You are on page 1of 97

TARİH B O Y U N C A

MEŞHUR ZALİMLER
ve
Akibetleri
(I. KİTAP)
Kapak : GÜRBÜZ A Z A K

Bu kitap, Eylül 1969 da, Özdemir Basımevin de


dizilip, 5000 adet basılmıştır.
Tarih Boyunca

Meşhur Zalim ler


ve
Âkibetleri

Y azan:

N A l i PAPATYA
(Bursa Müftüsü)
İSTEME ADRESLERİ :

N AÎL P A P A T Y A

Müftü

BURSA
ÖNS ÖZ

Bu küçük esere varlık âlemini adaletin en şaşmaz terazisi üze­


rine kuran ve cidden hamd edilmeye lâyık olan Allah’ın ismiyle
başlarken o adaletin bir beşer olarak en güzel tatbik örneğini ve­
ren Hz. Muhammed’e sâlât ve selâm ederim.
Bu kitap, herhangi bir iddianın mahsulü değildir; sadece zul­
me meyli olan insanlara tarihten ibret ışığı tutmak arzusundadır.
Bunun için, tarihte bilinen meşhur zalimlerin zulüm ve dünyadaki
cezalarını en kısa ve açık şekilde aksettirmeye çalışmış, bunu ya­
parken de; yaşayanları zulümden korumak niyetiyle de olsa bir
ölmüş insana, yapmadığı şeyi isnat etmenin mesuliyeti düşünüle­
rek tarihlerin verdiği haberler aktarılmakla yetinilmiştir.
A ynı zamanda bu kitapta, daha çok eski zalimlerden bahsedil­
miştir. Yeni zalimlerden bahseden ikinci kitabı yazabilmek arzu­
muzdur. Am a her zalim, zulmünü alkışlayanların sırtında yüksel­
diği için, bu ahmaklar guruhunun sonu gelmeden onları iyice ta­
nıtabilmek mümkün olmuyor. Onları tanıyanlar ise, zaten böyle
bir uyarmıya ihtiyacı olmayan bahtiyar insanlardır. Bununla be­
raber, tarih, her şeyi açıklıyacaktır.

NAİL PAPATYA
7/8/1969 BURSA
AMR Bİ N M Ü N Z Î R

Hire hükümdarı olan ve peygamberimiz doğduğun­


da sekiz senelik padişah bulunan Münzir oğlu Amr, iki
şairden şikâyetçidir. Bunlar zamanın ve hükmettiği Hire
ve Bahreyn çevresinin meşhûr şairleridir. Halk tarafın­
dan büyük itibar gören ve geniş birer kabüenin de men­
subu bulunan bu şairler; Mütelemmis ve Abd oğlu Tara-
fe'dir.
Her ikisi de hükümdar Amr ve kardeşi Kâpûs’tan
memnun değiller, dolayısıyle de her zaman, her yerde on­
ları şiirleriyle hicvetmekteler. Padişah, pek üzgün ve kız­
gın. Fakat halkın onlara olan alâkasını bildiği için ses çı­
karamaz. Normal bir şekilde onları cezalandırmaya imkân
ve cesaret bulamaz.
Bunun üzerine bir hüe ile bunları öldürtmek ister.
Onları davet ederek kendilerine iltifat gösterir ve elleri­
ne birer mektup vererek: «Bunları alın, Bahreyndeki va­
lime götürün. Ona, size yüzer bin lira vermesini yazdım.
Sizin şöhret ve hizmetinize lâyık bir ikramda bulunmak
için buradaki imkânlarımız elverişli değü, oranın hazîne­
sinde daha geniş tahsisat var, hem bir gezmiş olursunuz»
der.
Yola çıkan şairlerden Mütelemmis şüpehelenir ve
zarfı açar. Bir de ne görsün; valiye hitaben: «Bu Müte-
lemmiş denen şair gelince, hemen el ve ayaklarını kes ve

9
idam et.» yazılı. Hemen mektubu yırtıp atıyor ve arkada­
şını da ikaz ediyorsa da, O, dinlemiyor; «Benim kabilem
geniş, ona sonra benim kanımı bağışlamaz. B-untm için
benim hakkımda böyle bir şey yaşabileceğine ihtimal ver­
mem.» diyor ve mektubu açmadan doğru Bahreyn valisi­
ne götürüyor. Bahreyn valisi de mektupta yazüan emir
icabı şair Tarafe’yi, el ve ayaklarını kestirip idam ettiri­
yor.
Fakat hükümdar Amr da iyi bir akibete uğramıyor.
Düşman kabilelerden Tağleb kabilesi reislerinden diğer
bir Amr, yani Amr bin Gülsüm tarafından katlediliyor
ve saltanatı kardeşi Kâpûs’a kalıyor.

10
MÜNZİR OĞLU NUMAN

Hire hükümdarı olan Numan tarihin kaydettiği sa­


yılı sapık zalimlerdendir. İran namına ülkesine hükme­
den bu padişah, tanassur etmiş (Hiristiyan dinine girmiş)
bir araptı. 22 senelik hükümdarlığı ibret ve dehşetle do­
ludur.
Şakâikmnûman buna mensuptur. Bir gün kırda ge­
zerken şekaik çiçekleri üe dolu bir yer gördü. Çiçekleri
pek beğendi ve bu çiçeklerin korunmasını emretti. Bu su­
retle bu çiçekler korunup değer kazandığı için bu çiçek­
lere Şakâikmnûman adı verildi. Bu onun hoş tarafı. Fa­
kat madalyonun ters tarafı başka:
Numan içkiye pek düşkündü. İki de, beraber içki iç­
tiği kafadarı vardı. Bunlar: Said oğlu Amr ile Malik oğlu
Amr idi. Onlarsız edemez, onlarsız içemezdi Numan.. Fa­
kat ne oldu ise gene bu içki yüzünden oldu. Zaten içki:
«Bütün kötülüklerin başı» idi.
Gene bir akşam üç kafadar içmişlerdi. Ama bu ak­
şam padişah Numan, fazlaca kaçırmış ve iyice sarhoş ol­
muştu. Ve bu hal içinde aşka gelen Numan, her iki ka­
fadarını, yani iki Amr’ı diri diri toprağa gömdürdü.
SaıbaJı olunca ayılıyor, durumu öğreniyor ve piş­
man oluyor. Ama, iş işten geçmiştir artık. Emrediyor,
üzerlerine bir kubbeli kabir inşa ettiriyor ve onların bu
haline pek üzülüyor. Fakat asıl işin fecaati, zulmün kat­
merlisi bundan sonra başlıyor. Öyle bir zulüm, öyle bir
vahşet ki, okumadan tahmin etmek mümkün değil. Gün­

11
leri ikiye bölüyor: hayır günü, şer günü. Ve hayır günün­
de her rastgeldiğine ihsanda bulunuyor. Şer gününde de
her rast geldiğini öldürtüp kanıyla kafadarlarının kabir­
lerinin duvarlarını renklendiriyor.
Numan, gene bu şer günlerinin birinde, yüzlerce se­
ne yaşadığı söylenen Abid’e rast geüyor ve: «Tamam!
bugün ölüm sırası sende. Ancak evvelâ bir şiir okuman
lâzım.» diyor. Zavallı Abid—Başa gelen çekilir diye şu
mânâya gelen arapça şiirini okuyor: «Tekrarı olmayan
bu günde, ailesinin en talihsizi Abid’dir.»
Numan sordu: «Nasıl bir ölümle ölmek istersin?»
Abîd: «Bana, iyice sarhoş oluncaya kadar içki içir.
Ondan sonra da ensemden bir vuruşta işimi bitir.» dedi
ve zalim Numan öyle yaptı. Onun kanı ile de kafadarı
Amr’ların türbe duvarlarını renklendirdi.
İşte bu sapık zalimin akibeti de kendine lâyık şe­
kilde oldu. İlâhî adalet onu da ibret verici şekilde cezalan­
dırdı. Hâdise şöyle oldu:
İran hükümdarı, Numan’m kızını istetti. Numan:
«Sığır gibi bir kız, öyle yüce bir hükümdara lâyık olabi­
lir m i?» diye mazeret beyanıyle kızını vermek istemedi­
ğini yazdı. Bu arapça mektuıbu İran Kisra’sına tercüme
eden arap tercüman, Numan’m eski düşmanlarından biri
idi ve mektubu şöyle tercüme etti: «Benim kızım, sığır gi­
bi bir adama lâyık mıdır?»
Bunu duyan Kisrâ, küplere bindi. Haddini bildirmek
üzere Numan’m hemen yakalanarak huzuruna getirilme­
sini istedi. Numan kaçtı. Uzun müddet firar gezdi. Fa­
kat sonunda, İran askerleri yakalayarak onu, Kisrâ Per-
viz’e teslim ettiler.
Perviz, onu evvelâ hapsetti. Daha sonra bımu kâfi
görmiyerek hapisten çıkartıp onu fillerin ayakları altın­
da ezdirmek suretiyle öldürttü. Böylece bir zalimin daha
kanı toprağa serildi ve cezasını buldu.

12
A N D R O N l K O S

Andronikos, imparator Aleksi’nin amcazadesi idi.


Aleksi henüz onüç yaşında olduğıı için daha yaşlı ve tec­
rübeli olan Andronikos ona naib tayin edilmişti. Onun na­
mına şimdilik devlet işlerine bakacaktı. Fakat aşın ih­
tirası ona rahat vermedi. Bu kadarını 'kendisine kâfi gör­
medi; Saltanatı müstakillen eline geçirmek sevdasına düş­
tü,
imparator ve amcazadesi Aleksi sağ oldukça da bu­
na imkân yoktu. Onun vücudunu kaldırınca saltanata sa­
hip olacağını ve bunun devam edeceğini zannetti.
Her zalim ve kötü niyetli insan gibi o da aldandı.
Sayesinde bu imkâna sahip olduğu amcazadesi Aleksi’yi
Öldürttü ve imparatorluk tahtına kuruldu.
Fakat İlâhî adalet onun da yakasını bırakmadı. Sal­
tanatı ancak iki sene sürdü. Daha önceki harplerden do­
layı Bizans’a intikam hissi besleyen Frenk’ler, İstanbul’a
büyük hazırlıklarla gelip hücum ettiler, surları kuşattı­
lar. Kalelerden kuş uçamaz oldu. Halk sıkıntıya düştü.
Fakat Andronik hâlâ kendi zevk ve eğlencesinin peşinde
idi. Vaktini; cephede, kale surlarında geçirecek yerde,
sayfiye yerlerinde, zevk ve eğlence ile geçiriyordu. Hal­
kın sıkıntısı, feryadı; tehlikeye giren şehir ve devlet onu
fazla alâkadar etmiyordu.
Artık bu duruma daha fazla tahammül edemeyen
halk isyan etti. İmparatorun daha önce hapsettirdiği İzakı
hapisten çıkararak etrafına toplandı. Hep beraber gide­
rek yazlıkta eğlenmekte olan bu zalim ve katil imparato­
ru kati ve yerine îzak’ı imparator ilân etti.

13
ASLÎYÂ.

Beni İsrail hükümdarlarındandır. Hz, Süleymaadan


sonra yedinci hükümdar olarak gelmiştir. Esasen, zalim
bir padişahın karısı idi. Kendisinden evvel padişah olan
kocası Yevvem, iktidarda rakipsiz kalabilmek ve uzun
müddet saltanatı sürdürebümek için bütün kardeşlerini
bir bir katlettirmişti.
Ama buna rağmen bu emeline erememiş, bu cinayet­
leri üzerine Allah'ın gazabına uğramış ve çaresiz bir has­
talıkla perişan bir halde ölüvermişti.
Karısı Asliyâ, bundan ibret alacağı yerde, aksine
daha kötü yola sapmıştı. Her türlü ahlâksızlığı terviç
etmiş, kadın ve erkek bütün vatandaşlara zinayı serbest
bırakmıştı.
Esasen sağlam olmayan Israü oğullarının ahlâkı büs­
bütün bozulmuştu. Kötü arzulan frenleyen müeyyideler
kaldırılınca, cemiyet hayatı iyice sarsılmıştı.
Bu durum, aklı erenleri tedirgin etti. Asliyâ hakkın­
da umumi nefreti tevlit etti. Kendisi de bu durumu sezdi.
Fakat ters yol tuttu. Cemiyete ahlâk ve adaleti getirerek
hem cemiyeti, hem de durumunu kuvvetlendireceği yer­
de, kötü yolunu zuiiim ve kötülüüde takviyeye çalıştı.
Sahip olduğu saltanatta devamlı kalabilmek için ko­
casının yolunu tuttu. Hatta o kadartada kalmadı: Kocası
yalnız kardeşlerini öldürtmüştü. Bu ise, bütün saltanat
ailesinin erkek evlâtlarını katlettirdi. Ancak bir tanesi

14
canını bu katliamdan kurtarmıştı. Bu, kardeşinin oğlu Ye-
vaş'tı.
Gerçi Yevaş da kurbanlar listesine dahildi, ama ka­
deri onun imdadına bir hami çıkardı. Halası ve o devirde
pek muteber bir sınıf olan kâhinlerin reisi Yuyazi'nin
karısı bulunan Yusi, onu saklamıştı.
Halası bu çocuğu mümkün olduğu kadar gizli ve iti­
na üe yetiştirdi. Çocuk yedi yaşına girince, artık bekleme­
nin; hem çocuk, hem de cemiyet için tehlikeli olacağını
düşünerek onu vazifeye çağırdı. Çocuk, bu zalim ve ¡kö­
tü ruhlu kraliçenin hayatına son vererek kendisi tahta
geçti.

15
B Y U RA SE P — D A H H A K

Kadim İran şahlârındandır. Efsanevî bir zalimdir.


Meşhur İran hükümdarı Cemşîd’e karşı yaptığı bir ihti­
lâl neticesinde tahta çıkmıştı. Son zamanlarında zulüm ve
gurura sapan Cemgîd’ten halk soğumuş, onu istemez ol­
muştu. Aslında zadegan olmayan, fakat Gemşid’in üeri
gelen memurlarından olan Dahhâk, halkın önüne geçmiş,
Cemşîd’e karşı bir ihtilâl yapmıştı. Cemşîd, mağlûp ola­
rak kaçmış, fakat Dahhâk onu yakalayarak öldürmüş ve
yerine tahta çıkmıştır.
Bazıları, bunun arap asıllı olduğunu söyler. Fakat
gerçeğe yakm olanın şu olduğu kabul edüir ki; Dahhâk,
Cemşîd’in hemşiresinin oğludur. Lâkabı olan Dahhâk,
farsça Deh— Âk’ten gelmedir ve «On ayıp» manasınadır.
Zulüm ve kötülüğüne işaret olarak takılmış olması muh­
temeldir.
Bunun zulümleri efsaneleşmiştir. Meşhur zalim Nem-
rud’un da bunun valüerinden biri olduğu ve Hz. İbrahim’in
bunun son günlerinde geldiği nakledilir. Yani bu adam,
Nemrud’un da kendisine bağlı olduğu bir zalim Nemrud
idi.
Hükümdar olunca halka türlü gümrükler ve ağır
vergüer yüklemiş, gerek bu ağır vergileri ödeyemeyen,
gerek muhtelif vesilelerle yakalanan sayısız insanların
kimini öldürtmüş, kiminin elini, ayağını kestirtmiştir.
Zamanında, geniş İran saltanatı toprakları tam bir
zulüm meşheri ve bir insan salhanesi haline gelmiştir.

16
Aksilik bu ya, omuzlarında iki mühim yara peydah ol­
muş, her iki omuzundaki yaraya hergün birer insan beyni
koymadıkça ağrıları dinmezmiş. Dolayısı il© her gün sıra
ile iki insan yakalanır, kesilir, beyni çıkarılarak bu za­
limin yaralarına sürülür ve bu suretle ağrıları dindirilir-
miş. Bu hal ise, saltanatı devammca tam bin sene sür­
müş.
Nihayet sıra, Kâbî ismindeki bir adamcağızın göz
bebeği mesabesindeki oğullarına gelmiş. Dahhâk, bunları
da yakalatarak öldürtmüş. Isfehanlı bir demirci olan Kâ­
bı, çocuklarının acısını bir türlü unutamamış ve bu za­
limden intikam almaya karar vermiş. Uzun bir sırık ha­
zırlayan Kâbî, belindeki deri önlüğü bu sırığa bayrak ola­
rak asmış, bu suretle bayrak kaldırarak isyan etmiş.
Bu zalimin idaresinden bizar olan halk, Kâbî’nin et­
rafına toplanarak saraya yürümüş. Bu durum karşısında
tütunamayan Dahhâk, kaçmış ve saray işgal edilmiş.
Halk, bu kahraman Kâbî’yi hükümdar yapmak iste­
mişse de Kâbî; kendisinin şehzade olmadığını söyleyerek
bunu reddetmiş ve Dahhâk’ın zulmünden anası ile bera­
ber bir köye kaçıp halen saklanan Feridun isminde bir
şehzadenin var olduğunu söyleyerek onu getirtmiş ve onu
padişah yapmışlar.
Feridûn, saraya ve tahta yerleşerek Dahhâk’m bü­
tün emvaline el koymuş, zalim Dahhâk’ı takip ederek De-
vamend’te yakalamış ve habis ruhunu, kendine yakşınr
şekilde cesedinden ayırmıştır.
Bu zalimden kurtulan zavallı İran halkı, onun öldü­
rüldüğü günü Mihrican bayramı olarak ilân etmiştir, ki
hâlen takvimlerde bu gün kaydedüir.
Feridûn, Kâbî’nin bayrak yaptığı deriyi envai çeşit

F. : 2 — 17
kıymetli taşlarla süsleyip padişah sancağı yapmış ve Kâ­
bı’yi de baş vezir tayin etmiştir.
Feridun’un «Derfeşkâviyânî» ismini koyduttuğu bu
sancak, mukaddes bir emanet olmuştu. Mühim harp ve
hadiselerde açılır, kendisinden zafer ve uğur beklenirdi.
Nihayet bu sancak, Kadisiye harbinde müsliimanla-
rın eline geçmiştir.

18
BLATUS

Arap tarihçilerine göre adı Tulrna veya Veiid’tir. Hz.


Musa ile mücadele eden meşhur firavunun bu olduğu ka­
bul edilir. Arap tarihçilerine göre arap asıllıdır. Amali-
ka’dan veya Aşmun evlâdındajıdır. Mısır—Kıptî tarihçi­
lerine göre de; Mısır’ı! ve Kıptî’dir. Isfehanlı olduğu da
söylenir. Altıyüzyirmi sene yaşadığı, fakat bu müddet
zarfında ne başının, ne de dişinin ağrımadığı ve daima
genç ve dinç kaldığı söylenir.
Kendisinin, kısa boylu, uzun sakallı, şehlâ gözlü ve
sol gözü küçük, topal, kasık, gösterişsiz, bet yaratılışlı
bir adam olduğu nakledilir. Fakat zeki, hüekâr, zalim ve
mütekebbir...
Daha evvel Kâşim, Efsamus veya Eksamus adlı fi-
ravn’ın vezirliğini yapmıştır. Vezir oluşu hakkında şöy­
le bir rivayet vardır:
Kendisi aslen Isfehan’lıdır. Alacaklılarından kaça­
rak Mısır'a geldi. Şehrin kapısında büyük bir karpuz gö­
rüp fiatmı sordu. «Bir dirhem» dediler. Şehre girip aynı
karpuzların birer akçeye satıldığım görünce, «Bu kârlı
bir iştir.» diye karpuz ticareti yapıp para kazanmayı dü­
şünür. Dışarı çıkaralk bir miktar karpuz alıp şehir içine
satmaya götürür. Fakat bir de ne görsün; karpuzların
ancak bir tanesinin parasım alabilir. Geri kalan bütün
karpuzları halk kapışıp yağma ederler ve parasını ver­
meden kaçarlar. Blatus; «Bu ne haldir. Bu şehirde ha­
kim yok mu?» diye sorunca: «Padişahımız, zevk ve sefa-

19
sından başka bir şeye bakmaz. Vezir ise; milleti soyup-
mal biriktirmekten başka birşey düşünmez. Onun için
milletin hali ve asayişi ile alâkalanan olmaz.» dediler.
Bunun üzerine Blatııs, şehrin mezarına giderek yerleş­
ti ve her defnedilen ölüden beş akçe haraç almaya başla­
dı. Ve senelerce halkı soyup bol bol para biriktirdiği hal­
de kimse onun bu zulmüne müdahale etmedi. Nihayet bir
gün, hükümdarın bir kızı ölür ve mezara getirirler. Bla-
tur, ondan da aynı parayı isteyince, ölü ile gelen bazı sa­
ray erkânı itiraz ederler. Ölünün firavunun kızı olduğunu,
bundan para isteyemiyeceğini söylerler. Fakat Blatus din­
lemez ve onlar itiraz ettikçe fiatı arttırır ve yüz akçeye
kadar çıkarır.
Durumu padişaha haber verirler; o da vezirini çağırıp
bunun ne demek olduğunu ve bu adamın kim olduğunu
sorar. Fakat, kendi çıkarı dışında bir şeyler ilgilenmeyen
vezir, durumdan bi haberdir ve Firavn’e durumdan ha­
beri olmadığını söyler. Bunun üzerine Firavn, bu mezarlık
hükümdarını huzuruna çağırmalarını ister. Bu suretle
Blatus, Firavn’in huzuruna çıkar. Firavn; «Bu ne iş­
tir diye sorunca Bltus; başından geçen karpuz hikâyesini
naklettikten sonra; «Padişahım, ben bu işi senin nazarını
çekip bu suretle huzuruna çağırılayım ve halkın bu acı
durumunu sana duyurayım da halkının durumuna eğile­
rek onu düzeltmen için sana yardımcı olayım diye yap­
tım.» deyince, Padişah bu durumdan memnun kalır ve
vezirini bu kötü idareden ötürü idam eden ve Blatus’u
kendine vezir edinir.
Fivavn Kâşim, iktidarının otuzbirinci senesinde kay­
bolunca, Blatus, ona vekâleten devleti idareye başladı. Fa­
kat, Firavn’ın ne olduğu, neden kaybolduğu bir türlü öğ-
renilememişti. Bu durum karşısında halk, Blatus’tan şüp­
helenmeye başladı. Zamanında, üzerinde yıldız şekilleri
naJkş olunmuş 'bir top, ateşsiz ekmek pişiren bir fırın,

20
ateş haline gelebilen bir su, hava haline gelebilen bir
cam v.s... icat edildiği nakledilen Firavn Kâşim’i, ara­
dan onbir sene geçmesine rağmen halk, bir türlü unut­
mamıştı. Nihayet, onun ne olduğunu bize izah edemediği­
ne göre herhalde sen öldürdün, diye halk Blatus’a karşı
baş kaldırdı ise de Blatus, kurnazlıkla bu durumu önledi
ve artık yetişen şehzade Latus’u tahta çıkardı. Latus da
Blatus’u vekil yaparak Said’e gönderdi ve başka bir vezir
tayin etti.
Yeni Firavn Latus, yolu çabuk şaşırmıştı. Çoğu fi-
ravnlerde olduğu gibi büyük bir gurura kapüdı. Mısır’da
büyük itibarları olan hakim ve sihirbazlar da dahil kim­
seye kıymet vermez, hatta hiç kimseye huzurunda otur­
maya müsaade etmez oldu. Halka cevrü cefaya başladı.
Halk, kendisinden nefret etti. Blatus’un idaresini arama­
ya başladı.
Bunu öğrenen Blatus, isyan «itti. Saltanata talip ol­
du. Latus üzerine iki ordu gönderdi. Fakat ikisi de mağ­
lûp oldu. Halk, Blatus’un etrafında toplandı. Bunun üze­
rine zalim ve mağrur Latos, intihar etti ve Blatus da Mı­
sır firavunluğu tahtına geçti. Hz. Musa ile olan hikâyesi
meşhurdur.
Mukaddes kitabımız Kur’an-ı Kerim'de de geniş şe­
kilde anlatılan Hz. Musa ve Firavn hikâyesinin özü şöyle-
Jir:
Hz. Yusuf zamanında Mısır’a gelip yerleşen İsrail
Oğulları, zamanla çoğalmışlardı. Bunlar dedelerinin dini­
ne bağlı oldukları için putperest Mısırlıların putları üe
alay ederler, Mısırlılarla pek anlaşamazlardı. Halk, kral
Mâdan’a şikâyet etti. Mâdan, y ahudilere Menf şehri önün­
de ayrı bir mahal tayin ederek buraya yerleşmelerini ve
yerli Kıptî’lerle karışmam alarmı emretti.
Daha sonra kral Kâşim zamanında yahudilerle Kıp­
tî’lerin arası iyice açılmış, kral da halka, Yahudilerin kö­

21
leleri olduğunu, onlar hakkında istedikleri gibi hareket
etmekte serbest olduklarını ilân etmişti.
İşte Firavn Blatus zamanına kadar ahval böyle iken;
günün birinde kâhinler, İsrail oğullarından gelecek bir
oğlanın kendi hayatına son vereceğini Blatus’a haber ve­
rirler.
Bunca yıl saltanat sürdüğü halde zulüm ve ihtirası
bitmeyen ve kendisine bunca ömür, sıhhat ve saltanat
bahşeden Allah.ı inkâr edip halkı kendine taptıran bu
mağrur Firavn, buna pek kızdı. Sivri akimca üâhî takdi­
ri önlemeye çalıştı. Bir ferman çıkartarak yahuddlerin ev­
lenmelerini yasakladı. Ayrıca her doğan oğlan çocuğun da
öldürülmesini istedi. Bir çok masum katledildi.
Gariptir ki, Hz. Musa doğdu, bizzat Firavnin sara­
yında, kraliçenin himayesine a.lmdı ve hem de öz annesi­
nin sütü üe beslenerek büyüdü. Delikanlüık çağında bir
hadiseden ötürü Medyen’e kaçtı. Peygamber Şuayb AJey-
bisselâmm yanında uzun müddet kaldı. Daha sonra kar­
deşi Hz. Harun Aleyhisselâm üe firavn Blatus’a elçilik va­
zifesi üe gönderildiler. îmana, bir olan Allah’a imana,
tanrılık davasından ve insanlara zulüm etmekten vaz geç­
meye davet ettiler. Kıptîleri tanrılığına inandırmış olan
ve İsrail oğullarına köle nazarı üe bakan firavne, daha
düne kadar kendi sarayında beslenerek büyüyen bu gen­
cin ve kardeşinin teklifleri pek komik geldi. Onlarla alay
etti. Delilikle, sihirbazlıkla itham etti. Hatta, onları kü­
çük düşürmek için, çok güvendiği sihirbazları üe halkın
huzurunda imtihana davet etti. Fakat Hz. Musa'nın mû-
oizeli asasının karşısında sihirbazların sihirleri perişan ol­
du. Sihirbazlar, bu durum karşısında secdeye kapanıp
iman ettiler. Hz. Musa’ya tabi oldular. Firavn, bu mağlû­
biyet karşısında pek öfkelendi. Kendisinin tanrılığını in­
kâr edip. Hz. Musa’ya iman eden sihirbazları şiddetle ce­
zalandırdı. Ve bütün bu mucizeler ve peygamberlerin ikaz*

22
lan karşısında insaf ve imana gelecek yerde, gururunu
ve zulmünü arttırdı.
Hz. Mûsâ, Allah’ın emri üe İsrail oğullarını alıp yo­
la çıktı. Firavn Blatus da, erkân ve ordusu ile peşlerine
düştü. Allah’ın emri ile Hz. Musa, âsâsını suya vurdu.
Sudan Musâ kavminin oniki kolu için oniki yol açıldı ve
geçtiler.
Arkalarından firavn, avanesi ile geldi. Su, henüz açık
duruyordu. Suların dağ gibi iki tarafa yığılarak yolların
açıldığını gören Firavn, her mağrur ve zalim gibi, gene
ahmakça davrandı; erkân ve ordusuna dönerek haykır­
dı:
«Ey kavmin! Ben, boşuna mülkün sahibi ve yaratı­
cısı olduğumu söylemiyorum, işte görün, denizler bile
bana yol vermek için açıldı. Hâlâ tanrılığımda şüphe eden
var mı?»
Fanilere ve putlara tapan her ahmak gibi onlar da
bu şarlatanlığı ve bu şarlatan ve ahmak liderlerini hara­
ret ve hayranlıkla tasdik ettiler ve alkışladılar. Ve hiç te­
reddüt etmeden haşmetlû sahte tamıları firanv Blatus’un
açtığını zannettikleri ve aslında Allah’a iman eden ve tes­
lim olan Mûsâ ve kavmi için açılan su yollarına girdiler.
Mûsâ kavmine yetişmek için de gurur ve heybetle üerle-
diler. Firavn ve bütün avanesi su yolunun içine girmiş ve
nerede ise Blatus’un da kendi tanrılığına kendisinin de
inanacağı bir an gelmişti ki, iki yanda dev gibi emri İlâhî­
yi bekliyen sular, birbirine kavuşuverdi. Fivarn ve avane­
si de dehşet ve feryat içinde gark olup gitti.
Bütün gururların sökmediğini ve ümitlerin bittiğini
gören firavn, her münkir gibi, vicdanında gizleyip örtme­
ye çalıştığı imanını ilân etmiş ve: «Ben de Musa’nın inan­
dığı Allah’a iman ettim.» diye haykırmıştır, ama, pişman­
lığın fayda verdiği an çoktan geçmişti.

23
Zalimlerin bu akibeti o kadar müthiş olmuştu ki,
Mısır’lı kadınlar, devleti idare edebilecek Mısır’lı, kabili­
yetli bir adam kalmadığı için, aralarında toplanarak bir
kadını tahta çıkardılar.
Ve zulme ve inkâra alkış tutmanın cezasını uzun
yıllar çektiler.

24
DEMTISTAK TEKFUR FOKAS

Tekfur, Bizans imparatorudur. Daha önceki impara­


tor Romanos zamanında onun sayılı kumandalarından
idi. Girit ve Halep seferlerinde baş kumandanlık etmişti.
Her ikisi de İslâm ülkesine olan bu seferlerden pek de
parlak bir netice alamamıştı. Girit’ten mağlûp olarak dön­
müş, Halep seferinde ise; yazlık sarayında gafil avlanan
ve sonra basıldığını görünce bütün eşya ve silâhlarını bı­
rakıp halkı ile Halep kalesine sığman Seyfûddevle’nin
yazlık sarayında bıraktığı silâh ve eşyayı toplayarak bu
bol ganimetle İstanbul’a dönmüştü.
Bununla beraber Tekfur, bir hayli ün kazanmış,
kendisini imparatorluğa namzet görmeye başlamıştı. Her
Bizans kumandan veya devlet adamının kalbinde yatan
arslanın onun kalbinde de yatması tabii idi.
Fakat tam kader yüzüne gülecekken iş sarpa sarmış­
tı:
İmparator Romanos, şehvet israfından ileri geldiği
söylenen bir hastalıktan ölmüştü. Ama imparatorluğun
varisleri çıkmış ve Tekfur’un önüne geçmişlerdi. Bunlar:
Romanos’un oğullan Kostantin ve Vasiliyus idi. Bunlar,
müştereken imparatorluk tahtına çıkmışlar, hatta üçün­
cü olarak anneleri Siyafano da onlara ortak olmuştu.
Bu fırsatı kaçıran Tekfur, pek üzülmüştü. Ne yapıp
yapıp bu kadın ve tecrübesiz gençlerin elinden tahtı ko­
parmak lâzımdı ve yolda muvaffakiyetli çalışmalar yap­
tı.

25
Bir yandan halkı kazanmaya, şöhretini duyurmaya
çalışırken; bir yandan da, tahtın ayaklarını ellerinde tu­
tan patrik ve imparatoriçe Siyafano’nun gönüllerini hoş
etti. Beş aylık bu zekice çalışmalardan sonra, patrikin
liyle imparatorluk tacını giydi, halk kendisine biat etti
ve üstelik Siyafano ile de evlendi.
Tekfur, imparator olur olmaz istikbalde işleyeceği
zulüm ve haksızlıkların ilk işaretini de vermiş oldu: Ha­
len zevcesi olan annelerinin de hatırına bakmadan mazûl
imparator Kosfcantin ve Vasiliyus kardeşleri yakalatıp
bir adaya sürdürdü.
Tekfur’un yedi veya on senelik saltanatı daha çok
İslâm beldeleri üzerine akınlarla geçti. Kıbrıs, Klorya, Sa-
kaliye, Kilikya (Çukurova), Müstebna ve Tarsus üzerine
seferler yapmış, bilhassa kendisinin fethettiği Müstebna
kalesinde sayısız müslüman halkını kılıçtan geçirerek şe­
hit etmiştir.
Müslümanlar için bir belâ olmakla beraber aslında
cesur ve tedbirli bir devlet adamı olduğu ve dış seferlerde
başarılar sağladığı halde, aşırı zulüm ve tamahkârlığın­
dan ötürü ne Rum halkının, ne de saray erkânının sempa­
tisini kazanamamıştı.
Tekfur, suçlu gördüğü vatandaşları akla gelmedik
işkence şekilleri ile öldürtür, sık sık muhtelif bahanelerle
zenginlerin mallarına el koydurur, hâzineye aldırırdı. Za­
man zaman bozuk ayarlı sikkeler ( paralar) piyasaya sür­
dürüp halkın elindeki yüksek ayarlı paralan çekerdi. Hat­
ta tamahkârlıkta ve halka karşı gaddarlıka o kadar ileri
gitti ki; zamanında büyük bir kıtlık oldu. Halk çok sıkın­
tıya düştü ve aç halkı, halkın imdadına koşmakta tek Mes’
ul olan imparator Demustak Tekfur, gözü dönmüş bir
canavar gibi halkın bu açlığından istifadeye kalkıştı. Elin­
deki imkânlarla ihtikâr yaparak büyük vurgunlar vurdu.

26
Nihayet İlâhî adalet onu cezalandırmak istemiş ola­
cak ki, kendi eliyle buna bir zemin hazırladı: Tekfur, ken­
di eliyle imparatorluğu kardeşi Liyon’a devretmek ve bu­
nu da gene bir zulümle tamamlamak istedi. Kardeşine
rakip olmasınlar diye sürgündeki Kostantin ve Vasüi-
yus’u getirtip onları hadım ettirmeye kalkıştı. Bunu ha­
ber alan karısı Siyafano, annelik gayreti ile hemen ha­
rekete geçti, imparator üe arası açık olan Anadolu vali­
sine haber göndererek yardım talep etti. Vali, bazı gü­
vendiği adamları ile yola çıkıp İstanbul’a geldi. Gece,
Ahırkapı’dan, bir arslanın bir sığın parçalar şekilde taş­
tan yontma resminin bulunduğu mahalden iplerle tırma­
narak kale içine girdiler ve Tekfur’un sarayına geldiler.
Tekfur’un kansı Siyafano, onlan karşıladı ve Tekfur’un
yatak odasına götürdü ve zalim hükümdann oracıkta işi­
ne son verdiler.
Fakat, vaktiyle çocuklarına ihanet edip bu zalime sal­
tanatı devreden Siyafano da bu kadarla yakasını kurta­
rabilmiş olmuyordu. İmparator olmak isteyen Anadolu
Valisine karşı patrik diretti: «Sen imparatorun katilisin.
Katil olmadığını ispat Siyafano’yu tecziye ve çocuklarını
ortak etmedikçe sana taç giydirmem ve kiliseye sokmam»
dedi.
Bunun üzerine vali, katil olmadığına yemin etti. Si­
yafano’yu sürgün etti. Kostantin ve Vasiliyus’u da kendi­
ne ortak ve ordularına baş kumandan tayin etti. Ve pat­
rik de kendisine taç giydirdi ve kiliseye girmesine izin
verdi.

Bu vali Çemuşkin’in akibeti de aynı şekilde son bul­


muş, Vasiliyus tarafından zehirlenerek öldürülmüş, yeri­
ne geçen Vasiliyus da bir kumandanı tarafından hapse­
dilmiş ve orada kahrından telef olmuştur.

2?
D E S P O S

İlk hıristiyan imparator olarak bilinen Filibos ve ay­


nı şekilde tanassur eden oğlu, putperest halk tarafından
öldürüldükten sonra tahta çıkan Despos, bu putperestlik
heyecanının adamı idi. Aslında iyi bir idareci ve cesur bir
kumandan olduğu halde, putperestlik tassubu, onu zalim
bir insan yapmıştı. Bu hal ise; onun zalim bir insan ola­
rak tarihe geçmesine ve cezalanmasına sebep oldu.
Hrsitiyanlara karşı hiç insafı yoktu. Onları topluca
kati ettirmekte, diğer Roma imparatorlarını da geçmişti.
Onun bu gaddarlığı İlâhî adalete dokunmuş olacak ki,
başına Got’ları musallat etti. Ülkesinin Trakya (Trasya)
ve Hungarya kısımlarına taarruz eden Got’lara karşı çık­
tı ise de muvaffak olamadı. Saltanatına ortak ettiği oğlu
da yanında idi. Got’lar her ikisini de ele geçirdiler ve milâ­
dî 255 senesinde katlettiler. Ve putları onun yardımına
yetişemediler.

28
E M L İ Y O S

Tarihlerde, Roma şehrinin kuruluşu ile alâkalı ri­


vayetlerde de geçen Emliyos’un hikâyesi şöyledir:
Emliyos’un babası ve Roma çevresinin hükümdarı
olan Herkülos, uzun süren saltanatının sonlarında, salta­
nat haklarını büyük oğlu Nömitör’e devreder. Bunun üze­
rine Emliyos isyan ederek taraftarları ile babasını devirir
ve saltanatı eline geçirir. Babasını ve ağabeyi Nömitör’ü
hapseder. Ağabeyinin oğlu Austos’u öldürtür. Onun kız
kardeşi Riyasilâya’yı da İffetini koruması şartı ile Zeşta
adlı putun hizmetine verir.
Emliyos, rakipsiz saltanatma devam ededursım, Ri~
yasüâya da sözünde durmayarak hamile kaldı ve ikiz oğ­
lan doğurdu. Amcası Emliyos’tan korktuğu için, de Rome-
nos ve Romos adındaki çocuklarını Beslemek üzere bir ço­
bana verdi. (Bazıları, çobana bizzat durumu Öğrenen kral
ISmliyos tarafından öldürülmek üzere verildiğini, çobanın
bunları kıyamayıp beslediğini yazar.) Çobanuı karısı Lîba
(Kurt) çocukları emzirerek büyüttü. (Gene bazüan, ço­
banın karısının adının kurt manasına geldiğine aldana­
rak, çocukların Emliyos tarafından Tiber nehrine atıldı­
ğını, dalgalar tarafından kıyıya çıkarıldıklarını orada da
bir kurt tarafından emzirildiklerini, sonra çoban ta­
rafından görülerek alınıp karısına görüldüklerini rivayet
rderler.) Delikanlılık çağma gelen kardeşler, hadiseleri
vı* büyük amcalarından intikam almak için çareler arı­
yorlar.

29
Günün, birinde, avlanmakta olan Emliyos’u tenha
bir yerde sıkıştırarak üzerine hücum edip öldürüyorlar ve
bu suretle dayı ve dedelerinin intikamını alıyorlar.
Romalos kardeşler zalimi cezalandırdıktan sonra, he­
nüz hayatta olan dedeleri Nomitor’ü hapisten çıikararak
tahta çıkarmışlar. Bu suretle büyük güç ve ün kadanan
kardeşler, dedelerinden sonra tahta geçerek Tiber nehri
kenarında bu günkü Roma şehrinin temellerini de atmış­
lardır.

30
YAHUDİ FİTYON SALEBİ

Medine’nin eski ismi «Yesrib» idi. Burada eskiden


beri meskûn olan yalı udi kabileleri ile Yemen’den meşhur
Arim Selinden sonra gelen bazı arap kabileleri otururdu.
Yahudiler: Kurayza, Nadir, Kaynuka, Benû Mâsile.. Za-
gorâ v.s. kabileleri ve araplar da Bvs ve Hazrec kabilele­
ri idi.
Bütün kabilelerin ayrı semtleri, harp zamanında sı­
ğınacak kuleleri vardı.
Araplar, daha sonra geldikleri ve az oldukları için,
ilk zamanlar hep yahudiler hakim durumda idiler. Fa­
kat zamanla araplar da hakimiyeti ara sıra ellerine geçir­
ine imkânlarını araştırdılar ve muvaffak da oldular Çün­
kü yahudilerin zuliime devamlı tahammül mümkün değil­
di.
Gene yahudilerin hakim olduğu bir devre idi. Belde­
nin hakimi de yahudüerden Fıtyon idi. Bu Fltyon, o ka­
dar ahlâksız bir adam idi k i: beldesinde evlenen biri oldu
mu, gerdeğe evvelâ kendisi girerdi. Böyle emretmiş ve
böyle de tatbik ediyordu.
Günün birinde, Açlan oğlu Malik adında bir delikan­
lının kız kardeşi nişanlanır, düğün hazırlığı başlar, fakat
düğün merasimi içinde Fityon da var. Hazrec’ü bir arap
olan Malik’in, durumu düşündükçe aklı ibaşndan gidiyor,
bunu bir türlü hazmedemiyor, bunun için de hemşiresinin
diiğününe sevinecek yerde dç kan ağlıyordu. Bir yahudi-

31
nin, zulmen hemşiresine tecavüzüne Bu bir kıral da ol­
sa asla göz yumamazdı, yummamalı idi.
Nihayet, her ne pahasına olursa olsun bu işe bir son,
vermeye karar verdi ve hemşiresinin düğün hazırlığı ile
beraber kendisi de hazırlığını tamamladı.
Malik, kadın kıyafetine girmiş, süslenmiş ve genç te
olduğu için anlaşılmaz hale gelmişti. Bu kıyafetle ve elbi­
sesinin altına gizlendiği kılıçla, hemşiresi ile beraber gelin
odasına girdi.
Gelinin hazır olduğunu haber alan Fityon, hemen ge­
lip odaya girer ve odada yalnız kadınlar olduğu ve esa­
sen tatbik edegeldiği bir iş olduğu için hiç şüphelenmez,
oturur. Malik de kılıcını çökerek bu zalim ve ahlâksız ada­
mın canını cehenneme gönderir.
Hayatı tehlikeye giren Malik, hemen Medine'yi terk
ederek Şam’a gider. Orada durumu arap Gassânî hüküm­
darının yakınlarına duyurur, onlar hükümdara nakle­
derler. Hükümdar, bu iğrenç zulmü duyunca pek mütees­
sir oldu ve gidip Yesrib (Medine) yahudilerini cezalandır­
madıkça ailesine dönmiyeceğine yemin etti.
Büyük bir askerle yola çıkan Şam hükümdarı, Ye-
men’e gidiyormuş gibi yapıp Yesrib’e uğradı. Bütün ya-
hudi ileri gelenlerini yemeğe davet etti, Yahudiler de bu
ziyafete bütün yakınları ile geldüer. Fakat hepsinin na­
sipleri, yemek yerine kılıç oldu. Evs ve Hazrec arap ka­
bileleri de yahudilerin zulmünden kurtulduktan başka;
onların mallarına, hurmalıklarına ortak, kendilerine ha­
kim oldular.

32
F O K A S

Roma imparatorlanndandır. Saltanat soyundan de­


ğil idi. Sekiz sene saltanatta kaldı. İktidara geçer geçmez,
selefi imparator Muriki’nin evlad ve akrabalarından kim*
lor varsa hepsini takip edip toplattı ve hepsini katlettir­
di. Bu bigünah insanları böyle zulmen öldürttüğünü halk­
tan saklı tutmaya çalıştı. Bu suretle, saltanatta rakip ola­
bilecekleri bertaraf ederken ayni zamanda halkın sempa­
tisini de kaybetmemiş olacaktı.
Fakat bu cinayetlerin haberi gizli kalmadı. Ta Iran
şahı Perviz Behram’m kulağına kadar gitti. Perviz, eski
imparator Müriki’nin dostu ve damadı idi. Hatta velini­
meti idi; çünki, Çopinle olan harbinde ona sığınmış, im­
parator da onu himaye ile kalmamış, ülkesini düşmandan
kurtararak ona iade etmiş, üstelik kızını da vererek onu
kendisine damat edinmişti.
işte şah Perviz, bunun için kayın pederinin katledili­
şi ve üstelik yerine imparator olan Fokas’ın bütün saray
mensuplarını öldürtmesi karşısında harekete geçmiş, ev­
vela askerlerini Mısır, Şam ve Kudüs üzerine sevk ederek
oralarını Rumların elinden almış ve bir çok adamı inti­
kam hissi üe katlettirmiştir.
Daha sonra büyük bir hazırlık yaparak İstanbul üze­
rine sefere çıktı. Hatta Îstanbula kadar gelen Iran asker­
leri, îstanbulu denizden kuşattılar.
Bu sırada, İstanbul halkına zahire temin eden ve
onları İran askerine karşı harekete getiren ve bu suretle

F. : 3 — 33
halkın sevgisini kazanan Hirakl isminde ileri görüşlü bir
adam vardı.
Bu açıkgöz adam, fırsatı kaçırmadı. Rum halkına
acem askerinin geliş sebeplerini açıkladı. Bütün bu düş­
manları üzerine çeken adamın imparator Fokas olduğu­
nu, onun eski hanedan halkına yapmış olduğu zulümlerin,
onların akrabası olan Iran şahını kızdırdığını ve bunun
acısını zavallı halkın çektiğini anlattı. Halk bunun üzerine
galeyana geldi. İsyan etti. Ve sarayı basarak zalim ve
korkak imparatoru öldürdüler, yerine Hirkal’ı imparator­
luk tahtına çıkardılar.

34
H A C C A C ( Z A L İ M )

Emevi Halifesi Abdülmelik’in İrak* valisidir. Zalimlik


bunun 'sıfatı olmuştur. Bu, hem zalim, hem de Hz. Hüse­
yin’e ihanet ve zulmeden Küfe ve diğer İraklıların cezası
idi. Gaddarlığını kendisi de bilir ve bununla öğünürdü.
Abdülmelik hükümdar olunca, Hz. Hüseyin’e yaptık­
ları ihanete pişman olan Şiî’ler, Kûfe’de isyan ettiler. Ab-
dübnelik’in ordusu ile Ver da kuyusu civarında yapılan
savaşta, Hz. Hüseyin’in intikamını almak içdn kılıçlarının
kabzalarını kırarak ölünceye kadar savaşmak üzere sal­
dıran Şiî’ler galip geldiler.
Bu defa Şiî’ler, Küfe ve Basra’da da ayaklanınca,
halife, Muhallebi komutan olarak gönderdi. Fakat o da
mağlup olarak halifeden yardım istedi. Bunun üzerine
Abdülmelik, huzurundaki kumandanlara, Muhalleb’in
mektubunu okuyarak: «İçinizden İran’a kim gidecek?» di­
ye sordu. Kimse çıkıp bu işe gönüllü olmak istemedi. Sa­
lona çöken bir anlık sessizlikten sonra Haccac bin Yu­
suf ayağa kalktı: «Ya Emirilmüminıin! Sizin aradığınız
adam ¡benim.» dedi. Halife: «Sen otur.» dedi. Fakat Ha­
life ikinci, üçüncü defa olarak huzurundakiiere aynı suali
sorup da yine bu müslümanlann arasındaJd kavgaya baş
olacak kimse çıkmayınca, Haccac, tekrar ayağa kalkarak
şöyle dedi: «Cenab-ı Hah şahit, Ya Emirilmüminin! Bu
iş için aradığınız adam benim.» Abdülmelik: «Sen bu işin
ehli değilsin. Zira sen, herkesi eşek ansı gibi sokarsm.»
dedi. Fakat gene de başka çıkar yol göremeyen Abdülme-

35
lik, saltanatının takviyesi için .bunu Irak valisi tayin etti.
Haccac birliklerini alarak yola çıktı. Küfe yakının­
daki Kadisıye’ye varınca, birliklerine kendisini takiben
bütün gece yürümelerini emretti. Sonra üzerine su hır-
balan yüklenmiş, ayağma tez bir hecin devesi istetti. Ge­
tirilen devenin çıplak sırtına binerek, bir elinde Kur’an-ı
Kerim, üzerinde de basit bir maşlah ile basit bir sarık
olduğu halde deve sırtında rüzgâr gibi çölün yollarına
düştü. Bu halile ve son süratle Küfe şehrine geldi. Yalnız
başına şehre girdi. Sonra caddelerde herkesi namaza ça­
ğırarak dolaşmaya başladı. O sırada ordu mensupları, ev­
lerinde aile ve azatlı köleleri ile beraber oturmaktaydılar.
Biribirlerine: «Haydi, toplanalım.» dediler. Ve Muham­
met ibni Ümeyr, azatlı köleleri peşinde, Haccac’ı camiye
kadar takip etti. Camiye girdiklerinde ise; Haccac’ın kür­
süde put gibi sessiz ve hareketsiz oturduğunu gördü.
Bunun üzerine Ümeyr: «Böyle bir adamı Irak’m ba­
şına getirdikleri için bütün Ümeyye oğullarının Allah ca­
nını alsın.» diye bağırdı. Sonra da Haccac’ı taşlamaik için
duvar diplerinden taş sökmeye başladı. Bir taraftan da.
Muttasıl söyleniyordu: «Allah’m, bu ne adam? Aransa
başımıza gönderilecek daha ıkötü 'bir adam bulunamazdı.»
diye. Etrafmdakiler: «Hele dur, şu basit bedevi ne söyle­
yecekse söylesin de bir dinleyelim.» dediler. Bu arada ca­
mi, meraklılarla tıklım tıkılm dolmuştu.
Bunlar olup biterken sükûnetini hiç bozmayan Hac­
cac, nihayet yüzünü örten mendili çıkardı. Başındaki sa­
rığı çözerek ayağa 'kalktı. Besmele ve Peygamberi yad et­
me usulünü de terkederek konuşmaya başladı:
«Ben meşhur bir adamım. Kazandığım zaferler, yap­
tığım işler, benim şöhretimi her gün biraz daha artmyor.
Sarığımı çıkarayım da kim olduğumu iyice görün. Şimdi
iyice gördünüz, tanıdınız mı? Ha, bakıyorum, bazılarınız
beni iyice görebilmek için gözlerini kırpıştırıyor, boyun­

36
larını uzatıyor. Bu uzanan boyunlar üzerindeki kelleler,
kılıçla koparılmaya ne kadar müsait. Ben kelle uçurmak­
ta gayet ustayımdır. Daha şimdiden şu sarıklarla, şu sa­
rıklarla, şu sakallar arasında kesilen boyunların kanları­
nın pırıltısını görür gibiyim.»
«Emirilmüminin kuburunu boşalttı. Onlarm arasın­
dan çelik ve sert ağaçtan mamul en zalim,‘en keskin olan
oku seçti. îşte o da benim. Ey İraklılar, ey isyan ve hıya­
netten başka bir şey bilmeyen âsiler, kötü kalpliler, ben
öyle hamur gibi yoğrulabilen cinsten yumuşak kalpli bir
insan değilim. Sizi kırbaç düşmanlan, sizi köle kadın yav­
ruları sizi, ben Yusuf oğlu Haccac’ım. Benim tehditle va­
kit geçirmeyip çok çabuk dediğini yapan bir adam oldu­
ğumu göreceksiniz. Ben vakit kaybetmekten, fazla ko­
nuşmaktan hoşlanmam. Bundan böyle hiçbir yerde bir
kalabalık toplandığını görmeyeceğim. Her türlü toplantı
hepinize yasaktır. Bundan böyle ¡kendi aranızda gizli giz­
li konuşmanızı da istemem. Bundan böyle kimse kimseye
«Neler oluyor?», «Yeni ne haber var?» diye sormayacak.
«Ne oluyorsa oluyor, size ne, fahişe çocuklan! Her­
kes bundan sonra kendi işi ile meşgul olacak. Başkaları­
nın işine karışmayacak. Elime düşenin vay haline. Dos­
doğru yürüyecek, ne sağa, ne de sola bakmayacaksmz.
Başınıza getirdiğim adamları takip edip halifeye biat ede­
cek, ona itaat ve sadakat yemini ettikten sonra yola çı­
kacaksınız. Ve sakın şu sözlerimi hatırınızdan çıkarma­
yınız. Ben bir şeyi iki defa söylemekten hoşlanmam. Si­
zin korkaklığınız ve ihanetinizden ne 'kadar hoşlanmazsam,
fazla konuşmaktan da öylece hoşlanmam. Şu küıcım bir
kere kınından çıkacak olursa onu bir daha kınına sobmı-
yacağım. Aradan yıllar geçse, Emirilmüminin doğru yo­
lundan aynlanlann herbirini doğru yola sokana kadar
bu kılıç kınına girmeyecek ve baş kaldıranın başını vura­
cağım...»

37
İşte çektiği böyle hakaret ve tehdit dolu bir nutukla
kendisini İraklılara tanıtan Haccac, nutkunun devamın­
da, üç gün içinde Mıthalleb’in ordusuna katılmayan asker­
lerin hepsinin başlarını uçurup mallarım yağma edeceği­
ne de yemin ettikten sonra Halifenin mektubunu okuttu.
Bundan sonra kürsüden inip orduya maaşlarının dağıtıl­
masını emretti.
Tam bu sırada, yanma yaklaşarak; yaşlandığını,
kendi yerine oğullarının askere alınmasını rica eden
Ümeyr adlı zatın Hz. Osman’ın katillerinden olduğu, onun
üzerine çıkıp kaburga kemiklerini kırdığı söylenince,
Haccac, adama sordu:
«Bunlar doğru mu?»
Ümeyr: «Osman benim babamı hapsettirmiş ve ora­
da ölümüne sebep olmuştu...» diye cevap verdi.
Haccac: «Kürsüde söylediklerimi duydun. Haccac,
kendi kendini yalancı çıkaramaz. Osman’ın ölümünün di­
yetini kendi ölümünle ödeyeceksin. Hem senin ölümün­
den Basra ve Kûfe’liler de sevinecek.» dedi ve muhafız­
ları çağırarak oracıkta adamın kellesini uçurttu. Ve bu
suretle de sözlerini ne dereceye kadar yerine getireceği­
ni Irak’lılara göstermiş oldu.
Bundan sonra İraklılar, Muhalleb’in ordusuna katü-
maJk üzere yola çıktı. Yolculuktan kimse geri kalmadı.
Hattâ, hiç kimse sağma soluna bakmadan dosdoğru gide­
rek Muhallebin ordusuna dahü oldular.
Haccac daha evvel, Hicrî yetmişiıki senesinde, Mek­
ke’de ayrı bir devlet kuran Zübeyr oğlu Abdullah’ın üze­
rine giderek şehri kuşatmış, bir senelik 'kuşatmadan son­
ra şehri almıştır. Kuşatma esnasında Beytullah’a attırdı­
ğı taşlar, Beyt’e isabet ettirilemeyince Haccac, Kabe’yi
meleklerin himaye ettiğini söyleyerek onların kaçması
için mancınıkla atılan taşlara pislik sürülmesini emretmiş
ve böyle yapılarak Kabe tahrip edilmiştir. Daha sonra

38
şehit olan îbni Zubeyr’in başını kestiren Haccac, gövdesi­
ni Mekke’de baş aşağı astırarak başını da Şam’a gönder­
miştir. Haccac, Kabe’yi tekrar tamir ettirmiştir.
Oradan Medine’ye giden Haccac, Mescid-i Nebevî’ye
giderek minbere çıkmış ve Medine ehline: «Ey ehli habi­
se...» diye başlıyan, hakaret dolu bir hitabede bulunmuş,
sonra da: «Neye siz Hz. Osman’a yardım etmediniz?» di­
ye eza ve cefalar etmiştir. Hattâ Cabir, Selil, Enes gibi
ileri gelen ashabın boyunlarına damgalar vurdurmuştur.
Bu zalimin zulümleri saymakla bitmez. Tam 20 se­
ne süren böyle zulüm ve cinayetle dolu Irak ve Şam vi­
lâyetleri valiliğinden sonra 54 yaşında iken H. 95 tari­
hinde kendine lâyık bir şekilde dünyadan göçmüştür.
Kendisinin bazı hususiyetleri de vardı: iyi bir ku­
mandan idi, güzel konuşurdu. Edebî zevk ve kabiliyeti
vardı. Fakat hiçbir hasleti, merhametsizliği kadar geliş­
miş değildi. Eli bağlı olarak öldürdüğü insanların adedi
120 bin olarak nakledilir.
İbni Eşas’la olan harpten zaferle çıkınca, Eşas’la be­
raber olan Irak’lılan te'ker teker huzuruna çağırıp; «Kâ­
fir olduğuna kendin de şahadet eder misin?» diye sorar.
Evet diyeni salar, «hayır» diyeni Öldürürmüş. Bunlardan
bir tanesi huzuruna gelince Haccac:
«Bu salih bir adamdır. Her halde: «Ben kâfirim»
demez» deyince adamcağız: «Ya! Beni hile ile söyletip öl­
dürtmek istersin değil mi? Vallahi ben yeryüzünün en
kâfiriyim, Firavun’dan da, Haman’dan da, Nemrut’tan
da kâfirim» diye feryat etmiş. Haccac da gülerek adamı
salıvermiş. İşte bu zalimin ölümü de şöyle olmuştur:
Haccac, İbni Eşas’ı Hindistan seferine gönderirken
Sait İbni Cübeyr’i de levâzım işlerine bakmak üzere ya­
nma vermişti. Daha sonra İbni Eşas, müslümanları bu za­
limin elinden kurtarmak için isyan eder, halk bununla
beraber olur. Tabii Sait de onunla beraberdir. Yapılan

39
harplerde bir ara îbni Esas galip gelir. Bütün Küfe ve
Basra’yı alırsa da, daha sonra mağlup olur ve yukarıda
da temas edildiği gibi Haccac, Eşas'ın taraftarlarından
onbinlerce insanı katleder. Bu arada Said kaçar, şehir şe­
hir kaçarak nihayet Mekke’ye gidip saklanır. Haîit bin Ab­
dullah Kuseyrî Mekke valisi oluncaya kadar orada kalır.
Dostları her ne kadar buradan da ayrılmasını, daha uzak
ülkelere gitmesini tavsiye ederlerse de Sait;
— «Allah’tan utanıyorum. Beytullah’m bulunduğu
Beldeyi Emin’den de kaçıp nereye gideyim» diye reddetti.
Nihayet vali Haiit onu yakalatıp Haccac’a gönderdi.
Haccac, onu ele geçirdiğine sevindi. Huzuruna çağırıp:
«Sen Şekî bin Kesîr’sin değil m i?» diye alay ve hakaret
etmek istedi. Sait de: «Hayır, -ben Sait bin Ciibeyr’tm»
dedi. Haccac: «Yemin olsun ki seni katledeceğiz» deyin­
ce Sait de:
— «Bu suretle ben de anamın 'bana taktığı Sait is­
mine lâyık olurum» diye cevap verdi.
Bu muhavereden sonra Haccac, Sait’in katlini em­
retti. Emri alan cellâtlar, Sait’in ellerini bağladılar, Hac-
cac’m huzurunda boynunu uçurdular. Gövdesinden ayrı­
lan Sait’in başı yerde yuvarlanırken üç defa şehadet ke­
limesini tekrar etti.
îşte zalim Haccac’a İlâhî adaletin tanıdığı mühlet de
burada bitti. Haccac bu hal karşısında birden sarsıldı,
cinnet geçirir gibi oldu. Oturduğu yerden;
— «Bukağılarımı getirin» diye feryat etti. Cellâtlar,
Sait’in ayağındaki bukağüan istiyor zannettiler, koşarak
Sait'in ayağmı kestiler, bağlan çözdüler, getirdiler. Fa­
kat gördüler ki Haccac, bir şey söylediğinin farkında de­
ğil. Bu halden sonra Haccac artık hiç kimseyi katletmedi,
ama uyku da uyuyamadı. 15 gün veya 6 ay süren bundan
sonraki hayatı ıstırap içinde geçti, istirahatı, huzuru Ikal-

40
madı. Ne zaman istirahat için gözlerini kapasa, Sait gelir
boynunu sıkar ve:
— «Söyle ey Allahın düşmanı! Cevap ver, beni niçin
öldürdün?» der. Haccac da:
— «Ah! Bu Sait Bin Cübeyri de ne istiyor benden?»
diye feryat ederek yerinden fırlardı. Son günlerini, ahi-
retteki cezasının başlangıcı olarak, bu cinnet hali içinde
tüketip helâk oldu, gitti.
«Her ümmet habis adamları ile gelse, bizde Haccac’ı
alıp gelsek hepsini bastırırız.» (Ömer Bin Abdülaziz)
«Şeytan yolda benimle karşılaşırsa, korkusundan he­
men bana sulh teklif eder.» (Haccac)

41
H U Z E Y F E

Huzeyfe, Arapların Zeybân kabilesi reislerindendL


Kötü ruhlu, zalim bir adamdı. Bunun yüzünden hem ken­
di, hem de etraf kabileleri bir hayli harp etmişler, ölü ver­
mişlerdi. Bilhassa Abes kabilesi ile aralarında kırk sene
devam eden ve kendisinin de katli ile neticelenen hadise­
ler şöyle başlamıştı:
Abes kabüesinden Kays bin Zehîr, bir hicaz dönüşü
Huzeyfe’nin obasına misafir olur. Misafirin Dahis ve
Gabrâ adlı atlarmı gören Huzeyfe, bunların kendi atlan
ile ödüllü koşu yapmasını teklif eder. Kays, bu işin kötü­
ye varacağını sezer ve kabul etmez. Fakat Huzeyfe âde­
ta zorlar. Yüzer deve ödül ile yüz ok atımı mesafeden at­
lan koşuya çıkarırlar. Huzeyfe kötü niyetli davranır ve
yola pusu kurduğu adamlarına ileri geçen misafirin atla­
rını döğdürüp ürkütür. Ama gene misafirin atrnın birini,
Gabrâ, koşuyu kazanır.
Huzeyfe, koşuyu takip eden halkın gözü önünde ce­
reyan eden bütün bu hadiselere rağmen kendi kendisini
galip ilân eder. Esasen baştan bu durumu sezen fakat mi­
safir bulunduğu için bu işe mecbur kalan Kays, üzülerek,
atlarını alıp kabüesine döner. Fakat Huzeyfe onun peşini
bırakmaz, oğlu Nüdbe’yi peşinden göndererek koşu ödü­
lü olan yüz deveyi ister. Esasen Huzeyfe’ye pek kızgın
olarak dönen Kays, Nüdbe’nin böyle bir teklifle tâ kabi­
lesine kadar geldiğini görünce; hiddetini yenemez ve
Nüdbe'yi öldürür.

42
Bu sırada Kays’m Malik adında bir kardeşi, Zeyban
kabilesine misafir gitmişti. Durumu öğrenen Huzeyfe ve
kabilesi de Nüdbe’ye ıkarşılık bu Malik’i öldürürler.
Abes ve Zeyban arasında bıı suretle yani Huzeyfe’-
nin bir kötü davranışı üe başlayan savaş, tam kırk sene
sürmüştür. O kadar ki, bu harplerin devamlı meşgalesin­
den at ve develeri dahi yavrulamaya fırsat bulamadı.
Araplar, bu iki kabile ve müttefikleri arasında geçen
bu harplere şu isimleri verirler: «Yevme Zil Müreylüb —
Müreylib günü veya gadılk günü», «Urâir günü», «Hassa
günü», «Yameriye günü», «Akiha günü», «Cifrul Hebaeh
günü» ve «Ceracir günü».
Bu harplerden biri olan «Yevme Z! Hasa» Vadisse-
fa’da, Fezare ile Abes kabilesi arasında geçmişti. Kays’ın
kabilesi olan Abes kabilesi bozulmuş, geri kaçmak mec­
buriyetinde kalmışlardı. Fakat düşmanlan peşlerini bı­
rakmamışlardı. Nihayet Abes kabüesi, yedi çocuğu rehin
olarak bırakarak sulh ve tazminat şartlarını görüşmek
üzere mehil istemişlerdi. Şartlar kabul edilmiş, çocuklar
Zeyban kabilesinden Amr’ın oğlu Sebiğ’in eline emanet
edilmişti. Fakat tam bu sırada, çocukları emanet alan.
Sebiğ öldü. Bunu haber alan Huzeyfe, çocukları Sebiğ’in
oğlu Melik’in elinden alarak Yâmeriye denen yere götür­
dü. Durumu sezen çocukların: «Babaa, Babacığım!.» diye
feryat edişlerini nazara almayarak hepsini hunharca bo­
ğazladı.
Bu korkunç fecaati öğrenen Abes kabilesi, hiç vakit
kaybetmeden ve harp tazminatı için topladıkları para ile
de silah temin ederek Huzeyfe’nin kabilesine hücum edip
çocuklarının boğazlandığı sahada onları cezalandırdılar»
fakat asıl suçlu hunhar Huzeyfe kurtuldu. Ve kabilesinin
bir kolu bulunduğu bütün Gatafan kabilesini ayaklandıra­
rak Abes kabilesine hücuma hazırlandı. Bu suretle Abes’e
son darbeyi indirmek istiyordu. Çocuklara yaptığı zulüm

43
gözlerini perdelediği için, kardeşi Haml'in vazgeçirmek
için yaptığı ricalarım da kaale almadı. Hazırlık bitti, yola
•çıktılar.
Beride Kays, kabilesini topladı, onlara harp plânla­
rını açıklıyarak talimat verdi. Kays: «Onlardan beni Bedr
hariç diğer kabileler kan davasında değil, ganimet der-
dindedir. Bunun için, bütün mallarımızı bir yere bırakıp
biz bir tarafa gizleneceğiz. Onlar gelip ¡bunu görünce yağ­
maya dalacaklar. Bırakacağımız gözcü bize haber vere­
cek ve biz de onları aniden basıp perişan edeceğiz» dedi.
Bütün kabile bunu pek uygun buldu ve öyle yaptılar.
Dedikleri gibi de oldu. Düşman kabüeler mağlup ve peri­
şan oldular, dört yüzden fazla ölü verdiler.
Bu arada asıl suçlu Huzeyfe, gene kaçtı. Yanına kar­
deşi Haml’i ve beş atlıyı alarak Cifrulhebâeh denen ve
bu harbe ismini veren su istikâmetinde bütün gece süratle
at koşturdu. Sabah olunca, artık emin olarak atlarını ça­
yıra salıp su başında istirahate çekildiler.
Halbuki Kays, yanma aldığı — Huzeyfe’nin evlâtlı­
ğ ı ve sonra Kays’m emrine giren — Kiryuaş ve diğer ar­
kadaşları ile sabaha kadar dolu dizgin Huzeyfe’yi takip
etmişti. Nihayet sabah vakti onları istirahat halinde bas­
tırdı. Ve adamları ile kısa bir görüşmeden sonra plânını
tatbike koydu. Huzeyfe ve adamlarının atlarına binmele­
rine meydan vermemek için atlan üe aralanna girerek
onlan kıskıvrak sardı.
Korku ve dehşete kapılan zalim Huzeyfe ve arkadaş­
ları, ¿hunharca boğazladığı çocukların: «Babacığım...
Babacığım!...» diye haykıran hayalindeki seslerine cevap
veriyormuş gibi: «Lebbeyküm, Lebbeyküm!.» «Buyrun,
Buyrunî...» diye haykırmaya başladüar.
Kays, «E y Huzeyfe, ey zalim! Boğazladığın masum
çocuklann halini şimdi daha iyi idrâık ediyorsun değil
m i?» dedi.

44
Huzeyfe, yalvarıyor, boğazladığı çocuklara ve ölüm­
lerine sebep olduğu yüzlerce kişiye karşı hiç duymadığı,
düşünmediği merhameti şimdi onlardan bekliyordu.
Fakat artık zalime müsaade edilmedi. Lâyık olduğu,
cezayı buldu. Evlâtlığı Kıryuaş tarafından habis ruhu te­
ninden ayrüdı. Arkadaşları da aynı şekilde cezalandırıl­
dı. Fakat yanında kaçırdığı oğlu Haşan, küçük olduğu
için bağışlandı.
H Ü R M Ü Z

Hürmüz bir İran şahıdır. Adil Nûşirevan’ın oğludur.


Hicret yıllarında yaşamıştır. Anası Türk Hakanının kızı
olduğu için kendisine Türkzâde denirdi. Fakat, basit ve
zalim bir insandı.
Adi ruhlu olduğu için kendisi gibi basit ve ahlâksız
takımı iie görüşür, ciddi ve halkın sevgisini kazanacak
çapta sayılı insanlardan nefret ederdi. Adeta, henüz ya­
rası yeni deşilen Mezdeürizm (Komünizm.) in ruh çökün­
tüsünün izini taşıyordu. Bu ruhun tezahürü olan itimat-
sızlik, kin, nefret, kan dökücülük ve zulüm bunun haslet­
leri halinde idi.
Oğlu Perviz’i çekememiş, onu Azerbeycana sürmüş­
tü. Her zalim gibi korku, vehim içinde bulunduğu için ev­
lâdına dahi itimadı yoktu. Halka karşı ise pek zalim idi.
Hele İran halkının üeri gelenlerine hiç tahammül ve insafı
yoktu. Halkın eşraf kısmından 13600 inşam sebepsiz ye­
re idam ettirmişti. Ve zulüm ve rezilce hareketleri halkı
bizar etmişti. 13 küsur senelik böyle bir zulüm hayatın­
dan sonra ayaklanan halk ve oğlu Perviz, Hürmüz’ün ev­
velâ gözlerine nül çekip hapsettiler. Sonra da onu tutup
bir yaym girişi üe boğdular.
Vak’a şöyle geçti: Bu zalim hüikümdann kötülükle­
rine karşı halk, uzun müddet babası Âdü Nûşirevanın ha­
tırı için sabır gösterdi. Fa,kat artık tahammül edilmez
hale gelince ve düzeleceği yerde zulmünü arttırınca, halk,
kıpırdamaya başladı. Bunu sezen dış devletler harekete

46
geldi. Bir taraftan Bizans, bir taraftan Hazer hükümdarı
ve diğer taraftan da Türk Hakanı saldırıya geçtiler.
Hürmüz’ün Rey’Ii bir kahraman kumandanı vardı:
Behram Çapin... Hürmüz, bu adamı ordunun başına ¡ge­
çirerek Türk Hakanı üzerine gönderdi. Behram, bu sefer­
de büyük başarı gösterdi. Türk ordularını yendi. Bir çok
illerini istilâ etti. Hakanı azledildi. Behram, tahta yeni
çıkan Hakanın oğlu ile sulh anlaşması yaptı ve büyük ga­
nimetlerle döndü.
Fakat Hürmüz, çok geçmeden Türk iline tekrar akın­
da bulunması için. Behrama emir gönderdi. Fakat Türk
Hakanı ile sulh anlaşması imzaladığını söyleyen Behram,
bu emri red etti. Şah Hürmüz de emrinde İsrar edince,
Behram, ordusu, ve 'kendisine iltihak eden halkla beraber
isyan etti. Hürmüz Behramın üzerine ordu gönderdi. Fa­
kat, ordunun çoğu aökeri de Behrama iltihak etti. Ve
Hürmüz mağlup duruma düştü. Bunu gören ve Azerbey-
canda sürgünde bulunan oğlu gelerek babasından bizar
olan halkın da yardımı ile sarayı bastı, ¡babasını yaJkala-
yıp azletti. Gözlerine mil çektirerek hapse attı ve yerine
geçti.
Fakat kumandan Behram, onu tanımadı. Babasının
tarafını tuttu. Esas maksat tahta geçmek olduğu için bu
defa da babasının tarafmı tutarak yeni şah Perviz’e 'kar­
şı harekete geçti. Durumu güçleşen Perviz, Behramın
gelip babasını tahta çıkarmasından veya babasının tahtı
Behrama bırakmasından koıikarak etrafındaki adamlarla
babası Hürmüzün kapalı bulunduğu yere gitti, onu yayın
kirişi üe -boğarak öldürdü. Ve bir zalim varlık daha top­
rağa serüdi.
Bu vaJkalar olurken, Medine şehrinde de şöyle bir ha­
dise cereyan ediyordu:
Hürmüz, yüce Peygamberimizin İslâmî neşre çalıştı­
ğını duymuş, pek kızmıştı. Adamlar göndertereik: «Me-
dinede bir arap‘, peygamberlik davasına kalkışmış, ülke-
47
min huzurunu kaçırıpormuş, ona gidin ve kendisini ya­
kalayarak behemahal bana getirin.» diye emretmiş ve
adamları Medineye gelerek Hz. Muhammed (A.S.) a em­
ri tebliğ etmişlerdi. Adamlar yüce Peygamberimizi hemen
alıp götürmek niyetinde ve ümidinde idiler. Peygamberi­
miz, o gece dinlenmelerini, ertesi günü yolculuk işini ka-
rarlaştırabileceklerini söylemişti. Onlar istirahate çekil-
düer, Yüce Peygamberimiz de; gece evine çeküerek du­
rumu rabbine arz ve bu zalim Hürmüz hakkında gereken
ceza hükmünün tatbikini niyaz etti. Ayni gece İlâhî ceza,
hükmü tecelli etti. Durum yüce Peygamberimize vahiy yo«
lu ile müjdelendi.
Peygamberimiz, sabahleyin evinden çıktı. Hürmüzün
adamlarını çağırttı, kendilerine İran’da geçen hadiseleri,
Hürmüzün, oğlu Perviz tarafından 'katledildiğini ve Per-
vizin tahta çıktığını haber verdi. Yaptıkları tahkikatta,
durumun Hz. Muhammed (A.S.) in haber verdiği gibi
olduğunu öğrenen elçiler de çâr-nâçar elleri böğürlerinde
geri dönüp gittiler.
K A Y S BİN H A T İ M

Yesrib’in iki arap kabilesi Evs ve Hazrec, zaman za­


man biribirleri ile şiddetli harpler ederlerdi. Bunların bi­
ri de, «Yevmül Feres»tir. Bu harpte Hazrec mağlup ol­
muştu, fakat Evs daha çok ölü vermişti.

Sulh masasına oturulmuş, sulh şartı olarak: ölüsü


fazla olan tarafa yani Evs (kabilesine fazla ölü sayısınca
rehin verilmesi ileri sürülmüştü. Evs’in bu şartını mağ­
lup Hazree’liler kabul ederek Evs’in fazla üç ölüsü yerine
üç çocuğu rehin vermişlerdi.

Fakat Hatim oğlu Kays’m başkanlığındaki Evs’lüer,


ihanet ederek bu rehinleri öldürdüler. Bu yüzden iki ka­
bile arasında başlayan harp kısım kısım uzum müddet
devam etti. Fakat ilk harp zalimlerin cezalanmalarına kâ­
fi geldi.

Çocuklara yapılan bu hunharlığı öğrenen Hazrec’li­


ler, Abdullah bin Selûl’un başkanlığında ve iyi bir hazır­
lıkla hemen Evs’in üzerine saldırdılar.

Zulmün cezası Evs’i çabuk yakalamıştı. Evs mağlup


ve perişan oldu. Çok kayıp verdi. Asıl mes’ul başı, reis
Kays ise, birçok yerlerinden ağır yaralar alarak harpten
çıktı. Fakat kalan ömrünü yaraların verdiği ızdırap için­
de kıvranarak geçirdi.

F . : 4 — 49
K A L İ K Ü L A

Milâdın 39. senesinde tahta geçen bu Kayser de pek


zalim idi. Dört sene kadar süren iktidarı, zulüm ve ahlâk­
sızlığın iğrenç örnekleri ile geçmiştir.
Ahlâksızlığı o kadar ileri götürdü ki; bütün kız kar­
deşleri ile dahi zorla zina etmiştir.
Zulmü o kadar ileri götürdü ki; Kudüs’te mescide
diktirdiği heykeline bütün yahudileri taptırdı.
Bu suretle, Danyal Aleyhisselâmm bir mucizesi de
tahakkuk etmiştir.
Danyal (A.S.) hitabında demişti ki: «Benî İsrail,
Kudüs mescidine heykel dikildiğini, resim konduğumu ne
zaman görürse; bilsinler ki Kudüs’ün harap olması ya­
kındır.»
Nitekim 30 sene sonra Titos zamanında Kudüs ikin­
ci defa tahrip edilmiştir.
Nihayet bu zalim ve ahlâksız Kalikula da cezasız
kalmadı. İlâhî adalet, onu cezalandırmak için de kendi
baş kumandanını vazifelendirdi. Onun ¡habis canını alma­
ya karar veren baş kumandanı, fırsat kollamaya başladı.
Bir gün onu, yatak odasında tenhaca kıstıran baş ku­
mandan, kılcını çekerek üzerine saldırdı, bir kaç küıç dar­
besi ile leşini yatağı üzerine uzatıp ayrıldı. Bu suretle bir
zalim daha cezasını buldu. İşin garibi; diktirip halkı tap­
tırdığı heykelleri imdadına yetişemediği gibi sonra kendi
akibetine uğrayan putlarının imdadına da andıle kendisi
yetişemedi.

50
KL E B E N
M IS I R ’ DA P A K Î S ’ LI BÎR F İ R A V U N

Mısır’da 14 ay kalan, sırf İktidar ve şöhret hırsı için


ve «Büyük kahramanlıklar Şark seferlerinde ancak ka­
zanılır» diye yola çıkıp gerek Türkiye ve Mısır’a gerek
Fransa’ya büyük zararlar verdiren Napolyon Pariste da­
ha büyük bir mevki ve ikbal yıldızının parladığını görün­
ce 23/Ağustos/1799 tarihinin gecesinde bazı yakın arka­
daşları ile bir vapura atlayıp Fransa’ya kaçtı. Hem de
kendisi üe kader birliği yapıp Mısır’a kadar gelen ve bir
çok meşakkatler çekip telöfat veren asker ve kumandanla­
rım Çöl, deniz ve düşmanla çevrili, aç, susuz ve imkânsız
bir hal içinde bırakarak...
Bonapart, kaçarken bıraktığı bir mektupta, yerine
Kleber’i kumandan tayin etmişti. Kleber, Bonapart’uı
mektubunu alınca' Kahire’ye geldi. Bonapart’ın Özbekiye
meydanında oturduğu eve yerleşti. Bir beyanname neşre­
derek yeni baş kumandan olduğunu askere üân etti. Mı­
sır ileri gelenleri gelip usulen kendisini tebrik ettiler. Kle­
ber, bu sırada 50 yaşında idi.
Türk— Fransız harbi devam ediyordu. Kleber, Avus­
turya harbinde yakînen tanıdığı Yeniçerilerden çok kor­
kuyor ve sulh yapabilme çareleri arıyordu. Şartlar el ver­
memiş, sulh, yapılamamıştı. Yapılan neticesiz bazı savaş­
lardan sonra bütün çaresizliğine rağmen Kleber, Mısır’da
yerleşmeyi kararlaştırmıştı.
Mısır halkı, her ne kadar hadiselere, sonu gelmeyen
harplere veya yabancılara alışır gibi oldu ise de, yer yer
51
isyanlar oluyor, Kleber de bunları şiddetle bastırıyor ve
halka ağır vergiler yükleyerek onlan kıpırdayamaz hale
getiriyordu.
Halk, Fransızları asla sevmiyor, Fransızlar da halka
kargı hiç iyi davranmıyorlardı. Asker, halkla alay edi­
yor, halkın hürmet ettiği şeyhlere, «İhtiyar hamam bö­
cekleri» diye tam Fransız inkilâbımn yetiştirdiği dinsin
nesle yakışır hakaretlerde bulunuyorlardı. Bunları iti­
dale sevketmesi gereken Başkumandan Kleber, aksine bu
yola teşvikçi olmuştu. Her Mısır hakimi gibi o da çabu­
cak değişmiş, gevşemiş, iyi hasletlerini 'kaybederek Fira-
vunkârı gurur ve zulme doğru kaymıştı.
Halka ağır vergüer koydu. Bunu Camilere ve Şeyh­
lere de teşmil etti. Vermeyenlere dayak attırdı. Hapse at­
tırdı. Hatta halkın Peygamber soyundan tanıdığı ve say­
dığı bir şeyhi, vergi vermeyi red etti diye hapsettirmiş,
üstelik ona hapishanede dayak attırmış ve vergi vermeğe
mecbur etmişti. Tabii bu hadiseler halkın büyük ölçüde
nefretine sebep oluyordu.
Kleber, halktan topladığı vergilerin bir kısmı ile de
kendi lüks hayatını ve saltanatını kurmaya çalışıyordu.
Bonapart’m sade hayatını hemen terk etmiş, süse, göste­
rişe, saltanat tezahürlerine kendisini kaptırmıştı. Emrine,
fellahlardan bir çok hizmetçiler aldı. Onların, etrafında
hizmet edip dolaşmasından zevk alır oldu.
Gurur, haşmet içindeki ruh haletine ve halka kargı
zalimane davranışına güzel ‘birer örnek olan şu haller de
kayda değer:
İki özel seyisi vardı. Bunların vazifesi, Kleber ata
binip inerken hizmet etmekti. Ata binip inerken bunlar­
dan biri atının dizginini, öbürü de özengisini tutardı.
Bir yola çıktığı zaman bunlardan başka atının önün­
de iki kavas da bulundururdu. Bunlar, atının bir kaç adım;
önünden gider. Her adımda ellerindeki uzun sopaları yere?

52
şiddetle vurur: «İşte başkumandan Hazretleri! Müslü­
manları Yol açın ve ihtiram edin!» diye bağırırlardı. Bu­
nu duyan halk, yol açıp iki sıra olur, A t’da Eşek’te olan­
lar da hemen iner, hepsi birden el pençe durur, Kleber’e
doğru eğilerek saygı gösterirlerdi.
Kldber, artık Mısır’da devamlı kalabileceğine iyice
inanmış ve tam bir eski Mısır hükümdarı rolünü almıştı.
İşte haîkın artık Kleber’den bizar olduğu, vergi haka­
ret ve çeşitli zulüm içinde inlediği bu günlerde Süleyman
adında Halep’ü bir Müslüman genci Mısır’a geldi. 25 ya­
şında olan bu genç Ezher Üniversitesinde okuyordu. Pek
dindar olan, her yıl Halep’e izinli gidip gelen bu genç ay­
na zamanda Hacca gitmiş ve Hacı da olmuştu. Kleber ve
askerlerinin gerek Mısır, gerek Suriye ve Kudüs’te yap­
tıkları zulüm ve vahşeti yakından görmüştü. Dolayısiyle
dini gayret ve hamiyyeti galeyana gelmişti.
Süleyman, uzun müddet düşündü. Müslümanların ba­
şındaki bu püsküllü belayı nasıl savmalı, Müslümanları bu
zalimin elinden nasü kurtarmalı diye. Nihayet yarayı ba­
şından deşmeyi, Başkumandan Kleber’i öldürmeyi karar­
laştırdı. Ancak bu suretle bu zulmün önü ve intikamı alın­
mış olacaktı.
Süleyman, bir hançer satın aldı. Ezher’deki dört ho­
casına meseleyi açıp, onların tasviplerini de aldı. 40 gün
oruç ve ibadetle geçirip manevi bir hazırlık yaptı. Sonra
Kleber’i takipe başladı. Üç günlük bir takipten sonra onu
Özbeikiye’deki Sarayının bahçesinde sıkıştırabüeceğini gör­
dü. Halen tamir edilen bu saraya Kleber, her sabah mi­
marı üe gelip bakardı. Süleyman Sarayın bahçesindeki
boş sarnıçta saklanıp onu bekledi. Biraz sonra Kleber,
Mimarı ile beraber gelip ona talimat vermeye başladı. Sü­
leyman, Sarnıçtan çıkıp Kleber’in önüne eğildi, ona bir
dilekçe verdi. Kleber, dilekçeyi okurken de birden hançe­

53
rini çekerek Kleber’in kalbine dört defa sapladı. Müda­
halede eden Mimar da yaraladı. Kleber zalimi, bir "kaç
saat sonra ölüp gitti. Bu suretle Mısır bir Zalimin elinden
daha yakasını sıyırmış oldu.
Gerçi Halep’li Süleyman’ı hemen yakadüar, bir ko­
lunu yaktılar ve ¡kendisini kazığa geçirdüer. Ama o, mil­
letini, dindaşlarını zulümden kurtarmış, karşılığında da
şehadet mertebesini kazanmıştır.
Kleber’in yerine geçen yeni kumandan Meno, müte-
vazi bir adamdı. Üstelik hadiseler ona bir milletin izzeti
nefsi ile ilelebet oynanamayacağmı da göstermişti. Zülme
gitmedi. Üstelik bir Türk kadını ile evlendi. Büyük bir ih­
tida merasimi ile müslüman oldu. Abdullah Yakup ismi­
ni aldı. Ve beş vakit namazına başladı.
Halep’li Süleyman’ın hamiyeti diniyye ve milliyesi
yalnız Mısır halkını kâfir ve zalimlerin şerrinden kurtar­
makla kalmadı. Aynı zamanda kafir Fransız askerlerinin
Başkumandanını da küfründen kurtarmış oldu.
Fransızlar, gerek Kleber’i, gerek Halep’li Süleyman’­
ın kemiklerini daha sonra Fransaya götürdüler. Süley­
man'ın kemiklerini müzeye koydular ve onun beyninde
taassup hücreleri araştırdılar.
Garip şey, Keleber’in beyninde zalimlik ve Firavun­
luk daman arayacak yerde aradıkları şeye bakın..,
Böyledir bu Garp kafası, Kendi zulüm ve soyguncu­
luğunu medenüik, Şarklının milli hamiyyetini de taassup
sayacak kadar kaimdir zaar...

54
L İ Y O ’ NUN K A T İ L L E R İ .

İmparator Liyo, Mikâil’in tahta geçmek için hazır­


lık halinde olduğunu duydu. Tabii tahta geçmesi için de
kendi hayatının bertaraf edilmesi gerekiyordu.
Mikâil’i takip ettirdi ve bir paskalya günü onun su­
çunu tespit ettirip yakalattı. Suçunun cezası olarak da
ateşte yakılmasını emretti. Fakat imparatorun karısı ara­
ya girerek Mikâü’e şefaatçi oldu. Onu idamdan kurtardı,
cezası hapse çevrildi.
İmparator, karısına; «Sen, bunu idam etmeme mani
oldun, ama göreceksin bir gün bu adam beni öldürecek.»
demişti. Endişesi haklı çıktı.
Bir gün imparator küisede iken Mikâil’in adamları
ansızın kılıçları çekerek üzerine hücum ettiler, onu par­
ça parça ederek hunharca öldürdüler. Lâşesini de alarak
At Meydanına götürüp atttfar ve Mikâil’i hapisten çıka­
rıp imparatorluk tahtına oturttular.
İlk iş olarak eski imparatorun çocuklarını hadım
ederek anneleri Pruta adasına gönderen Mikâil’e,
Fransa'da çok kaldığı, dolayısiyla Re harfini güzel ta-
laffuz edemediği için «Balbas» derlerdi.
Mikâii de Saltanatta huzur bulamadı. Kan üzerine
kurulan taht kimseye huzur vermiyordu. Devri hep is­
yan ve dış harpler istilâlar ile geçti.
Kumandanlarından Tomas, maktul imparatorun in­
tikamını almak için ayaklandı. Bütün Anadolu’yu ele
geçirdi. Mikâil yaptığı bütün savaşlarda yenildi.

55
Bu arada müslümanlar, Girit ve birçok yerleri fet­
hettiler. Tomas, İstanbul’u da kuşatarak, tam iki seneye
yakın kuşatmayı devam ettirdi. İmparator, Bulgarlar-
dan yardım talep ederek, ancak onların yardımı ile şehri
ve saltanatını kurtarabildi.
BÖylece; tam bir huzursuzluk içinde geçen onbir
sene kadar bir saltanat devresinden sonra «Ser-Sam»
denen bir hastalıkla hayatını tükettikten sonra oğlu Ti-
yofilius tahta geçti.
Tiyofil, tahta çıkar çıkmaz ilk iş olarak imparator
Liyon’u kilisede katledip babasını tahta çıkaran katille­
ri toplatmak oldu.
Hepsini huzuruna toplatan Tiyofil : «Siz, hangi hak­
la bir imparatoru katlettiniz. Sizin cezanızda aynı aki-
bettir.» Diye hepsini aynı şekilde kılıç darbeleri ile öldür-
terek cezalandırmıştır.

56
L E O N ’ UN Ç O C U K L A R I

Ermeni kralı Leon, olgun bir adamdı. Okumaya çok


meraklı idi. Çok kitap biriktirir, hekimlerle sohbeti se­
verdi. Devleti güzel idare etmişti.
Fakat çocukları aynı olgunlukta değillerdi. Saltanat
hırsı onları birbirlerine karşı zalimce davranmalarına ve
cezalanmalarına sebep oldu.
Dört oğlu; Haytum, Toras, Şimpat ve Kostantin idi­
ler. İlk hükümdar Haytum oldu. Babası ölünce yerine
Haytum geçti. O, cidden hepsinden olgunluk gösterdi.
Memleketi güzel idare etti. Babası gibi tatarlarla iyi ge­
çindi, onlara bağlı kaldı. Devleti onlann şerrinden koru­
du ve altı sene sonra saltanatı terk ederek rahip oldu.
Ve yerine kardeşi Toras Kral oldu.
Fakat kardeşleri bunu kıskandı. Bilhassa Şimpat
fazla ihtirasa kapıldı. Gözleri adeta karardı, Kardeşi
Toras’a suikast yaparak onu öldürdü ve tahta geçti.
Fakat zulmü yanında kalmadı. Aynen kardeşi gibi
üç senelik saltanatından sonra kardeşi Kostantin’in teş­
vik ve tahriki ile tahttan indirilip hapse atıldı. Yerine
kardeşi Kostantin tahta geçti.
Bu haksız saltanat, Kostantin'© de hayır getirmedi.
Hatta onlar kadar da iktidarda kalamadı. Kardeşinin
oğlu Leon onu bir senelik iktidarından indirip yerine
geçti ve onu da kardeşine yaptığı gibi hapse tıktı.
Ve bütün bu ihtiras ve zulümlerin zincirini nihayet
tatar beyi Arkon düğümlendi; saltanatının üçüncü se­
nesinde Leon’u tahttan indirip katleden Arkon, Deon’un
oğlu Öşîn’i Ermeni tahtına çıkardı.

57
M A R T I N A VE H I R A K L E O N A S

Kostantin imparator olduğu zaman üvey anası Mar-


tina çok içerlemişti. O saltanatın kendi öz oğlu Hiraik-
leon’a geçmesini istiyordu. Bu mümkün olamayınca, bu­
na bir çare düşünmeye başladı.
İstanbul patriği bu hususta yetkili adamdı. Araları
da iyi idi. Onu bu hususta kazanınca iş kolaylaşacaktı. Ve
öyle yaptı. Patrik bu hususta müzahir olmaya hazırdı.
Patrik ve ana— oğlu baş başa verdiler, Bizans’ın meş-
hûr entrikalarından birini daha çevirecekler, sonu gel­
meyen cinayetlerden birini daha işleyeceklerdi. Plân ku­
ruldu ve gene bir kadın parmağı bu işi kolaylıkla çevirdi;
Martüıa, imparator Kostantin’i zehirle öldürdü ve plân
gereğince patrik oğluna tacı giydirdi. Zavallı imparator,
tahtta ancak dört ay kalabilmişti.
Fakat Martina ile oğlunun bu cinayeti de uzun müd­
det gizli kalmadı. Nihayet iki sene sonra bu cinayetin ko­
kusu çıkmaya başladı. Halk arasında bunun dedikodusu
yayıldı. Yapüan araştırmada, imparatorun zehirlenerek
öldürüldüğü, cinayeti de üvey anası üe kardeşinin işlediği
ve patrikin de bunlara müzahir olduğu meydana çıktı.
Bunun üzerine ayan ve halk ayaklanarak sarayı bas­
tı, imparator ve patriği azleti. Cürümlerinin cezası ola­
rak da, mazul imparatorun burnunu, anası Martina’nm
da dilini kestiler. Aynı zamanda patriği de sürgün ettiler,.

58
ME Z D E K

Mezdek, iranlı bir sapıktır. Bunun meydana getirdiği


zulüm yolu, büyük tahribat yapmıştır. Hem bu tahribat
ve zulüm yolu, kendisinden sonra da devam etmiştir. Bu
suretle de tarih boyunca zaman zaman tezahür ederek
devam eden Mezdekizm (îştirakuyyun) hareketlerinden
ve yeni ismi üe Komünizm hareketlerinden onun da ve­
bal ve mesuliyeti devam etmiştir.
Mezdek, îran Hükümdar Kubat zamanında yeni bir
görüşle ve bir Peygamber edası üe ortaya çıktı. Melane­
tini yaydı ve tatbik etti. Kubadm oğlu Adil Nuşirevan
zamanında da cehenneme itüdi.
Kubat, zaif karakterli ve tembel bir adamdı. Üstelik
kardeşi üe taht kavgası da vardı. Türk hakanı ile İran
arasında çatışmalar eksik olmuyordu. İşte bu ahval için­
de ortaya çıkan Mezdek, bu müsait zeminden azami dere­
cede istifade etmesini bildi. Her kötü niyetli insan gibi
o da, bu ahvali tamamen lehine istismar etti. Mezdek’e
göre: «Bütün insanlar bir ana ve babadan yani Âdem ile
Havvadan meydana gelmişti. Ayrı gaynlan yoktu. Ka­
dın ve mal herkes için müşterekti. Herkes her kadından
ve her maldan serbestçe istifade etmeli idi. Buna mani ol­
mak haksızlıktı.»
Bunu şiddetle yaydı. Mala ve şehvete düşkün olan in­
sanları, fakir ve düşük karakterli insanları tahrik etti.
Başkalarının mal ve namusuna saldırttı. Düşük insanlar

5$
tarafından büyük bir alaka gördü. Namuslu ve akıllı halk
bizar oldu. Memleketin huzuru selb oldu.
Basit ve aklı kıt bir adam olan şah Kubad’ın da bu­
nun mezhebine girmesi Mezdeki büsbütün şımarttı. Ta­
raftarları da gemi azıya aldılar.
İran, tarihte görülmemiş bir bataklığın içine yuvar­
landı. Artık Mezdek, İranın gerçek hakimi durumunda
idi. Başşehir Medaym, saltanat sarayı, hatta Hire gibi
belli başlı bağlı devletler, onun elinde, mevcut hükümdar­
lar onun hizmetinde idi.
Okadar ki, canı istediği zaman, istediği akşam sa­
raya gelerek Şah Kubad’a: «Bu akşam zevcen benim ol­
sun» veya «Palan cariyelerin benimle kalsınlar» der, Ku-
bat’da: «Peki,» der ve onun bu emrine boyun eğer. Mez­
dek de bu hakka serbestçe sahip olurdu.
Buna en çok üzülen, anasının bu pis adamın emrine
tahsis edilmesinden ve onun da buna boyun eğerek emri­
n e isyansız razı oluşundan kahrolan zavallı Şehzade Nu-
şirevan idi. Fakat zavallının ne selâhiyeti, ne de çocuık ol­
duğu için gücü vardı.
Fakat artık halkın sabn taşmıştı. Ayaklandı, sara­
ya yürüdü. Ve kubadı azledip kardeşi Câmasp’ı tahta çı­
kardı.
Kubad, türk iline kaçıp Hakana sığındı. Ondan bü­
yük ölçüde yardım alaraJk tekrar geldi. Kardeşini taht­
tan indirerek tekrar tahta çıktı. Kardeşini hapsetti. Bun­
da Mezdek ve avenesi kendisine destek oldu. O da bunla­
rın himayesini tekrar üzerine aldı. İran halkının gayreti de
bu suretle boşa gitti. Mezdekçiler ise; İran zulüm ve ah­
laksızlık içinde kasıp kavurmaya, mal, can ve ırz emniye­
tini çiğnemeye devam ettiler. Memleket içindeki yükse­
len anarşi bulutları artık Kubat’ın da elinden çıkmıştı.
Nihayet İran halkının talihi döndü. Kubat Rey şeh­
rinde helak olup gitti ve yerine Mezdekten en çok nefret

60
eden oğlu Nûşirevan tahta geçti. Henüz çocuk yaşta olan
Nûşirevan biraz daha sabretti. Mezdeki biraz daha ihmal
etti. Mîllet de tevekküle (bekledi.

Fakat Nûşirevan, çocukluk çağnı geçirir geçirmez-


derhal tedbir aldı. Bu zulüm gidişine bir son vermek ge­
rekiyordu. Evvela Mezdeki yakalattı, onu huzuruna yaka,
paça getirtti. Artılk o, saraya arzularını hükümdara du­
yurmak için gelen zorba bir kahraman, ¡saray kadınları­
na ayağını, dizini öptürmek için gelen saygı değer bir adam
değüdi. Aksine o şimdi; zulmü, ahlaksızlığı, habaseti hak­
kında herkesden çok bilgi ve nefret sahibi olan Şah ve
âdil Nûşirevanın huzurunda hesap sorulmak üzere yaka­
lanıp getirilen bir suçlu idi. Nûşirevan Mezdek’e sordu:

«Ey soysuz adam, zulmün ve melanetlerin artık had­


di aştı. Hatırlıyormusun, bir akşam saraya gelmiş, ba­
bamdan annemle beraber yatmak üzere izin almıştın. An­
nemin odasına geldiğinde annem ayaklarını öpmüştü. Ve
ben sana rica ettikten sonra annemi bana bağışlayıp git­
miştin?» Mezdek «Evet hatırlıyorum» dedi.

Nûşirevan: «İşte, o tarihten beri cariyen olan o ka­


dınların. Senin habis varlığından geçen iğrenç kokula­
rını burnumda duyuyorum. Bunun için de, seni ve senin­
le ilgili herkesi ve herşeyi silip, insanlığı sizin murdar ko­
ku ve lekenizden silmek istiyorum.» dedi.

Sonra emretti, Mezdeki katlettiler. Murdar cesetini


ateşte yaktlar. Başta Hire valisi Haris olmak üzere bü­
tün Mezdekçileri (Komünistleri ) işbaşından uzaklaştır­
dı. Çıkardığı bir fermanla bütün mezdekçüerin kanları­
nın helal olduğunu ilân etti. Fermanı bütün ülkenin en üc­
ra köşelerine kadar gönderdi. Her nerede bir mezdekçi

61
bulundu ise tereddütsüz temizlendi. A ynca hepsinin mal­
larına ,el koydu. Bu mallardan sahibi belli olanları tekrar
sahiplerine iade etti Sahibi bulunmayanları da fakirlere
dağıttı. Mezdekle dünyaya gelen ve vahşi Komünizm, tat­
bikatına o devirde bu suretle adil Nûşirevan tarafından
son verildi. (Dansı bu günkü insanların başına)

62
MİK AI L

Mikâil, saltanat soyundan olmayan Bizans impara-


torlarmdandır. Tek varlığı yakışıklılığı idi. imparator
Romanos zamanında saraya intisap etmiş, genç ve yakı­
şıklı hali ile alâka çekmiş, hatta hükümdarın yakınları
araşma kadar sükulabilmişti.
Bu arada, imparatorun zevcesi Zoyi’nin de nazarı
dikkatini çekmişti. Nihayet imparatoriçe Zoyi, bununla
ilgüendi, aralarında samimiyet kuruldu ve zaman zaman
sarayın tenha köşelerinde buluşmaya 'başladılar.
Genç Mikâü, artık hiçbir ölçü tanımıyor, Önüne açı­
lan her fırsatı tereddütsüz lehine değerlendirmek: isti­
yordu. Nihayet iki kafadar karar veriyorlar; imparatoru
öldürecekler, hem de saltanata devamlı sahip olacaklar...
İmparatoriçe Zoyi, bu cinayetin tatbikat vazifesini
üzerine aldı. Plânlan gereğince bir gece kocasını hama­
mın havuzunda boğdu ve Flagonî’nin oğlu genç Mikâü
imparator oldu.
Oldu ama, umdukları gibi olmadı, İlâhî adalet onlara
zulüm mukabili saltanat zevki sürdürmedi. Genç Mikâil’-
in hevesi kursağında kaldı; imparatorluk tahtına kurul­
duğundan hemen sonra sârâ hastalığına tutuldu. Devlet
işlerini kardeşi Nuvanus’a bıraktı. Kendisi kilisenin hi­
mayesine çekilip rahip oldu. Beş altı senelik böyle bir ha­
yattan sonra öldü. Saltanat yeğeni ve karısının oğulluğu­
na kaldı.

63
K A V A L A L I MEHMET ALİ PAŞA

Mehmet Ali Paşa 1768 yılında Kavala’da doğmuş"


tur. 42 sene Mısır’da Valilik yapmış, Sonra aklını kay­
betmiş ve yerine oğlu İbrahim Paşa Mısır Valisi olmuş,
i — 2 sene karar da deli olarak yaşadıktan sonra 81 ya­
şında iken İskenderiye’de ölmüş ve Kahire’de defnedil-
miştir.
O günlerde bir vilâyetimiz olan Selânik’in 8000 nüfus
lu bir kazası bulunan Kavala, o zaman da bugün olduğu
gibi Tütün, Ziraat ve Ticareti ile meşhurdu. Henüz 4 ya»
şmda iken, bir derbent bekçisi olduğu söylenen babası İb­
rahim ağa ölünce Mehmet Ali’nin, akraba olarak yalnız
amcası Tosun ağa kalmıştı. Kavala’da mütesellim olan
Tosun ağa, küçük Mehmet Ali’yi yanına aldı ise de, çok
geçmeden Tosun ağa’da idam edildi. Kimsesiz kalan Meh­
met Ali’yi 'babasının eski dostlainndan Pıravışta çorbacısı
(Subay) yanma alıp bir evlât gibi büyütmüştür. Çorbacı,
Mehmet Ali’yi büyüttükten sonra, ayni zamanda onu dul
kalan bir akrabası ile •evlendirmiştir. Bu kadının sahib ol­
duğu bir miktar servet ise, Mehmet Ali’ye ilk sermaye ol­
muştur.
Evlendiği zaman 18 yaşında idi Okuma yazma bil­
mezdi. Kavala’da bulunan bir Fransız taciri ile olan mü­
nasebeti onda hem ticaret hevesini, hem de üeride Mısır
valüiğinde de tesirini gösterecek olan Fransız dostluğunu
meydana getirmişti. Mehmet Ali bu suretle Tütün ticare­
tine veya bir rivayete göre kaçakçılığına başlamıştı.
Mehmet Ali, bir gün Kavala’da kahvenin birinde

64
otururken biri suda pişmiş Mısır satıyormuş. Mehmet
Ali: «Bu Mısır kaç’a?» diye sormuş «10 para» cevabım al­
mış bir kaç tane aldıktan sonra: «Mısır, bu kadar ucuz’-
mu, acaba kendisi de bu kadar ucuzmudur? Gitsek’te, bir
görsek.» diye kendi kendine söylenmiş.
Yakınlarından nakledildiğine göre, bu pişmiş mısır
aklına geldikçe kendisi;
«Beni Mısır’a gelmeğe ilk heveslendiren bu Mısırcı
olmuştur. Daha o vakit Mısır’a gelmeyi kurmuştum. Ni­
hayet geldim ve hamdolsun ki sonra Msırın yerinide aldık»
dermiş.
İşte o günün genç Mehmet Ali ağası, böyle bir hayal­
le başlamış Mısır seferine...
Bu sırada, güzel bir fırsat çıktı Mehmet Ali ağa’ya;
Mısırdan Fransızları kovmak için Os^ıanlı Devleti Ordu’­
ya gönüllü kaydediyordu. Mehmet Ali de Kavaladan top­
lanan 200 gönüllü arasında idi, bu suretle ve Kaptan Kü­
çük Hüseyin Paşanın donanması ile Mısır’a geldi.
Fakat bu ilk yolculuk iyi gitmedi. Mısır kıyısında
Ebukır denen yerde Mustafa paşa kumandasında yapılan
harpte Mehmet Ali’nin içinde bulunduğu birlik bozuldu
ve kendisi de bir ara sıkışınca Denize atladı. Fakat ecel
gelmemişti. Kader imdadına İngiliz Komodoru Sidneyİ
yetiştirdi. Sidney, onu boğulmak üzere iken kurtardı. Ve
sağ salim geri dönebildi. Daha sonra, gine Kaptan Hü­
seyin paşa üe tekrar Mısır’a gelen Mehmet Ali, bu defa
Mısır’a sağ salim çıkabüdi, Ve Ordu içinde yavaş yavaş
kendini göstererek Subaşı oldu. Bu suretle de Kahire’de
çevrilen Siyasi Entrikalara rahatça girebilme imkânını
bulmuştu.
Sadece girmekle de kalmadı. Bu entrika ve siyasi do­
lap çevirmelerde, isyanlarda o kadar maharet gösterdi
ki, kısa zamanda, adım adım bütün emsalini geçerek Mı­
sır’a Vali oldu. Hatta bunuda kâfi görmiyerek Mısırda

F. : 5 — 65
istiklâl hevesine düştü buda kâfi gelmediğinden Osmanlı
Devletini ele geçirerek yeni ibir haneden kurma teşebbüs­
lerinde bulunacak ve Devletin başına gaüeler açarak in­
kırazın eşiğine getirecek kadar ileri gitti. Paşa, Valiliğin
ilk günlerinde, eski sade hayatını devam ettirdi. Basit bir
kıyafetle dolaşır, dolaşırken de ekseri Bonapartkârı el­
leri arkasında bulunurdu. Yanında fazla muhafız bulun­
durmaz, tek bir nöbetçi kendisini beklerdi. Fakat, gittik­
çe Her Mısırlı devlet adananda görüldüğü gibi gurur ve
şâhâne hareketlere heveslenmeğe başladı.
Dama, Satranç, bilardo oynamasını çok severdi. Kü­
çük zabitleri, hatta erleri zaman zaman yanına alarak
onlarla sohbet ederdi. Fakat bilardo'yu daha çok konso­
loslar ve ecnebi seyyahlarla oynardı. Çabuk müteessir
olurdu. Pek şiddetli idi Ansızın gelen heyecanını gizleye-
mezdi. Kadınlara karşı zaafı büyüktü. Şan’a pek düşkün­
dü. Entrikalar çevirmek için çok cömert davranırdı. Mu­
vaffakiyet hasıl olunca vermek üzere büyük vaatlerde
bulunurdu. Yaptıklarından bahsederken büyük bir gurur­
la bahsederdi. Avrupa gazetelerinden çekinir, onların,
aleyhinde yazmalarından adeta ürkerdi. Bu gazete ten­
kitlerinin bütün emellerini engelleyeceğini vehmederdi.
Hatta îngilterenin kendi istiklâline muarız oluşunu, o
günlerde Mehmet Ali’nin bütün kötülüklerini ifşa eden İz­
mir gazetesinde (JOURNAL DeSMYRNE) bilirdi. Bu­
nun için de: «Bu gazetenin çıkmaması için 6 milyon
Frank vermeğe hazırım» derdi.
Mehmet Ali paşa, politika heyecanlarından ömründe
hiç bir rahat görmemiştir. Daha doğrusu, emellerine va­
sıl olabilme endişe ve ihtirası içimde ne kendisi huzur bul­
muş ne de Mısırlılara huzur vermiştir. Uykularının dahi
az ve huzursuz geçtiği söylenir. Rahatını selbeden şeylerin
en büyüğü de, ’kendisine arız olan bir asabî hıçkırıktı. Bu
da şöyle başlar: Vehabilere olan seferi esnasında oğlu

€6
Tosun paşa Taifte vehhabüer tarafından muhasara edil­
miş. Mehmet Ali paşa ise Mekke’de bulunuyordu ve ya­
nında Askeri yoktu. Yanında kalanlar Ciddeye kaçmasını
teklif ettiler. Paşa reddetti. Mutlaka oğlunu kurtarmaya
gideceğini söyledi. Yanındaki 40 kölemen ile yola çıktı.
Taife yaklaşınca ne yapacağını düşünmek üzere biraz mo­
la verdi. Bu arada yorgunluktan uyuyakaldı. Uyumadan
evvel de, yanındaki askerin (birine etrafı gözetlemesini ve
herhangi bir şey olursa hemen gelip kendisine haber
vermesini emretti. Tam tatlı uykuda iken bu asker, bir
vehhabi casusunu yakalar, paşanın yanma getirir ve onu
uyarır. Heyecanla uyanan paşayı uyanır uyanmaz şiddet­
li bir hıçkırık tutar, işte bundan sonra Paşa, Ömür bo­
yu bundan kurtulamamıştır. Ne zaman hiddetlense he'
men kendisini hıçkırık tutar ve kızdığı da bu hıçkırığın­
dan belli olurdu.

Paşa’nın uykusu azdı. Çok faaldi. Esasen bütün ha­


yatı işle, Faaliyetle hulasa edüebilir. Sabahın saat 4 ün­
de iş başında olur. Akşama kadar bütün zamanını me­
murlar, subaylar ile, işle, Resmi geçiıtle, tersaneleri, fab­
rikaları vesair iş yerlerini dolaşmakla geçirirdi.

Okur yazar olmadığına üzgündü. Tekrar öğrenmek­


te meşgale arasında biraz güçtü. Bununla beraber, 40 ya­
şından sonra buna da ¡heveslendi. Bir cariyesinde Elifba
okumayı Öğrenmeğe, bir hoca efendiden de yazı yazması­
nı öğrenmeğe çalıştı. Paşa’nın bazı iyi hasletleri de vardı.
Samimi olduğu zaman açık açık konuşurdu. Sözlerinde
incelik vardı. Mütecessis ve hazır cevaptı, istediği zaman
iradesini zabtetmeyi bilirdi.

Hasta denecek derecede Garp ve bilhassa Fransız


hayranı ve mukalüdi idi, fakat Garb’ı anlıyacak, onun

67
müsbet ve menfi yönlerini ayırdedebilecek çapta bir kül­
tür ve şahsiyete sahip değildi. Adaletsever görünme gay­
reti de vardı, ama adaletten bihaberdi.
îşte hayatından bu hususta örnek olacak bazı garip
vak’alar:
Bir gün, bir cariyesi, ufak bir kabahat yapar. Paşa
gadaplanır. Ani ve kendine has bir hüküm verir ve ka­
dıncağıza tam 500 sopa attırır. Kızcağız ölü haline gelir.
Bu defa Mısır tedavi usulüne göre bir koyun kestirir ve
kızı derisine sardırır, götürürler. Paşa, kızı öldü bilir.
Aradan bir sene geçer, paşa her nasılsa kızı hatırlar, acır
ve: (kıza yazık ettik) der, yanında bulunan hatunlar,
kızın ölmediğini, tedavi olduğunu söylerler. Bu defa paşa
onu çağırtır, iltifat eder ve onu haremine alır.
Paşa, bir ara Avrupadan nadide çiçekler getirtmişti.
Bunlar arasında Dahliya adlı çiçekte vardı. Bu çiçek köş­
künden uzak bir yerde Güneş altında kalır, bol güneş
almca da iyice çiçeklenir. Bir gün bir ecnebi, sohbetinde
bu çiçeğin güzelliğinden bahseder. Paşa da çiçeğe o za­
man dikkat eder, beyenir ve bir sandığa konarak sarayı
gölgelendiren ağaçların altına alınmasını emreder. Bah­
çıvan, çiçeğin gölgede solacağını söylerse de paşa dinle­
mez. Üstelik kaşlarını çatarak; çiçeği soldurursa kendisi­
ni diri diri yere gömeceğine yemin eder.
Bahçıvan, emre uyarak, çiçeğin bir sandık içinde
ağacın altına kor. Fakat güneşten mahrum kalan çiçek,
bahçıvanın dediği gibi solmaya başlar. Durumu takibe-
den paşa, çiçeğin solduğunu görünce bahçıvanı çağırıp
yere yıktırır, Kırbaçla iyice döğer. Dayanılmaz kırbaç
acıları içinde kıvranan bahçıvan, bir ara. «Paşam, İnsan­
ları itaat -altına almak mümkün, ama çiçekleri itaat al­
tına almak mümkün olmuyor» der. Paşa bu söz üzerine
müteesir olur, bahçıvanı bırakır ve ona hediyeler de ve­
rir.

68
Paşa bir ara da Avrupadan bazı meyve ağaçları ge­
tirtmişti. Bunların arasında makbul bir erik cinsi de
vardı. Paşa, bu erik ağacına iyi bakmalarını emeretti.
Bahçıvanlar da bu erik ağacına pek güzel baktılar ve bir
kaç erik verdi. Paşa bunlara çok kıymet veriyordu. Bir
gün, henüz iyice olmadığı halde eriklerin bir tanesini yedi
ve pek hoşuna gitti. Geride kalan 3-5 eriğe dikkat et­
mesi için bahçıvan başına sıkı sıkı tenbihte bulundu. Bu­
nun üzerine ağacın etrafı ve üstü tel üe örtülüp kuşların
tecavüzüne mahal bırakılmadı. Fazla olarak, ağacın ba­
sma bir nöbetçi de kondu. Gece gündüz bekletildi. Fakat
aksilik bu ya; o sırada bir bora eserek bir tanesi hariç
bütün erikleri düşürdü. Fakat kalan tek erik te inadına
güzeldi. Paşa çoktandır eriğin bulunduğu ŞUBRAYA
gelmemişti. Eriği de unutmuştu. Bahçıvan başı arkadaş­
ları ile müzakere etti, erik tamamen olmuştu. Koparıl-
mazsa düşeceğine veya dalında çürüyeceğine, binaanaleyh
koparılması gerektiğine karar verildi. Büyük bir ihtimam
la eriği kopardılar, pamuğa sarıp bir kutuya yerleştirdi­
ler. Sonra kutuyu mühürleyip Paşaya gönderdiler. Vakit
Ramazan’dı. Paşa biraz rahatsızdı ve yemeyi haremde
yiyordu. Harem ağası, erik hikayesini bilmediği için, bu
eriği diğer meyvelere karıştırarak paşaya verdi. O da far­
kında olmıyarak eriği yedi.
Aradan bir kaç gün geçince Paşa iyileşti, bahçeyi zi­
yarete gitti ve doğruca erik ağacını yanına gidip diküdi.
Baktı ki erikler yok.
Kendisine vak’anm hikâye edilmesine vakit kalma­
dan Paşa’nın hıçkırığı tuttu. Bu da, onun gayet hiddet­
lendiğine işaretti. Hemen hiç sormadan bahçıvanbaşını
erik ağacının dibine yıktırdı. Adama iyice bir sopa çek­
tiler. Neyse dayaktan sonra olsun adamı dinlemeyi kabul
etti. Bahçıvan vak’ayı hikâye etti. Şahit istedi. Gösterdi.
Kabul etti. Bu defa Harem Ağasını çağırttı. Harem Ağa­

69
sı, gözükür gözükmez Paşa, uzaktan bağırdı: «Ben erik
yedim m i ? » Harem Ağası:
— «Evet bir kaç gün evvel size akşam yemeğinde bi
erik verdim» dedi.
Paşa: «Bana söylemedinya.» diye bağırırken bir eli
ile de yatırılmasını işaret ediyordu. Harem Ağası, duru­
mu anladı. Yakalanmadan evvel Paşa’nın atma atlayıp
dört nala kaçtı ve günlerce saklandı. Neyse, Paşa af etti
de adam böylece kurtuldu.
İşte Istanbuldan kaçan bazı kimselerin hamisi görü­
nen ve kendilerinden hayal ettiği Osmanlı Devletini el'?
geçirme plânlarının tatbikatında faydalanmayı düşündü­
ğü kimseler nazarında maznunların hamisi bilinen paşa’-
nın böyle akıl almaz adilâne (!) kararları da vardı. Esa­
sen Paşa’nm Kanun, adalet, hükümet, idare, vatandaş ve
insan hak ve hürriyetleri gibi mefhumlardan haberi yok­
tu. Hele fellahlar... Onun nazarında zerre kadar bir kıy­
met taşımazdı. Kölemenlere gelince, onları esasen ilk
hamlede insafsızca boğazlatmıştı. Mısır’ı Kölemenlerin
idaresinden ve fellahların elinden sayısız katliamlar so­
nunda eline geçirmişti. Bunun için ne o fellâhları sever,
ne de fellahlar onu severdi. Hatta fellahlar onun ismini
bile söylemezler, Mehmet Ali Paşa yerine «Zalim Paşa»
derlerdi. Gerçi Paşa, son zamanlarda bir kanun da yaptır­
mıştı. Ama bu sadece kitapta kaldı.
Kanunu tatbikatından ve paşa’nın idaresindeki ada­
let anlayışından ibret verici bir misâl durumu daha iyi
anlatacaktır:
Bu kanunu hazırlayanlardan biri bulunan ve Fransa
da tahsil yapmış olan Muhtar Bey, bir genç uşağına fiili
şen’i yapmak istedi. Uşak razı olmaymca onu dayak al«
tında öldürür. O zaıman Mısır'da bir söz vardır: «Bir
fellâhm başı, bir Türkün bir 'kılma değmez» diye. Zalim
Paşa’da bu fikirde olduğundan yeni yaptığı Kanun muci­

70
bince Muhtar Beyin idamı gerekirken ona 500 kuruş di­
yet ödeterek işi bitirtti. Bu para Muhtar Beyin bir yev­
miyesinden azdı. Yani Muhtar Bey, isterse yarı yevmiye­
sini vermek suretiyle her gün bir senede 365 fellâh öl­
dürebilirdi. Mehmet Ali Paşa idaresindeki Mısır’da... Bu
kadarı da adet yerini bulsun, Mehmet Ali Paşa idaresin­
deki Mısır,’da da Kanun var densin diye yapılmıştır. Çün­
kü uşağın ebeveyni bu 500 kuruşluk diyeti de asla elde
edememiş, sadece hükümde kalmıştı..
Paşa’nm idaresinde kanun ve adalet diye bir şeyin
bulunmadığını gösteren hadise yalnız bu değil elbette.
Çok olan misaller arasından bir kaçı da şunlar:
Selim Paşa namında sayılı bir adam, kölelerinden bi­
rini basit bir kabahat için suya atıp boğar, cezasız kalır.
Mahubey, birini döverek öldürür, cezasız kalır. Diğer biri,
cinayet işler, cezasız kalır. Bir taraftan Paşa, diğer taraf­
tan ona sırtını dayayanlar, her zalim ve diktatörün ida­
resinde olduğu gibi, başkalarının mal, can ve namusu üze­
rinde rahatlıkla tasarrufta bulunurlar. Fakat bir hesap
soracak merci bulunmazdı.
Bütün. Mısır halkına kanun nazarında sözde eşitlik
veren bir Kanunnamenin neşrinden iki yıl sonra yine ha­
lâ Fellâha kızgm tuğla üe işkence ediliyor, Fellâh, kula­
ğından duvara çivileniyor, kırbaçla vura vura derisi sıy­
rılıyordu. Bütün bunlar da, vergi almak, soyguncu Pa~
şa’nm soygunculuk torbasını doldurmak içindi. Paşa,
soygunculuk, zulüm, ve işkence ile Mısır halkını bitiriyor­
du.
Paşa, Mısır’ı soyup soğana çevirmiş, Halkın elinde,
avucımda bir şey bırakmamıştır. Vergi, şu ve bu ismi al­
tında her şey halkın elinden aldığı halde Fabrikalarında
çalıştırdığı işçiye, memurlara, Hükümet memurlarına, ve
ordu mensuplarına maaşlarmı vermez, onları meccaneıı
çalıştırmak isterdi. Memurlar, Subaylar, maaş diye bağı­

71
rırlardı. Fakat nadiren para alabilirlerdi. Ekseri kendi
fabrikalarının mamullerini zorla maaş yerine verirdi, ih­
tiyaçları olmayan bu malları, yan fiatına satar, iki misli
pahalı verilen bu mallan aynı zamanda yarı fiatına sat­
mak, onları büyük zararlara sokardı.
Paşa’nm veznedarlarının kasasında para bulunmaz­
dı. Çekleri getiren memur, Paşa’nm Fabrikalarına gönde­
rilirdi. Orada kendisine gösterilen malı beğenirse onu iki
misli fiatına alıp giderdi. Beğenmez itiraz ederse, gidip
maaş koçanını kıncılara yarı fiatına kırdınr, para alır
giderdi. Sonra az bir masrafla bu kocanlar tekrar Paşa’-
nm kasasına girer, bu suretle Paşa, kârlı bir 'kırıcılık da
yapardı.
Paşa’nm oğlu İbrahim mağlup olup Suriye’den çe­
kilirken her şeyin tahrip edilmesi emrini vermişti. Kale­
ler, cephanelikler, çadırlar yakıldı, yıkıldı, toplar çivilen­
di. Mağazalardaki eşyalar parça parça edildi. Hatta yol­
larda ölmüş olan askerlerin Tüfenk ve Kılıçları dahi kı­
rıldı. Bütün bunlar, düşmanları tarafından kendi aleyhle­
rine kullanılmaması içindi. Ve İbrahim Paşa’nm emri ile
yapıldı. Olabilir. Fakat Mısır’a dönüldüğü zaman bu zayiat
hesap edüdi. Bu, savaşta sağ kalıp dönen askerin 6 ¡aylık
maaşına tekâbül ediyordu. Ve bu zarar, askerlere 6 ay
maaş vermemek suretiyle Ödetildi. Halbuki bu zavallı
askerler-, sırf Mehmet Ali Paşa’nm hırsı— cahı için bu ka­
dar zahmet ve meşakkat çekmiş, kanlar dökmüş, üçte
ikisi can vererek telef olmuş iken şimdi de üste Faşa’ya
para ödüyordu. Bu cimriliğe, haksızlığa ve zulme, isim
ve emsâl bulmak güç. Değme zalim böyle zulüm ve değme
Yahudi taciri böyle dolaplı vurgun düşünmez. Zavallı as­
ker, mükâfat, hiç değilse teselli beklerken ve bu hakkı
iken, bu defa da böyle cereme Ödüyordu. Paşa’nm umu­
runda mı? Her halde kabahat gine Mısırlüar’da. Çünkü:
«Halk Susam gibidir, ezip yağını çıkarmalı.» sözü bir Mı­

72
sır Ata Sözüdür. Anlaşılan Paşa bu sözü ihtiraslarına pek
uygun bulmuştu.
Mehmet Ali Paşa, Mısır’da her şeyi inhisarı altına
almış, bunların varidatını da ‘kendi cebine indirmiştir.
Mısır bir çiftlik, o da zalim, cimri bir Ağa idi. Esasen ken­
disinin en mümeyyiz vasfı, para hırsı ve cimrilik idi. Mı­
sır’da yenilik, garplılık, ilerilik, zannedilen ne yapmış ise,
sırf kazanmak ve hayâl ettiği Osmanlı devletini ele geçir­
me arzusu için yapmıştır. Bunun içindir ki, kurduğu fab­
rikaların Mısır bünyesine uyup uymayacağını, dolaysiyle
devamlı çalışıp çalışmıyacağını düşünmemiş ve Avrupa’­
dan getirttiği teknisyenlerin yerli usta yetiştirmelerine
dikkat etmemiş, bu suretle de verimli ve devamlı bir ne­
tice alamamıştır.
Mehmet Ali Paşa, Mısır halkını hiç sevmez, onlara
pire kadar bile ehemmiyet vermezdi. Sevdiği insanlar.
Türklerden sonra Hristiyanlar, bilhassa Fransızlardı. Me­
muriyetlere de bunları getirirdi. Fakat, hizmete aldığı
bütün AvrupalIlar, kendi ifadesi ile, 3 tanesi hariç, ken­
disine ihanet etmişlerdir. Fellahlara ancak aşağı hizmet­
ler verilirdi. Vergi hususunda da onlara pek zalimane
davranılırdı. Gerek para hesabında gerek Ölçü ve tartıda
aldatılırdı. Hesap bilmeyen fellahlar da çoğu bunun far­
kına varmazlardı. Vergiyi vermezse dayağı yer, verirse
daha çok vermek için gine kırbaçlanırdı. Fellahlann en
çok ürktüğü iki isim: Urbaş (Kırbaç) ve tahsilgi (Tahsil­
dar) idi.
Tahsildarlar, ekseri sahte vergi koçanı verir, daha
sonra ayni vergiyi diğer bir tahsildar tekrar tahsü eder­
di. Paşa bunları bari önleşe gine âdilce davranmış olurdu.
Ama böyle tepeden tırnağa zıılme ve zorbalığa dayanan
bir idarede kimi kimden şekva edeceksin. Zalim şahısla­
rın zorbalığı üzerine kurulmuş, şahıslara bağlı, onlann
sözlerinin kanun olduğu heryerde bu böyledir zaten. Bü­

73
yük zalim başta olursa küçük zalimleri kime şikayet ede­
bilirsiniz..
Paşa, yaptığı işlerin çoğunda angarya usulüne baş
vurmuştur. Köylüleri (Fellah) sürü sürü toplar, 'köyler
boşanır, onları sevk edip Fabrikalarında, Ziraat için aç­
tırdığı kanallarda ücretsiz çalıştırırdı. Mısırlılar, paşaya
kanaatırulhayriye bentlerini yaparken firavunlara ehram­
ları yapan Atalarından daha az güçlük ve belâ çekmedi­
ler.
Nü’in fezeyanının artıp Mısır’a bolluk getirmesi de,
Nil’in taşmayıp kıtlık olması da Mısırlı için müsavi idi.
Bolluk olursa, muhtelif isimler altında halkın elindekini
alır. Kıtlık olunca da daha evvel Halktan alıp biriktirdi­
ği zahirelerle ihtikâr yapar bu suretle halkı soyardı. Meh­
met Ali, Avrupa’yı Mısırda taklit etmek istemiş. Fakat
çoğu Şark Devlet adamları gibi ,ve hele îlim ve görgüsü
de eksik olduğu için onun ruhunu anlayamamıştır. Yap­
tığı şeyler kabataslak, basma kalıp, neticesiz bir taklit­
çilikten ileri gidememiştir. Kültür ve İslâmi terbiyeden
yoksun olan Paşa, Garbı — özentisine rağmen — kavra­
yamadığı gibi Şarklılığın ruhunda mevcut olagelen mert­
lik duygularına ve islâma bağlı olanların taşımaları gere­
ken Adalet duygusuna azda olsa sahip olamamıştır.
Açıkgöz AvrupalIlar. Onun bu Avrupa hayranlığı ve
onlara yakın görünme hastalığından azami derecede fay'
dalanmaya çalışmışlar. Bu suretle de Mısırdaki menfaat­
lerini geliştirme ve devam ettirme yarışına girişmişlerdir.
Bunuda ucuz yoldan başarmanın yolunu bulmuşlardır.
Meselâ: Ingilterenin Mançester Vılyourpool Tüccar­
ları tarafından yaptırılan Tunç, Gümüş ve Altın madal­
yaların bir tarafına Mehmet Ali paşanın resmi yapılıp
kenarına (Mehmet Ali paşa) yazılmış, diğer tarafına da
sapları birbirleri ile çaprazlaşan 2 hurma dalının ortası­
na İngilizce şu ibare yazılmıştır:

74
«To dhe frind of science, kommerce, andonder, Who
prodected the subjeeds and property o f adverse prove-
rers, and fcept open the overland droute do india 1840)
Yani: «Hint kara yolunu serbest tutan, düşman dev­
letlerin tabaasını ve mallarını himaye eden nizam, ticaret
ve ilim dostuna»
Bu madalyalar cahil paşanın gururunu okşamaya,
vatandaşların hak ve hürriyet diye neleri varsa hepsi
ayaklar altında çiğnenirken, İngilizlerin tam bir rahatlık
içinde sömürge menfaatlerinin yürütülmesine yetiyordu.
İngilizler, onu övmüşler, namına madalya çıkarmışlardı,
ya, onların yazdığı kadar medeni adil ve büyük bir dev­
let adamı sayabilirdi kendini. Ona dayanan zalim dalka­
vukları da bunu Vatandaşlara bol bol satıp onun himaye­
sinde işlerini yürütebilirlerdi.
Tabi Fransızlar bundan geri kalabilirler mi idi. On­
lar, hem de Devlet eliyle bu işi yaptılar. Fransız Hükü­
metinin Mehmet Ali namına çıkardığı madalyanın bir ta­
rafında paşanın Resmi olup yanında şu yazı vardı:
«Mehmet Ali Regenerateur de t Egpyte»
«Mısır'ın yaradıcısı Mehmet Ali»
Diğer yüzünde ise arapça ve Fransızca olarak şu
ibare yazılı
«Memleketinin şerefini necabetle müdafaa etmesini
bilir.»
Fransız Hükümeti bu madalyayı bir kılıçla beraber
paşa’ya hediye etmiş ve onun gururunu okşıyarak işlerini
yürütmüştür.
Paşayı Avrupanın ileri Devletleri övmüş, büyütmüş­
tü ya artık içerdeki insanları onu zalim sayması, onu hat­
ta tenkit etmesi ne haddine... Böyle, AvrupalIların övdü­
ğü, madalyalar verdiği, yaradıcı, kurucu, koruyucu bü­
yük Devlet adamı dediği bir insanı küçüksemek, ona itaat
etmemek ha. Kimin haddine! Ona sadece saygı gerekir­
di ...Onun sahte büyüklüğünü gelecek nesillere öğrete­
bilecek anıtlar dikmek gerekirdi. Nitekim de öyle oldu.
Halbuki Lozan anlaşması ile Türk Devletinin son
hükümranlık haklarının da tamamen kaldırılarak Ingi­
liz himayesindeki Mısır idaresinde ahfadının müstakil
kaldığı ve bu Mehmet Ali soyunun idaresinde aradan tam
İ asır da geçtiği halde son ihtilâlle Mısır idaresine el
konduğu zaman Mısır, iktisadi, içtimai ve idari bakım­
dan ciddi bir iadım ileri gitmiş sayılmazdı.
Nitekim ihtilâlcilerin zoru ile Mehmet Ali paşanın
son ahfadı Mısın terkederken, onun Garp ruhu ve lisanı
ile dirilttiği iddia edüen Mısırdan hatıra olarak bıraktık-
lan. Firavunların ehramları yanında pek böcür kalan
Garp örneği heykellerinden ibaret olan anıtları idi. Ve
Mısır ve zavallı Mısır halkı, bu defa da Sovyet Rusya hay­
ranı başka bir firavun taslağının sahte yaradıcılığmı al­
kışlamak için kendisini zorlayan yeni «Urbaş» şakırtıla­
rına boynunu uzatmış bulunmaktadır.
Paşa, Fransızlara düşkün olduğundan ilk önce hep
Fransızlara iş gördürdü. Fransız olsun da ehliyetli, eh­
liyetsiz, namuslu, namussuz ayırmadan aldı. Bu gelen
Fransızlann çoğu mahkûm kaçak ve Fransâda tutuna­
mayıp Mısır’da iş ve macera arayan aç ve serseri takımı
idi paşa bunlardan Mısır’ı Avrupa teknik ve medeniyeti­
ne ulaştıracaklarını bekledi. Halbuki bunların yaptıkları
kendi muharrirlerinin de inkâr edemediği gibi utandırıcı
şeylerdi. Paşa bizzat, 1836 yılında divanda şöyle demiş­
tir: «Bana gelen ve kendilerine iş verdiğim AvrupalIlar­
dan yalnız 3 tanesi iyi çıkmıştır.» Daha sonra, Ingiliz ve
îtalyanlardan da adam almış ve çalıştırmıştır. Bunlardan
Suriyede çalıştırdığı Brettel adında bir İngiliz mühendisi,
Suriyenin maden ve diğer ahvalini tesbit ederek gidip In-
gilizlere anlatmıştır. Akka kalesini tahkim ile vazifelen­
dirdiği İtalyan Mühendisi Delcaretto da, İngiliz donan­
ması Akkâ önüne gelir gelmez îngilizlere kaçarak kalenin
plânlarını İngiliz amirlerine teslim etmiştir.
Bu suretle, Paşanın AvrupalI ve Hıristiyan hayran­
lığı kendisine de, idare ettiği Millete de sadece nedamet
vermiştir. Kendi Milli ve rûhi hâzinesini inkâr veya ihmal
edip bunu yabancılardan dilenen her aklı kıt yabancı
hayranı gibi...
Mehmet Ali paşanın müsbet veya menfi büyük ola­
rak tavsif edilen işlerini tarihçüer şöyle sıralarlar:
1 Kölemenlerin Mısır’da kökünü kurutmak,
2 İkinci Mahmudu yenmek ve Osmanlı Devletini in­
kırazın eşiğine getirmek,
S Mısır’ın yegâne çiftçisi, fabrikatörü, taciri olmak,
4 Mısır’a Avrupa tarzını ve buna bağlı dipsiz bir tan-
zimat taslağını sokmak,
5 Mısır’da Zirâî, İktisadî ve Askerî bazı tedbirler al­
mak,
6 Mısır’ı ve Mısırlıları tam manası ile: soymak,
7 Askerlik ve ağır vergilerle Mısır’ı iktisaden mah­
vetmek.
Gine tarihçiler Mehmet Ali paşanın işlerini öz ola-
rak 2 kısma bölerler:
a) Servet ve mevki hırsı ile yaptığı işler,
b) Bu hırsa vasıl olmak için yapmış olduğu imar ve
tanzim işleri
Batlemyus ve büyük İskenderi sever, hikâyelerini
naklettirip dinlerdi. Büyük İskenderden bahsedilirken;
«ben de MakedonyalIyım.» diye böbürlendiği de olurdu.
Her zalim gibi, onun da akıbeti iyi olmamış, henüz
dünyada iken zulmünün cezası başlamış ve dostu ve ha­
misi Fransa imparatorunun başına gelen felaket üzeri­
ne başlayan delilik hali iki sene devam etmiştir. Ve son iki
senesini böyle deli olarak geçirdikten sonra îskenderiyede
hayatı terk edip gitmiştir.
77
P OLY AN US

Büyük Kostantin’in torunudur. Amcası Kostas ta­


rafından imparatorluğa nasb olunmuştu.
Dedesi hıristiyanlığın kurucusu olduğu ve babası da
buna bağlı olduğu halde Polyanus putperest idi. Buna se­
bep de, küçük yaştan beri felsefeye karşı olan merakı İdi.
Bu arada Atina’ya giderek felsefe tahsili de yapmıştı. İş­
te bu hal içinde, esasen Hz. İsa’dan sonra tahrif edilerek
safsatalarla dolu hale gelen hıristiyanlık, onun akimı tat­
min etmez olmuştu. Fakat bunu imparator oluncaya ka­
dar gizledi. İktidarı eline geçirdikten sonra ise; artık bu­
na lüzum görmedi. Ve yalnız bozulmuş hıristiyanlığa kar­
şı değü, onun kurucusu diye Hz. İsa’ya da yan bakmaya
ve onunla alay etmeye kalkıştı.
Hıristiyanların mallarına ve kilise evkafına el koy­
du. Bununla da yetinmedi, kiliseleri tahrip etti. Hıristiyan
dinine bağlı 'kalanları yakalatıp idam ettirdi.
Mallarını ellerinden aldığı hıristiyanlarla alay eder;
İncü: «Cennet fakirlerindir» diyor. «Ben de. hıristiyanlar
cennete girsinler diye mallarını alarak onlara iyilik edi­
yorum.» derdi. Hıristiyanlığı reddeden bir ¡kitap da yaz­
mıştı.
Fakat saltanat ona da yar olmamıştı. Oîıun aşın akıl­
cılığı ve feylesofluğu, onun saltanatını uzatamamıştı. Ro­
ma ülkelerinin bütününe sahip olduktan sonra ancak iki
sene yaşayabilmişti.- Halkın kendisine «Barabtis» de dedi­
ği bu zalim hükümdarın başına da İlâhi adalet, İran şa~

78
İhım çıkarmıştı. İran şahı Şâpür ile Irak cephesinde harp
etmek mecburiyetinde kalan Polyanus, orada düşman as­
kerleri tarafından katledilmiştir.
Polyanus, ölürken bile Hz. İsa’ya karşı olan kinini ye­
nememiş ve ona karşı oluşun cezası olarak öldürüldüğü­
nün elem ve ıstırap hisleri içinde ölmüş, ölürken de vü­
cudundaki kılıç darbelerinin açtığı yaralardan akan kan­
ları avuç avuç gök yüzüne doğru saçmış ve: «Ey îsa, ni­
hayet bugün sen beni mağlup ettin,» diye haykırarak can
vermiştir.

79
E O M A ’ LILAKIN CEZASI

Tarihte Roma’lılarla Kartaca (Kartoğa) lılar ara-


smdaki harpler malûm. Nihayet Romalılar Sio’nun ku­
mandasındaki bir ordu ile bugünkü Tunus civarında olatı
ve eski Tunus denen Kartaca’yı kuşatırlar. Onlara son
darbeyi indirmek arzusundalar. Iş kolay olmamıştır. Mu­
hasara tam dört sene devam etmiş, çetin harpler olmuş­
tur.
Nihayet Roma’lılar zafer kazanmışlardır. Ama Ro­
malılar pek zalim ve hunhar davranmışlardır. Şehri ta­
mamen tahrip etmişler ve bütün halkı kılıçtan geçirmiş­
lerdir. Romalılar bununla da yetinmedi, tatmin olmadı.
O devrin en meşhur şehirlerinden olan Kartaca şehrini
tamamen ateşe verdi. Bütün şehir, içindeki bütün bina ve
canlılarla tam yirmibeş gün çatır çatır yandı.
Tarihte az görülen bu zulüm ve vahşet, Romalıların
da yanına kalmadı. Her zulüm gibi bu da çok geçmeden
cezasmı buldu.
Ruh Havzası yakınlarında oturduğu söylenen ve
Simrî veya Simbrî diye adlandırüan bir millet, Kartaca’-
lılarla bir ittifak akdediyorlar. Cermen’ler ve müttefikleri
de bunlarla birleşiyor ve müştereken Roma’yı cezalandır­
mak için hazırlanıyorlar.
Nihayet bu müttefik kuvvetler •üçyüzbin kişilik bir
ordu hazırlayarak yola çıkıyorlar. Evvelâ ikiye ayrılan or­
dunun bir kısmı Galya, diğer kısmı da İtalya üzerine yü­
rüyerek geçtiği yerleri tamamen tahrip etti. Daha sonra

80
birleşen ordu, Roma üzerine yürüdü. Romalılar büyiik bir
hazırlıkla karşı çıkmış ve şiddetli mukavemet etmişlerse
de — Ceza günleri gelmiş olduğu için — kâr etmedi. Kar-
taealıiann ikanı tuttu onları, eşsiz zulümlerinin, cezasını
münasip şekilde gördüler. Mağlûp ve perişan oldular ve
tarihlerin yazdığma göre; tam seksen bin ölü verdiler o
gün Romalılar.
NERON ( Ñ ER O)

Bu da bir Roma hükümdarıdır. Zulmü dillere des­


tandır, Hatta, zalimlere timsaldir. «Neron gibi zalim» di'
ye zulmü darbı mesel haline gelmiştir.
İlk devirleri 3-5 sene iyi davranan Neron, ondan son­
ra durumunu tamamen değiştirdi. Bilhassa hıristiyanlara
pek zalim davranıyordu. Hz. İsa’nın dinini yaymaya ça­
lışanların ileri gelenlerinden olan Şemûnussefa ile Padlos,
"bunun zamanında katledilmiştir. Şemûn, asılarak, Pad­
los da başı kesilerek idam edilmiştir. Havariyun’dan Ya-
kub’un da bunun zamanında öldürüldüğü söylenir.
Putperestliği kabul etmeyen, Hz. İsa'nın getirdiği di­
ni tercih eden Roma vatandaşlarını, rejime kargı gelmek
ve asayişi bozmakla suçlayıp toplatan Neron, onları sirk­
lerdeki vahşi hayvanlara atarak parçalatmıştır. Hattâ,
hıristiynlrk töhmeti üe öz annesini, karısını ve hocası
(Senka) yı da ıkatlettirmiştir.
Oğlunun emriyle cellâtların hücumuna uğrayan za­
vallı annesi: «O küıçlarımzı böyle bir zalim evlâda süt ve­
ren şu göğüslerime vurun. Çünkü onlar, böyle bir hunhar
köpeği besleyip büyütmekle bu cezayı cidden hak etmiş
lerdir.» diye yeis ve ızdırap içinde inlemiştir.
Bunun zamanındaki acaip hadiselerden biri de şudur
Gök yüzünde 'bir kuyruklu yıldız meydana gelip, doğup
batarak altı ay müddetle görünüşü devam etmiştir.
Bu zalim başının akibeti ne oldu acaba? İlâhî adalet
bunun da yakasını bırakmadı, zulmü cezasız kalmadı.

£2
Roma âyânı buna karşı müştereken baş kaldırdılar.
Hayatının tehlikeye girdiğini gören zalim Neron, kaçarak
kurtulabileceğini zannetti ve kaçtı. Fakat sadece saltana­
tını terketmek, zulümlerinin karşılığı olamazdı. Habis
varlığı, insanlık için bir yüz karası idi. Peşini bırakmadı­
lar. Askerler ardına düştü ve kıstırdılar. Akibeünin fe­
caatini gören zalim, yeis ve dehşet içinde intihar etti.
Böylece kendi pis kanı, kimsenin elinin bulanmasına lü­
zum. kalmadan yine kendi kanlı elleri ile temizlendi.
Ölürken: «Eyvah, insanlık büyük bir dahî kaybedi­
yor.» deyişi, onun aynı zamanda — her zalim gibi — ne
büyük bir ahmak kişi olduğunu gösteren en güzel bir
örnektir.

83
T U T î S

Mısır hükümdarı (Firavunu) dır. Hz. İbrahim’le mü­


cadele eden meşhur Babil hükümdarı Nemrut zamanında
hüküm sürmüştür. Hz. İbrahim, onun zamanında Nem­
rut’tan ıkaçıp Mısır’a gelmiştir. Bazı Kıptî-Mısır tarihleri,
Tutis’in meşhur yedi firavunun ilki olduğunu iddia eder­
ler. Tek kız evlâdı vardı: Horya...
Büyük peygamber İbrahim Aleyhisselâm ile olan hi­
kâyeleri şöyle nakledilir:
Hz. İbrahim, putperest Nemrut üe büyük mücadele­
den sonra yurdunu terkedip Şam taraflarına gelmişti. Fa­
kat orada da Babil’lüerin tesiri bulunduğu için huzur bu­
lamadı. Mısır’a firavunun ülkesine göçtü.
Zalim ve ahlâksız bir adam olan firavun, Hz. İbra­
him’in saygıdeğer zevcesinin güzelliğini duyunca, veziri
vasıtası üe Hz. İbrahim’i ve eşini saraya çağırttı. Gel­
diklerinde, Hz. İbrahim'in eşi Sare’yi yanma aldırdı, ona
sahip olmak istedi. Fakat ona doğru uzattığı eli kurudu.
Firavun, dua etmesi için Sare'den ricada bulundu. Sare
dûa etti, duası kabul oldu ve eli iyileşti. Firavun, tekrar
Sare’ye el atmak istedi fajkat gene eli 'kurudu. Firavun,
yeminle bir daha dokunma teşebbüsünde bulunmayacağı­
na söz vererek ellerinin açılması için dua edivermesini is­
tedi. Sâre dua ediverdi. Hükümdarın elleri açıldı ve
artık Sare’ye saygılı davrandı. Onu, kızı Horya'nın yanma
yolladı, ona lâzrnı gelen iltifatı göstermesini istedi. Hor-

84
ya Sâre’ye çok iltifat etti. Ona Cariyesi Hacer’i ve bir
çok yiyecek ve mallar hediye etti. Hz. İbrahim’in emri ile
Sâre, yiyecek ve cariyeyi kabul, fakat diğer eşyaları red­
detti.
Firavunla Sâre arasında geçen bütün bu hadiseler
Cenab-ı Hak tarafından Hz. İbrahim’e gösterildi.
İşte bu firavun Tutis, çok şiddetli, mağrur, zalim bir
hükümdar idi. Esasen iktidara da bir cinayetle geçmişti.
Diğer kardeşlerine fırsat bırakmamak için öz babasını
öldürerek tahta çıkmıştı. Babası ise ,obur, ahlâksız, ay­
yaş bir adamdı.
Bir gün böyle gene sarhoş bir halde sarayında otu­
ran babası Malya’nın üzerine saldıran Tutis, onu öldüre­
rek tahta geçmişti.
Zulüm ve gaddarlıkla geçen saltanatının son günle­
ri ise; daha dehşetli bir duruma girmişti. Tek kızı Hor-
ya’dan başka evlâda sahip olmayan Tutis, kızının salta­
natına rakip çıkmasınlar diye, kendilerinden şüphelendi­
ği bütün akraba ve devlet adamlarım bir bir katlettirme-
ye başlamıştı. Bu zulmün sonunun gelmeyeceğini ve bu
suretle devlet adamlarından da tamamen mahrum kala­
cağını gören kızı Horya, babasını zehir içiçerek Öldürmüş
ve kendisi kalan devlet adamı ve hanedan halkı ile dev­
leti idare etmek üzere Mısır tahtına oturmuştur.

85
T E O D A T O S

Got Kralı Adler ölünce saltanatına varis olarak an­


nesi Hemilsatiya 'kalmıştı. Fakat akdm ihtiras sahibi de­
ğildi. Kendi nefsinden çok milletini, devletini düşünecek
kadar olgundu. Diğer birçok hemcinsinin düştüğü hataya
düşmemeye çalıştı. Tahtı akrabalarından, samimiyet ve
kabiliyetine inandığı Teodatos adında birine verdi. Fakat
adam nankörün biri çıktı. Tahta kurulur kurulmaz ük işi,
kendine saltanatı bağışlayan bu olgun, fedakâr ve akra­
bası olan kadını katlettirmek oldu.
Bu zulüm ve nankörlük nümûnesi hadisesi, Bizans
imparatoru Jüstinyen’in kulağına gidince canı buna pek
sıkıldı.
Bu, zülme uğrayan kadının intikamını alıvermek üze­
re meşhur kumandanı Belizaryus’u vazifelendirdi. Beli*
zaryus, büyük bir ordu ile yola çıkarak Teodatos üzeri­
ne yürüdü.
Yapılan muharebede Teodatos yenildi. Gerçi kral ha­
yatını kurtararak harbi bitirmiş oldu ama Got ayanı bu
neticeden memnun kalmadı. Bu harbin Belizaryus ile ara­
larında muvazaalı olduğunu iddia ederek Kral Teodatos’u
azlederek, yerine Ovitikus Kral ilân edildi.
Yeni kral tahta çlkar çıkmaz eski kral Teodatos’u
Öldürttü. Bu suretle de maktule Hemilsatiya’ya yapılan
zulmün cezası alınmış oldu.

86
V E L İ D

Velid, Emevî hükümdarıdır. Hişam’dan sonra Emevî


halifesi olarak tahta çıkmıştır. Künyesi: Fasiktır.
Bu Velid, emsali az görülmüş sapık ve zalim insan­
lardan biridir. Esasen onu iyi tanımak için mensup oldu­
ğu aileye şöyle bir bakmak ıkâfi: Babası: Yezid Abdülme-
lik, anası; meşhur zalim Haccac’m kız kardeşi ve gene
onun kadar zalim olan Irak valisi Yusuf Sakafî’nin kızı.
Bunun ve adı geçen ailesindeki büyüklerin yaptıkları zu­
lüm ve ahlâksızlıklar akıllı insanın kârı değil. Belki bu
tip insanlarda, akli muvazene tam değildir. Fakat Velid’-
in aynı zamanda değerli bir şair olduğunu nazara alınca,
insan ne diyeceğini, bu sapıklığı nasıl mânâlandıracağını
bilemiyor, işte hayatı:
Hicrî doksan senesinde Şam’da doğmuştur. Yezid’in
oğludur. Gayet yakışıklı ve edebî zevki kuvvetli; fakat
zalim, fasik bir insandır. Babası Yezid tarafından veliaht
tayin edildiği için, Hişam öldüğünde yerine Hicrî 125 se­
nesinde kendisine biat edümiştir. Zehebi, müteselsil senet­
le Hz. Ömer’den nakleder 'ki: «Bir gün Ümmü Seleme’nin
biraderinin bir çocuğu olmuş, çocuğa Velid ismini koy­
muşlar. Resul-i Ekrem, çocuğun bu ismini duyunca: «Bu
çocuğu firavunlarınızın isimleri ile isimlendirdiniz. Bu üm­
metten Velid adında bir adam gelecek ki, onun bu üm­
mete karşı olan şiddeti, firavun’un halkına olan şiddetin­
den fazla olacak.» buyurmuştur.»
İşte zaman gelmiş, Velid bu ümmete halife olmuştu.

87
Halifenin bir vazifesi de halka namaz kıldırmak, yani ce­
maate imam olmaktı. Bir sabah, ezan okunurken, halife
Velid, cariyesi ile şarap içiyordu. Kalktı, cariyesi ile cima
etti ve sonra da:
«Yemin olsun ki, bu gün namazı kimse kıldırmaya­
cak, sen kıldıracaksın.» dedi.
Cariye, padişahın elbiselerini giydi. Cünup ve sarhoş
yalpalayarak gitti ve cemaate imam oldu.
Velid bir gün harem dairesine geçer. Haremde yetiş­
kin kızı, dadısı üe oturmaktadır. Velid, hemen kızının üze­
rine çullanır ve zavallı öz kızının bikrini izale eder. Duru­
mu dehşetle seyreden dadı:
«Bu senin yaptığın mecûsiliktir. Zira kızları ile ev­
lenmeği mubah gören onlardır.» deyince, ahlâksız Velid,
şu şiiri okur:

«İnsanların kınamasından korkan,


eleminden ölür,
Buna aldırmayan cesurlardır ki hayattan
zevk alır,»

Velid, bir gün Tefeül için eline Mushaf-ı Şerif-i alır


ve rastgele bir yerinden açar ve «Her sapık zalim helâk
oldu.» âyeti kerimesi ile karşılaşır. Kaderin yüzüne vur­
duğu bu şamar karşısında Velid pek kızar. Sivri akimca
Kur’ân’dan intikam almaya kalkışır: «Beni alay ve teh­
dit mi ediyorsun?» diye Mushaf-ı Şerif-i karşısına koya­
rak nişan alır. Ok ata ata kitabı parça parça eder ve bu
şiiri okur:

«Sen her sapık zalimi tehdit mi ediyarsun?


A l; işte beııim o, cebbar anid!»
«Yarın mahşerde Kabbin huzuruna vardığında,
De ki: «Beni okla parçaladı Velîd.»

88
Velîd, Nasr bin Seyyar’ı Horasan’a vali tayin etti.
Irak Amili olan Yusuf Sakafî de Velid’e adam gönderip
pazarlık etti. Vali Nasr’ı bütün amilleri ile beraber satın
aldı. Nasr’a da, ehlü ayalini ve emvalini alıp gelmesi için
emir gönderdi. Beri taraftan da Velid, bütün vergileri ile
Yusuf’a sattığı ayni Nasr'a emir göndererek; ne kadar
güzel at ve doğan varsa toplanmasını, oyun ve çalgı âlet­
leri, altın, gümüş ibrikler yaptırmasını, bütün bunları ve
Horasan ileri gelenlerini alıp Şam’a gelmesini emretti.
Anlaşılan geniş emeller besliyor, ulaşılmaz zevkler
içinde yoğrulu saltanatını sürdürmek istiyordu.
Velid’in sayısız zulüm ve ahlâksızlıkları 'kısa zaman­
da her tarafta nefretle duyuldu. Dedikodusu edilir oldu.
Halk, bîzar oldu. Nihayet, babasının diğer cariyelerinden
olan kızları yani kendi baba bir kız kardeşleri ile de res­
men evlenmesi, halikın tahammülünü taşırdı. Bütün Eme-
vî halkı bu sapığın hal’edilmesinde birleşti. Yerine amca­
zadesi Yezid’i halife nasb ettiler. Yezid, Şam’ı zabpetti.
Velid, durumu öğrendiği zaman, Şam nahiyelerinden Ted-
mür’de av ve eğlence ile meşguldü. Yezid, asker göndere­
rek Velid’i ¡kuşattı. Velid, karşı geldi ise de askeri mağ­
lûp oldu ve kendisi Hisnüi Bahr’da sıkıştırıldı. İşin bitti­
ğini gören Velid, henüz ilk senesinde bulunduğu saltana­
tını tatlılıkla devam ettirebilmek ümidiyle saray kapısına
kadar çıkmış ve her sapık zalim gibi bükemediği kolu
öpercesine şu sözleri söylemiştir:
— «Ey asker, içinizde asıl ve ulu bir ikimse varsa
çıksm, konuşalım.» Yezid bin Anbese, ileri çıikarak: «İşte
ben varım ey Velid! Ne söylemek istiyorsan bana söyle.»
dedi. Velid:
«Ben sizin maaşlarınızı arttırmadım mı? Ben sizin
ağır mükellefiyetlerinizi kaldırıp bahşişler vermedim mi?
Neden bana karşı böyle isyan ediyorsunuz?»

89
Yezid:
«Biz, sana şahsi işlerimiz için baş kaldırmış değiliz.
Bağlı bulunduğumuz İlâhî kanun namına seni azl ediyor
ve cezalandırmak istiyoruz. Çünkü sen; şarap içtin, kı­
zma tecavüz ettin, kız kardeşlerinle evlendin. Bu suretle
Allah’ın yasaklarını çiğnedin, onun emirlerini küçümse­
yip onlara ve onları ihtiva eden kitaba hakaret ettin. İş­
te ; biz senden bunları, bu zulüm ve ahlâksızlıklarını dava
ediyoruz.» dedi.
Bu suretle ümidini kesen Velid, odasma çekilereik,
daha yakında okla paramparça ettiği Kur’an-ı Kerim’i
eline aldı: «Bu gün Hz. Osman'ın şehid olduğu gün gibi­
dir.» diye okumaya başladı.
Bu sırada asker, evini kuşattı. Önde Yezid bin An-
bese olmak üzere beş-on asker duvarı aşıp odasma girdi­
ler, başına, yüzüne ve diğer yerlerine vurulan kılıç dar­
beleri ile habis canını aldılar. Başını kestiler, yüzünü ya­
ralarını diktiler ve başını bir mızrağa geçirerek yeni hü­
kümdar Yezid’e gönderdiler.

90
Y U S U F S A K A F Î

Emevî valüerindendir. Halife Hişam zamanında azle­


dilen Halid bin Abdullah Kuserî yerine Irak ve çevresine
genel vali olarak tayin edildi. Meşhur zalim Haccac’m ba­
bası ve sapık halife Velid’in anne babasıdır.
Bu adam da acaip tiplerden biridir. Hem çok iyi, çok1
dindar bir adam, hem de çok zalim ve âsî adam görünü-
şündedir.
îyi yönleri:
Aile halkını çok mazbut tutardı. Namazı cematle kıl­
mayı ihmal etmezdi. Namazı uzun uzun ve hûşû içinde
kılardı. Sabah namazından sonra kuşluğa kadar camide
kalır, kimse ile konuşmaz, Kur’an tilâveti ile vakit geçi­
rirdi. Mütevazı ve yumuşak sözlü idi. Daima Cenab-ı
Hak’ka karşı tazarru ve niyazda bulunurdu. Edebî zevki
ve şiir kabiliyeti vardı. Bu haliyle ne güzel adam...
Fakat madalyonun ters tarafı bambaşka:
Çok şiddetli, zalim bir insan ıkasabı, ahmaik bir
adam... Zıt hareketler kumkuması...
Yeni elbise diktirdiğinde, tırnağını ebisenin üzerinde
gezdirir, herhangi bir pürüze takılırsa; o kumaşçıyı döğ-
dürür veya elini kestirirdi.
Bir gün bir elbiselik kumaş getirdiler. Kâtibine so­
rar: «Nasıl buldun?» Kâtip: «Dokuması biraz daha sık
olsaydı daha iyi olurdu.» der. Yusuf, kumaşçıya döner:
«Gördün mü, a soysuz adam, kâtip doğru söylüyor.» der.
Adam: «Kâtip bunun değerini ne bilir? Bu bizim sanatı -

91
.mızdır, biz malı biliriz.» der. Bu defa kâtibe: «Gördün mü
a soysuz adam, sen ne anlarsın ¡bu işten? Adam doğru
söylüyor.» der. Kâtip: «Bu herif, senede ancak böyle bir
veya iki kumaş dokur. Ben ise yılda 'böyle yüz çeşit ku­
maş elden geçiririm.» deyince Vali Yusuf bu defa da bu­
nu tasdik eder... Sonra da kumaşın düğümlerini saydır­
mış ve bir tek düğüm eksik çıkınca da adama yüz kırbaç
vurdurmuştur.
Daha evvel Yemen amili idi. Irak valiliğine tayini çı­
kıp, yola çıkmaya karar verince, 'bir cariyesini çağınp;
— «Benimle beraber gelir misin?» der. Kızcağız:
— «Gelirim.» deyince de: «Sen bırnu şehvetine olan
düşkünlüğünden söylüyor ve istiyorsun.» diye azarlar ve
cellâdı çağırıp: «Vur şunun kafasını» der.
İkinci cariyesini çağırıp aynı teklifi yapınca, bu da:
«Hayır gelmek istemiyorum.» der. Bu defa da: «Bu, se­
nin zühdündendir.» der, onu da cellâda teslim eder.
Üçiincü cariyeyi çağırıp aynı teklifi yapar. Bu, ikisi­
nin halini bildiği için: «Bilmiyorum» der. Bu defa bunu
da aynı şekilde cellâda teslim eder ve her üç kızcağızı da
böylece sebepsiz yere öldürtür.
Kendisi kısa ¡boylu idi. Elbise dikmek için gelen terzi:
«Bu ıkumaş çoktur, artar.» derse, onun boynunu vurdurur.
«Bu kumaş azdır, size bundan çıkmaz, daha 'kumaş lâ­
zım.» derse memnun olurdu. Bunu bilen terziler, her el­
bise diktirdiğinde, kumaş parçalarını saklar; «Yetmedi,
daha lâzım.» diye haJber gönderirler, o da memnuniyetle
kumaş gönderirdi.
Bir gün kâtibi dairesine gelemez. Vali Yusuf sebebi­
ni sorar, adamcağız korkusundan: «Efendim! Dişim çok
ağrıyordu. Onun için dün size hizmet şerefinden mahrum
oldum.» der. Vali hemen diş hekimini çağınr: «Şunun
dişini çek.» der, çektirir. Sonra da; «Onun yanındakini de

$2
çek de, bir gün o da ağrıyıp işe gelmesine mani olmasın.»
der ve adamcağızın her iki dişini de söktürür.
Daha nice acaiplikleri olan bu adam, Irak’a vali olur
olmaz, eski valinin bütün malını müsadere ve kendisini
de diğer bütün amilleri üe beraber hapsetti.
Ayrıca, bu eski vali Halid.in, Hz, Hüseyin’in torunu
imam Zeyde külliyetli miktarda mal emanet etmiş olduğu
iftirasını Halife Hişam’a duyurdu. Halife, ifade almak
üzere mazûl vali Halid’i huzuruna çağırırken; Yusuf da
Hz. imam Zeyd’i çağırarak bir hayli — edepsizce — azar­
ladı. imam, bunun tamamen bir iftiradan ibaret olduğunu
isbat ettikten sonra kalkıp Kûfe’ye gitti. Ve bu zalim Yu­
suf’un iftirası, ikinci bir Kerbelâ vak’asma sebep oldu.
Şöyle ki:
imam Zeyd, Yusuf’un şerrinden kaçmak .saklanmak
ve sık sık yer değiştirmek mecburiyetini hissetti. Bu du­
rumu büen ve Emevî idaresinden bîzar olan bir kısım
halk etrafına toplandı. O kadar ki, 40 bin kadar Hz. Ali
taraftan Zeyd’in etrafında toplanıp onunla bir harekete
hazır olduklarını söyler oldular. İmam Zeyd bunlara, de­
desi gibi, inandı. Kûfelilere güvenmenin doğru olmadığı­
nı söyleyen dostlarını dinlemedi. Esasen bu sırada vali
Yusuf da ¡kendisini şiddetle aramakta idi. Ve hayatı mut­
laka tehlikede idi. Bu durumda, artık bir hareket zarure­
tini kabul ve kırk 'bini bulan taraftarlarına ilân etti.
Bunun üzerine taraftan görünen Kûfe’li Alevî’ler
onu son bir imtihana tabi tuttular; ileri gelenlerden bir
gurup gelerek:
— «Şeyheyni mühteremeyn (= Hz. Ebubekir v
Ömer) hakkında inancınız nedir, ey imam?» diye sordu­
lar. İmam Zeyd :«Allah onlara rahmet ve mağfiret et­
sin, derim. Çünkü ecdadımdan, mensup olduğum aileden
bundan başka, hayır duadan başka birşey duymadım.»
der. Bunun üzerine adamlar imamı refüze ettiler. Kendi­

93
lerine de refeze (= Rafizâler) dendi. Ve imamı bırakıp
ayrıldılar. İmam Zeyd’in yanında sadece 300 kişi 'kaldı (*)'.
Hz. Ali’ye bağlı olduklarını söyleyen Ibu sahtekârlar, Hz.
Ali’nin oğlundan sonra torununu da böylece çöl ortasında
ve düşman çemberi içinde yapayalnız bırakmışlardır.
imam Zeyd, bazı miinâdiler çıkararak: «Ey, falan,
filân nerdesiniz?» diye çağırtmışsa da hiç kimse ses çı­
karmamış, çekip gitmişlerdir. Bu arada, imamın etraf mı
sarmış bulunan Yusuf’un ordusu, bu ¡bir avuç gönüllü kar­
şısında evvelâ bozulmuş, daha sonra aldığı çok sayıda
takviye kuvveti ile bunların çoğunu ¡katletmiştir. İmam
Zeyd, alnından aldığı bir ok yarası sonunda bir eve kal­
dırılarak gece bir cerrah tarafından oık çıkarılmış ise de,
ok beynine geçmiş olduğundan çıkarılır çıkarılmaz ru­
hunu teslim eylemiştir.
Cesedini Hor’a defnettiler ve düşman eline geçme­
mesi için de üzerinden su akıttılar. Fakat imamın cesedi­
ni savaş meydanında bulamayan Yusuf, onu şiddetle ara­
yıp soruşturdu. Bunun üzerine, Hz. Seyd’üı azaıtlı kölele­
rinden Sindî isminde bir habis adam onun medfun bulun­
duğu yeri gösterdi. Yusuf, cesedi çıkarttı, başını kesip
Hişam’a gönderdi. Hişam, onu uzun müddet Şam ikapısı
üzerinde asılı tuttuktan sonra Medine’ye gönderdi.
Yusuf da Zeyd’in cesedini, diğer arkadaşları; Nasr,
Muaviye ve Zeyyad’ın cesetleri üe beraber bir çöplüğe as­
tırarak .başına nöbetçi dikti ve Hişam’ın hükümdarlığı
müddetince orada asılı kaldı. Yusuf’un kızından torunu
olan sapık Velid halife olunca da cesedi indirip yaiktüar.
Yusuf, ayrıca eski vali Halid’i halife Velid’ten beş
müyon dirheme satın alarak hapisten çıkardı ve sapık
zevkine uygun işkenceler tatbik ederek Öldürttü.

O Hz. Ali ve torunlarından çok Ali’ci görünen


Alevîler. (Kraldan fazla kralcı)

94
Halka karşı zulümleri ise sayılmayacak kadar çok
olan bu zalimi halkın başından, diğer zalim, Halife Velid’i
defeden yeni halife Yezid defetti. Yezid, Yusuf'u Irak va­
liliğinden azl ve yerine Mansur’u tayin etti. Ve kendisine,
Yusuf’un zulmünü unutturacak, onun açtığı yaralan te­
davi edecek şeküde halka karşı adil ve merhametli dav­
ranmasını emretti.
Yusuf, gizlice Şam’a kaçtı. Orada, ele geçmemek için
kendini gizledi. Mervan’ın halifeliğine kadar da orada
mahpus kalarak hayatını geçirdi. Fakat Mervan zama­
nında ele geçirilerek katledildi ve zalim varlığı ortadan
kaldırıldı.

95
Z O M Î S Y A N Ü S

Bu Roma hükümdarı da pek zalimdi. Milâdın sek"


senüç senesinde tahta geçmişti. O devirde hıristiyan di­
ninin yeni geliştiği devirlerdi. Dolayısiyle onlara pek
dehşetli ve mağrur'davranırdı. Daha ileri giderek; Hz.
İsa’ya da dil uzatır, alay ederdi. İsevî’ler için: «Hayra­
nım şu adamlara. Aptal herifler! Bir asılmış adama itaat
eder, taparlar.» deıtfi.
Havariyyun’dan kâtib-i İncil Yuhanna, bunun dev­
rinde sağ ve Incil’i -neşre çalışıyordu.
Zomisyanus, Yuhanna’yı faaliyetten men etti. Tel*
kine devam edince onu bir adaya sürdü. Yuhanan ona bir
mektup yazdı: «Saltanatma güvenip mağrur ve zalim ol­
ma. Bil ki, ikbal günlerin gitmek üzeredir.» dedi. Haki­
katen bu zalim hükümdarın aJkibeti de çok sürmeden kö­
tü bir şekilde sona erdi. Büginlere, hıristiyanlara, bütün
Romalılara zulmeden, hatta Romalıları Roma şehrinden
kovmaya cüret eden bu zalim Zomilyanus’a bütün Roma­
lılar diş büiyordu.
Nihayet senato, idamına gizlice karar verdi. Ve Mec­
liste otururken, hazırlanan adamlar hücum ederek ken­
disini öldürdüler. Böylece, saltanatının onbeşinci senesin­
de lâyık olduğu cezayı bulmuştur.

96
Z E H R A P A Ş A

Mısır acaip bir yerdir. Firavunları bol olduğu gibi,


Kleopatra’ları da eksik değildir. îşte Zehra Paşa da, bu
Kleopatra müsveddelerinden bir tanesidir.
Zehra, Mısır Hükümdarı Mehmet Ali Paşa’nın kızı­
dır. Defterdar Ahmet Paşa ile evlenmiş, daha sonra genç
yaşında ondan dul kalmıştır. Esasen kocası da sayılı za­
limlerden biri idi. Zehra ise, babadan ve kocadan gelen
bu göreneğini pek arttırdı. Hattâ onları geçecek ve mah­
cup edecek raddelere kadar vardırdı işi. Mısır’lılar, ona,
şöhretini yaşatacak bir ad da verdiler: Zehra Paşa...
Kocası ölünce, bu kadın ölçüyü tamamen, kaybetti.
Kendisini bağlar gibi görünen bütün ahlâk ve hayâ ip­
lerini kopardı attı. Tam bir dişi canavar halini aldı. Re~
zalet ve zulümleri Kahire’de dillere destan oldu.
Haremağalarmı bir avcı gibi kullanırdı. Onları pa­
zarlarda, kahvehanelerde, diğer iş ve eğlence yerlerinde
dolaştırır, güzel ve dinç gençleri seçtirir, onlan teker te­
ker saraya aldırırdı. Bunları, yanma almadan evvel de
sarayda iyi bir temizlik ve hazırlıktan geçirtirdi.
Meselâ: Bu gençler, saraya alındıktan sonra saray
hamamına sokulur, güzelce yıkanır, güzel kokular sürü­
lür, sonra temiz çamaşırlar giydirilir ve gereken her tür­
lü ihtimam gösterilirdi.
Bütün bu hazırlıklardan sonra bu hazırlığı biten
genç, Zehra Hanınım haremine alınırdı. Zehra, bir müd­

F . : 7 — 97
det bu genç ile hareminde yaşar, sonra bundan usanırdı.
O zaman da, bunu dışarı salıvermenin mahzurlu olacağı,
sırrını dışarıda faş edeceği düşüncesiyle genci boğdurur,
cesedini saray yakınındaki kanala attırırdı.
Sonra gelsin yenisi...
Bu minval üzere bir hayli zaman geçti. Boğulup de­
nize atılan Zehra Paşa’nın attığı gençlerin sayısı bir hay­
li arttı. Kanaldan çıkan cesetlerin sayısı gün geçtikçe
yükselmeye başladı. Halkı bir merak ve endişedir aldı. Bu
cesetler nereden geliyordu ?
Nihayet kanaldan çıkan ve ardı arası kepilmez olan
genç erkek cesetlerinin hikâyelerini öğrenmek için halk
harekete geçti. İşi tahkik ettiler. Ve Zehra Hanımın ma­
ceralarını öğrendiler. Durum hemen şehre yayüdı. Herkes
tarafından bilinir ve söylenir oldu.
Fakat Zehra Paşa, halâ macerasına devam ediyor,
rezalet ve cinayetlerinin sarhoşluğuna dalmış gidiyordu.
Zehra Hanımın sarayının içini dolduran iğrenç kokuları
taşıyan cesetler, gine kanalın çamurlu sulan içinde sü­
rüklenip akıyordu.
Tarihte nice ahlâksızlar, nice caniler gelip geçmişti;
ama bunun gibi her melaneti şahsında birleştirmiş hem de
kadın kişiler pek enderdi. Bu, tam manasiyle bir dişi ca­
navar kesilmiş, Mısır Kraliçesi meşhur Kleopatra’nın ha­
bis ruhunu şahsında en belli şekilde temsil etmişti.
Onun bu rezalet ve cinayetleri herkesi meşgul etme­
ye başlamıştı. Aklı başında herkes buna bir çare düşünü­
yor, macera heveslileri de kendilerine göre bazı deneme­
lere girişmeyi tasarlıyordu.
Marsel’e göre; Mısır’da bulunan ecnebiler de bunun­
la bir hayli ügilenmişler. Bu arada, bir Fransız da kendi­
ne göre bir çare, bir macera şekli düşünmüş, böyle ma­
ceralara hevesli iki gürbüz Fransız gencini süâhlayıp süs­

98
leyerek günlerce haremağalarmın uğraması muhtemel
olan yerlerde bekletmiş. Maksadı, bu silâhlı gençleri sa­
raya sokup bu püsküllü belâdan Mısırlıları kurtarmak­
mış. Fakat, günlerce bu gençleri haremağalarımn uğra-1
ması muhtemel olan yerlerde beklettiği halde bir türlü
haremağaları onların yanma uğramamış ve Fransız da
bu macera denemesine fırsat bulamamıştı.
En sonunda durum, babası Mehmet Ali Paşa’nın ku­
lağına kadar gitmişti. Kendi hali de pek adilâne olmamak­
la beraber, Vali Mehmet Ali Paşa’yı bu durum pek üz­
müştü.
Bu canavarlaşmış kızını öyle kolay tedbirlerle artık
yola getiremiyeceğini anlayan Paşa, kızı Zehra Paşa’nın
oturduğu bu rezalet yuvası sarayın bütün pencerelerini
taşla ördürmüştü.
Fakat, çak geçmeden bunun da yeterli bir tedbir ol­
madığını gördü. Bunun üzerine Mehmet Ali Paşa, tekrar
bir emir daha verdi: Saray’ın bir tanesi hariç diğer bü­
tün giriş-çıkış kapılarını taşlarla ördürdü. Bu kapının
önüne de, gece gündüz nöbet (tutmak, kendi müsaadesi
olmadan hiç kimseyi saraya bırakmamak gartiyle bir
müfreze asker koydu ve kızı Zehra Paşa’yı bu ışık alma­
yan ve dış hayattan tamamen tecrit edilmiş saray isimli
dört duvar araşma hapsederek kendi haline terk etmiş­
tir.
Artık, Zehra Paşa’nm sarayı yakınından aJkan kana­
lın çamurlu suları arasında saraydaki iğrenç kokulan
taşıyan, genç insan cesetleri görülmez olmuştu.

99
İ Ç İ N D E K İ L E R

Önsöz ...................................................... 7
Amr Bin Münzir .................................... 9
Münzir Oğlu Numan. ............................. 11
Andronikos ............ . ............................. 13
Asliya .................. .................................. 14
Byurasep - Dahhak .............................. 16
Blatııs ...................................................... 19
Demustak Tekfur Fokas ..................... 25
Despos ..................................................... 28
Emliyos ................................................... 29
Yahudi Fityon Salebi ......................... 31
Fokas .................... ........................ ... 33
HACCAC (ZALİM) .............................. 35
Huzeyfe .............. ................................. 42
Hürmüz ................................................... 46
Kays Bin Hatim .................................... 49
Kaliıkûla ................................................... 50
Mısır'da Paris’li Bir Firavun .............. 51
Liyo’nun Katilleri ................................... 55
Leon’un Çocukları .................................. 57
Martina ve Hırakleonas ........................ 58
Mezdek .................................... .............. 59
Mika.il ...................................................... 63
Kavalalı Mehmet Ali Paşa ................... 64
Polyamıs ................................................. 78
Roma’lılarm Cezası ............................... 80
Neron (Nero) ......................................... 82
Tutis ......................................................... 84
Teodatos .................................................. 86
Velid ......................................................... 87
Yusuf Sakafi .......................................... 91
Zomisyanus.............................................. 96
Zehra Paşa ............................................ 97

You might also like