Professional Documents
Culture Documents
MEŞHUR ZALİMLER
ve
Akibetleri
(I. KİTAP)
Kapak : GÜRBÜZ A Z A K
Y azan:
N A l i PAPATYA
(Bursa Müftüsü)
İSTEME ADRESLERİ :
N AÎL P A P A T Y A
Müftü
BURSA
ÖNS ÖZ
NAİL PAPATYA
7/8/1969 BURSA
AMR Bİ N M Ü N Z Î R
9
idam et.» yazılı. Hemen mektubu yırtıp atıyor ve arkada
şını da ikaz ediyorsa da, O, dinlemiyor; «Benim kabilem
geniş, ona sonra benim kanımı bağışlamaz. B-untm için
benim hakkımda böyle bir şey yaşabileceğine ihtimal ver
mem.» diyor ve mektubu açmadan doğru Bahreyn valisi
ne götürüyor. Bahreyn valisi de mektupta yazüan emir
icabı şair Tarafe’yi, el ve ayaklarını kestirip idam ettiri
yor.
Fakat hükümdar Amr da iyi bir akibete uğramıyor.
Düşman kabilelerden Tağleb kabilesi reislerinden diğer
bir Amr, yani Amr bin Gülsüm tarafından katlediliyor
ve saltanatı kardeşi Kâpûs’a kalıyor.
10
MÜNZİR OĞLU NUMAN
11
leri ikiye bölüyor: hayır günü, şer günü. Ve hayır günün
de her rastgeldiğine ihsanda bulunuyor. Şer gününde de
her rast geldiğini öldürtüp kanıyla kafadarlarının kabir
lerinin duvarlarını renklendiriyor.
Numan, gene bu şer günlerinin birinde, yüzlerce se
ne yaşadığı söylenen Abid’e rast geüyor ve: «Tamam!
bugün ölüm sırası sende. Ancak evvelâ bir şiir okuman
lâzım.» diyor. Zavallı Abid—Başa gelen çekilir diye şu
mânâya gelen arapça şiirini okuyor: «Tekrarı olmayan
bu günde, ailesinin en talihsizi Abid’dir.»
Numan sordu: «Nasıl bir ölümle ölmek istersin?»
Abîd: «Bana, iyice sarhoş oluncaya kadar içki içir.
Ondan sonra da ensemden bir vuruşta işimi bitir.» dedi
ve zalim Numan öyle yaptı. Onun kanı ile de kafadarı
Amr’ların türbe duvarlarını renklendirdi.
İşte bu sapık zalimin akibeti de kendine lâyık şe
kilde oldu. İlâhî adalet onu da ibret verici şekilde cezalan
dırdı. Hâdise şöyle oldu:
İran hükümdarı, Numan’m kızını istetti. Numan:
«Sığır gibi bir kız, öyle yüce bir hükümdara lâyık olabi
lir m i?» diye mazeret beyanıyle kızını vermek istemedi
ğini yazdı. Bu arapça mektuıbu İran Kisra’sına tercüme
eden arap tercüman, Numan’m eski düşmanlarından biri
idi ve mektubu şöyle tercüme etti: «Benim kızım, sığır gi
bi bir adama lâyık mıdır?»
Bunu duyan Kisrâ, küplere bindi. Haddini bildirmek
üzere Numan’m hemen yakalanarak huzuruna getirilme
sini istedi. Numan kaçtı. Uzun müddet firar gezdi. Fa
kat sonunda, İran askerleri yakalayarak onu, Kisrâ Per-
viz’e teslim ettiler.
Perviz, onu evvelâ hapsetti. Daha sonra bımu kâfi
görmiyerek hapisten çıkartıp onu fillerin ayakları altın
da ezdirmek suretiyle öldürttü. Böylece bir zalimin daha
kanı toprağa serildi ve cezasını buldu.
12
A N D R O N l K O S
13
ASLÎYÂ.
14
canını bu katliamdan kurtarmıştı. Bu, kardeşinin oğlu Ye-
vaş'tı.
Gerçi Yevaş da kurbanlar listesine dahildi, ama ka
deri onun imdadına bir hami çıkardı. Halası ve o devirde
pek muteber bir sınıf olan kâhinlerin reisi Yuyazi'nin
karısı bulunan Yusi, onu saklamıştı.
Halası bu çocuğu mümkün olduğu kadar gizli ve iti
na üe yetiştirdi. Çocuk yedi yaşına girince, artık bekleme
nin; hem çocuk, hem de cemiyet için tehlikeli olacağını
düşünerek onu vazifeye çağırdı. Çocuk, bu zalim ve ¡kö
tü ruhlu kraliçenin hayatına son vererek kendisi tahta
geçti.
15
B Y U RA SE P — D A H H A K
16
Aksilik bu ya, omuzlarında iki mühim yara peydah ol
muş, her iki omuzundaki yaraya hergün birer insan beyni
koymadıkça ağrıları dinmezmiş. Dolayısı il© her gün sıra
ile iki insan yakalanır, kesilir, beyni çıkarılarak bu za
limin yaralarına sürülür ve bu suretle ağrıları dindirilir-
miş. Bu hal ise, saltanatı devammca tam bin sene sür
müş.
Nihayet sıra, Kâbî ismindeki bir adamcağızın göz
bebeği mesabesindeki oğullarına gelmiş. Dahhâk, bunları
da yakalatarak öldürtmüş. Isfehanlı bir demirci olan Kâ
bı, çocuklarının acısını bir türlü unutamamış ve bu za
limden intikam almaya karar vermiş. Uzun bir sırık ha
zırlayan Kâbî, belindeki deri önlüğü bu sırığa bayrak ola
rak asmış, bu suretle bayrak kaldırarak isyan etmiş.
Bu zalimin idaresinden bizar olan halk, Kâbî’nin et
rafına toplanarak saraya yürümüş. Bu durum karşısında
tütunamayan Dahhâk, kaçmış ve saray işgal edilmiş.
Halk, bu kahraman Kâbî’yi hükümdar yapmak iste
mişse de Kâbî; kendisinin şehzade olmadığını söyleyerek
bunu reddetmiş ve Dahhâk’ın zulmünden anası ile bera
ber bir köye kaçıp halen saklanan Feridun isminde bir
şehzadenin var olduğunu söyleyerek onu getirtmiş ve onu
padişah yapmışlar.
Feridûn, saraya ve tahta yerleşerek Dahhâk’m bü
tün emvaline el koymuş, zalim Dahhâk’ı takip ederek De-
vamend’te yakalamış ve habis ruhunu, kendine yakşınr
şekilde cesedinden ayırmıştır.
Bu zalimden kurtulan zavallı İran halkı, onun öldü
rüldüğü günü Mihrican bayramı olarak ilân etmiştir, ki
hâlen takvimlerde bu gün kaydedüir.
Feridûn, Kâbî’nin bayrak yaptığı deriyi envai çeşit
F. : 2 — 17
kıymetli taşlarla süsleyip padişah sancağı yapmış ve Kâ
bı’yi de baş vezir tayin etmiştir.
Feridun’un «Derfeşkâviyânî» ismini koyduttuğu bu
sancak, mukaddes bir emanet olmuştu. Mühim harp ve
hadiselerde açılır, kendisinden zafer ve uğur beklenirdi.
Nihayet bu sancak, Kadisiye harbinde müsliimanla-
rın eline geçmiştir.
18
BLATUS
19
sından başka bir şeye bakmaz. Vezir ise; milleti soyup-
mal biriktirmekten başka birşey düşünmez. Onun için
milletin hali ve asayişi ile alâkalanan olmaz.» dediler.
Bunun üzerine Blatııs, şehrin mezarına giderek yerleş
ti ve her defnedilen ölüden beş akçe haraç almaya başla
dı. Ve senelerce halkı soyup bol bol para biriktirdiği hal
de kimse onun bu zulmüne müdahale etmedi. Nihayet bir
gün, hükümdarın bir kızı ölür ve mezara getirirler. Bla-
tur, ondan da aynı parayı isteyince, ölü ile gelen bazı sa
ray erkânı itiraz ederler. Ölünün firavunun kızı olduğunu,
bundan para isteyemiyeceğini söylerler. Fakat Blatus din
lemez ve onlar itiraz ettikçe fiatı arttırır ve yüz akçeye
kadar çıkarır.
Durumu padişaha haber verirler; o da vezirini çağırıp
bunun ne demek olduğunu ve bu adamın kim olduğunu
sorar. Fakat, kendi çıkarı dışında bir şeyler ilgilenmeyen
vezir, durumdan bi haberdir ve Firavn’e durumdan ha
beri olmadığını söyler. Bunun üzerine Firavn, bu mezarlık
hükümdarını huzuruna çağırmalarını ister. Bu suretle
Blatus, Firavn’in huzuruna çıkar. Firavn; «Bu ne iş
tir diye sorunca Bltus; başından geçen karpuz hikâyesini
naklettikten sonra; «Padişahım, ben bu işi senin nazarını
çekip bu suretle huzuruna çağırılayım ve halkın bu acı
durumunu sana duyurayım da halkının durumuna eğile
rek onu düzeltmen için sana yardımcı olayım diye yap
tım.» deyince, Padişah bu durumdan memnun kalır ve
vezirini bu kötü idareden ötürü idam eden ve Blatus’u
kendine vezir edinir.
Fivavn Kâşim, iktidarının otuzbirinci senesinde kay
bolunca, Blatus, ona vekâleten devleti idareye başladı. Fa
kat, Firavn’ın ne olduğu, neden kaybolduğu bir türlü öğ-
renilememişti. Bu durum karşısında halk, Blatus’tan şüp
helenmeye başladı. Zamanında, üzerinde yıldız şekilleri
naJkş olunmuş 'bir top, ateşsiz ekmek pişiren bir fırın,
20
ateş haline gelebilen bir su, hava haline gelebilen bir
cam v.s... icat edildiği nakledilen Firavn Kâşim’i, ara
dan onbir sene geçmesine rağmen halk, bir türlü unut
mamıştı. Nihayet, onun ne olduğunu bize izah edemediği
ne göre herhalde sen öldürdün, diye halk Blatus’a karşı
baş kaldırdı ise de Blatus, kurnazlıkla bu durumu önledi
ve artık yetişen şehzade Latus’u tahta çıkardı. Latus da
Blatus’u vekil yaparak Said’e gönderdi ve başka bir vezir
tayin etti.
Yeni Firavn Latus, yolu çabuk şaşırmıştı. Çoğu fi-
ravnlerde olduğu gibi büyük bir gurura kapüdı. Mısır’da
büyük itibarları olan hakim ve sihirbazlar da dahil kim
seye kıymet vermez, hatta hiç kimseye huzurunda otur
maya müsaade etmez oldu. Halka cevrü cefaya başladı.
Halk, kendisinden nefret etti. Blatus’un idaresini arama
ya başladı.
Bunu öğrenen Blatus, isyan «itti. Saltanata talip ol
du. Latus üzerine iki ordu gönderdi. Fakat ikisi de mağ
lûp oldu. Halk, Blatus’un etrafında toplandı. Bunun üze
rine zalim ve mağrur Latos, intihar etti ve Blatus da Mı
sır firavunluğu tahtına geçti. Hz. Musa ile olan hikâyesi
meşhurdur.
Mukaddes kitabımız Kur’an-ı Kerim'de de geniş şe
kilde anlatılan Hz. Musa ve Firavn hikâyesinin özü şöyle-
Jir:
Hz. Yusuf zamanında Mısır’a gelip yerleşen İsrail
Oğulları, zamanla çoğalmışlardı. Bunlar dedelerinin dini
ne bağlı oldukları için putperest Mısırlıların putları üe
alay ederler, Mısırlılarla pek anlaşamazlardı. Halk, kral
Mâdan’a şikâyet etti. Mâdan, y ahudilere Menf şehri önün
de ayrı bir mahal tayin ederek buraya yerleşmelerini ve
yerli Kıptî’lerle karışmam alarmı emretti.
Daha sonra kral Kâşim zamanında yahudilerle Kıp
tî’lerin arası iyice açılmış, kral da halka, Yahudilerin kö
21
leleri olduğunu, onlar hakkında istedikleri gibi hareket
etmekte serbest olduklarını ilân etmişti.
İşte Firavn Blatus zamanına kadar ahval böyle iken;
günün birinde kâhinler, İsrail oğullarından gelecek bir
oğlanın kendi hayatına son vereceğini Blatus’a haber ve
rirler.
Bunca yıl saltanat sürdüğü halde zulüm ve ihtirası
bitmeyen ve kendisine bunca ömür, sıhhat ve saltanat
bahşeden Allah.ı inkâr edip halkı kendine taptıran bu
mağrur Firavn, buna pek kızdı. Sivri akimca üâhî takdi
ri önlemeye çalıştı. Bir ferman çıkartarak yahuddlerin ev
lenmelerini yasakladı. Ayrıca her doğan oğlan çocuğun da
öldürülmesini istedi. Bir çok masum katledildi.
Gariptir ki, Hz. Musa doğdu, bizzat Firavnin sara
yında, kraliçenin himayesine a.lmdı ve hem de öz annesi
nin sütü üe beslenerek büyüdü. Delikanlüık çağında bir
hadiseden ötürü Medyen’e kaçtı. Peygamber Şuayb AJey-
bisselâmm yanında uzun müddet kaldı. Daha sonra kar
deşi Hz. Harun Aleyhisselâm üe firavn Blatus’a elçilik va
zifesi üe gönderildiler. îmana, bir olan Allah’a imana,
tanrılık davasından ve insanlara zulüm etmekten vaz geç
meye davet ettiler. Kıptîleri tanrılığına inandırmış olan
ve İsrail oğullarına köle nazarı üe bakan firavne, daha
düne kadar kendi sarayında beslenerek büyüyen bu gen
cin ve kardeşinin teklifleri pek komik geldi. Onlarla alay
etti. Delilikle, sihirbazlıkla itham etti. Hatta, onları kü
çük düşürmek için, çok güvendiği sihirbazları üe halkın
huzurunda imtihana davet etti. Fakat Hz. Musa'nın mû-
oizeli asasının karşısında sihirbazların sihirleri perişan ol
du. Sihirbazlar, bu durum karşısında secdeye kapanıp
iman ettiler. Hz. Musa’ya tabi oldular. Firavn, bu mağlû
biyet karşısında pek öfkelendi. Kendisinin tanrılığını in
kâr edip. Hz. Musa’ya iman eden sihirbazları şiddetle ce
zalandırdı. Ve bütün bu mucizeler ve peygamberlerin ikaz*
22
lan karşısında insaf ve imana gelecek yerde, gururunu
ve zulmünü arttırdı.
Hz. Mûsâ, Allah’ın emri üe İsrail oğullarını alıp yo
la çıktı. Firavn Blatus da, erkân ve ordusu ile peşlerine
düştü. Allah’ın emri ile Hz. Musa, âsâsını suya vurdu.
Sudan Musâ kavminin oniki kolu için oniki yol açıldı ve
geçtiler.
Arkalarından firavn, avanesi ile geldi. Su, henüz açık
duruyordu. Suların dağ gibi iki tarafa yığılarak yolların
açıldığını gören Firavn, her mağrur ve zalim gibi, gene
ahmakça davrandı; erkân ve ordusuna dönerek haykır
dı:
«Ey kavmin! Ben, boşuna mülkün sahibi ve yaratı
cısı olduğumu söylemiyorum, işte görün, denizler bile
bana yol vermek için açıldı. Hâlâ tanrılığımda şüphe eden
var mı?»
Fanilere ve putlara tapan her ahmak gibi onlar da
bu şarlatanlığı ve bu şarlatan ve ahmak liderlerini hara
ret ve hayranlıkla tasdik ettiler ve alkışladılar. Ve hiç te
reddüt etmeden haşmetlû sahte tamıları firanv Blatus’un
açtığını zannettikleri ve aslında Allah’a iman eden ve tes
lim olan Mûsâ ve kavmi için açılan su yollarına girdiler.
Mûsâ kavmine yetişmek için de gurur ve heybetle üerle-
diler. Firavn ve bütün avanesi su yolunun içine girmiş ve
nerede ise Blatus’un da kendi tanrılığına kendisinin de
inanacağı bir an gelmişti ki, iki yanda dev gibi emri İlâhî
yi bekliyen sular, birbirine kavuşuverdi. Fivarn ve avane
si de dehşet ve feryat içinde gark olup gitti.
Bütün gururların sökmediğini ve ümitlerin bittiğini
gören firavn, her münkir gibi, vicdanında gizleyip örtme
ye çalıştığı imanını ilân etmiş ve: «Ben de Musa’nın inan
dığı Allah’a iman ettim.» diye haykırmıştır, ama, pişman
lığın fayda verdiği an çoktan geçmişti.
23
Zalimlerin bu akibeti o kadar müthiş olmuştu ki,
Mısır’lı kadınlar, devleti idare edebilecek Mısır’lı, kabili
yetli bir adam kalmadığı için, aralarında toplanarak bir
kadını tahta çıkardılar.
Ve zulme ve inkâra alkış tutmanın cezasını uzun
yıllar çektiler.
24
DEMTISTAK TEKFUR FOKAS
25
Bir yandan halkı kazanmaya, şöhretini duyurmaya
çalışırken; bir yandan da, tahtın ayaklarını ellerinde tu
tan patrik ve imparatoriçe Siyafano’nun gönüllerini hoş
etti. Beş aylık bu zekice çalışmalardan sonra, patrikin
liyle imparatorluk tacını giydi, halk kendisine biat etti
ve üstelik Siyafano ile de evlendi.
Tekfur, imparator olur olmaz istikbalde işleyeceği
zulüm ve haksızlıkların ilk işaretini de vermiş oldu: Ha
len zevcesi olan annelerinin de hatırına bakmadan mazûl
imparator Kosfcantin ve Vasiliyus kardeşleri yakalatıp
bir adaya sürdürdü.
Tekfur’un yedi veya on senelik saltanatı daha çok
İslâm beldeleri üzerine akınlarla geçti. Kıbrıs, Klorya, Sa-
kaliye, Kilikya (Çukurova), Müstebna ve Tarsus üzerine
seferler yapmış, bilhassa kendisinin fethettiği Müstebna
kalesinde sayısız müslüman halkını kılıçtan geçirerek şe
hit etmiştir.
Müslümanlar için bir belâ olmakla beraber aslında
cesur ve tedbirli bir devlet adamı olduğu ve dış seferlerde
başarılar sağladığı halde, aşırı zulüm ve tamahkârlığın
dan ötürü ne Rum halkının, ne de saray erkânının sempa
tisini kazanamamıştı.
Tekfur, suçlu gördüğü vatandaşları akla gelmedik
işkence şekilleri ile öldürtür, sık sık muhtelif bahanelerle
zenginlerin mallarına el koydurur, hâzineye aldırırdı. Za
man zaman bozuk ayarlı sikkeler ( paralar) piyasaya sür
dürüp halkın elindeki yüksek ayarlı paralan çekerdi. Hat
ta tamahkârlıkta ve halka karşı gaddarlıka o kadar ileri
gitti ki; zamanında büyük bir kıtlık oldu. Halk çok sıkın
tıya düştü ve aç halkı, halkın imdadına koşmakta tek Mes’
ul olan imparator Demustak Tekfur, gözü dönmüş bir
canavar gibi halkın bu açlığından istifadeye kalkıştı. Elin
deki imkânlarla ihtikâr yaparak büyük vurgunlar vurdu.
26
Nihayet İlâhî adalet onu cezalandırmak istemiş ola
cak ki, kendi eliyle buna bir zemin hazırladı: Tekfur, ken
di eliyle imparatorluğu kardeşi Liyon’a devretmek ve bu
nu da gene bir zulümle tamamlamak istedi. Kardeşine
rakip olmasınlar diye sürgündeki Kostantin ve Vasüi-
yus’u getirtip onları hadım ettirmeye kalkıştı. Bunu ha
ber alan karısı Siyafano, annelik gayreti ile hemen ha
rekete geçti, imparator üe arası açık olan Anadolu vali
sine haber göndererek yardım talep etti. Vali, bazı gü
vendiği adamları ile yola çıkıp İstanbul’a geldi. Gece,
Ahırkapı’dan, bir arslanın bir sığın parçalar şekilde taş
tan yontma resminin bulunduğu mahalden iplerle tırma
narak kale içine girdiler ve Tekfur’un sarayına geldiler.
Tekfur’un kansı Siyafano, onlan karşıladı ve Tekfur’un
yatak odasına götürdü ve zalim hükümdann oracıkta işi
ne son verdiler.
Fakat, vaktiyle çocuklarına ihanet edip bu zalime sal
tanatı devreden Siyafano da bu kadarla yakasını kurta
rabilmiş olmuyordu. İmparator olmak isteyen Anadolu
Valisine karşı patrik diretti: «Sen imparatorun katilisin.
Katil olmadığını ispat Siyafano’yu tecziye ve çocuklarını
ortak etmedikçe sana taç giydirmem ve kiliseye sokmam»
dedi.
Bunun üzerine vali, katil olmadığına yemin etti. Si
yafano’yu sürgün etti. Kostantin ve Vasiliyus’u da kendi
ne ortak ve ordularına baş kumandan tayin etti. Ve pat
rik de kendisine taç giydirdi ve kiliseye girmesine izin
verdi.
2?
D E S P O S
28
E M L İ Y O S
29
Günün, birinde, avlanmakta olan Emliyos’u tenha
bir yerde sıkıştırarak üzerine hücum edip öldürüyorlar ve
bu suretle dayı ve dedelerinin intikamını alıyorlar.
Romalos kardeşler zalimi cezalandırdıktan sonra, he
nüz hayatta olan dedeleri Nomitor’ü hapisten çıikararak
tahta çıkarmışlar. Bu suretle büyük güç ve ün kadanan
kardeşler, dedelerinden sonra tahta geçerek Tiber nehri
kenarında bu günkü Roma şehrinin temellerini de atmış
lardır.
30
YAHUDİ FİTYON SALEBİ
31
nin, zulmen hemşiresine tecavüzüne Bu bir kıral da ol
sa asla göz yumamazdı, yummamalı idi.
Nihayet, her ne pahasına olursa olsun bu işe bir son,
vermeye karar verdi ve hemşiresinin düğün hazırlığı ile
beraber kendisi de hazırlığını tamamladı.
Malik, kadın kıyafetine girmiş, süslenmiş ve genç te
olduğu için anlaşılmaz hale gelmişti. Bu kıyafetle ve elbi
sesinin altına gizlendiği kılıçla, hemşiresi ile beraber gelin
odasına girdi.
Gelinin hazır olduğunu haber alan Fityon, hemen ge
lip odaya girer ve odada yalnız kadınlar olduğu ve esa
sen tatbik edegeldiği bir iş olduğu için hiç şüphelenmez,
oturur. Malik de kılıcını çökerek bu zalim ve ahlâksız ada
mın canını cehenneme gönderir.
Hayatı tehlikeye giren Malik, hemen Medine'yi terk
ederek Şam’a gider. Orada durumu arap Gassânî hüküm
darının yakınlarına duyurur, onlar hükümdara nakle
derler. Hükümdar, bu iğrenç zulmü duyunca pek mütees
sir oldu ve gidip Yesrib (Medine) yahudilerini cezalandır
madıkça ailesine dönmiyeceğine yemin etti.
Büyük bir askerle yola çıkan Şam hükümdarı, Ye-
men’e gidiyormuş gibi yapıp Yesrib’e uğradı. Bütün ya-
hudi ileri gelenlerini yemeğe davet etti, Yahudiler de bu
ziyafete bütün yakınları ile geldüer. Fakat hepsinin na
sipleri, yemek yerine kılıç oldu. Evs ve Hazrec arap ka
bileleri de yahudilerin zulmünden kurtulduktan başka;
onların mallarına, hurmalıklarına ortak, kendilerine ha
kim oldular.
32
F O K A S
F. : 3 — 33
halkın sevgisini kazanan Hirakl isminde ileri görüşlü bir
adam vardı.
Bu açıkgöz adam, fırsatı kaçırmadı. Rum halkına
acem askerinin geliş sebeplerini açıkladı. Bütün bu düş
manları üzerine çeken adamın imparator Fokas olduğu
nu, onun eski hanedan halkına yapmış olduğu zulümlerin,
onların akrabası olan Iran şahını kızdırdığını ve bunun
acısını zavallı halkın çektiğini anlattı. Halk bunun üzerine
galeyana geldi. İsyan etti. Ve sarayı basarak zalim ve
korkak imparatoru öldürdüler, yerine Hirkal’ı imparator
luk tahtına çıkardılar.
34
H A C C A C ( Z A L İ M )
35
lik, saltanatının takviyesi için .bunu Irak valisi tayin etti.
Haccac birliklerini alarak yola çıktı. Küfe yakının
daki Kadisıye’ye varınca, birliklerine kendisini takiben
bütün gece yürümelerini emretti. Sonra üzerine su hır-
balan yüklenmiş, ayağma tez bir hecin devesi istetti. Ge
tirilen devenin çıplak sırtına binerek, bir elinde Kur’an-ı
Kerim, üzerinde de basit bir maşlah ile basit bir sarık
olduğu halde deve sırtında rüzgâr gibi çölün yollarına
düştü. Bu halile ve son süratle Küfe şehrine geldi. Yalnız
başına şehre girdi. Sonra caddelerde herkesi namaza ça
ğırarak dolaşmaya başladı. O sırada ordu mensupları, ev
lerinde aile ve azatlı köleleri ile beraber oturmaktaydılar.
Biribirlerine: «Haydi, toplanalım.» dediler. Ve Muham
met ibni Ümeyr, azatlı köleleri peşinde, Haccac’ı camiye
kadar takip etti. Camiye girdiklerinde ise; Haccac’ın kür
süde put gibi sessiz ve hareketsiz oturduğunu gördü.
Bunun üzerine Ümeyr: «Böyle bir adamı Irak’m ba
şına getirdikleri için bütün Ümeyye oğullarının Allah ca
nını alsın.» diye bağırdı. Sonra da Haccac’ı taşlamaik için
duvar diplerinden taş sökmeye başladı. Bir taraftan da.
Muttasıl söyleniyordu: «Allah’m, bu ne adam? Aransa
başımıza gönderilecek daha ıkötü 'bir adam bulunamazdı.»
diye. Etrafmdakiler: «Hele dur, şu basit bedevi ne söyle
yecekse söylesin de bir dinleyelim.» dediler. Bu arada ca
mi, meraklılarla tıklım tıkılm dolmuştu.
Bunlar olup biterken sükûnetini hiç bozmayan Hac
cac, nihayet yüzünü örten mendili çıkardı. Başındaki sa
rığı çözerek ayağa 'kalktı. Besmele ve Peygamberi yad et
me usulünü de terkederek konuşmaya başladı:
«Ben meşhur bir adamım. Kazandığım zaferler, yap
tığım işler, benim şöhretimi her gün biraz daha artmyor.
Sarığımı çıkarayım da kim olduğumu iyice görün. Şimdi
iyice gördünüz, tanıdınız mı? Ha, bakıyorum, bazılarınız
beni iyice görebilmek için gözlerini kırpıştırıyor, boyun
36
larını uzatıyor. Bu uzanan boyunlar üzerindeki kelleler,
kılıçla koparılmaya ne kadar müsait. Ben kelle uçurmak
ta gayet ustayımdır. Daha şimdiden şu sarıklarla, şu sa
rıklarla, şu sakallar arasında kesilen boyunların kanları
nın pırıltısını görür gibiyim.»
«Emirilmüminin kuburunu boşalttı. Onlarm arasın
dan çelik ve sert ağaçtan mamul en zalim,‘en keskin olan
oku seçti. îşte o da benim. Ey İraklılar, ey isyan ve hıya
netten başka bir şey bilmeyen âsiler, kötü kalpliler, ben
öyle hamur gibi yoğrulabilen cinsten yumuşak kalpli bir
insan değilim. Sizi kırbaç düşmanlan, sizi köle kadın yav
ruları sizi, ben Yusuf oğlu Haccac’ım. Benim tehditle va
kit geçirmeyip çok çabuk dediğini yapan bir adam oldu
ğumu göreceksiniz. Ben vakit kaybetmekten, fazla ko
nuşmaktan hoşlanmam. Bundan böyle hiçbir yerde bir
kalabalık toplandığını görmeyeceğim. Her türlü toplantı
hepinize yasaktır. Bundan böyle ¡kendi aranızda gizli giz
li konuşmanızı da istemem. Bundan böyle kimse kimseye
«Neler oluyor?», «Yeni ne haber var?» diye sormayacak.
«Ne oluyorsa oluyor, size ne, fahişe çocuklan! Her
kes bundan sonra kendi işi ile meşgul olacak. Başkaları
nın işine karışmayacak. Elime düşenin vay haline. Dos
doğru yürüyecek, ne sağa, ne de sola bakmayacaksmz.
Başınıza getirdiğim adamları takip edip halifeye biat ede
cek, ona itaat ve sadakat yemini ettikten sonra yola çı
kacaksınız. Ve sakın şu sözlerimi hatırınızdan çıkarma
yınız. Ben bir şeyi iki defa söylemekten hoşlanmam. Si
zin korkaklığınız ve ihanetinizden ne 'kadar hoşlanmazsam,
fazla konuşmaktan da öylece hoşlanmam. Şu küıcım bir
kere kınından çıkacak olursa onu bir daha kınına sobmı-
yacağım. Aradan yıllar geçse, Emirilmüminin doğru yo
lundan aynlanlann herbirini doğru yola sokana kadar
bu kılıç kınına girmeyecek ve baş kaldıranın başını vura
cağım...»
37
İşte çektiği böyle hakaret ve tehdit dolu bir nutukla
kendisini İraklılara tanıtan Haccac, nutkunun devamın
da, üç gün içinde Mıthalleb’in ordusuna katılmayan asker
lerin hepsinin başlarını uçurup mallarım yağma edeceği
ne de yemin ettikten sonra Halifenin mektubunu okuttu.
Bundan sonra kürsüden inip orduya maaşlarının dağıtıl
masını emretti.
Tam bu sırada, yanma yaklaşarak; yaşlandığını,
kendi yerine oğullarının askere alınmasını rica eden
Ümeyr adlı zatın Hz. Osman’ın katillerinden olduğu, onun
üzerine çıkıp kaburga kemiklerini kırdığı söylenince,
Haccac, adama sordu:
«Bunlar doğru mu?»
Ümeyr: «Osman benim babamı hapsettirmiş ve ora
da ölümüne sebep olmuştu...» diye cevap verdi.
Haccac: «Kürsüde söylediklerimi duydun. Haccac,
kendi kendini yalancı çıkaramaz. Osman’ın ölümünün di
yetini kendi ölümünle ödeyeceksin. Hem senin ölümün
den Basra ve Kûfe’liler de sevinecek.» dedi ve muhafız
ları çağırarak oracıkta adamın kellesini uçurttu. Ve bu
suretle de sözlerini ne dereceye kadar yerine getireceği
ni Irak’lılara göstermiş oldu.
Bundan sonra İraklılar, Muhalleb’in ordusuna katü-
maJk üzere yola çıktı. Yolculuktan kimse geri kalmadı.
Hattâ, hiç kimse sağma soluna bakmadan dosdoğru gide
rek Muhallebin ordusuna dahü oldular.
Haccac daha evvel, Hicrî yetmişiıki senesinde, Mek
ke’de ayrı bir devlet kuran Zübeyr oğlu Abdullah’ın üze
rine giderek şehri kuşatmış, bir senelik 'kuşatmadan son
ra şehri almıştır. Kuşatma esnasında Beytullah’a attırdı
ğı taşlar, Beyt’e isabet ettirilemeyince Haccac, Kabe’yi
meleklerin himaye ettiğini söyleyerek onların kaçması
için mancınıkla atılan taşlara pislik sürülmesini emretmiş
ve böyle yapılarak Kabe tahrip edilmiştir. Daha sonra
38
şehit olan îbni Zubeyr’in başını kestiren Haccac, gövdesi
ni Mekke’de baş aşağı astırarak başını da Şam’a gönder
miştir. Haccac, Kabe’yi tekrar tamir ettirmiştir.
Oradan Medine’ye giden Haccac, Mescid-i Nebevî’ye
giderek minbere çıkmış ve Medine ehline: «Ey ehli habi
se...» diye başlıyan, hakaret dolu bir hitabede bulunmuş,
sonra da: «Neye siz Hz. Osman’a yardım etmediniz?» di
ye eza ve cefalar etmiştir. Hattâ Cabir, Selil, Enes gibi
ileri gelen ashabın boyunlarına damgalar vurdurmuştur.
Bu zalimin zulümleri saymakla bitmez. Tam 20 se
ne süren böyle zulüm ve cinayetle dolu Irak ve Şam vi
lâyetleri valiliğinden sonra 54 yaşında iken H. 95 tari
hinde kendine lâyık bir şekilde dünyadan göçmüştür.
Kendisinin bazı hususiyetleri de vardı: iyi bir ku
mandan idi, güzel konuşurdu. Edebî zevk ve kabiliyeti
vardı. Fakat hiçbir hasleti, merhametsizliği kadar geliş
miş değildi. Eli bağlı olarak öldürdüğü insanların adedi
120 bin olarak nakledilir.
İbni Eşas’la olan harpten zaferle çıkınca, Eşas’la be
raber olan Irak’lılan te'ker teker huzuruna çağırıp; «Kâ
fir olduğuna kendin de şahadet eder misin?» diye sorar.
Evet diyeni salar, «hayır» diyeni Öldürürmüş. Bunlardan
bir tanesi huzuruna gelince Haccac:
«Bu salih bir adamdır. Her halde: «Ben kâfirim»
demez» deyince adamcağız: «Ya! Beni hile ile söyletip öl
dürtmek istersin değil mi? Vallahi ben yeryüzünün en
kâfiriyim, Firavun’dan da, Haman’dan da, Nemrut’tan
da kâfirim» diye feryat etmiş. Haccac da gülerek adamı
salıvermiş. İşte bu zalimin ölümü de şöyle olmuştur:
Haccac, İbni Eşas’ı Hindistan seferine gönderirken
Sait İbni Cübeyr’i de levâzım işlerine bakmak üzere ya
nma vermişti. Daha sonra İbni Eşas, müslümanları bu za
limin elinden kurtarmak için isyan eder, halk bununla
beraber olur. Tabii Sait de onunla beraberdir. Yapılan
39
harplerde bir ara îbni Esas galip gelir. Bütün Küfe ve
Basra’yı alırsa da, daha sonra mağlup olur ve yukarıda
da temas edildiği gibi Haccac, Eşas'ın taraftarlarından
onbinlerce insanı katleder. Bu arada Said kaçar, şehir şe
hir kaçarak nihayet Mekke’ye gidip saklanır. Haîit bin Ab
dullah Kuseyrî Mekke valisi oluncaya kadar orada kalır.
Dostları her ne kadar buradan da ayrılmasını, daha uzak
ülkelere gitmesini tavsiye ederlerse de Sait;
— «Allah’tan utanıyorum. Beytullah’m bulunduğu
Beldeyi Emin’den de kaçıp nereye gideyim» diye reddetti.
Nihayet vali Haiit onu yakalatıp Haccac’a gönderdi.
Haccac, onu ele geçirdiğine sevindi. Huzuruna çağırıp:
«Sen Şekî bin Kesîr’sin değil m i?» diye alay ve hakaret
etmek istedi. Sait de: «Hayır, -ben Sait bin Ciibeyr’tm»
dedi. Haccac: «Yemin olsun ki seni katledeceğiz» deyin
ce Sait de:
— «Bu suretle ben de anamın 'bana taktığı Sait is
mine lâyık olurum» diye cevap verdi.
Bu muhavereden sonra Haccac, Sait’in katlini em
retti. Emri alan cellâtlar, Sait’in ellerini bağladılar, Hac-
cac’m huzurunda boynunu uçurdular. Gövdesinden ayrı
lan Sait’in başı yerde yuvarlanırken üç defa şehadet ke
limesini tekrar etti.
îşte zalim Haccac’a İlâhî adaletin tanıdığı mühlet de
burada bitti. Haccac bu hal karşısında birden sarsıldı,
cinnet geçirir gibi oldu. Oturduğu yerden;
— «Bukağılarımı getirin» diye feryat etti. Cellâtlar,
Sait’in ayağındaki bukağüan istiyor zannettiler, koşarak
Sait'in ayağmı kestiler, bağlan çözdüler, getirdiler. Fa
kat gördüler ki Haccac, bir şey söylediğinin farkında de
ğil. Bu halden sonra Haccac artık hiç kimseyi katletmedi,
ama uyku da uyuyamadı. 15 gün veya 6 ay süren bundan
sonraki hayatı ıstırap içinde geçti, istirahatı, huzuru Ikal-
40
madı. Ne zaman istirahat için gözlerini kapasa, Sait gelir
boynunu sıkar ve:
— «Söyle ey Allahın düşmanı! Cevap ver, beni niçin
öldürdün?» der. Haccac da:
— «Ah! Bu Sait Bin Cübeyri de ne istiyor benden?»
diye feryat ederek yerinden fırlardı. Son günlerini, ahi-
retteki cezasının başlangıcı olarak, bu cinnet hali içinde
tüketip helâk oldu, gitti.
«Her ümmet habis adamları ile gelse, bizde Haccac’ı
alıp gelsek hepsini bastırırız.» (Ömer Bin Abdülaziz)
«Şeytan yolda benimle karşılaşırsa, korkusundan he
men bana sulh teklif eder.» (Haccac)
41
H U Z E Y F E
42
Bu sırada Kays’m Malik adında bir kardeşi, Zeyban
kabilesine misafir gitmişti. Durumu öğrenen Huzeyfe ve
kabilesi de Nüdbe’ye ıkarşılık bu Malik’i öldürürler.
Abes ve Zeyban arasında bıı suretle yani Huzeyfe’-
nin bir kötü davranışı üe başlayan savaş, tam kırk sene
sürmüştür. O kadar ki, bu harplerin devamlı meşgalesin
den at ve develeri dahi yavrulamaya fırsat bulamadı.
Araplar, bu iki kabile ve müttefikleri arasında geçen
bu harplere şu isimleri verirler: «Yevme Zil Müreylüb —
Müreylib günü veya gadılk günü», «Urâir günü», «Hassa
günü», «Yameriye günü», «Akiha günü», «Cifrul Hebaeh
günü» ve «Ceracir günü».
Bu harplerden biri olan «Yevme Z! Hasa» Vadisse-
fa’da, Fezare ile Abes kabilesi arasında geçmişti. Kays’ın
kabilesi olan Abes kabilesi bozulmuş, geri kaçmak mec
buriyetinde kalmışlardı. Fakat düşmanlan peşlerini bı
rakmamışlardı. Nihayet Abes kabüesi, yedi çocuğu rehin
olarak bırakarak sulh ve tazminat şartlarını görüşmek
üzere mehil istemişlerdi. Şartlar kabul edilmiş, çocuklar
Zeyban kabilesinden Amr’ın oğlu Sebiğ’in eline emanet
edilmişti. Fakat tam bu sırada, çocukları emanet alan.
Sebiğ öldü. Bunu haber alan Huzeyfe, çocukları Sebiğ’in
oğlu Melik’in elinden alarak Yâmeriye denen yere götür
dü. Durumu sezen çocukların: «Babaa, Babacığım!.» diye
feryat edişlerini nazara almayarak hepsini hunharca bo
ğazladı.
Bu korkunç fecaati öğrenen Abes kabilesi, hiç vakit
kaybetmeden ve harp tazminatı için topladıkları para ile
de silah temin ederek Huzeyfe’nin kabilesine hücum edip
çocuklarının boğazlandığı sahada onları cezalandırdılar»
fakat asıl suçlu hunhar Huzeyfe kurtuldu. Ve kabilesinin
bir kolu bulunduğu bütün Gatafan kabilesini ayaklandıra
rak Abes kabilesine hücuma hazırlandı. Bu suretle Abes’e
son darbeyi indirmek istiyordu. Çocuklara yaptığı zulüm
43
gözlerini perdelediği için, kardeşi Haml'in vazgeçirmek
için yaptığı ricalarım da kaale almadı. Hazırlık bitti, yola
•çıktılar.
Beride Kays, kabilesini topladı, onlara harp plânla
rını açıklıyarak talimat verdi. Kays: «Onlardan beni Bedr
hariç diğer kabileler kan davasında değil, ganimet der-
dindedir. Bunun için, bütün mallarımızı bir yere bırakıp
biz bir tarafa gizleneceğiz. Onlar gelip ¡bunu görünce yağ
maya dalacaklar. Bırakacağımız gözcü bize haber vere
cek ve biz de onları aniden basıp perişan edeceğiz» dedi.
Bütün kabile bunu pek uygun buldu ve öyle yaptılar.
Dedikleri gibi de oldu. Düşman kabüeler mağlup ve peri
şan oldular, dört yüzden fazla ölü verdiler.
Bu arada asıl suçlu Huzeyfe, gene kaçtı. Yanına kar
deşi Haml’i ve beş atlıyı alarak Cifrulhebâeh denen ve
bu harbe ismini veren su istikâmetinde bütün gece süratle
at koşturdu. Sabah olunca, artık emin olarak atlarını ça
yıra salıp su başında istirahate çekildiler.
Halbuki Kays, yanma aldığı — Huzeyfe’nin evlâtlı
ğ ı ve sonra Kays’m emrine giren — Kiryuaş ve diğer ar
kadaşları ile sabaha kadar dolu dizgin Huzeyfe’yi takip
etmişti. Nihayet sabah vakti onları istirahat halinde bas
tırdı. Ve adamları ile kısa bir görüşmeden sonra plânını
tatbike koydu. Huzeyfe ve adamlarının atlarına binmele
rine meydan vermemek için atlan üe aralanna girerek
onlan kıskıvrak sardı.
Korku ve dehşete kapılan zalim Huzeyfe ve arkadaş
ları, ¿hunharca boğazladığı çocukların: «Babacığım...
Babacığım!...» diye haykıran hayalindeki seslerine cevap
veriyormuş gibi: «Lebbeyküm, Lebbeyküm!.» «Buyrun,
Buyrunî...» diye haykırmaya başladüar.
Kays, «E y Huzeyfe, ey zalim! Boğazladığın masum
çocuklann halini şimdi daha iyi idrâık ediyorsun değil
m i?» dedi.
44
Huzeyfe, yalvarıyor, boğazladığı çocuklara ve ölüm
lerine sebep olduğu yüzlerce kişiye karşı hiç duymadığı,
düşünmediği merhameti şimdi onlardan bekliyordu.
Fakat artık zalime müsaade edilmedi. Lâyık olduğu,
cezayı buldu. Evlâtlığı Kıryuaş tarafından habis ruhu te
ninden ayrüdı. Arkadaşları da aynı şekilde cezalandırıl
dı. Fakat yanında kaçırdığı oğlu Haşan, küçük olduğu
için bağışlandı.
H Ü R M Ü Z
46
geldi. Bir taraftan Bizans, bir taraftan Hazer hükümdarı
ve diğer taraftan da Türk Hakanı saldırıya geçtiler.
Hürmüz’ün Rey’Ii bir kahraman kumandanı vardı:
Behram Çapin... Hürmüz, bu adamı ordunun başına ¡ge
çirerek Türk Hakanı üzerine gönderdi. Behram, bu sefer
de büyük başarı gösterdi. Türk ordularını yendi. Bir çok
illerini istilâ etti. Hakanı azledildi. Behram, tahta yeni
çıkan Hakanın oğlu ile sulh anlaşması yaptı ve büyük ga
nimetlerle döndü.
Fakat Hürmüz, çok geçmeden Türk iline tekrar akın
da bulunması için. Behrama emir gönderdi. Fakat Türk
Hakanı ile sulh anlaşması imzaladığını söyleyen Behram,
bu emri red etti. Şah Hürmüz de emrinde İsrar edince,
Behram, ordusu, ve 'kendisine iltihak eden halkla beraber
isyan etti. Hürmüz Behramın üzerine ordu gönderdi. Fa
kat, ordunun çoğu aökeri de Behrama iltihak etti. Ve
Hürmüz mağlup duruma düştü. Bunu gören ve Azerbey-
canda sürgünde bulunan oğlu gelerek babasından bizar
olan halkın da yardımı ile sarayı bastı, ¡babasını yaJkala-
yıp azletti. Gözlerine mil çektirerek hapse attı ve yerine
geçti.
Fakat kumandan Behram, onu tanımadı. Babasının
tarafını tuttu. Esas maksat tahta geçmek olduğu için bu
defa da babasının tarafmı tutarak yeni şah Perviz’e 'kar
şı harekete geçti. Durumu güçleşen Perviz, Behramın
gelip babasını tahta çıkarmasından veya babasının tahtı
Behrama bırakmasından koıikarak etrafındaki adamlarla
babası Hürmüzün kapalı bulunduğu yere gitti, onu yayın
kirişi üe -boğarak öldürdü. Ve bir zalim varlık daha top
rağa serüdi.
Bu vaJkalar olurken, Medine şehrinde de şöyle bir ha
dise cereyan ediyordu:
Hürmüz, yüce Peygamberimizin İslâmî neşre çalıştı
ğını duymuş, pek kızmıştı. Adamlar göndertereik: «Me-
dinede bir arap‘, peygamberlik davasına kalkışmış, ülke-
47
min huzurunu kaçırıpormuş, ona gidin ve kendisini ya
kalayarak behemahal bana getirin.» diye emretmiş ve
adamları Medineye gelerek Hz. Muhammed (A.S.) a em
ri tebliğ etmişlerdi. Adamlar yüce Peygamberimizi hemen
alıp götürmek niyetinde ve ümidinde idiler. Peygamberi
miz, o gece dinlenmelerini, ertesi günü yolculuk işini ka-
rarlaştırabileceklerini söylemişti. Onlar istirahate çekil-
düer, Yüce Peygamberimiz de; gece evine çeküerek du
rumu rabbine arz ve bu zalim Hürmüz hakkında gereken
ceza hükmünün tatbikini niyaz etti. Ayni gece İlâhî ceza,
hükmü tecelli etti. Durum yüce Peygamberimize vahiy yo«
lu ile müjdelendi.
Peygamberimiz, sabahleyin evinden çıktı. Hürmüzün
adamlarını çağırttı, kendilerine İran’da geçen hadiseleri,
Hürmüzün, oğlu Perviz tarafından 'katledildiğini ve Per-
vizin tahta çıktığını haber verdi. Yaptıkları tahkikatta,
durumun Hz. Muhammed (A.S.) in haber verdiği gibi
olduğunu öğrenen elçiler de çâr-nâçar elleri böğürlerinde
geri dönüp gittiler.
K A Y S BİN H A T İ M
F . : 4 — 49
K A L İ K Ü L A
50
KL E B E N
M IS I R ’ DA P A K Î S ’ LI BÎR F İ R A V U N
52
şiddetle vurur: «İşte başkumandan Hazretleri! Müslü
manları Yol açın ve ihtiram edin!» diye bağırırlardı. Bu
nu duyan halk, yol açıp iki sıra olur, A t’da Eşek’te olan
lar da hemen iner, hepsi birden el pençe durur, Kleber’e
doğru eğilerek saygı gösterirlerdi.
Kldber, artık Mısır’da devamlı kalabileceğine iyice
inanmış ve tam bir eski Mısır hükümdarı rolünü almıştı.
İşte haîkın artık Kleber’den bizar olduğu, vergi haka
ret ve çeşitli zulüm içinde inlediği bu günlerde Süleyman
adında Halep’ü bir Müslüman genci Mısır’a geldi. 25 ya
şında olan bu genç Ezher Üniversitesinde okuyordu. Pek
dindar olan, her yıl Halep’e izinli gidip gelen bu genç ay
na zamanda Hacca gitmiş ve Hacı da olmuştu. Kleber ve
askerlerinin gerek Mısır, gerek Suriye ve Kudüs’te yap
tıkları zulüm ve vahşeti yakından görmüştü. Dolayısiyle
dini gayret ve hamiyyeti galeyana gelmişti.
Süleyman, uzun müddet düşündü. Müslümanların ba
şındaki bu püsküllü belayı nasıl savmalı, Müslümanları bu
zalimin elinden nasü kurtarmalı diye. Nihayet yarayı ba
şından deşmeyi, Başkumandan Kleber’i öldürmeyi karar
laştırdı. Ancak bu suretle bu zulmün önü ve intikamı alın
mış olacaktı.
Süleyman, bir hançer satın aldı. Ezher’deki dört ho
casına meseleyi açıp, onların tasviplerini de aldı. 40 gün
oruç ve ibadetle geçirip manevi bir hazırlık yaptı. Sonra
Kleber’i takipe başladı. Üç günlük bir takipten sonra onu
Özbeikiye’deki Sarayının bahçesinde sıkıştırabüeceğini gör
dü. Halen tamir edilen bu saraya Kleber, her sabah mi
marı üe gelip bakardı. Süleyman Sarayın bahçesindeki
boş sarnıçta saklanıp onu bekledi. Biraz sonra Kleber,
Mimarı ile beraber gelip ona talimat vermeye başladı. Sü
leyman, Sarnıçtan çıkıp Kleber’in önüne eğildi, ona bir
dilekçe verdi. Kleber, dilekçeyi okurken de birden hançe
53
rini çekerek Kleber’in kalbine dört defa sapladı. Müda
halede eden Mimar da yaraladı. Kleber zalimi, bir "kaç
saat sonra ölüp gitti. Bu suretle Mısır bir Zalimin elinden
daha yakasını sıyırmış oldu.
Gerçi Halep’li Süleyman’ı hemen yakadüar, bir ko
lunu yaktılar ve ¡kendisini kazığa geçirdüer. Ama o, mil
letini, dindaşlarını zulümden kurtarmış, karşılığında da
şehadet mertebesini kazanmıştır.
Kleber’in yerine geçen yeni kumandan Meno, müte-
vazi bir adamdı. Üstelik hadiseler ona bir milletin izzeti
nefsi ile ilelebet oynanamayacağmı da göstermişti. Zülme
gitmedi. Üstelik bir Türk kadını ile evlendi. Büyük bir ih
tida merasimi ile müslüman oldu. Abdullah Yakup ismi
ni aldı. Ve beş vakit namazına başladı.
Halep’li Süleyman’ın hamiyeti diniyye ve milliyesi
yalnız Mısır halkını kâfir ve zalimlerin şerrinden kurtar
makla kalmadı. Aynı zamanda kafir Fransız askerlerinin
Başkumandanını da küfründen kurtarmış oldu.
Fransızlar, gerek Kleber’i, gerek Halep’li Süleyman’
ın kemiklerini daha sonra Fransaya götürdüler. Süley
man'ın kemiklerini müzeye koydular ve onun beyninde
taassup hücreleri araştırdılar.
Garip şey, Keleber’in beyninde zalimlik ve Firavun
luk daman arayacak yerde aradıkları şeye bakın..,
Böyledir bu Garp kafası, Kendi zulüm ve soyguncu
luğunu medenüik, Şarklının milli hamiyyetini de taassup
sayacak kadar kaimdir zaar...
54
L İ Y O ’ NUN K A T İ L L E R İ .
55
Bu arada müslümanlar, Girit ve birçok yerleri fet
hettiler. Tomas, İstanbul’u da kuşatarak, tam iki seneye
yakın kuşatmayı devam ettirdi. İmparator, Bulgarlar-
dan yardım talep ederek, ancak onların yardımı ile şehri
ve saltanatını kurtarabildi.
BÖylece; tam bir huzursuzluk içinde geçen onbir
sene kadar bir saltanat devresinden sonra «Ser-Sam»
denen bir hastalıkla hayatını tükettikten sonra oğlu Ti-
yofilius tahta geçti.
Tiyofil, tahta çıkar çıkmaz ilk iş olarak imparator
Liyon’u kilisede katledip babasını tahta çıkaran katille
ri toplatmak oldu.
Hepsini huzuruna toplatan Tiyofil : «Siz, hangi hak
la bir imparatoru katlettiniz. Sizin cezanızda aynı aki-
bettir.» Diye hepsini aynı şekilde kılıç darbeleri ile öldür-
terek cezalandırmıştır.
56
L E O N ’ UN Ç O C U K L A R I
57
M A R T I N A VE H I R A K L E O N A S
58
ME Z D E K
5$
tarafından büyük bir alaka gördü. Namuslu ve akıllı halk
bizar oldu. Memleketin huzuru selb oldu.
Basit ve aklı kıt bir adam olan şah Kubad’ın da bu
nun mezhebine girmesi Mezdeki büsbütün şımarttı. Ta
raftarları da gemi azıya aldılar.
İran, tarihte görülmemiş bir bataklığın içine yuvar
landı. Artık Mezdek, İranın gerçek hakimi durumunda
idi. Başşehir Medaym, saltanat sarayı, hatta Hire gibi
belli başlı bağlı devletler, onun elinde, mevcut hükümdar
lar onun hizmetinde idi.
Okadar ki, canı istediği zaman, istediği akşam sa
raya gelerek Şah Kubad’a: «Bu akşam zevcen benim ol
sun» veya «Palan cariyelerin benimle kalsınlar» der, Ku-
bat’da: «Peki,» der ve onun bu emrine boyun eğer. Mez
dek de bu hakka serbestçe sahip olurdu.
Buna en çok üzülen, anasının bu pis adamın emrine
tahsis edilmesinden ve onun da buna boyun eğerek emri
n e isyansız razı oluşundan kahrolan zavallı Şehzade Nu-
şirevan idi. Fakat zavallının ne selâhiyeti, ne de çocuık ol
duğu için gücü vardı.
Fakat artık halkın sabn taşmıştı. Ayaklandı, sara
ya yürüdü. Ve kubadı azledip kardeşi Câmasp’ı tahta çı
kardı.
Kubad, türk iline kaçıp Hakana sığındı. Ondan bü
yük ölçüde yardım alaraJk tekrar geldi. Kardeşini taht
tan indirerek tekrar tahta çıktı. Kardeşini hapsetti. Bun
da Mezdek ve avenesi kendisine destek oldu. O da bunla
rın himayesini tekrar üzerine aldı. İran halkının gayreti de
bu suretle boşa gitti. Mezdekçiler ise; İran zulüm ve ah
laksızlık içinde kasıp kavurmaya, mal, can ve ırz emniye
tini çiğnemeye devam ettiler. Memleket içindeki yükse
len anarşi bulutları artık Kubat’ın da elinden çıkmıştı.
Nihayet İran halkının talihi döndü. Kubat Rey şeh
rinde helak olup gitti ve yerine Mezdekten en çok nefret
60
eden oğlu Nûşirevan tahta geçti. Henüz çocuk yaşta olan
Nûşirevan biraz daha sabretti. Mezdeki biraz daha ihmal
etti. Mîllet de tevekküle (bekledi.
61
bulundu ise tereddütsüz temizlendi. A ynca hepsinin mal
larına ,el koydu. Bu mallardan sahibi belli olanları tekrar
sahiplerine iade etti Sahibi bulunmayanları da fakirlere
dağıttı. Mezdekle dünyaya gelen ve vahşi Komünizm, tat
bikatına o devirde bu suretle adil Nûşirevan tarafından
son verildi. (Dansı bu günkü insanların başına)
62
MİK AI L
63
K A V A L A L I MEHMET ALİ PAŞA
64
otururken biri suda pişmiş Mısır satıyormuş. Mehmet
Ali: «Bu Mısır kaç’a?» diye sormuş «10 para» cevabım al
mış bir kaç tane aldıktan sonra: «Mısır, bu kadar ucuz’-
mu, acaba kendisi de bu kadar ucuzmudur? Gitsek’te, bir
görsek.» diye kendi kendine söylenmiş.
Yakınlarından nakledildiğine göre, bu pişmiş mısır
aklına geldikçe kendisi;
«Beni Mısır’a gelmeğe ilk heveslendiren bu Mısırcı
olmuştur. Daha o vakit Mısır’a gelmeyi kurmuştum. Ni
hayet geldim ve hamdolsun ki sonra Msırın yerinide aldık»
dermiş.
İşte o günün genç Mehmet Ali ağası, böyle bir hayal
le başlamış Mısır seferine...
Bu sırada, güzel bir fırsat çıktı Mehmet Ali ağa’ya;
Mısırdan Fransızları kovmak için Os^ıanlı Devleti Ordu’
ya gönüllü kaydediyordu. Mehmet Ali de Kavaladan top
lanan 200 gönüllü arasında idi, bu suretle ve Kaptan Kü
çük Hüseyin Paşanın donanması ile Mısır’a geldi.
Fakat bu ilk yolculuk iyi gitmedi. Mısır kıyısında
Ebukır denen yerde Mustafa paşa kumandasında yapılan
harpte Mehmet Ali’nin içinde bulunduğu birlik bozuldu
ve kendisi de bir ara sıkışınca Denize atladı. Fakat ecel
gelmemişti. Kader imdadına İngiliz Komodoru Sidneyİ
yetiştirdi. Sidney, onu boğulmak üzere iken kurtardı. Ve
sağ salim geri dönebildi. Daha sonra, gine Kaptan Hü
seyin paşa üe tekrar Mısır’a gelen Mehmet Ali, bu defa
Mısır’a sağ salim çıkabüdi, Ve Ordu içinde yavaş yavaş
kendini göstererek Subaşı oldu. Bu suretle de Kahire’de
çevrilen Siyasi Entrikalara rahatça girebilme imkânını
bulmuştu.
Sadece girmekle de kalmadı. Bu entrika ve siyasi do
lap çevirmelerde, isyanlarda o kadar maharet gösterdi
ki, kısa zamanda, adım adım bütün emsalini geçerek Mı
sır’a Vali oldu. Hatta bunuda kâfi görmiyerek Mısırda
F. : 5 — 65
istiklâl hevesine düştü buda kâfi gelmediğinden Osmanlı
Devletini ele geçirerek yeni ibir haneden kurma teşebbüs
lerinde bulunacak ve Devletin başına gaüeler açarak in
kırazın eşiğine getirecek kadar ileri gitti. Paşa, Valiliğin
ilk günlerinde, eski sade hayatını devam ettirdi. Basit bir
kıyafetle dolaşır, dolaşırken de ekseri Bonapartkârı el
leri arkasında bulunurdu. Yanında fazla muhafız bulun
durmaz, tek bir nöbetçi kendisini beklerdi. Fakat, gittik
çe Her Mısırlı devlet adananda görüldüğü gibi gurur ve
şâhâne hareketlere heveslenmeğe başladı.
Dama, Satranç, bilardo oynamasını çok severdi. Kü
çük zabitleri, hatta erleri zaman zaman yanına alarak
onlarla sohbet ederdi. Fakat bilardo'yu daha çok konso
loslar ve ecnebi seyyahlarla oynardı. Çabuk müteessir
olurdu. Pek şiddetli idi Ansızın gelen heyecanını gizleye-
mezdi. Kadınlara karşı zaafı büyüktü. Şan’a pek düşkün
dü. Entrikalar çevirmek için çok cömert davranırdı. Mu
vaffakiyet hasıl olunca vermek üzere büyük vaatlerde
bulunurdu. Yaptıklarından bahsederken büyük bir gurur
la bahsederdi. Avrupa gazetelerinden çekinir, onların,
aleyhinde yazmalarından adeta ürkerdi. Bu gazete ten
kitlerinin bütün emellerini engelleyeceğini vehmederdi.
Hatta îngilterenin kendi istiklâline muarız oluşunu, o
günlerde Mehmet Ali’nin bütün kötülüklerini ifşa eden İz
mir gazetesinde (JOURNAL DeSMYRNE) bilirdi. Bu
nun için de: «Bu gazetenin çıkmaması için 6 milyon
Frank vermeğe hazırım» derdi.
Mehmet Ali paşa, politika heyecanlarından ömründe
hiç bir rahat görmemiştir. Daha doğrusu, emellerine va
sıl olabilme endişe ve ihtirası içimde ne kendisi huzur bul
muş ne de Mısırlılara huzur vermiştir. Uykularının dahi
az ve huzursuz geçtiği söylenir. Rahatını selbeden şeylerin
en büyüğü de, ’kendisine arız olan bir asabî hıçkırıktı. Bu
da şöyle başlar: Vehabilere olan seferi esnasında oğlu
€6
Tosun paşa Taifte vehhabüer tarafından muhasara edil
miş. Mehmet Ali paşa ise Mekke’de bulunuyordu ve ya
nında Askeri yoktu. Yanında kalanlar Ciddeye kaçmasını
teklif ettiler. Paşa reddetti. Mutlaka oğlunu kurtarmaya
gideceğini söyledi. Yanındaki 40 kölemen ile yola çıktı.
Taife yaklaşınca ne yapacağını düşünmek üzere biraz mo
la verdi. Bu arada yorgunluktan uyuyakaldı. Uyumadan
evvel de, yanındaki askerin (birine etrafı gözetlemesini ve
herhangi bir şey olursa hemen gelip kendisine haber
vermesini emretti. Tam tatlı uykuda iken bu asker, bir
vehhabi casusunu yakalar, paşanın yanma getirir ve onu
uyarır. Heyecanla uyanan paşayı uyanır uyanmaz şiddet
li bir hıçkırık tutar, işte bundan sonra Paşa, Ömür bo
yu bundan kurtulamamıştır. Ne zaman hiddetlense he'
men kendisini hıçkırık tutar ve kızdığı da bu hıçkırığın
dan belli olurdu.
67
müsbet ve menfi yönlerini ayırdedebilecek çapta bir kül
tür ve şahsiyete sahip değildi. Adaletsever görünme gay
reti de vardı, ama adaletten bihaberdi.
îşte hayatından bu hususta örnek olacak bazı garip
vak’alar:
Bir gün, bir cariyesi, ufak bir kabahat yapar. Paşa
gadaplanır. Ani ve kendine has bir hüküm verir ve ka
dıncağıza tam 500 sopa attırır. Kızcağız ölü haline gelir.
Bu defa Mısır tedavi usulüne göre bir koyun kestirir ve
kızı derisine sardırır, götürürler. Paşa, kızı öldü bilir.
Aradan bir sene geçer, paşa her nasılsa kızı hatırlar, acır
ve: (kıza yazık ettik) der, yanında bulunan hatunlar,
kızın ölmediğini, tedavi olduğunu söylerler. Bu defa paşa
onu çağırtır, iltifat eder ve onu haremine alır.
Paşa, bir ara Avrupadan nadide çiçekler getirtmişti.
Bunlar arasında Dahliya adlı çiçekte vardı. Bu çiçek köş
künden uzak bir yerde Güneş altında kalır, bol güneş
almca da iyice çiçeklenir. Bir gün bir ecnebi, sohbetinde
bu çiçeğin güzelliğinden bahseder. Paşa da çiçeğe o za
man dikkat eder, beyenir ve bir sandığa konarak sarayı
gölgelendiren ağaçların altına alınmasını emreder. Bah
çıvan, çiçeğin gölgede solacağını söylerse de paşa dinle
mez. Üstelik kaşlarını çatarak; çiçeği soldurursa kendisi
ni diri diri yere gömeceğine yemin eder.
Bahçıvan, emre uyarak, çiçeğin bir sandık içinde
ağacın altına kor. Fakat güneşten mahrum kalan çiçek,
bahçıvanın dediği gibi solmaya başlar. Durumu takibe-
den paşa, çiçeğin solduğunu görünce bahçıvanı çağırıp
yere yıktırır, Kırbaçla iyice döğer. Dayanılmaz kırbaç
acıları içinde kıvranan bahçıvan, bir ara. «Paşam, İnsan
ları itaat -altına almak mümkün, ama çiçekleri itaat al
tına almak mümkün olmuyor» der. Paşa bu söz üzerine
müteesir olur, bahçıvanı bırakır ve ona hediyeler de ve
rir.
68
Paşa bir ara da Avrupadan bazı meyve ağaçları ge
tirtmişti. Bunların arasında makbul bir erik cinsi de
vardı. Paşa, bu erik ağacına iyi bakmalarını emeretti.
Bahçıvanlar da bu erik ağacına pek güzel baktılar ve bir
kaç erik verdi. Paşa bunlara çok kıymet veriyordu. Bir
gün, henüz iyice olmadığı halde eriklerin bir tanesini yedi
ve pek hoşuna gitti. Geride kalan 3-5 eriğe dikkat et
mesi için bahçıvan başına sıkı sıkı tenbihte bulundu. Bu
nun üzerine ağacın etrafı ve üstü tel üe örtülüp kuşların
tecavüzüne mahal bırakılmadı. Fazla olarak, ağacın ba
sma bir nöbetçi de kondu. Gece gündüz bekletildi. Fakat
aksilik bu ya; o sırada bir bora eserek bir tanesi hariç
bütün erikleri düşürdü. Fakat kalan tek erik te inadına
güzeldi. Paşa çoktandır eriğin bulunduğu ŞUBRAYA
gelmemişti. Eriği de unutmuştu. Bahçıvan başı arkadaş
ları ile müzakere etti, erik tamamen olmuştu. Koparıl-
mazsa düşeceğine veya dalında çürüyeceğine, binaanaleyh
koparılması gerektiğine karar verildi. Büyük bir ihtimam
la eriği kopardılar, pamuğa sarıp bir kutuya yerleştirdi
ler. Sonra kutuyu mühürleyip Paşaya gönderdiler. Vakit
Ramazan’dı. Paşa biraz rahatsızdı ve yemeyi haremde
yiyordu. Harem ağası, erik hikayesini bilmediği için, bu
eriği diğer meyvelere karıştırarak paşaya verdi. O da far
kında olmıyarak eriği yedi.
Aradan bir kaç gün geçince Paşa iyileşti, bahçeyi zi
yarete gitti ve doğruca erik ağacını yanına gidip diküdi.
Baktı ki erikler yok.
Kendisine vak’anm hikâye edilmesine vakit kalma
dan Paşa’nın hıçkırığı tuttu. Bu da, onun gayet hiddet
lendiğine işaretti. Hemen hiç sormadan bahçıvanbaşını
erik ağacının dibine yıktırdı. Adama iyice bir sopa çek
tiler. Neyse dayaktan sonra olsun adamı dinlemeyi kabul
etti. Bahçıvan vak’ayı hikâye etti. Şahit istedi. Gösterdi.
Kabul etti. Bu defa Harem Ağasını çağırttı. Harem Ağa
69
sı, gözükür gözükmez Paşa, uzaktan bağırdı: «Ben erik
yedim m i ? » Harem Ağası:
— «Evet bir kaç gün evvel size akşam yemeğinde bi
erik verdim» dedi.
Paşa: «Bana söylemedinya.» diye bağırırken bir eli
ile de yatırılmasını işaret ediyordu. Harem Ağası, duru
mu anladı. Yakalanmadan evvel Paşa’nın atma atlayıp
dört nala kaçtı ve günlerce saklandı. Neyse, Paşa af etti
de adam böylece kurtuldu.
İşte Istanbuldan kaçan bazı kimselerin hamisi görü
nen ve kendilerinden hayal ettiği Osmanlı Devletini el'?
geçirme plânlarının tatbikatında faydalanmayı düşündü
ğü kimseler nazarında maznunların hamisi bilinen paşa’-
nın böyle akıl almaz adilâne (!) kararları da vardı. Esa
sen Paşa’nm Kanun, adalet, hükümet, idare, vatandaş ve
insan hak ve hürriyetleri gibi mefhumlardan haberi yok
tu. Hele fellahlar... Onun nazarında zerre kadar bir kıy
met taşımazdı. Kölemenlere gelince, onları esasen ilk
hamlede insafsızca boğazlatmıştı. Mısır’ı Kölemenlerin
idaresinden ve fellahların elinden sayısız katliamlar so
nunda eline geçirmişti. Bunun için ne o fellâhları sever,
ne de fellahlar onu severdi. Hatta fellahlar onun ismini
bile söylemezler, Mehmet Ali Paşa yerine «Zalim Paşa»
derlerdi. Gerçi Paşa, son zamanlarda bir kanun da yaptır
mıştı. Ama bu sadece kitapta kaldı.
Kanunu tatbikatından ve paşa’nın idaresindeki ada
let anlayışından ibret verici bir misâl durumu daha iyi
anlatacaktır:
Bu kanunu hazırlayanlardan biri bulunan ve Fransa
da tahsil yapmış olan Muhtar Bey, bir genç uşağına fiili
şen’i yapmak istedi. Uşak razı olmaymca onu dayak al«
tında öldürür. O zaıman Mısır'da bir söz vardır: «Bir
fellâhm başı, bir Türkün bir 'kılma değmez» diye. Zalim
Paşa’da bu fikirde olduğundan yeni yaptığı Kanun muci
70
bince Muhtar Beyin idamı gerekirken ona 500 kuruş di
yet ödeterek işi bitirtti. Bu para Muhtar Beyin bir yev
miyesinden azdı. Yani Muhtar Bey, isterse yarı yevmiye
sini vermek suretiyle her gün bir senede 365 fellâh öl
dürebilirdi. Mehmet Ali Paşa idaresindeki Mısır’da... Bu
kadarı da adet yerini bulsun, Mehmet Ali Paşa idaresin
deki Mısır,’da da Kanun var densin diye yapılmıştır. Çün
kü uşağın ebeveyni bu 500 kuruşluk diyeti de asla elde
edememiş, sadece hükümde kalmıştı..
Paşa’nm idaresinde kanun ve adalet diye bir şeyin
bulunmadığını gösteren hadise yalnız bu değil elbette.
Çok olan misaller arasından bir kaçı da şunlar:
Selim Paşa namında sayılı bir adam, kölelerinden bi
rini basit bir kabahat için suya atıp boğar, cezasız kalır.
Mahubey, birini döverek öldürür, cezasız kalır. Diğer biri,
cinayet işler, cezasız kalır. Bir taraftan Paşa, diğer taraf
tan ona sırtını dayayanlar, her zalim ve diktatörün ida
resinde olduğu gibi, başkalarının mal, can ve namusu üze
rinde rahatlıkla tasarrufta bulunurlar. Fakat bir hesap
soracak merci bulunmazdı.
Bütün. Mısır halkına kanun nazarında sözde eşitlik
veren bir Kanunnamenin neşrinden iki yıl sonra yine ha
lâ Fellâha kızgm tuğla üe işkence ediliyor, Fellâh, kula
ğından duvara çivileniyor, kırbaçla vura vura derisi sıy
rılıyordu. Bütün bunlar da, vergi almak, soyguncu Pa~
şa’nm soygunculuk torbasını doldurmak içindi. Paşa,
soygunculuk, zulüm, ve işkence ile Mısır halkını bitiriyor
du.
Paşa, Mısır’ı soyup soğana çevirmiş, Halkın elinde,
avucımda bir şey bırakmamıştır. Vergi, şu ve bu ismi al
tında her şey halkın elinden aldığı halde Fabrikalarında
çalıştırdığı işçiye, memurlara, Hükümet memurlarına, ve
ordu mensuplarına maaşlarmı vermez, onları meccaneıı
çalıştırmak isterdi. Memurlar, Subaylar, maaş diye bağı
71
rırlardı. Fakat nadiren para alabilirlerdi. Ekseri kendi
fabrikalarının mamullerini zorla maaş yerine verirdi, ih
tiyaçları olmayan bu malları, yan fiatına satar, iki misli
pahalı verilen bu mallan aynı zamanda yarı fiatına sat
mak, onları büyük zararlara sokardı.
Paşa’nm veznedarlarının kasasında para bulunmaz
dı. Çekleri getiren memur, Paşa’nm Fabrikalarına gönde
rilirdi. Orada kendisine gösterilen malı beğenirse onu iki
misli fiatına alıp giderdi. Beğenmez itiraz ederse, gidip
maaş koçanını kıncılara yarı fiatına kırdınr, para alır
giderdi. Sonra az bir masrafla bu kocanlar tekrar Paşa’-
nm kasasına girer, bu suretle Paşa, kârlı bir 'kırıcılık da
yapardı.
Paşa’nm oğlu İbrahim mağlup olup Suriye’den çe
kilirken her şeyin tahrip edilmesi emrini vermişti. Kale
ler, cephanelikler, çadırlar yakıldı, yıkıldı, toplar çivilen
di. Mağazalardaki eşyalar parça parça edildi. Hatta yol
larda ölmüş olan askerlerin Tüfenk ve Kılıçları dahi kı
rıldı. Bütün bunlar, düşmanları tarafından kendi aleyhle
rine kullanılmaması içindi. Ve İbrahim Paşa’nm emri ile
yapıldı. Olabilir. Fakat Mısır’a dönüldüğü zaman bu zayiat
hesap edüdi. Bu, savaşta sağ kalıp dönen askerin 6 ¡aylık
maaşına tekâbül ediyordu. Ve bu zarar, askerlere 6 ay
maaş vermemek suretiyle Ödetildi. Halbuki bu zavallı
askerler-, sırf Mehmet Ali Paşa’nm hırsı— cahı için bu ka
dar zahmet ve meşakkat çekmiş, kanlar dökmüş, üçte
ikisi can vererek telef olmuş iken şimdi de üste Faşa’ya
para ödüyordu. Bu cimriliğe, haksızlığa ve zulme, isim
ve emsâl bulmak güç. Değme zalim böyle zulüm ve değme
Yahudi taciri böyle dolaplı vurgun düşünmez. Zavallı as
ker, mükâfat, hiç değilse teselli beklerken ve bu hakkı
iken, bu defa da böyle cereme Ödüyordu. Paşa’nm umu
runda mı? Her halde kabahat gine Mısırlüar’da. Çünkü:
«Halk Susam gibidir, ezip yağını çıkarmalı.» sözü bir Mı
72
sır Ata Sözüdür. Anlaşılan Paşa bu sözü ihtiraslarına pek
uygun bulmuştu.
Mehmet Ali Paşa, Mısır’da her şeyi inhisarı altına
almış, bunların varidatını da ‘kendi cebine indirmiştir.
Mısır bir çiftlik, o da zalim, cimri bir Ağa idi. Esasen ken
disinin en mümeyyiz vasfı, para hırsı ve cimrilik idi. Mı
sır’da yenilik, garplılık, ilerilik, zannedilen ne yapmış ise,
sırf kazanmak ve hayâl ettiği Osmanlı devletini ele geçir
me arzusu için yapmıştır. Bunun içindir ki, kurduğu fab
rikaların Mısır bünyesine uyup uymayacağını, dolaysiyle
devamlı çalışıp çalışmıyacağını düşünmemiş ve Avrupa’
dan getirttiği teknisyenlerin yerli usta yetiştirmelerine
dikkat etmemiş, bu suretle de verimli ve devamlı bir ne
tice alamamıştır.
Mehmet Ali Paşa, Mısır halkını hiç sevmez, onlara
pire kadar bile ehemmiyet vermezdi. Sevdiği insanlar.
Türklerden sonra Hristiyanlar, bilhassa Fransızlardı. Me
muriyetlere de bunları getirirdi. Fakat, hizmete aldığı
bütün AvrupalIlar, kendi ifadesi ile, 3 tanesi hariç, ken
disine ihanet etmişlerdir. Fellahlara ancak aşağı hizmet
ler verilirdi. Vergi hususunda da onlara pek zalimane
davranılırdı. Gerek para hesabında gerek Ölçü ve tartıda
aldatılırdı. Hesap bilmeyen fellahlar da çoğu bunun far
kına varmazlardı. Vergiyi vermezse dayağı yer, verirse
daha çok vermek için gine kırbaçlanırdı. Fellahlann en
çok ürktüğü iki isim: Urbaş (Kırbaç) ve tahsilgi (Tahsil
dar) idi.
Tahsildarlar, ekseri sahte vergi koçanı verir, daha
sonra ayni vergiyi diğer bir tahsildar tekrar tahsü eder
di. Paşa bunları bari önleşe gine âdilce davranmış olurdu.
Ama böyle tepeden tırnağa zıılme ve zorbalığa dayanan
bir idarede kimi kimden şekva edeceksin. Zalim şahısla
rın zorbalığı üzerine kurulmuş, şahıslara bağlı, onlann
sözlerinin kanun olduğu heryerde bu böyledir zaten. Bü
73
yük zalim başta olursa küçük zalimleri kime şikayet ede
bilirsiniz..
Paşa, yaptığı işlerin çoğunda angarya usulüne baş
vurmuştur. Köylüleri (Fellah) sürü sürü toplar, 'köyler
boşanır, onları sevk edip Fabrikalarında, Ziraat için aç
tırdığı kanallarda ücretsiz çalıştırırdı. Mısırlılar, paşaya
kanaatırulhayriye bentlerini yaparken firavunlara ehram
ları yapan Atalarından daha az güçlük ve belâ çekmedi
ler.
Nü’in fezeyanının artıp Mısır’a bolluk getirmesi de,
Nil’in taşmayıp kıtlık olması da Mısırlı için müsavi idi.
Bolluk olursa, muhtelif isimler altında halkın elindekini
alır. Kıtlık olunca da daha evvel Halktan alıp biriktirdi
ği zahirelerle ihtikâr yapar bu suretle halkı soyardı. Meh
met Ali, Avrupa’yı Mısırda taklit etmek istemiş. Fakat
çoğu Şark Devlet adamları gibi ,ve hele îlim ve görgüsü
de eksik olduğu için onun ruhunu anlayamamıştır. Yap
tığı şeyler kabataslak, basma kalıp, neticesiz bir taklit
çilikten ileri gidememiştir. Kültür ve İslâmi terbiyeden
yoksun olan Paşa, Garbı — özentisine rağmen — kavra
yamadığı gibi Şarklılığın ruhunda mevcut olagelen mert
lik duygularına ve islâma bağlı olanların taşımaları gere
ken Adalet duygusuna azda olsa sahip olamamıştır.
Açıkgöz AvrupalIlar. Onun bu Avrupa hayranlığı ve
onlara yakın görünme hastalığından azami derecede fay'
dalanmaya çalışmışlar. Bu suretle de Mısırdaki menfaat
lerini geliştirme ve devam ettirme yarışına girişmişlerdir.
Bunuda ucuz yoldan başarmanın yolunu bulmuşlardır.
Meselâ: Ingilterenin Mançester Vılyourpool Tüccar
ları tarafından yaptırılan Tunç, Gümüş ve Altın madal
yaların bir tarafına Mehmet Ali paşanın resmi yapılıp
kenarına (Mehmet Ali paşa) yazılmış, diğer tarafına da
sapları birbirleri ile çaprazlaşan 2 hurma dalının ortası
na İngilizce şu ibare yazılmıştır:
74
«To dhe frind of science, kommerce, andonder, Who
prodected the subjeeds and property o f adverse prove-
rers, and fcept open the overland droute do india 1840)
Yani: «Hint kara yolunu serbest tutan, düşman dev
letlerin tabaasını ve mallarını himaye eden nizam, ticaret
ve ilim dostuna»
Bu madalyalar cahil paşanın gururunu okşamaya,
vatandaşların hak ve hürriyet diye neleri varsa hepsi
ayaklar altında çiğnenirken, İngilizlerin tam bir rahatlık
içinde sömürge menfaatlerinin yürütülmesine yetiyordu.
İngilizler, onu övmüşler, namına madalya çıkarmışlardı,
ya, onların yazdığı kadar medeni adil ve büyük bir dev
let adamı sayabilirdi kendini. Ona dayanan zalim dalka
vukları da bunu Vatandaşlara bol bol satıp onun himaye
sinde işlerini yürütebilirlerdi.
Tabi Fransızlar bundan geri kalabilirler mi idi. On
lar, hem de Devlet eliyle bu işi yaptılar. Fransız Hükü
metinin Mehmet Ali namına çıkardığı madalyanın bir ta
rafında paşanın Resmi olup yanında şu yazı vardı:
«Mehmet Ali Regenerateur de t Egpyte»
«Mısır'ın yaradıcısı Mehmet Ali»
Diğer yüzünde ise arapça ve Fransızca olarak şu
ibare yazılı
«Memleketinin şerefini necabetle müdafaa etmesini
bilir.»
Fransız Hükümeti bu madalyayı bir kılıçla beraber
paşa’ya hediye etmiş ve onun gururunu okşıyarak işlerini
yürütmüştür.
Paşayı Avrupanın ileri Devletleri övmüş, büyütmüş
tü ya artık içerdeki insanları onu zalim sayması, onu hat
ta tenkit etmesi ne haddine... Böyle, AvrupalIların övdü
ğü, madalyalar verdiği, yaradıcı, kurucu, koruyucu bü
yük Devlet adamı dediği bir insanı küçüksemek, ona itaat
etmemek ha. Kimin haddine! Ona sadece saygı gerekir
di ...Onun sahte büyüklüğünü gelecek nesillere öğrete
bilecek anıtlar dikmek gerekirdi. Nitekim de öyle oldu.
Halbuki Lozan anlaşması ile Türk Devletinin son
hükümranlık haklarının da tamamen kaldırılarak Ingi
liz himayesindeki Mısır idaresinde ahfadının müstakil
kaldığı ve bu Mehmet Ali soyunun idaresinde aradan tam
İ asır da geçtiği halde son ihtilâlle Mısır idaresine el
konduğu zaman Mısır, iktisadi, içtimai ve idari bakım
dan ciddi bir iadım ileri gitmiş sayılmazdı.
Nitekim ihtilâlcilerin zoru ile Mehmet Ali paşanın
son ahfadı Mısın terkederken, onun Garp ruhu ve lisanı
ile dirilttiği iddia edüen Mısırdan hatıra olarak bıraktık-
lan. Firavunların ehramları yanında pek böcür kalan
Garp örneği heykellerinden ibaret olan anıtları idi. Ve
Mısır ve zavallı Mısır halkı, bu defa da Sovyet Rusya hay
ranı başka bir firavun taslağının sahte yaradıcılığmı al
kışlamak için kendisini zorlayan yeni «Urbaş» şakırtıla
rına boynunu uzatmış bulunmaktadır.
Paşa, Fransızlara düşkün olduğundan ilk önce hep
Fransızlara iş gördürdü. Fransız olsun da ehliyetli, eh
liyetsiz, namuslu, namussuz ayırmadan aldı. Bu gelen
Fransızlann çoğu mahkûm kaçak ve Fransâda tutuna
mayıp Mısır’da iş ve macera arayan aç ve serseri takımı
idi paşa bunlardan Mısır’ı Avrupa teknik ve medeniyeti
ne ulaştıracaklarını bekledi. Halbuki bunların yaptıkları
kendi muharrirlerinin de inkâr edemediği gibi utandırıcı
şeylerdi. Paşa bizzat, 1836 yılında divanda şöyle demiş
tir: «Bana gelen ve kendilerine iş verdiğim AvrupalIlar
dan yalnız 3 tanesi iyi çıkmıştır.» Daha sonra, Ingiliz ve
îtalyanlardan da adam almış ve çalıştırmıştır. Bunlardan
Suriyede çalıştırdığı Brettel adında bir İngiliz mühendisi,
Suriyenin maden ve diğer ahvalini tesbit ederek gidip In-
gilizlere anlatmıştır. Akka kalesini tahkim ile vazifelen
dirdiği İtalyan Mühendisi Delcaretto da, İngiliz donan
ması Akkâ önüne gelir gelmez îngilizlere kaçarak kalenin
plânlarını İngiliz amirlerine teslim etmiştir.
Bu suretle, Paşanın AvrupalI ve Hıristiyan hayran
lığı kendisine de, idare ettiği Millete de sadece nedamet
vermiştir. Kendi Milli ve rûhi hâzinesini inkâr veya ihmal
edip bunu yabancılardan dilenen her aklı kıt yabancı
hayranı gibi...
Mehmet Ali paşanın müsbet veya menfi büyük ola
rak tavsif edilen işlerini tarihçüer şöyle sıralarlar:
1 Kölemenlerin Mısır’da kökünü kurutmak,
2 İkinci Mahmudu yenmek ve Osmanlı Devletini in
kırazın eşiğine getirmek,
S Mısır’ın yegâne çiftçisi, fabrikatörü, taciri olmak,
4 Mısır’a Avrupa tarzını ve buna bağlı dipsiz bir tan-
zimat taslağını sokmak,
5 Mısır’da Zirâî, İktisadî ve Askerî bazı tedbirler al
mak,
6 Mısır’ı ve Mısırlıları tam manası ile: soymak,
7 Askerlik ve ağır vergilerle Mısır’ı iktisaden mah
vetmek.
Gine tarihçiler Mehmet Ali paşanın işlerini öz ola-
rak 2 kısma bölerler:
a) Servet ve mevki hırsı ile yaptığı işler,
b) Bu hırsa vasıl olmak için yapmış olduğu imar ve
tanzim işleri
Batlemyus ve büyük İskenderi sever, hikâyelerini
naklettirip dinlerdi. Büyük İskenderden bahsedilirken;
«ben de MakedonyalIyım.» diye böbürlendiği de olurdu.
Her zalim gibi, onun da akıbeti iyi olmamış, henüz
dünyada iken zulmünün cezası başlamış ve dostu ve ha
misi Fransa imparatorunun başına gelen felaket üzeri
ne başlayan delilik hali iki sene devam etmiştir. Ve son iki
senesini böyle deli olarak geçirdikten sonra îskenderiyede
hayatı terk edip gitmiştir.
77
P OLY AN US
78
İhım çıkarmıştı. İran şahı Şâpür ile Irak cephesinde harp
etmek mecburiyetinde kalan Polyanus, orada düşman as
kerleri tarafından katledilmiştir.
Polyanus, ölürken bile Hz. İsa’ya karşı olan kinini ye
nememiş ve ona karşı oluşun cezası olarak öldürüldüğü
nün elem ve ıstırap hisleri içinde ölmüş, ölürken de vü
cudundaki kılıç darbelerinin açtığı yaralardan akan kan
ları avuç avuç gök yüzüne doğru saçmış ve: «Ey îsa, ni
hayet bugün sen beni mağlup ettin,» diye haykırarak can
vermiştir.
79
E O M A ’ LILAKIN CEZASI
80
birleşen ordu, Roma üzerine yürüdü. Romalılar büyiik bir
hazırlıkla karşı çıkmış ve şiddetli mukavemet etmişlerse
de — Ceza günleri gelmiş olduğu için — kâr etmedi. Kar-
taealıiann ikanı tuttu onları, eşsiz zulümlerinin, cezasını
münasip şekilde gördüler. Mağlûp ve perişan oldular ve
tarihlerin yazdığma göre; tam seksen bin ölü verdiler o
gün Romalılar.
NERON ( Ñ ER O)
£2
Roma âyânı buna karşı müştereken baş kaldırdılar.
Hayatının tehlikeye girdiğini gören zalim Neron, kaçarak
kurtulabileceğini zannetti ve kaçtı. Fakat sadece saltana
tını terketmek, zulümlerinin karşılığı olamazdı. Habis
varlığı, insanlık için bir yüz karası idi. Peşini bırakmadı
lar. Askerler ardına düştü ve kıstırdılar. Akibeünin fe
caatini gören zalim, yeis ve dehşet içinde intihar etti.
Böylece kendi pis kanı, kimsenin elinin bulanmasına lü
zum. kalmadan yine kendi kanlı elleri ile temizlendi.
Ölürken: «Eyvah, insanlık büyük bir dahî kaybedi
yor.» deyişi, onun aynı zamanda — her zalim gibi — ne
büyük bir ahmak kişi olduğunu gösteren en güzel bir
örnektir.
83
T U T î S
84
ya Sâre’ye çok iltifat etti. Ona Cariyesi Hacer’i ve bir
çok yiyecek ve mallar hediye etti. Hz. İbrahim’in emri ile
Sâre, yiyecek ve cariyeyi kabul, fakat diğer eşyaları red
detti.
Firavunla Sâre arasında geçen bütün bu hadiseler
Cenab-ı Hak tarafından Hz. İbrahim’e gösterildi.
İşte bu firavun Tutis, çok şiddetli, mağrur, zalim bir
hükümdar idi. Esasen iktidara da bir cinayetle geçmişti.
Diğer kardeşlerine fırsat bırakmamak için öz babasını
öldürerek tahta çıkmıştı. Babası ise ,obur, ahlâksız, ay
yaş bir adamdı.
Bir gün böyle gene sarhoş bir halde sarayında otu
ran babası Malya’nın üzerine saldıran Tutis, onu öldüre
rek tahta geçmişti.
Zulüm ve gaddarlıkla geçen saltanatının son günle
ri ise; daha dehşetli bir duruma girmişti. Tek kızı Hor-
ya’dan başka evlâda sahip olmayan Tutis, kızının salta
natına rakip çıkmasınlar diye, kendilerinden şüphelendi
ği bütün akraba ve devlet adamlarım bir bir katlettirme-
ye başlamıştı. Bu zulmün sonunun gelmeyeceğini ve bu
suretle devlet adamlarından da tamamen mahrum kala
cağını gören kızı Horya, babasını zehir içiçerek Öldürmüş
ve kendisi kalan devlet adamı ve hanedan halkı ile dev
leti idare etmek üzere Mısır tahtına oturmuştur.
85
T E O D A T O S
86
V E L İ D
87
Halifenin bir vazifesi de halka namaz kıldırmak, yani ce
maate imam olmaktı. Bir sabah, ezan okunurken, halife
Velid, cariyesi ile şarap içiyordu. Kalktı, cariyesi ile cima
etti ve sonra da:
«Yemin olsun ki, bu gün namazı kimse kıldırmaya
cak, sen kıldıracaksın.» dedi.
Cariye, padişahın elbiselerini giydi. Cünup ve sarhoş
yalpalayarak gitti ve cemaate imam oldu.
Velid bir gün harem dairesine geçer. Haremde yetiş
kin kızı, dadısı üe oturmaktadır. Velid, hemen kızının üze
rine çullanır ve zavallı öz kızının bikrini izale eder. Duru
mu dehşetle seyreden dadı:
«Bu senin yaptığın mecûsiliktir. Zira kızları ile ev
lenmeği mubah gören onlardır.» deyince, ahlâksız Velid,
şu şiiri okur:
88
Velîd, Nasr bin Seyyar’ı Horasan’a vali tayin etti.
Irak Amili olan Yusuf Sakafî de Velid’e adam gönderip
pazarlık etti. Vali Nasr’ı bütün amilleri ile beraber satın
aldı. Nasr’a da, ehlü ayalini ve emvalini alıp gelmesi için
emir gönderdi. Beri taraftan da Velid, bütün vergileri ile
Yusuf’a sattığı ayni Nasr'a emir göndererek; ne kadar
güzel at ve doğan varsa toplanmasını, oyun ve çalgı âlet
leri, altın, gümüş ibrikler yaptırmasını, bütün bunları ve
Horasan ileri gelenlerini alıp Şam’a gelmesini emretti.
Anlaşılan geniş emeller besliyor, ulaşılmaz zevkler
içinde yoğrulu saltanatını sürdürmek istiyordu.
Velid’in sayısız zulüm ve ahlâksızlıkları 'kısa zaman
da her tarafta nefretle duyuldu. Dedikodusu edilir oldu.
Halk, bîzar oldu. Nihayet, babasının diğer cariyelerinden
olan kızları yani kendi baba bir kız kardeşleri ile de res
men evlenmesi, halikın tahammülünü taşırdı. Bütün Eme-
vî halkı bu sapığın hal’edilmesinde birleşti. Yerine amca
zadesi Yezid’i halife nasb ettiler. Yezid, Şam’ı zabpetti.
Velid, durumu öğrendiği zaman, Şam nahiyelerinden Ted-
mür’de av ve eğlence ile meşguldü. Yezid, asker göndere
rek Velid’i ¡kuşattı. Velid, karşı geldi ise de askeri mağ
lûp oldu ve kendisi Hisnüi Bahr’da sıkıştırıldı. İşin bitti
ğini gören Velid, henüz ilk senesinde bulunduğu saltana
tını tatlılıkla devam ettirebilmek ümidiyle saray kapısına
kadar çıkmış ve her sapık zalim gibi bükemediği kolu
öpercesine şu sözleri söylemiştir:
— «Ey asker, içinizde asıl ve ulu bir ikimse varsa
çıksm, konuşalım.» Yezid bin Anbese, ileri çıikarak: «İşte
ben varım ey Velid! Ne söylemek istiyorsan bana söyle.»
dedi. Velid:
«Ben sizin maaşlarınızı arttırmadım mı? Ben sizin
ağır mükellefiyetlerinizi kaldırıp bahşişler vermedim mi?
Neden bana karşı böyle isyan ediyorsunuz?»
89
Yezid:
«Biz, sana şahsi işlerimiz için baş kaldırmış değiliz.
Bağlı bulunduğumuz İlâhî kanun namına seni azl ediyor
ve cezalandırmak istiyoruz. Çünkü sen; şarap içtin, kı
zma tecavüz ettin, kız kardeşlerinle evlendin. Bu suretle
Allah’ın yasaklarını çiğnedin, onun emirlerini küçümse
yip onlara ve onları ihtiva eden kitaba hakaret ettin. İş
te ; biz senden bunları, bu zulüm ve ahlâksızlıklarını dava
ediyoruz.» dedi.
Bu suretle ümidini kesen Velid, odasma çekilereik,
daha yakında okla paramparça ettiği Kur’an-ı Kerim’i
eline aldı: «Bu gün Hz. Osman'ın şehid olduğu gün gibi
dir.» diye okumaya başladı.
Bu sırada asker, evini kuşattı. Önde Yezid bin An-
bese olmak üzere beş-on asker duvarı aşıp odasma girdi
ler, başına, yüzüne ve diğer yerlerine vurulan kılıç dar
beleri ile habis canını aldılar. Başını kestiler, yüzünü ya
ralarını diktiler ve başını bir mızrağa geçirerek yeni hü
kümdar Yezid’e gönderdiler.
90
Y U S U F S A K A F Î
91
.mızdır, biz malı biliriz.» der. Bu defa kâtibe: «Gördün mü
a soysuz adam, sen ne anlarsın ¡bu işten? Adam doğru
söylüyor.» der. Kâtip: «Bu herif, senede ancak böyle bir
veya iki kumaş dokur. Ben ise yılda 'böyle yüz çeşit ku
maş elden geçiririm.» deyince Vali Yusuf bu defa da bu
nu tasdik eder... Sonra da kumaşın düğümlerini saydır
mış ve bir tek düğüm eksik çıkınca da adama yüz kırbaç
vurdurmuştur.
Daha evvel Yemen amili idi. Irak valiliğine tayini çı
kıp, yola çıkmaya karar verince, 'bir cariyesini çağınp;
— «Benimle beraber gelir misin?» der. Kızcağız:
— «Gelirim.» deyince de: «Sen bırnu şehvetine olan
düşkünlüğünden söylüyor ve istiyorsun.» diye azarlar ve
cellâdı çağırıp: «Vur şunun kafasını» der.
İkinci cariyesini çağırıp aynı teklifi yapınca, bu da:
«Hayır gelmek istemiyorum.» der. Bu defa da: «Bu, se
nin zühdündendir.» der, onu da cellâda teslim eder.
Üçiincü cariyeyi çağırıp aynı teklifi yapar. Bu, ikisi
nin halini bildiği için: «Bilmiyorum» der. Bu defa bunu
da aynı şekilde cellâda teslim eder ve her üç kızcağızı da
böylece sebepsiz yere öldürtür.
Kendisi kısa ¡boylu idi. Elbise dikmek için gelen terzi:
«Bu ıkumaş çoktur, artar.» derse, onun boynunu vurdurur.
«Bu kumaş azdır, size bundan çıkmaz, daha 'kumaş lâ
zım.» derse memnun olurdu. Bunu bilen terziler, her el
bise diktirdiğinde, kumaş parçalarını saklar; «Yetmedi,
daha lâzım.» diye haJber gönderirler, o da memnuniyetle
kumaş gönderirdi.
Bir gün kâtibi dairesine gelemez. Vali Yusuf sebebi
ni sorar, adamcağız korkusundan: «Efendim! Dişim çok
ağrıyordu. Onun için dün size hizmet şerefinden mahrum
oldum.» der. Vali hemen diş hekimini çağınr: «Şunun
dişini çek.» der, çektirir. Sonra da; «Onun yanındakini de
$2
çek de, bir gün o da ağrıyıp işe gelmesine mani olmasın.»
der ve adamcağızın her iki dişini de söktürür.
Daha nice acaiplikleri olan bu adam, Irak’a vali olur
olmaz, eski valinin bütün malını müsadere ve kendisini
de diğer bütün amilleri üe beraber hapsetti.
Ayrıca, bu eski vali Halid.in, Hz, Hüseyin’in torunu
imam Zeyde külliyetli miktarda mal emanet etmiş olduğu
iftirasını Halife Hişam’a duyurdu. Halife, ifade almak
üzere mazûl vali Halid’i huzuruna çağırırken; Yusuf da
Hz. imam Zeyd’i çağırarak bir hayli — edepsizce — azar
ladı. imam, bunun tamamen bir iftiradan ibaret olduğunu
isbat ettikten sonra kalkıp Kûfe’ye gitti. Ve bu zalim Yu
suf’un iftirası, ikinci bir Kerbelâ vak’asma sebep oldu.
Şöyle ki:
imam Zeyd, Yusuf’un şerrinden kaçmak .saklanmak
ve sık sık yer değiştirmek mecburiyetini hissetti. Bu du
rumu büen ve Emevî idaresinden bîzar olan bir kısım
halk etrafına toplandı. O kadar ki, 40 bin kadar Hz. Ali
taraftan Zeyd’in etrafında toplanıp onunla bir harekete
hazır olduklarını söyler oldular. İmam Zeyd bunlara, de
desi gibi, inandı. Kûfelilere güvenmenin doğru olmadığı
nı söyleyen dostlarını dinlemedi. Esasen bu sırada vali
Yusuf da ¡kendisini şiddetle aramakta idi. Ve hayatı mut
laka tehlikede idi. Bu durumda, artık bir hareket zarure
tini kabul ve kırk 'bini bulan taraftarlarına ilân etti.
Bunun üzerine taraftan görünen Kûfe’li Alevî’ler
onu son bir imtihana tabi tuttular; ileri gelenlerden bir
gurup gelerek:
— «Şeyheyni mühteremeyn (= Hz. Ebubekir v
Ömer) hakkında inancınız nedir, ey imam?» diye sordu
lar. İmam Zeyd :«Allah onlara rahmet ve mağfiret et
sin, derim. Çünkü ecdadımdan, mensup olduğum aileden
bundan başka, hayır duadan başka birşey duymadım.»
der. Bunun üzerine adamlar imamı refüze ettiler. Kendi
93
lerine de refeze (= Rafizâler) dendi. Ve imamı bırakıp
ayrıldılar. İmam Zeyd’in yanında sadece 300 kişi 'kaldı (*)'.
Hz. Ali’ye bağlı olduklarını söyleyen Ibu sahtekârlar, Hz.
Ali’nin oğlundan sonra torununu da böylece çöl ortasında
ve düşman çemberi içinde yapayalnız bırakmışlardır.
imam Zeyd, bazı miinâdiler çıkararak: «Ey, falan,
filân nerdesiniz?» diye çağırtmışsa da hiç kimse ses çı
karmamış, çekip gitmişlerdir. Bu arada, imamın etraf mı
sarmış bulunan Yusuf’un ordusu, bu ¡bir avuç gönüllü kar
şısında evvelâ bozulmuş, daha sonra aldığı çok sayıda
takviye kuvveti ile bunların çoğunu ¡katletmiştir. İmam
Zeyd, alnından aldığı bir ok yarası sonunda bir eve kal
dırılarak gece bir cerrah tarafından oık çıkarılmış ise de,
ok beynine geçmiş olduğundan çıkarılır çıkarılmaz ru
hunu teslim eylemiştir.
Cesedini Hor’a defnettiler ve düşman eline geçme
mesi için de üzerinden su akıttılar. Fakat imamın cesedi
ni savaş meydanında bulamayan Yusuf, onu şiddetle ara
yıp soruşturdu. Bunun üzerine, Hz. Seyd’üı azaıtlı kölele
rinden Sindî isminde bir habis adam onun medfun bulun
duğu yeri gösterdi. Yusuf, cesedi çıkarttı, başını kesip
Hişam’a gönderdi. Hişam, onu uzun müddet Şam ikapısı
üzerinde asılı tuttuktan sonra Medine’ye gönderdi.
Yusuf da Zeyd’in cesedini, diğer arkadaşları; Nasr,
Muaviye ve Zeyyad’ın cesetleri üe beraber bir çöplüğe as
tırarak .başına nöbetçi dikti ve Hişam’ın hükümdarlığı
müddetince orada asılı kaldı. Yusuf’un kızından torunu
olan sapık Velid halife olunca da cesedi indirip yaiktüar.
Yusuf, ayrıca eski vali Halid’i halife Velid’ten beş
müyon dirheme satın alarak hapisten çıkardı ve sapık
zevkine uygun işkenceler tatbik ederek Öldürttü.
94
Halka karşı zulümleri ise sayılmayacak kadar çok
olan bu zalimi halkın başından, diğer zalim, Halife Velid’i
defeden yeni halife Yezid defetti. Yezid, Yusuf'u Irak va
liliğinden azl ve yerine Mansur’u tayin etti. Ve kendisine,
Yusuf’un zulmünü unutturacak, onun açtığı yaralan te
davi edecek şeküde halka karşı adil ve merhametli dav
ranmasını emretti.
Yusuf, gizlice Şam’a kaçtı. Orada, ele geçmemek için
kendini gizledi. Mervan’ın halifeliğine kadar da orada
mahpus kalarak hayatını geçirdi. Fakat Mervan zama
nında ele geçirilerek katledildi ve zalim varlığı ortadan
kaldırıldı.
95
Z O M Î S Y A N Ü S
96
Z E H R A P A Ş A
F . : 7 — 97
det bu genç ile hareminde yaşar, sonra bundan usanırdı.
O zaman da, bunu dışarı salıvermenin mahzurlu olacağı,
sırrını dışarıda faş edeceği düşüncesiyle genci boğdurur,
cesedini saray yakınındaki kanala attırırdı.
Sonra gelsin yenisi...
Bu minval üzere bir hayli zaman geçti. Boğulup de
nize atılan Zehra Paşa’nın attığı gençlerin sayısı bir hay
li arttı. Kanaldan çıkan cesetlerin sayısı gün geçtikçe
yükselmeye başladı. Halkı bir merak ve endişedir aldı. Bu
cesetler nereden geliyordu ?
Nihayet kanaldan çıkan ve ardı arası kepilmez olan
genç erkek cesetlerinin hikâyelerini öğrenmek için halk
harekete geçti. İşi tahkik ettiler. Ve Zehra Hanımın ma
ceralarını öğrendiler. Durum hemen şehre yayüdı. Herkes
tarafından bilinir ve söylenir oldu.
Fakat Zehra Paşa, halâ macerasına devam ediyor,
rezalet ve cinayetlerinin sarhoşluğuna dalmış gidiyordu.
Zehra Hanımın sarayının içini dolduran iğrenç kokuları
taşıyan cesetler, gine kanalın çamurlu sulan içinde sü
rüklenip akıyordu.
Tarihte nice ahlâksızlar, nice caniler gelip geçmişti;
ama bunun gibi her melaneti şahsında birleştirmiş hem de
kadın kişiler pek enderdi. Bu, tam manasiyle bir dişi ca
navar kesilmiş, Mısır Kraliçesi meşhur Kleopatra’nın ha
bis ruhunu şahsında en belli şekilde temsil etmişti.
Onun bu rezalet ve cinayetleri herkesi meşgul etme
ye başlamıştı. Aklı başında herkes buna bir çare düşünü
yor, macera heveslileri de kendilerine göre bazı deneme
lere girişmeyi tasarlıyordu.
Marsel’e göre; Mısır’da bulunan ecnebiler de bunun
la bir hayli ügilenmişler. Bu arada, bir Fransız da kendi
ne göre bir çare, bir macera şekli düşünmüş, böyle ma
ceralara hevesli iki gürbüz Fransız gencini süâhlayıp süs
98
leyerek günlerce haremağalarmın uğraması muhtemel
olan yerlerde bekletmiş. Maksadı, bu silâhlı gençleri sa
raya sokup bu püsküllü belâdan Mısırlıları kurtarmak
mış. Fakat, günlerce bu gençleri haremağalarımn uğra-1
ması muhtemel olan yerlerde beklettiği halde bir türlü
haremağaları onların yanma uğramamış ve Fransız da
bu macera denemesine fırsat bulamamıştı.
En sonunda durum, babası Mehmet Ali Paşa’nın ku
lağına kadar gitmişti. Kendi hali de pek adilâne olmamak
la beraber, Vali Mehmet Ali Paşa’yı bu durum pek üz
müştü.
Bu canavarlaşmış kızını öyle kolay tedbirlerle artık
yola getiremiyeceğini anlayan Paşa, kızı Zehra Paşa’nın
oturduğu bu rezalet yuvası sarayın bütün pencerelerini
taşla ördürmüştü.
Fakat, çak geçmeden bunun da yeterli bir tedbir ol
madığını gördü. Bunun üzerine Mehmet Ali Paşa, tekrar
bir emir daha verdi: Saray’ın bir tanesi hariç diğer bü
tün giriş-çıkış kapılarını taşlarla ördürdü. Bu kapının
önüne de, gece gündüz nöbet (tutmak, kendi müsaadesi
olmadan hiç kimseyi saraya bırakmamak gartiyle bir
müfreze asker koydu ve kızı Zehra Paşa’yı bu ışık alma
yan ve dış hayattan tamamen tecrit edilmiş saray isimli
dört duvar araşma hapsederek kendi haline terk etmiş
tir.
Artık, Zehra Paşa’nm sarayı yakınından aJkan kana
lın çamurlu suları arasında saraydaki iğrenç kokulan
taşıyan, genç insan cesetleri görülmez olmuştu.
99
İ Ç İ N D E K İ L E R
Önsöz ...................................................... 7
Amr Bin Münzir .................................... 9
Münzir Oğlu Numan. ............................. 11
Andronikos ............ . ............................. 13
Asliya .................. .................................. 14
Byurasep - Dahhak .............................. 16
Blatııs ...................................................... 19
Demustak Tekfur Fokas ..................... 25
Despos ..................................................... 28
Emliyos ................................................... 29
Yahudi Fityon Salebi ......................... 31
Fokas .................... ........................ ... 33
HACCAC (ZALİM) .............................. 35
Huzeyfe .............. ................................. 42
Hürmüz ................................................... 46
Kays Bin Hatim .................................... 49
Kaliıkûla ................................................... 50
Mısır'da Paris’li Bir Firavun .............. 51
Liyo’nun Katilleri ................................... 55
Leon’un Çocukları .................................. 57
Martina ve Hırakleonas ........................ 58
Mezdek .................................... .............. 59
Mika.il ...................................................... 63
Kavalalı Mehmet Ali Paşa ................... 64
Polyamıs ................................................. 78
Roma’lılarm Cezası ............................... 80
Neron (Nero) ......................................... 82
Tutis ......................................................... 84
Teodatos .................................................. 86
Velid ......................................................... 87
Yusuf Sakafi .......................................... 91
Zomisyanus.............................................. 96
Zehra Paşa ............................................ 97