin milyon eşit parçasından mineral: 1) doğal olarak toprakta görülen (renk, sert
herhangi birini belirten. 3) bir serinin milyonda biri. lik ve kristal yapı vb.) fiziksel özelliklere sahip ve bi
4) bir şeyin milyon eşit parçasından herhangi biri. leşimi bir kimyasal formülle belirtilebilen inorganik
milliroentgen: 1 röntgen'in binde biri; 0,001 röntgen; bir madde; mineral; madensel; madenî; bazan orga
miliröntgen. nik kökenli benzer maddeler için de kullanılır: Örne
millisecond: Bilg. Say. bir saniyenin binde biri; 0,001 ğin kömür. 2) doğal olarak görülen, hayvansal ya
saniye; milisaniye. da bitkisel olmayan herhangi bir madde. 3) mineral
millivolt: Bir voltun binde biri; 1/1000 volt; 0,001 volt; ya da minerallere ait; mineral ya da mineraller kap
milivoit. sayan; mineral veya minerallerden oluşan. 4) mine
millivoltmeter: Voltun binde birini (0,001 voltu) ölçe rallerle doyurulmuş, örneğin maden suyu Bkz. mine
cek şekilde düzenlenmiş gerilim ölçer; milivoltmetre. ral water gibi.
millivolt potentiometer: 1) voltun (gerilimin) binde bi mineral: Bkz. 1) mineralogical. 2) mineralogy.
rini ölçen bir ölçü cihazı. 2) yüksek sıcaklıkların ölçü mineral acids: Kuvvetli inorganik asitler; mineral asit
münde kullanılan °C veya °F'ye bölüntülü gösterge; ler, örneğin hidroklorik asit ya da tuz asidi, HCI.
mine raliz a t io n 359 mi rro r imag e
mineralization: Mineralleştirme; mineralleştirilmiş küçük miktar, sayı veya derece; minimum; en az; as
olan. garî. 2) erişilen veya kayıt edilen en düşük derece
mineralize: 1) maden cevherine dönüştürmek (bir veya nokta (sıcaklık gibi değişken); değişimin en alt
metali): Hava etkisinde demir, demir oksite dönüşür sınırı. 3) mümkün olan, müsaade edilen veya erişi
gibi. 2) minerale dönüştürmek (bir organik madde len en küçük. 4) minimum ya da minimuma alt.
yi). 3) minerallerle doyurmak (su vb. i). 4) incele minimum clearence: Bir yatak, silindir, segman vb.
mek için mineral toplamak ya da araştırmak. inde müsaade edilen en küçük boşluk; en az, asgarî
mineralizer: Bir cevher oluşturmak üzere bir metalle ya da minimum boşluk veya klerens.
kimyasal olarak birleşen, arsenik gibi, bir element. minimum pressure: En düşük, en az veya minimum
2) minerallerin kristalleşmesine yardım eden çok basınç.
uçucu bir madde; mineralleştirici. minimum thermometer: Günün en düşük sıaklığını
mineral jelly: Petrol jölesi; arı ya da saf vazelin. kayıt eden sıcaklık ölçer; minimum termometre.
mineralogical: Mineraloji bilimine ait. minimum volume: Mot. piston üst ölü noktada iken,
mineralogist: Mineraloji dalında uzman; mineraloji piston kafası ile silindir kapağı arasında kalan ha
uzmanı. cim; minimum hacim; klerens hacmi; ölü hacim.
mineralogy: 1) mineraloji bilimi; madenler bilimi. 2) mining: 1) maden cevheri, kömür vb. ini maden oca
Çoğ. mineraller hakkında bir kitap. ğından çıkarma işi ya da işlemi; madencilik. 2) patla
mineral oil: Madenî kökenli olan herhangi bir yağ; sı yıcı mayın döşeme işi veya işlemi.
vı petrol türevi; madenî yağ; özellikle: a) petrol, b) minitrack: Bir uydudaki vericiden (transmiterden) alı
petrolden türeyen ve müshil olarak kullanılan türlü nan işaretlerle uydunun yörüngesindeki hareketini iz
renksiz, tatsız yağlardan herhangi biri. lemede kullanılan bir sistem.
mineral pigment: Mineral boya; metalik veya madenî minium: 1) parlak kırmızı (renk). 2) kırmızı kurşun ok
boya. sit, Pb 3 0 4 ; kırmızı kurşun Bkz. red lead adı da veri
mineral pitch: Doğal asfalt. lir.
mineral spring: Doğal maden suyu kaynağı. minor: 1a) ölçü, miktar, sayı veya boyca daha az
mineral tar: Siyah, yarı katı, petrol ile asfalt arası kı olan. b) rütbe veya önemi daha küçük. 2) ölçüsü kü
vamda bir bitüm (katran, zift); madenî katran. çük; küçük miktar, sayı veya boy. 3) önemsiz.
mineral water: Doğal veya yapay olarak maden tuzla minor diameter: 1) bir elipsin küçük çapı; minör çap.
rı veya gazlarla donatılmış su; maden suyu. 2) bir vida, cıvata, dişli vb. inin diş dibi çapı.
mineral wax: Bkz. ozocerite. minority: 1) daha az parça veya daha küçük sayı; bir
mineral wool: Eritilmiş cüruf ve camdan yapılan, bina bütünün yarısından daha küçük olan; azınlık; karşıtı
ların duvar yalıtımında kullanılan lifli bir madde; ma çoğunluk Bkz. majority.
denî yün. minus: 1) eksi; çıkarma işlemi yapılarak azaltılmış. 2)
mine sweaper: 1) düşman mayınlarını denizde tahrip çıkarmayı gösteren. 3) negatif. 4) çıkarma işareti (-).
edecek şekilde donatılmış savaş gemisi; mayın tara 5) negatif miktar.
ma gemisi. 2) askerî tankların ön kısmına bağlanan minus sign: Mate, çıkarma veya negatif miktar belir
ve mayınları patlatan ağır bir silindir. ten bir işaret; çıkarma işareti (-).
mingle: 1) beraberce karıştırmak; birleştirmek; har minute: 1) bazı belirli birimlerin altmışta biri; özellikle:
man etmek; birleşik yapmak. 2) karışım, harman vb. a) bir saatin altmışta biri; dakika; altmış saniye, b)
i olmak. 3) birleşmek, birleştirmek veya diğerlerine bir derecenin 1/60'ı; dakika; 60 saniye; (') işareti ile
katılmak. belirtilir. 2) çok kısa zaman süreci; an; lâhza. 3) za
miniature: 1) çok küçük ölçekli kopya ya da model; manda belirli bir nokta. 4) saat tutmak.
minyatür. 3) çok küçük ölçekte yapılmış. minute: 1) çok küçük; minik. 2) küçük öneme ait ya
miniature camera: Genişliği 35 mm veya daha az da önemsiz. 3) dakik; duyarlı.
film kullanan kamera veya fotoğraf makinesi; minya minute gun: Tehlike işareti veya cenaze merasiminin
tür kamera. bir parçası olarak bir dakikalık aralarla ateş eden
miniaturize: Elektron tüpleri yerine transistörler kulla top.
nılarak daha küçük, daha derli toplu (askerî ve en minute hand: Saatlerin dakikaları gösteren büyük ak
düstriyel) cihazlar yapmak. rebi; yelkovan.
minicomputer: Minibilgisayar. minutely: 1) bir dakikalık aralarla görülen ya da vuku-
minify: Daha küçük, daha küçük görünür veya daha bulan. 2) çok sık veya sürekli görülen veya vukubu-
az önemli yapmak; karşıtı büyütmek Bkz. magnify. lan. 3) her dakika. 4) sık; sürekli.
3
minim: 1/60 sıvı dramı, 0,06161 mm 'e eşit olan veya minuteness: Aşırı derecede küçük olan.
en küçük sıvı ölçüm birimi ya da yaklaşık bir damla. mip: Bkz. mean indicated pressure: Ortalama endi-
2) çok küçük herhangi bir şey; minik parça. ke basınç.
minima: Bkz. minimum Çoğ. mirage: Farklı sıcaklık ve yoğunluktaki hava katmanla
minimal: En küçük veya en az mümkün; en aşağı; mi rından geçen ışığın kırılmasının neden olduğu ve bir
nimal. gemi, vaha vb. inin çok yakın ve ters oluştuğu optik
minimize: 1) minimuma kadar azaltmak; mümkün görüntü; serap.
olan en küçük miktar, derece vb. ine kadar azalt mirror: Cisimlerin görüntülerini yansıtan camdan ya
mak. 2) mümkün olan en küçük miktar, değer veya pılmış, arka yüzü gümüş, sır vb. i kaplı cam parçası;
önemi olmak için tahmin etmek veya görünür yap ayna; ayna gibi yansıtmak.
mak. mirror image: Bir aynada gerçek görüntünün ters
minimum: 1) müsaade edilen veya mümkün olan en oluşması; sağ taraf solda veya bunun tersi görüntü;
misalign 360 modificatio n
ayna görüntüsü.
tamsayılı bayağı kesir.
misalign: Yanlış ayarlamak.
mixed pressure cycle: Bkz. Sabathe cycle, mixed
misaligned: Yanlış ayarlanmış.
cycle.
miscalculate: Yanlış (olarak) hesaplamak.
mixer: 1) gaz makinelerinde giriş borusu üzerinde bu
miscalculation: Yanlış hesaplama.
lunan, hava yakıt karışımı sağlayan ve onunla silin
misch metal: Seryum'un diğer nadir toprak metaller
dirleri besleyen özel bir cihaz; karıştırıcı. 2) karıştı
le oluşturduğu piroforik alaşım; çakmaktaşı yapımın
ran şey veya kişi; yiyecekleri karıştırmak için kullanı
da kullanılır.
lan bir mutfak aleti; mikser. 3) beton, mıcır, asfalt
miscibility: Kolayca karışabilir olma durumu veya ni
vb. ini karıştıran makine; betonyer.
teliği.
mixer tube: Sinyal frekansını yerel titreşim frekansı
miscible: Karıştırılabilir; kolayca karaştırılabilir.
ile karıştırarak ara frekans üretmek için radyo alıcıla
misfire: Uygun zamanda veya doğru olarak tutuştura-
rında kullanılan bir vakum tüpü; karıştırma tüpü.
mamak; yanlış ateşlemek; teklemek.
mixing: Karıştırma.
misfiring: Yanlış ateşleme; tekleme.
mixing tank: Diz. Mot. farklı viskozitede (biri fuel oil
mispickel: Bkz. arsenopyrite.
ve diğeri diesel oil olan) iki yakıtı karıştırarak yeni
misshape: Kötü olarak şekil vermek; deforme olmak.
bir yakıt elde edilmesini sağlayan depo; karıştırma
missile: 1) bir silahtan atılan veya ateşlenebilen; el
tankı.
bombası. 2) mermi, kurşun, mızrak vb. i gibi atıl
mixture: 1) karıştırma; karıştırılmış. 2) Kimy. iki veya
mak, fırlatılmak veya ateşlenmek, için dizayn edilen
daha fazla element kapsayan bir madde; karışım. 3)
bir silah ya da diğer bir madde. 3) Füze: Kıtalararası
Mot. hava ve yakıtın belirli oranlarda karıştırılmasıyla
balistik füze gibi. 4) güdümlü mermi.
elde edilen; hava-yakıt karışımı gibi.
missing: Bilgisay, 1) eksik. 2) atlanmış.
mixture, air fuel: Bkz. air fuel mixture.
mist: 1) toz, duman, gaz vb. i bulutu. 2) herhangi bir
mixture, lean: Bkz. lean mixture.
sıvının bir gaz içinde askıda oiuşu.
mixture, normal: Bkz. normal mixture.
mist detector: Bkz. oil mist detector.
mixture ratio: Benz. Mot. hava ile yakıtın oluşturduğu
misusage: 1) hatalı kullanım; yanlış uygulama. 2) kö
karışımdaki havanın yakıta oranı; normal karışımda
tü ya da kaba muamele.
15, 12/1, fakir karışımda 16-17/1 ve zengin karışım
misuse: 1) yanlış ya da hatalı kullanmak; yanlış uygu
da 12-13/1 değerlerindedir.
lamak. 2) kötü veya kaba muamele etmek. 3) kötü
mixture, rich: Bkz. rich mixture.
veya yanlış kullanma. 4) kötü ya da kaba muamele.
mks system: Fiz. esas birimleri metre, kilogram ve sa
miter: 1) yağmur girmesine engel olan fakat dumanın
niye olan ölçü sistemi; mks sistemi.
atmosfere gitmesine izin veren baca şapkası. 2) iki
ml.: Bkz. milliliter; milliliters.
parçanın 45°'lik açı ile 90°'lik bir köşe, oluşturacak
mm: Bkz. millimeter; millimeters.
biçimde birbirine bağlanması; köşe pinyonu; mitar
M.M.: Bkz. master mechanic.
joint olarak da kullanılır. m.m.f.: Bkz. magnetomotive force.
miter box: 45°'lik açıda geçme yapmak için, ağaç
mmfds.: Bkz. microfarads.
kesmede gayıt olarak kullanılan bir cihaz.
Mo: Bkz. managanese.
miter square: Ağızları arasında 45° olan veya herhan
Mn: Bkz. molybdenum.
gi bir açıya ayarlanabilen, 45°'lik bağlantıda işaret mnemonic: Bilgisay. anımsatıci.
koymak için kullanılan bir araç.
mobile: 1) hareket edebilen; hareketli; kolayca akabi-
mitis casting: 1) dökme demir ve alüminyum karışı
len (sıvılar için). 2) Ask. kolaylıkla hareket etme ve
mından dövülebilir döküm yapımı yöntemi. 2) bu yol
ya çabuk nakledilme yeteneğinde olan.
ile yapılan bir döküm.
mobility: Hareket etme durumu veya niceliği.
mitre: Bkz. miter.
mod.: 1) moderate. 2) modulus.
mix: 1) birleştirmek; birleşmeye neden olmak. 2) ka
model: 1) bir bina, gemi vb. i gibi, bir maddenin takli-
rışmak; karıştırmak; harman olmak; katmak. 3) karış
ti veya ölçekli yapılmış küçük bir kopyası; model.
tırma veya karışmış olan. 4) karışım.
2a) modelini yapmak, b) modelden sonra tasarla
mixed: 1) karıştırılmış; harman edilmiş. 2) farklı veya
mak, oluşturmak veya dizayn etmek. 3) model ya
bağdaşmaz parçalar, elemanlar, ırklar, sınıflar vb. in
da modeller yapmak. 4) örnek; numune; kalıp.
den oluşturulan; karışım.
model test: Küçük öçekteki modellerle yapılan de
mixed-base oils: Hem parafin ve hem de asfalt kö
ney; model deneyi veya tecrübesi.
kenli yağ kapsayan yağlar; karışık kökenli yağlama modem: Bilgisay. modem.
yağları. moderate: 1) ılımlı; mutedil; sakin veya durgun; şid
mixed cycle: Modern dizel makinelerinin çevrimi; çift detli olmayan. 2) orta niteliğe ait. 3) ılımlı olmaya ne
yanmalı çevrim; karışık çevrim; Sabathe çevrimi; den olmak; daha az aşırı, şiddetli vb. i olmak. 5) ılım
yanmanın sabit hacim ve sabit basınçta gerçekleşti lı olmak.
ği kuramsal ya da teorik çevrim.
moderation: Yavaşlama; bir partikülün, genel olarak
mixed-flow pumps: Pompalama işinin kısmen mer
bir nötronun, çekirdeklerle çarpışmaları sonucu ya
kezkaç kuvvet ve kısmen pervane etkisi ile yapıldığı
vaşlaması.
tulumbalar; karışık akımlı pompalar.
moderator: Nük. Fiz. bir reaktörde nötronları yavaşlat
mixed-flow turbine: Diz. Mot. bazı aşırı doldurucula
mak için kullanılan, grafit veya ağır su gibi bir mad
rın aksiyon ve reaksiyon kademelerinden oluşan
de; moderator; yavaşlatıcı.
kombine türbini; karışık akımlı türbin.
modificable: Değiştirilebilir.
mixed number: Bir tam sayı ve kesirden oluşan sayı;
modification: Değiştirme veya değiştirilmiş; özellikle:
modified 361 mold
ya nem gidericiye yerleştirilen bir cihaz; nem göster
a) bir benzin motorunun değiştirilmesi gibi, şekilde ki gesi.
kısmi veya ufak bir değişiklik; tadilât, b) böyle de moisture proof: Nem ya da rutubete dayanıklı; rutu
ğişmiş bir ürün. c) hafif bir azalma. bet geçirmez.
modified: Tadil edilmiş veya değiştirilmiş. moisture separator: Gem. Mak. nükleer tahrik tesisle
modified diese! cycle: Bkz. Sabathe cycle. rinde doymuş buhar kullanıldığından, türbin kanatla
modifier: Değiştiren kişi veya şey; değiştirici. rının aşınmasını önlemek amacıyla, yüksek basınç
modify: 1) karakter, şekil vb. ini kısmen veya hafifçe türbini ile alçak basınç türbini arasına konulan ve yo-
değiştirmek. 2) hafifçe sınırlamak ve azaltmak. 3) de ğuşan buharı ayıran bir cihaz; nem ayiricısı; nem se-
ğiştirilmiş; tadil edilmiş. peratörü.
modular: Modül ya da modüllere ait; parçalı. mol: Bkz. mole.
modulate: 1) düzenlemek, ayar etmek veya uyarla mol.: Bkz. 1) molecular. 2) molecule.
mak. 2) Rady. modüle etmek; değişiklikler üretmek. rnolal: Kimy. konsantrasyonu bir gram moleküler ağır
modulation: 1) tadil etme; hafifletme; özellikle: Rady. lık veya mole ilişkin; özellikle, 1000 gram çözücüde
diğer etkilerle ilişkili olarak bir radya dalgasının fre- ki bir mol çözünür maddeye eşit olan bir çözeltiyi be
kansındaki değişim; modülasyon. lirtir.
modulator: Değiştiren kişi veya şey; modulator; özel molality: Her bir kilogram çözücü için çözünürün mol
likle: Rady. modülasyon oluşturmak için kullanılan sayısı olarak belirtilen çözelti yoğunluğu.
bir vakum tüpü. molar: 1) Kimy. bir çözücünün bir litresindeki bir mol
module: 1) özellikle akan sular için bir standart veya çözünür madde kapsayan bir çözeltiyi belirtir; mo
ölçü birimi. 2) Mim. bir parçanın ölçü birimi olarak lar. 2) Fiz. bir madde ya da cismin bütününe ait.
kullanılan boyu; özellikle bir binanın boyutlannı sap molar concentration: Bir çözeltinin her birim hacim
tamak için kullanılan, bir sütunun çapı veya yarıça deki maddenin mol sayısı.
pı. 3) ölçek; miyar. molar conductivity: Bir mol erir madde kapsayan bir
module, lunar: Aya insan götüren füzenin başlığı; ay elektrolitin elektriksel iletkenliği; molar iletkenlik.
modülü. molar gas constant: Molar gaz sabitesi: pV = nRT
modulo: Bilgisay. modülo. eşitliğindeki R ; standart basınç ve sıcaklıkta 1 mol
modulo check: Bilgisay. modülo sağlaması.
le ya da esas birimle ilişkili olarak bir fonksiyon, T = 273 K alındıklarında R = 8,3143 olur.
kuv JK
vet ya da esneklik, direnç vb. i gibi etkilerin ölçümü molar heat: Bir maddenin molekül ağırlığı ve özgül
nü ifade eden bir pozitif sayı veya nicelik; esneklik ısısının ürünü; molar ısı.
modülü gibi. molar heat capacity: Bir maddenin bir molekülünün
modulus of elasticity: Herhangi bir malzeme için bi sıcaklığını 1 K yükseltmek için gerekli ısı miktarı; mo
rim alana düşen gerilmenin, esnek sınırlar içinde bi lar ısı kapasitesi (J/mo!-K).
rim uzunluktaki deformasyona oranı; esneklik modü molar heat of fusion: Erime noktasında bir katının
lü; Young modülü. bir molünün sıvı duruma dönüşmesi için gerekli ısı
modulus of resistance: Direnç ya da mukavemet enerjisi; molekülsel erime ısısı.
modülü. molar heat vaporization: Kaynama noktasında bir
modulus of rigidity: Bir malzemede kesme gerilmesi mol sıvının buhara dönüşmesi için gerekli ısı enerji
nin, kesme deformasyonuna oranı. si; molar buharlaşma ısısı.
modulus of torsion: Burulma modülü. molarity: 1 desimetre küp çözeltideki çözünürün mo
mofette (moffette): 1) topraktaki bir delik ya da yarik- lekül sayısı; molarite.
tan, volkanik aktivitenin son aşamasını elirten kar motar mass: Alanlarin, formül birimlerinin veya mole
bon dioksit ve diğer gazların sızıntısı. 2) böyle bir de küllerin bir rnolünün kütlesi; molekülsel (molar) küt
lik ya da yarık. le.
Mogul: Ağır katarlari çekmek için kullanılan buharlı molar solution: Bir litre çözeltide bir mol erir ya
lo komotif. da çözünür madde kapsayan bir çözelti,
Mohr's circle: Mohr dairesi. motar surface: Kütlesi bir mol olan bir kürenin yüze
Mohr's diagram: Mohr diyagramı; yi; molar yüzey.
Mohr's circle of stress: Mohr gerilme diyagramı; molar volume: Standart basınç ve sıcaklıkta bir mol
Mohr diyagramı; gazın litre türünden hacmi; ideal gazlar için 22,4 litre
Mohs scale: Mine. 10 aşama şeklinde göreli sertliği dir.
göstermek için kullanılan bir skala (1.talk, 2.alçıtaşı, molasses (cane): S/ı/. Yük. Melas (şeker kamışı);
3.kalsit, 4.kalsiyumflorür, 5kalsiyum flüofosfat, 6.fel- önemli bir tehlikesi olmayan, pekmez kokulu, koyu
dispat. 7.kuvarz, 8.topaz. 9.safir 10.elmas). kahverengi, sakkaroz, şeker ve sudan oluşan bir ka
moil: Motor yağı. rışım; öz.ağ. 1,45; k.n. bilinmiyor; d.n. karışım oranı
moist: Nemli; rutubetli; hafif ıslak. ile değişir; suda önemli şekilde çözünür; 1Q0°Fde
moisten: Nemli olmak veya yapmak. (37,7°C"de) viskozitesi 10 000-15 000 saniye Redvut
moistening: Nemlendirme; rutubetlendirme. No;1; gemilerde 35°C'ye kadar çevre sıcaklığında
moisture: Hafif nem veya rutubete neden oian su ya ve atmosfer basıncında taşınır.
da diğer bir sıvı. mold: 1) erimiş durumdaki bir şeye belirli bir şekil
moisture content: Nem ya da rutubet içeriği, kapsa ver mek için model, oyuk şekil veya matriks; kalıp.
mı veya muhtevası. 2) model. 3) bir kalıp içinde veya üzerinde şekil
verilen veya oluşturulan şey. 4a) kalıpla verilen
moisture indicator: Sıvı soğutma devresi üzerine ve
şekil, b) ge-
molded 362 monel metal
molten: 1) ısı île eritilmiş veya sıvı haline getirilmiş;
nel olarak, şekil. 5) bir kalıp içinde veya üzerinde şe erimiş veya eritilmiş. 2) eritilerek ve kalıba dökülerek
kil vermek. 6) bir kalıpta şekil vermek. 7) şekil ver yapılmış ya da imal edilmiş.
mek. 8) kalıbını yapmak; döküm için kalıbını yap mol. wt.: Bkz. molecular
mak. weight. moly: Bkz.
molded: Kalıp halinde dökülmüş. molybdenum.
molded brake lining: Döküm fren balatası. molybdate: Molibdik asitin bir tuzu; molibdat.
molded lining: Fiberden yapılmış fren balatası; fiber molybdenite: Molibdenin esas cevheri olan gümüş
balata. grisi renkli bir mineral; doğal molibden sülfür,
molder: 1) kalıplar yapan kişi veya şey; kalıpçı; dö MoS 2 .
kümcü. 2) elektro klişelerin kopyasını yapmak için molybdenum: Parlak, kırılgan, gümüşî beyaz renkli
kullanılan bir takım elektrikli klişe levhası; moulder metalik kimyasal bir element; molibden; alaşımlar,
şeklinde de yazılır. 3) gemide ve karada dökümha elektrik fırınlarının sargıları (iletkenleri), buji elektrot
neyi çalıştıran, kalıp yapan, demirli veya demirsiz ları vb. yapımlarında kullanılır; Simg. Mo; at.ağ.
metal ya da alaşımları döken kişi; dökümcü. 95,95; at.no. 42.
molding: Dökme, döküm yapma ya da dökerek şekil molybdenum steel: % 10'a kadar molibden kapsa
verme. yan bir alaşım; molibden çeliği.
molding machine: El, hidrolik, pnömatik ve elektrikle moment: 1) sonsuz küçük bir zaman; an; moment.
çalıştırılan ve çok büyük miktarda döküm kalıbı üre 2) Meka. a) bir nokta veya eksen çevresinde dönme
ten makine; kalıp makinesi. ye eğilim; dönme eğilimi, b) bu eğilimin ölçüsü, c)
molding sand: Döküm kumu; derece kumu. bir kuvvet, kütle, hacim vb. ve onun ekseni, mesneti
mole: 1) korumak amacıyla suya inşa edilen taş vb. ve düzleminden dik bir mesafedeki ürünü; moment;
inden bir koruyucu; dalgakıran veya mendirek. 2) tork.
bu şekilde yapılan veya korunan bir liman ya da de momentarily: 1) kısa bir zaman için. 2) her an; bir an
mir yeri. 2) iskele. lık.
mole: 6,02214 (Avagadro sabiti) atomlar, formül birim momentary: Sadece bir an devam eden; geçici; sü
leri ya da moleküller kapsayan bir maddenin mikta rekli olmayan; süreksiz ya da devamsız.
rı; mol. Moment balancer: Büyük stroklu, dizel motorlarında
molecular: Moleküllere ait; moleküllerden oluşan, bulunan moment dengeleyici; ağırlık şeklinde olan
moleküllerle üretilen; moleküller arasında var olan. bu dengeleyici makinenin tam devri veya iki misli de
molecular attraction: Molekülsel çekim ya da virde dönerek krankşaftla sekronizasyonu sağlar.
cazibe. molecular compound: İki ya da daha fazla moment of a couple: Aralarında dikey mesafe ile
(tam) mo kuv vetlerden birinin şiddetinin çarpılmasıyla
lekülün kimyasal bileşimi ile oluşan bileşik; molekü- bulunan moment; bir çiftin momenti; bir kuvvetler
ler bileşik. çiftinin mo menti,
molecular crystal: Van der Waals kuvveti veya hidro moment of a force: Bir cisme uygulandığı zaman bir
jen bağları tarafından bir arada tutulan moleküller kuvvetin döndürme etkisi; tork; moment.
den oluşan bir kristal; moleküler kristal. moment of inertia: Atalet momenti; eylemsizlik mo
molecular film: Bir molekül kalınlığında (bir madde menti.
nin) film ya da katmanı; aynı zamanda tek katman moment of momentum: Açısal momentum.
Bkz. monolayer. momentum: 1) hareketli bir cismin, nesne ya da obje
molecular formula: Moleküldeki her bir bileşiğin nin hızı. 2) Meka. hareketli bir cismin, kütlesi ve hızı
atomlarının sayısını gösteren kimyasal bir formül; nın çarpımı ürününe eşit olan hareket niteliği; mo
moleküler formül. mentum.
molecular number: Bir moleküldeki atomların, ato mon-: Bkz. mono-.
mik sayılarının toplamı; moleküler sayı. monacid: Bkz, monoacid.
molecular pump: Hızla dönen bir disk ya da silindir monadic: 1) Kimy. Bir atoma ait veya ona benzer. 2)
tarafından gaz moleküllerini götüren bir hava pom Bilgisay, tek işleyicili.
pası; moleküler pompa. monadical: Bkz. monadic.
molecular structure: Moleküler yapı. monas: Bkz. monad.
molecular volume: Bkz. molar volume. monatomic: 1a) bir atomdan oluşan ya da meydana
molecular weight: Bkz. molar volume. gelen: Molekül için söylenir, b) molekülünde bir ato
molecular weight: Bir maddenin bir molekülünün gö ma sahip olan: Bir atom veya atom grupları için söy
reli ortalama ağırlığı. lenir. 2) bir değere sahip olan; tek değerli bir atom
molecule: 1) bir element veya bileşiğin serbest du ya da kök.
rumda varolan ve element veya bileşiğin özelliklerini monatomic gases: Argon, neon gibi molekülünde
taşıyan en küçük parçacığı; molekül. 2) gram mole tek atom bulunan gazlar; tek atomlu gazlar.
kül. 3) küçük bir partikül; parçacık ya da partikül. monatomic molecule: Bir atomdan oluşan ya da
molecule, activated: Bir ya da daha fazla uyarılmış atom kapsayan molekül; tek atomlu molekül.
atom kapsayan molekül; uyarılmış molekül. monatomic substance: Tek atomdan oluşan madde;
Mollier's charts: Bkz. Mollier's diagrams. tek atomlu madde.
Mollier's diagrams: Term, türlü basınç ve sıcaklıklar monazite: Seryum ve nadir toprak alkali metallerin
da su buharının özgül hacmi, ıslaklık derecesi, ental- kahverengi veya kahverengimsi kırmızı doğal fosfatı;
pi (ısı tutumu) veya entropiyi kolayca veren diyag monazit; toryumun önemli bir cevheri.
ramlar, Molier'in su buharı için h-s ve T-S diyagram monel metal: % 67 nikel, % 30 bakır, % 1,4 demir, %
ları gibi.
moni t o r 363 moor
yan veya tek bir metal kullanan; monometalik. 2)
0,6 manganez, silisyum ve karbonun oluşturduğu monometalizme ait.
korozyona çok dayanıklı bir alaşım; monel metal; pi monomial: 1) Ceb. sadece bir terimden oluşan; tek
şirme kapları, asitlere dayanıklı cihazlar vb. i yapım terimli. 2) Bio. sadece bir sözcükten oluşan.
larında kullanılır (Ticarî bir marka); monell şeklinde monomolecular: 1) tek bir moleküle ait; monomole
de yazılır. küler. 2) bir molekül kalınlığında bir katmana ait ve
monitor: 1) radyasyon seviyesini araştırmak ve ölç ya bu katmanı belirten.
mek için kullanılan bir cihaz. 2) yangınla savaşta ol monomorphic: 1) sadece tek şekle sahip olan; mono-
duğu gibi, su akımını gerekli bir tarata yöneltmek morfik; tek şekilli. 2) aynı ya da esas olarak benzer
için düzenlenen, nozul için bir bağlantı; monitör. 3) türden yapıya sahip olan.
Rady, Telev. a) bir yayın stüdyosunun, iletiminin nite monomorphous: Bkz. monomorphic.
liğini denetlemek için kullanılan bir cihaz; monitör, monoplane: Tek kanatlı uçak.
b) yayını kontrol etmek için kullanılan alıcı bir cihaz monopropellant: Bkz. monofuel.
(televizyon cihazı). 4) bir monitörle gözlemek veya monorail: 1) vagonları asılı olarak veya üzerinde taşı
denetlemek. 5) Rady. Telev. bir monitör ile almak ve yan tek ray. 2) tek raylı demiryolu.
ya denetlemek. monosaccharide: Hidrolizle parçalanmayan veya ay
monitorial: 1) monitöre ait; monitör ya da monitörle rışmayan bir karbonhidrat; glükoz, früktoz vb. i basit
rin kullanımına ait. şeker; monosakarit.
monkey: Çekiç; şahmerdan. monotint: Bkz, monochrome.
monkey w rench: Hareketli ağızı ayarlanarak türlü öl monotone: Monotonluk; tekdüzelik; yeknesaklık.
çülerdeki somun vb. ine uyabilen bir anahtar; ingiliz monotonous: 1) değişiklik olmaksızın aynı tonda de
anahtarı. vam eden veya süren; monoton; tekdüze; yeknesak.
mono-: Bir, yalnız, tek bir atom veya grup kapsayan, 2) değişikliği olmayan veya çok küçük değişikliğe sa
bir molekül kalınlığına sahip olan anlamlarında bir hip olan. 3) değişiklik olmaması nedeniyle sıkıcı.
önek. monotony: 1) değişikliği olmaksızın aynı tonda de
monoacid: Her molekülünde değişebilen bir hidrojen vam etme; tek düzelik; monotonluk. 2) değişiklik ol
atomuna sahip olan asit; monoasit; monoasitik. maksızın.
monoacidic: 1) her molekülünde sadece bir asit hid monotype: a) Matb. değişik türde harfleri bir blok ha
rojen atomuna sahip olan. 2) sadece bir eşdeğer linde dökmek ya da dizmek için kullanılan bir maki
ağırlıkta asit veya bir asit hidrojen atomu ile yer de ne; monotip (Ticarî bir marka), b) bu şekilde üreti
ğiştirebilen bir hidroksil grubuna sahip olan bir mole len harf. c) üzerine şekillerin yapıldığı bir metal lev
kül ağırlığındaki bir alkol veya bazı belirten; monoa- ha ve matbaa mürekkebi ile yapılan baskı, d) böyle
sidik. baskılar yapma yöntemi.
monoatomic: Bir atomdan oluşan: Bir molekül için monotypic: Monotip doğasına sahip olan.
söylenir; tek atomlu; monoatomik. monovalence: Tek değerli olma durumu veya niteli
monobasic: 1) Kimy. a) molekülünde bir metal veya ği; tek değerlilik.
pozitif kökle değişebilen bir hidrojen atomu kapsa monovalency: Bkz. monovalence.
yan ya da hidrokzil grupla tepkime yeteneği olan bir monovalent: Kimy. a) tek değere sahip olan. b) tek
asiti belirtir, b) yapısındaki metal ya da pozitif kö değerli Bkz. univalent.
kün, asit hidrojen atomu ile yer değiştirebileceği bir monoxide: Kimy. her molekülünde bir atom oksijen
bileşiği belirtir. 2) morıobazik. bulunan oksit; monoksit; monooksit.
monobasic acid: Sadece değişebilir bir hidrojen ato Monster press: 381 mm kalınlığa, 305 mm çapındaki
muna sahip olan asit; örneğin hidroklorik asit, HCI; krank millerine şekil vermek için kullanılan, toplam
monobazik asit. 1000 tonluk basınç uygulayan, 80 hp'lik bir elektrik
monobasic salt: Polibazik bir asitin sadece bir hidro motoru ile çalıştırılan, çalışma hızı dakikada 6 kurs
jen atomunun değişmesiyle oiuşan tuz; örneğin ya da strok olan bir pres; canavar pres.
H 3PO4 'ten oluşan NaH 2 P0 4 . montan wax: Linyit ve turptan çıkarılan mum, cila, fo
monochloride: Her molekülünde bir klor atomu kap nograf plâkları vb. inin yapımlarında kullanılan kah
sayan bir klorür; monoklorür. verengi veya beyazımsı karbonlu hidrojen mumu.
monochromatic: 1) bir renge ait veya tek renkli olan. month: 1) Gregoryan takviminde, takvim yılının bölün
2) 1 dalga boyundaki ışığa ait veya dalga boyu 1 düğü esas parçalardan herhangi biri; ay (calendar
olan ışığın üretilmesi. month). 2) otuz gün veya dört haftalık bir süreç. 3)
sabit bir noktaya göre ayın tam bir devrinin periyotu
monochromatic filter: Bir dalga boyu veya sadece (lunar month); özellikle yeni bir aydan diğer yeni
çok dar bir banttaki dalga boylarını ileten bir filtre; aya kadar olan periyot (synoxdic month): 29 gün
tek renkli (monokromatik) süzücü veya filtre. 12 saat, 44 dakika ve 2,7 saniyeye eşittir; güneş yılı
monchromatic light: Sodyum alevi gibi, bir dalga
bo yunun kapsadığı tek renk; monokromatik ışık. nın on ikide biri (solar month).
monochrome: Tek renkli. monthly: 1) bir ay için süren veya devam eden; aylık.
monofuel: Roket makinelerinde yakıt olarak kullanı 2) ayda bir veya her ay yapılan, vukubulan, görü
lan hidrojen peroksite Alman bilim adamlarının verdi nen, ödenen vb. i; ayda bir; her ay: Aylık dergi gibi.
ği isim; tek yakıtlı (roket, motor vb. i). 3) ayda bir basılan bir periyodik.
monohydrate: Birleşecek element veya kökün her monzonite: Hemen hemen eşit miktarlarda ortoklas
gram molekülsel ağırlığı için 1 gram molekül ağırlı ve plagiyoklas Bkz. plagioclase feldispat ve bazan
ğında su kapsayan bir hidrat bileşiği; monohidrat. küçük miktarda biyotit kapsayan bir volkanik kaya.
monohydric: 1) molekülde bir hidrokzil grubuna sa moonstone: Gümüş parlaklığında, süt beyazı, yarı
hip olan: Monohidrik alkol gibi. 2) yer değiştirebilir saydam bir feldispat; aytaşı; mücevher olarak kulla
nılır.
bir hidrojen atomuna sahip olan; monohidrik.
moor: 1) Den. palamar veya zincirle sahile bağlaya
monolayer: Bir molekül kalınlığında film ya da kat
rak ya da demirleyerek (bir gemi vb. ini) yerinde tut
man; tek katman; monomoleküler katman.
mak veya tespit etmek. 2) yerinde tutmaya neden ol
monolith: Tek parçadan yapılmış; yekpare; tek par mak.
ça.
monometallic: 1) tek metale ait, tek bir metal kapsa
moorage 364 motorcar
moorage: 1) palamar, zincir vb. i ile bağlama ya da mosaic gold: 1) boya maddesi olarak kullanılan sarı,
demirleme. 2) bağlama veya demir yeri. 3) böyle bir kristalli bir toz; kalay sülfür, SnS 2 . 2) altın takliti ola
yeri kullanma ücreti. rak yapılan pirinç; taklit altın.
mooring: 1) bağlama ya da demirleme işi. 2) Çoğ. Moss hygrometer: Buharlaştırılan buhar ile soğutu
bunun yapıldığı halat, palamarlar vb. 3) Çoğ. bir ge lan bir tür nemölçer; Moss higrometresi,
mi vb. inin demirleyebileceği veya bağlayabileceği mote: Toz zerresi veya diğer çok küçük partikül ya
yer; bağlama ya da demirleme ücreti. da parçacık.
mooring lines: Doğal lif (elyaf), sentetik elyaf, çelik mother: 1) sirkede veya mayalı sıvıların yüzeyinde
tel vb. i maddelerden yapılan ve gemilerde kullanı bakteriler tarafından oluşturulan lifli, yapışkanımsı
lan halatlar; bağlama halatları. bir madde; sirke tortusu. 2) tortu; helve.
mooring mast (or tower): Bir hava gemisinin (zeplin mother lode: Bir maden ocağındaki ana cevher da
vb.) bağlayabileceği direk ya da kule. man.
mordacious: Keskin, acı veya ekşi, kostik ya da yakı mother of vinegar: Sirke tortusu.
cı. motion: 1) hareket etme işlemi veya işi. 2) hareket;
mordacity: Keskin, acı veya ekşi, kostik ya da yakıcı devinim. 3) bir gövde veya onun bir parçasının hare
olma durumu veya niteliği. keti. 3) hareket etme yeteneği. 4) impuls. 5) teklif;
mordancy: Keskin, acı, ekşi vb. i olma niteliği. öneri; özellikle bir meclis veya toplantıda resmen ve
mordant: 1) paslandırıcı. 2) boyama vb. inde renkleri rilen teklif; önerge. 6) Meka. hareketli parçaların bile
sabitleştirme işi. 3) boyamada renkleri sabitleştirmek şimi; mekanizma; donanım.
için kullanılan bir madde; özellikle, organik boyalar motionless: Hareketsiz veya harekete muktedir olma
la birleşerek çözünmeyen renkli bileşikler oluşturan yan; hareket etmeyen.
bir metal bileşiği. 3) metal yüzeylere oyarak çizgiler motion-picture: Sinema filmine ait; sinema filmi özel
vb. i çizilmesinde kullanılan bir asit veya korosif liğinde.
madde. motion picture: 1) sinema filmi. 2) sinema filmi gibi
morgen: 1) Esk. Hollanda'da ve günümüzde Güney fotoğraflanan bir oyun ya da hikaye.
2
Afrika'da kullanılan, yaklaşık 8098 m 'ye eşit olan motivate: Hareket veya hareketler sağlamak; hareket
bir yüzey ölçüm birimi. 2) Geçmişte Prusya, Dani veya hareketler gibi etkilemek; tahrik etmek; sevket-
marka ve Norveç'te kullanılan ve yaklaşık 2698 mek.
2
m 'ye eşit olan bir arazi ölçüm birimi. motivation: Harekete getirme.
morphin: Bkz. morphine. motive: 1) harekete veya devinime ait; harekete ne
morphine: Beyaz, kristalli, acı bir alkaloit; morfin, den olan. 2) hareket ya da hareketlere ait; hareket
C l 7 H 1 9 0 3 N.H 2 0 ; afyondan elde edilen, uyku ya da hareketler tabiatında olan. 3) hareket oluştu
verici ve ağrı giderici olarak kullanılır; morfin. ran; muharrik. 4) hareket vermek; harekete getir
Morse: 1) nokta, hat ve boşluklardan veya bunlara mek.
uyan seslerden oluşan, telgrafçılıkta harfler, sayılar motive power: 1) hareket vermek için kullanılan bu
vb. lerini oluşturan bir şifre ya da alfabe. 2) buna har, elektrik vb. i herhangi bir güç; muharrik güç;
benzer herhangi bir şifre. 3) Mors alfabesi. motif güç; herhangi bir mekanik enerji kaynağı. 2)
Morse code: Bkz. Morse. demiryolu lokomotifleri. 3) itici bir kuvvet.
Morse lights: Den. görüşe engel olmayacak şekilde motive unit: Elektrik jeneratörü, pompa vb. i yardımcı
kaptan köşkünün veya kaptan köşküne en yakın dik makineleri çalıştıran veya çeviren pistonlu buhar ma
menin üzerine donatılan, çoğu zaman 25 vatlık am kinesi, buhar veya gaz türbini, içten yanmalı makine
pullerden oluşan, biri köprüüstü ve diğeri miyarın ya da elektrik motoru; muharrik ünite; motif ünite;
sancak ya da iskele tarafında bulunan maniple ile çevirici makine.
kullanılan lâmbalar; Mors lâmbaları. motivity: Hareket ya da harekete neden olan güç ya
Morse test: Küçük güçlü, yüksek devirli motorlann da enerji.
yaklaşık endike güçlerinin hesaplanmasında, maki motor: t) hareket üreten veya veren herhangi bir
ne silindirlerinin teker teker devre dışı bırakılarak ya şey. 2) bir makine; özellikle bir taşıt aracını çalıştıran
pılan bir deney; Mors deneyi. içten yanmalı makine; dizel veya benzin motoru. 3)
mort: İng. büyük miktar ya da sayı. bir makine tarafından hareket verilen araç, özellikle
mortar: 1) daha yumuşak maddeleri döverek toz otomobil; motorlu araç. 4) elektrik enerjisini meka
hali ne getirmek için kullanılan, çoğu zaman pirinç nik enerjiye çeviren makine; elektrik motoru. 5) mo
ve ba- zan ağaçtan yapılan bir kap; havan. 2) tor ya da motorlara ait; bir motor tarafından çalıştın-
maddeleri dö ven veya öğüten herhangi bir makine. lan: Motorlu taşıt aracı gibi. 6) motorlu taşıt araçlan-
3) Ask. havan topu. 4) kum ve kireç kanşımı; na ait; motorlu taşıt araçlan tarafından; motorlu taşıt
çimento, kireç, kum ve su ile yapılan ve aracı veya araçlan için. 7) motorlu taşıt aracına bin
inşaatlarda tuğlalar veya taşlar arasında kullanılan mek; özellikle bir otomobil ile seyahat etmek.
bir kanşım; harç. 5) harç ile sıva mak. motorbike: 1) bir motor ile çalışan bisiklet. 2)
mortise: 1) bir parça tahtada açılmış ve ona geçecek moto siklet.
çıkıntılı parçaya uygun delik, diş, lâmba veya zıva motorboat: İçten yanmalı veya diğer bir tür motor ile
na. 2) güvenli olarak bağlamak; güvenli olarak bir çalıştınlan bot; motorbot.
leştirmek; özellikle zıvana ve erkek geçme ile bağla motorbus: Çoğu zaman, içten yanmalı bir makine ta
mak. 3) delik ya da zıvana açmak; mortice biçimin rafından çalıştırılan bir yolcu otobüsü; motorlu oto
de de kullanılır. büs.
mosaic: Televizyon kamerasında ışığa duyarlı levha. motorcar: Otomobil; motorlu araba; motorlu araç.
motor controller 365 mudguard
motor controller: Elektrik motorlarım çalıştırmak, movability: Hareket edebilir olma durumu veya niteli
stop etmek ve onları aşırı yükten korumak için kulla ği
nılan bir cihaz; motor idare eden bir alet; motor kon .
trolör. movable: Bir yerden diğer bir yere hareket edebilir;
motorcycle: Bisiklete benzeyen, çoğu zaman ondan taşınabilir; hareket edebilir; hareketli.
daha büyük ve ağır olan ve içten yanmalı bir makine move: 1) yer ya da durumunu değiştirmek; bir yer ya
veya motor ile çalıştırılan, genellikle iki tekerlekli bir da durumdan diğerine itmek, taşımak veya çekmek;
araç; motosiklet; motosiklete binmek.
motor drive: Bir makine veya makineleri çalıştırmak mek, 3) geliştirmek. 4) belirli sabit bir durumda çalış
için bir elektrik motoru ve bir mekanik sistemin diğer tırmak, döndürmek vb. i (makine için söylenir). 6)
parçaları; elektrik motoru ile çalıştırma. kı mıldatmak; oynatmak. 7) hareket etme işi;
motor-driven: Bir elektrik motoru tarafından çalıştırı hareket.
lan (pompa, kompresör, yardımcı makine vb.). 8) kımıldanma.
motor-driven compressor: Bir elektrik motoru tarafın moveable: Bkz. movable.
dan çalıştırılan (hava, freon, amonyak vb. i) için movement: 1) hareket, özellikle: a) bir kişi veya bir
kompresör. grubun hareketi, b) Ask, manevranın bir kısmı ola
motored: Motor ya da motorlara sahip olan; özellikle rak askerler, gemiler vb. inin yerini değiştirmek. 2)
(belirli bir tür veya sayıda) motorlara sahip olan. Meka. bir mekanizmanın hareketli parçaları; özellikle
motor effect: Zıt yönlerde akım taşıyan komşu ilet bir dizi bağlanmış hareketli parça.
kenler tarafından uygulanan itme kuvveti; motor etki mover: Hareket eden kişi veya şey; özellikle işi ya da
si. görevi, ev değiştirme sırasında mobilyaları naklet
motor, gasoline: Bkz. gasoline engine. mek olan kişi.
motor generator: Bir jeneratöre mekanik olarak bağ movie: 1) sinema filmi. 2) Çoğ. sinema.
lı, alternatif akımı doğru akıma veya doğru akımı moving: Hareket etme; özellikle: a) yer ya da duru
al ternatif akıma çevirmek için kullanılan bir elektrik munu değiştirme veya değiştirmeye neden olma. b)
motoru; motor jeneratör. harekete neden olma.
motor-generator set: Bir veya birden fazla sayıda moving blades: Buhar, egzoz ve gaz türbinlerinin ro
elektrik motorunun mekanik olarak bağlandığı bir ya torlarının çevresindeki kanallara takılmış kanatlar; ha
da birden fazla jeneratör ile oluşturulan takım; mo- reketli kanatlar; reaksiyon türbinlerinde hem hız ve
tor-jeneratör seti ya da takımı. hem de basıncın, aksiyon türbinlerinde ise basıncın
motorize: 1) motor ile çalışan bir araçla donatmak; düşmesine neden olur.
motorize veya motorlu yapmak. 2) motor ya da mo moving parts: Motorlarda piston, piston kolu, krank
torlarla donatmak (taşıt aracı vb. ini). mili, türbinlerde rotor, elektrik makinelerinde endüvi
motorman: 1) bir tekne veya gemi motorunu çalıştı vb. i kısımlar; hareketli parçalar,
ran kişi, motorcu; deniz motorcusu. 2) bir tramvay moving vane pump: Silindir şeklinde gövdesi, yanlar
veya elektrikli lokomotifi kullanan kişi; vatman; maki da giriş ve çıkışı olan, yine silindir şeklindeki rotoru
nist. nun çevresindeki ceplerde salınım hareketi yapan
motor scooter: Bkz. scooter. valfları bulunan bir tulumba; hareketli cepli pom
motor ship: Dizel motoru veya diğer bir içten yanma pa; • orta viskozitedeki sıvıları elleçlemek için kulla
lı makin© ile çalıştırılan bir gemi; motorlu gemi; nılır.
M/S, M/V kısaltmaları ile belirtilir. moving picture: Bkz. motion picture.
motor truck: Yük taşımak için kullanılan motorlu kam moving staircase (or stairway): Yürüyen merdiven.
yon. moving machine: Çimen vb. lerini kesmek için kulla
motor vehicle: Motorlu taşıl. nılan döner bıçaklı bir makine; çim biçme makinesi;
motor vessel: Bkz. motor ship. ekin biçme makinesi.
mould: Bkz. mold. M.P. (m.p.): Bkz. melting point.
moulder: Bkz. molder. mph (m.p.h.): Bkz. miles per hour.
mount: 1) gerekli bir arnaç için uygun bir taşıyıcıya M/S: Bkz. motor ship.
yerleştirmek, tespit etmek, bağlamak veya monte et m.s.i.: Bkz. mean sea level.
mek. 2) Ask., Den. kullanmak üzere (bir topu) belirli Ms-Th (MsTh):Bkz mesothorium.
duruma yükseltmek veya ayarlamak; drise etmek, M.T.: Bkz. metric ton.
b) silahlanmak (toplarla). 3) mikroskopik inceleme MTD: Bkz. mean temperature difference.
için (örneğin bir slayt) üzerinde sabitleştirmek. 4) M/V: Bkz. motor vessel.
takmak; monte etmek; kurmak. mucic acid; Renksiz, kristalli bir asit; mukik asit, (C-
mounted: t) uygun bir taşıyıcıya yerleştirilmiş; bindi HOH)4(CO2H)2; laktoz, sakız vb. inin oksitlenmesi
rilmiş. 2) Ask. at, tank, zırhlı araç vb. ine bindirilmiş. ile oluşur.
mounting: Yerleştirme; monte etme veya montaj; tes mud: 1) ıslak, yumuşak, yapışkan toprak; çamur. 2)
pit etme. çamur ile kaplamak.
mounting bolt: Bağlama ya da tespit cıvatası. mud drum: Buh. Haza. heder türü kazanlarda ön he
mounting bracket: Daha çok otomotif makinelerinde derin altında, ona kısa ve büyük çaplı borularla bağ
motoru bağlamak için kullanılan çıkıntı; motor kula lı bulunan kare prizma şeklinde bir heder; kazan su
ğı; bağlama köşebendi. yu içindeki tortu, çamur vb. inin toplandığı, üzerinde
mounting nut: Tespit ya da bağlama köşebendi. henhol denilen el delikleri bulunan kısım ya da ha
mounting screw: Tespit ya da bağlama cıvatası. cim; çamur dramı.
mudguard: Bisiklet, otomobil vb. i taşıt araçlarında te
kerleğin fırlattığı çamura karşı koruma amacıyla, te-
muf f 366 multi-stag e pum p
naphthanic crudes: Naften kökenli ham petroller. natural frequency: Doğal frekans; her bir saniyedeki
naphthol: Naftalinden türeyen iki, beyaz, kristalli izo- titreşim veya osilasyon sayısı.
merik bileşikten biri; naftol, C 10 H 7 OH ; boya natural gas: Yer kabuğu ceplerinde görülen çoğu za
yapımın da ve antiseptik olarak kullanılır. man nitrojen, karbon dioksit, helyum içeren % 85
naphthous: Naftaya benzeyen veya naftaya ait. metan, % 10 etan ve dengeleyici olarak propan ve
naphtol: Bkz. naphthol. bütan gibi hafif gazlardan oluşan, hemen hemen
Napierian logarithm: Bkz. logarithm. renksiz, yanıcı, 482-594°C'de kendiliğinden tutuşan,
narcein: Bkz. narceine. evlerde yakıt olarak kullanılan bir gaz; doğal gaz; ta
narceine: Beyaz renkli, aci, kristalli bir alkaloit; narse- biî gaz.
in, C 22 H 27 O 8 N ; haşhaştan elde edilen bir narkotik. natural gasoline: Belirli doğal gazlarda buiunan bü
narcotic: 1) derin uyku, uyuşukluğu teşvik eden ve tan, pentan ve ve hegzan gibi karbonlu hidrojenlerin
ağri gideren herhangi bir ilâç; narkotik. 2) narkoza geri alınarak değerlendirilmesiyle elde edilen bîr
ait; narkoza benzeyen; narkoz yapmaya muktedir benzin, doğal (tabiî) benzin; belirli uçuculukta üret
olan. 3) narkotiğe alışmış kişi. 4) uyuşukluk vb. ine mek için benzine katılır, fakat düşük oktan sayısında
neden oları herhangi bir şey. olup, doğal gaz ile karıştırılmamalıdır.
narcotize: Narkotiğe konu olmak; uyuşturmak. natural magnet: Bkz. magnetite.
narrow-gauge: Dar bir demiryolu için veya dar bir de natural polymer: Doğal ya da tabiî polimer; protein
miryoluna sahip olan. ler, nişasta, sellüloz ve dekstran gibi doğal olarak vu-
narrow gauge: 1) raylar arası genişliği 1435,1 mm'- kubulan polimer.
den (56,5 inç) daha az olan. 2) bu ölçüye sahip natural radioactivity: Dayanıksız bir elementin izoto
olan demiryolu veya dekovil hattı. 3) böyle bir demir punun çekirdeğinin bozunarak daha dayanıklı ürün
yolu için lokomotif veya vagon. ler oluşturması işlemi; doğal radyoaktivite; atom nu
NASA: ABD Ulusal Havacılık ve Uzay Yönetimi: Nati maraları 83'ten büyük olan elementin tüm izotopları
onal Aeronautics and Space Administration. doğal radyoaktivite gösterirler.
nascent: Kimy. bir bileşikten henüz firar etmiş ve ele natural resin: Çam vb. i bazı ağaçlardan elde edilen
ment atomlarının molekül oluşturacak şekilde birleş- reçine; doğal reçine.
memesi nedeniyle alışılmamış bir kimyasal aktivite- natural recources: Bir ülkenin tabiatının kömür, su,
ye sahip olan bir elementin durumuna ait veya onu metal cevheri, metal vb. i kaynakları; doğal kaynak
belirten. lar.
nascent state (or condition): 1) gelişmenin ilk duru natural rubbers: Kauçuk ağacından elde edilen kau
mu. 2) Kimy. bir elementin, bir bileşikten açığa çıkışı çuk; doğal ya da tabiî kauçuk; ham kauçuk.
nın başlangıcı. natural science: 1) zooloji, botanik, kimya, fizik, jeo
native asphalt: Ham. petrolün doğal olarak buharlaş loji vb. ini kapsayan doğa ve fiziksel dünya bilimleri;
ması veya damıtılması ile oluşan ve doğal halde bu doğal bilimler. 2) bu bilim dallarından biri,
lunan asfalt; doğal asfalt. natural-uranium reactor: Yakıtı zenginleştirilmemiş
native metal: Tabiatta katıksız veya saf olarak bulu veya doğal uranyum olan reaktör; doğal uranyum re
nan bir metal; örneğin altın; saf metal. aktörü.
NATO: Kuzey Atlantik Savunma Örgütü: North Atlan nautical: Denizciler, gemiler veya navigasyona (seyi-
tic Treaty Organization. re) ait; bahrî.
natrium: Sodyumun lâtince adı; bazı Avrupa ülkelerin nautical mile: Dünyanın büyük dairesinin bir dakika
de kullanılır; natriyum. sı; farklı ülkelerde farklı değerler alan bir uzunluk bi
natrolite: Alüminyum ve sodyumun sulu bir silikatı, rimi; ABD ve bazı diğer ülkelerdeki resmi değeri
Na 2O.AI 2 O 3.3SiO2 .2H2O; natrolit. 6076,103 fit veya 1852 metredir.
natron: Doğal sodyum bir buçuk karbonat, nautical tables: Den, astronomi seyrinde kullanılan
Na 2CO 3 .NaHCO 3.2H2 O; natron; kuru göl yatakların türlü matematik, astronomi ve coğrafyaya ilişkin bil
da, diğer maddelerle karışık olarak tortu halinde bu gilerin cetvelleri; denizcilik tabloları.
lunan karmaşık bir mineral. nav.: Bkz. naval. 2) navigable. 3) navigation. 4)
natural: 1) tabiat ya da doğaya ait; doğanın bir parça navy.
sı; doğadan gelen. 2) doğada var olan; doğada üre naval: 1) gemilere ve gemiciliğe ait. 2) donanma,
tilen; gerçek; yapay olmayan; imal edilmemiş olan. onun gemileri, personeli vb. ine ait.
3) Mate. doğal veya natürel sinüs, kosinüs vb. naval architect: Gemi inşa mühendisi.
natural asphalt: Bkz. native asphalt. naval architecture: Gemi yapımı ile ilgilenen mühen
natural aspiration: Doğal emiş; doğal emme; özellik dislik dalı; gemi inşa mühendisliği; gemi inşaiye bili
le piston tarafından oluşturulan vakum nedeniyle ha mi; gemi inşası bilimi.
va veya hava-yakıt karışımının motor silindirlerine naval boilers: Bkz. marine boilers.
emilmesi. naval brass: % 60 bakır, % 39,25 çinko ve % 0,75 ka
natural circulation: Buh. Kaza. doğal dolaşım; doğal laydan oluşan, deniz suyuna dayanıklı bir alaşım;
sirkülasyon; ısınan suyun yükselmesi ve onun yerini bahriye pirinci,
daha soğuk su kütlelerinin almasıyla oluşan dola naval engineer: Deniz mühendisi.
şım: Alev borulu kazanlar için geçerlidir. naval engineering: Araştırma, geliştirme, dizayn, ya
natural draft: Kazan ocağında yakıtın yakılması ile pım, işletme ve onarımda fizik kurallarının uygulan
oluşan gazların, gaz yollarında yükselmesi ve onla ması; silâh sistemleri, okyanusların yapısı ile ilgile
rın yerine kendiliğinden temiz hava girmesi şeklinde nen sanat ya da bilim; deniz mühendisliği.
ki baca çekmesi; doğal veya tabiî (baca) çekmesi. naval store: Bir geminin sürekli ve güvenilir bir bilim-
Teknik Sözlük - F. 24
n aviga b ili t y 370 n ega t iv e carbo n
network element: Uçları doğrudan diğer elektriksel ci olan, atomun başlıca parçacıklarından biri; nötron;
hazlara bağlanan endüktör, direnç elemanı, kapasi- 1
hidrojen ve protium ( H) hariç tüm atom çekirdekle
tör, jeneratör, elektron tüpü gibi herhangi bir elektrik rinde bulunur; nötronlar çekirdek dışında dayanıksız
sel cihaz; şebeke elemanı. olup çürürler; serbest bir nötronun yarı ömrü yakla
network mesh: Bir şebekede kapalı devre oluşturan şık olarak 780 saniyedir.
iletkenler sistemi; şebeke gözü. neutron capture: Nük. Ener. yeni parçalanabilen çe
neutral: 1) yerküre ile potansiyeli aynı olan veya net kirdekler (örneğin plütonyum-238 veya U-232) üret
pozitif ve net negatif yüklü olmayan bir iletkeni belir mek üzere üretken madde (örneğin U-238 veya tor-
tir. 2) Oto. vitesten çıkartmış; vitesin boşta olma du yum-232) tarafından esir edilen nötron; esir nötron.
rumu. 3) Kimy, asit veya alkalin tepkimesi verme neutron cycle: Nükleer bir reaktörde zincirleme tepki
yen; nötr. 4) Elekt. negatif ya da pozitif olmayan; menin başladığı ve tüm nötronların emildiği ana ka
yüksüz; şarjsız. 5) Meka. dişlilerin birbirlerine geçme dar olan süre, yaşam süresi; nötron çevrimi.
miş durumu; dişlilerin makineden işletme parçaları neutron density: Bir reaktörde birim hacime düşen
na güç iletmedikleri durum. nötron sayısı; nötron yoğunluğu.
neutral axis: Bir yapı elemanının içinde ne çeki veya neutron excess: Bir çekirdekteki nötron ve proton sa
ne de basıda olan durum çizgisi; nötr eksen. yısı arasındaki fark.
neutral buoyancy: Sadece sudan küçük bir miktar 2
neutron flux: 1 cm yüzeyden 1 saniyede, herhangi
hafif olan bir cismin yüzme yeteneği; nötr yüzme ye bir yöne geçen nötron sayısı; nötron flüksü veya akı
teneği. sı; nötron şiddetini belirtmek için kullanılır.
neutral equilibrium: Küçük deplasmanların, cismin neutron number: Bir çekirdekteki nötron sayısı; kütle
potansiyel enerjisini değiştirmediği denge durumu; sayısı ile atom numarası arasındaki farka eşittir.
nötr denge. neutron producer: izotop üretimi için nötron kaynağı
neutrality: 1) tarafsız veya yansız niteliği, durumu ve olarak kullanılan nükleer bir reaktör; nötron üreteci-
ya karakteri. 2) bir limanın savaştaki tarafsız duru si; nötron jeneratörü; nötron üreteci.
mu; tarafsızlık.
neutralization: Nötrleştirme; nötrleşme. 1) bir triyot
n e u t ro n so u rc e 373 nin e
neutron source: Radyum ve berilyum kanşımı gibi da'da nikel bakır alaşımından yapılan 5 sentlik ma
nötron yayan herhangi bir madde; nötron kaynağı denî para.
veya menbaı. nickel: "A": % 99,4 nikel ve bakır, demir, manganez
Newcommen engine: Newcommen makinesi; Tho ve silisyumdan oluşan bir alaşım; Nikel "A"; ısıya da
mas Newcommen'in 1712, bazı yazarlara göre 1705 yanıklı parçaların yapılmasında kullanılır.
yılında yaptığı makine; buhar kazanının doğrudan nickel-alkaline battery: Pozitif kutupları nikel ve ne
stim silindirinin altına yerleştirildiği bir pistonlu bu gatif kutupları demir olan akü; Edison aküsü; nikel
har makinesi. alkalin akümlatör.
Newton: 1) Uluslararası Sistemin (SI) kuvvet birimi; nickel chrome: Nikel kromlu; yapısında bulunan ni
Newton; 1/9, 80 kilogram kuvvet (Kgf); N kısaltması kel ve kromdan oluşan (alaşım, çelik vb. i).
ile belirtilir. 2) metrik sistemin 100 000 din'e eşit olan nickel-chrome steels: Nikel kromlu çelikler; krom ni
2
bir kuvvet birimi; 1 kg'lık bir kütlede 1 m/s 'lik ivme kel çelikleri; yüksek dayanıklıkta çelik alaşımları.
üreten kuvvet; Newton. nickel-copper alloy: Bkz. monel metal.
Newtonian mechanics: Newlonun hareket kanununa nickel "D": % 94,75 nikel, % 4-5 manganez, bakır, de
dayanan mekanik sistemleri; Newton mekaniği; clas mir ve silisyumdan yapılan bir alaşım,; Nikel "D"; ka
sical mechanics olarak da kullanılır. zan duvar cıvataları yapımında kullanılır.
Newtonian telescope: 45°'lik aynası ve yandaki bir nickeliferous: Nikel kapsayan (cevher vb.i). nickel-
boruda bulunan delik ile görüntünün gözlendiği bir plate: Elektroliz vb. i ile nikelle kaplamak.
teleskop; Newton teleskopu. nickel plating: Elektroliz ile metalik nikel yığarak oluş
Newton's law of cooling: Newton'un soğutma yasa turulan ince bir katman; nikel kaplama.
sı; "Radyasyon ve konveksiyon ile soğutma miktarı, nickel silver: Esas olarak nikel, bakır ve çinkodan
soğutulan cisim ile onu çevreleyen madde arasında oluşan sert, dayanıklı, dövülebilir, haddeden çekile
ki sıcaklık farkı ile orantılıdır" bilir gümüşî beyaz renkli bir alaşım; nikel gümüşü;
Newton's law of universal gravitation: Newton'un elektriğe dayanıklıtel vb. i yapımlarında kullanılır; Al
man gümüşü (German Silver) adı da verilir.
universal çekim kanunu: "Iki cisim arasındaki çekim
kuvveti herbirinin kütlesi ile doğru orantılı ve araların nickel steel: % 3,5 nikel, % 0,25-% 0,35 karbon ve
ge ri kalan kısmı demirden oluşan adi çeliklerden
daki mesafenin karesi ile ters orantılıdır."
daha sert ve daha dayanıklı olan bir çelik alaşımı;
Newton's laws of motion: Newton'un hareket
nikel çe liği; "SAE 2330" şeklinde de belirtilir.
kanun ları: "Cisme göre kuvvet, kütle ve hareketin
nicotin: Bkz. nicotine.
etkileri nin ilişkilerine göre düzenleyen kanunlar; bu
nicotine: Tütün yaprağında bulunan çok zehirli bir al
kanun lar Newton mekaniğinin temelidirler.
kaloit; nikotin, C 1 0 H 1 4 N 2 ,
Newton's second law: Newton'un ikinci kanunu; nicotine sulfate: Tütünden çıkarılan ve böcek öldürü
mo mentum kanunu: "Bir cismi etkileyen bir cü olarak kullanılan bir madde; nikotin sülfat.
kuvvet onun momentumunu değiştirir; bu değişim nicotinamide: Beyaz, kristalli bir toz; nikotinik asitin
uygula
nan kuvvet ve cismin etkilendiği süre ile orantılıdır." bir amidi; nikotinamid, C H 14 O 2 N ; yağsız et, yu
Newton's third law: Nevton'un üçüncü yasası; tepki 10
yasası: "Her etki beraberinde eşit, fakat zıt yönde bir murta vb. i proteinli gıdalarda bulunur veya sentetik
tepkiyi getirir." olarak nikotinin oksitlenmesinden elde edilir; B
Nf (national f ine): ince diş. kompleks vitaminin bir üyesi olup, pelegranın tedavi
N.H.P.: Bkz. nominal horsepower. sinde kullanılır.
Ni: Bkz. nickel. nicotinism: Nikotin zehirlenmesi.
niacin: Nikotinik asit; niasin, C5H4NCOOH. nics: Çentikler, kertikler, dişler
nicad battery: Pozitif plâkaları nikel ve negatifleri Nida-bronze: Çok yüksek basınçlar altında çalışabi
kad len, sadece fevkalâde sert jurnal yüzeyi gerektiren
miyum ve elektroliti % 20'lik potasyum hidroksit çö bir bronz türü (Ticarî bir marka); Nida bronzu.
zeltisi ve kabı çelik olan bir akü; nikel kadmiyum niello: 1) kükürtün gümüş, kurşun, bakır vb. i ile yap
akü; Yunger aküsü. tığı türlü alaşımlardan, koyu renkli herhangi biri; ni-
niccolite: Soluk kırmızı renkli doğal nikel arsenid, Ni- elo. 2) nielo ile süsleme işlemi. 3) bu yolla süslen
As; bakır nikel adı da verilir; bakirli kırmızı mineral; miş şey. 4) nielo ile süslemek veya dekore etmek.
nikelin önemli bir cevheri. Nike: 1) ABD Ask. güdümlü füze; yerden (karadan)
Nichols radiometer: Işığın basıncını göstermek ve fırlatılan ve rotasını otomatik düzenleyerek düşman
gö rünür ve kızılötesinde radyasyonun şiddetini uçaklarını vurmak için kullanılan füze; Nayk füzesi.
ölçmek için kullanılan bir cihaz; Nikols radyometresi. nimonic: Diz. Mot. daha çok iki zamanlı doğru akım
nichcrome: Yapısı % 77,1 nikel, % 20,25 krom ve geri süpürmeli makinelerin egzoz supaplarının yapımla-
kalanı demir, silisyum, manganez ve karbondan olu rinda kullanılan, yüksek sıcaklığa dayanıklı, molib
şan paslanmayan, yüksek sıcaklığa dayanıklı, başlı den - nikel alaşımı; nimonik; Bkz. nimonic 80 A al
ca elektrik alanında ısıtma cihazları, direnç bobinleri loy.
ve reosta yapımında kullanılır; nikrom. nimonic alloy: Bkz. nimonic 80 A alloy.
Nick-break test: Numunenin çentiklenerek kırıldığı nimonic 80 A alloy: Diz. Mot. dört stroklu makineler-
deki supapların yapımlarında kullanılan, korrozyon
bir deney; kınkiar iç hataları bakımından incelenir;
ve yüksek sıcaklığa fevkalâde dayanıklı bir nikel mo
Nik kırılma deneyi.
libden alaşımı; nimonik 80 A alaşımı.
nickel: 1) sert, gümüş beyazı, dövülebilir bir metalik
nine: 1) sekiz ile on arasındaki tam sayı; dokuz; 9;
element; nikel; yaygın olarak alaşımlarda ve oksitlen
IX. 2) dokuz kişi veya şeyden oluşan herhangi bir
meye dayanıklı olduğu için kaplamacılıkta kullanılır;
grup; özellikle bir beyzbol takımı.
Simg. Ni; at.ağ. 58,69; at.no. 28. 2) ABD ve Kana-
ninefol d 374 ni t ro ge n
yaygara. 3) ses; yağmur sesi gibi. 4) yaymak (ha rı, nadir olarak magnezyum alaşımları gibi kökeni
ber, şayia vb.). 5) gürültü ya da gürültüler yapmak. demir olmayan bir alaşım ya da halita; demirsiz ala
noiseless: Gürültüsüz; çok sakin; sessiz. şım.
noise maker: Gürültü yapan şey veya kişi. non-ferrous metal: Demir kapsamayan metal ya da
noise-trial: Gürültü deneyi ya da tecrübesi. alaşım; babit veya beyaz metaller gibi; Bkz. non-fer
noisily: Gürültülü bir şekilde. rous alloy.
noisiness: Gürültülü olma niteliği. non-hardness salts: Başlıca çözelti halindeki sod
yum tuzları; normal kazan işletme koşullarında biri
noisy: 1) gürültü yapma. 2) gürültü dolu; gürültülü;
kinti yapmayan tuzlar; sertlik vermeyen tuzlar; sertli
patırtılı; şamatalı.
ği olmayan tuzlar.
no laod: Yükü olmayan; yüksüz.
nonillion: ABD ve Fransa'da 1'in peşinde 30 sıfır ile
nomenclature: Bir mekanizma ve cihazın parçaları 30
belirtilen sayı; 10 . 2) ingiltere ve Almanya'da 1'in
için isim veya terimler sistemi.
peşinde 54 sıfırla belirtilen sayı; elli dört sıfırlı sayı;
nominal: Nominal veya itibari; tanımlanmış. 54
10 ; nonilyon.
nominal compression ratio: iki zamanlı motorlarda noninductive: Elekt. endüksiyon yapmayan;
egzoz pencereleri (portları) açıldığı zaman silindirler endüksi yon yapmayan bir madde.
deki hacmin, ölü hacime oranı; nominal sıkıştırma
noninductie resistance: Self endüksiyonu olmayan
veya kompresyon oranı.
veya endüksiyonsuz bir direnç.
nominal horsepower: Nominal beygirgücü; matema
noninflammable: Yanmayan ve alev üretmeyen
tik olarak hesaplanmayan veya beygirgüçlerini ve
mad deleri belirtir; örneğin asbestos yanmaz katı bir
ren formüllere uymayan, vergi alınmak üzere amprik
mad dedir; yanmaz; tutuşmaz.
olarak her ülkede ayrı şekilde düzenlenen beygirgü
cü. non-ieaded: içinde veya yapısında kurşun bulunma
yan; kurşunsuz.
nomograph: Matematiksel formülleri kullanarak yapı
lan çizim veya grafik; nomağraf. non-leaded gasoline: içinde, vuruntuyu önleyen kur
şun tetra etil veya tetra metil bulunmayan benzin;
nomografhy: Nomağraf çizim bilimi veya sanatı; no
kurşunsuz benzin.
mografi.
nonmetal: Metal özellikleri olmayan elementlerden
non-adjustable: Ayarlanması mümkün olmayan; aya
herhangi biri; özellikle baz olmayan oksijen, karbon,
rı olanaksız.
nitrojen, flor vb. i gibi elektronegatif elementler; ma
nonagon: Dokuz kenarı ve dokuz açısı olan düzlem
denî olmayan element; metalsi; ametal.
şekil; dokuzgen; dokuz kenarlı.
non-metallic: Metal olmayan; madenî olmayan; me
non-alkaline hardness: Başlıca kalsiyum ve magnez
talsi.
yum klorür ve sülfatlardan gelen ve asit tabiatlı olan
sertlik; kalıcı sertlik adı da verilir. non-metallic bearing: Yapay reçine veya fenolik
bile şiklerle ıslatılan, doğal grafit ile doyurularak
noncombustible: Havada yanmayan; yanmaz.
yüksek ısı ve büyük basınç ile şekil verilen yatak;
non-condensing engines: Havaya veya bir ısıtıcıya metal ol mayan yatak.
egzoz eden makineler, özellikle küçük güçlü buhar
non-metallic elements: Karbon, selenyum, kükürt,
makineleri; kondensersiz makineler.
si lisyum, fosfor gibi, metal olmayan kimyasal
non-conducting: Bir metalin özelliğini belirten; ilet
element ler; ametaller; metalsiler.
ken olmayan.
nonconductor: Ses, ısı ve özellikle elektrik vb. i nonautomatic: Otomatik olmayan; otomatik olarak
belir li enerji şekillerini iletmeyen bir madde; ve ya kendiliğinden çalışmayan (makine, motor,
yalıtkan: Ör neğin elektriği iletmeyen porselen gibi. meka nizma vb. i).
noncorrosive: Paslanmayan; paslanmaz. nonnitrogenous: Nitrojene sahip olmayan; nltrojen-
siz; azotsuz.
nondestructive tests: X ışınları, gama ışınları ile ve
manyetik partiküller ile yapılan deneylerin tümü; tah nonpolar bond: Kovalan bağ.
ripkâr olmayan deneyler; tahripsiz tecrübeler. nonpolar compound: Moleküllerdeki atomları simet
nondisplay: Bilgisay. görüntülenmez. rik olarak düzenlendiği için elektrik yükünü düzgün
olarak dağıtan bir bileşik; polar olmayan bileşik; ko
nonelectrolyte: Sudaki çözeltisi elektriği
valan bileşik.
geçirmeyen, iyonlaşmayan bir madde; örneğin
şeker. nonpolarizing cell: Hidrojenin pozitif elektrota erişe
non-expansion: Genişlemesiz veya tam basınçlı; ge mediği volta pili; polarlaşmayan pil.
nişlemesi olmayan. nonporous: Gözenekleri olmayan (bir katı); gözenek
non-expansion engine: Silindirine bir strok boyunca siz.
sabit basınçta buhar verilen, katofu olmayan piston nonproductive: Üretken olmayan; mahsul ya da
lu buhar makinesi; tam basınçlı makine; genişleme ürün vermeyen; verimsiz.
siz makine; daha çok pistonlu pompalarda kullanılır. nonrenewable recources: Kömür gibi, kullanıldığın
non-ferrous: Demir kapsamayan; demirsiz. da yenilenmeyen doğal kaynaklar.
non-ferrous alloy: Pirinç, bronz, alüminyum alaşımla nonreturn trap: Çoğu zaman boru devrelerine giriş
non re t u r n val v e 377 notch
H
occurent: Oluşan; meydana gelen. k.n.184,5°C-189,3°C; d.n. belli değil; suda % 0,04-%
ocean: 1) dünya yüzeyinin 2/3'ten fazlasını kapla 4,24 oranında çözünür; 20°C'de viskozitesi 10,3 cP;
yan, büyük, tuzlu su kütlesi; okyanus. 2) beş coğraf gemilerle çevre sıcaklığı ve atmosfer basıncında taşı
ya bölümüne ayrılan okyanuslardan herhangi biri; nır.
Atlantik (Atlas okyanusu), Pasifik (Büyük Okyanus), Octans: Astr. bir Güney takımyıldızı veya burcu.
Hint okyanusu, Arktik (kuzey), Antarktik (Güney) ok octant: 1) bir dairenin sekizde biri; 45°'lik açı ya da
yanusları. 3) herhangi büyük alan veya nicelik. yay. 2) açıları ölçmek için kullanılan, seksanta ben
ocean engineer: Okyanus mühendisi. zeyen bir cihaz; oktant. 3) Astr. diğerinden 45° me
ocean engineering: Okyanus mühendisliği. saide bulunan bir gök cisminin durumu. 4) Mate.
oceanic: 1) okyanusa ait; okyanusta yaşayan; okya tek bir noktada ve birbirlerine dik açılardaki üç düz
nus tarafından üretilen. 2) okyanus gibi; engin; vasî. lem tarafından bölünen bir hacmin sekiz parçasın
oceanographer: Oşinografi konusunda uzman ya da dan herhangi biri.
öğrenci; oşinoğrafçı. octennial: 1) her sekiz yılda bir vukubulan. 2) sekiz
oceanographic: Oşinografiye ait veya onunla ilişkili. yıl süren.
oceanography: Okyanusla ilgilenen coğrafya dalı; ok octennially: Her sekiz yılda bir.
yanus coğrafyası. octet: Dört elektron çifti kapsayan dayanıklı bir simet
ocher: 1) rengi, çoğu zaman sarı veya kırmızımsı kah rik elektron kabuğu; oktet.
verengi olan ve demir cevheri kapsayan, toprağa octillion: 1) ABD2 7ve Fransa'da 1'i izleyen 27 sıfırdan
benzer bir kil; boyalarda pigment olarak kullanılır; oluşan sayı; 20 ; oktilyon. 2) ingiltere ve48 Alman
aşı boyası. 3) aşı boyası ile boyamak. ya'da 1'i izleyen 48 sıfırdan oluşan sayı; 10 . 3) sa
o'clock: Saate ait veya saate göre. yıca oktilyonluk miktar.
oct-: Bkz. 1) octa- 2) octo-. octo-: Sekiz (8) anlamında bir önek.
octa-: Sekiz anlamında bir önek.
octode 383 oil bath
octode: Bir anot, bir katot, bir kontrol elektrotu ve ız kaydırılmış diyagram; açık diyagram; yakıt püskürt
garalar olan beş ek elektrottan oluşan sekiz elektrot me, tutuşma gecikmesi, tutuşma ve yanma olayları
tu bir vakum tüpü; oktot. nı, kapalı diyagramlara göre çok daha net görebil
octonary: Sekizli grup. mek için silindirlerden alınan p-V diyagramları; açık
octuple: 1) sekiz kat. 2) sekiz parçadan oluşan. 3) se diyagramlar.
kiz misli. 4) sekizle çarpmak. offset printing: Mürekkeplenmiş nüshanın önce lâs
ocular: Bir optik cihazın, mercek veya merceklerin tikle kaplı bir merdaneye ve oradan kâğıda aktarıldı
oluşturduğu göz merceği; oküler. ğı baskı yöntemi; ofset baskı.
ocular micrometer: Teleskop ya da mikroskopla ve offset wrench: Mak. yıldız anahtar.
çok küçük mesafeleri ölçmek için kullanılan bir mik offshore: 1) kıyı ya da karadan uzakta; açıkta. 2) sa
rometre; oküler mikrometre. hilden belirli bir mesafede çaiışan veya yerleşmiş bu
O.D. (o. d. ): Bkz. outside lunan. 3) kıyı veya sahilden esen rüzgâr.
diameter. ogdoat: 1) sekiz sayısı. 2) sekizin herhangi bir serisi
ODC: Bkz. outer dead center. veya grubu.
odd: 1) iki ile bölündüğü zaman artık bırakan; çift ol ogee rings: Alev borulu (dikey) kazanlarda ait ve üst
mayan; tek. 2) tek sayı ile belirtilen. 3) nispeten kü kazan zarflarını birbirine bağlayan flanşlar; Gem.
çük bir miktar
odd-even veyaTek
nuclei: sayısayıda
ile belirtilen.
protonlar ve çift sayıda Mak. oci çemberleri.
nötronlar kapsayan çekirdekler; tek-çift çekirdekler. ohm: Elektriksel direnç birimi, a) Ohm (om); düzgün
odd-odd nuclei: Tek sayıda protonlar ve tek sayıda olarak 1 amperlik bir akım geçen ve uçları arasında
nötronlar kapsayan çekirdekler; tek-tek çekirdekler. 1 voltluk potansiyel farkı olan bir iletkenin direnci, b)
odds: 1) eşit olmayan şeyler; eşitsizlik. 2) fark veya 2
boyu 1063 mm, kesiti 1 mm olan bir cıva sütunu
fark miktarı. 3) avantaj, yarar. 4) olasılık oranı veya nun (yüksekliğinin) 0°C'de elektrik akımına gösterdi
yüzdesi. ği direnç; .o. simgesi ile gösterilir.
odograph: 1) bir araç ya da yayanın aldığı veya katet- ohmage: Bir iletkenin om ile belirtilen elektriksel di
tiği mesafeyi kayıt eden bir cihaz; odograf. 2) yürü renci; omaj.
yen bir insanın adımlarının sayısı, boyu ve çabuklu ohmic: 1) endükleyici etkisi olmayan, empedans ve
ğunu kayıt eden bir cihaz; edometre. direnci aynı olan bir direnci belirtir. 2) bir metal ile
odometer: Bir araç ile gidilen mesafeyi ölçmek için bir yarı iletken arasındaki teması belirtir 3) omik.
kullanılan bir cihaz; odometre. ohmmeter: Elektriksel cihazları ohm türünden ölç
odontograph: Dişli dişlerini işaretleyen bir cihaz; mek için kullanılan bir cihaz; ohmmetre.
odontograf. Ohm's law: Ohm (Georg Simon Ohm) kanunu: a) sı
oersted: 1) Esk. C.G.S. sisteminin manyetik relüktans caklık ve diğer koşullar sabit kaldığı takdirde, bir ilet
birimi. 2) C.G.S. sisteminin manyetik yoğunluk biri kenin uçları arasındaki potansiyel farkı, iletkenden
mi; orstet. geçen akım ile iletkenin direncinin çarpımına eşittir:
off: 1) Den. uzakta (sahilden). 2) bağlı, bileşik veya V = lxR (I = akım şiddeti, amper ve R = Direnç,
devrede olmayan vb. i. 3) çalışmayan veya işleme ohm üründen), b) sıcaklık ve diğer fiziksel koşullar
yen, görev yapmayan, devam etmeyen kapalı vb. 4) sabit kaldığında, metal bir iletkenden akan düzgün
az, daha küçük, daha az vb. i. 5) alışılmış düzey, bir akım, iletkenin uçları arasındaki potansiyel farkı
standart vb. inde olmayan. 6) uzakta. 7) sağda. 8) ile orantılıdır.
yanlış; hatalı. 9) denize doğru; denize doğru giden. oil: 1) hayvan, bitki ve mineral bir maddeden elde edi
offhand: Ön hazırlık veya çalışma yapılmaksızın; dü len türlü yağlı, yanıcı maddelerden herhangi biri;
şünülmeden yapılan. oda sıcaklığında sıvı olan, belirli organik solventler-
offhanded: Bkz. offhand. de çözünen, fakat suda çözünmeyen bir madde;
officer: 1) silahlı kuvvetlerde subay, zabit. 2) deniz ti yağ. 2) petrol; ham petrol. 3) yağ kıvamına sahip
caret filosunda zabit: Vardiya zabiti, elektrik zabiti olan maddelerden herhangi biri. 4) yağ rengi. 5)
vb. 3) kaptan veya güverte zabitlerinden herhangi bi yağlı boya. 6) yağ sürmek, yağlamak veya yağ sağ
ri. 4) polis ya da jandarma. lamak. 7) eriterek yağa dönüştürmek. 8) yağa ait;
officer-in charge: Den. Vardiya zabiti; sorumlu zabit. yağa benzeyen; yağ veren; yağ kullanan.
officer of the day: Nöbetçi subayı oil acid: Oleik veya stearik asit gibi bir asit; yağ asiti.
official: 1) resmî. 2) Ecz. geçerli ilâçları kapsayan ki oil additives: Türlü özelliklerini geliştirmek üzere yağ
tap; ilâç kullanımında yetki verilen. 3) memuriyete lama yağlarına katılan belirli miktarlardaki kimyasal
ait. bileşikler; yağ katkıları; yağ katıkları: Organo metalik
off-line: Bilgisay. çevrim dışı. bileşikler, deterjanlar veya kalsiyum fenil stearat,
offset: 1) Elekt. ana güç devresinin bir kolu. 2) bir en sentetik polimerler, alkil naftalen, potasyum hidrok
geli geçmek için metal bir çubuk, boru vb. inde bir sit vb. i.
eğri ya da dirsek. 3) bir şeyi dengeleyen, denkleşti oil, alkaline: Yapısında miligram türünden alkalin
ren veya eşitleyen herhangi bir şey. 4) Matb. a) of madde bulunan yağlama yağı; alkalin yağ; bazik
set baskı, b) bu yöntemle yapılan baskı. 5) ofset bas yağ-
kı yapmak. 6) dengelemek. 7) Bilgisay. göreli ko oil analysis: Makinelerde kullanılan yağlama yağları
num. içinde, aşınma nedeniyle oluşan metal parçacıkları,
offset connecting rod: Diz. Mot. büyük tarafındaki su, yakıt, organik veya inorganik asit, kurum vb. inin
krankpin yatağının alt kepi iki veya dört saplama ile oranlarını veya miktarlarını saptamak üzere yapılan
bağlanan bir kol; ofset biyel ya da piston kolu. analiz; yağ analizi; Bkz. oil sample.
offset diagrams: Gem. Mak. ofset diyagram veya 90° oil bath: Çeliklere su verilmesi sırasında kullanılan
oil-bat h filte r 384 oi l h ea t e r
oil holes: Bir yatağı, silindir gömleği yüzeyi vb. ini streyner, manyetik streyner, santrfüj separator vb. i
yağlamak amacıyla yağlama yağının verildiği, daire cihazlarla temizlenmesi; yağın temizlenmesi ya da
sel kesitli delikler; yağ delikleri. arıtılması.
oil indicator: Yağ çubuğu; yağ seviye göstergesi. oil reconditioning: Uzun süre makinede kullanılarak
oil inlet: Yağ girişi. kirlenen yağlama yağının ıslah edilmesi; yağ ıslahı;
oil interceptor: Bkz. seperaior. en basit yöntem separatörden geçirmedir; dinlendir
oil level indicator: Bkz. oil indicator. me ve kimyasal temizleme yöntemleri de vardır.
oil, lubricating: Bkz. lubricating oil. oil reservoir: Diz. Mot. makine veya makinenin dışın
oil meter: Buh. Kaza., Diz, Mot. tüketilen yakıt miktarı da yağlama yağının depo ediliği yer; alt karter veya
nı, genellikle m 3 veya litre türünden belirten
haz; yağ veya yakıt sayacı.
samp tank; yağ rezervuarı; yağ deposu, b) makine
nin dışında ve onun boyunca uzanan, içinde yağ
oil mist: Çarpma ile yağlamada veya silindir eteklerin pompasının verdiği temiz yağ bulunan büyük çaplı
den dökülen yağın, makinenin hareketli parçalarına boru şeklinde ve birer boru ile palamar yataklarına
çarpmasıyla, yaklaşık çapı 300 mikron (0,3 mm)'dan bağlanan kısım; yağ hederi.
oluşan yağ damlacıklarının karterde oluşturduğu sis; oil ring: Bkz. oil-control ring.
yağ sisi veya pusu. oil sample: Lâboratuvarlarda analiz edilmek üzere
oil mist detector: Yüksek güçlü dizel motorlarında motorların karter veya samp tankları ile buhar türbin
karterin her tarafını tarayarak yağı aşıri ısınan yeri ta lerinin makine altı (samp) tanklarından alınan 200
rayan ve kayıt eden ve böylelikle karter patlaması
tehlikesini belirten, fotoselli bir cihaz; yağ sisi detek
cm 3 hacmindeki yağ; yağ numunesi; yağ örneği.
oil sampling: Diz. Mot. yağlama yağından örnek ve
törü. ya numune almak; Bkz. oil sample.
oil of bitter almonds: Acıbademden elde edilen ve oil scraper ring: Bkz. oil-control ring.
esas maddesi benzaldehit (C6 H5 CH0) olan uçucu oil scupper: Yağ kontrol segmanları tarafından sıyırı-
bir yağ; acıbadem yağı. lan yağın pistonun içine aktığı ve oradan kartere dö
oil of turpentine: Çam, köknar, sakız ağacı vb. i küldüğü deliklerden biri; piston üzerinde yağ segma-
ağaçların yağlı çekirdeklerinden damıtılan renksiz ve nı kanalı içinde bulunurlar.
uçucu bir yağ; terebantin yağı; terebantin esansı; oil seal: Oto, krank mili boğazlarında, kerterdeki ya
bo
yalar, verniklerde ve eczacılıkta dezenfektan olarak ğın makine dışına akmasını önleyen parça; yağ ke
kullanılır; turpentine, spirits of turpentine şekillerin çesi.
de de kullanılır. oil separator: Diz. Mot., Buh. Türb. yağlama yağı için
oil of vitriol: Derişik sülfürik asit Bkz. sulfuric acid, deki metal parçacıkları, su, kurum, organik asitler
H 2 S0 4 . vb. i gibi farklı özgül ağırlıktaki maddeleri merkezkaç
oil bf wintergreen: ilâç ve tat verici olarak kullanılan kuvvet ilkesi ile yağdan ayıran, yüksek devirli bir ci
bir kimyasal madde; metil salisilat, CH3CO- haz; yağ separatörü; yağ ayırıcısı.
OC6 H4 OH. oil shale: Damıtıldığında mineral yağlar veren, bitüm
oil pan: Bir çok motorda yağlama yağının depolandı lü maddeler kapsayan katmanlı tortul kaya.
ğı kısım; alt karter; Gem. Mak. bedpleyl; yağ deposu oilskin: 1) yağ ile muamele edilerek su geçirmez ya
veya haznesi. pılan kumaş; ince muşamba. 2) Çoğ. bundan yapı
oil paper: Yağ filmi ile muamele edilerek su geçirmez lan elbise.
ve saydam yapılan kâğıt; yağlı kâğıt. oilstone: Bıçak vb. i kesici aletlerin bilenmesinde kul
oil passage: Bkz. oil drilled. lanılan bir taş; su taşı; yağ taşı; bileği taşı.
oil, petroleum: Bkz. mineral oil; petroleum oii. oil strainer: Bkz. oil filter.
oil plug: «arterdeki yağın boşaltılmasını sağlayan ma oil sump: Bkz. sump tank, bedplate.
denî tapa; yağ tapası. oil system: Yağlama yağı devresi. 1) Mot. yağ tankı
oil pressure: Özellikle cebri olarak yağlanan motorlar (samp tank), yağ pompası, soğutucu, bazan ısıtıcı,
da 2-5 bar arasında olması gereken basınç; yağ ba yağ hederi ve filtrelerle geyiçlerden (sıcaklık ve ba
sıncı. sınç ölçer vb.) oluşan devre. 2) Buh. Türb. samp
oil pressure gauge: Çoğunlukla Bourdon tüpü ilkesi tank, pompa, filtre, soğutucu, gravite tank, kontrol
ile çalışan bir gösterge; yağ basınç göstergesi. penceresi vb. inden oluşan devre.
oil proof: Yağa dayanıklı (conta, salmastra vb.) oil tanker: Petrol veya petrol ürünlerini dökme olarak
oil pump: Çoğu zaman makine tarafından gemi mo taşıyan, bu amaç için özel olarak yapılmış gemi; pet
torlarında bir elektrik motoru tarafından çalıştırılan, rol tankeri; akaryakıt tankeri.
genel olarak dişli türden bir pompa; yağ pompası; oil thrower: Mot. krankpin ya da kol yalaklarının alt
yağlama yağı pompası; çıkış basıncı çoğu zaman yarım parçasının kısmı; dönüşü sırasında krank çu-
2-5 bar arasındadır. kurlarındaki yağa çarparak, motorun türlü parçaları
oil pump gear: Yağ pompasının rotor dişlilerinden nın yağlanmasına yardımcı olur; yağ fırlatıcısı veya
herhangi biri; yağ pompası dişlisi. püskürtücüsü.
oil purifier: Mot. uzun süre kullanılarak kirlenen yağ oil-tight: Yağ geçirmez; yağ sızdırmaz (boğaz keçesi
lama yağının temizlenmesinde kullanılan ve merkez vb.i).
kaç kuvvet ilkesine göre çalışan bir cihaz; yağ sepa- oil vapor: Yağ sisinin aşırı ısınan bir makine parçası
ratörü; Bkz. oil separator. tarafından ısıtılması ile oluşan buhar; yağ buharı;
oil purifying: Mot. kullanılması sırasında yağlama ya Karter patlamasına neden olabilir.
ğına karışan kolloidal karbon, metal partikülleri, ku oil viscosity: Bkz. viscosity.
rum, su, asit vb. i gibi yabancı maddelerin filtre, oii w edge: Kızak yatağında hareket sırasında yağ kat-
Teknik Sözlük - F. 25
oil well 386 ope n circui t
organize: 1) organik yap! sağlamak; sistemleştirmek. orthochromatic: Doğal renklere ait; doğal renkler üre
2) düzenlemek; kurmak; tesis etmek. 3) organik ve ten; doğal renklere göre ton değerlerine sahip olan.
ya organize olmak. 4) işçi sendikası ile birleşmek. orthaclase: Feldispat ailesinden bir mineral; doğal
.6SiO
organizer: Düzenleyen kişi; organizatör; düzenleyici. potasyum alüminyum silikat, K2O.Al2O3 2- gra-
organa-: Organ ya da organik anlamlarında bir önek nitin mineral bileşeni; ortoklas.
organometallic compound: Bir ya da birden fazla or orthocymene: Simen'in Bkz. cymen üç izomerik şek
ganik kökün metalik bir atoma bağlandığı bileşik; ör linden biri; ortosimen.
neğin metil magnezyum klorür, CH3MgCI. orthogenal: Dik açılarda yapılan: dikdörtgen.
organosilicon: Bir organik bileşiğin karbon atomları orthographic: 1) ortografiye ait. 2) Geom. dik açılar
nın bazılarının veya tümünün silisyum atomları ile veya dikey doğrulara ait.
değiştirilmesi sonucu oluşan bileşik; organo silikon. orthographical: Bkz. orthographic.
orientation: Yönlendirme. orthographical projection: Geom. izdüşüm hatları
orifice: 1) Diz. Mot. nozulda bulunan ve sayısı 3-18 nın izdüşüm düzlemine dik oldukları bir çizim izdü
arasında değişen, çaplan 0,1524-0,5715 mm (0,006- şüm veya projeksiyon.
0,0225 inç) olan yakıt püskürtme deliği. 2) de lik; orthographic wiev: Tek. Res. ortografik görünüş.
menfez; bir boru, oyuk vb. inin ağzı ya da çıkışı; orthography: Bkz. orthographic projection.
orifis. orthophosphoric acid: Berrak, renksiz, şurup kıva
orifice meter: Sıvı akan bir boru içine sokulmuş bir mında bir sıvı veya renksiz kristalli asit; ortofosforik
diyaframın iki tarafında basınçlar arasındaki fark ile asit, H 3 P0 4 ; fosfatlı kayalardan ekte edilir ve gübre,
sıvının hızını ölçen bir cihaz; orifis metre. tekstil vb, i yapımlarında kullanılır.
orifice trap: Orifisli (delikli) kapan; Bkz. steam trap. orthopter: Kanatlarını sallayarak uçmak üzere dizayn
origin: 1) iki eksenin kesiştiği nokta; başlangıç nokta edilen bir tür uçak; pratik olarak denenemedi; omit-
sı. 2) bir bant tayfta sıfır hattı veya çizgisi. hoper olarak da kullanılır.
original: Orjinal; özgün. orthorhombic: Eşit olmayan üç eksenli ve biri diğeri
O ring: Diz. Mot. silindir blok ile gömlek arasından so ne dik açıda; ortorombik (kristalleşme türü için söy
ğutma suyunun kartere inmesini önlemek için, göm lenir).
leklerin çoğu zaman eteklerine konulan lâstikten ya orthoscope: Gözün içinin denetlenmesine izin veren
pılmış, dairesel kesitli halka; O ring. bir cihaz; ortoskop.
orlon: Bir dereceye kadar naylona benzeyen sentetik orthoscopic: Optik bozukluğu olmayan; ortoskopik,
akriiik lif ya da bu liflerden yapılan dokuma (bez, ku orthatomic: Uygun bir düzlem tarafindan dik açılarda
maş); orlon (Ticarî bir marka). kesilen ışık ışınları sistemi için söylenir; ortotomik.
orîop: Bir gemi veya özellikle bir savaş gemisinin en Os: Bkz. osmium.
alt güvertesi. O.S.: Bkz. ordinary seaman.
ormolu: 1) bakır ve kalay alaşımından ya da pirinçten oscillate: 1) ileri geri sallanmak; salınım yapmak. 2)
oluşturulan sahte altın; süs eşyaları, pahalı olmayan F/z. elektrik akımında olduğu gibi, maksimum ve mi
ziynet vb. i yapımında kullanılır. 2) taklit altın varak. nimum arasında değişmek. 3) sahram yapmaya ne
ornithin: Bkz. ornithine. den olmak.
ornithine: Kuşların dışkısı ve idrarda bulunan bir ami oscillating: 1) ileri geri sallanan; salınım yapan. 2) sa
no asit; ornitin, C 5 H 1 2 0 2 N 2 . lınım yapmaya neden olan.
oroide: Altına benzeyen, başlıca bakır, kalay ve çinko oscillating current: Alternatif akım; yüksek frekanslı
dan oluşan bir alaşım; pahalı olmayan mücevher ya bir akım.
pımında kullanılır. oscillating valve: iki zamanlı, ilmek süpürmeli dizel
orometer: Deniz seviyesinden yüksekliği gösteren ve motorlarinda, piston süpürme pencerelerini kapadığı
dağların yüksekliğini ölçmek için kullanılan baromet- zaman, egzoz portlarını kapatarak hava kayıplarını
rik bir cihaz; orometre. önleyen valf; osileytin valf; döner hareketli valf; dö
orometric: Orometreye ait. ner slayt valf; rotary valve şeklinde de kullanılır.
orphan line: Bilgisay. öksüz satir. oscillation: 1) Elekt. bir akım veya gerilimde olduğu
orpiment: Limon sarısı renkli doğal arsenik trisülfür, gibi, maksimum ve minimum arasındaki değişme. 2)
As2S3; pigment olarak kullanılır. bir devrede elektronların ileri geri hareketleri. 3) bir
Orsat analyzer: Bkz. Orsat apparatus. sarkacın ileri geri hareketi gibi salınım yapan. 4) Fiz.
Orsat apparatus: Buh. Kaza., Diz. Mot. baca ve eg salınım yapan cismin, onun yayı üzerindeki iki uç
zoz gazları içindeki C0 2 , CO ve 02 miktarlannı sap nokta arasındaki tek bir salınımı. 5) Bkz. vibration.
tayarak yanma konusunda duyarlı bilgi veren bir ci oscillation, forced: Frekansı dış periyodik kuvvete
haz; Orsat cihazı. bağlı olan bir alternatif akım; cebri osilasyon,
Orsat automatic recorder: Bkz. Orsat apparatus. oscillation, free: Frekansı, sadece devrenin sabiteleri
Orsat method: Baca ve egzoz gazları içindeki C0 2 , ne bağlı olan bir alternatif akım; serbest osilasyon
CO ve 0 2 'y i saptamada uygulanan metot; Orsat me veya salınım.
todu veya yöntemi. oscillator: Ses hızı, ses hızı üstünde veya elektroman
orsery: Türlü ölçülerdeki kürelerle, güneş sisteminde yetik dalgalar yayan bir devre veya cihaz; osilatör.
ki gezegenlerin ve onlann uydularının göreli hareket oscillatory circuit: Akım titreşimlerinin oluşabildiği
lerini ve durumlarını şekillendiren mekanik bir cihaz; :bir devre; böyle basit bir devre bir bobin ve bir kapa-
planetarium adı da verilir. sitörden oluşur.
Orthicon: İyonoskoptan geliştirilen televizyon alıcı tü oscillograph: Elektrik osilasyonlarinı (salınımlarını)
pü (Ticarî bir marka). gösteren ve değişimleri fotoğrafik olarak kayıt eden
o scill og ra m 390 outsid e
,
P: 1) Kimy. fosforun simgesi. 2) Mete. a) gücün sim
gesi, b) basıncın simgesi, c) gaz basınç kuvvetinin
simgesi.
p -:
Bkz. para-.
P.(p.): Bkz. 1) power. 2) pressure.
p.: Bkz. 1) part. 2) pint. 3) pipe. 4) pole.
Pa: Bkz. protactinium.
pace: 1) Esk. yaklaşık 0,762 m (2,5 fit), bazan 0,915
m (3 fit) veya 1,006 m (3,3 fit) olan bir uzunluk biri
mi; hatve; adım. 2a) hareket, gelişme vb. inin mikta
rı, b) eşit hız ya da miktarı. 4) adım veya hatve ile
ölçmek. 6) ilerleme hızı.
pachymeter: Kalınlık ölçmek için kullanılan bir alet.
pacing: Bilgisay. hız denetimi.
pack: Büyük paket; yük; ağırlık; balya; denk. a) yü
zen parçalardan oluşan buz kütlesi. 3) paket ya da
balya yapmak. 4) taşımak için kullanılan paket ya
da paketler.
packaged boiler: Ocağı ya da külhanı skoç kazanları
na benzeyen, fakat üç ya da dört geçişli, basıncı 17
bara kadar olabilen, yatay borulu, modern alev boru
lu bir kazan; paket kazan.
package reactor: Nispeten küçük, taşınabilir bir nük
leer reaktör; paket reaktör.
packed decimal: Bilgisay. paketli onlu.
packet: 1) posta gemisi. 2) paket yapmak. 3) paket.
packet boat: Limanlar arasında belirli bir rota izleye
rek sefer yapan, yolcu, yük ve mektup taşıyan bir
ge mi; posta gemisi.
pack-harden: Karbon ile birleştirmek ve yüzey
sertleş tirmek.
packing: 1) Mak. lifli maddelerden yapılarak sızdır-
mazlık sağlamak amacıyla valf ve silindir boğazları
vb. inde kullanılan herhangi bir malzeme; salmastra;
pakin.
packing, cord: Fitil veya ip şeklinde salmastra; sal
mastra fitili; fitil salmastra.
packing dope: Vidalı boru bağlantılarında sızdırmaz-
lık sağlamak üzere kullanılan macun şeklindeki sal
mastra maddesi: salmastra macunu.
packing, fabric: a) kenevir, kendir, jüt, pamuk vb. i
bitki liflerinden örülerek yapılan ve maksimum
salmastra lar; özel salmastra; neoprenden de
yapılan ve belirli solventlere (çözücülere) karşı
yüksek direnç gösterir ler.
pad: Dayanıklığını çoğaltmak veya taşımak amacıyla
packing gland: Salmastra kutusundaki bir kazan ve basınçlı kaba bağlanan metal bir levha
salmastraları sıkıştırmak amacıyla kullanılan, veya saç.
bazan vira edilecek şekilde vidalı, çoğu zaman iki paddie: 1) bir tarafı veya iki tarafında geniş palası
tarafındaki somunlarla vira edilebilen kısım; olan, skarmozsuz olarak bir kanoyu yürütmek için
salmastra halkası, bileziği ya da glendi. kullanılan kısa saplı kürek; kano küreği; padıl. 2)
packing groove: Boğazlarda salmastra konulan şekli buna benzeyen türlü alet veya araçlardan her
ka nal, oyuk ya da yuva; salmastra yuvası. hangi biri; özellikle: a) ocakta erimiş demiri karıştır
packing, metallic: Kurşun, bakır ve alüminyum mak için kullanılan metal bir alet. b) çamaşırları el
kö kenli salmastralardan herhangi biri; metal ile yıkamada kullanılan ahşap alet. 3) su dolabı veya
salmastra; 510°C (950°F) sıcaklığa kadar yandan çarkta, kanatlardan herhangi biri. 4) bir pa
dayanırlar. dıl ile kano vb. ini sevketmek. 5) yavaş ve yumuşak
packing, nuclear: Bir atomun çekirdeğinde yığılan bir biçimde kürek çekmek. 6) bir padıl ile karıştır
ta necik ya da partiküller. mak.
packing ring: 1) salmastra halkası. 2) buhar paddie box: Esk. bazan bir teknede padıl tekerinin
makine lerinin rod boğazlarında kullanılan metal (su çarkının) üst kısmını kapatan mahfaza veya
salmastra; patent salmastra. 3) Mot. segman. keys.
packing scissor: Türlü makine, ısıtıcı, soğutucu vb. paddie engine: Esk, yandan çark makinesi; tek, iki,
i kısımların kapak vb. i yerlerine uygun conta üç ve dört genişlemen pistonlu buhar makinesi.
kesmek için kullanılan bir alet; conta makası. paddie wheel: Buharlı bir tekneyi yürütmek ya da sev
packing, special: Çoğu zaman doğal kauçuk ketmek için kullanılan ve çevresi etrafında kanatları
bileşik lerinin eklendiği yapay kauçuktan yapılan
padlock paper-edg e filter
396
olan bir teker; Gem. Mak, padilvil.
mun; kelebek somun.
padlock: 1) asma kilit. 2) asma kilit ile kilitlemek.
pan: Bkz. bedplate.
page down: Bilgisay, sayfa aşağı.
pan: Kütlelerin ağırlıklarinı ölçmek için terazilerde kul
page up: Bilgisay. sayfa yukarı.
lanılan, yassı, çoğu zaman dairesel kısım; terazi gö
paint: 1) inceltici ve kurutucular da kapsayan boya
zü; terazi kefesi.
maddesi ve yağdan oluşan koloydal bir madde; bo
ya; koruma ve süsleme için yüzey kaplayıcısı olarak panchromatic: Tüm renklere hassas olan; pankroma-
kullanılır. 2) kuru ya da katı boya maddesi. 3) boya tik.
mak. pane: 1) özellikle yassı ve dikdörtgen olan bir parça
veya bölüm. 2) bir somun, cıvata başı, kesilmiş el
paint brush: Boya fırçası.
mas vb. i gibi bir kaç kenarı olan yassı kenar veya
paint bucket: Boya kabı; boya patlağı.
yüz.
painted: 1) boya ile kaplanmış. 2) çok boyalı.
panel: 1) bir duvar, tavan veya diğer bir yüzeyin bir
painter: Tekne veya filikaların baş taraflarında bulu
kısmı ya da bölümü; özellikte: a) bir pencerenin çer
nan ve onları rıhtım, iskele vb. ine bağlamak için kul
çeveli bir bölümü, b) bir elektrik devresi, uçak vb.
lanılan halat: parima.
inin cihazları ve kontrolları için yalıtılmış kısım veya
painter, red: Bkz. red painter,
yassı (düz) yüzey; panel, c) Elekt. dağıtım tabloları
painting: 1) yüzeyleri boya ile kaplama işi veya sana
üzerinde her jeneratör, devre vb. i için kullanılan bö
tı; resim yapma sanatı. 2a) manzara, nesne, kişi vb.
lüm. 2a) yağlı boya yapmak için kullanılan ince tah
terinin resimlerini yapma işi, sanatı vb. i; resim; tab
ta, b) böyle bir tahta üzerinde boyama, c) boyu, ge
lo.
nişliğinden çok daha uzun olan herhangi bir resim.
paint remover: Boya çıkarıcı veya giderici.
3) Hava. bir kanatın tam kesiti. 4) maden ocağının
paint roiler: Rulo şeklinde boya fırçası; boya merda bir bölmesi. 5) panolarla kaplamak, sağlamak veya
nesi. dekore etmek.
paint spray gun: Basınçlı hava yardımıyla boya püs
pan-head rivet: Fes başlı perçin.
kürten bir araç; boya tabancası; boya püskürtme ta
panning: Bilgisay. gezdinne.
bancası.
paint sprayer: Bkz. paint spray gun. pant: gürültülü puflama ile buhar, duman vb. i çıkar
mak: Buharlı lokomotifler için söylenir. 2) bir makine
pair: 1) birlikte kullanılan, birleştirilen, birbirine benze
nin puflaması.
yen iki şey; çift. 2) birbirine uyan ve birlikte kullanıl
panting: Bir buhar kazanının koyu duman çıkararak,
ması gereken iki şeyden oluşan tek şey. 3) Meka.
hava basıncının arttınlması için işletmeciyi uyarması;
kuvvetler çifti. 5) çiftini yapmak. 5) çift olarak düzen
Gem. Mak. panting.
lemek. 6) çift ya da kupl şeklini almak.
pantograph: 1) kabaca paralelkenar şeklinde, birbiri
pair production: Kuvvetli bir elektrik alanından geçti
ne bağlanmış çubuklann oluşturduğu bir çerçeve
ği zaman bir foton'un elektron ve pozitrona dönüşü
den oluşan, aynı veya farklı ölçekte harita, resim vb.
mü; çift üretimi.
ini büyütmek veya küçültmek için kullanılan meka
palladic: Dört değerli palladyum kapsayan kimyasal
nik bir cihaz; pantograf. 2) bir elektrikli lokomotifin
bir bileşiğe ait veya onu belirten; palladik.
arşı veya telefonun uzatılabilir koluna benzeyen bir
palladium: Platin grubunun nadir, gümüşî beyaz
çerçeve.
renkli, dövülebilir, haddeden çekilebilir, metalik kim
pantoscope: Çok geniş bir açıya sahip olan bir tür fo
yasal elementi; palladyum; katalist veya katalizör ola
toğraf merceği; pantoskop.
rak ve altın, gümüş ve diğer metallerin alaşımlarında
pantoscopic: Çok geniş görüş açısına sahip olan;
kullanılır; Simg.Pd; at.ağ. 106,7; at.no.46.
pantoskopik.
paltadous: İki değerli palladyum kapsayan bir kimya
sal bileşiğe ait veya onu belirten. pantothenic acid: Hayvansal ve bitkisel dokularda ge
pallet: 1) Meka. ileri ve geri hareketi veya salınım ha niş şekilde dağıtılmış ve yapay olarak hazırlanmış B
reketini devir hareketine dönüştüren veya bunun ter kompleks vitamini, C 9 H 1 7 0 5 N ; hücrelerin büyüme
sini yapan bir makine parçası; kastanyola. 2) yassı sinde çok yararlı olduğu düşünülmektedir.
bıçağı olan saplı, ahşap bir alet; özellikle düzgünleş- panzer: Zırhlı; kolluk kuvvetlerinin kullandıkları büyük
tirme ve yuvarlaklaştırma için çömlekçilikte kullanı tekerlekli zırhlı araç; panzer.
papaverine: Afyondan türetilen beyaz, kristalli bir al
lan böyle bir alet; çömlekçi spatulası. 3) ressam bı kaloid; papaverin, C 21 H 21 N0 4 ; kas kasılmalarını gi
çağı. 4) bir kitabın cildi üzerine baskı harflerini yer dermek için ve lokal anestezi maddesi olarak kullanı
leştirmek için bir alet. lır
palm: Bir elin genişliği; 76,2-101,6 mm (3-4 inç) veya .
onun boyuna 177,8-228,6 mm (7-9 inç) eşit olan paper: Kâğıt; duvar kâğıdı; yazı kâğıdı; gazete; kâğıt
uzunluk birimi. 2) Den. yelken yapımcılarının avuçla para; bono; tebliğ vb. i.
rında bulunan ve iğneyi brandaya itmeye yanyan paper condenser: Doyurulmuş veya işba haline geti
metal bir disk; yelkenci yüksüğü. rilmiş kâğıt yalıtkanları olan bir kondensatör; kâğıt
palm glass: Buhar basıncının sıcaklık ile değiştiğini kondensatör veya kapasitör.
kanıtlamak için kullanılan bir cihaz. paper cutter: 1) bir kâğıt parçası. 2) gerekli ölçülerde
palmitates: Palmitik asitin metalik tuzlan, sabunları kâğıt kesmek için kullanılan bir makine; kâğıt kesme
veya esterleri; palmitatlar. makinesi; giyotin.
palmitic acid: Gliseridler, bitkisel ve hayvansal yağlar paper-edge fitter: Diz. Mot yapı bakımından metal
da görülen bir yağ asiti; palmitik asit, C 15 H 31 CO- kenarlı filtreye benzeyen, ancak disk ve ara parçala-
OH. n kağıttan yapılan bir yağlama yağı filtresi; kâğıt ke
pal-nut: EI ite kolayca sıkılan veya gevşetilen bir so narlı filtre; klarifayer adı da verilir Bkz. clarifies; Bkz.
metal-edge filter.
paper filter 397 p ara ll e l ogra m o f f orce s
paper filter: Diz. Mot. kuru filtrelerde hava içindeki ka (H 2 Cr0 4 ) etkilenmeyen ve üyeleri isimlerinin sonu
tı yabancı maddeleri tutmak için kullanılan süzgeç na an eki alan (metan, etan, bütan vb.i), son derece
elemanı; kâğıt filtre (elemanı). dayanıklı bir karbonlu hidrojen serisi; parafinler.
paper registration: Bilgisay. kâğıt ayarlama. paraffin series: Kimy. karbonlu hidrojenlerin metan
par-:Bkz. para-. serisi; Bkz. methane series.
par.: Bkz. parallel. paraffine wax: Sıv. Yük. parafin mumu; tehlikesiz, ko
para-: Kimy. bir izomer, polimer, türev vb. i anlamla kusuz, beyaz, doymuş alifatiklerden higroskopik ol
rında bir önek. mayan, dayanıklı bir bileşik; öz.ağ. 0,9; k.n.370°C'-
para-aminobenzoic acid: B kompleks vitamininin bir den büyük; d.n. 42°-60°C; suda çözünmez; viskozi
üyesi olduğu sanılan sarımsı, kristalli bir bileşik; pa- tesi belli değil; gemilerde 65°-70°C'de ve atmosfer
ra-aminobenzoik asit, C 7 H 7 N0 2 ; bira mayasında basincinda taşınır.
lunur ve ticarî olarak hazırlanır. paragon: 1) mükemmel olan bir model veya numu
parabola: Bir koninin, kenarına paralel bir düzlemle ne. 2) ağırlığı yüz karat veya daha fazla olan kusur
kesilmesinden elde edilen arkesitin oluşturduğu eğ suz bir elmas. 3) Matb. 20 puntoluk harf ya da huru
ri; parabol. fat ölçüsü.
parabolic: Parabola ait; parabola benzeyen. paragonite: Potasyum yerine sodyum kapsayan ve
parabolical: Bkz. parabolic. adi mikadan farkli bir tür mika; paragonit.
parabolically: Paraboller yardımıyla. paraldehyde: Kuvvetli, mide bulandırıcı kokulu, renk
Parabolic mirror: Fiz. eksenine paralel olarak çarpan siz bir sıvı; paraldehit, (CH 3 CHO)3 ; aldehitin polime-
bir ışık ışını için sapması olmayan odak noktası ve rizasyonundan üretilir ve tıpta uyutucu, teskin edici
ren bir ayna; parabolik ayna. vb. i olarak kullanılır.
parabolic segment: Parabol parçası, kısmı ya da bö parallactic: Paralaksa ait.
lümü. parallax: 1) görünüş yönünün değişmesi sonucu bir
parabolic velocity: Yerçekim merkezi alanında her cismin durumunun görünür değişimi; paralaks. 2)
hangi bir noktada, bir taneciğin, parabolik bir hare böyle bir değişimin miktarı veya açı derecesi; özellik
ket yörüngesine erişmek için gerekli hız; parabolik le; Astr. dünya yüzeyindeki bir nokta veya diğer bir
hız. noktaya göre veya Güneş üzerindeki bir noktada bir
parabolize: Parabol şeklinde yapmak. gök cisminin durumundaki görülür fark; bir cismin
paraboloid: Bir parabolün ekseni etrafında dönmesi paralaksı, onun gözlemciden olan mesafesinin sap
ile oluşan bir yüzey veya katı; paraboloit. tanmasında kullanılır.
paraboioidal: Paraboloite ait veya paraboloit şeklin parallel: 1) aynı yönde, aynı miktar uzatıldıklarında
de. birbirini asla kesmeyen, aralarında aynı mesafe bulu
paraboioidal segment: Paraboloit Bkz. paraboloide nan doğrular, düzlemler vb. i; paralel; modern ge
parçası, kısmı ya da bölümü. ometriye göre bu hat veya düzlemlerin sonsuzda ke
paracymene: Suda çözünmeyen renksiz bir sıvı; pa- siştikleri kabul edilir. 2) bazı makineler, aletler vb. i
rasimen, C 1 0 H 1 4 ; okaliptüs yağı, kimyon, kekik vb. gibi paralel parçalara ve hareketlere sahip olan. 3)
inden yapılır ve solvent olarak kullanılır; Bkz. cyme- amaçları, eğilimleri, zaman ve esas parçaları birbiri
ne. ne çok yakın veya yerini tutan parçalar. 4) bir başka
paradichlorobenzene: Böcek öldürücü, deodoran şeye paralel olan şey (doğru veya yüzey gibi). 5) pa
vb. i olarak kullanılan beyaz, kristalli bir bileşik; para- ralel olma durumu 6) Astr. ekvatora paralel olan her
diklorobenzen, C 6 H 4 Cl 2 . hangi düşsel hatlar; paralel daire; arz dairesi; enlem
paraffin: 1) bir karbonlu hidrojen karışımı olan beyaz, dairesi. 7) bir harita veya küre üzerinde çizilen böyle
mum gibi katı bir madde; parafin; başlıca ham petro bir hat. 8) Den. paralel cetveli. 9) Elekt. tüm pozitif
lün damıtılmasından elde edilir ve mum yapımı, ka kutup veya terminallerin bir iletkene ve tüm negatifle
ğıtların sızdırmazlığı vb. i yerlerde kullanılır. 2) Kimy. rin diğerine bağlandıkları pil, akü vb. inden oluşan
genel formülü C n H 2 n + 2 olan bir grup karbonlu hid devre. 10) Elekt. iki veya daha fazla direnç, kapasi-
rojen ya da metan serisinin herhangi bir üyesi. 3) tör vb. inin bu tür bağlantısı; paralel devre. 11) bir
parafinle kaplamak veya doyurmak. şeyi diğerine paralel yapmak. 13) paralel olmak.
paraffin-base oiis: Bkz, paraffinic-base stock. parallel capacitance: Elekt. paralel bağlı kapasitans
paraffine: Bkz. paraffin. veya kondansatörler; paralel kapasitans.
paraffinic-base stock: Parafin kökenli yağlama yağla parallel circuit: Akımın kollara ayrıldığı iki veya daha
rından herhangi biri; parafin kökenli yağ. fazla sayıda dirençten oluşan devre; paralel devre.
paraffinic crudes: Parafin kökenli ham petroller; Pen- parallelepiped: Altı yüzlü, her yüzü paraielkenar olan
silvanya (ABD) ve Vest Virjinya (ABD) petrolleri bu bir katı şekil.
na örnek gösterilebilir. parallelepipedon: Bkz. parallelepiped.
paraffinic group: Parafin grubu; Bkz paraffine seri parallel flow: Bir sistemin özellikle bir ısıtıcı veya so
es. ğutucuda iki ya da daha fazla akışkanın aynı yönde
0
paraffin oil: Ham petrolün 150°-300 C'de damıtılması akması; paralel akım.
ile elde edilen, yakıt ve lâmba yağı olarak kullanılan parallel forces: Birbirlerine paralel olan, aynı veya zıt
karbonlu hidrojen karışımı; lâmba petrolü; gaz yağı; yönlerde etkiyen kuvvetler; paralel kuvvetler.
kerosen. parallelism: 1) paralel olma durumu; paralellik. 2) ya
paraffins: Kapalı formülleri C n H 2 n + 2 olan, oda sıcak kın benzerlik; benzerlik.
lığında dumanlı sülfürik asit, şiddetli alkaliler, nitrik parallelogram of forces: Birbirine paralel olmayan
asit ve hatta kuvvetli oksitleyici olan kromik asitten ve aynı noktaya etkiyen iki kuvvetin bir paralelkena-
p aralle l o f la t i t ud e 398 p ar t icl e
ğında ve atmosfer basıncında taşınır, sıcak iklimler bir alan birimi. 3) çoğu zaman 24,75 ft 'e (702 lt)
de yükün soğutulması gerekir. eşit olan bir hacim birimi (taş için kullanılır). 4) kulla
pentode: Bir flaman, bir levha ve üç ızgaradan olu nım; yarar; avantaj.
şan bir elektron tüpü; pentot. perchlorates: Perklorik asitin (HCI0 4 ) tuzları; perklo-
ratlar; kloratlardan daha dayanıklıdırlar.
pentosan: Hidrolize uğradığı zaman pentoza dönü
perchloric acid: Oksijen miktarı aynı ağırlıktaki klor
şen bitkisel karbonhidratlar grubunun herhangi biri.
için, klorik asitten daha yüksek olan renksiz, sıvı bir
pentosane: Bkz. pentosan.
asit, HCI0 4 ; perklorik asit.
pentose: C 5 H 10 O 5 formülüne benzer yapıda olan
perchlorid: Bkz. perchloride.
monosakkaritler grubunun herhangi biri; pentoz.
perchloride: Aynı elementin diğer klorürleri ile kıyas
pentotha! sodium: Sodyum etil-tiyobarbitürat; damar
landığında, klor oranı nispeten yüksek olan bir klo-
içine ağrı kesmek ve uyutmak için verilen bir ilâç;
rür; perklorür.
pentotal sodyum (Ticarî bir marka).
percolate: 1) bir sıvıyı yavaş yavaş küçük bir hacim
pepsin: 1) proteinlerin sindirimine yardım ederek on
den veya gözenekli bir maddeden geçirmek; süz
ları daha az karmaşık proteoz ve peptonlara dönüş
mek; filtre etmek. 2) gözenekli bir maddeden boşalt
türen, mide salgısında bulunan bir enzim; pepsin. 2)
mak veya dreyn etmek; içinden geçirmek. 3) göze
buzağı, koyun vb. inden çıkarılan ve sindirime yar
nekli bir maddeden geçirilmek.
dımcı olarak kullanılan pepsin usaresi.
percolator: Kahve kaynatma veya pişirme makinesi;
pepsine: Bkz. pepsin.
perkolatör.
pepsinogen: Hidroklorik asit etkisiyle pepsinin üretil
percussion cap: Çarpıldığı zaman patlayan ve barut
diği, midenin gastrik bezelerindeki madde; pepsino-
kapsayan küçük bir metal tapa ya da kapsül; eski
jen.
den ana dolguyu patlatmak için kullanılırdı.
peptic: 1) sindirime ait veya sindirime yardım eden.
perdurable: Fevkalâde dayanıklı veya sürekli; sabit.
2) sindirilebilir. 3) pepsin veya diğer sindirici usarele
pert.: Bkz. 1) perfect. 2 perforated.
re ait veya onların neden olduğu; peptik. 4) sindiri
perfect: 1) her yönü ile tam; hatasız. 2) en mükem
me yardım eden herhangi bir şey.
mel. 3) tam olarak doğru; gerçek; hakikî. 4) saf;
peptid: Bkz. peptide.
tam; tümüyle. 5) mükemmel yapmak.
peptide: Bazı asitlerin amino gruplarının, diğerlerinin
perfect combustion: Fazla hava olmaksızın oluşturu
karboksil grupları ile birleşmesi ile oluşan amino asit
lan yanma; mükemmel yanma.
ler bileşimi; peptid.
perfect fluid: Viskozitesi olmayan bir akışkan veya sı
peptize: Çoğu zaman eklenen bir kimyasalın etkisiyle
vı; mükemmel sıvı; ideal sıvı.
bir koloite dönüşmek.
perfect gas: Termo. gaz kanunlarına tam olarak uyan
peptone: Protein hidrolizinin suda çözünür bir ürünü;
ideal bir gaz; mükemmel gaz; ideal gas şeklinde de
pepton.
kullanılır.
per.: Bkz. period.
perfect gas laws: Mükemmel bir gazın uyduğu Boy
peracid: Aynı elementleri kapsayan diğer asitlere gö
le, Charles, Joule ve Avogadro kanunları; mükem
re çok daha büyük oranda oksijen içeren bir asit, ör
mel gaz kanunları.
neğin perborik asit, perklorik asit vb. i gibi.
p er f ec t lubrica t io n 403 periphery
hareket için zaman aralığı; döner
perfect lubrication: Mot. mil veya şaft ile yatak ara periodate: Periyodik asitin bir tuzu; periodat.
sında metal metale temas olmayan yağlama; mü periodic: 1) belirli aralarla görülen, vukubulan veya
kemmel yağlama; thick-film lubrication şeklinde de tekrarlanan; periyodik ateş gibi. 2) zaman zaman vu
kullanılır. kubulan; aralıklarla oluşan; aralıklı. 3) periyot veya
perfect machine: Sürtünmeyi veya diğer istenmeyen periyotlara ait; periyot veya periyotlarla belirtilen.
nedenlerle enerji tüketmeyen makine; mükemmel ve periodic acid: En yüksek değerli iyot kapsayan bir
ya ideal makine. oksijen asiti; periyodik asit, H 5 IO 6 .
perfect mixture: Term, fazla hava olmaksızın, yanma periodical: 1) periyodik. 2) bir günden daha fazla ara
sırasında karbon monoksit oluşturulmayan bir karı larla yayımlanan; dergi; mecmua. 3) bunlara (mec
şım; mükemmel karışım; ideal karışım; kimyasal ola mua, dergi vb. lerine) ait. 4) bir günden daha fazla
rak doğru karışım. aralarla yayımlanan matbua: Haftalık dergi gibi.
perforate: 1) delerek veya zımbalayarak delik veya periodically: 1) belirli aralıklarla; periyodik karakterli.
delikler yapmak; delmek; nüfuz etmek, 2) sıra ile de 2) Kimy. periyodik tabloda aynı durumları işgal eden
lerek delikler açmak. 3) delikler açmak; özellikle bir elementlerde benzer özelliklerin görülmesi. 3) Elekt.
sıra delik açmak. 4) tırtıllamak; tırtıl açmak; torna ile frekans.
tırtıl çekmek. periodical survey: Den. gemilerde makine, tekne vb.
perforated: Delikli; tırtıllı. i kısımların periyodik sürveylerinden herhangi biri;
perforation: 1) delik; delme veya delinme. 2) deline periyodik survey; belirli zaman aralıklarında yapılan
rek (açılmış) bir delik veya delik sırasının herhangi survey.
biri. periodic check-up: Belirli zaman aralıklarında ve dü
perforative: Derhal delinen; delinmeye hazır. zenli olarak yapılan denetim; periyodik kontrol veya
perforator: Delen bir kişi veya şey; delgi; delgi maki denetim.
nesi; zımba. periodic control: Bkz. periodic check-
perform: 1) bir görev, işlem vb. ini yapmak; üstesin up.
den gelmek; yerine getirmek. 2) tamamlamak; başar periodic law: Atom numaralarının artış sırasına göre
mak. 3) bir iş veya işlemi başarmak veya yerine ge düzenlendikleri zaman kimyasal elementlerin fiziksel
tirmek (icra etmek). ve kimyasal özelliklerinin periyodik olarak tekrarlan
performance: 1) yerine getirme işi; icra. 2) işlemi ve ması ilkesi veya prensibi; periyodik yasa.
ya görevini yerine getirme. 3) yapılan veya icra edi periodic maintenance: Belirli zaman aralıklarında dü
len şey; iş veya başarı. zenli olarak yapılan bakım: Dizel motorlarının 1500,
performance curves: Çoğu zaman ordinatı türlü ve 3000 saatte bir yapılan bakımı gibi; periyodik bakım.
rimler ve ısı harcamları ve apsisleri beygirgücü, kilo periodic motion: Eşit zaman aralıklarında yinelenen
vat veya yükün yüzdesini belirten ve makinenin yü bir hareket; periyodik hareket.
kü ile ısıl ekonomi hakkında fikir veren eğriler; per periodic service: Bkz. periodic maintenance.
formans eğrileri. periodic system: Kimy. elementlerin sınıflandırması
performance number: Performans veya oktan sayısı; nı düzenleyen sistem; periyodik sistem; Bkz. perio
Bkz. octane number. dic table.
periclase: Doğal magnezyum oksit, MgO; kübik bir periodic table: Periyodik yasasını göstermek için,
mineral. kimyasal elementlerin atom numaralarına ve dokuz
pericline: Beyaz, kristal şekilde bulunan bir tür albit esas gruba göre düzenlendikleri tablo; periyodik tab
Bkz. albite. lo; her grup benzer fiziksel ve kimyasal özellikler
peridot: Mücevher olarak kullanılan, sarımsı yeşil gösterir.
renkli bir tür krizolit; peridot; olivine adı da verilir. periodide: Diğer iyodürlere göre, iyotun nispeten da
peridotic: Peridot'a ait veya ona benzeyen. ha yüksek oranda olduğu bir iyodür; periyodür.
peridotite: Demir veya magnezyum mineralleri ve pe period, natural: Bir cismin veya sistemin serbest
ridot kapsayan nadir, koyu renkli, volkanik türden titre şiminin periyotu; doğal periyot; doğal süreç.
bir kaya; peridotit. period of decay: Radyoaktif bir elementin aktivitesi-
perimeter: 1) bir şekil veya alanın dış sınırı; çevre. 2) nin orjinal değerinin yarısına indiği zaman periyodu;
bunun toplam boyu. 2) retinanın türlü kısımlarının yarılama süresi; çürüme periyotu.
görüş genişliği ve görüş gücünü denemek için kulla period of elements: Periyodik tabloda elementlerin
nılan bir optik cihaz; perimetre. yatay sırası; elementlerin periyodiği.
perimetric: 1) perimetre veya çevreye ait. 2) perimet period of pendulum: Tam bir titreşimin süresi; sar
re veya perimetri'ye ait; perimetre veya perimetri ta kaç periyotu.
rafından. periodometer: Güneş radyasyonu ve meteorolojik
perimetrical: Bkz. perimetric. ve rilerin incelenmesi için kullanılan harmonik
perimetry: Perimetre vasıtası ile görüş genişliğini de analiz edici; periyodometre.
neme. peripheral: Bir yüzey veya kenara ait; çevresel; çevre
perimorph: Diğer bir tür içindeki bir başka tür mine ye ilişkin.
ral; perimorf. peripheral pump: Bkz. turbine pump.
period: 1) birbirini izleyen astronomik olayların vuku- peripheral speed: Dairesel hareket veya devir hare
buluşları arasındaki zaman; periyot; süreç. 2) belirli keti yapan cisimlerin 27T.r.n/60, m/s formülü ile belir
olayların arasındaki fasıla, ara veya süre. 3) Tıp. bir tilen hızı; çevre hızı.
hastalığın bir kademesi veya tam seyri. 4) Fiz. tam periphery: 1) özellikle yuvarlak bir cismin (dış) hattı
bir çevrim yapmak üzere düzenli olarak tekrarlanan çevresi. 2) özellikle yuvarlak bir cismin veya gövde-
peripter y 404 perspectiv e
pik, 213°C'ye kadar dayanıklı, şurup kıvamında bir tokimyasal pil; bir elektrot aydınlatıldığı zaman, iki
sıvı ya da katı organik asit; Sirng.(OH)3P:0; öz.ağ. elektrot arasında bir potansiyel farkı oluşur.
sulu çözeltilerinin oranlarına göre değişir; k.n.213°C photochemical reactions: Işığın emilmesi ile oluştu
(su kaybeder); d.n. 28,8°-58°C; 25°C'deki viskozite rulan kimyasal tepkimeler; örneğin fotosentez; foto
si 11,6-62 cP arasında değişir; suda tümü ile çözü kimyasal tepkimeler,
nür; geniş tanklarda korunması öğütlenir; % 90'lık photochemistry: Fotoğrafçılıkta olduğu gibi, kimya
konsantrasyonları 35°-45°C'de depolanır, atmosfer sal etki üreten ışık etkisi veya diğer radyan enerji ile
basıncında taşınır. ilgilenen kimya bilimi dalı; fotokimya.
phosphorism: Kronik fosfor zehirlenmesi. photochromy: Renkli fotoğrafçılık,
phosphorite: 1) apatit'in lifli bir türü. 2) gübre olarak photochronograph: 1) fevkalâde küçük zaman aralık
kullanılan herhangi bir mineral fosfat. larında bir dizi fotoğraf çekerek hareketleri (uçan bir
phosphoro-: Fosfor veya fosforesans anlamlarında kuş gibi) kayıt eden bir cihaz; fotokronoğraf. 2) bu
bir önek. şekilde çekilen bir fotoğraf. 3) Fiz. olayların kesin za
phospfıorogen: Başka maddelerde fosforesan endük- manını kayıt etmek için kullanılan bir cihaz.
ieyen bir madde; fosforojen. photoconductive detector: Elektriksel bir dirençteki
phosphoroscope: İşık kaynağı giderildikten sonra değişim ile radyan enerjiyi aramak veya ölçmek için
fosforesansın dayanıklığını ölçmek ve görmek için kullanılan bir cihaz.
kullanılan bir cihaz; fosforoskop. photoconductive effect: Bir maddenin iletkenliğinin,
phosphorous: 1) herhangi bir ışık saçan madde ve maddenin elektromanyetik radyasyon ile aydınlatıl
ya cisim. 2) mum gibi katı, ışıldayan, normal olarak ma şiddetlendiğinde çoğalması.
beyaz, ışığa maruz kaldığı zaman sarı renk alan, me photoconductivity; Aydınlatıldıkları zaman bazı mad
tal olmayan kimyasal bir element; fosfor; zehirli olup delerin elektriksel iletkenliklerindeki artma; örneğin
oksijenle kolayca birleşir ve oda sıcaklığında kendili selenyum.
ğinden tutuşur; sızdırmaz tüplerde ısıtıldığı zaman, photoconductor: Üzerine düşen elektromanyetik rad
daha az zehirli ve beyaz olana göre daha az yanıcı yasyon şiddetlendiği zaman, elektrik yükü iletkenliği
şekle döner; 15 atmosferlik basınç altında ısıtıldığın nin çoğaldığı bir madde, örneğin selenyum; fotoilet-
da siyah bir toza dönüşür; Simg.P; at. ağ. 30,98; ken.
at. no. 15. photodiode: n-türü ve p-türü malzemeler ile german
phosphorus pentoxide: Havadan emdiği su ile eriye yum birleşmeli bir diyot; fotodiyot.
bilen, renksiz kristalli bir bileşik; fosfor pentoksit, photodisintegration: 1) Fiz. radyan (ısı yayan) enerji
P2O5 kurutma maddesi olarak kullanılır. tarafından bir atomun çekirdeğinin parçalanması. 2)
phosphorus trichloride: Sıv, Yük. fosfor triklorür; fos radyan enerjisinin etkisi altında bir kimyasal bileşi
for klorür; sıvı ve buharları aşındırıcı ve paslandırıcı, ğin ayrışması.
su ve diğer bir çok yükle tepkimeye giren, derişik photodynamics: 1) ışığın canlı organizmalar üzerin
tuz asitine benzer, hoş olmayan kokulu, insan sağlı deki etkisi. 2) bu konu ile ilgilenen bilim dalı; fotodi-
ğı için tehlikeli, hafif higroskopik, dayanıklı bir sıvı; namik.
5iıng.PC! 3; 21°C'de öz.ağ. 1,574; k.n. yaklaşık photoelasticity: Gerilmeye konu oldukları zaman izot-
75°C; d.n. -91°C; su ile tepkimeye girer; 20°C'de vis ropik saydam yalıtkanların (dielektriklerin) optik özel-
kozitesi 0,636 cP; gemilerde çevre sıcaklığı ve atmos liklerindeki değişimler.
fer basıncında taşınır. photoelectric: Özellikle uzun dalga boyunda ışık ve
phosphoryi chloride: Sıv. Yük. fosforu klorür; fosfor radyasyona konu oldukları zaman belirli maddeler ta
lu okziklorür; sıvı ve buharları aşındırıcı ve paslandırı rafından elektronlar neşretme gibi, ışık tarafından
cı, su ve diğer bir çok yük ile tehlikeli tepkimeye gi üretilen elektriksel etkilere ait veya ona sahip olan;
ren, keskin kokulu, higroskopik ve dayanıklı, insan fotoelektrik.
sağlığı için zararlı, renksiz veya hafifçe sarı renkli, photo-electric: Foto elektrik; ışık elektriği.
dumanlı bir sıvı; Simg. POCI3; 20°/20°C'de öz.ağ. photoelectric cell: Işığın, bir pil tarafından üretilen
1,675; k.n. 105°-107°C; d.n. 1°C; su ile tepkimeye gi elektromotor kuvveti veya katottan neşredilen elek
rer; 22°C'de viskozitesi 1,112 cP; gemilerde çevre sı tronları denetlediği herhangi bir cihaz; fotosel; meka
caklığı ve atmosfer basıncında taşınır. nik cihazları denetlemek, örneğin kapılan açmak
phosphureted (phosphuretted): Bkz. phosphora için kullanılır; electric eye biçiminde de kullanılır.
ted. photoelectric emission: Radyasyon etkisinde kaldık
2
phot: C.G.S. sisteminin lümen/cm 'ye eşit olan ay ları zaman bazı belirli maddeler tarafından yayılan
elektronlar; fotoelektrik emisyon.
dınlatma birimi.
photics: Işık bilimi. photoelectricity: Işık tarafından üretilen elektrik; foto
photo-: Işığa ait veya ışık tarafından üretilen, fotoğraf elektrik.
veya fotoğrafçılığa ait anlamlarında bir önek. photoelectron: Işık etkisi altındaki bir maddeden çı
photoactinic: Morötesi ışınları gibi, aktinik Bkz. acti kan bir elektron; fotoelektron.
nic etki üretebilen; fotoaktinik. photoelectrotype: Fotoğraf işlemleri ile yapılan klişe.
pohotocathode: Aydınlatmada elektronlar yayan bir photoemission: Işık etkisi altındaki bir yüzeyden
katot; fotokatot. elektronların çıkması; fotoemisyon.
photochemical: Işığın kimyasal etkisine ait veya on photo-emissive: Yeterince yüksek frekanslı bir elek
dan kaynaklanan; fotokimyasal. tromanyetik radyasyon ile aydınlatıldığı zaman elek
tron neşreden, çıkaran veya yayan herhangi bir
photochemical cell: Bir elektrolit çözeltisine batırıl
maddeyi belirtir.
mış, aynı metalden iki elektroda sahip olan bir pil; fo
photo-emitter 409 phthatic anhydride
yayılan bir proton; fotoproton.
photo-emitter: Elektromanyetik radyasyon ile aydınla photosensitive: Radyan enerjiye, özellikle ışığa du
tıldığı zaman elektronlar yayan bir yüzey ya da mad yarlı veya hassas.
de; foto-emitör. photospectroscope: Tayfın fotoğrafik kayıtının yapı
photoeng: Bkz. photoengraving. mında kullanılan bir cihaz; fotospektroskop.
photoengrave: Fotoğrafçılık işlemleri ile klişe üret photosphere: Güneşin çevresini saran beyaz ışıklı
mek. zarf; fotosfer; ışık küre.
photoengraving: 1) fotoğrafların levhalar üzerine çı photostat: 1) basılı maddeler, haritalar, şekiller vb.
karıldığı işlem; fotoğraf ile klişe çıkarma işlemi. 2) inin pahalı olmayan fotoğrafik üretimlerini yapmak
bu şekilde yapılmış klişe. 3) böyle bir klişeden bas için kullanılan bir cihaz; fotostat. 2) bu şekilde yapı
kı. lan üretim. 3) fotostatik kopyasını yapmak.
photoflash: 1) yakıldığı zaman beyaz ışık demeti çıka photostatic: Fotostat'a ait; fotostat yardımıyla.
ran, oksijen ve ince alüminyum varak kapsayan bir photosynthesis: Güneş ışığının klorofil üzerindeki et
elektrik ampulünü belirtir ve fotoğrafçılıkta kullanılır. kisi ile canlı bitkilerde su ve karbon dloksitten kar
2a) böyle bir ampule ait. b) böyle bir ampulün yardı bonhidratların oluşumu; fotosentez; klorofil özümle
mı ile. mesi.
photoflood: 1) bir devrenin gerilimine bağlandığı za photosynthetic: Fotosenteze ait veya fotosentez yar
man, yoğun ışık çıkararak yanan düşük voltajlı bir dımıyla.
elektrik ampulü; fotoğrafçılıkta kullanılır. 2a) böyle phototelegraph: 1) fototelgraf yardımıyla gönder
bir ampule alt. b) böyle bir ampul yardımı ile. mek. 2) fototelgrafla gönderilen bir şey.
photogen: Bitümlü şist, kömür vb. inin damıtılması ile phototelegraphy: 1) ışık yardımıyla iletişim veya tele
hazırlanan hafif çözücü veya aydınlatma yakıtı. komünikasyon. 2) telgraf ile resim gönderme.
photogene: Bkz. photogen. phototelescope: Gök cisimlerinin fotoğraflarını çek
photogenic: 1) ışık tarafından üretilen veya neden mek için kullanılan ve kamera ile donatılmış bir teles
olunan. 2) S/o. ışık üreten veya neşreden; fosfor gi kop; fototeleskop; kamaralı teleskop.
bi ışıltılı. photothermic: Hem ışık ve hem de ısıya ait.
phoîoheliograph: Özellikle güneşi fotoğraflamak için phototransistor: Esas bölgesine ışık düşümlü bir
yapılmış teleskopik bir kamera; fotoheliyograf. p-n-p birleşmeli transistor; fototransistör; fototransis-
photolysis: Işığın etkisi nedeniyle kimyasal ayrışma; törter fotodiyot gibi görev yapar; bir transistorun ışı
fotoliz. ğa duyarlılığı 300 mA/lümen dolayındadır; bu değer
photolytic: Fotoliz'e ait. selenyumlu bir fotoelektrik pilde 0,5 mA/lümen ve fo-
photom.: Bkz. photometry. todiyotta 8 mA/lümen' dir.
photomap: Havadan çekilen fotoğrafların bir araya phototube: Fotoelektrik bir yüzeye düşen elektroman
getirilmesi ile yapılan harita. yetik dalgalar nedeniyle elektronlar neşreden bir va
photomechanical: Fotoğrafik levhalardan baskı yap kum tüpü; fototüp.
ma işlemine ait. phototype: 1) üzerine fotoğraf yapılan bir baskı blo-
photometer: 1) ışığın şiddetinin ölçümünde kullanı ku veya levhası; fotoğraftan yapılan klişe. 2) böyle
lan bir cihaz; fotometre; ışıkölçer. 2) iki ışık kaynağı bir klişenin yapım işlemi. 3) böyle bir klişe ile baskı.
nın şiddetini kıyaslamak için kullanılan bir cihaz; fo phototypic: 1) fotoklişeye ait veya fotoklişeye benze
tometre. yen. 2) fotoklişe yardımıyla.
photometric: Fotometre veya fotometriye ait; fotomet phototypy: Fotoklişeler yapma işlemi veya sanatı; fo-
re veya fotometri ile. toklişecilik.
photometry: 1) ışık şiddetinin ölçümü. 2) bununla il photovoltaic: 8ta. photoelectric,
gilenen optik dalı; fotometri. photovoltaic cell: Aynı metalden yapılmış ve bir elek
photomicrograph: 1) mikroskopla çekilen bir fotoğ trolite batırılmış iki elektrottan oluşan fotoelektrik pil;
raf. 2) ayrıntılarını görmek için büyütülmesi gereken elektrotlardan birinin aydınlatılması bir potansiyel far
çok küçük bir fotoğraf; mikro fotoğraf; fotomikrog- kının yükselmesine neden olur.
raf. photovoltaic effect: Bir fotokimyasal tepkime sonucu
photomicrography: Fotomikrograflar yapma işlemi; olarak elektrik akımı üretimi; fotoelektrik etki.
fotomikrografi. 3
pH test: 100 cm filtre edilmemiş besi (fid) suyu 50'er
photomultiplier: Çok zayıf ışık kaynaklarını veya fre 3
cm 'lük olan ve birinde 0,2 cm pH endikatörü olan
kansları ışıktan büyük diğer elektromanyetik radyas kaplara alınır ve oluşan renk, standart renk diski ile
yonları araştırmak için kullanılan ve elektron çoğalt kıyaslanır; fenol kırmızısı pH'ın 6,8-8,4, Timol (Thy
ma ilkesi ile çalışan bir cihaz; fotomultipliyer. mol) mavisi 8,0-9,6, Timol ftaleyn 9,3-10,6 ve nitro
photon: Işık ya da diğer radyan enerjilerin birimi; bir sarısı pH değerinin 10,3-11,6 arasında olduğunu gös
atomun iç yörüngesinden sonrakine bir elektron ak terir; pH deneyi.
tarıldığı zaman çıkan enerji; ışık enerjisinin en küçük phthalein: Fenol ve ftalik anidritten yapılan sentetik
birimi; foton. boyalar grubunun herhangi biri; ftaleyn.
photoneutron: Bir atom çekirdeğinin ayrışmasından phthalic acid: izomerik üç asitten herhangi biri; ftalik
çıkan nötron; fotonötron. asit, C 6 H 4 (C0 2 H) 2 ; özellikle naftelenin
photo-offset: Resimler ve yazının bir metal levha üze oksitlenme- siyle üretilen ortoftalik asit; boya, ilâç,
rine aktarıldığı ofset baskı yöntemi; foto ofset. fenolftaleyn, sentetik parfümler vb. i yapımında
photoperiod: Bir gündeki gün ışığının, saat türünden kullanılır.
süresi; ışık periyotu; ışık süresi; ışık süreci. phthalic anhydride: Naftelenin oksitlenmesinden el
photoproton: Bir fotonükleer tepkimede çekirdekten de edilen beyaz., katı bir madde; ftalik anidrit
phthalin 410 pier
pilot light: 1) pilot lâmbası ya da ampulü. 2) yanar yan ve onu türbinin rotorşaftına bağlayan mil; pin
durumda muhafaza edilen ve esas memeyi tekrar yon mili; plnyon şaftı.
yakmak için kullanılan bir yakıcı; pilot ya da klavuz pinite: Potasyum ve alüminyumun sulu silikatı.
alevi; pilot burner olarak da kullanılır. pinitol: Şeker çamının reçinesinde görülen tatlı, kris
pilot oil: Bkz. pilot fuel. talli bir bileşik; pinitol.
pilot plant: Yeni üretim yöntem ve tekniklerini test et pin key: Hafif yükleri aktarmak üzere kullanılan konik
mek için kullanılan küçük bir fabrika veya imâlat biri pin şeklindeki kama; pin (şeklinde) kama.
mi; pilot tesis ya da kuruluş. pinking: Bkz. pre-ignition.
pilot valve: Hidrolik regülatörlerde bir silindir içinde pinnace: 1) yardımcı vb. i olarak kullanılan küçük,
hareket ederek servomotor pistonunun altına basınç yelkenli bir gemi. 2) gemi filikası.
lı yağ veren veya yağı boşaltan, böylelikle silindirle Pinner-Stabin osmometer: Bir çözeltideki makro mo
re püskürtülecek yakıtı çoğaltan ya da azaltan valf; leküllerin göreli moleküler kütlelerini ölçmek için kul
pilot valf. lanılan ve özel olarak hazırlanmış bir sellüloz memb-
pilot valve bushing: Pilot valf pistonunun içersinde ran'ın kullanıldığı cam ve paslanmaz çelikten yapıl
hareket ettiği silindir, burç veya gayıt; pilot valf silin mış bir cihaz; Pinner-Stabin ozmometresi.
diri. pinpoint: 1) bir harita üzerinde olduğu gibi, bir iğne
pilot valve plunger: Pilot valfın Bkz. pilot valve pisto saplayarak yerini göstermek. 2) kesin yerini göster
nu; pilot valf plenceri. mek. 3) bir iğnenin ucu. 4) önemsiz bir şey.
pin : 1) parçalan birarada tutmak için kullanılan tahta, pint: ABD'de 0,47 litre, ingiltere'de 0,565 litreye (1/2
meta! vb, i araç; pin. 2) toplu iğne. 3) kafası yassı kuvart) eşit olan kapasite veya ölçüm birimi.
veya yuvarlak, ucu sivri, küçük bir parça seri tel; çi Pintaux nozzle: Bkz. pintle nozzle.
vi. 4) çatal pin; piston pin veya perno; kroshed pin, pintle: 1) Den. dümen iğneciği; dümen yekesi pini ve
krankpin vb. i. 5) şekli, kullanımı bir pin veya çiviye ya iğnesi, 2) pinli meme Bkz. pintle nozzle.
benzeyen herhangi bir şey. 6) Den. a) armanın bağ pintle nozzle: Diz. Mot. tek yakıt püskürtme deliği bu
lanmasında kullanılan cıvata ya da çiviler, b) maka lunan bir enjektör memesi; pinli nozul; pintıl nozul
ra pini veya pernosu. c) filikalarda küreklerin takıldı pintle-type fuel nozzle: Bkz. pintle nozzle.
ğı adî ıskarmoz. 7) bir pin ile bağlamak. 8) iğne iie Pintsch gas: Petrolün damıtılmasından elde edilen
delmek. bir gaz; aydınlatma için kullanılır; Pintç gazı.
pincers: Kerpeten; pense. pin wrench: Çok kenarlı çıkıntısı olan ve bir somun
pinch bar: Ağır tekerlekler vb. lerini döndürmek (yu vb. inde kendisine uyan bir deliğe giren bir tür anah
varlamak) için kullanılan bir tür manivela; domuz tır tar.
nağı; manivela kolu. piotherm: Nem emici kütlelerin pres edilmesiyle pa
pinchbeck: 1) ucuz mücevherlerde taklit altın olarak no haline getirilen yalıtıcı; piyoterm; yüksek ısı yalıtı
kullanılan bakır ve çinko alaşımı. 2) bu alaşımdan mı özelliğinde, özgül ağırlığı düşük, fakat nem emici
yapılan (herhangi bir şey). özelliği nedeniyle nemden korunması gereken bir
pinch bolt: Borularda kullanılan kerye veya kelepçele madde.
rin cıvatalarından herhangi biri; kelepçe cıvatası ker pipage: 1) borularla (su, gaz, yakıt vb. inin) taşınma
ye cıvatası. sı. 2) bu iş için taşıma ücreti. 3) böyle bir boru siste
pinchcock: Bir sıvının akımını denetlemek için lâstik mi, donanımı ya da devresi.
boruları sıkıştırmada kullanılan türlü kıskaç veya ke pipe: 1a) Den. silistre. b) gemi personeline işaret ver
lepçelerden herhangi biri. mek için kullanılan böyle bir düdüğün sesi. 2) su,
pinchers: Bkz. pincers. gaz, yakıt veya diğer sıvıları taşımak için kullanılan
pinene: Terebantin yağı ve diğer uçucu yağlarda gö kil, beton, metal, ağaç vb. inden yapılan uzun bir bo
rülen iki izomerik terpen'den herhangi biri; pinen, ru. 3) vücudun borulu kanal veya organı; özellikle
C10H16 solunum organları. 4) boru şeklinde olan herhangi
pine tar: Çam odununun damıtılmasından elde edi bir şey. 5) kapasitesi yaklaşık olarak 476,28 litre
len yapışkan, siyahımsı kahverengi bir sıvı; çam kat (126 galon, ABD) olan şarap, yağ vb. i için varil ya
ranı; dezenfekte edici, katran boyaları, çatı malzeme da fıçı. 6) ölçü birimi olarak kullanılan bu hacim. 7)
si vb. i yapımlarında kullanılır; Pintsch gazı. Metal, ingot ve dökümlerde katılaşma sırasında oldu
pinfeed: Bilgisay, dişlili besleme. ğu gibi boyuna ya da tulanî oyuklar geliştirmek. 8)
pinhead: 1) toplu iğne başı. 2) çok küçük olan her silistre sesi ile gemi personeline işaret vermek. 9)
hangi bir şey. borularla (su, gaz, yakıt vb. ini) nakletmek. 10) boru
pinhole: 1) küçük bir iğne deliği. 2) bir iğne veya çivi larla sağlamak. 11) silistre sesi ile emir vermek veya
nin girdiği delik; iğne veya çivi deliği. çağırmak.
pinion: 1) dişleri daha büyük çaplı bir dişlinin dişleri pipe bender: Boruları soğuk olarak ve içine herhangi
ne geçen ve onu çeviren küçük bir dişli. 2) yüksek bir madde doldurmaksızın bükmek için kullanılan bir
devirli motorlar ve buhar türbinlerinde devir düşürü alet; boru bükücü; boru bükme makinesi.
cü donanımın küçük çaplı dişlilerinden biri: Yüksek pipe bending: Boru bükülmesi; sıcak bükme için bo
basınç (HP), alçak basınç (LP) plnyon dişlileri gibi. ruya kum, soğuk bükme için su doldurularak yapı
3) Diz. Mot. rak ya da indeks kolunun hareketini lan işlem; boru bükülmesi.
plencere aktaran küçük dişli; pinyon dişli; fener diş pipe boiler: Esk. su boruları birbirine vira edilerek
li. bağlanan uzun borulardan oluşan, su borulu bir ka
pinion gear: Bkz. pinion (2). zan türü; yanlış olarak alev borulu kazan anlamında
pinion shaft: Buh. Türb., Diz. Mot. pinyon dişliyi taşı kullanılmaktadır; boru kazan.
pip e coi l 413 pisto n ring s
sağlayan, kızgın gazların kartere kaçmasına engel dan alt ölü noktaya veya bunun tersi olan hareketi;
olan, pistonun soğutulmasını temin eden, piston ka piston hareketi; piston seyahati veya gezisi.
fasına yakın açılmış kanallara donatılan, makine dı piston, trunk: Çapraz muylusu (kroshedi) olmayan
şında iken çaplan silindir çapından büyük olan, uçla motorlarda kullanılan piston; piston pin ile piston ko
rı açık, çoğunlukla dökme demirden yapılan ve sayı luna bağlanan piston; Gem. Mak. trank piston.
ları 1-9 arasında değişen madenî çemberler; sıkıştır piston valve: Buh. Mak. yüksek basınç silindirlerinde
ma (kompresyon) segmanlan. b) silindir duvarında kullanılan, içten katoflu (buharı iç tarafından veren)
yağ filmi oluşturan ve yağın fazlasını kartere sıyıran valf; piston veya silindir şeklinde yapılır, yüksek ba
ve sayıları 1-3 arasında değişen çemberler; yağ seg sınç silindirlerinde kullanılır; piston valf; piston slayt
manlan; yağ sıyıricı segmanlar; yağ kontrol segman valf.
lan. pit: Kazan saçında korrozyon nedeniyle oluşan küçük
piston ring adapter: Üzerine segmanlan donatılmış nokta veya çukur. 2) alt karterde bulunan ve tam pis
pistonu silindire rahatlıkla sokmak için kullanılan ba- ton pin yatağının altına rastlayan çukur Bkz, crank
zan tek, bazan iki parçadan yapılmış metal bir çem pit; krank çukuru.
ber; silindir bloku veya segmanların yuvalarında sı pitch: 1) kömür katranı, odun katranı, ham petrol vb.
kıştırılmasını ve pistonun silindire rahatlıkla girmesini inin damıtılmasından oluşan siyah renkli, yapışkan
sağlar; piston segman adaptörü. bir madde; zift; su geçirmez, asfalt kaplama, çatı
piston ring clearances: Piston segmanlarının kle- malzemesi vb, i yapımlarında kullanılır. 2) mineral
rensleri: a) Mot. piston segmanlan silindir içinde zift veya asfalt gibi belirli bitümlerden herhangi biri.
iken uçları arasındaki boşluk; uç klerensi. b) seg 3) yapraklarını dökmeyen belirli ağaçlarda bulunan
man kenarı ile silindir duvarı arasındaki boşluk; yan bir reçine; kara sakız. 4) zift ile kaplamak veya ört
klerensi; radyal klerens. mek.
piston ring grooves: Bkz. piston grooves. pitch: 1) Den. baş-kıç yapmak (gemi, tekne vb. i
piston ring guide: Bkz piston-ring adapter. için). 2) kaba denizlerde bir geminin baş-kıç yapma
piston ring land: Mot. Pist. Buh. Mak. pistonlar üze sı. 3) nokta veya derece. 4) meyil derecesi. 5) Hava.
rinde segmanların bulunduğu veya donatıldığı alan; Den. pervanenin bir devrinde gidilen eksenel mesa
piston segman alanı veya bölgesi. fe; adım; hatve; piç. 6) Maden, bir damar ya da kat
piston rod: Pistonlu buhar makineleri, kroshedli dizel manın meyli. 7) Mak. a) iki komşu dişli dişinde belir
motorları, pistonlu pompalar vb. lerinde pistona bağ li noktalar arasındaki, eksen boyunca ölçülen mesa
lı, dövme çelikten yapılmış, enine kesiti daire şeklin fe; adım; hatve; piç. 8) aynı sıradaki komşu iki per
de olan kol; pistonu çapraz muylu ya da kroshede çin, boru deliği veya masuranın merkezleri arasında
bağlar; piston rod. ki mesafe.
piston rod gland: Diz Mot. Kroshetli (çapraz) muylu- pitch-black: Çok siyah; simsiyah.
!u makinelerde, piston rodun silindirin alt tarafındaki pitchblende: Uranyum, radyum vb. i kapsayan, kah
diyaframdan çıktığı kısımdaki boğaz glendi; piston verengiden siyaha kadar değişen renklerde parlak
rod glendi. bir mineral.
piston-side clearence: Mot. piston ile silindir duvarı pitch circle: iki dişlinin dişlerinin birbirlerine dokun
veya silindir gömleği arasındaki aralık, boşluk veya dukları noktadan geçen daire; hatve dairesi; piç dai
klerens; piston yan klerensi. resi.
piston skirt: Mot. pistonların, sıkıştırma segmanları pitch diameter: Piç dairesi çapı; Bkz. pitch circle.
nın altında kalan kısmı; kayıcı segman Bkz. slide pitch gauge: Bir inç (25,4 mm) veya bir hatvedeki
ring, yağ segmanı Bkz. oil ring ve piston pini Bkz. (piçteki) diş miktarını ölçmek için kullanılan bir alet;
piston pin or gudgeon pin taşıyan kısmı; piston hatve ya da dişölçer.
gövdesi; piston eteği, pitching: Bir gemi ya da uçağın yanal ekseni çevre
piston slap: Mot. çalışma sırasında büyüyen boşluk sinde ve düşey düzlemdeki açısal hareketi; Den.
lar veya aşınmalar nedeniyle pistonun silindir duvarı baş-kıç hareketi.
na vurması; piston vuruntusu; piston vurması. pitch of rivets: Perçinli bağlantılarda, aynı sıradaki
piston speed: Mot, Pist. Buh. Mak. m/saniye türün komşu iki perçin merkezi arasındaki mesafe; perçin
den pistonun silindir içinde düzgün olmayan veya hatvesi; perçin piçi.
azalıp çoğalan hızı; piston hızı. pitch pine: Zift veya terebentin elde edilen türlü reçi
piston speed, mean: Mot. silindir çapı, piston kursu nen çamlardan biri; çıralı çam.
(stroku) olarak bilinen ana ölçülerin hesaplanmasın pitchy: 1) ziftli; zift ile sıvanmış. 2) yapışkanlığı bakı
da piston hızı yerine kullanılan ortalama hız; piston mından zifte benzeyen. 3) siyah; çok siyah.
ortalama hızı; ortalama piston hızı; Cm = L.n/30 pitman: 1) çukur yerlerde çalışan kişi; özellikle kömür
m/s. (L = strok, m ve n = dakikadaki devir sayısı). madeni işçisi. 2) Mak. konnektin rod; biyel ya da pis
piston spring: Buh. Mak. piston segmanlarini silindir ton kolu.
duvarına bastıran ve piston ile silindir dikey eksenle pit molding: 150 tona kadar parçaları dökmek için dö
rini çakıştıran, piston rodun silindir dikey ekseni üze kümhane tabanına açılan, yaklaşık 1,5 metre (5 fit)
rinde çalışmasını sağlayan ve segman yuvalarına ko derinliğindeki çukur; çukur kalıp.
nulan yay; piston yayı; segman yayı. Pitot tube: Bir sıvının akımının hızını ölçmek için kulla
piston stroke: Mot. ölü noktalar (alt ve üst veya iç ve nılan bir cihaz; Pito tüpü; uçaklarda hava hızını ölç
dış) arasındaki dikey veya yatay mesafe; piston stro mek için kullanılır.
ku; piston kursu. pitsaw: Bkz. pit saw.
piston travel: Mot., Buh. Mak, pistonun üst ölü nokta pit saw: Biri kütüğün üzerinde, diğeri altındaki çukur-
pi t ome t e r 415 pl a nim e t e r
baffle plate şeklinde kullanılır. 2) gemi teknesi, lan ve birinci, ikinci vb. i şekilde sıralanan güverte;
tank, kazan, basınçlı kap vb. lerinin yapımında kulla platform güverte; gemi makinesinin bulunduğu yer
nılan boyu 152 mm ve kalınlığı 6,35 mm'den fazla ya da platform.
olan çelik levha ya da saç. 3) dövülerek, haddeden platine: Nad. Ola. platin.
çekilerek yapılan, metal, çoğu zaman çelik levha ve plating: 1) kaplama işi veya işlemi; kaplamacılık. 2)
ya saç. 4) buhar ve su dramına konularak haşlak su metal levhaların dış katmanı. 3) altın, gümüş, kalay
ve buharı birbirinden ayıran perde; steam baffle ola vb. inin ince bir katmanı.
rak da kullanılır. 5) bir akü hücresinin elektrotların platinic: Özellikle dört değerli platin kapsayan veya
dan herhangi biri. 6) bir kapasitörün dokunma yüze ona benzeyen ya da bu tür platine ait.
yi. 7) bir elektron tüpünde pozitif eleman veya anot. platiniferous: Platin veren.
8) altın, gümüş, kalay vb. i ile kaplamak. 9) bazı ka platiniridium: Platin ve iridyumun, bazan diğer akra
zanlarda, buhar dramına asılan çinko blok veya lev ba metalleri kapsayan doğal bir alaşımı; plâtinirid-
halar. yum.
plate air heater: Bkz. Ljungström air heater. platinite: Bir demir nikel alaşımı; plâtinit.
plate, baffle: Bkz. baffle plate. platinize: Platinle kaplamak veya birleştirmek.
plate circuit: Bir elektrik tüpünün anotu, transforma
törler, mikrofon veya kulaklık, B batarya veya diğer
platinized electrode: Yoğunluğu 10 g/dm 3 olan
tin klorür çözeltisine yerleştirilmiş iki platin elektrot;
bir güç kaynağı ve anota dönüşten oluşan bir devre; küçük bir doğru akım geçirildiğinde katot üzerinde
anot devresi. platin siyahı katmanı oluşur; plâtinlenmiş elektrot.
plate cooler: Diz. Mot. giriş ve çıkış hederleri ile bun platinocyanic: Platin ve siyanojen kökü kapsayan bir
ların arasına donatılan düzlemlerden oluşan bir yağ asite ait veya onu belirten; plâtinosiyanik.
lama yağı soğutucusu; düzlem soğutucu veya kuler; platinocyanid: Bkz. platinocyanide.
düzlemler dikdörtgen şeklinde ve köşelerinde birer platinocyanide: Kimy. platinin ve bazı diğer element
dairesel delik bulunan ve titanyumdan yapılan parça veya kökün siyanürü; plâtinoslyanür: Fotoğrafçılık
lar olup dış yüzeylerinde soğutma suyu dolaştırılır. vb.inde kullanılır.
plate current: Bir elektron tüpünün anot (levha) dev platinoid: 1) platine benzeyen. 2) bakır, nikel, çinko
resinde akan ve genel olarak bir kaç miliamper olan ve tungstenin bir alaşımı; plâtinoit; elektriksel direnç
akım; anot (levha) akımı. bobinleri vb. i yapımında kullanılır. 3) platin grubu
plate dissipation: Bir elektron tüpünün anotunda gö metallerden herhangi biri.
rülen güç kaybı; anot veya levha kaybı. platinotype: 1) hassas bir çözelti veya geliştiricide
plated: 1) levhalarla kaplanmış veya korunmuş olan. platin tuzları kullanımı ile siyah platin tozunda fotoğ
2) özellikle değerli bir metal ile kaplanmış. raflar basma işlemi. 2) bu işlem ile üretilmiş bir bas
plate gauge: Diz. Mot., Pist. Buh. Mak. palamar yatak- kı.
larındaki aşınmayı önlemek için kullanılan ve ölçüm, platinous: Özellikle iki değerli platin kapsayan veya
gösterge ile şaft jurnali arasına filer sokularak yapı ona benzeyen ya da bu tür platine ait.
lan bir ölçü cihazı; saç levhadan yapılır; gauge brac platinum: Elektrik ve korrozyona çok dayanıklı, çelik
ket adı da verilir. grisi renkli, dövülebilen, haddeden çekilebilen meta
platen: 1) bir matbaa makinesinde düz bir metal lev lik kimyasal element; platin; kimyasal katalizör, asite
ha veya döner silindir; merdane kâğıdı mürekkepli dayanıklı kaplar, elektrik sigortası, mücevher, dişçi
harflere doğru bastırır. 2) daktilo makinesinde harfle lik teçhizatı vb. i yapımlarında kullanılır; Simg. Pt;
rin vurduğu silindir veya rulo. at.ağ. 195,23; at.no. 78.
plate nozzle: Buh. Türb. kesiti dikdörtgen şeklinde platinum black: Metal platinin çok küçük parçalara
olan ve köşeleri yuvarlaklaştırılmış bir tür buhar no- ayrılması ile oluşan siyah bir toz; platin tuzlarının in
zulu, memesi veya lülesi, dirgenmesi ve organik sentezlerde katalizör olarak
plate return: Anot devresini tüp flâmanına bağlayan kullanılır.
tel; anot dönüş teli veya kablosu. play: 1) hafifçe, hızla veya düzensiz olarak hareket et
plate thickness: Gemi teknesi, basınçlı kap vb. inde mek; oynamak; sallanmak. 2) bir makinenin parçası
kullanılan saçların kalınlığı; saç levha kalınlığı. gibi belirli sınırlar (limitler) içinde serbest olarak ha
plate voltage: Bir vakum tüpünün anot ve katotu ara reket etmek. 3) hareket etmeye, işlemeye vb. neden
sındaki potansiyel farkı veya gerilim düşümü; anot olmak. 4) serbest, hızlı veya hafif olduğu zaman et
gerilimi; levha gerilimi. ki, hareket veya aktivite. 5) boşluk ya da klerens: Ya
platform: 1) tahta, taş veya metalden yapılmış yük tak boşluğu gibi.
sek ve yatay bir yüzey; platform; özellikle: a) tren, plenary: Tam; komple; bütün; mutlak; absolü; salt.
tramvay vb. lerinin sahanlığı, b) tren, tramvay vb. le- plenish: Tümü ile doldurmak; donatmak veya teçhiz
rinde sonraki giriş. etmek; stok yapmak.
platform balance: Tartılacak maddelerin üzerine ko plenum: 1) madde ile dolu yer (karşıtı vakum). 2) do
nulduğu düz bir platformu olan tartı cihazı; platform lu olma durumu; doluluk. 3) kabı çevreleyen basınç
baskül. tan daha yüksek basınçta kapalı bir gaz hacmi.
platform car: Üstü veya yükseltilmiş kenarları olma plessor: Lâstikten yapılmış, yumuşak başlı küçük bir
yan demiryolu vagonu; açık vagon. çekiç.
platform deck: Den. en alttaki güvertenin altında ka
Teknik Sözlük - F. 27
plexiglass 418 plus
plexiglass: Hafif, saydam;: termoplâstik bir madde; key durumunu saptamak için kullanılan, bir ipin ucu
Pleksiglas (Ticarî bir marka). na asılmış kurşun ağırlık; şakul; çekül; iskandil; is
pleximeter: Tıp. fildişi gibi bir maddeden yapılmış ve kandil ağırlığı veya kurşunu; plumb bob biçiminde
vücudun bir parçasına konulan ve üzerine vurularak de kullanılır. 2) dikey ya da düşey; tam dikey ya da
tanı sağlanan küçük, ince bir levha; pleksimetre. düşey. 3) dikey yönde; dikey olarak. 4) dikey olarak
plexor: Bkz. plessor. asılmak. 5) kurşun ile çalışmak (boru tamircisi gibi).
pliability: Eğilip bükülme yeteneği. 6) iskandil (kurşun ağırlık) ile denemek veya iskan
pliable: Kolay olarak bükülen veya kalıplanan; esnek dil etmek. 7) boru tesisatçısı gibi (borular vb.) üze
ya da fleksibıl, rinde çalışmak. 9) kurşunla sızdırmaz yapmak.
pliancy: Esnek, bükülebilir olma niteliği. plumbaginous: Kalem kurşununa ait veya ona benze
pliant: 1) kolaylıkla bükülen; kolay kalıplanan veya yen; kalem kurşunu kapsayan.
kalıba dökülen. 2) adapte edilebilir. plumbago: 1) grafit. 2) kurşun uçlu bir alet ile yapıl
pliers: Tel kesmek, küçük maddeleri tutmak için kulla mış şekil veya çizim.
nılan küçük bir alet; kerpeten; pense. plumb bob: iskandil veya şakul ucundaki ağırlık.
plier with nose: Kargaburun pense; kargaburun. plumbeous: Kurşuna ait, ona benzeyen veya kurşun
Plimsoll mark (or üne): Ticaret gemilerinin bordala kapsayan; kurşundan.
rında yasal batma seviyesini veya yükleme düzeyini plumber: Gaz ve su sistemlerinin boru, teçhizat vb. le-
gösteren işaret; fribord markası; Plimsol işareti; mak rini donatan veya onaran usta kişi; tesisatçı; boru ta
simum yükleme işareti. mircisi.
pliotron: Bir ya da daha fazla ızgaraya sahip olan plumbery: 1) tesisatçılık; boru tamirciliği (onarımcılı-
yüksek vakumlu bir tüp; örneğin; triyot veya tetrot. gi).
plot: 1) üzeri işaretlenmiş yüzey, özellikle toprak plumbic: Özellikle dört değerli kurşun kapsayan veya
alan; parsel. 2) bir bina, mülk vb. inin plân, grafik dört değerli kurşuna ait.
ya da haritası. 3) plân, grafik veya haritasını (bina, plumbiferous: Kurşun kapsayan veya üreten.
gemi rotası vb.) çizmek. 4) Mate, a) bir grafik üzerin plumbing: 1) iskandil veya çekül kullanma. 2) bir tesi
de noktaları yerleştirmek ve onları bir eğri şeklinde satçı veya boru tamircisinin işi ya da ticareti; boru te
birleştirerek çizmek, b) çizmek (eğri), c) plân yap sisatçılığı; boru tamirciliği. 3) tesisatçının işi olan bo
mak; şema yapmak. rular ve teçhizat.
plotter: Plân yapan kişi. plumbism: Kurşun zehirlenmesi.
plotting paper: Üzeri belirli ölçülerde (genellikle 5'er plumb line: iskandil etme veya dikey yönü saptama
mm'lik) karelerle donatılmış kâğıt; kareli kağıt; grafik da kullanılan kurşun ağırlık veya iskandil asılmış bir
çiziminde kullanılır. ip ya da kaytan; çekül veya şakul.
plow: 1) toprağı alt üst etmek ve dağıtmak için kullanı plumbous: Özellikle iki değerli kurşun kapsayan ve
lan tarla aracı; saban. 2) buna benzeyen herhangi ya bu kurşuna ait.
bir araç, özellikle kar gidermek için kullanılan biri: plumb rule: Çekül (şakul) ipi ve ağırlığı donatılmış
Kar sabanı; kar temizleme makinesi. dar bir tahta; marangozlar vb. i tarafından kullanılır.
plow steel wire: Çelik halat yapımında kullanılan yük plumbum: Bkz. lead.
sek nitelikte çelik tel. plummet: 1) iskandil veya çekül (şakul) ipine bağla
plug: 1) bir delik, aralık, çıkış vb. ini kapatmak için nan bir ağırlık. 2) ip ve ağırlık birlikte. 3) ağır bir bi
kullanılan bir cisim; tapa; tıpa; örneğin buhar kazan çimde yüklenmiş şey. 4) dikey olarak aşağıya düş
larının boru tapası; tıkaç. 2) çıkışına bağlanarak bir mek.
devrenin açılıp kapanmasını sağlayan elektriksel bir plunger: 1) Diz. Mot. tulumbalar, yakıt püskürtme
cihaz; fiş. 4) buji Bkz. spark plug. 5) yangın muslu pompaları vb. inde kullanılan, küçük çaplı, silindirik
ğu Bkz. fire plug. 6) Bkz. fusible plug. 7) bir tapa parça; Gem. Mak. plencer; plonjer. 2) Meka, küçük
ya da tıkaç sokarak tıkamak veya doldurmak. 7) ta çaplı piston. 3) dalan bir kişi; dalgıç.
pa koymak. plunger barrel: Bkz. plunger bushing.
plug, drain: Bkz. drain plug. plunger bushing: Diz. Mot. yakıt püskürtme pompala
plug extractor: Buh. Kaza. borulara vurulmuş tapalan rında yakıtı sıkıştırarak çok yüksek basınç sağlayan
çıkarmak, sökmek için kullanılan bir alet; boru çıkarı plencerin içersinde çalıştığı ve üzerinde yakıt giriş
cı veya sökücü. ve çıkış portları bulunan silindir; plencer silindiri, bur
plug gauge: Delik mastarı; deliklerin çaplarını ölçmek cu veya gayıtı.
için kullanılan bir cihaz. plunger cylinder: Bkz. plunger bushing.
plugged: Tapalı; tıkalı. plunger pumps: Sıvı silindirlerinde plencerleri olan,
plugger: Tapalayan kişi ya da şey. doğrudan etkili tulumbalar, plencerli pompalar; bu
plugging: Elektrik motorları için, onu zıt yönde çalış har makineleri veya elektrik motoru ile çalıştırılırlar.
tırma eğiliminde olan dinamik fren sistemi. plunger spring: Diz. Mot. Kam tarafından yukarı hare
plug hole: Tapa deliği. plug- ket verilen pompa plencerini, aşağıya, alt ölü nokta
in: Fişe takmak. sına çeken yay; plencer yayı.
plug, spark: Bkz. spark plug. plunger unit: Diz, Mot. yüksek basınç veya yakıt püs
plug valve: Çeyrek tur döndürülerek açılan ya da ka kürtme pompasının plenceri ve plencer silindirinin
patılan bir valf; plag valf; tapa valf. oluşturduğu ünite; plencer ünitesi; plencer ve silindi
plug weld: Çukur kaynağı; ya ark ya da gaz kaynağı ri.
ile yapılan dairesel bir kaynak türü. plus: 1) eklenmiş; ilâve edilmiş. 2) Elekt. pozitif; pozi
plumb: 1) suyun derinliğini veya bir duvar vb. inin di tif olarak.
plus sign 419 point
çok renkli; polikromatik. şan bir ifade veya eşitlik; polinomiyal: x + 2xy+y gi
polychrome: 1) çok renkli. 2) türlü renklerle yapıl bi. 2) B/o. türünün adı iki veya daha fazla terimden
mış; çok renkli baskı gibi. oluşan.
polychromic: Bkz. polychromatic. polynomial expansions: Mate, iki terimli açınımlar;
2
polyconic projection: Paralellerin aynı merkezli olma polinomiyal genişlemeler; (a+b + c + d + ) =
2 2 2 2
yan dairelerin yayları ve eğrilerin merkezden itiba a + b + c + d + 2a
ren eşit olarak yerleştirildikler harita izdüşümü türü. (a+b + c+d + )+2b(c+d + )+2c(d + )
polyelectrolytes: Evaporatörlerde 80°C'nin üzerinde +....
ki işletmelerde kazan taşına (kışıra) engel olmak şeklindeki açınım.
için kullanılabilen doğal (protein, zamkı arabî) veya polynuclear: Çok çekirdekli olan; polinükleer.
yapay (polietilenimin, poliakrilik asit tuzları) ve iyo polyphase: Elekt. iki veya daha fazla faz üreten veya
nik bileşenler kapsayan kimyasal maddeler; polie- iki ya da daha fazla faza sahip olan; çok fazlı: Çok
lektrolitler. fazlı akım gibi.
polyester resin: Oda sıcaklığı ve küçük bir basınç al polyphase motors: 110, 220, 380, 440 ve 550 voltlar
tında sertleştirilen bir alkit reçinesi; polyester sakızı da çalıştırılabilen, 1/6 kW'tan, yüksek güçlere kadar
veya reçinesi. imal edilebilen, yüksek ilk hareket torku üreten, özel
polyethylene: Etilenin termoplâstik yüksek bir likle üç fazlı motorlar; çok fazlı elektrik (AC) motorla
polime ri; polietilen; paketleme ve elektriksel rı.
amaçlarla kul lanılan saydam plâstik. polyphosphoric acid: Kimyasal formülü H 2 P0 3 (H-
PO3 )n PO 4 H 2 olan ve tuzlarına polifosfat adı verilen
bir asit; polifosforik asit.
polypropylene glycol •W, poppets
polypropylene glycol: Sıv. Yük, polipropilen glikot; paketlemekte vb. kullanılır; polivinil klorür.
PPG (bir sayı izler); PROPYLAN (bir sayı izler); tehli polyvinyl chloride plastic: Polivinil klorür sakızı, yu
kesi olmayan, etere benzer bayıltıcı kokulu, say muşatıcı, dengeleyici ve dolgu maddelerinden olu
dam, hafif renkli, hafifçe yağlı, viskoz, glikol ailesin şan bir gazket maddesi, polivinil klorür plâstik; 40
den, higroskopik ve dayanıklı bir sıvı; Simg.R [- bar basınca ve 60°'den fazla olmayan sıcaklığa da
0(C 3 H 6 0) n OH) m (burada: m = 1-8 ve R = H'dır); yanıklı olup yakıt ve yağlama yağı boru devrelerinde
25°C'de öz.ağ. yaklaşık 1 ; d.n, yaklaşık -10°C; su kullanılır.
da çözünmez; 25°C'de viskozitesi yaklaşık 560-600 ponderosity: Çok ağır veya masif olma durumu ya
cS; gemilerde çevre sıcaklığı ve atmosfer basıncında da niteliği.
taşınır. ponderous: 1) çok ağır. 2) ağırlığı nedeniyle hantal.
polysaccharides: Genel formülü (C 6 K 1 0 O 5 ) x olan 3) ağır görünen; masif; som; hacimli; çok yer kapla
doğal karbonhidratların bir sınıfı; poiisakkaritler, ör yan. 4) güçlükle yapılan.
neğin sellüloz. ponton: Ask. ABD. pontoon.
polystyrene: Saydam, renksiz önemli bir plastik mad
pontoon: 1) düz karinalı veya altlı bir tekne; duba;
de; stiren'in polimeri; polistiren, C 6 H 5 CH:CH 2 iyi
ponton. 2) geçici bir köprü için destek olarak kullanı
elektriksel özelliklere sahip olup radyo ve televizyon
lan dubalar veya içi boş silindir gibi diğer yüzer ci
parçalan için kullanılır.
simlerden herhangi biri. 3) küçük bir uçağın suya in
polysulfide: Birleşen elementin gerektirdiğinden da
mesine müsaade etmek için kullanılan bota benzer
ha fazla kükürt atomuna sahip olan ikili ya da binari
iki şamandradan herhangi biri; Bkz, amphibian.
bir kükürt bileşiği; potisülfür.
pontoon bridge: Duba ya da pontonlar tarafından ta
polytechnic: 1) bir çok bilimsel ve teknik konularda
şınan köprü; tombaz köprü; çoğu zaman ponton
öğretim/eğitim sağlama; bilimsel ve teknik konular
bridge şeklinde de yazılır.
da öğretime ait. 2) çoğu zaman mühendislik öğre
pontoon crane: Makineli veya makinesiz, bir duba ve
tim ve eğitimi veren politeknik enstitüsü veya okulu.
n ya ponton üzerinde taşman kreyn; ponton kreyn ve
polytrop: Mot., Buh. Mak. pv = C ifadesine uygun ya vinç.
durum değişikliği, sıkıştırma veya genişleme (1 < n pool tube: Cıva havuzundan oluşan, soğuk katotlu
< 1,41); politrop. bir gaz deşarj (boşalım) tüpü; havuz tüp.
polytropic compression: İçt. Yan. Mak. gerçek pV di poop: 1) Orj. Ola. bir geminin kıç kısmı; pupa. 2) yel
n
yagramlarında bir politrop olan ve pV = C eşitliği kenli bir gemide, kıç tarafta bazan bir kamaranın ça
ne uyan bir eğri i!e belirtilen genişleme; politropik tısı şekli verilen yükseltilmiş güverte; kıç kasara; po
genişleme. op deck şeklinde de kullanılır. 3) bir geminin kıç ka
polytropic expansion: Mot. gerçek pV diyagramında sarası veya pupasından girmek (dalgalar için söyle
n
bir politrop olan ve pV = C (n=1,15-1,30) eşitliğine nir). 4) kıç kasara veya kıçüstünden almak (dalga,
uyar. sıkıştırma (n = 1,34-1,39). deniz).
n
polytropic exponent: Term. pV = C ifadesinde V- poor connection: Kıvılcım ya da sparka neden olan
den büyük, 1,41'den küçük herhangi bir değeri olan zayıf veya gevşek bağlantı: Elektriksel bağlantılar
üs (n); politrop üssü. için kullanılır; zayıf bağlantı; gevşek bağlantı.
n
polytropic process: pV = C ifadesine uyarı genişle poor acceleration: Benz. Mot. hava-benzin karışımı
me veya sıkıştırma işlemi; politropik sıkıştırma ya da yetersizliği nedeniyle makine devir sayısının çok ya
genişleme işlemi; politropik işlem. vaş yükselmesi; zayıf hızlanma.
polytetrafluoroethylene: Gem. Mak. politetrafloroeti- poor maintenance: Zayıf ya da yetersiz bakım (içten
ten; Simg. (C 2 F 4 )n ; kuvvetli asitlere, alkalilere, oksit yanmalı makineler, elektrik motorları vb. i için).
leyici maddelere, nükleer radyasyon, morötesi ışın poor mixture: Bkz. lean mixture.
lar, ozon ve havaya yüksek dayanıklıkta ve sürtün pop: 1) anî, kısa ve hafif bir patlama sesi. 2) tabanca,
me katsayısı küçük bir madde; PTFE kısaltması ile tüfek vb. i ile atış. 3) alkolsüz, karbonatlı herhangi
belirtilir; conta, yatk, layner, keçe, esnek, hortum, bir içecek. 4) Buh. Kaza. emniyet valfının açma veya
piston segmanı, yalıtıcı vb. i yapımlarında kullanılır. atma sesi.
polyunsaturated fatty acids: ikiden fazla çift bağ popper: 1) patlatan kişi veya şey; patlangaç. 2) mısır
kapsayan hayvansal bir yağ asiti; doymamış yağ asi patlatmak için kullanılan, telden, delikli olarak yapıl
li; örneğin linoleik asit, araşidonik asit vb. i: mış bir kap; mısır patlatıcı
poiyvalence: Çok değerli veya valanslı olma durumu poppet: 1) bir makinenin döner veya hareketli bir par
veya eşitliği. çasının yatağı; poppethead adı da verilir. 2) Bkz.
polyvalent: Kimy. birden büyük değere sahip olan; poppet valve. 3) bir teknenin küpeştesinde bulunan
çok değerli veya valanslı. ve ıskarmoz taşımak için kullanılan bir parça ağaç.
polyvinyl: Polimerize vinil bileşikleri grubunun her poppethead: Bir makinenin devir hareketli veya dö
hangi biline ait veya onu belirten; polivinil. ner ya da hareketli bir parçasını taşıyan yatak.
polyvinyl chloride: Tatsız, kokusuz, zehirli olmayan, poppets: Tersanelerde gemilerin altına konulan ve
aşınmaya dayanıklı termoplâstik bir polimer; polivinil onu taşıyan payanda; kızak payandası;takarya.
klorür; kimyasal işlem boru devrelerinde; et ve tavuk
poppet valve 423 positiv e
poppet valve: Mot, Buh. Mak. dikey olarak çalışan portability: Taşınabilir olma durumu veya niteliği; taşı-
ve bir mekanizma ile açılıp kapatılan ve yuvasına nabilirlik; taşınırlık.
oturduğu zaman egzoz gazı, hava, buhar vb. i akış portable: 1) taşınabilir. 2) kolayca taşınan; portatif,
kan akımına engel olan bir valf; popet valf ya da su portable drill: Taşınabilir mekanik, pnömatik veya
pap. elektrikli matkap cihazlarından herhangi biri; taşına
poppet-valve engines: Dizel ve benzin motorları ile bilir ya da portatif matkap cihazı.
doğru akımlı makineleri kapsayan ve supapları bir portable electric drill: Portatif veya taşınabilir elektrik
mekanizma ile açılıp kapatılan makineler; popet valf- li matkap.
lı makineler. portable extinguisher: Soda-asit cihazı, küçük C0 2
pop safety valve: Buh. Kaza. yay yükü ile çalışan em tüpü vb. i gibi, taşınabilir veya portatif bir yangın
niyet veya güvenlik valfı; Gem. Mak. seyfti valf. söndürücü; minimaks.
porcelain: 1) saydam, sır ile kaplı ince, beyaz, yarı portable fire extinguisher: Yangınla mücadele için
saydam, sert madde; porselen. 2) tüm porselen ta kullanılan taşınabilir karbon dioksit, tetraklorür, kuru
baklar ve süs eşyaları. 3) porselenden yapılmış. kimyasal madden söndürücülerden herhangi biri; ta
porcelain insulator: 1) Elekt. havai hatlarda iletkenle şınabilir yangın söndürücü.
rin bağlandığı porselenden yapılmış izolatör. 2) buji portable hand winch: Bir kol ve dişli mekanizma yar
lerin porselenden yapılan yaiıtkan gövdesi. dımıyla yükleri insan gücü ile kaldıran birvinç; porta
pore: 1) Or). Ola. pasaj; kanal. 2) bitki yaprakları, de tif veya taşınabilir el vinci.
ri, filtre vb. inde sıvıların emilmesi veya atılmasına portable hoist: Madenî tekerlekleri yardımıyla çekile
yardım eden, çoğu zaman mikroskopik, minik delik rek istenilen yere götürülebilen ve bir dişli donanım
ler; gözenek. 3) kaya veya diğer maddelerde benzer ve kol ile elle çalıştırılan bir vinç; portatif vinç,
delik. portable pump: Merkezkaç türden olan ve yangınla
poriferous: 1) gözenekleri olan; gözenekli. 2) sünger mücadele için daha çok savaş gemilerinde kullanı
lere ait. lan bir tulumba; portatif veya taşınabilir pompa;
porisrn: Esk. Mate, türlü şekillerde açıklanan geomet P-500, P-250 gibi kısaltmalarla belirtilir.
rik bir dava veya mesele. portage: 1) taşıma veya nakletme işi; taşıma. 2) bu
porosimeter: Sıvılar tarafından katıların gözenekliliği nun ücreti; taşıma ücreti. 3) bir taşıma yolu üzerin
ve geçirgenliğini saptamak için kullanılan bir cihaz; den (gemiler vb. i) ile taşımak veya nakletmek.
porosimetre. portative: 1) yük, dolgu vb. i taşıma gücüne ait veya
porosity: 1) bir maddenin kütlesinin her tarafında kü bu güce sahip olan. 2) taşınabilir; portatif.
çük gözenekler oluşması. 2) bir katıdaki gözenekle port authority: Bir ülkenin deniz trafiği yönetmelikle
rin hacim yüzdesi. 3) bir elektrik izolatöründen (yalı rinden sorumlu devlet kurumu; liman başkanlığı; li
tıcısından) bir sıvının rahatça geçmesi. man yönetimi; liman başkanı; liman reisi.
porous: Sıvılar veya ışığın geçebileceği gözenekler porthole: 1) gemilerin bordalarından ışık ve havanın
veya mesamat ya da minik deliklerle kaplı; gözenek girmesini sağlamak için yapıları dairesel kısım; lum-
li; mesamatlı. buz. 2) gemilerin bordalarında bulunan yükleme
porous-chrome-plating: Bkz. porous chrome pro için bir açıklık; lumbar. 3) bir ocak kapağı gibi, şekli
cess. bir bakıma buna benzeyen bir delik.
porous-khrome process: Diz. Mot. silindir gömleği porthole glass: Den. lumbuz camı.
(layner) işlenmesinde uygulanan bir yöntem; göze portion: Parça; porsiyon.
nekli kromla kaplama; Van der Horst yöntemi. Portland cement: Kireçtaşı ve kil veya benzer madde
porphyrin: Hemoglobin veya klorofilin türevleri olan lerin yakılması ile yapılan ve su altında sertleşen bir
bir pirol grubu; demir ve magnezyum kapsamaz. tür çimento; Portland çimentosu.
porro prism: Bir 90° ve iki 45° lik açıya sahip olan üç- port scavenging: Portlaria donatılmış iki zamanlı mo
gensel optik prizma; teleskop tüplerinin daha kısa ol torlarda uygulanan bir süpürme yöntemi; basit port-
masına yardım eder; Poro prizması. lu süpürme; portlu süpürme; Bkz. scavenging.
port: 1) liman. 2) gemilerin girip çıktıkları ve yükleme port stick: Esk. Buh. Mak. slayt (çekmece) valfı ayar
boşaltma yaptıkları limanı olan bir il ya da ilçe; li lamak veya lid miktarını ölçmek üzere çam tahtasın
man şehri. 3) ithalât limanı. dan yapılmış, genişliği 20 mm ve kalınlığı 12 mm
port: 1) yüzünü baş tarafa doğru çeviren bir kişiye gö olan bir çubuk; port mastarı; slayt valf mastarların
re bir gemi veya uçağın sol tarafı; iskele; larboard dan biri.
şeklinde de kullanılır. 2) iskele tarafa ait veya iskele pos.: Bkz. positive.
de. 3) iskeleye dönmek (dümen için) veya hareket pose: Demir tozu.
etmek. position: 1) Aritm, türlü deneme değerleri kabul ede
port: 1) giriş. 2a) lumbar (lombar), b) bunun için ka rek bilinmeyen bir niceliği bulma yöntemi; rule of tri
pak; lumbar kapağı. 3) Mot. iki zamanlı makinelerde al and error adı da verilir. 2) yerleştirmek. 3) belirli
hava ya da hava benzin Karışımının girdiği ve egzoz bir gruba koymak. 4) yer; mevki; mahal: Geminin
gazlarının atıldığı, silindir gövdesine açılmış pencere mevkii gibi. 5) ofis; iş.
ler; süpürme ve egzoz portları; giriş portu. 4a) Buh. positive: 1) diğer elektrottan daha yüksek potansiye
Mak. buharın çekmece mahfazasından (slayt key- le sahip olan bir elektrot için söylenir. 2) Elekt. a) bir
sten) silindire girmesini ve çoğu zaman egzoz edil parça ipeğe sürtüldüğü zaman bir cam çubukta üre
mesini sağlayan buhar (stim) yolları; buhar portarı. tilen elektrik türüne ait veya onu belirten, b) pozitif
b) bazı çekmecelerde (slayt valflarda) buhar yolları; elektrik ile üretilen ve yüklenen; pozitif; karşıtı nega
buhar portu. tive. 3) Mate, sıfırdan daha büyük. 4) nitelik, nicelik,
positiv e colum n 424 potassiu m nitrat e tes t
külü vb. inden elde edilen ve yumuşak sabun, güb 806] ile ppm türünden SO, bulunur.
re vb. i yapımlarında kullanılan bir oksit; potas, K2O. potassium iodide: Fotoğrafçılıkta kullanılan beyaz ta
2) kostik potas; potasyum hidroksit; KOH. 3) potas necikler; potasyum iyodür; Kl.
yum karbonat, K2CO3 potassium myronate: Renksiz, kristalli, glükosittuzu;
potash mica: Yalıtıcı ya da izolatör olarak kullanılan potasyum mironat, KC 10 H 18 O 10 NS 2 ; siyah hardal
lifli bir mineral; alüminyum ve potasyum ortosilikat; tohumundan elde edilir; hidroliz ile glükoz verir.
muskovit; potas mika. potassium nitrate: Renksiz, kristalli bir bileşik; potas
potassic: Potasyuma ait veya potasyum kapsayan. yum nitrat; KN0 3 ; gübre, barut, koruyucularda, kim
potassium: Havada hızlı bir biçimde etkilenen yumu yada ayıraç ve oksitleyici madde olarak kullanılır; ni
şak, gümüş beyazı, muma benzeyen kimyasal meta ter, salt peter şeklinde de kullanılır.
lik bir element; potasyum; kalyum; tuzları şeklinde potassium nitrate test: Potasyum nitrat deneyi; Fid
doğada bol miktarda bulunur; gübre, cam vb. i ya (besi) suyundaki yedek fosfat miktarını saptamak
pımlarında kullanılır; Simg.K; at.ağ. 39,096; at.no.19. 3
için kullanılan bir deney: Sıcak, süzülmüş 50 cm su-
po ta ssiu m pe rmanganat e 425 powe r balanc e
Fosfat yedeğinin miktarı ne kadar yüksek ise bu tep bir yüzeye uygulanan bir paundluk (0,453 kg) bir
kime o kadar kısa zamanda meydana gelir; iki daki
kuvvet; inç kareye libre olarak basınç; psi kısaltması
kadan az bir zaman fosfat yedeğinin 80 ppm'den bü
ile gösterilir.
yük, 5 dakikadan büyük zaman 20 ppm'den az fosfa
pour: 1) sürekli bir akım şeklinde akmaya neden ol
tı (P0 4 ) belirtir.
mak. 2) serbest, sürekli veya bol miktarda akmak.
potassium permanganate: Koyu mor renkli, kristalli
3) şiddetle yağmak (yağmur). 4) akma. 5) şiddetli
bir bileşik; potasyum permanganat, KMn0 4 ; oksitle
yağmur.
yici madde, antiseptik vb. olarak ve hacimsel analiz
pouring laddies: Erimiş metali ocaktan itibaren taşı
lerde kullanılır.
yarak kalıplara akıtan araç; erimiş metal akıtma kep
potassium sulfate: Yapay gübre yapımında ve kimya
çeleri veya kapları.
sal analizlerde kullanılan renksiz kristaller; potas
pour point: Akaryakıtların bir boruda veya boru devre
yum sülfat, K2SO4 sinde akabildikleri en düşük sıcaklık derecesi; akma
potency: 1) güç; kuvvet. 2) gelişme için kapasite; ge
noktası; akma sıcaklığı; motorlarda kullanılan yakıtla
lişme kapasitesi.
rın çoğunun akma noktası 0°C'nın altındadır; dizel
potential: 1) verilen bir nokta ile aza arasındaki potan
yakıtları için maksimum akma noktası -18°C veya
siyel farkı. 2) Elekt. bir devre veya alanının bir nokta
0°F'dir.
sında göreli (rölatif) gerilim, elektrik şarjı miktarı ve
pour point additives: Bkz. pour point depressor.
ya elektrifikasyon derecesi; potansiyel. 3) Fiz. duru
pour point depressor: Akma noktalarını veya sıcaklık
mun fonksiyonu olarak enerjide bir skalar büyüklük;
larını düşürmek için ve mum oluşmasına engel ol
potansiyel.
mak amacıyla yağlama yağlarına katılan alkil nafte-
potential difference: Aralarında akan akım sonucu
len vb. i maddelerden biri; akma noktası düşürücü.
iki noktanın elektriksel durumundaki fark; potansiyel
pour point improver: Bkz. pour point depressor.
farkı.
pour test: Mot. yağlama yağlarının akma noktalarını
potential divider: Bir elektrik cihazının uçları arasın
ve yakıt içindeki göreli mum miktarını saptamak için
daki potansiyel farkını denetlemek için kullanılan de
yapılan deney; akma deneyi, tecrübesi veya testi.
ğişken bir direnç elemanı.
powder: Herhangi bir kuru maddenin çok ince, duma
potential energy: Bobin biçimindeki bir yayda, baraj
na benzer partikül şeklinde, ezilerek ya da öğütüle
gölündeki suda, bir dağın tepesindeki kaya ya da
rek üretilen şekli; toz; pudra. 2) özel bir toz türü. 3a)
karda olduğu gibi, hareket yerine göreli durum sonu
toz şeklinde bir ilâç. b) bunun bir dozu. c) toz duru
cu olan enerji; potansiyel enerji; durağan enerji.
muna getirmek.
potential energy, nuclear: Bir çekirdekte tüm nükle-
powdered: Toz haline getirilmiş.
onların, aralarında etkiyen çekirdek kuvvetlerinden
powdered coal: Yıkanıp öğütülerek pudra kıvamına
gelen ortalama toplam enerji; nükleer potansiyel
getirilen ve enerji üretmek üzere kullanılan kömür;
enerji.
tozkömür; pudra kıvamında kömür.
potential galvanometer: Yüksek dirençli, voltmetre
powder magazine: Barut ve patlayıcıların depolandı
olarak kullanılabilen bir galvanometre; potansiyel
ğı bir bölme; cephanelik; baruthane.
galvanometre.
powder metallurgy: Metal ve alaşımları toz haline in
potential gradient: Mesafe ile potansiyelin değişim
dirgedikten sonra bunlara büyük basınç ve sıcaklık
miktarı; terim çoğu zaman elektrik alanlarına uygula
ta şekil vererek katılaştırma işlemi veya bilimi; toz
nır; bir iletkene de uygulanabilir; potansiyel değişi
metalürjisi.
mi.
powdery: 1) toza alt; toza benzer; toz şeklinde. 2) toz
potentially: Kuramsal olarak mümkün, fakat henüz
la kaplı; toz gibi.
gerçek olmayan; olanak dahilinde.
power: 1) iş yapma kapasitesi; yapma ve üretme yete
potentiometer: Elektrik potansiyelini ölçmek ya da
neği. 2) fiziksel kuvvet veya enerji: Elektrik enerjisi
denetlemek için bir cihaz; potansiyometre; voltmet
gibi. 3) fiziksel kuvvet veya enerji uygulamak için uy
re; gerilim ölçer.
gulama kapasitesi: 60 vatlık güç gibi. 4) Mate. bir sa
pot metal: 1) Orj. Ola. kap kaçak yapımında kullanı
yının kendisi ile çarpımının ürünü: 2'nin ikinci kuvve
lan kurşun ve bakırın bir alaşımı. 2) kap yapımı için
ti 4 ve 2'nin beşinci kuvveti 32'dir gibi. 5) Opt. bir
uygun bir demir türü. 3) erime sırasında bile her ta
mercek, mikroskop, teleskop vb. inin büyütme dere
rafı renkli olan boyanmış cam.
cesi; görüntü ve cisim çaplarının oranı ile belirtilir.
pottle: 1) Esk. yarım galona (1,89 litreye) eşit bir sıvı
6) bir güç kaynağı ile sağlamak ya da temin etmek.
ölçüm birimi. 2) bu kapasiteye sahip olan bir kap ya
7) elektrik enerjisi ile çalıştırılan. 8) makine güç siste
da maşrapa. 3) bu kabın içeriği.
minden hareket alarak hizmet veren.
pounce: Çok ince mangal kömürü tozu; model veya
power bearings: Güç yatakları; elektrik jeneratör ve
kalıp çıkarmada kullanılır.
motorlarının, santrfüj pompaların, türlü blover ve fan
pound: ingiliz ölçü sisteminin ağırlık birimi; paund;
ların yatakları gibi düzgün yük altında çalışan yatak
libre; 16 oz; 0,456 gram; 0,45 gram. 2) fut-paund-sa-
lar.
niye sisteminde kuvvet birimi.
power balance: Mot. Güç dengesi; güç balansı; her
powe r balancin g 426 power , wate r
pozzolana: Bkz. pozzuolana. precooler: Gaz. Türb. kapalı bir çevrimde, türbinde
pozzuolana: Su çimentosu veya hidrolik çimentosu görev yaptıktan sonra iş gören medyumun veya
yapımında kullanılan öğütülmüş volkanik kaya. maddenin deniz suyu tarafından soğutulduğu yer;
ppm: Parts per million: Milyonda kısım. ön soğutucu; Gem. Mak. prekuler.
Pr: Bkz. praseodymium. precooling: Ön soğutma; önceden soğutma.
pr.: Bkz. power. pre-exhaust: Serbest ya da ön egzoz: Bkz. free exha
praseodymium: Nadir toprak grubundan metalik kim ust.
yasal bir element; prasedimiyum; tuzları genel ola prefabricate: 1) önceden yapmak veya imal etmek.
rak yeşil renklidir; Simg. Pr; at.ağ. 140,92; at.no. 59. 2) standartlaştırılmış bölümier yardımıyla ve çabuk
pratique: Den. karantina veya sağlık kurallarına uy olarak inşa etmek: Prefabrik ev gibi.
gun olarak bir gemiye verilen, liman içinde çalışma preheat: Önceden ısıtmak; ön ısıtma.
ya devam edeceğine dair belge; pratika. preheater: 1) daha çok sömidizei makinelerinin enjek
pre-: Önce, öncelikte, erken, önde anlamlarında bir törlerinden yakıtı püskürtmeden önce ısıtan ısıtıcı;
önek. ön ısıtıcı.
prearrange: Önceden düzenlemek. preheating: Ön ısıtma.
prearrangement: Düzenlenmesi önceden yapılan. preigniton: Benz. Mot. yanma odası duvarlarında kız
precaution: 1) önceden alınmış tedbir veya önlem. gın noktalar oluşması nedeniyle, silindirdeki hava-
2) olası tehlike, arıza vb. ine karşı önceden alınmış benzin karışımının kıvılcım oluşmadan kendiliğinden
önlem. ve normal zamanından önce tutuşması; ön tutuşma
precession: İlk durumuna göre bir jireskopun dönme veya yanma.
düzlemi açısını değiştirmeye gayret eden herhangi preliminary exhaust: Dört zamanlı motorlarda egzoz
bir kuvvetin ürettiği bir hareket; presezyon. süpapı, iki zamanlı makinelerde egzoz portları açıldı
precipitant: Kimy. bir çözeltiye eklendiği zaman çökel ğı an silindirden gaz firarı; ön egzoz; serbest egzoz;
ti oluşturan bir madde; çökeltici bir madde. Bkz. free exhaust.
precipitate: 1) iki maddenin çözeltileri arasında kim- premature ignition: Bkz. preignition.
yasai etki ile oluşan çözünmez bir ürün. 2) Meteo. premium: 1) ödül ya da hediye. 2) ödenen ek miktar;
yoğuşmak ve yağmur, kar, sulu kar vb. i şeklinde özellikle, borç ve faiz için ödenen miktar. 3) sigorta
düşmek veya yağmak. 3) Kimy. kimyasal ayıraç, sı poliçesi için aralıklarla ödenen ücret; sigorta primi.
caklık vb. t etkisiyie bir çözeltiden katı olarak ayrılan 4) çok yüksek değer.
bir madde; çökelti. preparation: 1) hazırlama. 2) hazırlanmış; hazırlık. 3)
precipitation: 1) havadan ayrılan veya bulutlardan dü hazırlamak için yapılan bir şey. 3) özel bir amaç için
şen yağmur, kar, sulukar, sis, don, çığ vb. i gibi hazırlanmış bir şey.
nem. 2) kimyasal biçimde çözeltilerinden katıların preparation phase: Hazırlık safhası; Bkz, ignition de
ayniması. lay.
precipitation hardening: Bkz. age hardening. prepare: 1) hazırlamak; çoğu zaman özel bir amaç
3
precipitation number: Diz. Mot. 10 cm kullanılmış için hazırlamak. 2) gerekli teçhizat vb. i ile donat
3
yağ 90 m petrol naftası ile karıştırılıp hepsinin birlik mak. 3) bir plân ya da formüle göre malzeme, bile
3
te sepere edilmesiyle elde edilen cm türünden tor şen, parça vb. lerini bir araya koymak; tesis etmek.
tuyu belirtir; kullanılmış yağ içindeki tortu miktarını preservable: Korunabilir; saklanabilir.
saptamak üzere uygulanır; preslpitasyon sayısı; tor preservation: Saklama ya da saklanma.
tu deneyi; tortu sayısı en fazla 0,5 olmalıdır; bu sayı preserve: 1) zarar, hasar, tehlike, vb. inden koru
yı aşan değerlerde yağ değiştirilmelidir. mak; muhafaza etmek; saklamak. 2) gelecekte kul
precipitator: Çöktüren kişi ya da şey; çöktürücü; çö lanmak üzere tuzlayarak, turşu ve konserve vb. ya
keltici. parak hazırlamak (yiyecekler için).
precise: 1) tam anlamıyla tanımlanan; doğru olarak press: 1) sürekli kuvvet ya da ağırlıkta etkilemek; bas
belirtilen. 2) değişimi olmayan; dakik olarak doğru; tırmak; sıkıştırmak. 2a) sıkıştırma ile suyunu çıkar
kesin. mak, b) sıkıştırmak. 3) ütülemek. 4) basınç geçir
precisely: Kesin bir şekilde; kesin olarak; kesinlikle. mek ya da uygulamak. 5) sıkıştırma veya sıkıştırıl
precision: Kesin olma niteliği; kesinlik; dakiklik. ma. 6) basınçla kıran, damgalayan, düzelten vb. i
precision bearing: Mot. yüksek devirli makinelerin bir cihaz veya makine. 7a) basım için türlü makine
palamar yataklarında kullanılan, el ile alıştırılama- lerden herhangi biri; matbaa makinesi, b) baskı sa
yan, çok duyarlı işçilik gerektiren, selleri daha ince natı, işi veya uygulaması.
yapılan ve yatak metalleri çok ince olan yatak; has pressboard: Yalıtım veya izolasyon maddeleri ile do
sas yatak; duyarlı yatak. yurulmuş, cam gibi parlak bir madde; karton; yük
pre-combustion: Ön yanma; Bkz. pre-combustion sek basınç ve sıcaklık için uygun değildir; petrol ve
chamber. yağlama yağı boru devrelerinde kullanılır.
pre-combustion chamber: Sömidizel (yarım dizel) press fit: Pres veya basınçla birbirine geçirme; sıkı
makinelerinde yakıtın yanmaya hazırlandığı ve ilk geçme.
olarak tutuştuğu, çoğunlukla silindir kapağı üzerinde press, hydraulic: Bkz. hydraulic press.
olan ve bir ya da bir kaç dairesel kanal ile silindire pressed-in bushing: Bkz. full-floating bushing.
bağlanan hücre; ön yanma odası; ön yanma hücre press of sail (or canvas): Den. herhangi belirli bir
si. rüzgâr basıncı altında bir gemiyi emniyetli bir biçim
precool: Paketleme ya da nakletmeden önce yapay de yürütecek maksimum yelken yüzeyi ya da mikta-
olarak soğutmak. n.
pressure .128 pressuretro l
pressure: 1) sıkıştırma veya sıkıştırılma; kompresyon. yükselmesi için, 0°C'de basıncın 1/273'ü kadar yük
2) Elekt- elektromotor kuvvet. 3) Fiz. zıt bir gövdeye selir."
uygulanan kuvvet; bir yüzey üzerine dağıtılan itme pressure lubrication: Diz. Mot. karterden çarpma ile
ya da srast; birim alana uygulanan kuvvet; basınç; yağ alamayan makine kısımlarının yağlanmasında
2
N/m , bar, atm, at. psi vb. i kısaltmalarla belirtilir. standart bir yöntem; basınçla yağlama; cebrî yağla
pressure, absolute: Bkz. absolute pressure. ma; yağlama yağı bir dişli vb. i pompa ile samp (ma
pressure alarm: Diz. Mot. ceket ve piston soğutma kine altı) tanktan çekilerek (2-6 bar) basınçla maki
suyu ve yağlama yağı sistemlerine uygulanabilen ve nenin gerekli kısımlarına verilir.
buralardaki basınç belirli bir değerin altına indiğinde pressure oiling: Bir pompa, lubrikatör vb. ile yağla
işletmeciyi sesle uyaran cihaz; basınç alarmı; moni ma; basınç ile yağlama; cebrî yağlama.
tor şeklinde de kullanılır. pressure, partial: Bir gaz karışımının bileşenlerinden
pressure altitude: Standart atmosferde verilen bir ba (kısmî gazlarından) biri tarafından uygulanan ba
sınca uyan altitüt; basınç rakımı; yükseltisi veya alti- sınç; kısmi basınç.
tütü. pressure-reducing valve: a) ilk hareket sistemlerin
pressure-charged: Bkz. supercharged. de olduğu gibi, basınçlı havanın (~ 35 bar) basıncı
pressure charging: Bkz. supercharge. nı düşürmede (20-25 bara) kullanılan diyaframlı ve
pressure compounded turbine: iki ya da daha fazla ya pilot valflı bir cihaz; basınç düşürme valfı: Gem.
sayıdaki De Laval kademesinden oluşan türbin; ba Mak. redyusin valf. b) buharlı devrelerde taze buha
sınç basamaklı türbin; Rateau (Rato) türbini. rın basıncını düşüren ve onun ısıtma, sıcak su vb. i
pressure compounding: Basınç basamaklarından sistemlerde kullanılmasını sağlayan valf.
oluşan (türbin); basınç basamaklı. pressure regulator: Diz. Mot. yağlama devresi üzerin
pressure-control valve: Çek ya da stop valf sınıfına de bulunan, yay yükü ile çalışan ve yatakların boş
girmeyen ve sıvıların basınçlarını denetlemek için lukları normal iken bol miktarda yağ baypas eden,
özel olarak dizayn edilen valf; basınç denetim valfı. yatakların klerensleri aşırı olduğu zaman yağ verme
pressure cooker: Düdüklü tencere. yen ve yatakların bakım zamanlarının geldiğinin an
pressure, oritical: Kritik sıcaklığında bir gazı sıvılaştır laşılmasına neden olan cihaz; basınç regülatörü.
mak için gerekli basınç; kritik basınç. pressure regulator valve: Bkz. pressure regulator.
pressure relief valve: Diz. Mot. silindir kapakları üze
pressure drop: Basınç düşümü; giriş ve çıkış basınç
rinde bulunan ve silindirde belirli basınç aşıldığı za
ları arasındaki fark; iç sürtünme nedeniyle oluşur.
man kendiliğinden açılarak basıncı gideren ve yay
pressure face: Den. bir gemi tornayte hareket ediyor
yükü ile çalışan bir valf; basınç giderme valfı; Gem.
ken pervanesinin kanatlarının arka tarafı; basınç yü Mak. rilif valf; emniyet valfı; sadece relief valve ola
zü; sadece face olarak da kullanılır. rak da kullanılır.
pressure feed system: Buh. Türb. bir pompanın sağ pressure rise, rapid: Diz. Mot. tutuşma gecikmesin
ladığı basınç ile rotorşaft ve devir düşürücü dişlilerin den sonra silindir içindeki anî basınç yükselmesi;
yataklarının yağlandığı devre; basınçlı yağlama siste hızlı basınç artması veya yükselmesi.
mi; cebri yağlama devresi; basınçlı besleme sistemi.
pressure shift: Kaynak yüksek basınç altında olduğu
pressure filter: Diz. Mot. yağlama yağının pompa ba zaman, tayf hatlarının dalga boyundaki değişim; ba
sıncı ile geçirilerek temizlendiği, çoğunlukla bez tor sınç değişimi.
ba elemanlı bir süzgeç; basınç filtresi. pressure spindle: D/z. Mot. bir yay basıncı ile enjek
pressure-fired boiler: Bir gaz türbininin çevirdiği ha tör iğne valfını yuvasına bastıran dairesel kesitli çu
va kompresörü tarafından sağlanan aşırı doldurma buk; sıpındıl; baskı çubuğu.
havasının yanma havası olarak kullanıldığı kazan; pressure spring: Enjektörlerin püskürtme basınçları
basınçlı hava ile fayraplı kazan; süperşarjlı kazan; nın ayarlanmasına yardım eden ve baskı çubuğu
süperşarjlı buhar üretme sistemi. aracılığı ile iğne valfı yuvasına bastıran yay; enjektör
pressure, gauge: Bir manometre tarafından ölçülen, yayı; basınç yayı; enjektör basınçlarının ayarlanma
atmosfer basıncı üzerinde veya altındaki basınç; ma sında bu yayın tansiyonu arttırılarak işlem yapılır.
nometre basıncı. pressure, standart: 0°C'de 760 mm cıva yüksekliği
pressure gradient: İki yer arasındaki basınç değişimi tarafından uygulanan basınç; standart basınç.
miktarı; basınç değişim miktarı. pressure stress: Yüksek basınçtan kaynaklanan ge
pressure gun: Gresleri basınçla grasörlere (gres kap rilme ya da stres; basınç gerilmesi; silindir laynerleri-
larına) basan tabanca; basınç tabancası; gres taban ni etkileyen basınç gerilmesi gibi.
cası; gres pompası. pressure thermometer: Basınç termometresi;
pressure head: 1) basıncı nedeniyle bir sıvının her -51°C'den (-60°F) 1650°C'ye (3000°F) kadar ölçüm
bir birim ağırlığının enerjisi; basınç hedi veya basınç yapabilen Bourdon tüplü Bkz. Bourdon tube sıcak
yüksekliği. 2) pilot tüpünden oluşan ve hava akıntıla lık ölçer; Bourdon tüpünün a) cıva ya da alkol, b)
rının hızını ölçmek için kullanılan bir uçak cihazı. haznesi kısmen alkol veya benzin kapsayan buharlı
pressure, hydrostatic: Bkz. hydrostatic pressure. ve c) nitrojen ile dolu olan üç türü vardır.
pressure increase ratio: Sabit hacimde yanmalı çev pressure-time diagram: Diz. Mot. ordinatı bar türün
rimlerde, yanma sonundaki basıncın, yanma başlan den basıncı ve apsisi krank derecesi türünden zama
gıcındaki basınca oranı; basınç artması oranı. nı belirten açık bir diyagram; basınç-zaman diyagra
pressure, impact: Hareketli bir sıvı tarafından, onun mı; tutuşma gecikmesi ve yanmanın kademelerini in
akımına dik olan bir düzleme uygulanan basınç; celemek için kullanılır.
çarpma basıncı. pressuretrol: Buh. Kaza. Yardımcı kazanlarda, buhar
pressure indicator: Bkz. indicator. basıncındaki değişimlere göre, otomatik olarak bör-
pressure law: Hacmin sıcaklıkla değiştiği, bu arada nerlere verilen yakıt ve havayı düzenleyen cihaz; pre-
basıncın sabit kaldığı kanun; basınç kanunu: "Sabit süretrol.
hacimdeki bir gaz kütlesinin basıncı, 1°C sıcaklık
pressure, vapor 429 prime
pressure, vapor: 1) atmosfere kapalı bir kaptaki sıvı primaquine: Sentetik kimyasal bir bileşik; aminokino-
ya da katının buharları tarafından uygulanan basınç; lin; sıtmanın tedavisi için kullanılır.
buhar basıncı. 2) tek başına bir buharın basıncı. primary: 1) Kimy. a) bir atom veya kökün yer değiştir-
pressure vessels: Buh. Kaza, heder, su ve buhar dra mesiyle sonuçlanan, b) bir moleküldeki birden fazla
mı (domu), su dramı vb. gibi kaplar; basınçlı kaplar; karbon atomu ile birleşmeyen bir karbon atomu ile
basınç kapları. belirtilen. 2) Elekt. bir endüksiyon bobini vb, inde en-
pressure-velocity compounded: Basınç ve hız basa dükleme akımı, devre veya sargıya ait .3) Elekt.
maklarından oluşan; hız ve basınç basamaklı (tür transformatör, endüksiyon bobini vb. inin birincil ya
bin); Körtis-Rato (türbini). da primer sargısını belirten. 4) birincil ya da primer
pressure-velocity compounding: Basınç ve hız basa sargı.
maklarından veya kademelerinden oluşan (buhar primary air: Gaz. Türb. yanma odasına verilerek, yakı
türbini). tın yakılmasını sağlayan hava; birincil hava; primer
pressure-volume diagram: Diz. Mot. silindirlerden alı hava.
nan, kursun herhangi bir noktasındaki basınç-hacim primary battery: Kimyasal bir tepkimeden, tersinir
değişimlerini gösteren diyagram; basınç-hacim di olamayan elektrik üreten batarya; primer ya da birin
yagramı; p-V diyagramı; endikatör diyagramı; endi- cil batarya; primer batarya yeniden şarj edilemez.
keyter diyagramı. primary celi: Elekt. tersinir olmayan elektrokimyasal
pressure welding: Kaynağı tamamlamak için basınç tepkime ile enerji üreten ve elektrik akımı ile şarj edi
kullanılan herhangi bir kaynak işlemi ya da yöntemi; lemeyen veya kimyasal enerjiyi elektrik enerjisine çe
basınç kaynağı. viren bir batarya ya da pil; birincil pil; primer pil; vol
pressurize: Alçalma ve yükselmelerde, yüksek rakım ta pili.
larda (bir uçak vb. i) içindeki basıncı, normal atmos primary circuit: Benz. Mot. ateşleme devresinin birin
fer basıncına yakın olarak tutmak. cil ya da primer devresi: Akü, anahtar, kapasitör
pressurized: Bir kompresörün sağladığı, basıncı at (meksefe, kondensatör) ve platinlerden oluşur; birin
mosfer basıncından daha yüksek olan (hava); ba cil devre; primer devre.
sınçlı hava gibi; basınçlı. primary coil: Primer veya birincil sargı. 1) endüksi
pressurized cabin: Bir aşırı doldurucu ile iç basıncı yon bobininin, manyetik alan oluşturan ve 240 kıv
yeryüzündeki basınca yakın bir değerde tutulan rımdan (sarımdan) oluşan sargısı. 2) iki telli bir
uçak kabini; basınçlı kabin. transformatörün, genellikle sekonder (ikincil) sargı
pressurized-furnace boiler: Bkz. pressure-fired bo da endüksiyon akımı oluşturan sargısı; sarım sayısı
iler. transformatörün indirdiği veya yükselttiği gerilimin
pressurized suit: Yüksek rakımlı uçuşlarda, tecrübe sayısal değerine bağlıdır.
dalışlarında havacıyı basınç ve yerçekim kuvveti de primary electron: 1) birincil emisyondan gelen bir
ğişimlerine karşı koruyan giysi. elektron; primer elektron. 2) iki elektronun çarpışma
pressurized-water reactor: Reaktör, kazan eşanjör sından sonra, büyük enerjiye sahip olan elektron.
boruları, dolaşım pompası ve boru devresinden olu primary heating: Den. fuel oil kullanılan buhar kazan
şan, soğutucu ve moderator olarak ağır veya hafif ları ve dizel motorlarının, dinlendirme ve çift dip (da-
su kullanan bir reaktör türü; basınçlı su reaktörü. bılbotum) tanklarında yaklaşık 50°C'ye kadar oian
pressurizer: Bazı nükleer reaktörlerde kullanılan dü ısıtma; birinci! ısıtma; primer ısıtma.
şey, yüksekliği 5,5 m (18 fit), iç çapı 1,5 m (5 fit) primary inertia force: Birincil atalet kuvveti; motorla
ve rın eksenel veya doğrusal hareket yapan kısımları
hacmi 8,5 m3 /300 fit3), yaklaşık yarısı buhar domu nın kütlelerinden gelen ccs,u yasasına uyan kuvvet;
gibi görev yapan, iç basıncı 128-150 bar (1 850- birinci harmonikler.
2185 psi) olan
pressurizing bir Bkz.
tank: basınç tankı.
pressurizer. primary shaft: Oto. vites kutusu ana mili.
presswork: 1) bir matbaa makinesinin işletilmesi ya primary superheater: Üst ısıtıcısı ayrı olarak fayrapla-
da yönetimi. 2) bir baskı makinesi tarafından yapılan nan su borulu kazanlarda kullanılan ve süperhiyter
iş; baskı işi. ocağı ile ana ocağın boruları arasında bulunan kızdı
prestone: Atmosferik basınçta kaynama sıcaklığı rıcı; primer veya birincil süperhiyter.
197°C olan bir kimyasal madde; etilen glikol; lâbora- primary system: Nük. Ener. reaktör göbeğine temas
tuvarlarda kullanılan bazı küçük güçlü makinelerin si eden reaktör soğutucusunu kapsayan sistem ya da
lindir ceketlerinde ve soğutma devrelerinde soğutu devre; birincil sistem; primer devre.
cu olarak kullanılır; preston. primary winding: Bkz. primary coil.
preventive: Önleyici ve önlemek için görev yapan; prime: 1) Mate, a) 3,5 veya 7 gibi kendisinden veya
özellikle hastalık önleyen bir ilâç; önleyen veya koru 1'den başka tam sayı ile bölünemeyen sayı; asal sa
yan herhangi bir şey; özellikle tıpta hastalık önleyen yı, b) 1 istisna edilirse aynı tam sayı ile böiüneme
herhangi bir şey; profilâktik. yen. 2) dakika işareti ('). 3) Aritm. asal bir sayı. 4)
preventive maintenance: Koruma amacı ile yapılan emme sağlayıncaya dek (bir pompanın) alıcı taralı
bakım; koruyucu bakım. na su dökülerek çalışmaya hazırlamak. 5) bir pom
Prevost's law of heat exchange: "Sıcak madde tara pa, makine vb. ini çalışmaya hazırlamak. 6) buharla
fından kaybedilen toplam sayıdaki ısı birimi, soğutu karışık püskürtme şeklindeki suyun silindire verilme
cu madde tarafından kazanılan toplam sayıdaki ısı sine müsaade etmek: Buhar makinesi için söylenir.
birimine eşittir." Prevost'un ısı dönüştürme yasası. 7) ilk hareketten önce motor silindirlerine benzin
prick: Zımba ile işaretlemek; çentik açmak. pompalamak. 6) ilk hareketin zor olduğu soğuk ha
prick punch: Domuz tırnağı keski; işaret zımbası. valarda silindirlere eter gibi çabuk parlayan bir sıvı
prim: Bkz. primary. vermek.
primal: Birincil ya da primer.
pressur e 428 pressuretro !
pressure: 1) sıkıştırma veya sıkıştırılma; kompresyon. yükselmesi için, 0°C'de basıncın 1/273'ü kadar yük
2) Elekt. elektromotor kuvvet. 3) Fa. zıt bir gövdeye selir."
uygulanan kuvvei; bir yüzey üzerine dağıtılan itme pressure lubrication: Diz. Mot. karlerden çarpma ile
ya da srast; birim alana uygulanan kuvvet; basınç; yağ alamayan makine kısımlarının yağlanmasında
2
N/m , bar, atm, at, psi vb. i kısaltmalarla belirtilir. standart bir yöntem; basınçla yağlama; cebrî yağla
pressure, absolute: Bkz. absolute pressure. ma; yağlama yağı bir dişli vb. i pompa ile samp (ma
pressure alarm: Diz. Mot. ceket ve piston soğutma kine altı) tanktan çekilerek (2-6 bar) basınçla maki
suyu ve yağlama yağı sistemlerine uygulanabilen ve nenin gerekli kısımlarına verilir.
buralardaki basınç belirli bir değerin altına indiğinde pressure oiling: Bir pompa, lubrikatör vb. ile yağla
işletmeciyi sesle uyaran cihaz; basınç alarmı; moni ma; basınç ile yağlama; cebrî yağlama.
tor şeklinde de kullanılır. pressure, partial: Bir gaz karışımının bileşenlerinden
pressure altitude: Standart atmosferde verilen bir ba (kısmî gazlarından) biri tarafından uygulanan ba
sınca uyan altitüt; basınç rakımı; yükseltisi veya alti- sınç; kısmi basınç.
tütü. pressure-reducing valve: a) ilk hareket sistemlerin
pressure-charged: Bkz. supercharged. de olduğu gibi, basınçlı havanın (~ 35 bar) basıncı
pressure charging: Bkz. supercharge. nı düşürmede (20-25 bara) kullanılan diyaframlı ve
pressure compounded turbine: iki ya da daha fazla ya pilot valflı bir cihaz; basınç düşürme valfı: Gem.
sayıdaki De Lavai kademesinden oluşan türbin; ba Mak. redyusin valf. b) buharlı devrelerde taze buha
sınç basamaklı türbin; Rateau (Rato) türbini. rın basıncını düşüren ve onun ısıtma, sıcak su vb. i
pressure compounding: Basınç basamaklarından sistemlerde kullanılmasını sağlayan valf.
oluşan (türbin); basınç basamaklı. pressure regulator: Diz. Mot. yağlama devresi üzerin
pressure-control valve: Çek ya da stop valf sınıfına de bulunan, yay yükü ile çalışan ve yatakların boş
girmeyen ve sıvıların basınçlarını denetlemek için lukları normal iken bol miktarda yağ baypas eden,
özel olarak dizayn edilen valf; basınç denetim valfı. yatakların klerensleri aşırı olduğu zaman yağ verme
pressure cooker: Düdüklü tencere. yen ve yatakların bakım zamanlarının geldiğinin an
pressure, oritical: Kritik sıcaklığında bir gazı sıvılaştır laşılmasına neden olan cihaz; basınç regülatörü.
mak için gerekli basınç; kritik basınç. pressure regulator valve: Bkz. pressure regulator.
pressure drop: Basınç düşümü; giriş ve çıkış basınç pressure relief valve: Diz. Mot. silindir kapakları üze
ları arasındaki fark; iç sürtünme nedeniyle oluşur. rinde bulunan ve silindirde belirli basınç aşıldığı za
pressure face: Den. bir gemi tornayte hareket ediyor man kendiliğinden açılarak basıncı gideren ve yay
ken pervanesinin kanatlarının arka tarafı; basınç yü yükü ile çalışan bir valf; basınç giderme valfı; Gem.
zü; sadece face olarak da kullanılır. Mak. rilif valf; emniyet valfı; sadece relief valve ola
pressure feed system: Buh, Türb. bir pompanın sağ rak da kullanılır.
ladığı basınç ile rotorşaft ve devir düşürücü dişlilerin pressure rise, rapid: Diz. Mot. tutuşma gecikmesin
yataklarının yağlandığı devre; basınçlı yağlama siste den sonra silindir içindeki anî basınç yükselmesi;
mi; cebri yağlama devresi; basınçlı besleme sistemi. hızlı basınç artması veya yükselmesi.
pressure filter: Diz. Mot. yağlama yağının pompa ba pressure shift: Kaynak yüksek basınç altında olduğu
sıncı ile geçirilerek temizlendiği, çoğunlukla bez tor zaman, tayf hatlarının dalga boyundaki değişim; ba
ba elemanlı bir süzgeç; basınç filtresi. sınç değişimi.
pressure-fired boiler: Bir gaz türbininin çevirdiği ha pressure spindle: Diz. Mot. bir yay basıncı ile enjek
va kompresörü tarafından sağlanan aşırı doldurma tör iğne valfını yuvasına bastıran dairesel kesitli çu
havasının yanma havası olarak kullanıldığı kazan; buk; sıpındıl; baskı çubuğu.
basınçlı hava ile fayraplı kazan; süperşarjlı kazan; pressure spring: Enjektörlerin püskürtme basınçları
süperşarjlı buhar üretme sistemi. nın ayarlanmasına yardım eden ve baskı çubuğu
pressure, gauge: Bir manometre tarafından ölçülen, aracılığı ile iğne valfı yuvasına bastıran yay; enjektör
atmosfer basıncı üzerinde veya altındaki basınç; ma yayı; basınç yayı; enjektör basınçlarının ayarlanma
nometre basıncı. sında bu yayın tansiyonu arttırılarak işlem yapılır.
pressure gradient: iki yer arasındaki basınç değişimi pressure, standart: 0°C'de 760 mm cıva yüksekliği
miktarı; basınç değişim miktarı. tarafından uygulanan basınç; standart basınç.
pressure gun: Gresleri basınçla grasörlere (gres kap pressure stress: Yüksek basınçtan kaynaklanan ge
larına) basan tabanca; basınç tabancası; gres taban rilme ya da stres; basınç gerilmesi; silindir laynerleri-
cası; gres pompası. ni etkileyen basınç gerilmesi gibi.
pressure head: 1) basıncı nedeniyle bir sıvının her pressure thermometer: Basınç termometresi;
bir birim ağırlığının enerjisi; basınç hedi veya basınç -51°C'den (-60°F) 1650°C'ye (3000°F) kadar ölçüm
yüksekliği. 2) pitot tüpünden oluşan ve hava akıntıla yapabilen Bourdon tüplü Bkz. Bourdon tube sıcak
rının hızını ölçmek için kullanılan bir uçak cihazı. lık ölçer; Bourdon tüpünün a) cıva ya da alkol. b)
pressure, hydrostatic: Bkz. hydrostatic pressure. haznesi kısmen alkol veya benzin kapsayan buharlı
pressure increase ratio: Sabit hacimde yanmalı çev ve c) nitrojen ile dolu oları üç türü vardır.
rimlerde, yanma sonundaki basıncın, yanma başlan pressure-time diagram: Diz. Mot. ordinatı bar türün
gıcındaki basınca oranı; basınç artması oranı. den basıncı ve apsisi krank derecesi türünden zama
pressure, impact: Hareketli bir sıvı tarafından, onun nı belirten açık bir diyagram; basınç-zaman diyagra
akımına dik olan bir düzleme uygulanan basınç; mı; tutuşma gecikmesi ve yanmanın kademelerini in
çarpma basıncı. celemek için kullanılır.
pressure indicator: Bkz. indicator. pressuretrol: Buh. Kaza. Yardımcı kazanlarda, buhar
pressure law: Hacmin sıcaklıkla değiştiği, bu arada basıncındaki değişimlere göre, otomatik olarak bör-
basıncın sabit kaldığı kanun; basınç kanunu: "Sabit nerlere verilen yakıt ve havayı düzenleyen cihaz; pre-
hacimdeki bir gaz kütlesinin basıncı, 1°C sıcaklık süretrol.
pressura, vapor 429 prime
pressure, vapor: 1) atmosfere kapalı bir kaptaki sıvı primaquine: Sentetik kimyasal bir bileşik; aminokino-
ya da katının buharları tarafından uygulanan basınç; lin; sıtmanın tedavisi için kullanılır.
buhar basıncı. 2) tek başına bir buharın basıncı. primary: 1) Kimy. a) bir atom veya kökün yer değiştir-
pressure vessels: Buh. Kaza. heder, su ve buhar dra mesiyle sonuçlanan, b) bir moleküldeki birden fazla
mı (domu), su dramı vb. gibi kaplar; basınçlı kaplar; karbon atomu ile birleşmeyen bir karbon atomu ile
basınç kapları. belirtilen. 2) Elekt. bir endüksiyon bobini vb. inde en-
pressure-velocity compounded: Basınç ve hız basa dükleme akımı, devre veya sargıya ait .3) Elekt.
maklarından oluşan; hız ve basınç basamaklı (tür transformatör, endüksiyon bobini vb. inin birincil ya
bin); Körtis-Rato (türbini). da primer sargısını belirten. 4) birincil ya da primer
pressure-velocity compounding: Basınç ve hız basa sargı.
maklarından veya kademelerinden oluşan (buhar primary air: Gaz. Türb. yanma odasına verilerek, yakı
türbini). tın yakılmasını sağlayan hava; birincil hava; primer
pressure-volume diagram: Diz. Mot. silindirlerden alı hava.
nan, kursun herhangi bir noktasındaki basınç hacim primary battery; Kimyasal bir tepkimeden, tersinir
değişimlerini gösteren diyagram; basınç-hacim di olamayan elektrik üreten batarya; primer ya da birin
yagramı; p-V diyagramı; endikatör diyagramı; endi- cil batarya; primer batarya yeniden şarj edilemez.
keyter diyagramı. primary cell: Elekt. tersinir olmayan elektrokimyasa!
pressure welding: Kaynağı tamamlamak için basınç tepkime ile enerji üreten ve elektrik akımı ile şarj edi
kullanılan herhangi bir kaynak işlemi ya da yöntemi; lemeyen veya kimyasal enerjiyi elektrik enerjisine çe
basınç kaynağı. viren bir batarya ya da pil; birincil pil; primer pil; vol
pressurize: Alçalma ve yükselmelerde, yüksek rakım ta pili.
larda (bir uçak vb. i) içindeki basıncı, normal atmos primary circuit: Seriz. Mot. ateşleme devresinin birin
fer basmana yakın olarak tutmak. cil ya da primer devresi: Akü, anahtar, kapasitör
pressurized: Bir kompresörün sağladığı, basıncı at (meksefe, kondensatör) ve platinlerden oluşur; birin
mosfer basıncından daha yüksek olan (hava): ba cil devre; primer devre.
sınçlı hava gibi; basınçlı. primary coil: Primer veya birincil sargı. 1) endüksi
pressurized cabin: Bir aşırı doldurucu ile iç basıncı yon bobininin, manyetik alan oluşturan ve 240 kıv
yeryüzündeki basınca yakın bir değerde tutulan rımdan (sarımdan) oluşan sargısı. 2) iki telli bir
uçak kabini; basınçlı kabin. transformatörün, genellikle sekonder (ikincil) sargı
pressurized-furnace boiler: Bkz. pressure-fired bo da endüksiyon akımı oluşturan sargısı; sarım sayısı
iler. transformatörün indirdiği veya yükselttiği gerilimin
pressurized suit: Yüksek rakımlı uçuşlarda, tecrübe sayısal değerine bağlıdır.
dalışlarında havacıyı basınç ve yerçekim kuvveti de primary electron: 1) birincil emisyondan gelen bir
ğişimlerine karşı koruyan giysi, elektron, primer elektron. 2) iki elektronun çarpışma
pressurized-water reactor: Reaktör, kazan eşanjör sından sonra, büyük enerjiye sahip olan elektron.
boruları, dolaşım pompası ve boru devresinden olu primary heating: Den. fuel oil kullanılan buhar kazan
şan, soğutucu ve moderator olarak ağır veya hafif ları ve dizel motorlarının, dinlendirme ve çift dip (da-
su kullanan bir reaktör türü; basınçlı su reaktörü. bılbotum) tanklarında yaklaşık 50°C'ye kadar olan
pressurizer: Bazı nükleer reaktörlerde kullanılan dü ısıtma; birinci! ısıtma; primer ısıtma.
şey, yüksekliği 5,5 m (18 fit), iç çapı 1,5 m (5 fit) primary inertia force: Birincil atalet kuvveti; motorla
3 3
ve hacmi 8,5 m /300 fit ), yaklaşık yarısı buhar rın eksene! veya doğrusal hareket yapan kısımları
domu gibi görev yapan, iç basıncı 128-150 bar (1 nın kütlelerinden gelen cos,u yasasına uyan kuvvet;
850-2185 psi) olan bir basınç tankı. birinci harmonikler.
pressurizing tank: Bkz. pressurizer. primary shaft: Oto. vites kutusu ana mili.
presswork: 1) bir matbaa makinesinin işletilmesi ya primary superheater: Üst ısıtıcısı ayrı olarak fayrapla-
da yönetimi. 2) bir baskı makinesi tarafından yapılan nan su borulu kazanlarda kullanılan ve süperhiyter
iş, baskı işi. ocağı ile ana ocağın boruları arasında bulunan kızdı
prestone: Atmosferik basınçta kaynama sıcaklığı rıcı; primer veya birincil süperhiyter.
197°C olan bir kimyasal madde; etilen glikol, lâbora- primary system: Nük. Ener. reaktör göbeğine temas
tuvarlarda kullanılan bazı küçük güçlü makinelerin si eden reaktör soğutucusunu kapsayan sistem ya da
lindir ceketlerinde ve soğutma devrelerinde soğutu devre; birinci! sistem; primer devre.
cu olarak kullanılır; preston. primary winding: Bkz. primary coll,
preventive: Önleyici ve önlemek için görev yapan; prime: 1) Mate, a) 3,5 veya 7 gibi kendisinden veya
özellikle hastalık önleyen bir ilâç; önleyen veya koru 1'den başka tam sayı ile bölünemeyen sayı; asal sa
yan herhangi bir şey; özellikle tıpta hastalık önleyen yı, b) 1 istisna edilirse aynı tam sayı ile bölüneme
herhangi bir şey; profilâktik. yen. 2) dakika işareti ('). 3) Aritm. asal bir sayı. 4)
preventive maintenance: Koruma amacı ile yapılan emme sağlayıncaya dek (bir pompanın) alıcı tarafı
bakım; koruyucu bakım. na su dökülerek çalışmaya hazırlamak. 5) bir pom
Prevost's law of heat exchange: "Sıcak madde tara pa, makine vb, ini çalışmaya hazırlamak. 6) buharla
fından kaybedilen toplam sayıdaki ısı birimi, soğutu karışık püskürtme şeklindeki suyun silindire verilme
cu madde tarafından kazanılan toplam sayıdaki ısı sine müsaade etmek: Buhar makinesi için söylenir.
birimine eşittir." Prevost'un ısı dönüştürme yasası. 7) ilk hareketten önce motor silindirlerine benzin
prick: Zımba ile işaretlemek; çentik açmak. pompalamak. 6) ilk hareketin zor olduğu soğuk ha
prick punch: Domuz tırnağı keski; işaret zımbası. valarda silindirlere eter gibi çabuk parlayan bir sıvı
prim: Bkz. primary. vermek.
primal: Birincil ya da primer.
prim e mover 430 proces s
prime mover: 1) güç üretmek, su akıtmak vb. i gibi ile yapılan baskı; tıpoğrafi. 4) basılı malzeme. 5) ga
insan tarafından uygulanan herhangi bir doğal kuv zete veya dergi. 6) baskı ya da tab. 7) bir yüzey üze
vet. 2) doğal kuvveti üretici güce dönüştüren, türbin rine baskı yapmak. 8) basmak; yayınlamak. 9) klişe
vb. i gibi bir makine. 3) muharrik; hareket veren. den basılı resim çıkarmak.
primer: Patlayıcı kapsayan küçük bir tapa, tüp, vb.i; print belt: Bilgisay. yazma kuşağı
büyük bir silâhın ana dolgusunu ateşlemek için kul printer: Bilgisay. yazıcı.
lanılır. printery: 1) matbaa; basımevi. 2) kumaşlara baskı ya
primer paint: Yağlı boya yapılmadan önce, çoğunluk pılan fabrika.
la metal yüzeylere sürülen ilk (kat) boya; astar bo printing: 1) baskı yapan kişi veya şeyin işi; basma;
ya. baskı. 2) basılı madde üretimi. 3) bir kerede basılan
priming: 1) boya vb. inde alt veya ilk kat. 2) bir bu bir kitap vb. inin tüm kopyaları.
har kazanında su düzeyinin yüksek olması, su yo printing paper: Baskı kâğıdı; ozalit kâğıdı.
ğunluğunun yükselmesi, yüzey gerilimi vb. i neden printing press: Mürekkepli hurufat, levhalar veya si
lerle makineye su yürümesine neden olan olay; ka lindirlerden baskı yapan bir makine; baskı makinesi;
zan kaynaması. 3) Diz.. Mot. yüksek basınç pompası matbaa makinesi.
ile enjektör arasındaki borunun havasının çıkanlma- prism: 1) Geom. çokgen olan tabanları birbirine para
sı; havasızlandırma, 4) santrfüj pompaların alıcı tara lel ve yanal yüzleri dikdörtgen olan katı; prizma: Üç
fındaki borunun havasının çıkarılması; havasızlandır gen, dörtgen, çokgen prizma gibi. 2) su damlası gi
ma; self priming olarak da kullanılır. 5) ilk hareket bi, ışığı kıran herhangi bir şey. 3) Opt. a) tabanları
kolaylığı sağlamak üzere, makine silindirlerine kolay üçgen ve birbirine paralel ve yanal yüzleri dikdört
yanıcı, eter gibi, bir madde verme. gen olan, camdan yapılmış, tayfta ışığı kırmak için
priming pump: Havasızlandırma pompası ya da tu kullanılan saydam prizma, b) üç ya da daha fazla ke
lumbası; sintine veya safra pompalarının devrelerini narı olan benzer bir şekil.
havasızlandıran ve böylece suyun giriş borusunda prismatic: 1) prizmaya ait veya ona benzeyen. 2)
yükselmesini sağlayan pompa. prizma gibi ışığı kıran. 3) prizmatik renklere benze
priming, seif: Bazı pompaların alıcı tarafındaki boru yen. 4) çok renkli; çok parlak; göz kamaştırıcı. 5) Mi
devresinin havasını boşaltıp vakum oluşturarak alıcı ner, ortorombik.
tarafın su ile dolmasını sağlayan küçük bir ecektör; prismatical: Bkz. prismatic.
kendiliğinden havasızlandırma. prismatically: 1) prizmatik renklerle. 2) prizmatik ola
priming system: Diz. Mot. Havasızlandırma sistemi; rak. 3) bir prizma arasından.
Bkz. priming (4); havasızlandırma devresi. prismatic coefficient: Gem. inş. kesiti bir geminin en
priming valve: Diz. Mot yakıt püskürtme pompası ile geniş yerindeki kesiti kadar ve boyu geminin boyu
enjektör arasında devrenin havasını çıkarmak için na eşit olan bir prizmanın hacminin, geminin su altı
kullanılan ve enjektör üzerinde bulunan bir valf; ha kısmına oranı; prizmatik katsayı.
vasızlandırma amacıyla elle açılır; havasızlandırma prismatic colors: Bir prizmadan beyaz bir ışığın geç
valfı; baypas valfı; Gem. Mak. prayming valf. mesiyle görünür tayfta üretilen renkler; prizmatik
primitive: Primer ya da birincil; temel; esas. 2) Ceb. renkler: Kırmızı, turuncu, sarı, yeşil, mavi, çivit, ren
Geom. diğerinden çıkan şekil. gi ve mor.
prin.: Bkz. 1) principal. 2) principally. 3) principle. prismoid: Tabanları birbirine paralel fakat eşit olma
principal: Asıl; en önemli; başlıca; esas. yan çokgenlerden oluşan ve yana! yüzleri yamuk
principal dimensions: Pistonlu bir pompa, makine olan bir şekil; prizmoit.
ya da bir motorun silindir çapı, piston stroku ve pis prismoidal: Prizmoite benzeyen veya ona ait.
ton ortalama hızını kapsayan ölçüleri; esas ölçüler; probability: 1) olabilir olma durumu veya niteliği; ola
ana ölçüler. bilirlik; olasılık; probabilite. 2) olabilir bir şey. 3) şan
principally: Başlıca; esas olarak. sın matematiksel ifadesi.
principium: 1) prensip; ilke. 2) Çoğ. ilk prensipler; probable: Muhtemel; olası.
esaslar. probably: Olasılıkla; büyük bir olasılıkla.
principle: 1) bir şeyin son kaynağı, başlangıcı veya problem: 1) çözüm veya düşünme için sunulan bir
nedeni. 2) prensip ya da ilke. 3) bir şeyin çalışma soru. 2) şaşırtıcı veya zor bir soru, madde, durum
yöntemi: Benzin veya dize! motorlarının çalışma ilke veya kişi. 3) Mate, yapılması gereken herhangi bir
si gibi. 4) kural. şey; problem; mesele; sorun. 4) eğitilmesi veya di
principal axis: Bir merceğin yüzeylerinin eğri merkez sipline edilmesi çok zor.
lerini birleştiren doğru; esas eksen. problematic: Bkz. problematical.
principle of flotation: Yüzen bir cismin kendi ağırlığı problematical: 1) bir problemin doğasına sahip olan.
kadar su taşırması ilkesi; yüzme ilkesi; Arşimet ilkesi 2) belirsiz; tahmin olunamaz.
nin özel bir durumu. procain: Kokaine benzeyen, fakat ondan daha az ze
principle of moments: Eğer bir cisim kuvvetlerin etki hirli olan sentetik, kristalli bir bileşik; prokain,
siyle dengede ise, saat yönündeki momentlerin top C 1 3 H 2 0 O 2 N 2 . HCI; tıp ve diş hekimliğinde
lamı, cismin herhangi bir noktasında saat aksi yö lokal
nündeki momentlerin toplamına eşittir; momentler il anestezik olarak kullanılır.
kesi veya prensibi. procedure: 1) yöntem; tarz; işlem. 2) bir şeyi yap
print: 1) baskı; basım; tab. 2) mühür, kalıp, lokma mak için belirli bir yol; iş yapma usulü.
vb. i gibi baskı yapmak için kullanılan araç, alet vb. process: 1) Bir işletme maddesinin herhangi bir ter
3) basılı harfler, kelimeler vb. i; mürekkepli hurufat modinamik özelliğindeki herhangi bir değişim; ter
modinamik değişim veya işlem. 2) bir çok değişiklik-
p r oces si n g 431 p ro mp t
rarlı, renksiz bir sıvı; Simg.CH3CH2-CH2OH; 0,807; k.n. 48,8 C; d.n.-81°C; suda hafifçe çözünür;
20°/4°C'de öz.ağ. 0,8044; k.n.97°C; d.n.-127°C; su viskozitesi belli değil; gemilerde çevre sıcaklığı ve at
da tümü ile çözünür; 20°C'de viskozitesi 2,256 cP; mosfer basıncında taşınır; tropikal koşullarda yükün
gemilerde çevre sıcaklığı ve atmosfer basıncında ta soğutulması gerekir.
şınır. propionic: Kimy. renksiz, tatlı kokulu, terde bulunan
ve odunun damıtılmasından elde edilen sıvı yağ asiti-
propionic acid 433 p ro p y len e o x id
e
ni belirtir; propiyonik.
propulsive efficiency: itme veya sevk verimi.
propionic acid: Sıv. Yük. propiyonik asit; rnetilsaiisilik
propyl: Propan'dan türeyen tek değerli bir kök; pro-
asit; proponoyik asit; sıvı olarak derişik, insan sağlı
pil, C 3 H
ğı için zararlı, keskin kokulu, saydam, renksiz, akıcı,
7.
higroskopik, dayanıklı ve akıcı bir asit; Simg. C 2 H5 -
propyl acetate, n-: Sıv. Yük. n-propil asetat; yangın
COOH; 20°/20°C'de öz.ağ. 0,993-1,000; k.n.
tehlikesi olan, armuta benzer kokulu, insan sağlığı
140,8°C; d.n.-20,7°C; suda tümü ile çözünür;
için zararlı, alifatik ailesinden, nem emmeyen, daya
20°C'de viskozitesi 1,102 cP; gemilerde çevre sıcaklı
nıklı, saydam ve renksiz bir sıvı; Simg. CH3CO-
ğı ve atmosfer basıncında taşınır.
OC 3 H7 ; 20°/20°C'de öz.ağ. 0,887; k.n. 101,6°C;
propjet: Türbo pervaneli jet makinesi; Bkz. turbop d.n. -92,5°C; 20°C suda % 1,9 oranında çözünür; ge
rop. milerde çevre sıcaklığı ve atmosfer basıncında taşı
proportion: 1) özellikle bir bütün ile ilişkili bir parça, nır.
pay ya da porsiyon; hisse; kota. 2) ölçü, miktar, ni
propyl alcohol: Reçine ve sakızların çözücüsü olarak
celik vb. ine göre parçalar ya da nesneler arasındaki
kullanılan renksiz bir sıvı; propil alkol, C3 H7 OH.
kıyaslamalı ilişki; oran, 3) parçalar ya da şeyler ara propyl benzene, iso: Sıv. Yük. izo propilbenzen; cu-
sındaki ilişki; denge ya da simetri. 4) bir standarda mene; cumol; 2-fenil propan; insan sağlığı için zarar
bağlı ölçü, derece veya uzunluk. 5) Çoğ, boyutlar, lı, tatlı ve keskin kokulu, aromatiklerden, nem emme
ölçüler veya dimensiyon. 6) Mate, a) oranlar arasın yen, dayanıklı, renksiz bir sıvı; Simg. C6 H5 CH
daki eşitlik; geometrik oran. b) üçü verildiğinde dör -(CH 3 )2 ; 20°/4°C'de öz.ağ. 0,864; k.n. 152,4°C;
düncü niteliği bulma yöntemi; orantı. 6) bir bütünü d.n.-96,0°C; suda çözünmez, 25°C'de viskozitesi
ahekli veya simetrik olarak düzenlemek. 7) orantı 0,73 cP; gemilerde çevre sıcaklığı ve atmosfer basın
kurmak. cında taşınır.
proportional: 1) orantıya ait veya orantı ile saptanan; propylene: Sıv. Yük. propilen; propen; çok yanıcı, in
nisbî veya bağıl; rölatif ya da göreli. 2) orantılı; oran san sağlığı için zararlı, kendine has kokulu, doyma
tıya sahip olan; orantılı olma. 3) Mate, aynı veya sa mış alifatiklerden, nem emmeyen, dayanıklı ve renk
bit orana sahip olan.
proportionality: Orantılı veya orantılı olma durumu siz bir gaz; Simg. CH 3.CH:CH 2; 15,56°/15,56 C'de 0
ya da niteliği; orantılılık. ve 10 bar basınçta öz.ağ. 0,5218; k.n. -47,7°C; d.n.
proportionate: Orantılı olarak; orantılı yapmak. -185°C; suda çözünmez; viskozitesi belli değil; gemi
proportioned: Belirli oranlara sahip olan. lerde çevre sıcaklığı veya altında ve atmosfer basıncı
propulsion: 1) tahrik etme veya tahrik edilme. 2) sü ya da üzerindeki basınçlarda taşınır.
ren veya sevk ya da tahrik eden şey; tahrik veya sür propylene dichloride: Sıv. Yük. propilen diklorür;
me kuvveti; tahrik; propulsiyon. 1,2-dikloropropan; propilen klorür; propen diklorür;
propulsion boiler: Bkz. main boiler. yangın tehlikesi olan, insan sağlığına hafifçe zararlı,
propulsion duty: Den. pervane çevirme görevi; Gemi klorforma benzer kokulu, doymuş alifatiklerden,
ana makineleri için söylenir. nem emmeyen, dayanıklı, renksiz bir sıvı; Simg.
propulsion efficiency: itme ya da sevk verimi. CHgCHCICH2CI; 20°/20°C'de öz.ağ. 1,1583; k.n.
propulsion engines: Özellikle gemilerde, uçak, füze, 96,3°C; d.n.-80°C; suda ağırlıksal olarak % 0,26 ora
roket vb. inde aracı tahrik etmek üzere kullanılan di nında çözünür; viskozitesi belli değil; gemilerde çev
zel motoru, buharlı makineler, gaz türbinleri, jet mo re sıcaklığı ve atmosfer basıncında taşınır.
torları, roket makineleri vb. i; tahrik ya da sevk maki propylene glycol: Sıv. Yük. propilen glikol; 1,2-
neleri. dihid- rokzi propan; metilen glikol; metil glikol; 1,2-
propulsion generator: Dizel-elektrik veya türbo-elek propan- diyol; propan-1,2-diyol; tehlikesiz, glikol
trik sistemli gemilerde propulsiyon motorları için ailesinden, kokusuz, renksiz, nem emmeyen,
elektrik enerjisi üretmek amacıyla kullanılan DC ve normal sıcaklıklar da dayanıklı bir sıvı;
ya AC jeneratörü; tahrik ya da propulsiyon jeneratö Simg.CH3CHOH. CH2OH; 20°/20°C'de öz.ağ.
rü. 1,0381; ' k.n. 187,4°C;
propulsion motor: Dizel-elektrik veya türbo-elektrik d.n.-60°C'nin altında; suda tümü ile çözünür;
sistemli gemilerde, kıç tarafta bulunan ağır devirli, 20°C'de viskozitesi 56 cP; gemilerde çevre sıcaklığı
pervane çeviren elektrik motoru veya elektrik motor ve atmosfer basıncında taşınır.
larından biri; tahrik motoru; propulsiyon motoru. propylene glycol monomethyl ether: Sıv. Yük.
propulsion shaft: Gücü ana makineden pervaneye propi len alkol monometil eter; "dovanol PM"; 1-
ve srastı (tepkiyi) pervaneden srast yatağına aktaran metaksi-2 propanol; propilen glikol metileter; önemli
şaft; pervane şaftı; tahrik, itme ya da propulsion şaf bir tehlike siz olmayan, hafif ve hoş kokulu, glikol
tı. eter ailesin den nem emmeyen, dayanıklı, renksiz
propulsion turbine: Pervane çevirme görevi için di bir sıvı; Simg. CH3OCH2.CHOH.CH3; 25°/25°C'de
zayn edilen herhangi cins (aksiyon, reaksiyon, kar öz.ağ. 0,9109;
maşık vb.i) türbin; propulsiyon türbini; tahrik türbini. k.n.120,1°C; d.n.-97°C; suda tümü ile çözünür;
propulsion unit: Herhangi bir tahrik ya da propulsi 25°C'de viskozitesi 1,86 cks; gemilerde çevre sıcaklı
yon tesisinde ana türbinler, devir düşürücü donanım ğı ve atmosfer basıncında taşınır.
lar ve ana kondenserden oluşan ünite; tahrik veya propylene oxide: Sıv. Yük. propilen oksit; 1,2-epok-
propulsiyon ünitesi. sipropan; metîloksiran; propenoksit; yangın ve patla
propulsive: Sevk, tahrik veya itici güce sahip olan. ma tehlikesi olan, eter gibi kokan, higroskopik olma
propulsive coefficient: itme ya da yürütme katsayısı. yan, renksiz bir sıvı; Simg.CH3 CHCH 2 0;
,
20°/20°C de öz.ağ. 0,8304: k.n. 33,9°C;
d.n.-104,4°C; suda % 10'dan fazla çözünür; 25°C'de
viskozitesi 0,28 cP; gemilerde çevre sıcaklığı ve at
mosfer basıncında taşınır.
Teknik Sözlük - F. 28
propylen e t e t ra me r 434 p ro x imi t y e ff ec
t
propylene tetramer: Sıv. Yük. propilen tetramer; do- protein: Amino asitlerin karmaşık bileşimlerini kapsa
dekan; dodekasilen; tetrapropilen; tehlikesiz, kendi yan ve karbon, hidrojen, oksijen ve sık olarak kükürt
ne has kokulu, doymamış alifatiklerden, nem emme kapsayan nitrojenli (azotlu) maddeler sınıfının her
yen, dayanıklı, insan sağlığı için zararlı, renksiz bir hangi biri; protein: Tüm hayvansal ve bitkisel mad
0
sıvı; Simg. (C 3 H6 ) 4 20 /4°C'de öz.ağ. 0,76; k.n. delerde görülür.
157°-218°C;d.n.-35°C; suda çözünmez; 20°C'de vis proteinase: Proteinlerin parçalanmasını sağlayan bir
kozitesi 1,5 cP; gemilerde çevre sıcaklığı ve atmos enzim; proteinaz.
fer basıncında taşınır. protein synthesis: Amino asitlerin proteinleri
propylene trimer: Sıv. Yük. propilen trimer; tripropi- oluştur duğu işlem; protein sentezi.
!en; önemli bir tehlikesi olmayan; kendine has koku proteose: Proteinlerin hidrolizinde oluşan (albümoz
lu, doymamış alifatiklerden, nem emmeyen, dayanık gibi) suda çözünür ürünler sınıfının biri.
lı ve renksiz bir sıvı; Simg. (C 3 H 6 ) 3 ; 20°/20°C'de protium: Hidrojenni, çekirdeğinde nötron olmayan ve
0 0
öz.ağ. 0,738; k.n. 135 C; d.n.-81 C; suda çözün 1
kütle numarası 1 olan en yaygın izotopu (H ); proti-
mez; 20°C'de viskozitesi 0,72 cP; gemilerde çevre sı yum.
caklığı ve atmosfer basıncında taşınır. protoactiniurn: Bkz. protactinium.
prorate: Orantılı olarak bölmek, tayin etmek veya da proton: Proton, a) hidrojenin kütle sayısı bir olan pro-
ğıtmak. tiyum izotopu atomunun çekirdeği, b) bir atomun çe
prospect: 1) Maden, a) maden yatağının görüldüğü kirdeğindeki pozitif yüklü tanecik ya da partikül; yü
veya bulunduğu yer. b) belirli bir mineral (maden) kü elektron ile aynı, fakat zıt işaretlidir.
veya maden verme sonucu için test edilen çakıl, top prototype: Kendi türünün ilki olan; ilk örnek; ilk; orji-
rak vb. i örneği. 2) araştırmak: Altın araştırmak gibi. nal; model; numune; orjinal numune veya örnek;
3) belirli bir noktadan elde edilen görünüş: Genel prototip.
görünüş. 4) geniş bir görüntü; manzara. prototypic: Bkz. prototypal.
prospector: Kıymetli madenler, petrol vb. ini araştı protoxide: En alt düzeyde oksijen kapsayan oksit;
ran kimse. protoksit.
prospectus: Yeni bir iş veya ticarî kurum, makine vb. protract: 1) açı ölçer ve cetvel kullanarak ölçekli çiz
inin özelliklerini tanımlayan küçük bir kitap ya da ki mek.
tapçık; prospektüs; broşür. protraction: Herhangi bir şekil, plân vb. inin ölçekli
protactinium: Nadir radyoaktif kimyasal bir element; çi zimi; mikyaslı ya da ölçekli çizim.
protaktinyum; Simg. Pa; at.ağ. 231; at.no. 91; Esk. protractor: 1) minkale; yarım daire şeklinde, bölüntü-
protoactiniurn. !ü, resim çizimi sırasında açıların ölçümünde kullanı
protamin: Bkz. protamine, lan bir alet; açıölçer; iletki. 2) Anat. kol ve bacağı
protamine: Amonyakta çözünen, ısı ile pıhtılaşrna- uzatan kas ya da adale.
yan, hidroliz ile bir kaç amino asit veren basit prote protyle: Tüm maddelerin ondan ürediği sanılan ku
inler sınıfının herhangi biri; protamin. ramsal bir madde; protil.
protease: Proteinleri sindiren bir enzim; protaz. provable: Kanıtlanabilir; ispatlanabilir; ispat edilebilir.
protect: Tehlike, hasar veya kayıptan korumak; mu provably: Kanıtlanabilir bir tarzda.
hafaza etmek; himaye etmek. prove: 1) tecrübe, standart vb. i ile test etmek; dene
protection: 1) koruma ya da muhafaza etme. 2) bu me işlemine konu olmak; denenmek veya prova edil
nun bir örneği. 3) koruyan bir kişi ya da şey; koruyu mek. 2) doğru olarak (bir şeyi) tesis etmek, doğrulu
cu. 4) bir kişinin güvenli olarak gezi yapmasını sağ ğunu kanıtlamak. 3) Mate, doğruluğunu denemek;
layan yazı; pas vb. i; pasaport. 5) Ekon. ithal malla sağlamak. 4) Matb, provasını almak (hurufat vb.).
ra vergi koyarak yerli ürünleri koruma sistemi. provenance: Menşe; orijin; köken; asıl.
protective: Koruyucu; himaye edici; özellikle yerli proving ground: Yeni teçhizat, teoriler veya kuramlar
ürün, endüstri vb. lerini yabancı ürünler, endüstri vb. inin denendiği yer; kanıtlama yeri.
vb. ile rekabette korumak için yardımcı olma. provitamin: Metabolizma tarafından vitamine
protective clothing: 1) Kişilerin biyolojik ve kimyasal dönüştü rülebilen bir madde; provitamin.
savaşlarda radyoaktif partikül ya da parçacıklara kar prow: 1) bir geminin baş tarafı; pruva. 2) bir hava ge
şı korunmak üzere giydikleri giysi; koruyucu elbise misinin baş tarafı gibi buna benzer bir kısım.
2) Den. akaryakıt vb. i yangınlarda söndürme işlemi prowl car: Bkz. squad car.
ni yapan kişileri korumak üzere giyilen ve ateşe da proximate: 1) mesafe, sıra, zaman vb. inde sonraki
yanıklı malzemeden yapılmış giysi. ya da en yakın. 2) yaklaşık Bkz. approximate.
protective coating: Deniz suyu ve paslanmaya karşı proximate analysis: 1) kömürdeki nem, uçucu mad
metal yüzeylerini koruyan katman; koruyucu kapla de, sabit karbon ve külün saptanması. 2) bir grup
ma; türlü boyalarla yapılan koruyucu kaplama. ilişkili bileşenlerin saptanması; örneğin toplam prote
protective mask: Gözleri, yüz ve solunum yollarını in içeriği; yaklaşık analiz.
korumak üzere kullanılan ve solunumdan önce hava proximity: Yakın olma durumu veya niteliği; mesafe,
yı süzen maske; koruyucu maske. zaman vb. inde yakınlık.
proteid: Bkz. proximity effect: Bir başka iletkenin yakınına
proteide. getirildi ği zaman, bir iletkenin yüksek frekanslı
proteide: Protein; proteinler kapsayan. direncinin
Prussian blue 435 pulse
puise charging: Diz. Mot. Darbeli doldurma; makine site: Bir pompa tarafından birim zamanda deşarj edi
nin her bir silindirinden gelen egzoz gazlarının no- len sıvının ağırlığı: Ton/saat, kg/saat, kg/saniye vb.
zullardan geçirilerek basıncının hıza dönüştürüldüğü b) hacimsel kapasite: Pompa tarafından birim za
ve egzoz gaz türbinine verildiği dolgu sistemi; maki manda boşalma devresine verilen sıvının hacmi;
3 3
nenin ilk hareketi ve manevra sırasında türbin hızı m /saat, m /saniye, litre/saniye vb.
nın derhal yükselmesini sağlar. pump circulation system: Cebrî dolaşım sistemi;
pulse generator: Gaz (doğal gaz, petrol gazı vb. i) Bkz. forced circulation system.
makinelerinin ateşleme devrelerinde kullanılan, za pump efficiency: Bkz. volumetric efficiency.
manlama için platinlere gerek göstermeyen, manye pump housing: Bir pompanın, hareketli kısımları taşı
toya benzeyen bir elektrik üreteci; puls jeneratörü yan gövdesi; pompa gövdesi; pompa mahfazası:
veya üreteci. Diz. Mot. yakıt püskürtme pompasının gövdesi gibi.
pulse jet: Bkz. pulse jet engine. pumping loop: Pompalama ilmeği; Bkz. pumping
puisejet: Bkz. jet engine. losses.
puise jeî engine: Bir dereceye kadar ramjet makine pumping losses: Dört zamanlı motorlarda silindire
lerine benzeyen, ancak bu makinelerin aksine fasıla hava veya hava-yakıt karışımı emilmesi ve egzoz
lı bir şekilde yanma sağlayan ve ikinci Dünya Sava- gazlarının silindirden atılması sırasında piston tarafın
şı'nda V-1'lere konulan makine; pulsjet makinesi; dan yapılan negatif iş; pompalama kayıpları; atmos
aeropulse, resojet, Schmidt tube gibi isimlerle de fer çizgisi çevresinde bir alan şeklinde belirir.
bilinir. pumping valve: Diz. Mot. bazı, dört zamanlı makine
pulsimeter: Nabız miktarı ve kuvvetini ölçen bir ci lerde silindir kapağı üzerinde bulunan ve silindirde
haz; pulsimetre; nabızölçer. sıkıştırılan havayı (30-35 bar dolayında) hava tüpleri
pulsometer: Aralıklı olarak yoğuşan buhar ile suyu ne veren, onları imla eden bir valf; pompalama valfı.
çekmek için kullanılan bir tür pistonsuz pompa; va pump inlet: Herhangi bir pompanın, çoğu zaman po
cuum pump adı da verilir. 2) nabızölçer; pulsomet- zitif bir basınç, bazan vakum oluşturularak emme ya
re. pılan tarafı; pompa girişi.
pulverable: Bkz. pulverizable. pumpless scavenging: Kara tesislerinde iki zamanlı
pulverizable: Toz haline gelebilir veya öğütülebilir. dizel motorlarına uygulanan, gemi makinelerinde
pulverization: Toz haline getirme veya getirilme. kullanılmayan, pompa ya da blover kullanılmaksızın
pulverize: 1) toz haline getirmek için, ezmek, öğüt temiz hava dolgusu sağlayarak egzoz gazlarını silin
mek vb. i 2) tümü ile yıkmak. 3) toz haline getirmek dirden süpürme; pompasız süpürme veya skaven-
için ezilmek, öğütülmek vb. i. cin.
pulverized-coal firing: Toz kömür ile fayrap (buhar pump losses: Pompaların hidrolik, hacimsel (volü
kazanları için söylenir); öğütülmüş ve pudra kıvamı metrik) ve mekanik kayıplarının tümü; pompa kayıp
na getirilmiş kömür ile fayrap. ları.
pulverizing: Bir maddeyi toz kıvamında öğütme. pump outlet: Bir pompanın herhangi bir akışkanı ba
pulverulence: Toz haline gelme durumu veya niteli sınç ya da hızla verdiği tarafı; pompa çıkış tarafı;
ği. pompa çıkışı.
pulverulent: 1) toz ile kaplı veya tozdan oluşan; toz pump plunger: 1) Diz. Mot. yakıt püskürtme pompası
lu. 2) toz haline gelecek şekilde parçalanma. nın küçük çaplı ve üst tarafında helisi bulunan pisto
pumice: 1) boya çıkarma, düzeltme ve parlatma için nu; pompa plenceri. 2) sintine vb. i pistonlu pompa
katı veya toz halinde kullanılan süngerimsi, hafif, gö ların, nispeten küçük çaplı pistonu.
zenekli volkanik kaya; sünger taşı. 2) sünger taşı ile pump room: Tanker gibi, bazı gemi ya da kara tesis
temizlemek, parlatmak vb. i. lerinde akaryakıt elleçlemek için kullanılan pompa
pumiceous: Sünger taşına ait; sünger taşına benze veya pompaların bulunduğu daire; pompa dairesi.
yen veya bu taş doğasında olan. pump, self priming: Giriş hattı veya devresi kendili
pump: 1) bir pompa ile su çekmek. 2) su vb. i çıkar ğinden havasızlandırılarak emme yapabilen pompa;
mak. 3) içine hava basarak oto lâstiğini şişirmek. 4) kendiliğinden havasızlandırmalı pompa.
bir pompa kolu (rodu) veya pistonunun yaptığı gibi, pump stroke: Pistonlu pompalarda, sıvı pistonunun
aynı hareket ile çalışmak. 5) bir pompayı çalıştır alt ve üst veya iç ve dış ölü noktalar arasındaki (em
mak. 6) bir pompa ile su çekmek ya da suya hare me ya da deşarj) stroku veya kursu; pompa stroku.
ket vermek. 7) pompa kolu ile sıvıları veya gazları pump, submersible: Bkz. submersible pump.
emen, basan türlü makinelerden herhangi biri; tu pump suction lift: Basacağı sıvı seviyesinden yukarı
lumba; pompa. da olan bir pompanın emme yapabileceği maksi
pump, air: Bkz. air pump. mum yükseklik; pompa emme yüksekliği.
pump barrel: Diz. Mot. yüksek basınç veya yakıt püs pump, vacuum: Bkz. vacuum pump.
kürtme pompalarında plencerin içinde çalıştığı kü punch: 1) delmek, şekil vermek veya zımbalamak
çük çaplı silindir; pompa silindiri, gayıtı veya barılı. için ya da bir çivi, cıvata vb. i ile çıkarmak veya sok
pump, bilge: Bkz. bilge pump. mak için kullanılan bir alet; matkap; delgi. 2) mat
pump box: 1) bir pompa pistonunun içinde çalıştığı kap, delgi vb. i ile delmek, şekil vermek veya zımba
hücre; pompa silindiri. 2) bir pompanın pistonu. lamak vb. i. 3) zımba; zımba ile delme.
pump case: Bir pompanın hareketli kısımlarını atmos punch: 1) matkap (delgi) ile delmek. 2) bir delgi ve
fere sızdırmaz hale getiren kısım; pompa mahfazası; ya matkap ile bir delik yapmak.
pompa zarfı ya da keysi. punched card: Bilgisay. üzerinde satırlar boyunca de
pump capacity: Pompa kapasitesi; a) ağırlıksal kapa likler açılarak bilgi grubunun belirtildiği ince bir kar-
p un che o n 437 PWR
ton; delikli kart; zımbalı kart.
çıkarılması; hava çıkarma.
puncheon: 1) delmek ya da zımbalamak için kullanı
purification: Temizleme ya da arıtma.
lan türlü cihazlardan herhangi biri; özellikle kalem-
purification unit: Temizleme ünitesi; sıvı arıtma ciha
kârlar tarafından kullanılan zımba.
zı.
puncheon: 1) kapasitesi 272-453 litre (72-120 galon)
purificatory: Temizleme etkisine sahip olan.
arasında değişen ve şarap, bira vb. i için kullanılan
purified: Temizlemek için bir kaç işleme tabi tutul
geniş bir fıçı. 2) böyle bir fıçının alabileceği miktar.
muş bir maddeye ait; temizlenmiş; arıtılmış.
punching: Delme ya da zımbalama.
purifier: 1) temizleyen kişi veya şey. 2) Bkz, separa
punching machine: Zımba makinesi; delme makine
tor.
si.
purifier bowi: Diz. Mot, Buh, Türb. yağ ve yakıt sepe-
punch press: Metal kesmek, şekil vermek veya dam
ratörlerinde kullanılan ve üst üste konularak sepera-
galamak için kalıp takılmış bir pres.
törün elemanını oluşturan taslardan herhangi biri;
puncture: 1) delme. 2) otomobil lâstiği, deri vb inde
seperatör tası
olduğu gibi, sivri bir uç ile yapılan delik. 3) sivri bir
purifier, centrifugal: Bkz. centrifugal purifier.
uç ile delmek.
purifier tank: Temizleme ve dinlendirme tankı; Bkz,
punctured: Delinmiş, kesilmiş veya yarılmış.
settling tank.
punctured tire: Oto. yarılmış dış lâstik.
purify: Kirlerini veya kirletici maddelerini gidermek,
pungent: 1) tadı ve kokusu keskin bir duyu üreten;
2) yabancı maddelerinden arıtmak veya temizlemek,
keskin kokulu; tadı acı. 2) sivri ve delici. 3) şiddetle
3) temizlemek; arıtmak. 4) temizlenmiş olmak: temiz
nüfuz eden; etkileyici.
lenmek.
punk: 1) tutuşturucu olarak kullanılan çürük tahta ve
purin: Bkz. purine.
ya kurutulmuş mantar; kav. 2) çoğu zaman çubuk
şeklinde, havai fişek yakmak için kullanılan, tutuştu- purine: 1) bir çok ürik asit grubu bileşiklerinin türevi
olan, renksiz, kristalli bir bileşik; pürin, C 5H 4N 4. 2)
rulduğu zaman için için yanan herhangi bir madde. nükleoproteinlerin ayrışması ile üretilen türlü bazik
punk sticks: Sömidizei (yarım dizel) motorlarının ön maddelerin herhangi biri.
yanma odalarının çevresindeki soğutma suyu hacmi puralator: Filtre ya da süzgeç elemanı.
nin varlığı nedeniyle, ilk hareketi kolaylaştırmak için purser: Özellikle yolcu gemilerinde hesaplar, yük, bi
kullanılan fitil çubukları; ilk bir kaç devirde yakıtı tu let vb. inden sorumlu bir gemi zabiti; gemi kâtibi.
tuşturmak için kullanılır. pursuit plane: Hızlı, manevrası çabuk askeri bir
punt: 1) kıç tarafı geniş, kare şeklinde olan düz altlı, uçak; avcı uçağı.
çoğu zaman uzun bir sırık ile hareket ettirilen bir push: 1) itmek veya baskı yapmak. 2) bu yönde kuv
bot. 2) böyle bir teknede gitmek. vet uygulayarak hareket ettirmek. 3) uzamak; geniş
punty: Cam yapımında, erimiş camın elleçlendiği de letmek. 4) itme, sürme, sevketme vb. i.
mir çubuk ya da boru. push button: Bir elektrik devresini açmak veya kapa
purchase: 1) satın almak. 2) mekanik bir güç uygula mak için kullanılan küçük bir düğme; elektrik düğme
yarak kaldırmak veya hareket ettirmek. 3) mekanik si.
olarak hareket etmesin veya kaymasın diye sıkı tut push bottan switch: Bir elektrik devresini açmak ve
ma. 4) böyle bir tutuşu uygulayan bir cihaz; manive ya kapamak için kullanılan şalter; düğme şalter.
la. 5) palanga ya da manivela ile kuvvet kazanmak. pushkin: Raptiye.
purchasing power: Satın alma gücü; iştira kabiliyeti; push rod: Mot. bir ucu kem makarasına ve diğer ucu
alım gücü. supap liveri, piyano veya kulbütöre bağlı dairesel ke
pure: 1) yabancı maddeleri olmayan; karışık olma sitli bir çubuk; supap iteceği; tappet rod şeklinde de
yan; halis; saf. 2) basit; yalın. 3) tam; sade. 4) hata kullanılır.
sız; kusursuz; mükemmel. 5) soyut kavram ya da ku push rod guide: Mot. supap iteceği ya da puşrodun
ramsal görüşlerle sınırlı: Pür fizik veya matematik gi düzgün çalışması ve eğilmemesi için kullanılan ga-
bi. yıt; süpap iteceği gayıtı.
purely: 1) Saf bir şekilde; bir başka şeyle karışma putty: 1) çok ince tebeşir tozu ve bezir yağı ile yapı
mış. 2) yalın; sade. 3) tüm olarak. lan, yoğurulabilir karışım; pencere camlarını tespit et
pureness: Saflık; katışıksızlık. mek ve küçük çatlakları doldurmak vb. için kullanılır;
pure oxygen: Saf oksijen; yapısında azot veya diğer cam macunu. 2) buna benzeyen herhangi bir mad
gazlar bulunmayan ve dizel motorlarında ilk hareket de. 3) Bkz. putty powder. 4) çimento, sönmemiş ki
için kullanılmaması gereken oksijen. reç, su, alçı ve kum ile yapılan karışım; sıvacılıkta
pure water: Su borulu kazanlarda kullanılan, kuram son kat olarak kullanılır.
sal olarak yabancı madde kapsamayan, H 2 0 simge putty knife: Çerçevelere macun uygulamada kullanı
si ile belirtilen su; saf su; arı su; damıtık veya distile lan bıçak; macun bıçağı; iskarpelâ.
su. putty powder: Cam ve metalleri parlatmak için kulla
purge: 1) yabancı maddeler veya istenmeyen eleman nılan toz halinde kalay oksit veya kalay kurşun ok
lar ve pisliğini temizlemek. 2) temizleyerek gider sit.
mek. 3) temiz, berrak veya saf olmak. 3) Buh, Kaza. p-V diagrams: Diz. Mot, Pomp, endikatör cihazı ile si
ocağı yanıcı ve patlayıcı gazlardan temizlemek. lindirlerden alınan ve basınç ile hacmin ilişkisini gös
purge valve: Özellikle soğutma devrelerinin yoğuştu- teren diyagramlar; Bkz. pressure-volume diag
rucularında kullanılan ve kondenser zarfının üst kıs rams.
mına bağlanan bir valf; hava çıkarma valfı. PWR: Bkz. pressurized-water reactor: Basınçlı su re
purging: Herhangi bir soğutma sisteminden havanın aktörü.
p ycn ome te r 438 pyrolog y
pycnometer: Sıvı ve katıların yoğunluklarını ölçmek leks piridin bileşiği; piridoksin, C 8 H 11 N0 3 ; türlü bit
için kullanılan termometren cam bir kap; piknomet- kilerde bulunur ve sentetik olarak hazırlanır; fareler
re. de beslenme bozukluğundan gelen deri iltihabını gi
pyeiograph: Bkz. pyelogram. derdiği bilinir; vitamin B6 şeklinde de kullanılır.
pyelography: Belirli bir çözelti doldurduktan sonra pyrimidine: Renksiz, kristalli organik bir bileşik; piri-
böbrek ve idrar kanalının X ışını resimlerinin (rönt midin, C 4 H 4 N 2 .
genlerinin) çekilmesi sanatı. pyrite: Demir sülfür; pirit, FeS2; parlak, sarı renkli bir
pylon: 1) telgraf tellerini taşıyan, hava yarışlarında ro mineral doğal cevher olarak bol miktarda görülür;
tayı işaret eden ince uzun, kule şeklinde bir yapı; sülfürik asit yapımında başlıca kükürt kaynağı olarak
telgraf direği. 2) gece maçlarında statların ışıklandırıl görev yapar; iron pyrites, tool's gold şekillerinde
masını sağlayan elektrik direği; pilon. de kullanılır.
pyr-: Bkz. pyro-. pyrites: Pirit gibi, türlü doğal metalik sülfürlerden her
pyramid: 1) Mısır'da Firavunlar için yapılan, tabanı hangi biri.
kare, yanal yüzleri üçgen olan dev yapı; efıram; pira pyritic: Pirite benzeyen, pirite ait veya pirit içeren.
mit. 2) şekli pirarnite benzeyen bir şey ya da olu pyritical: Bkz. pyritic.
şum. 3) Geom. tabanı üçgen, dörtgen ve çokgen, pyritology: Bir üfleç yardımıyla bileşikleri analiz etme
yanal yüzleri, bir noktada birleşen üçgenlerden olu bilimi; piritoloji.
şan katı şekil; piramit. 4) piramit şeklinde inşa et pyro-: Ateş, ısı etkisi ile üreyen bir madde, ısı etkisi
mek. ile oluşan anlamlarında bir önek.
pyramidal: 1) pirarnite ait. 2) piramit şeklinde olan. pyrocatechin: Bkz. pyrocatechol.
pyramidally: Piramit şeklinde olan. pyrocatechol: Doğal olarak bitkilerde görülen veya
pyramidic: Bkz. pyramidal. kateku'nun Bkz. catechu kuru damıtılmasından üreti
pyramidical: Bkz. pyramidal. len beyaz renkli, kristalli bir madde; pirokatekol,
pyramid, right rectangular: Dik dörtgensel piramit. C 6 H 4 (OH) 2 .
pyramid, right triangular: Dik üçgen piramit. pyrochemical: Yüksek sıcaklıklarda oluşan kimyasal
pyramid, truncated: Tepesi kesik piramit. değişimlere ait.
pyran: Kapalı zincir bileşikleri (C 5 H6 O) grubunun her pyroconductivity: Yüksek sıcaklığa maruz kaldığı za
hangi biri; piran; çemberi bir oksijen ve beş karbon man belirli elektrik yalıtıcılarının iletkenliği; ısıl ilet
atomu kapsar. kenlik.
pyranol: Transformatörler için izolasyon sıvısı ve so pyrocrystalline: Erimiş kaya maddesinden kristalle
ğutucu olarak kullanılan, yanmaz yalıtkan (dielek- şen.
trik) bir madde; piranol (Ticarî bir marka). pyroelectric: Isıl elektriğe ait; ısıl elektriklenme göste
pyranometer: Havadan alınan herhangi bir orandaki ren; ısıl olarak elektriklenen madde.
radyasyonun şiddetini ölçen bir cihaz; piranometre. pyroelectricity: Sıcaklık değişimi ile belirli kristallerde
pyrargyrite: Parlak, koyu kırmızı veya siyah bir mine elektrik polaritesinin gelişmesi.
ral; gümüş ve antimonun sülfürü, 3Ag 2 S.Sb 2 S3 . pyrogallate: Pirogallolun bir tuzu ya da esteri; piro-
pyrene: Kömür katranının damıtılmasından elde edi gallat.
len, sarı renkli kristalli bir tetrasiklik bîr karbonlu hid pyrogallic acid: Bkz. pyrogallol.
rojen; piren, C 1 6 H 1 0 . pyrogallol: Beyaz, kristalli bir fenol; pirogallol,
pyrex: Isıya dayanıklı cam eşya; payreks (Ticarî bir C 6 H 3 (OH) 3 ; galik asitin ısıtılmasıyla elde edilir ve tıp
marka). ta, fotoğrafçılıkta ve buhar kazanlarında duman gazı
pyrgeometer: Güneş tarafından neşredilen radyas nın analizinde kullanılır.
yon miktarını ölçmek için kullanılan bir alet; pirhelyo- pyrogenic: 1) ısı veya ateş ile üretme veya üretilme.
metre. 2) Jeol. volkanik ya da ısı ile oluşmuş.
pyridin: Bkz. pyridine. pyrogenous: Bkz. pyrogenic.
pyridine: Sıv. Yük. piridin yangın tehlikesi olan, kes pyrognostics: Üfleç Bkz. blowpipe kullanımı ile sap
kin ve tiksindirici kokulu, tertiari aromatik ailesinden, tanan erime, alev renklenmesi vb. gibi mineral özelli
nem emen, normal taşıma koşullarında dayanıklı, in ği-
san sağlığı için zararlı, renksiz bir sıvı; Simg. pyrographer: Pirografi'de yetenekli kişi; pirografi uz
C 5 H 5 N; 15,5°/15,5°C'de öz.ağ. 0,9886; k.n. 760 manı.
mm Hg'de 115,26°C; d.n. -42°C; suda tümü ile çözü pyrographic: Pirografi'ye ait.
nür; 20°C'de viskozitesi 0,941 cP; gemilerde çevre sı pyrograprty: 1) ısıtılmış aletlerle tahta veya deri üzeri-
caklığı ve atmosfer basıncında taşınır. ne şekiller yapma istemi ya da sanatı; pirografi. 2)
pyridine bases: Sıv. Yük. piridir) bazları; yangın tehli bu şekilde yapılan dizayn.
kesi olan, kendine has tiksindirici kokulu, tertiari be- pyraligneous: 1) odunun damıtılması ile üretilen. 2)
ierosiklik aromatik ailesinden, hafifçe higroskopik, odunun tahripkar damıtılması ile elde edilen, başlıca
yüksek sıcaklıklarda ayrışarak çok zehirli dumanlar asetik asit ve metil alkolden oluşan kırmızımsı kahve
çıkaran, renksiz ve koyu kahverenkli bir sıvı; rengi sıvıya (pirolignus asite) ait veya onu belirten.
Simg.NC5H2RRR; 15,5°/15,5°C'de öz.ağ. 0,92-1,0 ; 3) odundan elde edildiği zaman, metil alkolü belirtir.
o 0
k n.120 -210°C (kuru iken), 95 -210°C (su bulundu pyroligneous acid: Odunun tahripkar damıtılması ile
ğu zaman); suda hemen çözünür; 20°C'de viskozite elde edilen sulu bir çözetti; pirolignus asit; asetik
si 1-2 cP; gemilerde çevre sıcaklığı ve atmosfer ba asit, metil alkol, aseton ve küçük bir miktar diğer or
sıncında taşınır. ganik bileşikler kapsar,
pyridoxine: B kompleks vitaminlerinin biri veya komp pyrology: Bkz. pyrotology.
p yr olusi t e 439 Py t h agorea n t h eore
m
pyrolusite: Gri veya siyah, parlak bir mineral; doğal
manganez dioksit, Mn0 2 ; cam yapımında kullanılır. pyrophotometer:
ölçmek için kullanılan Aşırıoptik
derecede yüksek
bir cihaz; sıcaklıkları
pirofotometre.
pyrolysis: Isı ile kimyasal ayrışma; piroliz. pyroprtylite: Rengi ve yapısı bakımından talk'a benze
pyralysis gasoline: Etilen yapımında yan ürün ola yen sulu alüminyum silikat; pirofilit, Al 2 0 3 4-
rak ısıl kraking yöntemi ile üretilen benzin; benzen Si0 2 .H 2 0 ; taş tahta kalemi yapımında kullanılır.
kaynağı olarak kullanılır. pyrostat: 1) yakınında yangın patlak verince, sesli
pyrolytic: Isı ile kimyasal ayrışmaya ait; pirolitik. alarmlı mekanizmayı devreye sokan bir cihaz. 2)
pyramagnetic: Isı ile manyetizmin birleşik etkisi ile yüksek sıcaklıklar için kullanılan bir termostat.
üretilen; ısı ya da manyetizmanın birleşik etkisine pyrosulfate: Pirosülfürik asitin bir tuzu; pirosülfat.
ait; piromanyetik. pyrosulfuric acid: Ticari olarak hazırlanan ağır, yağ
pyrometallurgy: Yüksek sıcaklıklar yardımıyla cevher gibi, dumanlı, sıvı halinde kuvvetli, kristalli bir asit;
lerden metallerin elde edilmesi; pirometalurji. pirosülfürik asit, H 2 S 2 0 7 ; disulfuric acid şeklinde
pyrometer: Normal termometrelerin ölçemeyeceği ka de kullanılır.
dar yüksek sıcaklıkları elektrik akımı değişimi ile öl pyroxene: Volkanik kayalarda bulunan ve demir,
çen bir sıcaklık ölçer; pirometre; payrornetre; bir ter- magnezyum ve kalsiyum kapsayan kompleks silikat
mokupl, kablolar ve bir milivoltmetreden oluşur. minerali; piroksen.
pyrometric: Pirometreye ait; pirometre üzerinde kayıt pyroxenic: Piroksene ait; piroksen kapsayan.
edilmiş. pyroxenite: Başlıca piroksenden oluşan koyu renkli,
pyrometrical: Bkz. pyrometric. tanecikli bir volkanik kaya.
pyrometry: 1500°C üzerindeki sıcaklıkların ölçümü pyroxylin (pyroxyline): Pamuk barutundan daha az
ile ilgilenen fizik dalı. patlayıcı ve daha az nitratlı bir nitrosellüloz; boya ci
pyromorptıite: Doğal olarak türlü renklerde görülen la, kolodyum, sellüloit vb. i yapımlarında kullanılır.
kurşun klorür ve fosfat; piromorfit, pyrrhotine: Bkz. pyrrhotite.
3Pb2 (PO 4 )2 .PbCI2 . pyrrhotite: Bazan küçük bir miktar bakır, kobalt ve ni
pyrone: Kapalı zincir yapılı bir kaç sarı boyanın üretil kel kapsayan, türlü bronz renkli, parlak, doğal demir
diği doymamış bir bileşik; piron, C5 H4 0. sülfürleri.
pyron detector: Demir pirit ile çalışan bir kristal de pyrrole (pyrrol): Renksiz, keskin kokulu, hafifçe baz
tektör; piron detektörü. özellikli bir sıvı; pirol, C 4 H 5 N; safra pigmentleri, klo
pyrope: Rengi koyu kırmızıdan siyaha kadar değişen rofil ve hematinde bulunur ve damıtma ile kömür kat
ve alüminyum kapsayan bir tür grena veya lâl taşı; ranı, kemik yağı vb. inden elde edilir.
mücevher olarak kullanılır. pyruvic acid: Eter veya rasemik asilin kuru damıtılma
pyrophoric: Havanın etkisinde kaldığı zaman anî ola sından elde edilen renksiz, sıvı bir organik asit; piru-
rak tutuşmaya eğilimi olan; piroforik. vik asit, CH 3 COC0 2 H.
pyrophosphoric acid: Oda sıcaklığında bırakıldığı za Pythagorean theorem: Pitagor teoremi: "Bir dik üç
man kristalleşen ve su katıldığında kolayca ortofosfo- gende hipotenüsün karesi, dik kenarların karelerinin
2 2 2
rik asite dönüşen viskoz, sıvı asit; pirotosforik asit, toplamına eşittir; R = a + b (R = hipotenüs, a
H4 P2 07 . ve b = dik kenarlardır).
440
Q, bir dalı.
5) Anal. Geom. bir düzlem yüzeyde. sayı; 10 . 2) ingiltere ve Almanya'da ise 1'i izleyen
24
quadrant electrometer: Çeyreklere bölünmüş metal 24 sıfırlı sayı; 10 ; katrilyon.
2
bir silindirde yatay olarak asılmış hafif metalik bir iğ quadrinomial: 1) Ceb. dört terimli ifade; x + xy - 3y
2
neden oluşan elektrometre; Kelvin elektrometresi. + 2y gibi. 2) Ceb. dört terimden oluşan.
quadrantal: 1) şekli çeyrek daireye benzeyen. 2) çey quadripartite: 1) dört parçadan oluşan veya dört par
rek daireye ait. çaya bölünmüş. 2) dört kişi, devlet vb. i tarafından
quadropod engine: Bkz. quadruple expansion engi pay ve formüle edilmiş.
ne. quadrisect: Dört eşit parçaya bölmek.
quadrat: 1) Matb. hurufatın yüzeyinden daha alçak, quadrivalence: Dört değerli olma durumu veya niteli
yerleştirme, boş hatları doldurma vb. i için kullanılan ği; dört değerlilik.
bir parça metal; kadrat. quadrivalency: Bkz. quadrivalence.
quadrate: 1) kare veya kareye yakın. 2) birbirinden quadrivalent: 1) dört değer veya valansa sahip olan;
90 derecelik mesafede bulunan gök cisimlerini belir dört değerli. 2) dört değerli olan.
ten. 3) bir kare veya dikdörtgen. 4) kare veya dikört- quadrivial: Bir noktada birleşen dört yola sahip oları.
gen yer, şey vb. i 5) kare yapmak. 2) dört yönü gösteren; dört yönlü: Yol veya cadde
quadratic: 1) kare. 2) Ceb. ikinci dereceden nicelik ler için söylenir.
veya nicelikler. 3) ikinci dereceden terim, ifade veya quadrivium: Ortaçağda yedi yüksek bilimin aritmetik,
eşitlik. geometri, astronomi ve müzik kapsayan daha yük-
quadratic equation: Ceb. ikinci dereceden veya ikin
ci kuvvetten eşitlik.
quadratics: ikinci dereceden eşitliklerle ilgilenen ce
quadruple 441 quarter-hou r
kül veya tanecikler için söylenir,
sek bölümü. quantum: 1) nicelik ya da miktar. 2) belirtilen miktar;
quadruple: 1) dörtten oluşan veya dörtten ibaret, 2) porsiyon; parça ya da kısım. 3) kuvantum kuramına
dört misli. 3) bir şeyin dört misli. 4) dört misli fazla göre belirli niceliklerin temel birimi; örneğin foton;
miktar. 5) dört misli yapmak veya olmak. 6) dörtle elektromanyetik radyasyon birimidir,
çarpmak. quantum efficiency: Gelen radyasyonun kuvantumu
quadruple engine: Bkz.quadruple steam engine. başına bir metalden neşredilen veya yayılan fotoe-
quadruple expansion engine: Bkz. quadruple ste lektronların sayısı; kuvantum verimi,
am engine. quantum mechanics: Kuvantum kuramını doğrula
quadruple steam engine: Yüksek basınç (HP), birin yan olayların mekaniği; kuvantum mekaniği; örne
ci orta basınç (1.MP), ikinci orta basınç (2.MP) ve al ğin atomsal ve molekülsel değişimler.
çak basınç (LP) silindirlerinden oluşan ve silindir quantum number: Bir atomik sistemin durumunu be
çapları birbirlerinden farklı buhar makinesi; dört ge lirten tam bir sayı; kuvantum sayısı ya da numarası.
nişlemeli (stim) makinesi; dört genişlemeli dört silin quantum shell: Aynı esas kuvantum sayısına sahip
dirli pistonlu buhar makinesi; Gem. Mak. kuvadrapıi olan elektronların bulunduğu hacim; kuvantum kabu
ekspanşın makine; tam adı: Quadruple expansion ğu.
steam engine. quantum state: Enerji düzeyi; bir atom veya molekü
quadruplex: 1) dört kat. 2) tek tel ile aynı anda ikişer lün kalıcı ya da geçici olarak sürdürdüğü durumlar
olarak aynı yöne dört mesaj gönderebilen telgraf sis dan biri; kuvantum durumu.
temini belirtir. 3) çaplan birbirine eşit dört silindirli quantum theory: Kuvantum kuramı ya da teorisi;
bir pompa, makine vb. Planck'a göre: "Enerji, kuvanta Bkz. quanta adı veri
quadruplicate: 1) dört misli. 2) Mate, dördüncü kuv len minimum bölünemeyen tanecik ya da partiküller-
vete yükselen. 3) birbirine tümü ile eşit olan dört den oluşur"; radyan enerji sadece kuvanta ve foton
kopyadan biri. lar tarafından emilir veya yayılır.
quadruplication: 1) dört misli yapma. 2) bunun sonu quarantinable: Karantinaya konu olan.
cu. quarantine: 1) bulaşıcı hastalık taşıyan bir geminin li
quak: 1) titremek; sallanmak. 2) deprem veya zelze manda kesin olarak yalıtıldığı 40 günlük süre; karan
le. tina. 2) böyle bir geminin tutulduğu yer. 3) kırk gün
qualifier: Bilgisay. niteleyici. lük süre. 4) bulaşıcı hastalık bulunan kişilerin, bitki
qualitative: Bir gazın hacim ya da basınç miktarları vb. lerinin tecrit edilmesi. 5) bulaşıcı hastalıklı kişi, si
nın ölçülmediği, sadece hacmin basınçla değiştiğini nek, bitki vb. lerinin tecrit edildiği ve ötesine geçme
gösteren bir deney; nitel veya niteliğe ait; kalitatif. nin yasak olduğu yer. 6) karantina altına almak.
qualitative analysis: Miktarını saptamadan bir mad quart: 1) 1/4 galon; İngiltere'de 1,13 litre, ABD'de
3
denin bileşenlerinin tanımlanması; niteliksel analiz; 0,945 litre veya 57,75 inç 'e eşit olan bir sıvı ölçüm
kalitatif analiz; nitel analiz. birimi, 1/8 pek'e (0,945 İt), eşit olan bir kuru ölçüm
quality: 1) bir şeyin sahip olduğu mükemmellik dere birimi. 3) kapasitesi veya hacmi 3,78/4 = 0,945 litre
cesi. 2) nitelik; kalite; vasıf: Buharın vasfı veya kalite ye eşit olan bir kap.
si gibi, quarter: 1) bir şeyin dört eşit parçasından biri; dörtte
quant: 1) ing. küçük tekneleri yürütmek için kullanı bir; çeyrek. 2) 8 buşel veya 1/4 ton'a eşit olan bir ta
lan alt ucuna yakın diski bulunan bir sırık; disk, sırı hıl ölçü birimi. 3) ABD'de 25 libre (11,3 kg), ingilte
ğın çamura batmasını önler. 2) böyle bir sırık ile (bir re'de 28 libre (12,65 kg) olan bir ağırlık birimi. 4) bir
tekneyi) yürütmek. yardanın dörtte biri veya 9 inç (228,6 mm) olan. 5)
quanta: Bkz. quantum (Çoğ.). bir milin dörtte biri (402,25 m). 6) bir yılın dörtte biri;
quantic: Mate, iki veya daha fazla değişkenin fonksi üç ay. 7) akademi veya kolejlerde öğretim yılının
yonunun homojen entegrali. dörtte biri. 8a) bir saatin dörtte biri; 15 dakika. 9a)
quantity: 1) niceliğini saptamak ya da belirtmek; bo bir doların dörtte biri; 25 sent. b) Amerika ve Kana-
yunu belirtmek, göstermek ya da işaret etmek. da'da 25 sente eşit olan gümüş para. 10a) pusula
quantitative: 1) nicelik ile ilişkili; ölçülebilir olma yete nın dört ana noktasından biri. b) ufkun dört bölü
neği. 2) nicel. münden biri. c) bu bölümlerin altında olduğu düşü
quantitaive analysis: Bir bileşik ya da bir maddenin nülen bölgelerden biri; Dünyanın bir parçası ya da
türlü bileşenlerinin yüzdelerini veya miktarlarını has bölgesi. 11) Astr. a) Ayın Dünyanın çevresinde çey
sas olarak ölçme işi ile ilgilenen kimya dalı; kantitatif rek dönüş yaptığı süre. b) yarı aydınlık olduğu za
analiz; nicel analiz, miktarsal analiz. man Ayın görünüşü. 12) Den. a) gemi bordalarının
quantity: 1) miktar; oran; kısım ya da parça. 2) her kıç tarafı; kıç omuzluk, b) bir kulacın dörtte biri. 13)
hangi belirsiz bir kütle, ağırlık ya da sayı. 3) belirli dört eşit parçaya bölmek. 14) Meka. bağlayıcı parça
bir şeyin tam miktarı, 4) büyük bir miktar veya sayı. yı dik açılarda birleştirmek. 14) Den. bir geminin kıç
5) ölçüm ile saptanabilen herhangi bir şeyin özelliği. omuzluğundan esmek: Rüzgâr için söylenir.
6) Mate, a) miktarları, boyutları vb. ölçülebilme veya quarter-deck (quarterdeck): Bir geminin üst güverte
sayılar ya da simgelerle belirtme özelliği, b) matema sinin, çoğu zaman zabitlere ayrılan kıç tarafı; eski
tiksel nicelikleri belirtmek için kullanılan bir sayı ya den geminin pupası ile grandi direği arasındaydı.
da simge. quartered: 1) dörtte birlere bölünmüş. 2) uzunlaması
quantity of radiation: Radyasyon miktarı; ışına dikey na dörde bölünmüş kütük veya tomruk,
2
olan bir düzlemden geçen ve erg/cm veya vat-sani- quarter-hour: 1) on beş dakika. 2) saat üzerinde, bir
2
ye/cm türünden ifade edilen toplam enerji. saatin ilk ve üçüncü çeyreklerini gösteren nokta; qu-
quantized: Belirli değerde enerjiye sahip olan: Parti-
440
Q, q
bir dalı.
Q, quadratron: Yüksek vakumlu bir vakum tüpü veya tet
q rad.
q.: Bkz. 1) quadrans. 2) quart. 3) quarter, 4) quar quadrature: 1) kare yapma işi. 2) verilen bir dairenin
terly. 5) quintal. yüzeyine eşit yüzeyde bir karenin boyutlarını tespit
ql : Bkz. quintal. etme: Geometrik olarak çözümsüz bir problem. 3)
qt.: Bkz. 1) quantity. 2) quart.
Astr. birbirlerinden 90 derece uzaklıkta oldukları za
qu.: Bkz. 1) quart. 2) quarter. 3) quarterly.
man, iki gök cisminin göreli durumu.
quad: Bkz. quadrat.
quadrennial: 1) dört yılda bir kare olan. 2) her dört
quadrangle: Geom. dört kenarı ve dört açısı olan düz
yılda bir vukubulan. 3) dört yılda bir olan olay.
lem şekil; dörtgen.
quadrennially: Her dört yılda bir.
quadrangular: Dörtgen şeklinde olan; dört açı ve
quadrennium: Dört yıllık bir periyot ya da süreç.
dört kenara sahip olan.
quadri-: Dört kere, dört kat anlamlarında bir önek.
quadrant: 1) buharlı dümen makinelerinde çeyrek da
quadric: Mate, ikinci dereceye ait.
ire şeklinde olan ve dümen rodunu hareket ettiren
quadricentennial: Dört yüzüncü yıldönümü veya
dişli; kadran (dişli). 2) daire çevresinin dörtte bir ve
onun kutlanması; bu yıldönümüne ait.
ya çeyrek parçası; 90 derecelik açının yayı; kadran.
quadricycle: Dört tekerlekli çevrim.
3) bir dairenin dörtte biri; çeyrek daire; dörtte bir da
quadrifid: Dört parçaya bölünen.
ire. 4) çeyrek daireye benzer bir parça ya da kısım.
quadrilateral: 1) Geom. dört açısı ve dört kenarı olan
5) Astr., Nav. rakım (yükselti) ve açısal yükseklikleri
düzlem şekli. 2) dört kenarlı olan; dört kenarlı. 3)
ölçmek için kullanılan sekstant türünden bir cihaz.
dört kare ile korunan alan.
5) Anal. Geom. bir düzlem yüzeyde.
quadrillion: 1) ABD ve Fransa'da 1'i izleyen 15 sıfırlı
quadrant electrometer: Çeyreklere bölünmüş metal 15
bir silindirde yatay olarak asılmış hafit metalik bir iğ sayı; 10 . 2) ingiltere ve Almanya'da ise 1'l izleyen
neden oluşan elektrometre; Kelvin elektrometresi. 24 sıfırlı sayı; 10 , katrilyon.
2
quadrinomial: 1) Ceb, dört terimli ifade; x + xy - 3y
quadrantal: 1) şekli çeyrek daireye benzeyen. 2) çey 2
sek bölümü.
kül veya tanecikler için söylenir,
quadruple: 1) dörtten oluşan veya dörtten ibaret. 2)
quantum: 1) nicelik ya da miktar. 2) belirtilen miktar;
dört misli. 3) bir şeyin dört misli. 4) dört misli fazla
porsiyon; parça ya da kısım. 3) kuvantum kuramına
miktar. 5) dört misli yapmak veya olmak. 6) dörtle
göre belirli niceliklerin temel birimi; örneğin foton;
çarpmak.
elektromanyetik radyasyon birimidir,
quadruple engine: Bkz. quadruple steam engine.
quantum efficiency: Gelen radyasyonun kuvantumu
quadruple expansion engine: Bkz. quadruple ste
başına bir metalden neşredilen veya yayılan fotoe-
am engine.
lektronların sayısı; kuvantum verimi,
quadruple steam engine: Yüksek basınç (HP), birin
quantum mechanics: Kuvantum kuramını doğrula
ci orta basınç (1.MP), ikinci orta basınç (2.MP) ve al
yan olayların mekaniği; kuvantum mekaniği; örne
çak basınç (LP) silindirlerinden oluşan ve silindir
ğin atomsal ve molekülsel değişimler.
çapları birbirlerinden farklı buhar makinesi; dört ge
quantum number: Bir atomik sistemin durumunu be
nişlemen (stim) makinesi; dört genişlemeli dört silin
lirten tam bir sayı; kuvantum sayısı ya da numarası.
dirli pistonlu buhar makinesi; Gem. Mak. kuvadrapıi
quantum shell: Aynı esas kuvantum sayısına sahip
ekspanşın makine; tam adı: Quadruple expansion
olan elektronların bulunduğu hacim; kuvantum kabu
steam engine.
ğu,
quadruplex: 1) dört kat. 2) tek tel ile aynı anda ikişer
quantum state: Enerji düzeyi; bir atom veya molekü
olarak aynı yöne dört mesai gönderebilen telgraf sis
lün kalıcı ya da geçici olarak sürdürdüğü durumlar
temini belirtir. 3) çaplan birbirine eşit dört silindirli
dan biri; kuvantum durumu.
bir pompa, makine vb.
quantum theory: Kuvantum kuramı ya da teorisi;
quadruplicate: 1) dört misli. 2) Mate. dördüncü kuv
Planck'a göre: "Enerji, kuvanta Bkz. quanta adı veri
vete yükselen. 3) birbirine tümü ile eşit olan dört
len minimum bölünemeyen tanecik ya da partiküller-
kopyadan biri.
den oluşur"; radyan enerji sadece kuvanta ve foton
quadruplication: 1) dört misli yapma. 2) bunun sonu
lar tarafından emilir veya yayılır.
cu. quarantinable: Karantinaya konu olan.
quak: 1) titremek; sallanmak. 2) deprem veya zelze
quarantine: 1) bulaşıcı hastalık taşıyan bir geminin li
le.
manda kesin olarak yalıtıldığı 40 günlük süre; karan
qualifier: Bilgisay. niteleyici.
tina. 2) böyle bir geminin tutulduğu yer. 3) kırk gün
qualitative: Bir gazın hacim ya da basınç miktarları
lük süre. 4) bulaşıcı hastalık bulunan kişilerin, bitki
nın ölçülmediği, sadece hacmin basınçla değiştiğini vb. lerinin tecrit edilmesi. 5) bulaşıcı hastalıklı kişi, si
gösteren bir deney; nitel veya niteliğe ait; kalitatif.
nek, bitki vb. lerinin tecrit edildiği ve ötesine geçme
qualitative analysis: Miktarını saptamadan bir mad nin yasak olduğu yer. 6) karantina altına almak.
denin bileşenlerinin tanımlanması; niteliksel analiz;
quart: 1) 1/4 galon; İngiltere'de 1,13 litre, ABD'de
kalitatif analiz; nitel analiz. 3
0,945 litre veya 57,75 inç 'e eşit olan bir sıvı ölçüm
quality: 1) bir şeyin sahip olduğu mükemmellik dere
birimi, 1/8 pek'e (0,945 lt), eşit olan bir kuru ölçüm
cesi. 2) nitelik; kaiiîe; vasıf; Buharın vasfı veya kalite
birimi. 3) kapasitesi veya hacmi 3,78/4 = 0,945 litre
si gibi.
ye eşit olan bir kap.
quant: 1) İng. küçük tekneleri yürütmek için kullanı
lan alt ucuna yakın diski bulunan bir sırık; disk, sırı quarter: 1) bir şeyin dört eşit parçasından biri; dörtte
ğın çamura batmasını önler. 2) böyle bir sırık ile (bir bir; çeyrek. 2) 8 buşel veya 1/4 ton'a eşit olan bir ta
tekneyi) yürütmek. hıl ölçü birimi. 3) ABD'de 25 libre (11,3 kg), ingilte
re'de 28 libre (12,65 kg) olan bir ağırlık birimi. 4) bir
quanta: Bkz. quantum (Çoğ.).
yardanın dörtte biri veya 9 inç (228,6 mm) olan. 5)
quantic: Mate, iki veya daha fazla değişkenin fonksi
bir milin dörtte biri (402,25 m). 6) bir yılın dörtte biri;
yonunun homojen entegrali.
üç ay. 7) akademi veya kolejlerde öğretim yılının
quantify: 1) niceliğini saptamak ya da belirtmek; bo
dörtte biri. 8a) bir saatin dörtte biri; 15 dakika. 9a)
yunu belirtmek, göstermek ya da işaret etmek.
bir doların dörtte biri; 25 sent. b) Amerika ve Kana-
quantitative: 1) nicelik ile ilişkili; ölçülebilir olma yete
da'da 25 sente eşit olan gümüş para. 10a) pusula
neği. 2) nicel.
nın dört ana noktasından biri. b) ufkun dört bölü
quantitaive analysis: Bir bileşik ya da bir maddenin
münden biri. c) bu bölümlerin altında olduğu düşü
türlü bileşenlerinin yüzdelerini veya miktarlarını has
nülen bölgelerden biri; Dünyanın bir parçası ya da
sas olarak ölçme işi ile ilgilenen kimya dalı; kantitatif
bölgesi. 11) Astr. a) Ayın Dünyanın çevresinde çey
analiz; nicel analiz, miktarsal analiz.
rek dönüş yaptığı süre. b) yarı aydınlık olduğu za
quantity: 1) miktar; oran; kısım ya da parça. 2) her
man Ayın görünüşü. 12) Den. a) gemi bordalarının
hangi belirsiz bir kütle, ağırlık ya da sayı. 3) belirli
kıç tarafı; kıç omuzluk, b) bir kulacın dörtte biri. 13)
bir şeyin tam miktarı. 4) büyük bir miktar veya sayı.
dört eşit parçaya bölmek. 14) Meka. bağlayıcı parça
5) ölçüm ile saptanabilen herhangi bir şeyin özelliği.
yı dik açılarda birleştirmek. 14) Den. bir geminin kıç
6) Mate, a) miktarları, boyutları vb. ölçülebilme veya
omuzluğundan esmek: Rüzgâr için söylenir.
sayılar ya da simgelerle belirtme özelliği, b) matema
quarter-deck (quarterdeck): Bir geminin üst güverte
tiksel nicelikleri belirtmek için kullanılan bir sayı ya
sinin, çoğu zaman zabitlere ayrılan kıç tarafı; eski
da simge.
den geminin pupası iie grandi direği arasındaydı.
quantity of radiation: Radyasyon miktarı; ışına dikey
2 quartered: 1) dörtte birlere bölünmüş. 2) uzunlaması
olan bir düzlemden geçen ve erg/cm veya vat-sani-
2 na dörde bölünmüş kütük veya tomruk,
ye/cm türünden ifade edilen toplam enerji. quarter-hour: 1) on beş dakika. 2) saat üzerinde, bir
quantized: Belirli değerde enerjiye sahip olan: Parti saatin ilk ve üçüncü çeyreklerini gösteren nokta; qu-
quarterly 442 quillal
şarj ya da boşalıma son verme.
arter Hour şeklinde de kullanılır. quenchless: Söndürülemez.
quarterly: 1) bir yılda dört kere ve belirli aralıklarla vu- quercetic: Kuversetin'e ait ya da ondan türeyen.
kubulan veya görülen. 2) bir çeyrekten oluşan. 3) yı quercetin: Siyah meşenin iç kabuğundan çıkarılan ve
lın bir çeyreğinde bir kere. 3) her üç ayda bir yayın ya sentetik olarak üretilen san, kristalli bir boya mad
lanan (dergi ya da mecmua). desi; kuversetin, C 1 5 H 1 0 O 7 .
quartern: 1) dörtte bir kısım; çeyrek; dörtte bir. 2) bir quercine: Meşeye ait.
ston'un dörtte biri veya 3,5 iibre (1,587 kg). 3) ağırlı quern: 1) biri diğerinin üzerinde olan iki taş diskten
ğı yaklaşık olarak 4 libre (1,814 kg) olan ekmek. oluşan ve tahıl tanelerini öğütmek için kullanılan il
quarter-phase: Elekt. aralarında 90 derecelik faz farkı kel bir öğütücü; taş değirmen. 2) kahve ve baharat
bulunan iki alternatif akımın üretimi, taşınması veya üretmek için kullanılan küçük bir değirmen; el değir
kullanılması; diphase şeklinde de kullanılır. meni.
quarter, port: Den. iskele kıçomuzluk. quick: 1a) çabuk veya hızlı, b) çabuk olarak yapılan
quarter round: Enine kesiti çeyrek daire olan, dışbü şey; acele. 2) kısa bir zaman aralığında görülen ve
key tiriz ya da pervaz; ovolo şeklinde de kullanılır. ya vukubulan. 3) hassas ya da duyarlı. 4) kolay ka
quartersaw: Kütük ya da tomruğu boyuna olarak dör rıştırılan. 5) çabuk olarak; hızlı olarak.
de bölmek ve sonra biçmek (tahta yapmak). quick charge: Akülerin, kapasitelerinin onda birinden
quarter section: Bir arazi parçasının yaklaşık olarak daha yüksek bir akımla şarj edilmeleri; hızlı şarj; yıl
2 2
1/4 mil 'ye (0,647 km ) eşit olan dörtte bir bölümü. dırım şarj.
quartic: Mate, dördüncü Kuvvet veya dereceye ait. quick-cleaning strainer: Den. gemilerin ana yangın
quartz: Parlak, kristalli bir mineral veya silisyum diok- devrelerinde bulunan ve deniz canlıları, kum, kısır
sit; kuvarz, Si0 2 ; çoğu zaman bol miktarda, çoğun vb. i parçacıkları tutan, onların yangın hortumlarına
lukla renksiz, saydam şekilde, bazan da türlü renk geçmesine ve nozulu tıkamasına engel olan filtre;
lerde yarı kıymetli taşlar olarak görülür; elektrik ci çabuk temizlenen süzgeç ya da filtre.
hazlarında ve özel lâboratuvar aletleri yapımında kul quick closing gear: Buhar, gaz veya bir sıvı akımını
lanılır. derhal durdurmak için kullanılan bir tertibat; çabuk
quartz clock: Belirli sabit bir frekansta titreşen bir ku kapama donanımı.
varz kristali tarafından ayarlanan bir saat; kuvarz sa quick-closing valve: 1) uzaktan kumandalı sistemler
ati; duyarlı işlerde kullanılır. de kullanılan ve kazana verilen yakıtı derhal kesmek
quartz-fiber manometer: Bir kuvarz lifi yardımıyla için kullanılan bir valf; çabuk kapama valfı. 2) bir sis
gaz basınçlarını ölçen manometre; kuvarz lifii mano temin çabuk bir biçimde korunması için kullanılan
metre. bir emniyet, güvenlik veya seyfti valfı.
quartziferous: Kuvarzdan oluşan; kuvarz veren. quick-emptying valve: Yüksek devirli ve redüksiyon-
quarzite: Som, sert, açık renkli çakmak taşı gibi pırıltı lu (devir düşürücülü) dizel motorlarının hidrolik kap-
lı bir kaya; kuvarzit; yaklaşık olarak % 98'i silisyum linlerinde kullanılan bir valf; çabuk boşaltma valfı;
dioksit olan bir kumtaşı. hidrolik kaplini çalıştırma yağının 2-7 dakikada boşal
quartz lamp: Morötesi ışınlarının büyük bir bölümünü masını sağlar.
geçiren kuvarz tüplü, cıva buharlı bir lâmba; kuvarz quick-fire: Birbiri ardından veya seri olarak ateş eden
lâmbası. veya ateş edecek şekilde yapılmış.
quartz plate: Elekt. elektrik polaritesine sahip bir ku quick fire: Seri atışlı (silah).
varz kristali parçası. quick-firing: Bkz. quick-fire.
quaternary: 1) dörtten oluşan; dörtlü grup. 2) Jeol. quick-freez: Çiğ veya henüz pişmiş yiyecekleri anî
en son zamana ait ya da onu belirten. 3) dört sayısı; olarak dondurmak ve düşük sıcaklıklarda uzun süre
4; dördün grubu. için muhafaza etmek veya saklamak; şoklamak.
quaternary ammonium compound: Hidrojen atomla quicklime: Sönmemiş kireç; beyaz çözünmez bir ka
rının organik köklerle yer değiştirmesiyle amonyum tı; kalsiyum oksit, CaO; su ile sönmüş kireci oluştu
hidroksitten türeyen ve genel formülü R4NOH olan rur; sıva yapımı ve deri endüstrisinde kullanılır.
bir bileşik, örneğin tetraetil amonyum hidroksit, quickly-fitted stoppers: Su borulu kazanların hidro
(C 2 H5 )4 NOH. lik deneylerini çabuk olarak yapmak için kullanılan
quaternion: 1) dörtlü bir grup. 2) Mate, a) bir vektörü ve 200 bar basınca dayanabilen bir cihaz.
diğerine dönüştüren bir faktör; katerniyon. b) Çoğ. quick-shut off valve: Buh. Kaza. akaryakıt veya ma
katerniyon kullanan bir kalkülüs biçimi. zot devrelerinde püskürtücülere verilen yakıtı hızla
quay: Çoğu zaman betonarme veya taştan yapılmış, kesmek için kullanılan bir valf; çabuk kapama valfı.
gemileri yükleme ve boşaltma olanaklarına sahip rıh quicksilver: 1) cıva, Hg; termometrelerde kullanılır.
tım ya da iskele. 2) cıva ile kaplamak
quayage: 1) rıhtımın kullanılması için konulmuş üc quick stop valve: Çabuk kapama valfı veya vanası;
ret; rıhtım resmi; rıhtım ücreti. 2) bir rıhtım üzerinde quick-shut off valve şeklinde de kullanılır.
ki alan. 3) tüm rıhtımlar. quiet: 1) sakin; durgun; hareketsiz. 2) gürültüsüz;
quench: 1) söndürmek: Yangın söndürmek gibi. 2) sessiz. 3) kolay uyarılmayan.
anî olarak soğutmak: Tavlanmış çeliğin su, yağ vb. quiet running engine: Sessiz (çalışan) makine; çalı
ine sokularak soğutulması gibi; su vermek. şırken gürültü yapmayan makine.
quenching: 1) kritik sıcaklığın üzerine kadar ısıttıktan quill: 1) dokumacı makarası; masura. 2) tüy kalem.
sonra çelik ya da diğer bir alaşımı su, yağ ve diğer 3) bir direğin içi oyuk gövdesi.
bir banyoya batırarak sertleştirmek. 2) tekrar tutuş quillai: Bot. iç kabuğu sabun olarak kullanılan bir Şili
mayı önlemekle bir radyasyon sayaç tüpündeki de
quil l shaf t 442 quotien t
ağacı.
değiştirilmesi sonucu, kinondan türetilen kristalli bir
quill shaft: İki Kademeli devir düşürücü ya da ridak-
bileşik; kinonimin, C6 H5 NO.
şın gir donanımlarında, birinci kademe dişli çark ve
quinonoid: Yapısı, özellikleri vb. kinona benzeyen; ki-
birinci kademe pinyon dişliyi taşıyan şaft ya da mil;
noit.
Gem. Mak. kuvil şaft.
quinque-: Beş veya beşle çarpma anlamlarında bir
quinacrine: Sentetik bir ilaç; stebrin: Tam adı quinae-
önek.
rine hydrochloride,
quinquenniad: Bkz. quinquennium.
quinary; Beşten oluşan veya beşin oluşturduğu; beşli
quinquennia!: 1) beş yıl süren. 2) her beş yılda bir
(grup). oluşan ya da vukubulan; beş yılda bir oluşan olay.
Quincke tube: Paralel iki daldan oluşan kolu oları quinquennium: Beş yıllık bir zaman aralığı, periyodu
ses iletme tüpü; ses filtre etmek için kullanılır; Quinc veya süreci.
ke tüpü. quinquereme: Beş sıra küreğe sahip olan kadırga.
quindecagon: Geom. on beş açısı ve on beş kenarı quinquevalence: Beş değerli olma durumu veya nite
olan bir düzlem; on beş kenarlı. liği; beş değerlilik.
quindecennial: 1) on beş yılda bir vukubulan. 2) on quinque valency: Bkz. quinquevalence.
beş yıl için süren. 3) on beş yıl dayanan veya on quinquevalent: 1) beş değere sahip olan; beş değer
beş yıl süreli; on beşinci yıldönümü. 4) bunun kutla li. 2) pentavalent şeklinde de kullanılır.
ması. quinta!: 1) ABD'de 100 libre (45,36 kg), ingiltere'de
quinia: Bkz. quinine. 112 libreye (48,832 kg) eşit olan bir ağırlık birimi. 2)
quinic acid: Kahve taneleri, kınakına ağacı kabukla metrik sistemde 100 kg'a (220,46 libre) eşit olan ağır
rından elde edilen renksiz, kristâili bir asit; kinik asit, lık birimi; kental.
C6 H7 (OH)4 .COOH. quintan: Her beş günde bir oluşan veya vukubulan;
quinidin: Bkz. quinidine
beş günde bir görülen ateş gibi.
quinidine: Kınakına ağacı kabuğundan çıkarılan kini
quintessence: Herhangi bir şeyin saf, konsantre özü
ne benzeyen renksiz, kristalli bir alkaloit; kinidin,
veya hülâsası.
C 20 H 24N 2 O 2.
quintessential: Öz ya da hülâsaya ait; en saf; en mü
kemmel.
quinin: et e quinine. quintet (quintette): 1) beş kişi veya beş şeyden olu
quinina: Bkz. quinine. şan bir takım veya grup; beşli; kentet.
quinine: 1) kınakına ağacı kabuğundan çıkarılan acı, quintillion: 1) ABD ve Fransa'da 1'i izleyen 18 sıfır
kristalli bir alkaloit; kinin, C 20 H 24 N 2 O 2 . 2) bunun, 18
dan oluşan sayı; 10 . 2) Almanya ve İngiltere'de 1'i
ki nin sülfat gibi, türlü amaçlar için ilaç olarak, 30
izleyen 30 sıfırlı sayı; 10 .
özellikle sıtma tedavisinde kullanılan bir bileşiği.
quintuple: 1) beş kapsayan veya beşten oluşan. 2)
quinoid: Yapısı, özellikleri vb. i bakımından kinon'a
beş misli; beş kat. 3) diğerlerinden beş misli daha
benzeyen bir madde.
büyük olan bir sayı vb. 4) beş misli yapmak veya ol
quinoidin: Bkz. quinoidine.
mak; beşle çarpmak.
quinoidine: Kınakına kabuğundan kinin çıkarılması iş
quintuple point: Beş fazı dengede olan sıcaklık veya
leminde oluşan alkaloitler karışımı kapsayan kahve
temperatür.
rengi bir madde; klnodin; kinin yerine kullanılır.
quintuplet: 1) aynı türden beşli bir grup. 2) bir kere
quinolin: Bkz. quinoline.
de doğan beş bebek; beşiz.
quinoline: Kemiklerin, kömür katranının ve türlü alka
quire; Aynı maldan aynı ölçülerde 24 veya 25 yaprak-
loitlerin tahripkâr damıtılmasından veya sentezlerle
lık kâğıt destesi; 480 veya 500 tabakalık bir paketin
elde edilen renksiz, sıvı bileşik; kinolin, C 9 H 7 N ; anti
yirmide biri.
septikler, boyalar vb. i yapımında kullanılır.
quite: 1) tümü ile; tamamen. 2) gerçekten veya haki
quinone: 1) iki izomerik bileşikten biri; kinon,
katen; kesin olarak. 3) önemli derece veya boy; pek
C 6 H 4 O 2 ; fotoğrafçılıkta, özellikle sarı, kristalli
çok.
izomer boyalar yapımında kullanılır. 2) bu tür
quota: Pay ya da hisse; orantılı pay; kota; kontenjan.
bileşikler seri sinin herhangi biri.
quotient: Aritm. bir sayı diğeri ile bölündüğü zaman
quinonimine: Oksijen atomunun bir imino grubu ile elde edilen sayı; bölüm.
R, r
R,
RACER cycle: Buhar türbini ile gaz türbininin aynı
r
de vir düşürücü ile pervaneyi çevirdiği bir makine
R: 1) Kimy. kökün simgesi; özellikle organik kök sim
çevri mi; bir tür Rankin çevrimi; ekonomizör, buhar
gesi veya sembolü. 2) Elekt. direnç ya da rezistan
jenera törü ve süperhiyter gaz türbininin egzozu
sın simgesi. 3) Mate. yarıçap veya oranın simgesi.
ile çalış makta ve üretilen stim, buhar türbinini
4) F/z., Kimy. gaz sabitesi.
çalıştırmakta dır; Rankine Cycle Energy Recovery
r.Bkz. 1) roentgen (s). 2) resistance.
sözcüklerinin ilk harflerinden oluşmaktadır.
R.: Bkz. 1) radical. 2) Reamur.
raceway: 1) su için dar bir kanal. 2) elektrik kabloları
R. (r.):Bkz. 1) radius. 2) railroad. 3) railway. 4) ro
veya tellerini taşımak ve korumak için kullanılan bo
ad.
ru.
r .: Bkz. 1) range. 2) rod; rods. 3) rubber.
rack: 1) türlü cisimleri tutmak veya göstermek için kul
Ra: Bkz. radium.
lanılan çerçeve, ızgara, mahfaza stand vb. i; özellik
rabbet: 1) bir geçme ya da bağlantı yapmak için bir
le: a) bir uçakta bombaları tutmak için çerçeve, b)
tahtanın kenarına, diğer parçaya geçecek şekilde
Matb. hurufat mahfazalarını taşımak için çerçeve. 2)
açılan oyuk; lâmba: Lâmbalı tahta gibi; yivli tahta. 2)
Diz. Mot. yüksek basınç pompalarında dişli çark,
bu şekilde yapılan geçme. 3) yiv (lâmba) açmak. 4)
vorm vb. inin geçtiği kremayer dişli; rak; rak kolu.
yiv (lâmba) ile birleşmiş. 5) lâmba (yiv) ile birleştiril
rack adjustment: Rak (kolu) ayarı; indeks ayarı.
miş.
rack railway: Dağ gibi meyilli yerlere tırmanmak için
rabbit: Bir nükleer reaktörde bir boru içinde pnömatik
kullanılan bir tür demiryolu; dişli demiryolu.
veya hidrolik olarak yürütülen küçük bir kap; çok kı
rackwork: Rak koluna (kremayer dişli) sahip olan me
sa hayatlı atomlar kapsayan örnekleri gidermede kul
kanik bir cihaz.
lanılır.
racon: Uçakları yöneltmek için kullanılan radar sinya
rabble: Erimiş demiri karıştırmak ve yüzer maddeleri
li, ışını veya bikın'ı.
ni gidermek için kullanılan demir çubuk; gelberi;
rad.: Bkz. 1) radial. 2) radius. 3) radix.
böyle bir gelberi ile karıştırmak ve yüzer maddelerini -2
rad: Maddenin her kilogramı için 1x10 J enerji birik-
gidermek.
tirebilen radyasyon miktarı; Rad.
Rabi field: Paralel, yassı, dikdörtgen kutuplar arasın
radar: Büyük frekanslı radyo dalgalarını gönderen bir
da düzgün olmayan bir manyetik alan; Rabi alanı;
iletici (verici) ve bir arazi kütlesi, gemi vb. inin yansıt
manyetik hareketi olan partikül ya da tanecikleri sap
tığı bu dalgaları toplayan bir alıcıdan (resiver) olu
tırmak için kullanılır,
şan radyo arama cihazı; radar; radyo dalgalarını yan
race: 1) bir makinenin hareketli parçaları için kanal
sıtan cismin yönü ve mesafesini belirtir.
veya oyuk: Rulman yatakta bilyaiarın kanalı gibi. 2)
radar aerial: Bkz. radar antenna.
hızlı olarak hareket etmek ya da gitmek. 3) az di
radar antenna: Elektromanyetik dalgalar gönderen
renç veya hafif yük nedeniyle çok çabuk dönmek ve
ve bir cisme çarpayark yansıyan dalgaları alan an
ya hareket etmek, 4a) hızlı olarak gitmeye neden ol
ten; radar anteni.
mak, b) dişlileri geçmediği için (bir makinenin) çok
radar echo: Verici çevresindeki cisimler tarafından
hızlı çalışmasına neden olmak.
yansıtılan radyo frekans enerjisi,
racemic: 1) tartarik asitin optik olarak aktif olmayan
radar indicator: Gözlem için dönüş sinyallerinin kayıt
şekline ait veya onu belirten.
edildiği katot ışınlı bir osiloskop; radar göstericisi ve
racemization: Optik olarak aktif bileşikleri, optik ola
ya ekranı.
rak aktif olmayan şekle dönüştürmek.
rada r receive r 445 radiatio n tube s
radar receiver:Radar alıcı. temasta olan süperhiyter veya üst kızdırıcı; genel ola
radar scanner: Bkz. radar antenna, rak ocak tabanına yerleştirilirler. Bazı kazanlarda ay
radar screen: Bkz. radar antenna. rı fayraplı süperhiyter şeklinde kullanılırlar.
radiacs: Radyolojik kirlenmeyi araştırmak için kullanı radiate: 1) ısı ışınları, ışık vb. yaymak, çıkarmak ya
lan cihazlar; radyasyon arama, gösterme ve hesapla da neşretmek. 2) ışınlar biçiminde yayılmak. 3) mer
ma sözcüklerinden üretilmiştir. kezden hatlar şeklinde ve yarıçap yönünde yayıl
radial: 1) ışın ya da ışınlara ait veya onlar gibi; belirli mak. 4) ışınla (ışık, ısı vb. i ile) göndermek. 5) ışınla
bir merkezden tüm yönlerde yayılma veya kollara ay ra veya ışınlar gibi parçalara sahip olma; radyal. 6)
rılma. 2) yarıçapa ait veya yarıçapa benzeyen; rad- Zoo. radyal olarak simetriye sahip olan bir hayvan:
yal; çap yönünde. Denizanası gibi. radiating: Yayma; neşretme; ışın
radial bearing: Radyal yatak; devir hareketli milleri ta yayma; ışın halinde yayılma; radyoaktif ışınlar yay
şımak ve radyal laynı sağlamak; çap yönündeki ha ma.
rekete engel olmak için kullanılan yatak. radiating atom: Bir ya da daha fazla elektronun yük
raidal clearence: Buh. Türb. hareketli kanat tepeleri sek enerji düzeyinden daha alçak enerji seviyesine
ile türbin keysi arasında, çap yönündeki boşluk ve geçişi sırasında radyasyon yayan bir atom.
ya klerens; radyal klerens veya boşluk; çapsal kle- radiation: 1) elektromanyetik dalgalar tarafından ener
rens; derinlik mikrometresi veya briç (köprü) geyiç ji transferi. 2) yayma (neşretme) işi veya işlemi; özel
yardımıyla denetlenebilen klerens. likle iç değişime uğrayan molekül ve atomlardan
radia! engine: Bir daire çevresinde silindirler ve mer ışık, ısı ışınları vb. şekilde neşretme veya yayma işle
kezde ise bunların bağlı bulundukları krank mili bulu mi; radyasyon. 3) radyan enerji; yayılan ışınlar. 4)
nan motor, çoğunlukla benzin motoru; radyal mo radyum veya diğer bir radyoaktif madde ile hastalık
tor; yıldız motor, tedavisi. 5) radyoaktif cisimlerin dalga veya partikül
radial f!ow turbines: Radyal akımlı türbinler; 8t e ra yayması. 6) parçaların radyal düzeni.
dial turbine. radiation chemistry: Yüksek enerjiye sahip radyas
radial force: Mot. krank kollarını çap yönünde etkile yon veya partiküllerin, bozunma dahil madde üzerin
yen kuvvet; radyal kuvvet. deki kimyasal etkilerini inceleyen bilim dalı; radyas
radia! symmetry: Birbirine tıpatıp benzeyen parçalar yon kimyası.
elde etmek için, bir parça, organizma vb. inin ekse radiation counter tube: Radyasyonun gelmesi sonu
ninden geçen bir ya da bir kaç düzlem ile sağlanan cu, sürekli olmayan elektrik impulsları oluşturabilen
simetri; radyal simetri: Merkezinden geçen düzlem bir detektör; radyasyon sayıcı tüp.
ler tarafından kesilen daire ve silindir gibi. radiation damage: Radyasyonun, gama ışınları, nöt
radial tube boiler: Radyal borulu kazan; ronlar ve fizyon parçalarının türlü maddeler üzerinde
radial turbine: Buharın merkezden çevreye doğru ve oluşturduğu, mekanik özellikler ve boyutlar, ısıl ve
ya çevreden merkeze doğru çap yönünde aktığı aksi elektriksel iletkenliklerde değişim vb. i hasar; radyas
yon veya reaksiyon türbini; radyal türbin. yon hasarı.
radially: Radyal olarak. radiation damping: Radyasyon ile enerji yayılması
radial velocity: Bir gök cisminin gözlemciye yaklaştı nedeniyle bir elektrik osilasyonunun amplitüdündeki
ğı veya ondan uzaklaştığı, km/s türünden hız; rad azalma; radyasyon sönmesi.
yal hız; spektroskopik olarak saptanır. radiation, heterogeneous: Farklı bir kaç frekans ve
radian: 1) uzunluğu yarıçapına eşit olan bir daire yayı enerjideki radyasyon; heterojen radyasyon.
parçası. 2) iki yarıçap tarafından kesilen böyle bir ya radiation losses: Buh. Türb. çok iyi izolasyon nede
yın daire merkezinde oluşturduğu 57,295° ye eşit niyle, ihmal edilebilecek küçük miktarda oluşabilen
olan açı; radyan. kayıplar; radyasyon ya da ışınım kayıpları.
radiance: Radyan (ışık yayan) olma durumu ya da ni radiation monochromatic: Sadece bir dalga boyu ve
teliği; parlaklık. ya frekansı oları radyasyon; monokromatik radyas
radiancy: St e radiance. yon.
radiant: 1) ışık ışınları yayan veya neşreden; parılda radiation potential: Bir atomdaki bir elektronu nor
yan. 2) ışıkla dolu; parlak. 3) ışıklar yayma (bir kay mal durumundan, mümkün olan diğer bir duruma
naktan); ışık neşreden veya yayan; radyan enerji, 4) aktarmak için gerekli olan, elektron volt türünden be
Astr. gökte meteor yağmurunun geldiğinin görüldü lirtilen enerji; radyasyon potansiyeli.
ğü nokta. 5) Opt. ondan ışığın geidiği nokta. radiation pressure: Işık veya diğer bir elektromanye
radiant energy: Elektromanyetik dalgalar, ses, ısı, tik radyasyon etkisindeki bir yüzeye uygulanan çok
ışık, X ışınları, gama ışınları vb. i gibi, bir kaynaktan küçük bir basınç; radyasyon basıncı.
yayılan herhangi bir enerji türü: radyan enerji. radiation pyrometer: Isıtılmış bir cismin sıcaklığını,
radiant heat: Vakumdan geçebilen veya geçme yete onun tarafından yayılan ısıl radyasyonun toplam şid
neğinde olan, tayfın kızılötesi bölgesinde bulunan detini ölçerek belirten bir pirometre; radyasyon piro
görünmez elektromanyetik dalgalar; radyan ısı. metresi.
radiant heating: Döşeme veya duvar içine döşenmiş radiation resistance: Radyasyon ile enerji kaybı ne
elektrik telleri, sıcak su ya da buhar boruları vb. i ile deniyle titreşen bir devrenin ölçülen veya görünür di
bir binanın ısıtılması yöntemi; radyan ısıtma. rencinin bir parçası; radyasyon direnci.
radian pyrometer: Bir cisim tarafından yayılan rad radiation tubes: ince su borulu heder türü kazanlar
yan enerjinin, sıcak bölgesine odaklandığı küçük bir da ocağa yaklaştırılan süperhiyter borularını ocak
termokupl; radyan pirometre. radyasyonuna karşı koruyan ve bir kaç sıra borudan
radiant superheater: Alevin radyan ısısı ile doğrudan oluşan kalın su boruları; radyasyon boruları.
radiation visible 446 radiobroadcast
radiation visible: Görünür tayftaki radyasyon., daha dayanıklı çekirdek şeklinde, zerre şeklinde ışın
radiative: Radyasyona ait; radyasyon ile belirtilen; lar çıkardığı radyoaktif değişim; radyoaktif ayrışma
radyasyona muktedir. veya bozunma.
radiative equilibrium: Aynı miktarda radyan enerji radioactive elements: Kendiliğinden veya yüksek hız
yayma veya emilmesi ile sabit sıcaklık sürdürülmesi; lı tanecikler (partiküller) tarafından bombardman
radyasyona (ilişkin) denge. edildikten sonra dalgalar ve partiküller çıkaran ele
radiator: Isı yayan herhangi bir şey; özellikle a) içer mentler; radyoaktif elementler,
sinden sıcak su, buhar veya yağ dolaştırılarak oda, radioactive emanations: Belirli radyoaktif elementler
salon vb. i yerleri ısıtan bir sıra boru veya kangal bo tarafından çıkarılan radyoaktif gazlar; radyoaktif çı
ru; serpantin; radyatör, b). sıcak hava regülatörü, c) kışlar.
otomobillerde olduğu gibi, yayılan ısıyı alarak moto radioactive fall-out: Nükleer bir patlama sonucu ha
ru soğutmak için kullanılan su ile dolu bir eşanjör ve vanın yüksek kesimlerinde taşınan radyoaktif parti-
ya ısı alıp veren cihaz. küllerin yağmur şeklinde düşmesi; radyoaktif yağ
radiator anti-rust: Oto. radyatörlerde paslanmaya kar mur.
şı kullanılan kimyasal madde; radyatör pas önleyici radioactive half-life: Herhangi bir radyoaktif izotopun
si. miktarının, ilk değerinin yarısına düşmesi için gerekli
radiator cap: Radyatöre su doldurmak için kullanılan süre; radyoaktif yarılama süresi.
kapak; radyatör kapağı. radioactive heat: Radyoaktivite tarafından üretilen ısı;
radiator cleaner: Oto. radyatörlerin temizlenmesinde radyoaktif ısı.
kullanılan çözelti; radyatör temizleyici. radioactive isotope: Radyasyon tarafından radyoaktif
radiator cooling: Mot. makineyi soğutarak ısınan su yapılan bir izotop; radyoizotop; tıpta kullanılır.
yun, radyatörde hava ile soğutulduğu kapalı bir so radioactive product: Bir ebeveyn maddenin radyoak
ğutma sistemi; radyatörlü soğutma. tif bozunmasından oluşan bir madde; radioaktif
radiator core: Oto. radyatör peteği, bir radyatörün ürün.
üst ve alt su depoları arasındaki kısım. radioactive series: Bozulmaz duruma gelmeden ön
radiator hold-down bolt: Oto. radyatör tespit cıvata ce bir radyoaktif madde tarafından, birbiri ardından
sı. türlü elementlerin izotoplannın sırası; radyoaktif sıra,
radiator traps: Den. kalorifer radyatörlerinde kullanı seri ve dizi.
lan, genellikle termostatik türden bir buhar kapanı; radioactive Standard: Uzun yanlama süreli ve bilinen
radyatör kapanı; Bkz. steam trap. özelliklerde bir radyoaktif madde örneği; radyoaktif
radical: 1) Mate, bir sayı veya niceliğin kök ya da kök standart; radyasyon ölçen teçhizatın kalibre edilmesi
lerine sahip olan; kök. 2) bir şeyin esas parçası, b) için radyasyon kaynağı olarak kullanılır.
aslî; esas. 3) Kimy. tek atom gibi etki yapan ve tepki radioactive type: Çekirdekte oluşan değişime göre,
mede değişmeyen veya tek bir atom ile yer değişti dört sınıfa ayrılan radyoaktif işlemlerden herhangi bi
ren iki veya daha fazla atom grubu; -OH, -S0 4 , ri; radyoaktif tür.
-N0 3 gibi; simge ya da sembol. 5) Mate. a) kökü çı- radioactivity: 1) bir atomun çekirdeğinin alfa, beta
kanlabilen herhangi bir nicelik, b) kök işareti. partikülleri ve gama ışınları çıkaracak şekilde kendili
radical sign: Mate, kök işareti (.I): ğinden ve denetlenemez bozunması. 2) radyoaktif
radicle: Kimy. bir kök ya da radikal. olma durumu veya niteliği; radyoaktiflik; radyoaktivi
radii: Bkz. radius Çoğ. te.
radio: 1) sesleri ve sinyalleri elektromanyetik dalgala radioactivity, artificial: Partikül ve radyasyonla bom
ra çeviren ve onu uzaya ileten ve alıcı cihazla tekrar bardman edilerek bir elementte endüklenen radyoak
ses haline dönüştüren iletişim sanatı ya da uygula tivite; yapay radyoaktivite.
ması; telsiz telefon veya telgraf. 2) böyle bir alıcı; radioactivity, induced: Endüklenmiş radyoaktivite;
radyo. 3a) sanat, eğlence, ticaret vb. olarak radyo Bkz. artificial radioactivity.
ile yayın veya neşriyat, b) bu tür yayının tüm faaliyet radioaltimeter: Havacılıkta kullanılan, radar ilkesi ile
ve olanakları. 4) radyo veya telsiz ile gönderilen me çalışan ve yerden yüksekliği gösteren bir cihaz; rad
saj; radyogram. 5) radyoya ait, radyo ile kullanılan; yo altimetre.
radyo ile gönderilen; radyo veya telsiz ile çalıştırılan. radioautograph: Fotoğrafı çekilen cisimdeki radyoak
6) saniyede 15 bin çevrimden daha fazla frekansa tif maddeden ışınlar ile fotoğraf filmi vb. üzerinde
sahip olan elektrikle yapılan. üretilen resim; radyootograf.
radio-: Işın, ışına benzer, radyo tarafından, radyan radio beacon: Uçak ya da gemilerin mevkilerini sap-
enerji ile ve radyoaktif anlamlarında bir önek. tamalarına ya da gece veya siste güvenli bir şekilde
radioactive (radio-active): Atom çekirdeğinin ayrış seyirlerine yardım için özei sinyaller neşreden bir
ması (bozunması) ile alfa, beta ve gama ışınlan gibi radyo vericisi; radyo bikın.
partikül ve ışınlar şeklinde radyan enerji neşredebi- radio beam: Gelen uçaklara rota olarak görev yapan
len; radyoaktif: Radyum, toryum, uranyum ve onla ve bir radyo bikın'dan belirli yönde gönderilen sabit
rın ürünleri için söylenir. radyo sinyalleri akımı.
radioactive contamination: Radyoaktif kirlenme; radio bearing: Radyo işaretlerinin alındığı yön.
Bkz. contamination, radioactive. radiobiology: Canlı organizmalar üzerinde radyas
radioactive decay: Bîr örnek ya da numunenin radyo yon etkilerini araştıran biyoloji bilimi dalı; radyobiyo-
aktivitesinin zaman ile yavaş olarak azalması; radyo loji.
aktif çürüme. radiobroadcast: Radyo ile neşriyat; radyo neşriyatı;
radioactive decomposition: Çekirdeğin daha hafif, radyo yayını.
radio channe l 447 radio shield harness
radio channel: Radyo ile iletişime müsaade edecek bulmak için radar veya radyolokatörler kullanılması.
kadar geniş bir frekans bandı; radyo kanalı. radiology: X ışınları ile hastalık tedavisinde olduğu gi
radiochemistry: Radyoaktif olayları araştıran kimya bi, radyan enerji ve onun kullanımı ile ilgilenen bilim
bilimi dalı. dalı; radyoloji.
radio compass: Navigasyon (seyir) vb. inde kullanı radiolucent: Şiddetini bir miktar azaltarak veya bir kıs
lan, gelen radyo dalgalarının yönünü saptamak için mını emerek, radyasyonun geçmesine müsaade
kullanılan bir cihaz; radyo kompas. eden bir maddeye ait.
radioconductor: İletkenliği, elektrik dalgaları tarafın radioluminescence: Radyoaktivite neşri ve X ışınla
dan etkilenen herhangi bir madde veya cihaz; radio rından gelen ışıldama veya parıldama.
conductor şeklinde de yazılır, radio mast: Telsiz anten direği.
radioeiement: Bkz. radioactive element. radiometeorograph: Bkz, radiosonde.
radio-frequency: Radyo frekansına ait: radyo frekan radiometer: Radyan enerjiye dönüşen mekanik enerji
sı kullanımı. yi araştırmak ve yoğunluğunu ölçmek için kullanılan
radio frequency: 1) Bekt. saniyede 10 bin çevrimden bir cihaz; radyometre; vakum içinde bir eksen üzeri
daha yüksek bir frekans; radyo frekansı. 2) radyo ne asılmış ve bir tarafı siyaha boyanmış bir takım (4
sinyallerinin iletilmesinde kullanılan, duyulabilir fre tane) kanat, güneş ışınlarının etkisinde bırakılarak
kansın Hemen ötesindeki elektromanyetik dalgaların döndürülür ve dönüş hızı ölçülür.
frekansı; radyo frekansı. radiometric gauge: Asılı bir cebin zıt taraflarındaki
radio-frequency heating: Maddelerin bir kapasitörün moleküler bombardman nedeniyle basınçtaki eşitsiz
levhaları arasına konularak 25 kHz'lik frekansa sahip liğe bağlı olarak çalışan alçak basınçlı bir gaz mano
olan bir alternatif akım ile ısıtılacağı endüstriyel bir iş metresi; radyometrik gösterge.
lem; radyo frekanslı ısıtma. radiometry: 1) mekanik enerjiye dönüştürerek rad
radio-frequency radiation: Radyo dalgalarının frekan yan enerjinin ölçümü. 2) radyometre kullanma işi ya
sı ile elektromanyetik radyasyon; radyo frekanslı ışı da sanatı; radyometri.
nım veya radyasyon. radiomicrometer: Çok zayıf ısıl radyasyona çok du
radio gaiaxy: Radyo frekanslı ışınım (radyasyon) ya yarlı ve onu ölçmeye elverişli olan bir cihaz; radyo-
yarı Samanyolu ya da galaksi. mikrometre; kuvvetli bir manyetik alan içinde asılı, kı
radiogenic: Radyoaktivite üreten; radyoaktiviteden sa devre edilmiş bizmut-gümüş termokupl'ü ile
gelen. onun seri olarak bağlandığı bir galvanometreden
radiogram: 1) telsiz ile gönderilen mesaj; radyogram. oluşur.
2) kristal kırılması ile üretilen X ışını örneği. radionavigation: Bir geminin mevkiini denetlemek
radiograph: 1) ışınlann geçtiği yapının düzgün olma için navigasyonda radyo yardımcılarının kullanılma
yan yoğunluğunu gösteren X ışını veya radyum fo sı; radyonavigasyon.
toğrafı. 2) ışık ışınlarının dışındaki ışınlarla, özellikle radionuclide: Radyoaktivite gösteren doğal ya da ya
X ışınları ile hassaslaştınlmış bir film veya levha üze pay nükllt; radyonüklıt.
rine üretilen bir resim; X ışını resmi; radyograf; rad- radiopaque: X ışınlan veya. diğer radyasyon geçir
yograf yapmak; röntgen. mez; radyopak.
radiographer: Radyograflar yapan ve onlarda uzman radiophone: 1) telsiz telefon; radyo ile çalıştınlan tele
olan kişi; röntgen mütehassısı. fon; radyotelefon; radyofon; telsiz telefon. 2) Fiz. rad
radiographic: Radyografi veya röntgenciliğe ait. yan enerjiyi sese dönüştüren herhangi bir alet. 3)
radiographically: Radyograflar veya radyografi yardı radyotelefon ile mesaj göndermek; radiotelephone
mıyla. biçiminde de kullanılır.
radiograph examination: Buh. Kaza. dramlar (dom- radio receiver: Bir verici tarafından gönderilen sinyal
lar), boru aynaları, hederler, borular vb. inin kaynak leri alan ve onları duyulabilir konuşma, müzik vb.
dikişlerine X ışınları ile uygulanan bir denetim yönte ine dönüştürebilen cihaz; radyo alıcısı; radyo cihazı.
mi; röntgen incelemesi. radio room: Telsiz dairesi; telsiz kamarası.
radiography: Röntgen filmleri (radyograflar) yapma radioscope: Su, toprak veya gazda, ışıldama yönte
işi, işlemi veya sanatı; Röntgen bilimi. mi ile radyoaktivite aramak için kullanılan bir cihaz;
radio interference: İstenen bir sinyalin alınmasına en radyoskop.
gel olan herhangi bir gürültü; radyo paraziti; parazit radioscopy: X ışınlan ve radyoaktif maddelerden ge
radio interferometer: Optik interferometre ile aynı il len ışınlarla mat cisimlerin iç yapılannı doğrudan in
kede çalışan, küçük parazit kaynaklann yerini doğru celeme; radyoskopi; röntgen.
olarak saptayabilen bir cihaz; radyo interferometre- radiosensitive: Radyasyona duyarlı veya hassas; rad
si; aynı alıcıya bağlanan iki veya daha fazla anten yasyon tarafından tahrip edilebilir.
den oluşur. radio set: Bkz. radio receiver.
radioisotope: Normalde radyoaktif olmayan kimyasal radio shield harness: Oto. radyoları bujilerin parazi
bir elementin yapay olarak oluşturulan radyoaktif izo tinden korumak üzere kullanılan ve buji kablolannın
topu; radyoizotop; biyolojik araştırmalar ve tıbbî te bağlandıkları topraklanmış koruyucu; radyo koruma
davilerde (terapilerde) kullanılır. bağlantısı.
radiolocation: Düşman uçağı vb. inin yeri ve yönünü
ra dio so nd e 448 rai !
radiosonde: Minyatür bir radyo vericisinden oluşan, dam Küri tarafından keşfedildi; kanser ve bazı cilt
küçük bir balon ile üst atmosfere gönderilen ve son hastalıklarında kullanılır; Simg. Ra (geçmişte Rd);
ra küçük bir paraşüt ile otomatik olarak düşürülen at.ağ. 226,05; at.no. 88.
ve bu arada özel radyo sinyalleri ile kayıt ettiği sıcak Radium A: Atomik bozunma ile radon'dan oluşan bir
lık, basınç ve nemi gözlem evine aktaran bir cihaz; madde; daha ileri bozunma Radyum B'yi verir (kur
radyosond; radiometeorograph, şeklinde de kullanı şun izotopu), bu da radyum C'yi (bizmut izotopu),
lır. daha ilerki ayrışmalar, C, D, E, F (polonyum) ve
radio source: Güneş sisteminin dışından, farklı radyo G'yi (kurşun izotopunu) verir.
frekanslı radyasyon kaynağı. radium emanation: Bkz. radon.
radio speaker: Radyo hoparlörü. radiumtherapy: Radyum kullanımı ile kanser veya di
radio spectrum: Özellikle radyo ve televizyonlarda ğer hastalıkların tedavisi; radyum tedavisi; radium
kullanılan türden elektromanyetik dalgaların dalga therapy şeklinde de kullanılır.
boyları veya frekanslarının tam menzili, erimi veya radius: 1) ışın veya ışına benzer bir parça; özellikle,
alanı. a) bir kadran, sekstant vb. inin milli kolu. b) tekerlek
radio star: Esk. Bkz radio source. göbeğini janta bağlayan kollardan biri. 2) bir daire
radio station: Yayın yapan istasyon; radyo verici is veya kürenin merkezinden çevresine uzayan herhan
tasyonu. gi bir doğru; yarıçap; R, r kısaltmaları ile belirtilir. 3)
radiotelegram: Bkz, radiogram. böyle bir yarıçapın taradığı alan veya mesafe: Yarıça
radiotelegraph: Radyogramları göndermek için kulla pı 5 km olan alanda bir kimse yok gibi. 4) herhangi
nılan cihazlar; radyotelgraf; radyotelgraf ile (mesaj) sınırlı bir uzunluk, alan, erim vb.
göndermek. radius gauge: iki düzlemin kesiştiği yuvarlatılmış iç
radiotelegraphic: Radyotelgraf veya radyotelgrafi'ye köşenin veya fillet yarıçapını ölçmek için kullanılan
ait; radyotelgraf ile. ve filer geyice (sentile) benzeyen bir ölçü cihazı; ya
radiotelegraphy: Bir radyotelgraf ile mesaj gönder rıçap ölçer; fillet gauge adı da verilir.
mek. radius of curvature: Bir aynanın kutbundan (içbükey
radiotelephone: Bkz. radiophone. veya dışbükey) bir eğrinin merkezine olan mesafe;
radiotelephonic: Radyotelefon; radyotelefona ait; rad- eğrilik yarıçapı.
yofon ya da radyotelefon yardımıyla. radius of curve: Eğri yarıçapı.
radiotelephony: Telsiz ile tellere bağlanmaksızın se radius of gyration: Devir veya salınım hareketli bir
sin iletimi bilimi. cismin kütle merkezinin dönme merkezine olan me
2
radio telescope: Dış uzaydan gelen radyo frekanslı safesi; jirasyon yarıçapı; I = mk veya k = l/m eşit
radyasyonu araştırmak ve analiz etmek için kullanı liklerinden bulunur (I = cismin atalet momenti, m =
lan bir cihaz; radyo teleskop. kütle); atalet yarıçapı.
radiotherapy: X ışınları ve radyum gibi radyoaktif radius vector: Sabit bir noktadan bir eğri veya eğrili
maddelerden gelen ışınlarla hastalık tedavisi; radyo yüzey üzerindeki değişken bir noktaya olan mesafe
terapi; röntgen ışınları ile tedavi; röntgen tedavisi. veya bu mesafeyi belirten bir doğru; yarıçap vektö
radiothermics: Radyo frekanslı akımlarla ısı üretimi rü. 2) Astr. güneş gibi çeken bir cismin merkezi ile
bilimi; radyotermi. onun çevresinde dönen cisimlerin (gezegenler vb. i)
radiothermy: Radyoaktif maddelerden çıkan ışınların merkezlerini birleştiren hat.
kullanımı ile hastalık tedavisi veya ağrının hafifletil radix: Mate, bir sayı sisteminin temelini yapan sayı.
mesi; radyotermi; kısa dalgalı diyatermi Bkz. diat radon: Radyumun ilk atomik ayrışma ürününün alfa
hermy. ışınları ile oluşturduğu gaz halindeki radyoaktif kim
radiothorium: Mezatoryum 2'den oluşan, toryumun yasal element; radon; kanser tedavisinde kullanılır;
radyoaktif bir izotopu; radyotoryum. radium emanation adı da verilir; Simg. Rn; at.ağ.
radio transmitter: Radyo yayını ve telsiz telefonda, 222; at.no. 86.
bir mikrofon devresi tarafından değiştirilen veya mo raff: Büyük bir sayı, koleksiyon veya miktar.
düle edilen, taşıyıcı dalga üreten bir verici; radyo ve raffinose: Şeker pancarı, pamuk çekirdeği vb. inden
ricisi. türetilen tatlı, kristalli bir trisakkarit; rafinoz,
radio transparent: Şiddetlerini azaltmaksızın radyas C 18 H 3 2 0 1 6 .5H 2 0 .
yonu, özellikte X ışınları ve gama ışınlarını geçiren raft: 1) birbirine bağlanan kükürt, tahtalar, variller vb.
maddeyi belirtir. inden yapılan, suda yüzen ve taşımacılık için kullanı
radio tube: Radyo vb. inde kullanılmak için bir va lan bir araç; sal. 2) sal ile nakletmek. 3) bir sal üze
kum tüpü. rinde çalışmak, seyahat etmek vb.
radio wave: Elektrik şarjının titreşimi tarafından ne raft: Bkz. raff.
den olunan ve alıcı radyo ile sese dönüştürülen bir raft, life: Bkz. life raft.
elektromanyetik dalga; radyo dalgası. raftsman: Bir saida çalışan veya onu çalıştıran kişi.
12
radio-wave propagation: Frekansı 3x10 çevrim/sa- rag: Den. toz almak, temizlemek, yıkamak vb. i için
niye'den az olan elektromanyetik radyasyon ile ener kullanılan küçük bir bez parçası; köhne bez.
ji transferi veya aktarımı; radyo dalga yayılımı. raid: 1) askeri uçak, ordu vb. i tarafından yapılan anî
radium: Uranyum ve radyum cevherleri ile belirli di ve düşmanca hücum; atak. 2) hücum etmek,
ğer uranyum cevherlerinde çok küçük miktarlarda radier: Hücum eden kişi veya şey; özellikle, umulma
bulunan, anî atomik ayrışmaya uğrayan ve sonuçta dık, çabuk hücum eden bir gemi ya da uçak.
bir kurşun izotopuna dönüşen radyoaktif metalik bir rail: 1) merdivenlere koruyucu ve taşıyıcı olarak dona
kimyasal element: radyum; 1898 yılında Piyer ve Ma tılan tahta, metal vb. i parça; trabzan; merdiven tuta-
railhead 449 rapid-fire
mık veya tarak kullanmak.
cağı. 2) demiryolu, tramvay vb. raylarına konulan rake: 1) dik durumdan meyletme. 2) bir kesme kale
birbirine paraiel profiller; ray; demiryolu. 3) Den. ge minin kenarı ve çalışmakta olan yüzeye dik bir düz
mi küpeştelerinin üzerine konulan dar tahta parça. lem ile yapılan açı.
4) demiryolu ile donatmak ya da taşımak. ram: 1) şahmerdan pistonu. 2) bir borudan düşen su
railhead: Döşenmekte oian demiryolunun en uzak yun kendi kuvveti ile suyu yükselten bir pompa; hyd
noktası. raulic ram adı da verilir. 3) bir kuvvet pompasının
railroad: 1) lokomotif ile çekilen yolcu veya yük va veya yakıt pompasının plencer ya da pistonu. 4)
gonlarının, üzerinde hareket ettikleri birbirine paralel Gem. Mak. dümen makinelerinin telernotor donanım
çelik yapı; demiryolu. 2) bu tür yollar, arazi dahil, lo larının hidrolik silindirlerinde çalışan ve dümen yeke
komotif ve vagonlar, istasyonlar vb. inin tümü. 3) bu sinin hareketini sağlayan pistonlardan biri; hidrolik
sistem veya şirkette çalışan kişilerin tümü; demiryo pistonu; ram; rem. 5) büyük bir kuvvetle çarpmak.
lu personeli. 5) demiryolu ile taşımak veya naklet 6) darbe ile sıkıştırmak.
mek. 5) demiryolu ile donatmak veya teçhiz etmek ram jet: Havanın sürekli olarak ön taraftaki açıklıktan
6) demiryollarında çalışmak. sıkıştırılarak verildiği bir jet motoru veya makinesi; at~
railroading: Demiryollarının yapımı ve çalıştırılması. hodyd adı da verilir.
railroad pen: Tek. Res. iki ağızlı tıriin; yan yana iki rammer: Şahmerdan; özellikle dökümcülükte kullanı
ağızı olan ve çerçeve çiziminde kullanılan tırlin; bir lan ve türlü şekillerde yapılan tokmaklardan herhan
tür mürekkepli kalem. gi biri.
railway: 1) hafif araçlar, örneğin tramvaylar için de ramrod: 1) Ask. topların doldurulmasında patlayıcı
miryolu. 2) İng. herhangi bir demiryolu. dolguyu sıkıştırmak için kullanılan metal bir çubuk;
rain: 1) damlalar halinde yeryüzüne düşen ve havada top harbisi. 2) tüfek namlusunu temizlemek için kul
ki nemin yoğuşmasından oluşan su; yağmur. 2) bu lanılan bir çubuk; tüfek harbisi.
tür damlaların düşmesi ile oluşan sağanak veya yağ Ramsbottom rings: Buh. Mak. küçük çaplı pistonlara
murlu fırtına. 3a) yağmurlu hava. b) Çoğ. mevsimlik donatılan, dökme demirden ve çapı silindir çapın
yağmur düşümü. 4) herhangi küçük partikül veya ci dan yaklaşık % 1 kadar daha büyük yapılan segman-
simlerin hızlı düşümü: Kül, kum vb. i yağmuru. 5) lar; Ramsbottom segmanları.
düşmek veya yağmak: Yağmur için söylenir. 6) yağ range: 1) çok gözlü havagazı veya elektrik ocağı. 2)
mur gibi düşmek. miktar, derece vb. inin mümkün olan değişimleri ve
rainband: Atmosferdeki su buharı nedeniyle güneş ya sınırları. 3) değişken niceliklerin serisinde en bü
tayfının sarı kısmındaki siyah bant veya kuşak. yük ve en küçük değerler arasındaki fark. 4) bir uça
rainbow: Yağmur sırasında ve pusta güneş ışınlarının ğın yakıt ikmali yapmaksızın gidebileceği mesafe. 5)
kırılması, yansıması ve saçılması ile gökte oluşan, yayılma alanı.
türlü renkler kapsayan bir yay; gökkuşağı; ebemku range finder: Bir gözlemci, bir top vb. inden bir he
şağı; alaimisema. def veya cismin uzaklığını saptamak için kullanılan
raindrop: Bir yağmur damlası. türlü cihazlardan herhangi biri; Den. telemetre.
rainfall: 1) yağmur yağması; sağanak. 2) belirli bir rank: 1) göreli durum; derece ya da nitelik. 2) bir sı
bölgeye belirli bir süre, çoğunlukla bir yıl içinde yağ ra, hat veya dizi. 3) düzgün olarak düzenlenmiş. 3)
mur, kar vb. i şekillerde düşen su miktarı; yağış mik resmî derece veya durum; rütbe. 4) belirli bir rütbe
tarı, m 2 /kg türünden belirtilir.
veya duruma sahip olmak. 5) en yüksek rütbe veya
dereceye sahip olmak. 6) Ask. a) yan yana dizilmiş
rain gauge: Belirli bir alana düşen yağış miktarını ölç askerler, araçlar vb. i dizisi, b) Çoğ. ordu.
mek için kullanılan bir cihaz; yağmurölçer; pluvio
Rankine cycle: Term, buhar makinelerinin iki sabit
meter, udometer gibi isimler de verilir.
basınç doğrusu ile bunları birleştiren adyabatik ge
raininess: Yağmurlu olma durumu veya niteliği. nişleme eğrisinden oluşan kuramsal çevrimi; Rankin
rainproof: Yağmurun geçmesine müsaade etmeyen; çevrimi.
yağmur geçirmeyen; yağmur geçirmez; yağmur ge Rankine temperature scale: Kelvin skalasına benze
çirmez yapmak. yen, fakat °F esasına göre düzenlenmiş bir taksi
rainstorm: Şiddetli yağmur ile fırtına; yağmurlu fırtı mat; 1°Rankin, -459,69°F (-460°F'ye) eşittir.
na. Rankine vapor cycle: Bkz. Rankine cycle.
rain water: Yağan ya da gökten düşen, nispeten kü ransack: Tamamen araştırmak; araştırmanın her par
çük miktarda çözünmüş mineral madde kapsayan çasını dikkatle gözden geçirmek.
su; yağmur suyu. rap: 1) çabuk ve şiddetli olarak çarpmak. 2) çabuk ve
raise: 1) yükselmeye neden olmak; daha yüksek dü sert olarak vurmak.
zeye hareket etmek; yükseltmek; kaldırmak. 2) inşa rape oil: Kolza çekirdeklerinden çıkarılan ve yağlama
etmek veya yapmak (bina vb) . 3) karıştırmak; hare vb. i için kullanılan kalın bir yağ; kolza yağı: rapese-
kete getirmek; tahrik etmek. 4) derecesini, yoğunlu ed oil biçiminde de kullanılır.
ğunu, dayanıklılığını vb. çoğaltmak. 5) durumunu, rapid: 1) hızlı; çabuk; hızla hareket eden, gelişen ve
rütbesini veya yerini değiştirmek. 6) ölçüsünü, değe ya yapılan. 2) suyun hızlandığı yerdeki nehir.
rini, miktarını vb. çoğaltmak. 7) Den. daha yakına rapid combustion: Mot. tutuşma gecikmesinin ardın
geldikçe ufuk üzerinde yükselen kara, başka bir ge dan silindirde hızli bir şekilde oluşan ve hızlı bir ba
mi vb. inin görünmesine neden olmak, 8) miktardaki sınç yükselişi ile görülen yanma; hızlı yanma; kon
artma, özellikle ücretlerdeki çoğalma. trolsüz yanma.
raisonne: Mantıklı veya sistemli olarak düzenlenmiş. rapid-fire: 1) hızlı bir biçimde ateş eden veya ateş et-
rake: 1) tırmık, tarak. 2) tırnak ya da tarakla topla
mak. 3) tırmıkla düzeltmek veya tesviye etemk. 4) tır
Teknik Sözlük - F. 29
ra pid -f irin g 450 ray
reaming: Rayba salma; rayba ile genişletme. receiver: 1) hazne veya kap; özellikle, kimyada damıt
reap: 1) biçen bir kimse veya şey. 2) biçme makine ma ürünlerinin geçtiği imbik, boru vb. i. b) Rady., Te
si. lev. alıcı cihazlan veya telefon cihazının kulağa konu
reaping machine: Bazan biçilen hububatı otomatik lan parçası gibi, elektriksel dalgaları, sinyalleri vb.
olarak demet haline getiren, ekin biçme makinesi; bi alan ve onları ses veya ışığa dönüştürmek için kulla
çerdöver. nılan bir cihaz. 2) Buh, Mak, çok genişlemeli makine
rear: 1) bir şeyin arka kısmı. 2) arka veya geride oları lerde buharı bir silindirden diğer silindirin slayt keysi-
durum veya yer. 3) bir ordu, donanma vb. inin sa ne ileten boru; Gem. Mak. resiver. 3) Diz. Mot, bü
vaş cephesinden çok uzakta olan kısmı. yük güçlü, iki zamanlı dizel motorlarında süperşarjer
rear: Geri; arka; Oto. arka ate gibi. bloveri ya da süpürme pompasının verdiği havanın
rear axle: Oto. arka aks. toplandığı kısım; Gem. Mak. resiver. 4) dümen maki
rear header: Buh). Kaza. heder türü su borulu kazan nelerinin, özellikle telemotor donanımı. 5) soğutma
larda arka heder. devrelerinde kondenserden gelen soğutucunun geçi
rearrange: 1) tekrar veya yeniden düzenlemek. 2) ci olarak depolandığı tank.
farklı bir tarzda ya da biçimde düzenlemek. receiver, air: Bkz. air receiver.
rearrangement: Organik kimyada, molekülün bir kıs receiving set: Rady., Telev. gelen elektromanyetik
mından diğer kısmına aktarılan bir atom ya da bir dalgaları ses ya da ışığa çevirerek ses ya da görün
grubu içeren reaksiyon veya tepkime. tü üreten bir cihaz; alıcı; radyo alıcısı; televizyon alı
rearward: Arkada; geriye doğru; arkaya doğru. cısı; alıcı cihaz.
rearwards: Bkz. rearward. receiving telemotor: Gem. Mak. hidrolik dümen do
rear view: Tek. Res. arkadan görünüş. nanımının alıcı ünitesi; geminin kıç altında bulunur,
rear wheel: Oto. arka tekerlek. hidrolik silindirleri ve plencerlerden ve bu plencerle-
Reamur (Reamur): 1) suyun kaynama sıcaklığının 80 rin merkezlerine bağlı bir çapraz muyludan (kros-
derece ve donma noktasının 0° oiduğu bir lermomet- het'ten) oluşur; alıcı telemotor.
re veya sıcaklık ölçer; Reomür termometresi. 2) bu receiving unit: Alıcı ünite (birim); Bkz. receiving tele
termometreye ait; °R kısaltması ile belirtilir. motor.
Reamur scale: Bkz. Reamur. receptacle: 1) bir şey koymak veya toplamak için
reassamble: Bakım veya onarım için sökülen parçala kul lanılan herhangi bir araç; kap; depo; konteyner.
rı yerine takma veya monte etme. receptibility: Alabilir olma durumu veya niteliği.
rebabbitting: Bir yatağın yeniden metal Bkz. white or reception: Radyo ve televizyonda ses veya görüntü
babbit» metal ile kaplanması; babit metali yenileme. alma.
reboot: Bilgisay, sistemi yeniden yüklemek. recharge: Yeniden şar] etmek veya doldurmak; tekrar
rebore: Silindir, silindir gömleği, krank mili vb. inin doldurmak; tekrar doldurma: Akü, pil vb. i için
yüzeylerini taşlamak veya rektifiye etmek. söyle nir.
rebored cylinder: Rektifiye edilmiş silindir. reciprocal: 1) iki tarafında; karşılıklı; müşterek. 2) ye
rebored engine: Rektifiye edilmiş buhar makinesi ve rine geçen; eşdeğer veya tamamlayıcı. 3) Mate, bir
ya motor. sayı ya da niceliğin evrik değeri. 4) Mate, l'in veri
reboring: Taşlama veya rektifiye etme: Motor silindir len bir sayı tarafından bölünmesi ite elde edilen sa
leri, krank pin, krank jurnal vb. için söylenir. yı: 7 sayısının evrik değeri 1/7'dir gibi.
rebroadcast: 1) tekrar neşretmek (radyo ile). 2) tek reciprocal ohm: Eğer bir iletkenin direnci 4 ohm ise,
rarlanan bir yayın. 3) tekrar yayınianan bir program. onun kondüktansı 1/4 = 0,25 evrik ohm'dur; bu
de 1
rebuild: İlk durumuna gelecek şekilde onarmak veya ğer 0,25 ohm" şeklinde de yazılır; evrik ohm.
tamir etmek; revizyona tabi tutmak; toynakla doldu reciprocality: Evrik olma durumu veya niteliği.
rarak onarmak. reciprocate: 1) karşılıklı olarak ileri geri hareket etme
rebuilt: Onarılmış; revizyondan geçmiş; kaynakla dol ye neden olmak. 2) eksene! olarak ileri geri hareket
durularak onarılmış. etmek; durum değiştirmek. 3) karşılıklı olarak ver
recalescence: Soğuma işleminin belirli bir aşaması mek ve almak; mukabele etmek. 4) karşıt veya eşde
na eriştiği zaman, kızgın demirin veya çeliğin kızar ğer olmak.
ması ve sıcaklığındaki anî ve geçici artma. reciprocating: Eksenel olarak ileri geri hareket etme;
recalescent: Soğuma işleminin belirii bir aşamasında mütenavip hareket etme.
kızgın demir veya çeliğin sıcaklığının geçici yüksel reciprocating air compressor: Elektrik motoru ile ça
me göstermesi. lıştırılan ve kurum üfleme, ilk hareket vb. i amaçlarla
recall lamp: Uyarı ya da ikaz lâmbası. basınçlı hava sağlamak için kullanılan pistonlu bir
recap; Dış yüzeyini veya sırtını (aşınmış, kabak bir pompa; pistonlu hava kompresörü; tek, iki ve üç si
lâstiğin) lâstikle kaplamak; sırt «geçirmek; kaplanmış lindirli vb. i yapılabilirler.
(oto vb.) lastiği. reciprocating bearings: Gem. Mak. süpap gayıtları.
recapped tire: Oto. sırt geçirilmiş lâstik. kızak (süper) gayıtı vb. i gibi eksenel hareket yapan
recast: 1) tekrar dökmek (döküm vb.) veya yeniden parçalan taşıyan kısımlar; eksenel yataklar; eksenel
dökmek. 2) şeklini geliştirmek. 3) hesaplamak; yeni hareket yataklan.
den hesaplamak. 4) tekrar döküm ile üretilen yeni reciprocating Mower: İki zamanlı dizel motorlarında
bir şekil. uzun süre süpürme havası pompası olarak kullanı
receive: 1) Rady.. Telev. alınan elektromanyetik dal lan, günümüzde aşırı doldurma açısından fazla yay
gaları ses veya ışığa çevirmek ve böylece ses ve gö gın olmayan bir hava pompası; pistonlu süperşarj
rüntü üremek. 2) almak. havası pompası veya bloveri.
reciprocatin g engin e 453 recti -
reciprocating engine: Silindirleri içinde pistonların reconditioned: Onarılarak yeni hale getirilmiş; yeni
ileri geri veya aşağı yukarı ve eksenel olarak hareket lenmiş.
ettiği makine; pistonlu buhar makinesi; mütenavip reconditioned engine: Onarılarak yeni hale getirilmiş
makine; motorlar, pistonlu buhar makineleri, piston makine; yenilenmiş makine.
lu pompalar vb. i. reconstruct: 1) tekrar inşa etmek; yeniden inşa et
reciprocating masses: Mot. birincil atalet kuvvetleri mek. 2) kalan parçaları ve diğer kanıtlardan orjinal
nin hesaplanmasına esas olan piston ve piston kolu haline getirmek.
nun bir bölümünün kütlesi; eksenel hareketli kütle reconstruction: Yeniden inşa edilen şey,
ler; rnütenavip hareketli kütleler. reconstructive: Yeniden inşa edilme veya inşa edil
reciprocating motion: Bir eksen (silindir vb. i ekseni) me eğilimi.
üzerinde ileri geri veya aşağı yukarı hareket; rnütena record: 1) görülen (bir hareket veya olayı) belirten
vip hareket; öteleme hareketi. grafik vb. i sabit şekiller üzerine kayıt etmek: Sis
reciprocating parts: Mot. eksenel veya doğrusal ha mografın zelzeleyi kayıt edişi gibi. 2a) elektriksel ve
reket yapan piston, piston rod vb. i parçalar. ya mekanik olarak ve bazı basit şekillerde kayıt ede
reciprocating pump: Bir sıvı silindiri içinde hareket rek dönüştürmek (başka şekle sokmak), b) bu şekil
eden piston ya da plencer yardımıyla çalışan pom de kayıt etmek. 3) kayıt etmek. 4) kayıt edilmesine
pa; pistonlu pompa; plencerli pompa. müsaade etmek. 5) yazıiı ve kanıt olarak korunan
reciprocating steam engine: Sıra ile pistonlarının alt herhangi bir şey.
ve üst taraflarına verilen buhar ile çalıştırılan ısı maki recorder: Kayıt eden bir cihaz, özellikle: a) yanma so
nesi; pistonlu buhar makinesi; rnütenavip stim maki nucu oluşan gazlar içindeki C0 2 miktarını kayıt
nesi. eden cihaz; Bkz. recorder, C0 2 . b) Den. derinliği
recirculating: Tekrar veya yeniden dolaştırmak; tek kayıt eden cihaz; Bkz. recorder, depth, c) 24 saatlik
rar dolaştırmak. bir süre içersinde basınç, sıcaklık, akım, seviye veya
recirculating tubes: Yukarı devir boruları; heder türü düzey, hız vb. lerini kayıt eden cihaz.
su borulu kazanlarda, arka hederi buhar domuna (d- recorder, C0 2 ; Diz. Mot., Buh. Kaza. yanma sonucu
ramına) bağlayan borular; ön heder, su boruları ve oluşan egzoz veya baca gazları içindeki C0 2 miktarı
arka hederde oluşan haşlak suyu (buhar ve su karı veya oranını kayıt eden, döner hareketli bir cihaz;
şımını) buhar dramına taşırlar. C0 2 kayıt edicisi; yanma ve dolayısıyla yakıt tüketi
recirculating valve: Her börner (atomauzer) manifol- mini denetlemek için kullanılır.
dunun alt kenarına konuian ve akaryakıtın geriye, recorder, depth: Den. derinlik ölçen ve sürekli olarak
servis pompasının alıcı tarafına dönmesini sağlayan kayıt eden elektronik bir cihaz; derinlik kayıt edicisi.
valf; tekrar veya yeniden dolaşım valfı. recording: 1) fonograf (gramafon) plâğında olduğu
reckon: 1) saymak; hesap etmek; toplama, yapmak. gibi, kayıt edilen. 2) plâk; bant. 3) bir plâk ya da
2) karar vermek; düşünmek; tahmin etmek. 3) sayı bantla olduğu gibi sesin kayıt edilmesi.
saymak; hesap etmek. recording hygrometer: Uygun bir biçimde basılmış
reckoner: Hesap yapan kişi veya şey; özellikle hesap bir kâğıt sayfaya nem oranını sürekli olarak kayıt
lamaya yardım eden matematikse! tabloların vb. i ki eden bir cihaz; nem kayıt edicisi.
tabı. recover: 1) geri almak (kaybolmuş, çalınmış vb.); ye
reckoning: 1) hesap eden bir kişinin işi; hesaplama; niden kazanmak (sağlık vb. ini). 2) denizden toprak
hesap etme. 2) gelecekteki olasılıkları hesaplama ve veya atıklardan yararlı malzeme kazanmak. 3) Mot.
ya ölçme; olası hesap. 3) Den. bir geminin mevkiini egzoz ısısından ısı enerjisi kazanmak. 4) baca gazla
saptama, b) bu şekilde saptanan mevki. rından ısı enerjisi elde etmek.
reclaim: Artık maddelerden (kullanılır malzeme vb. i) re-cover: Tekrar veya yeniden kaplamak.
elde etmek. recovery: 1) cevherin işlenmesi sonucu elde edilen
re-ciaim: Geriye istemek; geriye çağırmak. metal yüzdesi. 2) orjinal durum veya pozisyona dö
reclaimer: Kullanılmış yağlama yağlarını ıslah ederek nüş.
yeniden kullanılır hale getiren cihaz; Bkz. purifier. recovery heat system: Mot., Buh. Kaza. çalışma sıra
reclamation: Atık maddelerden kullanılır malzeme el sında üretilen egzoz gazı veya yanma ürünlerinin ba
de etme endüstrisi veya işlemi. cadan atılmadan önce üzerlerindeki ısıdan yararlan
recoil: 1) bir yay serbest bırakıldığı veya bir silâh ateş mak; hava ısıtıcısı, ekonomizör, süperhiyter, süper-
lendiği zaman sıçrama veya geri tepme. 2) başlan şarjer vb. i gibi.
gıç veya ilk hareket noktasına ya da kaynağa dön rectangle: Dört dik açılı ve dört kenarlı herhangi bir
mek. 3) Ask. geri çekilmek. 4) geri tepme durumu; düzlem şekil; dikdörtgen.
reaksiyon; tepki. 5) bir silâh, yay vb. inin geri tepme rectangular: 1) şekli dikdörtgene benzeyen; dört dik
miktarı. açı ve dört kenara sahip olan. 2) tabanı dikdörtgen
re-coil: Yeniden veya tekrar çekmek. şeklinde veya dik açılı köşelere sahip olan (bir bi
recoil atom: Anî değişikliğe uğraması veya yönünün na). 3) dik açılı.
değişmesi sonucu partikül veya tanecik veya radyas rectangularity: Dikdörtgen olma durumu veya niteli
yon yayan (çıkaran) bir atom.
recoil partide: Çarpışma veya diğer bir partikülün rectangular prism: Geom. Dikdörtgen prizma; tabanı
atılması işlemi nedeniyle harekete başlayan bir tane ve yanal yüzleri dikdörtgen olan prizma; dikdörtgen-
cik. sel prizma.
recondition: Temizleyerek, onararak tekrar iyi duru recti-: Doğru, dik anlamlarında bir önek.
ma getirmek; onararak yenilemek.
rectifiabl e 454 reduce r
rectifiable: Düzeltilebilir; rektifiye edilebilir; tashihi da daha fazla ardıl sayının bulunduğu ondalık: 0,278
mümkün. 278 278...; devreden ondalık (kesir).
rectification: 1) damıtma ile bir sıvının temizlenmesi. recurvate: Geriye doğru eğilmiş.
2) bir alternatif akımın doğru akıma dönüştürülmesi. recurve: Geriye eğmek; geriye doğru eğmek.
3) düzeltme, tashih etme veya ıslah. recycle: Yeniden çevrime sokmak.
rectifier: 1) düzeltme veya ayar ile tashih eden kişi red brass: % 85,0 bakır, % 15 çinkodan oluşan pi
veya şey. 2) Elekt. alternatif akımı doğru akıma çevi rinç; kırmızı (kızıl) pirinç; boru ve madenî eşya yapı
ren kollektör veya vakum tüpü gibi herhangi bir ci mında kullanılır.
haz; redresör; rektifayer. red fire: Özellikle strontiyum nitrat kapsayan ve yakıl
rectifier bulb: Alternatif akımı doğru akıma çeviren ci dığı (yandığı) zaman parlak kırmızı ışık veren ve ha
hazın lâmbası; redresör lâmbası; rektifayer lâmbası. vai fişekler, işaret fişekleri vb. inde kullanılan türlü
rectifier, magnetron: Dış bir devre tarafından denetle maddelerden herhangi biri, kırmızı ışık; kırmızı ateş.
nen soğuk katotlu, gaz diyotlu bir değiştirici. red heat: 1) maddenin kızıl renk aldığı sıcaklık dere
rectifier, radio: Alternatif akım dalgalarını, tek yönlü cesi. 2) bu sıcaklıkta olma durumu.
impulslara dönüştüren bir cihaz; radyo rektifayer. red-hot: Kor haline gelmek için yeterli veya kâfi sıcak
rectifier tube: Bkz. rectifier bulb. lıkta; çok sıcak.
rectify: 1) düzeltmek; tashih etmek; ıslah etmek. 2) read lead: Kırmızı kurşun oksit, Pb 3 0 4 ; sarı kurşun
hareket ve dengede olduğu gibi düzenlemek; hesap oksitten elde edilir ve boya maddesi, boya, cam ya
lama ile ayarlamak. 3) Kimy. damıtarak, özellikle tek pımı vb. inde kullanılır; kırmızı kurşun tozu; mini-
rar tekrar damıtarak arıtmak veya distile etmek. 4) yum; kırmızı sülyen (boya).
Elekt. doğru akıma çevirmek (alternatif akımı). 5) red lead joint: Kırmızı sülyen sürülmüş conta; sülyen-
Mate. uzunluğunu bulmak (bir doğrunun). !i conta.
rectifying device: Alternatif akımı doğru akıma çevi red lead ore: Kırmızı kurşun kromat.
ren cihazlar; Doğrultmaç cihazları; Bkz. rectifier. red lead paint: Kırmızı sülyen boya.
rectifying valve: Sadece katota göre, anot pozitif po red light: 1) tehlike sinyali veya işareti. 2) tren, oto
tansiyelde olduğu zaman akım geçen bir diyot; doğ mobil vb. i için dur işareti; dur (stop) ışığı.
rultmaç valf. red manganese: Kırmızı manganez; Bkz. rhodonite.
rectigon: Batarya şarjı ya da doldurulmasında kullanı red ocher: Kırmızı renkli, toprağa benzer hematit; bo
lan yüksek basınçlı, termiyonik katotlu gaz diyotu; ya maddesi olarak kullanılır; ruddel, reddle, raddle
rektigon; redresör lâmbası. şekillerinde de kullanılır.
rectilineal: Bkz. rectilinear. redox equation: Redox tepkimeyi belirten bir eşitlik;
rectilinear: 1) bir doğruda hareket eden; doğrusal. 2) redoks eşitliği.
bir hat (doğru, çizgi) şeklinde olan. 3) hatlarla sınır redox process: Tepkimeye katılan bir maddenin oksit
lanmış veya oluşturulmuş. 4) doğrularla belirtilen. 5) lendiği ve diğerinin redüklendiği bir kimyasal işlem;
Opt. doğruları bozmayacak şekilde düzeltilmiş: Bazı redoks işlemi.
mercek türleri için söylenir. redox reactions: Oksitleme ve redüklemeyi kapsayan
rectilinear motion: Doğrusal hareket. tepkimeler; redoks reaksiyonlar.
rectilinear propagation: Radyasyonun doğru çizgiler red painter: Can sallarının Bkz. life raft gemiye bağ
de, özellikle görünür radyasyon (ışık) biçiminde ya lanmasını sağlayan ve bir bölümü kırmızı boyalı çı
yılması; doğrusal yayılma. ma; kırmızı çıma
recto: Bir kitabın sağ tarafta olan herhangi bir sayfa redress: 1) düzeltmek; tashih etmek. 2) dengelemek.
sı. 3) ayarlamak.
recuperate: 1) geri almak; telâfi etmek (kayıplar vb.). re-dress: Yeniden tashih etmek veya ayarlamak.
2) kayıplarını gidermek veya telâfi etmek. re-short: Metal, tavlandığı zaman kırılgan: içinde çok
recuperating device: Kinetik enerjiyi veya hareket fazla kükürt olan demir ya da çelik için söylenir.
enerjisini potansiyel enerji ya da durağan enerjiye reduce: 1) herhangi bir şekilde ölçüsünü, ağırlığını,
dönüştürmek için kullanılan bir cihaz; reküperasyon miktarını, değerini, fiyatını vb. azaltmak. 2) belirli bir
cihazı. sıraya getirmek; sınıflandırmak; tasnif etmek. 3) ana
recuperation: Mak. merkezkaç pompaların volüt hüc liz ile bileşen elementlerine ayırmak. 4) eritme, kır
releri veya difüzörlerinde olduğu gibi hava, sıvı, gaz ma, öğütme vb. i ile farklı fiziksel şekle dönüştür
vb. inin hızının basınca dönüştürülmesi. 2) ticarî ka mek. 5) tiner ile boyayı inceltmek. 6) Arit. değerini
yıpları karşılama, telâfi etme veya giderme. değiştirmeden şeklini değiştirmek. 7) Kimy. a) pozitif
recuperator: Merkezkaç ya da santrfüj pompalarda değerini (bir element veya kökün) azaltmak, b) ne
hızın basınca dönüşümünü sağlayan volüt hücresi gatif değerini (bir element veya kökün) azaltmak, c)
veya difüzörleri taşıyan bir çember; difüzör çemberi. den oksijen çıkarmak; oksijensizleştirmek; oksijenini
recur: 1) tekrar veya yeniden oluşmak, meydana gel çıkarmak, d) hidrojen ile birleştirmek, e) metalsileri
mek ya da vukubulmak. 2) özellikle belirli bir aradan ni çıkararak metalik duruma getirmek. 9) Foto. nega
sonra vukubulmak veya görünmek; belirli aralarla tif gibi, daha az yoğun yapmak. 10) Kimy. indirge
görünmek. mek.
recurrent: 1) tekrar vukubulma; periyodik olarak ve reducer: 1) Meka. iki farklı ölçüdeki boruya bağlanan
ya tekrar görünme veya oluşma. 2) Anat. zıt yönde klavuzlu bir boru teçhizatı; redüser. 2) Foto. a) geliş
geriye dönme: Belirli atar damarlar ve sinirler için tirme veya banyo etme maddesi, b) negatifleri ban
söylenir. yo etmek için kullanılan oksitleyici çözelti. 3) boya
recurring decimal: Sonsuza değin yinelenen iki ya veya diğer viskoz sıvıların incelticisi.
reducible 455 reflect
reducible: Azaltılabilir.
kullanılan gemi.
reducing agent: 1) diğer bileşiklerden oksijen alan
reefer: Esk. deniz talebesi (Arg.) veya subay dayı. 2)
bir madde; redükleyici madde. 2) diğer bir maddeye
özellikle denizciler tarafından giyilen kısa, kalın ve
elektron veren madde, örneğin hidrojen ve kalay klo
iki sıra düğmeli palto ya da ceket; nevresim.
rür.
reek: 1) buhar; duman. 2) buhar ya da duman çıkar
reducing atmosphere: Oksitlenmeyi önleyebilen gaz
mak. 3) dumanın etkisinde bırakmak. 6) çıkarmak
çevre; kısıcı atmosfer; reducing environment şeklin
veya neşretmek (duman, buhar vb.).
de de kullanılır.
reel: 1) iplik, tel, film vb. inin sarılabildiği herhangi bir
reducing flame: Tam yanma için yetersiz oksijenle
araç; makara; masura; iğ. 2) misina makarası. 3) bir
oluşan alev; kısılmış alev; bunzen alevinin ucu.
makaraya sarılan tel, iplik vb. inin miktarı. 4) yakla
reducing glass: içinden geçen bir şeyin görsel ölçü
şık 305 metrelik (1000 fit) sinema filmi. 5) bir makara
sünü azaltmak için kullanılan iki tarafı içbükey bir
ya sarmak veya boşaltmak.
mercek.
re-entering angle: Bir geometrik şekilde ucu şeklin
reducing valve: Kısma valfı, özellikle: a) Diz. Mot.
dışına değil içine doğru veya geriye dönmüş olan
ba sınçlı hava devrelerinde bulunan ve hava
bir açı; tekrar girme açısı.
basıncını 35 bardan yaklaşık 20-25 bara düşüren
re-entering polygon: içeriye dönük bir ya da bir kaç
valf. b) bu harlı gemilerde 10 bardan küçük basınçlı
açısı olan bir çokgen.
taze buhar sağlayan valf; Gem. Mak. redyusin valf.
re-entrance (reentrance): Bkz. re-entry.
reductase: Kimyasal redüklemeleri hızlandıran her
re-entrant: Tekrar giriş; yeniden giriş; içeriye doğru
hangi bir enzim; redüktaz.
uçlu: Açılar için söylenir; girintili açı ya da parça.
reduction: 1) bir bileşikten oksijenin çıkarılması; re-
re-entry (reentry): 1) tekrar girme; yeniden girme. 2)
dükleme, indirgeme. 2) azaltılmış değer sonucu
ikinci ya da tekrarlanan giriş. 3) mükerrer akışlı veya
elektronlar kazanma. 3) bir fotoğraf negatifinin yo
akımlı türbin.
ğunluğunu azaltma. 4) Bkz. reduction gear. 5)
re-entry turbine: Mükerrer akımlı türbin; Gem. Mak.
azaltma; düşürme.
akis hücresi bulunan bir türbin; önce rotor kanatla
reductional: Redüksiyon veya azaltmaya ait veya
rından geçen buhar akis hücresi ile yön değiştirile
azaltma eğilimli.
rek tekrar hareketli kanatlara verilir ve oradan bir ke
reduction coefficient: Redüksiyon sabitesi veya kat
re daha geçmesi sağlanır.
sayısı.
re-evaporation loss: Buh. Mak. taze buharın silindire
reduction gear: Buh. Türb., Diz. Mot. makinelerin
bir porttan girişi ve iş gördükten sonra yine aynı port-
yüksek devir sayılarını pervanenin en verimli olduğu
tan egzoz edilmesi sonucu, port yüzeylerinde olu
devir sayısına düşüren dişli donanım; devir düşürü
şan yoğuşma ve buharlaşma kaybı; buharlaşma kay
cü donanım; Gem. Mak. ridakşın gir; redüksiyon do
bı.
nanımı; devir düşürme donanımı; pinyon adı verilen
reference: Başvuru (kitabı, işareti vb.)
küçük dişli ile girvil denilen büyük dişliden oluşur.
reference numbers: Jurnali, krank kolları, krank pin-
reduction gear, double: iki kademeli devir düşürücü
leri ayrı parçalar halinde yapılan ve sonra birbirleri
dişli donanım; düşürme oranı gemi makineleri için
ne sıkı geçirilen krankşafllarda parçalar üzerinde bu
en fazla 45/1 olan ridakşın gir.
lunan işaret ya da sayılar; referans sayıları; referans
reduction gear, single: Daha çok yüksek devirli
markaları.
dizel motorları ile türbo-jeneratörlerde kullanılan tek
refill: Yeniden doldurmak; yeni bir doldurma veya
kade meli devir düşürme donanımı; devir düşürme
dolgu, özellikle bir kabın içeriğinin kullanıldıktan son
oranı en fazla 20,5/1 'dir.
ra değiştirilmek üzere yapılan ünite, örneğin tüken
reduction pulley: Transmisyon devrelerinde, devir
mez kalem kartuşu.
sa yısını düşürmek için kullanılan kademeli kasnak;
refine: 1) katışıksız veya saf yapmak; yabancı
re düksiyon kasnağı.
madde ler, cüruf, alaşım, tortu vb. inden
reduction ratio: Redüksiyon oranı; bu oran tek kade
temizlemek ya da arıtmak; rafine etmek; damıtmak;
meli donanımlarda en fazla 20,5/1 ve çift kademeli
distile etmek. 3) katışıksız veya saf olmak; yabancı
lerde 45/1'dir.
maddelerinden, kirlerinden vb. arıtmak.
reductor: Kimy. analiz amaçlan için metalik bir çözelti
refined: Yabancı maddeler ya da kirlerden temizlen
nin redüklenmesini başarmak için kullanılan herhan
miş; arıtılmış.
gi bir cihaz; redükleyici; özellikle demirli bir çözeltiyi
refined tar: Damıtılarak suyu ve uçucu maddeleri ol
demir tuzlarına redüklemek için tanecikli çinko dol
dukça azaltılmış katran; damıtılmış katran.
durulmuş uzun bir tüp.
refinement: 1) temizleme. 2) bunun sonucu; damıt
redwood: 1) Büyük Okyanus (Pasifik) sahillerinin yap
ma; tasfiye.
raklarını dökmeyen dev ağacı; sekoya. 2) odunu kır
refinery: Yağ, metal, şeker vb. i maddeleri damıtan
mızımsı olan herhangi bir ağaç. 3) bu ağaçlardan
veya damıtmak için kullanılan kuruluş ya da tesis; ra
herhangi birinin odunu.
fineri; tasfiyehane.
Redwood-second: Saybolt viskozimetresinden elde
refinery coke: Rafineri koku;
edilen viskozite birimi; Redvut-saniye; bu değer 0,84
refining: Damıtma; distile etme; tasfiye etme.
ile çarpılarak bulunan viskozite birimi.
refit: Onarım veya tekrar donatım ile yeniden kullanı
reef: 1) resif; döküntü; topuk. 2) Maden, cevher yata
lır hale gelmek.
ğı; damar; maden damarı.
reflect: 1) ısı, ışık veya ses gibi geriye dönmek;
reefer: 1) Bkz. refrigeration. 2) soğuk hava depolu
yansı mak; aksetmek. 2) görüntüsünü aksettirmek
ya da ambarlı gemi, özellikle meyva taşımacılığında
(ayna vb.). 3) geriye dönmek. 4) ısı, ışık, ses vb.
yansı-
reflectanc e 456 refrigerate d truc k
mak; düzenlemek.
reinforce: 1) kuvvetlendirmek; takviye etmek. 2) sayı
regularly: 1) düzenli olarak. 2) düzenli zaman veya
sını veya miktarını çoğaltmak. 3) kuvvetlendirmek ve
zaman aralıklarında.
ya daha kuvvetli yapmak.
regular pentagon: Geom. düzgün beşgen ya da pen
reinforced: Sağlamlaştırılmış; dayanıklığı arttırılmış;
tagon.
takviye edilmiş.
regular polygon: Geom. düzgün çokgen; düzgün po
rainforced concrete: Dayanıklığını arttırmak için çelik
ligon veya çok kenarlı.
çubuk veya hasır kapsayan beton; betonarme.
regulate: 1) bir kural, ilke bir sisteme göre denetle
reinforcement: 1) dayanıklığını arttırma; kuvvetlendir
mek, yöneltmek ya da yönetmek. 2) belirli bir stan
me; takviye etme veya takviye edilme. 2) takviye
dart, derece, miktar vb. ine göre ayar etmek. 3) bir
edilmiş herhangi bir şey; özellikle Çoğ. takviye et
saat gibi duyarlı çalışmasını sağlamak amacıyla ayar
mek için gönderilmeye hazır askerler veya savaş ge
etmek. 4) düzgün, düzenli vb. i yapmak.
mileri.
regulated: Düzenlenmiş, ayar edilmiş, ayarlanmış ve
reinforcing: Takviye etme; dayanıklığını arttırma; sağ
ya tanzim edilmiş.
lamlığını arttırma.
regulating: Ayarlama; düzenleme; tanzim etme.
relative: Rölâtif; bağıl; göreli.
regulating mechanism: Düzenleme, tanzim veya
relative density: Verilen bir maddenin yoğunluğunun
ayarlama donanımı ya da mekanizması.
suyun yoğunluğuna bölümü; göreli yoğunluk; rölâtif
regulating resistance: Ayarlama, düzenleme vb. i
dansite.
için kullanılan bir rezistans; ayarlama direnci.
relative efficiency: Mot. gerçek makinenin endike işi
regulating valve: Ayarlama valfı; düzenleme valfı;
nin veya endike termik veriminin, kuramsal işe ya
ayar etme vanası.
da teorik verime oranı; rölâtif verim; göreli verim; ba
regulation: 1) ayarlama veya ayar edilmiş olan; ayar
ğıl verim.
lı. 2) alışılmış; normal; adî; regüler.
relative humidity: Verilen bir sıcaklıkta hava içindeki
regulation mechanism: Bkz. regulating mecha
su buharı miktarının, aynı sıcaklıkta havanın tutabile
nism.
ceği maksimum su buharı miktarına oranı; bağıl
regulation valve: Bkz. regulating valve.
nem; rölâtif rutubet.
regulative: Düzenleme veya düzenlenmeye eğilimli
relative inclinometer: Uçakların yükseltilerini göster
olan.
mek için kullanılan bir cihaz; göreli meyilölçer.
regulator: Düzenleyen (ayar eden) kişi veya şey;
relative isotopic mass: Bir elementin izotopunun bir
özellikle a) bir makinenin hareketini, sıvıların, gazla
atom kütlesinin, bir karbon atomunun kütlesinin on
rın, elektrik, buhar vb. inin akımını denetleyen veya
ikide birine oranı; göreli izotopik kütle.
düzenlemek için kullanılan bir mekanizma; regüla
tör; gavörnör. b) bir saatin hızının ayarlanması ile ça relative molecular mass: Bir element ya da bileşiğin
lışan bir mekanizma, c) saat sarkacı ya da pandülü. bir molekülünün, bir karbon atomunun kütlesinin on
ikide birine oranı; göreli moleküler kütle.
regulator valve: Regülatör ya da ayar eden valf; Bkz.
relative permeability: Bir cismin geçirgenliğinin vaku
governor valve.
mun geçirgenliğine oranı; göreli (rölâtif) geçirgenlik.
regulus: Kimy., Metal, a) antimon metali, b) türlü cev
relative specific density: Göreli özgül yoğunluk;
herlerin eritilmesi ile üretilen saf olmayan metal, c)
gö
cevher eritildiği zaman ağırlığı nedeniyle potanın di
reli özgül ağırlık; izafi özgü! ağırlık.
bine çöken, kısmen temizlenmiş metal.
relative vapor density: Aynı sıcaklık ve basınçta,
reheat: Yeniden ısıtmak; tekrar ısıtmak. veri len bir hacim gaz ya da buhar kütlesinin, eşit
reheated: Tekrar veya yeniden ısıtma (buhar vb. ini); hacim deki hidrojenin kütlesine oranı; göreli buhar
yeniden ısıtılmış; tekrar ısıtılmış. yoğun luğu.
reheater: Bazı buhar türbinlerinin bir yerinden alınan relative velocity: Eğer A ve B gibi iki tanecik (parti-
buharı tekrar kızdıran ve ısı enerjisini çoğaltan bir kül) aynı yönde VA ve VB hızları ile hareket ediyorlar
tür üst ısıtıcı; Gem. Mak. rihiyter; ikincil süperhiyter. sa, göreli hız VA-VB, eğer zıt yönlerde hareket edi
reheating: Yeniden veya tekrar ısıtma. yorlarsa VA-VB'dir; göreli veya rölâtif hız.
reheating cycle: Buharın türbinde kısmen
relativistic mass: Hızı artan bir cismin kütlesi.
genişletildi-
relativistic mechanics: Einstein'in izafiyet kuramının
ği, dışarı alınarak kızdırıldığı ve tekrar türbine verile
esas alındığı mekanik sistemi.
rek genişletildiği sistem; ara ısıtmalı çevrim.
relativistic velocity: Hızı yeterince ışık hızına yakla
reheating turbine: Buhar belirli bir sayıdaki kademe
şan bir hız.
lerde genişletilip basınç ve sıcaklığı önemli bir mik
relativity: 1) rölâtif, bağıl ya da göreli olma durumu,
tar düştükten sonra, türbinden alınarak bir ara ısıtıcı
gerçeği veya niteliği. 2) F/z. rölativite veya izafiyet ku
dan veya kazandan geçirilerek, alındığı yere yakın
ramı: a) "Görülebilir salt hareket yoktur, sadece gö
bir bölümden tekrar makineye verilen sistem; ara ısıt
reli hareket vardır", b) "Işığın hızı sabittir ve kayna
malı türbin.
ğın hareketine bağlı değildir" c) "Işığın hızından da
reheating vapor cycle: Ara ısıtmalı buhar çevrimi; ha büyük hızlarda enerji iletilemez. d) "hareketli bir
Bkz, reheating cycle. gövdenin veya cismin kütlesi enerji içeriğinin fonksi
reheat turbine: Bkz. reheating turbine. yonudur ve hızla değişir", e) "zaman görelidir".
re-induction: Diz, Mot. püskürtme sona erdikten son
relay: 1) nispeten güçlü cihazları denetlemek için kul
ra dönerek aşağıya doğru hareket eden yakıt püs
lanılan, oldukça zayıf bir kuvvetle çalıştırılan, fakat
kürtme pompası çek valfı ile yuvası arasından bir
daha büyük kuvvet üretebilen bir cihaz; röle. 2) bir
miktar yakıtın pompa silindirine geçerek enjektör bo-
elektrik devresini açmak ya da kapamak için kullanı
rusundaki yakıt basıncının düşmesi olayı; reendüksi-
lan ve elektriksel olarak çalışan bir anahtar, şalter ya
yon; art yanma veya enjektörün damlamasına engel
da sviç; röle; riley. 3) Elekt. bir röle ile denetlemek,
olur.
işletmek veya göndermek.
relay coil 459 repartitio n
lanan bir madde; çamsakızı. 3) reçine ile muamele Elekt. maddenin bir cm 'ünün karşı yüzleri arasında
etmek. ki direnç; özgül direnç adı da verilir.
resistor: Elekt. esas olarak direnç sağlamak amacıyla
resinate: Reçine ile doyurmak ya da işba haline getir
bir elektrik devresinde kullanılan cihaz; mukavemet;
mek.
direnç; direnç elemanı; rezistans.
resin chocks: Gem. Mk. Tank üstleri ile alt karter ara
sında kullanılan yapay ara parçaları. resistor room: Rezistans dairesi; direnç odası.
resistor space: Bkz. resistor room.
resiniferous: Reçine veren; Ağaçlar vb. i için söyle
nir. resolve: 1) ayrı, bileşen element ya da parçalara ayır
resinoid; 1) reçine gibi; reçineye benzeyen. 2) sente mak; analiz etmek. 2) değiştirmek. 3) saptamak; tes
tik reçine gibi, reçineye benzer bir madde. 2) sakız. pit etmek. 3a) çözmek veya açıklamak; bir problem
gibi çözümlemek, b) gidermek (kuşku vb.). 4) oy
resinous: 1) reçineye ilişkin, reçine tabiatına sahip
için karar vermek. 5) erime ya da çözünmeye neden
olan; reçine özelliğinde olan; reçineye benzeyen. 2)
olmak. 6) Opt. ayrı parçalarını görünür yapmak (bir
reçine içeren. 3) Wad. Ola. elektronegatif.
resiny: Bkz. resinous. görüntünün). 7) analizle çözümlemek.
resolvent: Erimeye neden olan; çözücü veya eritici
resist; Dayanmak; direnç göstermek; mukavemet et
mek; hareketine dayanmak; dayanmak. madde; özellikle bir şişi indirebilen bir ilâç.
resolver: Çözücü.
resistance: 1) dayanma; mukavemet etme; direnç
resonance: 1) diğer cisimlerde titreşim veya yansıma
gösterme. 2) direnmek, dayanmak veya karşı koy
ile sesi kuvvetledirme ya da sürdürme. 2) Kimy. iki
mak için güç veya kapasite. 3) Elekt. a) elektrik akı
veya daha fazla farklı yapıya sahip olan, sadece
mına karşı direnme veya onun ısıya dönüşmesine
elektronlarının durumu farklı olan belirli moleküllerin
neden olan özellik; rezistans; direnç, b) böyle bir di
özelliği. 3) Elekt. bir devrenin belirli bir frekansta en
renci veren bir bobin veya belirli uzunluktaki tel; re-
büyük akıma müsaade eden ayar durumu. 6) Fiz. tit
zistör; direnç; mukavemet; rezistans, c) empedans
reşen bir cismin etkisinde bırakılan (yaklaşık aynı fre
veya zahirî direnç.
kanstaki) diğer bir cisimde kuvvetlendirilmiş titreşim;
resistance box: Bir tapa veya kadran lie bir elektrik
rezonans.
devresine istenilen miktarda direnç sokulmasına yarı-
yan, bilinen dirençler kapsayan bir kutu; direnç ve resonance factor: Maksimum yay kuvvetinin, maksi
ya rezistans kutusu. mum uyarı kuvvetine oranı; rezonans faktörü.
resonant: Uyumlu titreşim tarafından seslerin şiddetle
resistance, electrical: Kendisinden geçen akıma kar
şı bir elektriksel iletkenin gösterdiği direnç, rezistans rinin çoğaltılması; tannan.
resonant cavity: Elektriksel olarak iletken yüzeylerle
veya mukavemet; elektriksel direnç.
çevrili, elektromanyetik enerjiyi hem depo eden ve
resistance furnace: Elektriksel dirençler tarafından
hem de uyaran kapalı bir hacim ya da boşluk; rezo-
ısı üretilen bir ocak; rezistans ocağı ya da fırını.
nant boşluk.
resonant circuit 462 retino l
restricted: Sınırlı; kısıtlı; tahdit edilmiş.
resonant circuit: Seri veya paralel bağlı endüktör, ka- restriction: 1) sınırlanmış; kısıtlanmış. 2) kısıtlanmış
pasitör ve direnç elemanından oluşan devre; rezo- bir şey; sınırlama; kısıtlama; tahdit.
nant devre; tannan devre. result: 1) sonuçlanmak. 2) meydana gelmek; vuku-
resonant frequency: Bir diyaframın çok kolay titreşti bulmak. 3) matematik formüllerle elde edilen sayı.
ği frekans; rezonan! frekans. nicelik vb.; sonuç; bir problemin yanıtı.
resonant speed: Bkz. critical speed. resultant: 1) birbirini etkileyen iki veya daha fazla kuv
resonate: Rezonans üretmek; yankılanmak. vetin bileşkesi. 2) sonuç; netice. 3) Fiz. farklı şiddet,
resonating: Rezonans üretme; yankılanma. doğrultu ve uygulama noktası bulunan kuvvetlerin bi
resonator: 1) rezonans üretmek veya rezonansla sesi leşkesi olan bir kuvvet, hız vb. i.
yükseltmek için kullanılan bir cihaz. 2) rezonans kul resultant force: Bir noktayı etkiyen iki kuvvetin yerine
lanarak belirli bir frekansı bulmak için bir cihaz. 3) konulan ve tam olarak aynı etkiyi gösteren bir kuv
Rady. alıcı cihazın yüksek frekans devreleri. vet; bileşke kuvvet.
resorb: Tekrar veya yeniden emmek. resultant moment: Bileşke moment.
resorcin: Bkz. resorcinol. resurvey: 1) yeniden muayene etmek. 2) yeni muaye
resorcinol: Sentetik olarak veya reçinelerin kostik al- nesini yapmak. 3) ikinci veya yeni muayene.
kalinlerde eritilmesiyle hazırlanan renksiz, kristalli ret: Suda nemlendirmek veya ıslatmak (keten, kene
bir bileşik; resorsinol, C 6 H 4 (OH) 2 ; boyalar, sellüloit- vir, tomruk vb.).
ler, saç tonikleri yapımında ve tıpta büzücü olarak retain: Tespit etmek; yerinde tutmak.
kullanılır. retainer: içinde bir bilyalı yatağın tutulduğu oyuk ya
resound: 1) yankı yapmak veya sesle dolu olmak. 2} da çerçeve; tutucu; taşıyıcı: Tespit pini, vidası (cıva
geri dönmek (ses); yankılanmak. tası), contası vb. i gibi.
resource: Kaynak. retaining bush: Tespit burcu veya kovanı.
resources: Çoğ. kömür, petrol, metal cevherleri gibi retaining ring: Tespit segmanı; tespit bileziği.
doğal kaynaklar. retaining wall: istinat duvarı.
respirable: 1) solunabilir; solunum için uygun. 2) so retaining washer: Tespit rondelâsı.
lunuma muktedir retard: Gecikmek veya gelişmesinde yavaşlamak; te
respiration: 1) solunum işi veya işlemi; solunum; te hir etmek; geciktirmek; geciktirilmiş; rötar; gecikme;
neffüs; soluk verme veya soluk alma. 2) canlı orga tehir.
nizmalar veya hücrelerin hava ve sudan oksijen al retard-advance lever: Mot. distribütörde avans ve rö
ması, onu oksitlemede kullanması ve oksitleme ürün tarın ayarlandığı kol.
leri, özellikle karbon dioksit çıkarması işlemi. retardation: Negatif bir katalizör ilâve ederek kimya
respirator: 1) havayı kirleten zararlı maddelerin solun sal bir tepkimeyi yavaşlatma; negatif katalizör.
masını önlemek için ağıza veya ağız ve buruna takı retarded: Geciktirilmiş; rötarlı.
lan bir cihaz; respirator. 2) yapay solunum vermek retarded ignition: Mot. silindirde sıkıştırılan hava-ben-
için kullanılan bir cihaz. 3) İng. gaz maskesi. zin karışımının, üst ölü noktaya göre, normal zama
respiratory: Solunuma ait veya solunum için. nından geçtutuşturulması; geç ateşleme; rötarlı ateş
respire: 1) nefes almak; havayı solumak veya çıkar leme.
mak; solumak; teneffüs etmek. 2) nefes almak ve retarder: 1) Esk. alev borulu kazanlarda, boruların içi
vermek. ne sokularak, gazları yavaşlatan ve boruların çevre
response: Cevap; yanıt. sindeki suya daha fazla ısı geçişi sağlayan metal şe
response time: Bilgisay. cevap ya da yanıt süresi. rit parçası. 2) kimyasal bir tepkimeyi yavaşlatmak
rest: Hareketsiz olma durumu; hareketsizlik. için kullanılan bir madde; yavaşlatıcı; geciktirici.
restart: Yeniden başlamak. retene: Reçineli odunlar veya fosil reçinelerden elde
restitution: 1) önceki durumuna dönüş. 2) F/z. ba edilen bir karbonlu hidrojen; reten, C 1 8 H 1 8 .
sınç veya gerilme kaldırıldıktan sonra esnek bir göv retentivity: Mıknatıslayıcı kuvvet giderildikten sonra
denin eski şeklini alması. bir maddede kalan manyetik akının yoğunluğu; re-
restitution coefficient: Doğrudan çarpışmadan sonra manence şeklinde de kullanılır.
ve önce iki esnek topun bağıl hızlarının oranı; eski rethread: Yeniden diş çekme veya diş açmak.
şeklini alma katsayısı. retepore: Zoo. koloniler halinde yaşayan minik yumu
rest mass: Hareketsiz varsayılan bir cismin veya bir şakçalar grubunun biri; iskeletleri eriyerek mercana
taneciğin kütlesi; hareketsiz kütle. benzeyen kütleler oluşturur.
restore: Cisimleri orjinal durum veya şekline döndür reticle: Bir optik cihazın gözle bakılan kısmının oda
mek; yeniden yüklemek. ğında çok ince hatlar, teller vb. inden oluşan bir ağ.
restoring force: Bir cismi ilk durumu veya ilk şekline reticular: Ağa benzeyen.
dönüştüren veya döndürme eğiliminde olan kuvvet; reticulate: Ağ veya şebekeye benzeyen; özellikle bir
ilk haline getirme kuvveti, örneğin bir sarkacı salını- ağın ipliklerine benzer şekilde düzenlenmiş damarla
mının en yüksek noktasından ilk durumuna getiren ra sahip olan: Yapraklar için söylenir.
kuvvet gibi. retinite: Türlü fosil reçinelerden biri, özellikle linyitten
restoring mechanism: Diz. Mot. hidrolik regülatörler türeyen biri; letinit.
de bir ayarlama işleminden sonra, regülatörü ilk du retinol: Reçinenin damıtılmasından elde edilen sarım
rumuna getiren mekanizma. sı sıvı karbonlu hidrojen; retinol, C 3 2 H 1 6 yağlama
restrain: Hareketin meydana gelmesine engel olmak. yağı, eritici, çözücü veya solvent, antiseptik vb. ola
restrict: Limitler veya sınırlar içinde tutmak; sınırla rak kullanılır.
mak; kısıtlamak; tehdit etmek.
retinoscop e 463 reverse d
retinoscope: Bkz. skiascope. dan buhar dramına taşıyan borular: yukarı devir bo
retinoscopic: Retinoskopa ait veya retinoskop ile. ruları; riser adı da verilir.
retinoscopy: Gözün kırılmasını saplamak için kullanı rev: Hızıni değiştirmek (bir makine, motor vb.); devir
lan bir yöntem; retinoskopi; skiascopy olarak da sayısı.
kullanılır. rev.: Bkz. 1} revolution. 2) revolving.
retool: Değiştirilen aletlerle farklı ürünler imal etmek revalon: % 76 bakır, % 22 çinko, % 2 alüminyum ve
için bir fabrikanın makinelerini adapte etmek. % 0,05 arsenikten oluşan bir alaşım; revalon; alümin
retort: Maddelerin ısı ile damıtılması ya da ayrıştırılma yum pirinci; aluminum brass biçiminde de kullanı
sı için kullanılan, uzun bir borusu olan ve genellikle lır.
camdan yapılan bir kap; imbik. reverberant: Rezonant; tekrar yankılanan; yankıla
retortion: Döndürme, eğme veya arkaya bükme. nan.
retouch: 1) geliştirmek için (resim, yazı parçası vb.) reverberate: 1a) yansımak (ışık vb.), b) yansımalı fı
düzeltmek. 2) Foto, ayrıntılara ekleyerek veya lekele rında olduğu gibi (ısı, alev vb.) yansıtmak. 3) yansı
rini gidermek için (bir negatif baskıyı) değiştirmek. malı fırındaki gibi muamele edilmeye konu olmak.
3) ayrıntı ilâve etme veya rötuş yapma. 4) rötuş ya 4) yankılanmak. 5a) yansımalı ocaktaki ışık veya ses
pılmış bir fotoğraf. dalgaları gibi yansımak ya da aksetmek, b) ışık ve
retraction volume: Diz. Mot. yakıt püskürtme pompa ses dalgaları gibi yansıtılmak. 6) geri çekilmek; geri
larının çek valflarının rilif pistonları yuvalarına otur tepmek.
dukları zaman üst kısımlarında kalan hacim; püskürt reverberation: 1a) ışık veya ses dalgaları gibi yansı
menin sona erdirilmesinde önemli katkısı vardır. ma, b) yansıtıcı ocaktaki gibi, ısı veya alevin yansı
retread: Hava ile şişirilen aşınmış bir lâstiğe yeni diş ması ya da aksetmesi, c) yansımalı ocakta muamele
takmak; lâstik kaplamak; kaplanmış (oto vb) lâstiği. ye konu olma. 2) aksettirilmiş veya yansıtılmış her
retracts: Moden buhar türbinlerinin perde boruları ve hangi bir şey; sesin tekrar yankılanması, ışığın yeni
süperhider borularının kurum üfleme donanımları den aksettirilmesi vb. 3) F/z, kapalı veya sınırlı bir
nın, yüksek sıcaklık nedeniyle çarpılmalarını önle alanda, kaynağı kesildikten bir süre sonraya kadar
mek üzere bir motor veya pnömatik olarak geri çekil süren ses dalgalarının çoklu yansıması.
meleri; geri çekme. reverberation chamber: Yüzeylerinin tümü, mümkün
retreat: 1) Ask. a) özellikle düşman hücumuna maruz olduğu kadar ses yansıtıcı olarak yapılmış olan kapa
kaldığı zaman ordu, gemiler vb. ini geri çekmek, b) lı bir hücre; yankılama hücresi; akustik (ses) ölçüm
böyle bir çekilme için işaret. 2) geri çekilmek. 3) ge leri için kullanılır,
riye doğru sarkmak. reverberation time: Bir sesin yapıldıktan sonra duyul
retrench: 1) kısmak; azaltmak. 2) kesmek veya kesip duğu süre; yankılama süresi.
çıkarmak; bırakmak; çıkarmak. reverberator: Yansıtıcı bir ocak veya yansıtıcı lâmba
retro-: Geriye doğru, geri, geriye kıvrık anlamlarında gibi, yansıma üreten bir şey.
bir önek. reverberatory: 1) yansıma ile belirtilen, çalıştırılan ve
retroact: Geriye etki yapmak; tepki yapmak; reaksi ya üretilen. 2) alev veya ısı gibi yansıtılan ya da ak
yon; tepki. settirilen. 3) çatısından aşağıya doğru yansıtılan bir
retrocede: Geri gitmek; geri çekilmek. alev ile metal, cevher vb. inin ısıtıldığı bir ocak, fırın
retroflex: Bükülmüş veya geriye dönmüş. veya benzerini belirtir. 4) böyle bir fırın, ocak vb. i.
retrofiexed: Bkz. retroflex. reverberatory furnace: Dolgunun, ocağın alçak tava
retroflexed: Bükülmüş veya geriye dönmüş. nından yansıtılan ısı ile ısıtıldığı fırın; yansımalı fırın
retrogradation: 1) geriye hareket. 2) sapma; meyil; ya da ocak.
gerileme. reversal: Tersine çevrilme veya tersine çevrilmiş; taşıt
retrograde: 1) geriye doğru hareket eden veya yöne aracını geri vitese takma.
len. 2) Astr. a) Dünyanın Güneş çevresindeki dönüş reverse: 1) tersine dönmüş; durum, yön, sıra vb. in
yönüne zıt yöndeki bir yörüngede hareket etme. b) de zıt ya da ters. 2) bir makinede olduğu gibi, nor
doğudan batıya veya zodyakın burçlarına zıt yönde mal yönüne zıt veya ters yönde hareket; tornistan.
gerçek veya görünür harekete ait. 3) geri veya zıt yönde harekete neden olma. 4) bir
retrogress: Geriye gitmek veya hareket etmek. şeyin zıt ya da tersi. 5) bir şeyin arka ya da gerisi;
retro-rocket: Ana roket makinesinin yönüne zıt yön özellikle bir madenî para, madalyon vb. inin yüzü.
de bir tepki sağlayan küçük bir roket makinesi; uzay 6) tornistan; geri hareket. 7) bir makineyi tornistana
araçlarını, özellikle inişte yavaşlatmak için kullanılır. veya geri harekete çalıştıran bir mekanizma vb.; tor
retrorse: Geriye veya aşağıya bükülmüş ya da döndü nistan mekanizması. 8) geri hareket. 9) geriye dön
rülmüş. mek. 10) geriye dönüşmek (değişmek); tümü ile de
return-flow scavenging: İki zamanlı dizel motorların ğişmek. 11) geriye gitme veya hareket etmeye ya da
da süpürme portlarından verilen havanın önce silin yön değiştirmeye neden olmak. 12) değişmek. 13)
dir kapağına doğru yükselmesi, ona çarparak aşağı geriye gitmek, hareket etmek veya dönmek. 14) bir
ya dönmesi ile oluşturulan süpürme; dönüş akımlı motor, makine vb. ini tornistana (geri harekete) ça
süpürme; ters akımlı süpürme. lıştırmak; bir mekanizmanın tornistan hareketi.
return trap: Yüksek kazan basıncına rağmen rutubet reverse current: Zıt ya da ters akım; şalterlerin yapıl
veya yoğuşumları kazana boşaltacak biçimde buhar ması ve seçilmesinde dikkate alınması gereken
devrelerine yerleştirilen bir kapan; dönüş trabı veya akım: Bir elektrik devresinde zıt yönde akım oluştu
kapanı. ğu zaman şalter atar gibi.
return tubes: Su ve buharı arka hederin üst tarafın reversed: Tersine dönmüş; zıt yöne harekette.
rever se d pol ari t y 464 Reynold's number
reversed polarity: Kutuplardaki artık mıknatıslığı yo- reversing switch: Bir torna tezgâhının aynasını ters
keden ve dolayısıyla bir jeneratörün akım üretmesi yöne çeviren şalter; geri döndürme şalteri.
ne engel olan bir durum; zıt kutupsallık. revertment: İstinat duvarı.
reversed flange: Bkz. ogee ring. revision: 1) düzeltme işi veya işlemi; revizyon; tas
reverse gear: Mot. makine aynı yönde döndüğü hal hih. 2) bunun sonucu.
de pervane veya tekerleklerin zıt yönde dönmesini revisional: Revizyona ait veya revizyon kapsayan.
sağlayan dişli veya kavramalı şanzıman geri vitesi. revolution: 1) bir yıldız ya da gezegen gibi bir gövde
reverse idler gear: Geri veya tornistan boşta çalışma nin bir yörünge veya daire çevresinde hareketi. 2)
dişlisi. güneş ya da yıldızların Dünya çevresindeki zahirî ha
reverse-osmosis: Bir çözeltiden saf (arı) bir çözücü reketleri. 3) bir cismin bir yörünge üzerinde dönüp
ye dönüşen solvent moleküllerinin, yarı geçirgen bir orjinal durumuna gelmesi için geçen zaman. 4) bir
membrandan geçiş pasajı; ters geçişmeli; çözeltiye gövdenin bir merkez veya eksen çevresindeki dön
geçişme basıncından daha yüksek bir basınç uygula me veya eğirme hareketi; dönme. 5) böyle bir döner
narak başarılır. cismin veya gövdenin tek bir deviri, dönüşü ya da tu
reverse-osmosis plant: Yüksek basınçlı bir pompa, ru. 6) olayların tam bir çevrimi. 7} herhangi bir gün
ortasında yarı geçirgen bir membran bulunan geçiş tam değişim: Modern fizikteki gibi devrim. 7) dev
me tankı ve normal tuz içeriği 25 000-35 000 ppm rim; inkılâp.
olan deniz suyunun tuz içeriğini 50 ppm seviyesin revolution coefficient: Den. şaft beygirgücü, devir sa
den aşağıya inirerek hemen hemen saf su üreten bir yısı ve geminin hızı arasındaki ilişki; devir (sayısı)
5
tür evaporator; ters geçişmeli damıtma tesisi; yarı ge katsayısı: Cr = rpm shp/V / (rpm = devir sayısı,
çirgen membran polyamit ya da sellüloz liflerinden shp = şaft veya fren beygirgücü ve Va = Geminin hı
yapılır. zı, knot).
reversibility: Tersinir olma durumu veya niteliği; geri revolution counter: Makine, pervane vb. inin bir daki
dönebilirlik; termodinamikte ideal (sürtünmesiz) bir kada yaptığı devir sayısını ölçen mekanik bir cihaz;
kavram. devir müşiri; devir sayısı sayacı; Gem. Mak. kavun-
reversible: 1) tersine çevrilebilir; tersinir. 2) tersine ter.
çevrilir; özellikle, değişimin tersine çevrilmesiyle de revolution, oritical: Bkz. critical speed.
ğişebilen ve orjinal durumuna dönen: Kimyasal bir revolution indicator: Bkz. revolution counter.
tepkime vb. i için söylenir. revolution per minute: Dakikadaki devir sayısı; rpm
reversible adiabatic: Term, entropi veya izantropik (RPM) kısaltması ile belirtilir.
olarak da belirtilen adyabatik bir işlem; tersinir adya- revolutionary parts: Bir makinenin, örneğin motorla
batik. rın krank mili, volan, kam mili, gibi devir hareketli
reversible cycle: Durum değişikliğine uğrayan ve ori parçaları; döner (hareketli) parçalar.
jinal durumuna dönen, tersinir işlemlerden oluşan revolvable: Dönebilir; döndürülebilir.
bir sistemin çevrimi; tersinir çevrim, örneğin Karno revolve: 1) bir daire veya yörüngede dönmeye neden
çevrimi. olmak. 2) bir eksen çevresinde dönmeye neden ol
reversible engine: Tersinir bir termodinamik çevrim mak. 3) bir noktanın çevresindeki daire veya yörün
de maksimum verimle çalışan, ideal bir ısı makinesi; gede hareket etmek. 4) bir merkez veya eksen çev
örneğin Karno çevrimi. resinde dönmek; devretmek. 5) periyodik olarak vu-
reversible process: Term, tamamlandıktan sonra, kubulmak; belirli aralıklarla yinelenmek.
Karno çevriminde olduğu gibi, aynı yollardan ilk du revolver: Seri ateş eden bir silah; tabanca.
rumuna dönme işlemi; tersinir işlem. revolving: Döner; özellikle silindirleri sabit bir krank
reversible reaction: Her iki yönde de ilerleyen ve nor mili veya krankşaft çevresinde dönen radyal bir ma
malde lam olmayan veya eksik kimyasal reaksiyon; kineye ait veya onu belirten.
tersinir tepkime. revolving armature: Elekt. kutuplar ya da statorun
reversibly: Tersine çevrilir biçimde; tersine çevrile oluşturduğu manyetik alan içinde dönen (endüvi ve
rek. ya armatür); döner endüvi veya armatür.
reversing: Gem. Mak. gücü 200 hp'den büyük olan revolving field: Elekt. rotor (çubuk mıknatıs) üzerin
ve pervaneye doğrudan bağlı makinelerde bulunan deki alan sargılarının uyarılması ile oluşan döner
bir mekanizma yardımıyla dönüş yönünün değiştiril alanlı jeneratör; bu tür jeneratörlerde endüvi sargıla
mesi; tornistan veya geri hareket yapma. rı stator üzerine sarılmıştır.
reversing arm: Buh. Mak. rokşaft veya veyşaftı Bkz. revolving-field alternator: Sabit iletkenleri ve döner
way- shaft tornistan makinesine bağlayan kollardan alan mıknatısları olan alternatif akım üreteci; döner
herhangi biri; tornistan kolu; geri hareket kolu. sargılı alternator.
reversing chamber: Mükerrer akımlı türbinlerde hare rewire: Tekrar veya yeniden tel döşemek, özellikte:
ketli kanatlardan çıkan buharı tekrar hareketli kanat a) yeni teller koymak (bir ev, motor vb. ine) b) tek rar
lara veren hücre; yön değiştirme hücresi; akis hücre telgraf çekmek.
si. rewind: Geri
reversing engine arm: Bkz. reversing arm. sarmak.
reversing gear: Diz. Mot. basınçlı hava veya basınçlı rewrite: 1) tekrar yazmak. 2) düzeltmek; revize et
yağ ya da her ikisiyle birlikte çalışan, makinenin ileri mek.
ve geri hareketlerini sağlayan donanım; tornistan do Reynold's number: Atalet kuvvetlerinin, akmakta
nanımı; ileri-geri donanımı. olan bir sıvıyı etkileyen viskoz kuvvetlere oranı: Eğer
reversing shaft: Bkz. way shaft. bir akışkanın yoğunluğu d, aktığı borunun yarıçapı
r, viskokatsayısı ,u ise, Reynold sayısı: R = vrd/,u
R.F. 465 rif t
eşitliğinden bulunur (v = akışkanın hızı). yan bir paralelkenar. 2) şekli paralelkenara benze
R.F. (r.f.):Bkz. 1) radio-frequency. 2) rapid-fire. yen. 3) şekli bir dereceye kadar eşkenar dörtgene
RH. Bkz. right-hand. benzeyen.
RHD: Bkz. right-hand drive. rhomboidal: Bkz. rhomboid.
rhenic: Renyuma ait veya renyum kapsayan. rhombus: 1) dik açısı olmayan, kenarlara eşit paralel
rhenium: Sert, dövülebilir, manganeze benzeyen na kenar; eşkenar dörtgen. 2) rombohedron Bkz. rhom
dir, kimyasal metalik bir element; renyum; Simg.Re; bohedron.
at.ağ. 186,31; at.no. 75; pirometrelerde Bkz. rib: 1) Den. bir gemide omurgadan teknenin üstüne
pyrome
ter kullanılır. kadar uzanan ve gemi kaburgasını oluşturan eğri
rheo-: Akım anlamında bir önek. parçalardan biri; posta. 2) ıskarmoz.
rheology: Cisimlerin viskozite, plâstiklik ve esneklikle riband: Bkz. ribbon.
rini kapsayan, bozunma ve akmasını inceleyen bilim ribband (Rib-band): Den. dış kaplaması yapılıncaya
dalı; reoloji. dek eğrileri yerinde tutmak için kullanılan ağaç ya
rheometer: Akımları ölçmek ve kontrol etmek için kul da metalden uzun, esnek bir parça.
lanılan bir cihaz; reometre. ribbing: Postaların tümü; bir gemideki gibi, postaların
rheoscope: Elektrik akımının varlığını göstermek için düzenlenmesi.
kullanılan bir cihaz; reoskop. ribbon: 1) dar bir parça saten, ipek, rayon, kadife vb.
rheostat: Devreyi açmaksızın direncin değişimi ile inden dekorasyon veya bağlama için kullanılan, tür
elektrik akımının şiddetini ayarlamak için kullanılan lü kalınlıklarda şerit; kurdele. 2) böyle bir şerite ben
bir cihaz; reosta; akülerin şarj devreleri, jeneratörler, zetilen herhangi bir şey; özellikle ölçü metresi (mez
elektrik motorları vb. terinde kullanılır. ra), şerit testere vb. i gibi ince, uzun, esnek metal
rheostatic: Reostaya ait; reosta yardımıyla. şerit veya bant.
rheostrol: Elektrik fırınları, sobaları ve hiyterlerin sı ribbon microphone: Bir mıknatısın uçları arasında
caklıklarını kontrol eden bir cihaz; resotrol. düzenlenmiş metal bir şeritin hareketinin elektroman
rheotron: ete. betatron; proton hızlandırıcı bir cihaz. yetik endüksiyonu ile çalışan bir mikrofon; şerit veya
rheotrope: Bir elektrik akımının yönünü değiştirmek kurdele mikrofon.
veya alternatif akımı doğru akıma çevirmek için kulla riboflavin: B vitamini kompleksi faktörü; riboflavin,
nılan bir cihaz; kollektör veya komütatör. C 17 H 20 O 6 N 4 ; süt, yumurta, böbrek, çimen,
rhigolene: Petrolden damıtılarak elde edilen renksiz, meyva-
uçucu bir sıvı; rigolen; lokal anestezide kullanılır. lar, yapraklı sebzeler, bira mayası vb. inde bulunur;
rho: Elektr. özdirenci belirtmek için kullanılan bir Yu lactoflavin, vitamin B 2 , vitamin C gibi isimler de
nan harfi; p. alır.
rhodamin: Bkz. rhodamine. ribose: Bazı nükleik asitlerden türetilen pentoz şeker;
rhodamine: Rengi kırmızıdan pembeye kadar deği riboz, C5 H0 10 05 .
şen, fenolün amino türevi ile fitalik anidritin yoğuşu- rich: 1) benzin oranı yüksek hava-yakıt karışımı; zen
murıdan elde edilen sentetik boyalar grubunun her gin karışım. 2) zengin; kıymetli, değerli. 3) derin; yo
hangi biri; rodamın. ğun: Renkler için söylenir, b) çok çekici (kokular
rhodic: Rodyum'a ait; özellikte dört değerli rodyum için söylenir.)
kapsayan, rich mixture: 8enz, Mot. karbüratörde sağlanan, ben
rhodium: Platin grubunun sert, gri beyaz metalik kim zin oranı yüksek karışım; zengin karışım; çoğu za
yasal bir elementi; rodyum; Simg. Rh; at.ağ. man 11-13 kısım hava ve 1 kısım benzinden oluşan
102,91; at.no. 45; pirometrelerde, dolma kalem ucu karışım; maksimum güç karışımı adı da verilir
yapımın da ve katali2ör olarak kullanılır. ricinoieic: Ketenotu (kastor) tohumu yağında gliserin
rhodochrosite: Başlıca manganez karbonat (Mn- esteri olarak bulunan doymamış bir organik asiti
C0 3 ) . bazan kalsiyum ve demir kapsayan cam (C 1 7 H 3 4 0 3 ) belirtir.
gibi, genel olarak gül kırmızısı renkli bir mineral ricinoleîn: Risinoleyik asitin gliseril esteri; Kastor yağı
rhodolite: Çoğu zaman mücevher olarak kullanılan nın (ketenotu yağı) başlıca bileşeni; risinoleyin.
pembe veya gül kırmızısı renkli bir tür lâl taşı veya riddle: 1) bir kalbur (elek) yardımıyla elemek. 2) de
grena. likler yapmak; delmek.
rhodonite: Genel olarak gül kırmızısı kütleler halinde ride: 1a) suda hareket etmek veya yüzmek, b) demir
bulunan doğal manganez silikat; rodonit, MnO.- de yatmak: Gemi için söylenir. 3) boşlukta yüzer gi
Si0 2 ; bazan süs taşı olarak kullanılır; manganese bi görünmek. 4) gemiyi demirde tutmak veya muha
spar, red manganese şekillerinde de kullanılır. faza etmek.
rhombic: 1) eşkenar dörtgene ait veya eşkenar dört rider plate: Gem. inş, merkezi dikey omurga üstüne
gen şeklinde olan. 2) tabanı veya enine kesiti eşke yatay olarak kaynakla bağlanan levha saç; alın saçı;
nar şeklinde olan: Katı şekiller için kullanılır. alın levhası.
rhombical: Bkz, ridge: Daha çok buhar silindirlerinde üst ölü nokta
rhombic. dolaylarında aşınma sonucu oluşan fatura veya dai
rhombic crystal: Birbirlerine dik açıda, eşit olmayan resel çıkıntı; fatura.
üç eksene sahip olan kristal; rombik kristal, riffle: Su altında bulunan ve akıntıya engel olan kaya
rhombohedral: Rombohedron'a ait ve onun şeklinde ya da kumluk; engel nedeniyle oluşan orkoz.
olan. riffler: Dökülmüş parçaların iç kısımlarını eğelemek
rhombohedron: Her yüzü eşkenar dörtgen olan altı için kullanılan, uçları yukarıya doğru kıvrık alet; bir
yüzlü prizma; rombohedron. tür eğe.
rhomboid: 1) karşılıklı kenarları eşit ve dik açısı olma rift: Çatlama nedeniyle oluşan gedik; çatlak; yarık;
Teknik Sözlük - F. 30
ri g 466 ri n g circui t
rahne.
duruma getirmeye çalışan moment; düzeltme mo
rig: 1a) direkler, serenler vb. ile (bir geminin yelkenle
menti; RM = W x GZ eşitliği ile bulunur (W = ton
ri, çarmıhları vb. ini donatmak, b) yelkenler, çarmıh olarak geminin deplesmanı, GZ = metre olarak dü
lar vb. i ile (gemi direklerini) donatmak. 2) bir tekne zeltme koludur.
üzerindeki yelkenler, direkler, çarmıhlar vb. inin özel right triangle: Dik bir açısı olan üçgen; dik üçgen.
lik belirten düzenlemesi. 3) arma ile donatmak. 4) right welding: Soldan sağa doğru yapılan herhangi
özel bir amaç için kullanılan herhangi bir cihaz; teç bir kaynak; sağa doğru kaynak.
hizat; donanım. rigid: 1) esnemeyen, esnek olmayan veya bükülme
rigger: 1a) özellikle, görevi gemilerin armasını donat yen; katı. 2) hareket etmeyen; sıkıca tespit edilmiş.
mak olan veya ceraskal, vinç vb. inde çalışan kişi; 3) şiddetli; sert. 4) Hava. gaz kaplarını çevreleyen
armador; vinççi. b) görevi bir uçağın gövdesi, kanat sert iskelete sahip olan: Balon ya da hava gemisi
ları vb. ini donatmak veya ayarlamak olan kişi. 2) ya için söylenir.
pılmakta olan binalarda kaza eseri düşecek aletleri rigid bearing: Bkz. sleev bearing.
veya malzemeyi tutmak için kullanılan iskele; yapı is rigid body: Bir kuvvet uygulandığı zaman şekli ve öl
kelesi. çüsü hissedilecek derecede değişmeyen bir gövde;
rigging: Bir teknenin direkleri, yelkenleri, serenleri katı cisim; katı gövde.
vb. ini taşımak ve çalıştırmak için kullanılan zincirler, rigid coupling: Ricid kaplin; ricid kavrama; esnekliği
halatlar vb.; gemi arması; arma. olmayan kavrama; takoz kavrama.
Righi-Leduc effect: Düzlemine dik olan manyetik rigid frame: Ricid veya esnekliği olmayan şasi (oto
alanda metal seritin bir ucu ısıtıldığı zaman, iki ucu vb. i için).
arasındaki sıcaklık farkı; Rigi-Ledük etkisi. rigidity: Katı, sert vb. olma durumu, niteliği ya da ör
right: 1) eğri olmayan; doğru. 2a) tabana düşey bir neği; sertlik; katılık.
doğru veya düzlem tarafından oluşturulan: dik açı gi rigidity modulus: Kesme gerilmesinin kesme zoruna
bi, b) tabanı dik bir eksene sahip olan: Dik silindir gi oranı; sertlik ya da katılık modülü.
bi. 2a) yüzünü kuzeye dönen bir kişinin vücudunun rigid support: Ricid ya da esnekliği olmayan taşıyıcı.
doğu tarafında kalan kısmı; sağ; sağ taraf. 4) sağ ta rile: Tortusunu karıştırarak (bir sıvıyı) daha koyu veya
rafın tümü veya parçası. 5a) uygun; münasip, b) yo bulanık yapmak.
lunda; uygun olarak veya iyi. 6) tam olarak; tama rim: 1) özellikle bazı dairesel şeylerin kenarı veya
men. 7) kesin olarak; kesinlikle. 8) doğru olarak ve sını rı. 2a) bir tekerleğin dış dairesel kısmı, b) bir
ya kusursuz bir biçimde. 9) düzeltmek. otomo bil tekerleğinin üzerine donatıldığı,
çıkarılabilir daire sel bir metal parçası; jant. 3)
right adjust: Sağdan ayarlamak.
üzerine veya çevresine jant ya da jantlar koymak.
right angle: Birbirine dik iki doğrunun oluşturdukları
rime: 1) atmosferik nem nedeniyle çim yaprakları üze
açı; dik açı; 90 derecelik açı.
rinde oluşan beyaz, buza benzer katman; kırağı. 2)
right-angled: bir ya da daha fazla dik açıya sahip
kırağı ile kaplamak.
olan ya da dik açıdan oluşan; dikdörtgen şeklinde;
rim velocity: Mor. volan jantı üzerindeki bir noktanın
dik açılı.
hızı; jant hızı; çevre hızı.
right bank: Diz. Mot. V motorlarda silindir sıraların rim wrench: Oto. bicon anahtarı.
dan biri; sağ sıra. rimy: Kırağı ile kaplanmış; soğuk; kırağı tutmuş.
right cone: Dik koni. ring: 1) çınlamak. 2) zil ya da zillerin çalmasına ne
right cylinder: Dik silindir. den olmak. 3) çınlamaya neden olmak. 4) telefon et
right-hand: 1) sağa doğru yönelmiş. 2) sağ tarafa ait; mek. 5) zil sesi. 6) benzer herhangi bir ses. 7) tele
sağ taraf için veya sağ tarafta. fon etme.
right-hand drive: Oto. sağdan direksiyonla ring: 1) metal, plâstik vb. inden yapılmış, özel amaç
right-handed: 1) sağ elini tercihan sol elinden daha lar için kullanılan türlü dairesel bant ya da maddeler
mahir kullanan. 2) sağ el ile yapılan. 3) sağ el kulla den (çember, şerit vb.) herhangi biri. 2) dairesel çiz
nılarak yapılan. 4) soldan sağa dönme; saat yönün gi, işaret ya da şekil. 3) dairesel bir şeyin dış kenarı
de dönme. veya sınırı; çember; jant. 4) ağaç gövdelerinin enine
right-hand propeller: Den. geminin kıç tarafından kesitlerinde görülen ve ağacın yaşını belirten aynı
ba kıldığında, ileri hareket sırasında sağa ya da saat merkezli, içice kabaca dairesel şekildeki halkalar;
yö nüne dönen pervane; sağa dönüşlü pervane. tam olarak: Annual ring. 5) bir helis ya da sarmalda
right-hand rotation: Dönüş yönü sağ ya da saat yö sarımlardan herhangi biri. 6) Kimy. atomların kapalı
nünde olan (motor, makine vb.); sağa dönüşlü. zinciri. 7) Geom. aynı merkezli iki daire arasındaki
right-hand rule: Bkz. Fleming's right-hand rule. boşluk. 8) bir çember ile çevrelemek. 9) çember şek
right-hand screw rule: "Bir akım çevresindeki kuwet li vermek. 10) çember ya da çemberlerle donatmak.
11) dairesel veya eğri şeklinde bir yol (rota) üzerin
çizgilerinin yönü, sağa doğru vira edilen bir vidanın
de hareket etmek.
ilerlediği yöndedir"; sağ el vida kuralı.
right-hand thread: Sağ vida dişi. ring belt: Mot. pistonlar üzerinde sıkıştırma segmanla-
righting: Düzeltme (momenti, kolu vb. i). rını taşıyan bölge, kısım veya yüzey; tam olarak ring
righting arm: Den. metasentir yüksekliği ile meyil açı belt land şeklinde kullanılır.
sı sinüsünün (sin 6) çarpılması ile bulunan değer; ringbolt: Başında halkası bulunan cıvata; Den. mapa-
düzeltme kolu; tam olarak Ship's righting arm şek lı cıvata.
linde yazılır; GZ kısaltması ile gösterilir. ring circuit: Her biri sürekli bir kapalı devre oluşturan
right justify: Bilgisay. sağa yanaştırmak. iki telden oluşan ve bir evin her tarafına görev ya
righting moment: Den. yalpa yapan bir gemiyi dikey pan bir devre; elektrikli cihazlar fiş, sviç vb. i ile bu
iki tele bağlanır; çember devre.
ri n g cl e ar en c e 467 roadbe d
ring clearence: Mot. piston segmanlarmın silindir miktar, derece, nitelik, fiyat vb. inde yükselme. 4)
içinde iken uçları veya silindir duvarı ile segman ara Den. daha yakına gelme ile ufuk üzerinde yükselme
sındaki boşluk; segman klerensi ya da boşluğu; ye neden olmak. 5) ufuk üzerinde güneş, ay vb. inin
Bkz. gap clearence, side clearence. görünümü. 6) yukan hareket; yükselme. 7) derece,
ring compound: Karbon atomlarının açık bir zincir ye miktar, fiyat, değer vb. inde yükselme.
rine kapalı bir çember biçiminde birleştikleri bir orga riser: 1) Döküm, yabancı maddeleri kalıbın dışına at
nik bileşik; çember karbon dışında atomlar da kapsa mak için kullanılan kanal; kalıp kanalı; runner şeklin
yabilir; çevrimsel bileşik; çember bileşik. de de kullanılır. 2) Buh. Kaza, yukarı devir borusu;
ring, compression: Bkz. compression ring. Bkz return tube.
ringed: 1) çember ya da çemberlerle çevrilmiş. 2) rising: Yükselen; yukarı doğru kalkma; yükselme.
çember veya halkaya benzer şekilde oluşmuş. risk: 1) yaralanma, hasar veya kayıp olasılığı; tehlike;
ring expender: Mot. pistonlar üzerindeki segmanları tehlike olasılığı; riziko veya risk. 2) yaralanma, hasar
çıkarmak için kullanılan bir alet; segman genişletici veya kayıp tehlikesine maruz kalmak.
si; segman uçlarına takılarak onun çapını büyütür ve risky: Riskli; tehlikeli; rizikolu.
yuvasından kolaylıkla çıkmasını sağlar; segman ge rivage: Kıyı, sahil veya sahil şeriti.
nişleticisi. river coal: Kömür madenlerinin atık sularından tara
ring gap: Segman ucu; segmanlarin iki ucundan her nan küçük antrasitler; nehir kömürü; küçük tesisler
hangi biri. de kullanılır.
ring gap clearence: Bkz. gap clearence. rivet: 1) metal levhaları veya kirişleri birbirine bağla
ring gear: Volanın çevresindeki dişli; volan dişlisi; ay mak için kullanılan bir tür cıvata veya pin; perçin;
na dişli. perçin çivisi. 2) perçin ya da perçinlerle bağlamak.
ring groove: Mot. piston üzerinde bulunan ve yağ 3) sıkıca bağlamak.
kontrol veya kompresyon segmanlarını taşıyan ka rivet bar: Perçin yapımında kullanılan çubuk demir;
nallardan herhangi biri; supap kanalı; supap yuvası. perçin çubuğu.
ring groover: Segman yuvaları veya kanallarını temiz rivet diameter: Mak. perçinin dairesel keltli gövdesi
lemek için kullanılan bir alet; kanal temizleyicisi. nin çapı; perçin çapı.
ringleted: Küçük halkalara sahip olan ya da bu tür riveted: Perçinli; perçin ile bağlanmış; perçin yapıl
halkalardan oluşan. mış.
ring lubrication: Esk. makine yataklarının yağlanma riveted construction: Perçin bağlantısı ile oluşturul
sında eski bir yöntem; ring veya çember yağlama. muş yapı; perçinli yapı.
ring-oiled bearing: Esk. mile geçirilmiş ve bir yağ ta- riveted joints: Perçinli dikişi; perçin bağlantısı.
vasındaki yağın bir çember yardımıyla sağlandığı ya riveted seam: Perçin dikişli; perçinli dikiş; perçinli
tak; çemberle yağlanan yatak; çember yağlamalı ya bağlantı.
tak. riveted stay: Cehennemlik ve kazan arka aynalarını
ring, piston: Bkz. piston ring. birbirine bağlayan perçinli masuralardan biri; iç ba
ring pack: Mot. bir piston üzerindeki segmanlann tü sınca karşı kazanın güvenliğini sağlamak üzere kulla-
mü; segman takımı. nılırlar.
ring tension: Mot. piston segmanlarinın esnekliği; si rivet heads: Koni, fes, düğme, çift yarıçaplı, havsa
lindir dışında iken çapı silindir çapından büyük olan başlı, düz vb. i şekillerde yapılan perçin başları.
segmanın, silindir içine sokulduğu zaman oluşturdu rivet hole: Zımba veya matkapla ve soğuk perçin ça
ğu tansiyon veya kuvvet; segman tansiyonu; özgül pından 1,58 mm (1/16 inç) kadar daha büyük ola
basıncı oluşturur. rak açılan dairesel kanal; perçin kanalı; perçin deli
ring valve: Diz. Mot. hidrolik kapllnlerln devreye alın ği-
maları sırasında kapline yağ veren veya devreden çı riveting: Perçin ya da perçinlerle bağlama; perçin
karılması sırasında kaplindeki yağı kısa bir sürede yapma.
boşaltan bir valf; Gem. Mak. ring valf; çember valf. riveting gun: Perçin tabancası.
rinse: 1) suya bastırarak veya su akıtarak hafifçe yıka riveting hammer: Perçin yapımında kullanılan bir
mak. 2) temiz su kullanarak sabun, kir vb. ini gider alet; perçin çekici.
mek; çalkalamak. 3) bu şekilde (sabun, kir vb. ini gi riveting machine: Perçin makinesi; perçin tezgâhı.
dermek.. 4) çalkalama. 5) çalkalamada kullanılan rivet punch: Bkz. rivet-set.
su. rivet rows: Perçin dikişlerini oluşturan sıralar; perçin
rinsing: 1a) Çoğ. içinde herhangi bir şeyin çalkalandı- sıraları.
ğı sıvı. b) tortu. 2) çalkalama işi; çalkalama. rivet-set: Perçin başını şişirmek üzere kullanılan iç kıs
ripples: 1) bir sıvıda, dalga boyu oldukça kısa ve ha mı delik olan bir alet; perçin takımı.
reketi yüzey gerilimi ile denetlenebilen yüzey dalga rivet shank: Perçinin dairesel kesitli olan gövdesi;
ları. 2) güç besleme devresindeki kaynaklardan ge perçin gövdesi.
len, doğru akım güç kaynağından bir alternatif akım R meter: Röntgen bölüntülü iyonlaşma ölçüm cihazı;
bileşeni. R metre.
ripple voltage: Doğru akım doğrultmacı veya jenera Rn: Bkz. radon.
töründen gelen doğru gerilimin alternatif bileşeni. RO: Bkz. reverse-osmosis.
ripsaw: Ağaç kütüklerini uzunluğuna kesmek için kul road: 1) yol. 2) demiryolu. 3) Den. sahile yakın, li
lanılan büyük dişli bir testere; bıçkı; bıçkı testeresi. man gibi korunmalı veya mahfuz demir yeri; roads
rise: 1) ufuk üstünde görünmek; doğmak. 2) daha bü tead olarak da kullanılır.
yük yükseklik veya da yüksek düzeye ulaşmak. 3) roadbed: 1) bir demiryolunun ray ve traverslerini taşı-
roa d cle aran c e 46S roentgenolog y
go, elmas veya diğer bir mücevher. (25,32 m ). 4) Argo. tabanca. 5) Anat. gözün retina
rock: 1) ileri geri veya bir yandan diğer bir yana yu sında çubuk şeklindeki hücrelerden herhangi biri. 6)
muşak bir şekilde hareket ettirmek; çalkalamak; titre şekli çubuğa benzeyen herhangi bir mikroorganiz
şime neden olmak. 3) Maden, bir salıncakta Bkz. ma
rocker kum, çakıl vb. ini yıkamak. 4) bir beşik gibi rod, connecting: Bkz. connecting rod.
ileri geri. sağa sola hareket etmek. S) kuvvetli olarak rod seal: Mak. rod keçesi.
hareket etmek; çalkamak; titreşim yapmak. 6) salı roentgen: X ışınlarının radyasyonunu ölçmede kulla
nım ya da sallanma hareketi. nılan bir birim; röntgen.
rock bottom: En alt düzey; en alî. roentgenize: X ışınlarının etkisine konu olmak.
rock candy: Şekerin büyük, sert, saydam kristalleri. roentgeno-: Röntgen ışınlari, X ışınları anlamlarında
rock crystal: Özellikle renksiz olduğu zaman saydam bir önek.
kuvarz. roentgenogram: X ışınları ile çekilen fotoğraf; rönt
gen filmi.
rocker: Altın madenlerinde kum ya da çakıl yıkamak
için kullanılan beşik ya da salıncak. roentgenography: : X ışınları kullanımı ile fotoğrafçı
lık.
rocker arm: Mot. ortasına yakın bir yerinden yataklan-
roentgenology: Özellikle hastalıklarin tanı ve tedavisi
roentgenometer 469 rosi n
rolling stock: Lokomotifler, yük ve yolcu vagonları ve
ile ilişkili X ışınlarının kullanımı veya incelenmesi; diğer tekerlekli demiryolu araçlarının tümü.
röntgen bilimi. rolling tubes: Aynalara geçirildikten sonra boruların
roentgenometer: X ışınları veya gama ışınlarını ölç ağızlarının boru makinesi iie şişirilmesi işlemi; sızdır-
mek için kullanılan iyonlaşma hücresi tipinde bir ci mazlık sağlamak için yapılır.
haz; rötgenometre. Roman numerals: Milâttan sonra 10. aşıra kadar sayı
Roentgen rays: X ışınları; Röntgen ışınları Bkz. X olarak kullanılan Roma sayıları:
rays. I = i, V = 5, L = 50, C = 100, D = 500, M = 1000
roil: Tortusunu karıştırarak (bir sıvıyı) bulanık, çamur ;
lu vb. i yapmak; bulandırmak. ara sayılar bunlara eklenerek veya çıkarılarak bulu
roily: Bulanık; çamurlu. nur; III = 3, XV = 15, IX = 9, XIX = 19 gibi.
roll: 1) bir eksen üzerinde dönerek hareket etmek; yu Röntgen rays: Röntgen ışınlan; Bkz. X rays.
varlanmak. 2) tekerlekler üzerinde hareket etmek. 3) rood: ingiltere'de, yörelere göre, 5,5-8 yarda (5,0325
periyodik devirlerle hareket etmek: Yıldızlar, geze m) arasında değişen bir uzunluk birimi, 2) 1/4 akr'a
2
genler vb. i için söylenir. 4} sürekli olarak azalan ve (1011,7 m ) eşit olan bir alan ölçüsü.
yükselen yüksek sesler yapmak. 5) Kendisi ve baş roof firing: Akaryakıtlı kazanlarda alev boyunu uzat
kası üzerinde yuvarlanan bir top (küre) veya silindir mak ve dolayısıyla daha düzgün bir ısı dağılımı sağ
şeklinde olmak. 5a) Matb. rulo ile harfler vb. i üzeri lamak amacıyla, kazanın üst kısmından yapılan fay
ne mürekkep yaymak. 7) rulo yapılmış kâğıt, parşü- rap; üstten yakma; üstten fayrap.
men vb. 8) katalog. 9) bir şeyin silindirik kütlesi. 10) room: 1) duvarlar veya bölmelerle benzer diğer yerler
sallanma veya yuvarlanma hareketi. 11) Hava. bir den ayrılan bir hacim. 2) makine, kazan vb. inin bu
uçağın uçuş sırasında, boyuna ekseni çevresinde lunduğu yer, mahal, hacim vb.; makine dairesi, ka
yaptığı tam bir dönüş. zan dairesi vb. i gibi. 3) ofis.
rolled iron: Haddeden çekilmiş demir. room, boiler: Bkz. boiler room.
roller: 1) tel, boru, levha saç vb. i çekmek için kullanı room, engine: Bkz. engine
lan bir makine; hadde makinesi. 2) rulman; silindir room.
şeklinde büyaları olan yatak rulmanı. 3) Matb. mü root: 1) bir hareket, nitelik vb. inin kökeni veya kayna
rekkep yaymak üzere, çoğu zaman sert lâstikten ya ğı. 2) alt veya taşıyıcı kısım; temel. 3) esas kısım; çe
pılmış bir silindir; makara silindir. 3 3
kirdek. 4) Mate, a) kök : ../16 = 4 veya ../ 64 = 4
roller bearing: Sürtünmeyi azaltmak için elektrik mo gibi. b) bir eşitliği sağlayacak sayı.
torları, jeneratörler, türlü makinelerde vb. kullanılan
Roots blower: iki zamanlı dize! motorlarında süpür
bir tür yatak; bilyalı yatak; ruila n yatak: rulman.
me veya süperşar| havası sağlamak üzere kullanılan
roller chain: Diz. Mot. Yüksek güçlü dizel motorların
iki veya üç loblu blover; Ruts bloveri.
da kemşaftı çevirmek üzere kullanılan zincir; makara
Roots-type blower: Bkz. Roots blower.
lı zincir.
root valve: Buhar kazanları üzerindeki her börnerin
roller follower: Mot. supap hareket mekanizması par
manifoldunda bulunan bir valf; kök valf; Gem. Mak.
çalarından olan silindirik bir parça; kem (kam) maka
rut valf; börner valfına esnek bir boru ile bağlanmış
rası. tır.
roller-type bearing: Bkz. roller bearing.
rope: 1) kendir, kenevir vb. i bitkisel lifleri, ince teller,
roll in: Bilgisay. belleğe getirmek. deri parçaları vb. inden bükülerek yapılan kalırı, da
roll out: Bilgisay. bellekten yollamak. yanıklı ip; halat; çıma. 2) kement. 3) bir halt ile bağ
rolling: 1) dönme hareketi yapma. 2) tekerlek veya lamak, düğümlemek veya sarmak. 4) kemet ile yaka
makaralar üzerinde hareket etme. 3) bir eksen üze lamak.
rinde dönme veya yuvarlanma. 4) haddeden çek rope brake: Esk. küçük güçlü motorların fren beygir-
me. 5) silindirden geçirerek sıkıştırma. güçlerinin ölçülmesinde kullanılan bir fren; ipli fren;
rolling contact bearing: Bkz. roller bearing. motor kasnağına bir tur sarılmış, bir ucunda ağırlık
rolling expander: Buh. Kaza. alev ve su borularının lar, diğer ucunda yaylı bir terazi bulunan bir fren.
ağızlarının genişletilmesinde kullanılan bir makine; rope drive: ip veya kaytan ile çalıştırılan veya tahrik
makaralı genişletici; Gem. Mak. boru makinesi; maki- edilen (içten ya da dıştan takma motor).
neto. rope reel: Halat tamburu ya da makarası.
rolling friction: Silindirsel veya küresel bir cismin bir ropery: Halatlann yapıldığı yer; halat fabrikası; halat
düzlem ya da eğrili bir yüzeyde yuvarlanması için yapımevi; halat imalâthanesi.
gerekli kuvvet; yuvarlanma sürtünmesi. rope starter: Krank mili kasnağına halat sarılıp çekile
rolling machine: Hadde tezgâhı; metal çubuk, levha rek ilk hareket sağlanan donanım; ip ile ilk hareket
vb. lerinin çekildiği bir tezgâh; hadde tezgâhı; çek verici; ipli starter.
me makinesi. ropewalk: Halatların yapıldığı uzun, alçak, dar bir bi
rolling mill: 1) metal çubuk, levha, saç, tel vb. lerinin na veya sundurma.
çekildiği bir fabrika; hadde fabrikası: haddehane. 2) ro-ro ship: Tekerlekli kara taşıt araçlarını taşımak üze
bu işler için kullanılan makine; hadde; hadde maki re yapılan gemi; ro-ro gemisi.
nesi. rosanilin: Bkz. rosaniiine.
rolling pin: Hamur açmak için kullanılan tahta, cam rosaniline: Anilin vetoluidin'in ısıtılmasıyla yapılan
vb. inden yapılmış, düzgün ve ağır bir silindir; okla kristal bir baz; rozanilin, C 2 0 H 2 1 N 3 O ; bir çok
va. anilin boyaları rozanilin'in türevidir.
rolling shop: Haddehane; çekme atelyesi; hadde atel- rosin: 1) reçine; özellikle ham terebantinden, tereban-
yesi. tin yağı damıtıldıktan sonra geri kalan, rengi açık sa
rıdan hemen hemen siyaha kadar değişen sert, kırıl-
rot. 470 roto r dis k
rotor furnace: Oksijen çeliği yapımında kullanılan, ya roundly: Yuvarlak şekilde; dairevî, küresel olarak vb.
tay silindir şeklinde ve dakikada 2 devirle dönen bir i.
ocak; rotor ocak; döner silindirik fırın. round-nose chisel: Yuvarlak ağızlı keski.
rotor gland: Buh. Türb. rotorşaftn keysten çıktığı kı round nut: Taçlı somun; tırtıllı somun.
sımlar veya türbin boğazlarında sızdırmazlık için kul round solder: Diz Mot, Buh. Mak. palamar ya da
lanılan karbon ya da metal kısımlar; rotor glendi; krankşaft ana yataklarının boşluklarının ölçümünde
Bkz. turbine gland. kullanılan küçük çaplı (0,50-1,00 mm) lehimden çe
rotorshaft: Türbin rotorunu taşıyan ve iki metal yatak kilmiş tel; lehim teli; yuvarlak lehim.
la taşınan mil ya da şaft; rotorşaft. rouse: Den. kuvvetle çekmek; çekmek; vira etmek.
rotorshaft bearing: Buh. Türb. rotoru taşıyan route: Bir yerden diğer bir yere gitme, mektup, süt,
rotorşaf-
tın iki yatağından herhangi biri; rotorşaft yatağı. gazete vb. i şeyleri dağıtmak için kullanılan yol, rota
rotor position micrometer: Bkz. rotor clearence in veya güzergâh. 2) Den, rota; gemi yolu. 3) yönelt
dicator. mek.
rotor ship: Bir ya da daha fazla sayıda uzun, düşey rover: 1) lifleri büken bir makineyi çalıştıran kişi. 2)
silindirlerine rüzgârın etkisiyle yürütülen bir yelkenli böyle bir makine; büküm makinesi.
gemi; silindirleri küçük bir elektrik motoru tarafından row: 1) kürek kullanılarak (bir bot vb. ini) suda hare
döndürülür; rotorlu gemi. ket ettirmek. 2) bu şekilde yürütülen bir bot vb. inde
roto section: Bkz. rotogravure (3) gitmek. 3) bir tekneyi yürütmede kürekler kullan
rototrol: Bkz. amplidyne. mak. 4) küreklerle yürütülmek: Bir tekne için söyle
rottenstone: Metalleri cilalamada kullanılan kolayca nir. 5) kürek çekme. 6a) kürekli tekne ile yapılan ge
ufalanabilir silisli kireçtaşı. zi, b) böyle bir gezinin mesafesi. 7) sıra; dizi.
rouge: 1) mücevher, metal vb. lerinin cilâlanmasında rowboat: Kürekle yürütülmek üzere yapılmış tekne; fi
kullanılan, başlıca ferrik oksit olan kırmızımsı bir toz. lika; kayık; sandal.
2) toz, pasta veya sıvı şeklinde olan türlü kırmızımsı rower: Bir teknede kürek çeken kişi; kürekçi.
kozmetiklerden herhangi biri; ruj. rowlock: İng. yarımay; ıskarmoz.
rough: 1) düzgün olmayan; kaba. 2) rafine edilme royal: 1) olağan dışı büyük, ince vb. 2) baskı için bü
miş, damıtılmamış; ham. 3) rafine edilmemiş, parlatıl yük boy (508-635 mm) veya yazı için (482,6-609,6
mamış veya imal edilmemiş; doğal, ham: Kaba mü mm) küçük
kâğıt. 3)
cevher gibi. 4) kaba yer. 5) kaba malzeme veya du tılan bir kuntra
yelken.babafingo direği üzerine dona
rum. 6) bir şeyin kaba kısmı. 7) kabaca muamele et r.p.m.: Dakikadaki devir sayısı; devir/dakika.
mek veya elleçlemek. 8) kaba olmak. r.p.s.: Saniyedeki devir sayısı; devir/saniye.
roughage: Kaba (ham) madde; iri madde ya da mal R-R allyos: Rolls-royce firması tarafından geliştirilen,
zeme; nispeten yüksek oranda sellüloz kapsayan değişik oranlarda titanyum, çinko ve diğer metalleri
madde. kapsayan alüminyum kökenli bir alaşım; R-R alaşı
round: 1) şekli topa benzeyen; küresel. 2) şekli bir mı, havacılık endüstrisinde kullanılır.
daire, çember, disk veya bir daire parçasına benze rt.: Bkz. right.
yen; dairesel ya da eğrisel. 3) şekli silindire benze Ru: Bkz. ruthenium.
yen; silindirik veya silindirsel. 4) şekli bir küre parça rub: 1) temizleme, cilalama, düzeltme vb. i için ba
sına benzeyen. 5) açısal olmayan. 6a) parçası eksik sınç ve sürtünme uygulamak. 2) cilalamak. 3) sürt
olmayan; tam; bütün; tamam, b) tamamlanmış. 7) mek; sürtünmek. 4) sürtünme ile gidermek. 5) ba
tam sayı ile belirtilen; kesirli olmayan. 8) onlar, yüz sınç ve sürtünme ile hareket etmek. 6) bir şeye sür
ler binler vb. i ile ifade edilen. 9) yaklaşık olarak doğ tünme ve basınç uygulamak. 7) sürtme; sürtünme;
ru. 10) miktar, ölçü vb. i bakımından geniş. 11) yu ovma; ovalama.
varlak bir şey; küresel, dairesel, eğrisel, halka şeklin
rubasse: Küçük miktar demir oksit kapsayan bir tür
de veya silindirik bir şey ya da parça. 12) yuvarlak
kristal kuvarz.
olma durumu. 13) dairesel bir rota veya bir eksen
rubber: 1a) bir şeyi cilalamada olduğu gibi, ovalayan
çevresinde hareket. 14) dairesel bir rotada harekete
kişi. b) masaj yapan, ovan kişi; masör. 2) düzeltmek
neden olmak. 15) tam ya da kısmî bir devre yap
için kullanılan kaba eğe (raspa) vb. i gibi bir alet. 3)
mak; dairesel bir rotada hareket etmek. 16) dön
mek; ters yönde dönmek. 17) her yanda; her yön türlü tropik ağaçların gövdelerinden elde edilen, sen
de. 18) devir hareketi ile. 19) çevrede, sınırda veya tetik olarak yapılan, süt kıvamında (latex) esnek bir
dış kısımda. madde; hem kauçuk; saf olduğu zaman beyaz renk
li doymamış bir karbonlu hidrojen (C 5 H 8 ) n ; ham
round bar: Yuvarlak veya çubuk demir.
ka
round bastard: Dairesel kesitli, konik uçlu, çift sıra uçuk vulkanize edilerek otomobil lastiği, elektriksel
dişli eğe. izolasyon vb. yapımında kullanılır. 4) bu maddeden
rounded: Yuvarlak yapılmış. yapılan bir şey, özellikle: a) küçük parçaları bir
round file: Dairesel kesitli eğe; sıçan kuyruğu eğe; ara01 tutmak için elâstik bir bant. b) lâstik silgi. 5)
delik eğesi.
lâstikten yapılmış
roundhouse: 1) Den. kıç güverte üzerinde bir kama
rubber bearing: Gemilerin şaft kovanlarında pele
ra. 2) lokomotifleri depolamak, onarmak ve çalıştır
senk veya metal yataklar yerine kullanılan lâstik ya
mak için kullanılan ortasında döner bir platformu bu
tak.
lunan, genellikle dairesel veya yarı daire şeklinde
bir bina. rubber gasket: Lâstik conta.
roundish: Bir dereceye kadar yuvarlak. rubber hose: Lâstik boru veya hortum.
roundlet: Küçük bir daire veya dairesel şey. rubberize: Bir lâstik çözeltisi ile lâstikle kaplamak ve
ya doyurmak.
rubber joint 472 running
vetli; sağlam.
rubber joint: Kauçuktan yapılmış, bazan içinde tel ve rugose: Karışık olan; dalgalı; kıvrımlı.
ya bez vb. i bulunan conta. rugosity: 1) karışık veya dalgalı olma durumu veya ni
rubber packing: Lâstik salmastra. teliği. 2) Çoğ. dalgalı veya ondüleli.
rubber plant: Ham kauçuğu oluşturan sütlü öz (la rule: 1) kural veya kaide. 2) sabit ilkeler. 3) kriter ya
tex) veren herhangi bir bitki; kauçuk ağacı. da standart. 4) yönetim; hükümet; kontrol veya de
rubber seal: Lâstik keçe. netim. 5) Mate, bir problemi çözmek ya da hesapla
rubber sealing ring: Bkz. O ring. mak için konulan bir yöntem ya da prosedür. 6) çok
rubbery: Görünüşü veya esnekliği vb. i lâstiğe benze önemli bir eleman olmak. 7) cetvel ile çizgi çizmek.
yen. 8) cetvel ile (bir çizgi) çizmek.
rubbing compound: Mak. supap, supap yuvası vb. i rule of three: Mate, üç terimi verilen bir orantının dör
gibi parçaların alıştırılmasında kullanılan, ince veya düncü terimini bulma yöntemi.
Kalın türden herhangi bir madde; alıştırma macunu. rule of thumb: Bilimsel bilgiler yerine deney ya da
rubidium: Potasyuma benzeyen yumuşak, gümüşî pratiğe veya uygulamaya dayalı bir kural.
beyaz, metalik bir element; rubidyum; Simg. Rb.; ruler: 1) üzerinde inç, cm ve onların ondalıkları türün
at.ağ. 85,48; at.no.37. den bölüntüler olan tahta, metal, asetat vb. inden ya
ruby: 1) korindon'un saydam, kırmızı renkli bir türü; pılan, doğru çizme veya ölçme için kullanılan bir
rubi; yakut; alüminyum oksit, Al 2 0 3 . 2) bu taştan alet; cetvel. 2) kâğıt vb. üzerine çizgiler çizen kişi ve
ya pılmış bir şey, örneğin saat taşları. 3) ing. Matb. ya cihaz.
5,5 puntoluk bir harf ölçüsü. ruling: 1) bir cetvel ile çizme veya ölçme işi. 2) bu şe
rudder: 1) gemilerin veya teknelerin kıç tarafına dikey kilde çizilen çizgi veya çizgiler.
olarak menteşelenmiş ve onları yönetmek için kulla ruling pen: Tek. Res. mürekkep ile doğrular ya da eğ
nılan, metal ya da keresteden yapılmış, yassı, geniş ri olmayan çizgiler çizmek için kullanılan, ayarlı ka
ve hareketli parça; dümen yelpazesi. 2) bir uçağın lem; tirlin.
sağa ya da sola dönüşünü sağlayan benzer bir par rumble: Gürültü, gümbürtü.
ça; dümen. 3) yöneltme, yönlendirme veya kontrol rumble seat: Otoların arkalarında bulunan ve açılır
görevi yapan bir şey. kapanır koltuk veya oturacak yer.
rudder angle: 1) bir uçağın simetri düzlemi ile düme rummage: a) yükün gemi ambarında düzenlenmesi
ni arasındaki dar açı; dümen açısı. 2) bir geminin si veya istif edilmesi, b) istif ya da depolama yeri.
metri düzlemi ile dümen yelpazesi arasındaki dar run: 1) hızlı olarak gitmek; hızla hareket etmek. 2) sü
açı. rekli olarak hareket etmek. 3) çalışmak. 4) akmak.
rudder angle indicator: Köprüüstünde, dümen dola 5) bir yüzeye konulduğu zaman, bir sıvı gibi yayıl
bında bulunan ve dümen yelpazesinin açısını belir mak. 6) bir sıvıya geçit vermek. 7) sefer yapmak ve
ten gösterge; dümen müşiri. ya su yüzünde gitmek: Gemi için söylenir. 8) ulaştır
rudder assembly: Gem. Mak. transmitter (verici), re- mak. 9) aşamalarını (bir deney vb. i) yerine getir
siver (alıcı) ve bunları birbirine bağlayan boru devre mek. 10) eritmek, tasfiye etmek (maden cevherini).
si vb inden oluşan tesisat ya da devre; dümen tesisa 11) erimiş metalden dökmek. 12) gemi, tren vb. i ile
tı. teK gezi. 13) gelgitte su akımı vb. 14a) bazı
rudder balanced: Dengelenmiş dümen (yelpazesi). sıvıların düzgün akması sırasındaki periyot, b) akım
rudder cleat: Bkz. rudder stops. miktarı. 15a) bir makine veya makinelerin çalışma
rudder head: Den. dümen rodunun başı. periyotu.
rudder heel: Dümen topuğu. b) bu periyot srasında üretilen şeyin miktarı. 16)
rudder heel pintle: Dümen topuğu iğneciği. Den. bir geminin karinasının kıç tarafa doğru eğrisel
rudder iron: Erkek veya dişi dümen iğnecikleri. şekil aldığı en dış kısmı; kıç kuruz. 17) erimiş; sıvı ya
rudder pintle: Erkek dümen iğneciği; dümen iğneci- pılmış; sıvı haline getirilmiş. 18) erimiş durumda
fil- iken akıtılan veya şekil verilen ya da kalıba dökülen.
rudderpost: 1) dümen rodu. 2) bazı gemilerde düme runabout: 1) tek kişilik, açık, hafif bir otomobil. 2) ha
nin bağlandığı, ek dümen bodoslaması. fif bir motorbot.
rudder, semibalanced: Yarı dengelenmiş dümen rundle: Bir tekerlek veya bir ırgatın fenerliği gibi dö
(yelpazesi). nen bir şey.
rudder shaft: Dümen mili veya dümen şaftı. rundlet: 1) değişik kapasitede küçük varil ya da fıçı.
rudder skeg: Dümen topuğu veya öksüz omurga. 2) bunun kapsadığı alkollü içki miktarı: Yakalşık 18
rudder stock: Dümen bodoslamasına bağlanan gemi galon'a (81,36 litre) eşit olarak alınan eski bir, ingiliz
dümeninin bir bölümü; dümen rodu. sıvı ölçüm birimi; runlet şeklinde de kullanılır.
rudder stops: Dümenin belirli bir açıdan (35°-37,5°) rung: Parçaları kuvvetlendirmek için kullanılan, özel
daha fazla alabandalara dönmesini önleyen tampon likle yuvarlak bir çubuk, rod vb. özellikle: a) merdi
ya da takozlar; dümen tamponları; rudder celat şek ven basamağı, b) bir iskemlenin bacakları arasında
linde de kullanılır. ki parça.
rudder tiller: Dümen yekesi. runner: 1) makine gibi, bir şeyi yöneten veya çalıştı
rudder, unbalanced: Dengelenmemiş dümen (yelpa ran kişi. 2) Diz Mot. yüksek devirli ve devir düşürü
zesi) . cü dişlilerle donatılmış makinelerde kullanılan hidro
rufous: Kahverengimsi Kırmızı veya sarımsı kırmızı; lik kaplinlerin döndürülen parçası; raner. 3) Metal.
pas rengi. eritilmiş bir metalin kalıp ya da potaya aktığı kanal.
rugged: 1) fırtınalı; şiddetli: Fırtınalı hava gibi. 2) şid runner cup: Bkz. sand funnel.
detli; sert; kuvvetli. 2) cilâsız, damıtılmamış. 3) kuv running: 1) akma gücü veya yeteneği. 2a) akan. b)
ru nni n g cl ea re nc e 473 ryn d
dan herhangi
kum ile zaman ölçümünde kullanılır; kum saati.
biri.
sandhog: 1) kum kazan veya kumda çalışan işçi. 2)
sampling: 1) test veya analiz için bir şeyden örnek
bir kesonda olduğu gibi, toprakaltı veya sualtında ve
olarak küçük bîr parça veya miktar alma işi veya işle
basınçlı hava içinde çalışan işçi; sand hog şeklinde
mi. 2) bu şekilde alınan örnek veya numune, örne
de yazılır.
ğin yağ ya da yakıt numunesi.
sanding: Zımparalama
sampling coal: Isı değerlerini saptamak üzere, özel
sandpaper: 1) düzeltme ve parlatma için kullanılan
likle toz kömürlerden alınan örnek; numune kömür;
bir yüzü kumla kaplı kâğıt; zımpara kâğıdı; zımpara.
örnek kömür.
2) zımpara kâğıdı ile düzeltmek veya parlatmak.
sampling fuel oil: Bir gemiye veya enerji tesisine
alın makta olan fuel oil'in 200 cm3'lük örneği; sandpaper disk: Zımpara diski.
gemide ikinci mühendis veya ikinci makinist sandpaper roll: Zımpara merdanesi.
tarafından mu hafaza edilir. sandstone: Rengi kırmızıdan kahverengine kadar de
sampling oil: Belirli bir süre işletmeden sonra, analiz ğişen, çoğu zaman kuvarz ile kum taneciklerinin sili-
edilmesi amacıyla gemi dizel motorları vb. inin alt ka, kireç vb. i ile oluşturdukları tortul kaya; inşaat
karter veya makine altı (sanıp) tanklarindan 200 için yaygın olarak kullanılır; kumlası; kûfekî taşı.
cm3'lük temiz bir şişeye alınan örnek; yağ sandwich compund: Grafit bir yapıda karbon ve bo
numune si; yağ örneği. ran atomlari arasında tutulan metal atomlu bir bile
sampling water: Türlü deneyler için buhar kazanların şik; sandviç bileşik.
dan alınan su; örnek su: muayene suyu. sanitary: 1) sağlık durumu ya da sağlığa ilişkin; sağ
sand: 1) kum. 2) plaj. 3} kum saatindeki kum. 4) lık kurallarına ait. 2) temiz, sağlıklı durum; sıhhî.
ku mun karakteristiği olan kırmızımsı sarı renk. 5) sanitary discharge: Den. pis suların deşarj veya çıkış
kum serpmek. 6) kum veya zımpara kâğıdı ile ları.
düzeltmek ya da parlatmak. 7) kumla karıştırmak. 8) sanitary engineering: insanların biyolojik atıkları, su
kum ile kaplamak. 9) kum ile doldurmak. sağlama vb. konularla ilgilenen inşaat mühendisliği
sandarac: 1a) sandarak ağacının cila yapımında ve dalı.
tütsü olarak kullanılan reçinesi, b) sandarak ağacı. sanitary flushing system: Ana yangın devresinden
2) kırmızı alçak basınçlı deniz suyu sağlayan ve bu suyu idrar
zırnık. kapları, WC'lere veren ve atıklari dışkı tanklarına
sandarac tree: Çam familyasından sert, hoş kokulu, atan devre ya da sistem; sağlık atık sistemi.
bir dereceye kadar saydam ve sarı renkli bir reçine sanitary piping: Servis suyu tankları, pompalan, hid
veren, Kuzey Amerika ağacı; sandarak ağacı. rofor, dışkı tankı vb. leri için kullanılan boru devresi.
sandbag: 1) gemilerde safra, askeri istihkâmlarda ve sanitary pump: 1) gemilerde suyu servis tankları, ço
ya su baskınına karşı kullanılan kum torbası. 2) kum ğu zaman hidrofor ya da basınçlı tanklara basan, iç
ile doldurulan ve silâh olarak kullanılan küçük, dar me ve yıkanma suyu sağlayan pompa; su imlâ pom
bir torba. 3) çevresini kum torbası ile çevirmek. 4) pası; sağlık pompası. 2) dışkı veya insanların biyolo
kum torbası ile vurmak. jik atıklannı boşaltmak için kullanılan pompa; neca
sandblast: 1) metallerin, gemi borda ve karinalarının, set pompası; fecal pump olarak da kullanılır.
taşların, binaların vb. yüzeylerini temizlemek için kul sanitary tank: 1) bir gemide türlü bölümlere verilmek
lanılan, yüksek hızla kum taşıyan basınçlı hava ya üzere içme ve yıkanma suyu depolayan tank. 2) ge
da buhar akımı. 2) bu püskürtmeyi uygulayan maki mi personeli ve yolcuların biyolojik atıkları ve pis su
ne. 3) herhangi kuvvetli, tahrip edici kuvvet. 4) kum ların toplandığı tank; necaset tankı; pis su tankı; dış
üfleyerek temizlemek. kı tankı.
sandblaster: Yüksek hızlı hava veya buhar yardımı sanitation: 1) sağlıklı, örneğin drenaj, havalandırma,
ile püskürttüğü kumla, gemi karina ve bordalarının temiz su sağlama vb. i önlemlerin incelenmesi ve
vb. i türlü yerlerin yüzeylerinin temizlenmesinde kul kullanımı; sağlık durumlarinın geliştirilmesi ve uygu
lanılan bir aparat; kum püskürtme cihazı. lanması ve bilimi; hıfzıssıhha. 2) biyolojik atıklar ve
sandblasting: Basınçlı hava ile kum üfleyerek yüzey boşaltılması.
temizleme. santonin (santonine): Tıp. Renksiz, kristalli bir bile
sandblast hose: Kum püskürtme cihazının hortumu. şik; santonin, C 1 5 H 1 8 0 3 ; belirli pelin tüllerinden
sanblast nozzle: Kum püskürtme cihazı hortumunun el de edilir ve bağırsak kurtlarinı dökücü ilâç olarak
ucunda bulunan nozul ya da meme; kum püskürt kul lanılır.
me nozulu. saponaceous: Sabuna benzeyen; sabunlu.
sandblast machine: Basınçlı hava ile kum püskürte saponifiabie: Sabun durumuna getirilebilir; sabunlaş-
rek temizleme sağlayan Bkz. sandblast makine; iınlabilir.
kum üfleme makinesi. saponification: 1) hayvansal bir yağ ve bir alkali ara
sand-cast: Kum kalıbına erimiş metal akıtarak döküm sındaki sabun ve gliserin veren bir tepkime; sabun
yapmak. laşma. 2) hayvansal yağ esterlerinin asit ve alkollere
sand clotch: Zımpara bezi. hidrolizi.
sander: 1) kum veya zımpara kâğıdı ile düzelten veya saponification number: 1 gram yağı tam olarak sa
parlatan kişi. 2) kum ya da zımpara kâğıdı ile düzel bunlaştırmak için gerekli, miligram türünden potas
ten veya parlatan makine; zımpara cihazı. yum hidroksit miktari; sabunlaştırma sayısı.
sand funnel: Erimiş metalin kalıba akıtıldığı baca; saponification value: Sabunlaştırma sayısı veya de
kum bacası; runner cup şeklinde de kullanılır. ğeri; Bkz. saponification number.
sandglass: Birbirine ince bir boru ile bağlı iki cam saponifier: Yağları sabuna dönüştürmek için kullanı-
kü reden oluşan bir cihaz; bir küreden diğerine
akan
sapo ni f y 478 Say bol t seco n d univ ersa l
Saybolt viscometer: Akaryakıtların ve zaman zaman ler şeklinde bulunan nadir bir kimyasal element;
yağlama yağlarının viskozitelerinin ölçümünde kulla skandiyum; Simg. Sc; at.ağ. 45,10; at.no.21.
nılan bir cihaz; Saybolt viskometresi; Saybolt viskozi- scanner: Radar anteni; Bilg. say. Tarayıcı.
metresi. scanning: Bir katot ışın tüpünün floresan perdesinin
Sb: Bkz. antimony. bir yanından diğer yanına bir elektron huzmesinin
S c : Bkz 1) scale. 2) screw. hareketi; bu olay katot ışın osiloskopları ve televiz
scalage: Bir şeyin hesaplanmasında müsaade edilen yon alıcılarında oluşur.
çekme yüzdesi; çekme payı. scantling: 1) küçük bir nicelik veya miktar. 2) yapı
scalar: Mate. hacim veya sıcaklık gibi, büyüklüğü malzemesinin boyutları. 3) özellikle enine kesiti 2x4
olan fakat uzayda yönü bulunmayan niceliğe ait ve inç (50,8-100,16 mm) olan küçük bir kiriş veya kad
ya onu belirten; skalar; skalar nicelik; sayıl. ran. 4) küçük kiriş veya ağaç kadranların tümü.
scalar quantity: Sadece büyüklüğü olan ve yönü ol scanty: 1) bol olmayan; kıt. 2) yeterli olmayan; yeter
mayan nicelik; skalar nicelik. siz. 3) dar; küçük; sıkı.
scald: 1) kızgın bir sıvı veya buharla yanmak veya ya scapolite: Alüminyum, kalsiyum ve sodyumun silikat
ralanmak. 2) hemen hemen kaynama noktasına ka larından oluşan mineraller grubunun herhangi biri;
dar ısıtmak. 3) kaynamış sıvı kullanmak, b) kayna wernerite şeklinde de kullanılır.
mış sıvı kullanarak (meyva vb. inin) derisini çıkar scarf: 1) çentik, oyuk vb. i şekillerde keserek iki ayrı
mak. parçayı tek parça gibi, birbirine geçirmek; geçme;
scale: 1) Tek. Res. cetvel. 2) bir hat boyunca hesapla scarf joint şeklinde de kullanılır. 2) uçları bu şekilde
ma ve ölçmede kullanılan bir dizi işaret, taksimat ya kesilmiş bir parça. 3) geçme ile birleştirmek. 4)
da bölüntü: Termometre bölüntüsü gibi. 3) bu şekil ucunda geçme yapmak.
de işaretlenmiş herhangi bir alet. 4a) harita, model scars: Diz. Mot. yara izleri (valf sıpındılında).
vb. inin oranı; ölçek; mikyas, b) harita üzerinde bu scatter: 1) Fiz. a) düzensiz olarak, dağılacak şekilde
oran veya ölçeği gösteren taksimatlı hat. 5) bir ölçe yansıtmak veya kırmak, b) düzensiz bir şekilde dağıt
ğe göre yapmak veya ayar etmek. 6) sabit bir oran mak veya yansıtmak. 2) ayırmak ve türlü yönlere ya
veya orantıya göre azalmak: Fiyatlar bin lira azaldı yılmak. 3) ayrılmak ve türlü yönlere dağılmak. 4) is
gibi. raf etmek; yokolmak veya gözden kaybolmak.
scale: 1) ısıtıldığı veya paslandığı zaman metallerin scattering: 1) bir tanecik veya fotonun başka bir tane
yüzeyinde oluşan oksit katmanı. 2) ısıtıldıkları za cik veya sistemle çarpışması sonucu yönünün değiş
man buhar kazanları, silindir laynerlerlnin dış yüzü, mesi; sapma; difüzyon. 2) geniş bir alana yayılma;
çaydanlık veya diğer metal kaplarda oluşan sert, ısı düzensiz aralarla oluşma.
ya yalıtkan bir katman; kazan taşı; kısır. 3) üzerinde scattering loss: Elektromanyetik dalgaların düzensiz
kısır oluşumuna neden olmak; kısır ile kaplamak. 6) bir biçimde yayılması nedeniyle iletim kaybı.
kazan taşı kaplamak. scavenge: 1) egzoz gazlarını (iki zamanlı motorların
scale: 1) terazi kefesi. 2) Çoğ. terazinin kendisi; tera silindirlerinden) süpürerek çıkarmak; süpürmek. 2)
zi, b) herhangi tür bir tartı cihazı. 3) terazide tart Metal, artıklarla kimyasal olarak birleşecek bir mad
mak. 4) ağırlığı olmak. 5) tartmak. 6) tartılmak. de kullanılarak (erimiş metali) temizlemek. 3) bir ma
scale, architect's: Tek. Res. mimar ve makine mü kinenin alt karterinde kullanılmış yağın samp tanka
hendisleri tarafından kullanılan üçgen kesitli ve öl dönmesi.
çekli cetvel; mimar cetveli. scavenge air: a) Diz. Mot. iki zamanlı dizel motorla
scalene: 1) Geom. a) eşit olmayan kenar ve açılara rında silindirlerde kalması olası egzoz gazlarını te
sahip olan: Üçgen için söylenir, b) tabana dikey ol mizlemek veya süpürmek için kullanılan ve basıncı
mayan eksenlere sahip olan; eğik: Koni, piramit vb. 1,15-1,55 bar arasında değişen basınçlı hava; süpür
i için söylenir. me havası; Gem. Mak. skavenç havası, b) süpürme
scaler: Metal bir yüzeydeki pasları kıran kişi; raspacı. olayı sırasında silindirleri de şarj eden hava.
2) Bkz. scraper. scavenge crankshaft: Diz. Mot. karşıt pistonlu iki
scale trap: Soğutma devrelerinde, kompresörün giriş krankşaftlı makinelerde süpürme pistonlarının bağlı
tarafına konularak boru kısırları ve diğer yabancı oldukları krankşaft; süpürme (pistonları) krankşaftı.
maddeleri tutarak onların kompresör valflarına hasar scavenge efficiency: Bkz. scavenging efficiency.
vermesini önleyen cihaz; kısır kapanı veya tutucusu. scavenge factor: Diz. Mot. blover tarafından makine
scaling: Metal bir yüzeydeki paslan kırma işlemi; ras silindirlerine verilen hava miktarının (kg), şarj veya
pa etme. dolgu sonunda makine silindirlerinde kalan hava
scaling hammer: Raspa çekici. miktarına (kg) oranı; süpürme faktörü veya etkeni;
scaling machine: Geniş rnetai yüzeylerin paslarının süpürme için tüketilen hava miktarını saptamak için
giderilmesinde kullanılan elektrikli bir araç; raspa kullanılır.
makinesi. scavenge fire: Segmanlar ve silindir gömlekleri aşırı
scalping: işlenmeden önce metal külçe ve çubukların bir şekilde aşınmış kroshetli dizel motorlarında, pis
yüzeylerinin paso verilerek alınması; paso verme. tonla silindir arasından yakıt karışmış yağlama yağı
scan: Telev. bir resmin üretilmesi veya iletilmesinde ve basınçlı havanın, süpürme havası bölgesi veya re-
bir ışık ışını veya elektronlarla hızlı geçmek; tara siverde oluşturduğu yangın; süpürme (bölgesi) yan
mak. gını; Gem. Mak. skavenç yangını.
scandia: Beyaz, şekilsiz bir toz; skandiyum oksit, scavenge ports: İki zamanlı dizel motorlarının büyük
Sc 2 0 3 ; skandiya. bir bölümünde; atmosferden biraz daha yüksek ba
scandic: Skandiyum'a ait. sınçlı havanın silindire verildiği ve silindir gövdesine
scandium: Türlü nadir toprak grubu metallerle bileşik açılmış pencereler; süpürme portları.
sca ve n g e p i sto n 480 scientifi c
scavenge piston: Diz. Mot. karşıt pistonlu makineler bir tarifeye yerleştirmek veya tarifenin kapsamına al
de süpürme havası portlarinı denetleyen piston; ska- mak. 5) tarifesini, listesini vb. yapmak.
venç pistonu; süpürme pistonu. scheduling: Zamanlama.
scavenge pump: İki zamanlı dizel motorlarında sü scheelite: Tungstenin önemli bir cevheri olan doğal
pürme havası sağlayan, makineden bir dişli ya da kalsiyum tungstat, CaW0 4 ; türlü renklerde bulunur.
zincir donanımı ile veya piston kolundan hareket schefferite: Manganez ve bazan demir kapsayan kah-
alan pistonlu, santrfüj, eksenel hareketli vb. bir pom verengimsi veya siyahımsı bir pirokzen.
pa; süpürme havası pompası; scavenge air pump schema: Sistemli, düzen, taslak, diyagram, proje ve
şeklinde de kullanılır. ya plân; şema.
scavenger: Kovan, gideren, temizleyen ve çıkaran: schematic: Taslağa ait; şema veya şemalar karakteri
Kazan besi (tid) suyundan oksijen çıkaran bir kimya ne sahip olan; şematik; diyagram halinde; diyagra
sal madde gibi. ma ait.
scavenging: 1) Diz. Mot. bir önceki çevrimden silin schematically: Şematik bir şekilde veya tarzda.
dirde kalan yanma ürünleri veya egzoz gazlarının, at schematism: Bir şemaya göre kısımlarin düzenlenme
mosfer basıncından biraz daha yüksek basınçtaki ha si; dizayn; resmetmek; çizmek.
va ite silindirden atılması işlemi; süpürme; skaven- schematization: Bir şemaya göre düzenlenmiş.
cin. 2) Kimy. çözeltilerden istenmeyen radyonüklitle- schematize: Şema ya da şemalara göre oluşturmak,
rin büyük bir bölümünü gidermek için çökeltinin kul şekil vermek veya düzenlemek.
lanılması; süpürme. scheme: 1) bir cisme ulaşmak için sistemli bir plân.
scavenging air: Bkz. scavenge air. 2} belirli bir plânda çizimlerin sıralı olarak birleşimi;
scavenging-air pressure: Süpürme havası basıncı; sistem. 3) düşsel ya da hayalî bir plân ya da proje.
ağır devirli dizel motoriannda bu basınç 1,10-1,15 4) bir cisim veya sistemin elemanları veya farklı kı
bar, orta devirli makinelerde 1,20-1,35 bar ve yüksek sımlarını gösteren bir diyagram ya da taslak. 5) as
devirli makinelerde ise 1,30-1,50 (maksimum 1,7) troloji diyagramı. 6) taslak yapmak. 7) plânlar yap
bar değerlerini almaktadır. mak
scavenging blower: Bkz. scavenge pump. sebiller: Bazı belirli minerallerde iç yansıma tarafın
scavenging, cross flow: Bkz. cross flow scaven dan sebep olunan, bazan yanardöner, alışılmamış,
ging- bronza benzer bir parıltı.
scavenging efficiency: Diz. Mot. iki zamanlı makine schillerize: Paralel düzlemli kristallerin yüzeylerinde
lerde sıkıştırma kursu (stroku) başlangıcında silindir minik boşluklar oluşumu ile (bir minerale) bronz gi
de kalan hava ağırlığının, sıkıştırma başlangıcında si bi bir parlaklık vermek.
lindir hacmine uyan dış basınçtaki havanın ağırlığı schist: Kolayca çatlayarak katmanlara ayrilan kristalli
na oranı; süpürme verimi; türlü iki zamanlı motorlar bir kaya; şist.
için 0,50-1,05 değerleri arasında değişmektedir. Schmidt objective: Aynalı teleskoplarda kullanılan kü
scavenging, loop: Bkz. loop scavenging. resel aynanın hatasını düzeltmek için yapılmış bir ob
scavenging, MAN type: Bkz. M.A.N, type scaven jektif; Simit objektifi.
ging. Schmidt tube: Bkz. pulse jet,
scavenging methods: İki zamanlı dizel motorlarinın schistose: Şist'e ait; şist doğasına sahip olan; şist
silindirlerinin atmosferden hafifçe yüksek basınçlı ha şeklinde olan.
va ve benzin motoriannın hava benzin karışımı ile sü- schistous: Bkz schistose.
pürülmesi yöntemleri; Ters akımlı ve doğru akımlı sü schooner: İki veya daha fazla direkli ve yan yelkenle
pürme olarak iki bölüme ayrılır. ri olan bir gemi; skuna; uskuna.
scavenging period: iki zamanlı ve yüksek devirli mo schooner-rigged: Uskunaya benzer, armalı yelkenli
torlarda ait ölü noktadan önce başlayıp alt ölü nokta tekne; skuna armalı.
dan sonra sona eren 100° ve ağır devirli motorlarda Schottky effect: Bir vakum tüpünde, anot ile katot
50 krank derecelik bir süreç; süpürme süreci; süpür arasındaki potansiyel farkının çoğalması ile yükse
me periyodu. len iyonik akım; Şotki etkisi.
scavenging ports: Bkz. scavenge ports. Schottky noise: Katoiun yüzey durumlarindaki dü
scavenging pressure: Bkz. scavenging-air presssu- zensiz değişimler nedeniyle, bir elektron tüpünün
re. anot akımında oluşan bir gürültü; Şotki gürültüsü.
scavenging pump: Bkz. scavenge pump. Schüler tube: içi boş bir katotu olan bir vakum tüpü;
scavenging receiver: Supurme havası pompasının iyonize edilmiş gaz ya da buhar tayflarinda kullanı
bastığı havanın, süpürme portları çevresinde toplan lır; Şüler tüpü.
dığı hacim; Gem. Mak. süpürme havası resiveri. Schuman region: Çok kısa morötesi (ultraviyole) dal
scavenging valve: E$k. doğru akımlı dizel motoriann gaların bölgesi; Şuman bölgesi
da silindir kapağı (kaveri) üzerinde bulunan ve sü sci.: Bkz. 1) science. 2) scientific.
pürme havasının silindire verildiği supap; süpürme science: Bilim; ilim.
havası supabı; modern dizel motorlarının giriş ve eg sciential: 1) bilim veya bilgiye ait; bilim ya da bilgi
zoz süpaplan gibi çalışır. üreten. 2) yeterli bilgiye sahip olan; bilgisi yeterli.
scavenging, unit low: Bkz. uniflow scavenging. scientific: 1) bilime alt; bilimle ilişkili; bilimsel. 2) do
schedule: 1) liste; katalog, satış belgesi, senet vb. i. ğal bilimlerde kullanılan veya doğal bilimler için. 3a)
2) tren, gemi, uçak vb. inin kalkış ve varışlarını belir bilini ilkeleri veya yöntemlerine göre; bilim ilke ve
ten zaman çizelgesi; tarife: Vapur, tren, uçak vb. i ta yöntemlerini kullanma; sistematik ve kesin, b) bilim
rifesi. 3) bir proje için zaman tasarimı veya plânı. 4) ilke ve yöntemlerini takip edecek veya gözleyecek
scie n t i f icall y 481 scra t c h
şekilde eğitilmiş. 4a) eğitim ile kazanılmış yöntemle scopoline: Renksiz, skopolamin'den türeyen kristalli
re göre yapılmış, b) eğitim ve hüner gösteren veya bir bileşik; skopolin, C 8 H 1 3 N0 2 ; narkotik olarak
sahip olan; becerikli. kul lanılır.
scientifically: Bilimsel bir şekilde ya da tarzda. scorch: 1) hafifçe yakmak. 2) ısı ile kavrulmak. 3) ha
scientific notation: Sayısal değerleri 10'un kuvveti bi fifçe yakılmak. 4) çok yüksek hızda kullanmak veya
çiminde yazarak basitleştirme sistemi; örneğin bir binmek. 5) yüzeye yakın işaret veya yanık.
-20
elektronun yükü 1,59x10 elektromanyetik birimi scorcher: Yakan bir kimse veya şey, özellikle: a) aşı
gibi. rı sıcak bir gün. b) aşırı hızlı (otomobil, bisiklet vb.)
scientist: Bilimde, özellikle doğal bilimlerde uzman; kullanan kişi.
bilim adamı. score: 1a) çentik, işaret, yarık vb. b) çoğu zaman
scintilla: 1) kıvılcım; ark; spark. 2) partikül; parçacık; başlangıcını işaret etmek için çizilen bir çizgi, c) he
çok küçük parça; zerre. saplamak için tahta üzerine tebeşirle yapılan çentik
scintillant: Kıvılcımlanma; kıvılcımlı. ler; çetele.
scintillate: 1) kıvılcımlar çıkarmak; kıvılcımlar saç scored: Çentlklenmiş; çizilmiş; örneğin çizilmiş çelik
mak. 2) bir yıldız gibi parıldamak. çubuklar, miller vb.
scintillating: Kıvılcımlar çıkaran; parıldayan; ışıldama. scoria: Cevherden metal tasfiye edildikten sonra geri
scintillation: 1) kıvılcımlar çıkarma işi; kıvılcımlar saç kalan cüruf veya artık.
ma. 2) kıvılcım; ark. 3) Astr. yıldızların parıldaması. scoriaceous: Cüruf doğasında olan.
4) Nükl. Fiz. kristal bir detektörün radyoaktif bir mad scorificaiton: Cüruf ayırma işlemi.
deye çarpmasından oluşan bir ışın ya da partikül ile scorify: Cürufunu ayırmak.
yapılan ışık parlaması. scotch: 1) bir kama, blok vb. i ile (bir tekerlek, kütük
scintillation counter: Radyoaktivite aramak ve ölç vb. inin) hareketine engel olmak. 2) bir tekerlek ve
mek ve ışıldamaları saymak için kullanılan fosfore- ya kütük altına konularak onun dönmesi, kayması
san bir madde, fotomultiplikatör ve gerekli devreler vb. ine engel olan bir blok, takoz vb.
den oluşan bir düzen; ışıldama veya sintilasyon sayı Scotch boiler: Daha çok pistonlu buhar makineleri
cısı. ile birlikte kullanılan, onlara doymuş buhar üreten
sciograph : Bkz. skiagraph . ters alev borulu bir kazan; Skoç kazanı.
scissor: Makasla kesmek veya kesip çıkarmak. scour: 1) ocak duvarı üzerinde cürufun paslandırıcı
scissors: Makas. etkisi. 2) su ve sabun, aşındırıcı vb ile etkin bir şekil
sclerometer: Metal veya minerallerin bağıl sertliğini de ovarak temizlemek; temiz ve parlak yapmak; tü
ölçmek için kullanılan bir cihaz; siklorometre. mü ile parlatmak. 2) kir ve yağını (yün vb. inden) çı
scleroscope: Belirli bir yükseklikten yüzeyine stan karmak. 3a) üzerine veya içine su akıtarak temizle
dart ölçüde bir bilya düşürerek, metallerin sertlikleri mek veya yıkamak; hızlı su akımı ile çıkarmak. 4)
nin ölçümünde kullanılan bir cihaz; skleroskop. ovarak veya cilalayarak temiz ve parlak olmak.
scleroscop e method: Skleroskop cihazı ile yapılan scow: Yük taşımak için kullanılan ve şimdi genel ola
türlü metallerin sertlik derecelerinin saptanması me rak bir tovbot (itici römorkör) tarafından itilerek yürü
todu; skleroskop yöntemi; bu yöntemde cam için tülen, büyük, altı düz, baş ve kıçı kare şeklinde olan
sertlik derecesi 130, yumuşak çelik için 26-30, yumu bir tekne; duba.
şak pirinç için 12 ve kurşun için 2'dir; B = 5,5S-2,8 seram: Çoğu zaman, güvenlik çubuklarının düşürül
formülü ile Brinell sertlik derecesine dönüştürülebilir mesi ile bir reaktörün anî olarak durdurulması veya
(S = skleroskop, B = Brinel sertlik derecesidir) kapatılması işlemi.
scolecite: Alüminyum ve kalsiyumun sulu bir silikatı, scram rod: Tehlike güvenlik çubuğu; ant durdurma
CaAI 2 Sl3 O 10 .3H 2 O; skolesit. çubuğu.
scoop: 1a) kepçe, b) küçük kömür kovası, c) küçük, scrap: Hurda (demir, metal, kâğıt vb.).
kaşığa benzer bir ameliyat aleti, d) bir tarak gemisi scrape: 1) kaba ve keskin bir şeyle bir yüzeyi kazı
nin kum, çamur vb. ini çıkarmak için kullandığı de mak. 2) bir alet veya aşındırıcı ile düzgün veya te
rin kova veya kepçe. 2) bir kepçe ile çıkarmak. 3) miz yapmak. 3) keskin ya da kaba bir şey ile kazıya
kepçe ile almak. 4) içini boşaltmak. 5) içini oymak. rak gidermek. 4) özellikle el ve tırnaklarla kazmak.
scoop condenser: Soğutucu deniz suyunun bir taraf 5) kir vb. lerini gidermek için kazıyarak temizlemek.
tan girdiği ve diğer taraftan çıktığı yoğuşturucu; de 6) kazıma işi; kazıma.
niz suyu kondenser borularına geminin hızı nedeniy scraper: 1) yatak raspası gibi, alıştırma veya kazıma
le girer ve çıkar; kepçe kondenser; kepçeli konden için dizayn edilmiş türlü aletlerden herhangi biri. 2)
ser. kazıyan kişi veya şey; Pas raspası, yatak raspası vb.
scoop system: Geminin hızı nedeniyle deniz suyu 3) macun bıçağı; spatula.
nun kondensere kadar geldiği ve gemi stop ettiği za scraper box: Diz. Mot. Bkz. stuffing box
man veya manevralar sırasında dolaşım pompasının scraper ring: Bkz. oil scraper ring.
kullanıldığı sistem; kepçe sistemi. scraping: 1) kazıyan bir kişi ya da şeyin işi. 2) bunun
scooter: 1) su ya da buz üzerinde kaymak için kulla sesi.
nılan altı düz, yelkenli bir tekne. 2) su yüzeyinde ka scrap iron: Yeniden dökülmek veya işlenmek için kul
yan hızlı bir motorbot. lanılan artık demir parçaları; hurda demir.
scopolamin: Bkz. scpolamine. scrap metal: Hurda maden ya da metal.
scopolamine: Köpek üzümü ailesinin belirli bitkilerin scrapper: Kazıyan kişi veya şey; Mak. yatak raspası.
den elde edilen bir alkaloit; skopolamin, scratch: 1) yüzeyini sivri veya keskin bir şeyle işaret
C 1 7 H 21 0 4 N ; uykuverici (bir ilâç) olarak kullanılır. lemek, kırmak veya kesmek. 2) tırnaklar veya kepçe-
Teknik Sözlük - F. 31
scree n 482 scru b
scrubber: Fırçalayan veya ovan bir kişi veya şey, kapağı; lumbuz kapağı. 3) su kesimi altında (gemi
özellikle: a) döşeme, güverte vb. ini fırçalayan veya veya bir botun) gövdesindeki delik veya delikler aç
temizleyen kişi; paspasçı, b) sert fırça; tahta fırçası, mak. 4) bu şekilde (gemi ya da tekneyi) batırmak.
c) gaz temizlemek için kullanılan türlü cihazlardan scuttlebutt: Argo. gemide içme suyu çeşmesi; içme
herhangi biri. suyu için gemilerde kullanılan kapaklı damacana.
scrubbing: Havasızlandırmaya yardım etmek için yar scythe: Tırpan; tırpanla kesmek.
dımcı egzoz ile yoğuşumların karıştırılması (havasız- Se: Bkz. selenium.
!andırma hiyterinde olur). sea: 1) dünya yüzeyinin büyük bir kısmını kapsayan
scruple: 1) çok küçük bir nitelik veya miktar; çok kü tuzlu su kütlesi; deniz; okyanus. 2) kara tarafından
çük parça. 2) Eski Roma'da 1/24 oza (1,166 gram) kısmen veya tümü ile çevrilmiş tuzlu su kütlesi: Kızıl-
eşit bir ağırlık birimi. 3) 1/24 oz'a eşit eczacı ağırlık deniz gibi. 3) büyük tatlı su kütiesi: Galile Denizi gi
birimi. bi. 4) dalgalara göre bir okyanus yüzeyinin durumu:
semtinize: Çok dikkatli bakmak; çok yakından incele Sakin vb. i deniz gibi. 5) büyük bir dalga. 6) boyu ve
mek; inceden inceye gözden geçirmek. genişliği bakımından denize benzeyen bir şey; çok
scrutiny: Çok yakından inceleme; inceden inceye büyük miktar veya sayı.
gözden geçirme veya tetkik etme; dikkatli bakma. sea anchor: Büyük, branda ile kaplı çerçevesi çoğu
scud: 1) hızla hareket etmek. 2) rüzgârın önünde ha zaman konik olan ve denize atılarak geminin kafası
reket etmek. 3) Den. rüzgârın önünde seyretmek. 4) nı tutmaya yarayan demir; deniz demiri.
Körfez Savaşı'nda Irak tarafından kullanılan bir tür sea biscuit: Esk. denizciler tarafından yenilen sert bir
füze: Skad füzesi (Ticarî bir marka). 5) rüzgâr tara bisküvi; peksimet.
fından hareket ettirilen bulutlar. seaboard: Denize yakın veya onunla sınır yapan ka
scuff ring: Yüksek devirli bazı dizel motorlarında pis ra; kıyı; deniz kıyısı; deniz sahili; deniz kıyısında.
ton kafasında bulunan, çapları piston etek çapından sea-born: 1) denizde doğmuş; denize ait. 2) denizde
küçük, fakat piston segmanlarının bulundukları kı üretilen; deniz kökenli.
sımdan daha büyük olan ve nispeten kısa pistonlar sea-born: 1) denizde taşınan veya deniz yolu ile taşı
da kullanılan dar segman. nan. 2) yüzer durumda (gemiler için söylenir).
scull: 1) bir tekneyi ileriye doğru hareket ettiren ve sea chest: Sintinede bulunan, iki tür incekşın valf ya
kıç tarafta; bulunan kürek; boyna küreği. 2) bir kü- da kinistin valfların sandığı.
rekçi tarafından kullanılan, bir teknenin hafif içbükey sea cock: Gem. Mak. soğutucular, kondansörler vb. i
palalı küreklerinden biri. 3) bir ya da iki kürekçisi bu için gerekli soğutma suyunu sağlayan ve sintinede
lunan hafif, dar bir yarış teknesi; iki tek (fıta). 4) kü bulunan valf; incekşın valf; kinistin valf; biri sığ ve di
rek ya da küreklerle (bir tekneyi) hareket ettirmek. ğeri derin su için olmak üzere iki tanedir.
scum: 1) kaynama veya mayalanma sırasında sıvıla sea connections: Gem. Mak. soğutucular, kondan
rın veya su kütlelerinin yüzeyinde oluşan yağ, kö sörler vb. i için gerekli soğutma suyunu sağlayan ve
pük vb. i gibi ince bir katman. 2) erimiş metal yüzün sintinede bulunan valf; incekşın valf; kinistin valf; bi
deki cüruf veya artık; maden cürufu. 3) herhangi bir ri sığ ve diğeri derin su için olmak üzere iki tanedir.
şeyin değersiz parçası. 4) köpüğünü almak; yüzeyin sea connections: Gem. Mak. yangın pompası, servis
den çıkarmak. 5) köpük oluşturmak; köpükle kapla pompası, dolaşım pompası vb.inin devrelerine deniz
mak. suyu sağlayan bağlantılar; deniz bağlantıları.
scum cock: Gem. Mak. brayn valfı; Bkz. surface sea dog: 1) gemici, özellikle deneyimli olan biri. 2)
blow valve. ayıbalığı veya fok.
scummy: 1) köpükle kaplanmış, 2) köpüğe benze seafan: Fan şeklindeki türlü mercanlardan herhangi
yen; köpüğe ait. 3) değersiz. biri.
scum pan: Buh. Kaza, fayrap seviyesinin hemen altın seafarer: Denizde sefer yapan kişi; gemiadamı; deniz
da bulunan, köpük, yağ vb. ini toplamak için kullanı ci.
lan bir kap; brayn kepçesi; brayn tavası; brayn valfı seafaring: 1) denizdeki yaşama ait; yaşamını denize
açıldığı zaman su yüzeyinde oluşan girdap nedeniy adamış. 2) bir denizcinin işi veya mesleği; denizci
le yabancı maddeler bu kepçe veya tava tarafından lik. 3) deniz gezisi veya seyahati.
alınarak kazan dışına verilir. sea fight: Denizde, gemiler arasındaki savaş.
scum valve: Buh. Kaza. yüzey blöf valfı; brayn valfı; sea foam: 1) deniz suyu üzerindeki köpük; deniz kö
Bkz. surface blow valve. püğü. 2) Eskişehir taşı; lületaşı.
scupper: Gemi bordalarında bulunan ve suların gü sea gauge: 1) bir geminin yüzmesi için gerekli su de
verteden denize akmasını sağlayan delikler; firengi rinliği veya darft. 2) deniz derinliklerini ölçmek için
deliği; firengi. kullanılan bir cihaz; Esk. derinlik iskandili.
scupper hole: Den. firengi deliği; Bkz. scupper. seal: 1) sızdırmayan, kapatan veya sıkıca bağlayan
scupper pipe: Den. firengi borusu; çapları 50-100 bir şey; keçe, örneğin yağ keçesi. 2) su doldurulan
mm değerleri arasında değişen borular; Bkz. scup U şeklindeki boru gibi, buhar, gaz vb. i kaçaklarına
per. engel olan herhangi bir cihaz. 3) tüm olarak kapa
scupper system: Deniz suyunun güverteden çıkarıl mak, özellikle hava, buhar veya gaz sızdırmaz yap
ması ve denize atılması için kullanılan devre; firengi mak; siil ile kapamak veya bağlamak. 4) Elekt. bir fiş
devresi; firengi sistemi. ve piriz gibi tam temasa getirmek.
scuttle: Ateşe kömür dökmek için kullanılan, çoğu za seal bore: Keçe yuvası; keçe deliği.
man geniş ağzı bulunan bir tür kova. seal bearing: Kendisine verilen yağı kaçırmayan ve
scuttle: 1) bir geminin güvertesi ve bordasında bulu ya sızdırmayan yatak; keçeli yatak.
nan kapaklı bir açıklık; lumbuz. 2) böyle bir açıklığın
sealer 484 seco nd ar y
serial: 1) sıra ya da diziye ait; sıra şeklinde düzenlen service elevator: Hizmetliler tarafından yük, eşya, ba
miş; sıra şeklinde meydana gelmiş. 2) seri ya da se gaj vb.i taşımak için kullanılan asansör; yük asansö
riler halinde olan. 3) periyodik olarak. rü.
serial number: Makinelerin yapıldıkları zamanı belir serviceman: 1) görevi bir şeyleri onarmak veya ser
ten sayı; seri numarası. vis vermek olan Kişi; tamirci; radyo tamircisi gibi;
series: Elektriksel cihazları bağlama yöntemlerinden service man, service-man şekillerinde de yazılır.
biri; seri bağlama. service manual: Bir makine, elektrik motoru vb.inin
series capacitances: Elekt. türlü sayıda seri bağlı ka- işletme, bakım ve onarım yöntemlerini veren kitap
pasitör, kondensatör veya meksefe; seri bağlı kapa- ya da kitapçık; işletme el kitabı; bakım ve onarım ka
sitörler. talogu.
series circuit: Elekt. seri bağlı direnç, kapasitörvb.in- service pump: Buh. Kaza. fuel oili dinlendirme {Bkz.
den oluşan devre; seri devre. settling tank) tanklarından alarak onu basınçla
series connection: Seri bağlama. (-15 bar) püskürtücülere veren tulumba; servis
series generator: Bkz, series-wound generator. pompası.
series motor: Seri alan sargısına sahip olan bir doğ service speed: Bir ticaret gemisi, tren, otobüs vb.i ta
ru akım motoru; seri motor. şıtların normal işletme sürati; servis hızı ya da sürati.
series-parallel circuit: Elekt. hem seri ve hem de pa service station: 1) mekanik ve elektriksel cihazlar
ralel dirençlerin bulunduğu devre; seri-paralel dev için parça, onarım servisi vb. sağlayan yer; Radyo
re. bakım istasyonu gibi. 2) bu tür hizmeti oto, kamyon
series-parallel resistor: Seri ve paralel (bağlı) direnç ve motosikletler için sağlayan yer; benzin istasyonu.
ler. service tank: Gemi dizel motorlarına akaryakıt sağla
series resistors: Elekt. seri bağlı dirençler; seri di yan ve onları 12 saat süre ile çalıştıracak kapasitede
renç elemanları; seri dirençler. olan tank; servis tankı; day tank şeklinde de kullanı
series-winding: Doğru akım makinelerinin endüvi ile lır.
seri durumda olan kutup ya da alan sargısı; seri sar service tools: Gemi mağazası, atelye vb.inde bulu
gı; kalın sargı. nan bakım, onarım ve ayar takımları; servis takımla
series-wound generator: Alan sargısının endüvisi iie rı.
seri olduğu ve izoleli kalın tellerden oluşan bir DC servo control: Aerodinamik veya mekanik rölelerle pi
elektrik üreteci; seri jeneratör; seri dinamo; sadece lotun gayretini güçlendiren ya da takviye eden bir
lâboratuvarlarda kullanılır. kontrol cihazı; servo kontrol.
series-wound motor: Bkz. series motor. servo mechanism: Elektriksel veya mekanik impuls-
Serpek process: Atmosferik nitrojeni fikse etmek ve larla çalışan ve otomatik olarak bir makine, alet vb.i-
ya asabitleştirmek için uygulanan bir yöntem; Ser ni çalıştıran bir elektrik motoru, pompa vb.i gibi bir
pek yöntemi; bu yöntemde alüminyum ile nitrojen cihaz; elektromekanizma.
den alüminyum nitrür, sonra parçalanarak amonyak servomotor: Hidrolik olarak küçük kuvvetleri büyüt
elde edilir. mek için kullanılan bir mekanizma; servomotor; di
serpentine: 1) bobin yapılmış veya sarılmış; sargı; zel motorlarının tornistan donanımları, hidrolik regü
Mak. içersinden sıcak su, buhar vb. i geçirilerek ısıt latörler vb.i yerlerde kullanılır.
ma görevi yapan boru demeti; serpantin; Yakıt, yağ servomotor cylinder: Servomotor silindiri.
tankları, evaporator, ısıtıcılar, vb.lerlnde kullanılır. 2) servomotor piston: Servomotor pistonu.
çoğu zaman yeşil veya kahverengimsi kırmızı olan servomotor rod: Servomotor rodu; servomotor pisto
bir mineral, magnezyum silikat, Mg 3 Si 2 0 7 .2H 2 0 ; nuna bağlı olan ve onun hareketini rak koluna ya da
yı- lantaşı. kremayer dişli ile püskürtme pompası plencerine ile
serrated: Tırtıl çekilmiş; tırtıllı. ten rod.
serrated piston skirt: Kompresyon ve yağ kontrol servomotor spring: Servomotor pistonu üzerinde bu
segmanlarının altında kalan, eteği tırtıllanmış piston; lunan yay; pistonun alt tarafındaki yağ boşaldığı za
bazı alüminyum pistonlarda tırtıllar arasındaki kanal man onu aşağıya doğru iter; servomotor yayı.
larda yağ tutmak ve bu yağı silindir yüzeyine dağıt sesquioxide: Üç atom veya eşdeğer oksijenin, iki di
mak için kullanılır; eteği tırtıllı piston. ğer element veya kök ile birleştiği oksit.
serrated thumbnut: Dış yüzeyine tırtıl çekilmiş daire set: 1 a) çalışmak için (bir cihaz, veya makinenin ha
sel somun; tırtıllı somun. reketli parçasını) yerinde tutmak, b) koymak; yerleş
serriform: Testere şeklinde; şekli testereye benze tirmek (bıçak, traş makinesi vb.), c) ayarlamak (tes
yen. tere dişlerini). 2) kolay boyanır yapmak (bir boyayı).
serrulate: Kenarı boyunca küçük, çok ince testere diş 3) takım. 4) küme.
lerine sahip olan. set chisel: Perçin, civata vb.inin başlarını kesmek
server: Bilgisay. hizmet programı. için kullanılan geniş ağızlı keski.
service: 1) yıkama ve yağlama. 2) bakım yapma. 3) set off: Kapamak.
elektrik enerjisi, su, ulaşım, posta telefon vb.i gibi ka set on: Açmak.
muya sağlanan hizmetler. 4) bunları sağlamanın setscrew: 1) bir parçadan diğerine geçen ve onun ha
yöntemi veya usulü. 5) Den. işte kullanılan (halat, reketine engel olan makine vidası; setuskur. 2) bir
tel vb.) herhangi bir madde. 6) hizmete ait, hizmet yay vb.inin tansiyonunu ayar etmek için kullanılan vi
için veya hizmette. 7) kontrol, ayar, onarım, yakıt da.
vb. i ile göreve hazır hale getirmek. setting: Ayar.
service brake: Oto. el freni; servis freni. sertle: 1) tortusunu çöktürerek (bir sıvıyı) temizle-
settlers 490 sha f t b eari ng s , p ro p
elle r
olan bir kesir.
mek. 2) tortularını çöktürerek daha berrak yapmak. sexcentenary: Altı yüze (600) ait, özellikle altı yüz yıl;
settlers: Bkz. settling tank. altı yüzüncü yıldönümü.
settling: Bir sıvıyı belirli bir süre dinlendirerek (yakla sexivalent: Altı değerli; altı değer veya valansa sahip
şık 12 saat) ağır katı parçacıklar ye suyunu çöktüre olan.
rek giderme; dinlendirme. sexpartite: Altı parçaya ait; altı parçaya bölünen.
settlings: Bir sıvının dibinde biriken katı madde; tor sextan: Her altı günde bir görünen ya da vukubulan;
tu. her altı günde bir görünen ateş vb.
settling tank: Gem.Mak. yakıt, yağ vb. i sıvıların için sextant: 1) cisimler arasındaki açısal mesafeyi ya da
deki yabancı maddelerin çökmesi için kullanılan ve uzaklığı ölçmek için kullanılan bir cihaz; sekstant:
içinde çoğu zaman bir ısıtıcı bulunan tank; dinlendir Bir gök cismi ve ufuk veya diğer bir gök cismi arasın
me tankı; settling tank. daki açının ölçümü ile geminin mevkiini saptamak
set up: Bir deneye hazır olmak, örneğin damıtma ara için navigatörler tarafından kullanılır. 2) Nad Ola. da
cı kurmak için (imbik, kondensatör, üç ayaklı sehpa, irenin altıda biri.
bek, termometre ve bir alıcı) bir cihazın ayrı parçala sextillion: 1) ABD ve Fransa'da 1'i izleyen 21 sıfırlı sa
21
rını birbirine bağlamak veya toplamak; kurmak. yı; 10 . 2) ingiltere ve Almanya'da 1'i izleyen 36 sı
seven: 1) altı ile sekiz arasındaki tam sayı; yedi; 7 ve fırdan oluşan sayı; 10
36
;
ya VII. 2) numarası 7 olan kişi veya şey. sekstilyon.
seventeen: On yedi; 17; XVII. sextodecimo: 1) matbaa kâğıdının 16'ya katlanmasıy-
seventeenth: On yedinci; 17.; 17 nci. 2) bir şeyin on la yapılan bir kitabın sayfa ölçüsü; yaklaşık olarak
yedi eşit parçasından birini belirten. 3) bir şeyin on 114x171 mm (4,5x6,75 inç). 2) böyle bir, sayfa ölçü
yedi eşit parçasından herhangi biri; 1/17. lerine sahip kitap.
seventh: 1) yedinci; 7 nci; 7. 2) bir şeyin 7 eşit sextuple: 1) altıdan oluşan; altı kapsayan. 2) altı mis
parça sından herhangi birini belirtir. 3) bir şeyin li; altı kat. 3) miktarını altı misli daha fazla yapmak
yedi eşit parçasınadn herhangi biri; 1/7. veya olmak; altı ile çarpmak.
seventhly: Yedinci yerde. s.g.: Bkz. specific gravity.
seventieth: 1) yetmişinci; 70 inci. 2) bir şeyin yetmiş shackle: 1) Oto. makas küpesi. 2) bağlamak için kul
eşit parçasından herhangi birini belirten. 3) bir şeyin lanılan türlü aletlerden herhangi biri; bağlama demi
yetmiş eşit parçasından herhangi biri; 1/70. ri, kelepçe vb.i 3) Den. iki zincir baklasını birbirine
seventy: Yetmiş; 70 ya da LXX. bağlayan çelik parça; kilit.
seventy-five: Yetmiş beş mm'lik top; özellikle, Birinci shade: 1) güneşten gelen ışık ışınlarının aşağı yukarı
Dünya Savaşı'nda kullanılan bu çaptaki ateşli silah. mat bir cisim tarafından kesilmesinin neden olduğu
sever: 1) ayırmak; bölmek. 2) parçalanmak; kopmak. göreli karanlık; gölge. 2) ışıktan korunmak veya onu
severable: Kopabilir; bölünebilir. perdelemek için kullanılan türlü cihazlardan herhan
severe: 1) aşırı şekilde düz veya basit. 2) sert; şiddet gi biri. 3) ışık veya ısıdan korumak ya da perdele
li; ağrı vb.i gibi şiddetli veya yoğun. 3) zor, güç. mek. 4) karartmak; donuklaştırmak; loş yapmak.
sewage: Kanalizasyon tarafından taşınan atık madde shade line: Tek. Res. gölge çizgileri; gölgeleme çizgi
ler; biyolojik atık; necaset. leri.
sewage gas: Bkz. sewage-sludge gas. shadily: Gölgeli bir tarzda veya şekilde.
sev/age pump: Kanalizasyon pisliğini, toplandığı tank shadiness: Gölgeli durum veya nitelik.
ya da tanklardan alarak sahildeki tesislere basan shading: 1) ışık veya ısıya karşı koruma; gölgelik. 2)
pompa; necaset pompası; pislik pompası; dışkı pom bir resimde ışık veya gölgenin belirtilmesi. 3) nitelik,
pası. tür vb. inde olduğu gibi herhangi küçük bir fark veya
sewage-sludge gas: Kanalizasyon tesislerinin geliş değişim.
mesi sonucu üretilen ve içten yanmalı makinelerde shadowgraph: 1) aydınlatılmış bir yüzeye gölge düşü
yakıt olarak kullanılan bir gaz; kanalizasyon gazı; rerek üretilen bir görüntü veya siluet. 2) X ışını fotoğ
Bkz. sewer gas. rafı; radyograf veya röntgen filmi.
sewage tank: Gemilerde necaset ve pisliğin, bu ara shadowiness: Gölgeli olma durumu veya niteliği.
da hela ve idrar kaplarından vb.i gelen, atıkların top shadowless: Gölgesi düşmeyen; gölgesiz. 2) aydınla
landığı nispeten küçük kapasiteli bir tank; pislik tan tılmış bir yüzeyde gölgesiz.
kı; necaset tankı. shadowy: 1) gölgeye benzeyen; gölge tabiatında
sewerage: 1) kanalizasyonlarla atık maddeler veya olan, özellikle gerçek olmayan veya maddesiz. 2)
yüzey sularının giderilmesi. 2) kanalizasyon sistemi. gölge ile kaplanmış veya gölge üreten. 3) sembolik.
3) atık madde. shaft: 1) güdümlü mermi veya onunla kıyaslanacak
sewer: Su veya biyolojik atıkları taşıyan yeraltı boru bir şey. 2) ışık konisi veya sütunu. 3) hareketi meka-
su. niksel bir parçaya ileten madenî kısım; mil; şaft. 4)
sewer gas: Kanalizasyon gazı; kanalizasyon sarnıçla bir maden ocağına hava girmesini sağlayan kanal
rında görülen ve biyolojik atıkların çürüme ve fer ya da pasaj; havalandırma bacası; hava bacası. 5)
mantasyonundan oluşan ve başlıca CH4 kapsayan ısıtma ve havalandırmada kullanılan hava kanalı ya
bir gaz; gaz makineleri ya da motorları için yakıt ola da borusu.
rak kullanılır. shaft alley: Bir gemide, pervane veya ara şaftlarının
sewing machine: Dikiş, nakış makinesi. bulunduğu hacim; şaft yolu; şaft tüneli.
sexagenary: Altmış sayısına ait veya onu belirten. shaft bearing: Bkz. shaft bearing, propeller.
sexagesimal: Altmış sayısına ait veya altmış sayısına shaft bearings, propeller: Bkz. propeller shaft bea
göre; Mate, paydası altmış veya altmışın kuvveti rings.
shaft, cam 491 shearing
shaft, cam: Bkz. cam shaft. shape: 1) fiziksel veya uzaysal şekil. 2) belirli bir kişi
shaft centeriine: Şaft veya milin yatay ekseni veya veya şeyin belirgin şekli. 3) düşsel şekil; hayalet. 4)
merkez hattı. belirli, muntazam veya uygun şekil. 4) belirli bir şe
shaft, crank: Bkz. crank shaft. kil vermek.
shaft deflection: Gem. Mak. pervane şaftları veya ara shapelesness: Belirli bir şekli olmayan ve derhal bu
şaftlarda kendi ağırlıkları nedeniyle oluşan ve iki taşı lunduğu kabın şeklini alan; şekilsizlik (akışkanlar
yıcı yatak arasındaki mesafenin küpü ile çoğalan için söylenir).
sapma ya da deflekşın; şaft deflekşını. shaper: 1) malzemeye şekil veren kişi veya şey; vara
şaft, driven: Bkz. driven shaft. gele tezgâhı. 2) işlenecek parçanın sabit ve aletin ek-
shaft-driven: Gem. Mak. şaft ya da pervane şaftı (ara senel hareketli olduğu bir takım tezgâhı; planya tez
şaftlar) tarafından çalıştırılan (jeneratör, devir sayacı gâhı.
vb.i gibi). shaping: Bir malzemeye işleyerek şekil verme.
shaft-driven generator: Gem. Mak. çoğu zaman di shaping machine: Planya tezgâhına benzeyen, ça
zel motorlu gemilerde ana makine çalıştırıldığı za pak çıkaran kalemin sabit ve işlenecek parçanın ha
man devreye sokulan ve ara şaftların birinden hare- reketli olduğu bir tezgâh; bir tür planya tezgâhı;
ket alan dinamo; şaft dinamosu; şaft jeneratörü. planya tezgâhı için yeterli büyüklükte olmayan par
shaft, driving: Bkz. driving shaft. çaları işleyen tezgâh.
shaft gland: Rotorşaftın türbin keysinden çıktığı bo sharp: 1) kesme ya da delme için kullanılmaya uy
ğazlara donatılan ve türbin keysinden buhar kaçakla gun; ince bir ağız veya sivri bir uca sahip olan. 2)
rını azaltan, kondensere hava emilmesini önleyen kı ağzı ve ucu olan; yuvarlak olmayan; sivri. 3) kum gi
sımlar; boğaz glendleri; karbon, labirent ve hidrolik bi sert, açısal parçacıklardan yapılmış. 4) duyular
türleri vardır. üzerinde şiddetli etkisi olan; özellikle: a) soğuk; rüz
shaft guide: Şaft, mil veya bir rodun içinde hareket gâr gibi kesen, b) şiddetli; yoğun; ağır. c) kuvvetli;
ettiği kısım; şaft gayıtı; mil gayıtı; Supap gayıtı gibi. keskin. 5) fevkalade ince uçlu bir dikiş iğnesi. 6) kes
shaft horsepower: Motorlar veya pistonlu buhar ma kin, sivri.
kinelerinde, makine tarafından krank mili kaplinine sharp-edge: Keskin ağız veya ağızları olan; keskin;
iletilen güç; şaft beygirgücü; effektif beygirgücü; keskin ağızlı.
fren beygirgücü; Ne = p6 . vd . n . i / 0,45.z eşitliğin sharpen: Keskin veya daha keskin olmak; keskin yap
den hesaplanır. (N e = fren beygirgücü, p = fren or mak; bilemek.
talama basıncı, bar, vd = strok hacmi, rrr, n = de sharpener: 1) kalem açacağı; kalemtraş; bıçak veya
vir sayısı, rpm ve i = silindir sayısı, z = 1 (iki zaman makas bileyen kişi; bileyici. 2) bileme tezgâhı.
lı Mk.), z = 0,5 (iki zamanlı ve çift etkili Mk.ler ve sharpening stone: Bileği taşı; su taşı.
z = 2 (Dört zamanlı Mk.ler içindir). sharpless purifier: Rotoru uzun, dar bir silindir şek
shafting: Hareketi aktarmak, veya iletmek için kullanı linde olan ve daha çok buhar türbinli gemilerde kul
lan miller veya havalandırma sistemi veya gurubu. lanılan yüksek devirli (yaklaşık 15 bin rpm) yağ se-
shaft, intermediate: Bkz. intermediate shaft. paratörü; şarples temizleyici; şarples separatörü;
shaft-operated: Özellikle bir gemi makinesinin perva tam olarak: Sharpless centrifugal purifier şeklinde
ne ara şaftları ile çalıştırılan (regülatör, elektrik jene yazılır (ticarî bir marka).
ratörü vb.); şaft tarafından çalıştırılan ya da işletilen. sharpless separator: Bkz. Sharpless purifier.
shaft, propeller: Bkz. propeller shaft. shatter: 1) bir darbe ile anî olarak kırmak veya parça
shaft tunnel: Bkz. shaft alley. lara ayırmak. 2) ağır hasar vermek; tahrip etmek. 3)
shaft turning gear: Şaft veya mil tornagiri; gemilerde kırılmak veya parçalara ayrılmak; hasar görmek. 4)
pervane şaftını ve dolayısıyla pervaneyi çok ağır dön kırılmış parçalar.
dürmek için kullanılan elektrikli, buharlı veya hidro shatterproof: Kırılmaz, dağılmaz ya da parçalanmaz.
lik, bazan elle çalıştırılan, dişlilerden oluşan basit bir shave: Traş olmak, soymak, dilim yapmak vb.i için
makine. kullanılan alet; jilet; rende.
shake: 1) kısa, hızlı hareketlerle aşağı yukarı, ileri ve shaving: Talaş alma; talaş çıkarma; talaş (metalik).
geri veya bir yandan diğer bir yana doğru harekete shavings: Takım tezgâhları tarafından çıkarılan talaş
neden olmak; çalkalamak. 2) titreşmeye neden ol veya çapak.
mak; titreşmek; ihtizaz yapmak. 3) sallanmak; dalga shear: 1) makas veya benzer keskin ağızlı bir aletle
lanmak. 4) düzensiz ve çabuk olarak aşağı yukarı, kesmek. 2) keserek (saç, yün vb.) çıkarmak. 3) bu
ileri geri, bir yandan diğer bir yana doğru hareket et dama, kırpma (yün kesme), metal vb.ini kesmek
mek veya hareket ettirilmek. 5) sallanma işi veya ha için makas gibi kesici bir alet kullanmak. 4) kesme
reketi; ileri geri hareket. 6) düzgün olmayan hare gerilmesinin etkisi altında kırılmak. 5a) Nad. Ola. bir
ket; titreme hareketi. çiti ağızlı büyük makas, b) böyle bir makasın tek ağ
shaker: 1) özellikle karıştırma veya harman etmede zı. 6) metal, özellikle levha metal kesiminde kullanı
kullanılan bir cihaz; karıştırıcı; tuzluk veya biberlik. lan herhangi bir makine. 7) kesme işi, işlemi veya
2) sallayan veya karıştıran şey ya da kişi. sonucu. 8a) kesme gerilmesi, b) kesme gerilmesi
shale oil: Bitümlü şist veya linyitten elde edilen koyu nin etkisinden gelen ve şekilde bozulmaya neden
bir mineral yakıt (petrol). olan herhangi bir gerilme ya da bozulma.
shallow: 1) derin olmayan; sığ. 2) bir su kütlesindeki shear cracks: Kesme çatakları.
derin olmayan (sığ) yer. 3)sığ yapmak veya olmak. shear force: Kesme kuvveti.
shank: Biyel ya da piston kolunun alt veya üst uçları shearing: 1) bir makasla kesme işlemi veya hareketi;
arasındaki kısmı veya gövdesi. kesme; makaslama. 2) makasla kesilip çıkarılan şey.
sheari n g f orc e 492 shielding
shearing force: Bkz. shear force. sheet iron: Rulo haline getirilmiş ince. yassı levha de
shearing machine: Makas makinesi veya tezgâhı; mir; saç.
saç kesme makinesi. sheet lead: Sıcaklığı 100°C'yi ve basıncı 45-50 barı
shearing strength: Bir metal parçasının merkez ekse geçmeyen yerlerde conta olarak kullanılan madde;
nine dikey olarak uygulanan ve onu iki parçaya ayır levha kurşun.
maya yeterli kuvvete eşdeğer dayanıklığı. sheet metal: Levha şeklinde ince, rulo yapılmış me
shearing stress: Birbiri üzerinde kayan ve temas tal.
eden iki parça ya da katmanın, temas düzlemine zıt sheet metal screw: Saç vidası; metal levha vidası;
yönlerde hareket etmesi sonucu oluşan kuvvet veya metal vidası.
etki; kesme gerilmesi. shelf: Maden, toprak, çakıl vb. i altındaki solit kaya
shearing test sample: Kesme deneyi için hazırlanan katmanı.
örnek ya da numune; kesme deneyi numunesi. sheet packing: Levha şeklinde conta malzemesi; lev
shear load: Kesme yükü. ha salmastra veya conta.
shear modulus: Kesme modülü; Bkz. modulus of ri shell: 1) Diz. Mot, iç yüzeyi yumuşak, kaypak veya
gidity. antifriksiyon bir metalle kaplı, yarım silindir şeklinde,
shears: 1) büyük makas; teneke veya saç makası. 2) çoğu zaman çelik ve bazan bronzdan yapılmış ya
metal vb. kesmek için kullanılan türlü büyük alet ve tak; şel yatak. 2) Kimy. bir atomda elektronları kapsa
ya makinelerden herhangi biri. 3) yüzer vinç ya da yan küresel katmanlardan biri; kabuk, b) böyle bir
algarna. katman tarafından kaplanan hacim. 3) türbin mahfa
shear strake: Gemi borda kaplamasının güverte strin- zası; Bkz. casing. 4) büyük bir toptan ateşlenen pat
gerlerine bağlanan en üst saçı; siyer kaplaması saçı; layıcı mermi. 5) metal veya kâğıttan yapılmış barut,
siyer saçı gemi elemanıdır. mermi ya da saçma kapsayan bir mahfaza; mermi
shear stress: Birbirine bağlanmış iki düzlemin birbiri kovanı.
ne dik açıda itilmesiyle oluşan gerilme; örneğin per- shellac (shellack, shell-lac): 1) cila, plâk, izolasyon
çinli bağlama; perçinleri kesmeye çalışan kuvvet ve (yalıtım) maddesi vb. i yapımında kullanılan, çoğu
ya kuvvetlerin oluşturduğu gerilme; kesme gerilme zaman ince, pul şeklinde üretilen, damıtılmış lâk ya
si. da reçine; gomalak. 2) şellâk reçinesi ve alkol kapsa
sheathing: Kaplama, özellikle: a) gemi karinası veya yan, ince, çoğu zaman saydam bir tür cila. 3) vernik
teknenin koruyucu kaplaması, b) bunlar için kullanı cinsinden bir yapıştırıcı. 4) şellâk uygulamak veya
lan malzeme. tatbik etmek; şeilak ile kaplamak veya muamele et
sheave: 1) palangalara donatılan, çevresinde halat, mek.
palamar vb. lerine gayıtlık yapacak şekilde oyuğu shell bearing: Bkz. sleeve bearing.
bulunan bir makara; palanga makarası; kasnak. 2) shell boilers: Silindir şeklindeki alev borulu kazanla
Buh. Mak. krank miline bağlı olup, slayt valfın hare ra uygulanan bir deyim; Bkz. fire tube boilers.
ketini sağlayan disk; eksantrik puli Bkz. eccentric shell document: Kabuk belge.
pulley. shell reamer: Mak. derin ya da geniş delikleri büyüt
sheave, eccentric: Bkz. eccentric pulley. mek için kullanılan, düz ya da spiral aletlerden her
shed: 1) atelye, depo, barınak olarak kullanılan kü hangi biri; kabuk rayba.
çük, kaba yapı; baraka. 2) çoğu zaman ön tarafı ve shellsols: Sıv. Yük. Şelsol'lar; "Şelsol A"; "Şelsol B";
etrafı açık ambar gibi veya hangara benzer; büyük "Şelsol E"; "Şelsol F"; Şelsol K"; "Şelsol LF"; "Şelsol
kuvvetli yapı; hangar. N"; "Şelsol R"; "Şelsol RA"; her bölüm karışımı tehli
shell-and-tube cooler: Borulu soğutucu; Bkz. surfa kesiz, bir bölümü yangın tehlikesi oluşturan, nem
ce cooler. emmeyen, dayanıklı, kendine has kokulu, insan sağ
sheen: Parlaklık; ışık saçmak; parlamak. lığı için az zararlı, özgül ağırlıkları farklı, kaynama ve
sheer: Bir gemi teknesinin yukarı doğru olan eğimi; donma noktaları belli olmayan, 25°C'de viskoziteleri
borda çalımı; siyer. 0,90-1,91 cS arasında değişen bir sıvı; gemilerde
sheer legs: Bir tür kaldırma cihazı; yüzer vinç; algar çevre sıcaklığı ve atmosfer basıncında taşınır.
na. sherardize: Kuru ısıtma işlemiyle çinko ile galvaniz
sheet: 1) alev, su, buz vb. i gibi geniş ve devamlı bir yapmak.
yüzey, katman vb. i. 2) cam, teneke, kontrplak vb. S.H.F.: Bkz. süper high frequency.
herhangi bir malzemenin geniş, çoğu zaman dikdört shield: 1) bir makinenin hareketli parçalarını örten ko
gen şeklindeki parçası, 3) levha; plâka. ruyucu veya güvenlik perdesi. 2) katot ışın huzmesi
sheet: 1) yelkenin alt köşesine bağlanan halat ya da nin şiddetini kontrol eden bir elektrot. 3) ışınım veya
zincir; uskuta. 2) Çoğ. açık bir teknenin kıç tarafı ve radyasyonu önleyen yapı; kalkan.
başta oturulacak, oturaklarla işgal edilmemiş boş shielded cable: Televizyon, radyo, telsiz cihazı vb. i
yerler. gemi elektrikli cihazlarında parazit vb. ine neden ol
sheet anchor: Büyük göz demiri ağırlığında, geminin mamak için, gemi vb. i kablolannın folyoları üzerine
ortasında taşınan ve emercensi durumlarda kullanı yerleştirilen bakır, pirinç veya galvanizli ince teller
lan demir; ocaklık emiri; ocaklık çıpası. den örülmüş kılıf; koruyuculu kablo; ekranlı kablo.
sheet copper: Conta malzemesi olarak hava, buhar shielding: 1) dış manyetik veya elektrostatik alanlara
ve petrol ürünleri boru devrelerinde kullanılan, yük karşı korumak üzere elektriksel bir cihazın metal
sek sıcaklığa dayanıklı, ancak hafifçe oksitlenen döv mahfazası. 2) reaktör bölmesi içinde reaktörün çalış
me levha bakır. masını sağlayan cihazları ve dışta ise işletmeci per
sheeting: Bir yüzeyi kaplamak için kullanılan bir mal soneli korumak amacıyla radyasyon seviyesini koru
zeme: Bakır levha gibi. mak üzere görev yapan koruyucu; kalkan.
shif t 493 shoc k w av e
sideling: 1) bir tarafa doğru yatmış; eğri. 2) meyilli. lanılan geniş alanlı bir radyo frekanslı osilatör; sinyal
side view: Tek. Res. şekle soldan bakılarak sağa, sağ jeneratörü veya üreteci.
dan bakılarak sola yapılan görünüş; yandan görü signal lamp: Oto. sinyal lâmbası; işaret lâmbası; sağ
nüş. veya sola dönüşlerde kullanılan lâmba.
sidepiece: Bir şeyin yan tarafına bağlanmış bir par signal lamp switch: Oto. sinyal veya işaret lâmbası
ça; yan parçası. nın düğmesi.
sideral: 1) yıldızlara veya takımyıldızlara ait. 2) sabit signal light: işaret vermek amacıyla kullanılan bir
yıldızların görünür hareketleri ile ölçülen. ışık; sinyal ya da işaret lâmbası.
siderite: 1) demirin değerli bir cevheri; demir karbo signal pistol: Den. çoğu zaman tehlike işareti vermek
nat, FeC0 3 ; çoğu zaman sarımsıdan açık kahveren için kullanılan bir silâh; işaret veya sinyal tabancası.
gine kadar olan renktedir. 2) başlıca, demir kapsa signal voltage: 1) bir anten tarafından kesilen elektro
yan bir meteorit; siderit. manyetik dalgalar ile endüklenen gerilim. 2) bir va
sideritic: Siderit'e ait. kum tüpünün kontrol ızgarasına (gridine) sağlanan
sidero-: Yıldız anlamında bir önek. gerilim; sinyal gerilimi.
siderolite: Büyük oranda demir ve silikatlar kapsayan signpost: işaret yayan direk; işaret direği.
herhangi bir meteorit veya göktaşı; siderolit. silanes: Karbonlu hidrojenlere benzeyen, komşu üye
siderostat: Bir yıldızın zahirî hareketine göre dönen ler arasındaki fark SiH 2 olan bir seri; silanlar; silis
ve böylelikle yıldızı sabit bir teleskop veya benzer bir yum hidrürler; örneğin silan, SiH 4 , disilan, Si 2 H 6 .
cihazın alanı içinde tutan bir ayna. silencer: 1) bir silâhın sesini azaltmak için kullanılan
side thrust: Mot. trank pistonlu makinelerde, piston bir araç; susturucu; silâh susturucusu. 2) Mot. eg
kolunun meyli nedeniyle ve gaz basınç kuvvetinin zoz gazlarının gürültüsünü azaltan ve kıvılcımları tu
meydana getirdiği yatay bileşen; yan srasti; normal tan bir cihaz; saylenser; mafler; kıvılcım tutucu; sus
kuvvet; dik olarak etkir ve silindir gömleği veya blo- turucu.
kun ovalleşmesine neden olur. silencer, dry: Kuru susturucu; Bkz. silencer.
side stream: Bir damıtma ya da dlstilasyon kulesinin silencer, wet; Yaş susturucu; Bkz, wet silencer.
bir noktasından alınan akım; yan akım; yanal akım. silencing devices: Mot, silindirleri terkeden yanma
side-wheel: Her bir tarafında yandan çarkı bulunan ürünlerinin gürültülerini azaltan ve bu arada kıvılcım
buharlı bir gemi veya stimbotu belirtir. ve kurumları da tutan cihazlar; susturma cihazları;
side-wheeler: Yandan çarklı stimbot (buharlı tekne, türlü susturucu ya da saylenserler.
gemi). silent chain: Diz, Mot. krank milinden aldığı hareketi
-1 1
Siegbahn unit: 10 santimetrelik bir dalga boyu; X kam miline aktaran ve dişliler tarafından taşınan,
ışınlarını ölçmek için kullanılır; Siegbahn birimi. ağırlığı 5 tona kadar erişebilen zincir; sessiz zincir.
Siemens: 1/ohm'a eşit olan bir elektriksel iletkenlik silex: 1) özellikle çakmaktaşı veya kuvarz şeklinde sili-
birimi; simens. ka. 2) eritilmiş kuvarstan yapılan ısıya dayanıklı bir
S! engines: Benzin motoru; karbüratörlü makine; cam.
Bkz. spark ignition engine. silica: Kum, kuvars, opal vb. i türlü şekilleri bulunan
sienna: 1) demir ve manganez kapsayan, doğal du sert, cam gibi bir mineral; silisyum dioksit; silika,
rumda sarımsı kahverengi bir toprak boya. 2) bunun Si0 2 .
yanması ile yapılan kırmızımsı kahverengi boya ve silica gel: Kimyasal tepkimelerde katalizör, iklimlen-
boya maddesi; yanık siena. 3) bunlardan herhangi dirme cihazlarında kurutucu bir madde vb. i olarak
birinin rengi. kullanılan koloyidal silisyum dioksit veya silika; silika
sieve: Sıvalar veya diğer maddeler için kullanılan bir jel; silis peltesi; silis jölesi.
mutfak aleti; elek; kevgir; elemek; elekten geçirmek. silicate: Silika veya silisik asitten türeyen bir tuz veya
sieve aperture: Elek denklerinin açıklığı; elek deliği ester.
nin aralığı. silicate esters: Mot. sentetik (yapay) yağ olarak kulla
sift: 1) elekten geçirerek kalın ve ince taneciklerini bir nılan bir kimyasal madde; silikat esterleri.
birinden ayırmak. 2) bir şeyi elemek. 3) bir elekten silicate of soda: Su camı; soda silikat. 1) Mot. silin
geçirmek; elemek. dir ceketleri, bloklar ve radyatörlerdeki çatlakların ka
sight: Görüş. patılmasında kullanılan bir madde. 2) bazı dizel mo
sight door: Buh, Kaza. kontrol ve inceleme kapağı ve torlarının segmanlarının kaplanmasında sudaki çö
ya kapısı. zeltisi kullanılan madde.
sight-feed oiler: Diz. Mot.lubrikatör; mekanik yağdan siliceous: 1) silikaya benzeyen; silika kapsayan veya
lık; Bkz. lubricator. silikaya ait; silisli; silisyum dioksitli. 2) içersinde bü
sight glass: Bazan yağ borularına, yağlama yağı akı yük oranda silika olan toprakta büyüyen veya yeti
mını denetlemek için yerleştirilen camlı küçük pence şen.
reler; gözlem penceresi; kontrol penceresi. silicic: Silika veya silisyumdan türeyen, onlara benze
sigmoid: S harfi gibi iki yöne kıvrık; sigmoit. yen; silika veya silisyuma ait.
sign: işaret. silicic acid: Türlü mineral silikatların oluşturduğu tür
signal: 1) işaret; belirti. 2) Radyo, televizyon, telgraf lü kuramsal asillerden herhangi biri; silisik asit.
vb. inde alınan veya iletilen elektriksel impulslar, ses silicide: Silisyumun (metaller gibi) diğer elementlerle
veya resim elemanları vb. 3) işaret veya işaretler ver oluşturduğu ikili veya binari bileşik; silisit.
mek. 4) sinyaller veya işaretlerle bilinir yapmak veya siliciferous: Silisyum dioksit (silika) kapsayan, üre
iletmek (bilgi). ten veya birleşen.
signal generator: Radyo alıcılarını denemek için kul silicify: Silikaya dönüştürmek; silika ile doyurmak.
silicious 497 simple carburetor
Teknik .Sözlük - F. 32
simpl e d ecom posi t io n 498 si ngl e f la p valv e
six shooter: Tekrar doldurulmadan altı kere ateş ede ketlerini inceleme ve retinayı skiaskop ile aydınlata
bilen tabanca; altıpatlar. rak gözün durumunu anlamak için kullanılan bir ci
sixteen: On beş ile on yedi arasındaki tam sayı; on al haz; retinoskopi.
tı; 16; XVI. skid: 1) ağır cisimleri yuvarlamak veya kaydırmak için.
sixteenth: 1) bir dizide on beşinciden sonra gelen; kullanılan, çoğu zaman bir çift kalas veya kütük; yu
on altıncı. 2) bir şeyin altı eşit parçasından birini be varlama kütüğü. 2) yükleri taşımak için alçak, ağaç
lirten. 3) bir şeyin on altı eşit parçasından biri; 1/16. platform. 3) Çoğ. tahliye ya da boşaltma sırasında
sixth: 1) bir dizide beşinciden sonra gelen; altıncı. 3) olduğu gibi, hasardan korumak için bir geminin bor
bir şeyin on altı eşit parçasından herhangi birini be dasına karşı konulan ahşap yapı; maliborda tahtası.
lirten. 3) bir şeyin altı eşit parçasından biri; altıda 4) tekerlek üzerine yaptığı basınç ile bir aracın hare
bir; 1/6. ketini kontrol etmek için kullanılan kayıcı kama (ara
sixtieth: 1) bir dizide elli dokuzuncudan sonra gelen; balar için) 5) kayıcı kama ile fren yapmak veya kilit
altmışıncı; 60 inci. 2) bir şeyin altmış eşit parçasın lemek (tekerleği). 6) motor tespit bloku; motor kıza
dan birini belirten. 3) bir şeyin altmış eşit parçasın ğı-
dan herhangi biri; 1/60. skilful: Bkz. skillful.
sixty: Elli dokuz ile altmış arasındaki tam sayı; altmış; skill: 1) sanat, el sanatı veya bilimi. 2) sanat, el sana
60; LX. tı veya bilimdeki yetenek, hüner ya da marifet. 3) bil
sizable: Önemli ölçü veya kütleye ait; büyük; sizeab gi, anlayış; muhakeme. 4) maharet; ustalık.
le biçiminde de kullanılır. skilled: 1) özel deneyim veya muntazam bir program
size: 1} bir şeyin ne kadar hacim işgal ettiğini sapta ya da çıraklık eğitimi ile kazanılan, belirli endüstriyel
yan özellik; bir şeyin boyutları ve büyüklüğü. 2a) iş, makine operasyonu vb. i gibi hünere sahip olan;
uzunluk, büyüklük, miktar vb. i. b) önemli miktar, öl hünerli; maharetli; mahir.
çüler vb. 3) gerçek durum. 4) verilen ölçüye göre skillful: Uzman veya mütehassıs; maharetli; hünerli;
yapmak veya şekil vermek. 5) ölçüye göre düzenle skilful şeklinde de yazılır.
mek. skim: 1) yüzen maddelerini veya köpüğünü almak
sizeable: Bkz, sizable. (bir sıvının). 2) bir sıvıdan (yüzen maddeleri veya kö
sizzle: Kızgın metal üzerine su damlasının düşmesi püğünü) almak. 3) ince bir katmanla kaplamak veya
gibi, ısı ile temas edildiğinde cızırtı sesi çıkarmak; örtmek. 4) köpükle olduğu gibi, ince bir katmanla
bu tür ses; cızırtı. kaplamak. 5) hızlı ve hafif olarak üzerinden geçmek
sizzling: Aşırı sıcak. ya da kaymak. 6) köpüğü veya kreması alınmış;
skatol: Bkz. skatole. özellikle kaymağı alınmış süt; kaymakaltı süt. 7) kö
skatole: Bağırsakta olduğu gibi, proteinlerin ayrışma püğünü alma işi. 8) köpük.
sı ile oluşan tiksindirici kokulu, renksiz kristalli bir bi skimmer: 1) köpük alan kişi veya alet. 2) sıvıların kö
leşik; skatol, C 9 H 9 N. püğünü alan herhangi bir mutfak aleti; kevgir.
skeg: Den. dümen bodoslamasının bağlandığı, omur skin diving: Türlü teçhizatla, örneğin gözlük, palet,
ganın kıç parçası veya uzantısı; öksüz omurga. plâstik elbise, portatif hava tüpü vb. ile bir yüzücü
skeleton: Birgemininki gibi, taşıyıcı çerçeve; gemi is nün su altına dalması.
keleti. skin effect: 1) etkili direncin artmasına neden olan,
skeleton key: Master anahtar gibi kilitlerin çoğunu kendiliğinden endüklenmiş zıt elektromotor kuvvet
açabilen bir anahtar; maymuncuk. nedeniyle, alternatif akımda, bir iletkenin yüzeyine
skelp: Boru yapımında kullanılan çelik saç; çelik lev akım şiddeti birikimi; yüzey etkisi. 2) Buh. Kaza. yağ
ha. lama yağı, kimyasal maddeler, köpük vb. inin su yü
sketch: 1) fazla ayrıntıya girmeden, çabuk olarak ya zeyinde oluşturduğu katmanın, su içinde oluşturu
pılmış basit, kaba resim veya taslak; skeç. 2) önemli lan buhar küreciklerinin buhar mahaline çıkışını önle
noktaların veya parçaların özet plânı veya tanımı. 3) yen etki; yüzey etkisi.
çabuk olarak çizmek ya da tanımlamak. 4) taslağını skinner engine: Doğru akımlı, popet valflı bir piston
yapmak. lu buhar makinesi; skinner makinesi (ticarî bir mar
sketch: 1) taslak şekline sahip olan; sadece ana nok ka).
ta ve kısımları belirtilen; ayrıntılı olmayan. 2) tam ol skin valve: Gem. Mak. yüzey blöf valfının çıkış tarafın
mayan; eksik; kaba; yetersiz. da bulunan ve gemi teknesine bağlanan valf; skin
skew: Üç boyutta çizilmiş, birbirine paralel olmayan ve valf.
ne kadar uzun olurlarsa olsunlar birbirleriyle karşılaş skiogram: Bkz. skiagram.
mayan iki doğruya ait. skiograph: Bkz. skiagraph.
skiagram: Bkz. skiagraph; sciagram, skiogram şekil skip: Mot. ateşlemede tekleme yapma; tekleme.
lerinde de kullanılır. skip distance: Rady. yerdeki verici bir istasyon tara
skiagraph: Hassaslaştırılmış bir yüzey üzerine X ışın fından verilen bir dalganın eriştiği en uzak nokta ve
ları ile çekilen, gölgelerden oluşmuş bir resim; sci radyo dalgasının iyonosferden dünyaya yansıtıldığı
agraph, sciograph, skiograph şekillerinde de kulla en yakın nokta arasındaki mesafe.
nılır. skipper: Özellikle küçük bir teknenin kaptanı veya sü
skiagraphy: Özellikle X ışınları ite resim çekme prati varisi.
ği veya sanatı. skipping: Mot. tekleyen; tekleme yapan; tekleme.
skiascope: X ışınları ile fotoğraf çekiminde kullanılan skirt, piston: Bkz. piston skirt.
bir cihaz; skiaskop; skylight: Gemi kaportası; çatı penceresi.
skiascopy: Gözbebeği üzerindeki ışık ve gölge hare skyrocket: Havada patlayarak, renkli alevler, kıvılcım-
sky w av e 501 sligh t
maddeler.
civert rengi.
sludge formation: Mot. yağlama yağlarının karterde
smaltine: Bkz. smaltite.
oluşturduğu sisin oksitlenmesi sonucu karterde
smaltite: Bir kobalt cevheri; rengi beyazdan griye ka
biri ken çamur oluşumu.
dar değişen doğal kobalt arsenid; smaltit, CoAs2;
sludge tank: Ticaret gemilerinde tanklardan gelen
kristal veya tanecikli şekillerde bulunur ve cam ya
ça mur vb. i atıkların, suların toplandığı yeterli
da seramiklerin boyanmasında mavi pigment olarak
kapasite de bir tank; çamur tankı; Gem. Mak. slaç
kullanılır; daima nikelarsenid ile bulunur.
tank.
smaragdine: 1) zümrüte ait. 2) zümrüt renginde.
sludge test: Çamur deneyi; oksitlenme deneyi; bili
smaragdite: Amfibol veya hornblendin açık yeşil tü
nen miktardaki yağlama yağı bir tüp içinde, sabit sı
rü.
caklıktaki bir banyoya sokulur, sonra belirli miktarda
smashup: 1) özellikle büyük hasar veren kaza ya da
ki hava yağın içinden geçirilir, yağın derhal rengi ko
çarpışma. 2) herhangi bir felâket veya afet.
yulaşır, daha az akıcı olur ve deneyin sonunda visko
smear: 1) yağlı, yapışkan veya pis bir şeyle kapla
zite, karbon atıkları değeri ve diğer özellikler kayıt
mak, sıvamak, lekelemek vb. 2) yağlı, yapışkan ve
edilir; bu deney sırasında en az değişen yağ, oksit
ya kirii bir şey uygulamak veya sıvamak ve
lenmeye en dayanıklı yağdır.
böylece leke bırakmak. 3) lekelenmek. 4) lekeli;
sludgy: Çamura ait; çamur gibi; çamurlu; sulu çamu
yağlı. 5) mik- roskopik inceleme vb. için lamel
ra benzeyen.
üzerinde kan gibi, küçük miktarda bir madde. 6)
slue: Bir mil veya sabit bir nokta çevresinde
yağlı madde; mer- hem, b) bir şeyin üzerine
dönmek
sürülen yağlı, yapışkan ve ya kirli bir madde.
veya salinım yapmak. 2) bir eksen etrafında dönme
smeary: 1) yağlı, yağlı veya kirli bir madde ile
veya salınım yapma işi. 3) bu hareketi yapan şeyin
kaplan
durumu.
mış. 2) mürekkep gibi leke yapma eğiliminde olan.
slug: 1) ingiliz kütle birimi; bir librelik (0,452 kg) bir
smectic phase: Sıvı ve katı durumları arasındaki
kuvvet etkidiği zaman saniyede 1 fit (0,3048 m)
ge
hızla nan bir cismin kütlesi; 32,174 libre (14,542
çiş
kg). 2) Nük. Ener. doğal uranyu m grafit
smelling bottle: içersinde amonyak ruhu bulunan şi
reaktöründe nükieer yakıt külçesi. 2) küçük bir
şe.
parça veya kütle halinde metal; özellikle bir mermi.
smelling salts: Başağrısı, baygınlık vb. ini geçirmek
3) Matb. a) satırlar arasın da kullanılan yazısız bir
için teneffüs edilen veya kullanılan amonyum karbo
satır kurşun; anterlin. b) lino tip makinesinde tek
nat ile güzel bir kokudan oluşan hoş kokulu bir
parça şeklinde dökülen kurşun satır.
karı şımı; amonyak ruhu.
sluice: 1) bir kanalda olduğu gibi sıvı (su) akımı dü
smelt: 1) saf metalden yabancı maddelerini ayırmak
zenlemek için bir kapı veya vaif ile donatılmış, su
için (maden cevheri cvb.ini) eritmek; tasfiye etmek.
için yapay bir kanal veya pasaj; savak. 2) böyle bir
2) bu şekilde (metal) damıtmak veya rafine etmek.
kapıdan geçen veya tutulan su, 3) bir savağı kapatıp
açmak için kullanılan kapı ya da valf; set. 4) 3) erimeye uğramak.
özellik le aşırı su için kullanılan herhangi bir kanal. 5) smelter: 1) eritme işinde çalışan kişi; melal tasfiyeci
si. 2) damıtma veya tasfiye işinin yapıldığı yer; damıt
altın cevherini yıkama, kütükleri nakletme vb. i için
kulla nılan kanal. 6a) bir savaktan akan su ile ma yeri veya tasfiyehane ya da tasfiye fırını (ocağı)
yıkamak, b) hızla akan su ile yıkamak. 7) bir veya cihazı.
kanalda (kütük vb. ini) taşımak. 8) bir savakta smeltery: içinde tasfiye işinin yapıldığı bina, işyeri
olduğu gibi akmak. vb. i; tasfiyehane.
sluice valve: Gem. Mak. sintine, perde vb. i yerlerde smelting: Bir cevheri yüksek sıcaklıkta eritici bir
kullanılan, akım yönüne dik olarak çalışan valf; mad de ile eriterek metali elde etme; üstte cüruf ve
altta saf ya da arı olmayan metal katmanları oluşur.
sül- yüz valf.
smith: Metal şeyler yapan ve özellikle kızgın (tavlan
slush: 1) gemide pişirilenlerden arta kalan atık yağ
veya gres. 2) makineler için yağlayıcı veya pas önle mış) ve yumuşak olduğu zaman onlara şekil veren,
yici olarak kullanılan türlü yağlı bileşiklerden herhan
onaran kişi; demirci; demirci ustası,
smithery: 1) demircinin işi veya sanatı; demircilik. 2)
gi biri. 3) özellikle koruma ve yağlamada, yağlı bir
biieşik ile örtmek. 4) sıva veya çimento ile yamala
demirhane.
smithsonite: 1) sarımsı renkli doğal çinko karbonat,
mak. 5) yumuşak çamur.
ZnCO3. 2) doğal çinko silikat; kalamin Bkz.
slush fund: 1) atık yağ vb. lerinin satışıyla gemide
calami
ku
rulan bir fon; küçük lüks şeyler almak için kullanılır. pılan koyu mavi cam tozu. 2) bu şekilde yapılan pig
Sm: Bkz. samarium. ment veya boya. 3) bu pigmentin koyu mavi veya lâ
smaek: 1) çoğu zaman şalupa gibi donatılmış, ben
zer armalı küçük bir yelkenli tekne. 2) balıkları canlı
muhafaza edecek şekilde donatılmış balıkçı teknesi.
small arms: Tabanca, karabina, tüfek vb. i gibi elde
taşınabilen ufak kalibreli ateşli silâhlar.
small calorie: Bkz, calorie.
small hours: Gece yarısını izleyen ilk bir kaç saat.
smallish: Bir dereceye kadar küçük; büyük olmayan
small pica: Matb. on bir puntoluk bir harf türü.
smalt: 1) silisyum dioksit, potas ve kobait oksitten ya
n smith's weld: Bkz. Sap weld.
e smithy: Demirci atelyesi, demirhane, özellikle nal
. bant atelyesi; demir imalâthanesi; nalbanthane.
smith's tongs: Parça döver veya işlerken demircile smog: Toz, polen, bakteri, duman ve kimyasal atık
rin kullandığı türlü kıskaçlardan herhangi biri; gazlar kapsayan ağır, kcyu renkli kent sisi; smog;
demir ci kıskacı. endüstri sisi.
smith's hearth: Demircilerin parça tavlamak üzere smoke: 1) bir şeyin yanmasıyla oluşan ve içersindeki
kullandıkları, kok kömürü ile fayrap edilen ocak;
de mirci ocağı.
smok e box 504 s no w b a n k
spirograph : Solunum hareketlerini kayıt etmede ha fazla (olacak şekilde) ayırmak. 5) çatlama işi ve
kulla
nılan bir cihaz; spirograf. ya işlemi. 6) boyuna bölünmüş veya ayrılmış; parça-
spiroid: Spiral gibi; spiral şekline sahip olan; sipiroit. larina bölünmüş. 7) bölünme; ayrılma. 8) çatlak; ya
spirometer: Akciğerlerin solunum kapasitesini ölç nk; rahne. 9) ufak parça.
mek için kullanılan bir alet; sipirometre. split-dye: Küçük çaplı diş açmak için kullanılan lok
spirometry: Spirometre ile akciğer kapasitesinin öl ma; yank lokma.
çülmesi; sipirometri. split nut: Sökme ve çıkarma kolaylığı nedeniyle iki
spiry: Spiral; helezon; sarmal. parçadan yapılmış somun.
spit: 1) tutuşturmak veya yakmak (bir fitili). 2) enjek split pin: Çoğu zaman büyük somunların boşalma ve
törün püskürtme yerine damla halinde yakıt verme ya gevşemesini önlemek amacıyla kullanılan pin; ça
si, damlatması ya da işeme yapması. tal pin; kopilya.
splash: 1) su ve çamur sıçratmak. 2) su ve çamur sıç split ring: Bkz. piston ring.
ratmaya neden olmak. 3) sıvı sıçratmaya neden ol split skirt piston: Eteklerinden segmanlara doğru
mak. 4) sıçratma işi veya sesi. 5) uçan su, çamur uzanan ve ısıl genleşmeyi karşılayan yarığı bulunan,
vb. kütlesi. alüminyum alaşımından yapılmış piston; yarık etekli
splashboard: 1) ıslak veya yağışlı havalarda yayaları piston.
taşıt araçlarının sıçrattıkları zifostan koruyan siper ve split wheel: Sökme ve takma kolaylığı nedeniyle iki
ya tahtadan koruyucu; çamurluk. 2) bir teknenin gü parçadan yapılıp, yerinde birbirine bağlanan dişli
vertesini sıçrayan sulardan korumak için kullanılan çark veya volan gibi bir teker.
siper. 3) bir savağı kapamak için kullanılan kapak. spluttering: Seriz. Mot. hava- yakıt karışımının tutuş
splasher: Sıçrayan şeylerden koruyan herhangi bir ması sırasında açık olan emme supabı nedeniyle
şey; Oto. çamurluk. karbüratörde oluşan yanma; karbüratör yangını.
splash lubrication: Mot. alt karterdeki yağa çarparak spondumene: Kristalli bir mineral olan, lityum alümin
onu yağ sisi haline getirerek yapılan yağlama; çarp yum silikat, LiAI (Si0 3 ) 2 ; çoğu zaman açık yeşil ve
ma ile yağlama; piston kolunun büyük tarafındaki ya ya san renkli ve bazan mücevher olarak kullanılan
tak alt kepi ile sağlanır ve küçük güçlü, yüksek veya bir mineral.
süper yüksek devirli motorlara uygulanır. spoke: 1) bir teker, volan vb. inin göbeği ve çevresi
splash plate: Buh. Kaza. buhar domu veya dramı için (jantı) arasında uzanan kollar; tekerlek parmaklıkla-
de bulunan ve kazanın çalışması sırasında suyun sıç nndan herhangi biri. 2) Den. gemi dümen dolabının
ramasına engel oları levha; sıçratma levhası. çevresinde bulunan sabit, tutma parçalarından her
spiash-proof: Sıvı, özellikle su damlacıklarının sıçra hangi biri; dümen dolabı kavelatası. 3) kavelata, te
masına karşı dayanıklı (elektrik makinesi vb.). kerlek parmaklığı vb. ile donatmak.
splash-proof machine: Havalandırma delikleri, sıçra spokeshave: Orj. Ola. kavelata, merdiven ve tekerlek
yan su damlacıkları giremeyecek şekilde düzenlen parmaklığı vb. ine şekil vermek, yuvarlak yüzeyleri
miş makine; sıçramaya karşı (korunmalı) makine. kesip temizlemek için kullanılan, iki ucunda tutula
splash system: Bkz. splash-system lubrication. cak yeri olan bıçaklı bir alet; parmaklık rendesi.
splash system lubrication: Bkz. splash lubrication. sponge: 1) büyük, sabit koloniler halinde büyüyen,
splice: 1) uç kollarıni birlikte örerek (halatları veya ha lif iskeletli, sağlam ve gözenekli yapısı, bitkiye ben
lat uçlarını) birleştirmek veya örmek; halat dikişi yap zeyen bir deniz hayvanı; sünger. 2) bu hayvanlarin
mak. 2) tahta parçalarını, özellikle uçlanndan birbiri iskeleti veya iskeletlerinin bir parçası. 3) süngere
üzerine bindirerek birleştirmek. 3) ek; ek yeri. benzeyen herhangi bir madde; özellikle: a) ameliyat
spline: 1) özellikle eğrilerin çiziminde kullanılan, me larda kullanılan pamuk tampon, b) gözenekli kütle
tal veya tahtadan, uzun, yassı, esnek bir parça. 2a) ler halinde bulunan, platin gibi, türlü metallerden
şaft ve kasnak arasında olduğu gibi, parçalar arasın herhangi biri. c) plâstik vb. maddelerden yapılan yı
daki oyuk ya da yarığa konularak, parçaların aynı kama, banyo vb. inde kullanılan süngerimsi bir mad
hareketi yapmasını sağlayan yassı kama veya dil. b) de. 4) sünger gibi olmak.
uzun bir kama kanalı. 3) bunun yerleştirildiği oyuk sponge, lufah: Bkz. lufah sponge.
ya da yarık. 4) kama yerleştirmek. 5) kama için bir sponger: Sünger toplayan kişi ya da tekne; sünger
yarık veya yuva kesmek, açmak veya yapmak. 6) iç avcısı; sünger teknesi.
ten ve dıştan dişli parçalan birbirine geçirerek birleş sponginess: Sünger gibi (süngerimsi) olma durumu
tirmek. 7) freze oluklu geçme yapmak. veya niteliği.
splined: Dişler yarimıyla birbirine geçme. spongy: 1) sünger gibi; özellikle: a) hafif, yumuşak
splined joint: Yivli conta. ve esnek, b) gözenekli; delik veya gözenek dolu. c)
spline ring. Diz. Mot. iki yarım daire parçası şeklinde emici. 2) süngere ait; sünger özelliğinde.
yapılmış ve iç kısımları dişli bir çember. spontaneity: 1) kendiliğinden olma durumu veya nite
spline shaft: Frezeli şaft veya mil; kamalı şaft. liği. 2) Çoğ. kendiliğinden hareket, aksiyon vb.
spline shaft bearing: Frezeli şaft veya mil yatağı; ka spontaneous: 1) kendiliğinden, kendi kendine olan.
malı mil yatağı. 2) dış bir neden veya etki olmaksızın; kendi enerjisi,
spiit: 1) iki veya daha fazia parçaya ayırmak, kesmek kuvveti vb. ile görünen veya üretilen ya da vukubu-
veya bölmek; boyunca ayırmaya neden olmak; kat lan; kendiliğinden hareket. 3) doğal olarak büyü
manlarına ayırmak. 2) parça veya hisselerine böl yen.
mek. 3) Kimy. a) atomlarına ayırmak (bir molekülü); spontaneous combustion: İç kimyasal etki tarafın
bileşenlerine ayırmak, b) atom ya da atomlarda nük dan üretilen ısı sonucu tutuşma veya yanma işlemi;
leer fizyon oluşturmak. 4) boyuna olarak iki veya da kendiliğinden yanma; kendiliğinden tutuşma.
spoo l 516 spri n g lea f
başlaması.
star washer. Yıldız rondela.
starting, air: Diz. Mot. basınçlı hava ile ilk hareket.
state:Durum.
starting air: Diz. Mot. hava kompresörleri tarafından
state function: Durum fonksiyonu; bir termodinamik
sağlanan ve basıncı yaklaşık 20-37 bar olan hava; ilk
sistemi belirtmek için kullanılabilen herhangi bir mik-
hareket havası; ilk hareket için kullanılır.
roskopik nicelik: Basınç, hacim, sıcaklık ve entalpi.
starting air bottle: Bkz. starting air vessel.
state room: 1) gemi kamarası. 2) bir demiryolu
starting air compressor; Dizel motorlarıyla yürütülen
vago nunda özel uyku odası veya kompartrnanı.
gemilerde ilk hareket için basınçlı (20-37 bar) hava
: sağlamak üzere kullanılan, pistonlu türden bir kom stateroom: Bkz state room.
presör; ilk hareket havası kompresörü. state of aggregation: Maddenin fiziksel durumu: Ka
starting air tank: Bkz. starting air vessel. tı, sıvı veya gaz.
starting-air valve: Bkz. starting valve. state of matter: Maddenin durumları; maddenin katı,
starting air vessel: Diz. Mot. içersinde yakalşık ola sıvı ve gaz olmak üzere üç durumu vardır; madde
rak 20-37 bar basıncında hava bulunan çelik silindir; bunlardan birinin şeklinde olmak zorundadır.
ilk hareket havası tüpü. static: 1) sadece ağırlığı ile etkileme: Hareketsiz bir
starting box: Elekt. doğru akım motorlanna yol ver gövde veya kütle tarafından uygulanan basınç için
mek için kullanılan, aralarında dirençler bulunan söylenir. 2) hareketsiz veya denge durumunda oian
kontaklar ve kontak kolundan oluşan bir kutu; di gövdeler, kütleler veya kuvvetler; statik; durağan;
renç kutusu; yol verme direnci; kademeli direnç. karşıtı dinamik. 3) hareket etmeyen veya gelişme
starting button: Marş düğmesi; ilk hareket düğmesi. yen; sükûnette; faal olmayan; sabit; hareketsiz. 4)
Elekt. sürtünme ile üretilen statik elektriğe ait veya
starting cam: Diz. Mot. ilk hareket havası valîlannın
onu belirten. 5) atmosferde radyo alıcılarına müda
açılmasını sağlayan ve onu bir süre açık tutarak, ba
hale eden elektriksel boşalım veya deşarj. 6) böyle
sınçlı ilk hareket havasının silindire verilmesini sağla
boşalımlar tarafından üretilen gürültü veya parazit
yan kam, eksantrik veya kem.
ler.
starting, electric: Mot., Gaz. Türb. bir marş devresi
veya elektrik motoru yardımıyla ilk hareket; elektrik statical: Bkz, static.
enerjisi ile ilk hareket. statically: Durağan veya statik bir şekilde (tarzda).
starting fluid: Diz. Mot. soğuk havalarda kolay ilk ha statically balanced: Statik veya durağan olarak den
reket sağlamak için kullanılan, buharlaşma ve kendi gelenmiş.
liğinden tutuşma noktası düşük olan, çoğu zaman di- statta balance: Dönen bir cisim veya sistemin, ağırlık
etil eter ve silindir yağından oluşan bir kimyasal; ilk merkezi ile dönme ekseninin çakıştığı denge; statik
hareket sıvısı. veya durağan denge; statik balans.
static charge: Statik veya durağan yük; bir maddede
starting gear: Diz. Mot. hava kompresörleri, hava tüp
kalan ve akmayan bir elektrik yükü ya da şarjı; bir
leri, redyusin valf, distribütör, startin valf vb. inden
ipeğe sürtülen cam çubuk ile üretilen elektrik şarjı gi
oluşan donanım; ilk hareket donanımı.
bi.
starting lever: Diz. Mot. ilk hareket kolu veya levyesi.
starting motor: Küçük güçlü, yüksek devirli motorlar static converter: Alternatif gerilimi doğru gerilime dö
da kullanılan ve ilk hareketi sağlayan seri türden bir nüştüren ve hareketli parçaları olmayan bir değiştiri
elektrik motoru; marş motoru; ilk hareket (elektrik) ci veya konvertör; redresör; statik konvertör.
motoru. static electricity: Bir izolatördeki sabit elektrik yükle
starting position: ilk hareket durumu, özellikle ilk ha ri; durağan elektrik; statik elektrik.
reketleri basınçlı hava ile yapılan makinelerde, pisto static equilibrium: Bir cismi etkileyen kuvvetlerin bi
nun üst ölü noktayı az bir miktar geçtiği durum; ba leşkesinin sıfır olduğu denge; statik denge; durağan
sınçlı hava bu durumda silindirlere verilir. denge.
starting rope: Bazı küçük motorları çalıştırmak ama static friction: Fiz. birbirine temas eden hareketsiz iki
cıyla motor kasnağına sanlarak çekilen ip ya da kay katı arasındaki sürtünme; statik sürtünme.
tan; ilk hareket ipi. static head: Manometrik yükseklik; statik yükseklik
starting solenoid: Oto. marş devrelerinde kontak veya yük; metre su sütunu (m.ss) veya milimetre su
anahtari ile marş motoru arasında bulunan bir bo sütunu (mm.ss) türlerinden belirtilir.
bin; devreyi kapatarak marş motorunun çalışmasını static machine: Nispeten yüksek gerilimli elektrik de
sağlar; marş otomatiği; marş solenoiti; solenoit bo polamak için kullanılan sürtünmen bir elektrik maki
bin. nesi; örneğin Vimşurst makinesi; statik (durağan)
starting switch: Mot. ateşleme, özellikle marş devrele makine.
rini çalıştırmak için kullanılan bir anahtar; kontak static pressure: Bir sıvıda serbest olarak hareket
anahtan. eden bir cismin yüzeyine dikey olarak uygulanan ba
starting system: Mot. özellikle ilk hareketi basınçlı ha sınç; statik (durağan) basınç.
va ile sağlanan dizel motorlarında hava kompresörle statics: Hareketsiz veya denge durumunda olan göv
ri, hava tüpleri, kısma valfı, ilk hareket havası, distri deler, kütleler veya kuvvetleri inceleyen mekanik biti
bütör vb. gibi kısımlarla bunlari birbirine bağlayan mi dalı; statik; statik bilimi.
boru devresi, valflar, basınç göstergeleri, güvenlik station: 1) radyo dalgalarını almak veya iletmek üze
supabı vb. inden oluşan devre; ilk hareket sistemi; re donatılmış yer; özellikle bir radyo veya televizyon
ilk hareket devresi. yayını için stüdyolar, ofisler ve teknik donatımlarin
starting valve: Diz. Mot. basınçlı (20-37 bar) havayı si tümü. 2) haritacılıkta ölçümlerin yapıldığı sabit nokta
lindirlere vererek ilk hareketi sağlayan valf; iik hare nirengi. 3) donanma gemilerinin görev için gönderil
ket valfı; Gem. Mak. startin valf; kam mili veya distri dikleri yer ya da bölge. 4a) otobüs veya tren istasyo
bütör sistemi ile çalışan ve silindir kapağı üzerinde nu gibi bekleme yeri; durak, b) böyle yerlerde yolcu
bulunan bir valf. lar için bina veya binalar; istasyon.
s t a t ionary 522 steam
atında
stationary: 1) hareket etmeyen; hareketsiz, sabit; sü olan.
kûnette; müteharrik olmayan. 2) değeri, durumu vb stauroscope: F/z. kristallerin titreştiği polarlanmış ışık
değişmeyen; azalmayan veya çoğalmayan. düzlemlerinin durumunu bulmak için kullanılan bir
stationary arm.: Benz. Mot. distribütör platinlerini cihaz; storoskop.
taşı yan hareketsiz kol; distribütör örsü; sabit kol. stay: 1) çoğu zaman çelik tellerden yapılmış, gemi di
stationary blade: Buh. Türb. hareket etmeyen, rotor reklerini taşımak için kullanılan kalın bir halat; istiral-
çevresinde bulunmayan, türbin keysine bağlı olan ya halatı; vento. 2) istiralya halatı veya halatlan ile
kanat; sabit kanat; hareketsiz kanat; özellikle: a) hız sağlamlaştırmak veya desteklemek. 3) ventoları hare
basamaklı aksiyon türbinlerinde buharın sadece yö ket ettirerek (bir direğin) açısını değiştirmek.
nünü değiştiren kanat, b) reaksiyon türbinlerinde bu stay: 1) alev borulu kazanlarda cehennemlik arka ay
harın basıncını düşüren ve ona hız kazandıran ka nası ile kazanın arka aynasını birbirine bağlayarak
nat. bu kısımların dayanıklığını çoğaltan kısa çelik çubuk
stationary engine: Sabit bir yere yerleştirilmiş buhar lardan herhangi biri; bir ucu cıvata veya perçin başı
türbini, dizel motoru, gaz türbini vb. i gibi bir maki şeklinde ve diğer ucu ise klavuzlu, dairesel kesitli çu
ne; sabit makine; stasyoner makine. buk; masura; staybolt şeklinde de kullanılır. 2) ger
stationary engineer: Sabit makineler, buhar kazanla me veya çektirme cıvatası; payanda cıvatası. 3) ma
rı, havalandırma teçhizatı vb. mekanik donanımın ba sura ile dayanıklığını arttırmak.
kımını yapan ve onu çalıştıran kişi; makine işletme staybolt: Bkz. stay (1
mühendisi; makinist. ).
stationary motor: Bkz. stationary engine. stayed surfaces: Kazan zarfının masura, payanda
stationary parts: Bir ısı makinesi, elektrik makinesi, vb. i tarafından taşınan yüzeyi; masuralı yüzeyler;
motorlar vb. inin esasını oluşturan hareketsiz parça payandalı yüzeyler.
ların tümü; sabit ya da hareketsiz parçalar. stay, girder: Bkz. girder stay.
stationary unit: Sabit kara ünitesi; Bkz. stationary stay rod: 1) buhar kondenserlerinde boru aynalarını
engine. birbirine sıkıca bağlayan uzun, uçları klavuzlu çelik
station w agon: Arka koltukları katlanabilir veya çubuklar, Gem. Mak. payanda veya stey. 2) Bkz. t h
çıkarı labilir ve arka kapağı açılarak kolayca bagaj rough stay,
vb., yük lenebilen bir tür otomobil; pikap; stay, through: Bkz. through stay.
kaptıkaçtı; steyşın vagon. stay tube: Alev borulu kazanlarda hem gazların üze
stationary wave: Aynı amplitud ve aynı frekansta, rindeki ısıyı çevresindeki suya aktaran ve hem de ka
bir madde içinde aynı anda fakat zıt yönde hareket zan ön aynası ile cehennemlik ön aynası arasında
eden iki dalga hareketi tarafından oluşturulan bir dal dayanıklık arttırmak için kullanılan borulardan her
ga şekli; sabit dalga. hangi biri; dış çapı alev borularına eşit ve iç çapı ise
statistic: İstatistik; Nad. Ola. istatistik onlardan küçüktür; payanda borusu.
bilimi. std.: Bkz. standard.
statistical: İstatistiğe ait; istatistik esaslarına göre; steadfast: Sabit; değişmeyen.
ista tistikle ilişkili. steadily: Sabit, değişmez bir şekilde (tarzda).
statistically: 1) istatistikler şeklinde. 2) istatistik steadiness: Sabit veya değişmez olma durumu veya
bilimi ne göre. 3) istatistikler yardımıyla. niteliği.
statistician: istatiksel verileri- düzenleyen, sınıflandı steady: 1) sabit; değişmez; sallanmaz, titremez, sen
ran ve cetvel haline koyan bir kişi veya istatistik uz delemez vb. 2) sabit, muntazam, düzgün veya de
manı ya da mütehassısı. vamlı; değişmeyen, dalgalanmayan, sarsılmayan. 3)
statistics: 1) belirli bir konu hakkında önemli bilgiler kolayca yarılmayan, tahrik edilemeyen veya alt üst
sağlamak için, sayısal türden, düzenlenmiş, sınıflan edilemeyen; sakin ve denetlenir. 4) Den. kaba bir
dırılmış veya cetvel haline sokulmuş veriler veya ger denizdeki gibi, daima dik duran ve başını muhafaza
çekler. 2) bu tür gerçekleri veya verileri düzenleme, eden: Bir gemi için söylenir. 5) Dan. viya böyle; sa
sınıflandırma ve cetvel haline koyma bilimi; istatistik; kin ve kontrollü ol. 6) geminin başını böyle tut: Ser-
istatistik bilimi. dümene verilen emir.
stator: Bir elektrik motoru, dinamo, buhar türbini, steady flow: Sabit bir noktanın hızının değişmediği
santrfüj pompa vb. inde olduğu gibi, döner hareketli veya sabit kaldığı, bu arada partiküllerinin sürekli
parçaya bir mahfaza ya da kapalı hacim oluşturan düzgün harekette olduğu sıvı akımı; viskoz akım;
sabit kısım; stator; hareketsiz veya sabit kısım. düzgün akım.
stator vanes: Gaz. Türb. kendisinden geçen yüksek steady flow system: Viskoz akım sistemi; Bkz. ste
basınç ve sıcaklıktaki gazın basıncını düşürerek ona ady flow.
yüksek hız kazandıran sabit kanatlar; bir tür nozul steam: 1) Orj. Ola. buhar, duman veya herhangi bir
(meme) görevi yaparlar. şeyden çıkan koku veya duman. 2) kaynama nokta
statoscope: 1) çok duyarlı bir aneroit barometre. 2) sına kadar ısıtılan suyun dönüştüğü görünmeyen bu
uçaklarda altitüt, rakım veya yükselti ölçmek için kul har ya da gaz; stim; su buharı: Basınçlı olduğu za
lanılan böyle bir barometre veya bu barometrenin man güç kaynağı olarak ve ısıtmada kullanılır. 3)
değiştirilmiş şekli; statoskop. pencerelerde görülen yoğuşmuş su buharı. 4) bu
statue mile: 5 280 fit'e (1609,344 m'ye) eşit bir uzun har gücü. 5) güç; kuvvet; enerji. 5) ısıtma, tahrik
luk mili; 1 609 m kabul edilir; kara mili. (propulsiyon) vb. için buhar kullanımı; buhar tarafın
staurolite: Alüminyum ve demirin koyu renkli komp dan ısıtılan, işletilen, yürütülen vb. 6) bir boru gibi,
leks silikatı; storelit. buhar kapsayan veya nakleden. 7) buhar ile muame
staurolitic: Storelit'e ait; storelit özelliğinde ya da tabi le edilen; buharın etkisine maruz bırakılan. 8) buhar
s t ea m a ccumula to r 523 s t ea m gene ra t o
r
veya buhara benzer buğu, özellikle buğu çıkarmak.
9) buhar gibi yükselmek; buhar neşretmek veya çı steam
Klaslyuscycle: Karno (Carnot),
(Clausius) vb. i buharRankin (Rankine) veya
çevrimlerinden her
karmak, 10) bir pencere gibi buhar veya yoğuşum hangi biri; stim çevrimi; buhar çevrimi ya da saykılı.
suyu ile kaplanmak. 11) buhar üretmek. 12) buhar steam cylinder: Buhar veya stim silindiri; özellikle pis
gücü İle hareket etmek. 13) neşretmek veya çıkar tonlu pompalarda sıvı silindiri pistonunun çalışması
mak (buhar veya stim). nı sağlayan buhar pistonunun çalıştığı silindir.
steam accumulator: Kazanın üretimi, talebi geçtiği steam cylinder oil. Buh. Mak, silindirlerinin yağlan
zaman enerjiyi depo etmek üzere kullanılan ve talep masında kullanılan, renkleri siyah veya çok koyu ye
arttığı zaman enerji sağlayan bir depo; buhar akü- şil olan ağır viskoz kampavunt (ikili) veya mineral
mülatörü. yağlar; buhar silindiri yağı; Bkz. black oil.
steam-assist atomizer: Buh. Kaza. fuel oil veya akar steam deflector: Gem. Mak. geri hareket (tornistan)
yakıtı taze buhar yardımıyla püskürten atomizör ya türbininin alçak basınç türbini ile aynı keys içinde ol
da börner; buhar püskürtmeli atomizör. duğu makinelerde, ileri buharının geri türbinine gir
Steam and feed water systems: Buharın kazandan mesini önleyen disk; buhar yansıtıcısı; buhar deflek-
çıkıp, makinede iş yaptıktan ve kondansörde yoğuş- törü.
tuktan sonra, tekrar kazana dönünceye dek geçtiği steam distillation: Suda çözünmeyen sıvıların için
devreler; açık, yarı açık veya yarı kapalı ve kapalı den buhar küreleri geçirilerek damıtma yöntemi; bu
devreler olmak üzere üç türlüdürler. harlı damıtma; stimli damıtma.
steam, auxiliary: Yardımcı buhar; Bkz. auxiliary ste steam drier: Buhar kurucutucu.
am. steam-driven: Buharla çalıştırılan (pompa, yardımcı
steam baffle: Buhar perdesi veya bafılı. 1) buhar kon- makine, makine vb.).
denserierinin üst kısmında bulunan ve makineden steam drum: Su borulu kazanların yarısı suya ve di
gelen egzoz buharının kondenser borularına yayıla ğer yarısı buhara ayrılan, yatay, silindir şeklindeki
rak kolayca yoğuşmasını sağlayan perde. 2) Buh. kısmı; buhar dramı; buhar domu; su ve buhar dramı
Kaza. buhar domunda bulunan su boruları veya ar veya domu.
ka hederden gelen haşlak su içindeki buharı ayıran steam, dry: Bkz. dry steam.
ve üzerinde delikler bulunan perde. steam engine: Silindir içindeki pistonun alt ya da üst
steamboat: Buharlı tekne; buharlı gemi; Bkz. steams tarafına, sıra ile verilen basınçlı buhar yardımıyla ha
hip. reket ettiği, mekanik enerji üreten bir makine; buhar
steam boiler: Suyu ısıtıp kaynatarak basınçlı buhar makinesi; pistonlu buhar makinesi; reciprocating
üreten, atmosfere kapalı kap; buhar kazanı; Bkz. bo steam engine olarak da kullanılır.
iler. steamer: 1) buhar gücü ile çalışan, özellikle; a) bu
steam box: Bkz. steam chest. harlı gemi. b) buhar gücü ile yürütülen kamyon ve
steam calorimeter: Yaş buharın kalitesi veya su bu ya otomobil, c) pistonlu buhar makinesi. 2) herhan
harı yüzdesinin saptanmasında kullanılan bir cihaz; gi tür bir gemi.
buhar kalorimetresi. steam, exhaust: Bkz. exhaust steam; egzoz buharı.
steam calorimetry: Kalorimetre ile buharın kalitesinin steam expansion: Buh. Mak. silindire verilen buhar
ölçülmesi; buhar kalorimetrisi. kesildikten sonra, buharın üzerindeki basınç ya da
steam cargo winches: Den. pistonlu buhar makinesi enerji nedeniyle pistonu hareket ettirmesi ve bu ara-*
ile çalıştırılan yük vinçleri; buharlı veya stimli yük da basıncının düşmesi ve hacminin büyümesi; buha
vinçleri. rın genişlemesi; genişleme; ekspansiyon.
steam chest: Buhar makinesi üzerinde, kazandan ge steam-fire apparatus: Bir manifold, bu manifoldu
len buharın toplandığı ve slayd valf Bkz. slide valve kaplayan metal kabin (hücre), mastır valf ve dreyn
yardımı ile silindire verildiği kapalı hücre; Gem. Mak. valftan oluşan bir yangın söndürücü; buharlı (stimli)
slaytkeys; çekmece mahfazası. yangın söndürme cihazı.
steam collection pipe: Kazanların buhar bölgesi bo steam fitter: Buharlı basınç sistemlerinde, örneğin ka
yunca uzanan ve sadece üst tarafında küçük çaplı zanlar, boru devreleri vb. lerinde bakım, onarım ko
delikler bulunan ve emniyet valfı, basınç göstergesi, nusunda uzman olan kişi; mekanik, buhar mekani
stop valflann bağlandıkları boru; buhar toplama bo ği, Gem. Mak. buhar fiter'i.
rusu; iç buhar borusu; dry pipe olarak da kullanılır. steam fitting: Buhar mekaniğinin işi veya görevi; bu
steam condenser: Buhar kondenseri veya yoğuşturu- har tesisatçılığı.
cusu, Bkz. condenser. steam gauge: Buh. Kaza. buhar basıncını göstermek
steam condition: Buharın basınç, sıcaklık, özgül ha üzere kullanılan Bourdon (Burdon) borulu gösterge;
cim, ıslaklık vb. i ile belirtilen durumu; buharın duru ,Gem. Mak. stim geyiç, buhar basıncını bar, atm,
2
mu; buharın konumu. atü, kgf/cm , psi vb. i türlerden belirtir; Bkz. pressu
steam-cooled engine: Buharla soğutulan makine; re gauge.
özellikle küçük güçlü yüksek devirli dizel motoru. steam generator: 1) buharlı bir makine tarafından ça
steam cushion: Buh. Mak. egzoz olayının sonuna lıştırılarak elektrik enerjisi üreten dinamo; buharlı je
doğru, piston henüz kursunu veya strokunu tamam neratör. 2) kapasitesi veya ürettiği buhar miktarı
lamadan önce, slayt valfın portu kapatması sonucu kg/saat olarak çok yüksek olan kazan; buhar ürete
silindirde hapsedilen egzoz buharı; buhar makinele ci; stim jeneratörü. 3) basınçlı su reaktörlerinde, bu
rinin en önemli kayıpları olan buharlaşma ve yoğuş- har üretmek için reaktör soğutucusundan ısıyı ikincil
ma kayıplarını azaltmak için oluşturulur; buhar yastı (sekonder) besi suyuna aktarmak üzere kullanılan
ğı. bir cihaz.
stea m hamme r 524 stea m table s
steam hammer: Buhar makinesi ile çalıştırılan tok bir tesis veya kuruluş; buharlı güç tesisi; Termik
mak veya şahmerdan; buharlı şahmerdan; stimli tok santralların büyük bir bölümü gibi.
mak. steam press: Büyük yolcu gemilerinde çamaşırhane
steam heating system: Düşük basınçlı (3 bara ka lerde kullanılan bir tür ütü; stimli ütü; buharlı ütü; bu
dar) buharın kullanıldığı, boru devreleri, radyatörler harlı pres.
vb. inden oluşan kapalı bir devre; buharlı ısıtma dev steam pressure: Buharın bar, at, atm vb. i türünden
resi veya sistemi. basıncı; buhar basıncı.
steamily: Buharlı bir şekilde veya tarzda. steam prime movers: Buhar türbinleri, pistonlu bu
steaminess: Buharlı olma durumu veya niteliği. har makineleri, buhar motorları gibi, su buhannın ge
steaming: Bir kazanın buhar üretmesi; buhar üretme. nişlemesiyle güç üreten makineler; buharlı güç üre
steaming hours: Kazanın fayrap edildiği ve buhar teçleri.
ürettiği tüm zamanlar; buhar üretme zamanlan. steam quality: Buharın içinde bulunan, onun basınç
steam injector: Taşıntı valfı dışında hareketli parçası ve sıcaklığı ile değişen ve bir kalorimetre ile sapta
bulunmayan, kazanlara yardımcı devreden, işletme nan nem içeriği; buhar niteliği; yüzde türünden belir
basıncından 3-4 bar daha yüksek basınçta su basabi- tilir.
len iç içe nozul ve difüzörlerden oluşan besi (fid) su steam rate: Pistoniu buhar makinesi veya buhar türbi
yu pompası; buhar enjektörü. ninin beygirgücü veya kilovat başına sarfettiği buhar
steam jacket: Buh. Mak. silindir bloku ile silindir göm miktari.
leği arasında bulunan ve içersine taze buhar verilen steam roller: Yol yapımı ve onarımında kullanılan, bu
boşluk; buhar ya da stim ceketi; silindirde yoğuşma- harla çalışan ağır bir araç; buharlı silindir.
yı önler, buharlaşma ve yoğuşma kayıplarını azaltır. steam, saturated: Bkz. saturated steam.
steam lap: Pist, Buh. Mak. slayt valf (çekmece) orta steam separator: Anî yön değiştirerek oluşan merkez
durumda iken veya altta ve üstte buhar portlarını ay kaç kuvvet nedeniyle buharın içindeki yabancı mad
nı miktar kapamışken, üst buhar portu üst kenarı ile deleri, özellikle suyu ayıran cihaz; buhar separatörü;
çekmecenin (slayt valfın) buhar tarafındaki ucu ara buhar türbinlerinin giriş valflarından hemen önceye,
sındaki parça; buhar lebi. buhar giriş tarafına yerleştirilir.
steam lead: Buh. Mak. egzoz olayı sonunda piston steam shield: Sabit kara tesislerinde boğaz glendleri
henüz ölü noktalarından birine varmadan önce, ile türbin mahfazasının rotor tarafına bağlanan ve tür
slayt valfın (çekmecenin) portu buhara açtığı an; bu bine verilen buhann boğaz tarafına geçişini önleyen
har lidi; erken giriş; Gem. Mak. stim lidi. metal çember; buhar kalkanı.
steam lines: Buhar kazanlarından ana veya yardımcı steamship: Buhar gücü (enerjisi) ile yürütülen, maki
makinelere kadar olan boru devresi; buhar devresi; nesi pistonlu buhar makinesi veya yüksek güçlü bu
buhar hattı; stim hattı. har türbini olan gemi; buharlı gemi; stimli gemi; SS,
steam, live: Kazandan çıktığı durumu ile buhar; taze S/S, S.S. kısaltmaları ile belirtilir.
buhar; iş görmemiş veya bir buhar makinesi, nozul steam shovel: Büyük, mekanik olarak işletilen buhar
vb. inde genişletilmemiş buhar; canlı buhar. lı bir kazıcı veya ekskavatör.
steam nozzle: Buharın basıncını düşürerek ona steam sieve: Buhar filtresi, süzgeci veya separatörü;
önemli miktarda hız kazandıran bir parça; buhar me Bkz. steam strainer.
mesi; buhar nozulu; buhar türbinleri, buhar enjektö steam smothering: Gemilerde, özellikle ambarlarda
rü vb. i yerlerde kullanılır. oluşan yük yangınlannın söndürülmesi amacıyla bu
steamotive unit: Bir besi (fid) suyu pompasının verdi har açılması; buharla söndürme; buharla boğma; bu
ği suyun ekonomizörden sonra kazan borularına ve hara boğma.
rilerek buharlı su oluşturan ve bir separatörde ayrı steam smothering line: Buharla söndürme veya boğ
lan yaş buharın yine kazan içindeki borularda kızgın ma devresi; Bkz. steam smothering.
buhara dönüştürüldüğü bir ünite; stimotif ünite. steam space: Alev borulu kazanlarda iç hacmin
steam pipe: Bkz. steam line. 1/3'ü ve su borulu kazanlarda buhar dramının 1/2'-
steam piston: Buhar ile çalıştırılan pompalarda stim sini oluşturan ve fayrap seviyesi üzerinde bulunan
silindiri içindeki piston; buhar pistonu; stim pistonu. hacim; buhar bölgesi; buhar mahalli.
steam plant: Buhar tesisi; buharlı tesis; Bkz. steam steam stop valve: Buh. Kaza. üretilen buharın, stim
power plant. devresine verilmesini veya kesilmesini sağlayan, elle
steam point: Buhar noktası; standart basınçta (101 açılıp kapatılan vana; buhar stop (kesme) valfı; ana
-2
325 Nm veya 760 mm Hg) saf, an ya da damıtık su ve yardımcı devreler üzerinde bulunur.
o
yun kaynadığı sabit bir sıcaklık; 100 C. steam strainer: Buhar türbinlerinin buhar giriş tarafın
steam ports: Pist: Buh. Mak. silindir blokunun planya da bulunan ve perde şeklinde ve delik çaplan 2,38
edilmiş bir tarafında bulunan, alt ve üstteki ikisi taze mm (3/32")'den büyük olmayan separator; buhar
buhara, ortadaki egzoz buharına ait olan üç port; bu süzgeci; buhar filtresi; Gem. Mak. stim streyner,
har portları. steam, superheated: Bkz. superheated steam.
steam power: Buhar yada stim gücü. steam system: Gemilerde kullanılan ana ve yardımcı
steam powered: Buharla çalıştırılan; buharla işletilen; buhar devreleri, ısıtma devresi, türbinlerin boğaz
buharla yürütülen veya tahrik edilen. glend sistemleri, ısıtıcılarin buhar sistemi vb. i sistem
steam power plant: Buhar türbini, pistonlu buhar ma lerden herhangi biri; buhar sistemi; buhar devresi.
kinesi veya her ikisinin kanşımından oluşan bir ener steam tables: Basınca göre su buhannın sıcaklığı, en-
ji veya güç tesisi, sadece ana makineler değil pom talpisi, özgül hacim ve ıslaklık durumu vb. ini sayısal
palar, stokerler, fanlar vb. inin de stimle çalıştırıldığı olarak veren tablolar; buhar tablolari.
steam temperature 525 steer
lamak, sivriltmek veya keskinleştirmek. steel-
steam temperature: Buharın °C ya da °F türünden sı backed: Mot. çelik artlı (yatak vb. i).
caklığı; buhar sıcaklığı. steel-backed babbit: Çelik artlı beyaz metal veya ba-
steamtight: Buhar geçirmeyen; buharın geçmesine bitli (yatak), Bkz. babbit metal.
engel olan (valf vb. gibi). steel belt: Yaklaşık 11,5 m boyunda, 81 cm genişliğin
steam tiller: Dümen yekesine kumanda eden bir pis de ve 0,8 mm kalınlığında soğuk çekilmiş, parlatıl
tonlu buhar makinesi. mış çelik bant; cüruf, fosfat kayası, şeker, kil, dö
steam trap: Buharlı ısıtıcıların, devre dreynleri vb. küm kumu vb. i nemli, yapışkan karışımları taşımak
inin çıkış devresi üzerinde bulunan, yoğuşum suları üzere kullanılır.
nın geçişine müsaade eden, buharı tutan şamandra- steel-blue: Çelik mavisi renge ait.
lı, körüklü, bimetalik vb. i cihazlardan biri; buhar ka steel blue: Tavlanmış çeliğinki gibi, metalik bir mavi.
panı; Gem. Mak. stim trap. steel, cast: Bkz. cast steel.
steam turbine: Yüksek basınçlı buhar ile çalıştırılan steel casting: Türlü çeliklerden yapılan döküm; çelik
makine; genel olarak dakikadaki devir sayılari 3000- döküm.
6600 devir arasında değişen yüksek devirli ma kine; steel, croloy: Yüksek sıcaklığa dayanıklı, süperhiyter-
buhar türbini. lerde kullanılan ve krom kapsayan çelikler; krom mo
steam valves: Yaklaşık 104 bar'dan (1500 psi) küçük libden, paslanmaz krom veya krom-nikel alaşımları
basınçta buhar taşımak üzere kullanılan ve dökme da bu sınıfa girer.
demir veya dövme çelikten yapılan valflar, örneğin steel, forge: Bkz. forge steel. steel-
ana stop valf; buhar valfları; 17 bar (250 psi)'dan kü gray: Çelik grisi renge ait.
çük basınçta ve sıcaklığı 232 °C'den yüksek olma steel grit: Özellikle metal yüzeylere madenî püskürt
yan buhar için valflar dökme demir, demir olmayan me yapılmadan önce, yüzeyin düzeltilmesi için ba
alaşımlar, dökme veya dövme çelikten de yapılırlar, sınçlı hava ile püskürtülen küçük çelik tanecikleri; çe
buhar valfları sınıfına ana stop valflar, manevra valf lik (kum) taneciği.
ları, yardımcı stop valflar, gardiyan valflar vb.i tüm steeliness: Çelik gibi olma durumu veya niteliği.
valflar girmektedir. steel ingot: Çelik fırınlarından erimiş şekilde kalıplara
steam, wet: Bkz. wet steam. akıtılarak, sonradan dövmek veya haddeden geçir
steam-winch: Den. Esk. buharlı gemilerde kullanılan mek üzere orada katılaştırılan döküm; çelik külçe (in
ve küçük bir buhar makinesi ile çalıştırılan makine; got).
buharlı vinç; stim vinci. steel, mild: Bkz. mild steel.
steam windiass: Esas olarak gemi demirini elleçle- steel mil!: Çeliğin yapıldığı, işlendiği ve türlü şekiller
mek, bazan da halatlar için kullanılan ve bir buhar verildiği yer; çelik fabrikası.
makinesi ile çalıştırılan makine; buharlı ırgat; stimli steel plane: Çelik rende.
(demir) ırgatı. steel plate: Saç levha.
steamy: 1) buhara ait; buhar gibi. 2) buharla doldu steel, plate: Levha saç.
rulmuş veya örtülmüş. 3) buhar ya da buhara ben steel plating: Krom kaplamaya benzeyen, ancak
zer buğu yayarı veya neşreden; stimli; buharlı. elektrolitik olarak demirin yığıldığı, daha ucuz ve ko
stearaîes: Stearik asltin metalik tuzları, sabunları ve lay uygulanabilen bir işlem; çelik kaplama.
ya esterleri; stearatlar; hayvansal yağların esas bile steel rule: Çelik cetvel; genel olarak 30 cm boyunda
şenleri. ve 25,5 mm genişliğindedir.
stearic: Stearin veya yağa ait; stearin gibi; stearinden steel tape: Çelik metre.
türeyen; stearik. steel tool bit: Torna tezgâhlarında parça işlemek ve
stearic acid: Mum gibi katı bir yağ asiti; stearik asit, ya paso vermek için kullanılan kalem; çelik torna ka
C 17 H 35 COOH; bir çok hayvansal ve bitkisel yağda lemi.
bulunur ve mum, stearat, sabunlar vb. yapımında steel wire gauge: ABD, tüm çelik tellerin çaplarının
kullanılır. ölçülmesinde kullanılan bir alet; çelik telölçeri.
stearin: Beyaz renkli, kristalli bir madde, gliseril stea steel wool: Temizleme, düzeltme ve parlatma için kul
rat; stearin, (C 1 8 H 3 5 0 2 ) 3 C 3 H 5 ; hayvansal ve lanılan saç gibi çelik teller; bulaşık teli.
bitki sel yağların pek çoğunun katı kısmında steelwork: 1) çelikten yapılmış eşya ya da parçalar;
bulunur. çelik işi. 2) çelikten yapılmış iskelet veya yapı. 3)
stearoptene: Bitkilerden elde edilen bir uçucu yağın Çoğ. çelik fabrikası.
başlıca (esas) katı kısmı. steely: 1) çelikten yapılmış. 2) rengi, sertliği vb. çeli
steatite: Kütle halinde görülen talk; steatit; sabuntaşı; ğe benzeyen.
izolatör yapımında kullanılır. steelyard: Ağırlıklı veya uzun kollu el kantarı; el terazi
steatitic: Sabuntaşına ait; sabuntaşı gibi. si,
stedfast: Bkz. steadfast. steep: 1) batırmak, doyurmak veya işba haline getir
steel: 1) volfram, krom, manganez, nikel, vanadyum mek. 2) içine bir şey batırılmış sıvı. 3) bir sıvıda ıslan
ve molibdenle birlikte % 0-% 1,5 karbon kapsayan ma işlemine uğramak.
demir alaşımı; çelik. 2) belirli bir tür çelik: Seri çelik steeple head: Dik başlı; üçgen başlı veya kafalı: Bir
(karbon yüzdesi yüksek), yumuşak çelik (karbon perçin türü için söylenir.
yüzdesi düşük), orta çelik (karbon yüzdesi vasat) gi steer: 1) dümen yardımıyla (bir gemi veya botu) ida
bi. 3) bir parça çelik; çelikten yapılmış bir şey; özel re etmek. 2) rotasını veya hareketini yönetmek. 3)
likle: a) kıvılcım çıkarmak için çakmaktaşı ile kullanı idare etmek; yöneltmek; denetlemek veya kontrol et
lan çelik parçası, b) bıçak bilemek için kullanılan ka mek. 4) bir gemi, uçak, otomobil vb. ini idare et-
ba yüzeyli çelik; masat. 4) büyük dayanıklık veya
sertlik. 5) çeliğe benzeyen; çeliğe ait. 6) çelikle kap
steerag e 526 s t ereogra ph y
nehir vb.) baraj yaparak durdurmak ya da denetle fından iki ucunu birbirine bağlamış katı açı A/r ile
2
mek. 2) bir deliği tapalamak, tıkamak veya bastıra belirtilir; küre için tüm alan 4.nr olduğundan, küre
2
rak sıkıştırmak. nin merkezindeki toplam katı açı 47.nr/r veya 4TT
stem post: Den. omurganın, baş tarafta yükselen ve steradyan olur; sr kısaltması ile belirtilir.
3
suyu yaran kısmı; bodoslama; stem bar şeklinde de stere: Metrik sistemde hacmi 1 m 'e eşit olan birim.
kullanılır. stereo-: Katı, sağlam, üç boyutlu anlamlarında bir
stem-winder: Kurmalı saat. önek.
stencil: 1) üzerinde harfler, şekiller vb. bulunan ince stereo: Bkz. stereotype.
kâğıt veya metal kalıp; şablon. 2) böyle bir şablonla stereochemistry: Molekülleri oluşturan atomların ve
yapılan model, harfler vb. ya atom yapılarının gruplarının uzaysal düzenlemesi
stenciler (stenciller): Şablonlar yapan kişi veya şey. ile ilgilenen kimya dalı; stereokimya.
stereography: Bir düzlem yüzey üzerinde katı şekille-
stereoisomerism 527 st if f spri n g
de bulunduğu pelesenkli veya sedervalli kısım; şaft
ri üç boyutlu gösterme sanatı; düzgün olarak tanım kovanı; stern tüyüp; tüyüp; kovan; pervane şaft kova
lanan katıların yapıları ile ilgilenen solit geometri da nı.
lı. stern-tube bearing: Den. kovan şaft yatak; stern tü
stereoisomerism: Atomları veya atom grupları farklı yüp yatakları, a) iki yarım silindir parçası şeklinde
uzaysal düzenlenmiş aktif bileşiklerin optik olarak bronz veya pirinçten yapılıp içine, boyuna pelesenk-
izomerleşmesi. ler döşenen yatak; pelesenkli yatak, b) yine iki par
stereometric: Stereometri tarafından üretilmiş veya ça şeklinde çelikten yapılıp içine vayt metal dökülen
ona ait. ve yağ ile doldurulan yatak; metal yatak; sedervalli
stereometrica!: Bkz. stereometric. yatak, c) metal şel ve lâstikten oluşan ve pelesenkli
stereometrically: Stereometri ile. yatak gibi çalışan yataklar; lâstik yataklar.
stereometry: Katıların hacim ve boyutlarını saptama stern-tube bush: Bkz. stern-tube bearing.
sanatı. sterntube liner: Kovan gömleği veya layneri; Bkz.
stereophonic: Sinema, teyp veya radyoda olduğu gi stern-tube bearing.
bi, iki veya daha fazla kanal kullanarak farklı yönler sternway: Bir geminin geriye doğru hareketi veya tor
den ses vermeye ait veya onu belirten; stereofonik; nistanı.
iki ayrı sesli. stern-wheeler: Kıç tarafındaki padıl pervane (çark, pa-
stereopsis: Stereoskopik görüntü. dılvil) ile yürütülen bir buharlı (sitimli) gemi; kıçtan
stereoscopy: 1) stereoskopik etkiler ve teknikler bili çarklı gemi.
mi. 2) cisimleri üç boyutlu olarak görme. steroid: Bio. Kimy. katı alkoller veya sterol'ierin çev
stereotype: 1) bir kalıptan, tam bir sayfa gibi basıma rimli yapısına sahip olan, steroller, safra asitleri vb.
hazır olarak dökülen tek parça bir metal levha veya ini kapsayan bileşiklerden herhangi biri; steroit.
baskı klişesi. 2) stereotip. 3) stereotipini yapmak. 4) sterol: Bitki ve hayvan dokularında bulunan 27-30 kar
stereotip levhadan baskı yapmak. bon atomlu, karmaşık bir bileşik; sterol; katı alkol, ör
stereotyped: 1) setereotip tabiatında olan. 2) stereo neğin kolesterol.
tip levhadan basılmış, stibial: Antimona ait veya ona benzeyen.
stereotyper: Stereotip yapan (basan, döken) kişi ve stibin: Bkz. stibine.
ya şey. stibine: Üç değerli antimonun hidrürü; stibin, SbH 3 ;
stereotypic: Stereotipi ile üretilen veya ona ait. renksiz, zehirli bir gaz.
steric: Bir moleküldeki atomların uzaysal düzenleme stibium: Antimon; Simg. Sb; Bkz. antimony.
siyle ilişkili. stibinite: Kurşun grisi renkli, çoğu zaman kristalli ve
steric: Bkz. sterical. antimonun başlıca cevheri olan doğal antimon trisül-
sterile: 1) hiç üretmeyen veya çok az üreten; kısır. 2) für; stibnit, Sb 2 S3
canlı organizmaları veya mikropları olmayan; steril. .
sterility: Steril veya mikropsuz olma durumu veya ni stick: 1) Hava. boyuna ve yana doğru olan hareketle
teliği. ri kontrol etmek için kullanılan bir levye; manevra ko
sterilization: Mikropsuz yapma; mikropsuzlaştırma. lu; joy stick olarak da kullanılır. 2) Den. bir direk ve
sterilize: Büyük ısı ve kimyasal etki ile canlı organiz ya direk parçası. 3) sivri uçlu bir aletle delmek veya
malardan temizlemek; steril ya da mikropsuz yap delik açmak. 4) delik açarak bağlamak. 5) yapıştıra
mak. rak bağlamak. 6) yerleştirmek; koymak.
sterilizer: Mikropsuz hale getiren ya da sterilize eden sticky: 1) yapışkan; yapıştırıcı. 2) yapıştırıcı madde
kişi veya şey; özellikle ısı veya kimyasal etki ile canlı ile kaplı. 3) nemli.
organizmaları, mikropları tahrip eden bir cihaz. stiction number: Bkz. stiction temperature.
stern: 1) bir gemi veya botun arka tarafı, pupası veya stiction temperature: Yüksek güçlü, ağır devirli ve
kıçı. 2) herhangi bir şeyin arka tarafı veya ucu. ağır fuel oillerle çalışan dizel motorlarında yanma sı
stern bearing: Bkz. stern tube bearing. rasında oluşan vanadyum ve sodyum tuzlarının belir
stern chase: Den. diğerinin dümen suyunu veya pu li oranlardaki bileşiklerinin yanma sıcaklığı nedeniy
pasını izleyen bir gemi. le eriyerek alaşım çelikleri ve dökme demiri aşındır
stern chaser: Bir geminin kıç tarafına yerleştirilmiş ve dıkları sıcaklık; stikşın sıcaklığı.
geriye ateş etmek için kullanılan top. stiff: 1) bükülmesi zor; katı; sert; esnek olmayan. 2)
sternforemost: Kıça veya kıç tarafa doğru: Gemi için hareket etmesi veya çalışması zor; kolayca eğilip bü
söylenir. külmeyen. 3) gergin; sıkı. 4) sıvı veya gevşek değil;
stern light: Den. pupa feneri. kalın; yoğun. 5) kuvvetli, özellikle: a) hızlı olarak ha
sternmost: 1) pupa veya kıç tarafa en yakın. 2) en reket eden. b) yüksek potansiyel. 6) zor; güç. 7) ko
gerideki. lay veya doğal olmayan. 8) Den. taşınan açılmış yel
sternpost: Bir teknenin pupasında yukarı doğru, ço ken miktarı veya rüzgârın kuvvetine rağmen yana
ğu zaman dümeni taşıyan ana parça; kıç bodosla yatmayan veya eğilmeyen (gemi). 8) Den. GM'i bü
ma. yük olduğundan yalpaya düştüğü zaman çabuk dü
stern shaft: Den. kovan içinde dönen ve pervaneye zelen veya hızlı ve sert yalpa yapan (gemi); karşıtı
bağlı olan şaft; kovan şaftı; Gem. Mak. sternşaft; pe tender (ship).
lesenk, lâstik veya metal bir yatak içinde döner. stiffener: Gem, İnş. perde, ambar ağzı vb. i yerlerin
stern sheets: Açık bir teknede kıç taraftaki alan. dayanıklıklarını arttırmak için kullanılan profillerden
sternson: Den. iç omurgayı kıç bodoslamaya bağla herhangi biri; stifner; dayanıklık arttırıcı (profil).
yan eğri parça; kıç praçolu. stiff ship: Bkz. stiff (8).
stern tube: Den, şaftın pervaneye bağlı kısmının için stiff spring: Diz. Mot. endikatör cihazı kutularında bu-
stiff sp ri n g diagra m 528 stoppe r
lunan ve silindirlerden kapalı p-V diyagramı almak stoichiometry: 1) herhangi bir kimyasal tepkimede
için kullanılan ve cihaza takılan yay; sert yay. elementlerin atom ağırlıkları ve ağırlık ilişkilerinin
stiff spring diagram: Sert yay takılan bir endikatör ci saptanması. 2) birleşimdeki elementlerin ilişkilerini,
hazı ile alınan diyagram; kapalı (p-V) diyagramı; özellikle miktarsal ilişkilerini inceleyen kimya bilimi
sert yay diyagramı; silindirde üretilen gücü hesapla dalı; stokiyometri.
mak için alınır. stoke: Kariştırmak ve yakıtla beslemek; fayrap etmek
2
stilb: 1 mum/cm 'ye eşit olan bir yüzey aydınlatma (ateş, külhan, ocak vb. ini). 2) bakmak (ocak, kül
birimi. han, kazan vb. ine).
stilbene: Boya yapımında kullanılan kristalli bir kar Stoke's law: Viskoz bir sıvı içindeki katı bir cismin ha
bonlu hidrojen; stilben C6 H5 CH:CHC 6 H5 . reketine direnci açıklayan kanun ya da yasa; Stok
stilbestrol: Türlü östrojenlerin kaynağı olan sentetik yasası.
bir hormon: stilbestroi; Simg. C 18 H 20 O stokehold: Bir gemide kazanların bulundukları oda
2. ya da bölme; kazan dairesi; Bkz. stokehole.
stilbite: Sodyum, kalsiyum ve alüminyumun doğal su stokehole: 1) bir ocak ya da kazana yakıtın verildiği
lu silikatı; zeolit minerali; stllbit; Na2Ca- kısım; fayrap kapağı: külhan kapağı. 2) bir gemideki
Al 2 Si 6 0 1 6 .6H 2 0. gibi, külhan veya kazanın ön tarafında, fayrapin yö
still: 1) içinde bir sıvının buharlaştırıldığı ve buharların netildiği yer. 3) Bkz. stokehold.
yoğuşturulduğu bir alet; imbik; damıtma cihazı; disti- stoker: 1) bir gemi, buharlı lokomotif vb. inde olduğu
lasyon cihazı 2) damıtmak; takdir etmek; imbikten gibi, özellikle bir buhar kazanında külhan veya oca
geçirmek. ğa bakan kişi; ateşçi. 2) bir külhan veya ocağı kö
stili alarm: Telefon ve siren dışındaki bir araçla veri mür vb. i ile besleyen mekanik bir cihaz; stoker.
len yangın alarmı. stoker-fired: Küçük parçalar halindeki kömürü kazan
Stillson wrench: Mak, boruları gevşetmek, sıkmak ocaklarına veren veya onları besleyen mekanik bir
vb. için kullanılan bir anahtar; boru anahtarı (Ticarî cihaz; stokerle fayrap; stokerli fayrap.
bir marka). stone: 1) İng. 14 librelik (6,328 kg'lık) bir ağırlık biri
stir: Özellikle hafif olarak hareket etmek, sallamak, mi; st kısaltması ile belirtilir. 2) bir taş iie parlatmak,
çalkalamak. 2) durumunu hafif olarak değiştirmek. bilemek vb.
3) karıştırılmak. 4) bir kaşıkla karıştırmak. stone cutter: Taş kesen ve şekil veren makine; taş iş
Stirling cycle: Term, gazın sıcak kaynaktan ısı aldığı leme makinesi.
ve sabit hacim onu soğuk kaynağa verdiği ve dolayı stonework: 1) duvarcılık veya kuyumculuktaki gibi,
sıyla iki sabit hacim eğrisi ile iki izotermden oluşan taş işleme sanatı veya işlemi, taşçılık. 2) taştan yapı
bir gaz çevrimi, Störling çevrimi. lan bir şey; özellikle duvarcılık; duvarcı işi. 3) Çoğ,
Stirling engine: 1845 yılında yapılan Störling çevrimi taşların kesildiği ve işlendiği yer; taş atelyesi.
ne göre çalışan, 50 bhp üreten, yakıt harcamı 0,7684 stony: 1) bir çok taşla kaplanmış; bir çok taşa sahip
kg /ihp-saat ve çalışma sıcaklığı 66°-344°C (150°- olan. 2) taşa ait; taş gibi; özellikle: a) sert. b) soğuk;
650°F) olan bir sıcak hava makinesi; Störling sabit; katı.
makinesi. stop: 1) kapamak veya tıkamak (bir kanal, yol vb.
stirrup pump: Yangın söndürmek için kullanılan bir ini); geçilmez yapmak; mani olmak. 3) doldurmak,
el pompası. tamponlamak veya kapamak (delik, oyuk, açıklık,
stitch welding: Sürekli yüksek hızda çalışacak şekil ağız vb.). 4) bir mantar, tıpa vb. ile (şişe veya diğer
de dizayn edilmiş nokta kaynağı makinesi ile yapı bir kabı kapamak). 5) engellemek; tıkamak. 6) çalış
lan kaynak; dikiş kaynağı; gaz ve sıvı sızdırmaz bağ masının durmasına neden olmak (bir makine vb.
lantılar elde etmek için uygulanır. inin). 7) çalışmasına engel olmak. 8) mekanik bir arı
stithy: 1) örs. 2) demirhane; demir imalâthanesi. za ve yakıt yokluğu nedeniyle çalışmasını kesmek.
stock: 1) yağlama yağı ve yakıtlarda kullanılan bir vis 9) tıkalı olmak. 10) stop etme veya stop edilme. 11)
kozite birimi; stok. 2) marangoz rendesinin, kesici bı otobüs vb. i durağı. 12) stop eden herhangi bir şey;
çağının takıldığı gövdesi. 3) tüfek, ateşli silâh, maki engel veya mani; özellikle: a) tıpa ya da tıkaç, b)
neli iüfek veya diğer seri atış yapan bir silâhın nam stop ya da dur komutu ya da emri. c) Den, dümenin
lusunu taşıyan metal ya da ağaç kısmı; kundak. 4) (37,5 dereceden daha fazla) viyadan alabandaya git
diş açan veya kesen lokmayı tutan bir tür anahtar. mesini önleyen parça; tampon, d) hareketi sınırla
5) Çoğ. yapımı sırasında bir gemiyi taşıyan ahşap kı yan, durduran veya ayar eden mekanik parça (saat
zak. veya ırgat kastanyolası gibi), 13) Den. bir şeyi emni
stock car: 1) hayvan taşımak için yapılan demiryolu yete almak için kullanılan bir parça ince halat. 14)
vagonu. 2) aşırı doldurmalı veya süperşarjlı makine Foto. bir objektifin, çoğu zaman ayarlanabilir deliği.
si olan ve profesyonel yarışlarda kullanılan herhangi stopcock: Bir sıvının akışını denetlemek veya durdur
bir otomobil; yarış otosu. mak için kullanılan bir valf veya musluk.
stockhole: Kömürlüklerin güvertedeki ağzı: Kömür ya stop lamp: Bkz. stop light (2).
kan gemiler için söylenir. stop light: 1) trafik ışığı, özellikle araçların durduğu
stockpile: Gerektiği zaman kullanılmak üzere biriktiri nu belirten kırmızı ışık. 2) taşıt araçlarının arkasında
len, yığılan veya depo edilen yedek mal, ham mad olan ve fren yapıldığı zaman yanan lâmba veya ışık.
de vb. i; stock pile şeklinde de yazılır. stoppage: Tutukluk; durma veya durdurma.
stock room: Yedek parça deposu; malzeme ambarı. stopper: 1) durduran veya durmaya neden olan kişi
stoicheiometry: Bkz, stoichiometry. veya şey. 2) bir deliği tıkamak için sokulan şey; tıpa;
stoichiometric: Stokiyometri'ye ait. tapa; tıkaç. 3) bir tapa veya tıkaçla kapamak.
stoichiometrical: Bkz. stoichiometric.
stopping 529 strainer
stopping: Stop etme; durma: Ticaret gemilerinin ileri
(ambarlara) yerleştirmek.
giderken durma zamanı ve mesafesini belirtmek için
kullanılır. stowage factor: Herhangi bir yükün bir tonunun ft 3
stopping condenser: Bir devrede alternatif akımın
geçmesine müsaade eden, fakat doğru akımın ak veya m 3 türünden kaplayacağı hacmi belirten ve
masına engel olan bir kapasitans veya kondansatör. is tif için gerekli lahta, ambalaj vb. ini de kapsayan
stopping potential: Fotoelektronlar veya terminlerin sa yı; istif etkeni; istif faktörü.
dışarıya doğru olan hareketlerini durduran yeterli bir stowage space: Yükün istif edildiği hacim; yükün istif
potansiyel farkı; durdurma veya stop etme potansiye leneceği yer; özellikle yük ambarı.
li. S.T.P.: Standart sıcaklık ve basınç kısaltması; Bkz.
stopple: Bkz. stopper. standard temperature and pressure; 0°C ve 760
stop valve: Klavuzlu bir rot ve el tekeri yardımıyla dis mm cıva yüksekliği.
kinin yuvasına yaklaştırılıp uzaklaştırıldığı ya da yuva STR: Denizaltı ısıl reaktörü; Submarine Thermal Re
sına oturtulduğu valf; stop valf; yağ, su, yakıt, buhar actor sözcüklerinin baş harflerinden oluşturulmuş
vb. devrelerinde kullanılır.
tur; ilk nükleer ABD denizaltısına uygulanan reaktör;
stop valve, auxiliary: Yardımcı buhar devresi üzerin
bu tür reaktörlerde fizyonun neden olduğu nötronlar
de bulunan, yapısı ana stop valfa benzeyen, fakat öl
ısıl enerjidedirler; reaktör soğutucusu yüksek basınç
çüleri daha küçük olan bir valf; yardımcı stop valf.
ve sıcaklıktaki sudur.
stop valve, main: Ana buhar devresi üzerinde bulu
nan bir stop valf; ana stop valf; Bkz. stop valf. straight: 1) tüm boyunca aynı yöne sahip oları; eğri
slop watch: Çok anî olarak çalıştırılan veya stop edile lik veya açısallığı olmayan; düz; doğru. 2) bükülme
bilen, saniyenin yüzdelerini gösteren bir tür saat, yen, dalgalı olmayan vb. 3) Mot. tüm silindirleri dik
kronometre. ve sıra ile dizilen. 4) doğrudan; sapmayan; sürekli;
storage: 1) depolama veya depolanma. 2) yiyecekle kesilmeyen. 5) katışıksız; saf; kirlenmemiş
rin depo edilmesi için kullanılan yer ya da hacim; ar straight angle: 180 derecelik açı.
diye. 3) ardiye ücreti. 4) bir akümlatörün şarj edilme straightedge: Düz çizgiler çizmek ve düzlem yüzeyle
si. 5) Bilgisay. bellek; hafıza. ri denemek için kullanılan bir kenarı tam düz olan
storage battery: Şarj sırasında elektrik enerjisini kim bir tahta parçası; cetvel.
yasal enerji olarak depo eden, deşarj ya da boşal straighten: Doğru veya düz yapmak veya olmak.
ma sırasında dış devreye akım veren doğru akım straight-line: 1) doğru hatlar veya çizgilerden oluşan.
elektrik üreteci veya kaynağı; batarya; akümlatör. 2) düz çizgi veya çizgilerle düzenlenmiş parçalara
storage cell: Elektrik akımı üreten ikincil (sekonder, sahip olan.
talî) bir pil; bir akümlatör ünitesi; akümlatör gözü ve
straight run gasoline: Kraking veya diğer dönüşüm
ya hücresi,
yöntemleri kullanılmaksızın ham petrolden damıtma
storage tank: Gemilerde kullanma amaçlarına göre
yolu ile elde edilen, oktan sayısı düşük benzin.
isimlendirilen ana depolama, servis, gravite, dinlen
dirme veya temizleme tanklarından herhangi biri; de straight thread: Bir silindir üzerinde oluşan diş; düz
polama tankı. diş.
store: 1) gerektiği zaman kullanılmak üzere bir şeyin straght tube boiler: Bazı alev ve duman borulu ka
stoku; yedek. 2) malzemenin depo edildiği yer; de zanlarla heder türü su borulu kazanlar gibi, boruları
po; ambar. 3) büyük bir sayı veya miktar; mebzul; düz olan ya da kıvrık olmayan buhar kazanlarından
çok bol. 4) gerektiği zaman kullanılmak üzere depo biri; düz borulu kazan.
etmek. 5) malzeme ile doldurmak veya donatmak, straight tubes: Alev ve heder türü kazanlarda kullanı
6) emniyetli koruma için antrepoya koymak. lan borular; düz borular; alev ve payanda boruları
stored energy: Term, bir sistemin maddesi içindeki ile su borularının tümü; karşıtı bent-tubes: Kıvrık bo
enerji veya erke; yığılmış enerji. rular.
storehouse: Eşyaların depo edildikleri yer; depo; an
strain: 1) çekmek ya da germek. 2) son haddine ka
trepo; ambar.
dar kullanmak, sarfetmek (güç vb.). 3) kuvvet, ba
storekeeper: Ambar veya ambarlardan sorumlu kişi;
sınç vb. ile yaralamak veya zayıflatmak. 4) dış bir
mağazacı; ambarcı; ambar memuru; kumanyacı.
kuvvet uygulayarak şeklini ve ölçüsünü değiştirmek;
storeroom: Eşyaların depo edildikleri oda; ambar;
sandık odası; Den. portuç; kumanyalık. deformasyon. 5a) bir perde, elek, filtre vb. inden ge-
storm valve: Bkz. flap valve. girmek; süzmek; filtre etmek, b) fiitreleme ile çıkar
stove: 1) odaları ısıtmak, yemek pişirmek vb. için ya mak veya gidermek. 6) zorlamak; mecbur etmek. 7)
rarlanılan, yakıtlar veya elektrik enerjisi ile çalışan büyük bir stres (gerilme) veya basınç etkisinde kal
bir araç; soba; elektrik sobası; fırın, ocak. 2) imal mak. 8) kuvvetle çekmek. 9) süzmek, sızdırmak ve
edilmiş şeyleri kurutmak veya bitki yetiştirmek vb. ya damla damla akmak. 10) zorlama; zor. 11) büyük
için kullanılan herhangi ısıtılmış bir hücre ya da oda. çaba veya gerginlik. 12) burkulmak; burkmak. 13)
stovepipe: Soba, fırın veya ocakta oluşan gazları at gerilme; stres; zor. 14) gerilme veya zor ya da her
mosfere taşıyan boru; soba borusu. ikisi nedeniyle şekil ve ölçüdeki değişme. 15) birim
stow: 1) istif etmek; iyi bir biçimde paketlemek. 2) is uzunluktaki deformasyon, bozulma ya da bozunma.
tif; iyi bir biçimde paketleme. 3) Den. sarmak: Yel
strain elipsoid: Gerilme altındaki küçük bir küreden
ken için söylenir. 4) Arg. durmak; durdurmak.
oluşan br elipsoit; gerilmen elipsoit.
stowage: 1) istif edilmiş. 2) yükleme veya istif etmek
için bir oda, yer ya da ambar; istif yeri. 3) istif mikta strainer: 1) liftin uskur gibi, bir şeyi germek için kulla
rı. 4) istif etme; yükleme. 5) yük ya da eşyaları türle nılan bir cihaz. 2) süzen, eleyen veya kalburdan ge
rine uygun bir biçimde ve yer kaybettirmeden, gü çiren, özellikle akaryakıt veya yağlama yağlarını te
venli bir biçimde ve geminin dengesini bozmadan mizleyen, deniz suyu içindeki yabancı maddeleri tu
tan bir cihaz ya da araç; elek, kalbur, filtre, streyner,
kevgir vb.
Teknik Sözlük - F. 34
straine r elemen t 530 stri a
strainer element: Bir filtre veya streynerde 0,07-0,08 streamline: Hava, su vb. içinde hareket ederken, en
mm boyutlarından büyük tüm yabancı maddeleri tu az direnç oluşturabilecek şekilde yapılmış olan (ge
tan kısım; filtre, süzgeç veya streyner elemanı. mi, uçak vb. i).
strain gauge: 1) şekil değiştirmeyi (deformasyonu) streamlined: Dış şekli aerodinamik ilkelerine göre ya
ölçmek için kullanılan cihaz; uzama ölçeri; Gem. pılmış (uçak, füze, bot vb.); hava direncine karşı
Mak. streyngeyiç. 2) yüksek güçlü, ağır devirli dizel çok kolay hareket edecek şekilde yapılmış olan.
motorlarında krank kollarının paralelliğini ölçmek streamline flow: Bir sıvının tanecikleri (partikülleri)
için kullanılan bir ölçü cihazı; deflekşın geyiç. arasında değişmez ilişki olan, düzgün bir sıvı akımı;
strain meter: Deformasyon veya şekil değiştirme mik viskoz akım; laminer akım.
tarını ölçmek için kullanılan bir cihaz; deformasyon street car: Çoğu zaman raylar üzerinde giden, belirli
ölçer; Bkz. strain gauge. bir yol takibeden, toplu taşımacılık yapan elektrikli ta
strait: 1) sınırlayıcı veya sıkıştırıcı, dar; sıkı; sınırlan şıt aracı; tramvay.
mış. 2) sıkı; sert; çok kuvvet ve enerji tükettiren. 3) street railway: Tramvay yolu; tramvay rayı.
zor; güç. 4) Nad. Ola. dar bir kanal veya geçit. 4) strength: 1) kuvvetli olma durumu veya niteliği; kuv
Çoğ. iki geniş su kütlesini birleştiren dar su yolu; bo vet; güç; şiddet. 2)stres, gerilme vb. ine direnme gü
ğaz; geçit. cü; dayanıklık; sertlik. 3) hücuma dayanma gücü;
straiten: 1) dar yapmak; sınırlamak; daraltmak. dayanıklık; sertlik. 4a) tepki ya da etki üretme gücü.
strake: Geminin bir ucundan diğer ucuna kadar uza b) böyle etkileri üretmek için büyük kapasite. 5) ses,
nan bir sıra sürekli kaplama; borda kaplaması. renk, koku vb. inin şiddeti. 6) dayanıklık kaynağı.
strake, shear: Bkz. shear strake; siyer saçı. strengthen: Dayanıklığını, gücünü veya kuvvetini ar
strand: 1) halat oluşturmak için birlikte bükülen ip, lif, tırmak; daha kuvvetli yapmak veya olmak; takviye et
tel vb. i demeti; flasa; halat kolu. 2) kollan birlikte mek.
bükerek (halat vb.) şeklini vermek. 3) kol ya da kol strength of current: Akım şiddeti; bir elektrik devre
larını ya da flasalarını koparmak (halat vb. inin). sinde akan akımın amper türünden şiddeti.
strap: 1) metalden yapılmış ve bağlamada kullanılan streptomycin: Penisiline benzeyen, belirli küflerden
herhangi yassı, dar bir parça Gem. Mak. strap. 2) elde edilen ve türlü hastalıkların tedavisinde kullanı
Buh. Mak. eksantrik pulileri (diskleri), eksantrik roda lan antibiyotik ilâç; streptomisin.
bağlayan, iki yarım daire şeklinde ve dövme çelikten stress: 1) gerilme; basınç, özellikle: a) bir gövdeye
yapılan iki parçadan biri; eccentric strap olarak da uygulanan ve onun şeklini bozan veya deforme
2 2
kullanılır. 3) ustura bilemede kullanılan kayış; ustura eden kuvvet, b) çoğu zaman lbs/in veya kgf/cm
kayışı. 4) kayış ile bağlamak. 5) kayış ile dövmek. 6) olarak böyle bir basıncın direnci. 2) tansiyon; bası.
kayış ile bilemek (usturayı). 3) üzerine zor, basınç veya gerilme yüklemek.
strap, eccentric: Bkz. eccentric strap. stress; bending: Eğilme gerilmesi.
strass: Sentetik mücevher yapımında kullanılan par stress, compressive: Uygulandığı yerde veya bölge
lak kurşun camı; elmas takliti cam. de, yoğunlukta değişiklik üretmek için birim alana
strata: Bkz. stratum. yöneltilen kuvvet; bası gerilmesi.
stratal: Katman ya da katmanlara ait. stress concentration: Gerilme veya stres yığılması
stratified: Kat, kat; tabaka tabaka. ya da yığılımı.
stratosphere: Yaklaşık 10 mil veya 16,09 km yükselti stress corrosion: Stres ya da gerilmeden kaynakla
den başlayarak iyonosfere (40 km'ye) kadar uza nan korrozyon; stres korrozyonu; Bkz. corrosion.
nan, Dünya atmosferinin üst parçası; stratosfer; tüm stress distribution: Gerilme ya da stres dağılımı.
yükseltilerde hemen hemen sabit sıcaklık sürer. stress-relief opening: Buh. Türb. rotor disklerinin
stratum: Bir maddenin yatay bir katmanı veya bir kıs çevrelerine yakın, kanat köklerinin hemen alt tarafla
mı; özellikle biri diğeri üzerinde uzanan kısmı; taba rında (radyal olarak) bulunan deliklerden herhangi
ka ya da katman. biri; gerilmeyi giderme deliği; stres gideren delik.
stray flux: Bir elektrik makinesinin akım kaçağı. stress, safety: Emniyet gerilmesi; emniyet stresi.
stray radiation: Radyasyon etkisinde cisimlerden ve stress, shearing: Birbirlerine paralel düzlemlerin gö
ya doğrudan radyasyonlardan gelen ve hiç bir yara reli hareketini üretmek için, paralel takım olarak dü
rı olmayan radyasyonları kapsayan; kaçak radyas zenlenmiş, düzlemlerin birim alanlarına teğetsel ola
yon. rak yöneltilen kuvvet; kesme gerilmesi.
stream: 1) özellikle Dünya yüzeyinde akan su veya di stress, tensile: Bir yüzeyin birim alanına dikey olarak
ğer sıvıların akım ya da akıntısı; özellikle küçük bir yöneltilen kuvvet; çeki gerilmesi.
nehir; akarsu; çay; dere. 2) herhangi bir sıvı ya da stress, torsional: Tork veya burulma yükü uygulandı
akışkanın (soğuk hava akımı) veya enerji ışınlarının ğı zaman bir cismin herhangi bir noktasında görülen
(ışık akımı) düzgün akımı veya hareketi. 3) sürekli kesme gerilmesi; burulma gerilmesi.
veya düzenli bir şekilde hareket etmek. 6) hızlı bir stretch: 1) uzatmak (el, kol vb.). 2) daha büyük ölçü
şekilde hareket etmek. 7) genişlemek; yüzmek; uç de yapmak için çekmek. 3) uzamak. 4) normal sınır
mak veya dalgalanmak. 8) akmaya neden olmak. ların ötesine yayılmak. 5) verilen bir mesafenin ötesi
streamer: 1) uzun, dar, kurdeleye benzer herhangi ne uzamak. 6) herhangi bir esnek madde gibi, daha
bir bayrak; flama; Den. flandra. 2) ufuktan yukarı büyük ölçüye kadar büyütmek. 7) gerilme. 8) kesinti
doğru genişleyen veya yayılan ışık ışını veya akımı. siz süre veya zaman.
streaming potential: Bir kılcal boru veya bir diyafram stretchy: Uzayabilir; esnek veya elâstik.
dan (membrandan) basınç altında geçen bir sıvı akı stria: 1) dar bir oyuk veya kanal. 2) ince bir çizgi,
mı tarafından üretilen potansiyel farkı. özellikle paralel bir kaç çizgiden biri.
s t ria t e d 531 strontium
striated: Paralel çizgilerle işaretli; çizgili. veya mütevanıp hareket; özellikle makinenin yarım
stricken: içeriği veya muhtevası tepesine kadar olan: devrine eşit olan ve bir ölü noktadan diğer ölü nokta
Bir kap için söylenir. ya kadar piston tarafından alınan yol ya da mesafe;
strickle: 1) tırpan, orak vb. lerini bilemek için kullanı strok; kurs; piston seyri. 2) pistonlu makineler ve
lan bir alet. 2) dökümcülükte, kalıba şekil vermek pompalarda: a) alt ve üst ölü noktalar arasındaki di
için kullanılan eğik kenarlı, tahtadan yapılmış per key mesafe, b) dış ve iç ölü noktalar arasındaki (ya
dah aleti. tık makinelerde) yatay eksen yönündeki mesafe. 5a)
strict: 1) kesin; tam; dakik. 2) gevşek değil; sıkı. 3) Den. bir filikanın kıç tarafı veya pupasına en yakın
mutlak veya salt. 4a) fark ya da sapmaya izin verme olan kürekçi; hamlacı, b) bu kürekçi tarafından kap
yen; kural ve kuralları büyük bir dikkatle izleme, b) lanan yer; hamla.
sıkı; gergin. stroke-bore ratio: Mot. piston strokunun silindir çapı
strike: 1) sürtme ile tutuşmaya neden olmak: Kibrit na oranı; strok-çap oranı; ağır devirli dizel motorla
için söylenir. 2)sürtme ile üretmek (ışık vb.). 3) keş rında 1,25-1,85 orta devirlilerde 1,0-1,5 ve yüksek de
fetmek, deldikten sonra bulmak: Petrol için söylenir. virlilerde 1,18-1,30 ve karbüratörlü makinelerde ise
4) tutuşturmak veya tutuşmaya neden olmak. 5) zen 1,1-1,15 değerlerini almaktadı.
gin petrol, kömür, maden cevheri yatakları bulmak. stroke-cycle ratio: Diz. Mot. dakikadaki devir sayısı
6) Den. mayna, arya, hisa veya mezestre etmek (yel nın, 1 dakikada oluşturulan çevrim sayısına oranı;
ken, bayrak vb.). 7) metal kaplamacılığında ilk ince z = n/k (n = devir sayısı, k = çevrim sayısı): Tek etki
yığılma. 8) ilk yığılmayı yapmak için kullanılan elek li iki zamanlı makinelerde z = 1, dört zamanlı tek et
trolit. 9) greve gitmek. kili makinelerde z = 2, iki zamanlı ve çift etkili maki
striking potential: Bir elektrik arkını başlatmak için nelerde z = 0,5 değerlerini alır.
gerekli potansiyel farkı (gerilim veya voltaj). stroke volume: Pistonlu makineler ve pompalarda,
string: 1a) bağlamak, çekmek, düğümlemek vb. için pistonun bir ölü noktadan diğer ölü noktaya kadar
kullanılan bir parça tel, deri vb. ya da çok ince seri taradığı hacim, b) bir silindirde ölü noktalar arasın
2
veya bükülmüş liflerden ince bir ip; küçük (bir par daki hacim; strok hacmi: V d = (7r.D /4).L eşitliğin
ça) sicim, kalın ip; çok ince halat; sicim, b) ayakka den bulunur (D = silindir çapı, m ve L = piston stro-
bı bağı. 2) ip, sicim vb. ile bağlamak, düğümlemek, ku, m), c) piston depiesmanı veya kurs hacmi.
çekmek, asmak vb. 3) takviye etmek; sıkıştırmak ve stromeyerite: Gümüş ve bakırın sülfürü olan, parlak,
ya germek. 4) sıra halinde düzenlemek. gümüş grisi renkli bir mineral; stromeyerit, (Ag-
stringer: 1) bir reaktörün kalkanında açılan deliği ka Cu)2 C.
patan ve bazan aktif bölgeden geçen uzun bir sis strong: 1) fiziksel olarak güçlü; kuvvetli; büyük kas
tem. 2) Gem. İnş. boyuna kuşak; stringer; dayanıklık gücüne sahip olan. 2) güçlü olarak yapılmış veya in
profili. şa edilmiş; dayanıklı; metin. 3) bir çok doğal kayna
strip: 1) bir malzemenin dar uzun bir parçası; şerit. ğa sahip; sağlık, sayı ve teçhizatta güçlü: Kuvvetli or
2) bir katının uzun, dar bir yüzeyi.3) bir somun, cıva du gibi. 4) güçlü etkiye sahip olan. 5) zayıf ya da su
ta veya vida dişi ile sıkıştırma. 4) bir dişlinin dişini kır landırılmamış: Kuvvetli ya da koyu kahve gibi. 6) du
mak. yuları kuvvetle etkileyen; tadı, lezzeti, kokusu şiddet
strip mining: Yeryüzüne yakın olup, tünel açmak yeri li: Kuvvetli ışık, kuvvetli koku vb. 7) derecesi veya ni
ne, hemen toprak kaldırılarak kömür çıkarma yönte teliği yoğun: ılımlı olmayan. 8) hızlı ve kuvvetle hare
mi. ket eden: Kuvvetli rüzgâr gibi.
stripped atom: Elektronlarla çevrelenmemiş bir atom strong acid: Sulu bir çözeltide tümü ile iyonlaşan bir
çekirdeği. asit; kuvvetli asit.
stripped engine: Bkz. bare engine. strong alkaline oil: Diz. Mot. kükürt kapsayan fuel
stripper: Bkz. stripping pump. oil- lerle çalıştırılan makinelerde yanma sırasında
stripping: 1) kimyasal ve elektriksel olarak bir metal oluşan asitleri nötrleştirmek için kullanılan ve TBN
üzerinden birikintilerin çıkarılması. 2) petrolden hafif sayısı 70 (70 mg KOH/g) olan silindir yağı; kuvvetli
fraksiyonların çıkarılması. 3) bir kumaştan boyanın alkalin yağ.
çıkarılması. strong electrolyte: Kuvvetli asitler, kuvvetli alkaliler
stripping pump: Büyük miktarda akaryakıt elleçlenen ve tuzlar kapsayan bir elektrolit; kuvvetli elektrolit;
gemilerde servis tanklarını temizlemek, su ve tortuyu çözeltide tam olarak iyonlaşan bir elektrolit, b) bir
çamur veya slop tanklara vermek üzere kullanılan tu çözeltide tümü ile iyonlaşan bir madde.
lumba; striping pompası; besleme (buster) ve trans strontia: 1) bir dereceye kadar kirece benzeyen, be
fer (aktarma) pompaları, ana tanklar için striping yaz ince bir toz; stronsyum oksit, SrO. 2) stronsyum
pompası görevi yaparlar. hidroksit, Sr(OH)2; stronsya.
stroboscope: Hızlı aralıklarla sık olarak hareketli bir strontian: Özellikle bileşik şeklinde stronsyum.
gövdeyi ya da cismi aydınlatarak onun periyotlarını strontianite: Doğal stronsyum karbonat, SrC0 3 ; be
incelemek için kullanılan bir cihaz-; stroboskop. yaz, yeşilimsi veya grimsi bir mineral.
stroboscopic: Stroboskop'a ait veya onun tabiatında strontic: Bkz. strontium.
olan. strontium: özellikleri bakımından kalsiyuma benze
stroboscopical: Bkz. stroboscopic. yen ve sadece bileşikler şeklinde bulunan gümüş be
strobotron: Stroboskop için kısa aralıklarla yüksek yazı renkli, kırılgan, metalik kimyasal bir element;
şiddette ark sağlamak için kullanılan özel, soğuk ka- stronsyum; stronsyum bileşikleri kırmızı bir alevle ya
totlu bir gaz tüpü; strobotron. nar ve havai fişek yapımında kullanılır; nükleer silah
stroke: 1) Meka. bir dizi sürekli, çoğu zaman eksenel ların patlaması sırasında öldürücü, radyoaktif strons-
strontium 532 subbituminous
superheater furnace: Süperhiyter veya üst ısıtıcısı ay la bir çözelti kapsamaya neden olmak; aşırı doy
rı tayraplı kazanlarda, süperhiyter boruları ile kaplı mak; verilen bir sıcaklıkta normal noktanın ötesinde
ocak duvarı; süperhiyter ocağı veya külhanı. doymak veya meşbu olmak.
superheater header: Buh, Kaza. genel olarak 32 mm super saturated: Bkz. supercooled.
çapında ve U şeklinde olan süperhiyter (üst ısıtıcı) supersaturation: Aşırı doyma veya aşırı doyurulmuş
borularının bağlandığı, biri giriş ve diğeri çikş için (olan).
kullanılan, kare prizma şeklindeki kaplardan herhan superscript: Yukarıya yazılan: cebirsel üste olduğu
gi biri; üst ısıtıcı hederi. gibi, bir diğerinin üst kenarına yazılan (konulan) sa
superheating: Üst ısıtma veya kızdırma (buhar vb. yı, simge vb.; üst; eksponent.
ini). supersensitive: Anormal derecede hassas veya du
superheating degree: Doymuş buhar veya yaş buha yarlı; süper duyarlı.
rın kızgınlık derecesi; kızgın buhar ile doymuş buhar supersonic: 1) insan kulağının duyabileceğinden
(aynı basınçta) arasındaki ısı farkı. (2000 çevrim/saniye) daha yüksek frekanslı titreşim
superheater, interdeck: Kazan su borularının araları veya dalgalara ait veya onları belirten; süpersorıik.
na yerleştirilerek ocağa yaklaştırılan üst ısıticı. 2) ses hızından daha yüksek hıza ait veya onu belir
superheater, radiant: Alev ya da kızgın ateş tuğlala ten (saniyede yaklaşık 340 m'den daha yüksek hıza
rından ısı almak amacıyla kazan ocağı tabanına yer alt); sesten hızlı.
leştirilen üst ısıtıcı; radyan süperhiyter. supersonic plane: Ses hızından daha yüksek hiza sa
superheater, reheater: Buhar türbinlerinden alınan hip olan uçak; süpersonik uçak.
sıcaklığı azalmış ve yaş buhar konumuna gelmiş ya supersonics: Süpersonik olayları inceleyen bilim da
da yaklaşmış buharın tekrar kızdırilması için kullanı lı; süpersonik bilimi.
lan üst ısıtıcı; yeniden ısıtıcı süperhiyter; Gem. Ma/c supersonic speed: Sesin, yaklaşık olarak 738 mil/sa
rihiyter süperhiyter. at (340 m/s) olan hızından daha yüksek hız; süper
superheater, separately fired: Ayrı bir ocağı ve ken sonik hız; ses üstü hız.
dine ait börnerleri bulunan bir üst ısıtıcı; ayrı fayraplı supersonic waves: Duyulabilir sınır üzerindeki fre
süperhiyter. kansta kısa dalgalar; sesüstü dalgalar.
superheater, top-side: Ocak ile baca arasında gaz superstructure: 1) diğerinin üstünde inşa edilen ya
yolu, özellikle su borularının üzerine yerleştirilen üst pı. 2) bir binanın temeli üzerindeki bir parçası. 3) bir
ısıtıcı veya süperhiyter; waste heat superheater adı gemi, özellikle harp gemisinin ana güvertesi üzerin
da verilir. deki kısım; üst yapı; süper strüktür. 4) bir demiryolu
superheater, waste heat: Bkz, superheater, top-si nun ray ve traversleri.
de. supervisor: 1) gözetici, a) Bilgisay. yönetici program.
super high frequency: 300 MHz ile 3000 MHz değer supervoltage: X-ışın tüplerinde kullanılan 500-2000
leri arasındaki alanda bulunan frekans; 1 cm-10 cm'- kV'luk yüksek gerilim; süper voltaj; süper gerilim.
lik dalga boyuna uyar; süper yüksek frekans; S.H.F. supplement: 1) Geom. verilen bir açı veya yay'a,
kısaltması ile belirtilir. 180° ya da yarım daire yapmak için ilâve edilmesi
superior: 1) büyük bir yüksekliğe sahip olan; daha gereken miktar (açı veya yay); bütünleyici açı veya
yüksek. 2) bir şekil veya sayıdan sonra yukarıya ya yay. 2) eklenen ya da ilâve edilen bir şey; özellikle
2 x
zılan; üs; n -y eşitliğinde 2 ve x gibi. 3) değer, nite bir eksiği tamamlamak için eklenen şey.
lik, miktar, güç vb. daha büyük. 4) ortalamanın çok supplemental: Bkz. supplementary.
üzerinde. 5) Astr. a) Güneşe, Dünyanın olduğundan supplementary: 1) eksik olanı sağlayan; tamamlayı
daha uzak: Gezegenler için söylenir, b) Dünyaya, cı; bütünleyici; eklenen. 2) ilâve edilenle 180°'ye
Güneşin olduğundan daha uzağı belirtir. eşit olan; Yaylar ve açılar için söylenir.
supernatant: Yüzeyde yüzen. supplier: Sağlayan kişi ya da acente.
supernatant fluid: Bir kapta birikinti veya çöküntüle supply: 1) vermek; donatmak; teçhiz etmek; sağla
rin üzerinde duran sıvı; yüzeyde yüzen sıvı. mak; tedarik etmek. 2) dengelemek; telâfi etmek. 3)
superphosphate: Bir asit fosfatı, özellikle kalsiyum gereksinimlerini karşılamak; gereksinimi olanla do
sülfat ve monokalsiyum fosfat CaH 4 (P0 4 )2 karışımı; natmak, teçhiz etmek; ihtiyacı olanı sağlamak. 4)
süperfosfat; sülfürik asitle kemik, fosfat kayaları vb. teçhiz etme işi. 5) kullanıma hazır miktar veya nice
muamele edilerek yapılır ve gübre olarak kullanılır. lik; stok. 6) verilen fiyata satılmak için uygun mal
superphysical: Bilinen fizik kanunları ile tanımlana- miktarı. 7) Çoğ. bir orduyu donatmak için malzeme,
mayan, (izah edilemeyen veya açıklanamayan). erzak vb. i.
superpose: Geom. tüm parçalarını (bir şeklin) diğer supply pump: Diz. Mot. yakıt püskürtme pompaları
bir şekil üzerine, üst üste gelecek şekilde çakıştır nın alıcı taraflarında minimum 1,5 barlık pozitif bir
mak (yapmak). basınç sağlayan, genellikle dişli türden bir pompa;
superposed turbines: Yüksek basınçlı, kondenser- besleme pompası; Bkz. booster pump.
siz, düşük güçlü türbinlere egzoz eden, yüksek ba support: 1) ağırlığını taşımak; düşme, kayma veya
sınçlı kondensersiz türbinler; topping turbines şek batmaktan korumak; düzgün olarak muhafaza et
linde de kullanılırlar. mek. 2) taşımak; dayanmak; destek olmak; taham
superpower: 1) dağıtma verimini yükseltmek için, mül etmek. 3) destek olan kimse ya da şey. 4) des
elektrik sistemlerini tek bir ana elektrik sistemine tekleme veya desteklenmiş olan. 5) bir destek yardı
bağlayarak elde edilen elektriksel güç; süper güç. mıyla.
superpressure plant: Bkz. supercritical plant. supportable: Desteklenebilir; dayanabilir; tahammül
supersaturate: Normalde mümkün olandan daha faz edebilir.
support spring 538 surveyor
support spring: Gem. Mak. ana kondenserlerin taşın tıcı; sörfeys hiyter.
masını sağlayan yay; taşıma yayı. surface ignition engine: Kızdırılmış bir yüzey yardı
suppress: Bir hareket veya işlemin başlaması ve sü mıyla yanma sağlayan makine; kızma kafalı makine;
rekliliğine engel olmak: a) platinlere paralel bağlı Bkz. hot bulb engine.
meksefe, devre açıldığı zaman onlardaki kıvılcıma surface plate: Yapım sırasında, standart düz yüzey
engel olur gibi. b) bir elektrik motoruna bağlanan olarak kullanılan, çelik bir saç; alıştırma pleyti.
bir meksefe radyo alıcılarındaki parazite engel olur. surface tension: Yüzey gerilimi; mümkün olan en kü
suppressant: Saklayıcı; gizli tutucu; durdurucu; kesi çük alanı (yüzeyi) işgal etmek için, yüzeye yakın
ci. dengelenmiş moleküler yapışık kuvvetlerin neden ol
suppressor: Oto. radyoları buji arklarının seslerinden duğu, sıvı yüzeyinin eğilimi; sıvı yüzeyinin 1 cm'si
koruyan bir kondensatör; tutucu veya yokedici rad boyunca (din olarak) etkiyen kuvvet.
yo meksefesi. surface waves: 1) iki sıvı fazını ayıran serbest yüzey
suppressor grid: Yaklaşık olarak katot ile aynı nega deki bozucu dalgalar; yüzey dalgaları. 2) Dünya yü
tif potansiyele sahip ve anottan gelen ikincil emisyo zeyine paralel olarak hareket eden bir elektromanye
nun diğer elektrotlara erişmesine engel olacak şekil tik dalga bileşeni; yer dalgaları; yüzey dalgaları.
de anottan sonraya yerleştirilen bir ızgara veya grit. surface welding: Aşınmış yüzeyleri, örneğin egzoz
supramolecular: Birden fazla molekülden oluşan; supaplarının yüzey ve yuvalarının, supap geçmeleri
çok moleküllü. ni doldurmak için kullanılan bir kaynak türü; yüzey
surcease: Stop etmek; durmak; sona ermek; bitmek; kaynağı.
kesilmek. surge: 1) yük altındaki bir motorun devir sayısının
surcharge: 1) aşırı doldurmak. 2) aşırı yüklemek. 3) azalıp tekrar yükselmesi. 2) bir devrede aşırı elektrik
normal kapasitenin ötesinde veya aşırı doldurmak. akımı. 3) Den. ırgat ya da bocurgatta halatın kaydığı
4a) alışılmış yüke eklenen ek miktar, b) aşırı yük. 5) içbükey kısım. 4) ani olarak yükselmek: Elektrik
aşırı yük vb. akım için söylenir.
surd: 1) Mate. rasyonel bir sayı ile ifade edilemeyen, surge pressure: Basınç dalgalanması veya azalıp
irrasyonel: Sayı veya nicelik için söylenir. 2) Mate, ir yükselmesi; sıvı taşıyan boru devrelerinde akış hızın
rasyonel sayı ya da nicelik: .J5 gibi. daki değişimler nedeniyle oluşur.
surface: 1a) bir cismin dış yuzü. b) bir katının yüzey surge tank: 1) Diz. Mot. genişleme tankı; imlâ tankı;
lerinden herhangi biri. 2) Geom, boyu ve eni olan, Bkz. expansion tank. 2) yarı kapalı veya yarı açık
fakat kalınlığı olmayan; yüzey. 3) Hava. bir uçağın besi (fid) suyu devrelerinde kullanılan ve yüksek bir
kanat, dümen vb. i. 4) yüzeye ait; yüzeyde olmak. yere yerleştirilen tank; Gem. Mak. sörç tank.
5) yüzeysel; sathî; yüzeye yakın. 6) belirli türden bir surging: Devir sayısı azalıp çoğalan veya dalgalanan;
yüzey vermek; özellikle düzgün yapmak. 7) su yüze Diz. Mot, süperşarjer gaz türbininin öksürmesi veya
yine (bir denizaltıyı) çıkarmak. 8) bir madende oldu haykırması ya da ses yapması.
ğu gibi, yüzeyde veya yüzeye yakın çalışmak. 9) su surplus: 1) gerekenden fazla veya yüksek miktar; ka
yüzeyine yükselmek. lan (artan) miktar; aşırı; ekstra; gereksinim fazlası;
surface-active agent: Yüzey gerilimini değiştirebilen artık.
bir madde; örneğin köpürücü maddeler, deterjanlar survey: 1) özel bir amaç için muayene etmek; dikkat
dan vb. herhangi biri. le incelemek, denetlemek veya düşünmek; ayrıntıla
surface balance: Yüzey basıncı ve sudaki tek mole rı ile gözden geçirmek. 2) ticaret gemilerinin tekne,
küllü katmanların yüzey alanlarını ölçmek için kulla teçhizat, makine vb. bakımlarından görerek denetle
nılan bir alet; yüzey terazisi. mek, muayene etmek veya ölçmek. 3) geometri ve
surface blow: Kazan suyu yüzeyindeki maddeleri, kö trigonometri ilkelerine göre hatları ve açılarının ölçü
pük veya yağlama yağlarını giderme işlemi; yüzey mü ile (bir arazi parçasının) yerini, şeklini ve sınırları
blofu; brayn. nı saptamak. 4) survey; ekspertiz. 5) genel görünüş.
surface blow valve: Alev borulu kazanlarda su üzerin 6) haritası çıkarılmış bir arazi (alan). 7) bunun plânı
de yüzen, sudan hafif katı maddeler ve köpüğün, kö veya yazılı açıklaması.
pük kepçesi yardımıyla kazan dışına alınmasını sağ survey, annual boiler: Yıllık kazan sürveyi.
layan valf; yüzey blöf valfı; Gem. Mak. brayn valfı. survey, drydocking: Kuru havuz sürveyi.
surface condenser: Mak. boruların içinden deniz su surveying: 1) survey veya ekspetriz işi. 2) arazi yüze
yu ile (soğutucu su), borularının dışında bulunan su yini ölçme, harita, yapma bilimi veya mesleği.
buharının soğutularak yoğuşturulduğu kondenser; survey instrument: Değişik fiziksel koşullarda radyas
borulu kondenser; Gem. Mak. sörfeys kondenser. yon araştırmak ve ölçmek için kullanılan bir cihaz;
surface cooler: Mak. yağlama yağı, soğutma suyu araştırma cihazı.
vb. ini soğutmak için kullanılan boruiu soğutucu; survey, intermediate: Çoğu kez iki yılda bir yapılan
sörfeys kuler; borulu soğutucu. survey; ara sürveyi.
surface hardening: Çelik malzeme parçalarının, şaft survey, periodical: Bkz. periodical survey.
ya da miller vb. inin çalışma yüzeylerinin türlü yön survey, special: Bkz. special survey.
temler, örneğin sementit, karbonlaştırma, nitrasyon surveyor: 1) arazi (yüzeyini) ölçen kişi. 2) gemilerin
(nitrikleme), endüksiyon, siyanür vb. ile sertleştiril- tekne, makine, teçhizat vb. ini denetleyen kişi; surve
mesi; yüzey sertleştirme. yor; uzman: Makine sürveyörü ya da uzmanı gibi. 2)
surface heater: Borularının içinden ısıtılacak su, yağ, ithal edilen ticarî eşyanın miktarı ve değerini araştı
yakıt vb. i geçirilen, borularının dışında ise ısıtıcı eg ran uzman veya enspektör, özellikle gümrük yetkili-
zoz buharı veya taze buhar bulunan ısıtıcı; borulu ısı
s u rve yors hi p 539 switch oil
teeth: Freze tezgâhında bir diskin çevresine açılan, nılan bir devre; telemotor sistemi: telemotor devresi;
türlü şekillerdeki, örneğin devir düşürücü dişlilerdeki Bkz.
gibi helisel dişler. telemotor.
teeth cutting machine: Diş ya da dişli kesme makine telephone: 1) telefon ile konuşmak; telefon ile mesaj
si; freze makinesi; freze tezgâhı. iletmek. 2) sesi elektrik impulslarina çevirerek tel yar
TEL: Bkz. tetraethyl lead. dımıyla veya telsiz olarak uzak mesafelere ileten ci
haz; telefon.
tel: Bkz. 1) telegram. 2) telegraphy. 3) telephone. telephone booth: Telefon kabini; özellikle gemi maki
telautogram: Telatoğraf ile verilen bir mesaj, resim ne ve kazan dairelerinde bulunan ve ses geçirme
vb.; telatoğram. yen bir hücre ya da kabin.
telautograph: Yazı, resim vb. lerini iletmek için kulla telephone receiver: Telefon cihazının kulağa konu
nılan telgrafa ait bir cihaz; bir tür faks cihazı; alıcı ta lan ve türlü elektriksel impulsları sese çeviren kısmı;
rafında elektriksel olarak denetlenen ve vericinin ka telefon alıcısı; telefon resiveri.
lemi ile aynı hareketleri yapan kalem yardımıyla kop telephonic: 1) telefona ait; telefonlara ilişkin. 2) tele
yalar oluşturur. fonla iletilen.
T elbow: T şeklinde dirsek; T dirsek; T dirsekli rakor. telephonically: Telefon ile; telefon tarafından.
telecamera: Teiekarnera; optik görüntüleri elektrik telephonograph: Telefon konuşmalarını kayıt etmek
akımına dönüştüren bir vakum tüpü; örneğin iyonos- için kullanılan bir cihaz; telefonoğraf.
kop. telephony: 1) telefonla sesin iletimi bilimi. 2) telefon
telecast: Televizyon ile yayınlanan; televizyon yayını ların yapımı ve işletilmesi.
veya neşriyatı. telephote: Fotoğrafları uzak bir mesafeye göndermek
teledynamic transmission: Makaralar ve tel halatlar veya iletmek için kullanılan türlü cihazlardan herhan
la gücü uzak mesafelere ileten sistem; teledinamik gi biri.
güç iletimi. telephoto: 1) telefotoğrafa ilişkin. 2) uzaktaki bir cis
telefoto: Bkz. telephotograph (ticarî bir marka). min büyük görüntüsünü üreten bileşik bir merceğe
teleg.: Bkz. 1) telegram. 2) telegraph. 3) teleg ait veya onu belirten. 3) bir telefotoğraf.
raphy. telephotograph: 1) telefoto mercekle çekilmiş bir fo
telegram: Telgraf sistemi ile iletilen mesaj; telgraf. toğraf; telefotoğraf. 2) telefotoğraf ile iletilen bir fo
telegraph: 1) Orj. Ola. herhangi bir işaret verme ciha toğraf. 3) telefoto mercekle fotoğraf çekmek. 4) tele
zı. 2) mesajı elektrik impulsları veya radyo dalgaları fotografi ile fotoğraflar iletmek.
na dönüştürerek bir tel ile ileten bir cihaz ya da sis telephotographic: Telefotografiye ait, ona ilişkin ya
tem; telgraf sistemi. da telefotografide kullanılan.
telegrapher: Telgraf operatörü; telgrafçı. telephotography: Telefoto mercek veya makine ile
telegraphic: 1) telgrafa alt veya telgraf tarafından ileti te leskop kullanılarak, uzaktaki cisimleri
len. 2) telgraf cihazları veya makinelerine ait. 3) telg fotoğraflandır- ma işlemi veya sanatı. 2) ışık ışınlarını
raf gibi, çok kısa. elektrik sinyal lerine dönüştererek tel veya radyo
telegraphically: 1) telgraf ile. 2) telgraf tarzı veya sti kanalları ile ilet me işlemi veya bilimi; telefotografi.
linde; kısaca; özet olarak. telephoto lens: Görüntüyü büyütmek amacıyla bir ka
telegraphist: Telgraf operatörü. meranın normal merceği yerine kullanılan içbükey
telegraphoscope: Telgraf ile resimleri iletmek için ve dışbükey mercekler bileşimi; telefoto mercek.
kullanılan bir cihaz. teleprinter: Bkz. teletypewriter.
telegraphy: 1) telgraf cihazının çalıştırılması ya da iş Teleprompter: Dinleyici veya seyirciler tarafından
letilmesi veya bunun çalışması. 2) mesajların telgraf gö rülmeyen, bir konuşma vb. ini aynen ileten ve
la iletilmesi. 3) telgraf cihazlarının yapımı. böyle likle konuşmacı, aktör vb. ine yardım eden
teleelectric: Elektrikle uzak mesafelere iletilen müzik elektro
nik, bir cihaz (ticarî bir marka).
vb. ine ait veya onu belirten. teleran: Radar, yer haritaları vb. tarafından alınan veri
telemechanics: Uzak bir mesafeden radyo dalgaları leri televizyon ile uçaklara ileten ve hava navigasyo-
ile mekanizmaları çalıştırma bilimi. nuna (seyir bilimine) yardım eden elektronik bir ci
telemeter: 1) bir cismin gözlemciden mesafesini sap haz; teleran.
tamak için kullanılan bir cihaz; mesafe bulucu; tele telescope: 1) yıldızlar gibi, uzaktaki cisimleri görünür
metre. 2) basınç, sıcaklık, radyasyon vb. ini ölçmek yapan, yaklaştıran ve dolayısıyla büyüten bir cihaz;
ve bilgileri uzaktaki bir alıcıya iletmek için kullanılan teleskop. 2) kısaltmak; yoğuşturmak. 3) birbirinin içi
herhangi bir elektronik cihaz; uzay çalışmaları için ne geçmek.
kullanılmaktadır. 3) telemetre ile ölçmek veya ilet telescope gauge: Buh. Mak. kolonlar ve dolayısıyla
mek gayıtlar arasındaki aralık veya mesafeyi ölçmek için
. kullanılan bir ölçü cihazı; teleskop gösterge; gayıtla-
telemetric: Telemetreye ait: telemetre ile saptanmış. rın paralelliğinin ölçümünde kullanılır.
telemetry: Telemetre kullanımı; telemetri. telescopic: 1) teleskop veya teleskoplara ait. 2) bir te
ielemicroscope: Hem teleskop ve hem de alçak güç leskop ile görülen veya elde edilen. 3) sadece teles
lü mikroskop olarak kullanılabilen bir cihaz; telemik- kop yardımı ile görülebilen. 4) birbirinin içine kayan
roskop. kısımlara sahip olan: Teleskopik borular gibi.
telemotor: Uzak bir mesafeden mekanik bir cihazın telescopically: 1) teleskop yardımıyla. 2) teleskopik
hareketini denetlemek için kullanılan hidrolik ya da şekil veya tarzda.
elektriksel bir cihaz; özellikle bir geminin dümenini telescopic pipes: D/z. Mot. büyük güçlü motorlarda
denetleyen böyle bir cihaz; telemotor. kroshed pin (çapraz muylu) yataklarını yağlamak
telemotor system: Gemi dümen makinelerinde kulla
t elesco pi c t ub e s 547 t em p era t u r e g ra di e n
t
temperature indicator: Bkz. thermometer; sıcaklık Den. GM'i küçük, yavaş olarak yalpaya düşen ve ya
göstergesi. vaş düzelen gemi; tender ship olarak kullanılır.
temperature recorder: Sıcaklığı zaman ile kayıt et tender: 1) Den. daha büyük bir gemiyi donatan ya da
mek için kullanılan, çok sayıda termometreden olu teçhiz eden veya ihtiyaçlarını karşılayan küçük bir
şan bir cihaz; sıcaklık kayıt edicisi. gemi; yardımcı gemi. 2) sahile yakın bir gemiden
temperature regulator: Diz. Mot. soğutma devrelerin yolcu vb. taşımak için kullanılan bot; filika; kayık. 3)
de makineye giren tatlı suyun sıcaklığını termostatik bir trenin arka kısmına bağlı, lokomotif için kömür
olarak düzenleyen bir cihaz; sıcaklık regülatörü; sı ve su taşıyan bir vagon.
caklık düzenleyicisi. tender ship: Den. güverte üstü havaleli yüklenmiş ve
temperature scale: Suyun donma sıcaklığı ile kayna ağır olarak yalpa yapan ve dengesi zayıf bir gemi;
ma noktası arasında eşit bölüntülerden oluşan bir cranky ship şeklinde de kullanılır.
skala; sıcaklık skalası; Selsiyüs (Celcius), Fahren tenfold: 1) on parçası olan. 2) on misli; on kat.
hayt (Fahrenheit) vb. skalalar gibi. tenon: Bir parça tahtanın ucuna açılan ve kendisine
temperature strength: Diz. Mot. yatak metalinin yük uygun bir deliğe geçen parça; erkek parça; bu şekil
sek sıcaklıklarda yük taşıma yeteneği; sıcaklık daya- de yapılan geçme.
nıklığı; yatak metallerinin büyük bir bölümü yüksek tensibility: Gerilebilme durumu veya niteliği; gerilme
sıcaklıklarda yumuşar ve daha küçük bası dayanıklı- yeteneği.
ğına sahip olurlar. tensible: Gerilebilir.
temperature stress: Bkz. heat stress. tensibiy: Tansiyon ve çeki yardımıyla.
temperature wave: Sıcaklık değişiminin gelişmesi; ör tensile: 1) tansiyona ait; gerilmeye ait; gerilmeye uğ
neğin uzun ve soğuk bir metal çubuğun bir ucunun rayan; gerilme uygulayan. 2) gerilmeye sahip olan.
şiddetle ısıtılması ile başlayan bir dalga; sıcaklık dal tensile bolt: Germe cıvatası.
gası. tensile strain: Boyuna gerilmeye direnç; gerilme da-
tempered: 1) değişik nitelikte madde ilâve edilerek yanıklığı; bir maddenin kopma oluşmaksızın boyuna
veya karıştırılarak değiştirilmiş. 2) tavlanmış veya su yönde çekilmesi sırasında, ağırlık olarak en büyük
verilmiş (bir çeliğe). yükün uygulandığı birim alanla ifade edilir; germe
tempering: Normalleştirilmiş veya su verilmiş bir çeli nedeniyle oluşan şekil değişikliği.
ğin fiziksel özelliklerini geliştirmek için, alt kritik sı tensile stress: Dış kuvvetlerin etkisine direnç göste
caklığının altına kadar yeniden ısıtmak; tavlamak. ren iç kuvvet; çeki gerilmesi; tension olarak da kulla
template (templet): 1) Mim. a) bir kirişin altına konu nılır.
larak basınç dağıırnına yardım eden kısa bir taş ve tensile test: Germe deneyi; çekme deneyi.
ya ağaç. b) kapı boşluğu gibi, açık bir kısmın duvar tensility: Germe durumu ya da niteiiği; gerginlik.
larını birleştirmek için kullanılan bir kiriş; hatıl. 2) tensimeter: Gazların veya buharların gerilme ya da
ağaç işçiliğinde doğruluğu saptamak için kullanılan, basınçlarını ölçmek için kullanılan bir cihaz; mano
çoğu zaman ince bir levha şeklinde bir kalıp; şab metre; tansimetre.
lon; model; mastar. tensiometer: Bir tel, ip, halat vb. inin gerginliğini ölç
temple: Bir dokuma tezgâhında, çalışma sırasında ku mek için kullanılan bir cihaz; tansiometre.
maşı gerçek genişliğinde gergin tutan bir araç. tension: 1) dikiş makinesindeki iplik gibi, bir şeyi ger
temporarily: Sadece bir zaman için; geçici olarak. mek veya gergin yapmak için kullanılan bir cihaz. 2)
temporariness: Geçici veya fani olma durumu veya elektromotor kuvvet; elektrik potansiyeli veya potan
niteliği; geçicilik; fanilik. siyel farkı. 3) bir gaz ya da buharın genişletme kuv
temporary: Sadece bir zaman için süren, kullanılan veti veya basıncı. 4a) uzatma eğiliminde olan kuvvet
vb.; sabit olmayan; geçici; muvakkat. lerle bir maddede meydana getirilen bir gerilme; çe
temporary hardness: Kalsiyum ve magnezyum bikar ki; çeki gerilmesi, b) malzemenin dayanıklığina karşı
bonatlar tarafından oluşturulan ve suyun kaynatılma böyle bir çekme uygulayan kuvvet ya da kuvvetler bi
sı ile giderilebilen bir su sertliği; geçici sertlik. leşimi.
temporary magnetism: Manyetik alanda bulunduğu tensional: Tansiyon (çeki) ile ilişkili; tansiyon veya
zaman bir cismin kazandığı ve manyetik alan dışına çekiye ait.
çıkarıldığında kaybettiği manyetizm; geçici mıknatıs tension bolt: Bkz. tie rod.
lık. tensioning gear: Germe donanımı; motorların çalış
temporary repair: Den. belirli bir sefer zamanında ta maları sırasında ısı alarak genişleyen zinciri germek
mamlamak için uygulanan geçici tamirat; geçici ona için kullanılır.
rım. tensioning jack: Diz. Mot. silindir kapak saplamaları
tempt: Orj. Ola. tecrübe etmek veya denemek. nın somunlarını vira etmek, sıkmak için kullanılan ve
t en: 1) dokuz ile on bir arasındaki tam sayı; 10; X. 2) basınçlı (600-500 bar) hava ile çalışan bir alet.
on kişi veya şeyden oluşan herhangi bir gurup. 3) tension rod: Bkz. tie rod.
bir dizide onuncu. 4) o.n dolarlık (ABD) kâğıt para tension spring: Germe yayı.
tenacity; Yapışkan olma durumu veya niteiiği; yapış tensive; Tansiyon ya da çekiye neden olma.
kanlık. tenth: 1) bir sırada dokuzuncudan sonra gelen; onun
tendency: Belirli bir yöne doğru hareket eğilimi; te cu. 2) bir şeyin on eşit parçasından herhangi birini
mayül; eğilim. belirten. 3) bir şeyin on eşit parçasından herhangi bi
tender: 1) kolayca çiğnenen, kırilan, kesilen vb.; yu ri; 1/10.
muşak, kolay kırılır vb. 2) dikkatli elleçleme gerekti tenthly: Onuncu sırada veya yerde.
ren. 3) ılımlı; hafif; kaba ya da dalgalı olmayan. 4) îepefaction: Ilıklaştırma.
tepefy .549 terrestria l magneti s m
tepefy: Ilık yapmak; ılık olmak; ılıklaştırmak. terminal heater: Gemi ısıtma-havalandırma devrelerin
tepid: Ilık. de bir oda termostatı ile hareket ettirilen, otomatik
12
tera-: 10 (1 000 000 000 000) veya trilyon anlamın buhar valfı tarafından denetlenen ve ayrı bölmelere
da bir önek; tera; T kısaltması ile belirtilir. hizmet eden bir ısıtıcı veya rihiyter; terminal ısıtıcı.
terbia: Sulandirilmış asitlerde çözünen beyaz bir toz; terminally: 1) sonunda. 2) her bir terim.
terbiyum oksit, Tb 2 0 3 . terminal pressure: Buh. Mak. iş strokunun sonunda,
Terbium: Nadir toprak grubundan metalik kimyasal egzoz portları henüz açıldığı sırada, silindir içindeki
bir element; terbiyum; gadolinit ve diğer mineraller buharın basıncı; terminal basıncı; sondaki basınç.
de bulunur; Simg. Tb; at.ağ. 159,2; at.no. 65. terminal voltage: Bir elektrik makinesi (motor ya da
terebene: Sülfürik asitin terebantini etkimesiyle elde jeneratör), elektrik devresi vb. inin uçları arasındaki
edilen terpenler karışımı; tereben. potansiyel farkı; terminal gerilimi; uçlar arasındaki
terebic acid: Terebantinin oksidasyon (oksitlenme) potansiyel farkı.
ürünü olan beyaz, kristalli asit; terebik asit, terminate: 1) zaman ya da mesafe sonuna gelmek;
C 7 H 10 0 4 . sonunu oluşturmak; sınırlamak, bitirmek, sona er
terebinth: Sumak ailesinden (familyasından) tereban- mek veya tahdit etmek. 2) son vermek; durdurmak.
tin veren küçük bir Avrupa ağacı; terebint ağacı. 3) bir zaman veya mesafenin sonuna gelmek.
terebinthic: Bkz. terebinthine. termination: Mesafe ya da zamanda bir şeyin sonu;
terebinthine: 1) terebint ağacına ait. 2) terebantine limit, sınır veya hudut; sonuç ya da netice.
ait ya da ona benzeyen. terminological: Terminolojiye ilişkin.
terete: Silindirik veya hafif konik şekilde ve dairesel terminology: 1) sanat, bilim vb. inin özel bir alanında
enine kesitte. kullanılan terimler sistemi; terminoloji. 2) Nad. Ola.
term: 1) Orj. Ola. bir sürecin başlangıç veya sonunu bilimin özel branşlarındaki terimlerin incelenmesi ya
belirten zaman aralığı. 2) sınırları belirli bir zaman da bilimi.
perîyotu; herhangi bir şeyin sürdüğü zaman. 3) terminus: 1) Nad. Ola. sınır ya da limit. 2) sınır taşı.
Nad. Ola. sınır, limit veya hudut. 4) Mate. a) iki sayı 3) sonuç; amaç. 4) demiryolu, otobüs veya hava hat
lı bir kesir veya oranın herhangi biri; terim, b) bir se tının uçlarından herbiri. 5) ing. böyle bir hattın so
rideki sayılardan herhangi biri. c) cebirsel bir ifade nundaki istasyon veya şehir.
deki + veya - işaretle birleştirilen niceliklerden biri. termless: Sınırsız veya hudutsuz.
term.: Bkz. 1) terminal. 2) terminate. tern: Üç sayılan.
terminal: 1) bir dizinin sonunda oluşan; sona erme; fi ternary: 1) üç parçadan yapılmış; üç misli; üçlü. 2)
nal; son. 2) demiryolu hattının sonunda ödenen vb. üç. 3) Kimy. üç farklı element, kök vb. kapsayan ve
3) bir elektrik devresinin uçlarından herhangi biri ya ya ona ait. 4) Mafe. a) tabanı üç olan. b) üç değiş
da bağlantı uçlarının herhangi biri; uç; kutup; termi ken kapsayan. 5) Metal, üç metalin alaşımı.
nal. 4) demiryolu gibi, taşımacılık hattının istasyon, ternary compound: Kalsiyum karbonat (CaCO3 gi
manevra yeri vb, i dahil, uçlarından herbiri. 5) bir bi, üç elementten oluşan bir bileşik; üçlü bileşfk; üç
ulaşım hattının önemli bir noktasındaki istasyon. elemanlı bileşik.
terminal boxe: Elekt. terminal kutusu. ternate: 1) üçten meydana gelen. 2) üçlerle düzenlen
terminal combustion pressure: Mot. yanma sırasın miş.
da silindirde oluşan en yüksek basınç; terminal yan template: Kurşun ve kalay alaşımı ile kaplanmış de
ma basıncı; maksimum basınç; dizel motorlarında mir ya da çelik levha.
40-250 ve benzin motorlarında yaklaşık 50 bar dola terpene: Uçucu yağlar, reçineler vb. inde bulunan ve
yındadır. genel formülü C 1 0 H 1 6 olan izomerik karbonlu hidro
terminal combustion temperature: Mot. yanma sıra jenler serisinin herhangi biri; terpen.
sında silindir içinde oluşan en yüksek sıcaklık; mak terpineol: Belirli uçucu yağlarda bulunan ve parfüm
simum yanma sıcaklığı; terminal yanma sıcaklığı; di lerde kullanılan leylak kokulu üç izomerik karbonlu
o
zel motorlannda 1400 -1900°C ve benzin motorlarin- hidrojenden biri; terpinol, C 1 0 H 1 7 OH .
da 2200°-2500°C dolaylarındadır. terra: Toprak; Dünya.
terminal compression pressure: Mof. sıkıştırma stro- terra alba: Magnezia, kaolen, alçıtaşı gibi türlü beyaz
ku (kursu) sırasında, silindirde oluşan en yüksek ba topraklardan herhangi biri.
sınç; terminal sıkıştırma basıncı; sıkıştırma sonu ba terrain clearance indicator: Yere gönderilen radyo
sıncı; dize! motorlarında 28-45 bar ve benzin motorla dalgası ile yerden radyo dalgasının alınması için ge
rında 5-10 (maks, 15) bar dolayındadır. rekli süreye göre çalışan bir yükselti ölçer; radyo alti
terminal compression temperature: Mot, sıkıştırma metresi: Uçaklarda kullanilir.
sırasında silindirde oluşan en yüksek sıcaklık termi terramycin: Topraktan elde edilen, belirli virüs ve
nal sıkıştırma sıcaklığı; sıkıştırma sonu sıcaklığı; di bakterilere karşı etkili bir antibiyotik; terramisin.
zel motorlarında 450°-65O°C ve benzin motorlannda terreila: Dünyanın mıknatıslılığını kanıtlamak için kul
60°-70°C dolayındadır. lanılan bir cihaz; manyetik küre.
terminal expansion pressure: Mot. genişleme stroku terrene: 1) Dünya; yerküre. 2) arazi ya da toprak.
(kursu) sonunda silindir içindeki basınç; genişleme terrestrial: 1) Bu dünyaya ait; dünyevî. 2) karaya ait;
sonu basıncı; terminal genişleme basıncı; 1,5-4,5 topraktan oluşan. 3) karada yaşayan. 4) arazi ya da
bar değerleri arasında değişir. toprakta yetişen.
terminal expansion temperature: Mot. genişleme so terrestrial heat: Yerse! ısı; yerkürenin türlü kısımlann-
nunda silindir içindeki gazlann sıcaklığı; genişleme dan çıkan doğal buhar, kömür vb. inin ısısı.
sonu sıcaklığı; terminal genişleme sıcaklığı. terrestrial magnetism: Dünya' nın sahip olduğu man-
tertiar y 550 tet rahydrona phth al en e
ve soğutma devresinin makineden çikış kısmında su thermal load: Mot. silindir duvarının 1 m 'sinden 1 sa
ya sokulmuş oları bir hücre; ısıl hazne: ısıl ampul; atte geçen kcal veya kJ türünden ısı miktari; termik
termoregülatör valfının çalışmasını sağlar. yük; ısıl yük,
thermal capacity: Bir cismin sıcaklığını birim olarak thermally: Isı yardımıyla.
yükseltmek için gerekli ısı miktarı; ısıl kapasite; ısı ka thermal neutrons: Bulundukları cisimde ısıl dengede
pasitesi; su kütlesinin sıcaklığını bir derece yükselt olan nötronlar; genel olarak enerjileri yaklaşık ola
mek için gereken ısı miktarına eşdeğerdir. rak 0,025 ev olan nötronlar; ısıl nötronlar
thermal conduction: Isı enerjisinin molekülden mole thermal overloading: Isıl olarak aşırı yüklenme: Mo
küle iletilmesi ile ısının maddenin bir bölümünden di torlar için söylenir; ısıl aşırı yük; Bkz. overheating.
ğer bölümüne iletilmesi ya da aktarılması; ısıl iletim, thermal radiation: Isı dalgaları şeklinde ısı iletimi ya
taşıma ya da kondüksiyon. da aktarılması; ısıl radyasyon; ısıl ışınım.
thermal conductivity: Bir maddenin ısıyı iletme yete thermal reactor: Bkz. submarine thermal reactor.
neğinin ölçümü; ısı! iletkenlik. thermal relay: Elekt, kontaktörlerde, otomatik şalter
thermal conductor: Isıyı ileten bir madde; ısıl iletken; ler vb, inde bulunan ve aşırı ısındığı zaman devrenin
metaller iyi ısıl iletken iken metalsiler zayıf ısıl iletken kapanmasına izin vermeyen röle; termik röle; ısıl rö
dirler; gazlar ve sıvılar da kötü iletkendirler. le.
thermal convection: Isının, bir akışkanın otomatik do thermal shield: Nûk. Ener. bir kalkanın, yansıtıcısı
laşımı ile, sıcaklık ve yoğunluk farkı nedeniyle başka (reflektör) yakınına yerleştirilen ve yüksek şiddette
bir sıvı veya gaza aktarılması ya da iletilmesi; ısıl ısı nakleden kısmı; ısıl kalkan; termik kalkan.
konveksiyon. thermal shock: Özellikle kazanlarda, kızgın yüzeyler
thermal cracking: Yüksek basınç ve yüksek sıcaklık de soğuk suyun neden olduğu bir olay: ısıl şok; ter
kullanımı ile büyük moleküllerin kırılarak küçük mole mik şok.
küllere dönüştürülmesi; petrol endüstrisinde uygula thermal stress: Bir makinenin çalışması sırasında pis
nır; ısıl kraking. ton kafası, silindir kapağının yanma odasına bakan
thermal cycle: Genellikle bir akışkanın sıcaklığını de yüzü, supaplar, gömlek duvarında önemli sıcaklık
ğiştirerek, ısının, sistemin bir tarafından diğer tarafı farklarından gelen gerilme; ısı! ya da termik gerilme.
na aktarılması veya bir enerji şeklinden diğerine ge thermic: Isıya ait; ısı tarafından neden olunan.
çirilmesini sağlayan işlem devresi; ısıl çevrim; ısıl thermion: Akkor haline gelmiş bir madde tarafından
devre. neşredilen veya yayılan, elektriksel olarak yüklü bir
thermal decomposition: Sıcaklığını yükselterek bir bi partikül ya da parçacık; iyon; termiyon: Pozitif yüklü
leşiğin kimyasal ayrışmasının sağlanması işlemi; kim termiyonlara iyon ve negatif yüklü olanlara ise elek
yasal bozunma; kimyasal ayrışma. tron denir.
therma dissociation: Sıcaklığını yükselterek bir bileşi thermionic: Termiyonlara ait; termiyonlar tarafından
ği daha küçük kütleli maddelere ayrıştırma; ısıl ayrış çalıştırılan; termiyonik.
ma; sıcaklık azaldığı zaman maddeler tekrar birleşir; thermionic converter: Termiyonik değiştirici; Bkz.
Diz. Mot. egzoz gazları içindeki C0 2 ve H 2 0'nun thermoionic converter.
1700°C'den yüksek sıcaklıklarda ayrışması ve kar thermionic current: Yöneltilen termiyonik yayın ile
bon monoksit oluşması gibi. neden olunan elektrik akımı; termiyonik akım.
thermal efficiency: Bir makinenin ısı birimi olarak ver thermionic effect: Bir parça metal yüksek bir sıcaklı
diğinin, aldığı ısıya oranı; ısıl verim; termik verim. ğa kadar ısıtıldığı zaman negatif şarj kaybeder ve po
thermal emission: Isıl yayım ya da neşriyat; radyan zitif şarjlı olur; termiyonik etki.
ısı yayma işlemi; taneciklerin kinetik enerjisi azaldığı thermionic emission: Isıtılmış bir elektrottan termi
zaman enerji verilir ve radyan ısı yayılır. yonlar neşredilmesi; elektron veya iyon yayılması.
thermal emitter: Isıl radyasyon yayan bir cisim, mad thermionics: Isı etkisi altındaki maddelerden elektron
de ya da gövde; ısıl emitör, yayılmasını inceleyen bilim dalı termiyonik (bilimi).
thermal energy: Bir cismin ısı şeklinde aktarılabilen thermionic valve: Bkz. thermionic tube.
enerjisi; ısıl enerji; ısı enerjisi; termik enerji; termal thermistor: Sıcaklık artışı ile direnci hızlı bir biçimde
enerji. azalan bir yarı iletken; termistör; sıcaklık ölçümünde
thermal equation: Tepkime sırasında emilen ya da çı duyarlı cihazların yapımında kullanılır.
karılan kalori türünden ısı miktarını da belirten den thermit: Çok ince toz haline getirilmiş alüminyum ile
gelenmiş kimyasal eşitlik; ısıl eşitlik; ısıl formül. demir oksit veya diğer bir metalin kanşımı; termit;
thermal equilibrium: Parçalar arasında değiştirilen büyük bir ısı meydana getirir ve kaynak uygulama
net ısı miktarının sıfır olduğu, bir sistemin durumu; sında, yangın bombası yapımında kullanılır (ticarî
ısıl denge; termik denge. bir marka).
thermal expansion: Sıcaklık yükselmesi nedeniyle thermite: Bkz. thermit.
bir cisim veya bir madde miktarının boy, alan ya da thermite process: Alüminyum ile redükleyerek oksit
lerinden metal elde edilmesi; termit işlemi.
thermit welding 553 therm om agneti c s effect s
kisi.
zenleyici.
thermometer: 1) bölüntülü veya taksimatlı, sızdırmaz
thermorelay: Küçük galvanometrik sapmaları kuvvet
bir cam tüpten oluşan ve kılcal borusu veya hazne
lendirmek için kullanılan bir cihaz; termoröle; ısıl rö
sinde bulunan cıva, renkli alkol vb. inin sıcaklık deği
le.
şimi ile genişleme ve büzüşmesi ile sıcaklık ölçen
thermos bottle (or flask, jug): Sıvıları bir kaç saat
bir cihaz; termometre; sıcaklık ölçer, a) suyun don
orijinal sıcaklığında tutan bir şişe; termos; aralarında
ma noktası 0° ve kaynama noktası 100° olan Santig-
vakum bulunan iç içe iki duvardan ve madenî bir
rad (Selsiyüs). b) suyun donma noktası 32° ve kay
mahfaza ya da koruyucudan oluşur (Ticarî bir mar
nama noktası 212° olan Fahrenhayt, c) suyun don
ka).
ma noktası 0° ve kaynama noktası 80° olan Reo-
thermoscope: Sıcaklıktaki değişimleri (hassas olarak
mür. 2) termokupl yardımı ile çalışan gibi, herhangi
ölçmeden) göstermek için kullanılan bir cihaz; ter-
benzer bir cihaz.
moskop.
thermometer, clinical: insan vücudunun sıcaklığını
thermoscopic: Termoskop cihazına ait veya termos-
ölçmek için kullanılan cıvalı bir termometre; vücut
kop tarafından belirtilen; termoskopik.
termometresi.
thermoscopical: Bkz. thermoscopic.
thermometer, maximum and minimum: Belirli bir sü
thermosetting: Bir defa ısı etkisinde kaldığı zaman ka-
re içinde erişilen en yüksek ve en düşük sıcaklıkları
tılaşan ve kalıplanamaz bir duruma gelen: Belirli ba
kayıt eden sıcaklık ölçer; maksimum ve minimum ter
zı plâstikler için söylenir.
mometre.
thermosetting plastic: Bir kere ısıtıldıktan sonra ısı
thermometer well: Borulardaki sıvıları, doymuş bu
ile yumuşamayan, tersinir olmayan bir plâstik (mad
har, gaz ya da kızgın buharın sıcaklığını ölçmek için
de) ; örneğin fenolformaldehit ve üre-formaldehit reçi
kullanılan ve termometrenin içersine sokulduğu bir
ne.
parça; termometre kuyusu; termometre kuyusunun
thermosiphon: içten yanmalı bir makinenin soğutma
içi cıva (260°C), lehim (260°-538°C) ve kalay (315-
suyu sisteminde olduğu gibi, sıvı dolaşımını endükle-
982°C) doldurulur.
mek için sifon borularından oluşturulmuş bir araç;
thermometric: Termometreye ait veya termometre ile
termosifon.
ölçülen.
thermostable: Oldukça yüksek sıcaklığa kadar ısıtıl
thermometrical. Bkz. thermometric.
dıklarında özel niteliklerini kaybetmeyen toksinler,
thermometric liquid: Termometrelerde kullanılan sı
enzimler vb. i gibi maddelere ait veya onları belir
vı; termometre sıvısı; working fluid biçiminde de kul
ten.
lanılır.
thermostart element: Diz. Mot. içersinde elektriksel
thermometric scales: Termometre skalaları; termo-
dirençli iki ısıtma bobini ve solenoitle çalıştırılan bir
metrik bölüntüler; °F, °C, °R vb. i olabilirler.
yakıt valfı kapsayan bir cihaz; termostart elemanı;
thermometry: 1) sıcaklık ve sıcaklık değişimleri ölçü
makineye püskürtülecek yakıtın ısıtılmasını sağlar.
mü. 2) termometre yapım veya kullanımı bilimi; ter-
thermostat: 1) bir ısıtma sisteminde sıcaklığı
mometri.
otomatik olarak denetleyen bir cihaz; termostat. 2)
thermomilliammeter: Küçük alternatif akımları ölç
belirli bir sıcaklıkta sprinkler vb. ini çalıştıran bir
mek için kullanılan bir cihaz; termomiliampermetre.
cihaz.
thermomotor: Isı ile çalışan, özellikle ısıtılmış hava
thermostat bellows: Termostat körüğü.
nın genişlemesi ile çalışan; termomotor.
thermostatic: Termostat'a ait; termostat tarafından
thermonuclear: Nükleer fizyonda ısı enerjisi firarına
ça lıştırılan ya da işletilen.
ait veya bu ısı enerjisini belirten ya da bu ısı enerjisi
thermostatic control valve: Termostatik kontrol valf;
ni kullanma; termonükleer.
Bkz. thermostatic valve.
thermonuclear energy: Termonükleer enerji; Bkz.
thermostatically: Termostat ile.
thermonuclear.
thermostatics: Isının dengelenmesi ile ilgilenen bilim
thermonuclear process: Bir tepkime mekanizmasın
dalı; termostatik bilimi.
da üç atom veya molekülün aynı anda çarpışması iş
thermostaic trap: Termostatik kapan; gövdeye bağlı
lemi; termonükleer değişme veya işlem.
bir körük, körüğün alt ucuna bağlı iğne valftan olu
thermonuclear reaction: Başlaması için
şan bir buhar kapanı, körüğün içinde düşük sıcaklık
(milyonlarca derecelik) çok yüksek sıcaklık
larda buharlaşabilen bir sıvı bulunur; Bkz, steam
gerektiren bir nükleer tepkime; termonükleer
trap.
tepkime; örneğin hidrojen fiz- yonunun helyuma
thermostatic valve: Bir termostat tarafından ısıl ola
dönüşmesi.
rak kontrol edilen veya açılan, kapatılan valf; termos
thermopile: Bir dizi termokupi'den oluşan, sıcaklıkta
tatik valf, genellikle taşıt araçlarının soğutma devrele
ki çok küçük değişiklikleri araştırmak ve ölçmek ve
rinde kullanılır.
ya termoelektrik akım üretmek için kullanılan bir ci
thermotank: Sıcak su, buhar, hava vb. dolaştırılan bir
haz; termopil.
sıra boru yardımıyla içersinden geçirilen havayı ısıt
thermoplastic: Isı etkisinde kaldığı zaman yumuşak
mak için kullanılan bir tank; ısıl tank; termotank.
olan veya yumuşak kalabilen ve kalıplanabilen: Belir
thermotaxis: 1) Bio. bir organizmanın ısı kaynağına
li plâstikler için söylenir; termoplâstik; termoplâstik
doğru veya ısı kaynağından hareketi. 2) Fizy. vücut
madde.
sıcaklığının normal ayarı ya da ayarlanması.
thermoregulator: Termostatla aynı görevi gören, fa
thermostensile: Sıcaklıktaki değişimler tarafından
kat farklı yapıda olan bir cihaz; alçak sıcaklık derece
ne den olunan çeki gerilmesindeki değişikliklere ait.
lerinde buharlaşan bir sıvı ile doldurulmuş bir ısıl am
-thermy: Isı ya da ısı üretimi anlamında bir sonek.
pule sahiptir; termoregülatör; ısıl regülatör ya da dü
thesis: Önerme; tez; dava.
thiamin 555 thionic acid
thiamin: Bkz. thiamine. yoğun bir sıvının, katı bir yüzey veya diğer bir sıvı
thiamine: Taze bezelye, fasulye, yumurta beyazı, ka yüzeyinde oluşturduğu katman; ince film; ince taba
raciğer vb inde bulunan, aynı zamanda sentetik ola ka ya da katman.
rak da hazırlanan kompleks, beyaz, kristalli bir bile thin-film lubrication: Kalın yağ filmine Bkz. thick film
şik; B1 vitamini; tiamin, C 12 H 17 ON 4 SC.HCI; yoklu göre sürtünme katsayısı daha yüksek ve yük taşıma
ğu beriberi hastalığına neden olur; thiamine chlori kapasitesi 20 bara kadar düşebilen, metal metale te
de, thiamine hydrohloride şekillerinde de kullanılır. masa ve bunun sonucu olarak aşınma ve hasara ne
thiazin: Bkz. thiazine. den olan yağlama, ince filmli yağlama; mükemmel
thiazine: Bir çember şeklinde düzenlenmiş bir atom olmayan yağlama Bkz. imperfect lubrication.
nitrojen (azot) bir atom kükürt ve dört atom karbon thinner: Viskozitesini azaltmak ve daha kolay sürül
dan oluşan heterosiklik bileşikler grubunun herhan mesini sağlamak için boyalara katılan bir çözücü; in
gi biri; tiazin. celtici; tiner; örneğin terebantin veya mineral yağ.
thiazol: Bkz. thiazole. thinnish: Bir dereceye kadar ince.
thiazole: 1) renksiz bir sıvı; tiazol, C3 H3 NS. 2) onun thin-walled: ince duvarlı; et kalınlığı az olan: Çok in
boya ve ilâçlarda kullanılan çeşitli türevlerinden her ce camdan yapılmış şişe, deney tüpü vb. i için kulla
hangi biri, nılır.
thick: 1) nispeten büyük derinliği olan; kalın. 2) boyu thio-: Negatif olarak iki değerli kükürt tarafından bir
ile orantılı olarak nispeten büyük çapı olan. 3) zıt yü asit kökünde oksijen ile yer değiştirmeyi göstermek
zeyler arasında ölçülen. 4) yoğun; özellikle: a) tümü için kullanılan, kükürt anlamında bir önek.
ile doldurulmuş veya örtülmüş, b) sayıca büyük; thioaldehyde: Tek değerli -CHS kökü kapsayan orga
bol; mebzul, c) büyük yoğunluğa ait; çok akışkan ol nik kimyasal bileşikler grubunun herhangi biri; kü-
mayan; viskoz; ağır. d) açık olmayan; bulanık; ça kürtün oksijen ile yer değiştirdiği bir aldehit; tiyoalde-
murlu; sisli. hit.
thicken: 1) koyu veya daha koyu yapmak veya ol thioantimonate: Tioantimonik asitin tuzları olarak dü
mak. 2) daha karmaşık yapmak ya da olmak. şünülen kimyasal bileşikler grubunun herhangi biri;
thickeners: Sentetik veya yapay gresleri koyulaştır tiyoantimonate.
mak için kullanılan maddeler; koyulaştırıcı (madde thioantimoniate: Bkz. thioantimonate.
ler). thioantimonic acid: Sadece tuzları şeklinde bilinen
thickening: 1) kalınlaştırilan şey ya da kişinin işi; ka kuramsal bir asit; tiyoantimonik asit, H3 SbS 4 .
lınlaştırma; koyulaştırma. 2) çorba vb. ini koyulaştır thioantimonious acid: Sadece çözeltilerde tuzları
mak için kullanılan bir madde. 3) koyulaştırılmış ve şeklinde bilinen H3 SbS 3 , HSbS2, H4 Sb 2 S 5 ve
ya kalınlaştırılmış şey. H 2 Sb 4 S 7 gibi kuramsal asitler grubunun herhangi bi
thick-film lubrication: Mak. sürtünme yüzeylerinin bir ri; tiyoantimoniyöz asit.
yağ filmi ile birbirlerinden tümü ile ayrıldığı, sürtün thioantimonite: Sadece çözeltilerde bilinen ve tiyoan
me katsayısı, 0,002-0,012 olan ve yük taşıma kapasi timoniyöz asitin tuzları olarak düşünülen kimyasal bi
tesi 1240 bara kadar olan yağlama; kalın filmli leşikler grubunun biri; tiyoantimonit.
(0,0254-0,01778 mm) yağlama; mükemmel yağlama thioarsenate: Tiyoarsenik asitin tuzları olarak düşünü
Bkz. perfect lubrication. len kimyasal bileşikler grubunun biri; tiyoarsenat.
thickish: Bir dereceye kadar kalın. thioarsenic acid: Sadece tuzlan ile bilinen üç kuram
thickness: 1) kalın ya da koyu olma durumu veya ni sal asitten (H 3 AsS 4 , HAsS3, H4 As2 O7 ).
teliği. 2) bir yüzeyden diğer bir yüzeye kadar ölçü; biri; tiyoarsenik asit.
kalınlık. 3) katman; tabaka. 4) en kalın yer ya da par thioarsenious acid: Sadece tuzları şeklinde bilinen
ça. bir grup kuramsal asitten (HAsS2, H4AsS5, H3AsS3)
thickness gauge: Kalınlık mastarı. Kalınlık ölçer. biri; tiyoarseniyöz asit.
thick wall: Kalın duvarlı (Dizel motorlarının yatakları thioarsenite: Tiyoarseniyöz asitlerin tuzları olarak dü
için söylenir). şünülen bir grup kimyasal bileşikten biri; tiyoarsenit
thimble: Aşınmayı önlemek için halat çımalarının için thio compound: Kükürt atomunun oksijen atomu ile
den geçirildikleri madenî halka; radansa. yer değiştirdiği bileşik; örneğin
2-
kükürtün oksijen 2-
ile
thimbleful: Çok küçük bir yer değiştirmesi sonucu SO den oluşan S 2 0 3 (ti-
miktar. yosülfat) iyonu; tiyo bileşiği; kükürt bileşiği.
thimble tubes: Yardımcı buhar kazanlarında silindir thiocyanate: Tiyosiyanik asitin, tek değerli -SCN kö
şeklindeki aynalara bağlanan, yatay duman borula kü kapsayan bir tuzu ya da esteri; tiyosiyanat.
rı; Cochran kazanlarında kullanılır. thiocyanic acid: Nüfuz edici kokulu, başlıca tuzları
thimble valve: Diz. Mot. yakıt püskürtme pompaları şeklinde bulunan renksiz, dayanıksız bir asit; tiyosi
nın üst kısmında bulunan, yay yükü ile çalışan ve ba yanik asit, HSCN.
sınçlı yakıtın enjektörün boru devresine geçmesini thiol: Alkollere benzeyen ve OH kökünde oksijen için
sağlayan küçük bir valf; yüksük valf; deşarj valfı; dis- kükürtle yer değiştirme ile ifade edilen kimyasal bile
çarç valfı; çek valf. şikler sınıfının herhangi biri; merkaptan Bkz. mercap-
thin: 1) derinliği nispeten az olan; ince. 2) boyuna gö tan.
re çapı küçük olan: İnce iplik gibi. 3) zayıf; ince thionic: Kükürte ait; kükürt kapsayan veya kükürtten
uzun. 4) yoğunluğu olmayan; seyrek; özellikle: a) türeyen; tiyonik.
sayıca az. b) küçük yoğunluğa ait; çok akıcı; nadir; thionic acid: 1) tek değerli CS.OH kökü kapsayan
narin, c) küçük dayanıklığa ilişkin. 5) küçük yoğunlu or ganik kimyasal bileşiklerden herhangi biri. 2)
ğa ait. 6) saydam; transparan. genel formülü H 2 S n 0 6 (n = 2-5) olan asitler
thin film: Çoğu zaman sadece bir kaç molekül daha grubunun her-
thionine 556 three-dru m boile r
three-decker: 1) üç güvertesi olan gemi; üç güverteil yaymak için, radyasyonun maksimum dalga boyu;
gemi; özellikle toplar için üç güvertesi olan eski bir eşik dalga boyu.
savaş gemisi. 2) üç katlı bir yapı. thrice: 1) üç kere. 2) üç kat. 3) çok; çokça; pek çok.
threefold: 1) üç parçalı; üç parçadan oluşan. 2) üç throttle: 1) Bent. Mot. silindirlere girecek yakıt buharı
kat; üç misli. miktarını düzenleyen bir valf; karbüratörlerde bulu
three laws of motion: Hareketin üç kanunu: 1) den nur; gaz kelebeği. 2) bu valfı denetleyen ayak peda
gelenmemiş bir kuvvetin etkisinde olmadıkça, bir ci lı veya el levyesi; gaz pedalı; gaz levyesi. 3) bir kısı
sim hareketsiz veya düzgün hareketli bir durumda cı (tortul) ile (yakıt buhan) akımını azaltmak. 4) bu
kalır. 2) bir cismi etkileyen tek bir kuvvet, onu kendi nunla veya benzer bir şekilde yavaşlatmak. 5) boğ
yönünde hareket ettirir. 3) her bir etkinin, eşit ve zıt mak veya bastırarak söndürmek.
yönde bir tepkisi vardır. throttle butterfly: Seriz. Mot. karbüratör gaz kelebe
three-master: Üç direkli yelkenli gemi. ği.
three-mile limit: Üç mil sınırı; üç millik karasuyu. three- throttle control: Bern. Mot. gaz kontrol tertibatı; gaz
pass: Üç geçişli (su borulu heder türü kazan). three- kumanda donanımı.
pass boiler: Yanma ürünlerinin gaz perdeleri throttle control wire: Benz. Mot. gaz kelebeği kuman
arasında üç kere yön değiştirdiği su borulu bir ka da teli; gaz teli.
zan; üç geçişli (kalın su borulu heder türü) kazan. throttle fly: Karbüratör gaz kelebeği veya trotul valfı.
three-phase: Elekt. alternatif akımın üç ayrı devrede throttleman: Gem. Mak. makine dairesinde ana maki
üretildiği, iletildiği veya kullanıldığı bir sisteme ait; neleri denetlemek için trotulları çalıştıran kişi; trotul-
üç fazlı veya fazları birbirinden 120'şer derece farklı men; manevracı; manevra yapan gemiadamı (ABD).
alternatif akım sistemine ait, üç fazlı (motor, jenera throttle valve: 1) buhar makineleri ve türbinlerinde,
tör vb. i gibi). makineye giren buharın miktarını azaltan veya çoğal
three-phase circuit: Elekt. aralarında 120'şer derece tan bir valf; Gem. Mak. trotul valf; el veya bir meka
lik açı farkı bulunan alternatif elektromotor kuvvet ta nizma ile çalıştırılır. 2) Bkz. throttle (1).
rafından beslenen bir devre; üç fazlı devre. throttling: Gem. Mak. buhar makinelerine verilen bu
three-phase current: Elekt. üç fazlı alternatif akım. har miktarını, kısma valfı Bkz. throttle valf yardımıy
three-phase generator: Elekt. üç fazlı veya trifaze al la azaltma; kısma valfı; kısma.
ternatif akım üreten bir jeneratör veya dinamo; üç throttling loss: Kısma kayıbı: a) Buh. Türb. manevra
fazlı jeneratör. veya kısma valfını, makineye verilen buhar miktarını
three-phase machine: Elekt. üç fazlı makine; üç fazlı azaltmak için bir miktar kapatma sonucu oluşan ba
elektrik AC motoru veya jeneratörü, sınç düşümü, b) Pist. Buh. Mak. silindirlere verilen
three-phase motor: Elekt. üç fazlı (trifaze) bir alterna buhar miktarını kesme yerine valfı kısarak düzenle
tif akım motoru. me sonucu oluşan basınç kaybı.
three-phase transformer: Elekt. üç fazlı transforma through bolt: Bkz. tie rod.
tör. through stay: Bkz. tie rod.
three-pin plug: Elekt. evlerde elektrik cihazlarını dev through tie-bolt: Bkz. tie rod.
reye sokmak için kullanılan üçlü (üç pinli) fiş; toprak through tube boiler: Alev borulu kazanların bir türü
lı fiş; uçlardan biri akıma, diğeri nötr hatta ve üçün olan ve daha çok yardımcı olarak kullanılan bir ka
cüsü ise iletkeni (kısa devre yapmak için) toprağa zan; doğru alev borulu kazan.
bağlar. throw: 1) bükerek (ipek vb. ini) iplik yapmak. 2) bir
three-ply: Üç katmanı, kolu olan (halat, ip vb.); üç pompa, katapült (mancınık) vb. inden havaya boşal
katmanlı. mak. 3) hızlı bir şekilde hareket etmek veya gönder
three-quarter: Bir şeyin dörtte üçüne ait veya dörtte mek. 4) hareket ettirmek (bir sviç, Maç vb. inin levye
üçünü kapsayan. si ile) veya bu şekilde yaparak devreye sokmak, dev
threescore: Altmış; 60. reden çıkarmak, birleştirmek vb. 5) fırlatmak; atmak.
three-square: Enine kesitinde eşitkenar üçgenler 6) fırlatılabilen mesafe. 7a) kem, eksantrik vb. i bir
oluşturan: Üç yüzeyli eğeler için söylenir. hareketli bir parçanın hareketi, b) böyle bir hareke
three-view drawing: Tek. Res. önden, üstten ve yan lin kapsamı.
dan olmak üzere üç görünüşten oluşan resim. throw-eccentric; Buh. Mak. eksantrik puli ve krank
three-way cock: Bkz. three-way valve. three- mili merkezleri arasındaki mesafe; eksantrik yarıça
way valve: Üç yollu valf ya da vana. pı; slayt valf veya çekmecenin hareket miktarının ya
three-wire generator: Üç telli ya da üç iletkenli jene rısına eşittir.
ratör veya DC dinamosu: a) 110-115 voltluk iki DC di throw of crankshaft: Mot. krank dairesi yarıçapı;
namosu ile bunların arasından çekilen nötr hattan krank millerinin kollari üzerinde krankpin merkezi ile
oluşan ve hem 110-115 ve hem de 220-230 V veren krank jurnal merkezi arasındaki mesafe; makine pis
dinamo, b) 220-230 voltluk bir dinamo ile bir balast ton strokunun yarısına eşittir.
bobininden oluşan ve hem 110-115 V ve hem de throwout bearing: Oto. debriyaj baskı bilyası veya bil-
220-230 V veren üreteç. yalı yatağı.
thresher: Harman makinesi. thru bolt: Mak. boyuna delinmiş cıvata; boyuna delik
threshing machine: Harman dövmek için, büyük güç li cıvata (buhar kazanlannın payandaları gibi).
ile çalıştırılan bir çiftlik makinesi. thrust: 1) anî bir kuvvetle itmek. 2) bir parçanın diğer
threshold frequency: Bkz. critical frequency. bir parçaya uyguladığı sürekli basınç. 3a) bir gemi
treshold level: Bkz. cut-off frequency. pervanesinin şaft ekseni boyunca uyguladığı çalıştır
treshold wave length: Verilen bir yüzeyden elektron ma kuvveti; srast; trast. b) bir jet motorunda kaçan
t h r u s t a ugm e n t a t io n 558 t igh t e nin g t orqu e
tiglic acid: Kroton yağında gliserit olarak görülen doy timer: 1) saat tutan kimse. 2) saat; özellikle bir krono
mamış, rnonobazik bir asit; tiglik asit, C 4H 7COOH. metre. 3) Mot. gerekli anlarda silindirde spark ya da
tile: 1) çatı döşemesinde kullanılan sırsız, dikdörtgen kıvılcım oluşturmak için kullanılan bir mekanizma.
şeklinde yapı malzemesi; kiremit. 2) banyo duvarla time slice: Zaman dilimi.
rı, şömine çerçevesi vb. yerlerde kullanılan sırlı, dik timing: Zamanlama veya tayming (supaplar, enjek
dörtgen şeklinde malzeme; duvar çinisi. 3) aynı şe tör, portlar vb. inin açılıp kapanmaları için kullanılır).
kilde kullanılan metal ya da plâstikten yapılmış ben timing chain: Krank mili dişlisi ile kam mili dişlisini
zer bir madde. 4) kiremitlerin tümü. birbirine bağlayan ve birlikte dönmelerini sağlayan,
tilery: Kiremit yapılan yer; kiremit imalâthanesi. dişliler tarafından taşınan zincir; zamanlama zinciri;
tiiier: Gemi dümenini döndürmek için kullanılan bir Bkz. silent chain.
çubuk ya da kol; dümen yekesi. timing diagram: İki ve dört zamanlı motorlarda em
tiller chain: Gem. Mak. dümen makinesi ile yeke ara me ve egzoz supapları, egzoz ve süpürme portları
sındaki zincir; dümen zinciri. vb. lerinin açılıp kapandıkları anları ölü noktalara gö
tiller head: Gem. Mak. dümen yekesinin tekne veya re krank açısı türünden veren krank dairesi diyagra
gemi içindeki kısmı, mı; zaman diyagramı; zamanlama diyagramı; tay
tiller rape: Gem. Mak. dümen dolabı ile dümen yeke ming diyagramı.
si arasındaki halat; dümen halatı. timing gear: 1) Diz. Mot. Roots (Ruts) bioverlerinin
tilt: 1) şahmerdan ile dövmek. 2) eğilmek; eğmek; loblarını kapsayan rotorşaftı döndürmek için kullanı
meyletmek. lan iki adet helis dişliden biri; zaman dişlisi. 2) krank
tilt hammer: Dövme amacıyla kullanılan ağır çekiç; mili üzerindeki dişli ile kam mili dişlisini birbirine
şahmerdan. bağlayan ve birlikte dönmelerini sağlayan, dişliler
tilting: Devrilme; devrilme (momenti vb.); aşırı dön den herhangi biri; zamanlama ya da tayming dişlisi
me. timing lamp: Benz. Mot. ateşleme zamanını ayarla
tilting moment: Makinenin torkuna eşit, fakat zıt işa mak için kullanılan bir lâmba; avans lâmbası adı da
retli olan moment; devirme momenti; düşey enine verilir.
düzlemde etkir ve makineyi krank mili ekseni çevre timing light: Bkz. timing lamp.
sinde, torka zıt yönde döndürmeye çalışır. timing marks: Mot. volanlar üzerinde bulunan ve ma
tiltometer: Yataya meyili ölçmek için kullanılan bir ci kinenin bakım ya da onarımı sırasında yararlanılan
haz; tiitometre. işaretler; ölü noktaları, bazan supapların açılıp ka
timber. 1) Orj. Ola, a) bina; yapı. b) yapı malzemesi. pandıkları noktaları vb, gösterirler.
2) bina, evler, gemiler, vb. inin yapımında kullanılan timing mechanism: Kam milini döndürmek ve dolayı
kereste. 3) yapımda kullanılan büyük, ağır, şekil ve sıyla supapları, yakıt pompaları vb. ini hareket ettir
rilmiş vb. i kereste; kiriş. 4) İng. kereste. 5) ağaçla mek üzere kullanılan mekanizma; zaman veya za
rın tümü. 6) Den. ağaç posta. 7) keresteye ait; keres manlama mekanizması.
te için. timing, valve: Bkz. valve timing.
time: 1) devarn eden, vukubulan bir şeyin iki olayı tin: 1) yumuşak, gümüşî beyaz, adî sıcaklıklarda dö
arasındaki periyot; ölçülebilir ara veya fasıla. 2a) bir vülebilir, çok parlatılabilen, kalay folyoları, lehimler,
işçi tarafından çalışılmış periyot, b) bunun için öde mutfak araçları, harf metali vb. i yapımlarında kullanı
nen ücret. 3) yürüme, çalışma, işletme vb .inin hız lan metalik kimyasal element; kalay; Simg. Sn;
miktarı. 4) bir saat veya takvimde saptanan hassas at.ağ. 118,70; at.no.50. 2) kalay kaplı teneke. 3a) ka
an, saniye, dakika, saat, gün, hafta, ay veya yıl. 5) lay kaplı tenekeden yapılmış kutu, tencere kap vb.
verilen hız veya işletme süresi için (bir mekanizma b) ing. yiyecekleri koruyan teneke kutu veya konser
yı) ayarlamak. 6) hız, bitirme süresi vb. ini hesapla ve kutusu. 4) kalay ile örtmek veya kaplamak.
mak veya kayıt etmek; saat. 7) zaman; süre. 8) za tin-babbitt bearing: Mot. kol yataklarının
manla ilişkili. 0,0508-0,127 mm (0,002-0,005 inç) ve krank milinin
time clock: Bir işçinin çalışmaya başladığı veya çalış 0,1016-0,1778 mm (0,004-0,007 inç) kalınlığındaki
mayı bitirdiği saatleri zaman kartına basan mekaniz metalle kaplı yataklarından biri; kalaylı beyaz metal
man bir saat. yatak.
time-delay relay: Devredeki değişimden sadece belir tin-base alloys: Kalay kökenli alaşımlar; makine ya
li bir süre sonra çalışan elektromanyetik bir cihaz. taklarında kullanılır; maksimum % 90 oranında ka
timed IPL: Bilgisay. zamanlanmış ilk program yükle lay, bir miktar antimon ve bakır kapsarlar.
me. tin-base metals: Bkz. tin-base allyos.
time exposure: 1) uzun pozlu film. 2) bu şekilde çe tincal: Ham boraks.
kilmiş fotoğraf. tin coating: Özellikle bir demir yüzeyi, bakır kap ka
time frame: Zaman dilimi. çakları vb. korrozyondan korumak üzere yapılan iş
timeless: 1) zamanla ölçülemeyen; sonsuz; ebedî. 2) lem; kalay kaplama.
belirli bir zamanla sınırlı olmayan; daima geçerli ve tincture: 1) Orj. Ola. boya. 2) açık renk; hafif renk. 3)
ya gerçek. bir çözeltideki ilâç maddesi: özellikle bir alkollü çözü
time lock: Ayarlanan zamanı gelmedikçe açılmaya en cü ya da solvent; örneğin tentürdiyot. 4) herhangi
gel olan kilit; zamanlı kilit. bir renk, metal ya da kürk. 5) hafif olarak boyamak,
time out: Zaman aşımı. tinder: Herhangi bir kuru, kolayca tutuşabilen bir
timepiece: Zaman ölçmek veya kayıt etmek için kulla madde; kav.
nılan herhangi bir araç veya cihaz; özellikle bir saat tinderbox: Esk. ateş çıkarmak için kav, çakmaktaşı,
ya da kronometre. çelik kapsayan bir kutu.
tin-foil 560 tod
likli; mükemmel; en iyi. verilen eriyiğin cm türünden değeri veya kıymeti; tit
rasyon değeri.
tire: 1) bir taşıt aracının tekerleğinin çevresine geçiril
miş ve diş şekli verilmiş demir veya lâstik çember. titre: Bkz. titer.
2) şoku azaltmak için aracın tekerleğinin çevresine tittle: Çok küçük partikül veya parçacık; çok küçük
geçirilmiş veya hava doldurulmuş lâstik tüp; lâstik; herhangi bir şey.
oto lâstiği. 3) lâstik ya da lâstiklerle donatmak. Tl: Bkz. thalium.
tire chain: Oto. soğuk mevsimlerde patinaja engel ol Tm: Bkz. thulium.
TML: Bkz. tetra methyl lead.
mak üzere lâstiklere takılan zincir; patinaj zinciri.
tire gauge: Oto. iç lâstiklerin havasını ölçmek için kul Tn: Bkz. thoron.
tn.: Bkz. ton; tons.
lanılan bir cihaz; lâstik (basınç) ölçeri; basınç göster
gesi. TNT (T.N.T.): Bkz. trinitrotoluene veya trinitrotolu
ol, C 6 H 2 (CH 3 )(N0 2 ) 3 ; patlayıcı olarak kullanılır;
tire iron: Ofo. lâstik demiri ya da levyesi.
di namit.
tire pressure: Oto. lâstiklere basılan havanın basıncı;
lâstik basıncı. to-and-fro: İleri geri hareket etme; ileri ve geri.
tire pressure gauge: Bkz. tire gauge. tobin bronze: Bkz. Naval bronze, tobin bronzu.
tocopherol: Başlıca pamuk çekirdeği yağı, salata vb.
tire pump: Oto. el ve ayak ile lâstiklere hava basmak
için kullanılan pompa; lâstik pompası. inde bulunan E vitamini özelliklerinde olan alkoller
tire valve: Oto. lâstiklere hava basma ya da havayı grubunun herhangi biri; tokoferol.
boşaltmada kullanılan küçük bir valf, iâstik valfı; lâs tocsin: 1) alarm zili. 2) bu zilin sesi. 3) herhangi bir
tik supabı. alarm veya uyari sesi.
T iron: Profili T harfi şeklinde olan demir; T demiri; T tod: Esk. yaklaşık 28 libre (12,656 kg) ağırlığında, yün
için ağırlık birimi.
toe 561 tonnage oxygen
ilâçların sentezinde kullanılır.
toe: 1a) bir yatak içinde düşey olarak uzanan bir mil toluol: Toluen; özellikle ticarî ham toluen; toluol.
ya da jurnal. b) bir kem tarafından kaldırılan veya toluole: Bkz. toluol.
hareket ettirilen çıkıntılı bir kol. 2a) meyilli olarak tolu tree: Bot. büyük bir Güney Amerika ağacı; kalin,
çakmak (bir çiviyi), b) meyilli olarak çakılan çivi ile kaba kabukları hoş kokulu pelesenk verir ve parfüm,
bağlamak. ilâç vb. yapımında kullanılır; tolu balsam (pelesenk)
toe-in: Otomobil veya diğer motorlu araçların, birbirle ağacı.
rine tam paralel olmayan ön tekerleklerinin ayarı. toluyl: Tek değerli asit kökü; toluil, C7 H7 CO.
toggle: 1) Den. kayma ya da burulmayla sıkışmayı tolyl: Toluenden türeyen tek değerli bir kök; tolil,
önlemek, bir bağlantı yapmak için bir zincirin bakla CH 3 C 6 H 4 .
sı, halat kolları ya da flasaları arasına veya bir halat tolyiene diisocyanate (mixed isomers): Sıv. Yük. to-
ilmeğine sokulmak için kullanılan bir rod, pin ya da lilen diizosiyanat (karışık izomerler); su ve diğer bir
cıvata; kasa çeliği. 2) tespit etme veya yerinde tut çok kimyasal maddelerle çok reaktif, kendine özgü
ma; birbirine menteşeli iki kol veya levha mesnet, kokulu, izosiyanat ailesinden insan sağlığı için zarar
payanda; kablo ucu tespit pini. 3) mafsallı manivela. lı, higroskopik olmayan, 40°C'den yüksek sıcaklıklar
toggle joint: Birbirlerine birer uçlarından bağlanan iki da polimerleşen, renksiz veya açık sarı renkli bir sı
çubuktan oluşan diz şeklinde bir bağlantı. vı; Slmg.CH 3 C6 H3 (NCO) 2 ; 25°C'de öz.ağ. 1,22;
toggle press: Otomobil gövdelerinin yapımında kulla k.n. yaklaşık 238°C; d.n. 6°-14°C; su ile tepkimeye
nılan yaklaşık 6 metre (20 fit) yüksekliğinde, 80 ton girer; 25°C'de viskozitesi 3,1 cP; gemilerde normal
ağırlığında bir pres; mafsallı pres. olarak 15°-28°C'de ve atmosfer basıncında taşınır.
toggle switch: Bir elektrik devresini açıp kapamak tomahawk: Perçin yapmak için kullanılan çekiç; per
için, küçük bir ark ya da kıvılcım aracılığı ile ileri geri çin çekici; perçin varyozu.
hareket eden çıkıntılı bir levyeden oluşan anahtar ve tommy bar: Lokma anahtarı kolu.
ya sviç. tommy gun: Tomson hafif makineli tüfeği.
Soları: Bkz. toiane. tomography: Tıp. seçilen tek bir düzlemin fotoğrafı
tolane: Renksiz, kristalli bir karbonlu hidrojen; toian, nın alındığı X ışınlı fotoğrafçılık tekniği, tomografi.
C14H10- ton: 1) Büyük Britanya'da yaygın olarak kullanılan ve
tolerable: 1) dayanılabilir; tahammül edilebilir. 2) ol 2240 libreye (1018,06 kg) eşit olan bir ağırlık birimi;
dukça iyi; geçerli; muteber. Bkz. long ton. 2) Amerika Birleşik Devletleri, Kana
tolerably: 1) tahammül edilebilir veya dayanılabilir bir da, Güney Afrika vb. inde yaygın olarak kullanılan
şekilde. 2) dayanılabilir derecede; ılımlı olarak; ol ve 2000 libreye (907,20 kg) eşit olan bir ağırlık biri
dukça. mi; Bkz. short ton. 3) metrik sistem ve Uluslararası
tolerance: Bir standart, doğruluk vb. inden müsaade Sistemde 1000 kg'a eşit olan ağırlık birimi; metrik
edilen sapma miktari: özellikle bazı mekanik parçala
3 3
rın müsaade edilir maksimum ve minimum ölçüleri ton. 4) gemilerin 2,8317 m 'e (100
3
ft ) eşit
3
olan taşı
arasındaki fark; tolerans. Teknik Sözlük - F. 36
tolerance limit: Dizayn ölçüleri tarafından İzin verilen
pozitif veya negatif değer değişimleri; tolerans sınırı
veya limiti.
tolerate: Müsaade etmek; izin vermek.
tolidin: Bkz.
tolidine.
tolidine: Benzidir.'in izomerik dimetil grubunun her
hangi biri; tolidin, C 1 4 H 1 6 N 2 .
tolu: Tolu ağacı tarafından verilen balsam veya pele
senk; tolu balsam olarak da kullanılır.
toluate: Toluik asitin bir tuzu ya da esteri; toluat.
toluene: Sıv. Yük. metil benzen; fenil metan; toluol
(e); yangın tehlikesi olan, insan sağlığı için zararlı,
aromatik ailesinden higroskopik olmayan, dayanıklı,
kendine özgü aromatik kokulu, renksiz bir sıvı kar
bonlu hidrojen; Simg.C6 H5 CH3 ; 20°/4°C'de öz.ağ.
0,86-0,98; k.n.110,6°C; d.n.-95°C; suda % 0,05 ora
nında çözünür; 20°C'de viskozitesi 0,68 cS; gemiler
de çevre sıcaklığı ve atmosfer basıncında taşınır; bo
ya, patlayıcılar vb. i yapımlarında ve solvent (çözü
cü) olarak kullanılır.
toluic acid: Toluen'in karboksil türevleri olan dört izo
merik asitten biri; toluik asit, C 8 H 3 0 2 .
toiuid: Bkz.
toluide.
toluide: Genel formülü RCONHC 6 H4 CH3 olan ve tolu-
idin'lerden türeyen herhangi bir sınıf kimyasal bile
şik; toiuid.
teinidin: Bkz. toluidine.
toluidine: Anilinin üç izomerik (meta, para, orto) ami
no türevlerinden biri; toluidin, C 7 H 9 N ; boyalar
ve
ma kapasitesi birimi. 6) 0,991 m 'e (35 ft ) eşit bir alev. 4) bir gösterge vb. ibresi. 4) makinelerde
olan, çıkın tılı kaplin vb. i.
gemilerin deplasmanlarının ölçüm birimi. 7} çok bü tongue-and-groove joint: Bir tahtadaki çıkıntının, di
yük hacim veya sayı. ğer tahtadaki girintiye tam olarak geçmesiyle oluştu
tonelada: 1) ispanya'da 2028,7 libreye (916,97 kg) rulan bağlantı, dil ve oyuklu bağlantı.
eşiî olan bir ağırlık birimi. 2) Brezilya'da 1748,70 lib tonite: Baryum nitrat ve pamuk barutu ile yapılan çok
reye (790,453 kg) eşit olan bir ağırlık birimi; patlayıcı bir madde.
tonilâto. ton, long: Bkz. long ton.
toner: Karartıcı: Fotokopi, printer vb.i tonnage: 1) taşınan ton esas alınarak gemilerde ver
için. gi. 2) bir kanal, liman vb. inde her bir ton yük için
tongs: Genel olarak birbirlerine pinli veya ücret. 3) bir ülke ya da limanın ton olarak hesapla
menteşeli iki uzun koldan oluşan ve çoğunlukla nan toplam gemi miktarı. 4) bir geminin ton olarak
kızgın cisimle ri tutmak ya da kaldırmak için hesaplanan taşıma kapasitesi. 5) ton olarak ağırlık;
kullanılan alet; kıskaç; Demirci kıskacı gibi. tunnage şeklinde de yazılır.
tongue: 1) bir ahşap geçmenin çıkıntılı veya erkek
tonnage oxygen: Çelik endüstrisinde tüketilen oksi
kıs mı. 2) bir at arabası vb. inin oku. 3) uzun, dar
jen miktarı; çok büyük miktarda kullanıldığı için ton
cinsinden ifade edilir; ton (türünden) oksijen.
tonometer 562 t orpedo -b oa t d es t
roye r
tonometer: Tıp, göz küresi veya kan basıncını ölçen
türlü tansiyon cihazlarından biri; tonometre. oluşan boru demetinin
ma ürünlerinin üzerine
geçiş yolu yerleştirilen
üzerinde bulunanvesüper-
yan
ton, short: Bkz. short ton. hiyter veya üst ısıtıcısı.
tons per inch immersion : Den. bir gemiyi bir pus top-fired boilers: Tepeden (üstten) fayraplı kazanlar;
(25,4 mm) batırmak için gerekli, ton olarak ağırlık; bu tür kazanlarda akaryakıt börnerleri üst kısma yer
beher pus batma tonu; cm türünden de belirtilebilir. leştirilmiştir ve yakıtı aşağıya doğru püskürtmektedir
tool: 1) el ile tutulan ve kesme, itme, kazma, aşındır ler.
ma vb. için kullanılan herhangi bir alet, araç vb. i: top firing: Tepeden veya üstten fayraplı (kazan).
Testereler, bıçaklar, çekiçler, kürekler, tırmıklar, tor top lead: Pist. Buh. Mak. üst lid; Bkz. lead.
na kalemi vb. 2a) güçle çalıştırılan bir makinenin par topping turbines: Bkz. superposed turbines.
çası olan benzer herhangi bir cihaz; matkap, şerit top ring: Mot. yüksek sıcaklık, yüksek basınç ve kötü
testere vb. b) tüm makine; takım tezgâhı. 3) bir alet yağlama gibi en zor koşullarda çalışan ve en fazla
gibi hizmet veren herhangi bir şey. 4) birinin işi ve aşınan kompresyon segmanı; üst segman; ateş seg-
ya mesleği için gerekli olan herhangi bir alet veya ci manı.
haz. 5) bir araç ile şekil vermek, işlemek veya çalış topside: Çoğ. bir geminin su hattının üzerinde kalan
mak. 6) takımlar veya makineler sağlamak (bir fabri yan kısımlar; borda.
ka veya endüstri için). 7) bir alet veya aletler kullan topside tank: Den. güverte altı veya alabandalarda
mak. olan tanklardan biri.
tool bit: Torna tezgâhı kalemi; torna kalemi. torc: Burulma momenti üreten kuvvet; burulma kuvve
tool box: içinde türlü anahtar, lokma, pense, karga- ti.
burun, pin vb. i aletlerin bulunduğu sandık; takım torch: 1) uzun, reçineli bir parça ağaçtan oluşan taşı
sandığı. nabilir ışık üreteci; meşale. 2) kaynak, boya yakma
tool chest: Bkz. tool box. vb. inde kullanılan, çok sıcak alev üreten, türlü taşı
tool holder: Torna tezgâhlarında kalemi tutan veya ta nabilir cihazlardan biri; hamlaç; asetilen beki; şalu-
şıyan kısım; kalem tutucusu veya taşıyıcısı. ma. 3) pilli el feneri.
tooling: 1) aletlerle yapılmış iş ya da süsleme. 2) üre torch cutting: Oksi-asetilen şaluması ile kesme (me
time hazır olmak için fabrikayı takım tezgâhları ile tal levha, mil vb. i).
donatma işlemi. torchier (torchiere): Doğrudan, yukarıya doğru ay
tool kit: Takım kutusu; takım seti. dınlatma yapan, gölgesi olmayan bir döşeme lâmba
tool maker: Alet yapımcısı, özellikle takım tezgâhları sı.
nı yapan ve onaran makinist veya teknisyen. torchlight: Meşale veya meşalelerin ışığı.
tool maker's vise: Çok sıkı vira edildiği zaman kolay torentic: Özellikle metal oymacılığına ait.
ca hasar görebilecek, küçük ve duyarlı işler için kul torentics: Oymacılık, özellikle metal oymacılığı sana
lanılan bir mengene; alet yapımcısının mengenesi. tı.
tooth: 1) dişe benzeyen bir şey; testere, çatal, tırmık, tori: Çoğ. torus.
dişli vb. inde olduğu gibi dişimsi bir parça. 2) dişliler toric: Torus'a Bkz. torus ait veya şekli torusa benze
de olduğu gibi birbirine geçmek. yen.
toothed: Dişleri olan; dişli. toric lens: Yüzeyi, bir torus yüzeyinin parçası olan
toothed pressure: Mak. diş basıncı. mercek; özellikle gözlüklerde kullanılır.
toothed profile: Mak. diş profili veya şekli. torispherical: Dışbükey küresel (bir tavan, kazan te
toothed wheel:Dişli çark; dişli teker. pesi vb. i).
top: 1) baş ya da başın tepesi ya da üst kısmı. 2) her torispherical end: Bir kazanın veya buhar domunun
hangi bir şeyin en üst parçası, ucu veya yüzey. 3) dışbükey küresel olan ucu; dışbükey küresel uç.
bir şeyin en üst parçası veya kapağını oluşturan tornado: 1) özellikle ABD'nin orta kısımlarında hızlı
şey; özellikle: a) gözkapağı, kapak, kap vb. i. b) oto olarak dönen, yolu üzerindeki herşeyi tahrip eden
mobil gövdesinin üst kısmı, c) bir yelkenli gemide, baca şeklinde bulut ile birlikte görülen şiddetli, dö
armanın bağlandığı, her bîr ana direk kafası çevre nel rüzgâr. 2) herhangi bir dönel rüzgâr veya kasır
sindeki platform; çanaklık. 4) Kimy. bir karışımın en ga.
uçucu kısmı. 5) Kimy. damıtarak uçucu ksımlarını çı toroid: Kendi düzlemindeki bir doğru çevresinde dö
karmak. nen kapalı bir düzlem tarafından üretilen bir yüzey
topaz: 1) beyaz, sarı, soluk mavi veya soluk yeşil kris veya onun kapalı hacmi; toroit.
taller şeklinde görülen doğal alüminyum silikat; to torpedo: 1) elektrikli balık. 2) denizaltı, uçak vb. in
paz, AI 2 Si0 4 F 2 . 2) safirin ve kuvarsın sarı türü gibi, den düşman gemilerine atılan byük .sigar şeklinde
benzer renklerde türlü değerli veya yarı değerli taş bir patlayıcı; torpido. 3) sualtı mayını olarak kullanı
lardan herhangi biri. lan patlayıcı dolu metal bir kap. 4) petrol kuyusuna
topazoiite: Lâl taşının (grena'nın) sarı bir türü; sarı indirilen, petrol cebinin çapını anlamak için orada
grena; topazolit. patlatılan patlayıcı kartuş. 5) bir torpido ile hücum et
top center: Bkz. top dead center: Üst ölü nokta ya mek, hasar vermek veya tahrip etmek.
da üst sente, torpedo boat: Sadece hafif silâhlarla donatılmış, torpi
top dead center: Dikey, pistonlu makinelerde, pisto dolarla hücum eden küçük, hızlı, manevra yeteneği
nun silindir içinde erişebildiği veya çıkabildiği en üst üstün bir savaş gemisi; torpidobot.
nokta; üst ölü nokta; üst sente; ÜÖN kısaltması ile torpedo-boat destroyer: Torpidobotlara benzeyen fa
belirtilir. kat onlardan daha büyük olan ve daha ağır silâhlar
top-deck superheater: Buh. Kaza. su borularından la donatılmış, orjinal olarak düşman torpidobotlarını
t orped o bod y 563 t ouc h
traffic: 1) Orj. Oia. a) ticaret için mallan ulaştırma, b) gi biri. 3) Diz. Mot. volan çevresindeki işaretler ile ça
büyük mesafelerde ticaret. 2) satma veya satırı al kışarak ölü noktaları vb. gösteren sabit çubuk biçi
ma; takas; ticaret. 3) yasa dışı ticaret. 4a) limanlar mindeki gösterge; Gem. Mak. Tramel.
daki gemilerin, yollardaki motorlu araçların, yaya kal- tramp: Den. düzenli tarifesi olmayan, bulduğu yerde
dırımlarındaki yayaların hareketi; trafik, b) otomobil yük ve yolcu alan yük gemisi.
ler, yayalar, gemiler vb. 5) verilen bir süre sırasında tramp iran: Döküntü veya hurda demir; Bkz. scrap.
taşınan yolcu veya yük miktarı tarafından sınırlanmış tramp ship: Tarifeli sefer yapmayan, nerede iyi yük
nakliye şirketi tarafından yapılan ticaret. 6) verilen bulursa oraya giden bir gemi; tarifesiz sefer yapan
bir periyot sırasında iletilen telgraflar, telefon konuş gemi.
maları vb. ile sınırlanmış bir iletişim şirketi tarafından tramroad: Tahta, taş veya metalden yapılmış raylar
yapılan ticaret. 7) böylece sınırlanmış yolcular, yük dan oluşan dekovil hattı; özellikle maden ocakların
ler, nakliyeler vb. i. 8) trafiğe ait; trafik için veya tra da kullanılan bu tür bir yol.
fik düzenleme. tram rod: Bkz. trammel.
traffic light: Trafiği düzenlemek için caddelere konu tramway: 1) dekovil hattı. 2) İng. tramvay yolu.
lan veya yerleştirilen işaret lâmbaları takımı; trafik ışı trans. Bkz. 1) transportation. 2) transpose.
nı. transatlantic: 1) Atlantik ya da Atlas Okyanusunu ge
tragacanth: 1) eczacılıkta, basma baskısı vb. işlerde çen. 2) Atlantiğin diğer tarafında olan. 3) Okyanus
kullanılan tatsız ve kokusuz, beyaz veya kımıızımsı geçen, büyük tonajlı yolcu gemisi; transatlantik.
bir zamk; kitre. 2) bu maddeyi veren herhangi bir bit transcalency: Isıyı derhal iletme durumu veya niteli
ki; kitre ağacı. ği.
trailer: Bir otomobil, kamyon veya traktör tarafından transcalent: Isıyı derhal ileten.
çekilmek üzere dizayn edilmiş araba, vagon veya bü transceiver: Radyo haberleşmesinde hem verici ve
yük yük vagonu (furgon); römork. 2) bir otomobil ta hem de alıcı olarak kullanılabilen taşınabilir bir ci
rafından çekilmek üzere dizayn edilen yatak ya da haz; alıcı-verici.
yatakları, yemek pişirme olanakları olan kapalı tasıt transcontinental: 1) kıta geçen. 2) bir kıta veya ana
aracı; karavan. karanın diğer tarafında.
trailing edge: Hava. bir uçak, pervane vb. inin arka transcribe: Rady. bir süre sonra yayımlamak üzere
kenarı. veya neşretmek amacıyla (bir program vb. ini) kayıt
trail rope: Çekmek amacıyla kullanılan halat; çeki ha etmek.
latı. transcurrent: Çapraz olarak uzanan ya da geçen.
train: 1) hareketi iletmek veya aktarmak için birbirine transducer: 1) güç aktarılması için bir iletişim sistemi
bağlanmış mekanik parçalar dizisi; Dişli katarı gibi. nin elektriksel, akustik ve mekanik elemanları arası
2) lokomotif ya da lokomotifler tarafından itilen veya na sokulmuş bir cihaz. 2) bir ya da daha fazla trans
çekilen (birbirine bağlanmış) demiryolu vagonlarının misyon sisteminden gelen dalgalar tarafından hare
hattı. 3) patlayıcı bir dolgu için fünye olarak hizmet ket ettirilen ve diğer bir transmisyon sistemine bir ya
eden barut hattı. 4) birbirlerini bir hat şeklinde takip da daha fazla dalga sağlayan bir cihaz. 3) Ask. deni
eden bir grup insan, hayvan, taşıt aracı vb. 4) tren, zaltı dinleme, araştırma veya bulma cihazı; sonar;
katar. DDA cihazı,
train ferry: Den, tren vagonları veya lokomotiflerini ta transducer, electric: Tüm dalgaları elektriksel olan
şımak üzere dizayn edilen ve güvertesinde raylar bu bir transdüser; elektriksel traıısdüser.
lunan gemi; tren ferisi. transducer; electraacoustic: Bir elektrik sisteminden
training: Eğitim; staj; kurs. dalgalar almak ve dalgalari bir akustik sisteme ver
training ship: Özellikle Denizcilik Fakültesi ve Deniz mek veya bunun tersini yapmak için kullanılan bir ci
cilik Yüksekokulu öğrencilerini gemicilik, seyir cihaz haz; elektro akustik transdüser.
ları, makine operasyonu vb. i konularda eğitmek transducer, electromechanical: Bir elektriksel sis
için kullanılan gemi; okul gemisi; eğitim gemisi. temden dalgalar alan ve dalgaları mekanik bir siste
train oil: Balina, fok, morina balığı vb. inden elde edi me veren veya bunun tersini yapan bir cihaz; elek-
len yağ. tromekanik transdüser.
traject: Fırlatmak; Wad. Ola. fırlatmak, atmak veya transect: Çapraz olarak kesmek veya keserek böl
uzaya ya da başka maddeye aktarmak. mek.
trajectory: 1) özellikle bir merminin, silâhın namlusu transection: Çapraz (enine) kesit.
nu terkettikten sonra oluşturduğu eğri yol ya da yö transfer: 1) bir kişi, yer ya da durumdan diğerine taş
rünge. 2) Mate, aynı açıda verilen bir sistemin tüm mak, nakletmek veya göndermek; transfer etmek;
eğrilerinden geçen bir eğri veya yüzey. aktarmak. 2) devretmek. 3) aktarma yapmak.
tram: 1) maden ocaklarında yük taşımak için kullanı transference number: Bir elektrolitte bulunan iyonlar
lan açık demiryolu vagonu. 2) Ing. tramvay. tarafından taşınan toplam akımın bir bölümü; taşıma
tram: 1) Bkz, trammel. 2) doğru ayar. 3) bir tramel ile sayısı.
ayarlamak, layna almak veya ölçmek. transfer pump: Den. dabılboîum (çiftdip) tankların
tramcar: 1) maden ocağı vagonu; dekovil. 2) İng. dan yağlama yağı, akaryakıt vb. ini alarak sözü edi
tramvay. len devrelerin dinlendirme (setling) ve servis tankları
tramline: Tramvay hattı (yolu, rayı). vb. ine veren veya tanktan tanka aktaran bir pompa;
trammel: 1) elips çizmek için kullanılan bir cihaz; elip- aktarma pompası; transfer pompası.
soğraf. 2) bir makinenin parçalarını ayarlamak veya transfer rate: Aktarma hızı.
layna almak için kullanılan türlü cihazlardan herhan transfluent: Enine veya içinden akma.
t ra n s f or m 566 t ra n smi tt e r
transform: 1) şeklini ya da biçimini veya dış görünü transition: 1) bir durum, şekil, aşama, yer vb. inden
şünü değiştimek. 2) durumunu, tabiatını ve işlevini diğerine geçiş. 2) bunun görüldüğü zaman süreci
değiştirmek; dönüştürmek; dönüşüm; transform. 3) ya da periyotu.
Elekt. potansiyel veya türünü değiştirmek: Akımlar transition temperature: Metal ve alaşımların süper
için söylenir. 4) Fiz. enerjiyi bir başka enerji şekline iletken olduklan, mutlak sıfırın bir kaç derece üzerin
dönüştürmek. deki sıcaklık; geçiş sıcaklığı.
transformable: Değiştirilebilir; dönüştürülebilir. transitory: Süreksiz; geçici.
transformation: Biçim değişmesi; dönüşüm; bir faz transitory energy: Anlık veya çok kısa süreli bir ener
dan başka bir faza geçme; bir sistemde varolan faz ji şekli; geçici enerji; süreksiz enerji.
sayısındaki değişme. transit time: 1) verilen bir çift elektrot arasında bir
transformation of energy: Bir enerji türünün diğer elektronun geçmesi için ihtiyaç olan zaman. 2) bir
bir enerji türüne dönüşümü; enerjinin dönüşümü; ör gök cisminin meridyenden transit geçiş zamanı; tran
neğin mekanik enerjinin elektrik enerjisine dönüşme sit zamanı.
si. translocate: Yer ya da durum değiştirmeye neden ol
transformation period: Radyoaktif bir maddenin yarı mak; yerinden çıkarmak; yerini değiştirmek.
yaşamı; dönüşüm süreci; dönüşüm periyodu. translucence: Yarı saydam olma durumu veya niteli
transformer: 1) değiştiren kişi veya şey. 2) alternaif ği-
akımın gerilimini değiştiren, azaltan veya yükselten transiucency: Bkz. translucence.
bir cihaz; transformatör; trafo: indirici veya yükseltici translucent: 1) Nad. Ola. saydam; şeffaf. 2) yarı say
trafo gibi. dam; yarı şeffaf; buzlu cam gibi kısmî olarak say
transformer coupling: Bir transformatör yardımı ile dam.
bir devreden diğer bir devreye enerji aktarılması; translucid: Bkz. translucent.
transformatörlü bağlama. transmarine: 1) denizaşırı. 2) denizin öbür tarafında.
transformer oil: Kolayca dolaşmasını ve ısıyı aktara transmissibility: Aktarılabilir olma durumu veya niteli
rak soğutmasını sağlamak amacıyla hava soğutmalı ği-
transformatörlerde kullanılan çok ince bir yağ; trans
transmissible: Geçirilmesi veya iletilmesi mümkün
formatör yağı.
olan.
transfuse: 1) bir kaptan bir sıvıyı akıtarak diğer bir ka
transmission: Biig. Say. bilgilerin bir yerden diğer bir
ba aktarmak veya transfer etmek. 2) geçirgen yap
yere aktarılması; iletim; iletme.
mak; içine akıtmak; doyurmak; işba haline getirmek.
transmission: 1) yürütme gücünü, çoğu zaman dişli
3) Tıp. a) bir bireyin kan damarından diğerine (kan)
ler veya hidrolik silindirler yardımıyla makineden te
transfer etmek, b) doğrudan kan damarına zerk et
kerleklere ileten, otomobi, kamyon vb. parçası; ak
mek (tuz çözeltisi vb.).
tarma organı; şanzıman; vites kutusu. 2) uzayda veri
transfusible: Aktarılabilir. ci ve alıcı istasyonlar arasındaki radyo dalgalarının
transfusion: Aktarma, özellikle bir bireyden diğerine kanalı. 3) taşıma; aktarma; transmisyon.
kan aktama. transmission case: Oto. şanzıman dişlileri, kavrama
transience: Geçici olma durumu veya niteliği. lar ve bazan redüksiyon (devir düşürme) dişlilerini
transiency: Bkz. transience. koruyan mahfaza; şanzıman kutusu; şanzıman mah
transient: 1) gerilim dalgalanması nedeniyle bir an fazası.
süren veya geçici akım. 2) elektriksel bir iletişim sis transmission clutch gear: Oto. şanzıman kavrama
teminde çevrimsel olmayan değişim. 3) kısa süreli dişlisi veya senkromeş dişlisi.
düzgün olmayan bir ses dalgası. 4) sabit olmayan; transmission coupling: Oto. şanzıman kaplin ya da
geçici; sadece kısa bir süre kalan. kavraması.
transistor: Çoğu zaman bir germanyum kristalinden transmission countershaft: Şanzıman ara mili.
oluşan, bir devreye bağlandığında bir elektron tüpü transmission line: Elektrik enerjisini iki veya daha
nün görevlerinin büyük bir bölümünü yerine getiren fazla nokta arasında dağıtma sistemi; aktarma siste
minyatür bir elektronik cihaz; transistor; çok küçük mi; iletim sistemi.
radyolarda, işitme cihazları vb. yerlerde kullanılır. transmission pinion: Oto. şanzıman konik dişlisi; pin-
transistor-ignition system: Benz. Mot. bataryan ateş yon dişli.
leme devresi parçalarına ek olarak p-n-p veya n-p-n transmissometer: Yarı saydam cisimlerin iletim faktö
türü transistor ve diod kullanılan sistem; transistorlu rünü ölçmek için kullanılan bir fotometre; transmiso-
ateşleme devresi. metre.
transit: 1) yatay açıları ölçmek için kullanılan yüzölçü transmit: 1) göndermek; transfer olmak, aktarmak;
mü aleti. 2) Astr, a) verilen bir meridyen veya teles geçirmek. 2) nakletmek. 3) havadan veya diğer bir
kop alanından geçen bir gök cisminin görünür pasa maddeden (ışık, ısı, ses vb. inin) geçmesine neden
jı, b) Merkür'ün Güneşten geçişi gibi, daha küçük olmak. 4) iletmek: Hava sesi iletir gibi. 5) mekanikî
bir gök cisminin daha büyük birinin diskinden geçi- bir parçadan diğerine (kuvvet, hareket vb. ini) geçir
şindeki görünür pasaj, c) teleskop alanından geç mek. 6) elektromanyetik dalgalarla (radyo ya da tele
mek. vizyon sinyallerini) göndermek.
transit instrument: 1) gök cisimlerinin meridyenden transmittal: Transmisyon; aktarma; iletme.
geçişini izlemek için kullanılan, yatay olarak doğu- transmitter: 1) gönderen veya ileten (kişi, cihaz vb.
batı ekseni yönünde dikey açılarda yerleştirilmiş ve i). 2) ileten şey; verici; özellikle: a) mesajın gönderil
sadece meridyenin düşey düzleminde dönebilen bir diği telgraf cihazının bir kısmı ya da parçası, b) tele
teleskop; rasat aleti. fonun, konuşma seslerini elektrik impulslarına dö-
t ra n smi tt e r uni t 567 t ravele r
trihyline: Bkz. triphylite. 25 /25 C'de öz.ağ. 1,019; k.n.268°C; d.n. donma
triphylite: Lityum ve demirin doğal fosfatı olan yeşi yerine aşırı soğur; suda tümü ile çözünür, viskozite
limsi mavi renkli, kristalli mineral; trifilit, LiFeP04. si belli değil; gemilerde çevre sıcaklığı ve atmosfer
triplane: Esk. biri diğeri üzerinde olmak üzere üç ka basıncında taşınır.
natlı uçak. triprotic: Değişebilir üç hidrojen atomu olan; örneğin
triple: 1) üçten oluşan veya üçü kapsayan; üç kat. 2) fosforik asit, H 3 P0 4 .
üç kere yinelenen. 3) üçlü; üç misli. 4) üçün grubu. triptane: içten yanmalı makinelerde, özellikle uçak
ya
5) üç misli fazla olmak.
kıtlarında kullanılan çok vuruntusuz yakıt; triptan.
triple bond: Üç çift elektronun paylaşıldığı kimyasal
trip valve: Gem. Mak. emercensi trip ya da durdurma
bir bağ; üçlü bağ; asetilen (RC=-CH) gibi yüksek
mekanizması tarafından hareket ettirilen, stop valf
doymamış bileşiklerde görülür.
ya da trotul valf ile birleştirilmiş olan bir valf; durdur
triple-expansion: Üç genişlemeli (pistonlu buhar ma
ma valfı; trip valf.
kinesi gibi).
triquetrous: 1) üçgen şeklinde. 2) enine kesiti üçgen
triple-expansion engine: a) yüksek, orta ve alçak ba
şeklinde olan. 3) üç yüzlü Bkz. trihedral.
sınç silindirlerinden oluşan üç genişlemen bir piston
triradiate: Üç ışınlı veya ışına benzer izdüşümleri
lu buhar makinesi, b) biri yüksek, biri orta ve ikisi (e-
olan.
şit çaplı) alçak basınç olmak üzere dört silindirli, üç
trisaccharide: Hidrolizinden üç monosakarit veren bir
genişlemeli pistonlu buhar makinesi.
karbonhidrat; trisakarit.
triple-expansion steam engine: Bkz. triple-expansi
trisect: 1) Üç parçaya bölmek veya kesmek. 2) Ge-
on engine.
om. üç eşit parçaya bölmek.
triple point: Bir maddede gaz, sıvı ve katı fazlarının
trisection: Üç eşit kısıma ayırma.
dengede olduğu basınç ve sıcaklık; üçlü nokta.
trisector: Üç eşit kısıma bölünmüş bir hat, düzlem
triple point of water: Su, su buharı ve buzun aynı an
vb.
da dengede oldukları nokta ya da sıcaklık; 273,16 K
triserial: Üç sıra veya dizi olarak düzenlenmiş.
değeri; Suyun üçlü noktası; üçlü noktanın basıncı
trisoctahedral: Yirmi dört yüzeyliye alt; yirmi dört yüz
101 325 Paskal veya 1,01325 bardır.
lü şeklinde olan.
triplet: Bkz. triple bond.
trisoctahedron: Yirmi dört düzlem yüzeyli olan katı
triple tackle block: Üç dilli makaralardan oluşan bir
bir şekil ya da kristal; yirmi dört yüzlü.
palanga.
tiple thread: Aynı form veya şekildeki üç diş formu trisodium phosphate: TSP; trisodyum ortofosfat, tri-
sodyum fosfat; tertiari sodyum fosfat; sodyum orto
fosfat, tertiari; Simg.Na P0 .12H 0; suda çözünür,
3 4 2
nun oluştuğu bir vida; üç ağızlı (vida) gibi. renksiz kristaller şeklindedir; 20°C'de öz.ağ. 1,62;
triplex: 1) üçlü; üç kat. 2) üçlü bir şey. e.n.75°C; su yumuşatma, kazan bileşikleri yapımı,
triplex pump: Üç silindirli, silindirlerinin çapları birbiri deterjanlarda, tekstil endüstrisinde, metal temizleme
ne eşit, tek veya çift etkili pistonlu pompa; tripleks de, kâğıt yapımında, tıp vb. i yerlerde kullanılır.
(üçlü) pompa. trisulfide: Molekülünde üç kükürt atomu olan sülfür;
triplicate: 1) üç eşit kopyadan yapılan ya da oluşan. trisülfür.
2) üç kat; üçlü. 3) bir şeyin üç eşit kopyasından biri. tritium: Atom ağırlığı üç olan bir hidrojen izotopu;
tritol y l p h o sp h a t e 572 trucke r
3
Simg.T veya H ; tritiyum. ği, bir tür çinko silikat Bkz. willemite. 2) ostenitin dö
tritolyl phosphate: Sıv.Yük. tritolil fosfat; trikresil fos nüşümünde martensiîin bir adım ötesindeki bir aşa
fat; TTP; yutulduğu zaman tehlikeli, aromatiklerden, ma.
higroskopik olmayan, oldukça dayanıklı, hemen he tropaeolin (tropaeotine): Turuncu veya turuncu sarı
men kokusuz, saydam ve renksiz bir ester; Slmg. renkli nitrojenli (azo) boyalar grubunun herhangi bi
(CH 3 C6 H4 0) 3 PO; 20°/20°C'de öz.ağ. ri; tropeoiin, tropeoline biçimlerinde de yazılır.
1,160-1,175; k.n, yaklaşık 430°C; d.n.-33°C; suda çö
tropic: 1) göksel kürenin ekvalora paralel olan iki kü
zünmez; 20°C'de viskozitesi 75-100 cS; gemilerde
resinden biri; tropik; tropikal; dönence: a) 23°27' ku
çevre sıcaklığı ve atmosfer basıncında taşınır.
zeyde olan yengeç dönencesi ve 23°27' güneyde
triton: Bir proton ve iki nötron kapsayan bir trityum olan oğlak dönencesi. 2) dünya üzerinde "Sıcak Böl
çekirdeği; triton. genin" sınırlarını çizen iki enlem hattının herhangi bi
triturable: Ezilip toz haline getirilebilir.
ri. 3) Çoğ. bu enlemler (paraleller) arasında uzanan
triturate: 1) Çok küçük partiküller veya toz haline ge
Dünya Bölgesi; tropikal kuşaklara ait; tropikal; trop.
tirmek için öğütmek, ezmek veya kırmak. 2) öğütül
kısaltması ile belirtilir.
müş bir şey.
tropical: 1) tropik kuşaklara ait; tropikal kuşakların
trituation. 1) öğütme veya öğütülmüş. 2) Ecz. toz ha özelliği. 2) çok sıcak; bunaltıcı; sıcak.
linde hazırlanmış ilâç maddesi ile laktoz karışımı.
tropin: Bkz. tropine.
trivalence: Üç değerli olma durumu veya niteliği; üç tropine: Renksiz, zehirli heterosiklik bir alkaloit; tro
değerlilik. pin, C 8 H 15 ON; atropin veya hiyosiyamin'in elektroli
trivalency: Bkz. trivalence. zinden elde edilir.
trivalent: Üç değerli olan; üç değerli.
tropopause: Yükseklikle sıcaklık düşüşünün sona er
trixylyl phosphate: Sıv. Yük. triksilii fosfat; triksilenil
diği, troposfer ve stratosfer arasındaki geçiş bölgesi.
fosfat; TXP: yiyecekler için zehirli, aromatiklerden
troposphere: Stratosferin altındaki atmosfer; tropos
higroskopik olmayan, dayanıklı, hemen hemen ko
fer: Burada bulut katmanları oluşur ve sıcaklık yük
kusuz, saydam bir sıvı; saf olduğu zaman simgesi,
selti (rakım) ile azalır.
[(CH 3 ) 2 C 6 H 2 0] 3 PO; 20°/20°C'de
tropotron: Katottan elektron akımının, dış bir manye
öz.ağ. tik alan ile ayar edildiği bir vakum tüpü olan bir tür
1,133-1,148 k.n.3 mm Hg'de 270°C; suda çözün
magnetron.
mez; 20°C'de viskozitesi 150 cS; gemilerde çevre sı
caklığı ve atmosfer basıncında taşınır. trotyl: Bkz. trinitrotoluene.
trouble: Mak, arıza; arıza yapmak.
trochoid: 1) bir doğru boyunca yuvarlanan bir daire
troubleshoot: Arıza gidermek; sorun çözmek.
üzerindeki bir noktanın oluşturduğu bir eğri; yuvar
trouble-shooter: Mekanik kökenli arızaları saptayan
lanma eğrisi; trokoit, 2) bir eklem gibi, tekerleğe
ve onaran kişi; herhangi bir işin akışında sorun kay
benzer döner harekete sahip olan.
nağının yerini saptamak ve onu gidermekle görevli
trochoidal: Trokoit'e ait; trokoit tabiatında olan.
kişi.
trolley: 1) havai hattan elektrik akımını toplayan ve
trouble shooting: Özellikle mekanik kökenli
onu tramvayın motoruna ileten bir alet; arş. 2) tram
arızaları arama veya saptama,
vay arabası.
trough: 1) Den. iki dalga arasındaki gibi, uzun ve dar
trolley bus: Arşı ile havai hattan elektrik akımı alan,
çukur. 2) bir dalganın en alçak noktası. 3) Oto. taşıt
fakat bir ray üzerinde gitmeyen elektrikli otobüs; tro-
ların yağmur suyu için yapılmış olukları.
leybüs; raysız tramvay.
trowel: Yaymak, düzeltmek vb. için kullanılan türlü,
trolley car: Arş i!e havai hattan elektrik enerjisi veya
küçük el aletlerinden herhangi biri; mala; duvarcı
yürütme gücünü alan elektrikli tramvay.
malası; tuğla malası, sıva malası.
troiiey hoist: Elektrik motoru ile bir ray üzerinde hare
troy weight: Altın, gümüş, değerli taşlar vb. için kulla
ket eden ve yerden denetlenen bir kaldırma cihazf;
nılan tartı sistemi.
ceraskal.
truck: 1) küçük, dolu tekerlek veya makara. 2) Den.
trolley line: Elektrikli tramvay sistemi veya hattı.
bayrak gönderi veya direğinin tepesindeki, kandilisa
trolly: Bkz trolley.
için küçük, tahtadan yapılmış delik bir blok veya
trommel: 1) maden cevheri, kömür vb. inin elenme
disk. 3) iki tekerlekli, açık bir tür el arabası. 4) antre-
sinde kullanılan, çoğu zaman döner silindir şeklinde
polardaki gibi, ağır yükleri taşımak için kullanılan al
olan kalbur (elek). 2) döküm temizleme dolabı.
çak, bazan motorla yürütülen bir araç. 5) yük taşı
tromometer: Çok küçük yer sarsıntılarını araştırmak
mak için kullanılan otomotif aracı; kamyon; motor
veya ölçmek için kullanılan bir cihaz; tromometre;
truck biçiminde de kullanılır. 6) ing. demiryollarında
deprem ölçer.
kullanılan açık yük vagonu. 7) bir kamyon veya kam
trompe: Bir boru içinde düşen su akımı yardımıyla ha
yonlarla taşımak. 8) kamyon kullanmak.
vayı emerek yüksek fırın, demirci ocağı vb. ine hava
truckage: 1) kamyon vb, ile eşyaların nakledilmesi.
akımı üreten bir cihaz.
2) bunun ücreti; taşıma ücreti.
trona: Gri ya da sarımsı beyaz renkli monoklinik Bkz.
truck crane: Bir kamyona monte edilmiş veya yerleşti
rnonoclinic sulu sodyum karbonat; trona,
rilmiş vinç ya da kreyn; kamyon vinci; kamyon krey-
Na2CO3.NaHCO3.2H2O.
ni.
trone: Ağır eşyaları tartmak için kullanılan bir makine.
troopship: Askerleri taşımak için kullanılan gemi; as truck diesel: Yük taşımak amacıyla kullanılan kam
yon, TIR vb. i araçların dizel motoru; kamyon (dizel)
keri nakliye gemisi.
motoru.
troostite: 1) büyük, kırmızımsı kristaller şeklinde görü
trucker: Kamyon kullanan kişi; kamyon şoförü.
len ve çinkonun kısmen manganez ile yer değiştirdi
trucking 573 t u b e expand e r
trucking: Kamyon ite eşya taşıma ticareti ya da işle truss bridge: Çoğunlukla kirişler tarafından taşınan
mi. köprü.
truckle: Küçük bir tekerlek. trussing: 1) destek, dayak vb. i şekil verilmiş kiriş, çu
truckle bed: Küçük tekerlekli, alçak bir yatak; Kullanıl buk, rod vb. 2) yapısal destek, kiriş, dayak vb. leri-
madığı zaman diğer bir yatağın altına konulan kü nin tümü.
çük tekerlekli, alçak bir yatak. try: 1) Or]. Ola. ayırmak; ayrı koymak. 2a) eritmek
truckman: Bkz. trucker. (yağ eritmek), b) ısıtarak metal çıkarmak veya damıt
truck mixer: Bir kamyona monte edilmiş olan karıştırı mak. 3) denemek, tecrübe etmek. 4) zor deneylere
cı veya betoniyer; kamyon betoniyeri. veya gerilmeye konu olmak. 5) çalışma veya etkisini
true: 1) orjinale, kurala, standarta uygun. 2) hakiki; denemek.
gerçek. 3) Den. Dünyanın manyetik kutupları ile de try-cocks: Bkz. test cocks.
ğil, Dünya ekseninin kutupları ile saptanmış: Gerçek try fuel engine: Hem sıvı yakıt, % 5 sıvı yakıt ve do
kuzey Bkz. true north gibi. ğal gaz veya sadece doğa! gaz ile çalışabilen dizel
true diesel cycle: Gerçek dizel çevrimi; yanmanın sa motoru; üç yakıttı makine; sadece doğal gazla çalıştı
bit basınçta oluşturulduğu çevrim; yakıtı, silindirlere rıldığı zaman yanma bujilerle sağlanır.
basınçlı hava ile püskürtülen makinelerin çevrimi; sa tryptophan: Güzel kokulu, kristalli bir amino asit; trip-
bit basınçlı çevrim; dizel çevrimi. iotan, C11H12O2N2; sindirimde tripsinin proteinleri
true level: Çekül hattına her noktasında dik oları düş etkimesiyle oluşur. "
sel bir düzlem veya yüzey; özellikle yerkürenin her tryptophane: Bkz. tryptophan.
yerinde uzandığı düşünülen ortalama deniz seviyesi try square: Birbirine dik açılarda düzenlenmiş iki par
veya düzeyi; Bkz. geoid. çadan oluşan kare şeklinde, bir işin doğruluğunu ve
true slip: Bkz. real slip. dik açıları işaretlemek için kullanılan bir alet.
truncate: 1) parçasını kesmek; keserek kısaltmak. 2) T-S diagram: Ordinatı mutlak sıcaklık (K) ve apsisi
kesilmiş; kesik. antropi olan diyagram; T-S diyagramı; alanı kcai/kg
truncated: 1) kesik; kesik koni gibi. 2a) bir düzlem veya kJ/kg türünden ısıyı gösterir.
yüzey ile kesme: Açılar veya kristalin ya da katı bir T square: Tek. Res. paralel çizgiler çizmek için kulla
şeklin kenarları için söylenir, b) bu şekilde kesilmiş nılan bir tür cetvel, T cetveli.
açıları veya kenarları olan: Kristal veya katı şekiller T-square blade: Tek. Res. T cetvelinin çizgi çizmeye,
için söylenir. 3) tepesi bir düzlemle kesilmiş olan: türlü gönyeleri kullanmaya yarayan ağzı; T cetveli
Koni veya piramit için söylenir. ağzı.
truncated triangular: Üçgensel kesilmiş. T-substance: Bktz. ingoline.
trundle: 1) küçük bir tekerlek. 2) alçak tekerlekli, kü Tu: Bkz. thulium.
çük bir el arabası veya yük arabası. 3) küçük teker tub: 1) tahtadan yapılmış yuvarlak, geniş, açık bir
lekli alçak yatak. 4a) yuvarlanma hareketi, b) onun kap; tekne. 2) bir tekne veya yarım fıçının içeriği. 3)
sesi. 5) boyunca yuvarlanmak. 6) dönmek. yaklaşık 4 galon (15,12 lt) alan küçük bir fıçı. 4a) bir
trundle bed; Bkz. truckle bed. maden ocağında kömür, cevher, vb. taşımak için
trunk: 1) hava, su vb. taşımak için kullanılan büyük, kullanılan kova ya. da el arabası. 5) yavaş hareketli
uzun Kutu şeklinde boru, şaft vb. 2) Gem. Mak. ve hantal bir gemi ya da tekne.
trank pistonlu motor ya da makine. 3) yedek lâstik tubate: Boru ya da borulardan oluşan.
(stepne), çanta vb. i taşımak için çoğu otomobillerin tube: 1) çoğu zaman çapına göre boyu çok büyük
arkasında bulunan bir hacim; bagaj. 4) Den. a) bir olan, akışkan vb. ini taşımak için kullanılan metal,
kamaranın, üst güvertenin üzerindeki parçası, b) üst cam, lâstik, plâstik vb. inden içi boş olan bir tür silin
ve alt ambar vb. lerini birleştiren kutu veya baca şek dir; tüp; boru. 2) diş macunu, yağlı boya vb. i tüpü.
linde bir mahfaza. 5) trank piston Bkz. trunk piston. 3) bir boruya benzer cihaz, parça, organ vb. 4) elek
6) bir demiryolu veya telefon sisteminin ana hattına tron tüpü. 5a) elektrikli demiryolu için yeraltı treni,
ait veya onu belirten; telefon hattı. b) elektrikli demiryolunun kendisi. 6) teleskop. 7)
trunk engine: Bkz trunk-piston engine. Elekt. kuvvet ya da endüksiyon çizgileri ile çevrili bo
trunk tine: Bir demiryolu, kanal, telefon sistemi vb. ru şeklindeki hacim; tube of force, tube of inducti
inin ana hattı. on şekillerinde de yazılır. 8) boru şeklinde yapmak.
trunk piston: Piston pin veya perno ile biyele (piston 9) boru ya da borularla donatmak; boru ya da boru
koluna bağlanan) piston; trank piston. lardan geçirmek.
trunk-piston engine: Gem. Mak. trank pistonlu maki tube brush: Alev borulu kazanların boruları içindeki
ne; pistonları, piston pin yardımıyla doğrudan piston kurumları, kondenser veya soğutucu boruları içinde
kollarına (biyellere) bağlanmış olan motor ya da ma biriken yabancı maddeleri temizlemek için kullanılan
kine. fırça; boru fırçası.
trunnion: Muylu; destek; mesnet. tube clamp: Boru keryesl; boru kelepçesi.
trunnion bearing: Muylu yatağı; istinat yatağı. tube cleaner: Buh. Kaza. borularının dış veya iç yü
truss: 1) yapısal bir destekle taşımak veya takviye et zeylerinde oluşan seri taş (kısır) tabakasının temiz
mek. 2) Den. sereni emniyete almak için kazboynu lenmesi için kullanılan, mekanik temizleyicilerden bi
olan direğin çevresindeki bir demir (çelik) çember. ri; boru temizleyicisi; boru fırçası.
3) bir çatı, köprü vb. ini taşımak için kullanılan ağaç, tube cutter: Boru kesmek için kullanılan bir alet; bo
melal veya her ikisinden oluşan iskelet; kafes kiriş. ru kesici.
4) makas, kiriş veya dayak. tube expander: Buh, Kaza. boru ağızlarını, şişirerek,
truss bearing: Muylu yatağı; istinat yatağı. aynalar ile borunun dış kenan arasındaki sızıntıları
t ub e f err ul e 574 tuning
tuning circuits: Bir radyo alıcısında istenmeyen taşıyı turbine-driven ship: Ana makinesi türbin, özellikle
cı sinyalleri gidermek için kullanılan devreler; düzen buhar türbini olan gemi; türbinle tahrik edilen gemi;
leyici ya da ahenk verici devreler. türbinle yürütülen gemi.
tuning transformer: Alıcı devrelerde kullanılan, hava turbine foundation: Gem. Mak. buhar türbinlerinin
göbeği olan bir radyo frekanslı bir transformatör; dü alt keyslerini gemi bünyesine bağlayan yapı; türbin
zenleyici transformatör. döşeği; türbin favundeyşını.
tunnage: Bkz. tonnage. turbine generator: Bkz.
tunnel: 1) Orj. Ola. baca. 2) motorlu araç trafiği, de turbogenerator.
miryolu vb. için yeraltı veya sualtı geçiti. 3) bir ma turbine gland: Buh. Türb. rotorşaftın keys veya mah
den ocağında herhangi tünele benzer bir geçit ya fazadan çıktığı kısımlarda, buharın makine dairesine
da kanal. 4) tünel biçiminde kazmak. 5) altında veya kaçması veya havanın türbine girmesini önleyen kı
içinde tünel yapmak. 6) tünel yapmak. sım; Gem.
turbine Mak. türbin
losses: Buharglendi; Bkz. glands.
türbinlerinde oluşan kısma,
tunnel bearing: Gemilerin şaft tünellerinde ara şaftla eg
rı taşıyan, kendinden ve basınçla yağlanan, sürtün zoz, boğaz, mekanik, radyasyon, nozul (meme) ve
me kayıplarını önemli şekilde azaltan, büyük silindi- kanat, kademeler arası kayıpların tümünün toplamı;
rik metal yataklar; (şaft) tüneli yatakları; tünel şaft ya türbin kayıpları.
takları. turbine nozzle: Türbin nozulu; lülesi ya da memesi;
tunnel blocks: Bkz. tunnel bearings: Tünel (şaft) ya Bkz. nozzle.
turbine, main propitiation: Gem. Mak, görevi sadece
takları. pervane çevirmek olan türbin makine; ana tahrik tür
tunnel diode: Negatif dirence sahip olabilen yarı ilet bini; türbin ana makine.
ken bir diyot; işletme bölgesinde gerilim yükseldiği turbine pumps: Kirli ve yüksek viskoziten (düşük vis-
zaman akım azalır. koziteliler de dahil) yakıtları pompalamak ve yüksek
tunnel disease: Dekompresyon hastalığı. basınç geliştirmek için kullanılan tulumbalar; türbin
tup: Bir güç çekici veya şahmerdanın (döven, vuran) pompalar; rotorunun çevresinde türbinlerinki gibi ka
kısmı. natlar bulunan pompalar.
turbadium: Bkz. turbadium bronze. turbine rotor: Buh. ve Gaz. Türb. iki yatak tarafından
turbadium bronze: % 54 bakır, % 44,5 çinko ve % taşınan ve yüksek devirle (3000-6500 rpm) dönen kı
1,5 nikelden oluşan bir tür bronz; deniz suyuna sım; türbin rotoru.
dayanık lı pervane vb. i yapımında kullanılır; turbine stage: Bir takım nozul veya meme ile onu iz
türbadiyum bronzu. leyen bir veya daha fazla sayıda hareketli ve sabit
tudbid: Tortulu; çamurlu; bulanık. 2) bulutlar ve du kanatlardan oluşan kısım; türbin kademesi; türbin
man gibi kalın, yoğun veya karanlık. basamağı.
turbidimeter: Su arıtma tesislerindeki gibi, bir sıvının turbine vibration: Rotorun dinamik dengesizliği, kırıl
bulanıklığını ölçmek için kullanılan bir cihaz; türbidi- mış harekeli kanat, buhar basincindaki azalıp çoğal
metre. ma, türbine yaş buhar girmesi, çok ağır denizler vb.
turbidity: Bulanık olma durumu veya niteliği; bulanık i nedenlerle oluşan titreşim; türbin titreşimi.
lık; yoğunluk. turbo-: Türbinli, türbin tarafından çalıştırılan, doğru
turbine: Basınçlı buhar, su veya gaz tarafından çalıştı dan türbine bağlı anlamlarında kullanılan bir önek.
rılan bir makine; basınçlı akışkan, çevresinde bir ve turbo-alternator: Bir buhar türbini tarafından çalıştırı
ya daha fazla kanat bulunan bir tekere verilerek iş el larak alternatif akım (AC) üreten bir elektrik üreteci;
de edilen makine; türbin; buhar türbini, gaz türbini, türbo-alternatör.
su türbini vb. gibi. turbo-blower: D/z. Mot. türboşarjerlerde, bir gaz türbi
turbine bearing: Buh. Türb. rotorşaftı taşıyan, çoğu ni tarafından kendisi ile birlikte yüksek devirde dön
zaman silindir şeklinde, bazan küresel yapıda iki ya dürülen ve basınçlı (1,15-6 bar) aşırı doldurma hava
taktan biri; küçük güçlü makinelerde bilyalı yatak sı üreten bir tür pompa; türbo-blover.
şeklindeki yataklardan biri. turbocharged: Mot. türboşarjlı; süperşarjlı; aşırı dol-
turbine blades: Buh. Türb. rotorlar veya türbin keysi- durmalı (bir benzin ya da dizel motoru); Bkz. su
nin çevresindeki kanal ya da faturalara uyacak şekil percharged.
de kökü bulunan, orta eksenine göre simetrik veya turbocharged engine: Türboşarjlı veya aşırı doldur
asimetrik yapıda olan ve paslanmaz çeliklerden yapı man makine ya da motor; Bkz. supercharged engi
lan parçalar; türbin kanatları: a) hareketli kanat, b) ne.
hareketsiz kanat. turbocharger: Türboşarjer veya aşırı doldurucu;
turbine case: Buh. Türb. çoğu zaman iki yarım parça Mot. egzoz gazlarının çevirdiği yüksek devirli (15
dan, bazan dört parçalı yapılarak birbirlerine cıvala 000-40 000 rpm) bir gaz türbini ile basınçlı (1,15-6
ve somunlarla bağlanan, yapımlarında dökme de barlık) ha va üreten bir bloverden oluşan aşırı
mir, dökme çelik, krom nikelli çelikler kullanılan, içle doldurucu; Bkz. supercharger.
rinde sabit kanat, nozul diyaframı veya nozullar bulu turbocharger oil: Kendi kendini yağlayan aşırı doldu
nan kısım; Gem. Mak, türbin keysi; türbin mahfaza rucularda (türboşarjerlerde) kullanılan özel bir yağ;
sı. türboşarjer yağı.
turbine-driven: Özellikle bir buhar türbini tarafından turbo compressor: Çok kademeli merkezkaç (santr-
çalıştırılan (pompa, jeneratör vb.). füj) pompalara çok benzeyen, impeler ile difüzörler-
turbine-driven pump: Özellikle bir buhar türbini tara den oluşan bir pompa; türbo kompresör.
fından çalıştırılan türbofid pamp gibi bir pompa; tür turbocompound engines: Bir dizel motoru ile onun
binle çalıştırılan pompa. krankşaftına bağlı ve egzoz gazları ile çalışan gaz
t u r b o co o l i n g 576 turn-ke y
turnover voltage: Yarı iletken bölgesine yeterince ni belirten. 3) bir şeyin yirmi eşit parçasından biri;
yüksek zıt potansiyel farkı uygulandığında mania kat 1/20.
manını bozan bir gerilim; devrilme gerilimi. twenty: On dokuz ile yirmi arasındaki tam sayı; yirmi;
turnpike: 1) geçiş parası ödenen yol ya da köprü. 2) 20; XX.
herhangi bir otoyol. twentyfold: 1) yirmi parça olan. 2) yirmi kat; yirmi
turns ratio: Bir transformatörde sekonder sargı sarım misli.
sayısının, primer (birincil) sargının sarım sayısına twice: 1) iki misli. 2) iki kere; iki defa. ) iki misli mik
oranı; sarım sayılarının oranı; sekonder potansiyel tar veya derece.
farkının primer sargının potansiyel farkına oranı sa twice-laid: Gem. Kullanılmış halatların kolları ya da
rım oranına eşit ya da ona çok yakındır. flasalarından yapılan.
turntable: 1) lokomotifleri, tramvayları döndürmek twilight: Güneş battıktan hemen sonra veya Güneş
için kullanılan dairesel, raylı bir platform. 2) türlü ya doğmasından hemen önce görülen alacakaranlık;
tay, döner platformlardan herhangi biri. tan. 2) Güneş batışından karanlığa kadar olan süreç
turpentine: 1) kahverengimsi sarı, yapışkan, yarı sıvı ya da periyot. 3) herhangi zayıf bir ışık.
bir oleorezen Bkz. oleoresin ; terebantin; neftyağı. twin: 1) bir çift; çift. 2) ikiz. 3) iki kristal veya parça
2) çam veya diğer kozalaklı ağaçlardan elde edilen dan oluşan bileşik kristal.
türlü yağlı reçinelerden herhangi biri. 3) böyle yağlı twinaxial: ikiz koaksiyal.
reçinelerden damıtılan açık renkli ve boya, vernik ve twine: 1) iki veya daha fazla kolun büküimesiyle olu
ilâçlarda kullanılan uçucu bir yağ; terebantin esansı şan sağlam iplik, sicim veya kaytan. 2) bükülmek;
veya ruhu. 4) neftyağı uygulamak. 5) terebantin çı sarılmak.
karmak (bir ağaçtan). twin-engine: Silindir çapı, piston kursu (stroku), de
turpethı: Bazik cıva sülfat, HgS0 4 .2H 2 0, müshil ola vir sayısı birbirine eşit iki makineye sahip olan; ikiz
rak kullanılan ağır, limon sarısı renkli bir toz. makineli (tekne, gemi vb.).
turquoise: 1) gök mavisi, yeşilimsi mavi veya yeşilim twinned: ikiz bir şekilde oluşturmak için birleşmiş iki
si gri renklerde yarı değerli bir taş; alüminyumun kü kristalden oluşan.
çük bir miktar bakır içeren sulu fosfatı; türkuaz. 2) twinning: ikiz kristal veya kristallerin oluşması.
türkuaz rengi; yeşilimsi mavi. twin-screw: Bazı gemilerdeki gibi, zıt yönlerde dönen
turret: Bir kaç kesici kalem taşıyan bir bloktan oluşan iki uskur (skru) pervaneye sahip olan.
torna tezgâhı, matkap tezgâhı vb. için ek bir parça. twin-screw vessel : İki pervane ile yürütülen gemi; iki
turrethead: Bkz. turret. pervaneli gemi.
turret lathe: Taretli torna tezgâhı; rovelver (torna) tez twirl: 1) hızlı olarak dönmek; döndürmek. 2) bir daire
gâhı. de dönmek; çevresinde dönmek. 3) dönüş. 4) dö
turtleback: 1) başüstü ve bazan kıçüstü, ağır denizler nen bir şey.
den korumak üzere balık (kaplumbağa) sırtı şeklin twist: 1a) eğirerek (iki veya daha fazla halat veya ip
de yapılan gemi; turtle deck olarak da kullanılır. 2) kolunu) biri diğeri üzerine sarmak b) iplik ya da si
Esk. gembotları düşman ateşinden korumak için kul cim oluşturmak için (pamuk, ipek vb.) iplik ya da ip
lanılan benzer bir yapı. lik liflerini bükmek ya da eğirmek, c) iki ya da daha
tutty: Eritme ocaklarının bacalarından atık ürün şeklin fazla iplik veya iplik kolunu eğirerek (iplik, sicim vb.
de elde edilen ham çinko oksit. ini) üretmek. 2) bir şeyin çevresine (iplik, halat vb.
tuyere: Yüksek fırın, demirci ocağı vb. ine cebrî ola ini) sarmak. 3) uçlarını ters yönlerde çevirerek sar
rak hava veren bir boru veya nozul. mal şekli vermek. 4) burulmaya maruz kalmak. 5)
TV: Bkz, television. böylece şeklini değiştirmek. 6) çevresinde dönmeye
twa: Bkz. two. neden olmak. 7) burulmaya uğramak. 8) dönmek.
twain: Bkz. two. 9) bir tarafa dönmek; yön değiştirmek. 10) bir yöne
tweendeck: Den. kuruyük gemilerinin ambarlarındaki ve sonra diğer bir yöne dönmek. 11) eğri bir yörün
katlar veya katlar arası hacimler; gladora; ambar bal gede hareket etmek. 12) iki veya daha fazla keten,
konu. pamuk, ipek, yün vb. liflerinden bükülerek yapılmış
tweendecker: Ambarları gladoralı olan gemi; gladora- iplik veya sicim. 13) bükülerek yapılmış bir düğüm
lı gemi. vb. 14) dönme; döndürme; dönüş vb. 15) bir eksen
tweeter: Rady. duyulabilir frekansta ses dalgaları üre boyunca veya çevresindeki sarmal hareket, 16) bu
ten küçük bir hoparlör. rulma gerilmesi. 17) bunun derecesi; burulma açısı.
tweeze: Küçük aletler, özellikle ameliyat aletleri takı twist drill: Derin helezonî kanallı bir tür matkap.
mı. twisted wire: Bükülü tel (kablo); bükülerek örülmüş
twelfth: 1) on ikinci; 12.; 12 nci. 2) bir şeyin oniki eşit kablo.
parçasından birini belirten. 3) bir şeyin on iki eşit twister: 1) eğiren bir kişi veya şey. 2) büken bir şey;
parçasından biri; 1/12. özellikle, iplik vb. lerini eğiren ya da büken bir maki
twelve: 1) on bir ile on üç arasındaki tam sayı; 12; ne. 3) Meteo. tayfun veya siklon.
XII. 2) on iki kişi veya şeyden oluşan bir grup; düzi twisting: Torsiyon; burulma.
ne. twisting moment: Burulma momenti.
twelvefold: 1) on iki parça olan. 2) on iki kat. 3) on two: Bir ile üç arasındaki tam sayı; iki; 2; II.
iki katlı. two-cycle: Bir iş çevrimini pistonun iki stroku veya
twelvemonth: Yıl; sene; on iki ay. kursunda, krankın tam bir devrinde veya 360 derece
twentieth: 1) bir sırada on dokuzuncudan sonra ge lik krank açısında oluşturan motor; iki zamanlı; iki
len; yirminci. 2) bir şeyin yirmi eşit parçasından biri stroklu. 2) iki stroklu çevrime sahip olan.
Teknik Sözlük - F. 37
t w o - c y cl e e ngin e 578 ty ro t h rici n
two-cycle engine: iki zamanlı makine; Bkz. two-stro Mate, a) iki yöne veya boyuta uzanan, b) değişke
ke cycle engine. nin iki şekline sahip olan. 3) Rady. hem iletme ve
two-cycle motor: İki zamanlı motor veya makine; hem de alma için kullanılan. 4) iki yollu; iki yönlü.
Bkz. two-stroke cycle engine. two-wire: İki telli veya iletkenli (doğru akım jeneratörü
twofold: 1) iki parçası olan. 2) iki misli; iki kat. gibi).
two-handed: 1) çalışmak için iki kişi gerektiren; iki two-wire generator: Biri pozitif, diğeri negatif iki izole-
kollu testere gibi. 2) iki kişi için. li kablo ile dağıtım tablosuna bağlanan bir doğru
two-lobe: İki loblu veya kulaklı (hava bloveri vb.). akım üreteci; iki telli veya iki iletkenli jeneratör; 110
two-lobe pump: Daha çok süpürme havası veya sü- (115) veya 220 (230) voltluk bir gerilim üretir.
perşarj havası pompası olarak kullanılan iki kanatlı type: 1) bir sınıf ya da grubun üyesini belirten şekil,
veya kulaklı, devir hareketli pompa; iki loblu pompa. yapı, stil vb. 2) göze çarpan nitelik ya da özellikleri
two-master: iki direkli yelkenli gemi. olan bir tür, sınıf ya da grup; tür; cins; tip: Yeni bir
two-phase: Elekt. aralarında 90°'lik açı farkı bulunan uçak gibi. 3) mükemmel bir örnek, model ya da nu
iki faz; difaze; iki fazlı. mune. 4) Matb. basımda kullanılan harf, harfler veya
two-phase alternator: Bkz. two-phase generator. hurufat. 5) Mate, eşdeğer şekiller takımının en basi
two-phase current: Elekt. iki fazlı veya difaze alterna ti. 6) daktilo makinesinde yazı yazmak. 7) türüne gö
tif akım. re sınıflandırmak. 8) Tıp, türünü saptamak (kan örne
two-phase generator: Elekt. iki fazlı alternatif akım ğinin).
üreteci, dinamosu veya jeneratörü. typefont: Yapı tipi.
two-phase motor: Elekt. iki fazlı alternatif gerilimle ça type founder: Metal hurufat (harfler) döken kişi; hu
lışan motor; iki fazlı motor; difaze motor. rufat dökümcüsü.
two-pass: İki geçişli (kondenser, eşanjör vb.). type foundry: Metal hurufatın (harflerin) döküldüğü
two-pass condenser: Deniz suyunun içinde iki defa yer; harf dökümhanesi.
dolaştığı, geçtiği veya yön değiştirdiği kondenser; iki type metal: Hurufat (harflerin) yapımında kullanılan
geçişli kondensör (kondansör). bir kalay, kurşun ve antimon alaşımı.
two-stage: İki kademeli; iki basamaklı (pistonlu pom typesetter: Harf dizmek için kullanılan makine; dizgi
pa vb.i gibi). makinesi.
two-stage compressor: Biri alçak basınç ve diğeri typesetting: Harflerin dizgi işi veya işlemi.
yüksek basınç olmak üzere, iki silindirden oluşan typewriter: 1) daktilo makinesi; yazı makinesi. 2) dak
kompresör; iki kademeli kompresör. tiloda yazı yazan kişi; daktilograf.
two-stage supercharger: Benz. Mot. yardımcı ve ana typewriting: 1) daktilo makinesi kullanma sanatı, işi
aşırı doldurucu kademelerinden oluşan süperşarjer; veya işlemi. 2) daktiloda yazı yazılarak yapılan iş.
İki kademeli aşırı doldurucu; hava önce birinci veya typh-: Bkz. typho-.
yardımcı kademede sıkıştırılır, bir soğutucudan geçi typhonic: Tayfuna ait veya ona benzeyen.
rilir, ikinci kademede de sıkıştırıldıktan sonra karbü- typhoon: Özellikle Çin Denizi ve ona komşu bölgeler
ratörden geçirilerek hava-benzin karışımı sağlanır. de görülen şiddetli, kasırgaya benzer fırtına; tayfun;
two-speed: İki hızlı (elektrik motoru, makine, regüla hariken.
tör vb.). tyre: Bkz. tire (İng)
two-speed governor: Diz. Mot. içice iki yayı bulunan tyre chain: Bkz. tire chain.
mekanik bir regülatör; boşta çalışırken yaylardan iç tyre gauge: Bkz. tire gauge.
teki ve diğer yüklerde her İki yay birden görev ya tyre iron: Bkz. tire iron.
par; iki hızlı regülatör; iki hızlı gavörnör. tyre pump: Bkz. tire pump.
two-step: İki kademeli; Bkz. two-stage. tyre pressure: Bkz. tire pressure.
two-stroke cycle: İki stroklu veya iki kurslu çevrim; tyre pressure gauge: Bkz. tire pressure gauge.
pistonun iki strokunda (kursunda) oluşturulan çev tyre valve: Bkz. tire valve.
rim. tyrocidin: Bkz. tyrocidine.
two-stroke cycle engine: Krankın tam bir devrinde tyrocidine: Toprak basillerinden elde edilen, penisili
veya pistonun iki strokunda ya da 360 derecelik ne benzeyen bir antibiyotik ilâç; tirosldin.
krank açısında bir iş çevrimi oluşturan benzin veya tyrosin: Bkz. tyrosine.
dizel motoru; iki zamanlı makine; iki stroklu veya tyrosine: Peynirin çürümesinde olduğu gibi, protein
kurslu makine. lerin ayrışmasından oluşan beyaz, kristalli amino
two-stroke engine: Bkz, two-stroke cycle engine. asit; tlrosin, C 9 H 11 O 3 N .
two-view drawing: Tek. Res. iki görünüş ile açıklanan tyrothricin: Toprak bakterilerinden elde edilen, penisi
bir resim; iki görünüşlü resim. line benzer bir antibiyotik ilaç; tirotrlsin.
two-way: 1) iki şeyi birbirine bağlayan boru, tel vb. 2)
U
ultimate analysis: Bir bileşikte bulunan kimyasal ele
mentler ve onların oranlarının saptanması; son ana
liz; nihaî analiz.
ultimately: Son olarak; sonunda; nihayet.
U : Bkz.
ultimate pressure: Son basınç; maksimum basınç; sı
,
nır basınç.
ultimate strength: Bkz. tensile strength.
ultimate stress: Son gerilme; kırılma gerilmesi.
u rani
u
u m.
univalent: Kimy. a) tek değerli, b) değeri bir (1) olan; unloading valve: Ana ve yardımcı kondenserlerin her
monovalent olarak da kullanılır. birine donatılan ve yardımcı egzoz devresindeki ba
univalve: Mak. sadece bir valfı olan; tek valflı. sınç 15 psi'yi (yaklaşık 1 bar) geçtiği zaman buharı
univalved: Bkz. univalve. yardımcı egzoz hattından kondensere boşaltan valf;
univalvular: Bkz. univalve. yüksüzleştirme valfı.
universal: 1) sınırlı ve kısıtlı olmayan. 2) uzaya ait; gö unlock: Açmak ya da çözmek (kilitli bir şeyi).
rünen her yer veya herşey. 3) tüm veya bütün. 4) unloose: Serbest bırakmak; salıvermek; çözmek; sök
her tür, şekil vb. i için kullanılabilir; herhangi bir kul mek.
lanıma adapte olabilir: Universal voltaj regülatörü, unloosen: Serbest bırakmak;
hesap makinesi vb. gibi. 5) hem doğru akım ve hem çözmek.
de alternatif akım da çalışan elektrik motoru. unmagnetized: Dış manyetik alanı olmayan bir ferro-
universal attraction: Kütlelerle doğru orantılı ve me manyetik numuneye ait; mıknatıslanmamış.
safenin karesi ile ters orantılı olan çekim; yerçekimi. unmake: 1) önceki, orjinal şekli, elementlerine veya
universal gravitation: Bir maddenin her bir taneciği durumuna dönmeye neden olmak. 2) tahrip etmek;
diğer taneciklerin her birini çeker; yerçekim kuvveti. harabetmek.
universal joint (or coupling): Otomobillerin unmanned: 1) insansız; personelsiz; otomatik
şaftında olduğu gibi, herhangi bir yönde, sınırlı açıda kontrol lu gemilerin makine daireleri gibi
dönme ye izin veren bir bağlantı veya kaplin; personelsiz çalı şan.
universal kav unmoor: 1) palamarlarını (halatlarını) serbest bırak
rama veya kaplin; kardan mafsalı. mak (bir gemi vb. inin) veya mola etmek. 2) iki de
universal Joint bearing: Kardan mafsalını taşıyan ya mirden birini vira etmek. 3) karamusalı fora etmek.
tak; kardan mafsalı yatağı. unnatural: 1) doğal olmayan; garip; anormal. 2) ya
universal motor: Elekt. seri olarak bağlanan hem pay.
doğru akım ve hem de alternatif akımlarla çalışan unnecessary: Gerekli olmayan; gereksiz; faydasız.
elektrik motoru;
universal universalpense.
plier: Ünivesal motor. unnilennium:
266; at.no. 109.Kimy. 109 numaralı element; at.ağ.
universal shunt: Bir direnç kutusundaki bir kaç farklı unnilhexium: Kimy. 106 numaralı element; at.ağ.
paralei ya da şönt dirençler; universal şönt. 263; at. no. 106.
universal wrench: Mak. kurbağacık; İngiliz anahtari. unniloctium: Kimy. 108 numaralı element; at.ağ. 265;
universe: 1) varolan şeylerin tümü; kozmoz; evren; at. no. 108.
acun; uzay. 2) Dünya unnilseptium: Kimy. 107 numaralı element; at.ağ.
unjoint: 1) ayırmak (bir bağlantıyı). 2) bağlantılarını 262; at. no. 107.
ayırmak. unnumbered: 1) sayısız; sayılmaz; pek çok. 2) açıkla
unkempt: Parlatılmamış veya damıtılmamış; ham; ka namaz sayı veya sayılarda olan.
ba. unorganized: 1) organik yapısı olmayan. 2) munta
unknown: 1) bilinmeyen. 2) Mate. bilinmeyen bir ni zam sırası, sistemi veya organizasyonu olmayan. 3)
celik; böyle bir niceliğin simgesi. bir sendikanın üyesi olmayan; sendikasız.
unlade: 1) yükünü boşaltmak veya tahliye etmek (bir unorganized ferment: Bkz. enyzme.
gemi vb.). 2) boşaltmak (yük vb.). unoxidizable: Paslanmaz; paslanmayan.
unlay: Den. kol ya da flasalarını açmak (halat için unparalleled: Paralel, eşit veya tamamlayıcı olma
söylenir). yan.
unleaded: 1) kurşunla kaplanmamış; kurşunsuz. 2) unpeg: 1) çivi ya da çivilerini çıkarmak. 2) bu şekilde
Matb. kurşun (anterlin) ile ayrılmış satırları olmayan; çözmek.
anterlin yerleştirilmemiş. unpin: 1) toplu iğne veya toplu iğnelerini çıkarmak.
unlike: 1) zıt yönlerde etkiyen (paralel kuvvetler gibi). 2) bu şekilde çözmek veya ayırmak.
2) bir mıknatısın bir kuzey ve bir güney kutbunu be unplumbed: 1) derinliği iskandil edilmiş veya ölçül
lirtir; örneğin iki aksi kutup birbirini çeker gibi. memiş. 2) boru tesisatı olmayan. 3) kurşunla mühür
unlimited: 1) sınırsız veya kısıtsız. 2) hudutsuz; vasî; lenmemiş.
sınırlanamayan. 3) açıklanamayan; belirsiz. unrefined: Damıtılmamış; tasfiye edilmemiş; rafine
unlink: Baklalarını (zincir vb. inin) ayırmak veya sök edilmemiş.
mek; bağ çözmek. unrepair: Tamir edilmemiş; onarılmamış.
unload: 1) çıkarmak, boşaltmak veya tahliye etmek unrig: Donanım veya armasını çıkarmak veya fora et
(bir yük, kargo vb.). 2) yük ya da kargosunu almak mek.
(gemi vb. inden). 3) dolgusunu ya da şarjını çıkar unrivet: Mak. perçinlerini çıkarmak, gidermek veya
mak (bir silâhtan). 4) bir şeyi, özellikle bir yükü bo kesmek.
şaltmak veya tahliye etmek. unsaturated: 1) doymamış; işba haline gelmemiş;-
unloader valve: Diz. Mot. sabit basınçlı püskürtme meşbu olmayan. 2) Kimy. a) bazı elementleri, elan
sistemlerinde, sabit basınç kabını yüksek basıncın diğer elementlerle birleşme Kapasitesine sahip olan
tehlikelerinden koruyan yay yüklü bir güvenlik valfı; bir bileşiğe ait veya onu belirten, b) çözünmeyen
basınç regülatörü; yüksüzleştirme valfı. erir maddeleri ile dengede olmayan bir çözeltiye ait
unloading: Yükünü boşaltma (bir gemi vb. inin), çı veya onu belirten, c) iki veya üç bağ ile iki karbon
karma veya tahliye etme. atomuna bağlanan organik bir kökü belirtir.
unloading machine: Nükleer bir reaktörde yakıtı bo unsaturated compound: Bir veya daha fazla ikili ve
şaltmak veya çıkarmak için kullanılan makine; boşalt ya üçlü bağ kapsayan ve dolayısıyla birleşik ürünler
ma makinesi. oluşturan etilen ve stiren gibi bir karbon bileşiği;
un sa t u ra t e d h y d rocar bon s 583 u ra niu m o x id e
doymamış bileşik.
ki.
unsaturated hydrocarbons: Kimy. karbondan
upper piston: Karşıt pistonlu dizel motorlarında eg
karbo na iki veya daha fazla sayıda bağ kapsayan
zoz portlarını denetleyen veya açıp kapayan piston;
molekül lerden oluşan hidrokarbonlar; doymamış
üst piston; egzoz pistonu.
karbonlu hidrojenler.
upper works: Den. yüklü bir geminin su yüzeyi üze
unsaturated solution: Belirli bir sıcaklıkta daha fazla
rinde kalan kısmı.
çözünür çözebilen bir çözelti, doymamış çözelti.
upraise: Yükseltmek; yukarıya kaldırmak; yükselt
unscrew: 1) vida ya da vidalarını çıkarmak. 2) vida
mek.
ve ya vidalarını çıkararak ayırmak veya çözmek;
upright: 1) dikey veya düşey durumda; dik. 2) dikey
laçka etmek.
veya düşey olma durumu. 3) düşey durumda olan
unship: 1) bir gemiden (yük vb. ini) almak, çıkarmak
bir şey; düşey parça veya aza.
veya tahliye etmek. 2) kullanım için münasip yerin
den (kürek, direk vb. ini) çıkarmak. 3) karaya çıkar uprise: 1) tırmanmak; yükselmek. 2) yukarıya doğru
mak (yolcuları). 4) tahliye etmek; yük boşaltmak. hareket etmek veya tırmanmak. 3) dik olmak. 4) öl
unsolder: Lehimlenmemiş parçaları ayırmak. çü, hacim vb. inde çoğalmak. 5) yükselme işi ya da
unstable: 1) sabit, sıkı veya sağlam olmayan; kolay işlemi. 6) yukarıya doğru yükseliş veya tırmanış.
ca bozulan, yer değiştiren veya dengelenemeyen. uprising: 1) yükselme işlevi. 2) yukarıya doğru çıkış
2) değişebilir; değişken; dalgalanan. 3) Kimy. bozun- veya yükseliş.
ma ve diğer bileşiklere dönüşme yeteneği. 4) daya upset: 1) Meka. a) tav sıcaklığındaki demiri döverek
nıksız. kısaltmak veya kalınlaştırmak; şekil vermek. 2) Me
unstable compound: Kolayca bozunabilen bir bile ka. a) şekil vermek için kullanılan kalıp, b) şekil veri
şik; dayanıksız bileşik. len (dövülen) veya şişirilen kısım ya da parça.
unstable equilibrium: Den. bir tarafa yattığı veya upsetting moment: Düzeltme momenti; Bkz. righ
meylettiği zaman ilk haline dönmeme durumu (ge ting moment.
upside: Üst taraf ya da parça.
mi, tekne vb. için söylenir); kararsız denge.
upstroke: Dikey çalışan motorlar, buhar makineleri,
unsupercharged. Süperşarjsız veya aşırı doldurma-
pistonlu pompalar vb. inde silindir içindeki pistonun
sız (motor ya da buhar kazanı).
yukarı stroku, kursu veya hareketi; yukarı strok; yu
unsupercharged engine: Süperşarjsız veya aşırı dol-
karı kurs.
durmasız makine veya motor; doğal emişli makine;
uptake: 1) duman ve gazları külhandan bacaya taşı
süpürme havalı makine ya da motor.
yan bir boru. 2) alev borulu kazanlarda duman san
unterseeboat: Sualtı teknesi; denizaltı gemisi: Çoğu
dığı ile baca kaidesi veya bacanın oturduğu yer ara
zaman U-boat kısa şekli ile belirtilir.
sındaki kısım; çoğu buhar kazanında bu kısma eko-
untwist: Çözmek veya ayırmak için zıt yönde döndür
nomizör, hava ısıtıcısı gibi, ısıtıcıların boruları yerleş
mek.
tirilir. 3) havalandırma bacası veya borusu.
unused: 1) kullanılmayan. 2) asla kullanılmamış.
upthrust: 1) yukarıya doğru itme veya trast. 2) yerkü
unusual: Nadir; müstesna; olağan dışı.
re kabuğu parçasının yukarı kaldırılması.
unvarnished: 1) cilalanmamış; cilâsız. 2) düz; sade.
upturn: Yukarıya çevirmek.
up: 1) aşağıdan yukarı bir yere; yerden uzakta; yuka
rıda. 2) ufkun üzerinde. 3) daha yüksek miktar, dere Ur: Bkz. uranium.
ce vb. 4) bir tarafa; uzağa; bir kenara. 5) tam ola uralite: Ural Dağlarında bulunan amfibol; uralit.
rak; tümüyle; tamamen. 6) Den. dümen yekesini rüz uralitic: Uralit'e ait veya ona benzeyen.
gâr üstüne basmak. 7) daha yüksek bir yere doğru. uranic: Semaya ait; semaya ilişkin; göksel; astrono
8) kaynağına (nehir vb. inin) doğru. 9) yükseltmek. mik; astronomiye ait.
10) içeriye. uranic: Yüksek değerli uranyum kapsayan veya ona
upbuild: inşa etmek. ait; uranik.
upcast: 1) Maden, havalandırma bacası. 2) yukarıya uranides: Kimy. periyodik sistemde proaktiniyum'dan
doğru atılan bir şey. 3) yukarıya fırlatılan. 4) yukarı sonra gelen elementler; uranidler.
ya döndürülen veya yöneltilen. uraninite: Uranyum, toryum, kurşun, itriyum ve ba-
zan helyum ve argon gazları kapsayan siyah mat bir
updraft carburetor: Benz. Mot. içinde hava-benzin
mineral; uraninlt.
ka rışımının yukarıya doğru aktığı karbüratör; yukarı
uranite: Uranyumun kalsiyum ve bakır ile oluşturdu
akışlı karbüratör; vertical carburetor olarak da
ğu doğal fosfatlar grubunun biri; uranit.
kulla nılır.
upkeep: Bakım; onarım; bakım gideri. uranitic: Uranit veya uranyum kapsayan; uranit veya
upligt: 1) yukarıya kaldırmak; kaldırmak; yükseltmek. uranyuma ait.
2) kaldırma işi veya işlemi; kaldırma; yükseltme. uranium: Çok sert, ağır, az çok dövülebilir radyoaktif
upmost: Bkz. uppermost. bir kimyasal element; uranyum; sadece bileşikleri
upper: 1) daha yüksek yerde ya da fiziksel durumda. şeklinde bulunur ve özellikle kütle numarası 235 (U-
235) olan izotopu zincirleme tepkimeye uğrayabi lir
2) yukarki; yukardaki.
ve plütonyum üretilir; Simg.U; yarılama süresi
upper dead center: Motorlar, pistonlu buhar makine 9
leri ve pistonlu pompalarda, pistonun silindir içinde 4x10 ; at.ağ. 238,07; at.no.92.
çıkabildiği en üst nokta; üst sente; üst ölü nokta. uranium isotope: Uranyum izotopu; bu izotoplardan
23 5
upper deck: Den. üst güverte. biri atom ağırlığı 239 olan U 'tir.
uppermost: Yer, durum, güç, etki vb. i bakımından uranium metals: Aktinit serisi (eski isim).
en yüksek; en üst; en üstteki; en yukardaki; tepede uranium oxide: Seramikçilik ve boya maddelerinde
kullanılan yeşil bir mineral; uranyum oksit, U3 O8 .
u ra niu m serie s 584 uviol glas s
uranium series:
238
U'da n başlayıp dayanıklı bir lanma. 6) kullanım gücü veya yeteneği. 7) kullanım
2 06 hakkı veya izni. 8) kullanım yolu. 9) avantaj, fayda
nük- lit olan Pb'y e kadar devam eden
ya da yarar; kullanışlılık. 10) görev; iş; hizmet. 11)
radyoaktif seri; uranyum serileri.
gelenek; alışkanlık; itiyat; adet.
uranography: Görünür uzay ve gök cisimlerini, özel
useability: Bkz. usability.
likle sabit yıldızların tanımlanması ve gök haritaları
nın yapımı ile ilgilenen astronomi dalı; uranoğrafi. useable: Bkz. usable.
uranology: 1) görünür uzay ve gök cisimlerinin yazılı used oil analysis: Kullanılmış ya da kullanılmakta
tanımlanması. 2) uranoğrafi. olan yağlama yağlarının içindeki yakıt, su, metal par-
uranometry: 1) görünür uzayın ölçümü. 2) gök cisim tikülleri, koloidal grafit, yanma asitleri vb. inin yüzde
lerinin özelikle görünür sabit yıldızların harita, grafik lerinin saptanması için yapılan analiz; kullanılmış ya
ya da listesi. ğın analizi.
used parts: Bir makine vb. inden çıkarılan ve gerekti
uramous: Özellikle alçak değerli uranyum kapsayan
ğinde tekrar kullanılabilecek parçalar; kullanılmış
veya ona ait.
parçalar.
uranyl: Uranyumun bir çok bileşiğinde bulunan iki de
useful: Faydalı veya yararlı; kullanışlı; avantajlı.
ğerli bir kök; uranil, U0 2 .
uranylic: Uranil kapsayan; uranile ait; uranile benze useul work: Mot. silindir içinde yakılan yakıtın
yen. oluştur duğu ısının fren ya da effektif beygirgücüne
urea: Bio. memelilerin idrarlarında bulunan ve sente dönü şen miktarı; yararlı iş.
tik olarak da üretilen çok çözünür, kristalli katı; üre, U.S. gallon: Amerikan galonu; Bkz. gallon.
CO(NH 2 )2 ; plâstik, zamk (tutkal) vb yapımında kulla useless: Faydasız ya da yararsız; kullanışsız; değer
nılır. siz; başarısız.
urea-formaldehyde resins: Bkz. urea resins. usual: Alışılmış; olağan; yaygın.
urea resins: Üre ve formaldehitin birbirlerini etkime- utile: Faydalı; yararlı; elverişli.
siyle üretilen reçineler grubu. utilise: Bkz. utilize ing.
utility: 1) yararlı ya da faydalı olma niteliği veya özelli
urease: Ürenin hidrolizini ilerleterek amonyum karbo
nata çeviren bir enzim; urase şeklinde de kullanılır. ği; yararlılık. 2) yararlı bir şey. 3) kamuya yararlı
şey, özellikle elektrik enerjisi, gaz, su, telefon vb. i
urethan: Bkz.
urethane. hizmetler. 4) Bilgisay. hizmet programı.
urethane: 1) amonyağın etil karbonatı etkimesi veya utilizable: Yararlanılabilir.
üre nitrat ve etil alkolün ısıtılması ile elde edilen be utilization: Faydalanma; yararlanma; kullanım.
yaz, kristalli bir bileşik; üretan, C 3 H 7 0 2 N ; utilize: Kullanarak yarar sağlamak; faydalanmak; kul
müsekkin ve uyutucu olarak kullanılır. 2) karbonik lanmak.
utmost: 1) en uzak veya sınırda bulunan; en uzak
asitin her hangi bir esteri.
mesafe; en uzak. 2) en büyük veya en yüksek dere
uric acid: idrarda bulunan, suda hafifçe çözünen, be
yaz, kokusuz, kristalli madde; ürik asit, C 5 H 4 N 4 0 3 . ce, miktar, sayı vb. ine ait; en büyük. 3) mümkün
urushiol: Zehirli sarmısak ve Japon lâk ağacında bu olan en çok sayı veya en büyük; son sınır veya dere
lunan zehirli, tahriş edici sıvı; uruşyol, C 2 H 3 2 0 2 . ce; uttermost şeklinde de yazılır.
usability: Kullanılır olma durumu veya niteliği; usea- U-trap: Kondenserle hava pompası, erecekler
bility şeklinde de yazılır. konden- seri ile ana kondenser arasında ve kısmen
usable: Kullanılabilir; kullanıma elverişli; useable şek yoğuşum suyu ile dolu bulunan U şeklinde bir
linde de yazılır. boru; yoğuşa- mayan buharın kondensere
usage: 1) kullanma veya muamele etme işi veya yo geçmesine engel olur.
lu; muamele; kullanım; kullanma. 2) uzun süreden utter: 1) tam; toplam; total. 2) mutlak; salt.
beri gelen veya tesis edilmiş adet ve örf; gelenek; uttermost: Bkz.
alışkanlık. utmost.
U.S.C.G.: ABD sahil güvenlik Bkz. United States Co U-tube manometer: U şeklinde ve her bir kolda hızlı
ast Guard. ve doğru okumayı sağlayan küçük bir şamandra bu
use: 1) pratik yapmak; egzersiz yapmak. 2) muamele lunan manometre; U borulu manometre; U borulu
etmek. 3) kullanarak sarfetmek, harcamak ya da tü basınçölçer.
ketmek. 4) alışmak; adet edinmek. 5) kullanım; kul uviol glass: Morötesi ışığına bir hayli saydam olan
bir cam.
V, yükseltme sistemi.
V, v. vacuum bottle: iç ve dış duvarlan arasındaki vakum
yardımıyla sıvıları sıcak ya da soğuk tutmak için kul
V: Bkz. vanadium. lanılan, şişeye benzer bir kap; termos şişesi; ter
V. (v.): Bkz. 1) velocity. 2) volt; volts. 3) vector. mos; vacuum flask biçiminde de kullanılır.
v.: Bkz. 1) valve. 2) voltage. 3) volume. vacuum breaker: Gem. Mak. havasıziandırma ısıtıcıla
V-1: ikinci Dünya Savaşı sırasında ingiltere'ye karşı rının üst kısmına yerleştirilen ve ısıtıcının içersinde at
kullanılan, pilotsuz uçağa benzeyen jet pervaneli Al mosfer altı basınç oluşmasına engel olan bir cihaz;
man bombası; robot bomba. vakum bozucu; vakum kirici.
V-2: İkinci Dünya Savaşı'nda ingiltere'ye karşı kullanı vacuum chamber: Tek etkili pistonlu pompalarda,
lan, stratosfere tırmanan ve sesten daha hızlı hare özellikle plencerli olanlarda emme devresi üzerine
ket eden roket pervaneli Alman bombası. yerleştirilen ve bu devreyi iki bölüme ayıran hücre;
vacua: Bkz. vacuum. vakum hücresi.
vacuity: 1) boş olma niteliği veya durumu; boşluk. 2) vacuum cleaner: Emme yöntemi ile halıları, döşeme,
boş bir hacim; vakum. yer, döşemelik eşya vb. ini temizlemek için kullanı
vacuous: Boş. lan bir makine; elektrik süpürgesi; vakumlu temizleyi
vacuum: 1) içinde hiç bir şey olmayan boşluk; tümü ci.
ile boş hacim; vakum; mutlak boşluk; hâlâ; elde edi vacum distillation: Bir maddenin kaynama noktasını
-6 düşürmek için, düşük basınç altında damıtma; va
len en yüksek vakum 10 mm Hg'dir. 2a) bir vakum
kumlu damıtma: Su, vakumda 100°C'nin altında kay
tüpünün içi gibi pompalanarak içindeki hava ya da
nar ve buharlaşır.
gazın büyük bir bölümünün alındığı hacim; atmosfer
vacuum flask: Bkz. vacuum bottle.
basıncından daha küçük basınçta hava ya da gaz
kapsayan hacim, b) basıncın, atmosferik basınç altı vacuum gauge: Hava, gaz, buhar vb. i akışkanların at
na getirilmesi derecesi. 3) içinde bulunan şeyler çı mosfer altı basınçlarını ölçmek için kullanılan bir ci
karılarak boş bırakılan hacim. 4) vakuma ait. 5) va haz; Gem. Mak. vakum geyiç; vakum ölçer; vakum
kum yapmak için kullanılan. 6) vakuma sahip olan; göstergesi: Hava pompaları Bkz. air pump, konden
kısmen ya da tamamen boşaltılan hava veya gaz. 7) ser vb. i yerlerde kullanılır.
emme veya kısmî basınç üretilerek çalışan. 8) elek vacuum indicator: Koruyucu yalıtıcın bir keys veya
trik süpürgesi ve vakumlu temizleyici ile temizlemek. mahfaza içersinde damıtık (distile) su olan bir cam
vacuum advance: Benz. Mot. distribütörle birlikte ya kaba yerleştirilmiş ıslak hazneli termometreden olu
pılan yük ve hızdaki değişimler için en uygun kıvıl şan ve sıcaklık yerine doğrudan vakumun okunması
cım avansını otomatik olarak düzenleyen ve otomo nı sağlayan cihaz; vakum gösterici.
vacuummeter: Bkz. vacuum gauge.
bil makinelerinin büyük bir bölümüne donatılan bir
mekanizma; vakum ya da boşluk avansı. vacuum pump: Hava sızdırmaz bir hacimden hava,
gaz veya buhan emmek için kullanılan bir pompa;
vacuum augmenter condenser: Vakum yükseltme
vakum pamp; vakum pompası. 2) buharın yoğuşma-
kondenseri; ana kondenser dışında küçük bir kon-
sı ile oluşan su, buğu ve gazları emerek kondenser-
denser; Bkz. vacuum system.
de vakum oluşturan bir pistonlu pompa; erpamp
vacuum augmenter system: Bir ecekter ile, bu ecek-
Bkz. air pump.
terin ana kondenserden boşalttığı hava ve buğunun
vacuum surge tank: Vakumlu (kapalı) besi suyu dev-
küçük bir kondenserden geçirilerek hava pompası
veya erpampın alıcı tarafına iletildiği sistem; vakum
vacum test 586 valv e gea r di agra
m
olarak değeri büyük olan. 3) pahalı.
relerinde kullanılan ve üst tarafından bir boru ile kon- value: 1) değer veya kıymet. 2) pazar fiyatı. 3) para
densere bağlanan, içindeki vakum ile kendisine veri olarak eşdeğeri (bir şeyin). 4) satın alma gücü. 5)
len yoğuşum suyu içindeki havanın kondensere değerini tahmin etmek: kıymetini saptamak.
emilmesini sağlayan bir tank; vakum tankı. valueless: Değersiz ya da kıymetsiz.
vacuum test: Kondenserlere uygulanan bir sızdırmaz- valve: 1) bir savak, kanal vb. indeki su akımını ayarla
lık deneyi; vakum deneyi; vakum testi: Kondenser yan bir kapı; kanal kapağı. 2) Elekt. a) sadece bir
kapakları açılır, türbin boğazları sızdırmaz hale getiri yönde akıma müsaade eden elektrolitik bir hücre ve
lir, kondenserde vakum oluşturulur ve boru aynaları ya diğer cihaz, b) İng. elektron tüpü. 3) Meka. a) bir
na ince polietilen yayılır. Polietilenin bozulduğu kıs boru veya tüpte sadece bir yönde akıma müsaade
mın sızdırdığı anlaşılır; bu deney mum alevi ile de eden herhangi bir cihaz, b) böyle bir cihazdaki ka
yapılabilir. pak, tapa vb. 4) valf ya da valflarla donatmak. 5)
vacuum thermocouple: Isıtma etkisi ile çok zayıf al valf ya da valflarla (bir sıvının) akımını denetlemek.
ternatif veya doğru akımları ölçmek için kullanılan valve actuating gear: Supap veya valf hareket
bir termokupl veya pirometre; vakumlu termokupl. meka
vacuum tube: 1) içindeki havası veya gazı büyük nizması; Bkz. valve gear.
oranda azaltılmış bir katot (flaman), bir anot (levhe) valve adjustment: Mot. supap sapları ile piyano veya
ve birinden diğerine elektron akımını denetleyen bir kulbütör arasındaki boşluğun ayarlanması; valf veya
ızgaradan (grit) oluşan sızdırmaz cam ya da metal supap (boşluğu) ayarı.
bir tüp; elektron tüpü; doğrultmaçlarda, detektörler valve adjusting nut: Mot, supap boşluğunun ayar
de, amplifikatörlerde vb. kullanılır. 2) aralarında edilmesini sağlayan somun; supap (boşluğu) ayar
elektrik boşalımlarının geçebileceği metalik elektrot somunu; bir kontra somun ile yerine tespit edilir.
ları bulunan ve içindeki hava ya da gazın yüksek de valve, admission: Bkz. admission valve.
recede boşaltılmış olduğu sızdırmaz bir tüp. valve, air starting: Bkz. air starting valve.
vacuum valve: ing. vacuum tube. valve body: a) türlü valflar, örneğin stop, geri döndür
vacuum voltmeter: Elektronik voltmetre. mez, geyt vb. i valflerln gövdeleri, b) yakıt püskürt
valence: Kimy. bir element ya da radikalin (kökün) di me valfının gövdesi; supap kütüğü.
ğeri ile birleşme kapasitesi; değer; valans; oksijen valve bridge: Doğru akımlı, yüksek devirli dizel
iki değerlidir gibi. 2) değer birimi. motor larında, silindir kapağında bulunan egzoz
valence electrons: Atomun en dış kabuğundaki supapları nın aynı anda açılıp kapanmasını
elek tronlar; valans elektronlar. sağlamak amacıy la bir supap piyanosu, liveri ya da
valence, maximum: Bir element veya onun herhangi kulbütörünün de netlediği, yaylı bir parça; supap
bir bileşiği tarafından gösterilen en yüksek değer; köprüsü,
en yüksek değer. valve bronze: Valf bronzu; Bkz. bronze, compositi
valence, negative: 1) bir atomun kabul edebileceği on "M".
elektronların sayısı; örneğin klor negatif 1 değerine valve, by-pass: Bkz. by-pass valve.
sahiptir. 2) negatif yüklenmiş bir iyonun değeri; ne valve gage: Mot. supapları taşıyan, onlara yuva ve
gatif değer. gayıt görevi yapan ve iki saplama ile silindir kapağı
valence, normal: Bir elementin normal olarak bileşik na bağlanan kısım; supap kafesi; supap kütüğü.
lerinin çoğunda gösterdiği değer. valve, check: Bkz. check valve.
valence number: Bir atomun birleşme sırasında kay valve chest: Gem. Mak. türlü pompaların alıcı ve veri
bettiği, kazandığı veya paylaştığı elektronların sayısı; ci taraflarında bulunan, tanktan tanka, denizden tan
valans ya da değer sayısı. ka veya tanktan denize sıvı almak ve basmak için
valence, positive: 1) bir atomun serbest bıraktığı üzerinde valflar bulunan bir sandık; valf sandığı.
elektronların sayısı; örneğin hidrojen pozitif iki değe valve diagram: Esk. Pist. Buh. Mak. slayt valf
re sahiptir. 2) pozitif yüklenmiş bir iyonun değeri; po (çekme ce) periyotlarını ve erken giriş miktarını
zitif değer. saptamak için kullanılan elips, Sweet, Zeuner,
valence shell: Bir atomun en dış elektron Bilgram vb. i di yagramlardan herhangi biri; valf
kabuğu. diyagramı.
valency: Bkz. valence. valve, discharge: Bkz. discharge valve.
valency bond: Bir molekülde atomları birlikte tutan valve disk: Valf veya supap diski ya da tablası; her
kuvvet; değer ya da valans bağı. hangi bir egzoz veya emme süpapının kendisine
valeraldehyde, iso: Sıv. Yük. izo valeraldehit; 3- uyan bir yuvaya oturan ve sızdırmazlık sağlayan kıs
metil- bütanol; 3-metilbütiraldehit; izovaleral; izo mı.
valerik al dehit; buharları yanıcı, insan sağlığı için valve, escape: Bkz. escape valve.
zararlı, alifa tiklerden higroskopik olmayan, oldukça valve, exhaust: Bkz. exhaust valve.
dayanıklı, el maya benzer kokulu, renksiz bir valve face angle: Mot. supap yüzey açısı; supap tab
sıvı; Simg. (CH 3 )2 CH.CH 2 CHO; 17°/4°C'de lasının yatayla yaptığı, 30°-60° arasında olan, çoğu
öz.ağ. 0,803; zaman 45°'likaçı.
k.n.92,5°C; d.n.-51°C; suda hafifçe çözünür; viskozi valve, gate: Bkz. gate
tesi belli değil; gemilerde çevre sıcaklığı ve atmosfer valve.
basıncında taşınır. valve gear: 1) Mot. supapların belirli zamanlarda açıl
valerianic: Bkz. valeric. masını sağlayan ve kam milini çeviren donanım,
valeric: Kediotu kökünde bulunan, sentetik olarak da kam mili, kamlar, kam makaraları, supap itecekleri,
yapılan dört izomerik asitten (C4H9COOH) birine ait kulbütörler ve supaplardan oluşan donanım. 2) Buh.
veya onu belirten; valerik. Mak. slayt valf ya da çekmeceyi hareket ettiren me
valuable: 1) maddî değeri olan; kıymetli. 2) parasal kanizma.
valve gear diagram: Bkz. valve
diagram.
valve grinder 587 valv e t imin g di agra
m
valve grinder: Mot. supap yüzeylerini taşlamak için
kullanılan bir cihaz; supap taşlayıcısı; supap alıştırıcı- si
si;türünden
Gem. Mak.süre;
valfsupap çakışması; supap bindirme
overlepl.
sı. valve, pilot: Bkz. pilot valve.
valve grinding: Mot. alıştırmak amacıyla supap yüze valve, piston: Bkz. piston valve.
yini taşlama. valve, quick closing: Bkz. quick closing valve.
vaive guide: Mot. özellikle dizel motorlarında supap valve, reducing: Bkz. reducing valve.
saplarının içersinde hareket ettikleri silindirik kısım valve, regulating: Bkz. regulating valve.
lar; supap gayıtları. valve, relief: Bkz. relief valve.
valve head face angle: Mot. supap disklerinin (tabla valve rotator: Supap döndürücüsü; supap rotatoru;
larının) açısı; bu açı 30-60 derece arasında değişir; Bkz. rotocap.
en çok rastlananı 45°'dir; supap diski yüzey açısı; valve, safety: Bkz. safety valve.
supap (diski) açısı, valve, scavenging: Süpürme havasının portlardan ve
valve holder: Valf, ventil veya supap tutucusu ya da rildiği ve egzoz gazlarının silindir kapağındaki supap
taşıyıcısı. ya da supaplardan dışarı atıldığı bir doğru akımlı sü
valve-in-head engine: Silindir kapağı (kaveri) üzerin pürme türü; süpaplı süpürme; valflı süpürme.
de giriş ve egzoz supapları ile püskürtme, emniyet valve seat:1) Mot. silindir kapağı ya da supap kütü
vb. i valflar bulunan içten yanmalı, çoğu dört zaman ğünde (kafesinde) bulunan, supapların sızdırmaz
lı olan makine; supapları (silindir) kapağında bulu bir biçimde oturdukları ve supap diskine uygun yapıl
nan makine ya da motor. mış kısım; supap yuvası; valf yuvası; valf siti. 2)
valve, injection: Bkz. injection valve. Mak. türlü sıvı ve akışkan akımına müsaade eden
valve, inlet: Bkz. inlet valve. valfların disklerinin oturduğu kısım; valf siti veya yu
valve, intake: Bkz. intake valve. vası.
valve lapping: Mot. bir supabın yüzeyi ile yuvasının valve seat insert: D/'z. Mot. supapların yuvalarına ge
yüzeyini, aralarından hava ya da gaz sızmayacak şe çirilen, çoğu zaman stellit'ten yapılan, mekanik ve
kilde düzeltmek; supap alıştırma. ısıl gerilmelere dayanıklı ve dökme demirle hemen
valve lapping tool: Supap alıştırmasında kullanılan hemen aynı genleşme katsayısına sahip olan bir yük
küçük bir el breyzi; supap alıştırma aleti. sük; supap yüksüğü; supap yuvası geçmesi; valf sit
valve lash: Mot. supap sapı ile kulbütör (supap liveri) yüksüğü (stellitten yapılır).
arasında bulunan ve kayıp hareket oluşturan supap valve, snifting: Bkz. sniffing valve.
boşluğu ya da klerensi. valve spindle: Bkz. valve stem.
valve lash adjuster: Diz. Mot. supapların boşluklarını valve spring: Mot. supapları çekerek yuvalarına otur
otomatik olarak ayar eden a) yaylı ya da mekanik ve malarını sağlayan helisel yay; supap yayı.
b) hidrolik olmak üzere iki türlü yapılan bir cihaz; su valve spring retainer: Mot. supap yayları ile supap
pap klerens ayarlayıcısı; bu tür ayarlayıcılarda kulbü saplarını birbirlerine bağlamak üzere saptaki bir yu
tör ile supap sapı arasında boşluk yoktur; Bkz. zero vaya geçen ve iki parçadan oluşan tutucu; supap
lash adjuster. yay tutucusu veya taşıyıcısı.
valveless: Valfsız veya süpapsız (port ya da pencere valve spring surge: Supap yayı dalgalanması; Bkz.
lerle donatılmış iki zamanlı motorlar için söylenir). spring surge.
valveiess engine: Mot. supapları olmayan, süpürme valve, starting: Bkz. starting valve.
ve egzoz portları ile donatılmış makine; valfsız maki valve stem: 1) Mot. supapların bir yay ve yay tırnakla
ne; süpapsız makine; iki zamanlı (portlu) makine. rı ile taşınan, bazan sodyum, su veya yağ tarafından
valvelet: Küçük valf. soğutulan kısmı; supap sapı. 2) Mak. türlü sıvı, bu
valve lever: Mot. supap saplarını bastırarak supapla har veya gazları elleçleyen, valfların disklerini yuvala
rın silindir içine doğru açılmalarını sağlayan, hemen rından kaldıran, ucunda bir el tekeri bulunan, diğer
hemen ortasından yataklandırılmış bir tür kaldıraç; ucu valf diskine bağlı olan klavuzlu bir rod veya çu
supap levyesi; piyano; kulbütör; supap liveri; Bkz. buk; valf sapı; valf sıpındıli.
rocker arm. valve stics: Buh. Mak. slayt valfların (çekmecelerin)
valve lift: Mot. emme (giriş) veya egzoz supaplarının lid (erken giriş), katof (kesme), riliz (erken çıkış) ve
açıldıkları zaman yuvaları ile aralarındaki dikey me kompresyon (sıkıştırma) noktalarını ayarlamak için
safe; kalkma miktarı; supap açma miktarı. kullanılan, çam tahtasından yapılan 12,7 x 19,05 mm
valve lifter: Mot. kemin üzerinde, bir gayıt içinde aşa (1/2 x 3/4 in.) ölçülerindeki iki çubuk; slayt valf mas
ğı yukarı hareket eden parça; puşrot veya tapet ro- tarları.
dun kayma hareketi yapan kısmı; supap kaldırıcısı; valve, stop: Bkz. stop valve.
valf lifter; valve tappet şeklinde de kullanılır. valve, suction: Bkz. suction valve.
valve locks: Bkz. valve spring retainer. valve, swing-check: Bkz. swing-check valve.
valve, maneuvering: Bkz. maneuvering valve. valve-tappet: Mot. supap iteceği; Bkz. push rod.
valve mechanism: Supap hareket mekanizması; Bkz. valve timing: Mot. emme (giriş) veya egzoz supapları
valve actuating gear. ile püskürtme valflarının ölü noktalara göre krank
valve motion: Bkz. valve lift. açısı türünden açma veya kapama noktaları; supap
valve, needle: Bkz. needle valve. zamanlaması; valf taymlngi.
valve, non-return: Bkz. non-return valve. valve timing diagram: Mot. ağır, orta ve yüksek devir
valve overlap: Mot. egzoz kursu (stroku) sonuna doğ li makinelerde supapların üst ve alt ölü noktalara gö
ru ve üst ölü nokta dolaylarında giriş (emme) ve eg re açılıp kapandıkları noktaları, enjektörün püskürt
zoz supaplarının birlikte açık kaldıkları, krank derece meye başladığı ve püskürtmenin sona erdiği noktala-
vaiv e t rave l 588 vapo r compressio n eva po ra t o r
ri.
ventilation: 1) havalandırma işi veya işlemi. 2) bunun
velocity, escape: Bir roketin bir gezegenin çekim
yapılması; havalandırma teçhizat veya ekipmeni.
ala nından kaçabilmesi için kazanması gerekli hız;
ventilative: 1) havalandırmaya ait. 2) havalandırmaya
kaçış hızı; Dünyadan fırlatılan bir roketin kaçış hızı
hizmet eden.
yakla şık 6,9 mil/saniyedir (11,10 km/saniye).
2 ventilator: Havalandıran bir şey; özellikle temiz hava
velocity head: Pomp, v /2g ile belirtilen, m veya mm
yı getirmek ve pis havayı atmak için kullanılan her
H 2 0 türünden hed; hız hedi.
hangi bir açıklık veya cihaz; vantilatör; havalandırıcı.
velocity modulation: Sırayla hızlandırıp yavaşlatarak
venting: Tankerlerde yük tanklarındaki gazın serbest
elektronların akımının hızını değiştirme işlemi; hız de
bırakılması veya tanklara hava alınması işlemi; hava
ğişimi veya modülasyon.
10 landırma.
velocity of light: Boşluk ya da vakumda 3x10
vent petcock: Bir çok santrfüj pompanın keys ya da
cm/saniye veya 186 300 mil/saniye ya da 299 757
mahfazası üzerinde bulunan ve hava çıkarmak için
km/saniye olan hız; ışık hızı.
kullanılan bir musluk; hava firar musluğu.
velocity of sound: Sesin, türlü akışkanlar içindeki hı
vent pipe: Den. doldurulmaları sırasında içersindeki
zı; ses hızı; standart koşullardaki havada bu hız
-2 havayı kaçırmak üzere tüm gemi tanklarına, hotvelle-
3,4x10 metre/saniyedir.
re vb. donatılan boru; hava firar borusu; taşıntı boru
velocity, orbital: Dünyanın çevresinde kapalı bir yö
su.
rünge tesis edebilmesi için, bir uzay aracına belirli
vent plug: Diz. Mot. yağlama yağı soğutucularının
bir noktada gerekli hız; yörüngesel hız; dünyadan fır
ka pakları üzerinde bulunan, dökme demirden
latılan bir aracın yörüngesel hızı 4,9-6,9 mil/saniye
yapılmış ve diş çekilmiş bir tapa; hava firar tapası.
veya 7,88-11,10 km/saniyedir.
vent tube: Bkz. vent pipe.
velocity staging turbine: Bkz. velocity compoun
venturi: Benz. Mot. karbüratörlerde nozul (meme)
ded turbine.
şeklinde ve silindire emilen havanın hızlandırıldığı kı
vending machine: Mal satmak için kullanılan, made
sım; venturi.
nî para ile çalışan ve bu tür paralar için yarık bir yu
venturi meter: Borularda, özellikle oldukça büyük
vası bulunan makine; otomat; otomatik makine.
çaplı borularda sıvıların akım miktarlarını ölçmek için
veneer: İnce bir ağaç levha; kaplama (ceviz kaplama
kullanılan bir cihaz; venturi metre.
vb. i).
venturi throat: Bir venturi tüpü veya borusunda dar
veneer lathe: Bir kreyn yardımıyla yerleştirilen kütük
çaplı kısa bir boru; venturi boğazı.
lerden kaplama kesen veya yapan tezgâh.
vent valve: Boşaltma valfı (hava vb. için); hava firar
V engine: Silindir simetri eksenleri arasında belirli bir
valfı.
açı bulunan, 36 silindire kadar yapılabilen benzin ve
VRM: Bkz, very rich mixture: Çok zengin karışım.
ya dizel motoru; V makine ya da motor.
veratria: Bkz. veratrine.
vent: 1) boşalma yeri; pasaj; firar. 2) bir gazın kaçma
veratric: Zambak familyasından bir bitkinin Bkz.
sı veya geçmesine müsaade eden küçük bir delik
saba- dila çekirdeklerinde bulunan ve sentetik
3) bir volkanın erimiş kaya ve gaz çıkaran ağzı; kra ter.
olarak da üretilen beyaz, kristalli bir asit;
ventage: Küçük bir delik veya
veratrik asit, (CH 3 0)2 C6 H3 .COOH.
açıklık.
veratridin: Bkz. veratridine.
vent condenser: Basınçlı (kapalı) besi (fid) suyu dev
relerinde, havasızlandırma ısıtıcısı üzerinde bulunan veratridine: Sabadila çekirdeklerinde bulunan şekil
siz bir alkaloit; veratridin, C H O N.
38 51 11
ve ısıtıcıda sudan ayrılan havanın atmosfere atılması veratrine: Sabadila çekirdeklerinden elde edilen ve
nı sağlayan, silindir şeklinde küçük bir kondenser; nevralji, arterit vb. i tedavisinde kullanılan alkaloitler
hava firar kondenseri. karışımı.
vent fan: Kapalı bir bölmenin havasını boşaltan fan; verdigris: 1) bakırın asetik asit ile işlem görmesi so
hava boşaltma fanı; hava firar bloveri ya da fanı. nucu hazırlanan yeşil ya da yeşilimsi mavi, zehirli
ventiduct: Hava borusu; havalandırma kanalı veya pa bir bileşik; ilâç olarak tıpta, boya maddesi ve boya
sajı. olarak endüstride kullanılır. 2) pirinç, bronz veya ba
ventilate: 1) temiz havayı içeri, kirli havayı dışarı at kır üzerinde pas gibi olan yeşilimsi mavi veya yeşil
mak (bir oda vb. için) için dolaştırmak. 2) havalan katman.
dırmak için (bir oda vb. inin) içinde dolaştırmak: Ha verditer: İki alkalin bakır karbonat boyadan biri: a)
va için söylenir. 3) hava, gaz vb. inin firarı için bir azuritin öğütülmesinden elde edilen mavi (blue ver
açıklık sağlamak. 4) iyi durumda tutmak için (bir diter). b) çoğu zaman öğütülmüş malahit olan yeşil
maddeyi) temiz hava etkisinde bırakmak. 5) havalan (green verditer) boya.
dırmak; oksijen karıştırmak; içine oksijen katmak. vermiculite: Mikanın başkalaşmasından oluşan sulu
ventilating: Havalandırma (bir oda, kompartman, böl silikatlardan herhangi biri; vermikülit.
me vb. ini). vermilion : 1) boya maddesi olarak kullanılan parlak
ventilating steam: Savaş gemilerinde kullanılan eko kırmızı renkli civa sülfür, HgS; sülüğen. 2) buna ben
nomik (iktisadî) hız türbinlerine, boşta çalışırken aşı zeyen türlü diğer kırmızı topraklar. 3) parlak sarımsı
rı ısınmalarını önlemek amacıyla verilen alçak ba kırmızı; bu renge ait.
sınçlı buhar; havalandırma buharı. vernier: Ana skala boyunca kayan ve büyük bir du
ventilating system: Den. kapalı bölmelerin, yaşam yarlılıkla ana birimlerin dışında kalan en küçük onda
yerleri vb. inin kirli havasını değiştirerek oralara taze lıkların ölçülmesine müsaade eden, yardımcı bir ska
veya temiz hava sağlayan devre; havalandırma siste la; verniye.
mi; havalandırma devresi. vernier caliper: Bir birimin ondalıklarını ölçmek üzere
vernier micrometer 592 vi b ra t io n gal vanom e t e
r
tarafından keşfedildi.
bir verniye ile donatılmış, iç ve dış çaplar ve duvar vesicant: Hardal gazı gibi, kimyasal savaşta kullanı
kalınlıklarının ölçülmesinde kullanılan kaymalı per lan, deriye temas ettiği veya solunduğu zaman vü
gel; verniyeli pergel; kompas. cut dokularını kabartan veya yakan herhangi bir
vernier micrometer: 0,0254 mm'ye (0,001 in.) kadar madde.
okuyabilen mikrometre; verniye mikrometresi. vessel : 1) su yüzünde hareket etmek, yük, hayvan
vernier protractor: Açıların duyarlı bir şekilde ölçül ve yolcu taşımak için kullanılan, özellikle sandaldan
mesi için kullanılan bir açı ölçer; verniyeli iletki. bü yük bir tekne; gemi. 2) bir hava gemisi. 3) kap.
vernier scale: Verniye skalası veya bölüntüsü; Bkz. vesuvianite: Kahverenginden yeşile kadar değişen
vernier. renklerde, kalsiyum ve alüminyumun alkalin silikatı
vers: Bkz. versine. olan cam gibi bir mineral.
versine (vers): Bir a açısının 1-cos a'ya eşit olan bir VHF: Bkz. very high frequency.
trigonometrik fonksiyonu; versin; versayn; karşıtı ha- Vi: Bkz. virginium.
versayn olup 1-sin a'ya eşittir. viaduct: Bir dizi betonarme ayaklarla desteklenen,
vertex: 1) en yüksek nokta; tepe; zirve. 2) Astr. başu yol veya demiryolu taşıyan, vadiler vb. i yerlerden
cu ya da zenit. 3) Geom. a) bir şeklin iki hattının ke geçen uzun köprü; viyadük. 2) çelik konstrüksiyon
siştikleri nokta, b) bir eğride eksenin onunla karşılaş ve kuleli benzer yapı.
tığı nokta; verteks. c) bir üçgen veya çokgenin her vibrancy: Titrek olma durumu veya niteliği; rezo
hangi bir açısının noktası. 4) Opt. eksenin bir merce nans.
ğin eğrisini kestiği nokta. vibrant: 1) titreşim (vibrasyon) ile (ses veya ışık) çı
vertical: 1) vertekse veya en yüksek noktaya ait; ba- karmak. 2) ileri ve geri harekete başlamak; titreşme
şucunda; doğrudan tepede. 2) düşey veya ufuk düz ye neden olmak. 3) ileri geri hareket etmek; bir sar
lemine dik açıda; dikey. kaç gibi salınım yapmak. 4) çabuk olarak ileri geri
vertical boiler: Gemi kazanlarının hemen hemen tü hareket etmek. 5) yankılamak: Sesler için söylenir.
mü gibi dikey veya düşey kazan. vibrate: Bir ucu tespit edilmiş bir çubuğun diğer ucu
vertical boring mill: Bir elektrik motoru tarafından ça nun aşağı yukarı hareketi gibi hareket etmek; sallan
lıştırılan dikey torna tezgâhı. mak; titremek; titreşmek.
vertical circle: Astr. gözlemcinin bulunduğu noktada vibratile: 1) titreşime ait; titreşimle belirtilen; titreşim
ufuk düzlemini dik açıda kesen, başucu (zenit) ve tabiatında olan. 2) titreşime muktedir olan. 3) titre
ayak ucundan (nadir) geçen, göksel kürede herhan şim özellikli hareketi olan.
gi büyük daire; düşey daire; dikey daire. vibratility: Titrek olma durumu veya niteliği.
vertical drill: Düşey matkap tezgâhı. vibrating: Titreşime uğrayan bir cismi belirtir; titreş
vertical engine: Dikey makine; silindirleri dikey ek me; sallanma; titreme.
sen yönünde yerleştirilen sıra motorlar veya buhar vibrating contacter: Doğru akımlı sinyalleri, alternatif
makineleri; karşıtı yatık makine. akımlı sinyallere dönüştürmek için kullanılan bir ci
vertical firing: Özellikle pudra kıvamında kömür kulla haz; titreşmen kontaktör.
nılan çok büyük kapasiteli buhar kazanlarında, di vibrating conveyor: Çoğu zaman kavrulmuş cevher
key olarak yerleştirilen börnerlerle püskürtülen kö leri veya diğer kızgın, tozlu ve kumlu maddeleri nak
mürün yakılması; dikey (düşey) yanma; düşey fay letmek için kullanılan bir cihaz; titremeli konveyör; tit
rap. reşimli taşıyıcı.
vertical intensity: Dünya manyetik alanının herhangi vibrating machine: Yol yapımlarında kullanılan bir
bir noktadaki düşey bileşeninin şiddeti; düşey şid makine; titreşim makinesi; vibrator.
det. vibrating screen: Titreşimli veya vibrasyonlu elek.
verticality: 1) doğrudan tepede olduğu zaman, Güne vibration: 1) sallanma; özellikle: a) sarkacın yaptığı
şin zenittekl durumu. 2) dikey durum; dikey oluş. gibi, ileri geri hareket; salınım, b) ileri geri hızlı rit
vertically: 1) dikey bir şekilde. 2) dikey olarak. mik hareket; titreşme. 2) Fiz. a) denge halinde iken
vertical plane: Düşey düzlem. sesin iletilmesiyle dengesi bozulan sıvı parçacıkları
vertical pump: Dikey pompa veya tulumba. veya esnek bir katının ileri geri ritmik hareketi; titre
vertical weld: Dikey veya düşey kaynak; duvar kayna şim, b) ses üretiminde bir ip vb. inin titreme hareke
ti, c) tek, tam titreşme hareket; titreşme.
ğı.
vibration absorber: Titreşim emici; titreşim giderici.
vertical welding: Tanklar, borular, kanallar vb. i yük
vibrational: Titreşime ait; titreşim tabiatında olan.
sek olan parçaların kaynak dikişlerine dikey yönde
vibrational specific heat: Bir maddenin özgül ısısı
kaynak uygulama.
vertices: Bkz. vertex nın, moleküler iç titreşimlerinden gelen kısmı; titre
Çoğ. şimden gelen özgül ısı.
very high frequency: Rady., Telev. 30-300 megasikl vibration damper: Mot. krank miline bağlanarak, ha
arasındaki herhangi bir frekans; çok yüksek frekans; reketli kısımlar tarafından üretilen titreşimleri emen
VHF kısaltması ile belirtilir. bir cihaz; titreşim emici; titreşim söndürücü; titreşim
very low signal: 30 kHz'in altında olan ve 10 bin met damperi.
renin üzerindeki dalga boyuna uyan frekans; çok al vibration eliminator: Titreşim giderici; Bkz. vibration
çak frekans. damper.
very rich mixture: Benz. Mot. fazla hava katsayısının vibration, forced: Bkz. forced vibration.
0,85'ten küçük (a<0,85) olduğu hava-benzin karışı vibration galvanometer: Hareketli elemanın doğal tit
mı; çok zengin karışım; 13/1'den küçük karışım; reşim frekansı, kendisine uygulanan alternatif akı
maksimum güç karışımı. mın frekansına eşit olan bir alternatif akım galvano
very signal (or light): Geceleri özel bir tabancadan metresi; titreşim galvanometresi.
(veri tabancası) ateşlenen ve işaret vermek için kul
lanılan renkli bir işaret fişeği: 1927 yılında E. W. Very
vibration frequency 593 viscosity , d y n ami
c
vibration frequency: Titreşim frekansı; titreşim/daki
ka birimi ile belirtilir. klorür;olan,
likesi 1,1-dikloroetilen;
insan sağlığı V.C.; yangın doymamış
için zararlı, ve patlamaalifa
teh
vibration isolator: Titreşim izolatörü; titreşim yalıtıcı tiklerden, higroskopik olmayan, polimerleşmesini ön
sı. lemek için yavaşlatılan, tatlı kokulu, saydam ve renk
vibration magnetometer: Bir manyetik alanın şiddeti siz bir sıvı; Simg.H2C:CCI; 20°/4°C'de öz.ağ. 1,218;
ni saptamak veya iki manyetik alanın şiddetini kıyas k.n.31,9C; d.n.-122,5°C; 20°C'de suda % 0,04 ara
lamak için kullanılan bir cihaz; titreşim manyetomet- sında çözünür; 20°C'de viskozitesi 0,33 cP; gemiler
resi. de 15 C'nin altındaki sıcaklıklarda ve hafifçe pozitif
vibration meter: Titreşen bir cismin çıkardığı hız veya basınçta taşınır.
hızlanmayı ölçmek için kullanılan bir cihaz; titreşim vinyl resins: Vinil bileşiklerinin pollmerleşmesi veya
ölçer; vibrasyon metre. vinil grupları kapsayan türlü monomerlerin kopoli-
vibration trial: Titreşim deneyi veya tecrübesi. merleşmesi ile elde edilen termoplâstik reçineler; vi
vibrative: Titreşim özelliği olan; titreşen. nil reçineleri; plâstik tuğla, koruyucu kaplama vb. le-
vibrator: 1) titreşen veya titreşime neden olan şey; tit rinde kullanılır.
reştiren; özellikle; a) bir elektrik zilinin çekici, b) violet ray: 1) görünür tayfta menekşe rengi oluşturan
Elekt. osilatör; elektrik titreşimleri oluşturan cihaz en kısa ışın. 2) ültraviyole veya morötesi ışını.
(radyo). 2) betonarme binalarda harcın homojen bir viosterol: Ültraviyole (morötesi) ışınlarını tutan ve
yapı oluşturması için kullanılan titreşim cihazı; vibra yağda çözünen, D vitamini eksikliğinde kullanılan er-
tor. gosterol preparatı.
vibratory: 1) titreşime ait; titreşim özelliğinde olan. 2) virgate: Yaklaşık 121,41 dönüm (30 akr) olan eski bir
titreşime neden olan. 3) titreşme veya titreşime muk ingiliz arazi ölçüsü.
tedir. 4) ses gibi titreşimli. virgin: 1) bir geminin ilk seferi. 2a) ısı kullanılmaksı
vibrograph: Titreşimleri grafik olarak kayıt etmek için zın ilk sıkıştırmadan elde edilen (yağ veya zeytinya
kullanılan bir cihaz; vibrograf; titreşim kayıt edicisi. ğı için söylenir), b) doğrudan cevherden veya ilk
vibroscope: Bkz. vibrograph. eritmeden elde edilen (metal için söylenir).
vibrotron: Hareketli anotlu bir triyot; vibrotron. virgin gold: Saf, katışıksız veya alaşımsız altın.
victroia: Fonograf (ticarî bir marka). virginium: 1930'da keşfedilen 87 nci elemente verilen
victualer (victualler): 1) donanma veya bir gemiye isim; Simg. Vi.
kumanya sağlayan kişi. 2) kumanya veya erzak ge virgin neutrons: Herhangi bir kaynaktan yayılan, fa
misi. kat henüz çarpışmamış olan nötronlar; bakır nötron
video: 1) televizyona ait; televizyonda kullanılan. 2) lar.
televizyon yayınında resim nakline ait veya onu belir viridian : Sulu kromik oksit, Cr 2 0 3 ; mavimsi yeşil
ten. 3) televizyon. 4) bant (kaset) kayıt ve gösterme bir pigment; yağlı boyalarda veya boyalarda
cihazı. kullanılır. Silindirleri karşı karşıya olan (içten yanmalı
vis-a-vis:
vigesimal: 1) yirminci. 2) yirmiye ait; yirmi tabanına bir makine ya da motor).
dayanan. 3) yirmiler ile süren veya devam eden. vis-a-vis engine: Silindirleri karşılıklı olan içten yan
viking pump: Yüksek güçlü dizel motorlarının yakıt malı makine ya da motor.
devrelerinde kullanılan, içten dişli tipinde bir tür ya viscid: Kalın, şurup kıvamında ve yapışkan; viskoz;
kıt aktarma pompası; viking pompası. viskozitesi yüksek.
vinculum: Mate, parantez yerine kullanılan ve terimle viscidity: Yapışkan veya viskoz olma durumu veya ni
rin üzerine konulan çizgi; vinkulum (a = x+y). teliği; yapışkanlık.
vinegar: Odunun tahripkâr analizi veya meyva suları viscoid: Bir dereceye kadar viskoz.
nın mayalanmasından elde edilen bir sıvı; sulandırıl viscoidal: Bkz. viscoid.
mış (% 4-% 6) asetik asit, CH3COOH; sirke. viscometer: Bkz. viscosimeter.
vinegary: Sirkeye ait; sirke tabiatında olan. viscose: 1) viskoz Bkz, viscous. 2) kehribar rengin
vinificator: Şarabın mayalanması sırasında buharları de, şuruba benzer ve sellülozun potasyum hidroksit
nı toplamak ve yoğuşturmak için kullanılan bir ci ve karbon disülfür ile muamelesiyle yapılan bir çözel
haz; vinifikatör. ti; rayon ipliği ve dokuması ve selofan yapımında
vinometer: Şarap içindeki alkol yüzdesini saptamak kullanılır.
için kullanılan bir tür hidrometre veya yoğunluk öl viscosimeter: Küçük çaplı bir delikten, belirli zaman
çer; vinometre. aralığında akan miktarın saptanması ile bir sıvının
vinyl: Etilenin bir çok türevinin özelliği olan tek değer (yağ, akaryakıt vb. i) viskozitesinin ölçülmesinde kul
li bir kök ya da radikal; Türlü vinil bileşikleri reçine lanılan türlü cihazlardan biri; viskometre; viskozimet-
ve plâstikler oluşturmak için polimerize edilir ve kırıl re.
maz fonograf plâkları yapımında kullanılır. viscosimeter, Redwood: Redvud viskozimetresi veya
vinyl acetate (inhibited): Sıv. Yük. vinil asetat; yan viskozite ölçeri.
gın tehlikesi olan, alifatiklerden, hafifçe higroskopik viscosimeter, Saybolt: Saybolt viskozimetresi veya
ve dayanıklı, tatlı kokulu, renksiz bir sıvı ester; viskozite ölçeri.
Simg.CH3COOCH. CH 2 ; 20°/20°de öz.ağ. 0,9335; viscosity: 1) viskoz olma durumu veya niteliği. 2) F/z.
k.n. yaklaşık 73°C; d. n.yaklaşık -100°C; suda çözün moleküler çekimi veya cazibesi ile onu akıma karşı
mez; 20°C'de viskozitesi 0,43 cP, gemilerde çevre sı dirençli yapan, bir maddenin iç sıvı direnci; viskozi
caklığı ve atmosfer basıncında taşınır. te.
vinyl group: CH2:CH-; vinil grubu. viscosity, absolute: Bkz. absolute viscosity.
vinyliden e chloride (inhibited): Sıv. Yük. vinlliden viscosity, dynamic: Bkz. dynamic viscosity.
Teknik Sözlük - F. 38
volatile iiquid 595 voluminous
mesinde onun kullanımı.
şan, örneğin eter. 2) değişebilir. voltammeter: Fiz, gerilim ve akım şiddetini ölçmek
volatile liquid: Kolayca buharlaşan bir sıvı; uçucu sı için kullanılan bileşik bir cihaz; voltammetre; vatmet-
vı. re.
volatile matter: Özellikle kömürlerin analizleri sırasın volt-ampere: Değişken akımlı bir devrede pratik, gö
da rutubet, kül ve sabit karbon gibi maddelerden bi rünür güç birimi; volt-amper; efektif gerilim x etektik
ri; uçucu madde. amper; doğru akımda bir vata eşittir; appearent po
volatile oil: Bitkilerin dokuları, çiçekleri veya meyvala- wer şeklinde de kullanılır.
rından damıtılan, sabunlaşmayan, yüksek uçuculu volt indicator: Elekt. kontrol kalemi.
ğa sahip yağlardan herhangi biri; uçucu yağ; essen voltmeter: Elekt. elektromotor kuvvet, gerilim, voltaj
tia! oil olarak da kullanılır. veya elektriksel potansiyel farkını ölçmek için kullanı
volatility: Uçucu özellik; uçuculuk; buharlaşabilirlik. lan ve elektrik devrelerine paralel olarak bağlanan
volatility test: ASTM damıtma cihazı yardımıyla sapta bir cihaz; voltmetre.
nan, belirli miktardaki yakıtın % 90'ını buharlaştıran volt-second: Elektr. pratik manyetik flüks veya akı biri
8
sıcaklık derecesinin saptanması deneyi; uçuculuk mi; 10 maksvele eşittir.
deneyi. volume: 1) üç boyutun (uzunluk, genişlik ve yüksekli
volatilization: Buharlaşma. ğin) ürünü; hacim; küpsel birimlerle belirtilir. 2) nice
volatilize: Buhar olmak; uçucu olmak. lik, hacim, kütle veya miktar. 3) büyük nicelik; bü
volcanic glass: Obsidian gibi, erimiş lavların çok ça yük hacim; büyük miktar vb.
buk soğuması ile oluşan doğal cam. volume, critical: Bir sıvı veya gazın kendi kritik sıcak
volplane: Motoru kapatarak havada uçmak (planör gi lık ve kritik basıncında bir birim kütlesi tarafından iş
bi): Uçak için söylenir; böyle bir uçuş. gal edilen hacim; kritik hacim.
volt: Direnci bir om (Ohm) olan bir iletkenden geçen volume, dilatometer: Verilen bir sıcaklıktaki genişle
bir amperlik elektrik akımının oluşturduğu potansiyel mede bir sıvının hacmini bulmak için kullanılan bö-
farkı; elektromotor kuvvet; voltaj, gerilim birimi; V, v, lüntülü tüplü bir kap; hacim dilatometresi.
E kısaltmaları ile belirtilir. volume, molecular: Standart sıcaklık ve basınçta bir
volta electric: Kimyasal etki ile üretilen elektriğe ait. maddenin bir mol gramı tarafından işgal edilen ha
voltage: Elekt. iki nokta arasındaki potansiyel farkın cim; moleküler hacim; molekülsel hacim.
dan gelen elektromotor kuvvet; voltaj; gerilim; birimi volume of displacement: Yüzen bir cisim tarafından
volt, voltun katları ve askatları ile belirtilir. taşırılan suyun ağırlığı cismin ağırlığına eşittir; taşır
voltage amplifier: Voltaj, gerilim veya potansiyel farkı ma hacmi.
yükselticisi voltaj amplifikatörü. volume, standard: 0°C'de 1 atmosfer basınçta bir ga
voltage coil: Elekt. vatmetrelerin iki bobininden biri; zın 1 gram moleküler ağırlığı tarafından işgal edilen
devreye paralel olarak bağlanır; gerilim bobini; vol hacim; standart hacim.
taj bobini. volumeter: Fiz. sıvı ve gazların hacimlerini doğrudan,
voltage drop: Bir devreden geçen elektrik akımının katıların ise taşırdıkları sıvı miktarı ile ölçmek için kul
gerilimindeki düşme; voltaj ya da gerilim düşümü; lanılan bir cihaz; voltmetre; hacim ölçer.
iletkenin iç direncinden kaynaklanır. volumetric: Hacimsel ölçüme ait; hacimsel ölçüme
voltage meter: Bkz. voltmeter. göre; volümetrik; hacimsel.
voltage regulation: Voltaj ya da gerilim ayarı. volumetrical: Bkz. volumetric.
voltage regulator: Bir jeneratörün çıkış gerilimini de volumetrically: Hacimsel bir şekilde; hacimsel anlam
ğiştiren bir cihaz; gerilim ya da voltaj regülatörü; da.
konjonktör, voltaj düzenleme bobini veya voltaj röle volumetric analysis: Çözeltinin bilinen hacminde tep
si. kimeyi etkilemek için gerekli ayıraç miktarının sap
voltage stabilizer: Gerilim dengeleyici. tanması ile bir kimyasal çözeltinin miktarsal analizi;
voltaic: 1a) kimyasal etki ile üretilen elektriğe ait veya hacimsel analiz; volümetrik analiz.
onu belirten; galvanik. b) kimyasal etki ile üretilen volumetric capacity: Pomp, birim zamanda çıkış dev
elektrik kullanma. 2) akım olarak hareket eden elek 3
resine verilen m /s, lt/s vb. i türünden sıvı hacmi;
triğe ait veya onu belirten. 3) Alessandro Volta'ya hacimsel kapasite; hacimsel sığa.
ait. volumetric content: Bir gaz ya da bir sıvıyı oluşturan
voltaic battery: Elekt. 1) galvanik pillerden oluşan bir elementlerin, kısmî gazların hacimsel olarak yüzdele
batarya. 2) galvanik pil; volta pili. ri; hacimsel kapsam veya muhteva.
voltaic cell: Anî bir kimyasal tepkimenin elektrik üretti volumetric efficiency: Hacimsel verim; volümetrik ve
ği elektrokimyasal bir pil; kimyasal enerjiyi elektrik rim. 1) Mot. bir emme stroku (kursu) sırasında silin
enerjisine dönüştürür; volta pili. dire emilen hava ya da hava-yakıt karışımı hacmi
voltaic couple: Gerilim üretmek için bir elektrolit için nin, strok (kurs) hacmine oranı. 2) Pomp, gerçek ka
de etki yapan benzer olmayan iki metal levha veya pasitenin kuramsal kapasiteye oranı.
elektrot: galvanik çift. volumetric strain: Hacimsel bozulma, şekil değiştir
voltaism: Kimyasal etki ile üretilen elektrik veya bu me veya deformasyon.
nunla ilgilenen elektrik bilimi dalı. volumetry: 1) hacimlerin ölçülmesi. 2) hacimsel veya
voltameter: F/z. bir zaman sürecinde, akım tarafından volümetrik analiz.
bir elektrolitten çıkarılan serbest gaz veya biriktirilen voluminosity: Büyük hacimli veya iri olma durumu
metal miktarı ile bir akımın şiddetini ölçen cihaz; vol ya da niteliği.
tametre. voluminous: Büyük hacime ait; büyük; hacimli; iri.
voltametric: Fiz. voltametreye ait veya elektriğin ölçül
volut e 596 vulgarit y
volute: Mak. a) spiral (sarmal) sekile parçası olan; he- VTOL: Hızı ve uçuş mesafesi uçağa, yapısı helikopte
lezonî; spiral kısımlı. b) dairesel ve yanal bileşik ha re benzeyen, dik iniş ve kalkış yapabilen hava aracı.
reketi olan. V-type engine: Silindirler arasında V harfi oluşturan
volute chamber: Merkezkaç veya santrfüj pompala makine veya motor; V motor; V makine.
rın giderek büyüyen, Arşimet spirali biçimindeki vulcanisation: Bkz. vulcanization.
mahfazası ya da keysi; volüt hücresi; Hızın basınca vulcanite: Ham kauçuğun büyük miktarda (% 25 ve
dönüşümünü sağlar. ya daha fazla) kükürt ile muamele edilmesi ve şid
voluted: Helezonda (sarmalda) dönen veya salınan. detli ısı etkisinde birakılması ile yapılan sert lâstik;
volute pump: Volüt veya giderek genişleyen hücreli ebonit; elektriksel izolasyon, tarak vb. i yapımında
difüzörsüz merkezkaç bir pompa; volüt pompa; vo kullanılır.
lüt hücreli pompa. vulcanise: Bkz. vulcanization.
volute turbine pump: Hem ditüzörleri ve hem de vo vulcaniser: Oto. lâstiklerin kaynak edilmesinde kulla
lüt hücresi olan bir merkezkaç veya santrfüj pompa; nılan makine; lâstik kaynak makinesi.
volüt türbin pamp; bu pompanın rotorunda kazanı vulcanization: Ham kauçuğu kükürt veya onun bile
lan kinetik enerjinin tümü difüzörler ve basınç hücre şikleri ve ısı ile muamele ederek, dayanıklığı yüksek
sinde basınç enerjisine dönüştürülür. ve esnek ebonit elde etme işlemi; ebonitleştirme;
volution: 1) dönme; yuvarlanma. 2) helezonî dönüş ebonitleştirilen kauçuğun sertlik derecesi doğrudan
veya salınım; kıvrılma; büklüm. içine katılan kükürt miktarı ve uygulanan ısı şiddeti
vortex: 1) ekseni etrafında dönerek merkezinde va ne bağlıdır.
kum oluşturan ve hareketteki herhangi bir şeyi çe vulcanize: 1) ebonitleştirmek. 2) ebonitleşmeye uğra
ken döner su kütlesi; vorteks; girdap; anafor. 2) her mak. 3) ısı ile pişirerek (oto vb. için) lâstik kaynağı
hangi bir güçlü hava girdabı veya anaforu; hortum; yapmak; vulkanize etmek. 4) lâstiği kükürt ile mua
kasırga. mele ederek sertleştirmek.
vortex flow: Girdap akımı; girdaplı akım Bkz. vortex. vulcanized fiber: Kâğıt hamurunun çinko klorürle iş
vortical: 1) girdap veya anafora ait; anafor veya girda lem görmesi sonucu elde edilen bir yalıtım maddesi;
ba benzeyen. 2) anaforda hareket eden. yapay deri olarak da kullanılır.
vortiginous: 1) hızla dönme: Hareket için söylenir. 2) vulcanized rubber: Kükürt ile tepkiyerek fiziksel özel
bir girdapta hareket etme; girdap veya anafora ben likleri geliştirilen lâstik.
zeyen. vulcanizer. Bkz. vulcaniser.
voting machine: Toplama makinesi ilkesi ile çalışan, vulgar: Kaba; ham.
bir seçimde oyları toplayan, kayıt eden ve sayan ma vulgar fraction: Bayağı kesir; adî kesir.
kine; oy makinesi. vulgarity: 1) ham, kaba, damıtılmamış veya distile
V stern: Kıç tarafı V harfi veya üçgen şeklinde olan; edilmemiş olma durumu veya niteliği.
ayna kıç (gemi için).
walky-talky: Bkz. walkie-talkie.
w
,
W: Bkz. 1) watt; watts. 2) west. 3) wolfram (tung
sten).
W.(w.): Bkz. 1) warehouse. 2) watt; watts, 3) we
ight. 4) west. 5) width.
wagon: 1) özellikle ağır yükleri çekerek taşımak için
kullanılan açık veya kapalı, dört tekerlekli türlü taşıt
araçlarından biri; yük arabası. 2) ing. demiryolu yük
vagonu. 3) yük arabası veya yük vagonu ile taşımak
ya da nakletmek.
wagonage: 1) yük arabası veya vagonu île taşımak.
2) bunun için ödenen para; taşıma ücreti. 3) vagon
ların tümü.
wagonload: Bir vagonun taşıdığı veya taşıyacağı yük.
wait: Den. işaret flaması veya bayrağı; bu flama veya
bayrak ile yapılan işaret ya da sinyal.
wain: Araba; atlı yük arabası.
waist: 1) Den. bir geminin üst güvertesinin orta kısım
veya baş kasara ile kıçüstü güvertesi arasındaki kı
sım.
wake: 1) hareket eden bir gemi veya bot tarafından
suda bırakılan iz; dümen suyu. 2) bir sıvıda hareketli
bir cisim tarafından bırakılan iz.
wake: 1) Den. a) stringer ve borda saçlarının birleşti
ği kısım, b) Çoğ. bir ahşap geminin gövdesi dışına
bağlanan en ağır kaplama veya birkaç devamlı kap
lama.
Walker cycle: Bkz. composite cycle.
walkie-talkie: Kişi tarafından taşınabilir küçük radyo
verici ve alıcısı; telsiz telefon; walky-talky biçiminde
de yazılır.
walking: ileri geri hareket edebilen; salınım yapabi
len: Hareketli kiriş; hareketli kreyn vb. gibi.
walking beam: Buh. Mak. bir ucu piston roda, diğer
ucu volana bağlı, ortasından tespit edilmiş olan ve
gücü pistondan çeviren şafta veya mile aktarmak
için kullanılan bir kiriş.
walkway: Den. özellikle gemilerin şaft tünelinde işlet
mecilerin yürüdükleri ve böylelikle denetim görevleri
ni yapabildikleri kısım ya da yol; yürüme yolu.
bulunan bir şi şeye standart sabun çözeltisi eklenir,
3
her 0,2 cm sa bun çözeltisi ekienişinden sonra şişe
iyice çalkalanır ve bu durum çözelti yüzeyinde en az
beş dakika da yanacak sabit bir köpük katmanı
3
oluşuncaya dek de vam eder; 1 cm sabun
wall: 1) duvar 2) duvara çözeltisi 10 ppm CaCO 'ü çöktürdüğünden sertliği
ait. bulmak için, kullanılan sa bun çözeltisi 10 ile
wall, cylinder: Mak. silindir duvarı; piston ve çarpılır.
segman- ların üzerinde aşağı yukarı veya ileri geri ward: Kilit dili.
hareket et tikleri silindir veya silindir gömleği wardroom: 1) bir savaş gemisinde tüm subayların
yüzeyi. oturdukları ve yemek yedikleri yer; salon; yemek sa
wallpaper: Duvar lonu. 2) bu subayların tümü.
kâğıdı. warehouse: 1) dağıtılmadan önce emtea veya malla
wall pulg: Elekt. gemi, bina vb. lerinde duvarlara do rın toplandığı bina; ambar; antrepo. 2) bir antrepoya
natılan ve akım almak için kullanılan kısımlar; priz; yerleştirmek.
duvar prizleri. war head: Patlayıcı dolgu kapsayan torpido, roket, fü
Wankel engine: Krank mili, piston kolları ve ze vb. inin başı; savaş başlığı.
pistonu olmayan, bir keys (mahfaza içinde) devir warm: 1) bir motor ya da makineyi bir süre boşta ça
hareketi yapan, üç köşeli bir rotordan oluşan lıştırarak işletmeye hazırlamak; ısıtmak 2) sıcaklığını
benzin motoru; döner pistonlu benzin motoru; vasat bir düzeye yükseltmek.
Wankel makinesi; dö ner pistonlu motor. warming: Uyarma; ikaz etme; bir tehlike veya arızayı
Wanklyn soap test: Besi (fid) suyunun sertliğini haber verme.
sap tamak için uygulanan bir deney; Vanklin warmish: Bir dereceye kadar sıcak.
3
sabun de neyi; içersinde 100 cm süzülmüş su warmth: 1) ılımlı veya vasat derecede ısı çıkarmak ve
ya yaymak; böyle bir ısıya sahip olma durumu veya
3
war m u p 598 water
water glass: 1) suda çözünerek renksiz, şurup kıva water jet propulsion: Bir su pompasının impelerinin
mında bir sıvı oluşturan sodyum silikat veya potas sağladığı büyük miktardaki suyun bir nozuldan çıkar
yum silikat; yumurtaların korunması, bazı segmanla- ken sağladığı yüksek hzın tepkisi ile yürütülen (tek
rın yüzeylerinin kaplanması, akıtan oto radyatörleri ne, bot, gemi vb. i); su huzmesi (jeti) ile yürütme ve
nin küçük çatlak vb. lerinin sızdırmaz hale getirilme ya tahrik.
si vb. işlerde kullanılır. 2) cam, su göstergesi; tesvi waterless: Susuz; kuru.
ye şişesi. 3a) cam su bardağı, b) camdan yapılmış water level: 1a) durgun suyun düzeyi, b) bunun yük
su kabı. 4) su altındaki şeylere bakmak için, altı cam sekliği. 2) yeraltı suyunun üst sınırı veya limiti. 3) bir
olan boru veya kutu. 5) su saati; Bkz. clepsydra. cam tüp, içinde su kapsayan bir tesviye cihazı.
water hammer: 1) içinde hava olmayan ve su kapsa water-level gauge: Buhar kazanlarında fayrap seviye
yan sızdırmaz bir biçimde yapılmış cam bir boru: Ka sini göstermek üzere kullanılan, çoğu cam boru şek
tıların ve sıvıların vakum içinde aynı miktarda düştü lindeki bir alet; bir tarafı kazanın buhar ve diğer tara
ğünü kanıtlamak için kullanılır ve sallandığı zaman fı ise su bölgesine bağlanmıştır ve bileşik kaplar ilke
su, tüpün uçlarını döverek çekice benzer bir ses çı sine göre çalışır.
karır. 2a) içinde su bulunan bir borudan geçirilen ta waterline: Bkz. water line.
ze buharın neden olduğu ses. b) Buh. Kaza, ana water line: 1) deniz (su) yüzeyinin bir gemi veya tek
stop valf hızlı açıldığı zaman, bir kısım buharın yo- ne bordasında bulunduğu hat; su hattı; su seviyesi
ğuşması nedeniyle buhar devresinde oluşan vurun veya düzeyi. 2) tam yüklü, yarı yüklü veya boş oldu
tu; su çekiçlemesi. c) musluk anî kapatıldığı zaman ğu zamanki batma miktarını belirtmek için, gemi tek-
borudaki su vuruntusu, d) su devreleri veya borular nesindeki değişik yüksekliklere işaretlenmiş türlü pa
da bulunan hava nedeniyle oluşan vuruntu ya da gü ralel hatlardan biri.
rültü. water-logged: Hemen hemen su seviyesine kadar
water-hammer: Buhar borusunda olduğu gibi, vurun batmış içi su dolu, ağır hareketli: Tekneler veya yü
tu ya da gürültü. zer cisimler için söylenir. 2) içi su dolmuş.
water hammering: Soğuk stim devresine bol miktar water main: Bir boru sisteminde su taşıyan ana boru.
da buhar verildiği zaman oluşan ağır bir titreşim ya waterman: 1) teknelerde çalışan veya onları elleçle-
da gürültü; buharın bir bölümünün yoğuşarak su ha yen kişi; kayıkçı; sandalcı. 2) kürek çekmede yete
line gelmesi ve diğer bölümünün bu suyu sıkıştırma nekli kişi; kürekçi.
sı olayı; su çekiçlemesi. watermanship: 1) bir kayıkçının işi; görevi veya yete
water, hard: Bkz. hard water. neği; kayıkçıılk; sandalcılık. 2) kürek çekme vb. inde
water header: Su hederi, kalın ve ince su borulu ka yetenek; kürekçilik.
zanlarda buhardramının altında bulunan ve ona kı watermark: Suyun yükselme sınırını (limitini) göste
sa, büyük çaplı borularla bağlı olan, dikdörtgen priz ren bir işaret.
ma şeklindeki kısım; heder; ön heder veya arka he water meter: Bir boru vb inden akan suyun miktarını
der; bunlar birbirlerine paralel olup, aralarında yatay ölçen ve kayıt eden bir cihaz; su sayacı.
la 12°-18°'lik açı yapan su boruları uzanır. water-methanol injection: Bir turbojet makinesinin
water horsepower: Boşalttığı su G (kg/dakika) ve veya motorunun havalanma srastını (tepkisini) yakla
toplam hedi (H m) olan bir pompa için su beygirgü- şık olarak % 12-% 15 çoğaltmak için kompresör girişi
cü; GxH/60x75 formülü ile hesaplanır. ne püskürtülen su ve metil alkol karışımı; su-meta-
water indicator: Buh. Kaza. su seviyesinin saptanma nol püskürtme.
sında kullanılan su seviyesi alarmı, tesviye şişeleri water mill: Makinesi su tarafından çalıştırılan bir değir
ve tecrübe musluklarının genel adı; su göstergesi. men; su değirmeni.
wateriness: Sulu olma durumu veya niteliği. water of crystallization: Kristalleşme veya billurlaş
watering pot: Bitkileri sulamak için kullanılan delikli ma suyu; bir tuzla birleşerek hidrat oluşturan belirli
bir başlığı (nozulu) bulunan süzgeçli bir su kabı. sayıdaki su molekülü; örneğin sulu potasyum karbo
water injection: Su püskürtme; özellikle: a) Gaz. nat, K 2 CO 3 H 2 O ve mavi vitriyol ya da bakır sülfat,
Türb. kompresör girişinde çalıştırma havası içine per CuS0 4 .5H 2 0.
formansı geliştirmek, b) havasızlandırma ısıtıcısında water ejector: Bkz. stim ejector.
buharla karışması ve ısınmasını sağlamak, c) açık water of hydration: Hidrat oluşturmak için bir madde
besi suyu (jet) kondenserlerde egzoz buharını yo- ile kimyasal olarak birleşen su.
ğuşturmak amacıyla su püskürtme. water, permanently hard: Kaynatıldıktan sonra sert
waterish: Bkz. watery. kalan su; sabit veya daimi olarak sert su; kalsiyum
water-jacket: Su ceketi ile donatmak (bir motoru). ve magnezyum klorür ve sülfat içerir.
water jacket: içinde su dolaştırarak bir şeyi soğutmak water pipe: 1) su taşımak için kullanılan boru; su bo
veya sıcaklığını sabit tutmak için kullanılan bir su rusu. 2) tömbeki dumanının su içinden geçirildiği
hacmi; özellikle içten yanmalı bir makinede silindir alet; nargile.
lerle blok arasında bulunan soğutma suyu hacmi; water power: Makine vb. çalıştırmak için kullanılan
su ceketi; silindir ceketi; cylinder jacket biçiminde akarsu veya dökülen suyun gücü; su gücü. 2) bu şe
de kullanılır. kilde kullanılabilen, yukarıdan düşen su. 3) bir değir
water jet: İnce, yüksek basınç ve hızla püskürtülen su men tarafından sahip olunan su hakkı veya imtiyazı.
ışın demeti; su huzmesi; su jeti (havasızlandırma ısı water pressure: 1) ağırlığı nedeniyle su basıncı 2)
tıcısı vb.lerindeki gibi). mekanik anlamda su basıncı.
water jet ejector: Bkz. steam ejector, steam injec waterproof: 1) özellikle lâstik, plâstik vb. ile işlemlene-
tor. rek suyu geçirmeyen: Kumaş, elbise vb. için söyle-
w a t e r pum p 601 w a t e r s t ea m
water still: Su damıtma cihazı; imbik; distiller.
nir. 2) su geçirmez kumaş veya diğer madde. 3) water supply: 1) bir bölge veya yerde kullanılmak
İng. su geçirmez malzemeden yapılmış yağmurluk üzere hazır su. 2) bu tür suyu depolamak için depo,
veya pardesü. rezervuar vb. gibi bir sistem. 3) su kaynağı.
water pump: Den. içme, yıkanma, soğutma, dolaşım water system: Bkz. water supply; su tesisatı; su
vb. sağlamak üzere kullanılan pompalardan herhan siste mi.
gi biri; su pompası. water tank: Den. içme, yıkanma veya deniz suyu de
water, pure: Bkz. pure water. polamak için kullanılan tanklardan herhangi biri; su
water purification: Besi (fid) suyu devrelerinde su tankı.
yun arıtılması veya yabancı maddelerinden temizlen water, temporarily hard: Kaynama ile yumuşayabi-
mesi, örneğin hotvelde yapılan işlem. len su; geçici olarak sert su; kalsiyum ve magnez
water regulator: Bkz. feed water regulator. yum karbonat kapsar.
water reservoir: Su deposu; su rezervuarı. watertender: Buh. Kaza. Tesviye şişesindeki su sevi
water resistance: Suyun direnci veya mukavemeti; yesini izleyen kişi veya cihaz.
hidrodinamik direnç. watertight: Su geçirmez; su sızdırmaz.
water-ring pump: Rotorun merkezkaçık olarak dona watertight bulkhead: Den. çoğu zaman gemilerin
tıldığı dairesel bir çalışma hücresinden oluşan ve ro baş ve kıç taraflarında bulunan ve su geçirmeyen
torun şafta (mile) bir kama ile bağlı olduğu pompa; bölme; su geçmez perde.
su çemberli pompa; çoğu zaman vakum pompası watertight door: Den. kapatıldığı zaman bir bölme
olarak kullanılır ve maksimum % 99,5'e kadar va den diğer bölmeye suyu geçirmeyen veya sızdırma
kum üretebilir. yan kapı ya da kaporta; su geçmez kapı.
water, salt: Bkz. salt water. watertight joint: Su geçirmez conta; su sızdırmaz
water sample: Analiz ya da tahlil edilmek üzere içme conta.
ya da deniz suyundan alınan numune; su örneği; su water tower: 1) su depolamak ve su sisteminde ba
numunesi. sınç eşitlemek için kullanılan yükseltilmiş bir tank. 2)
water sapphire: Bazan mücevher olarak kullanılan yüksek basınçlı hortum ve başlıkları ile çok yüksekle
koyu mavi renkli, saydam bir iolit Bkz. iolite türü; su re kaldırmak için kullanılan bir yangınla savaş ciha
safiri. zı.
water, sea: Bkz. sea water. water trap: 1) Mot. yakıt devresinde bulunan ve yakıt
water seal: Kara tesislerinde kullanılan sabit devirli tan suyu ayırmak için kullanılan cam kaplı bir filtre;
buhar türbinlerinin boğazlarının sızdırmazlığını sağla su kapanı; su filtre etme veya süzme fincanı. 2) yük
yan, bir depo ve rotorşafta bağlı bir pompa rotorun sek güçlü dizel motorları makine altı (samp) tankları
dan (impelerden) oluşan donanım; türbin boğazları nın havalandırma borularında yoğuşan buharın, su
na basınçlı su vererek sızdırmazlık sağlar; hidrolik olarak samp tanka dönmesine engel olan bir cihaz;
glend; hidrolik sızdırmazlık sistemi. su kapanı; Gem. Mak. su trabı.
water sealing gladn: Kondenserleri tahliye eden pom water treatment: Buh. Kaza. besleme suyunun kazan-
paların (yoğuşum pompaları) boğazlarında su ile sız taşı ya da kısır oluşturmasını ve korrozyonu önle
dırmazlık sağlayan sistem. mek amacıyla, kazan suyunun bir takım kimyasal bi
water separator: Sıcak denizlerde çalışan dizel motor leşiklerle, ıslah edilmesi işlemi; su ıslahı.
lu gemilerin aşırı doldurma havası devresinde bulu water tube: Su borulu kazanlarda kullanılan düz ya
nan ve hava içindeki nemi ayırmak için kullanılan bir da kıvrık ve türlü çaplardaki delik çekme borulardan
cihaz; su separatörü veya ayırıcısı. herhangi biri; su borusu; içinden su ve dışından kız
water-screen: Buh. Kaza. ocak tabanına yerleştirilen, gın yanma ürünleri geçer.
su borularının oluşturdukları perde; su perdesi: water tube boilers: Bkz. boilers, water tube.
Ocak tabanının su ile soğutulmasını ve buhar üretil water turbine: Suyun potansiyel (durağan) enerjisini
mesini sağlar. kinetik enerjiye dönüştüren bir makine; su türbini;
water-soak: Su ile ıslatmak; doyurmak veya işba hali bir rotorun çevresinde bulunan ve suyun çarptığı ka
ne getirmek. natlardan oluşan bir makine; hidrolik santrallarda bü
water, soft: Bkz. soft water. yük güç üreteci olarak kullanılır.
water softener: Boraks ve sodyum karbonat gibi, su water vapor: 1) özellikle kaynama noktasının altında
dan sertlik gidermek için kullanılan bir kimyasal olduğu zaman, havadaki gibi, pus şeklinde ve minik
madde; su yumuşatıcı. parçacıklar (partiküller) şeklindeki su. 2) suyun gaz
water softening: Sert sulardan sertliğin giderilmesi hali; Bkz. steam.
iş lemi; su yumuşatma; suyun sertliğini giderme, a) water wail: ince su borulu heder türü kazanlarda,
ge çici sertlik su kaynatılarak giderilir, b) toplam oca ğın karşı ve yan duvarları, bazan tabanına yan
sertlik ise sodyum karbonat, deterjanlar ve doğal yana yerleştirilmiş ve bir hedere bağlanmış su
veya ya pay zeolit ve hegzametafosfat ile giderilir. boruların dan oluşan duvar; ocak dışına kaçması
water-soluble: Suda çözünebilir: Özellikle bazı vita olası ısıyı tut mak ve hızlı buhar üretmek için
minler için söylenir. kullanılır; su duvarı.
water space: Alev borulu kazanlarda tüm hacmin water washdown system: Bkz. washdown system.
2/3'ü ve su borulu kazanlarda buhar dramının 1/2'- water wave: Su dalgası; büyük zirveli dalga.
sini oluşturan hacim; su bölgesi, su mahalli; su hac waterway: 1) içinden veya boyunca suyun aktığı bir
mi. kanal veya küçük ırmak. 2) akarsu, kanal gibi tekne
waterspout: 1) suyun aktığı delik, boru ya da mus ler, gemiler vb. için yeterince geniş ve derin olan
luk. 2) su hortumu; deniz hortumu. herhangi bir su kütlesi; su yolu.
water steam: Bkz. steam. water wheel: Akarsu veya yüksekten düşen su tarafın-
w a t er w ork s 602 way
waybill: Den. malların listesi veya taşıma talimatları wear resistance: Aşınma direnci; aşınmaya dayanım.
için düzenlenen belge; manifesto. wear resistant: Aşınmaya dayanıklı.
ways bearing: Bkz. guide; gayıt. wear resistant material: Aşınmaya dayanıklı malze
way shaft: Bkz. rock shaft. me.
way train: Hat üzerindeki tüm istasyonlarda duran wear ring: Çok kademeli besi (fid) suyu pompaların
tren; yerel tren veya yolcu treni. da, kademeler arasında veya ilk girişte, yüksek su hı
w.b.: Bkz. water ballast. zı nedeniyle oluşacak aşınmayı önlemek için kullanı
weak acid: Sulu bir çözeltide kısmen iyonlaşan bir lan çember; aşınma çemberi; aşınma ringi.
asit; zayıf asit, örneğin okzalik asit, COOH.COOH. weather: 1) sıcaklık, nem, bulutluluk vb. ine göre be
weak base: Zayıf baz; sulu bir çözeltide kısmen iyon lirli yer ve zamanda atmosferin genel durumu; hava;
laşan bir baz. hava durumu. 2) zararlı veya kötü atmosfer koşulla
weak battery: Mot. boşalmış veya deşarj olmuş akü; rı, fırtına, yağmur vb. i. 3) kurutmak, havalandırmak
şarjı zayıflamış akü; şarja gereksinimi olan akü. için havanın veya atmosferin etkisine bırakmak. 4)
weak electrolyte: Zayıf elektrolit; iyonlaştırıcı bir çözü atmosferin etkisine bırakarak aşındırmak, rengini
cüde (çoğunlukla su) tam olarak iyonlaşmayan ve bozmak, ayrıştırmak. 5) Den. rüzgârüstü tarafına
elektrik için zayıf bir iletken olan elektrolit. (burun, kayalık vb. inin) geçmek.
weak field: Flüks veya akı yoğunluğu az olan bir weather beam: Den. bir geminin rüzgâra bakan tara
manyetik alan; zayıf alan. fı.
weak mixture: Benz. Mot. hava-yakıt karışımı oranı weatherboard: Den. bir geminin rüzgârüstü tarafı.
16/1 veya daha büyük olan, benzini az ve havası weather-bound: Kötü hava nedeniyle geciken veya
fazla olan karışım; fakir karışım; fakir hava-benzin ka duran (gemi, uçak vb) .
rışımı. weathercock: Rüzgârlık; dönerek rüzgârın estiği yö
weak spring: Zayıf yay. nü gösteren ok; weather vane biçiminde de kullanı
weak spring card: Zayıf yay kartı; Bkz. weak spring lır.
diagram. weather deck: Den. hava ve deniz etkilerine açık, ko
weak spring diagram: Diz. Mot. dört ve iki zamanlı runmasız güverte.
makinelerin silindirlerinden zayıf yayla alınan p-V di weather gauge: 1) rüzgâr üstünde bir avantaj duru-
yagramı; supapların veya portların durumlarını de mu:Diğeri ile ilişkili olarak bir gemi için söylenir. 2)
netlemek için alınır. herhangi bir avantaj durumu.
weapon: 1) savaş için kullanılan herhangi bir alet; si weatherglass: Atmosfer basincindaki değişimleri gös
lâh. 2) bu şekilde kullanılan herhangi bir organ (hay tererek havayı tahmin etmek için kullanılan bir ci
van ve bitkiler için). haz; barometre veya benzer bir alet.
wear: 1) göstermek (bayrağını): Bir gemi için söyle weatherly: Den. rüzgâraltına çok küçük düşme ile rüz
nir. 2) sabit kullanım, elleçleme, sürtünme vb. tara gâra yakın seyreden.
fından zayıflamak, tüketilmek veya azaltmak; aşındır weather map: Barometrik basınçlar, sıcaklıklar, rüz
mak; yıpratmak. 3a) kullanma, sürtünme vb. inden gâr hızı ve yönü vb. ini göstererek verilen bir yerin
gelen tedrici zayıflama, kayıp veya aşınma, b) bu tür hava durumunu gösteren harita.
kayıbın miktarı. 4) kullanım, sürtünme vb .inden ge weatherproof: 1) hasar görmeksizin rüzgâr, yağmur,
len zayıflama veya kayıba dayanma yeteneği. kar vb. inin etkisinde kalabilen. 2) havaya dayanıklı;
wear: Den. boci alabanda. rüzgâr geçirmez.
wearable: Aşınabilir; aşınmaya uygun. weatherseal: Oto. lâstik, plâstik veya keçeden yapıl
wear and tear: Kullanımdan gelen kayıp ya da hasar. mış kaporta fitili.
wear diagram: Diz. Mot. krank jurnallerinin aşınma weathership: Hava tahmini ya da gözlemi yapmak
miktarını gösteren diyagram; aşınma diyagramı. üzere kullanılan, meteoroloji cihazları ile donatılmış
wear down: 1) aşınmak; yıpranmak; sürtünme vb. i bir gemi; hava (rasat, gözlem) gemisi.
nedenlerle kalınlık veya ağırlığını kaybetmek. 2) yo weatherstrip: Bkz. weatherseai.
rulmak; tükenmek (malzeme için söylenir). weather station: Hava durumunun incelendiği, kayıt
wear dow gauge: Aşınma ölçer; Bkz. plate gauge. edildiği ve tahmin yapıldığı yerdeki ofis; meteoroloji
wear gauge: Mak. kam, segman yuvası vb. i herhan istasyonu.
gi bir parçada aşınma miktarını ölçmek için kullanı weather vane: Bkz. weathercock.
lan alet; aşınma mastarı, aşınma göstergesi; aşınma web: Meka. a) stifnerler, postalar veya diğer ağır yapı
ölçer. elemanları arasındaki ince levha; yapının veya ele
wear, heavy: Ağır aşınma. manın ortası, b) bir testere, anahtar vb. inin ağzı.
wearing: Aşınma; aşındırma. web, crank: Bkz. crank web.
wearing rate: Aşınma miktarı. web displacement: Bkz. cankshaft deflection.
8
wear inhibitor: Aşınma yavaşlatıcı veya önleyici (mad weber: 1) manyetik flüks ya da akının 10 maksvele
de vb.). eşit olan birimi. 2) geçmişte kulon veya amper, son
wear off: Yavaş yavaş veya tedricen tükenerek yok ol ra maksvel.
mak. wedge: 1) kütükler yarmak, ağırlıkları kaldırmak, yapı
wear cut: 1) sürekli kullanım veya aşınma nedeniyle ları kuvvetlendirmek vb. için kullanılan ağaç ya da
kullanılmaz hale gelmek. 2) derece derece sarfet- metalden yapılmış sert bir parça; takoz; kama; kıskı.
mek ya da eskitmek. 2) şekli kamaya benzeyen herhangi bir şey. 3) bir
wear, rapid: Hızlı aşınma. kama (takoz) ile yarmak. 4) kıskı ile sıkıştırmak.
wear rate: Aşınma miktarı. wedging: Kamalama; takozlama.
wedgy 604 w es t