Professional Documents
Culture Documents
Edebiyat Lugati - Tahirul Mevlevi Olgun
Edebiyat Lugati - Tahirul Mevlevi Olgun
EDEBİYAT
lügati
ENDERUN KİTABEYİ
TAHİR'OL - MEVLEVİ
EDEBİYAT
lü g a ti
Neşre hazırlayan :
Kemâl Edib KÜRKÇÜOĞLL
ENDERUN KİTABEVİ
İSTANBUL - 1 9 9 4
Enderun Y ay ın ları: 3
ENDERUN KİTABEVİ
B eyazsaray No : 4 6
B eyazıt - İSTANBUL
Tel : 0 .2 1 2 5 1 8 2 6 6 3
0 .2 1 2 5 1 8 2 6 0 9
BASKI VE CİLT
FATİH OFSET TEL :0 .2 1 2 5 01 2 8 23
İSTANBUL - ARALIK 1994
Enderûn Kitabevi, Üstâd T â h i r -ül- M e v l e v i merhûmun, edebiy-
yâtımızın başlıca ıstılahlarım bir araya getiren şu emek mahsûlü eserini neşret
mekle, bir eksikliği tamâmlamış ve öteden beri hissedilen bir boşluğu doldurmuş
oldu.
Baskıya verilmeden önce eserin, ince bir dikkatle M uhterem Fethi Sezaî
Türkm en Bey tarafından daktilo edilmiş metniyle, rahmetli üstâdm kaleminden
çıkmış olan aslının her ihtimâle karşı gözden geçirilmesi âcizlerinden istendi.
Gösterilen güvenden dolayı kendilerine şükrânlarımı sunmayı, ödenmesi gerekli
bir borç sayarım.
Eserin çok kısa bir hulâsası 1937 de Edebiyat Lügati adiyle intişâr etmişse
de aslına nazaran hem m uhtasardır, hem çok eksiktir; zâten mevcûdu da kalm a
mıştır. Onu yeniden bastırmaktansa bunu bir kenarda unutulmaktan, zamanla
zıyâa uğramaktan kurtarıp ilim âlemine, bilhâssa genç edebiyyât tedkıkçilerine
kazandırmak, elbette bir hizmet, hem de gün geçirmeden yerine getirilmesi lü-
zûmlu bir hizmet olacaktı; Enderûncular, bu lüzûmlu hizmette bulunmayı, böy-
lece büyük bir ihtiyâcı gidermeyi gaye edindiler. Gayretleri takdire şâyân, him
metleri bî-pâyândır.
Burada, bir noktayı belirtmek isterim :
Sosyologlar, « M i l l e t * mefhûmunu, türlü türlü açıklarlar. Bu açık
lamaları sıralıyacak, onların tahliline girişecek değilim. Şu kadarım söyliyeceğim
ve «M illet: diğer vasıflarıyle birlikte, edebiyyâtı da bulunan bir topluluktur.» di
yeceğim. Edebiyyâttan mahrûm bir topluluk, sayı çokluğuna sâhib de olsa, yine
millet sayılamaz. O, ancak ve ancak bir yığındır; aslâ millet değildir. Türk Mil
leti, elbette millettir; çünki, derinliğine köklü, genişliğine engin bir edebiyyâtı
vardır. Destanlar devrinden kalma edebiyyâtı, Kütlelere mâl olma edebiyyâtı, Üç
Kıt’a hâkimiyyetine dayanma edebiyyâtı, Batı kültüründen ilham alma edebiy-
yâtı, Millî ruhtan doğma edebiyyâtı...
Eserde bu edebiyyât bölümlerinin, bilhâssa Kütlelere mâl olma edebiyyâtı
dediğimiz Halk Edebiyyâtı’mızın, Uç K ıt’a hâkimiyyetine dayanma edebiyyâtı
söziyle andığımız Dîvân Edebiyyâtı’mızm başlıca ıstılâhları birer birer ele alın
mış, muhtelif eserlerde sözü edilen açıklamalar, ciddî sûrette toplanıp sıralan
mıştır. Eksikleri hemen hemen yok denecek kadar azdır; onlar da erbâbına yö
neltilmiş birkaç niyâzdır.
G
BASILMIŞ ESERLERİ
1. Amuzgâr-i Fârisi
2. Bâkî’ye Dâir, İstanbul, 1938
3. Cengiz ve Hülâgû Mezâlimi, İstanbul, 1322
4. Destâvîz-i Fârisî-hânân
5. Dîvançe-i Tâhir, Dersaadet, 1318
6. Edebiyat lügati, İstanbul, 1936
7. Efgan Emiri Abdurrahm an H an
8. Fuzûlî’ye Dâir, İstanbul, 1936
9. Hind ihtilâli
10. Hind Masalları
11. Hind’in Moğol Hükümdarları ve N âdir Şah, Trabzon, 1329
12. Hz. Peygamber’in Hayatı, İstanbul, 1971
13. Hazret-i Peygamber ve Zamanı, İstanbul, 1339
14. insanlığın Büyük ö nderi Resûl-i A’zam Hz. M uham m ed’in (S.A.) H âl T er
cümesi, İstanbul, 1964
15. Islâm Askerine
16. Islâm Medreseleri Talebesine Tarih Hülâsaları
17. Germiyanlı Şeyhî Harnâmesi, Giresun
18. Manzum Bir M uhtıra, İstanbul, 1931
19. Mesnevi Dersleri C. I, İstanbul, 1949
10
B A S IL M A M IŞ E S E R L E R İ
lunm ası M aarif V ekâlet-i-celilesinden aldığım bir eınirnâm ede irade buyurulu
yor ve istenilen eserin bir an evvel vücuda getirilm esi ihtar ediliyordu.
M ülâkat-ı-aliyenizle teşerrüfüm ve nam -ı-vâlânıza gelen tahriratı kıraatim
üzerine lügatin şiim ulû derecesine dair âcizinizde bir tereddüd husule geldi. Ş e
ref vârid olan tahrirattaki m isallerden benim anlayışım a göre istenilen kitabın
b ütün edebî ıstılahlarla Şark E debiyatında geçen tabir ve telmihlerin izahını m u h
tevi olm ası lâzım geliyor. B öyle m ua zza m ve m uhaccem (hacimli) bir eserin az
va k it içinde bitirilm esinin em ir buyurulm ası ise zehâb-ı-kem teranem in (düşünce
lerim in) doğru olm adığını anlatıyor. Ç ü n ki o gibi tabir ve telm ihatların şevahi-
diyle (edebî tanıklarıyle) beraber toplanm ası için hiç değilse F u z u l î , B â -
kî , N e f ' î , N â b î , N' e d î m ve Şeyh G a l i b gibi en m eşhur
şâirlerin divanları, bunlardan başka Siyer-i-V eysî, H am se-i-N ergisi ve Şefiknâm e
m isilli en m â ru f m ensur m etinler taranm ak lâzım gelir ki, yalnız bu tarama am e-
liyesi ile bulunacak tabirlerin sıraya konulm ası epeyice bir zam ana teva kku f
eder.
B inaenaleyh çalışm aya başlam adan evvel m esâim izin hududunu öğrenmiş
o lm ak için V ekâlet-i-celileden bir istihzahta bulunsak sa’yim izin m atlûba daha
m u v a fık olacağını um u yo ru m . H er halde em r-ü-irade E fen d im izin d ir.t
E k r e m Bey şu tezkireye şifahî olarak eski cevabını tekrarladı. Yâni :
«Şimdilik 2-3 form a gönderelim de sonra öyle yaparız.» dedi.
Eski M edreset-ül-kuzat olan Darülfünun Kütübhanesi’nde bize toplanma yeri
olmak üzere bir oda gösterildi.
H aftada b ir iki gün toplanıyor ve Reis Bey’in fikrine göre yazdıklarımızı
orada okuyorduk. Devam itibâriyle muntazam çalışılmaya başlandığını görünce
F e r i d Bey de ara sıra geliyordu. F akat bir ictima’da verilen kararlar ertesi
toplanışta tebdil ediliyor, kararlaştırılanın değişmesi, yazılanların da değiştirilme
sini gerektiriyordu.
Komisyonun kâtipliği vazifesini gören S ü û d Bey, beyaza çektiği kısım
ları bilmem ki kaç defa değiştirerek yeniden yazmağa mecbur oluyordu. Şu ka
rarsızlık içinde 1934 Mayıs’ına kadar tahammül edebildim. Nihayet 5 aylık ve
faydasız bir sa’yin yorgunluğu ile istifa ederek çekildim.
Bu hususta Komisyon Reisi A li E k r e m Bey’e gönderdiğim tezkire:
E dîb-i-necîb A li E k r e m B eyefendiye
6 M a yıs 1 9 3 4 Pazar.
kızdırmış olacak ki, bana bir tezkire göndermiş, epeyice acı sözler söylemişti.
Cevabını yazdım. F akat H ü s e y i n S i r e t Bey’i n : «Zaten hasta. Bunu
okursa teessürü artar.» demesi üzerine yollamaktan sarf-ı-nazar ettim.
Yerime Üniversite Edebiyat Doçenti Dr. A l i N i h a d (Tarlan) Bey
inhâ ve tayin edildi. Lâkin aradan iki sene geçtiği halde meydana bir eser ko
nulamadı.
Tahir-ül-M evlevî (O L G U N )
Â
 H E N G : ( cİLaI ) M anzum , m ensur bir sö nâsında gök g ü rley işin i:
zün kulağa güzel ve pürüzsüz gelmesi, âde G üm güm öter âsm an sadâdan
ta hafif tertip bir musikî te’siri yapm asıdır. Güm-gcşte zem in bu m âcerâdan
Âheng, «Umûmî» ve «Taklidî» diye ikiye beytiyle tasvir eder. G ürültüyü «güm, güm»
ayrılır. kelim elerinden başka güm-geşte lâfziyle de
U mûmî â h e n g : Sözde «tenâfür», «tekrar», «te- işittirir. G ü m -g eşte: «kayb olmuş» demek-
tâbu’-,j-izâfât», yersiz «med ve kasır» bulun dir. F ak at birinci hecesindeki «güm» güm-
mam ası, bir de ibarenin çok uzun olm am a lem ek mealini hatırlattığı için, o lâfz ile
sı ile husule gelir. (Bu kelimelere bakınız.) gizli ve san’atkârâne bir âheng-i-taklîdi ya
Taklîdî â h en g : Fikri, hissi, hayalî, kelimelerin par.
m anâsından ziyade çıkardıkları seslerle an N e fî’nin :
latm aktır. Meselâ : Evc-i havada sîyt-i-çekâçûk-i-tîğden
Şıp şıp diye indi merdivenden  vâz-ı-ra’d ü sâika reh-güm -künân olur
A çtı kapıyı küşâde-gerden beyti de böyledir. Ç ü n k i: s î y t: «ses», ra ’d :
beytindeki «şıp şıp» kelimelerinin getirilm e «gök gürlemesi», reh -g ü m -k ü n ân : «yolunu
si, ayaktaki terliklerin merdiven basam ak kayb eden» demek olm akla beraber birin
larına dokunm asından çıkan sesi anlatm ak cisi, kılıcın havayı yarm asından kulağa ge
içindir. len ses, ikinci ve üçüncüsü de gök gürlediği
Uzun etekli ve ayakları bilezikli b ir gü vakit duyulan tarrakayı hatırlatır.
zelin yürüyüşündeki fışırtı ile çıngırtıyı, şâir Ey nâle, yeter çarpm ışın tâk-ı-sipihre
N edîm şu beytindeki «feşâfeş» ve «çın çın» Ben öyle sağır mâkcs-i-şîvcnden usandım ,
lâfızlariyle duyuruyor : beytindeki «kemer» m ânâsına olan «tâk» ke
P ür ctdi kûçcyi sıyt-i feşûfeş-i dâm ân limesiyle iki cismin çarpışm asından çıkan
Erişdi zirvc-i N âhidc çın-çm-ı-halhâl takırdı taklid edilmiştir.
N âm ık K em âl’in m eşhur V atan Mersiye- Y ek â h e n g : M evzûunda vahdet bulunan yazı
si’n in : lara, hususiyle gazellere verilen bir vasıftır,
H akk’a doğru duralım ccer kişi niyyetine! (bk. Gazel)
m ısraındaki «er» kelimesinin uzunca okun Â Ş IK : ( J i l e ) «H ak şâiri» m ânâsında kul
ması, nam azı kılınacak ölünün erkek mi, lanılır bir tabirdir. Âşık G arib, Âşık K erem,
kadın m ı olduğunu bildiren müezzinin ses Âşık Ömer gibi.
lenmesini andırıyor. Sâdeddin N üzhet Bey’in «H alk şâirleri»
T aklîdî ahengin böyle kelime yardım iyle isimli eserinde b u n lar şöylece dörde ayrılı
yapılanları pek belli ve basit olanlarıdır. yor :
Bunlar, «Fış fış kayıkçı!» oyununu oyna 1— H iç b ir suretle divan edebiyatı tesi
yan çocukların bile yapacakları şeylerden rinde kalm ayan arabların «Ncvvûlıa» dedik
dir. leri «âğıtcı» kadınlarla türkü yapan kadın
Asıl taklîdî âlıeng: K apalıca ve san’atkârâne ve erkekler.
olur. Başka m ânâya delâlet eden bir kelime 2— Eserlerinde az çok divan edebiyatı
nin' söylenişinden ayrıca b ir taklîd-i-âhengî nın tesiri görülen şâirler.
çıkarılır. Meselâ Şeyh G alîb, bir fırtın a es- 3— Az çok âlim oldukları halde saz çal
F: 2
ÂZÂDE 18 AĞIT
m ak ve âşık tarzında şiir söylem ekten zevk Ben de N azm ve Eşkâl-i N azm ’d a :
alanlar. « ... Biribirine böyle neyzen bakışlı duran
4— A rûz vezniyle pek kusursuz şeyler m ısrâların «bigânelikle» tavsifi daha m ü n a'
yazm aya m uktedir olm akla beraber millî sib düşer sanırız.» m ütaleasında bulunm uş
vezne vc m illî şekillere daha ziyade rağbet tum .
edenler. B unlar saz çalm azlar, türkii ve N âcî’nin âzâde m ısrâ misali olm ak üzere
m ani gibi lirik m ahiyette şiirler söylemezler. H oca N eş’et’ten aldığı beyt uzunca bir te*-
ÂZÂDE: ( » j 'j l ) Tek m ısrâ demektir. vil ile izah edilebilir. Binaenaleyh m ısraları
T am bir m ânâ ifade eden böyle m ısrâlara, âzâde, yahut yekdiğerine bîgâne değildir.
ikinci bir nıısrâa m uhtaç olm aktan kurtul Asıl bigâne m ısrûlardan müteşekkil olm ak
dukları için «âzâde» tabir olunm uştur. Mec- üzere şâir E şre fin bir beyti hatıra g e lir:
lis-i-M aarif başkâtipliğinden m ütekaid Halil Sadr-ı A ’zam Kıbrıslı Kâmil Paşa İzm ir
E dîb Bey m e rh û m u n : (o zam anki adiyle Aydın) Valisi iken Eşref
H am iyyetlü ağa çoktur, ham iyyetten eser de bu vilâyete tâbi M anisa Sancağının ka
yoktur zalarından birinde (Kırkağaç’ta) kaym akam
ve İkinci Sultan M ahm ûd'un Hekimbaşısı bulunuyorm uş. Vali, E şrefi çağırtm ış, ken
A bdülhak M olla’nın yalısındaki ecza dolabı disini Sivrihisar kazasıtıa gönderm ek istedi
nın üzerine levha olarak a s tığ ı: ğini söylemiş. O raya gitmek istemiyen Eşref
N e ararsan bulunur derde devâdan gayri irticâlen :
m ısraları gibi. Â safâ, nerden de geldi akim a Sivrihisar
M erhum M uallim N âcî Efendi «Istılâhât-ı- demiş. A lt tarafını bulam ayınca d a :
E debiyye»sinde: «K arini ile münâsebet-i
L â-fetâ illâ Alî, lâ-seyfe illâ Z üifekar
mâneviyyesi olm ayıp her biri başka bir söz
addolunacak suretde vâkî olan m ısrâlara j U i ' l j i Vl j» VI J İV
dahi «âzâde» tab ir olunur. Bu tü rlü âzâde m ısraını okumuş.
m ısralar, tabiat-i rekîke eshabı âsârında b u [M â n âsı: V arsa-yoksa koçyiğit Hazret-i
lunur. M isa l: Ali’dir, varsa-yoksa kılıç, (onun elindeki)
Hcves-i zülf-i y âr v ar serde Z ülfekar’dir. (Zülfikar okunuşu yaygın ol
Ser-girânım hum ar var serde m akla beraber, yanlıştır.)]
«H oca N cş’et»
demişti.»
A
ACÜZ: { ) Bir beytin ikinci m ısrâındaki selâ : Edebiyat kelimesi dört hecelidir. 1, 2,
son cüz’ün ismi. (Reddissadr alel acüz) Un 3 üncü heceleri açık, 4 üncü ve 5 inci he
vanlı edebî bir san’at de vardır ki b ir bey celeri kapalıdır, (bk. Hece)
tin ikinci m ısrâındaki son yâni acüzü, ikin A Ğ IT : ( ' ) Cenaze çıkan evlerde, veya
ci beytin sadrında tekrarlam aktır. yas, m âtem meclislerinde okunan acıklı tü r
(sadr) ve (reddüsadr) kelimelerine de mür.) külere halk şâirleri «ağıt» diyorlar. A ğıtlar,
A ÇIK H E C E : ( ^ ) H arekeli b ir h arf eski «ozan»lann «sagu»su ve divan şairleri
ten yâni sesli bir h arf ile okunan sessiz bir, nin «mcrsiye»si m akam ındadır. Ağıt tertib
yahut iki harften ibaret b ir hecedir. Bir h a edenlere «ağıtçı» adı veriliyor.
rekeli, bir, yahut iki harekesiz harften m ü A ğıtlar altılı, beşli olm ak üzere ekseriya
teşekkil heceye «kapalı hece» denilir. M e «dörtlem e» şeklinde tanzim olunuyor. Üç
AHREB 19 AKS
mısrâı aynı kafiyeli, dördüncü ve beşinci o bakiyenin en m üm tazı da Cezaıî id i...»
m ısraları ayrıca kafiyeli «beşleme» ağıtlar fıkrasiyle Pertev Paşa’nın :
da var ki bunların son iki mısraı «nakarat» H er düzün b ir yokuşu, her yokuşun b ir
gibi tekrarlanıyor. Niğdeli Şöhret ve K on düzü var
yalI Emînc H anım ların ağıtlarından birer m ısrâı ve m ııharrir-i âcizin :
bend :
Talısîl-i lıüncr vakti, hcngâm-ı cüvânîdir
Akma pınar nkma suyun süzerler Hcngâm -ı cüvânîdir tahsîl-i lıüncr vakti.
Ters ördeği baş ucuna çizerler beytinde olduğu gibi.
Oğulstız ocağı tczce bozarlar
Eskiler akis san’atine ehem m iyet verirler
N erde benim çifte benli evlâdını
di. Şâir ve musikişinas N azîm ’in kendi söy
Şöhret
lediği ve kendi bestelediği tam am iyle akisli
Soyun İsm ail’im, sen kendin soyun bir gazel m eşhurdur.
Bir yensiz yakasız gömlekler giyin
D îdem ruhunu gözler, gözler ruhunu
H ûriler etsinler ahrette düğün d îdem
Ağlayıp da yerim od etmen benim
K ıblem olalı kaşın, kaşın olalı kıblem
G elir diye yolum gözetm en benim
O lsun ko N azîm ey gül, ey gül ko N azîm
Em îne olsun
A H R E B p ( v o » -' ) Lügatte «harab yer» de H e r dem gülüne bülbül, bülbül gülüne her
mektir. A rûz ıstılahında «mefâîlün» cüz'ün- dem
den (m) vc (n) nin hazfiyle kalan «fâîlü» beytleri o gazelin m atla’ ve m aktaıdır.
yerine getirilen «m efûlü» cüz’üne ve bu Cüm leler, yâhut m ısralar tam am iyle alt
cüz’ ile başlayan rubâî veznine denir, (bk. üst edilmişse öyle akislere «aks-i tâm » de
H arb) nilir. T akdim ve te’hîrde az çok değişiklik
vukua gelmişse öylelerine de «aks-i-nâkıs»
A H R E M : ( f j >-1 ) L ügatte eksik demekdir.
tab ir edilir. Y ukarıki m isaller bir aks-i tâm
A rûz ıstılahında «mefâîlün» cüz'ünün «elif»i
idi. Ziyâ Paşa’nın :
hazf ve «fe»si sakin kılındıkta kalan (m ef-
G else dergâhına ikrâm görürler kürem â
îlün), yaiıud «mim»i hazf edildikte kalan
Kiirem â dcrgchinc gelse görürler ikrâm
«fâîlün» cüz’ünün yerine getirilen «m efû-
beyti ve ona benzerleri «aks-i-nâkıs»tır,
lün» cüz'ünc vc bıı ci'ız’ ile başlayan rubâî
eksik akistir.
veznine denir, (bk. H arm )
Akis san’atine «tard ü akis» ve «akis ü
AKD: ( ) Bağlamak demektir. Bedî’cile- tebdîl» tabir edenler de vardır. G enç şâir
rin ıstılahında m ensur b ir sözü nazm etmek ler akis san’atini fazlaca yapıyorlar. Öde-
m anasınadır. «Bir yere m üsafir gidilirken eli mişli M uam m er L ûtfî Bey'in :
boş gidilmez. İlâhi! Ben de boş gelmedim, Eskiden vardım ben, şimdi hiçini ben;
suç getirdim. Getirdiğim, dağların çekeme
Şimdi b ir hiçim ben, eskiden vardım ,
diği ağır bir yüktü. Ben onu iki kat sırtım la
beyti gibi. Bir de «tedvir» vardır ki ekseri
taşıdım ve getirdim.» m e a lin i:
ya 4 m efâîlün, yahud 4 m üstef’ilün gibi ec
Eli boş gidilmez gidilen yere zası biribirine uygun vezinlere göre yazılmış
Rabbim , boş gelmedim, ben suç getirdim m ısrâlardaki elfazın hangisiyle başlanılacak
D ağlar çekemezken o ağır yükü olursa aynı vezinde aynı m ânâ ifade edil
İki kat sırtım la pek güç getirdim, miş ve bu suretle b ir devir yapılmış olur.
şeklinde anlatış gibi. Bunun en m eşhur m isa li:
AKS (A K İS ): ( ) Edebî san’atlerdendir. Semen geldi R ccâî’yc bu malıbcstc
Bir cümlenin,- yahut b ir m ısraın altını üs o turm aktan
tüne getirmekle diğer b ir cümle veya mıs- R ecaî’yc sem en geldi bu m ahbeste
râ yapm aktır. N am ık K em al’in : oturm aktan
D üşmanın hücum una m ukavem et, m uka m ısrâıdır k i :
vemetine karşı hücum da Osmanlı askerinin Hu malıbcsdc oturm akdan R ccaî’yc semen
müm tazı Derviş Paşa fırkasının bakiyesi ve geldi
AKS-İ- MÜFRED 20 ASÂLET
O turınakdau sem en geldi R ccaî’yc bu de mektebler, m edreseler açdılar. O ralara
mahbesde devam edecek T ürk çocuklarını okutm ak
şekillerinde de yazılır ve okunur. için İran'dan m üderrisler getirdiler.
G elen m üderrisler, verdikleri dersler ara
A K S -İ-M Ü F R E D : ( ) Bedî’ (Este
sında — İra n lIla rın intihab suretiyle almış
tik) tabirlerindendir. Bir kelimedeki harflerin
oldukları, kendi buldukları — arûz vezinle
sonundan evveline doğru okunm asiyle mey
rini de talebeye öğrettiler.
dana çıkan m anâlı bir kelimedir.
Yetişen Tiirk şâirleri ise A cemlerin ayır
«İkbal» kelimesinin harfleri böyle oku
dıkları vezinlerin de cn ziyâde âhcnkli olan
nacak olursa «lâbeka» kelimesi zuhur eder
larını seçmek üzere b ir tasfiye muamelesi
ve o kelime « lk b a b in aksi olur. (bk. Kalb)
yapdılar. Bu tasfiye neticesinde A rab, Acem,
ALÂKA: ( ) M ünasebet, sebeb, dolayı T ürk arûzu arasında az çok b ir fark husule
dem ektir. H akikat, nıecâz bahislerinde kul geldi. Edebiyat tarihim izin ikinci devresine
lanılır. Bir kelimenin hakikat m ânâsından yâni T ürklerin müslümun olduktan sonraki
mecâz m ânâsına neden dolayı nakl edilmiş zam anlara ait — eldeki eserlere g ö re — en
olduğunun sebebi demek o larak istimal edi eski m anzum kitab olan «Kudatgu-bilig» de
lir. aruzun «faulün, faulün, faulün, faul» vez
A lâkası tcşbilj olan m ecazlar «istiare»dir, niyle yazıldı.
alâkası teşbihin gayri o lanlar da mecâz-ı
A rûz vezni, 5/11 inci asırda «Hakaniye
m ürseldir. (bk. Mecaz, Teşbih)
lehcesi»ne, 7 /1 3 üncü asırda bizim lehçeye,
A R Û Z : ( J * ) v * ) A rabların m anzum sözle 8 /1 4 üncü asırda «Çağatay» ve «Azerî» leh
rindeki aheng ölçülerini öğreten ilmin adı çelerine girmiş, zam anım ıza k adar bu 3 leh
dır. A rablardan lran lılara, onlardan da bize çede o vezinle birçok m anzûm e yazılmışdır.
geçmişdir. 11/17 nci asırdan sonra bizim lehçe ede
Bazıları, aruzu T ürklerin bulduğunu, son biyatının bazı aruz şâirleri ile bazı halk şâ
ra A rabların onlardan aldığını söylüyorlar. irleri biribirlerinden m üteessir oldular. Bazı
Şu halde arûzu yabancı saym am ak lâzımge- divan şâirleri hece vezniyle, bazı saz şâir
lir. (Buna benzer bir ritm ik âheng, Lâtin leri de arûz vezniyle nazm tertib etmeğe
Edebiyatında da vardır.) başladılar.
T arihlerin yazdıklarına göre bu ilim, H ic Zam anım ızda ve millî edebiyatın zuhû-
retin ikinci (M ilâdın sekizinci) asrında Bas- rundan sonra genç şiirle r, arûz veznini b ı
ralı dilci ve lügatçi İm âm H alîl bin A hmed rakıp hece vezniyle meşgul oldular. H attâ
tarafından tedvin edilm iştir. İm âm H alil . H âlid F ahri (Ozânsoy) Bey, arûz vezniyle
«Efâîl ü tefâil» (bk. Efâîl, tefâîl) dediği se «A rûza vedâ’» serlavhasiyle bir manzum e
kiz kelimeyi esas ittihaz etmiş, onların te yazdı. Onun sonunda :
kerrür ve tegayyüründen aruzun 15 «bahr»i- İran yoluyla zühre tacın, nağme kervanın
nı (bk. Bahr) tesbît etm iştir. Şâlıâne geldiğin gibi şâlıâne git yine
16 ncı olan «m ütedârik» (bk. m ütedârik) beytiyle arûza «U ğurlar olsun!» dedi. Dedi
bilâhare Ahfeş tarafından, «cedîd» yâhud am a, buna ne arûz, ne de arûzu tercih eden
«garîb», «karîb» yâhud «m üsta’cil», «miişa- şâirler kulak asm adı.
kil» yâhud «m üteahhir» (bu kelimelere b a
kınız) bahirleri de sonraları A cem ler ta ra A R Û Z : (ı_ri >ı/-p ) Bir beytin birinci mısrâın-
fından ilâve olunm uştur. Sayısı on dokuza daki son «cüz'». Buna «harb» adı da ve
çıkan arûz bahirlerinden her birinin müte- rilir. M ısraın ilk cüz'üne «sadr», ortasına
addid «fer’»i v ardır ki o n lara «vezn» deni «haşv» derler, (bk. Sadr ve Haşv)
lir. (bk. Vezn) ASÂLET: ( ) İfâdenin bayağı kelime
Iranlılar m üslünıan olub A rab harsini ka ve tâbirlerden lıâlî olm asıdır. Bıına «Edeb-i-
bul ettikleri vakit onların nazım ölçülerini kclâm» ve «M ümtaziyet» isimleri de verilir.
de aldılar. F akat içlerinden kulaklarına hoş, (Bu kelimelere bakınız.) Asâletin zıddı «Ha-
tabiatlerıne uygun gelenleri ayırdılar. Sonra sâset»lir. N âb î’nin terlem iş b ir güzeli tasvir
«K arahanlılar» İslâm ’a girip m em leketlerin eden :
ASB 21 AZL
K at hat düşüp ol pcrî bicâba N e tali’siz imiş şu benim başım;
G ark oldu gülâb-ı ıztırûba Efendim , m ülkünde canın sağ olsun!
beytinde asalet vardır. Sâbit’in :
Şu fâni dünyaya geldim, gülm edim ;
Zannetm e nohuttur delıen-i dâğ-ı tenim de Ağlayup da gözüm yaşın silmedim.
Ağzına gıda aldı piristû-yi m ahabbet Senin gibi sahâvetli görm edim
beytinin mealinde iğrenç b ir hasâset vardır. Efendim , m ülkünde canın sağ olsun!
(Dehen-i dâğ-ı ten : Tendeki dağlam a yara
Bu destanı düzen Şem ’î’nin kızı;
sının ağzı. Piristû-yi m a h a b b e t: M uhabbet
D evşirin bağçcdea gülü, nergizi.
kırlangıcı.)
A llahım , Paşaya kavuşdur bizi
A S B : ( < * « ) Lügatte, bir şeyi sıkıca bağla Efendim , m ülkünde canın sağ olsun!
mak demekdir. A ruz ıstılahında b ir cüz’ün
Y eni edebiyatçılar bu yoldaki ayaklara
beşinci harfini sâkin kılm aya denir. Mese
— F renklerin «assonance» kelimesi karşılığı
lâ : «M üfâaletün» cüz’ünün beşinci harfi sâ
olm ak üzere — «yarım kafiye» diyorlar.
kin kılındıkta «M üfâaltün» olur. Onun ye
Ayak u y d u rm a k : Bir m anzum enin ayaklarına
rine «M efâîlün» cüz’ü getirilir, (bk. M a’sûb)
uygun kafiyeli nazm tertib etm ek, nazire
A S K I: ( J - » ' ) Eskiden saz şâirleri arasında söylemek. Saz şâirlerinin «müşâare» ettikle
tertib edilen şiir yarışında galebe çalana ve ri, şiir yarışına girdikleri, yâni im tihan m ak-
rilm ek üzere kahvehane duvarına asılan kı sadiyle saz çalıp söyleşdikleri sırada birinin
lıç, tabanca, şal, kumaş gibi şeyler. söylediği b ir beyte öbürlerinin aynı kafiye
ile cevap verm eleri m ânâsında kullanılır.
Askı in d irm ek : Saz şâirleri yarışında üstün
Birincinin ilk beyti söylemesine de «A yak
çıkm ak ve askıyı alm ak.
açm ak» tâbir olunur.
ASLEM : ( ) A rûz tâbirlerindendir.
AZL: ( ) K afiye tâbirlerindendir. K eli
«M efûlât» cüz’ünün «lât»ı hazf edilip kalan
m enin sonunda bulunan «n» harfinden ev
«m efu» yerine getirilen «fa’lün» cüz’ü.
velki med harflerini, imlâ harfleri hükm üne
A S L İY Y E : ( ) Beyan tâbirlerinden ve koym akdır. Bu, o dem ekdir ki eski yazıda
istiâre nevi’lerindendir. İsim lerle m asdarlar- «a», «i» ve «u» harfteri, hem harf-i-im lâ
dan yapılan istiarelere verilir bir vasıftır, (sesli harf), hem harf-i med (uzatm a harfi)
(bk. İstiare) olurlar. Yâni üst taraflarındaki harfin ya
A TF: ( ) M aâni tâbirlerindendir. E datlar harekesini bildirirler, yâhut o harfi uzunca
okuturlardı. İm lâ harfinin med harfi m a
dan biriyle bir cümleyi diğer cümle üzerine
kam ında kullanılm asına, yâni kısa okunacak
rabt etm ek ve hüküm de m üşterek oldukları
bir hecenin vezin icabı uzunca okunm asına
n ı göstermek demekdir. (bk. Vasi)
«istihlâf», med harfinin im lâ harfi o larak
A Y A K : ( J j ; '• ) H alk şâirlerince «kâfiye» istimaline, yâni uzunca okunacak bir hece
dem ektir. D ivan şâirleri, kafiyede ne kadar nin kısa kesilmesine «azl» derlerdi ki aşa
tekellüf göstermişlerse halk şâirleri de ayak ğı yukarı «imâle» ile «zihâf»ı andırırdı,
ta o kadar m üsam ahalı davranm ışlardır. M e (bk. İm âle, Zihâf) «Azl» denilen kısa kes
selâ onlarca ayağın son harfi bir cinsten ol me ameliyesi, kelime sonunda bulunan sâ
m ak kâfidir. O ndan evvelki harfin hareke kin «nun» harfine m ahsustu. N â b î’nin :
sine ve kalın, yâhut ince okunm asına ehem E bnâ-yi-dehr her hünere aferin verir
miyet verilmez. Bâzı ayaklarda son harfin m ısrâm daki «âferin» kelimesinin son hece
biraz benzemesi de yetişir. sindeki kısalık gibi. Böyle heceleri uzatm ak
K onyalı m eşhur Şem’î’nin torunu Em îne suretiyle istihlâf yapanlar ayıplanırdı. N ite
kim Ziyâ Paşa « H a râ b â t» m d a :
H anım ’ın bir destanından alm an aşağıdaki
bendlerin ayaklarında olduğu g ib i: M ed verdi kim i elifle nûna
V erdi hareke kim i sükûna
K olum , kanadım yok; b ir garib kuşum; beytiyle bu gibi harekette bulunanları ta ’n
Cenâb-ı K ibriya; gör benim işim. etm iştir.
BAHR 22 BAHR
K elim e âhirindeki nun harekeli yâhut h a G am ından derde düştüm kılm adın
reke hükm ünde ise üst tarafındaki hecede tedbîr-i derm anım .»
azl yapılam az, yâni kısa okunam azdı. ve:
N un ’un harekeli hükm ünde olm ası ken «Eylcsen tûtiyc ta ’lîm-i cdâ-yl kelim ât
disinden sonra sedalı h a rf ile başlıyan bir Sözü inşân olur am nıâ, özü inşân olmaz.»
kelim e dolayısiyle vasi yapılm ası demekti. beyitlerindeki ikinci ■«perişan» ile «derman»
F uzûlî’n i n : ve «insan» kelimelerinde olduğa gibi. (bk.
«Perîşan-lıâlin oldum sorm adın hâl-i- H uruf-i-m âzule)
p eriş ânım;
B
F ıA H R : ( j£ - ) A rûz ahenginin ana m akam arasında Sıkt-uI-Livâ’daki obayı ana ana ağ
larından h er biri. layalım!]
A rûz bahsinde söylenildiği veçhile îm âm -ı beytinde olduğu gibi arabca manzûm elerde
H alîl, aruzu 15 bahre taksim etmişti. Son hoşa giderse de türkçeye hiç yaraşmadığı
ra bu nlara 4 b ah r ilâve edilerek bahrlerin için T ürk şâirlerince hiç kullanılm am ışdır.
sayısı on dokuza çıkarıldı. İsim leri şunlar Bir de bizim şâirlerden bazılarınca kulla
dır : nılmış b ir bahr-i-tavîl vardır k i : feilâtün,
Bahr-i tavil, bahr-i medid, bahr-i basit, mefâilün, m üstef'ilün gibi cüz’lerin h er mıs-
bahr-i vâfir, bahr-i kâm il, bahr-i hezec, rada aynı m ikdarda olm ak üzere istenildiği
bahr-i recez, bahr-i remel, bahr-i serî*, bahr-i kadar tekrarından ibârettir. Bunun bir mıs-
m ünserih, bahr-i hafif, bahr-i m üzâri’, bahr-i râı hemen hem en bir sahife yer tu tar ve
m uktedab, bahr-i müetes, bahr-i m ütekarib, ekseriya lâtife-âm iz nazm larda kullanılır.
bahr-i m ütedârik, bahr-i cedîd, bahr-i karîb, Şaır-i zarîf H alil N ihâd (Boztepe) Bey’in,
bahr-i müşâkil. Ali E m irî Efendi m erhum için yazdığı iki
îra n şâirleri, tavîl, medid, basit, vâfir, m ısrâdan birincisinin b ir parçasında olduğu
kâm il bahirlerini nadiren kullanm ışlar, fakat g ib i:
A rap lar cedid, karib ve müşâkil bahirlerini «Ey cihân-ı edeb ü m a’rifetin m uhterem ü
hiç istimal etm em işlerdir. T ürkler, îra n şâ muhteşem üstadı, senin kadrini takdir ede
irlerinin kullandıkları vezin ve vezin şekil mez kimse, sen allâme-i yektâ-yi zem an, fâ-
lerini alm ışlardır; b unların bazılarını da çok zıl-i ferzâne-i devrânsın efendim ...»
az kullanm ışlardır.
Bahr-i m e d id : ( ■*<■*» ) F âilâtün, fâilün,
Bahr-i ta v îl: ( J i j h ) Feûliin, m efâîlün, fâilâtün, fâilün cüz’lerinden ibaret bir âheng
feûlün, feîlün, m efâilu cüz’lerinden ibaret ölçüsüdür.
b ir âheng ölçüsüdür. A rapların en m eşhur A ğlarım , âh eylerim, âh elinden âh âh!
şâiri ve K âbe’deki M uallakalardan en üstte m ısraında olduğu gibi türkçeye tatbiki de
duranın nâzım ı tm rü-ül-K ays’i n : âhenklice olur.
Bahr-i b a sit: (J» i—» ^ ) M üstefilün, fâilün,
ıl efl# L»I —> müstef’ilün, fâilün, yâhut m üstefilün, fa’-
K ıfâ acbki min-zlkrâ habîbin ve menzili lün, m üstefil, fa’Iün vezninde bir âheng öl
Bi-Sıkt-il-Livâ beyn-ed-D abûü fe-Havm eli çüsüdür.
[M â n â sı: Ey giden iki yolcu, durun da «Kaside-i Bür’e» tercemesi olm ak iizere
biz üçüm üz sevgiliyi ve D ahûl'le H avm el yazılan v e :
BAHR 23 BAHR
c
CAH F: ( ) L ügatde hiffet (hafiflik) m a rim, demekle geçenlere va’d edildiği şekilde
nasınadır. A rûz ıstılahında «fâilâtün» cüz’ü verdikten sonra atiyye m ânâsında istimâl
habn (ikinci sakin cüz’ü hazf) illetine uğ olundu. Ve caize : arm ağan edilen nesneye
rayıp fcilâtün kaldıktan sonra «fâsıla»sını, denir ve lutf ve haseneye den ir...» diyor.
yâni «feilâ»yı da hazf edip kalan «tün» ye H azret-i Peygamber, huzurunda b ir med-
rine «fa’» lâfzını getirm eğe derler. Buna hiye okuyan K â’b ibnü Z üheyr’e câize ol
«tams» da denir, (bk. M ahcûf) mak üzere Bürdesini (hırkasını) ihşân et
mişti. Bu m ünasebetle bizim m üverrih Sürû-
C Â İZ E : ( ojr L ) Eski şâirlerin yazdıkları
ri de b ir manzum esinin so n u n d a :
m edhiyeler karşılığında aldıkları p a ra ve ih Siirûrî câize ister şefaat yâ Resûlallâh!»
san ki «sıla» da denir. C em ’i «cevâiz» ge demiştir.
lir. Caizeye arab cad a «sevâb» denildiğini de Em evî ve A bbasî H alîfeleriyle m üslüm an
İbnü A bdi R abbihi’nin İkd-ül-ferid isimli ki hükûm dârlar, kendilerini medh ettirmeyi pek
tabınd a gördüm . severler, m eddâh şâirlere de bol bol câize
K am us tercem esinde A yıntablı Â sim verirlerdi. G aribi şurası ki o hüküm darla
E fe n d i: rın çoğu, hakkında yazılan ve huzûrunda
«E l-cev âiz: caizenin cem ’idir ki geçip gi okunan kasideleri anlam adan dinler ve ka
dici dem ektir. Bu m ünasebetle cüm le indin illerine ihsân ederdi. G erm iyan hüküm darı
de rağbette ve tab ’a uygun olduğundan di- Y akub Bey b ir gün b ir saz şâirin in :
yâr-be-diyâr yayılan şiirlere ve atasözlerine Benim devletlû sultânım akîbâtın hayır
denilir. V e caize : vergiye denir. K am us şâ- olsun!
rihinin beyânı üzere bu adla anılm asının se Yedüğün bal ile kaym ak, gezindüğiin çayır
bebi bııdur k i : m eliklerden b iri düşm an üze olsun!
rine yürüyüp h er nasılsa araların a b ir nehir diyerek saz çaldığını dinlemiş ve anladığı
m ani olm akla h er kim bu nehirden öte ya bu sözü dinlemekten hoşlanm ış, — M edhiye
kaya geçerse ona şu k ad ar atiyye ihsan ede dediğin böyle anlaşılır söz Olur. Bizim Şeyhî
CAİZE 29 CEM’
(Germ iyanlı) gelir bir şeyler okur; anlam am , lyd-i nev gelse hem en köhne kasîde
fakat mecbûrcn dinler, birkaç p ara da ve getirüb
ririm! diye işin doğrusunu söyleyivermiş. Yeni, eski b u lu r csbâb-ı atâyâ-yi sülıan
Evet, medh budalası olanların m üşteri çık Eylcyib şi’ri verak-pâre-i im sâkiyyc
ması, medhiyeciliği kârlı bir san’at hâline R am azanda dağıtır halka lıcdâyâ-yi sülıan
getirdiği için m anzum söz söyliyebilenlerin Bu tarîk ile çöker siifre-i halviyyâta
çoğu bu vâdide çalışm aya başlamış. Mcvcût N ukl-i iftira getirm iş gibi lıurm â-yi sühan
divanların hangisi gözden geçirilirse birkaç tasviriyle o asrın dilenci şâirlerindeki hâli
kasîdeye tesadüf olunur. ve görm üş oldukları istiskali anlatır. Çok
Fuzûlî'nin m eşhur Bağdad K asidesi dola- şükür ki zam anım ızda m anzûm medhiyeci
yısiyle kendisine vakıf gelirinden günde do esnafı m ünkariz olm uş, tek tü k kalanları
kuz akçe tahsis edildiğini, O smanlı veziri II- olsa bile san’atlerinin m üşterisi kalm am ıştır.
yas Paşa’nın, bir kasîde caizesi olarak N ef’î’- Kiymct-i şi’ri eden him m et-i şâir gibi pest
ye bir at, bir köle ve birçok kıym etli eşya Şâirin meskenet-i câizc-cûyâncsidir
verdiğini tarih yazar. N edim ’in şâhâne eser beyti ne k ad ar yüksek b ir düşüncenin ter-
lerine m ükâfaten o sözleri söyleyen ağıza cem ânıdır.
D am âd İbrahim Paşa’nın m ücevher doldur
C Â M İ’ : ( £* lf ) Beyân tâbirlerindendir. İs
duğunu her edebiyat m eraklısı işitmiştir. F a
kat sonraları o rağbet, belki de o san’at k al tiarede «m üstârünleh» ile m iistârünm inh»
mam ış 13/19 uncu asırdaki kasîdecilik âde arasındaki m ünasebete denilir. Teşbihin
ta dilencilik derekesine düşmüş. O asrın şâ «vech-i şebeh»i dem ektir.
irlerinden Sünbülzâde V ehbî’nin, oğlu Lut- (bk. Teşbih ve istiâre)
fullâh Çelebî’ye nasihatnâm e olm ak üzere CEB : ( .—»■ ) L ügatde insanı hadım etm ek,
yazdığı «Lutfiyye» d ek i:
devenin hörgücünü kesm ek dem ektir. A ruz
Bâzı cerrâr da şâir geçinir ıstılâhında «m efâîlün» cüz’ünden (î) ve
Ccrr-i askaldc m âlıir geçinir «lün» hecelcrini hazf ettikten sonra kalan
D ağıtır halka nıüzcyyef târîh «mefâ» yerine «feil» lâfzını getirm eğe de
O larak lâyık-ı Ievm ü tcvbih nir. (bk. Mecbûb)
Sözleri b ir çürük akçe etmez C ED ’ : ( (^_ ) L ügatde bu ru n kesmeğe der
Câizc alm asa kalkıp gitmez
ler. A ruz ıstılahında «m cf’ûlât» cüz’Linün iki
O nların aldığıdır dcF-i belâ
«sebeb-i hafif»ini, yâni «mef» ve «û» hece
Y ıkılıb gitmek için ol siikalâ
lerini h azf ettikten sonra kalan «lât» yeri
beyitleriyle, m eşhur «Sühan K asid esin d ek i: ne «fâ'» lâfzını getirm eğe denir, (bk. Mec-
N arhı altm ışlığa indi hele târihlerin dûu’)
Pek ucuzlandı bu bâzârda kâlâ-yi sülıan
C EM ’ : ( ) Bedî’ tâbirlerindendir. Birkaç
N içe nâ-ehl-i gcdâ-tıynet ü sâil-meşrcb
C erri serm âye eder eylesc imlâ-yi sühan şeyi b ir hüküm altına toplam ak san’atıdır.
K alm adı şâir ile farkı bem ân ccrrân n N e f î’nin :
M iintcc-i ccrr ü süâl oldu kazâyâ-yi sülıan H em kadeh, lıem bâde, hem b ir şûlı
D aldılar bâb-ı kibara gazelim v ar diyerek sâkîdir güniil
Oldu sâil kapısı dergch-i vâlâ-yi sülıan Elıl-i aşkın hâsılı sâlıib-m czâkıdır gönül
K im vefât etse kazıb seng-i m ezara târih beytindeki kadeh, bâde ve sâkînin gönülde
Cöng ü tûm ârın eder malışer-i mevtâ-yi birleşm eleri hükm ü gibi.
sühan A şka düşm üş ıbtidâ b ir nay, b ir ben, b ir
H âsılı âlem i târih ile telvîs eyler gönül
Nice m u rd âr ü mülevves lıezcyan-Iâ-yi Dâğ-dâğ-ı ibtilâ b ir nây, b ir ben, b ir
sülıan göniil
Câygâh oldu o kâğıdlarn hnttâliyye beytinde de ney ile şâir ve gönlünün aşka
H er konakda bulunur b ir iki torbâ-yi düşm ekle, dâg-dâr-ı ibtilâ olm alarındaki b ir
sühan leşme de böyledir. Ce'm’in «m a’-at-taksîm »
CEM’İYET 30 CEZALET
ve «m a’-at-tefrîk» olm ak üzere iki nev’i var beytinde «nîstî, hestı, beka-cû-yi vücud ve
d ır ki birincisi cem ’in taksim san ’atiyle, taleb-cfzâ-yi adem» kelime ve terkiblerinden
İkincisi de tefrik san’atiyle birlikde icra edil hâsıl olan tezâd hasebiyle cem’iyetlidir.
m esidir. C E V Â Z -I-E D E B I: ( J Jİ ) A rabların
T a k s im : m üteaddid şey zikr ve h er biri
«Yecûzü li’ş-şâiri mâ-lâ-yecûzu li-gayrihi»
ne âit olan san’ati tâyin ve tahsis suretiyle
yâni «Başkalarının yapması câiz olmayan
nisbettir. F uzûlî’nin K anunî Jıakkındaki:
bir şey'i şâirin yapması caizdir.» sözünden
H ak iki âdil Süleym an hâkim etmiş âlem e
alınmış bir tâbirdir ki edebî h atâlara vârid
Evvel ü âhir kılup sırr-i adalet aşikâr
olacak itirazlara karşı kalkan gibi kullanı
01 Siilcym an’ıu şükûlıu dîvc salmış rüstehîz
lır. Vezne sığdırılm ak için sözün alt-üst edil
Bu Süleym an savleti kiiffârı etmiş târ-m âr
mesi, hecelerin uzatılıb kısaltılması, edebî
beyitlerinde olduğu gibi. B urada b iri evvelâ
kaidelere riâyet edilememesi gibi kusurlar
Süleym an Peygam ber, diğeri K anunî Süley
hep bu tâbir ile kapatılm ak, «Dediğiniz doğ
m an olm ak üzere iki zât zikr edilmiş, son
ru ise de vezn zarureti dolayısiyle bu ka-
ra birine şeytanların teshiri, diğerine kâfir
darcık b ir m üsam ahaya cevâz-ı edebî gös
lerin tedm iri tâyin ve tahsis tarikiyle nisbet
terilebilir.» denerek işin içinden çıkılm ak is
olunm uştur.
tenilir. Bâzı yazılarda m üsâm aha gösteril
Cem ’m a’-at-taksîm ise m üteaddid şey’i
meğe edebî cevaz verilebilirse de cevâzın
bir hüküm dâiresine topladıktan sonra tak
bir haddi olm ak lâzım gelir. Bu edebî hudud
sim etm ektir. B âkî’n i n :
tam âm iyle muayyen olm am akla berâber h â
Y ayıldı balıs-i lâ’l ü b att ü hâlin Bâğ-ı
R ıdvâna ricine çıkılıb çıkılm adığını «zevk-i selim»
tâyin edebilir.
Suyın kevser, ncbâfın ney-şeker,hâkin ab îr
ctdi C E V H E R : ( ), C E V H E R İN : (
beytinde olduğu gibi ki sevgilinin dudağı, Ebced hisâbiyle yapılan tarih tâbirlerinden-
hattı, hâli bahsi C ennete yayılmış. Bu bir dir. N oktalı harfleri hisâb edilerek düşürü
cem’ san’ati. Ç ünki bahislerinin C ennete ya len tarihlere denilir. Böyle tarihler için mü-
yılm asında birleşiyorlar. Sonra sevgilinin cevhcr, menkut, m u’cem, gevher, güher tâ
dudağı, Cennetin suyunu Kevser; hattı, o ra birleri de kullanılır, (bk. Ebced hisâbı, m u’
nın nebatını şeker kamışı; beııi dc toprağı cem, gevher, güher.)
n ı anber hâline getirm iş. Bu da b ir taksim C E Z Â L E T : ( ) Tom ruk, yâni kalın
dir. Ç ünkü her birine ayrı ayrı b irer me-
odun demek olan «cezl» kelimesinden alın
ziyyet verilm iş, iki san’atin birleşm esiyle de
m ıştır. Telâffuz edilişleri kulağa s&rt gelen
cem ’m a’-at-taksîm husûle gelmiştir.
lâfızların söyleniş keyfiyetidir. Buna «sert
C E M ’İ Y E T : ( ) Bedî’ tâbirlerinden- lik» de denilebilir. Evet, kelimelerde «rik
dir. G erek m ünasib, gerek m ukabil m ânâ kat» ve «cezâlet» denilen iki sesleyiş var
ları ifâde eden kelim elerin b ir arada zikr dır. «Sen, ben, şiir, edeb» gibi söylenişleri
olunm asıdır. Böyle b ir söze «cem’iyyetli» ince olan kelimelere «elfâz-ı-rekika» «arz,
denilir. M ünasib ve m ukabil m ânâlar kay- çarh, toprak, ağaç» gibi telâffuzları kalınca
dinden anlaşılm ıştır ki cem ’iyet tenasüb ve o lanlara da «elfâz-ı cezle» denilir.
tezada şâm ildir. Bir m ezar kitabesi olm ak «Edâ»nın «müeddâ» ile, yâni lâfzın m â
üzere yazılan : nâ, daha açığı üslûbun «mevzu'» ile muva
B ir tâır-i kudsîyi uçurdun yuvasından fık olm ası için kelimelerin rikkat ve cezâ-
B ir lâne-i sevdayı tcbâlı eyledin ey mevt! lctine de m üm kün olduğu kadar dikkat et
B ir tûdc tü rab a çevirip cısm-i lâtifin m ek lâzım dır.
B ir haclcgchi hâk-i siyâh eyledin cy mevt! Beşikteki b ir yavrucuğun uyuduğunu an
kıt'ası «tâir, uçurdun, lâne, tûde, türâb, hâk» latm ak için «mışıl mışıl» tâbiri kullanılır.
lâfızlarından husule gelen tenasüb dolayı- Ç ünki mevzuun rikkati öyle bir tâbiri ge
siyle, Â kif P aşa’n ı n : rektirir. Onun yerine «horul horul» tâbiri
Kimisi nîstî-i gam la beka-cûy-i vücûd kullanılacak olsa o kelimelerin cczâleti, âde
K im i hestî-i elem le talcb-cfzâ-yi adem ta çocuğu .uykudan uyandırır ve korkutur.
CEZL 31 CİNÂS
N âcî der k i : değişmiş b u lunanlara da «cinâs-ı gayr-i tâm »
«Bir ordu kum andanı askere hitaben irâd denilir.
edeceği nutku elfâz-ı cezîleden teşkîl etm e C inâsda tam am lık «vücûh-i erbaada it
ğe çalışır. Ç ünki bir m uasker (askerlerin tifak» denilen dö rt şeyden hâsıl olur. Bu
toplanm a m ahalli), nâzikçe idâre-i kelâm dört şey, yâni vücûh-i erbaada ittifak, cinâsı
edilecek yer değildir. Bunun tam aksi ola teşkil edecek kelim elerdeki harflerin nevi’le-
rak bir âşık, gönlünü cezb etmeğe çalışdığı ri, sıraları ve adetleri, b ir de harekeleriyle
m âşûkasına elfâz-i rakîka ile söz söylemek sükûnları b ir olm ak dem ektir. Y âni o keli
ister. Z irâ sevgilinin kulağı, kelimat-i şedî- m elerden biri kaç harfli ve o harfler han
denin hücûm una dayanam az...» gileri ise, b ir de harflerin kaçı sâkin bulu
U zunca bir yazının bütün bütün elfâz-i nuyorsa öbürünün de aynı harfli, aynı h a
rakîka, yahut elfâz-i cezleden tertibi im kân rekeli ve sukûnlü olm asıdır. Y ukarıki m isal
sız değilse bile her hâlde güçtür. U ğraşm ak lerde olduğu gibi. Vücûh-i erbaadan biri
zahm etine de değmez. Y alnız — N âcî’nin eksik olursa o cinâs, cinâs-ı tam olam az.
dediği gibi — «elfâz-i cezle m akam ında el T am cinâslar, ya «basit», ya «m ürekkeb»
fâz-i rakîka ve bil’akis elfâz-i rakîka mev olur. «Yaz» ve «kaparız» kelim eleri basit
kiinde elfâz-i cezle irâd edilmemek» ve ek ve tam cinâs misâlidir.
seriyet itibâriyle «sözün hey’et-i umûm iye- M ürekkeb cinâslarda kelim elerden biri iki
sinde cezâlet veya rikkat göstermek» lâzım lafızdan teşekkül eder. Keçecizâde F uâd
dır. Paşa’nın :
«Bir evde dü zen olsa diizen olm az o evde»
CEZL: ( J j f ) A rûz tâbirlerindendir. Arûz-
m ısrâındaki «düzen» kelim eleri gibi. Bun
cular ıstılâhında «m ütefâilün» cüz’ünü müf-
lardan biri «dü» ve «zen» lafızlarından m ü
teilün suretine sokm aktır.
rekkeb ve «iki kadın» dem ektir, ö b ü rü tek
C İN Â S : ( ) Bedî'in lafzî san’atler kelim edir ve «intizâm» m anasınadır.
cümlesindendir. Lafzı bir, m ânâsı ayrı olup M ürekkeb cinâsların böyle yazılışta b iri
b ir ibarede bulunan kelimelerdir. Sünbül- birine benzer olanlarına «cinâs-ı müteşâ-
zâde V ehbî’nin : bih», im lâsı ayrı, lafzı b ir bulun an ların a
«Eyleme vaktini zayi’, deme kış yaz, oku, «cinâs-ı m efruk» derler.
yaz!» U ğrarız sadm esine h er gelenin
m ısrâındaki «yaz»lar ile İzzet M ollâ’n ı n : Bu da b ir çiftesi b ir hargelenin
beytinin kafiyelerinde olduğu gibi. M ürek
«Dest-i kûtâhım ızı etmemiş A llâh resâ
keb cinâsın b ir de «m erfû», yâni yam alı
M enba’-i cûdunıı yoksa elimizle kaparız.
denilen nev’i v ardır ki b ir kelim e ile diğer
Bize versin m i H udâ Âb-i H ayât-i tevfik
bir kelimenin parçasından teşekkül eder. İs
’ H ızr’ı bulsak relı-i-zulnıctdc külâlıın
m ail Safâ m erhûm un :
kaparız.»
beyitlerindeki «kaparız»lar ve M uhyiddin Y okken güneşin eşi sem âda
R âif Bey’in : Bir eş görünürdü şemse m âda
«Sen beni terk eyledin gitdin nihayet yâd beytinin birinci m ısrâındaki «sem âda» ile
ile İkincisindeki «şemse mâda» cinasları gibi.
D ilde kaldı sevdiğim, yâd-i hazinin T am cinâslar — diğer b ir taksim e göre —
yadigâr» «mümasil» ve «müstevfâ» nâm iyle ikiye ay
beytindeki «yâd»lar gibi. rılır.
«Y azılardan biri «sıcak mevsim», öb ü rü M üm asil cin âs: kelimelerin nevi’ itibariyle dc
«tahrir et!» demektir. «K aparız»lardan biri müsavi olm ası, yâni biri isim ise diğerinin
«kapatırız», diğeri de «gasb ederiz» mâ- dc isim, biri fiil ise öbürünün de fiil bulun
nâsınadır. «Y âd»lardan birincisi «yabancı», m asıdır. N e f î’nin şeraba hitabı olan :
İkincisi «hâtıra» meâlindedir. Böyle olduk «Meclis-i erbâb-i dil b ir lahze sensiz
ları ve bir m ısrâda bulundukları için cinâs olmasın
teşkil etm işlerdir. L afız itibâriyle biribirine H ürm etin in k âr eden âlem de hürm et
böyle uygun olanlara «cinâs-ı tâm », az çok bulm asın.»
CİNAS 32 CÜZ’
beytindeki «hürm et» cinasları m üm asildir. beyit ve m ısrâlnrındaki «âb» ve «serâb»,
Ç ünki ikisi dc isim dir. Biri «haram », di «Cem» ve «câm», «gamz» ve «gamze» keli
ğeri «itibâr» m ânâsınadır. îzzet M ollâ’nın m eleri bu üç ihtilâfa misâl teşkil eder. Bun
yııkanki beyitlerinde vâki’ «kaparız» cinas lardan birincisine «cinâs-i m uharref», İkin
ları da m üm asildir. Ç ünki ikisi dc fiildir. cisine «cinâs-i müşevveş», iiçüncüsüne de
M üslcvfâ c in â s : kelim elerden birinin isim, «cinâs-ı müzeyyel» denilir. «Cinâs-i m uhar
öbürünün fiil olm asıdır. ref», hey’eti bir, fakat harekesi başka olan
A çm ış kollarını yükselen çam lar kelimelerin b ir bir ibarede bulunm asıdır.
H e r dalın ucundan ay nuru dam lar Vasf-i verd-i rûyun olm uşdur bana vlrd-i
Benekli ışıklar altında dam lar zebân
N akıştır sanırsın baş yazm asında m ısrâındaki «verd» ile «vird» kelimeleri gi
koşm asındaki «dam lar» cinasları gibi ki bi bi. Cinasın bu nev’i eski yazıya mahsustur.
rincisi fiil, İkincisi isim dir. Yine eski yazıda «âkil», «gâfil» gibi ancak
Cinâs-ı gayr-i t â n ı : A raların d a vücûh-i erbaa, nokta ihtilâfı bulunan kelimelerden yapılan
yâni harflerin nev’i, adedi, harekesi ve sü cinaslara «cinâs-i hattî», «cinâs-i musahhaf»,
kûnu itibariyle ittifak bulunm ayan ve bir «cinâs-i tashîf» tâbir olunur.
ibarede zikr edilen kelim elerdir. İhtilâf, K endini gösterm e fevkalâde b ir âkil gibi
harfin nev’i dolayısiyle olursa «cinâs-ı lâ- Dem olur âkil kalır hayretzede gâfil gibi
lıik», h arfin adedi dolayısiyle olursa «cinâs-ı
beytindeki «âkil ve gâfil» kelimeleri gibi.
nakıs», harfin harekesi dolayısiyle olursa
Cinâs, esasen ehemm iyetli bir san'at ol
«cinâs-ı m ııharrcf», harfin — eski yazıya
m adığı, adetâ kelime oyunundan ibâret
göre — noktalı, yâhut noktasız bulunm a
bulunduğu hâlde eskiler, h er nedense ona
sı dolayısiyle olursa «cinâs-ı m usahhef»
ehemm iyet verm işler, tü rlü isimlerle türlü
tâbir edilir. «Cinâs-ı lâhik»de üç ihtim âl
nevi’lere ayırm ışlardır. Şu yazdıklarım dan
v a r d ır : H a rf ihtilâfı kelimenin ya evvelin
de, ya ortasında, ya sonunda bulunur. N a başka «kalb», «aks», «redd-ül-acz ales-sadr»,
ci’nin : redd-üs-sadr alel-acz» gibi şeyleri de cinâ-
sın m ülhakatından saym ışlar.
Bir vakıadır bu kalbe âid
Olm az sanırım beyânı zâid H âlbuki bunların içinde asıl «cinâs» de
beytindeki kafiyeler birincisine, nilecek ve lafzî bir san’at sayılabilecek olan
 dem e b ir zclır-i tcdrîcî şerâb «cinâs-ı tâm » dedikleridir. Cinâs san’atine
A nlam ış olsa bunu chl-ı şebâb «teenîs» de tâbir edilir ki cinâs yapm ak de
beytindeki (şerâb) ve (şebab) kelimeleri m ek olur.
İkincisine, CÜM LE: ( ^ ) M eânî tabirlcrindendir.
O lm asın âfâkım ız âfâta cây
Birbirine isnâd edilmiş kelim elerden mürek-
m ısrâındaki «âfâk» ve «âfât» kelim eleri de
keb söze cümle derler. C üm leler tam ve
iiçüncüsüne m isâldir. B unlara «cinâs-i mü-
nâkıs olabilirler. «Bu gün hava açıktır.»
tekarib», «cinâs-i m üzâri’» nâm ını da ve
ibaresi tam bir cümledir. «Y arın hava açık
rirler.
olursa» ifâdesi ise nakıstır. M eğer ki «Ne
«Cinâs-i nâkıs»daki harflerin adetçe ihti
vakit geleceksin?» süâline verilmiş b ir ce-
lâfı da başda, ortada, sonda olm ak üzere
vâb ola. O takdirde «H ava açık olursa ya
üç türlüd ür :
rın gelirim.» demek olacağı için tam bir
V âdi-i lıuşkindc yok b ir ciir’a, yâ b ir
cümle sayılır. T am cümlcyc «kelâm» da
k atrc âb
derler. Lâkin nâkıs cüm leler kelâm değil
Belki bâk-i sinc-çâki görm em iş zıll-i serâb
dir. (bk. Kelâm)
ve :
Cem in gitmişse dc kendi cihanda camı C Ü Z ’ : ( •jj* - ) Lügatte parça demektir.
kalm ıştır A rûz ıstılahında iki m ısraın iki cüz’ünü hazf
ve : etmeğe denir. M e s e lâ : «Bahr-i hczcc»in
G a n u eder garuzc-i gam m azı «müsemmen-i sâlim»i olan : «M efâîlün, m e
zebun-küşlüğünü fâîlün, m efâîlün, mefâîlün» veznini «müsed
DADAİZM 33 DAİRE
des-i sâlim» o la ra k : «M efâîlün, m efâîlün, dördüncü cüz’olan bir «mefâîlün» hazf edil
mefâîlün» şekline s o o a l k ciiz’dür. Çünki miştir.
D
D A D A tZ M : Y eni ve edebî b ir meslektir.
Behçet Y azar’ın «Genç şâirler ve eserleri»
isimli kitabında bu meslek için :
«Dadaizm , çocukların kekelemesini, dadı
sını model tutarak ve hisse dayanıp fikri ve
hafızayı inkâr ve ifâdenin en son karışık
şeklini istihdaf ederek abes’in, m ânâsız’ın
zaferini alkışlayan bir yoldur.» deniliyor.
M üm taz Zeki'nin şu parçası D adaizm in bir
modeli imiş :
linyiti adaları
Bir istiridye bizim ada
d ada
dada
D ada
Benim istiridye adnmın incisidir
dadam
dadam Bahr-i-kâm il
D adam derken çıldıracak adam...!
F: 3
DÂSTÂN 34 DARB-1 MESEL
Dâire-i m ü tte fik a : Bahr-i m ütekarib, tib edilirdi. H alk şâirleri, m uharebelere,
bahr-i m ütedârik. m eşhur adam lara, büyücek hâdiselere, hu
D âire-i serîa : Bahr-i cedîd, bahr-i karîb, susî ve gülünç vak’alara, h attâ kedi ile fâre
bahr-i müşâkil. arasındaki m âccrâlara dâir destanlar tanzim
A cem aruzunda da dört dâire vardır ki etmişlerdi. Nitekim yaz ile kışın m uhâvere-
isim leriyle ihtiva ettikleri bahirler şunlardır: sine d âir pek eski bir T ü rk ozanı tarafın
D âire-i m ü’te lif e : Bahr-i hezec, bahr-i dan terlib edilmiş bir destanın bâzı parça
recez, bahr-i rem el. ları «D îvânü-lugat-it-Türk» de mündericdir.
Dâire-i m uhtelife : Bahr-i münserih, bahr-i Bir de «M illî D estan»lar v ardır ki her
m uzâri’, bahr-i m uktedab, bahr-i müctes. kavm in efsânevî tarihinden, hayalî mâbud-
Dâire-i m ü ten ev v ia: Bahr-i serî’, bahr-i larından, kahram anlarından, m uharebe ve
karîb, bahr-i cedîd, bahr-i hafif, bahr-i m ü zaferlerinden, hülâsa eski m efahirinden bahs
şâkil. eder. Bu menkabevî vak’a lar ayrı ayrı ola
D âire-i m ü tte fik a : Bahr-i m ütekarib, rak halk tarafından nakl edilegelir. Sonra
bahr-i m ütedârik. m illî b ir şâir bu parça parça nakliyatı bir
A rap ve A cem arûzcul arının ilim bahis araya toplar millî bir destan m eydana geti
leri arasına sokdukları şu karışık ve yorucu rir.
olduğu kadar faydası bulunm ayan dâire tak Y unanlıların «Ilyada»sı ile «Odise»si,
sim atına bereket versin ki T ü rk şâirleri ve İran 'ın «Şehnâme»si, H intlilerin «Ramaya-
edebiyatçıları ehem m iyet verm em işlerdir. na»sı, Finlerin «K alavala»sı gibi ki «Home-
ros», Firdevsî», «Valmiki» ve «Lonro»riun
D Â ST Â N , D E S T A N : 4 u ^ - > ) Kıs
sa, hikâye, m asal m ânâsınadır. Bilhassa kalem leriyle zabt edilmiştir.
bunların m anzum olanlarına denir. «D il K öprülüzâde F uâd Bey’in «Türk Edebi
lerde destan olm ak» tâbirinden anlaşılacağı yatı Tarihi» Unvanlı eserinde mufassal su
rette anlatıldığı üzere T ürklerin de mütead-
üzere «meşhur» m ânâsına geldiği gibi «te
did ve mütenevvi’ millî destan parçaları v ar
rennüm ve teganni» m ealini de ifâde eder
dır. F ak at bunlar daha toplanm ış ve m an
ki m anzum destanların saz ve nağm e ile
okunduğuna, ondan dolayı m evzûlarının zum b ir hâle getirilmiş değildir. «Türk Ede
şöhret bulduğuna delâlet eder. biyatı T arihine D âir M anzum Bir M uhtıra»
«Dâstân» kelimesini dîvan şâirleri de kul isimli eserimde şâir N efT den bahs ederken
lanm ışlar, arûz vezniyle yazdıkları m an şöyle bir mUtaleada b u lu n m u şd u m :
zum hikâyelere «dâstân» tâb ir etm işlerdir. F ak at pek yazık ki o tab’-ı nâdir
M eselâ Şeyh G alib «Hüsn-ü-Aşk»m da ta s O geniş kariha sâlıibi şâir
vir ettiği «Benî M ahabbet = M ahabbet Olmuş da Sihânı-i K azaya hedef
oğulları» isimli bir arap kabilesinin ahvâli Eylem iş kendini bîhûde telef
ni «Âgaz-i dâstân-i Benî M uhabbet» ser- D olaşacağına kasidelerde
lavhası altında anlatm aya başlar. Fuzulî Ccvelân etseydi başka b ir yerde
de «Leylâ ve M ecnûn» hikâyesinin nazm ı Yol verip tab ’ının o şiddetine
nı kendine teklif edenlerin sözlerini şu su Yazsaydı b ir destan T ü rk milletine
retle nakl eder ve o hikâye için «dâstân» O lurdu kendisi bizde Firdevsî
tâbirini k u lla n ır: T ürkün bulunurdu b ir Şehnâmesi.
L û tf ile d e d ile r: E y sülıan-senc D A R B : ( '-‘s*’ ) Bir beyitteki ikinci m ısraın
Fâş eyle cihâna bir nilıân gene
son cüz’ü. Buna «Acz» de derler.
L eylâ, M ecnûn Acem de çokdur
E trâkde ol fesânc yokdur D A R B -t M E S E L : ( Jî-* >-> ) Eskiden söy
T akrire getir bu dâstânı lenilmiş olan ve bir hikm eti muhtevî bulu
K ıl tâze bu eski bûstânı nan söz; A talar sözü. D aha eski tü rk ç e si:
D îvan şâirlerinin «D âstân»ı alelekser «sav». A rapcada «mesel» M alar sözü,
m esnevî şeklinde yazılırdı. H alk şâirlerinin «darb-i mesel» ise öyle b ir sözü söylemek
«D estan»ı ise «dörtlem e» denilen şekilde ve demek ise de vaktiyle dilimizde doğrudan
ekseriyya «altılı + beşli» hece vezninde ter- doğruya mesel m ânâsında kullanılm ış ve
DELÂLET 35 DÎVAN
herkesçe o m ânâda söylenilip anlaşılm akta mek için toplanılan meclise «dîvan» deni
bulunm uştur. N âbî’n i n : lirdi. H eybetli ve haşm etli toplantılara
D arb-iil-mcsel iradına bû asrda N âbî; «Ebûl-M üslim D îvanı gibi» tâbir edilirdi.
Kimse olam az Sabit E fendi’yc rcsîde. H azret-i Ö m er zam anında M edine’de teş
beytinde olduğu gibi. Bu tâbirin A rapça kil edilen hüküm et dâiresine ve o dâirede
cem’i olan «dûrûb-ı emsâl» de türkcede kul tutulan vazife ve maaş defterine de isimle
lanılmış, hattâ Şinasî tarafından «Durûb-i rin toplanm ış olm ası münasebetiyle «dîvan»
Emsâl-i Osmaniyye» adiyle b ir eser yazıl ismi verilirdi.
mış ve basılm ıştır. D aha sonra m anzum sözlerin topluca ya
D ELÂLET: ( ) Lâfz ile m ânâ arasın zıldığı kitaba «dîvan» denildi. «Dîvan-ül-
daki m ünasebettir. Bunu «Vaz’iyye» ve H amâse» gibi ki A rap şâiri «Ebû-Tem-
m âm »ın cem’ ve tertib ettiği seçme şiirleri
«Akliyye» diye ikiye ayırırlar.
Delâlet-i vaz’iye lafzın, mânâ-yi mevzu hâvi bir kitaptır. Bu kelime, evvelce müte-
una tam am iyle delâletidir. Buna, «delâlet-i . addid şâirin m üntehab şiirlerini ihtivâ eden
mutâbıkiyye» de derler. «Arslan» lafzının m ecm ua (antoloji) m ânâsında kullanıldığı
m âhûd yırtıcı hayvana delâleti vaz*î ve m u hâlde sonra m utlaka b ir şâirin defter-i eş’ârı
mealinde istimâl edildi. F uzûlî dîvanı, N e fî
tabıkı b ir delâlettir. .
dîvanı gibi ki F uzûlî’nin ve N ef’î’nin yaz
Delâjet-i akliye ise kelimenin mânâ-yi
mış oldukları m anzum eleri câm i’ kitap de
mevzûuna değil, mefhum -ı-m âkulüne delâ
m ektir. Cem ’i : «Devâvîn» küçük dîvanlar
letidir. Bu da «Tazammuniyye» ve «lltiza-
miyye» diye iki nevi’dir. «Dîvançe» adlarını alır.
Delâlet-i tazam m uniyye, bir lâfızdan D îvan te r tib i: M anzum elerin şâirler arasında
mevzûunun bütünün değil, m ânâsının bir muayyen b ir usûl ile yazılm asıdır. O yolda
kısmının anlaşılm asıdır. C esur b ir adam a yazılmış şiir m ecm ualarına «M üretteb dî
arslan denildiği vakit buradaki «arslan» ke van», yâhut. «M üretteb dîvançe» tesmiye
limesinin delâleti tazam m uniyyedir. Çünki olunur.
anlattığı m ânâ, mevzuu olan yırtıcı hayva D îvan tertibinde riâyet edilen u s û l: Tev-
nın b ir cüz'ü olan cü r’et ve savletdir. hid, m ünâcât, n â’t-ı şerif, medh-i ekâbir gibi
Delâlet-i iltizamiyye b ir lâfzın mânâ-yi şeylerin baş ta ra fa yazılm ası, onlardan son
mevzûundan başka b ir 'm ânâya delâletidir. ra padişahların ve erkân-ı devletin sitâyişine
«Eli açık bir adam» terkibindeki «eli açık» dâir kasidelerin ta h rir olunm ası, doğum,
tâbiri, o adam ın açık bulunan eli, vergili ölüm ve şâire gibi şeylerin tevrihine dâir
olduğunu anlatır. B unlardan Delâlet-i vaz’- m anzum elerin sıralanm ası, daha sonra ga
iyye «hakikat», Dclâlet-i tazam m uniyye zellerin kafiyeleri elifba harfleri sırasına
«mecaz», Delâlet-i iltizâmiyye ise «kinâye» göre dere olunm ası, daha sonra da m uam
olur. (Bu kelimelere bakınız!) m a, şarkı, m üfredât, rübâî, k ıt’a, m urabba’,
D İD A K T İK : M evzûu hikm et ve nasihatten muham m es, müseddes, lügaz, mesnevî ta r
ibâret olan söz. Y unancada «öğretme» de zındaki yazıların derciyle dîvanın tam am
mek olan bir kelimeden alındığı için ev lanm asıdır.
velce «tâlimî» diye tercem e ediliyordu. E s Bâzı şâirlerin dîvanı hayatlarında ve ken
kiden ise bu sözlere «hikemî» derlerdi. dileri tarafından tertib olunm uş, bazılarının
D ivan şâirleri arasında hikem î sözler ile da vefatlarından sonra ve başkaları tarafın
en ziyade şöhret alm ış olan U rfalı N âbî’dir dan tedvin edilmiştir. M eselâ F uzûlî, türkçe
ki bu yolda meslek sahibi sayılır. Ziyâ Pa- dîvanına yazdığı m u kaddim ede: « ... za-
şa’ya gelinceye kad ar birçok m uakkibi v ar man-ı tufûliyyetim de sâdır olup m üteferrik
dır. Ben, «M anzum M uhtıram »da N â b î için olan gazellerden b ir m uhtasar dîvan cem*
şöyle dem iştim : etm ek selâhın gördüm ve ol vakitte ben
N e lirik söyledi, ne yazdı epik, den iltimas edenlerden iltim âs ile aldım ve
M ûtenâ sözleri oldu «didaktik» suret-i-cem’in ihtisar üzere bitird im ...» diye
D ÎV A N : Esasen toplanılan y er dem ektir. Bu rek dîvanını kendinin tertib etmiş olduğunu
itibarla eskiden dâvâlara bakm ak ve iş gör söyler.
DÎVAN 36 DÖRTLEME
Sünbülzâde V ehbî de dîvanının baştara- Bi-ham dillâh meded-kârî-i tevfik-i İlâhiyle
fına geçirdiği uzun b ir m anzum ede Selim-i Bu suretle hirâm ân oldu bu dûşîze-i hasnâ
Sâlise takdim etm ek üzere dîvanını tertib R iiiûm -i kâinât oldukça câri, H azret-i Bâri
eylemiş olduğunu : E de ol Âsaf-i âli-cenâbın zâtını Ibka.
K em âl'i şevk İle kıldı tab îat Şâir Yenişehirli A vnî m erhum un dîvanı
H em an tertib-1 dîvâna azim et evvelce pek yanlış b ir surette basılmıştı.
N e inşâd eyledimse ii$ lisanda Sonra onu Süûd-ül-Mevlevî Bey yeniden ter
Bulup m evcudun evrak-i zam anda tib ve ikmâl etti. N âm ık K em al'in eski tarz
Cedid ü köhne asâr-i perişan daki gazelleri Ali E m îrî Efendi tarafından
B ulundu h er ne İse hasb-el-imkân b ir deftere yazılmış ve M illet K ütüphâne-
Rüsûm -ı m ahv ü isbât üzre yekser sine konulm uştu. Sa’deddin N üzhet Bey bu
E dip geh ta rh u gâhî nakl-i m istar defteri bâzı ilâvelerle tezyil ve tekm il ede
O güne m üntahab vâfirce eş’â r rek «N âm ık K em âl’in H ayatı ve Şiirleri»
M üfîd ü m uhtasar dîvân-i eş’â r ünvanlı eserine dere eyledi.
K ılup her nev’ini başka mühezzeb Divan e d eb iy atı: Eskiden beri T ürk edebiyatı
O lundu üç lisan üzre m üretteb avam ve havasa m ahsus olm ak üzere ikiye
E ğer yazmış ise Sa’dî G ülistân ayrılm ışdı. Hece vezniyle söylemiş olan saz
Bu âsâra desinler Sünbülistân şâirlerinin deyişlerine yakın zam anlarda
Bu resine buldu çünkim husn-i tertib «H alk Edebiyatı», arûz vezniyle yazmış olan
O lııb revnak-nüm â-yi zîver ü zîb şâirlerin m anzum elerine de «Dîvan edebi
D edim tarihini cevher gibi hub yatı» denildi.
M aârif gencidir dîvan-i m ergub D îvan edebiyatının nazım şekilleri değiş
beyitleriyle anlatır ve hicrî 1205 (1790) se mez bir surette kararlaşm ış olduğu gibi ede
nesinde dîvanın tertib edilmiş olduğunu son bî mevzuları, müşebbeh ve müşebbehün-bih,
m ısrâiyle haber verir. N âbî’nin dîvanı ise m üsteâr, m üsteârün-m inh ve m üsteârün-leh
H aleb Valisi olan Silahdâr İbrahim Paşa’- olacak şeyleri de tâyin edilmişti. Eski şâir
nın emriyle ve şâirin hayatında tertib edil lerimiz, fikirlerini, hislerini, hayallerini yaza
miştir. N âbî bunu dîvanının ihtidasında ve bilmek için m ukarrer ve m uayyen olan bu
Tevhide dâir uzun bir kasidenin sonunda esaslara uym ak m ecburiyetinde idiler. Fürû-
bildiriyor. H attâ o Tevhidi, Paşa’nın ihta- âtta yenilik gösterseler bile m ukarrer esas
riyle yazdığını sö y liy o r: ların hâricine çıkam azlardı. Bundan dola
İlâhi sen m uam m er kıl o zât-i hayr- yı dîvan edebiyatım ıza — mukayyed ve kai-
fcrm âyı de-perest olduğu iç in — «Klasik 'Edebiyat»,
K i bu nazm a dem-i cau-babşi oldu Pâdişâhlarla D evlet Ricâlini medh ettiği do-
mûelb-i ihyâ layısiyle «Saray Edebiyatı» ve «Enderûn
Sllahdâr-i şeh-1 din, sâhib-1 sermâye-i Edebiyatı» adlarını da veriyorlar.
tem kin D îv a n : 17. asırda halk şâirleri dîvan
Vczîr-i arif ü âlim müşîr-1 âkil ü yektâ şâirlerinin te'siri alım a girmiş vc saz şâirle
Cenâb-i âsaf İbrahim Pâşâ-yı bülend-ikbâl rinden okuyup yazanlar arûz vezniyle bâzı
V ücûdiyle şercfyâb olduğunda lııtta-i m anzum eler tertibine başlam ışlardı. Bu
şehbâ m anzum elerden «fâilâtün, fâilâtün, fâilâtün,
Tcvcccüh etdi dîvân-ı hakiri etmeğe tertib fâilün» vezninde tertib edilmiş olanlara «dî
K ühcn m üsveddelerden b ir yere cem ’ eldi van» dediler. Bunları saz çalarken hususî bir
ser-tâ-pâ beste ile okudular. D îvanların «Hafdi, O r
Dedi dîbâccsindc olsa b ir sernâm e-i tevhîd ta, K onya, Yenikapı» gibi m uhtelif kısım
O lurdu naksdan âri m ükem m el nusha-i ları vardır. A ralarındaki fark yazılışda de
garrâ ğil, rast, uşşak, karcığar gibi m akam larla
O lunca ol nefesden bahr-i tab’ım bestelenmiş olm asındadır.
mevc-hiz-i şevk D Ö R T L E M E : D ö rt m ısrâl: bendlerden m ü
Kalem Tevhld-i B âri lücccsinde oldu teşekkil m anzum elere saz şâirleri «D örtle
reh-peym â me» derlerdi ki arûzun «M urabba’» şekli
DRAMATİK 37 DÜBEYT
demekti. «M anzum bir m uhtıra» Unvanlı Z ikr esnasında ve birinci fasıldan sonra tek,
eserimde demiştim k i : yâhut çift «zâkirler»in terennüm ettiği tak
T ürklerdc çırpınan duygulu yürek, sime yakın ağır b ir bestenin adıdır. D urak
Şi’rine naznı ile vermişti âhenk. lar m utasavvifâne sözlerden intihâb edilir
Y ck-âhenk nazm ının ölçüsü hece; ve her m akam dan bestelenirdi. içlerinde m u
A yaklan külfetsiz, m ânâsı yüce. sikî itibâriyle pek san’atkârâne olanları
Şekline gelince pek fazla yoktu; vardı.
Birisi D örtlem e, biri K oşuk’du. D U Y U K yâhut T U Y U K : D uym ak m asdarın-
D örtlem e, M urabba’ şekli gibiydi; dan b ir vasıftır. H issî, yâni duyularak söy
M esnevi şekline T ürk K oşuk dedi. lenilmiş, yâhut işitilmiş ve yayılmış söz mâ-
H alk şâirlerinin m âni, koşm a, destan ve nâsınadır. D uyuk şekli T ürkler tarafından
şâire gibi m uhtelif isimlerle tertib ettikleri ihdas edilmiştir. Vezni olm akla beraber,
m anzum eler, şekil itibariyle hep dörtlem e A cem lerin rübâî’si m ukabili gibidir. «Fâilâ-
idi. A yrı ayrı isim alm aları terennüm edi tün, fâilâtün, fâilün» vezninde ve 1, 2, 4
lişlerindeki ayrılıktan ileri geliyordu. üncü (bazen de üçüncü) m ısraları kafiyeli
D R A M A T İK : T iyatrolarda tem sil edilmek olm ak üzere yazılırdı. İvaz Paşazade A tâ-
üzere yazılmış olan eserler dem ektir. Bun yî’n i n :
ların ..«romanesk» yazılardan başlıca farkı, G önlüm oldu aşkının âvâresi
rom anların okunm ak, b u nların ise oynan G am zenin gitmez gönülden yâresl
m ak için yazılmış olm asıdır. Bu kelime Yu- D erdim e çok istedim derm an, veli
nancanın «dram a» lafzından alınmıştır. Y oğ imiş tâlinden özge çâresi
D ram atik eserler; esasen «Trajedi» ve «Ko duyuğu gibi.
medi» olm ak üzere iki kısım dır. Birincileri D uyukların kafiyeleri cinâslı olanları da
acıklı, İkincileri gülünç halleri gösterirler. vardır. Ç ağatay şâiri Ali-Şir N evâyî’n i n :
Bir de «D ram m odern» dedikleri v ardır ki Lâlidin canım aga o tlar yakılur
bunlarda hüzün ve sürür karışık bulunur. K aşı kaddlm ni cefâdan ya kılur
D ram atik eserler ilk d e fa Y unanistan’da M in vefası va’desidın şâd m in
yazılmış, oradan R om a’ya, oradan da A vru Ol vefâ bilm en ki kılnıas, yâ k ılur
pa ve A m erika’ya geçmiştir. Bizde Tanzi nazm ında olduğu gibi. A zerî şâirlerinden
m at’tan sonra yazılmış ve oynanm ıştı. D î Kadı B ürhaneddin ve Seyyid N esîm î en çök
van edebiyatım ızda dram atik yazı yoktur, duyuk yazanlardandır.
(bk. T rajedi ve Komedi). DÜBÂLÂ : ( V I , j ) yahut D Ü -T Â : ( L*jj )
D U R A K : M illî vezinde birkaç hecede b ir ha
M atlûb olan seneyi katm erli gösteren tarih.
fifçe durulm ası lâzım gelen yer. Bir durak,
Sultan Ü çüncü O sm an’ın cülûsu için Sürû-
arûzun b ir cüz’ü mesâbesindedir. Altılı- rî’nin tanzim e ttiğ i:
beşli denilen on b ir heceli vezinde iki durak
B ir cüm ’a gün şevket ile Sultan Osman
olm ak icâbeder ki birincisi altı heceli, İkin
oldu şâb
cisi beş heceli olacaktır. ArÛzda kelimelerin
m ısrâı gibi ki harflerinin m ecm ûu 2336 ade
tam âm en cüz’lere taksim i lâzım gelmez. F a
dini gösterir ki cülûs yılı olan 1168 sene
kat hece vezninde buna dikkat şarttır. H at
sinin iki katıdır, (bk. T arih)
tâ âhenk tem ininin ruhudur. M eselâ Köprü-
lüzâde M ehm ed F uâd Bey’i n : DÜBEYT: ( ) İki beyitten ibâret ol
G afil yolcu gafil yolcu m ası dolayısiyle A cem ler tarafın d an rübâî-
Ozan yok kırık yay ucu ye verilm iş b ir isimdir. N itekim dö rt m ısralı
m ısrâları ikişer duraklı ve sekizer .hecelidir. bulunduğu için de «Rübâî» denilmiştir, (bk.
F akat ikinci m ısrâdaki «kırık» kelimesi du Rübâî)
raklara tam âm en taksim edilememiş, b ir he H azret-i M evlânâ’nın M esnevı’si ihtida
cesi birinci durakta kalm ış, iki Jıecesi ikinci sında b u lu n a n :
durağa geçmiş, binâenaleyh âhenkte b ir kı
rıklık husûle gelmiştir.
D U R A K : Tekke edebiyatı tâbirlerindendir.
EBCED HİSABI 38 EBCED HİSABI
tur. Çünki M olla C âm î bu beyitleri «Şerh-i
XI . J , * \ ^ v t) ^11'i*
Dü beyt» Unvanlı bir risâle ile izâh eyle
a.1 «a.)i j' miş, H oca N eş’et de o risaleyi türkçeye ter-
beyitleri de «dü beyt» diye şöhret bulm uş ceme etmişdir.
E
EBC ED H tS A B I: ( j jl^ I ) T ürk, A rap, zılardan anlaşılıyor ki A raplar hece harfle
rini N ebatî’lerden alm ışlardır. A rap harfle
A cem edebiyatında bir hâdiseyi tevrîh için
rinin rakam lara delâlet etmek üzere istimali
kullanılan ve rakkam ları harfden ibâret bir
İbrî ve A râm îlerde de carî idi ki H emze’-
hisâbdır. Buna «Hisâb-i Cümel» denildiği de
den K a fa kadar olan harfler birden yüze,
vardır. Ebced hisâbı hakkında garip rivayet
son dokuz h a rf de 200 den 1000 e kadar
ler vardır. K am ûs Tercem e’s in d e :
erkam a delâlet ediyordu...»
«Ebced, hem zenin fethiyle ki hurûf-ı he-
câyi cam i’ kelim atın evvelidir. F il’asl «Eb A rab ebcedinin Iberî ve A râm î alfabesin
ced ve H evvez ve H utti ve Kelemen ve Sa’- den alındığına şüphe yoktur. F ak at A rablar,
fes ve K araşet» ki altı neferdir. M edyen diğer Sâm î lisanları bilmedikleri ve asabi
ülkesinde şahlar idi. Kelem en cümlesinin re yetleriyle iftihar ettikleri cihetle bu sekiz ke
isi, yanî şehinşâhi idi ve bunlar Şuayb aley- limenin menşei hakkında hurâfî bir takım
hisselâm ın kavm inden idiler. Yevm-i Z ulle’- te’villere girişirler. Meselâ bu kelimelerden
de (M edyen ve Eyke halkının helâki günü) altısının M edyen hüküm dârlarından altı ki
helak o ld u lar... Eslâf, ibtidâ kitâbet-i ara- şinin adı, yâhut altı şeytanın ve yâhut h af
biyye hurûfunu bunların isim lerinin hurufu ta günlerinin ismi olduğunu söylerler. Biz
. adedince vaz’ edip bâ’de-zam âm n Sehaz ve zat A rap nahivcilerinden «M überred» ve
D azığ harflerine de zaferyâb olm alarıyle on «Sîrâfî» gibi anlayışlı âlimler, bu tefsir ve
lara redîf eylemekle bu altı hurufa revâdif te’villerin h urâfî olduğunu, ebcedi teşkil
ıtlak eylediler. Şârih d er k i : asıl ebced’in eden kelimelerin aslında ecnebi bulunduğu
ismi Ebu-câd idi. Tekerriir-i h u rû f sebebiy nu söylemişlerdir. Sonraları bu kelimeler
le kasr eylediler. H â ttâ H urûf-i Ebîcâd tâ m uska, vefk gibi şeylerde kullanılmış ve her
biri bundandır.» deniliyor. birine adedî bir kıym et verilmiştir. N itekim
Bâzı m üsteşrikler tarafından tertib ve M ı o rta asırlarda bâzı m utasavvıf Y ehûdilerin
sır’da tercem e olunup neşr edilmeğe başla Ahd-i K adîm tefsirinde bu harfleri bu suret
nılan D âirct-üI-M aârif-il-lslâm iyye de bu ke le kullandıkları görülüyor.
lim eye dâir epeyice m alûm at veriyor ki hü Edebiyatda b ir vak’ayı tesbit için yazılan
lâsası şundan ib â r e ttir: tarihlerde müstâm el ebced hisâbı ş u d u r :
«Ebced, A rapların kendi hece harflerini
bellem eleri için delil ittihâz ettikleri sekiz 1 U i a
3 3
kelimenin birincisidir. Bu sekiz kelime sıra- E
siyle ş u n la rd ır: Ebced, hevvez, hutti, kele E lif B Cim D al He Vav Ze
m en, sa’fes, karaşet, sehaz, dazığ. 1 2 3 4 5 6 7
G arb nıüslüm anları, sonraki dö rt kelim e
yi «Sa’fed, K araset, sehaz, dagaş» suretinde
W J. ıS i) J e 0
tertib etm işlerdir. A rap elifbasının h a rf ter U
tibi İb rî ve A râm î alfabelerine m utabıktır. Ha Tı Ye K ef Lam Mim N un
Bu m utabakatle beraber, keşf edilen eski ya 8 9 10 20 30 40 50
EBTER 39 EDEB
EM R VE N E H Y : ( ^ r ' ) M eânî tâb ir sı, sonra kurdun ondan gebe kalıp on tâne
çocuk doğurm ası ve saire T ürklerin, Şi’râ-yi
lerindendir. (bk. inşâ)
EPİK .: M cvzûu k ahram anca olan yazılara A v Şâmî ile ŞL’râ-yi Y cm ânî hemşire ve bir yerde
iken Şi’râ-yi Y cm ânî’nin Y emen’e kaçması,
rupalılarca verilen isim, bizde dc kullanıl
dolayısiylc Şi’râ-yi Şûmî’nin ağlam aktan
m aya başlanm ıştır. Eskiden üdebâm ız böy
gözleri çapak bağladığı için Şi’ra-’l-Gumeysâ,
le yazılara «ham âsiyat» derlerdi. G âzi Gi-
ray’ın : yânî «Çapaklı Şi’râ» vasfını alm ası ve şâire
A rabların,
R âyetc meyi ederiz kam et-i dil-cû yerine
«D ahhâk-i M âri»nin om uzlarından birer
T ûğ a dil bağlam ışız kâkül-i hoş-bû yerine
yılan çıkm ası, bu yılanların çocuk beyni ile
O lm uşuz cân ile billâb cihâda teşne
İçeriz düşm en-i dînin kanını sû yerine beslenmesi, K eyhusrev ile İskender’in dün
beyitlerini hâvi olan m eşhur gazeli gibi. yâ hâdisatını bildiren b ir kadehi ve b ir ay
nası bulunduğu ve şâire de İrânîlerin esâ-
E R K Â N -l İS T İA R E : ( ü 'S 'j' ) îstiâ- tîrindendir. Bu tâbir «Esâtîr-ül-evvelîn» şek
re’de itibâr olunan d ö rt rükündür ki şunlar linde ve b ir terkib hâlinde K ur’ân-i K erîm ’-
dır : de zikr edilmiştir.
M ü s te â r: m üşebbehün-bihin lafzı, E sâtîr kelimesi m utlak olarak kullanılınca
M ü steârü n -m in h : m üşebbehün-bihin m â Y unan M itolojisi m ânâsına gelir.
nâsı, «Baksın da izârına esâtîr
M üsteârün-leh : m üşebbehin m ânâsı, E tsin F lo râ ’yı redd ü tahkir»
C âm i’ : vech-i şebeh m ukabilidir, (bk. İs ve :
tiare) «H ülyâ gibi b ir m anzara, b ir hoşça vesile
ERK Â N-1 T E Ş B İH : ( j ' f j l ) Teşbîh- L âyıkdı esâtîr görünse Venüs’iyle.»
beyitlerinde olduğu gibi. O nlarda geçen
deki dört rü kü nd ür ki ş u n la rd ır:
«Flora» : Y unanlıların çiçek ilahesi, «Ve
M üşcbbeh : benzeyen.
nüs» de : güzellik mâbûdesidir. Y unan mito
M üşebbehün-bih : kendine benzetilen.
lojisine dâir M ehm ed Tevfik Paşa m erhu
Vech-i-şebeh : m üşebbeh ile m üşebbehün-
m un Esâtîr-i Y unaniyan isimli m atbû bir
bih arasındaki m ünâsebet.
kitabı vardır ki A bdülhak H âm id’in :
Edât-i teşbih, yâhut vâsıta-i te ş b îh : m ü
Şebistân-i nisyânı tenvîr için
şebbeh ile m üşebbehün-bih arasındaki ben
E sâtîr-i Y unanı tasvir için
zeyişi ifâde eden kelime, (bk. Teşbîh)
N ukatı nücûm u iber ser-te-ser
E S A T İR : ( ) K am ûs’un târifine göre Y azılm az derim bundan ekm el eser,
lügatte «efsâne m akulesi perişan kelim âta m edhine m azhar olm uştur. T ü rk edebiyatın
denir, Isrâiliyat gibi.» Istılâhım ızda «Mytho- da A rap ve A cem esâtîri kullanılagelmişti.
logie — m itoloji» m ukabili olarak kullanıl T anzim atdan sonra Y unan mitolojisinden
m aktadır. M alûm dur ki m itoloji esasında de bahs edilmeğe başlanm ıştır.
eski Y unanlıların m âb û d lan n d an bahs eden E S B Â B : ( y L —I ) A rûz tâbirlerinden olan
bir m asal silsilesidir. Y unanlılar, yıldızları
«sebebsin cem’i. (bk. Sebeb)
şahıs hâlinde tasavvur ederek o nlara tapın- t
m ışlardı. Y unanca yıldıza d a «astre» deni E Ş L E M : ( |J»I ) L ügatte rahnedâr olmuş
liyordu. İşte esâtîr lafzının bu «astr» keli dem eklir. A rûz ıstılâhında «Feûlün» cüz’ü
mesinden arapcaya alındığı ve ona «üstûre» nün «fe»si hazf edilerek kalan «ûlün» ye
diye b ir de m üfred uydurulduğu bazıların rine getirilen fa’lün» cüz’üne denir. (bk.
ca söyleniliyor. Selm)
Eski m illetlerden h er birinin az çok bir
esatiri vardır. M eselâ b ir dağın gebe kal E S R E M : ( f j I ) Lügatte ön dişleri kırıl
ması, sonra yarılıp içinden beş tane çocuk mış dem ektir. A rûz ıstılâhında «FeClijn»
çıkm ası, bu çocukların büyüyüp hüküm dâr cüzünden «fe» ve «n» hazf edilerek «ûlü»
olm ası, kezâ elleri ay ak la n kesilmiş b ir de yerine getirilen «fa'lü» cüz’üne denir, (bk.
likanlının dişi b ir k u rt tarafın d an bakılm a Serem)
EŞKÂL-İ NAZM 43 FAHRİYE
t
EŞK Â L-t N A Z M : ( f& i JlSÜİ ) M ısrâdan E Z Â H IF : ( ) Lügatde aslından uzak
kasideye varıncaya k adar m anzum elerin laşm ak, ıstılâhda vezinleri teşkil eden cüzü’-
— m ısra sayısı ve kafiye sırası ile — bu lere değişiklik â n z olm ak demek olan «zi-
lunduğu hey’et ve suret m ânâsınadır. (bk. hâf»ın cem ’idir. D iğer cem ’i «zihâfât»dır.
N azm şekilleri) A rûzun zihafları ş u n la rd ır: •
EŞTER: ( I ) Lügatde gözünün alt k a H abn, izm âr, tay, habl, kabz, asb, kasr,
kat’, kef, keşf, vakf, katf, had, salm , teş’îs,
pağı düşük kimse dem ektir. A rûz ıstılahın
hazf, beter, terfîl, izâlet, isbağ, harm , darb,
da «mefâîlün» cüz’üne «harm » ile «kabz»
hetm , ceb, zelel, şetr, hacf, reb’, selh, tam s,
illetlerinin gelmesinden, yâni «m» ile «y»
hal’, r e f , şekl, nahr, selm, naks, serm , hınk,
gitmesinden kalan «fâiliin» cüz’üne denir,
vaks, akl, cüz’ (Bu kelim elere bakınız.)
(bk. Şetr)
EVTÂD: ( ) A rûz tâbirlerinden olan
EZEL : ( Jj I ) L ügatde eksiklik m ânâsına-
F
F A H R İY E : Bir şâirin kendini m edh etm ek Bu heves böyle kalırsa dil-i tab'ım de eğer
için yazdığı m anzum e. N e f î’n i n : İşidilmezse sözüm sîne-i sad-çâkim den
Ben ölürsem yine aşüfte olu r halk-i cihân
Benim ol NePî-i rûşen-dil ü sâfî-gevher
H üsn-i tâbir-i zebân-i çemen-i hâkim den.
Feyz alır câm-i safâ meşreb-i bî-bâkim den
parçası gibi.
A sm an him m et um ar kevkebe-i tab ’imden
Akl-i kül ders okur endîşe-i idrâkim den F ahriyeler böyle ayrıca yazıldığı gibi k a
side arasında ve başkalarının m edhi sırasın
H im m etim hiçe sayar genc-i tem ennayı
velî da da tanzim edilir. Birkaç parasını kopar-;
G am ı dünyâya değişmem yine im sakimden m ak için başka birini överken övünm eye
Feyz-i H ak berk ııru r âyînc-i endîşemden kalkışm anın m ânâsı, kendinin k ib ar dilen
Çeşm-i cân rûşen olur m eşrilri idrâkim den ci olduğunu, verilecek câize’nin ona göre
D evr eder şeş ciheti hem yine merkezde tertibi lâzım geldiğini anlatm ak olsa gerek
m ukîm tir. Bizde fahriye denilince — m edhiye ve
Çok değildir bu tecessüs dil-i çâlâkimden hicviyede olduğu g ib i— N e f î h atıra gelir.
KâTıe-i m a’nîyc b ir yoldan iletdi beni kim Zâten o âhenk şâiri, bu üç şeyin m ütehas
K udsiyân sürm e çeker gerd-i reh-i sısıdır : «M anzûm M uhtıramda dediğim gibi:
pâkim den N e f î’nin hayatı tcdkik edersen
Âlcm-I m a’nîyim âzâdc kazâ küm ünden Ü ç şe y d ir: övünm ek, övm ek vc sövm ek.
Kimse rencide değil gerdiş-i eflâkim den N e fî, fahriye söylem ek m erakını o k a
Kulzüm-i m ârifetim , ceyb U kenarım d ar ilerletm işti ki H azret-i Peygam ber'e m ed
pürdür hiye olm ak üzere b a şla d ığ ı:
Sahilim pâkdir âlâyiş-i hâşâkim den Ukde-i ser rişte-i râz-i n ihânîdir sözüm
' Ben bu haletle tenezzül m ü ederdim şi’re Silk-i tesbîh-i dür-ı Seb’ül-M esânîdir
Neyleycyim kurfulam am tab ’-ı sözüm
heves-nâkimden m atla’lı kasîdede 31 beyt ile kendini medh
FAHRİYE 44 FÂSILA
etmişti. K âsîdenin hepsi ise 45 beyt k a d ar Sanki sîm urg-i safâ-perver-1 kûh-i Kafız
dır. Âheng-i beyânı, ihtişâm-i elfâzı dola- Ç ıkam az havlimize na’rc-i bed-mestâne
yisiyle olacak ki M uallim N âcî m erhum , ö y le âvâzelere uâzır-ı istihfafız
N e f ı’nin övünm elerini beğeniyor. Sünbül- H âle bakdıkca büküp boynumuzu
zâde V ehbî’nin fahriyeleriyle N e f î’ninkileri ağlıyoruz
m ukayese ederken diyor k i : Cûy-i eşk üstüne baş eğmiş olan safsâfız.
« N e fî’nin fahriyeleri lezzetle okunur, E tdi T âhir, bizi ilhâm-l İlâhî gencûr
ta b ’a heyecan verir. V ehbî’nin fahriyeleri Biz onun gevher-ı m ânâsı için sarrafız
okunacak olsa soğukluktan başka bir şey gazelini tanzim etm ekten kendim i alam am ış
his olunm az. İnsanın bâzan güleceği de ge tım . Bunun tanzim ini su-i-edeb telâkki ede-
lebilir. M e s e lâ : cck olanlara hak verm ekle berâber derim
N cPî-i tîğ-zcbânım ki zam anım da benim ki; bu sözler nâzım -ı hakîrın değil, m uasırı
Safşikâr-i şuarâ-yi sühan-ârâ-yi benâm bulunan erbâb-ı irfanın lisanındandır. Binâ
Şimdi seccâdc-i m ânide benim münşid-i kül enaleyh kalem-i âcizî fahriye yazmamış, za
H ırka-pûşan-i beyân benden alır feyz-i m anın tercem ânı olarak acıklı b ir hakikati
kelâm ortaya koym uştur.
E derim kuvve-i kudsiyyc-i efkârım la F Â İD E -İ-H A B E R : ( f f - S*l» ) M eânî tâ-
Cünd-i ervâlı-i ricâl-i siihani istihdam
birlcrindendir. Bir haberden edinilen m alû
gibi cihângirâne sözlere karşı V ehbî’nin :
m at dem ektir, (bk. Haber)
S ülıanverâna salâ câmi-i kem âlâtım
O rütbelerde ki tab ’-i bülendim oldu m enârF Â S IL A : ( ) A rûz tâbirlerindendir.
G örüp dekaik-i efkâr-ı zihnim i Sâib Eski arûzculara göre nazm ölçülerinin esası
H atâsın etti Sıfâhan’da m û be-m û ik rar «sebeb, veted, fâsıla»dan ibaret olup cemi’-
H icâb edip beni Şirâz'da görünce hemen lerinde «esbab, evtad, fevâsıl» denilirdi. H er
D erûo-i hâke nihân oldu ö rfî-i fehhâr biri de iki kısım dı.
beyitleri nasıl isbât-ı-vücûd edebilsin?.. K en Bir hareke, bir sakin harften ibâret he
dini câm i’, tab'ını m inare yapm ak, Isfahân’- celere «sebeb-i sakîl» derlerdi. Ben, sen, ba-
da Sâib’e «dekaik-i efkâr-i zihni»ni gösterip zum suzdu. Çünki; fâsıla-i suğrâ b ir sebeb-i
h atâ ikrar ettirm ek, Şirâz’da ö r f î’ye görü hafif», İkinciler «sebeb-i sakîl» sayılırdı.
nüp m erhum u hicabından yerin dibine ge İkisi m üteharrik, üçüncüsU harekesiz h arf
çirm ek gibi şeyler hiç b ir vakit efkâr-i şâi- ten .ib are t iki heceye «veted-i m ecm û’», bi
râneden sayılam az. N e f î de meşâhîr-i eslâ- rinci ve Uçüncüsü harekeli, ortadaki sâkin
fa tefevvuk dâvâsında bu lu n u r am m a şöyle harften müteşekkil iki heceye «veted-i mef-
b u lu n u r: rûk» denilirdi. «Edeb» kelimesi «veted-i
O laydı âb u tâb-ı feyz-i-tab’ım mecm û’», «bende» kelimesi «veted-i mef-
ta b ’-ı-Feyzî’de rûk» itibâr olunurdu.
E derdi feyza nıüstağrak sevâd-i Üç harekeli b ir sâkin harften m ütehassıl
müIk-i-Lâhûru.» üç heceye «fâsıla-i suğrâ», dö rt harekeli bir
Abd-i âciz kendini beğenmeyi ve hodpe harekesiz harften ibâret dört heceye «fâsı-
sentliğini ilân etm ek dem ek olan fahriye la-i kübrâ» denirdi. «Güzelim» kelimesi
yazm ayı hoş görm em, ö y le olduğu halde : «fâsıla-i suğrâ», «edebiniz» kelimesi de «fâ-
K udcm â zevkine biz nâil-i istihlâfız sıla-i kübrâ» olurdu.
Z übde-i feyz-i Uve), hâtim e-i eslâfız B âzılarına göre ölçülerin esâsı «sebeb»
B izde k aldı edebî neşvesi artık şarkın ile «veted»den ibâret olup fâsıla itibârı lü
V atan âfâk ına son leın’a-i istizrâfız zum suzdu. Çünki; fâsıla-i suğrâ b ir sebeb-i
N ûrum uzdan kam aşır dîdesi ehl-i asrın sakîl ile b ir sebeb-i hafîfden, fâsıla-i kübrâ
H ele ınensî-şüde-i hâtıra-i ahlâfız da b ir sebeb-i sakîl ile b ir veted-i mecmû'-
Çekilib salıne-i pür-arbedesinden edebin dan teşekkül ediyordu.
Şimdi âsûde-ser-i harharai-eclâfız A rûz eczasının aslı olan ve (Efâîl-ü-tefâîl»
K ünc-i uzletde m ukîm olduğum uzdan tâb ir olunan on kelime, arûzcularca sebeb,
beridir veted ve fasılaya şu suretle taksim e d ilird i;
FASL 45 FİKİR
Feûliin — Feû : veted-i mecm û, 1ün : H alk d an gönlüm ün ol m ertebedir vahşeti
sebeb-i hafif kim
Fâilün — Fâ : sebcb-i hafif, il ü n : A ksim âdem diye m ir’âln n azar cylcycnıcın
vetcd-i m ecm û’ beyti gibi.
M efâîlün — M efâ : Veted-i m ecm û’, î :
F E S Â D -t T E ’L Î F : ( j L.» ) lb âren in
sebeb-i hafîf, 1ü n: sebeb-i hafif
Fâilâtün — Fâ : Sebeb-i hafîf, ilâ : tertibi m ânâyı bozacak k ad ar karışık olm ak,
(bk. T e’lif)
veted-i m ecm û’, tün : sebeb-i hafîf
M üstefilü n — M üs : Sebeb-i hafîf, te f : F E S A H A T : ( ) Sözü teşkil eden k e
sebeb-i hafîf, ilün : veted-i m ecm û’ lim elerin her birinde ve o kelim elerden m ü
M ü te fâ ilü n — M üte : sebeb-i sakîl, fâ :: teşekkil sözde lafz, m ânâ ve âhenk itibâriy
sebeb-i hafîf, ilün : veted-i m ecm û’ le kusur bulunm am aktır. F asîh b ir söz «muk-
Y âhut — m ütefâ — fâsıla-i suğrâ, i l ü n : tezâ-yi hâl ve m akam a m uvafık», yâni ye
veted-i m ecm û’. rinde ve ad am ına göre söylenilirse belâgat
M üfâaletün — M iifâ : veted-i m ecm û’, ale : tahakkuk eder. Şu hâlde b ir sözün beliğ
sebeb-i sakîl, tün : sebeb-i hafîf. olabilm esi için evvelâ fasîh olm ası şarttır.
Y âhut — M üfâ — veted-i m ecm û’, aletün : Fesahat, kelim ede, kelâm da, m ütekellim -
fâsıla-i suğrâ. de bulunur. Belâgat ise ancak kelâm ile mü-
M e f ûlât — m ef ve û : sebeb-i hafîf, l â t : tekellim de görülür.
veted-i m efrûk. K elim enin fesahati, onun «tenâfür-i h u
F â’Iâtün — fâ’ : vetcd-i m efrûk, lâ : sebeb-i n im d en , «garâbet»den, «kıyasa muhâlefet»-
hafîf, tün : sebeb-i hafîf. den salim olm asıdır. (Bu kelim elere b akı
M üstef’ilün — M ü s : sebeb-i hafîf, tef’i : nız!)
veted-i m efrûk, lün-sebeb-i-hafîf. K elâm ın fesahati, kelim elerinin fasîh ol
Vaktiyle taktii kolaylandırmak için yapılmış m akla beraber kendisinde «tenâfür-i keli-
olan bu taksime bu gün ]üzûm kalm am ış m ât», «tetâbu’-i izâfât», «za’f-i te’lîf», «ta’-
tır. Çünki; onlara gördürülm ek istenilen iş, kîd» bulunm am asıdır. (Bu kelim elere bakı
şim.di hecelerin açık, kapalı, uzun, kısa ol nız!)
m aları itibâriyle ve nokta, çizgi işâretleriyle M ütekellim in fesahati, fasîh sözler söyli-
daha kolay görülebiliyor. yebilmek m elekesidir.
F A S L : ( J*a* ) M e ân î'tâb irlerin d en d ir. Sö F İK İR : ( ) D üşünce dem ektir ki sözün
zün atıf edâtlan ve râbıtalarla birbirine bağ de, yazının da üss-ül esâsıdır. Recâî zâde
lanm am ış olarak söylenilmesidir. Böyle sö E krem Bey der k i : «H er b ir eser-i edebî
ze «mefsûl» derler. nin rûhu efkârdır. Esâlîb ise eşkâl-i hârici
yeden ibâret kalır.»
FA ZLA : ( ) M eânî tâbirlerindendir.
F ikrin bâzı meziyetleri v a r d ır : fikrin zi
K elâm ın «umde» denilen ve müsnedün-ileyh
hinde bulunm asına «icâd», sıraya konm ası
ile müsnedden m âada olan kısım ları, mü-
n a «tertib», başka şeylerle karışdırılm am a-
tcm mimat-ı cümle.
sına «vahdet» diyorlar. F ikrin b ir cihetten
M e s e lâ : «M ehtaplı b ir gecede denizde doğruluğu «hakikat» her cihetten doğruluğu
sandalla dolaşm ak hoştur» ibâresinde «de «selâmet»dir. Fikir, bâzan hakikî olm akla
nizde dolaşm ak hoştur» kelim eleri um de, üst b erâber sâlim olm ayabilir. M e s e lâ : N e f î’-
tarafı fazladır, (bk. K elâm, umde) n in :
FERD : ( ) A ltı üstü olm ayan, yâni B ir düş gibidir hak bu ki m ânide bu âlem
başka beyitlerle irtibatı bulunm ayan beyit K im göz yum up açınca zcm ânı giizer eyler
lerdir. T ek olm ası bu adı alm asına sebeb B ir yerde ki â râm a bu m ikdâr ola m ühlet
olm uştur. Ferde «müfred» nâm ı da verilir E rb ab ı nice kesb-i kcm al-i hüner eyler
vc «müfredat» diye cemi’lenir. beyitlerinde olduğu gibi.
Eski şâirlerin divanlarında birçok ferd R ecâîzâde bu beyitler için :
beyt vardır. N âbî'nin : «B unlarda m ünderiç olan fikir nev’am â
FİKİR 46 GARABET
hakikate m utabık ise de sâlim değildir. Zira Paşa, sözüne vuzûh veremediği için onun
hâvî olduğu şey’e ez-her-cihet m ülayim düş ifâde ettiği fikir de m uakked bir hâl almış
mez. M üddet-i öm r-i beşer, zam an denilen tır. Intizâm -ı fikrî’ye ise şimdi «tertib» di
bu'd-i gayr-i m ütenâhîye nisbeten vâkia hiç yorlar. (bk. Irâd-i mesel, ta’kîd.)
hükm ünde ise de, iktisâb-i faziletle tenvir-i Sadelik, sâde d ilin d ik , incclik, parlaklık,
insaniyet edecek k adar tahsil-i ilm ü irfân şiddet, ulviyyet gibi şeyler de fikrin hususî
etmeğe kifâyeti m usaddaktır. Şâirce maksud m eziyetlerinden sayılıyor.
olan ekmeliyet, şu âciz insan için ezelde
F Ü T Ü R İZ M : A vrupa’da yeni ve edebî bir
m akdûr olm ayan ekmeliyet-i m utlaka ise
meslek. Behçet Y azar’ın «Genç Şâirler ve
onun iktisâbı bin sene de yaşansa yine k a
Eserleri» isimli kitabında deniliyor k i :
bil olam az. îşte bu noktadan nazar olunuı -
«Yeni hayatın, medeniyetin o baş döndü
sa fikirde selâm et olm adığı görülür.» der.
rücü hareket ve sür'atine m akinelerden, fab
Fikirde «vuzuh» ve «intizâm» da lâzım
rikalardan ve sâireden bahs etm ek suretiyle
dır. F ak at ekseriya fikrin anlaşılam am ası,
tercem an olm ayı ve yalnız çağdaşlar tara
ifâdenin adem -i vuzûhundan ileri gelir. K o
fından değil, m üstakbel nesillerce de anla
ca R âgıb’ı n :
şılm ayı istihdaf eden Futurism e 1909 dan
Kabil-i jeng olm ayan, olm az pczirâ-yî cilâ
beri m âlûm olan bir san’at cereyanıdır. Ital
lğbirâr-i h âtır ıksîr-i m cserrctdir bana,
yan M arinetti tarafından icâd edilmiştir.»
beytinde olduğu gibi. Şâir demek ister k i :
«G önlüm ün m uğber olm ası, sevinç iksiriyle M arinetti’nin İstanbul’da verdiği bir kon
açılıp parlayacağına alâm ettir. Ç ü n k i: cilâ- feransta okuduğu şu m ısrâlar (!) bu tarzın
lanm ak kabiliyeti olan- şeyler pas tutar.» modeli imiş :
«M ahzun olan m esrûr olur.» hakikatini bir Pissssstoo - ton- ton* ton
«îrâd-i mesel» ile isbât etm ek isteyen Râgıb Pisssss...Pisssss.„ton
G
G A L A T -Î T E H Â K K Ü M Î: ( Jaii ) tarafların a incizâb içün ittifâk-ı ara ile bir
kürsî-i sadef-kârîye çıkarıp etrâfına hâle-vâr
K ıyâsa m uhâlefet dem ektir ki b ir kelimenin
mıntaka-peyvend-i ihâta o ld u lar...»
edâ ve m üeddâ itibariyle lisandaki istim âli
Eskilerin bu gibi münasebetsizlikleri, yine
ne m uhâlif surette kullanılm asıdır, (bk. Kı-
yâda m uhâlefet) eskilerden olan şâir N âbî’nin bile sinirlerine
dokunm uş olacak k i :
GARABET: ( ) M e’nus olm ayan, Ey şi’r m iyânında satan lafz-1 garibi
yâni m ânâsı herkesçe bilinm eyen b ir kelim e D îvân-ı gazel nusha-i kam us değildir
nin söz arasında kullanılm asıdır. O kelim e demeye m ecbur olm uştur. M ânastırlı R ifa t
ye de «garîb» denilir. Bey m erhum «UsQl-i Fesâhat» unvanlı ese
Eski edebiyatım ızın bilhassa nesir kısmı rinde :
bu türlü kelim elerle doludur. «Şefîk-nâme» « ... Eski b ir m ecm uada görülen ş u :
ismindeki m eşhur eserin gelişigüzel nakl et G ece devrlyyesinde dikkat et zîrâ
tiğim şu birkaç satırında olduğu g ib i: D üşersin ağzına bukturm anın sonra
«H ırka-pûşândan b ir şahs-i girân-canî ki beytinde pusudaki asker m ânâsına olan
•fııdâb-i kirpâs-i rûyu reng-pezîrâ-yi abûsen «bukturm a» sözünü garabete misal gösterir.
kahtarîrâ idi, intihâb edip dem-i inzâr ile D em ek ki b ir kelimenin garîb sayılması
âteş-dân-i inzicârda ihtim âlet verdikleri âhe- arabca, acemce, yâhut frenkçe olm asına de
nîn-dilleri irâet-i m ıknatîs-i füsunla tekrâr ğil, m e'nûs ve m üsta’mel bulunm am asına
GAZEL 47 GAZEL
bağlıdır. Kelime olur ki : T ayyare, âvîze, m ünâsebetle ona da «m ahlas beyt»i de de
şöm endüfer gibi başka dillere âitdir. F akat nilir. K asidenin en güzel beytine «beyt-ül-
herkesçe söylenilir vc anlaşılır oldukların kasîd» denildiği gibi, gazelin en hoşa giden
dan bunların kullanılm asında garabet yok beytine «beyt-ül-gazel» tâbir ederler. Bir
tur. Y ukarıki beyitte görülen «bııkturma» de «şehbeyt» tâbiri vardır ki ister gazelden,
kelimesi türkçe olduğu halde m ânâsını he ister kasideden olsun m utlaka en güzel bir
men kimse bilmediği için istimali garîb olur. beyt dem ektir, (bk. Beyt)
Bâzıları, garib olan kelimeleri «muvafık» Bâzı gazeller, h attâ kasideler «musam-
ve «muhalif» diye ikiye ayırm ışlar ve m â m at» tarzında yapılır ki dö rt cüz’e ayrılan
nâsı dolayısiyle kullanılm asına lüzum görü her birinin son cüz’ii gazelin esas kafiyesini
len gayr-i m e’nûs kelimeye «garib-i m uva tâkib etm ekle berâber üç cüz’ü de kendi
fık», lüzûm suz yere tefevvüh edilenlerine araların d a ayrıca kafiyeli olur, ö y le ki her
«garib-i m uhalif» demişlerdir. cüz’ü b irer m ısra şeklinde yazılsa b ir beyt,
dört m ısrâîlı b ir bend teşkil eder.
GAZEL: ( ) Birinci beyti «m usarra’»,
N âcî’nin :
diğer beyitleri birinci beyt ile «mukaffa» A ks etdi bin vâ h asretâ
b ir nazm şeklidir ki beş beytten on beş bey D ağlarla çıkdım âşinâ
te kadar yazılabilir. Ekseriyet itibâriyle âşi- H er dağdaki kalbî sadâ
kane (lirik) sözlerdir. Şu beyitlerin mecmuu Efganım ın efganıdır
g ib i: Ey fârisânın serveri
Y ine pür-cûş-ı garâm oldu dcrûnum bu Ol sen de benlikten beri
gece Z îrâ cihanın h er yeri
D öndü b ir fırtınaya sabr ii sükûnum bu B ir im tihan m eydânıdır
gece beyitlerinde olduğu gibi.
C an-furûz alımı ile sînc-i zarım yandı N e f î’nin :
D em -hurûş eşkini ile garka-i hûnum bu «Esdi nesîm -i nev-bahâr»
gece diye başlıyan m eşhur kasidesi de m usam -
Değdi mızrâb-i tahassür yine evtâr-i dile m at şeklindedir, (bk. M üsem m at)
Y aralı kalbim ile nâle-füzûnum bu gece «Redd-i m atla’» bahsinde gösterildiği üze
 h ey aşk, zebun-küşlük olu r m u bu re bâzı gazellerin m atlaını teşkil eden mıs-
kadar râ'lardan birinci, yâhut İkincisi m aktaın ikin
Rûh-ı bî-tâba acı, fazla zebûnum bu gecc ci m ısrâı o larak aynen tek rarlan ır. (bk.
Ben usandım yaşam ak nâm ına Redd-i m atla’)
çırpınm aktan Bâzan b ir gazelin beyitlerini teşkil eden
V ar ölüm rahatına meyi ü rükûnum bu m ısrâlar arasına diğer b ir şâir tarafın d an
gece ikişer m ısrâ ilâve edilir ve b u suretle gazelin
Ey karanlıkta boğulm uş olan ufk-ı üm nıîd beyitleri b ir misli artırılır. B una da «taş
Sana da etmiş eser tâli’-i dûnum bu gece tır» tâb ir olunur, (bk. T aştîr)
Nccm-i üm m îd değil, b ir ufacık lem’a bile Bâzı gazellerin beyitleri evveline aynı ve
G örm iyor baksa da gerdûna uyûnum bu zin ve kafiyede 2, 3, 4 ... m ısrâ ilâve edi
gece lir. Bu harekete «terbî’», «tahm îs», «tes-
Sarsılıp sarsar-i hicran ile fikrim T âhir; dı's...» denilir.
D öndü b ir fırtınaya sabr ü sükûnum bu T ahm îs ve tesdisde bu ilâveler, gazelin
gece. h er beytinin iki m ısraı arasına getirilirse bu
H er m anzûm enin, bilhassa gazellerin ilk şekle «tahm îs-i m u tarraf, tesdis-i m utarraf»
beytine «m atla’», son beytine «m akta1» der denir.
ler. M atla’ beyitleri m utlaka m usarra’, yânî Bâzı gazellere de vezin ve kafiyece ben
kafiyeli olur. Gazelde ilk beyitten sonrakine zemek üzere diğer b ir şâir tarafın d an nazîre
«Hüsn-i m atla’*, son beyitten evvelkine yazılır. N azîre yazm aya «tanzîr» denilir,
«hüsn-i m akta’» tâbir ederler. M akta’, yâ (bk. Tanzîr)
hut hüsn-i m akta’da şâirin ismi bulunur. Bu Bâzı gazellerin, daha doğrusu m anzûm
GAZEL 48 GÜRÎZ
sözlerin beyitleri sonuna m evzun ve kısa demiş ise de yine o asırda yetişen N edîm,
b ir parça ilâve edilir. O p arçalara «ziyâde», edebî şöhretini en ziyâde şûhâne gazellerin
m ısraları ziyâdeli m anzum elere «müstezâd» den kazanm ış ve :
tâb ir edilir, (bk. M üstezâd) N e fı vâdî-i kasâîddc sühan-pcrdâzdır
Bâzı gazeller de m ahza kafiye h atırı için O lam az am m â gazelde Bâkî vii Yalıyâ gibi
tanzim edilmiş olduğundan beyitleri, m ânâ diyerek Bâkî ile onun mukallidi bulunan
itibariyle biribirine pek yabancı durur. Bâ- Şeyhülislâm Y ahyâ Efendi’nin gazel yazm ak
zılarının beyitleri arasında ise m eâlen bir ta m eşhûr N efî'd en bile üstün olduklarını
irtibat bulunur. Böyle m ânaca beyitleri yek söylemiştir.
diğerine m erbût olan gazellere «yek-âhenk» 19. asrın yarısından sonra başlayan
vasfı verilir, (bk. Y ek-âhenk) T anzim at Edebiyatı’nın Şinâsî, N âm ık
T ürkler, A cem lerden aldıkları nazm şe K em al, Recâîzâde, hattâ H âm id gibi üstâd-
killeri içinde bilhassa gazele ehem m iyet ver ları gazel yazm akta eski şâirlerden geri kal
diler. Y akın zam anlara k adar bu ehem m i m adılar. N âcî devri, gazelin belki en çok
yeti m uhafaza ettiler. Eski ve m üretteb dî yazıldığı bir zam andır. Servet-i Fünûn şâir
vanlarda gazeller, kafiyeleri itibâriyle elifba leri arasında gazel yazanlar vardı. M aam â-
harfleri sırasına göre dizilirdi. Bir şâir için fîh b unlar ekseriyet itibâriyle başka türlü
bu sırayı doldurm ak m aksadiyle her harfe m anzum eler m eydana getirdiler. Binâena
göre gazel yazm ak zaru rî idi. G azel yaz leyh gazelcilik Servet-i Fünûn Edebiyatiyle
m akta taklid edilemeyecek b ir üslûbu olan ehemm iyetini kaybetmeğe başladı.
F u z û lî: M illî Edebiyat devrinde eskiden kalm a
«G azel, bildirir şâirin kudretin; tek tük bâzı gazclci göründü ise de şimdiki
G azel, artırır nâzım ın şöhretin. şâirler hece veznine ve «koşuk», yâhut
G önül, gerçi cş’â ra çok resm var, «koşma» şekillerine râğbet gösterdiklerinden
G azel tarzın ct cüm lcden ihtiyar, gazel yazılması (Yahya Kemal dışında) he
K i lıcr m ahfilin zînclidir gazel, men hcnıeıı unutulm a derecesine geldi.
H ircd-m endlcr san’atid ir gazel.» «Türk Edebiyatına D âir M anzûm Bir M uh
beyitleriyle 16. asırda gazelin ehem tıra» iiııvânlı eserimde son devri hülâsa
miyetini ve kendi nazarında onun kıym eti ederken şöyle demiştim :
ni anlatm ak ister. Yine o asrın san’atkâr H âlâ gazel yazan şâir bulunur;
şâiri Istanbul’lu Bakî de : İyi yazılırsa o da okııııur.
«Bu devr içinde benim Pâdişâh-i m ülk-i G A Y R-İ T A L E B İ: ( ^1» ) M eânî tâbir-
sülıan lerindendir. (bk. İnşâ)
B ana sunuldu kasîde, bana verildi G E V H E R yâhut G E V H E R İN : Ebced hisâbiy-
gazel.» le yapılan tarihlerden noktalı harfleri hisâb
beytiyle kasîde ve gazel yazabilm enin ken edilecek olanları, (bk. T ârih ve Ebced hi-
dine m ahsus olduğunu ve : sâbı)
«M eddah olalı çeşm-i gnzâlânene Bâkî G U L Ü V : ( jk- ) «Teblîg, iğrak, gulüv» di
ö ğ ren d i gazel tarzını R ûm ’un şuarâsı. ye üçe ayrılan m ubalega derecelerinin üçün-
beytiyle de gazelin nasıl yazılacağını, ken cüsüdür. (bk. Mübâlega)
di asrı şâirlerinin kendinden öğrendiğini if
G Ü R ÎZ : ( j f ), yâhut G Ü R İZ G Â H :
tihar m akâm ında söyler. 17. asırda gazele
verilen ehem m iyet ve gösterilen rağbet saz ) Kasidelerde m ukaddimeden
şâirlerini bile o yolda eserler tanzim ine maksada, yânî medhe girilecek olan beyt.
m ecbur etmiş ve bu m ecburiyet dolayısiyle N edim ’in :
halk edebiyatında dîvan, kalenderi, semâî Bu şehr-i Stanbûl ki bî-misl ü belıâdır
gibi melez şekiller zuhura gelmiştir. (Bu ke Bir sengine yekpare A cem m ülkü fedadır
lim elere bakınız!) m atla’lı kasidesinin :
18. asırda öziçeli S a b it: İstanbul’un evsâfını m üm kin mi beyân lıiç
Z cm ânede gazeli kimse alm ıyor Sâbit M aksûd Iıenıan Sadr-i kervıu-kâra düâdır
Dilenciye verilen tuhfe-i selâm gibi beyti gibi. (bk. Kasîde)
H
HABER: ( jâ - ) M eânî tâbirlerindendir. hakikatlikten çıkar, mecâz olur. «El elden
üstündür.» cümlesindeki «el»ler gibi ki kuv
Sıdka, kizbe ihtimâli olan söz dem ektir. Bir
şey’in başka bir şey’e sübûten, yâhut selben, vet ve k udret dem ek olur. (bk. M ccâz ve
isnadına, yâni bu iş olm uştur, yâhut olm a kinaye)
m ıştır denilmesine «isnâd haberi», yâhut H A L : ( J»- ) Asıl m ânâsı çözmek ve açm ak
«nisbet-i-haberiyye» denilir. Bu isnâd, yâhut dem ektir. B edrcilere göre, m anzum b ir sö
nisbet, vâkia m utabık ise haber-i sâdık, de zü nesre çevirm ektir. M eselâ M ehm ed
ğilse haber-i kâzibdir. A kif’in :
Bir haberde iki hüküm vardır. Birincisi «G irm eden tefrika b ir m illete düjm an
«fâide-i haber»dir ki o haberi alana b ir şey giremez
öğretmesidir. Bu da mütekellim in haber ver T oplu vurdukça yürekler onu top
diği keyfiyet m uhâtabca m âlûm olm adığına sindirem ez »
göredir. «İm tihanlar H aziranda başlar» sö . b e y tin i: «Bir m illet arasında tefrika çık
zü im tihanların ne vakit yapıldığını bilme m ayınca onların m em leketine düşm an gi
yen birine söylenilecek olursa ona im tihan rem ez. Y ürekler toplu ve b ir emel uğrunda
vaktini öğretmiş olur. Binâenaleyh hükmü, çarpdıkça onları top bile sindirem ez.» ta r
«fâide-i haberedir. Fakat bu söz, b ir mekteb zında nesre çevirm ek onu hal etm ek demek
talebesine söylenilirse maksad, ona im tihan olur.
zamanını bildirm ek değil, çalışm aya teşvik H allin zıddına, yâni m ensur b ir sözü
olur. Binâenaleyh ihtivâ ettiği hükm e «lâ- nazm etmeğe «akd» denilir, (bk. Akd)
zım-i fâide-i haber» denilir.
H A M S E : ( <—*" ) M esnevî şekliyle yazılmış
HABL: ( ) Lügatte âzâ nâkıs olm ak de
beş kitabdan ibaret bir takım dem ektir ki
mektir. A rûz ıstılâhında «mef’ûlât» cüzünün böyle eser m eydana getirmiş olanlara «ham-
«f» ile «vav» hazfiyle kalan «me’alât» ye se-nüvîs», yâhut «hamseci» derler. 12.
rine «feilât» cüz’ünün getirilmesidir. (bk. asra k adar hamse-nüvîslik m ûtâd değildi.
M ahbûl) 1195 de vefat etm iş o lan G enceli Şeyh
H A B N : ( ü&- ) Lügatte eteklerin kaldırılıp N izâm î, m anzum o larak beş kitab yaz
mış ve hepsine birden «penç genç», yâni
toplanılm ası dem ektir. A rûz ıstılâhında
«m üstefilün» cüz’ünün «sin»ıni hazf ile ka «Beş hazîne» ünvânını verm işti. O ndan son
ra o yolda mesneviyyat vücude getirm ek
lan «m ütefilün» yerine «mefâilün» cüz’ünü
İran şâirlerince m oda oldu. İran ’ın Husrev-i
getirmektir, (bk. M ahbûn)
D ehlevî, M evlânâ C âm î gibi şâirleri ham
H A K İK A T : ( i * ; 1*- ) Bir kelimenin neye de se yazdılar. Ç ağatay şâiri Ali-Şir Nevâ-
lâlet etm ek üzere vaz’ olunm uşsa o m ânâda yî de Ç ağatay lehcesindc ham se tanzim et
kullanılm ası demektir. «El» kelimesinin bil ti. Bizim lehçede ilk ham se yazan, daha
diğimiz uzuv m ânâsında kullanılm ası gibi. doğrusu Şeyh N izâm î’nin ham sesini terce-
Bir kelime, alâka, yânî b ir m ünâsebetle asıl m e eden Behiştî’dir. « K anştıranlı Süleym an
m ânâsından başka bir m ânâda kullanılırsa oğlu Ahmed» lakabını taşıyan Behiştî İkin
F : -1
IIAKb 50 HAŞV
ci Bâyezîd’in adam larındandı. Sonra Taşlı- M ektubu vasfındaki beytin ikinci m ısrâın-
calı Y ahya, N ev’î zâde A tâyî gibi şâirler de daki «dil» ve «tab'» lafızlarından biri ha
ham se tanzim ettiler. şivdir.
17. asır naşirlerinden m eşhur N ergisî ise Eski nesirlerde seci’ yapm ak ibtilâsı, n a
ham sesini m ensur o larak yazdı. M anzûm şirlerine hemen her fıkrada haşv-i kabîh
kitablarının sayısı beşe varm ayan eski şâir yapdırOııştır. Tâc-üt-Tevârih» sahibi Sa’-
lerim iz pek çoktur. deddin Efendi’nin : «Sâki-i tîğ-i-âbdâr ile
bizzat nice dîv-sîrete hâdim -ül-lezzât ham i
HARB: ( ) A rûz ıstılahında «mefâîlün»
min içirdiler ve nice düşm an-i zişt-i ehre-
cüz’ünden(m e) ve (ne) nin hazfiyle kalan men-sirişti tiğ-i diriğlerinden geçirdiler.» iba
«fâîlü» yerine «m efûlü» cüz'ünü getirm ek resinde olduğu gibi.
tir. (bk. Ahreb)
Şeyh G âlib’i n :
H A R M : ( f j*- ) A rûz ıstılâhında «mefâîlün» H engâm -i herem de söylemlşdir,
cüz’ünün «elifsi hazf ve «fssi sâkin kılın P îr olduğu deradc söylcmişdır
dıkta kalan «m efîlün» yâhut <tm»nin haz ve:
fiyle kalan «fâîlün» yerine «m efûlün» cüz’- V ar m ı hele söylenilmedik söz,
ünü getirm ektir, (bk. A hrem ) K alm ış ini m eğer denilmedik söz
beyitleri de böyledir. O nların ikinci m ısrâ’-
HAŞV: ( ) L ügatte m inder, yastık gibi
ları haşv-i kabîhdir.
şeylere doldurulan tıkıntı m ânâsınadır. Ede Haşv-i m e lîh : Ibâre arasında cümle-i
biyatta ibâre arasında kalabalık eden söz mu’tariza kabilinden bir söz karışdırm ak,
lere denir. fak at bununla ayrıca b ir fâide temin etmek
Haşvi evvelâ «müfsid» ve «gayr-i m üf dem ektir. N âcî’nin :
sid» olm ak üzere ikiye ayırırlar. A llâh ki mûcid-İ cihandır
Haşv-i m ü fsid : ibarede kalabalık etm ek
Bin türlü nikabdan iyândır
le kalm az, sözün m ânâsını da bozar. M ual
beytinde olduğu gibi.
lim N âcî m erhum Istılâhât-i Edebiyye’sinde:
Şâirin m aksadı, Hakk’ın bin türlü nikabdan
«N eFî’nin N asûh Paşa m ektubu vasfın
iyân olduğunu, Sofiyye tâbirince kemâl-i zu
daki kasidesinin m atlaı olan : hurunu anlatm ak olduğu halde «mucid-i-
N e nâm edir bu ki hüsn-i beyân-1 Unvanı cihândır» cümlesini ilâve ederek ayrıca bir
E der küşâdc dil U tab ’i m üstm endânı fâide, hattâ bir güzellik te'm in etmiş, bun
beytinde vâki’ «ünvân» Ufzı haşv-i müfsid dan dolayı o cümle de Haşv-i-melîh olmuş
addolunabilir. Çünki şâirin maksadı nâm e tur.
nin hey’et-i umum îyesini medh olm ak lâzım «A llâh tekerrüründen m uhafaza buyursun,
geldiği halde «hüsn-i beyân»ın «ünvân»a geçenki zelzele epeyice şiddetli idi.» ibâre-
tahsisi sair cihetlerinin hüsn-i beyân mezi sindeki dua da bu kabildendir.
yetinden â rî olduğunu îhâm ediyor.» Haşv-i m ü tev assıt: Haşv-i kabîh ile haşv-i
H anîfî ismindeki ş â irin : melîh arası b ir fazlalıkdır. Söze çirkin
Bir y âr var y â r olacak y â r bizlere lik vermediği gibi güzellik de vermez.
m ısrâındaki üçüncü «yâr» da böyledir. N âcî m erhum un haşv-i m ütevassıt için yaz
G ayr-i müfsid olan haşiv d e : «kabîh, dığı m isallerden bir ikisini gözden geçire
m elîh, m ütevassıt» olarak üçe ayrılm ıştır. lim : «Endülüşte olan M ülûk-i Emeviyye on
Haşv-i k a b îh : m ânâyı bozm ayan, fakat yedi nefer kimse olup nesebleri kenarda
söze çirkinlik veren fazlalıktır. Z iya P aşa’- tah rir olunduğu vech üzeredir. -Sahâif-Ul-
nın : ahbâr tercemesi.»
T u t bu nush u pendi benden yadigâr Zeman-i ayş ü şâdidir, dem-I ikbâl-i
olsun sana davrandır
m ısrâındaki «nush» ile «pend» kelim elerin Felek hep ettiği evzâa şimdi pek
den biri haşv-i kabîhdir. Çünki birinin A rap peşîm ândır
ça, diğerinin F arsça olm asından başka ara Riyâzî
larında fark yoktur. N e fî'n in N asûh Paşa N âcî bu fıkradaki «kimse» lafzı ile be
HAŞV 51 HAZF
y itte k i: «pek» kelimesinin haşv-i mütevassıt hoşlanm ayışım ız şübhe yok k i hayâlini
olduğunu söyliyor. F akat bana göre «ne hüsn-i idâre etm iyerek mübâlegnt-i mcrdîıdc-
fer», yâhııt «kimse» kelimelerinden biri ye düşmesinden ileri gelir. H âyal-i biilcııdi,
haşv-i kabîhdir. Beyitteki «pek» lafzı ise ya zevk ile m üterâfik olsaydı eserleri şâhika-i
haşv-i m ellhdir, yâhııt feleğin evvelki hare ulviyetten daim â m utarrâ bir simâ-yi m at
ketlerinden çok peşîm ân olduğunu anlatan b u ’ arz ederek her asırda kalbleri m eşhur
te’kid edâtı olduğu cihetle haşv değildir. edecek vc Tevfik F ikret Bey’in :
Bâzıları bir kat elbise* bir çift çorap, bir Öyle bir nehr-i muazzam gibi cûş
deste mendil gibi m ikdar gösteren kelime etmişsin
leri de haşv-i melîh sayarlar. F ak at cyvâh çorak yerde akıp gitmişsin
H AŞV : ( ) A rûz ıstılâhlarındandır. telehhüf-i sam im îsine m eydan vermiyecck-
»Sadr» ile «aruz» ve «ibtidâ» ile «harb»in ti. Zevk ile hayâlin imtizâc-i ulvîsi sayesin
arasındaki cüz’ler demektir. A rûzcular bir dedir ki N edim ’in şiirleri daim â nedim -i ru
beytin birinci m ısrâındaki ilk cüz'e «ibtidâ» hum uz olacaktır.» der.
son cüz’e «harb» derler; her iki m ısrâ’da H A Z : ( -*>• ) Lügatte devenin kuyruğunu
aradaki ciiz’lere de haşv tâbir ederler. kesmek demektir. A rûz ıstılâhında «mütefâ-
H Â T IR A T : ( ) Bir adam ın yaşadığı ilün» cüz’ünün «veted-i m ccnuı’»u olan
zam ana, bulunduğu işlere, görüşdüğü kim «ilün» hazf edildikte kalan «mütefâ» yerine
selere dâir düşüncelerini ve duygularını h â «feilün» cüz’ünü getirm ektir, (bk. Mahzüv)
vi olm ak üzre yazdığı eserdir. Edebî hatı- H A Z F : ( «_»•*»■ ) N oktasız harflerden teşek
rât, edebiyat bakım ından ehemmiyetlidir. kül eden kelim elerle maıızûm, m ensur yazı
HAYÂL: ( ) K uruntu m anasınadır. Ede la r yazm aktır. Öyle yazılara «mahzûf» de
bî yazılarda bunun da bulunm ası lâzım dır, nilir. Bâzıları hazfe «tecrîd», m ahfuza da
«mücerred» nâm ını verm işlerdir. Ziya Pa-
hattâ o yazıların zînetidir. Süleyman Feh-
m î m erhûm Edebiyat isimli kitabında : şa’nm , Reşid Paşa vasfında yazdığı iki kâ-
sîde gibi ki b i r i :
«Hayâl en ziyâde şiirde, rom anda hüküm
O dil ki oln hevâ-elâr-i mcdlı-1 clıl-i kerem
ferm âdır. Denilebilir ki şiir ve rom anda ha
O lur nrâis-i ilhâm-i G irdigâra harem
yâl her şeydir. Fikir ve his cihetiyle müte-
beytiyle, diğeri d e ;
vassıt, fakat hayali semîn ve metîn olan bir
K âm il oldur ki ola m ahrem -i esrâr-ı kelâm
şâir kolaylıkla bir müellif-i dâhî olabilir,
G ele irsâl-i m clâikle ana her illinin
Ebüşşuarâ (şâirler babası) H om er, hissi mü-
beytiyle başlar.
tevassıt olduğu halde hayâl-i mübdii sâye-
Eskiler böyle külfetli şeylerle uğraşm ayı
sinde muhalled eserler vücûde getirmiştir.
m ârifet ve fazla lügat bildiklerine dâir iz-
Eserlerinde göze çarpan hâssa-i asliye m u
hâr-ı fazilet saym ışlar, noktasız kelim eler
hayyilesidir.
le m anzûm , m ensur yazılar yazm aya çalış
Yenişehirli A vnî’nin :
m ışlardır. T ürkçe b ir Tecellî Divânçesi var
Şâir ona derler ki iki âlem e pinhân dır ki içinde şâirip m ahlasından başka nok
Bir cevv-i bedâyi’de scri’-üt-tayarândır talı b ir kelime yoktur. H ind âlim lerinden
beytiyle tarif etm ek istediği hayalî b ir şâir, meşhur Feyzî «Sevâti’-üI-Ilhâm» nâm iyle ve
herkesin mechûlü bulunan bedâyi’ fezâla- bütün noktasız kelimelerle bir K ur’ân-ı Ke
rında dolaşır, oralarda gördüklerini, başka rîm tefsiri yazm ıştır. Eskilerin böyle müz’ic
larına da göz kam aşdırıcı renklerle göster ve faydasız şeylerle yorulm aları eski telâk
meğe çalışır. Fikrî, hissî ve hayalî yazılar ki îcâbı olduğu için boşuna emek sarf et
arasında kara kalem ve yağlı boyalı levha miş olm aları m âzûr görülebilir. Fakat Ziya
la r beynindeki fark kadar donukluk ve par Paşa gibi teceddüd yolunun öncülerinden
laklık vardır. Bununla berâber hayalî bir olm ak üzere ortaya atılan bir zâtın da m üh
eserde hakikat zevki de fedâ edilmemelidir. mel, yâni noktasız harflerle kasideler yaz
... N e f î’nin cevdet-i hayâline, kudret-i teb mış olm asına şaşm am ak elden gelmiyor.
liğine hayran kaldığım ız halde eserlerinden M uallim N âcî m erhum :
HAZF 52 HECE
«H azf, külfet-i m ahza olduğundan men- H E C E : ( oS ) Kelim elerdeki harekeli h arf
fûr-ı tab’-ı selîm olur. N oktalı, noktasız lerdir. «Bir sesliyle okunan h arf» de di
kâffe-i hu rû f ile dahi güzel söz söylemek yebiliriz. Bir kelimede kaç tane okunur harf
ten âciz olan m üteşâirlerin bir aralık haz- varsa o kadar da hece vardır. Meselâ
fiyât vadilerinde girîve-gîr-i m ühm elât olm a «edeb» kelimesi iki, «edebiyat» kelimesi dört
larına gülünür. Ziya Paşa gibi m uktedfr bir hecelidir.
şâirin H arab ât’da m ünderic olan iki kasî- Açık vc kapalı lıe c e : Hecclcri harflerin oku
de-i m ahzufesinde intihaba şayan üç beyt nuşuna göre ikiye ayırırlar. Bir sesli va-
bulunam ıyor...» der.
sıtasiyle okunan tek harfe «açık hece»; yi
«N âm ık K em al de T ahrib-i H arab ât’ında ne o vasıta ile okunan iki, yâhut üç harfe
Z iya Paşa’ya şöyle h itab e d iy o r: «kapalı hece» derler. «Edebiyat» kelimesi
« ... H ele m üntehabât arasına iki m â n i dört hecelidir. 1 inci ve 2 inci heceleri açık,
siyle noktasız ve m ânâsız mühm el iki kasîde 3 üncü ve 4 üncü heceleri kapalıdır. Beyit
dere olunm asını kem âlât-i edîbânelerine bir lerin taktî’inde açık heceleri (.), kapalı he
veçhile lâyık görm edik. Ç ünki kelâm , m üh celeri (-) ile işâret ederler ve «edebiyat»
mel olursa misâlde ihmal de olsa m ükem kelimesinin hecelerini şöyle gösterirler,
mel olur, yolunda bir kaide görem iyoruz.
e de biy yat
H er beyti hiç olm azsa o iki kasîde-i âlile
rinin ebyâtı k adar m etîn b ir mühm el divân
görm üştüm . (Belki yukarda bahs ettiğim T e Evvelce açık hecelere «muallak», kapalılara
cellî Divânçesidir.) Kasîde-i seniyyelerinin «müsned» deniliyordu.
H arâbât’a derciyle beraber o divâna ve h a t Hece v e z n i: T ürklerin eskiden kullandıkları
tâ sâhibinin ismine dâir m ukaddim e bir ke nazm âhengi ölçüsü ki buna «parm ak hisa-
lime bile bulunm am ası garib değil midir? bı» da derler. Parm ak hisabı, T ürk edebi
K asidelerin m ühm elâtı yek nazarda anlaşı yatının başlangıcından 11. asra, yâni T ürk
lır şeyler olduğundan tasdî’den ihtirâzen o lerin arûz veznini öğrenmesine k adar Türk
babda tafsilâttan ictinâb ederek yalnız her nazm ının yegâne âhengi idi. A rûz vezni ka
beytine bir kerre imâle-i nigâh-ı dikkat bu- bul edilmekle berâber hece vezni terk olun
yurulm asını tavsiye ile iktifâ eyledim ...» madı, H alk edebiyatında kullanıla geldi.
Hece vezninin 3 den 16 ya k ad ar muh
HAZF : ( ) Lügatte taş atm aktır. A rûz
telif heceli ölçüleri vardır. 3, 4, 5, h attâ 6
ıstılahında «fâilâtün» cüz’ünün sebeb-i hafifi
heceli ölçüler o kadar âhenkli olm am akla
«tün»ü kaldırdıktan sonra kalan «fâilâ» ye
berâber ekseriya mesel gibi sözlerde kulla
rine «fâilün» cüz’ünün getirilm esidir, (bk.
nılm ıştır.
M ahzuf)
Y aş yetmiş İş bitmiş
HAZF : ( ■*»- ) M eânî tâbirlerindendir. Söy İnsan beşer Bâzan şaşar
lenilmesi icâb etm eyen sözün ibarede irâd G ülm e kom şuna G elir başına
olunm am asıdır. Söylenilmesi lâzım gelen Güvenm e varlığa D üşersin darlığa
sözün irâdına da «zikr» derler. Z ikr ve hazf,
mesellerinde olduğu gibi.
tâbir-i-diğerle îrâd ve ihm âl, m elnînin m ü
Ç okluk kullanılan 7, 8, 11, 14 lü hece
him bahislerindendir. Sözün nerede zikri,
lerdir. A rûz vezninin cüz'lerine mukabil he
nerede hazfi iktizâ eylediğine dâir bâzı kai
deler beyân edilmiş ise de en doğrusu onu ce vezninde «durak» lar vardır ki m ısrâ’lar
okunurken oralarda hafifçe durulur. Arûz-
tâyin edecek zevk-i selimdir.
da mevzûn sözün cüz’lere taksimi şart ol
H A Z V : ( _>-*»■ ) K afiye tâbirlerindendir. madığı halde hecede âhengin rûhudur. Bir
Revîden evvelki harfin harekesi demektir. kelimenin bir hecesi bir durakta k alır da
«Şâir» ve «mâhir» kafiyelerinde revî bulu diğer heceleri ö b ü r durağa geçerse âheng bo
nan (r) den evvelki «ayn» ve «h» harfleri zulur. O nun için kelimelerin duraklara tak
nin kesresi gibi. Böyle harekelerin uygun simi dikkat edilecek bir noktadır. H âm id’in
olm am ası kafiyeyi bozar. «Şehr» ile «mihr» N esteren’inde bu husus dikkate alınm am ış
kelim elerinde olduğu gibi. (bk. Kafiye) tır.
HEZL 53 HİCVİYYE
Hece vezninin ölçüleriyle durakları şöyle Bir çizmesine pençe çıkarm ak hevesiyle
olm ak lâzım g e lir: H affâf-ı emel, gâv-ı zem îne z a ra r eyler
7 h e c eliler: 4+ 3 olarak 2 Çeşınindeki tek cam ını zannetm e m onokl,
6 t 4+4 2 G ûya kam ara penceresinden nazar eyler
10 » 5+5 2 A t M eydanına heykelini diksin ehâl!
11 » 3 + 3 + Î+ 2 ı> 4 Kim m anzarası beldede teskîn-i şer eyler
yâhut D üşm en başına eylesin Allâh onu balyoz
4+4+3 » 3 Bir darbesi bir orduyu zir ü zeber eyler.
yâhut H İC V İY Y E : ( \ y ? ) yâhıı d H EC A : ( ^ )
6+5 ı> 2 Teşrîh-i rezâil ve teşhîr-i erâzil için yazılan
12 » 6+6 2 yazılardır. M aam âfih b u n lard -' nezâhet-i be
yâhut
yâna riâyet zarurîdir. Çiinki' tarz-i ifâde dâ-
» 7+5 2 ire-i edebi tecâvüz ederse âdetâ nazm en sö
13 » 4+4+5 3> 3 vülmüş vc terzil yerine rezalet edilmiş olur.
14 » 4+3+4+3 » 4 N ezîh olm ak şartiyle hiciv, hak ve hakika
yâhut
tin m üdafii, gadr ve fezâhatin m âm idir. Bir
» 7+7 > 2 zâlim-i müteazzım ı A llahın kahr-ı im hâlkâ-
15 > 4+4+4+3 4 rîsıinden ziyâde hicvin te’sîr-i anîsi titretir.
16 » 4+4+4+4 4 A bdülazız gibi bir pâdişaha yerine göre ser-
(bk. D urak)
fürû etm eyen veziri-âlî «Zafernâm e»nin be-
H E Z L : ( J j * ) M eşhur bir nazm ın vezni ve yânât-ı m ütehekkim ânesine karşı mağlub u
kafiyesi taklid edilmek suretiyle lâtife yollu m ütelâşî kalm ışdı. Jön T ürklerin Meşveret
şiir yazmak demektir. Buna «tehzîl» de de gazetesiyle olan m iicâhedatına ehem m iyet
nilir. (bk. Tehzîl) O yoldaki yazılara «hez- verm eyen devr-i sâbık ricâli, Eşref-i âteş-
liye» tâbir olunur. zebânın kıta’ât-i hicviyyesiyle ettiği cihâd-i
M ürekkebci Hevâyî ile S ürûrı’nin hezli- ekberden pek ziyâde çekinirdi. Ç ünkü Ce-
yatı m eşhurdur. Aşağıki beyitler N e fî’nin : ride-i Meşvereti hemen kimse görüp oku
yamadığı halde hicviyyat-i E şre fi herkes
Sanm am ki felek devr ile şâm u seher
işitip yazar ve yazdırırdı. O k ıt’alar erbâb-t
eyler
isâetin künyesine öyle şerhler veriyor, nâm-ı
H er vâkianın âkibetinden haber eyler
fezâhatlerine o türlü âbideler rekz ediyordu
kasidesini tak 1iden vc Keçcci zâde ferîk İz
ki onların delâletiyle çehre-i mâneviyetleci
zet Paşa’yı tasviren yazılmış hezliyedendir:
hacâlet-i sermediyeden kurtulam ayacaktı.
B ir küp meselâ bir sem er üstünde yer eyler Hiciv denilince en evvel h âtıra — m uâsır-
Y a bir fıçı ki çifte sırıkla sefer eyler ların a el-am ân çağırtm ış ve nihayet dili be
Y a b ir dubayı rab t ile b ir eski stim bot lâsına uğram ış olan N e f î ile m anzûm at-i
H ışlar, iniler, dâhil-i m ersâda cer eyler hicviyyesini ihtiva eden Sihâm-i K azâ’sı ge
Y a b ir kocam an denk, bocurgatla vapurdan lir. G aribdir k i :
G üm rük önüne doğru hevâdan güzer eyler
G ökten nazîre indi Sihâm-i K azâsına
Vech-i şebehi olm asa da b u n la n rü ’yet
N e fî diliyle uğradı H akk’ın belâsına
B ir fâris-i zîşâna dili bâhaber eyler
denilecek kadar iştihar eyleyeft bu eserin
Ol fâris-i vek-rân ki ona Gâzi-i Battal
kıymeti şöhretiyle m ütenâsib değil, âdetâ seb
H enı-dcng olam az, râlı-ı firarı siper eyler
ve şetm m ecm uasıdır. M iindericatından
Ol zât-i m üfahham ve m ülahham ki piyade
— Sadrıâzam G ürcü M ehm ed Paşa hakkın-
Gezse ayağı kaldırım üzere eser eyler
daki — şu beyitleri nüm ûne olm ak üzere
A t üzre gören vaz’ini bir kûs-i revân der
y azıy o ru z :
Kim tantanesi beldeyi pür-zîb ü fe r eyler
Y andan görünen kubbe gibi batn-i refî'i Zehî hüsrân-i din U devlet U neng-i
Sağdan sola, soldan sağa setr-i basar eyler m üselm ânî
B ir peş çıkam az pantaloniyçin bilemez de K ’ola b ir dîv-1 hünsâ mâlik-1 miilır-i
H ayyât-ı vehim Atlas-ı çarhı heder eyler Siileym ânî
HİCVİYYE 54 HİS
Nc riÎY , cfsârı yok bir bârgîr-i fîl-peykcr dar yükselen mülevves sulardan korunm ak
kim emeliyle basacak taş aram aya, hâvâ-yi müte-
H ar-i D cccûldır derdim eğer olsaydı palanı affini koklam am ak fikriyle burnum uzu tıka
N eler eldi nc dcnlû fitne peyda oldu maya m ecbur olduk. O nefret ve hiddetle
âlemde h atıra g e le n :
Edince tâ vücûdiylc mülevves sadr-i dîvânı Şelızâdcbaşındaki cilâlı
T am a’ bir m ertebe zâtında m el’ûnun ki K irletm ede câ-bc-câ zemini
hırsından Esvâk, bütün temiz kalırdı
Y utardı kuyruğundan bulsa ger lıûk-i Bir kuşede dursa Şcbremîni
beyabanı k ıt’asını oturduğum uz çaycıda bâzı ahibbâ-
K adîd olsun kazık başında kalsın ya okuduk. D erhâl istinsah edildi ve o ge
lıaşrc-dck öyle ce tekmil çaycılarda okunm aya başladı. İki
K urutsun anı tâb’-i âfitâb-i kalır-i Yezdânî. gece sonra yine o sokaktan geçerken ora
B unlar, o m ecm uanın en parlak ve en sının m üm kün m ertebe temizlendiğini ve
nezîh olan ebyatıdır. A rtık şâirlerini kıyas m en’-i tebevvül (işemeyi men’) vazifesiyle
ve tasavvur ediniz. Bizce N e f î’nin en belîg mükellef bir Belediye Çavuşunun aşağı yu
hicivlcri «Sihâm-i K azâssında değil, divâ karı dolaşdığım gördük ki bu kadarcık ol
n ında ve medhiyc diye ekâbire takdim et sun tekayyüd, bizim kıt’anın nctice-i mü-
tiği kasâid m iyânındadır k i : nebbihe ve müfidesi idi.
Bir asrda geldik ki bu bâzâr-ı-fcnâya H İK Â Y E : (bk. Romanesk)
Sernıâye-i irfanı olanlar zara r eyler H İS : ( ) Duygu demektir. Edebî b ir ya
beyti onlardandır. Bir de Sürurî, Vehbî, Ay zıda yalnız düşüncenin bulunm ası kâfi de
n î gibi gevezelerin hicviyyatı v ardır ki hey’- ğildir. Biraz da his bulunm alıdır. Çünki
et-i um um iyesine birden «şütmû-i galîza (ağır duyurm ak için evvelâ duymak lâzımdır.
sövmeler) deyip geçmek m uvafık olur. Şâ- A kif Paşa’nın torunu için y azd ığ ı:
yân-i hayrettir ki dekayik-ı-edebiyata hakî Tıfl-i nazeninini, unutm am seni
katen vâkıf olan bu faziletli adam lar, târı- A ylar, günler değil, geçse dc yıllar.
zât-i edebiye diye hayli edebsizlikte bulun Tcllı-kâm eyledi firakın beni
m uşlar da E şrefin meselâ Encüm en-i M aa Ç ıkar mı hatırdan o tatlı diller,
rifi tasvir eden : bendiyle başlayan mersiyesi duyularak nazm
A lcl’am yâ çizerler her kitaptan b ir takını edildiği için evlâd acısının ne kadar mües
yerler sir olduğunu başkalarına da az çok duyura
Edibim! sanm a k i yalnız senin dîvânı biliyor. F ak at Şinasî’nin ahibbasından biri
çizmişler nin vefât eden çocuğu için tertib e ttiğ i:
G eçen gün Encüm cndc yok imiş H ayret, Zînct-i ravza-i Cennet ede H ak azzc ve cel
bütün lıcy’ct Gonce-i kalbini kim hâke kodu dest-i ecel
A rabca b ir ibârc zannedip K u r’ânı N c ecel benzer rîha kim esip nâ-be-malıal
çizmişler. K oparır gonceyi nahlinden eder vakf-i
k ıt’a-i m azm undan gibi sözler söyleyeme vahal
mişler ve : kıt’ası ise duyularak yazılmadığı için oku
Eski bir top yükletip b ir m erkebe yanlara hiç bir te’sir yapmıyor. A nlatm ak
R ast gele salm akda balka süngü şalı için bilmek lâzım olduğu gibi duyurm ak
Pâdişâhını! sen hayâ etmez misin? için de duymak icâbeder. Bundan dolayı
Senden cşna’ zulm ü yapdı dünkü şâlı — M ehmcd A kif’in dediği g ib i— «Bir
lavhasını vücûda getirem emişlerdir. eser-i-edebî yalnız dim ağın değil, biraz da
Y ukarıda «Hiciv, gadr ve fezâhatin mâ- kalbin mahsulü olm alıdır.» Frenklerin «li
niidiı» demiştik. Bunu isbât için size bir rik» dedikleri böyle eserlerdir.
vak'a nakl edelim : Üç, dört sene evvel ra- Recâizâde Tâlim-i Edebiyat’ın d a :
m azan-ı şerif gecelerinden birinde Çukurçeş- « ... Hissiyat, m üfrit, şedid ve dâim î olur
m e’den Şehzâdebaşı’na çıkan sokaktan ge ve eıbâbını mağlîıb ederek efkâr ve am al
çiyorduk. Caddeye yaklaşınca topuklara ka lerinin mcdûr-ı m ünferidi bulunursa ihtira-
HİSÂB-Î CÜMEL 55 HÜSN-Î İBTİDÂ
sat nâm ını alır. Edebiyatta his ve ihtirasa R aks eder her kim ki dinler dilfirîb
b irer lisan verm ek lâzım •gelirse birininkin- âhengini
de itidâl ve halâvet, diğerininkinde şiddet ve beytinin sonundaki «i» harfleri gibi. (bk.
hararet görülür. Meselâ biri lem ’adır ki, Kafiye)
kalbi nura gark eder, diğeri alevdir ki, m ü
H U R Ü F-I-ÎM LÂ : ( J j / - ) Eski yazıda
fekkireyi yakar. Bu hâle göre «Leylî-nâme-i
üstün, esire, ötürü alâm eti olm ak üzere,
Fuzûlî» ile «Zavallı Çocuk», birer te’lif-i
hissî olacağı gibi «Hüsn-ü-Aşk» ile «Vatan yâni «voyelle» olarak kullanılan ( * > * I
yâhut Silistre» dahi birer te’lîf-i ihtirası sa
H U R Û F-I-M Â Z Ü L E : ( j)J— J ) / ) im lâ
yılır. Kuvve-i iknâiyenin âciz kaldığı yerde
harfi gibi kısa okunan harf-i medler.
hissiyat galebesini temin eder. Tahrîk-i-kalb,
Âleın-i bâlâya sevk eyler bu ulvî can beni
iknâ’dan daha kuvvetlidir ve bâzı vakit bir
m ısrâındaki «can»ın «a»sı,
dam la göz yaşı b ir bürhnndan daha kuvvet
H üzne dâir sohbet açdın eyledin m ahzun
lidir...» der.
beni
H tSÂ B-t C Ü M E L : ( J-T ) Ebced hi- m ısrâındaki «m ahzuncun «u»su,
sâbının diğer adıdır, (bk. Ebced hisâbj) Ey hod-ârâ; eyliyor âyîneler Iıod-bin seni
m ısrâındaki «hod-bin»in «i»si m âzûldur.
H ULÜV V-İ Z tH N : ( ^ ) M eânî tâbir (bk. Azl)
lerindendir. Zihin boşluğu dem ektir. Eski
* i l£ ) harfleridir.
edebiyatçılar, belâgati «Sözün mukteza-yi hâl
ve m akam a m utabakatı» diye târif ederler. H U R Ü F -I-M E D : (•*- ) A rapça, acem
B uradaki hâl, hem mütekellim c, hem m uha
ce kelimelerde fetha, zamm e ve kesreyi uzun
taba, hem de gaibe şâm ildir. Binâenaleyh
söylenilecek sözün bunlara göre söylenilmesi okutan ( lS 1 3 4 ^ ) harfleri.
belagat icâbıdır. Bir kimsede hulüvv-i zihn,
IIU R C F -I-M Ü S T A H L E F E : ( < iU î- - )
tereddüd, inkâr diye üç hal vardır. Yâni bir
adam bir şeyi işidince — kafasında ona dâir med hükm ünü alacak derecede bir h arfi
m âlûm at olmadığı iç in — inanır, yâhut mü- uzun okutan im lâ harfleri. N edim ’i n :
tereddid bulunur, yâhut kat’iyen inanm az. A dın anılm adı bîçâre senin ârâda
İşte bu hallerin birincisine «Hulüvv-i zihn», m ısrâındaki «anılm adı» ve «ârâda» kelim e
İkincisine tereddüd, üçüncüsüne inkâr diyor lerinin (â) ları gibi. Fuzûlî’nin :
lar. Bunlara göre söylenilecek sözlere «ib- Bize ne salıt belâdır, ne kara gündür bû
tidâî», «talebî», «inkârî» nâm ını veriyorlar. m ısrâındaki «karâ» kelimesinin ikinci «a»st
Ibtidâî sözlerde te’kide hacet yoktur. Tale- ve «bu» kelimesinin (û)su gibi. N âcî’n i n :
bîlerin müekked olması lâzımdır. îııkârîle- T erk eylemiş işte aşiyânî
rin ise her halde te’kidli olması icâbedcr. H âkî iken olm uş âsm ânî
«Gelirim.», «Gelirim , söz veriyorum .», «Söz beytindeki «âşiyani» kelimesinin son «î»si
veriyorum, m utlaka gelirim.» cümlclcri bun gibi.
lara birer misâl olabilir. Bir de m uhatabın (bk. istihlâf)
ısrar hâli vardır ki ona karşı söylenilecek H ÜSN -I İB TİD Â : M evzua münâsib b ir ifâde
sözlere «haber-i ısrârî» denilir ve ısrârî h a ile söze başlam aktır. Ü sküdarlı H akkı Bey’in
berlerin yemin gibi inandıracak şeylerle irâd dîvânı için Y enişehirli A vnî Bey’in yazdığı
edilmesi lâzım gelir. R ûhî’nin : m eşhur k a sîd ey e:
Dermiş bana keşf oldu lıcp esrâr-i ilakîkat Söz kâlbüd-i kadr-i bcnî-ûıTcmc candır
V allahi yalandır sözü, billâlıi yalandır Söz, vâsıta-i râbıtn-i ûlim iyandır
beytinde olduğu gibi. beytiyle başlam ası, R ecâîzaae’nin «Tâlim-i
Edebiyat’ına N âm ık K e m a l'i» yazdığı tak
HURUÇ: ( ) Kafiye harflerindendir.
rize : «Söz ne k ad ar m ü e s s ird ir bedîa-i fıt
«Vasl»dan sonra gelen harftir. N aci’n in : rattır ki bunca akvâm-i fâz'uanın m âm ure-i
M est olur her kim ki seyr eyler şerâbî beşere yâdigâr ettiği te’sisât-ı' âliye ve mas-
rengini nûat-i nefîsede binde birinin — inkilâbât-i
HÜSN-İ MAKTA 56 İBDÂ’
havadis — a’mâk-ı-zeminde m estûr olan p a r de hüsn-i m atla’ı m atla’dan parlak yazm a
çalarından başka bir eserini bırakm am ış iken ya çalışır.» beytiyle buna telm ih eder.
âsâr-i edebiyelerinin b ir takım ını bütün b ü H Ü SN -İ T A ’L Î L : ( ) B edf san’at-
tün mahv eden — zulüm ateşleri, cehalet tu
lerindendir. Bir hâdisenin vukuuna hayalî ve
fan ları bile b ir takım ının, h attâ b ir harfini
şâirâne b ir sebeb gösterm ektir. H akikî se-
hâfıza-i enâm dan izâle edem em iştir...» fık-
bebler, sâdece ta’lil olurlar, hüsn-i ta’lîl ol
rasiylc ibtidâ etmesi gibi. Bcrâat-i istihlâl
m azlar.
de hemen hem en bu m ânâyadır, (bk. Berâ-
at-i İstihlâl) Ben ağladıkça penbeleşir levn-i ân zı
G öz yaşlarım iz ân n a b ir reng-i an verir
H Ü SN -I M A K T A : ( Cr“ - ) B ir m anzû- beytinde hüsn-i ta’lîl vardır. Çünki sevgili
menin, hususiyle gazellerin son beyti demek nin yüzünde penbe ve câzib b ir renk husûlç
olan «m aktam dan evvelki beyt. Bunun da gelmesine şâirin ağlam ası sebeb gösterilmiş
güzel olm asına çalışıldığı için adına «hüsn-i tir. Bu ise hayalî bir şeydir. Bâzıları bu
m akta'» denilmiştir. san’ate «hüsn-i tevcîh» nâm ını verm işlerdir.
Hüsn-i ta ’lîl veya hüsn-i tevcihte gösterilen
H Ü S N -Î M A T LA ’ : (£&»* 0 “ *“) Gazelin baş
sebebin kat’î olm ası şarttır. Z annî olursa
langıcı demek olan m atla’dan sonra gelen «şibh-i hüsn-i ta’lîl denilir.
beytin adıdır. M atla’daki âhenk ve mânâyı Sâkin ü sâkit olan her zerresinde yok
kuvvetten düşürm em ek için şâirler «Hüsn-i hayât
m atla’» beytini daha kuvvetli tertib etmeğe G alibâ hâm ûş u mevt olmuş bu yerde
çalışırlardı. İran şâirlerinden : Şevket Ferâ- kâinât.
h î’nin : ve:
J i j Z j S ' C j - *- J 1 1 / ( j—*- dtti N edir bilmem Ziyâ, bu şîve-i i’câz
nazm ında
lj j jcS j û & j
M eğer Rûh-iil-Kudüs endîşene im dâda
y â n i: «Felek, senin güzelliğini Y u su fu n hüs gelmiştir
nünden daha renkli gösterdi. N itekim şâir beyitlerinde olduğu gibi.
I
1ÂDE : ( e j t ' ) Y ukarıki beytin sonundaki K an töker ç eş mim hayâl etdikçe hevl-i
lâfzı aşağıki beytin evvelinde tekrarlam ak m ahşeri
tır. Fuzulî’nin : M ahşeri eşkim verir seyl-âba ger rûz-i cezâ
O lm asa m akbûl-i dergâhın sirişgim gevheri
Ey vücûd-1 kâm ilin esrar-i hikm et m asderi
G evheridir âşk bahrinin Fuzulî âb-i çeşm
M asdari zâtin olan eşyâ sıfatın m azheri
L îk b ir gevher ki lutf-i H ak anâdır müşteri
M azheri her hikm etin sensln ki kilk-i
kudretin gazeli gibi.
Safha-1 eflâke nakş etm iş hutût-i abteri
İadeli şi’re «muâd» da denir, (bk. Redd-ül
A hteri m es’ud olan oldur ki tab ’-i pâkinin
acz ales-sadr)
Kabil-i feyz oldu nutkundan safâ-yi cevheri
Cevheri m a’yûb olan nâkıs benim kim tB D Â ’ : ( £ .1 -^ ) Yeni ve güzel b ir eser
m uttasıl meydâna getirm ektir. Meselâ Fuzûlî’nin
Sâdedir hattın hayâlinden zam irim defteri «Leylâ ve M ecnûn»u ile Şeyh G alib’in
Defter-1 a’m âlim in h attı h atâdandır siyâh «Hüsn-ü-Aşk» birer ibda’ eseridir. İbdâ’
İBHÂM 57 İBTİZÂL
kudreti gösterenlere «m übdi’» ve «ibdâ’kâr», beyt-i m eşhuru gibi. İşte bu beytin edâst
eserlerine de «bedîa» derler. tam am , m üeddası ise m akbul b ir ibhâm dır.
îcâd bahsinde de söylenildiği üzere ibdâ’ Bu yoldaki ibhâm ları «ta’kid-i m ânevî»den
ile îcâd arasında fark vardır. H er ibdâ’, bir ayırm ak için ya «ibhâm-i m akbul» tesmiye
îcâddır, fakat her îcâd b ir ibdâ’ değildir. etmeli, yâhut derinlik diye b ir isim verm e
N asreddîn H oca’nın ekmekle k ar yemesi, lidir. T a ’kîd-i m ânevî de ibhâm dır. A m m a
bir îcâd olsa bile, hiç bir vakit ibdâ’ sayı onun m akbul olm ayan nev’idir.
lamaz. Süleym an Fehm î m erhum un şu m ütaleası
İB H Â M : ( ) T a ’kîd gibi vuzûhun di da bu bahsin hatimesi olm aya değer :
ğer zıddı. Yâni, sözün m ânâsının, kolayca «îcâz, üslûba büyük b ir kuvvet verdiği
anlaşılam az derecede, kapalı olm asıdır. Hâ- gibi ibhâm gölgesi de şi’rin güzelliklerini
daha dilfrîb gösterir. F ak at hazfiyatın cüm
lid Fahri Ozansoy Bey’in :
le ve fıkraların birçok tefsirata m eydan ve
Gözlerdeki bir ânlık alevle
recek b irer çözülm ez m uam m a olm ası icâb
Yanm ıştı o birdenbire b ir giin
edecek raddede olm am asına ve mübhem i-
Olmuş nice kalblcr b ir avııç kiil
yetin şiirde nüfûz-i n azara ve hayâlin seyra
B ir böyle alevden tutuşup diin,
nına m âni olacak b ir hâlde bulunm am asına
kıt’asında olduğu gibi.
dikkat etmelidir.»
Süleyman Fehm î m erhum Edebiyat kita
bının vüzûh bahsinde Lafonten (La Fon- İB T İD Â : ( ) A rûz ıstılâhında ikinci
taine)’in : m rsrâın ilk cüz’ü dem ektir. Birinci m ısrâın
En güzel m evzularda düşündürecek bir ilk cüz’üne «sadr», son cüz’üne «arûz»,
şey bırakm alıdır.» ikinci m ısrâın ilk cüz’üne «ibtidâ», son cüz’ü
Pol Burje (Paul Bourget)’nin : ne «darb», arad a kalan cüz’lcre de «haşv»
«Güzel şiirlerin büyüleyici te’siri, hayâl ile denilir.
esrâr-engîz bir mânevî, bir gölgemsilikle ik
İB T İD Â Î: ( j ) M eânî tâbirlerindendir.
mâl edilmelidir.»
M uhatabda bulunduğu tasavvur edilen (hu-
Cenâb Şehâbeddin’in :
lüvv-i zihn, tereddüd, inkâr hâllerinden bi
«K aranlık ve derin bir fikrin ince sırları
rincisine göre söylenilecek söz ki te ’kîdsiz
vuzûh ve sarahatle söylenmem eli, ancak tel
olm ası lâzım dır, (bk. H ulüvv-i zihn)
kin yoliyle anlatılm alıdır. K elim e ve cümle,
rûhun sırrını çırıl-çıplak o rtay a atm am alı, tB T ID Â İY Â T : ( ö U - u , l ) M uhatabın h u
belki bir şeffâf, bir san’at nikabiyle bü rü n lüvv-i zihn hâline göre söylenilecek sözler.
müş bırakm alıdır.» fikirlerine ittib â e n : Bir de «Hüsn-i ibtidâ» v ard ır ki m evzua
«Asâr-i şi'riyede hafif ibhâm gölgesinin göz uygun b ir ifâde ile söze başlam aktır, (bk.
alıcı vüzûha rüchânı üdebânın ulularınca Berâat-i istihlâl)
itiraf edilmiştir.» diyor.
İB T İZ Â L : ( ) U m um î ve m übtezel ol
Bu fikir doğru olabilir. F ak at o hafif ib
muş fikirlerin ve sözlerin gevelenmesidir.
hâm gölgesi, koyu ta ’kîd bulutu şeklini alır
Böyle sözlere (hâyîde) yâni «ağızda çiğnen
sa örtm üş olduğu m ânâ da karanlıkta kalır.
miş, çiğnem ik hâline getirilmiş!» derler.
Zâten «vüzûhun göz a lıc ılığ ın a müreccah
H â lb u k i:
tutulan ibhâm, m evzûun ifâdesindeki k arı
«H âyîde sülıan m erd-i sühan-dâna
şıklık değil, ulviyeti, yâhut rikkati gibi se-
yakışm az.»
bebler dolayısiyle m ânâsında bulunan derin
liktir. D aha açıkçası ifâdesi düzgün b ir sö Böyle hâyîde ve m übtezel sözlere tenezzül
zün zum undaki ince bir hissin, yâhut yük edemeyeceğini Piriştineli M e s îh î:
sek b ir hayâlin birdenbire anlaşılm am ası, «A lm azam ağzım a b ir m a’nî-i Iıâyîdeyi hiç
tefehhüm ü bir parça fikir yorm ağa m uhtaç Değilim tıfl ki hâyîde etlincm iftâr.»
olm asıdır. H âm id’in : der.
Çıkdım sem avâta hâk ber-ser Ibtizâlin zıddı «m üm tâziyyet»tir. (bk.
İndim sem avât ile berâber M üm taziyyet)
İCÂD 58 İCÂZ
G üm üş renginde bir dîbâ hiçinmiş ccdvel-i mek suretiyle yapılan «ta’miye»dir. (bk.
sîm în Ebced hisâbı ve ta’miye)
Ve lâkin h âre gibi mevci v ar şeffâf-ü İK F Â : ( I ) Kafiyenin kusurlanndandır.
n ûrânî Revîleri aynı m ahrecden olm ayan, fakat bi-
O dîbâ âb-şârın dahi eğninde hem an farkı ribirine yakın bulunan harflerle biten keli
B unun mevci biraz sık, ânın ise kaddi m elerden kafiye yapm ak demektir.
tûlânî Ziya Paşâ’nın :
Y ine îdiyyc bahşişler varüb fevvâre-i Şâir lüsün-i atîkanin hep
dil-cü M enkulâtı olu r m üretteb
D em âdem etm ede etrâf-i havza beytindeki «b» ve «p» harfleriyle biten «m ü
süllem -cfşânî retteb» ve «hep» kelimelerinin takfiyesi gibi.
İD M Â C : ( ) L ügatte dere etm ek, sı- M uallim N âcî m erhum bu hususda çok
m üteassıb davranır. Istılâhât-i Edebiye Un
kışdırm ak dem ektir. Bedı’cilere göre medh
içinde m edh, yâhud zem içinde zemden vanlı kitabında :
ibâret bir san’atılir. « ö y le m üeddeb bir zât- «Pek çok şâirlerim iz ziyâdesiyle şâyân-i
dır ki meclisinde m uhâlif-i edeb söz sarfı dikkııt olan bu husıısdan ziihûl etmişlerdir.
na cesaret edilemez.» v e : « öyle fâsık bir Ezcümle H arâbat mukaddim esinde :
herifdir ki ayak basdığı yerde selâhdan eser L âyık m ı ki şâirim diyen zât
kalm az.» ibarelerinde olduğu gibi. Birinci F ark etmeye m ahrec-i hurûfât
misâl : bahs edilen zâtın hem edebli, hem buyurm uş olan Ziya Paşa, yine orada şu
de yanında hafif m eşreblik edilemeyecek beyitleri yazm ıştır :
derecede vekarlı olduğunu ifâde eden k at O ldu şuarâsı b u n lan n hep
m erli b ir m edhdir. İkincisi is e : o herifin, Tertib-i h u rû f ile m üretteb
hem fâsık, hem müfsid olduğunu anlatan Ş âir lüsün-i alîkıının hep
katm erli b ir zem dir. İdm âca — birinci m â M enkulâtı o lu r m üretteb
nâsına, yâni katm erli medh olm asına gö L âkin böyle eserlerin hep
re — «istitbâ’» nâm ı da verilir. Zcm de is- A hlâk-i um ûm a sanm a mekteb
titbâ’ olmaz. Ebkâr-i meâni-i m üretteb
Saf saf dizilir huzuruna hep
tF R Â T : ( ) Bedî’ tâbirlerinden ve T a’kîd ü rekike uğram az hiç
m übâlega nevi’lerindendir. G ulüv derecesin E yler okudukça tab ’ı tehyîc. »
de olm am akla beraber îğrâkdan aşağı da m ütâleasında bulunur.
kalm az. M eselâ Sünbülzâde’nin m uam m a D ârüşşafaka’da yazdığım ve H icrî 1329
san’ati hakkında : da N azm ve Eşkâl-i N azm ünvâniyle bas-
Y okdıır ânın gibi b ir fenn-i Iczîz dırdığım notlarda ben de :
Zilııı-i elıl-i dili eyler tcşiıîz «Şu tarz-i takfiye yakın zam anlara kadar
demesi gibi. İfrâtın zıddı «tefrît»dir. (bk. ikfâ nâm iyle meâyib-i edebiyeden sayılır ve
Tefrit) icrâsına ictisâr edenler kavâid-şiken, belki de
bîgane-i sühan addolunurdu. Ziya Paşa bile:
1Ğ R A K : ( ) Bedî’ tâbirlerindendir. Ebkâr-i meâni-i m üretteb
M übâleganın üçüncü derecesi dem ektir, (bk. Saf saf dizilir huzuruna hep
M übâlega) beytinde «b» ile m üntehi bir kelimeye «p»
İH M Â L : ( J l * l ) lrâ d m ukabili olarak bir ile nihayet bıılan bir lafzı kafiye yapdığı
h â ld e:
şeyin zikr edilmem esi m ânâsında kullanılır,
L âyık m ı kî şâirim diyen zât
(bk. Irâd , zikr, hazf)
F ark etmeye m ahrec-i hurûfât
İH R Â C ve İD H Â L U S U L Ü : ( JU-j ' j ta’rîzinde bulunm uştur. Üdebâ-yi hâzıra
«kafiye sem’ içindir» diyerek hudud-i ka
J jrfl ) Ebced hisâbiyle yazılan târih fiyeyi genişletmeye çabalıvor ve gittikçe te’-
tâbirlerindendir. Bir târih m ısrâından b ir mîn-i m uvaffakiyet ediyor. Bu teşebbüs tes-
m ikdâr çıkarm ak ve b ir m ikdâr ilâve et hil-i nazm a m edâr olduğu cihetle hoş görül
İKMÂL 61 İKTİSÂD
melidir. Lâkin her şeyde olduğu gibi bu «Sa’y ile vücûda gelir. İnsan kendi sa’yiyle
hususda zevk-i selîm sahibi olm ayanlar işe yaşam alıdır ki zam anının kıym etini bilsin.
karışm am alıdır.» demişdim. H ayatının lezzetini duysun.» ibâresindeki
K afiyenin göz için değil, kulak için ol cüm leler de böyledir. İkm âl ile haşvi karış-
duğunu ilk def’a söyleyen ve bunu o rtaya dırm am alıdır. İkm âl, sözün levâzım ından,
atm akla pek iyi eden Recâîzâde Ekrem haşv ise zevâidindendir.
Bey’dir. «Ariyet kitab arasında bulunm uş İK S Â R : ( I ) Ç ok söylemek, b ir takım
bir çiçek» başlıklı şi’rinin :
haşviyat ile sözü u zatm ak dem ektir, (bk.
H angi cennetdi doğduğun sahrâ
ltnâb)
H angi bağ-i balıâr idi vatanın
O ldular m ıydı nağme-sâz-i Iıcvâ İK T İB Â S : ( ) L ügatte ateş yakm ak
Şcvk-i hüsnünle kuşları (em enin için b ir yerden k o r alm ak dem ektir ki alı
kıt’asındaki «vatanın», «çemenin» kafiyele nan kora da (knbs) tâbir olunur. Hcdî’ ıs
rindeki ahenksizlik kendine de hoş gelme tılahında âyetdcn, hadîsden alınan b ir p ar
miş olmalı ki bu faydalı kaideyi vaz’ et- ça ile sözü tezyin vc m ânâyı te’yîd etm ektir.
mişdi. Bence İsmail Safa’nın şehîd Abdüle- İktibas ya tam , ya nakıs olur.
zel Paşa hakkındaki m ersiyesinin: Şâir A hm ed Paşa’nın :
Cenaze başda... diyip L â ilahe illallah Bî-bekadır b u m enzil ey ahbâb
Cenaze başda... olu r hepsi rehneverd-i
(_jLIVI ı_Jjl l li
felah
Âcizin : ve Ziya Paşa’nın :
M ahu oldu o kasvetli sükûtu, gece bitdi Zâlim lere b ir gün dedirir kudret-i M evlâ
Aks eylemeye başladı etrafda âvâz LÛ* -âıl J y I aiJ «LlT
N eşr eyledi âfâka m enârât-i cevâm i’
beyitlerinde ta m b ir iktibâs vardır. Ç ünki
llhâm -i İlâhî gibi b ir nağme-i îkaz
alınan âyetler tam am b ir m ânâ ifâde etmek-
k ıt’ası ikfâlı olsa da her hâlde N âm ık Ke
dedir.
m al’in :
G ül değil arkasında kanlı kefen İsm im i tah rire âcizken K irâm en K âtibin
Sen misin sen misin garib vatan Tcsliye etmez dil-i pür-zenbim i Iâ-taknetû
beytinden ahenklidir. Hususiyle yeni h a rf A rz eder âzâ-yi cismim hâk-i-pâ-yi A lım ede
lerde bu cihet mevzû-u bahs olam ayacağın «Y â Şefî’al-m üznibû işfa’ lenâ» yı
dan T ürk edebiyatından ikfâ aybı kaldırıl m û-bc-m û
kıt’asındaki iktibâs ise tam değildir. Z irâ
mış demektir. Şurası da v ar ki £_ ile
<t -öı\ ^ja \ya^u V » âyet-i kerîm esinin
gibi harflerle biten kelim elerden de kafiye
yapm am alıdır. F aru k N âfiz’in : b ir kelimesi alınm ıştır.
Birdenbire sıyrıldı gözümden çözülen bağ Bu k a d ar cürm ü seyylâtım la
Bir hâtıranın dağdaki yâdıydı bu m enba’ R âlım et üm m îdim in b u d u r sebebi
beytindeki kafiye yeni harflerle yazılan ya K i buyurm uş H udâ-yi azze ve celi
zıda da kafiye olam az. Sabekat rah m etî alâ-gadabî
İK M Â L : ( I ) Bir cümledeki m ânâyı di kıt’asında bir H adıs-i K udsî iktibâs edil
miştir.
ğer bir cümle ile tam am lam aktır. N âbî’nin:
M crd olan kizbe tenezzül etmez İK T İD Â B : (ı_ıU ^îl ) M eânî tâbirlerindcndir.
Zillet-i kizbe teham m ül etmez Sözde m ünâsebet aram aksızın m aksada gir
beytindeki m ısrâlardan İkincisi birinciye m ektir. (bk. Berâat-i istihlâl)
nisbetle ikm âldir. Ç ü n k i: «İnsan olan yalan
İK T İS Â D : ( ) Bedî’ tâbîrlerindendir.
söylemeğe tenezzül etmez.» demek olan o
m ısraı «Yalancılık zilletine teham m ül et İfrât ve tefrite düşmeksizin b ir şeyin hak
mez ifâdesiyle itm âm , h attâ te’kîd etm ek kını verm ektir. Sünbülzâdenin :
tedir, N âm ık K em al’i n : «D ünyâda m al ıt- Enbiyâ vârisi olm uş ulem â
lûk olunur ne var ise ikdâm ile toplanır.» A nla kiuı bu ııc vcrûscl, nc guıâ
ÎK V Â 62 İM Â L E
İlm in izhâr cdincc âdem İm âleli heceler inşâd esnasında uzunca oku
O ldu bilciimlc m clâik nıülzcm nur. T ak tî’ edilirken iki hece itibâr olunur.
beyitlerinde olduğu gibi. İm âlenin zıddı «zihâf»dır ki uzunca okuna
cak bir hcccnin vezin zaruretiyle kısa ke
İK V Â : ( İy i ) K afiyenin kusıırlarındandır.
silmesi dem ektir, (bk. Zihaf)
H azv ve tevcihin ihtilâfına denir. Reviden
Ben neler çekmekdeyim bilsen elinden
evvelki harflerin harekesi biribirine uym a
ah senin
mak dem ektir, «devr» ile «dûr», «derd» ile
m ısrâındaki «ah»ın çekilmeyişi gibi. İm âleli
«dürd», «gil» ile gül» kelim elerinin takfiyesi
heccler, yerinde olm ak şartiyle hoşa gider
gibi. (bk. Kafiye)
se de zihâflı hecelerden zevk-i edebî rencide
İ L Â H İ : ( |_^*1 I ) M utasavvıf şâirler tarafın olur. 16. asırda yetişen ve :
dan dinî ve İlâhî fikirleri hâvî olm ak üzere M eddah olalı (eşm -i gnzâlânene Bâkî
yazılan m anzum elerdir. B unlar aruz ile de, Öğrendi gazel tnrzm ı R ûm un şuarâsı
hece ile de yazılır. Y unus E m re’nin hece ile
beytiyle pek haklı övünen Bâkî’ye kadar ge
nazm edilmiş İlâhîleri pek ziyâde şöhret bul
len eski şâirlerim izin eserlerinde pek çok
muş ve bestelenip tekkelerde okunm uştur.
im âle ve zihâf vardı. M eselâ Şehzade
İlâhîlerin âyin, durak, çüm hur, tapuğ, ne
Cem ’in :
fes gibi nevi’leri vardı.
Cânı-i Cera nuş eyle cy Cem bu
 yinler M evlevî tekkelerinde, tapuğlar
Frengistândır
G ülşenî tekkelerinde, N efesler Bektaşî tek
m ısrâı ile başlayan meşhur manzumesinin
kelerinde terennüm edilirdi.
kafiyeleri hep imâlelidir. N e fî’n i n :
D u rak lar ekseriya H alvetî tekkelerinde ve
zikrin iki faslı arasında bir, yâhut iki zâkir Sen b ir şeh-i zîşânsın, şâhenşeh-i
tarafından, cüm hurlar ise M evlevî ve Bek devrânsın
taşî dergâhlarından başka tekkelerde um ûm Y âni ki sen hâkimsin devrinde ben
tarafından okunurdu. hâkaniyem
beyti de böyledir. H albuki elif ve nûn ile
İL L E T : ( ) A rûz vezinlerini teşkil eden
biten kelimelerin imâleli değil, medli okun
cüz’lerin tegayyüre uğram ası. M e s e lâ : «Fâ masını da caiz görm eyen yine eski edebi
ilâtün» cüz’ünün «fâilün» şekline girmesidir. yatçılardır. Ziya Paşa edebiyatım ızın başlan-,
Bâzı arûzcular bu tegayyürler arasında fark gıciyle ilk zam anlarındaki eserleri anlatır
bulm uşlar. «A rûz ile harbe tegayyür gelme ken :
sine «illet», haşivde tegayyür vuku’ bulm a
Y a haşv ü im âle vii zihâfât
sına «zihaf» denilir.» demişlerdir. Bâzıları
İnşâd edene belâ-yi âfât
d a «veted» ve «fâsıla»lardaki değişikliği il
der. E lif ve nûnla m üntehi kelimatı mem-
let, sebeblerdeki tegayyürü «zihaf» saymış
dûd olarak nazm eyleyenleri d e :
lardır. Bu kadar ince eleyip sık dokum ak
M cd verdi kimi elfle nûna
istem eyenler ise cüz’lerdeki alelum ûm te-
Verdi hareke kimi sükûna
gayyürâta «ilel-i aıûziye» tâbir etmişlerdir.
beytiyle tenkid eder. Bereket versin ki Bâ-
İM Â L E : ( «JL.I ) Bir şeyi b ir yana doğru kî’nin him meti imâleleri ve zihâfları olduk
eğmek dem ektir. A rûzda bir heceyi iki he ça azaltm ışdır. Bir de «istihlâf» vardır ki
ce sayılacak derecede uzun okum ak m ana im lâ harfini harf-i med gibi kullanm ak, yâ-
sınadır. nî meselâ (a) ile okunan b ir harfi «â» ile
 h ey zâlim , dilinde hiss-i şefkat yok okunan h arf kadar uzatm ak demektir. N e
m udur? dim ’in :
m ısrâındaki «âh»ın okunuşu gibi. Bu mıs- A dın anılm adı bîçâre, senin ârâda
râın takti’i şöyle olm ak lâzım g e lir: m ısrâındaki «anılm adı» ve «arada» kelime
Âh eyzâ lim dilinde — hiss-i şefkat lerindeki (â)lar gibi istihlâflı heceler kulağa
F âilâtün fâilütün fâilâtün hoş gelmez. Hele Şeyh-ül-islâm Y ahya’nın:
yok m udur F irkatinde çekdiğim âlâm ı çekmez dağlar
fâilün beytindeki «dağlar» kelimesinin iki hece sa
İLMÂM 63 İNCELİK
yılacak, yâni imâle addolunacak dereceye F âyına yüz sürdüğün buldu bu kadri güneş
çıkarılm ası hiç çekilmez, (bk. İstihlâf) Ey güneş lıoş südde-i ülyâya ctdln ittikâ
ve N ef’î’nin :
İL M Â M : ( ) Lügatte kasd ve irâde
M erhaba cy Iiazret-i sâlıib-kırân-ı m anevî
m ânâsınadır. Istılâhda bir şâirin başkası ta N âzım -ı m nnzûm c-i silk-ül-lcâl-i M esnevi
rafından îrâd olunan bir m ânâyı az çok de M esnevi am nıâ ki her beyti cilıân-i m arifet
ğiştirmek suretiyle kendine m al etmesine Z erresiyle âflâbının beraber pertevi
denilir. Hüseyin Vâiz-i Kâşifî Bedâi’-iil E f beyitlerinden birincisinde : «Giincş, m em du-
k âr fî-Sanâi’-il Eş’âr unvanlı eserinde buna hıın ayağına yüz sürdüğü için kadri yük
misâl olm ak üzere Ezrakî ve E nvcrî’nin şu seldi» diye gaibâne söylenirken «Ey güneş!
beyitlerini misal olarak gösteriyor : hitâbiyle» gaibden m u hataba iltifat yapılm ış
tır. İkinci m isâlde ise evvelâ H azret-i Mev-
tiUj- j -3 *_s•X**
lân â’ya : sâhib-kırân-ı manevî» ve «nâzım-ı
JV 03j T l±Vj J& J jj^ -j kitâb-i Mesnevi!» diye hitâb edilmişken M es
nevi şöyle bir eserdir denerek m uhâtabdan
gaibe iltifat edilmiştir.
J i
İL T İZ Â M : ( jJI ) bk. î ’nât ve lüzum u
jlT\ < ib <_İ-U» (jla- JJ
mâ-lâ-yelzem.
A nlaşılıyor ya, E rz a k î: «Sedef tim sahın l ’N Â T : ( o L t l ) Secî’, y âhut kafiyeyi «ka-
ağzında iken kahram anların korkusundan yıdlı» o larak kullanm akdır. M alûm dur ki
çatlar, İçindeki inciler de onun kanından kafiyenin son harfine «revî», revîden ev
yâkut rengini alır.» demiş. (Tim sahın ağzın velki okunan harfe «kayd», kaydlı secî’ ve
da sedef bulunup bulunm am ası burada b ah kafiyelere «mukayyed» derler. M e s e lâ :
se değmez.) E nverî is e : «Denize k ah r ede «M ektubunuz vâsıl, m ündericâtından m eser
cek olsan inci, sedefin içinde n a r tanesi ret hâsıl oldu.» fıkrasiyle :
rengini alır.» tehayyüliyle Ezrakî’nin hayâ D erûn-i sinede zahm -i n ihân m ısın
linden istifâde etmiş. N âcî’nin : a gönül?
Bir şehîd-i dem -hurûşânım ki gûş-i canım a E lem le âh çeken b ir dehân mısın
R ûh-ı Y ahya’dan gelir nvâz-i istihsân a gönül?
henüz m atla’ında «i’nât» vardır. Ç ünki fıkranın
beytini hâvî gazeline yazdığım nazîrenin : secî’leri olan «vâsıl» ve «hâsıl» ile beytin
ö y le gerden-dâdc-i aşkım ki tcslîmiyyctim kafiyeleri bulunan «nihân» ve «dehân»
Rûh-ı İsm ail’i eyler bârckallâh-hân henüz kaydlıdır.
beyti de bu kabildendir. M uallim N âcî Be- l ’nâta «iltizâm» ve «lüzum u mâ-lâ-yelzem»
dâi’-ül-Efkâr tercem esinde diyor k i : «llm âm de tâbir olunur, (bk. L üzum u mâ-lâ-yelzem)
«nakl» ünvânı ile de yâd olunur. Erbâb-ı Secî’ ve kafiyede kaydı iltizâm etm ek ku
m eânî derler k i : bir şâir h atırın a vârid olan lağa hoş gelirse de o lüzûm u mâ-lâ-yelzem i
b ir m ânâyı ibâre-i nâ-pesendîde ile ifâde et yapm ak için külfet, hele H âm id Bey’in :
se, diğer bir şâir de yine o m ânâyı ibâre-i M ûcib ne hakarete apansız
pesendîde ile edâ eylese m ânâ, şâir-i sâni- T arih i yazan benim , yapan siz
nin malı olur. Şâir-i evvel için «fazl-üs- beytindeki kafiyeler gibi garâbet ihtiyârına
sebk»den başka bir şey kalmaz.» değmez.
Bir de «mesh» v ardır ki b ir şâir, diğe İN C E L İK : ( ) R ecâîzâde’r.in T a ’lîm-i
rinin bir beytindeki elfazı değişdirm ek ve
E debiyat’taki tarifin e g ö r e : «Zevahirinden
meali ibka eylem ek suretiyle m ânâyı ken
ziyâde m ânâları m uhtevi olan efkâra âid
dine m al etm ektir, (bk. Mcsh)
meziyyetdir. Bu m akule efkârın nüktelerini
tL T İF A T : ( 0 U1II ) L ügatte dönüp bak- anlam ak insana zevk verir. M eşhûrdur ki
jn ak demektir. Bedî’cilere göre sözü gaibden F uâd Paşa m erhum kendisinin bâzı icrââtı
m uhataba, yâhut m uhâtabdan gaibe dön aleyhine i’tirâzât-ı şedîde serdiyle âsâr-i k a
dürm ek san’atidir. Şem’î’nin : biliyetini dâim a efkâr-i hürriyet içinde gös-
İNKÂRİYYÂT 64 İNŞÂ-Yİ TALEBÎ
term ckden m usirrâne hâlî olm ayan b ir sâ- mes’ûlün-anh A hm ed’dir. Onun için «mi»
hib kalem için (N âm ık K em al) lâtife yollu : edâtı ona ilhak edilmişdir. İkincisi A hm ed’in
«Filânı aşm alı da sonra altına gidip ağla gelip gelmediğini suâldir, yâni mes’ûlün-anh
m alı, diyerek nükteperdazlık etmişdi.» gelm edir. O nun için «mi» edâtı ona lâhik
olm ıışdur.
tN K Â R İY Y Â T : ( o l j & J İ ) M eânî tâbîrle-
Azerî lehçesinde, biraz da F arscanın te
rindendir. M uhatabın «inkâr» hâline göre
siriyle istifham edatı getirilm eden kullanılan
söylenmesi lâzım gelen sözlerdir, (bk. H u-
b ir istifhâm şekli vardır ki buna istifhâm-i
lüvv-i zihn)
tavrî demek m üm kindir. Fuzûlî’nin m eşhur
İ N Ş A : ( Llil ) M eânî tâbirlerindendir. Nis- Su k asidesindeki:
bet-i hâriciyesi olm ayan, yâni sıdka, kizbe  b-gûndur giinbed-i devvâr rengi,
delâlet etm eyen söze inşa denilir. İnşâ, bir bilmezem
şeyin husule gelmesini istem ek için olursa Y â m ulıit olmuş gözümden gunbed-i
«gayr-i talebi», yâhut «îkâ’î» vasfını alır. devvâre su»
İN Ş Â Y I T A L E B İ: ( ^ tfL iil ) T em en beytinde olduğu gibi ki, «Âb-gûndur» sözü
ni, istifham , em r ve nehy ile nidâdan ibâ- «Âb-gûn m udur? yâni su renginde midir?»
retdir. takdirindedir. İkinci m ısrâ’da «Yoksa gö
züm den akan su (yaş), günbed-i devvâri mi,
T e m e n n i: Bir şeyi arzû etm ek ve husulüne
dolanan kubbeyi mi kaplam ıştır?» mânâsı-
hasret çekm ekdir. O şeye «mütem ennâ» de
nilir. M ütem cnnânın husulü m üm kin olm ak nadır.
Nc, kim, kaç, nasıl, hani, hangi ve em
şart değildir. M uhâl şeyler de tem enni edi
lebilir. sali kelimeler de mâhiyyet, hüviyyet, kem-
miyyet, keyfiyyet, m ekân, zam an, ta ’yîn ve
N olaydı gençliğim avdet edeydi!
tem yîz m evki’lerinde istifham ifâde ederler.
m ısrâında olduğu gibi.
Bu yoldaki istifham lar hakikaten bir şeyden
T ürkçede tem enni, m âzî için fi’l-i iltizâ-
suâl oldukları için «muktezâ-yi zâhire gö
m înin rivâyet ve hikâye sıygalariyle, m üs
re sevk-i kelâm» kabîlindendir. Bir de bun
takbel için de fi’l-i iltizâm ının şart ve h ikâ
ların «muktezâ-yı zâhir hilâfına sevk» edil
ye sıygasiyle ifâde edilir. B unlara ilâveten
miş, yâni bilinen bir şeyden sorulm uş olan
türkçe : nolûydı, tek, farisîden «kâş, kâş-
ları vardır ki o gibileri, bedı’ san’atleri cüm
ki, bâri» kelimeleri de ilâve olunur.
lesinden olur. F uzûlî’nin Leylâ ve Mec-
V edâ’ eyler iken bakdı, dedi hasretle ol nu n ’unda M ecnûn lisânından avcıya söylet-
m ehrû diği şu beyitlerde olduğu g ib i:
N olaydı olm ayaydı beynim izde ülfet G ördü ki b ir avcı dâm kurm uş
evvelden D am ına gazaller yüz urm uş
Z ülfün görenlerin hep bahtı siyah olurmuş Ol dam a cefâ-yi çarh-i gaddar
T ek zülfUnü göreydim bahtım siyâh olaydı B ir âlıuyi eylemiş giriftar
Atcş-ı aşkın hakikat pek telıaıııınülsûz imiş A hvâline rallin kıldı M ccnıın
O lm ayaydıın kâşki sen bî-vefâya âşinâ Bakdı ona dökdü eşk-i gül-gûn
H akkım daki tegafülüne sabr eder idim G önlüne katı gelib bu bîdâd
A ğyara bâri etm emiş olsaydı iltifat Y um şak yum şak dedi ki sayyâd
beyitlerinde olduğu gibi. R alını eyle bu müşg-bû gazale
İstifham : Sorm ak demekdir. Sorm ak, b ir şeyi Rnlını etmez mi kişi bu hâle?
zihnen öğrenm ek istem ek olduğu için «inşâ- Sayyâd, sakın cefâ yam andır
yi talebimden sayılm ışdır. T ürkçe istifham Bilmezsin mi ki kana kandır?
m ânâsı «mi», edâtiyle ifâde edilir. Bu edât, M uallim N âcî’nin :
d â im i m es'ûlün anhe, yâni suâl edilen ne K öleni etm em ol zelile kıyâs
ise ona bitişdirilir. Binâenaleyh : «Ahmed M ütesâvî olur m u tâc ü midâs?
mi geldi? A hm ed geldi mi?» istifhâm ları K ara taş mı, giran-bclıâ zer mi
arasında fark vardır. B irin cisi: gelenin A h H indin oğlu H üscyne benzer mi?
med mi, başkası mı olduğunu suâldir. Y âni beyitleri de böyledir.
İNŞA-Yİ TALEBİ 65 İNŞÂ-Yİ TALEBİ
Recâîzâde Tâlim -i Edebiyat’ında : Eski şâirler arka arkaya gelen «ey» ke
«İstifham sıkı sıkıya bir takım sualler îrâd limesinin İkincisini ve daha sonrakileri
etmekten ibâretdir. F ak at bu tü rlü suâller- — İran şuarâsına tebe’an — «vey» şeklinde,
•den maksad-i hakikî, cevâb etm ek değil, bel «ve ey» yerinde tek rar ederlerdi. M ü n îf’in
ki efkâr ve hissiyatı daha vâzıh, daha şe- b ir kasîde m atlaı olan :
dîd, daha müessir bir yolda mevki’-i bürûza E y nigch-bân-ı mekalîd-i nizâm-ı devlet
çıkarm ak ve bu suretle m uhatabı tehyîc ve V cy ncsak-sâz-ı eâzîm-i mclıûm-ı devlet
ikna’ ve yâhut tahyîr ve i’câb etm ekdir. Bu beytinde olduğu gibi. Şimdi ise :
nu istifham-i adîden tefrikan nâm ına «tecâ- Ey vatan, ey serm edî m âşûka-i vicdanım ız
hül-i ârif» demek iktizâ eder. Kendisinden m ısraında görüldüğü veçhile aynen tek rar
istifham olunan şahs, m uayyen ve hakikî ol lanıyor.
mak iktizâ etmez.» der. N idâ edatlarının hazf olunduğu da var
E m r ve N e h y : Bir işin yapılm asını, y âhut ya dır. İzzet M olla’nın :
pılm am asını istemekdir. Bu taleb, ya mev- Bülbül, yetişir bağrım ı lıûn ctdi figanın,
cûddan veyahut gaibden olur. Birincisi emr, Sâbit’i n :
yâhut nehy-i hâzırdır. İkincisi de emr, yâhut
Değil kürsiye vâiz, A rş’a çıksan âdem
nehy-i gaibdir.
olm azsın
«Ç ocuklara söyle, derslerine çalışsınlar!»
m ısrâlarında olduğu gibi.
ve «Siz haylazlık etmeyin ki onlar da et
ö y le sanıyorum ki nidâ edâtının zikr ve
mesinler.» ibareleri gibi.
hazfi mevkiini tâyin edecek olan ancak
E m r ve nchy, biiyükden küçüğe olduğu
zevk-i selîm dir. M e s e lâ :
halde bâzan iltimas tarikiyle akrandan ak
Beni m abrum -i rü ’yet etm e kim nûr-i
rana, bâzan da niyâz ve istirhâm suretiyle
nigâhım sın
küçükden büyüğe o l u r :
G özüm nûru, fürûğ-i çeşm-i m chcûru
«Gel, bakalım H azret ne âlemdesin?» ve:
firâvân et
T âhir kulunu kesret-] cürmiyJe beraber
M ir’ât-i tecellâ-yi G afu r eyle İlâhî beytinde «ey gözüm nûru» denilmiş olsay
cümlesiyle beytinde olduğu gibi. G erek emr, dı zevk-i edebîye o k ad ar hoş gelmezdi.
gerek nehyden başka m ânâlar da çıkar. Fehîm ’i n :
N id â : Birine seslenmekdir. Ç ağırana «münâ- D efter-i â'm âlini halkın perîşân et H ııdâ
nâdî», çağırılana «münâdâ» denilir. Birini Y â süâlât-ı kıyam et, hem cevâb-ı m ahşerim
çağırm ak, onun dönüp bakm asını istemek beytinde ise' «Hudâ» yerine «ey H udâ» hi
olduğu için nidâ da inşâ-yi talebîden addo- tabında bulunsaydı elbette daha güzel olurdu.
lunm uşdur. N idalar yerlerine göre m uhtelif m ânâlar
Türkçede nidâ edatı «ey, hey, behey, ifâde ederler. E krem Bey, Tâlinı-i Edebi
yâ, eyâ» kelimeleridir. B unlar kelim e ve y a tın d a der k i :
terkiblerin evvelinde b u lu n u rla r: «N idâ dediğimiz şey, rûhun büyük b ü
Ey bülbül-i hicranzedc, ben dc uynnıkdım yük hislerini, şedîd, şedîd heyecanlarını iha
G ûş eyleyerek nâleni sandım , ben imişsin. tadan insanın âciz kaldığı zam an nâgehânî
izhâr edilen feryâd-i m uztaribâneden ibâret
Lflyıkız gerçi biz etdik, etm e sen
dir. Ekseriyya müz’ic ve müdhiş istifham
H ey U lu T anrım , görünsün farkım ız
ların talia-i satveti nidadır. M is â l:
Behey harâb olası, âlemi Iıarâb ctdin Ey hüsn, ey âftâb-i enver
Bâkî E y aşkı eden esîr-i ahker
ve: Bu m uydu üm ıd senden ey nıâh
Bakm a yârab, sevâd-i defterime C âdû ola vaslım a hevû-hâh
Onu yak âteşe benim yerim e Ben kürbet-i gurbet içre bî-tâb
E yâ H abîb-i H udâ, sen görür m üsün lâyık Sen zevk ü sefada şen, ferah-yûb
K i ümm etin dem-i haşr olm aya selâmetde? Lâkin bu m u şîve-1 m ahabbet
Şefâat etsen eğer âsıyân-i k ü ffân İn sâf kıl ey mclı-i scm âlıat
Y erinde yeller eser dûzahin kıyâm etde. Şeyh Galib.
F: 5
İNŞA-Yİ GAYR-İ TfLEBÎ G6 İNŞÂD
ts(iâre-i m ekn iyy e: ( i jL l—I ) Müşeb- Beslemiş koynunda gûyâ kim gül-i rân â
seni
behün-bihi zikr edilmeyen teşbihlerdir. Bun
beytindeki istiare garibedir. Ç ünki; Sevgili
da müşebbehün-bihin levâzım m dan biri zikr
yi koynunda beslemiş olm ası dolayısiyle gül-i
olunur. M ehm ed  k if i n :
rân â daya kadına benzetilm işdir.
Şu karşım ızdaki m ahşer kudursa, çıldırsa M anastırlı R if’at B e y :
D enizler, ordu, bulutlar donanm a yağdırsa «Teşbîhde bâzı tasarru fat icrâsiyle karib-i
Değil m i o rtada b ir sîne çarpıyor, yılm az mübtezel, baîd-i garîb derecesine îsâl olun
C ihan yıkılsa em în ol, b u ccbhe sarsılm az duğu gibi istiarede dahi ol veçhile tasarru
beyitlerinde düşm an kalabalığı evvelâ m ah fat icrâ olunursa istiâre-i mübtezele, istiâre-i
şere benzetilerek m ıısarrah bir istiare yapıl garibeye tahvil olunarak havâssın m akbul
mış, sonra o mahşer de bir köpeğe teşbîh leri olacak b ir hâl-i hasene ircâ olunur. N i
edilerek, fakat m üşebbehün-bihi zikr edilme tekim Fuzûlî’nin :
yip onun levazımından olan «çıldırsa» ve M âha çekdim şeb-i hicrân alem-i şu’le-ı âh
«kudursa» kelim eleri îrâd olunarak bir «is- Â b kim olm adı ol mâlı haber-dâr henüz
tiâre-i mekniyye:» yapılm ışdır. beytinde m âşukun m âha (aya) teşbihi m ü-
Cevdet Paşa’nın Belâgat-i O smaniye’de de betezel ise de âhın meş’aleye ve bedenden
bildirdiği veçhile Beyân kitabları istiâre-i ser çekmiş şu’lenin alem e teşbîhi ve m âha
mekniyyeyi şöyle târif e d e rle r: «Bir şey’i karşı teşhirleri Ye bunca tekellüfât ile uy
zihinde diğer bir şeye teşbih ve erkân-i kusundan uyaram am asındaki tasarrufat, isti
teşbîhden yalnız m üşebbeh zikr ve tasrih areyi ibtizalden garâbet derecesine îsâl ey
ve fakat müşebbehün-bihin levâzım m dan bir lemiş olduğu gibi şu :
şeyin zikriyle o zam irin m uzm eri olan teş K ûşe kûşc m ihırler, m ehler bedîd olsun da
bihe rem z olunursa istiâre-i mekniyye olur. gör
M eselâ ölüm ün tırn ak la n filâna saplandı Seyr-i Sa’d-âbâd’ı sen b ir kerre îd olsun da
denildikde, ölüm nâfi’ ve m uzirri fark et gör
meksizin helak etmede yırtıcı hayvana teş beytinde m ihirler (güneşler) ve m ehlerden
bih kılınm ış ve yırtıcı hayvanın levâzımm - ^ m urâd m esireye gelen güzeller olup teş
dan olan tırn ak ile b u teşbihe rem z olun bîh m übtezel ise de onları ikiye tefrik ile
muş olm akla yırtıcı hayvan, istiâre-i m ek b ir kısm ını m ihre ve b ir kısm ını m âha teş
niyye ve ölüm e tırnak isnâdı istiâre-i tah- bîhden dolayi istiâre ibtizâlden çıkıp g arâ
yîliyye olur. b et derecesine dâhil olur.» der.
tstlâre-i tahylllyye : ( « jL& J ) îstiâre-i 1ST İD R Â K : ( J l j - C - I ) Bedî’ tâbîrlerinden-
mekniyyede tasavvur olunan ayrıca ve h a dir. M edhe delâlet eden sözlerle zem, yâhut
yalî b ir istiâredir. Cevdet Paşa’nın irâd ey zem gibi görünen ifâdelerle m edh usulüdür.
lediği yukarıki misâlde olduğu gibi. T e’kîd-ül-m edh bi-ma-yüş-bih-üz-zem», yâ
ni «zemme benzer medh» ve «te’kîd-üz-
İstiâre-i m übtezele — istiâre-i âmiyye : (S jL î-1
zem bi-mâ-yüşbih-ül-m edh», «medhe benzer
îjU - l t ) C âm i’, yâni vech-i zem» olm ak üzere iki nevi’dir.
şebeh itibâriyle ikiye ayrılan istiârelerden
İS T İF H A M : ( ) M eânî tâbîrlerin-
biridir ki, vech-i şebehinin zâhir, yâni pek
belli bulunm asıdır. A skere «arslanım !» de dendir. (bk. İnşâ)
nilm ek suretinde yapılan istiaredeki vech-i İS T İH D A M : ( ) Bedî’ tâbîrlerinden-
şebehin cesurluk olduğunu hem en herkesin dir. (bk. Telvihât)
anlam ası gibi.
İS T İH L Â F : ( ) İm lâ harflerini, bu
Istifire-i garibe, yâhut istiâre-i hâssiyyc:
günkü tâbiriyle sesli harfleri med k adar,
( <-^1^ ı Oj i jL î_ l ) Vech-i
yâni «â, î, û» derecesinde uzatm ak demek-
- şebehi kapalıca olan istiâredir. N edim ’i n : dir. F uzûlî’nin :
Bûydan hoş, rengden pâkîzedir nazük V erseydi âh-i M ecnûn feryadınım sedasın
tenin K uş m u k arâr ederdi başındaki yuvada
İSTİHZÂR 74 İTHÂF
beytinde vâki’ «baş» ve «yuva» kelim eleri kîkatde öyle olm ayan kelimelerin bir araya
nin «â»ları, «kuş m u»nun «û»su, «başında getirilmesidir. L âm i’î’nin :
ki» nin «î»si; Dûd-ı âbı kimsenin eflâke m em dûd olm adı
B ekâyî’nin : Şu’le-i tîğin olaldan dehr içinde rûşenâ
Zülf-i y ârın haberin kim getirir bâna beytindeki «dûd» ile «memdûd» kelimeleri
dedim nin b ir araya gelmesi gibi. Bâki’n i n :
G österüb bâd-i scbâyı dediler b û getirir Elem in K ays’e kıyâs etm e dil-i m ahzûnun
beytindeki «bâna» kelim esinin birinci ça»sı, Y ok idi aklı, ne derdi var idi M ecnûnun
«sebâyı» kelimesinin «a» sı ve «bû» keli beytindeki «Kays» ve «kıyâs»;
mesinin «u»su; N aci’nin :
N âb î’nin : K ayse değildir h ataratım m akis
Zcn m erde, cüvan pire, kem an tîrine Mahbes-i-şâhin-1 belâdır serim
m ulıtac beytindeki «Kays» ve «makıs» kelimelerinin
Eczâ-yi cihan cüm le b irî bîrine m uhtâc bir arada bulunm ası da şibh-i iştikakdır.
beytindeki «birî» kelimesinin ikinci «î»si, İT H  F : ( 1 ) Birinin adm a eser yazmak
«bîrine» kelim esinin birinci «i»si gibi.
dem ekdir. Eski ilim adam larının b ir âdeti
Istihlâf tü rk ç e . kelim elerde âhenkli olmaz.
vardı. Y azdıkları k itab lan ya bir hükümdâ-
H ele Şeyh-ül-islâm Y ahya Efendi’n i n :
rın, yahut b ir vezîrin, yâhut ileri gelen bi
«Firkatinde çekdiğim âlâm ı çekmez rinin ismiyle tevşîh ederlerdi, (bk. Tevşîh)
dağlar» M üelliflerin bunu yapm akdan m aksadları
m ısrâındaki «dağ» lafzında olduğu gibi iki hem o adam ın ihsanına nail olm ak, hem de
hece derecesinde uzun okunm ası lâzım ge onun yardım iyle eserin nüshalarını çoğalt
lenleri hiç çekilmez. Istihlâfın zıddı « a z li m ak ve yaym akdı. F ak at doğrusunu söyle
dir. (bk. A zl, im âle, hurûf-i m a’zûle) m ezlerdi. «Bir adam ın adı ancak b ir kitab-
İS T İH Z Â R : ( ) H azırlanm ak demek- da bulunm akla unutulm akdan kurtulur.» fik
d ir ki konferans vereceklerin evvelce oku rini o rtaya atarlardı. N itekim NefF, Birin
m ak ve araşdırm ak suretiyle hazırlanm aları ci A hm ed’e sunduğu b ir m edhiyede:
m ânâsında kullanılır. İltifat et sühan erbâbına kim an lard ır
Medh-i şâhân-i cihân-bâna veren ünvânı
İST İT B Â ’ : ( ) Bedî’ tâbîrlerindendir.
K im bilirdi şüarâ olm asa ger, sâbıkda
İç içe ve katm erli m edh m ânâsınadır. (bk. D ehre devletle gelüb yine giden şâh&nı
İdm âc) H aşredek âb-i hayat-1 sühan-1 BâkTdir
İŞBÂ’ : ( * L i l ) bk. K afiye. A n d ın b zinde kalan nâm -i Süleym an H ânı
le te’lif edilmiş, m üelliflerine Paşa tarafın  şıkın bağrı kebaba teb-i gayretle döner
dan paralar verilmişdi. beytinde ise yine vezin zaruretiyle «ateş»
İT İL Â F , yâhut M U V Â F E K A T : ( mevkiinde (teb) lafzının irâd ve «âşıkın bağ
o*»ıja ) E danın m üeddâya, üslûbun m â rı teb-i gayretle kebaba döner.» denilm ek
nâya uygun olm ası dem ekdir. Lafzın m ânâ gelirken ibârenin za’f-i te’lîf ile berbâd edil
ile, lafzın vezinle, lafzın lafızla, m ânânın mesi gibi.
m ânâ ile m uvafekati olm ak üzere i’tilâfda Lafzın lafızla i’tilâfı, b ir ibârede m ânâca m ü
beş türlü uygunluk lâzım gelir. nâsib kelim eler kullanılm ası, âdetâ «tenâ-
L afzın m ânâ ile i’tilâfı kullanılacak ke süb» san’ati yapılm asıdır. Bir resim altına
lim e ve terkîblerin m evzûa uygun olm asıdır. yazılan :
N e f î’nin, b ir m uharebeyi tasvir e d e n : Bir gölge imiş bayât-i bîsûd
Cevv-i havâda sîyt-i çekâçak-i tîğden Bir gün silinir o zıll-i m em dûd
Âvâz-i r ’ad ü sâika reh-güm -künân olur B ir gölgeyi gösteren şu zilden
beytindeki lafızlar gibi. Mevzû, b ir harb Olm az m ı fenâ-yi öm r, meşlıûd
tasvîri olduğu için kelim eler, çezâletli la k ıt’asındaki «gölge, silinir, zıll-i mem dûd»
fızlardan intihâbolunm uş ve onların sert te kelim elerinin m ânâca uygunluğu gibi. Şeyh
laffuzu m ânâya m uvâfık bulunm uşdur. G âlib’in şu p arlak beyti de b ö y le d ir:
H alim G iray’ın b ir m ısrâm ı tazm inen yaz Y âkut gibi şarâb-i engûr
dığım : E lm as gibi piyâle-i n û r
B ayram günü gelüb de ser-i kabr-ı pâkine N ef’î’n i n :
Eşk-i teri çemenlerine şebnem eyledim Çekdikcc silk-i nazm a dür-i medlıin asm an
H er kes evinde, bense m ezârında kardeşim! M ihr, âne târ-ı şa’şaadan risuıân verir
«El îd-i ekber eyledi, ben m âtem eyledim.» beytinde ise «dür» ile «rîsm an» kelimeleri
arasında i’tilâfsızlık vardır. Ç ünki inci, ipli
kıt’asında âdetâ bir kabrin sükût ve sükûnu
ğe dizilir, h alata dizilmez.
ihlâl edilmem ek isteniyorm uş gibi rakîk ke
M ânânın vezinle i’tilâfı, m ânânın vezin icâbı
lim eler istimali de m evzûa m ünâsib düşmüş-
olarak karışm am asıdır. Tevfik F ikret’in :
dür. (bk. Rikkat ve cezâlet). M uhyiddin
R âif Bey’in : Bir darbe, b ir dum an ve b ü tün b ir
gürûh-ı sû r
A rarım hep onu M uhyî, sorarım bep onu
B ir m a’şer-i vazî’-i tem âşâ, başîn, a k u r
ben
Tırnaklariyle b ir yed-i k ah rın didik didik
A çar açm az gözüm ü subh-ı kıyâm etde bile
Yükseldi ka’r-i cevve bacak, kelle, kan,
beytindeki «subh» kelimesi tam yerindedir. kem ik
O na m ukabil «rûz», yâhut «yevm» lafızla beyitlerinin birincisinde m ânâ vezinle i’tilâf
rı kullanılsaydı mevzû’ ile o k ad ar m ü’telif edememişdir. Ç ü n k i: «başîn» ve «akur»
olm azdı. Ç ünki sabahleyin uyanılır ve o va kelim eleri tırnağın sıfatı olduğu halde m ısrâ
kit göz açılır. sonunda bulundukları için birdenbire «m a’
L afzın vezinle i’tilâfı, m ânâya münâsib bir şer-i vazî’-i tem âşâ»ya âid imiş gibi görün
kelimenin vezne sığmam ası dolayısiyle yeri m ektedir. M e’hazlerim de gösterilm em ekle
ne başka kelime kullanm ak, yahut yine ve berâber, m evzûa göre b ir vezin intihâbı da
zin îcâbı olarak kelimenin — takdim ve te’- m ânânın vezinle i'tilâfı cüm lesinden olsa ge-
h ir su retiy le— yerini yadırgam ak, lafzın rekdir.
vezin ile i’tilâf edememesi demek olur. Zi M ânânın m ânâ ile İ’tilâfı, b ir husûsun en m ü
ya Paşa’nın tercî.’-i B endindeki: nâsib b ir şeye m ukarin olm asıdır. M e s e lâ :
Y ârab nedir b u dehrde h er m erd-i zû-fünûn «Ben, ona hürm etlerim i takdim ederdim , o
Olmuş belâ-yl akl ile âdım dan mas&n d a bana teveccüh ve iltifât gösterirdi.» ibâ-
beytinde «masûn» kelimesinin vezin icabı ve resinde küçük b ir adam ın hü rm et takdim i
kafiye icbâriyle «m ahrum» mevkiinde kulla ile büyük b ir zâtın teveccüh ve iltifât gös
nılmadı; Râgıb Paşa’nın : term esi husûslannın m ünâsiblerine iktiranı
G örse cânâ seni ağyâr ile hem-bezm-i gibi. B un lan n yerleri dçğişdirilse de «Ben,
şerâb o n a teveccüh ve iltifât gösterirdim , o d a b a
İTNÂB 76 İYTÂ’
n a hürm etlerini takdim ederdi.» denilse i’ti- hoca, şunu taktî’ ediver d iy e :
lâfsızlık yapılm ış, çünki küçük büyütülm üş, lz â Iem-testati’ şey’en fe-da’hu
büyük de küçültülm üş olur. Ve câvizhu ilâ-m â testati’
«Tenâsüb» san’atine de «i’tilâf» denildiği yâni «Bir şeyi beceremezsen onu bırak da
vard ır. yapabileceğin b ir şeyle uğraş!» beytini oku
muş ve herifi nâzikçe istiskal etmiş.
İT N Â B : ( ) Ç ok lafızla az m ânâ
ifâde etm ek, kısacası lakırdıyı uzatm ak de- ÎY H Â M : ( ) Lügatde şübheye düş
m ekdir ki îcâzın zıddıdır. İcazda tekellüf m ek, düşürülm ek demekdir. Istılâhda müte-
olm akla beraber m akbuldür. Itnâb ise — tav- addid m ânâsı olan, yâni hakikî ve mecazî
zîh ve te’kîd misilli fâide tasavvuriyle bile — m uhtelif m ânâlara delâlet eden b ir kelime
m akbul değildir. ve terkîbin uzakça m ânâsını kasd etm ekdir
Itnab ı «mümil» ve «makbûl» diye ikiye ki buna «tevriye» de denilir. Cevdet Paşa
ayırm ışlardır. H iç b ir fâide gözetilm eyerek Belâgat-i Osmaniye isimli ese rin d e :
sözün uzatılm asına «itnâb-i müm il» yâni «Şeyh-ül-lslâm M ekkî zâde Âsim Efendi’-
usandıran itnâb; bir fâide düşünülerek tat- nin vefâtında V ak’a-nüvis Es’ad Efendi m e
vîl-i m ekale de «itnâb-i m akbûl» demişler şihatı gözler ve ona hazırlanırken A rif H ik
dir. m et Beyefendi Şeyh-ül-lslâm oldukda Es’ad
Haşv-i kabîhler ve tekrarlar, «itnâb-i mü- Efendi’nin söylemiş olduğu :
m il», haşv-i m elihlerle tekrirler «itnâb-i Bu beytim yâdigâr olsun cihâna
m akbûl» cüm lesinden sayılır. M eselâ Siin- T ehallüfle derûnum gam la doldu
bülzâde V ehbî'nin : B ana lâyık iken Câh-i M eşîhat
H arf-gîr olm a, zarafet satm a H udânın H ikm eti  rif Bey oldu
Sözüne kizb ü diirûğu katm a k ıt’asındaki hikm et dahi bu kabildendir.»
beytinde «yalan» dem ek olan «kizb» ve der.
«dürûğ»dan biri haşv-i kabîh olm akla b era Evet, «H udânın hikmeti» terkibinin yakin
b er onun îrâdı ile söz itnâb-i m üm il dere m ânâsı herkesin bildiğidir. F ak at Es’ad E fen
kesine düşm üşdür. di, oradaki «hikmet»i zikr ile uzak bir m â
Şeyh G alib’in : nâyı, yâni Şeyh-ül-lslâm  rif “H ikm et Mol-
Ey dil ey dil yine b u m ertebe pür-gam sin la ’yı kasd etmişdir.
sen Yeniçeriliğin ilgasında İzzet M olla’nın
G erçi vîrâne isen genc-i m utalsam sin sen nazm etmiş o’duğu m e ş h u r:
beytindeki «ey d ib in tekriri ifâdeyi itnâb-i
Tecem m u’ eyleyüb M cydân-i Lahm e
m akbûl derecesinde bırakm ışdır.
Tuz ekmek Iıâini b ir nicc bâgî
İ ’V1CÂC-1 T A B İA T : ( i- i- U r L j *I ) Ta- K oyub kaldırm adan ikide, birde
bîatin çarpıklığı m ânâsına b ir tâbirdir ki K azan devrildi, söndürdü ocağı
kendisinde «zevk-i edebî» olm ayanlar hak kıt’asm daki «kazan» ve «ocak» kelimelerinin
k ında kullanılır. «Filânın i’vacâc-i tabîati uzak m ânâsı olan «Yeniçeri kazanı» ve
vardır.» d e m e k : «O nda edebî kabiliyet «Yeniçeri ocağı» irâde edilmişdir.
yoktur.» m anasınadır. O gibiler, ne k adar fyhâm -i tenâsüb : bk. Tenâsüb.
uğraşsalar m evzûn bir söz söyleyemedikleri lyhâm -i te z â d : bk. Tezad.
gibi, söylenmiş olanları da m utlaka vezin 1 Y K A Î: ( I ) înşâ-yi gayr-i talebinin
siz okurlar, h a ttâ âdî b ir ibare ile vezinli
diğer b ir vasfıdır, (bk. İnşâ)
b ir sözü ayırd edem ezler. İnanılam ayacak
garibelerdendir ki bir edebiyat m uallim i : 1YTÂ’ : ( »Uaıl ) Bu da kafiye kusûrların-
«4 m efâîlün» veziyle yazılmış b ir kıt’ayı d andır ki kafiye sırasında ve cinâs olm ak
«Vezni fâilâtün, fâilâtün, fâilün değil mi?» sızın b ir lafzın tekrarlanm asıdır. N âb î’n i n :
diye b an a sorm uşdu. Böyle i’vicâc-i tabîat Ccm’oldu bezm-i sohbete y aran b irer b irer
sahibi bir adam , arûzu tedvîn eden İm âm -i Câm aldı dest-i işrete rindân b irer birer
H alil’in dersine gelir, fak at h er süâl karşı m atlaındaki farsça cem’ edatı olan «ân»
sında kabiliyetsizliğini gösterirmiş. Bir gün ile biribirine benzetilmiş «yaran» ve «rin~
İZÂLE 77 KAFİYE
dân»ın takfiyesi gibi. Bu m atlaı takibedcn lün» cüz’ünden «hetm» ve «harm » dolayı-
beyitlerin kafiyeleri hep böyledir. Âcizin; siyle kalan «fâ’» yerine «fa’l» cüzünü ge-
Tâb-i meh ile M arm ara b ir havza-i sîm în tirm ekdir. (bk. Zelel)
Sathında pcrî k ızlan h er mevce-i nerm în
İZ M Â R : ( ) A rû zcu lara göre «müte-
beytindeki «sîm» ve «nerm » kelim eleri nis-
fâilün» cüz’ünün ikinci harekesini hazf et
bet edâtı olan «în» ile yekdiğerine kafiye
m ekle kalan «m ütfâilün» yerine « m ü stefi
olabilm işlerdir. Eskiler uzunca kasidelerde
lün» getirm ekdir. ikinci şekle «muzmer»
ve aralarında en az yedişer beyitlik fâsıla
denilir.
bulunm ak şartiyle böyle iki, nihayet üç k a
fiyenin tekerrürüne cevaz gösterirlerdi. M a- İZ M Â R K A B L-EZ-ZİK R : ( X jW>') Bir
am âfih kafiye tekrârm da yakınlık uzaklık kelim enin zikrinden evvel ona âid zam ir
gösterm eyenler de vardır. kullanm ak dem ekdir. N âcî’nin :
«îytâ»yı «celî» ve «hafî» yâni «belli» ve O d a olm uş vatan-cudâ, seyyâr
«gizli» olm ak üzere ikiye ayırm ışlardır. Y u N e hazîn ağlıyor şu ebr-i hehâr
karıda getirilen m isallere «iytâ-i celî» deni
beytinde olduğu gibi ki «o» zam îri «ebr-i
lir. lytâ-i hafî is e : «hûnâb, sîrâb, gülâb, sî-
behâr»a âid iken ondan evvel zikr olun-
mâb» gibi «âb» kelimesiyle yapıldığı halde
m uşdur. A bd-i âcizin :
herkesin birdenbire anlayam ayacağı kelim e
lerle kafiye yapm akdır. Sen de mi giryende-i firkatsin ey ebr-i
N eFî’nin s bclıâr
H âk b ir m ertebe genn oldu İd devıân Y a nazîre-sâz-i eşk-i çeşm-i giryâm m
edemez m ısın?
N ice tufân ile b ir zerre g u b ân n sîrâb beytinde izm ar kabl-ez-zikr vard ır. M aksad:
Böyle germ âdaki deryaları huşk etdi havâ
«Ey ebr-i behâr, sen de mi giryende-i fir
K ûbdan zahir ü câri olanı sanm anız âb katsin?» dem ek olduğu halde vezin zaru re
beyitlerindeki «sîrâb» ile «âbsın takfiyesi
tiyle zam îr evvel irâd edilm işdir. İzm âr
gibi. kabl-el-zikirlerde az çok b ir vuzûhsuzluk ol
İZ Â L E : ( ) A rûz ıstılahında «m efâî duğundan yapılm am ası daha iyidir.
K
KABZ: ( J ) «M efâîlün» cüz’ünü «me G aflet mi, tegafül m ü nedir? N eyse uyan
fâilün» şekline sokm akdır. İkinci şekle bak
«makbûz» derler, (bk. Makbuz» Bi-hûde güzâr eylem esin m üddet azaldı
F: 6
KAFİYE 82 KAFİYE
m ;ılluında «âb» ve «harâb» kelim eleri iza rct-i M evlânâ» vasfındaki m eşhur kasidesi
fetle m üteharrik iken : ne :
Feyz-i miicssirat-i lıavâs âzıuûdedir Bârgâlı-i âşinân m ı, Kubbc-i H adrâ mıdır?
V âsıf ederse noln hem an şeybi şâb aşk Y a fezâ-yi lâ-m ekânda çetr-i «Ev-ednâ»
beytinin kafiyesi bulunan «şâb» kelimesi mıdır?
m ünkatî’ ve sakindir. beytiyle başlamış ve kafiyeleri istifhâm î ola
Benim : rak irâd eylemiş iken sonralarına doğru :
G alib gelüb aklı sürdü sevdâ H âıııc kim fülk-i yenı-i vasfında olmuşdıır
A sarını Iıep süpürdü sevdâ reîs
Aldı dili destbiird-i sevdâ Âşikanc b ir gazel tarlı eylese eyyam ıdır
Bir sûru yıkık Iıisâr idiııı ben beytinde kafiyeyi ihbarı, alt taraflarında ise
bendim de de «sürdü sevdâ» ile «destbürd-i yine istifham ı olarak kullanm ışdır. Aşağıki
sevdâ» kafiyeleri bunu andırır. gazelin bâzı kafiyeleri de bu yolda mâm ul-
F ikret’in : dur :
B ulutlar karardıkça zerrâta bir
Cevr-i gerdûn yıkm ada zâten dil-i
A ğır, ınıılıtazır dalgalanm ak gelir
efkendemi
beytindeki «bir» ve «gelir» kafiyeleri de b a
 h ey hâtır-nüvâzım , şimdi artık sen de
na bozuk düzen geliyor. Ç ünki «bir» keli
mi?
mesi «dalgalanm ak»ın sıfatı olduğu halde
G iryc-bâr oldukça senden tesliyet bekler
m evsufundan epeyice ayrılm ışdır.
iken
Zam m eyi andıran fethalı kelim e ile fet-
Sen değil, h attâ hayâlin kaçm ada şîven
ha-i sarihalı kelimenin takfiyesi de kusurlu
demi
sayılırdı. H albuki Iran edebiyatında «hoş»
G öz yaşı fâş eylediyse mâcerâ-yi aşkımı
ile «keş» in, «hod» ile «bed»in kafiye ya
G öz m ü m ücrim , yoksa insaf et kabahat
pıldığı pek çokdur. M eselâ F ird e v sî:
bende mi?
M cyâzâr nıûrî ki dâne-keşest
K alb-i bîm arım nasıl etmez enîn-i iztırâr
Ki cân dârcd ü cân-i şîrîn hoşest
T îr-i gamzen rûlıu uıccrûlı ctdi, ancak
«Tane çekendir diye bir karıncayı incit
tende mi?
me. Ç ünki onun canı vardır. T atlı can da
G özde eşk-i gam, lebimde hande-i ye’s-i
hoştur.»
peşin
Sa’di de :
Giryc-i sevdam ı gör, seyr eyle zehr-i
Y ekî ân ki der-nefs hod-bîn m ebaş
handemi
D iğer an ki der lıalk bed-bîn m ebaş
Ben lıarîdârım m etâ’-i cân ile bildir bana
D ikkat edeceğin şeylerin biri odur ki ne
N i’met-i arâm -i kalb-i T âlıir ey meb,
fiste hod-bîn olma! Diğeri de odur ki halk
sende mi?
içinde bedbin (kötüm ser) olma! demişdir.
Eskiden V âsıFın : K afiyenin teaddüd ettiği de olur. Bir
Ey muğ-beçe m innet ile yanm aksa elinden manzum enin kafiyesi iki tane olursa «Zül-
Erbâb-i lınrûbât yıkılsın tem elinden kafiyeteyn», ikiden ziyade bulunursa «zül-
kavâfî» nâm ını alır.
beytinde olduğu gibi « ^ » ve « ü » h arf
İki kafiyeliler ya «m ütekarrin», ya «mah-
leriyle kafiye yapılm ası da kusurlu sayılır
dı. F ak at şim dilerde bu k ad ar ince aranılıp cub» olurlar. M ütekarrin olanların kafiye
leri yan yana bulunur. M uallim N âcî’nin :
sık dokunulm uyor; bu gibi şeyler çekinil-
meksizin yapılıyor. H angi âkil der ki ancak «râlı»-i
Kafiyeyi bir de «gayr-i mam ul» ve «m a’- «gülşcn»den geçin!
mûl» olarak taksim ederler. Bir de gafiller, şu «nâliş-gâh»-i «şîven»den
G ayr-i m âm ul kafiye, tasa rru f ve tekel- geçin!
lüfsüz olarak kafiye olabilen kelim edir. M â beytinde olduğu gibi.
m ul kafiye ise, terkîb ve teczie gibi bâzı M ahcûb olanların kafiyeleri fasılalıdır.
tasarru fat ile kafiye olabilen kelimedir. Ye N â b î’jjifı :
nişehirli A vnî Bey, «Kubbe-i H ad ra ve Haz- «Â lem » csîr-i dest-i meşiyyet» değil midir?
KALB 83 KARİB
«Âdem» zebım-i pençe-i «kudret» değil T egayyür gelse dc kaini pederse dalıl ii
midir? îr: ula
beytinde olduğu gibi. M nsârifdc tegayyiir gelmez aslâ k:ılb-i
Yenişehirli A vnî Bey’in : dam ada
«Erbâb»-i «kalcın» mârifet-âmıız-i beytindeki «dâmâd» kelimesi gibi ki nc ta
«iimemndir rafından okunsa aynı kelim e zulıûr eder.
«Âdâb»-i «iimcın» ırıâ-lıasal-i feyz-i Eskilerden işi gücü olm ayanlar, boş yere
«kalem »dir kafa yorm akdan çekinm eyenler m aklûb-ı
beyti dc «ziil-kavâfî»dir. müstevî olacak m ısralar ve beyitler tanzi
miyle de uğraşm ışlardır. Bilmem hangi F ars
KALB: ( __-15 ) Bedî’ san’atlerindendir. Bir
şâirinin :
kelimedeki harflerin yerlerini değindirmek,
Lr'ft* v* 'r'k ıM *s * j ~
fakat başka bir lıarf ilâve etm emek şartiyle
mısıâı ile Ed i rn c IT N a z m î ' n i ı ı :
başka ve manâlı bir kelime çıkarm akdır.
H oş kem âlin lıeme kelâm ın şuh
Ç ıkarılan kelimeye «maklûb» denilir.
Âşinâ-yi Icâli-yi inşâ
«Âteş», «şitâ»da sevgilidir lıalk-i âleme
beytinde olduğu gibi.
ve :
Bâzı harflerinin yerleri değişmesiyle baş
«E m tl»-i «kâh»a düşenler «elcm»-i «hâk»a
düşer ka m ânâ ifâde eden kelim elere «kalb-i
ba’z», yâhut «kalb-i m u’vec» derler. Yine
m ısrâlarındaki eski harflerle «âteş» ve «şi
L âm iı’nin ;
tâ», «emel» ve «elem», «kâh» ve «hâk» ke
D ahi eder huld-î berine kasrının lıcr
limeleri gibi.
safhası
Eski bedi’ciler kalbi de cinâs kabilinden
R aks ıırur havzun içinde m ilır U ıııch
sayarlardı.
sııblı u ıncsâ
H arflerin yerleri aşağıdan yukarıya doğru
beytindeki «dahi» ile «huld» ve «kası» ile
ve bir intizam ile değişmek, daha doğrusu
«raks» kelim elerinde olduğu gibi.
kelime sonundan evveline doğru okunm ak
Cinâs bahsinde söylenildiği vechilc latin
üzere başka ve m anâlı kelime çıkarsa o k al
harfleriyle yazılan yazıda bu gibi kelim e
be «muntazam denilir; ve :
lerin cinâs veya m aklûb olabilm esi m üm
Âteş şitâda sevgilidir halk-ı âleme
kün değildir veya pek güçtür; m eğer ki im
m ısrâındaki «âteş» ve «şitâ» kelimeleri gibi
lâ harfleri bırakılıb okunan harflere ehem
ki ikisi de sondan öne doğru okunacak olur
miyet verile veya b ir tesadüf ola.
sa yine «âteş» ve «şitâ» kelimeleri çıkar.
«Kalb-i m untazam »a cinâs-i m aklûb diyen K A L E N D E R İ: ( ) H alk edebiyatı
ler, cinâs-i m aklûbu da «mücennah» ve tâbîrlerindendir. H alk şâirleri « m efû lü ,
«müstevî» diye ikiye taksim edenler de var m efâîlü, m efâîlü, fcûlün» vezninde tanzim
dır. ettikleri gazele bu adı verirler. K ayserili
Pesendî’nın :
M aklûb-i m ü c e n n a h : Bir kelimenin aslı
Ey bâd-i sabâ, y âr ile vııslnt ne zam andır?
ile m aklûbunun bir fıkra, yâhut b ir m ısrâ
B ir kerre siiâl eyle ki ruhsat nc zam andır?
ve yâhut bir beytin evveliyle sonunda bu
D ağ olsa bile eyleyemez hecre tehammül;
lunm asıdır. L âm iî’nin m eşhur kasidesindeki:
T aş olsa erir âteş-i hasret nc zam andır?
M ûr gibi em rine kılınış itâat halk-i R ûm
beyitlerini hâvi m anzum e gibi.
R âm olubdur nitekim M ûsâ’ya ey şeh
sihr-i m âr K A R İB : ( ) A rûza sonradan ilhak olu
beytindeki «mûr» ile «rûm» ve «râm» ile nan bahirlerdendir. T ürkçeye hiç yakışm a
«mâr» kelimeleri birer m aklûb-i miicennah- yan ve T ürkçede hiç kullanılm ayan vezin
dır. Bunıı nüieemuılı denilmesi de; asıl ke leri şu n la rd ır:
lime ile m aklûbun iki tarafd a b irer kanad 1— M efâîlün, m efâîlün, fâilâtün
gibi olm asındandır. 2— M efâîlü, m efâîlü, fâilân
M aklûb-i m üstevî ise, alt üst edilişinden 3— M efû lü , m efâîlü, fâilâtün
yine aynı zuhûr eden kelimelerdir. 4— M efû lü , m efâîlü, fâilât
KASİDE 84 KASİDE
K A SİD E : ( »-*—»» ) M atlaı m u sarra’ ve ay Ondan evvel, yâhut sonra da ihsanı um u
lan zatın çok yaşam ası için tem eıjniyatda
nı kafiyede on beş beyitden fazla olm ak
bulunulur. Bâzı şâirler kasidelerinin ya ih
üzere yazılan uzun m anzum e. K asidenin
tidasında, ya ortasında bir gazel yazarlar ki
asıl mevzuu nıedihdir. Eski şâirlerin bir kıs
buna «Icgazzül» adı verilir.
mı, ihsanını um dukları kimseleri göklere
B âzılan da yalnız m em duhun değil, ken
çıkarırcasına medh ederler, m ukabilinde bol
dilerinin de medhine kalkışırlar, yâni hem
bol caize alırlardı. Esasen âşikane sözlerden
överler, hem övünürler, «Fahriye» dedik
ibâret olm ası lâzım gelen gazelin sonradan
leri bu övünm e ile «kibar dilenci» oldukla
her türlü fikre beyân vasıtası olduğu gibi
rını gösterirler.
kasideler de sonradan her vadide yazılm a
Şu tâbirlerin nasıl tatbik edildiğini göster
ya başlam ış, meselâ N âm ık K em al’in «H ür
mek için en m eşhur kasidecim iz N e fî’nin bir
riyet Kasidesi» gibi vatan-perverâne duygu
lara ifâde zemini olm ıışdur. T a b iî o yoldaki kasidesini alıyorum :
m anzum eler bahs edeceğim medh kasidele
KASÎDE-1 F A H R İY E D ER-M EDH-1
rinden hâricdir.
SU LTA N OSM AN
Kasîdeye m usarra’ bir m atla’ ile başlanı
lır. Başlangıcda ya doğrudan doğruya Safder-i m âni, dil-i sâlıib-kırânım dır benim
m edh ü senaya girişilir, yâhut âfâk i-v e yâ T îgi, şem şîr-i cilıân-gîr-i zebânım dır benim
hut âşikane bir m ukaddim e yapılır. M ukad Sinesin çâk y le d iıu çarlıın, değildir
dim e âfâki ise, yâni bahardan, hazandan ve kehkeşân
sâireden bahs ediyorsa «teşbîb», âşikane Zahm -i şemşîr-i zebân-i kin-sitânım dır
d uygulan ihtiva ediyorsa «nesîb» nâm ını benim
alır. K ahram anım nıze vü şem şîre çekmem
Nâcî, M ecm ûa-i M uallim ’de : ihtiyâç
N esîb, nisbetden m e’hûz o larak kasaid- H âınc-i cadû-zcbân tîg u sinânım dır benim
lerin başlarında îıâd olunan gazele ıtlak olu Hıısrev-i gencîne-perdâzıııı tükenm ez
nur. G ûya ki şâir, bununla mahbubesine. in- gevherim
tisabeder. V âridât-ı gayb, genc-i şâygânım dır benim
Teşbîb — ki lügatde bir şeyin revnakını T â ezelden feyz-i H ak m cvkufdur endîşeme
a rtırm a k d ır— ıstılâhda nesîbden ibâretdir. M iilk-i m a’nî vakf-i tab ’-i kûm -rûnınıdır
G ûyâ ki şâir, bununla kasidesini tezyin eder. benim
Ekser-i üdebâ nezdinde nesîb ile teşbîb, Miilk-i R ıınıu ol kadar tııfdu sevâdı şi’rimin
m ustalâhat-i m üterâdifeden m âdûd ise de Fcyzî’yim gûyâ ben, ol H indûsilâm m dır
bazıları neslbi şâirin kaside ibtidâsında benim
m ahbûbcsinc arz-i m uhabbeti m ııtazamm ın Şimdi sırr-ı feyz-i H allâk-i M eâııi bendedir
söylediği gazele, teşbîbi dahi yine kaside ih Scr-tc-ser âlem, sevâd-i Isfchânım dır benim
tidasında — âşikane olsun o lm a sın — hasb-i- Enverî-i rüzgârım , nokta-i pergâr-i gayb
hâl ve tavsîf-i asâr-i tabiat yollu îrâdo- Kfıy-i hurşîcl-i zam îr-i niikte-dânınıdır
lunan sözlere tahsis ile beyinlerini tefrik benim
edcıicr. Bu itibâra göre meselâ Bâkî’nin Ali L â-m ekân-seyr âftâbım , Iıâkc diişmez
Paşa vasfındaki kasidesine : pertevim
R ü lıb alış oldu M csî'ıâ-sıfat enfas-i balıâr Arş-i istiğııâ-yi him m et âsitânınıdır benim
A çılılar (lülelerin lıâh-i adem den ezlıâr İlen, o Iııır.şîdim ki piuhâııım dcrfın-i
gibi beytlerle «başlayışı teşbîb kabilinden zerrede
olıır.» der. H em cihan bir şıı’lc-i kevkeb-feşanım dır
MuVaddimeden sonra bir münâsebet geti beniın
rilerek mcdhc girişilir. Bıı münasebeti hâvî Ui-vücûdııın ol k adar âyine-i idrâkde
olan beyte «güriz» yâhut «gürîz-gâlı» deni K im gııbûr-i dil, cihân-i lâ-ıııekânım dır
lir. (bk. Gürîz-gfıh) beııiın
Şâirlerin mahlası bulunan beyte «tâc beyt» Ccvher-i ferdim heyûlâ-yi tasavvurdan
tâbir edilir, (bk. Tâc beyt) beri
KASİDE 85 KASİDE
Şeş cıhât-i m a’rifct K cvn ii m ckânım dır O lalı vassâf-ı dest-i zer-feşânı âfitâb
benim Cild-i dîvân-i m uhayyel dâstânım dır benim
K oline. üs(ûd-ı mualliınlıânc-i endîşeyim Feyz-i evsâfiylc bcıı gîiyâ cilıân-i m a'niyim
N âtıka, şâgird-i ders-i iıııtilıânım dır benim Kenc-i tab u çcşııı-i dil b ah r ü kâm ındır
Ol nedîm-i bczle-gûyıım bezm-i şâlı-i aşkda benim
Güft-ü-gû-yi can ü dil sclıv-i lisânınıdır Mcşrcb-i pâkidir ol ser-çcşnı-i Âb-ı H ayât
benim Kim hayâl-i reşhasi rûh-i rcvânım dır benim
 fitâb-i sublı-i nıa’nî bezm-i endîşemde Meclis-i ikbâline geldim gülıcr-pâş olm ağa
cânı C evheriyim , bıı gazel zîb-i dükânınıdır
Bâdc feyz-i bâ-yezâl-i câvidanım dır benim benim
N âz-perver âşikım , ser-m est olursam gam Şâir b u rad a tagazzül ediyor :
değil  şikım , şûrîdclik ârâm -i cânım dır benim
G am ze-i hûn-rîz-i sâkî pâs-bânım dır benim G am ze-i dilber, belâ-yi nâgehanım dır
M ahrem -ı esrâr-ı aşkını b an a düşm ez ' benim
söylemek beytiyle b ir «teedîd-i m atla’» eder, yâni yeni
H ançer-i müjgân-i cânân tcrccm ânım dır bir m atla’ yazar. G azel şöyle devam eder :
benim Gam zeden kim lıavfcdcr ziilfü havadar
Söylesem ol niiktc-pcrdâz-i m cânî-pcrverim olm asa
Akl-i kül dîvânc-i lıiisn-i bcyânım dır benim G am ze zîrâ hem-dem-i râz-i nilıânım dır
M cst-i câm -ı aşkım , ilhâm olm ayınca benim
söylemeni Ben, girîbân-çâk mcst-i câm-i istiğnâ-yi aşk
G erçi kim fevvâre-i m a’nî dehânım dır F itne hidm et-kâr-i dâm cn-der-m iyânım dır
benim. ■ benim
B uraya kadar olan beyitler, hem b ir teş- Bülbül-i gülzâr-i aşkım sînc-i piir-dâğ ile
bîb, hem de bir fahriyedir. Bundan sonraki N ev-şügüfte gonca-i dil âşiyânım dır benim
beyit de «gürîzgâh» olub ondan sonra şâir . H ânm ân-sûz-i dilim, girdfıba düjınii? ateşim
padişahın sitâyişine girm ektedir : H alka halka turre-i dilber duhânım dır
Şimdi anım a böyle deryalar gibi pür-cûş benim
eden Âteş-i aşkım ki deryalar söğündürm ez beni
lltifât-l padişâh-i nüktc-dânım dır benim N ukta-i dâğ-i süveydâ dûdm ânım dır benim
Ol şehenşâh-i cihân-pervcr ki lâyıkdır dese N ıılka gelsem N efi-i ını‘ıc:z-dem>m fsâ g:bi
Kıble-i şâlıân-i âlem âsitâm m dır benim Beyt-i m âm ûr-i m cânı hânm aııım dır benim
Dâd-ger hâkan-i âlî-rütbe Osm an Iiâ n ki H em kâsîde, lıem gazel bir taze vâdîdir
çerh bu kim
Yüz sürüb pâyına d e r : şâh-i ciham m dır İh tirâ’-i hâm e-i mûciz-bı-yârfVtndır benim
benim beyitlerinde hem m ahlasını söyler, hem de
D evr-i adlinde m übâhât eylcyüb der, yeni bir vâdî ardığını anlatm akla yine övü
rüzgâr nür. N ihayet :
Kim bu günler îd-ü ncv-rilz zcm ânım dır Söz tam am oldu dııâ etsem nota şimrien
benim gerü
Döyle şiılıensâlı-i âdil g elm em edir Aleme Kııdsiyân, nıiişlâk-i naznı-i dil-sllâııım dır
Ciiıııle târîlı-i selef lıâtır-ııişâııııııdır benim benim
Benden a'lâ m ı bilür kadrin felek, yâ H aşr olunca tâ ki şevk-engîz-l bezm-l
rii7gltr I ehl-1 dil
K im Iıayâl-i medlıi lıer dem yûr-i eam m dır | Kcyf-i salıbâ-yi hayâl-i şâdm ânım d^r benim
hcniiıı. Şâd-kânı olsıın serîr-i saltanatta rfız ıı şeb
Falır ederse ger zemin bûs-i cenubiyle felek Bu duâ şâm ü seher vird-i zcbâm m dır
Hâk-i pâyi rüzgâra arm aganım dır beııim. benim .
Kîm yâ buldum -.ürünce lıâk-i payına yüzüm beytleriyle duaya başlar ve kasideyi bitirir.
Genc-i devlet nakd-i vakt-ı râyegânıındır Bu gün, «terkedildi.» denilen kasîdecilik,
benim bize A cem ler vasıtasiyle A rab lard an gelmiş-
k a s Id e 86 KASİDE
dir. H icretden bir buçuk asır evveline kadar rahim Paşa neş’elenir ve şâirin ağzına m ü
A rab lar birkaç beyitlik m anzum eler söyle cevherler doldururm uş. G erm iyan Beyi,
yebilmişler. İlk d e fa uzun m anzum e tanzim kendini medh eden Şeyhî’nin ne dediğini
eden «M ühclhil» adındaki şâir imiş. T o ru anlam adığı halde âdet diye dinler ve câize
nu « lm rü ’ül-Kays» ise kasîdeyi âşıkane hisler verirmiş. Bir gün huzurunda saz çalan bir
ve şâirânc tasvirler ile süslemiş. Bunun bir halk ş â i r i:
kasidesi; K â’be dıvarına asılan ve «Mualle- Benim devletin sultanını akîbâtın hayır
kat-i Se'o’a» denilen yedi m anzum enin en olsun
üstünde dururdu. K u r’ân’ın belâgatine karşı Yidiğiin bal ile kaym ak, gezindiğün çâyır
İrtırü’iil-Kays'in hemşiresi tarafından indiril olsun
di. Hazret-i Peygam ber ve Hıılcfû-yi Râ- beytini terennüm etmiş, bu sözü anlayan Bey
şidîn devirlerinde kasîdeciliğe pek ehemm i de pek hoşlanmış : «Söz dediğia böyle olur.
yet verilm edi. Em evîler ile A bbâsîler, kendi Şeyhî gelir, söylenir durur, medh mi eder,
lerini medh ettirm eye pek düşkündüler, ka zem mi eder anlam adığım halde dinlerim»
sidecilere bol bol ihsanda bulunurlardı. H a demiş.
lîfelerin biı tem ayülü, devlet erkânına da Lâyık olm ayan kim seleri — sırf vere
sirayet etdi. Sonra da «Tavâif-i M ülûk»e ya cekleri câize için — medh etmek, o gibileri
yıldı. Binâenaleyh A rab, Acem, T ü rk m em vehme düşürm ek ve istibdadî hareketlere
leketlerindeki şâirler, nazm san’atını âdetâ sevk eylem ekden başka bir şey değildir. Y a
m enfaat vasıtası haline getirdiler. zık ki eski şâirlerim izin çoğu bu küçüklüğün
Biı T ürk hakanı olan G azneli M ahm ud’un m ürtekibi ve padişahlarla devlet adam ları
sarayında aylıklı 400 şâir olduğu söylenir. nın yapdıkları zulüm lerin en birinci müseb
Bunlar, M ahm ud’un vasfında kaside yazar bibi olm uşlardır. İkinci Osm an gibi çok genç
lar, «Sultan-uş-Şuarâ» ünvânını taşıyan re bir hüküm dâr için N e f î’nin :
isleri U nsur! vasıtasiyle H ak an a takdim H er ne işlerse zam ane tâbi’-i endîşesi
ederlerm iş. H er ııc enir eylerse devrân bcndc-i
T ürkler m üslüm an olm adan evvel de ara ferm ânberi
larında bu âdet vardı. «Ozan» dedikleri şâ d e m e si:
irler, hakanlar ile hatunların m edhine dâir Gelince aklına bir şey çekinme, cınr eyle
m anzum eler tertib ederler ve «Kopıız» de N e tü rlü olsa irâden hem en reva diyelim
dikleri saz ile birlikde okurlardı. Bu m an D uyıır elest hitabın şimalin islersen
zum elere — saz nağmesine koşulup beraber İtiiküb dc boynum uzu lıep «belâ, belâ!»
okundukları için — «Koşuk» derlerdi ki diyelim
«mesnevi» şeklinde olurdu. Bizim koşm alar, dem ekden ve aklına ne gelirse onu yap teş
bu koşuk kelimesinin hem adı, hem şekli vikinde bulunmamdan başka nedir? N e acı
değişmişidir. nacak haldir ki eski divânların ekser mün-
Şâirler kasidelerine m ükâfat olarak câize» dericatı, lâyık olm ayanlar için yazılmış
nâm iyle ihsanlar alırlardı. Bu yüzden çok övüntülerden ibâretdir.
zengin olm uşları vardı. Meselâ G azneli 19. asrın ortaların a doğrıı ilân edi
M ahm ud’un Sultân-uş-Şııarâsı olan U nsıırî len T anzîm âtdan sonraki yazılara «Tan
bu sayede o kadar zenginleşmişdi ki — riva zimat. Edebiyatı» diyorlar. O edebiyatın mii-
yete göre — tenceresini gümüşden, sofra ta essisi diye tanınmış olan Şinasî Efendi ile
kım ını altından yapdırm ışdı. T anzim at edebiyatının değerli üstâdlarından
Bir kasidesi üzerine kendisine b ir mem le Ziya Paşa da kaside yazm akdan kalemlerini
ketin vergi geliri bağışlanm ış, yâhut uhde kurtaram am ışlaıdır. Şinasî, Reşid Paşa’yı
sine birkaç köy ve nahiye tem lik edilmiş medh ederken :
şâirler bulunduğunu tarih haber veriyor. Bi Eyâ clıâli-i fazlın Rcîs-i Cümlıuru
zim N ef’î’nin b ir kasidesine câize olmak diye yeni yolda bir hitabda bulunuyor ve
üzere vezir llyas Paşa b ir at, b ir köle, b ir T anzim at K anunu için :
çok kıym etli eşya ve bin altın vermişdi. Meş Bir ıtıkııûm cdir inşâna senin kanûnun
hur N edim kasidelerini okurken D am ad İb Dildirir lınddini Sultâna senin kanûnun
KASR 87 KELÂM
diyebiliyordu. F akat Ziya Paşa, Sultan Ab- ûlün»; «m ütefâilün» ciiz’ünü «feilâtün» şek
dülaziz'e takdim ctdiği kasidelerle onu beşe line sokm akdır. İkinci şekillere «maktu'»
riyetin de fevkine çıkarıyordu. A bdülham id denilir, (bk. M aktu)
devri, kasîdeciliğiıı cn coşkun bir zam anı idi.
K A T F : ( «—*!*» ) «M üfâaletün» cüz’ünii «fc-
Padişahın velâdet ve cülusuna tesâdiif eden
ûlün» şeklinde sokm akdır. İkinci şekle «mak-
günlerde gazete sahifeleri, m ânâlı mânâsız
tuf» denilir.
nıedbiyelcrle dolardı. M aam âfih onları ya
zan hııluskârlara on para da verilmezdi. O K AY D : ( -4’ ) Revîden evvel gelen ve iki
vakitki medh ve senalar, m uayyen günlere kafiyede biribirinin aynı olan harf. N aci’nin :.
ve m anzum sözlere de m ünhasır değildi. Ben ne Mesîlıî, ne M esîlıâ-dem im
Gazetelerin her günkü nııshaları birer sita- Zevki lıakîkatdc arar âdem im
yişnâme idi. Çiinki her fıkra, belki her sa beytinin kafiyelerindeki «d» harfi gibi.
lınla Padişahın icıâalı alkışlanırdı. Kayıdlı k;ıfiyclcıc «ıınıkayycd kafiye-:)
K ASR: ( ) M câni tâbirlerindendir. Bir derler, (bk. Kafiye)
şeyin başka b ir şeye tahsîsi demek, yâni bir K E F : ( '- i * ' ) «Fâilâtün» cüz’Linün yedinci
şeyin başkalarında bulunm ayıp ancak bir
harf-i sâkinini hazf ile kalan «fâilât» yerine
şeyde bulunduğunu söylemektir. Bulunan şe
«fâilân» cüzünü getirm ekdir. İkinci şekle
ye «maksur», kendinde bulunan şeye «mak-
mekfııf» derler.
surün-aleyh» denilir.
Acıyan yok bana kendi yüreğim den gayri K E L Â M : ( r'JĞ' ) M eânî tâbirlerindendir.
Ağlayan yok bana öz ıncrdüıncğiımlcn İşitene tam bir m ânâ ifâde eden sözdür.
gayri İfâdenin tâm olm ası, kelim eler arasındaki
beytinde olduğu gibi «acımak» ve «ağlamak» nisbetin tâm olm asından husule gelir.
başkalarından selb edilerek şâirin yüreğiyle K elim eler arasındaki nisbet ya «sübûtî»,
göz bebeğine tahsis cdilmişdir. B urada «acı- ya «selbî» olur. «H ava nçıkdır.» kelâm ın
m ak»la «ağlamak» m aksur, «şâirin yüreği» daki nisbet sübutîdir. Y âni havâda açıklık
ile «göz bebeği» m aksıırün-aleyhdir. gösterir. «H ava açık değildir.» sözündeki
K asr m ânâsı, Türkçede «ancak, yalnız, nisbet, selbîdir. Yâni havâda açıklık olm a
başka, özge, sâde, belki, meğer, değil» edât- dığını anlatır.
lariyle, yâhut nefy ve isbât tarikiyle ifâde K elim eler arasındaki nisbete «isnâd», nis
edilir. Bâki'ııin : bet edilen kelimeye «müsned», kendisine
M âvcrâ-yi perrie-i esrara İmlimiz kimse râlı nisbet edilen keilmcye de «müsııedün-ilcylı»
H azret-i H akdır bilen ancak hakikat denir. Y ukartki m isallerdeki «açık» ve «açık
nolduğıın değil» kelimeleri miisned, lıava kelimesi de
D elinle nlıvsîl-i Iıalltı gösterir âyînc yok. miisnedün-ileyhdir.
Suret ü cndâm ı rii’yet etdirir -âyînc var K elim elerin selben, yâhut sübûten nisbeti,
beyitlerinden birincisi edât ile, İkincisi nefy mazi, hâl, istikbâl zam anlarından birine mıı-
ve isbat tarikiyle yapılan kasra misâldir. karin olu r ve harice teallıık ederse o ifâdeye
K asr hakkında Belagat kitabları fazla mâ- «cümle-i habcriyye» denilir. «Fskidcn okıı-
lûm at verirler. T afsilât alm ak için oralara muşdum.», «şimdi yazıyorum .» ve kitabım ı
m ürâceat edilmelidir. inşâallâh bitireceğim.» ibâreleri birer «cüm
KAT*: ( ) Bedî1 san’atlerindendir. Sözün le-i haberiyye»dir. Ç ünki hem zam ana delâ
letleri, hem hârice teallukları vardır. F akat
te'siriııi artırm ak ve dinleyenin anlayışına
«D ikkat etsinler.», «Y anılm asınlar.», «G ü
bırakm ak için lakırdı bitmeden kesivermek-
zünü aç!», «Alay etme!» ibarelerinde h âri
dir. Y usuf Ziya O rtaç Bcy’in :
ce teallıık yokdur. O nlardaki nisbet gaib ve
«D erdim öyle biiyiik ki...
m uhatabın şahıslariyle kaim dir. Böyle ııis-
H ayat öyle b ir yiik ki...»
betlere de «İnşâ» denilir, (bk. lıışâ)
m ısrâlariyle «im tihan geliyor. Çalışın, yok
K elâmın asıl rükünlerine, yâni müsnediin-
sa...» ibaresinde olduğu gibi.
ileyh ile miisnede «Umde», m âadasına, yâni
K A T’ : ( ) «M üstefilün» ciiz’iinü «m ef’- ciimlcnin m ütcm m im âtına «fazla» adı verilir.
KELÂM-ÜR-RÛH 88 KIYÂSA MUHALEFET
K EL Â M -Ü R -R Ü H , K E L Â M -Ü S -S Â M ÎT : telaffuz etm ekle berâber ezber ders dinle-
tiyorm uş gibi okum akdır. Böyle okuyuş,
( c— t ^ yJ ' ) Tekellüm -i ruh,
dinleyene bir şey anlatm az. O kuyanın oku
tekcllüm -i sâm it denilen tarzda yazılan y a duğu şeyin mevzûunu iyi kavram am ış oldu
zılardır. (bk. Tekellüm -i ruh, tekellüm -i sâ- ğunu anlatır. Bundan dolayı öyle kırâet, bir
mit) m akinenin duygusuz işlemesine benzetilir.
K E SF : (>—i—f ) «M efûlât» cüzHinün yedinci M antıkî k ır â e t: Acele etmiyerek, noktalam a
harfini hazf ile «mef’ûlâ» yapm ak, onun ye işaretlerinin hükm üne riâyet ederek, yâni
rine de «m efûlun » cüz’ünü koym akdır. virgüllerde biraz, noktalı virgüllerde biraz
İkinci şekle «meksuf» denilir. daha durm ak, tcaccüb ve istifham noktala
rını anlatm ak, m uhaverelerde konuşanların
K ESRET-1-TEK RAR : ( Zj j S )
sözlerini ayırm ak suretiyle okum akdır.
Bir kelim e veya terkibin bir ibârede lüzum Bedîî k ır â e t: M antıkî kırâet şartlarına riâ-
suz yere birkaç d e fa zikr olunm asıdır, (bk. yetden fazla o larak sesini rikkat mevkiinde
T ekrar, tekrir) indirm ek, şiddet m akam ında yükseltmek,
K İN Â Y E : ( k^ S " ) Lügatde tasrîhin zıddı- acem i aktör tavrı takınm aksızın mevzûu,
dır. Y âni bir fikri kapalı söylemekdir. llm-i savtî ve bedenî belâgatlc tecessüm ettirmek-
B eyânda is e : «Hem hakikat, hem mecaz dir. (bk. İnşâd)
m ânası anlaşılabilen lafız»dır. O lafza «mek- K IT ’A : ( <»1*3 ) En m âruf kullanışa göre
nî-bih, delâlet etdiği m ânâya «meknî-anh» aynı vezinde iki beyitden ibâret ve başlı ba
derler. M eselâ biri için «açık göz» denilm e şına bir m ânâ ifâde eden nazım parçasıdır.
si kinayedir. Ç ünki bundan hakikat m ânâsı, Z âten kıt’a denilmesi de bu itibâr iledir.
yâni o adam ın gözünün açık olduğu anla K ıt’aların — yine en ç o k — 2 nci ve 4 üncü
şıldığı gibi, mecâz m ânâsı, yâni onun zeki m ısrâları kafiyeli olur. Şu parçada olduğu
olduğu da anlaşılır. Asıl maksûd olan mânâ g ib i:
d a budıır. İşte «açık göz» kinâyenin lafzı ol Zikr-i hayr ile anılm ak dem edir
duğu için «meknî-bih>, «zeki» de kinâyenin V ar ise feyz-i beka inşâna
m ânâsı olduğu için «m eknî-anh»dir. K inâ O nu tahsîle çalış öm ründe
yenin daha bir takım enva’ ve taksim atı «Âb-ı lıuyvâıı»! bırak lıayvaııa
varsa da pek de ehem m iyet verilecek şeyler K ıt’a la n n iki beyitden fazla olanları da
olm adığından onların nakline lüzum görm e vardır ki o nlara «kıt’a-i kebîre» denilir. Bi
dim. Fazla m âlnm at alm ak isteyenler «Mu- rinci m ısraı kafiyeli olanlara ise «nazm» tâ
tavvel Tercem esi» ile D iyaribekirli Saîd Pa- b ir edilir.
şa’nın «M izân-ül-Edeb»ine ve M anastırlı O lm uşun m ûni’i- rah at bana sen âh gönül
R ifa t Bey’in «llm -i B e y â n u n a m ü racaat et Sebebi çekdiğimin sensin a güm-râh gönül
sinler. .
G ayct-i rikkat ile oldıııı csîr-i sevdâ
K IR A E T : ( «ij'lyi ) Y azılm ış b ir yazının N e k adar hisli yaratm ış seni AUâh gönül
okunm asıdır. İnsan, bir yazıyı da kendi ken parçası gibi.
dine nıütalea eder, yâhut başkasına dinlet KIYÂSA M U H A L E F E T : ( <-L$ )
mek üzere okur. H ususî m ütalea, b ir takım G alât-i tehâkküm î de dedikleri kıyâsa m u
kaideleri bulunm akla beraber, yine de nasıl halefet, üdebâ arasında cârî olan usûle uy-
olsa olabilir. F akat dinletm ekden m aksad m am akdır. Başlıca üç şeyden o l u r :
anlatm ak olduğu için o yolda okum anın dik 1— N azım da vezne uydurm ak için b ir ke
kat edilecek bâzı n o k tala n vardır. limenin telaffuzunu değişdirmek, m e s e lâ :
O kunacak eser, m ensur ise onu okum aya harfini hazf etm ek, yâhut hecesini uzatm ak
«kırâet», m anzum ise «inşâd» denilir, (bk. ve kısaltm ak, yâhut müşedded bir heceyi mu-
înşâd) haffef, m ııhaffef bir heceyi müşedded oku
G erek kırâeti, gerek inşadı «mihaniki», m ak.
«m antıkî», «bediî» diye üçe ayırıyorlar. 2— M üteaddid mânâsı olan b ir kelimeyi
M ihanikî k ır â e t: Kelim eleri, terkibleri doğru m eşhûr olm ayan m ânâda kullanm ak.
KIYÂSA MUHALEFET 89 KOŞMA
3— S arf ve nahve âid kavâid hatası yap m ısrâındaki «âdâblar» ile Tasvir-i E fk âr ga
mak. zetesinin : «K öprüde âm ed-ü-şüddün intiza
Tevfîk F ikret’in «Bir sabah idi» başlıklı m ını te’m in için vakf-i m ü rû rîn a m âni ol
m anzum esinin : m ak üzere Polis M üdiriyetince beş n okta
D uvaklı bir gelin süsü verirdi karşı sâlıile ikam e edilmişdir.» fıkrasındaki «vakf-i mii-
G ubâr-i n ûra benzeyen Iıafîf ü sâf b ir nikab rûrîn» terkibi dil kaideleri nokta-i n azarın
beytindeki «karşı sahil» tâbiri kıyâsa m uha- dan yanlış, binâenaleyh kıyasa m uhalifdir.
lifdir. Ç ünki o m akam da «karşıki sâhil» de K LA StZ M : Y unan ve R om a edebiyatının te
nilir. N e f î’nin : sirleri ve onların taklidi ile m eydana gelmiş
B âna ne ben rind-i cihân-dîdeyim edebî bir tarz. A rab ve A cem edebiyatının
Etm ez eser bâna ganı-i rüzgâr tesir ve taklidi ile teessüs ettiği için bizim
beytiyle N âbî’nin : D ivân E debiyatı’na da «Klasik Edebiyat»
Zen merde, cüvân pire, kem an tîrine diyorlar.
m uhtâc A rabi, A cem i tutub da örnek
Ecza-yi cilıân ciiııılc biri bîrine nıuhtâc T ürkccye verdiler bu yolda âlıcnk
beyitlerindeki «bana» ve «bir» kelim elerinin D em ek ki beşinci asırda bizim
heceleri uzatılm ıştır. E debiyatım ızda b ir klasizm
N âm ık K em alzâde Ali E krem Bey'in : M eydana çıkdı da geniş yol oldu
T ârîhdir âlem de nice ilm in esâsı A vrupa o yolu sonradan buldu
T ârîhdlr ilâ eden azmâyiş-i nâsı T aklidin arası tabiî farklı
beytinde de — tecribe m ânâsına olan — Birisi garblıdır, birisi şarklı.
«âzmâyiş» kelimesinin m eddi kasr olunmuş- K O M E D İ: O ynanm ak üzere yazılmış olan gü
dur. lünç piyes dem ekdir. D ram atik eserler, h a
Z iya Paşa’nın : yatı temsil için yazıldığı, h ay at ise başlıca
H er şahsi harim -i H aka m ahrem jn i keder ve sürûrdan ibâret olduğu için tra
sanırsın jedi nevi’leri kederi, kom edi nevi’Ieri de sü
H er tâc giyen çulsuzu Edhem m i sanırsın rü rü gösterm ek m aksadiyle kalem e alınır.
beytindeki «Hakka» kelimesi şeddeli olm ak G erek trajedi, gerek kom edi, Y unanistan’da
lâzım gelirken şeddesiz, Ş arab M âbûdu Baküs nâm ına yapılan âyin
lerden sahneye çıkarılm ış, o rad an R om a’ya,
K abiliyyet dâd-i H akd ır h er kese olm az
R om a’dan da A vrupa ve A m erika’ya geç-
nasîb
mişdir.
Sadhezâr tcrbiyye etsen bî-edeb olm az edîb
Bizde ilk yazılan kom edi, Şinâsî’nin «Şâir
beyt-i m eşhûrundaki «terbiye» lafzı da mu-
Evlenm esi» ismindeki eserdir.
haffef olm ak îçâb ederkeri müşedded olarak
KOŞM A : H alk edebiyatı nazım şekillerinden-
kullanılm ışdır. Bir vakitler çıkan İkdam ga
dir. On b ir heceli ve dörder m ısrâlı bend-
zetesinin bir nüshasında m ünderic : «Beş se
lerden teşekkül eder, hususî b ir âhenk ile
nelik b ir emekden sonra tram vaylarım ızı, o
terennüm olunur.
da kısmen, «kehrübâ» ile işletebildik.
M uharrir-i Acizin b ir k o şm a sı:
Tasvîr-i Efkâr» gazetesinde m u h a rre r:
«A vrupa efkâr-i-umum iyesi nazarın d a b u n Seyrine daldığın şu coşkun d ere
G özüm den çağlayan h icran yaşıdır
dan iki üç sene m ukaddem ine k adar Müs-
lüm anlar tedenni ve «vukuf-i sırf ile itti- D ikkat et basdığın, ezdiğin yere
hâm olunm akda idi.» fıkralarındaki «keh Y üzüm den ibâret p ın ar başıdır.
rübâ» kelimesinin «elektrik», «vukuf» keli Süzülüp geçerken o gam lı dere
m esinin de «tevekkuf» m ânâlarına kullanıl S ıçrar da b ir dam la durduğun yere
m aları kıyâsa mııhâlifdir. Çünki o kelimeler, G elirse o, şâyed sana b ir bere
bu m ânâları ifâde ederlerse de lisânımızda A ğlayan ruhum un sitem taşıdır
K ehrüba (Kehribar) : m âruf m aden, «Vukuf» Ç evrinle kanayan yüreğim dağlı
da : - «haberdâr olmak» m eâlinde kullanılır. İrâdem zülfünün teline bağlı
Âmidli H âm i’nin : G önlüm ü doğrayan, kılıcı zağlı
«Giyib esvâb-i kemâli, takın âdâbların» Sevdanın tükenm ez b ir savaşıdır
KOŞUK 90 LEFF-Ü-NEŞR.
Felek dc benim le olm uş kavgacı K oşuklar K opuzla ırlanırdı lıcp
Serpiyor iistümc belâdan saçı K oşuk denilmeye bu idi sebep
Ölüm dedikleri olsa da acı Kopuzdu Tiirklcriıı pek eski sazı
D uyduğum acının en yavaşıdır O nunla inlerdi göniil avâzı
A lnınım yazısı bezdirdi beni K Ü B İZM : A vrupa’da yeni ve edebî bir mes
K albinden yaralı gezdirdi beni lek. Behçet Y azır'ın Genç Şâirlerim iz vc
A yaklar altında ezdirdi beni Eserleri isimli kitabında kübizm e dâir şıı
Belki toprağım ı bnşda taşıdır .nalıım at veriliyor':
«Kübizm, esasen «Im prcssionisnıc»e k ar
K O Ş U K : Eski T ürk edebiyatında mesneviye
şı aks-ül-amel olarak resme m ahsus bir ye
benzer, her beyti ayrıca kafiyeli, bir nazım
nilik iken daha sonraları edebiyat âlemine
şekli, M anzum Bir M ırhtıra unvanlı eserim dc intikal etmiş vc «Sim ultancisnıc»in (yâni
de şöyle demişdim : hcm-zemaniyctciliğin) ve ayrı ayrı yerlerde
T ürklcrde çırpınan duygulu yürek geçen şeylerin birlikde ve aynı zam anda cc-
Şi'rinc nazın ile vennişdi âhenk v reyânım n tasavvur ve tasviri sisteminin «Lc
Y ck-âhenk nazm ının ölçüsü Iıecc goût dc pâle-mâle» ile, yâni karm a karışık-
«A yak»Iar külfetsiz, m ânâsı yiicc dan hoşlanm a zevki ile birleşm esinden doğan
Şekline gelince pek fazla yokdu b ir san’at cereyanı hâlini alm ışdır. Kiibist-
B irisi: «D örtlem e», biri «Koşuk»du lerin eserlerinde karm akarışık görünen im aj
D ö rtle m e : «M urabba’» şekli gibiydi lara ve darm adağın kelimelere tesadüf edil
«Mesııevî» şekline T ü rk : «K oşuk» dedi mesi bundandır.»
L
LÂ Z IM -İ F Â tD E -l H A B E R : ( j« - ÎA.İİ r jV ) D okunm az leb lebe Rem zi okurken
Dclıân-i dilbere nüktc-niim âı ol
M eânî tâbîrlerindcndir. (bk. H aber)
Bu gazelin m aktam dan m âadâ beyitleri, du
LEB D E Ğ M E Z : ( ) «H urûf-i şefe- daklar açık olduğu halde okıınabildiğindcn
viye» denilip sesli harflerden sonra okun «Leb değmez» nüm ûncsidirler. T.eb değmez
m aları ancak dudakların tem âsiyle kabil olan m anzum e söylemeğe asıl saz şâirleri arasın
«b, p, f, m, v» harfleri bulunm ayan m an da ehefhm iyet verilir ve söyleyebilmek b ü
zume. Ü sküdar M evlevihanesinin sâbık şey yük m arifet sayılırdı.
hi ve Ü sküdar’daki Selim Ağa Kütübhanesi- L E F F -Ü -N E Ş R : ( ) >-1' ) Bedî’ san’atle
nin M üdîri rahm etli A hm ed Remzi D ede rindendir. Lügat mânâsı diirüb bükmek vc
nin şu gazeli gibi : ' sonra dağıtnıakdır. Bedî'ciler, bııııu muhtelif
Tarik-i aşke gir, clıl-i lıüdâ ol ibarelerle târif ederler. M eselâ Telhis vc
G önül, gel lâyik-i her-i’tilâ ol M utavvel m ütercim i A bdünnâfi’ Efendi :
D ilersen delırde âzâdc-serlik «Leff-ü n e ş r : tafsil veyâhııt icmâl üzere
G ıırûr-i câlıı terk eyle, gedâ ol müteaddidi zikr edib bâdehıı bu m üteaddi
Sakın izhârdan ağyara Iıâliıı din âhâdından h er birisiyçiin olan şeyi redd-i
Y ine sen derdine çârc-rcsâ ol sâm ia itim âda min-gayr-i tâyîn zikr elmek-
Cidâl-i kîl-ii-kalc yok nihayet dir, yâni m iiteaddid m ezkûrun her b ir âlıâ-
R icâlullâh ile hâl-âşinâ ol dı için olan şeyi mâ-hüve-lehlcrinin samiin
Çekil izzetle, uzlet kuşesinde reddedeceğine viisûk vc itim âda mcbııi min-
Azîz ol, derd-i şöhrctdcn cüdâ ol gayr-i tâyin zikr eylemekdir.» diyerek Leff-
LEFF-Ü-NEŞR 91 LEFF-Ü-NEŞR
ü-Ncşrin «müretteb» ve «gayr-i müretteb» A nbcr etmiş toprağın ismin, suyun adın
olacağını söyledikden sonra m eşhur Zâl oğlu gülâb
Rüstem ’in çengini tasvir için Firdevsî’nin beytinde olduğu gibi. Buna da «Leff-ü-Neşr-i
Şeh-nâme’de yazdığı : gayr-i m üretteb» denilir.»
Bc-sûz-i neberd ân ycl-i ereniend M ecâm i’-ül Edeb sâhiui M anastırlı R if'at
Bc şem şir ii hançer, bc-gürz ü kemend Bey llm -i Bedî’inde : «Leff-ü-Neşr» : Bir fık
Bcrîd ü derid ü şigest ü bi-best rada clfâz-i m üteaddide neşr etdikden sonra
Yclânrâ ser ii sine vii pâ vü dest tayin-i m erci’ etmeksizin karâin-i lafziyye ve
beyitlerini, A rabcadan « lbnii H ayûs»ıın : mâneviyye ile sâmiin intikaline delâlet ede
F i’I iil-miidâmi ve levnülıâ vc mczâkulıiî cek sûretde elfâz-ı m ütekabile leff etm ekdir
Fî-m ukletcyhi vc vccncleyhi vc rikılıî ki M üretteb ve Müşevveş olm ak iizere iki
Türkceden de : nevi’dir.» dedikden ve m isallerini getirdikten
Lebinden buse alm ak, malırcnı-i beznı-i sonra :
visâl olm ak «Taksim ile Leff-ü-Ne*r birbirlerine ben
Nişîıncn-gâlı-i cennet’dc şerab-i Kevser zediklerinden hakikatlerinin tefriki lâzım dır.
içmekdir, Yâni taksim de tâyîn-i m erci’ etm ek şart ol
beytini misâl olm ak getiriyor. duğunu vc Lerf-ii-Ncşir'de ise tâyîn-i m eıci’
Cevdet Paşa Belâgat-i O smaniye’sinde : câiz olm ayıb uygun lafızlar ve lüzum lu k a ri
«Leff-ü-Neşr san'ati — ki m üteaddid şey neler ile edâ vâcib idüğünü göz önüne alıp
ler zikr olundııkdan sonra her birine âid ona göre beyinlerini tefrik icabcder.» tenbi-
olan hüküm ler irâd olıınmakclır. — iki kı hinde bulunuyor. Bu tenbihi D iyaribekirli
sım dır. Kısm-ı evvel m üretteb ve kısm-ı Said Paşa da ediyor. M uallim N âci Efen-
sâni gayr-i m ürettebdir. di’ye gelince Istılâhat-i Edebiye’sinde : «Leff-
Leff-ü-Neşr-i m üretteb : ü-N eşr : ibarede evvel em irde iki, yâhut da
Sûz-i aşkın sînede, sevdâ-yi zülfün kalbde ha ziyade şey zikr ederek bâdehû onlardan
N ârd ır küllıande gûyâ, m ârd ır gencîncdc. her birine âid olan şeyleri irâd eylcm ekdir.»
beytinde olduğu gibi. tarifini yazıyor ve «Evvel em irde ve bâdehû
Leff-ü-Neşr-i gayr-ı m üretteb : zikr olunan şeyler beyninde tertîb-i tekabü-
Fjkr-i zülfün dilde, tâb-ı-sı"ız-i aşkın sinede lîye riâyet olunm ak ve olunm am ak suretle
N ârd ır külhanında gûyâ, m ârd ır gcncînede rinden birisiyle vücûda geldiğinden iki kıs
beytinde olduğu gibi.» diyor. ma m ünkasim olur. Birincisine Leff-ii-Neşr-i
M îzân-ül-Edeb müellifi D iyaribekirli Saîd M üretteb, İkincisine «Leff-ü-Ncşr-i M üşev
Paşa, A bdünnâfi’ E fendi'nin tcrcem e etdiği veş» tâb îr olunur. Leff-ü-Neşr-i M ürettcbe
arabca tarifi daha ziyade anlaşılır b ir ifâde m ukabil, Leff-ü-Neşr-i G ayr-i M üretteb» de
ile ve şu suretle nakl ediyor : mekle iktifa edenler de vardır.» diyor.
«M üteaddid şeyleri zikr etdikden sonra Şu tariflerden anlaşıldığına göre Leff-ü-
hnnlflrrlnn V>nr Vuriçî*»' *An1 !ııt' V.:»- '•«vİ Neşirde evvelâ m üteaddid şey zikr edilecek,
sâmiin mâhüvc-lehine reddedeceğine itimâ- sonra onlara âid olan şeyler getirilecek, yâ
den tâyîn etmeksizin zikr etm ekdir. Bu da hut her birine âid hüküm ler verilecek. M e
iki türlü olur. Birincisinde eşya-yi mütead- selâ «Fuzûlî ile N edim ’in âşikane vc şûhânc
didenin o suretle zikri tertib üzere cereyan yazıları heyecan ile okunur.» ibaresinde ev
eder. N âbî’nin : velâ Fuzûlî ile N edîm zikr ediliyor, sonra
Bağa gel, kadd ü rulı u hâlin göriib olsun Fuzûlî’ye âid olan âşikane ve N edîm ’e âid
lıncîl olan şûhâne yazılar söylenilip bunların he
Serv gülden, gül karanfüldcn, karnnfiil yecan ile okunduğu hükm ü veriliyor.
lûlcdcıı Cevdet Paşa’ııın tarifine göre evvelce
beytinde olduğu gibi. Buna «Leff-ü-Neşr-i zikr edilen şeylerin h er birine âid hüküm le
m üretteb» denilir. İkincisinde tertibe riâyet rin îrâd olunm ası, m ânânın tam am lanm asına
olunm az. Fuzûli’nin : ve ikinci kelim elerin m ânâca birincilere m ü
Aksi rûyun suya salınış, sûyc zülfün tem m im olm asına m ütevakkıfdır.
toprağa A bdünnâfi’ E fendi’nin tarifindeki F arisî ve
LEFF-Ü-NEŞR 92 LİRİK
M
M AHBÜL: ( ) A ruzda «M ef’ûlât» M A H Z Û F : ( >_ij ) N oktasız harflerle ya
cLiz'ünüıı «Feilât» şekline girmiş hâlidir, (bk. zılmış m anzum , m ensur yazı. Buna «müh
I labl) m el» ve «miicerred» de derler, (bk. Mücer-
red, m ühm el, hazf)
M AHBÛN : ( ) A ruzda «müstef'ilün»
cüz’ünün «mefâilün» şekline girmiş halidir, M A H Z U F : ( ) A ruzda «Fâilâtün»
(bk. H abn) cüz’ünün «fâilün» şekline girmiş hâli. (bk.
Hazf)
M A HCÜ F: ( ) «Fâilâtün» cüz’ünün
«fa’» şekline girmiş hâlidir, (bk. Cahf) M AHZUV: ( ) A ruzda «mütefâilün»
cüz’ünün «fa’lün» şekline girmiş hâli. (bk.
M AHLAS: ( ) Bir şâirin as:l adından
Hazf)
başka edebiyâda kullandığı isim.
M eselâ F u zû lî’nin asıl adı M ehm ed’dir, M A K B Û Z : ( u" ) «M efâîlün» ve «Feû-
N ef’î'ninki Ö m er’dir, N âb î’ninki Y ûsuf’tur, lün» cüz’Ierinin «mefâîl» ve «feûl» şekilleri
N edîm ’inki A hm ed’dir, Ziyâ Paşa’nınki Ab- ne girmiş hâlleri, .(bk. Kabz)
dülham îd’dir, N âm ık K em âl’inki M uham -
M A K L Ü B : ( ı-ı^A . ) (bk. Kalb)
m ed K em âl’dir, H âm id’inki A bdülhak’tır.
Fâtih Sultan M chm ed Avnî, İkinci Bâyezîd M A K SU R ( ) «Fâilâtün» cüz’ünün
Adııî, K anûnî Sultan Süleym ân M uhibbi, «Fâilât» şekline girmiş hâli. (bk. Kasr)
Birinci A hm ed Bahtî, İkinci Osm an Fâris,
M AKTA’ : ( ) : Bir m anzûm enin, alel-
Ü çüncü A hm ed N ecîb, İkinci M ahm ûd A d
lî... m ahlaslarını alm ışlardır. hıısûs gazel ve kasidenin son beyti.
Şiirlerinde kendi adlarını m ahlas olarak M AKTÜ’ : ( ) «M üstefilün» cüz’ünün
k ullanan lar da v ardır : A hm ed Paşa, Taşlı-
«M ef’ulün», «M ütefâilün» cüz’ünün «Feilâ-
calı Y ahyâ, Şeyh-ül-lslâm Y ahya gibi.
tün» şekline girmiş halleri, (bk. K at’)
Asıl adı «M ehm ed Agâh» olan Y ahyâ Ke
mâl m üsteâr adının K em âl’ini, gazellerinde M A KTÛ F: ( O jİJ * ) «M üfâaletün» cüz’ü
m ahlas o larak kullanm ıştır, (bk. T âc beyt, nün «Fcûlün» şekline girmesi hâli. (bk. K atf)
T ehallüs)
M Â N Î: ( J !-• ) H alk edebiyatı nazım şekil
M A H LA S B E Y T İ: ( Jy. ) G azellerde lerinden biridir ki terennüm olunm ak üzere
şâirin adı bulunan beyt. (bk. T âc beyt) tanzim edilir. M âni tâbiri A rabcanın «m â
M A H L A S -N Â M E : ( <*L al£ ) Ü stâd bir nâ» kelimesinden bozm a olduğu zannedili
yor. Ç ünki «m ânâ», «dâvâ» gibi Elif-i Mak-
şâir tarafın dan yetişm ekte olan b ir şâire
m ahlas verildiğine dâir o üstâd tarafından sûre (a gibi okunan ) ile yazılan A rab-
yazılan m anzıım e. Â lî’nin N e fî’, E şref Pa- ca kelim eler, Acemcede «I» sedasiyle «mâ
şa’nın N âm ık K em âl için yazdıkları M ahlas- nı», «dâvî» diye okunur.
n âm eler beşhûrdur. (bk. Tehallüs) M âniler, 7 heceli ve 4 m ısralı, yâhut
MÂNİ 95 MEÂNİ
7 + 7 heccii ve 2 m ısralı olur. H usûsî bir bir saz takım ı bu terennüm e iştirak ederdi.
âhenk ile terennüm olunur. 1, 2 ve 4 ünc'ii Ciııâslı m ânilerden birkaç lânc :
m ısraları kafiyeli, 3 üncü mısraı scrbcslclir. A dam anıan m âniler
N e yaraşm az güzele illâ al harm aniler
U alıçdcrdc saz olur
A dam aıııan m âniler
G üt açılır yaz olur
D ef elde yarim okur bcniın için m âniler
Beıı yarim e gül dcıııcın
A dam am an çc m idir
G üliin öm rü az olıır
N efesin giil kokuyor, içerin bahçe midir?
K al’anın burcu muyinı A dam am an çc m idir
Dil bilm ez G ürcü müyiıtı Beni başdan çıkaran yârim in perçem idir
Beni gurbete yollar A dam am an bc şarab
Ben gılrbct harcı mıyım Seni içen m est olur sende ııe vıır bc şarab
A danı am an bc şarab
A ltın tasd a yoğurdum A rabistan çölünde beni soydu beş A rab
G am içine boğuldum Birinci .nevi’ m ânilerde m a k s a d : 3.
A na, belin bükülsün ve 4. m ısrâlarda ifâde edildiği, 1 ve 2. 1er
D&rd için mi doğurdun doldurm a olduğu gibi bu nevi’lerde de
parçaları gibi. B unlardan ikisinde görüldüğü ehem m iyet verilen şey «ayak»ların cinaslı
üzere_ m ânilerde yarım kafiye kullanılabilir. olm asıdır. M ısrâlar arasında uygunluk olub
A sıl gözetilen m ânâ 3 iincü ve 4 üncü mıs- olm am ası düşünülm ez. Y akın zam anlarda
râlardadır. Üst tarafları ayak uydurm ak gene şâirler de mâni şeklinde güzel güzel
içindir. Zâten halk edebiyatı nazım şekille m anzum eler yazdılar. O rhan Seyfî Bey’in :
rinin hemen hepsi de böyledir. M âniler, es cinâslı olm asıdır. M ısrâlar arasında uygunluk
kiden ekseriya kadınlar tarafından tanzim olub olm am ası düşünülm ez. Y akın zam an
ve terennüm edilirdi. Husûsiyle H ıdırellez lard a gene şâirler de m âni şeklinde güzel
(H ızır-llyas) sabahları kadınların bir araya güzel m anzum eler â z d ıla r . O rhan Seyfî
toplanm aları ve çömlckden niyet çekerken Bey’in :
mâni okum aları yakın vakitlere k ad ar âdet Sevdi, aldatdı beni,
hükm ünde idi. Bu toplantı şöyle o lu r d u : G üldü, ağlatdı beni.
Eski N isan’ın 23. (şimdi M ayıs’ın G itdim , kölesi oldum ,
6.) gecesi b ir evde hazırlanan b ir çöm G ötürdü, satdı beni.
leğe m ahallenin kızları ve gene kadınları N e H in d ’de, ne Ç in’deymiş
yüzük, küpe, düğme gibi birer şey atarlar, A cab ilerdeym iş, neymiş
üstünü bir ayna ile kapatırlar, b ir gül fida A radığım meğerse
nının dibine bırakırlardı. E rtesi H ıdırellez G önlüm ün içindeymiş,
günü güneş doğm adan evvel çömleğin b u şi’ri gibi.
lunduğu bahçede toplanırlar, b ir kız çocu M ANZUM ( fM* ) : ö lç ü lü ve âhenkli
ğunun yüzünü örterler, eline çömleğin üs
sözdür ki en güzel olanlarına «m anzum şi
tündeki aynayı verdikden sonra sıra ile m â
ir» denilir.
ni okurlardı. H er m âninin bitişinde çocuk
aynaya bakar ve elini çömleğe sokar, ne M A ’S Ü B : ( ) A ruzda «M üfâaletün»
rast gelirse çıkarırdı. Ç ıkan şey kim inse cüz’ünün «mefâîlün» şekline girmiş halidir,
okunm uş olan mâni de ona âid olurdu. (bk. Asb)
M âninin diğer nev’inde ayaklar, cinâslı M A T LA ’ : ( ) K asidelerin ve gazelle
olur ve terennüm e «adam am an» m ukaddi
rin veya alelıtlâk h er m anzûm enin birinci
mesiyle başlanılırdı. O kundukları yerler de
beyti. M atla' beyitleri kafiyeli olur.
«Semâ'î kahveleri» idi. O ralara «K ülhanbe
yi» denilen «ayak takım ı» toplanırdı. M â M EÂNÎ : ( ) Belâgatin m ünkasim ol
niler «mâni atmak» ve «semâ’î okum ak» da duğu üç fenden biri, lafzın m uktezâ-yı hâle
m ehâreti olanlar tarafından terennüm olu m utabakatını bildiren ahvâlden bahs eden
nurdu. Z urna, darbuka, zilli m aşadan ibâret ilim.
MECAZ 9G MECRÂ
M eydanda «Bedî’» ile (M eânî) elden üstündür.» meselinde olduğu üzere
Diz de okuduk biraz «Beyân»ı kudrete «el» denilmesi gibi.
N âm ık Kemal H ulûl : H akikat ve mecâz m ânâlarından
(bk. Belâgat, bedî, beyân) birinin ötekine nırıhal olm asıdır. «Derse gi
rildi.» denildiği vakit dersin söylenilib onun
M ECÂZ: ( ) L ügatde «Geçilib gidilen
m ahalli bulunan dershanenin kasd edilmesi,
yer» dem ek olan m ecâz beyân tâbîrlerin-
«Y emekhaneye gidildi.» denilince de m ahal
• dendir. H akikat, M ecâz, K inaye diye üçe
bulunan yem ekhânenin zikr edilib yemeğin
ayrılan kelim e nevi’lerinin İkincisidir. K eli
me, vaz’olunduğu m ân âd a kullanılırsa haki m urâd edilmesi gibi.
kat olur. Bir m ünâsebetle asıl m ânâsından S eb eb iy y et: H akikî ve mecâzî m ânâlardan
başka bir m ânâya nakl edilirse ve kendi m â birinin diğerine sebeb olm asıdır. «Bir m u
nâsında kullanılm asına «karîne-i mânia» bu h a rrir kalem iyle geçinir.» cümlesinde sebeb
lunursa m ecaz olur. M eselâ tah ta kelimesi, olan «kalem »in zikr edilib müsebbeb olan
ağamdan satıh m ânâsına olduğu zam an, ha- yazı ücretinin kasd edilmesi, k ar yağdığı
kîkatdir. F ak at yazı levhası m ânâsına kul vakit «Bereket yağıyor.» cümlesindc müseb
lanılır, faraza b ir m uallim tarafın d an tale beb olan «bereket»in zikr edilib sebeb olan
besine «T ahta başına geç!» denilirse mecaz karın m urâd olunm ası gibi.
dır. Ç ünki lavhnnın tahtadan yapılmış olm a C üz’iy y e t: H akîkat ve mecaz m ânâların
sı m ünâsebetiyle, bir dc başına geçilccek dan biri diğerinin cüz'ü olm asıdır. Fâzıl
tahtanın ancak yazı tahtası olup döşem e vc A hm cd Bey’in :
tavan tahtalarının başına geçilemeyeceği ka « M arm ara’da her yelken u çar gibi ncş’eli»
rinesiyle o kelime, hakîk at m ânâsından m e beyt' ide yelken gibi ki, onun zikriyle küllü
câz m ânâsına nakl olunm uş olur. N akildeki bulunan kayık m urâd edilmişdir.
m ünâsebete «alâka» denilir. A lâkası teşbîh U m û m : H ak îk at ve mecaz m ânâlarından
olan m ecaziar; İstiare, başka tü rlü alâkası biri diğerinden daha um um î olm akdır. U m û
b ulunanlar da «Mecaz-i M ürsel»dir. m a delâlet eden «hayvan» kelimesiyle hu
M ecaz, «aklî» vc «lügavî» olm ak üzere susu gösteren meselâ «at» m urâd edilmesi
iki kısım dır. gibi.
M ecaz-i a k l î : Bir fi’li, failinin gayriye is- Itlâk : H akîkat ve m ecaz m ânâlarından biri
nâd etm ekdir. «Edebiyat m uallim i bu sene nin m utlak, öbürünün m ukayyed olm asıdır.
iyi m uvaffak oldu.» cüm lesinde mecâz-i aklî Z iya Paşa’n ı n :
vardır. Ç ünki m uvaffak olan m uallim değil, İnsan ona derler ki ede kalb-i rakîkı
talebedir. F akat m uallim in okutm ası, tale Âlânı-i benî nev’i ile -kesb-i nıelâlct
benin öğrenm esine sebeb olduğu için, fi’li beytinde insan kelimesi m utlak zikr edil
sebebine isnâd kabilinden olarak m uvaffaki diği halde kâm il b ir insan demek olm ak
yet m uallim e isnâd edilmişdir. üzere m ukayyed b ir m ânâ kasd edilmişdir.
Mecâz-i lügavî : Mccâz-i M ürsel demek- Kevniyyet : Bir şeye eski hâlinin ismini
dir ki alâkası teşbîhdcn başka tü rlü olur. verm ekdir. Bir validenin saçlı sakallı oğlu
M ecâz-i M ürsel alâkaları pek çokdur. Cev na «Bizim çocuk» demesi gibi.
det Paşa T ürkçe için M üşâbehetden başka E v v eliy y et: Bir şeyi sonra alacağı isimle
şunları zikr ediyor : zikr elm ekdir. «K öm ürü yak!» yerinde
Âliyyet, m azhariyyet, hulul, sebebiyyet, «Ateşi yak!» denilmesi gibi.
cii/.'iyyet, um ûm , ıtlâk, kevniyyet, evveliy-
yct. M ECBO B : ( ) A rûzda «mefâîlün»
Âliyyet; H akîkat m ânâsının mecâz m ânâ cüz’ünün «fa’l» şekline girmiş halidir, (bk.
sına âlet olm asıdır. Kelim eleri söylemeğe Ccb)
âlet olm ası dolayısiyle lügate «dil» denil M E C D Û ’ : ( £ _ ) A rûzda «m efûlât» cüz’
mesi gibi.
ünün «fâ’» şekline girmiş halidir, (bk. Ced*)
M azhariyyet : H akikî m ânânın mccâzi
m ânâya m ahall-i zuhur olm asıdır. Kuvvet M EC R Â : ( <£j£- ) Kafiyede revînin hare
ve kudret elden zııhıır etmesi dolayısiyle «El kesidir ki üstün, esire, ötürü olm akda ve
MEDHİYYE 97 MERSİYE
ince, yâhut kalın okunm akda biribirine uy gösterilebilmesi için yazanın candan, yürek-
gun olm akdır. (bk. Kafiye) den m üteessir olmuş bulunm ası lâzım dır,
ö y le olm azsa mersiye diye yazılan o nıısrâ-
M E D H İY Y E : ( V ’"'* ) Birini öğmek için
ların m ezâr taşlarını karalayan ısm arlam a
yazılan m anzûm e (bk. Kaside) târihlerden farkı olm az. «Nazm ve Eşkâl-i
M EFSÜ L: ( J ) M eânî tâbîrlerindendir. Nazm» ünvâniyle 1911 tarihinde tab’ ettir
A tf ve rabıta edâtlariyle biribirine bağlanıl miş olduğum nâçiz b ir eserde bu bahse dâir
mamış cümlelerden müteşekikl söz. (bk. şu satırları yazmıştım :
Fasl) « ... Bâzı vefat tarihleriyle kabir kitabe
leri v ardır ki b unlar m ezâr taşı ısm arlanır
M E K FO F : ( <_> ) «Fâilâtün» cüz’ünün
gibi bir şâire sipariş olunur. Bîçâre şâir, as
«Fâilân» şekline girmiş hali. la tanım adığı m erhûm un meziyyât-i güzide
M E K N I-A N H : ( ) Kinâyenin m ânâ sinden bahs eder ve rûh-ı m ağfurunu Cen-
sıdır. (bk. Kinâye) net’e sokacağım diye fî-sebîlillâh uğraşır, du
rur. K abir ta şla n gibi soğuk birkaç beyt ya
M EKNI B İH : ( \ ) Kinâyenin lafzıdır, zabilirse meyyitin velîsine tutuşdurub elin
(bk. Kinâye) den yakasını kurtarır.»
F: 7
MERSİYE 98 MESH
VcrmcmişdİD bir zam an sen ruhsat-i gaflet H akkı i’lâ etm ek üzre kendini kıldın fedâ
dile Odu tavrun sâlikân-i bak için relı-bcr
A zuı-i vahdet eyledin ezkâr ile, tcvlıîü ile H üscyn
Ey beııim çarlı-i feııâdan âfil olmuş lııdiras-i şer’-i garrânm koşup im dadına
yıldızını, Sîne gerdin ihtırâsın savlct-i bîdâdına
H âline ârâın-i kalb ii rûh olan öksüz Bakm adın hattâ bu yolda sevgili evlâdına
kızım, Cân-sipar-i azmin oldu A sgar ü Ekber
Rilıletı'ndcn anladım ki lıâtırın gafil değil H üscyn
Cismin ûfil olsa da, rûlıun senin âfil değil L a’l-i pâkin bulm amışken hayli dem bir
A dn’c uçdun sen de biz kaldık peyinde katre su
kaygulu tncilâ etmiş iken zâtında sırr-i valıdclıu
Bistcr-i gufranda artık istirâhat et, uyu Etm edin A llâh için ehl-i şakaya serfürû
D âğ-dâr-i hasret oldukça dayın didânna Oldu hâlinden nüm ûdc mâye-i H aydar
H ak seni mcclâ-yi eltâf eylesin envârına H üseyn
D üşdü bir târih, kayde mevt-i suziş-nâkini H er cerihandan tcmcvvüc etdi b ir deryâ-yi
Ceddcnin âguşıı yavrum sardı cism-i pik in i nûr
h. 1347 Oldu her m ızrak, teninde pür-tecellî Nalıl-i
(M erhum e, büyük annesinin kabrine gömül- Tûr
müşdü.) Kesdi son serrişte-i hestîyi şemşîr-i şürûr
Eski T ürkler, mersiye m akam ında sagu» Böyle açdı rûh-i bî-kaydin senin şeh-per
tâbirini kullanırlardı. «Sagu sağmak» m er H üseyn
siye söylemek demekdi. Şimdi de Konya ta Siillcm -i ıııi’râc olııb zalim i ten-i
raflarında mersiye için «Ağıt», söyleyene dc nıccrûlıunuıı
«ağıtçı» diyorlar. Kcrbclâ bir «Kurb-i ev cdnâ»sı oldu
M ersiye denilince bir de Seyyid-üş-Şühedâ ruhunun
H azret-i Hüscyn radıy-A llâhü anh’in fecîa-i Cilvc-i âşık*nüvâzı eyledi Sübbûhunun
şehâdeti dolayısiyle yazılan teessür-nâmeler Z âtını bir lutf-i âl-ül-âl ile m azher
hatıra gelir. Şu manzum e g ib i: Hüscyn
Ccdd-i kudsî hilkatin Şâh-i Risâlct aşkına
Şchîd-i K erbclâya
M iirtezâ-yi kilıriyâ, Zclırâ-yi ismet aşkına
Ey scrîr-l ibtilâyy şâlı-i bî-efser Hiiseyn
Ser fedâyân-i tarîk-i kurbete server Hiiseyn D âdcr-i ekreın, o scrıncst-i şclıâdct nşkına
Böyle yâd eyler seni kalb-i clcnı-pcrver Eyle T âlıir bendeni bâbında bir K anbcr
Hiiseyn H üseyn
Nocl-i Zelırâ, şibl-i H ayder, sıbt-i İran ’da mersiye tanzimiyle en ziyade şöh
ret almış olan şâir; «Mulıtcşem-i Kâşânî»dir.
Peygam ber Hüscyn
Cedd-i pâkin nâil olm uşdun rükûb-i duşuna M uallim N âci onun hakkında :
F er verirdin vâlid-i zî-şâııının âguşuııa Bir vclâ-pcrvcr-i iıısâf-şiâr olsa dahi
H azrct-i Falır-ül Bctûlün sîne-i pür-çûşuna Nazın-i cş’ârda Iıem-kcvkcbe-i H âkanî
Cism-i pür-nûrunda clhak zînet ü zîver Yazdığı mersiyeyi neşr edemez şcrmindcu
Hüscyn V ar iken ıııcrsiyc-i Mulıteşcm-i Kâşânî
Âh o cismin rc's-i-ıııak(ûu olııp âvâresi dcnıişdir. Madîknt-üs-Siinılâ’ sahibi Fıızıılî dc
G crdcn-i m azlum un oldu hâke kan dahil olduğu halde Türkçedc en çok m er
fevvâresi siye yazan Kâzım Paşa’dır. Vak’a-i Kerbe-
Hüıııınıın her katresi b ir sönm ez âteş lâyı tasvir eden bir mesnevisiyle müteaddid
paresi mersiyesi «M ekalîd-i Aşk» Unvanlı bir ki-
M 'ıferik hâlâ o âtcş-pârcden diller tab olarak ııcşr cdilmişdir. Sakızlı N evrcs’in,
H üscyn Tebrizli M uallim Fcyzî’nin de türkçe hazin
ı 'it tâlıi olm adın, dünyâya oldun mersiyeleri vardır.
lıak-niima MESH : ( ) Bir şâirin, başkasının bir bey
1 r ı'lı.nı-i hırsa karşı durdun ey merd-i tindeki elfazı değişdirmek ve meâli ibka ey
H udâ lemek suretiyle mânâyi kendine mal etm e
M E SN E V İ 90 M EZÎD
sidir ki intihalin bir ncv’idir. (bk. llm am ve ye, Sünbülzâde V ehbî’nin Lutfiyye nâm ın
intihal) daki manzum nasihatnam cleri, keza V ehbî’
M E S N E V İ: ( t £ / - A ) H er beyti birbiriyle nin Tulıfe ve N uhbe isimli eserleri de bil'
kafiyeli olan m anzum edir. Y âni gazel gibi, vakit çok ehemm iyet kazanm ışlardı.
kaside gibi her beytin sonunda aynı revî ile M esnevi bahsinde H azret-i M evlânâ’nın
biten kafiye bulundurm ak mecburiyeti yok- M esnevî’sini de hatırlam ak lâzım dır ki altı
dur. Bunun için nazım şekillerinin en kolay cildlik ve 26.000 beyitlik tasavvufî bir eser
tanzim edilenidir. Bu kolaylık dolayısiyle de dir. Farisî olarak yazıldığı halde T ürk ede
her mevzua dâir ıızıınca m anzum eler, hattâ biyatı üzerinde çok te’siri olm uştur.
manzum kitablar mesnevi şekliyle yazılagel- Âşık Paşa’nın T ürkçe, Şeyh G ülşenî’ııin
mişdir. farsça olarak yazdıkları G arîb-nâm e ve M a
M esnevi şekli A rablarda yokdıı. İran ’da nevî isimli kitablar mesneviye nazire olarak
İslâmî edebiyatın zuhurundan sonra şüyu’ yazılm ışlardır. Y unus Em re divanının baş
buldıı. Belki Acemlere de T ürklerden geç- tarafında da uzun bir mesnevî vardır.
mişdi. Çünki eski Türklerin sazla okuduk T anzim at edebiyatı üstadları da mesnevî
ları ve «koşuk» dedikleri m anzu'm eler mes şeklini kullandılar. Şinasî’nin divânçesinde
nevi şeklinde idi. «Dastan» ve «Hikâye» bu şekilde m anzum eler olduğu gibi Ziya
mevzû’larına dâir mesnevi şeklinde kitablar Paşâ H arâb ât’ının m ukaddimesini, N âm ık
yazılması F ars edebiyatında başladı. Ondan K em al’in de Tarib-i H arâbâl’ının bir kısm ı
sonra T ürk edebiyatına intikal etdi. 10. nı, hele H âm id Bey manzum piyeslerinin
asırda B uhara’da yetişen Rûdegî nâm ında hemen hepsini mesnevî olarak yazmışdı.
bir şâirin Kelîle ve Dim ne ismindeki kitabı Servet-i-Fünûn Edcbiyatı’nın manzum kı
aslı Hindce, tercemesi A rabca olan eserden sım ları ekseriyet itibâriyle mesnevî şeklinde
naklen Acemce olarak nazme çekdiği söy idi. Millî edebiyatçılar da bu şekli yadırga
lenilir. 11. asırda H orasan’da vefat eden m adılar.
Tuşlu Firdevsî’nin Şah-nâm e ünvaniy- M EŞKÛL : ( J ) A rûzcıılara göre «fâi
le 30 senede yazmış olduğu 60.000 beyitlik lâtün» cüz’ünün «feilât» şekline girmiş hâli
İran dastanı, tasvir itibâriyle yüksek bir dir.
eserdir. Y usuf H as H âcib nâm ında bir Türk
M EŞTÛ R : ( * ) Y arıya indirilmiş m â
şâirinin T ürk dili ve arûz vezni ile tanzim
nâsına bir kelime olııb arûzda meselâ 4 me
etdiği Kudatgu-bilig» adlı ahlâkiyat ve içti
fâîlün, 4 m üstefilün gibi vezinleri ikişer
maiyata dâir eseri de yine o asrın edebî
ciiz’e indirm ek suretiyle yazılmış m anzum e
mahsîıllerindendir. Bundan sonra Genceli
demekdir.
Şeyh N izam î «Penç Genç», yâni «Beş H a
zîne» ismini verdiği m anzum beş kitab yaz M EV K U F : ( < - J ) A rûzda «m efûlâtü»
dı ki hepsi de mesnevi şeklinde idi. cüz’ünün «m efûlât» şekline girmiş hâlidir,
Şeyh N izam î’den sonra «Hamse-nüvîslik», (bk. Vakf)
yâni beş tane manzum kitap yazmak şâir
M EV KU S: ( <j° />_>* ) A rûzda «miitefâilün»
ler arasında moda oldu. Acem ve T ürk şâ
irlerinden bazıları bu m odaya uydular,he cüz’üniin «mefâilün» şekline giınıiş hâlidir,
men hepsi de aynı mevzu’lara dâir mesne (bk. Vaks)
viler yazdılar. Husrev-i Dehlevî, M ollâ Câ- M EVSÛL : ( ) M eânî tâbîrlerinden-
mî, Ali-Şir Nevayî, Behiştî, T aşlıcah Yahya
dir. A tf ve rabıt cdatlariyle birleşdirilm iş
Bey, N ev’îzâde A tâyî, Acem, Ç ağatay ve
cümlelerden ibâret söz. (bk. Vasi)
T ürk hamsecilerinin en m eşhurlarındandır.
Yine mesnevi şeklinde kitab yazmış, fakat M EZÎD : ( ) H urûcdan sonra gelen
yazdıklarını beşe çıkarm am ış şâirler vardır kafiye harfi. N âcî’nin :
ki bizde bilhassa şöhret almış olanları F u Zam anım ız sülıan-cfrûzııdıır /elıânııııızm
zulî ile Şeyh G alib’dir. Birinin Leylâ ve Zebanım ız hikem-ânnızııdıır zam anım ızın
Mecnûn, öbürünün Hüsn-ü-Aşk iinvanlı beytinin kafiyelerinin en sonundaki «n» h arf
eserleri gayet kıymetlidir. N âbî’nin Hayriy- leri gibi. (bk. Kafiye)
MISRÂ’ 100 MUAMMÂ
M ISRÂ ’, M ISRA ’ : ( * ],-** ) T am b ir vezin eder. Birkaç satır yukarıda adı geçen Nişa-
purlu M ir H üseyn M uam m âyî’nin «Esmâ-i
ölçüsüne göre tanzim edilmiş s ö z :
H üsnâ M uam m ası» olm ak üzere yazdığı yüz
Eğer maksûd eserse mısra’-i berceste
beyitlik bir mesnevi, 16. asır fuzalâsından
kâfidir.
Bursalı Lâm iî Çelebi’nin kalem iyle Türkçc-
Râgıb Paşa
ye çevrilmiş ve mütercem risaleye «M ir’ât-
M U Â D : ( »t»* ) Y ukarıki beytinin son ke ül-Esma yâhut Câm-ı Cihan-nüm â» adı ve-
limesi, aşağıki beytinin ihtidasında zikr edi rilmişdir. M ütercim Lâim î, orada m uam
len m anzum e, (bk. lâde) mâya dâir birçok m alum at verir. Ezcümle
der k i :
MUAKKAD: ( ) T a'kîdli söz demek-
«M uam m â, asılda ta ’miye’den m üştakdır.
dir. (bk. T a’kîd) Ism-i m efû ld ü r. T a ’miye lügatde gizlcmek-
M UALLAK: ( ) H ecenin ayık olanı, dir. Pes m uam m â gizlenmiş demek olur.
(bk. Hece) A m m â ıstılâh-ı zurefâ ve i’tibâr-i urefâda
şol kelâm a derler ki bi-tarîk-ir-remzi vel-îma
MUAMMÂ : ( ) H allinden isim çıkan, anda istihrâc-i isme işâret buluna. Bir veç
m anzûm , bazen de m ensûr olan, bilmecedir. hile ki tab’-i selim ve zihn-i m üstakim anı
Bunun «lügazsden farkı, lügazin her şeye, m üstahsen ve m akbul tu ta ...»
m uam m anın ancak insan ismine delâlet et Şu tarifden sonra m uam m â nasıl yapılaca
mesidir. Eski şâirler, m uam m ayı tertib et ğını ve nasıl hallolunacağını uzun boylu an
meğe de, halleylemeğe de büyük ehemmiyet latır. Binâenaleyh bu hususda fazla m alu
verm işlerdi. M olla C âm î gibi bir âlim , ârif, m at alm ak isteyenler, o risâle ile m uam m a
şâir ve fâzıl, m uam m âya dâir küçük, orta ya dâir yazılmış diğer kitablara m üracaat
ve büyük olm ak üzere üç risâle yazmışdır. buyursunlar. B urada b ir iki m uam m a m i
M ir H üseyn M uam m âyî denilen İran şâiri, sali irâd ile iktifa ed eceğim :
öm rü boyunca m uam m â ile meşgul olm cş- Bczııı-i gülşende lâlenin geldi
dur. Dizde m uam m a ile en ziyâde uğraşan G özelerine şerâb-i gül-nâri
Edirneli E m rî’dir ki Elif-bâ harfleri sırasiy- Şu kişi kim sım adı tevbesini
le m uam m alar tertib etm işdir. Diğer şâirle G örracm işdir o çeşm-i dildârı
rin divanlarında da «M uam m â be-nâm-i fii E m ri’nin bu kıt’asından «Nûh» ismi çıkı
lin = F ulanın adına m uam m â» başlıklı b ir yorm uş. Tevbesini sımayan, yâni kırm ayan
kaç m uam m a bulunur. «Nasûh» imiş. D ild ân n çeşmi ile (sad) h ar
N âm ık Kemal b ile : fine işâret ediliyor ve o görülmeyince «N a
B!r katrc ınâ düşünce gülün kalb-i pâkinc sûh» kelimesi «Nuh» oluyormuş.
N âm ım yazıldı her verak-i tâb-nâkine Ser-ı engüşt ile melıin basın
beytiyle «Kemal» nam ına bir m uam m â yap- İki şak eylemiş H abîb-i H udâ
m akdan kendini alam am ışdır. N azar et rûy-i Sfitâb-veşe
Fuzûlî’nin de biri T ürkçe, diğeri Farsça G ö r ki olmuş o mu’cizc peydâ
olm ak üzere iki m uam m â risalesi vardır. Yine E m rî’nin bu kıt’asından «Celâl» ve
Sünbülzâde V ehbî’ oğlu için yazdığı Lût- «Sinan» isimleri çıkıyormuş. «M eh»den mu-
fiyye m anzum esinde : rad «Hilâl» olub, onun başı olan « * » Eb
Y okdur onun gibi bir fenn-i leziz ced hisabında 5 adedini, «engüşt»ün «ser»i
Zihnin ehl-i dilin eyler tcşhîz olan ( I ) de yine Ebced hisabında bir ade
M ülk-i İran ’da be-gayet m akbul dini gösterir ve ikisi 6 olurm uş. İki şak edi
Bilmeyen şâir olu r pek m edhûl lince 6 adedi 3 kalır. 3 adedinin Ebced hi-
Kunda nâdir bu lun u r erbabı
sabında muâdili ( £ ) olduğu için hilâlin
U:liriz adı çıkan ahbabı
I’cılerimlcn anı tahsil cılc-gör ( * ) si ile ( ^ ) lebfıdül eder ve «Ce
Dil nıczâyâsını tekm il ede gör. -
lâl» kelimesi m eydana çıkarmış. Kezâ «rûy-
beyitleriyle muam m ayı uçurdukça uçu ru r ve
Lutfııllah M olla’yı bunun tahsiline teşvik yi âfitâb-veş» şemsin « ^ » i imiş. Bu,
M U A ŞŞE R 101 M UHAM M ES
tashif ile t <_r » oluyorm uş. Sonra mehin N e kuvvet ü ne teayyün, ne zahm ü
başı iki şak olması «kam ersin kafından elif m erhem var
geçerek kafi iki -nun hâline getirmesi, yâni Bu kâr-hânede bilsem neyim, benim nem
ya*-?
«nân ü'u’ » şekline girmesi demek imiş.
Vücûd cûd-i İlâhî, hayât bahş-i K erîın
Bunun baş tarafına « u" > getirilince N efes atiyye-i rahm et, kelâm fazl-i kadin
Beden blnâ-yi H udâ, rûb nefha-i tekrim
( » olurmuş. A llâh uğraşanlara tü
K uva vedia-i kudret, havâs sun’-i hakim
kenmez sabır ve oynam az akıl ihsan etsin!
Bu kârhânede bilsem neyini, benim ncııı
M U A Ş ŞE R : ( ■ ) O nar m ısrâlık bend- var?
lerden müteşekkil bir nazm dır. Recâizâde N âb î
Ekrem Bey’in şu acıklı şi’rinde olduğu g ib i:
M Ü Z D E V İC BİR M U H A M M ES
Bia havf-i can-birâş ile derm ânde b ir emel
U m kunda ruhum un m ütem âdi edüb cedel Tîr-i gamzenle eğerçi sîne hûn-efşân henüz
T ahrik ederdi cismimi mâlûl ü pür-kesel D ilde bâkî ârzû-yi lıançcr-i m üjgân henüz
T ab’ım bulurdu âlemi tatsız, fakat güzel V erm e ey huni-nigâhım , lutfuna pâyân
henüz
R âzî idim sürünm eğe de sâkıt-ül-ame]
Birden sokunca kalbim e şemşirini ecel Şevk-l tîğinle ceriham dan rcvândır kan
henüz
H av f ü emel katîi olarak çekdi benden el
R eşba-i şemşirine dil-teşne lâkin cân henüz
A m m â kİ derdim oldu beter, bulm adan
halel
K u rtar bo derdden beni ey Rabb-i B ir şehtd-i cân-be-leb, b ir bismil-l
Lem-yazel bı-kudretim
R ûhum N cjad, gel bana, b ir tesliyetle gelt K erbelâya benzem işdir meşhed-i ulvlyyetim
D uysa tekbir-i m elâik çok mu gûş-i
Tenhâ yatardı seng-1 m usallada n a’ş-i pak safvctim
Bahtın gülerdi cilvcsine bî-niyâz ü bâk ö y le gerden-dâde-i askım ki teslimiyetim
G ördüm ufukda b ir ufacık ebr-i gfrye-nâk Rûh-1 Ismfill’i eyler bârekâllah-hân henüz
D urduk nam aza ecr ile pür-şevk u inhim âk
Fânilerin yanında m üheyyâ duran megak
Feyz-1 şemşirin olunca zevk-bahşâ-yi derûn
T âbûtu yutdu, üstüne der-fin yıkıldı hâk
Oldu rûhum kail-i « tnnâ ileyhi râciûn»
Bilmem nasıl bu hâli görüb olm adım helâk
H ûn-ı T âhîr eyledi deşt-i garânıı lâle-gûn
Ç ıldırm adan mı ben oradan etdim infikâk
E tdim ol rütbe siyaset-gâb-ı aşkı gark-ı
ö ld ü r ki ölmek isterim ey vâhib-ül-ecel
hûn
R ûhum N ejad, gel bana, b ir tesliyetle gel!
K im o güne olm am ışdır kanlı b ir tufan
MLPCEM s ( ,.»>*• ) N oktalı harfleri hisâb edi henüz
lecek târih (bk. Ebced hisâbi ve târih) Bâzı m uham m eslerde m ısra’ yerine beyt
tekerrür e d e r:
M U GA LATA-l-M A ’N E V IY Y E : ( «UI&-*
H evâ-yi sayd ile sa h râ lan etdikce ben
) bk. Telvihât. m esken
M U HA M M ES: ( ) N azım şekillerin- G örürdüm h er gün Istimdâd ederdi sîrler
dendir. Beşer m ısrâlık bendlerden teşekkül benden
eder. M ürabba’ gibi bu da «mütekerrir» ve O lurken nâvekim h e r girdiği yerden
«müzdevic» olm ak üzere iki nevi’dir. sadâ-efken
Şikâr-i tlr-i aşk oldum d h â n ı sayd ederken
M Ü TEK ERR İR BİR M U H A M M ES ben
Bu gül-sitânda benim çün ne gül, ne G el ey âhû bakışlım gel, benim sayyâdım
şeb-nem var oldun sen
Bu (ârsûda ne dâd ü slted, ne dirhem var
N e kudret ü ne tasarruf, ne blş ü ne kem N asıl âteş-feşândır bakm adın tîğim deki
var renge
M U H A R R E M İY Y E 102 M UKTEDAB
N igâh eldin de bir kirpik süzüşle başladın ederdi. Enderûnltı V âsıf’ın, bahara tesa
cengc düf eyleyen 1217 senesi için yazdığı ve
N îcc Iıükm eyledin gönlüm gibi b ir şanlı Ü çüncü Selîm’e takdîm ettiği muharremiye-
evrenge den bir parçayı aşağıya nakl ediyorum :
Şikâr-i tîr-i aşk oldum cihanı sayd ederken Sâl ü balıâr tcv’cm olub pîş-gâlıına
ben Tebrike geldi ey şclı-i dânâ m übârekî
G el ey âhû bakışlım gel, benim sayyâdım Bu sâl-i nevde şâlıid-i bahtın bc-yümn-i
oldun sen. H ak
M ehm ed Celâl Bey Basdı zemîu-i meym enete pâ mübârekî
Bâzı m uham m esler de hem m ütekerrir, Etdi tulü’ cvc-i şerefden misâl-i mâb
lıcm müzdcvic olur. M uharrir-i ûcizin şu Tâbeııde nccm-i tâli’-i garrâ mübârekî
eserinde olduğu g ib i: Câm-i cilıân bu sene İcb-riz-i neşvedir
Sîııede lıubb-i valan ser-mâye-1 îm ânım ız Sayende delıre sevk u tescllâ m übârekî
Bir perestiş-kâr-i dîdar-ı vatandır canımız Ahdinde giydi bâğ, çcıneıı-zâr-i feyz olup
Âşık-i ıılviyyetiz çünki vatan cananımız C ennet yeşili câmc-i kcmlıâ m übârekî
Pâym âl olsun yolunda katrc katrc kanım ız G üller lisân-i lıâl ile der, lıcıııçü andelîb
Ey vatan, ey serm edi m a’şûka-i vicdanımız K ıldıkça kasr-i gülşeni m e’vâ m übârekî
Ben de bu iki m ısra’-ı târib-i tâm ile
O lm ayınca sinemiz (opdan, tüfekden D edim, nıisâl-i tûti-yi gûyâ m übârekî
çâk-çâk G ülzâr-ı mülk-i şevkde ey şâlı-i kevn-kâın
Senden alm ak düşm ene kabil değil bir (1217)
kabza luık Zîb-i tarabla sâl-ı ser-efzâ mübârekî (1217)
U ğraşırken hıfzına olsak da hep birden H icrî 61 yılı M uharrem in 10 uncu (10.10.
b ılâ k 680) günü K erbelâ'da şehîd edilen Hz. Hü-
Bir girilmez kal’adı’r serhaddine cbdânım ız seyn Efendim iz için yazılan ve «Maktel-i
Ey vatan, ey serm edi m a’şûka-i vicdanımız. Hüseyn» denilen mersiyelere de M uharre-
M ehm ed  k ifin şu şi’rinde olduğu gibi miyye adı verilir.
ayrı ayrı kafiyeli bendlerden müteşekkil m u M U H T E M tL-Ü Z -Z ID D E Y N : (
ham m esler de v a r d ır :
«Tevcîh» san’atinin diğer adıdır, (bk. Tel-
Bakına kabristanın ancak sâlıa-i vîhât)
mcdlıûşuna
D ıır da b ir m üddet kulak ver nâle-i M U K A B E L E : ( ^1* ) A ralarında tezad
Iıâmûşuna! ve tekabül bulunan şeyleri bir ibârede bıı-
K albi hiç benzer mi bak sîmâ-yi lu n d u rm ak d ır:
heybet-pûşuna? D ilde safâ-yi aşkın, dîde gnmnıla pür-nem
Kim kapılmışsa hayâtın scyl-i cûşa-cûşuna, Bir evde ayş-ü şâdi, bir evde yc’s ü ınâtem
C an atar bir gün gelir, yorgun düşüb beytinde olduğu gibi. (bk. Tıbâk, tezâd)
âguşuna!
M UKTEDAB: ( ) Lügatda kesilmiş
Ey m ezâristân, ne âlem sin, ne ulvî fitretin!
şey demekdir. A rûzda bir bahrin adıdır. Asıl
Sende pinlıân en güzîn evlâdı insaniyyetin,
eczası A rablara göre bir m ısrâ d a : «M ef’û-
Senden istimdâd eder feryâdı ye’sin,
lâtü, m üstef’ilün, m ülef’ilün», Acemlere gö
haybetin
re : «M ef’ûirılü, m üstefilün, m ef'ûlâlü, müs-
Bir yığın göz nurusun, yâlıud m ulıam m er
tef’ilün» dür. Füruu altıdır. Vezinleri şun
tıynetin
lardır :
Rûh-1 pâkinden coşan göz yaşlarından
1— Fâilâtü miifteilün ffıilâtü müfteilün
milletin.
müsemmen-i matvî
M U H A R R E M İY Y E : ( ) H icrî - 2— Fâilâlü m ef’ülün fâilâtü mefûHin
kam erî yıl başı olan M uharrem gelince eski müsemmen-i ınatvî-i m aktu’ (arîız ve darb)
şâirler tarafından yazılıp büyüklere verilen 3— Fâilâlü m üfteilün
m anzum eler idi ki ekseriya târihi de ihtiva m ıırabba’-i m atvî
M U K T E Z Â -Y İ H Â L Ü M A K A M 103 M URABBA’
Kcudi bâzaıı gelir am m â, sözü gelmez M üsemmen-i eslem-i sâlim (arûz ve darb)
kaleme 4— F a ’lün, feûlün, fa’lün, feûlün
mısraı bunun m enfi m isâlidir. M üşâkeleyi M üsemmen-i eslem-i sâlim (arûz ve darb)
daha kısa o larak târif için şöyle de diyebi 5— F a ’lü, feûlün, fa’lü, feûlün
liriz : «Bir fi’lin başka kelim elerle m ürekkeb M üscnımcn-i esıcnı-i m aksûr (arûz vc darb)
ve m ükerrer olarak irâdı»dır. 6— F a ’lü, feûlün, fa’lü, feûl
M üsemmen-i esrem-i sâlim-i m aksûr (arû%
M Ü ŞATTAR: ( ) T aştîr edilmiş, m ısra
ve darb)
ları arasına ayrıca ilâveler yazılmış m an 7— Feûlü, fa’lün, feûlü, fa’lün
zum e dem ektir, (bk. Taştîr) M üsemmen-i nıakbîız-i cslem (arûz vc darb)
M Ü ŞEBBEH : ( ) bk. Teşbîh. 8— Feûlün, feil, feûlün, feil
M üsemmen-i m ahzûf
M iişebbehün-bih: ( * ) bk. Teşbîh.
9— Feûlün, feûlün, feûlün
M Ü T E D Â R İK : ( ) Esasen beher m ıs Müseddes-i sâlim
raı d ö rt «Fâilün»den ibâret b ir vezindir. 10— Feûlün, feûlün, feil
Bunu im âm H alîl değil, sonradan Ahfeş M üseddes-i m ahzûf (arûz ve darb)
bulm uşdur. O ndan dolayı «muhdes», «uıuh- Bu bahrin 1. ve 2. vezinleri Edebiyatım ız
tera’» ve «garîb» denildiği gibi bahr-i mü- da kullanılm ıştır.
tekarib ile âdetâ kardeş olduğundan «şakîk», M Ü T E K A R R 1N : ( ) İki kafiyesi olan
koşan at ayağının sesine benzediği için ve bu kafiyeleri yan yana bulunan manzû-
«rekd-ul-hayl», çan sesini andırm ası _dolayı- me. N âcî’nin :
siyle «savt-ün-nâkus», su dam lasına benze H angi âkil der ki ancak «râh»-i
diğinden «m ütekatır» isim leri de verilmiş- «gülşen»den geçin?
dir. M ütedârik bahrinin şöyle altı vezni var B ir de gafiller, şu «nâlişgâh»-ı «şiven»den
d ır ki bizde hem en hiç kullanılnıam ışdır. geçin!
1— F âilün, fâilün, fâilün, fâilün beytinde olduğu gibi. (bk. Kafiye)
Müsemmen-i sâlim
M Ü T EK Â V 1SE : ( ) A hiri sâkin olan,
2— Feilün, feilün, feilün, feilün
ondan evvel dört m üteharrik, daha evvel bir
M üsemmen- i m ahbûn
sâkin h arf bulunan k a fiy e : Edememiş, gide
3— F a’lün, fa’lün, fa’lün, fa’lün
memiş gibi. (bk. Kafiye)
M üscm m cn-i m aktu’
4— Fâilün, feil, fâilün, feil M Ü T E K E R R 1R : ( j ) M urabba’larda
Müsemmcn- i m ahbûn-i m aktû’ (arûz ve darb) birinci bendin son m ısraı, muham mes ve
5— Feilün, feilün, feilün müseddeslerde kezâ birinci bendin sondan
M üseddes-i m ahbûn iki m ısrâı, her bendin sonunda tekrar edi
6— F a’lün, fa’lün, fa’lün len nazım şekli, (bk. M urabba’, m uham mes,
M üseddes-i m aktû’ müseddes)
M Ü T E D Â R İK E : ( ) Âhiri sâkin, on M Ü T E R Â D İF : ( J j U * ) Â hirinde fasılasız
dan evvel iki m üteharrik, daha evvel yine iki sâkin h arf bulunan k a fiy e : Meşhûd,
sâkin h arf bulunan k a fiy e : G iryânım ı, câ- uhûd gibi. (bk. Kafiye)
nânım ı gibi. (bk. Kafiye)
M Ü T E R Â K 1B E : ( ) Sonu sâkin olan,
M ÜTEKAR1B : ( y j l ü « ) Esasen b ir mısraı ondan evvel üç m üteharrik, daha evvel bir
dört «Feûlün»den ibâret b ir vezindir. Bu sâkin h arf bulunan kafiye. Sahbâ-yi adem,
nun fürû’u ondur. V ezinlerini isimleriyle m înâ-yi adem gibi. (bk. Kafiye)
aşağıya yazıyorum :
M Ü T EV Â T İR : ( j Ijr* ) Â hirinde sâkin, on
1— Feıılün, feûlün, feûlün, feûlün
dan evvel m üteharrik, ondan evvel yine sa
M üsemmen-i sâlim
2— Feûlün, feûlün, feûlün, feûl kin b ir h arf bulunan kafiye. Y ârı, reftârı
M iisem men-i m aksûr (arûz ve darb) gibi. (bk. Kafiye)
3— Feûlün, feûlün, feûlün, feil M Ü T E V Â Z l: ( <_Sj'/ - • ) Vezn ve kafiye iti-
M ÜVÂZENE N A ’T
N
N Â İR E : ( »j\t ) Kafiyede «mezîd»den son A lî vasfında yazılan m anzum elerdir. «N a’t-i
ş e r if» : H azret-i Peygam ber’e, «N a’t-i Ç âr
ra gelen h arf veya harfler. N âcî’n i n :
Y â r » : H ulâfâ-yi R âşidîn’e, «N a’t-i Alî» :
Şaşmada hûş-yârlnr mestinize
C enâb-i M urteza’ya âid medhiye demek
Kendiniz düşmensiniz hestînize
olur. Osm anlı Şâirlerinin hem en hepsi n a’t
beytinin kafiyelerindeki «e» harfleri gibi,
yazdıkları hâlde içlerinde en ziyâde bu vâ-
(bk. Kafiye) dîde kalem oynatan Istanbul’lu N azîm ile
NAHR: ( ) A rûzda «m efûlât» cüz’ünü N eccâr-zâde Şeyh R izâ’dır. F u zû lî’nin, Nâ-
<fa’» şekline sokm akdır. (bk. M enhûr) bî’nin n a’t-i şerifleri de m eşhûrdur. Bir
N a’t-i Ş e rif:
NAKD: ( ) N azm ın kusurlarını bildiren
ilmin adıdır; Ulûm-i edebiyyeden biridir. M est etdi beni nûr-i tecellâ-yi M uham m ed
O ldum ezelî âşık-l şeydâ-yi M uham m ed
Nakd; lügatde paranın sağlamı ile kalpını
Çeşm ânım a etdirm ede taktîr-i leâlî
ayırd etme demekdir. Sözün kusurlusu ile ku
Şevk-i ezel-i Iü’lü’-i lâlâ-yi- M uham m ed
sursuzunun bu ilim ile ayırd edilmesi bu adı
Y akdı dili âteşlere de kalm adı sabrım
alm asına sebeb olm uşdur. Şimdi, doğrusu
Envâr-i rııh-i câzibe-efzâ-yi M uham m ed
«intikad» olduğu halde, «tenkîd» dediğimiz
E tdi beni ham-geşte-i Iıicrân-i lıırâmı
de aşağı-yukarı « nakdidir. Bizde tenkîd, da
Fikr-i reviş-i kamet-i Tûbâ-yi M uham m ed
ha çok, «kusur bulm a» gayretine inhisar et
K aldım şeb-i târîk-i firakında nıeded-!:âh
mekte, meziyyetler gösterilmem ektedir.
Ey hâdi-i râh-i şeb-i ycldû-yi M uham m ed
N AKL: ( J i ) Uyûb-i şiir (şiir ayıpları) Siz söyleyin ey şeb-rev-i sevdası olanlar
cümlesindendir. (bk. llm âm ) Âyâ nerede cây-i m uallâ-yi M ulıam nıcd
M eş’al-keş-i rahim olun A llâh için olsun
N ÂSİR : ( ,/!>" ) N esr yazan. Cenab Şehâbed-
Ey râhile-i bâdiyc-peymâ-yi M uham m ed
din ile Süleym an N azif cn değerli naşirle Ey nûr-i sevad, ey şeb-i târ, olm ada rengin
rimizden idiler, (bk. Münşî) Y âd-âver-i giysû-yi m utarrâ-yi M uham m ed
NAT: ( ) Lügatde «vasf» demekdir. Ey ebr-i şefak, lem ’a-fürûz ol ki olursun
D îvân edebiyatında bilhassa H azret-i Pey Âyîne-i dîdâr-i m usaffâ-yi M uham m ed
gamber ve Ç âr Y âr H azarâtı ile Cenâb-i E y bâd-i seher-hîz-i harem, esmeye başla
F: 8
N A ’T 114 N A Z ÎR E
D ehrî’de toplanan rahm clli Hüseyn Kâmî S onraları arûz ile de nefesler yazıldı.
Bey (ki şâir Kcmaleddin K âm î’nin babası Hece vezniyle bir nefesden :
dır.) vc nazirelerini Dîvânçc-i Fâzıl Der- Â dem i balçıkdaıı yıığıırdıın, yapılın
medh-i Efâzıl’dc toplayan Fâzıl Ahmed Ay- Y apıb da neylersin, bundan sana nc
kaç Bey'le H alîl N ihad Boztepe Bey’dir. H alk etdin cilıânı, inşânı saldın
N Â Z IM : ( ) Vezinli söz söyliyebilen. Salıb da neylersin, bundan sana nc
liakkal mısın, terâzûyı neylersin
Şâir ile arasında fark vardır. H er şâir, na
İşin gücün yokdıır gönül eğlersin
zımdır; fakat her nâzım , şâir değildir, (bk. K ulun günâhını tartıb neylersin
Nazm) G eçiver suçundan, bundan sana ııc
N A Z M : ( ^Jiı" ) Lügatde dizmek mânâsı- Biri Sâmih R if’at'in, öbürü Yafıyû Ke
nadır. Şu hâlde n â z ım : «dizen», manzum m âl’in arûz ile yazılmış birer nefesi :
d a : «dizilen» demek olur. Edebiyatda sözü H czârân per açıb reng ü ziyadan
ölçülü ve âhenkli söylemek m ânâsınadır. Üffıl etmiş güneş sahn-i sem âdan
M cf'ûl m ânâsında m asdar olarak ölçülü ve Şebistân-i elem Iıâlî sadâdan
âhenkli söz meâlini de ifâde eder. M ısrâla- G önül pür-girye hâl-i inzivadan
rın dizi hâlinde olması, ölçülü sözlere m an Bu dem dir tab’ım ın devr-i melali
zum denilmesine sebeb olm uşdur. H er ve Sever zulmetle gönlüm lıasb-i hâli
zinli söz nazım dır, fakat m ânâca güzel ola Şadalar duym am ın var ihtimâli
bileni şiirdir. Yâni her mevzun söz şiir sa K aranlıklarda a ’mâk-i lıafâdan.
yılamaz. Binâenaleyh her mevzûn söz söy îlâhî-m eşrebim vnlıdct-perestim
liyebilen de ııâzımdır, fakat şâir olm ayabi Şcrâb-i cilvc-i hayretle mestim
lir. Şâir olm ak , için pek güzel söz söyliye- O sagardir ki zînct-sâz-i destim
bilmek şartdır. D olar lıum-hânc-i Âl-i A badan.
N azm şek illeri: M ısrâların sayısına ve kafi U zakdan yalvarıb ebr-i bahûra
yelerin tertibine göre bir manzum enin hey’e- D erim : gel şöyle meylet bir kenara
tine «şekil», şekillerin hepsine birden «Eş- H üseyn'indcn Iıaber ver kalb-i zâra
kâl-i nazm» denilir. E ğer gcçdinsc deşt-i K crbclâdan
N azm şek illeri: H alk ve dîvân edebiya N e beklersin kılıp, ey bâd-i şcb-ııîz,
tına mahsus olm ak üzre iki kısım dır. Birin D cm âdcm turra-i czlıârı telızîz
cilerin en m eşhur şek illeri: M âni, koşma, G etir, lutfeyle b ir bûy-i dil-âvîz
varsağı, ağıt, destan, semâî, dîvân, kalen M eşâm-i câna kalb-i M urtazâdan.
deri, yedekli; N e müm kin sevmemek Şâmili Hüseyni
İkincilerin de : M ısra’, beyt, kıt’a, nazm, K abûl eyler m i insan öyle şeyni
rübâî, tuyuğ, m urabba’, muhammes, müsed Resûl-i K ibriya’nın nûr-i ayni
des, şarkı, gazel, miisemmat, nazîre, kasî- M uazzezdir beninıçiin enbiyâdan.
de, mesnevî, terci’-i-bend, terkîb-i-bend, müs- Sâmih R if’at
tezâd’dır. (Bu kelimelere bakınız.)
F e r almışken tu lû ’-i K ibriyâdan
N EFÂ Z: ( 31» ) Kafiyede «v asb ın hare
Bu gün bî-vâye kalm ış Iıer ziyadan
kesi. (bk. Kafiye) Bu m ülkün farkı yok b tr teng-nâdan
NEFES: ( ) Bektaşî tekyelerinde oku N için nû r inm iyor sahn-i sem adan
nan manzum söz. Nefesler esâsen hece vez
Bu şek bağrım da lıer gün gâh ü bî-g3Iı
niyle tertîb olunur ve «Ayn-i cem’» daha D olaşdım «Hû!» deyiib der-gâlı der-gâh
doğrusu «Âyin-i Cem» esnâsında saz ile Üınîd eldim ki bir pîr-i dil-âgâlı
okunurdu. D esin «Destur!» m ihrâb-i lıafâdan
Bektaşî Nefesleri hakkında fazla bilgi al
m ak için Ahmed RiFat Efendi’nin M ir’at-ül- A bâ var, post var, m eydânda er yok
M akasid fî-D ef-il-M efâsid’e ve Sa’deddîn H orâsân illerinden b ir Iıaber yok
N üzhet Ergun’un Bektaşî Nefesleri adlı ese U zun yollarda durdum b ir eser yok
rine bakılabilir. Diyâr-i R ûm a gelmiş evliyadan
NEKARÂT 116 NEVRÛZİYYE
başlaması» demekdir. Bu sebeble, ilk b ahar m ağla sebebinden süâl ettiklerinde neyrûz
dolayısiyle tebriki hâvi olarak yazılan ka resmi olduğu ifâde eylemeLeriyle «Neyrûzü-
sideler Nevrûziyye adını alm ıştır. nâ külle yevmin» (Bizim N evrûzum uz her
M alûm dur ki jıevrûz, Irânîlerin millî bay gün) dediler, cem’i em r bünyesiyle. Kezâlik
ram larıdır. Biirhân-i kati’ Tercem esi’nde ona «Rûz-i m ihricân» da (8 Teşrîn-i Evvel’de)
dâir şu m âlûm at verilm işd ir: yine resm-i m ezbûr icrâ olundukda «Mehri-
«Nevrûz, yâni yeni gün, yevm-i cedid m a cûnâ külle yevmin (M ihricânım ız her gün)
nasınadır, senede iki güne itlâk olunur. Bi dediler. Y â n i: «Sizler bize h er gün nevrûz
rine «Nevrûz-i Âmme» ve birine «Nevrûz-i ve m ihri cân kaidesini icrâ eyleyesiz.» Ve
Hâssa» derler. M ihricân : sâbi’ şühûr-i şem siyyedir ki şem
Nevrûz-i  m m e : Ferverdînm âhın evvel sin m îzâna tahvili hengâm ıdır. Fiirs-i kadîm
günüdür (20 M art) ki neyyir-i âzam in (gü de iki îyd-i azîm var idi. Biri N evrûz ve
neşin) nokta-i H am el’e tahvîl eylediği gün biri M ihricân günü idi. Zâhiren tm âm -i A lî
dür. Vech-i tesmiyesi böyle m ervîdir k i : lrâk taraflarında oldukları eyyâm da vâki ol-
Cenâb-i Hâlik-i bî-çûn celle şânuhû ve del- m uşdur...» deniliyor.
le bürhânuhû âlem i ve  dem ’i ol günde halk Şemseddin Sârni m erhum K amus-ül-
eyledi ve m ecm û’ kevâkib evelerinde ve eve A ’lâm ’ında Cemşîd hakkındaki m asalı, Cem-
ler dahi ol gün bi-esrihâ nokta-i H am el’de şîd’in bazılarınca Süleym an Peygam ber’in ay
bulundu ve kevâkib ol günde deverana me'- nı olduğunu ve şarâbın mûcidi olm ak ha
m ûr oldu ve bâzıları dediler k i : Cemşîd sebiyle kadehine şâirlerce «Câm-i Cem»
şâh ki A rablar «Metûşelah» derler, selâtîn-i denildiğini yazdıjcdan sonra diyor k i :
Pîşdâdiyândan bir pâdişâh-ı m eşhurdur, «Ahîren keşf olunan H ind Brehmenîleri
nâm-ı-aslîsı «Cem»dir. A ktâr-ı arzı geşt esatirine bakılınca bu hikâyenin esâtîr-i Hin-
eyleyerek A zerbaycan vilâyetine gelip ol diyyeden me’bûz olduğu zahir olur.. H akî-
mevzii istihsân etmekle em r eyledi. Bir katan «Zerdüşt» Bfehmenîlerin dîninden ay-
m ürtefi’ m ahalde meşrik cânibine doğru m u rılıb yeni b ir mezheb îcâd etm ekle vata
rassa’ bir taht-i âlî kurdular. Kendisi da nından tard ve ihrâc olunarak Irân ’a dühul
hi elbise-i şâhâne giyib ve başında mücev etmiş ve binâenaleyh Iranîlere eski Hind
her ve müşa’şa’ tâc, ol tah t üzre m ülûkâne esâtîrini öğretm işdir. Irân-i kadîm in târihi
geçib k arar eyledi. V aktâ ki güneş tulü’ Zerdüştün kitabı olan «Zend A vesta»dan
edib şa’şaasi ol tâc ve tah ta dokundukda m e’hûzdur. im di H ind’in esâtîr-i kadîm esin-
bütün ol hâvâliyi garka-i n ûr ü ziyâ etmekle de «Cem Şid yâhut C am a $ida» ismiyle
herkes bu keyfiyyeti teyem m ün ve istis’âd Şemsden kinaye b ir m âbûd olduğu ve bu
edib ziyâdesiyle ferah-nâk oldular ve bu gün ismi terkîb eden kelimenin birincisi «hü
b ir yevm-i m üm tâzdır deyu ol güne N evrûz küm dar» ve İkincisi «güneş» m ânâsı ifâde
ile tesmiye eylediler. Vc Pehlevî lisânında etm ekle bu ism-i m ürekkebin «güneş-padi-
şua’ ve perteve «şîd» itlâk olunm ağla «Cem» şah» demek olduğu görülüyor. Şurası da
lâfzına izafe ile ol pâdişâha «Cemşid» dedi esâtîr-i hindiyye kitablarında m astûrdır ki
ler ve ol gün ceşn-ı azîm edib andan son «Cem Şid» dünyâyı halk ve îm âr etdikden
ra beher sene resm-i m erkum u icra eyledi sonra «Azi D ahaka» isminde cesim bir yı
ler...» lan veya ejderha zuhûr edib m âm ûreleri
tahrîb ve insânları itlâf eylediğinden Cem
N evrûz kelimesi A rablara «Neyrûz» şek
Şid «Seridûn» isminde b ir melek gönderib
linde girmişdir. K amus Tercem esi’n d e :
bu melek Azi D ahaka’yı itlâf ve halk-ı âle
«E n-neyrûz: nûnun fethiyle nevrûz-i F a
mi bunun m azarratından tahlis etmiş-
risî m uarrebidir ki yeni gün demekdir. Se
Bu masal, Cemşîd ve D ahhâk ve Feridûn
nenin, yâni sene-i şemsiyenin ibtidâ günü
hikâyesiyle bir olııb ancak m âbûd ve melek
ne denir. M iirad : ferverdînm âhın evvel gü
ve ejderhanın Zerdüşt tarafından hüküm
nüdür ki neyyir-i âzam in nokta-i evvel-i
darlara kalb edilmiş olduğu anlaşılıyor. Azi
H am ele tahvîl eylediği gündür. îm âm -i A lî
D ahaka ismi tah rif ve takdîm ve «D ahhâk
radiyallâhü anh H azretlerine yevm-i mez-
bûrda halviyyâta dâir nesne takdîm olun Tâzî»ye kalb edildiği gibi Fârisîde « *
NEVRUZİYYE 118 NUTUK
harfi bulunm adığından «Seridûn» ismi dahi G iyüb kabâ-yi reb îlsin i giil-i şâdî
«Feridun» yazılmışdır. N işîn-i gül-bün olub oldu hem-dem-i
G arâibden olarak İbn-i H aldun ve sair - N evruz
bâzı nıüverrihîn-i A rab âsân n d a dahi Dalı- Taravetiyle yüzü güldü gonce-i bâğio
hâk’in ism-i sahihi «Azi D ahaka» olduğu O lunca ınazlıcr-i feyz ü ıııükcrrem-i
m astûrdur. Azi D ahaka, kendisi yılan ol N evruz
duğu için bunu insana tahvîl etm ek iste H arîm -i bâğ o kadar cilve-rîz-i şevk olm ak
yenler dahi yılanla olan münâsebetini kayb K i görse Bâğ-i Bchişt ola mahrem -i
etm eyib om uzlarında iki yılan olduğunu id N evruz
dia etm işlerdir. Tazi, yâni A rab farz olun
ması bahsine gelince : Bu kelimenin «azi»- N İD Â : ( !->•’ ) Lügatde «seslenmek» demek-
dcn galat olacağı anlaşıl iyorsa da eski za dir. Edebiyatda İnşâ ıstılâhlarm dandır. (bk.
m anlarda Yem en miilûkünden birinin İran ’ İnşâ) N idâ : İnşâ-yi talebî’nin Temenni, Is-
da fütuhat ve mezâlim icrâ eylemiş olm a tifhâm , Em ir, N ehiy ile beraber 5 nev’in-
sından eben-an-ceddin bir takım nakliyyât den biridir.
tevarüs ederek o şahs-i mechûlün adı dahi M îzân-ül-Edeb’de bildirdiğine göre : «Ken
Azi D ahaka ile birleşdirilm iş ve h attâ ismi disine hitâb edilen kimsenin, yânt «Münâ-
nin dahi «D ahhâk» gibi bir kelime-i arabiy- dâ»nın dönüp bakmasını taleb etmekdir. Şu
yeye tahvil edilmesine sebebiyet vermişdir.» taleb için kullanılan edatların her biri «seni
İlk ve son baharların tes'idi demek olan çağırıyorum» demek mânâsındadır.
«Nevruz» ve «M ihrgân» İrânîlerin millî D ilimizde söz başlarına getirilmek şartıy-
bayram ları olduğu halde nasılsa A rablara ve le nidâ e d a tla rı: Ey, yâ, eyâ, â, be, hey,
T ürklere de geçmiş, bilhassa bizde N evruzun behey... dir. Bir de m ünâdâya (çağırılana),
mebdei ve Güneşin H am el burcuna intikali delâlet eden lafzın sonuna getirilen nidâ
saat ve dakikasında m acun, şeker gibi tatlı «â»sı vardır. «H udacendâ, K erîm â, Nâbi-
b ir şey yemek, yakın zam anlara kadar âdet yâ!.. gibi.»
hükm üne girmişdi. «Nevrûziyye» denilen bu Bazen nidâ edatının hazfedildiği de o lu r :
tatlılar ekseriya eczâhânelerde tü rlü bahârât «İlâhî!» hitabında v e :
ile yapılır ve m üşterilerine gönderilirdi. «D ostlar, ben şaşmışım bâl-i dil-i
Bunun gibi bâzı şâirler de bayram tebri dîvâneden»
kini hâvi kasideler yazarlar, o nlara da m ısraında olduğu gibi.
N evrûziyye derlerdi. Şâir M erâm î’nin oğlu
A rabca’da «Ey Allâh!» m ânâsında «Al-
olan Sadr-ı Â zam şâir Ram i Paşa’ıun mah-
lâhüm me» denilmesi gibi nidâ şekli de var
dûm u Re’fet Bey’in D âm âd İbrahim Paşa
dır.
için yazdığı bir nevrûziyyenin bâzı beyitle
rini aşağıya nakl ediyorum : N İS B E T : ( ) M eânî tâbîrlerindendir. İki,
H ayât-ı tâzc vcrib dehrc makdem -i N evruz yâhut daha çok şey arasındaki münâsebet-
H oşâ, erişdi mcşânı-i deme dem-i N evruz dir ki o münâsebeti bildirmeğe «isnâd» de
D ağıtdı leşker-i serm âyı sahn-i gülşcnden nilir. (bk. İsnâd, kelâm, haber)
K urunca bâr-gelıin şâh-ı ekrem-i N evruz
Nizâm-i tâzc bulub mülket-i çemen şimdi N U T U K : ( ) a) Bir kalabalığa karşı
Yetişdi vakt-i ferah-zâ-yi hurrem -i N evruz söylenilen tesirli sözler.
Bisât-i işretini bast-i bezm-i şevk etmiş b) İrfân sahasında ulu bilinen zatların
Serîr-i hıtta-i bağa yine Ccm-i N evruz m anzum sözleri.
O Z A N : Eski Türklerin hakîm ş â i r i:
o Ozan k elim esi: bilgiç dem ekdi
Şâir dolu, ozan yok O zanı olm ayan boy, hiç demekdi.
A ltın destan yazan yok. D oktordu, kâhindi, sâiıirdi ozan
O zanlar, hece vezni ile tertîb ettikleri m an Çalgıcı, oyuncu, şâirdi ozan.
zum eleri «Kopuz» denilen sazla terennüm O zanda her tiirlü m arifet vardı
ederlerdi. Edebiyat târihimizin birinci dev H er şeyi bilirdi, her şey yapardı.
resinde Türkün edebî zevki, bunların oku D üğünde, ölüm de, orduda, cenkde
dukları nazım larla tatm în olunurdu. İkinci D uyulurdu sesi başka âlıcnkde
devrede ise okumuş, yazmış T ürk şâirleri G üldürür, ağlatır, coşdururdu hep
yetişdi. Yüksek tabaka, şâirlerin yazılarını Yiğidi savaşa koşdururdu hep
okum aya başladı. H alk ise eskisi gibi ozan Neş’eye, m atem e, döğüşe, aşka
ların kopuz nağmelerine karışan sözlerini Saziyle, sözüyle hizm etden başka.
dinledi ve onlardan zevk aldı. N ihayet ozan «Sığır»da «şölen»de, «yuğ» esnasında
lar unutulJu, onların yerini halk arasında H akan otağında, T ürk obasında
yetişen ve «âşık» nâmı verilen «saz şâirleri» Söylerdi şi’rini, çalardı kopuz
tutdu. H ürm etle dinlerdi onu her oğuz.
Ozan vasfının 14. asrın sonuna kadar Ozan kelimesinin telaffuzu hakkında h a
kullandığı, o asırda gelmiş «Ozan» adlı bir tırım a gelen b ir ihtim âli şuraya kayd edi
halk şâ irin in : yorum :
Dilimizdeki «us» lâ f z ı: «şuur» m ânâsı-
G erçek âşık olanların nadır. N itekim , «Uslu otur!» denilir ve
Yüreciği y anar olur «Şuûrsuzca hareket etme!» demek istenilir.
H er cânibden şûriş ile N asıl ki T aram a Dergisi de bunun «akıl,
Şevki odu yanar olur akıllı, edeb, fetânet, fikir, hıış, idrâk, riya
set, rüşd, zekâ» demek olduğunu yazıyor.
diye başlayan bir m anzûm esinden anlaşılı
A caba «Ozan» dediğimiz de şu sayılan şey
yor. Ben M anzûm Bir M uhtıra’da «Ozan»ı
lerin sâhibi, yâni «şâir» m ânâsına olm ak
şöyle anlatm ışdım :
üzre «Uzan» mı olm ak lâzım gelecek?
Türkçede şâire «Ozan» denirdi H er halde m ütehassislarca dikkat edilme
Bu m ânâda «Baksı», «O yunnda birdi. ğe lâyık b ir mes’ele.
P
PA RM AK H tS A B I: Hece vezni. «Taktî1» es- P A R N A S İY E N : bk. Realizm.
nâsında hecelerin parm ak ucu ile sayılm a P A S T O R A L : Ç obanlara dâir m eâlini ifâde
sı, bu nâm ı alm asına sebebdir. Yine bundan eder bir tâbirdir ki k ır hayatına, köy âle
dolâyı «Vezn-i benânî» denildiği de vardır. mine dâir yazılan m anzûm elere derler. Bu
F a ’lün feil olm adan nüınâyan * tarzdaki şiirler eski Y unanistan’da başlam ış,
Parm ak ile idi bizde evzân «İdil» (Idylle) ve «Eglog» (Eglogue) diye
Ziya Paşa ik iy e a y rılm ıç « lı.
(bk. H ece, vezni, vezn) İdiller yalnız sahra tasvirlerinden ibâret-
KAKTA’ 120 RECEZ
di. Egloglar ise kır hayatına dâir bir piyes Ç am ların arası bülbül kafesi
demekdi. Y unan şâirlerinden T eokrit, Rom a H epsi de eşine yalvarm asında
şâirlerinden «Virjil» pastoral şiirleriyle te-
m eyyüz etmişlerdi. Bizde ilk defa pastoral Açmış kollarını yükselen çam lar
şiir Hâm id Bey’in Sahrâ ismindeki manzûm H er dalın ucundan ay nûru dam lar
eseriyle göründü. M ehmed  k ifin Safahât’m Benekli ışıklar altında dam lar
6 ncı kitabını teşkîl eden  sim Unvanlı ese Sanırsın nakıştır baş yazmasında
rinde K artal köyünü tasvir eden parça, biz-
Burası sevdanın en hoş b ir yeri
dcki pastoral şiirlerin en nefisidir. Eski di
Köşesi, bucağı sevgi mahşeri
vânlarım ızda kır, çöl, dağ, tepe, çayır, çe
Bir gönül olam az o hisden beri
m en ve bahar, yâhut kış tasvirleri varsa da
Gençliğinde, h attâ kocamasında
onlar pek hayalî yazılardır. Binâenaleyh
pastoral sayılam azlar. V aktiyle Y akacık kö
D erler ki «kocamaz gönül» meseldir
yünde yazdığım şu manzûm eye pastoral bir
K albim de aşkına dâim m ahaldir
eser d e n e b ilir:
Aksi gül çehrenin hâlâ güzeldir
Pcnccre öniindc oturaıakdayım G önlüm aynasının inçe pasında
Bir dağ başındaki köy odasında
Benim göğsümde de vardır b ir gönül
E trafa hayretle bakınm akdayım
O gülşende sensln taravetli gül
M ehtablı gecede, yaz havasında
Ölüm gözlerime çekmedikçe tül
D enize uzanm ış dağın eteği H ayâlın başım ın d u ru r tasında
O vayı kaplam ış b ah ar çiçeği
Saçm akda nurunu ateş böceği Bu güzel m anzara, bu parlak gece
K uytuda parlayan donanm asında Seyrini doğrusu saym adım hiçe
A vutdum kendimi yoksa gizlice
U zakdan gelm ede denizin sesi
Zihnim de yüzünün parlam asında.
D uyulur rüzgârın hafif nefesi
R
R A K TÂ ’ : ( .I k î j ) Lügatde «benekli, ala R EB’ : ( ) A rûzcıılara göre «Fâilâtün»
calı» dem ekdir. Bedî’cilere göre bir harfi
cüz’ünü b ir takım illet dolayısıyle- «Feil»
noktalı, bir harfi noktasız kelim elerle yazı
şekline koymakdır. İkinci şekle «merbıı'»
yazmak san’atidir. M uallim N âcî bu san’ate
denilir.
misâl olm ak üzere farisîden :
Ç ün m en ez-hecr-i peri-ruh, sanem-1 RECEZ: ( ) Lügatde titremek mânâsına
tevbe-şiken gelen bu kelime, arûz tâbirlerindendir ve bir
Besi âşûb küned bülbül-i hoş-tab’-i çemen bahrin adıdır. Bahr-i Recez esasen : «Müs
[M â n â sı: Çim enin hoş yaratılıştı bülbülü, tefilü n , m üstefilün, m üstefilün, m ü stefi
tevbesini bozan peri yanaklı güzelin ayrılığı lün» cüzü’Ierinden ibâret olub, 15 kadar fü
yüzünden benim gibi çok huzursuzluk gös rûu vardır. Bu fer’ler ile isimlerini aşağıya
terir.] yazıyorum . Bizde kullanılmış olanları da
beytini nakl ettikden sonra : «Türkçe misâl gö steriy o ru m :
bulam adık, bulm ayı arzu da etmiyoruz.» di 1— M üstefilün, m üstefilün, m üstefilün,
y o r. DuBÜnkr h a rf oiatcnıiuıizdc b u n a z aten m ü stefilün :
im kân yoktur. M üsemmen-i matvî
R E D D -Ü L -A C Ü Z 121 R E D D -Ü L - A C Ü Z
Sarsılıb sarsar-i hicran ile fikrim T âhir, D oğar da mihr-i cemâlin senin hayâlimde
D öndü bir fırtınay a sabr ü sükûnum bu Fezada n ûr aram am ben bütün leyâlimde
gece M ükevvenât uyuyorken tehayyülünle senin
o larak m atla’da îrâd edilmişdir. Böyle yap Sabâbı karşılarım tatlı hasb-i-lıâlimdc
maya «redd-i m atla’» demek daha münâsib A bî-vefâ, nc kadar da vcfâlı yâdın var
olacak sanıyorum . B ırakm ıyor beni tenhâ şeb-i melalimde
REDD-1 M A T LA ’ : ( ) Rcdd-ül-acüz O dur enis-i m elalim, odur ncdînı-i dilim
O nunla dcrdlcşirinı ân-i ibtihâlim de
bahsinde söylenildiği veçhile gazel matlaının
Seıı ey vefadan olan bî-mısîb Iıilkntde
birinci, yâhııt ikinci m ısraını, m aktaın son
Z afer mi hissediyorsun acıklı hâlimde
m ısrâı olarak îrâd etm ekdir. Şu gazelimde
Ccrîlı-i firkat iken dil, siltâm-ı lıccrc yine
olduğu g ib i:
N işâne bulm a dilersin şigeste bâlimde
Elli üçü buldu sâl-i öm rüm V efâlı yâdına cândan lıezâr şükran ki
R ü ’yâ m ı imiş misâl-i öm rüm B ırakm ıyor beni tenhâ şeb-i melâlimde
Bilmem ki nasıl gelib de geçdl D ikkat olunm uşdur ki bu gazelin altıncı mıs
M eçhul bana meâl-i öm rüm raı, m akta’ın ikinci m ısrâı olarak tekrarlan
M âm ûre iken harâb c oldu m a d ır. Eski divânlarda pek görülmeyen,
K âşâne-i pür-bayâl-ı öm rüm fakat yeni şâirler tarafından yapılan şu ha
G ündüzlerim oldu leyl-i yeldâ rekete «Redd-i m ısrâ’» Unvanını muvafık
Subh olm uş iken leyâl-i öm rüm bulduğum için o ünvân ile târife çalışdım.
Eyyâm -i seâdeti hayâtın Redd-i m atla’, yâhut redd-i m ısrâ’da tekrar
Olmuş gibi pây-mâl-i öm rüm lanan m ısrâın ehemmiyeti ve m aktaa m ünâ
Çöllerdeki iz gibi silinmiş sebeti bulunm ak şartdır. Aksi takdirde nâ
Y âdım daki kîl-ü-kal-i öm rüm zım ın kafiye kıtlığına uğram ış olduğu anla
K alm ış geride menâzil-i-şevk şılır.
G itm iş ileri rihâl-i öm rüm Yeni şâirlerden bazıları, birkaç kıt’adan
Bir bâdiyedir hayât şimdi ibâret bulunan manzum elerinde o kıt’aların
Pür-havf ü h atar mceâl-i öm rüm birkaçını tekrarlıyorlar; bunu niçin yapdık-
Âvâre-i deşt-i zindeganî larını vc yapılan harekete nc isim verilmesi
K ılnıakda beni dalâl-i öm rüm lâzım geldiğini tâyîn edemiyorum.
Bilgiyle, buluşla kurtuluş yok
R E D İF : ( j j ) Kafiyeden sonra tekrarla
B unlardır olan vebâl-i öm rüm
nan kelimeler, (bk. Kafiye)
N oksanım ı anladım , bu oldu
Elli senelik kemâl-i öm rüm REF’ : ( ) A rûzculara göre «m üstefilün»
B ir m sf asr İçinde heyhat cüz’ünü bir takım illet dolayısiyle «fâilUn»
H iç m i oluyor m enâl-i öm rüm şekline koym akdır. İkinci şekle m erfû’ der
H îçîye tekayyüdüm nc gaflet ler.
O ndan ötürü m elâl-i öm rüm
R E K Â K E T : ( c .î* V j ) Lügatde zaiflik demek
D cryâ-yi m elale guta-hârını
dir. Belâgatcilere göre ifâdenin zaif, naz
Çcşmimden akar Ieâl-i öm rüm
Bir göz yaşı, b ir gönüldür ancak m ın âhenksiz .olması m ânâsınadır. Selâsetin
zıddıdır. ö y le sözlere de «rekîk» tâbir olu
G ûş-âvcr-i hasb-i-lıâl-i öm rüm
nur.
G aybûbetin ey lika-yi m ânâ
E lfâzı rekîk ü pür-tenâfür
A rtırm ada infiâl-i öm rüm
D o ğ sinem e ey senâ-yi vahdet H er tab’-i selim eder teneffür
Ziya Paşa
K alksın aradan zılâl-i öm rüm
Refi’-i K âlâyî’nin ram azana dâir bir ka
Y â R ab ne zam an o ân-i mes’ûd
sidesinden alınan şu beyitler g ib i:
E lli üçü buldu sâl-i öm rüm
N ola ayılsa görünce o, «İm ambayıldı»
R ED D İ-M ISR Â ’ : ( £_ ./'*■* J j ) Bir m anzûm enin N akd-i aklini «T atar böreği» etmiş garet
m atlaındakilerden başka b ir m ısrâı m akta’- «Paça»ya tırnak ilişdirse elinden aslâ
da irâd etm ekdir. Şu gazelimde olduğu g ib i: A lam az yaka-paça olsa da chl-i hidmet
REMEL 123 REMAZÂNİYYE
«Enginar»a diyerek yer o «Cehennem 15— Fâilâtün, fâilâtün, fâilün :
topuzu» Müseddes-i m ahzûf (arûz ve darb)
Bulsa «Cennet sıvası» kimseye vermez 16— Fâilâtün, feilâtün, fa’lân :
nevbet Müseddes-i sâlim sadr ve ib tid â : m ahbûn.
Şöyle «Bunbar» ile parm ağım ı fark Haşvler, m aksûr, arûz ve darb
eylemeyiib 17— Fâilâtün, feilâtün, fa ’lün :
K apdı, alınca elinden kati çekdim zahmet. Müseddes-i sâlim sadr ve ibtidâ, m ahbûn.
Destini keş deme «Kcşkckndcn anasın H aşvler ve mahbûn-i m ahzûf, arûz ve darb.
yanıl ıb Edebiyatım ızda bu bahrin ekseriyete 2.,
Sonra «Keşmiş» diyerek hiç sana vermez 3., 6., 7., 8., 9., 14., 15., 16. vc 17. vezin
fursat. leri, nadiren de, 1., 4., 5., 11. ve 12. vezin
leri kullanılır.
R E M E L : ( J-*J ) Lügatde «koşmak ve h a
R E M E Z Â N 1Y V E : ( ) «Teşbîb»i Re-
sır örmek» m anasınadır. A rûz ıstılahında
bir bahrin adıdır. Bahr-i Remel esasen : mezân m evzûuna hasredilen kasideye deni
Beher mısraı 4 «fâilâtün»den ibaret olub lir. Eski şâirlerin, b ir kısmı câize alabile
uğradığı illetler dolayısiyle on tane de zi ceklerini ümid ettikleri adam ları, bir kısmı
hafı vardır. B unlarla isimlerini ve bizde han da saygı duydukları kimseleri m ünâsebet
gilerinin kullanıldığını aşağıda gösterdim : düşdükce yazdıkları kasideler ile öğerlerdi.
1— Fâilâtün, fâilâtün, fâilâtün, fâilâtün : Bahar, yaz, kış gibi mevsim ler, ram azan
lar, bayram lar kasîde tanzim ve takdim inin
M üsemmen-i sâlim
en m ünâsib demleri sayılırdı. D ivânların
2— Fâilâtün, fâilâtün, fâilâtün, fâilân :
birçoğunda «Bahariyye, Sayfiyye, Şitâiyye,
Müsemmen-i m aksûr (arûz ve darb)
Remezâniyye, lydiyye der-şitâyiş-i fülân»
3— Fâilâtün, fâilâtün, fâilâtün, fâilün :
serlavhalı kasideler görülür.
M üsemmen-i m ahzûf (arûz ve darb)
Enderûnlu V â sıfın tehzîle kaçan b ir Re-
4— Fâilâtün,. feilâtün, feilâtün, feilâtün :
mezâniyyesini — o vakitki cem ’iyyct ahva
Müsemmen-i mahbûn-i sâlim (ibtidâ)
lini anlattığı için — nüm unc olarak nakle
5— Feilâtün, feilâtün, feilâtün, feilâtün :
diyorum :
M üsemmen-i mahbûn-i sâlim (ibtidâ)
6— Fâilâtün, feilâtün, feilâtün, fa’lân : Sad şükr gelen mâlı-i şerîf-i R em ezâııdır
M üsemmen-i m ahbûn sâlim sadr, H akk’ın niam ü rahm eti mebzûl-i cihandır
m aksûr, arûz ve darb M ebzul olursa n ’ola in’âm-i İlâhî
7— Feilâtün, feilâtün, feilâtün, fa’lân : M ecm û’-i cihân ni’met-i H akk’a nigerândır
M üsemmen-i m ahbûn sâlim sadr, In ’âm-i H udâ olduğu bu mâh-i siyam ın
m aksûr, arûz ve darb D ikkatle nigâh edene giin gibi iyândır
8— Fâilâtün, feilâtün, feilâtün, fa’lün : Rûzıı, rulı-i dilber gibi rıışcn-tcr ii şeffaf
M üsemmen-i mahbûn-i sâlim sadr ve Şâmı, çü ham-i zülf-i siyeh m üşg-feşândır
ibtidâ, mahzûf, arûz, m aktû’, darb Bir ni’met-i H ak’d ır ki vürûd-i meh-i rûzc
9— Feilâtün, feilâtün, feilâtün, fa’lün : T ahtinde hezârân kerem ü lu tf nihândır
M üsemmen-i mahbûn-i sâlim sadr ve Sanm a meh-i nev doğdu, pül-i n û rdu r
ibtidâ, m ahzûf, arûz m aktû’ darb andan
10— Feilâtün, fâilâtün, feilâtün, fâilâtün : Cünd-ı şeh-i gufrân-i İlâh î güzcrândır
M üsemmen-i meşkûl-i sâlim (arûz ve darb) M iftâh-i der-ı kenz-i atasıdır İlâhın
11— Fâilâtün, fâilâtün : Zannetm e hilâl-i meh-i rûze lem eândır
M urabba’-i sâlim A çıldı yine m ısra’-i dervâze-i gufran
12— Feilâtün, feilâtün : H ak ’dan taleb-i m ağfirete vakt ii znm ândır
M urubba'-i m ahbûn Bil kadrini zîrâ ki bu şehrin Şeb-i K adr’i
13— Fâilâtün, fâilâtün, fâilâtün : Bî-şek sebeb-i m ağfiret-i âlcm iyândır
Müseddes-i sâlim Bârân-ı sinşg ile dökülse n ’ola isyan
14— Fâilâtün, fâilâtün, fâilân : Bcrg-i giinclı ü m a’sıyetc vakt-i hazandır
Müseddes m aksûr (arfız ve darb) H e r câm i’-i zîbende b irer kasr-i ferah-bahş
REMZ 124 ROMANTİZM
Fevvâre-m isâl ayn-i cihan, havz-i cinândır Selâseti dolayısiyle su gibi akıb giden sözlere
Fevkinde niicûnı-i felek âvîbte kandîl denilir. N aci’nin :
G ûyâ ki hilâli dökülen âb-i revândır T a’dîl-i elem etm edin ey şi’r-i revânım
C âm i’de değil şu’le-i la’lîn-1 kanâdîl Sen dur, yürüsün eşk-i demâdem-cereyâmm
Dâğ-i dil ii hûn girye-i m estân-i zam andır beytinde olduğu gibi. «Revân b ir şi’r» de
Pây-i hum -i seng-i A yasofiyye’de şim di nildiği gibi «revân bir ifâde» tâbiri de kul
M ey-hâre, (ii tâk-i rez-i ter girye-kiinândır lanılır.
Sanm a yed-i zâhidde görüb siibha-i m ercan
R E V Î : ( <£)j ) Kafiyenin son harfi. «Mü-
H ep dîde-i rindândan akan katre-i kandır
£1 yum ak içün nûş-ı mey-i rûh-fezâdan reddef» m anzûm elerdeki redifler revlden
R indân-i zam an râh-rev-i şâd-revândır sonra başlar, (bk. Kafiye)
K alb edeli şiirb-i m eyi berşe gece m estân R 1 D F : ( J j j ) Revlden evvel bulunan, mâ-
T iryâkî-i m enhus gibi m cnkabe-hândır kabli m eftûh elif, m akabli meksûr yâ, mâ-
E trafın a keyf clıli n’ola göz-kulak olsa kabli m azm ûm vav harfleridir. Mûlâd
G ûş ii nigehi vakf-i m enârât-i ezandır
N ccm-i f el eki görse sanub habb-i , âbâd Jİj ' kelimelerindeki elif
miizebheb ler, lâtif , zarîf kelimelerin
Neşveyle hem ân nağme-serâ-yi hezeyandır
deki yeler, mem nun j y ? , m ahzûn j j J ^
Y aklaşdı yine rûze deyu der-seher-i îd
Keyf elıli laıııaııı b ir seııe vakf-ı lıalccâm lır kelimelerindeki vavlar gibi. (bk. Kafiye)
Tiryakiye nâgeh R cm ezân geldi denilse R İK K A T : ( ) İncelik demekdir. T elaf
«Lâ havle...»-künân d er elem inden ne fuzu kulağa hafif gelen kelimelerin söyleniş
zam andır?
keyfiyetidir. Böyle kelimelere «kelimat-i ra-
Tedkîk-i nazar eyle şu takvîm e b irader kîka» denilir. R ikkatin mukabili «Cezâlet»-
Ü flâdc-i lıavfetm e bizi belki yalandır dir. (bk. Cezâlet)
A nım â yürüm üş bu sene sür’atle m übarek R O M A N E S K : İnsanların hayatını ve ihtiras
Y â s â l, y a sâ’î-i gurûb-i R em ezândır larını tasvir eden yazı nev'i. B unlar bakikî
İşlerse ciger-gâhına gam la n ’ola b u dâğ oldukları gibi hayâli de olabilirler. Y âni
İşler, yine im sâk-i duhân ile dum andır m uharrir isterse tarihî ve içtimâi b ir hâdi
A fyon-hâr ağırlanm ak ah afd ir k i gıdâsı seyi mevzu’ ittihâz eder, dilerse kendi b ir
B ir fincan ağır kahve vü b ir lüle duhândır vak’a tasavvur ve tasvîr eyler. Elverir ki
G österm e sakın sofrada y er sûfîye, yoksa yazdığı hakikat gibi görünsün. Bu yazıların
D il-sîr olam az tâbe pilav yahni kapandır uzunlarına «Roman», kısalarına nouvelle
Bulsa yemeğe niyyeti v a r Iafz-i taâm ı denilir. Birinci lisanımıza aynen girmiş,
Ehl-i şikem ol rütbe geda-çeşm-i b aran d ır İkincisi «küçük hikâye» diye terceme edil
H ayrine çıkar sanm a m enâr üzre müezzin mişdir.
A kşam a k ad ar dûd-i taam a nigçrândır B ir de «efsâne» vardır ki «masal»ın mu
G ördükçe lıilâl-i felcki gürsine-çeşmân kabilidir. Olmamış ve olm ayacak şeylerin
Ser-sufra-i çerh üzre sanır pâre-ı nândır nakli demekdir. H ayvanlar lisanından yazıl
Kıırs-i nıchc bu diş bileyiş v ar iken anda mış sözlere de «efsâne» diyorlar. Eskiden
M chdir o, değil ııân deyu gel, ersen beri bizde biiyük ve küçük hikâyeler olm ak
inandır
la beraber rom anesk tarzında yazılar Tanzi-
Z annetm e ıuclı-i nev gece ol zıvcr-i sad.'inm at’dan sonra tercem c ve taklid suretiyle
Şebdîz-i şcrcf-güsterine sîm palandır başlam ışdır.
Pâşâ-yi Ziyû-nâm ki tâb-i rıılı-i re’yi R O M A N TİZM — R EA L İZ M : Realizm, his
E nvar-i milıir gibi ziyâ-pâş-i cihandır ve hayâle kapılarak değil, müşâhede ve ha
kikate istinâd ederek yazı yazm a tarzı ki o
REM Z: ( ) bk. Telvîhat.
yolda yazılara «realist» (realiste) denilir.
RES: ( ) bk. Kafiye. Realizm 19 uncu asrın yarısından sonra
m eydana çıkdı. O ndan evvel de müteaddid
REV Â N : ( j l j j ) Lügalde «akan» demekdir. yazı mesleki vardı. O mesleklere dâir kısaca
ROMANTİZM 125 ROMANTİZM
ve topluca m alûm at alm ak için garb edebi b ir düşünce ile kalem oynatm ak tarzın a kla
yatına kuş bakışı bir göz gezdirmek lâzım sisizm, o yolda yazanlar ile yazdıklarına;
dır. «Klasik» (Classique) denildi.
Eski Y unanlıların esatîrî ve muhteşem 18. asırda F ran sa'd a yıkıcı bir edebi
b ir edebiyatı vardı. Bu edebiyat, L atin ede yat zuhûra geldi. O asrın edibleri yazılariyle
biyatını zuhura getirdi. Bir m üddet sonra saraya ve kiliseye hücum ediyorlar, bu is-
garblılar H ıristiyan oldular, yakalarını pa- tibdad m erkezlerini yıkm ak, halkı hürriyete
pasların pençesine kapdırdılar ve koyu bir kavuşdurm ak istiyorlardı.
cehalet karanlığında kaldılar. Fikir, kilise 19. asırda «rom antizm » (rom antism e)
nin düşündüğü, ilim; kilisenin öğrettiği idi. göründü. R om antizm , klasisizmin zıddı de
Kiliseye m uhalif düşünm ek ve yazm ak, ade nilecek m âhiyetde idi. Klasisizm, Y unan ve
tâ m ürted olm akdı. Binâenaleyh M ilâdın L atin edebiyatının m ukallidi, onlardaki sa
13. asrına kadar yazabilenler, kilisenin bit kaidelerin tâbii idi. R om antizm o kai
rızâsına muvafık dinî m evzûları, din lisanı delere uym uyor mevzuûnu Y unan ve Latin
sayılan, latince ile yazmışlardı. târihinden değil, h er yerden ve her şeyden
4ŞansQH v (Chanson) denilen ve «Truver» alıyordu. Klasisizmde tasvîr yokdıı. hisse
(T ro u v e o i^ y â h u t «Trubadur» (Troubadour) o kadar ehem m iyet verilm iyordu. R om an
tâbir edilen halk şâirlerinin okudukları tizm eşhası da, eşyayı da tasvîr ediyor ve
«Epik» (Epique), yâni kahram anca m anzu fikir derecesinde hisse de ehem m iyet veri
m eler bile dinî bir nıaksadla yazılıyordu. yordu. Klasisizm «ümen» (hum ain), yâni İn
13. asırda F loransa’da yetişen D ante, sanî idi. R om antizm ise m illî duyguları ih
«Divine Komedya» ismindeki eseri tiva ediyordu.
ni biraz da Ebu-’l-Alâ’nın Risâlet-ül-Guf- 19. asırda fen ileriledi. M etafizik ma-
rân'm dan ve Şeyh-i E kber'in F ü tû h ât’ından lûm atdan bazıları fen erbabınca ilim dâire
ilham alarak ilk defa olm ak üzre İtalyanca sinden çıkarıldı. Edebiyatın da hakikate is-
yazdı. tinâd etmesi, yâni his ve hayâlden ziyâde,
14. asırda yine İtalya’da zuhûr eden tedkik ve müşahede mahsûlü olm ası bazıla
Petrark latince eserleri okuyor, onlardan fi rınca ileri sürüldü. N eticede «realizm» (rea-
kir ve örnek alıyordu. O nlardan aldığı feyz lisme) denilen edebî meslek ortaya çıkdı.
ile İtalyanca olarak m anzum , m ensûr birçok Bundan sonra «Parnasiyen» (Parnassien)-
kitab yazdı; birçok da mukallidi yetişdi. Aç ler m eydanı aldılar. «Parııas» (Parnasse) ke
mış olduğu çığıra «Petrarkism » denildi. limesi, eski yunancada ilim, m aârif ve sa
15. asırda «Ümanizm» (Humanisrne) nayi' mâbudesine mensûb b ir dağın adı imiş.
denilen yazı tarzı ortaya çıktı. Bunun esa Mecâzen şiir ve şiirler m ânâsına da gelir
sı, Y unan ve Latin eserlerinden fikir ve miş.
örnek alm ak, b ir de beşerî, yâni gayr-i millî 19. asrın sonlarına yakın «M uâsır
b ir düşünce ile yazmakdı. Parnas» ünvanlı b ir şiir m ecm uası neşr
16. asırda T ransa’da «Pleyad» (Pleiade) edilmişdi ki âdetâ bir m ünlehabatnâm e (an
şâirleri yetişdi. Bıınlar R onsar (Ronsard) toloji) idi. G enç Fransız şâirlerinin eserleri
riyasetinde toplandılar. Köylü lehçesinden ni ihtiva ediyordu. P arnas m ecm uasında
ve başka dillerden kelime alm ak s u re tiy le eseri bulu n an lara «Parnasiyen». vasfı veril
Fransızcayı genişlettiler. Biraz sonra gelen di. Bunların üslûbu parlakdı, ifâdeleri ka
M alerb (M alherbe) ise fazla kelim eleri at palı ve ibham lı idi. E serlerinde his hâkim
mak, bayağı şiveleri kaldırm ak, nazım şekil di. Tasvire çok ehem m iyet veriyorlardı.
lerini m untazam kaidelere bağlam ak suretiy D aha sonra «Scnbolizm» (Symbolisme) de
le Fransız edebiyatını ıslâh etti. nilen rem zî meslek çıkdı. Bunun silikleri,
17. asırda «klasisizm» (classicisme) de m aksadlarını vüzûh ile değil, senbol, yâni
nilen yazı tarzı göründü. Y unan ve latin rem z ile anlatm ak, daha doğrusu an latm a
eserlerini taklid etmek, hisden ziyâde fikre m ak, âdeta «yazının m ânâsını sen bul!» di
ehem m iyet verm ek, süslü ve yüksek b ir üs- ye okuyucuya bırakm ak istiyorlardır. O nla
lûb ile yazmak, bir de millî değil, İnsanî rın iddiasına göre şiir, gönüldeki heyecan
RÜBÂÎ 126 RÜBÂÎ
dan ibârctdi. T ârif ve tasvir edilemez, an yana «Ahrem», «M efûlü» ile başlayana
cak telkin olunabilirdi. O hâlde okuyucuya «Ahreb» demişler.
fikir vcrm ekden ziyâde, onun müfekkiresini A hrem ve ahreb rübâîler on ikişer nevi’
hcyccana getirm ek lâzımdı. Bunu yapabil olduğundan rübâî şekli 24 nevi’ itibâr edi
m ek de senbolizm oluyordu. M usikinin na lir. Bunların cüz’leriylc isim len aşağıda gös
sıl terennüm lerinden zevk alınıyorsa senbo- terildi :
lik şi’rin kelimelerini de öyle duym ak, o n
ların m ânâsından ziyâde âhenginden m ü A hrem kısmı
tehassis olm ak icab ediyordu. (Bu hussûta
A hm ed H âşim ’in «Piyâle» adlı şiir kitabın 1— A hrem A hrem A hreb Eh tem
daki m ukaddim eye göz gezdirilebilir.) M ef’ûlün M ef’ûlün M efû lü Feul
2— Ahrem A hreb M ekfûf Ehtem
R Ü B Â Î : ( t / b j ) N azm şckillerindendir. D ört
M efûlün M efû lü M efâîlü Feûl
m ısralı vc 1, 2, 4 üncü m ısraları kafiyeli
3— Alırem A hrem A hreb Mahbû
olur. D ört mısraı kafiyeli riibâiler de v ar
M efû lü n M efû lü n M efû lü Feil
dır. O nlara «Rlibfıi-i m usarra’» derler. F ır
4— A hrem Eştcr M ekfûf Ehtem
zıılî’nin şu rübâisi g ib i:
M efû lü n Fâilün M efâîlü Feûl
L utf ile şcb-i ünıîdiuıi rûz eyle
5— A hrem A hrem A hrem Ezel
İkbâlim i tcvfık ile fîrûz eyle
M efûlün M efû lü n M ef’ûlün F â’
Leylâ gibi lafzım ı dil-efrûz eyle
6— A hrem A hreb Sâlim Ezel
M ccnûn gibi uuzınınıı cigcr-sûz eyle
M efû lü n M efû lü M efâîlün F â’
R übâinin «kıt’a, nazm» gibi dörder mıs
7— A hrem A hreb M ekfûf Mecbûl
ralı nazm şekillerinden ayrılm ası vezin do-
M efû lü n M efûlü Mefâîlü Feil
layısiyledir. Y âni sayılan şekiller, her ve
8— A hrem Eştcr Sâlim Ezel
zinden yanılabildiği hâlde rübâi, kendine
M efû lü n Fâilün M efâîlün Fâ’
m ahsus vezn ile tanzim edilir.
9— Ahrem A hrem Ahrem Ebler
R übâî şeklini İran şâirleri bulmuş, onlar
M efû lü n M efû lü n M efûlün Fâ’
dan A rablara ve T ü ık lere geçmişdir. Bu
10— A hrem A hreb Sâlim Ebter
lunm asına sebeb olarak şöyle bir hikâye
M efû lü n M efûlü M efâîlün F a’
nak) e d ilir : Saffâriyc hüküm darlarından
11— A hrem Eşter M ekfûf Mecbût
Y a’kub ibn Leys’in çocuğu, arkadaşlariyle
M efû lü n Fâilün M efâîlü Feil
«çukura ceviz atm a» oyunu oynuyorlarm ış.
12— A hrem Eşler Sâlim F.bter
Em îr-zâdenin attığı cevizlerden biri yııvar-
M ef’ûlün Fâilün M efâîlün F a’
lana yuvarlana çukura giderken çocuk se
vinmiş ve : «G altân galtân hemî-reved tâ A hreb kısmı
leb-i kûr, yâni : Y uvarlana yuvarlana çuku
run kenarına kadar gidiyor.» demiş. Sonra 1— A hreb Sâlim A hrem Ezel
bu söz, rübâi veznine esas ittihaz edilmiş. M efû lü M efâîlün M ef’ûlün F â’
Bunıı an ıza tatbik ile Hezec bahrinden çı 2— A hreb M akbûz Sâlim Ezel
karanın R ûdegî olduğu rivayet edilir. M efû lü M efâîlün Mefâîlün F â’
Teshîl-ül A rûz vcl-Kavâfî vel-bedî’ isimli 3— A hreb Sâlim Ahreb Ehtem
kitabda şöyle bir m ütâlea da v a r d ır : M efû lü M efâîlün M efû lü n Feûl
«A nlaşılan bu veznin nnibdiinin tûlii mî- 4— A hreb M ckfııf Sâlim Ezel
zan olm akla ZLİhre ve U târid vasat-i sem â M cf’ûlü M efâîlü M efâîlün F â’
da ve Şems ve M üşterî, ittisâl-i teslis ile 5— A hreb Sâlim Ahrem Ebter
yekdigere m uttasıl ve Zühâl ve M irrîh, na- M efû lü M efâîlün M ef’ûlün F â’
zar-i tcsdîs ile biribirine nâzır imiş ki hâs 6— A hreb M akbûz Sâlim E bler
vc âm bu vezne m eftun olm uşlar, eshâb-i M efû lü M efâîlün M efâîlün F â’
sınâût bu vezn üzre güzel elhanat yapm ış 7— A hreb M akbûz M ekfûf Ehtem
la r...» M efû lü M efâîlün M efâîlü Feûl
R übâiyi, birinci mısraın ilk cüz'ü itibâ- 8— A hreb M ekfûf Sâlim Ebter
riyle ikiye ayırm ışlar, «M efûlün» ile başla M efû lü M efâîlü M efâîlün F â’
RÜBÂÎ 127 RÜCÛ
9— A hreb Sâlim A hreb M ecbûb verm edikleri için şâir nazm şekilleri gibi o
M efû lü M efâîlün M efû lü Feil da unutulub gitmekdedir.
10— Ahreb Makbıız M ekfûf Mecbûb R übâî vezniyle yazılan m anzum eler dört
M efû lü M efâîlün M efâîlü Feil m ısrâ’dan fazla olm azken 17. asırdaki di
11— A hreb M ekfûf M ekfûf Mecbûb vân şâirlerim izden Şeylı-ül-tslûm Y ahya
M efûlü M efâîlü M efâîlü Feııl Efendi, rübâî vezniyle bir gazel yazmış vc
12— A hreb M ekfûf M ekfûf M ecbûb bir yenilik göstermişdi. O gazel şudur :
M ef’ûlii M efâîlü M efâîlü Feil
Bir dilde ki aşkın odu ola peydâ
H âşâ ki sivâ yanm aya Iıâşâk-âsâ
Şu iki kısım vezinlerden ahreb nev’ine H er katresi gûyâ ki bir âteş-pârc
dâhil olanlar, yâni «M ef’ûlü» cüz’ü ile baş A şk âteşini göz edemez lıîç itfâ
layanlar, ahrem vezinlerinden ahenkli sa D ilde ola nıı tâb-i celâle tâkat
yılmış, T ürk şâirlerince ahrem vezinlerinin Envâr-i cemâle doyanıazkcn cânâ
de hepsi değil, en ahenklileri kullanılm ışdır. O lm asa eğer mâye-i aşkın Iııımde
Eserlerimden birkaç rübâi : D ünyâya salar mıydı bıı suru salıbâ
Bir câın araya, dem gele şâyed sâkî
Râh-ı talebi kat’a naşirim sen ol D ök hûn-i dili şişeyi pâk et Yalıyâ
R ü’yetde benim çeşm-i haşirim sen ol
RÜCÛ’ : Bedî’ san’atlarındandır. Bir
Kıl rûhu yine vâsıl-i kurbiin yâ Rab
Ey ıııcbdc'-i crvâlı, musirim sen ol fikri daha kuvvetli anlatm ak için söylenilen
sözden caymış gibi davranm akdır. N aci’nin:
D erler k i : visalinde lıalâvet senden E rbâb-i teşâur çoğalıb şâir azaldı
H em , Iıâl-i firakında m erâret senden Y ok öyle değil, şâirin ancak adı kaldı
H cerin ne için böyle gelir bigâne beytinde olduğu gibi.
M aılâın ki lıcp vııslât ii firkat senden
D ikkat edilmişdir ya! N âcî şâir taslakla
C ildin gideli şevk-i siiııûlııını yokdıı rının çoğaldığını vc hakikî şâirlerin azaklı-
Malııııûri-i hicrana sabûlıum yokdu dığı söylüyor. Sonra «Yok öyle değil!» di
Sanma beni ey rûlı-i revanini, sağdım yerek sözünden caymış gibi davranıyor, da
Eyyâm-i firakında ki rûlıuın yokdu ha sonra «Şâirin ancak adı kaldı.» ifâde
siyle evvelki sözünü kuvvetlendiriyor. Şinâ-
H icranın ile fikren öliib bittim di sî’nin m eşhur «M ünâcât»ında :
Âyîncdcki aksime derdim kimdi?
tdrâk-i hayât etdi seninle avdet E der isyanım a gönlüm de nedam et galebe
G eldin bana bir rûlı getirdin şimdi Ncyleycyinı yüz bulam anı ye’s ile afvinı
talebe
H icranın ile sînc, elem perverdi dedikden sonra :
D il, mulıtczir-i ım ıztaribe benzerdi N e dedim? T övbeler olsun, bu da fi’I-i
Ey rûlı-i revân, avdetin etdi ilıyâ şerdir
Hoş âmedi vü lıayât-i nev âverdi Benim özrüm günelıimden iki kat
Rübâi, Acemler larafından îcâd edilmiş bed-terdir
olduğu için en iyi rübâiler Acem şâirleri N ûr-i rahm et niye güldürm eye rûy-i
lisanından sâdır olm uşdur. O nlar içinde de siyelıim
rübâi yazmakla şöhret alan H ayyâm ’dır. T an rı’nın m ağfiretinden de biiyük mü
A rablarda en ziyâde âşikane ve ârifâne rü günelıim?
bâî yazan şeyh Ömer ibn-ül-Fârid’dir. Bi beyitlerini irâd etmesi, riicfııın en güzel nıi-
zim divân şâirleri arasında ise H aleli, rübâî sallcrindcndir. Hâıııid Bey'iıı :
tanzimi ile iştihâr eylemiş, h attâ Nedim «M akber, m akber değil bir türbe, türbe
onun için : değil bir m âbed, m âbed değil bir küre, küre
H âielî, cvc-i riibâîde ııçar A nka gibi değil bir fezâ-yi bî-intihâ olm alıydı. H albu
demiş. ki bir m akber bile değil.» fıkrasında rücû--
Y eni şâirler rübâî nazm ına ehemmiyet lar, tekerrür etmişdir.
s
S Â D E L İK : Fikrin ve ifâdenin herkesçe ve m ak için sâkîden şarab istenilir. Bu, âdetâ :
kolayca anlaşılacak derecede açık olm ası «Bir kahve pişirin de biraz kafam dinlen
dır. N aci’nin : sin.» kabilinden b ir şeydir. İşte F uzûlî’nin
ö lm e k için eyledim tevellüd «Leylâ ve Mecnûn» da böyle bir ta le b i:
m ısraında olduğa gibi. Bir de «Sâdedilâne- Saki tu t elim ki haste-hâlem
likî> v ardır ki sureta safderunluk şevkiyle G am reh-güzerinde pây-m âlem
söylenilmiş gibi görünen, fakat hakikatde Şensin men-i m übtelâya gam -hâr
epeyice b ir ta’rizi ihtiva eden sözün keyfi Senden özge dahi kim im var
yetidir. Bu yolda söyleyiş yüksek bir zekâ M üşkil işe diişmüşem meded kıl
eseridir. Cenâb Şchabeddin’in — ekseri ya Mey lıirzi ile belâm ı red kıl
zıları gibi — şu tasvirinde olduğu g ib i: Şu da Nevres-i Cedîd’in nâtam am bir
«G azelserâ-yi bi hem tâ H aşan Vâcid Bey’i mesnevisinde böyle bir s ü â li:
takdim ederim . Kendisini tanıyanlar Acâib-i Sâkî kani kana benzeyen mey
Seb’a-i  lem in sekizincisi derler. Kâğıd K andır beni bâde sun pey-fi-pey
siklcli dâhil-i vezin olm adığı hâlde yirmi Âyînc-i cânıı meyle kıl sâf
okka kadar gazel yazmışdır. Senevi sarf et Seyr eyle cilıânı K af-tû-K af
tiği m ürekkeb, Terkos şirketinin su sarfi Meze ile m izaca âşinâ ol
yatı k ad ar b ir şey tahm in olunuyor. Âsâr-i İskender ü H ızr’a reh-nüm â ol
kudem â ile kesret-i ülfetden Üstüne başına Sâki bize ateş-i revân ver
eski divân râyihası sinmişdir. Y anınıza yak- Ser-çeşme-i H ızr’dan nişân ver
laşdığı zam an Lâleli kütübhânesine giriyo Sâkî ver o nıâ-bih-il-hayâtı
rum sanırsınız. Âsâr-i gazelserâ, zaman-i A ttâşa sebîl kıl F ürâtı
hâzırın dö rt asır gerisinde topallayan bir A ndan bana sun b ir iki kâse
divân efendisinin nükte ve kinâye ile şa T a kalm aya yaslı dilde tâse (tasa)
kalaşm asıdır...» Ol meyle m eşâm ım eyle tatyîb
Şu beyitlerde de sâdedilânelik v a r d ır : Tâ, şâlıid-i kıssaya verem zîb
Eylerim yc’s ile her yana nazar M ey sun ki olam fesâne-perdâz
G ö rü n ü r fezâ b ir karanlık m ezar M cstâne kıtam beyâna âğaz
Şu hicran gecesi uzar mı uzar T â dem çeke nây-i neyle hâm em
K ıyam et günü m ü gündüzüm benim G ül-gûn ola reng-i meyle nâm em
SA DR: ( ) A rûzculara göre bir beytde- Belki ola bu kitâb tekm îl
Bu ukdem ede şarab tahlil
ki birinci m ısrâın ilk cüz’ü. Son cüz'üne
U zunca ve manzûm hikâyelerde sâkî ile
«Arûz», ortadakilere de «Haşv» denir, (bk.
bu yolda m uhâtabe ve ondan zihin açıklığı
A rûz, Haşv)
için şarab m ütâlebe etmek âdetdir. Sâkî de,
SÂK1-NÂM E : ( j l —) Sâkîfıin ve şarabın şarab da burada birer sem boldür.
medhiyle sâkîden şarab talebine dâir divân Bir de ayrıca yazılmış sâkî-nâm eler var
şâirlerinin yazmış oldukları m anzum elerdir. dır ki onlar başlı başına b ir eser halinde
Sakinâm eler, ya m anzûm hikâyelerde ve dir. Fuzûlî’nin Farsça, A ynî’nin tasavvufî bir
söz arasında irâd edilerek ilham yolu açıl eser olan T ürkçe mesnevileri ayrıca birer
SÂKİ-NÂME 129 SÂKİ-NÂME
risale olduğu gibi N e fî ile Şeyh G alib'in A yb etme rûlı dersem, gör feyz-i iııbisâfıu
T ürkçe sakinâm eleri terkîb-i bend şeklinde llıyâ eden odur hep, rindân-i dil-figârı
dir. N âm ık K em âl’in de gayet p arlak bir C ân derse hûna çok m u gördükçe clıl-i
sâkî-nâmesi vardır ki kasîde şeklinde yazıl- hikm et
mışdır. O nu şuraya nakl ed iy o ru m : Bu reng içinde zâlıir ol feyz-i G ird-kârı
Bezm-i safâda seyr et ol câm-i gül-nlsân Rengin perdelerde tutsa n ’ola m akam ın
Bir lâle hey’etinde gör feyz-i ncv-bahârı Kim ser-be-ser tarebdir cism-i safâ-m edân
Açmış neşâtı-gûyâ her dilde b ir gülistan Sâkîsi H ızr-i irfân, bcznıi Behişt-i M a’nâ
Etm iş safâsı peyda her gözde âb-i câri M înâsı cevher-i cân, nıecrâsı feyz-i Bârî
T âb’-i hazîni kılmış pür-neşve-i taravet Dîvân-1 Cem’den eyler tarh-i nişane hâlâ
Koymuş aceb aceb kim gül şekline hezârı M ey-hânenin izam ı, peym ânenin vekarı
Pırâm eninde kalm ış aks-i dehân-i hûbân Bâğ-ı İrem ’den eyler arz-i nüm ûne gııyâ
Ol fassa benzemiş kim yakut ola kenarı Sahbâ-yi lâle-rengi, nıînâ-yi jâlc-dârı
Pehlû-yi şevka düşmüş bak şâhid-i şerâba M ey-hânc gül-sitândır, peymânc
Sarmış miyân-i nâzın gör câm-i şu’Ie-dân gül-feşândır
G ûyâ edib tabîat tertîb-i bezm-i eflâk Sâkî nihâl-i şûhu, mııtrib hezâr-i zârı
Âguş-1 M âha vermiş Nâlıîd-i işve-kân Bir gül-sitân ki etmiş feyz-i nesîm-i kudret
Y â eyleyib nıeşiyyet te’lîf-l tab ’i- âfâk Hcm-nüzhet-1 zim istân, hem-devlıa-i balıârî
Etmiş şefakla mem lû b ir alıter-i nehârı M utrib kıyâfetinde olm uş o bâğa bülbül
Y â eyleyib tenıâşâ bczın-i safâda gûyâ Uçmuş giil-i Bclıişt’in reng-i lıicâb ü â n
Hoy-riz-1 tâb-i lıaclet verd-i cemâl-i yârı Sâkî letâfetindc olm uş o hâke b ir şâh
Donmuş tehayyüründen mevc-i safâ-yi Fevvâre-i hayâlin âb-i safâ-nisârı
şeb-nem Sâkî m ürüvvet eyle, yok mu şerâb-i nâbın
H ayretle sû kesilmiş reng-i gül-i balıârî Olmaz mı d e fa fıırsat endııh-i rüzgârı
Ben telh-kânı-i aşkım, mest-i ıııüdânı-i
Y â eyleyib teccssüm silır ile hande-i yâr
aşkım
Âyîneden görünm üş cism-i lâtîf-vârî
M ahm ûr-i câm-i aşkım, malırûm -i lıûş-yârî
Y â eyleyip tehaccür kalb-i rakîk-i Cemşîd
H ûn-i ciğerle eyler âlem de dem-güzârî G önlüm dür ehl-i aşkın merd-f vefû-nihâdı
T ab ’ım dır ehl-i derdin şâh-i safi-şiârı
Pür-hûn ise aceb rai hâlâ dcrûn-i Cemşîd
T e’sîr-i bahtim etdi devrân-i çerlıi vârfın
Almış ecel elinden câm-i safâ-m edân
B ir neş’e v ar ki meyde m ahrûm unun K ıldım iâde ahd-i Cemşîd-i kâm -kân
sezâdır Yek-neş’e-i safâyını ol rütbe kim görülm ez
 h etse tâ-kıyâm et her sebze-i mezârı Bezm-i m ahabbetim de âsâr-1 bî-karârî
A rzın havaya çıksa erkân-i bî-sçbâtı
Ol mey ki eyleyince tertîb-i bezm-i fıtret
Hum-hâne-i ademde sâkî-i Feyz-i B ârî Ç erh’m zemine inse bünyân-i iistüvân
Peym ânc şeklin almış rindân içün neşâtı H er kntre lıun-i çcşnılm b ir ınevc-i bûdc-i
aşk
Taca temessül etmiş şâhân İçün Iıum ân
H er zerre dâğ-1 sînem b ir câm-i feyz-i
R ûh ile ittihadı b ir rütbedir ki bilmez
Bârî
M e’lûf-i cân-pczîri, mecbûr-i cân-nisârı
D ilden m i sâil olmuş, engûrdan mı peydâ Ol rütbe gark-i m eydir kim mû-bc-mtıy
cismim
Gözden mi sâil olmuş, peym âneden mi
cârî Olmuş neşât elimden kilk-i b ey in e sârî
Elınâs içinde yakut, envûr içinde günce H er satr-i nazm ım olm uş b ir ınevc-i
Cevherde âb-i cârî, m înâda rûh-i sâri bâdc-nıâncnd
G ûyâ kİ hûşe-i rez pistân-i M eryem olmuş Kim n uktalarla bulm uş zînet Iıabib-vârî
Kini rfılıdıır serâser flb-l safâ-nıerlârı Verdim nıidâd-i m eyle b ir dil-riihâya suret
Etm iş accb accb kim nev’-i nebâtı zî-rıılı H ep şevk tı neş’e cismi, lıep reııg ü fer
Bilmezdi böyle hakka dil, tab’-l rüzgârı izârı
R e’yin tutaydı rindân ehl-i tenasühün ger E tdim bu nazm-i terde rûh-i neşâtı tasvir
D erdim ki rûh-i Cem’dir olmuş nebâta M est eylesin safâsı Behzâd-i büt-nigârı
sâri Sâf u Iâtîf U nâzük clfâzı câm -m âncnd
F: 9
SALİM 130 SATİR
Uikr ü ferah u rengin m ânâsı bâdc-vârı cüme edilmişdi. Şimdi o m akam da «Yüksek
D önsün misâl-i sâgar bezmindc chl-i ta b ’ın san’atler» deniliyor. Edebiyat da yüksek
İrfanım ın cihânda kalsın bu yâd-gârı san'atler arasına katılm ışdır. Çünki; yük
Salıbâyn fûik oldu bu yâd-gâr-i rengin sek san’atlerden maksad, insandaki bediî
1'ür-ncş’c-i safadır am m â ki yok hıınıârı duyguyu hcyccûna getirm ekdir. Edebiyatın
Bu nazın-i terle ctdiın bî-câın dehri maksadı da rûha bedii heyecan verecek söz
ser-mest ler ve yazılar ibdâ’ eylemekdir. San’at bahsi
M ûdûın olursa lâyık Ccınşîd’iıı iştiharı «Hikmet-i Bedâyi’», yâni «Estetik»e âid ol
N âm ık yeler kelâm ın olsa ııe riilbe mu’ciz duğu için sözii uzatmayı münfısib görm ü
llzâııı miim kin olm az hussâd-i nâ-bckârı yorum. Yalnız, san’atden gaye ne olm alı
H iç eline fevt-i fursat, nûş-i şerâb-i ııâb et dır suâli karşısında iki muhtelif mesleğin
Âlem bahar-i fâni, öm r ise cûy-i câri. düsturlarını yazm akla iktifa edeceğim.
Bu mesleklerden b i r i : «San’at fayda sağ
SÂ LİM : ( |IL. ) Arûzctılaı'a göre eczasından
layıcı olm alıdır.» Öbürü : «San’at, san’at
hiç biri zihâfa uğram ayan vezn. Meselâ : içindir.» fikrini iltizâm eder. Birincilcr, her
4 m efâîlün ahenginin adı Bahr-i hezec mü- san’atin beşeriyete bir fâidesi olması, İkin
semmen-i sâlim ’dir. Ç ünki Bahr-i hezec’in ciler ise san’atın ancak san’at göstermek dü
asıl vezni olan «M efâîlün» cüz’ü hiç bir şüncesiyle yapılması fikrindedir. Bunlar,
tegayyüre uğram aksızın beytin iki m ısraında «San’atden fâide beklemek, san’ati kayd al
dörder dörderden sekiz defa tekerrür etnıek- tına almak demekdir.» derler. M erhum Sü
dedir. İki m üstefilün ahenginin adı da leyman Fehmi Bey’in Edebiyat k ita b ın d a :
«Bahr-i reccz m urabba’-i sâlim»dir. Zirâ «Ccm’iyet-i beşeriyye san'atden vaz geçe
«m üstefilün» kelimesi değişmeden — beytin bilir, fakat ahlâkdan aslâ. Müfsid-i ahlâk fi
iki m ısraında — dört defa tekrarlanm akda- kirleri, hisleri tebliğ edenler bihakkin birer
dır. mücıim-i edeb gibi telâkkî olunur. Fenalık
SÂ LİYY E : ( « J L ) H icrî yeni yılın tebrîk ları kisve-i dil-firîb-i şi’re sokarak sevimli
ve tevrîhini hâvi olm ak üzre yazılan m an göstermek bir kabahat, hem dc pek büyük
zume. Enderûnlu V â s ıf: bir kabahatdir. M ukaddes olan şi'ri, fena
G ül gibi açılmış endamın bu rengîn şâl ile lıkları, ahlâksızlıkları tervîc yolunda istimal
etmek afvedilir bir kusûr mudur?» der.
Başka suret bağlam ış lıUsniin bu şâl-i âl ile
beytiyle başlayan ve : SA NA Yİ’ : ( ) Bedî’ tâbirlerindendir. Es
Böyle târih arz edib her yıl desinler şâirân
Sa’d ola M alım ûd H ân ’a sâl bu ikbâl ile ki edebiyâtcılar, sözün mânâsını cisim, elfâ-
târihini ihtiva eden medhiyyesinin bâlâsına zını kisve, cdâda yapılacak hünerleri de
«Bcdîa» yâhut «San’at» nâmiylc süs sayar
«Kasîde-i sâliyye der-sitâyiş-i Sultân Mah-
lardı. Binâenaleyh ifâdenin o san’atlerle tez
mud ibnü A bdülham îd» ibaresini yazmışdır.
yini söz güzelinin siislcndirilmcsi addolunur
S A L M : ( p i— ) Lügatde kesmek demekdir. du. Bu san’atlerin bâzılan kelimeler dolayı-
A rûzculara göre «M cf’ûlût» cüz’ıınün «lât»- siyle olduğu için onlara «Sanayi’-i Lafziy-
nı hazf ile kalan «m cfûl» yerine «F a’lün» ye» denilirdi. Cinas, tenâsüb, tezad ve şâire
cüz'üııü getirm ekdir. İkinci surete «Aslem» gibi. Bâzıları da mânâ delâletiyle olurdu ki
derler, (bk. Aslem) onlara da «Sanâyi'-i Mâneviyye» tâbir edi
SA N ’A T : ( ) Bir şeyi ustaca yapabil lirdi. Hüsn-i ta’lîl, Tecâhül-i ârif ve şâire
gibi.
mek melekesidir. Bu meleke fıtrî olsa bile
çalışm ak ve uğraşm akla ilerletilir. K undura S A T İR : Frenklerin hicv (doğrusu hecv)e ve
boyacılığından ressamlığa varıncaya kadar hczle verdikleri isimdir. O nlar, bu gibi ya
mclekeli ve ustaca yapılan her iş bir san’at- zıları da didaktik, yani talîm i, daha doğrusu
dir. Bunlardan ressamlık, m im arlık, hey- hikemî neviden sayıyorlar. Satirde söğüp
kcltraşlık, bestekâılık gibi hünerli idlere sayma yoktur, ince bir istihza vardır. Bizde
F renkler «Beaux arls» demişler. Bu terkib bunun en güzel misali Ziya Paşa’nın «Zafer-
eskiden «Sanayi’-i Nefîse» diye dilimize ter nâmc»sidir. (bk. Hicviyyc)
SAZ ŞÂİRLERİ 131 SEC’
SAZ Ş Â İR L E R İ: Manzumelerini sazın âhen- Sen tren, ben vapurda pür-tcnıkîn
giyle terennüm eden halk şâiri ki bunlara A tılırken sen İskoç illerinin
«âşık» da denilir, (bk. Âşık) Sisli, yağm urlu, karlı, buzlu, fakat
Ccdd ii lıiııımct, vekar ü lıürriyyct
A Z E C : ( ç ö L . ) Fârisînin « S â d e m i—» ke
D olu peygule-i tem ekkününe
limesinden aynı m ânâya olarak arabcalaş- Bense nâzende Bosfor’ıın koline
tırılm ış bir kelimedir. K öhne, âvâre, bî-haber, bîzâr
 hırında «hâ-yi resmiye» bulunan keli Belki Cennet kadar tarâvet-dâr
melerdeki «hâ * »yi cime, dalı zâl ( i 1 F akat âlûdc-i kelâl ü kesel
Bir kenarında nıünharif, nıuğfcl
kalb ederek nakl eylemek, A rablarca kaide
addolunm uştur. Bu kaideye göre «Nümûde Bir hayâtın firâş-i uzletine
N e düşündüm bilir misin?...»
» kelimesi «Enmûzec »,
Fikret Bey’in nazm e tatbik etmeğe kal-
«sâde» kelimesi de «sâzec » olarak kışdığı şu tarz, eskilerce âdet değildi. O nlar
A rabcaya mal edilmiş, şckl-i m uarrebi bir fikri bir beyt, nihayet bir kıt’ada biti
Acemler ve T ürkler tarafından da kullanıl rirlerdi. M ısraları Fikret Bey’in ynpdığı gi
m adır. Ü sküdarlı Hakkı Bey’in divânına bi ulam a hâline getirmezlerdi.
Yenişehirli Avni Bey’in yazdığı m eşhûr tak SEC’ (S E C f): ( ) Lügatde güvercin ve
rizin :
kum ru gibi kuşların nağm elerini tekrarlam ak
Söz bir nefes-i sâzcc-1 bî-renkdir am m a
suretiyle ötm elerine denir. M uallim N aci’
Berhem-zcn-i suretkede-i kevn ü mekândır
nin «Kebûter» manzum esindeki :
beytinde olduğu gibi.
Sâzec kelimesinden bir de «Sezâcet «Hû! hû!»Iarı âh pek derûnî
Âşık beğenir bu crganutıi
» kelimesi uydurularak bâzı eserler
beytinde olduğu gibi.
de sadelik mânâsında istimal olunm uşdur.
Bedi'cilcre göre — kısacası — nesrin ka
Lügat-i N âci’de «sedâcet» kelimesinin sade
fiyesidir. Nitekim Cevdet Paşa da :
lik demek olduğu yazıldıkdan sonra «sâde»-
«Seci’ : F asılaların bir harf üzerine mu-
den m uarreb olan «sâzec»den alındığı ve vâfık olm alarıdır. Nesirde scci’, nazım da
kesret-i istimal ile zâlin noktasının düşdü- kafiye gibidir.» eliyor.
ğü ihtâr ediliyor. Efradını cûmi’, ağyârını mâni olm ak üze
SEBK : ( ) Lügatde «Bir mâdeni eritip re Recâizâde Ekrem Bey scci’i şöyle târif
bir kalıba dökmek» demekdir. Belâgatcilere e d iy o r:
göre : «İfâdenin tarz-ı tertibindir. «Mevsûl» «Seci’ itlâk olunan şey, nesre mahsus ola
ve «Mefsûl» olm ak üzere iki türlü sebk rak terkîb ve ibârelerde veya kelâmın fâsı-
vardır. lalarında, yalıud biribirine atfedilmiş ve ek-
Cümlelerin alf süreliyle birlcşdirilmesinc seriyâ bir lâfza bağlanm ış olan cümle vc
«vasi», ayrı ayrı ve kesik kesik olarak îrâıl fıkraların sonlarındaki kelimelerin harf son
edilmesine «fasl» denildiği için vasıllı vc ları vc harekât vc sekenatea bir bıılunmak-
müsclsel ibâreler yazmak tarzına «Sebk-i dan ibâretdir. Evvelki sııretdc olan csc’a
Mevsûl», fasıllı tahrir usulüne dc «Sebk-i «sec’-i mutlak», İkincisine «scc’-i mukayyed»
Mefsûl» adı verilmişdir. ve yâhut «sec’-i-rabtî» deriz. Dcvr-i İstilâ
Sebk-i Mevsûl; eski münşilerce marifet risâlesinden :
sayılırdı. Çok şükür bu münasebetsiz usûl «F akat hasmiyle çarpışm aya başlar başla
bırakıldı da yazmak mümkin olduğu kadar maz sevk-i rüzgâr, eczâ-yi vücûdunu târ-m âr
söylemeye benzedi. N azım da Sebk-i Mevsûl ettiğinden o âteşpâre-i celâdet yok yere
denilmesi lâzım gelen bir tarz daha vardı mahv oldu gitdi.» fıkrasındaki «rûzgâr-tar
ki Tevfik Fikret tarafından meydâna çıka mâr» sec’i, m erbut ve mııkayycd olm adığın
rılmış, gûyâ nazmı tabiilendirmek vc nesre dan, yâni «târ-m âm lan sonra gelen «etti
benzetmek hevesiyle yapıltnışdı. İşte birkaç ğinden» kelimesini «rüzgâr» lâfzına ilsak ve
m ısra’ : ilhak edemeyeceğimizden bu seci’ «sec’-i
SEC’ 132 SEC’
m utlak» envâından dem ek olur. H âlbuki o larak ...» fıkra-i acibesinde görüldüğü üze
yine «Devr-i Is tilâ 'd a n : re iç içe bulunan seci’lere «seci ender-seci'»
«H alefi Sultan O rh an 'İse evvel ham lesin adı verilmişdir. Bu fıkrada asıl sdei' «vâ-
de Bursa'nın bünyân-i mukavem etini zîr ü yedâr-i ibtihâc ü mesâr» ile «m esrûr ü min-
■Zcbcr vc o zam ana kadar rahş-ı gaza üze nctdâr» kelimeleri olııb «olarak» lâfziyle
rinde bî-karar olan serir-i hüküm etine bu bağlanm ışlardır. A radaki «me’nûs», «me’
'şehri garrâyı m akar etmişdir.» fıkrasında yûs», «zerre-mikdâr», «tâbir ü iş’âr» kelime
.«zîr-ü-zeber-makar»- sec’i «etmişdir» lâfziyle leri ise ayrıca birer seci’ teşkil etmişlerdir.
biribirine rabt ve bend olduğundan bu da
Seci’de esas, fâsılalarm , yâni fıkra ve
,«sec’-i mukayyed» ve nâm -i diğerle «sec’i
m ısrâ sonlarındaki kelimelerin son harfleri
Tabtî» kabilinden olm uş olur.»
biribirinin aynı olm asıdır. D aha açıkçası
E krem Bey'in bu târif ile anlatm ak iste «Revî» uygunluğudur. Seci'lerin veznen de
diği şudur k i :
tam , yâhut yarı uygun olm ası vardır ki
«Seci’Ier, ya cüm lelerin sonunda, yâhut
tam uygun olanlara «sec’-i mütevâzî», ya
arasında bulunur. Sondaki seci'ler, b ir ke
rım uygun olanlara «sec’-i m utarraf», ter-
lime vâsıiasiylc biribirine bağlanır vc o nla
si'i hâvi olanlara da «sec'-i murassa'» deni
ra «sec’-i-mukayyed» denilir. E krem Bey’in
lir.
ikinci misâlinde olduğu gibi.
A radaki seci’ler, b ir kelime ile yekdiğe M ektubunuz vâsıl, m eâlinden m eserret hâ
sıl oldu» ibaresindeki «vâsıl» ile «hâsıl»
rine m erbut olm adığı için «sec'-i mutlak»-
hem vezn, hem revî itibâriyle biribirine uy
dır. Yine Ekrem Bey’in birinci m isâlinde ol
gun oldukları için «sec’-i mütevâzî»dirlcr.
duğu gibi.
B ir de sec’-i m efrûk» vardır ki âdetâ re- «Sec’-i m u tarraflar revî itibâriyle bir,
dîfli kafiye dem ekdir. Sinan Paşa T azarru ’- vezn itibâriyle mugayirdir.» ibâresindeki
nâm e'sinde alınan şu fıkralarda olduğu gibi: «bir» ile «mugayir» kelimeleri veznen uy
«H angi Yusuf-i devrândır ki Züleyhâ-yi gun değillerdir. Y alnız revî itibâriyle müsâ-
zam ane dâm enini çâk etmemiş ola ve hangi vtdirler. Böyle bir tarafdan uygun oldukları
Süleyman-i zam andır ki dîv-i cihân anı tu- için «sec'-i-m utarraf»dırlar.
tub helâk etmemiş ola? H angi C em ’dir ki «Sözlerim evsâfınıza m ünhasır, gözlerim
encâm-i câmı ser-nigun ve kime devlet eriş- eltafınıza m untazırdır.» ibaresinin iki cüm
di ki âkibeti dlger-gûn olm adı? Hangi lâle-i lesini teşkil eden altı kelimeden ikişer tâ-
çemen-i m elâhatdir ki akıbet zübûl bulm adı nesinin biribiriyle veznen ve kafiyeten uy
ve hangi âfitâb-i felek-i sabâhatdir ki nihâ- gun olduğundan husule gelen seci' de mu-
yet üfûl bulm adı? H angi şehriyâr-i nîk-baht- sarra' olm uşdur.
dır ki dünyâ hevesinin hevâsında yelerken T ü rk nesri, eski zam anlarda — seci’ gibi
bî-raht U baht kalm adı ve hangi tâc-dâr-i külfetlere düşülmeksizin tabiî ve sâde yazı
sâhib-tahtdır ki cihân sarayının şeririne al lırm ış. Bu, O rhon âbidelerindeki yazılardan
danıp yaslanmış iken bî-tâc ü tah t kalm a anlaşıldığı gibi 14. asra kadar yazılan men-
d ı?...» sûr kitabların satırlarında da görülüyor. 15.
Vezâretinden ziyâde N âm ık Kemâl'in asırda yetişen Sinan Paşa, Acem nesrini
m eshûr bir m ektubu ile ün alm ış olan i r takliden kalem e aldığı T azarru’nâoıe'sinin
fan Paşa’nın : her fıkrasını müsecca’ olarak yazmış, ondan
«Bu vâkıa-i m eserret-efzâdan um ûm -i sonra eli kalem tutabilenleri, m utlaka seci’li
bendegân, vâye-dâr-i jbtihâc ii m esâr ve bit- yazm ak m erakı sarmışdır.
tahsis adem-i liyâkat cihetiyle m e’yûs ve ta- T anzim ât'dan sonra yetişen erbâb-ı ka
blat-i beşeriye iktizâsından olan tûl-i emel lem, müm kin olduğu kadar seci’siz yazm a
hükm ünce fart-ı ârzû ve iştiyak ile m e’nûs yı iltizâm eylediği gibi Akif, Reşid, R ifa t,
iken mahz-i-ni’met-i gayr-i m üterakkabe ol Âli ve Füâd P aşalar da bu husûsda ten-
m ak üzere maiyyet-i aliyye-i £safâneleriyle bihatda bıılunm akdan geri durm am ışlardı.
kâm-yâb olan bu abd-i zerrt-iılikdâr hârici Recâizâde Ekrem Bey’in T a’lîm-i Edebiyat'a
ezhlta-i tâb ir ü iş’âr m esrûr ü m innetdârl hâşiye olarak yazdığı şu fıkralar, eski Pa
SEHL-İ-MÜMTENİ’ 133 SEKT-İ MELÎH
şaların külfetsiz yazı yazdırm ak için ne ka beyti gibi cem’iyetli sözler söylemek, her söz
dar gayret ettiklerini .a n la tır : söyleyenin yapacağı bir iş değildir. Yeni
>
Pederim Rcctıi Efendi m erhum un kale eserlerden sehl-i m üm tenia misâl aranırsa
m e aldığı bir müsvejide-i resmiyyenin kena Mehmed A kif’in yazıları gösterilebilir.
rına Reşid Paşa- sürh (kırmızı mürekkeb) ile SEKT-İ M E L ÎH : ( £_;1‘ c £ - ) A rûz âhengi-
şu ibâreyj y azm ışd ı: « ... Tasvib ve tesrîb
seci’lerini birleşdirmek için m aslahat, ifâde-i nin bir nevi’ duraklam asıdır ki bazıları, o
sahîha ve selîSe. yolundan çıkarılm akdan ve duraklam ada kendilerince bir güzellik bul
ibareler ta’kîd olunm akdan ise sâdece ta’- dukları için «sekt» kelimesine bir de «me
bîrât ve hüsn-i ifâdât tarîki iltizâm buyu- lih» vasfı eklem işlerdir.
rulsa daha münâsib o lacağ ı...» Sekt, aruzun « M efûlü , m efâilün, feûlün»
veznine m ahsusdur ve onu « M efûlün, fâi
«Bir de alelum ûm m uharrerât-i resmiy
lün, feûlün» şekline koyup bir hecesini
yenin m ünakkah ve sâde ibârât ile muvaz
azaltm ak ve dolayısiyle ahengi duraklatm ak-
zafı sûrctdc yazılması vc hususiyle bunlar
dır. Divân şâirlerinden o vezinde mesnevi
da kat’â seci’ iltizâm olunm am ası 1262
yazanlar, bâzan sekt yapm ışlardı. Fuzûlî’-
(m. 1846) târihinde Meclis-i V âlâca taht-i
nin Leylâ ve M ecnûn’undan olan :
karâra alınm ışdır ki bu kararı hâvi m azbata
sûreti, m uharriri olan R ifa t Paşa merhûm un «G önlüne kati gelib bu bîdâd
m atbû’ mecmûa-i âsârında m ündericdir.» Yum şak yum şak dedi k i : sayyâd»
ve:
SEH L-İ-M Ü M TEN İ’ : (ç~ S J< ~ ) «H em ko «Sayyâd sakın, cefâ yam andır
lay, hem güç» m ânâsına bir tâbîrdir ki ga Bilmezsin mi ki kane kandır»
yet kolay göründüğü halde taklidine kalkı beyitlerinin ikinci m ısrâlarında olduğu gibi.
şılınca güçlüğü anlaşılan eserlere vasf olu Bu m ısrâlar şöyle taktî’ e d ilir:
nur. Misâl olm ak üzere en evvel hatıra ge Y um şak yum şak dedi ki sayyâd
len Süleyman Çelebi’nin Mevlid manzûme- M efû lü n fâilün feûlün
sidir. Ziya Paşa o m übarek m anzûm e il'- Bilmezsin mi ki ka ne kandır
İlâhî nâzım ı h ak k ın d a : T anzim at üstad lan n d an Ziya Paşa ile H â-
Y ok R ûm ’da M esnevi demiş çok mid Bey’in m anzûm elerinde «sekt»e çok te
İran ’a kıyâs olunsa hiç yok sadüf edilir. H ele H âm id Bey bililtizam her
Bû yolda İm âm -i ehl-i irfân m ısraı sektli bir m anzûm e yazmışdır. N â
M evlid eserin yazan Süleymân mık K em âl sektden hoşlanm ıyor, hattâ ona
O ldur şuarn-yi R ûm ’a üstâd «münâsebetsizlik» diyor. Ziya Paşa’nın H a-
O ldur eden ehl-i nazmı irşâd râbât’ını tenkîd için yazdığı Tahrib-i H arâ-
M anzum o menâkıb-ı mukaddes b ât’da Paşa’ya şu sözleri sö y lü y o r:
Isbât-i kem al içün anâ bes N e f î’nin :
Bilmem ne sühandir ol sühanler Zihî semend-i m ülayim ki hüsn-i reftârı
A şüfte olur hep işidenler U nutdurur dil-i uşşâka şîve-1 y â n
Y â R ab, o ne sûzlş, ol ne sözdür m atlam da olan ve Şeyh G alib’ı’n :
Sûretde eğerçi sâde, düzdür Evsâf-i Burak-ı F ahr-i Âlem
Aşk ü sülıan anda m üctem l’dir Rahşiyye-1 N e f î andan akdem
Başdan başa sehl-i m üm tenl’dlr medîhesine iktisâb-i m azhariyet eden kaside
D ö rt yüz seneden beri efâzıl sini bırakıb d a :
B ir söz demedi ana müm asil Bârekâllâh zihî rahş-i-hüm âyun-sîm â
Tnnzîrinc çok çalışdı yaran Ki komuş nâm ını Sultân-ı Cilıân Bâd-1
Kaldı yine bikr, misl-i K u r’ân sabâ
der ve hakka ki doğru söyler. Çünki, hem m atlaı ile ibtidâ eden ve Efendim izin :
şayân-i hayret b ir sâdelik iltizâm eylemek, A ncak görünür ki külfet etmiş
hem d e : G ûyâ cebr-i tabiat etmiş
Âmine H âtûn M uham m cd ânesı beytinin sekt-i melîh münâsebetsizliğinden
Ol sadefden doğdu ol d ü r dânesi kurtarılm ası iç in :
SE L Â M E T 134 SENÂJD
§
ŞÂ H -E S E R : ( J \ 0l i ) Fransızca «Chef- ziyâde ün alm ış olan E nderûnlu V âsıfd an
iki şarkı n ü m û n esi:
d ’oeuvre (Şedövre)», terkibinin mukabili ol
mak üzere kulanılm aya başlanılan bir tâbir. N eler çekdi dil-i nâ-şâd elinden
Bir şâirin, yâhut bir m uharririn en güzel Senin ey şûh m ufrib dâd elinden
eseri. H üsn ü Aşk, Şeyh G alib’in bir şah Kim etmez ney gibi fcryfıd elinden
eseridir. Senin cy şuh m utrib dâd elinden
Bir N a’timdc Resûlullûh (S.S.) Efendimize
Ç ü tan b û r inletib sûz-i nağanıle
şöyle hitâb etm işd im : Telim e değme ey m utrib sitem le
Ey şâh-eser-l m u’tcberi san’at-i H akk’ın D ef asâ sine germ ctdin elem le
Enmûzcc-i bî-şâibesi kudret-i H akk’ın Senin ey şûh m utrib dâd elinden
F ran sızcası: «Vaktiyle san’atkârların us
ta ünvanını alm ak için im tihan m akam ında Sakın ey şûlı m eh-pâre
yapdıkları itinalı iş.» m anasınadır. (Ş. Sami, G ülüb yüz verm e ağyare
Kamus-ı Fransevî). A çılm a her dil-âzûrc
G iyib gül gibi al hâre
Ş A R K I: ( ) Alelekser m urabba’ şek
Salın sahn-i çemen-zâre
linde yazılıb bestelenen m anzum elerdir. M u
rabba’ şeklinde yazılması ve ikinci nusrâınm Sana cy goncc-i zîbâ
dördüncü olarak tekrarlanm ası ve diğer N e giysen yaraşır âlâ
bcndlerin sonunda da tekrar olunm ası usul Çiçekli hoş beli am ınâ
dendir. F akat bu usule riâyet edilmemiş şar Giyib gül gibi al lıûre
kılar da vardır. Z am anında şarkılariyle pek Salın sahn-i çemen-zâre
ŞATR 138 ŞEKL
M uharrir-i âcizin iki ş a r k ıs ı: ŞEH-BEYT veya ŞAH B E Y T : ( ı
Sensiz ey neşvc-i rûb ağlıyorum
»i* e l i ) Bir manzum enin en güzel
A yrılık coşkunuyum , çağlıyorum
N c riikûdet, ne sükûn bağlıyorum beyti. Tek fakat güzel bir beyt de şeh-beyt
A yrılık coşkunuyum , çağlıyorum . olabilir. Nfmıık Kemâl'in :
N e efsûn-kâr imişsin âb ey dîdâr-i
Nigclı-i-şcvk ile ufka bakarım lıürriyyet
Çckdiğim âh ile kalbi yakarım
Esîr-i aşkın olduk, gerçi kurtulduk
Scyl-vcş balır-i fenaya akarım csâretdcn
A yrılık coşkunuyum , ağlıyorum ...
bedîası, hürriyet kasidesinin şeh-beyt’idir.
H icran gecesi yâdın ile çok oyalandım Yenişehirli Avni Bey m erhum un :
D ald ım da hayâlât ile maziye dayandım G el ser-i kabrim de d ur bir lâbza ey
B irdenbire envâr-i hurûşâna boyandım sîmîn-beden
A ymış, o bana lem ’a veren gördüm , N ûrdan bir serv dikmişler kıyâs etsin
inandım gören
Bakdım ona, lâkin seni sandım , seni müfredi de ayrıca bir şeh-beyt’dir.
andım
ŞEH K Â R: ( ) bk. Şâh-eser.
B îdâr idi çeşmim ki cihan n û ra büründü
G ök kubbenin avizeleri titredi, söndü Ş E H N A M E C İ: ( ) Osmanlı târihi
 lem açılıb sâlıa-i üm m îdim e döndü ne âid m uharebelerin nazmen yazılmasına
T üller arasından güneşin vcclıi göründü m em ur edilen şâir. O mem uriyete de «Şeh-
Bakdım ona, lâkin seni sandım , seni nâmecilik» denilirdi ki «Vak’a-nüvîslik»den
andım . eskidir. G erm iyanlı Ahmedî, lskender-nâm e
Tercem esi’ne zeyl olarak Süleyman Çelebi
Şarkı, Edebiyatım ızda hemen hemen 18.
zam anına k adar Osmanlı vakayiini nazm
asırdan itibaren yazılm ağa başlam ıştır. O n
elmişdi. F akat kendisinde resmî bir sıfat
dan evvel yoktur.
yokdu. Onun için Fâtih’in emriyle şehnâme
ŞA TR : ( ) Bir m ısraın yarısını hazf et tanzimine başlayan, fakat başladığı eseri bi
m ek diye tarif ediliyor. Bıınun açıkçası m e tirem eyen Şehdî, ilk şehnâmeci sayılmışdır.
selâ 4 «mefâîlün» veznini 2 «mefâîlün» şek O ndan sonra K anunî devrinde A rifî Fethul-
line koym ak dem ekdir. İkinci şekle «meş- Iah Çelebi, sonra Şirvanlı E flâtun, sonra Ür-
tûr» d e n ilir: miyeli Seyyid Lokm an şehnâmeci tâyin edil
Ç ocuklar, sa’y edin b er dem miş, Seyyid Lokm an 1005 de (1596 da) azl
M csâî-hânedir âlem olunarak yerinde T a ’lîkî-zâde, ondan sonra
Rcfâlıı, izzi, ikbâli da H ükm î Efendi şeh-nâmcci olmuş. H ükm î
G ö rü r sa’yi k a d ar âdem ölünce yerine kimse geçirilmemiş, İkinci Os
nazmı Bahr-i Hezec’den m urabba’-i sâlim m an devrinde K adıasker Gani-zâde N adirî
ve m eştûr b ir parçadır. Efendi, dördüncü M urad zam anında Erzu
rum lu M ülhem î Efendi de zam anlarına âid
Ş A Y G A N : ( ö ISj T-—- ) Cem i’ edatı ve sıfat-ı bâzı parçalar nazm etm işlerdir. Bunlardan
m üşebbehe alâm eti olan «ân» ile yapılmış bazı örnekleri, H arâb ât’ın I. bezminde bul
kafiyelere denilir. «Itâ’-i celî»yi hâvi bulu m ak müm kindir.
nan kafiyeler dc şâygûn nev’indendir.
ŞEKL: ( ) Lügatde sûret vc hcy’ct de
Bürhân-i kati’ Tercem esi’nde  sim E fen
di «şâygân»m bol m ânâsına geldiğini ve pa m ekdir. Edebiyatda bir manzûm enin mısrâ-
dişaha lâyık demek olduğunu yazdıkdan larının adedi ve kafiyelerinin vaz’iyeti dola-
sonra : yısiyle aldığı hey’etdir. (bk. Nazm )
ŞETER: ( ) A rûzda «mefâîlün» cüz’ü- beyti bin parça olsa şi’r nâm ını alam az.
nü «me» ve «î»sini hazf ile «fâilün» şekli Edebiyat, beliğ sözler ise, şi’r, en beliğ söz
ne sokm akdır. O şekle «Eşter» denilir. lerdir. Şi’r, hem nazm , hem nesir kisvesin
de tecelli edebilir. Bir söze m anzûm olduğu
ŞİBH-İ H ÜSN-İ T Â L ÎL : ( J J - î ) Bir için «şi’r»dir demlemeyeceği gibi m ensûr ol
hâdisenin vukuuna şâirâne olm akla beraber duğu için de «şi’r» değildir denilemez. Şu
kat'î olmayan bir sebeb göstermekdir. Muh- kadar var ki ekseriyet üzere, tabiat, m an
yiddin Râif Bey’i n : zûm olan şi’re nıcıısûr olan şiirden ziyâde
Niçin hamidesin cy çarh, söyle, boynunda me.yl eder. M eselâ la tif bir fikir nesr ile
Birikmiş ahların m ı vebali kalmışıdır? ■ şi’r denilecek suretde ifâde olunsa, yine o
beytinde olduğu gibi. Feleğin iğrilmesine in fikir nazm ile kezâlik şi’r denilecek sûretde
sanların çekdiği ahların birikib ağır basdığı beyân edilse tabiat, nazm a nesirden ziyâde
sebeb gösterilmek isteniliyor. Fakat bu hü müncezib olur. Bu da nazım daki o tabîat-
küm , kat’î olarak verilm iyor da : « öyle mi nüvâz âheng-i m ahsûsdan ileri gelir...» Şu
oldu?» diye soruluyor. İşte şu hareket, be- hâlde şi’r i : «şi’r-i manzûm » ve «şi’r-i men
dî’de «şibh-i hüsn-i tâlîl» denilen san’atdir. sûr» diye ikiye ayırm ak lâzım dır.
(bk. Hüsn-i tâlîl)
ŞİTÂ İY E : ( lü ) Kış münâsebetiyle şitâ
ŞİBH-İ İŞ T İK A K : ( O . ) Bedî’ tâ- (kış) tasvir edilerek yazılan kasideye denilir.
birlerindendir. Bir maddeden müştak ?ibi N edim ’in Üçüncü Sultân A hm ed vasfındaki
görünen, fakat hakîkatde öyle olm ayan ke kasidesinin teşbihinden birkaç b e y t:
limelerin bir arada bulunm asıdır. Bâkî’nin : O rütbe etti bu keskin soğuk zemine eser
Elemin Kayşa kıyâs etme dil-i m ahzunun M iyân-i cûyda göuı-gök kesildi N ilüfer
Y ok idi aklı, ne derdi var idi M ecnûnun Başında K ar saçağı sarık, arkada Sâde
beytindeki «Kays» ile «kıyâs»ın içtim âi gibi, Nice gezer bu soğuklarda bilm czcın a r’ar
(bk. İştikak) Şitânın etdiği bîdâdı miilk-i giilşcndc
Şİ’R : ( ) Lügatde, bilmek, tanım ak, kav Efendi, binde birin söylesem d o lar defter
ram ak m ânâlarınadır. Kam ûs Tercem esi’nde: Ayağı donm adı m ı lıavzın evvelâ başdan
«Bir nesneyi hoşça fehm edib zekâ, zihin Y a düşmedi mi çinârın eli çemende m eğer
ve fetânetle mezayâ-yi dakikasına varıb iyi K ani çemendeki germiyyet-i (arab şimdi
ce idrâk etmek.» diye tarif edilir. Aceb ne hâlde bülbül dedikleri kaşm er
Edebiyatdaki m ânâsına gelince, eskilere K oınaz getirmeğe bûy-i b a h â n bâd-i sabâ
g ö re : K enâr-i bâm da yahler durub yalın hançer
M evzûn, m ukaffa ve m uhayye söz demek Bürûdet öyle ki buzlanm asın deyu layık
dir. K onulsa penbeye yâkut-pârc vcş ahker
H albuki sonrakiler, bu telakkiyi doğru Kılıç gibi esiyor sarsar-i zim istanî
bulm uyorlar ve «Bir sözün şi’r olabilmesi N ihal giyse n’ola yahden âlıenîn m iğfer
için manzûm değil, güzel olm ası lâzımdır.» D üşüb bu gece tevârîhe fıkr-i gülle hezâr
diyorlar. Bu itibâra göre mensûr, fakat gü Ayâz kıssasın etdi sabaha dek ezber
zel b ir söz de şi’r sayılabilecek, demekdir. Şigesle-beste hele ben de b ir gazel yapdım
N âcî der k i : «Şi’r, edebiyatın en güzel D üşüb hayâlim e ol şûh ile geçen dem ler
parçalarıdır. Bu halde şi’r, edebiyatdan bir Şu sırm a saçlara birden sarıldı sevdâler
kısm-i hâs olmuş olur.» Şi’r denilecek sözün Emîn-i sîm-kcşân’a b u yıl göründü zarer
m utlaka manzûm olm ası lâzım gelmez. M e Fesend Muhtesib-i asre, Şeyhi ctdi bugün
selâ Fuzûlî’nin zam anı hükkâm ından şikâ Usûl ile fıçının tâ dibinde der-çenber
yet yollıı söylemiş olduğu : «Selâm verdim, Efendim , âh lıevâlar bııgiin soğuk diyerek
rüşvet değildir deyu alm adılar.» sözü beliğ Sokıılılıı koynuııa ol ınâh-pâreniıı ıııicıner
dir, binâenaleyh edebiyatdan m âduddur. Fa- Dcbriivânı ki seyr cyleyiib gelir yâda
. kat Sâbit’i n : M iyân-i Pâdişeh-i dîne bend olan hançer
Çerb ü şîrîni yiyip asık eder ham d ü sena ŞİVESİZLİK : Fasâhati bozan şeylerden biri
Hisse yok m u o söğüşden bize b ir pâre dir ki sözü, lisanın şî.vesine uygun söylem e
m eded mek, gerek kelimede, gerek kelâm da yanlış-
TABİİYET 140 TAĞLİB
lık yapm ak dem ekdir. Lisanım ızdaki şivesiz dır. G azeteler ve m ecm ualar bunların her
liğin başlıca sebebi, R um eli ve A nadolu m a türlüsünü ihtiva etmekdedir. N üm ûne gör
hallî lehçeleriyle konuşanların, yâhut yarım mek isteyenler onları miitalea buyursunlar.
yam alak öğrendikleri diklen anlam aksızın Şivesizliğe «şîveye mugayeret» de derler.
tcrcem e yapanların söyleyişleriyle yazışları
T
T A B İİY E T : ( ; ..X, ) Bir yazının edasının mek olm ak üzere «Ahmedler» denilmişdir.
A rabca’da tağlîb m akam ında tesniye sîga-
da, m üeddâsının d a tabiate aykırı düşm e
sı kullanılır ve bu istimâle «mütenâsibeyn-
yecek derecede olm asıdır. Fikirde tabiîlik,
den birinin tağlîbi» denilir. Bu yoldaki tağ-
düşüncenin hakikate, hisde tabiîlik duygunun
lîblerden bazıları Türkçeye de geçmiş ve
sam im iyete, hayâlde tabiîlik, kuruntunun ol
eski eserlerde kullanılm ışdır.
dukça tabîate, edada tabiîlik ise üslûbun
H arem eyn : M ekke ve M edîne, öm ereyn :
ifâde tarzına uygun olm asıdır.
ö m er-ül-F ârûk ve A m r ibnü H işâm , Hase-
T Â C -B E Y T : ( ^ ) Bir kasidenin sonla n e y n : H aşan ve H üseyin, Ebeveyn, Vâli-
rına doğru gelen ve nazım ının m ahlasını deyn : A na ile baba, K am ereyn : Ay ve G ü
ihtivâ eden beyt. N ef’î’nin H azret-i Mevlâ- neş gibi.
na vasfında yazdığı : N âcî Istılâhât-i Edebiye’sin d e :
M crlıabâ ey H azret-i salıib-kırân-i mânevî «Tağlîb, m ütekellim ile m uhâtab ve ga-
N âzım -i ıııanzûm e-i silk-i leâl-i M esnevi ibden ibâret olan eşhâs-i selâse beyninde da
m atla’lı kasidenin : hi cereyân eder. M ütekellim , m uhâtable ga-
N e fl-i uıu’ciz-bcyâuıın, bendc-i M ol!â-yi ibden daha kuvvetli olduğundan ikisine tağ
R ûm lîb olunduğu hâlde m uhatab, yalnız gaibe
N c H akînı-i Gaznevîyinı, ne Emir-i nisbetle daha kuvvetli bulunduğundan an
Dclılcvî cak ona tağlîb olunur. G aib, m uhataba,
beyti gibi. gaib ve m uhâtab, mütekellim e tağlîb oluna
maz.
TA Ğ LİB : ( -—liı ) M eâni tâbirlerindendir. M ütekellim in m uhataba tağlîbine m is â l:
«Bir şeyi başkalarına galib addederek onu Ben ve sen — sen ve ben — ben ve siz
cemi’ sîgasiyle îrâd ve diğerlerini de irâde — siz ve ben — biz ve sen — sen ve biz —
eylem ek»dir. biz ve siz — siz ve biz — yazıyoruz.
Ziyâ Paşa’nın H arâb ât M ukaddim esi’nde M ütekellim in gaibine tağlîbine m is â l:
ve İran ’da yetişen âlim leri saydığı sırada : Ben ve o — o ve ben — ben ve onlar
Bcyzâvîler, Zenıalışcrîlcr — o n lar ve ben — biz ve o — biz vc on
Şîrûzîlcrle Cevherîler l a r — onlar ve biz yazıyoruz.
demesi gibi. Beyzâvî, Zem ahşerî, Şîrâzî, M uhâtabın gaibe tağlîbine m isâ l: Sen ve
C evheri birer kişi olduğu hâlde zam anların o — o ve sen — sen ve onlar — on lar ve
daki iilema vc hiikemâya galib (üstün) ad s e n — siz ve o — o ve siz — siz ve onlar
dolunarak cemi’ sîgasiyle îrâd edilmiş ve — onlar ve ş iz — yazıyorsunuz.
B eyzâvî... ile m uasırları demek istenilmiş- Eşhas arasında câri olan bu tağlîb kai
dir. desine nazaran Kemâl Bey’in b ir m ektubun
«G elirken A hm edlere uğradım.» ibâresin- da olan şu ibârede «cehli» m akam ında «ceh
de tağlîb vardır. Çünki Ahm ed, âilesi efrâ- limiz» denilmek lâzım g e lird i:
dına galib addedilerek A hm ed ve âilesi de «Lakırdıyı yalnız kendi üzerine alıb da
TAHLÎ’ 141 TAHMÎS
münâsebetsiz söz söyleme, M âhiyyât-i ulûm «M üdrik-i tevhîd-i ef’âl ü sıfât
yazm akda yalnız senin değil, hepimizin, to olm akduyını»
pum uzun cehli mânidir.» diyor. «Cüm le zerrât oldu m eclâ aks-i vech-i yâr
ile»
1 A H L Î’ : ( ) Lügatde b ir şeyi b ir şey
den çıkarm ak demekdir. A rûz ıstılahında ö y le b ir tad var ki vuslatdc, o bczuı-i
«m üstefilün» cüz’ünde «habn» ve «kat’»m n urda
içtimâiyle «m ütefil» yerine «feûlün» cüz’ü- D îde, sîr-i zevk olm az neşve-i m anzûrda
nün getirilmesidir. O şekle «m uhalla’» de Hâhiş-i «zidnî» d u rur h er nazra-i
nilir. (bk. M uhalla’) m ahm urda
«N âr-i lıicrân izdiyâd eyler dil-i ıııalırûrda»
TA H M İS s ( ) Bir gazelin, her beyti
«Ceşm-i bîniş fer bulunca lem ’a-i dîdâr ile»
ne üçer m ısrâ’ ilâve ederek onu m uham
mes (beşleme) hâline getirm ekdir. İlâve su Aşk, ey A rş’in de, F erş’in de m edâr-i
retiyle vücûda gelen m üşterek m anzum ele hilkati
rin en çoğunu tahm isler teşkil eder. H attâ Sende fânî o lm adır öm rün yegâne lezzeti
kasidelerin tahm is edildiği divânlarda görül- K alb-i T âhir zevk edinm işdir o
mekdedir. m es’ûdiyyeti
İstanbul R üsûm at (G üm rükler) Baş Mii- «Aşkn istiğrak ile V assâf, buldum snfvcli»
dürlüğü’nden m ütekaiden vefât eden H acı V aridât-i aşka erdim v ân m ı, îsâr ile.»
Hüseyin V assâf Bey m erhûm un mütesavvi- H er beyte ilâve edilen 3 er m ısrâ, yuka
fâne bir gazeliyle tarafım dan yapılan tahm i rıdaki gibi esâs beytin üstüne değil de, b i
si aşağıya nakl o lu n m u şd u r: rinci ve ikinci m ısralar arasına yerleştiril
Ben didlşmekden usandım savlet-1 ağyar ile m ek sûretiyle yapılan tahm islere «Tahmîs-i
Cây edindim külbe-i ahzânı kalb-i zâr ile m utarraf» denir. Y ahya K em âl’in, Bâkî’nin
D em -güzânm şimdi nây-i sîne-i bîm âr ile b ir gazeline olan tahm isi bunun en güzel
«İnzivâda zevk-i halvet buldu dil, dil-dâr m isallerinden b ir id ir:
İle» «Fcrm ân-i aşka cân iledir inkıyâdım ız»
«Kevser-i vuslatdeyim ben H ayder-i K errâr P ü rd ü r hayâl-i y âr ile h er lâhza yâdım ız
ile» M cvkufdur o m âlıa sam im î fuâdım ız
 hir varınca haddine hestî-i şadım ız
Nükte-1 «firrû ilâllâh»ı duyub aldım sebak - «H ükm -i K azaya zerre k ad ar yok inâdım ız»
Y e’se diişdüm halkdan, oldum dahil-l
bâb-i H ak «Baş eğmeziz cdâniyc dünyâ-yi dûn içün»
Parladı rûhum da aşk-ı A hm edî misl-1 felak E tdik fedâ zavâhiri şevk-i derûn içün
«Sîne-1 Sînâya döndü kalb-i âteş-nâke bak» Satdık m etâ’-i öm rü mey-i lâ’I-gûn içün
« tn ’ikâs-i nûr-i pâk-i scyyid-iil-cbrâr ile.» Nevbef çalınca rihlct-i miilk-i sükûn içün
O lduğundan fi’I-i H ak, birdir bana i’zâz ü «A llâh’ad ır tevekkülüm üz i’tim âdım ız»
zül
«Biz m üttekâ-yi zer-keş-i câha dayanm azız»
M cşrcbimce ayni zevki verm ede zehr-âb u
Bâlîn-i bahti cây-i m übâlıât sanm azız
m ül
Pervâne-vâr şem’-i m ükâfata yanm azız
Biil-aceb b ir bülbülüm yeksân benim çin
İkbâl içün m cvâ’id-i İblîs’c kanm azız
h âr ü gül
« H akk’ın kenıâl-1 lûtfu n ad ır istinadım ız»
«Ol k adar müstağrak-1 ezvâk-ı vahdetdir
gönül» «Zülıd U salâha eylemeziz ilticâ hele»
«V asfına tâkat yetişmez nîru-yl g üftâr ile» Â sâr-i ittikaya bedel câm alub ele
D ünyâda varım ız yoğum uz vermişiz yele
B ir hazân üftâdcsi yaprak gibi
Çekmckdcyiz kavâfil-i uşşâka m eş’ale
solm akdayım
«Tutdu egerçi âlcm -i kevni fesadımız»
Pûy-m âl olm akda zevk-i m ânevi
bulm akdayım «M eyden safâ-yi bâtın-i h um dür garaz
B in boşaldıkça onunla dâim â hem ân»
dolm akdayım D eğmezdi yoksa sekrine peymânc-1 m ugan
TAKFİYE 142 TA’KÎD
ile r d in i içinde seyr cdilür başka b ir cihan sizlik yapılmış, ondan dolayı da ta'kîd hu
Şürb-i m üdâm içün niye kıldık fedâ-yi can sule gelmişdir. Çünki; m a'şûkanm bir yüzü,
«E rbâb-i zâlıir anlam az aslâ muradım ız» yâni yüzünün bir tarafı örtülü de öbür ta
«M innet H uda’ya devlct-i dünyâ fenâ bulur» rafı açık mı, yoksa peçe örtünm üş bir gü
E l-hak gazelde neşve-i B âki beka bulur zel mi demek istenildiği birdenbire kesdiri-
A hlâf o nazm e gû$ (utarken safâ bulur lemeyecek sûretde m ânâ karışdm lm ışdır.
Tcştîrim iz bu sayede az çok bahâ bulur Eğer «Yüzü örtülü bir m a'şuka» denilmiş
«Itâkî kalu r salıîfe-i âlem de âdım ız» olsaydı o karışıklık yapılmam ış olurdu.
Yahyâ Kemâl, bu «nnıtarraf» tahm isine 1926-1929 y ıllan arasında intişar eden
«Teştîr» demekde ise de keyfiyet bir zühûl «Hayât» mecm uasının 41 inci nüshasında
eseri olsa gerektir, (bk. Teştîr) m ündcric bir m ektub tercemesi şöyle başlı
N edîm de, «Hcm-m ahlasım» dediği Ne- yor :
dîm-i K adîm ’in b ir gazelini m u tarra f olarak «Aziz zevcem ve şimdi A llah evinde hem
tahm îs etmiştir. şirem Em m a’ya...»
H angi şekliyle olursa olsun tahm îsde baş B uradaki «Allah evi» m anastır mânâsında
lıca şart, ilâve edilen m ısrâlarla esâs şi’rin kullanılm ışdır. Lâkin o terkib, dilimizde o
bir m ânâ bütünlüğü göstermesidir. Bu, bir m ânâyı ifâde etmediği için garib olan o
nevi' edebiyat kuyum culuğudur ki herkesin tâbirin kullanılm ası ibâreyi m uakkad bir h â
kârı değildir. Ü stâdânc olm ayan tahm isler le getirmişdir.
de esâs ve ilâve m ısralar biribirine ney-zen Lâfzî ta'kide bir iki misâl daha verelim :
bakışıyle bakarlar. «Beşinci H icret asrında zannediyorum ki
Y ahyâ K em âl’in, Ç anakkale zaferi m ünâ- . T ürk Edebiyatı ikiye ayrılm ışdı...» Bu ibâ
sebetiyle Sultan Reşâd tarafından makam -i re, «Zannediyorum ki Hicretin beşinci asrın
şükrânda yazılan v e : d a ...» diye başlam alı idi. Çünki «zannet
«Savlet etmişdi Ç anakkale’ye balır ii berden me» işi Hicret'in beşinci asrında vâki olma-
E hl-i tslâının iki hasm -i kavisi birden» mışdı. Sonra, «beşinci» sıfatı H icret'e değil,
m atlaiyle başlıyan, «Gazel-i H üm âyûn» diye asra âiddir. Hicret, beş defa değil, bilindiği
neşr edilen ve Kâzım Bey tarafından da bes gibi bir defa vâki olmuşdu.
telenen gazele olan tahm isi de m uvaffakiyet
«Mevlevî-hâne kapısında sâkin Seyr-i Se-
lidir. Aynı gazeli Fâzıl Ahmed, tehzil yo-
fâin İdâresinin M oda vapurunda tayfa A h
liyle, fakat başarı ile tahm îs etm iştir’ med oğlu M ustafa...» (İkdam gazetesi) Bu
T A K FİY E : ( ) Kafiyelemek demekdir. da şöyle olm alı i d i :
(bk. Kafiye) «Mevlevihane kapısında sâkin olub Sey-
risefâin...» Çünki Seyr-i Sefâin İdaresi Mev
TA ’K Î D : ( o-Aü ) Lügatde «düğümlemek»
levî-hâne kapısında değildi.
demekdir. M eâni ilmine göre ise bir sözde
«Evvelki gün Bakırköy’ünde inşâ edilmek-
ne demek istenildiği kolayca anlaşılam am ak-
de olan köprünün resm-i küşâdı icra edil-
dır. ifâdenin adetâ kör-düğüm edilmiş ve
m işdir...» (Son Saat gazetesi) Bu da şöyle
m ânânın sökiilcmcz bir hâle getirilmiş ol olmalı idi :
ması, bu ismi alm asına sebeb olm uşdur.
«Bakırköy'ünde inşâ edilmekde olan köp
T a’kid ya lâfzî, ya mânevî olur.
rünün evvelki gün...» Çünki köprü, evvelki
T a’kîd-i lâ f z î: ( ) Z a’f-i te’lîf gibi, gün inşâ edilmemişdi. «Evvelki gün» olan
g arabet gibi, şivesizlik gibi lâfza âid kusur şey, resm-i küşaddır.
lardan olur. M eselâ Süleyman Fehm i’nin L âfzî ta'kîdlerin bu gibileri, anlam ayan
Edebiyat kitabında şöyle bir ibâre v a rd ır: ları şaşırtır, anlayanları da güldürür, yâhut
« ... Bazıları o bulutları ince, zarif birer kızdırır. (Râşid) tarih in d ek i:
tüle benzeterek semâyı b ir yüzü örtülü m a’- «1200 senesi Cümadclnhircsinin 25 inci
şûka gibi severler.» İşte bu ibarede «bir» gününde K ahire vâlisi olan K edhüda Ahmed
adedi, m âdûdu olan «m a’şûka»dan uzak düş- Paşa’nın âzim-i dâr-i beka olduğu haberi
düğü, «yüzü örtülü» sıfatı ikisinin arasına vücud etm ekle...» fıkrası gibileri ise anla
girdiği için hem za’f-i te’lîf, hem de şîve- m ayanı da, anlayanı da birdenbire tereddü
TA’KÎD 143 TAKRÎZ
de uğratır. O târihdc Alımcı! Paşa M ısır va T A K R İZ : ( ) M anzum , m ensur bir
lisi mı olmuş, aynı târihdc irtihal m i etmiş,
eseri nazm en, yâhut neşren m edh e tm e k :
yoksa vefalı haberi o gün mü gelmiş; kes-
Etdi takrizine sarf-i nıüknct
dirilcmez.
Kcçeci-zâdc M ıılıam mcd İzzet
Takıd-i m a n e v î: ( t f >;--• a-i-ı ) Sözün sebk-ü- Takrizin bu m ânâya olan A rabca ccm'i
rabtında kusûr olm am akla beraber m ânâsın «T akrizâtsdır.
da vuzuh bulunm am akdır. Sami’nin : T a k riz : M edhi hâvi olan yazı m ânâsına
H âzır ol bezm-i m ükâfata eyâ mest-i da gelir. Bu m ânâda A rabca cem ’i «Teka-
gurur rîz» olur.
Ralıne-i seng-i siyah penbe-i m înâdandır N âcî diyor k i : «Ekser takrîzât, kitab gö-
beyt-i meşhuru gibi. Lâfzî bir kusuru olma- riilmeksizin yazılır.»
. dığı hâlde açık bir m ânâsı da bulunm ayan Nevres-i Cedîd’in dîvânını Y usuf Kâmil
bu beyt, bazılarına göre, «K arlar, nasıl ka Paşa basdırdığı vakit, Ziya Paşa nesr-i m u
ra taşı rahnedâr ederse, ey kendini beğenme rassa’» tarzında b ir takrîz yazmışdı. Nevres
sarhoşu olan, sen de m azlum ların göz ya- dîvânında m ünderic bulunan o takrizden
şıyle bir gün belânı bulursun.» demek imiş! birkaç f ı k r a ;
Ahmed Hâşim’in : «H er güher-i m untazam ki zînet-i kadr ü
D alların zirvcsiııdcyiz ancak i’tibâr olm az, mâdûn-i hazef ve bir eser-i
Y arı yoldan ziyâde yerden uzak m uhterem ki kıym ct-i neşr ü iştihar bulm az,
Yarı yoldan ziyade ınûha yakın m akrûn-i telefdir. Cihan, bir gerdûne-i acîb-
mısraları da hemen hemen böyledir. (*) dir ki seyerâniyle her mevcudu nâ-m evcud
ve zam ân, bir tâbune-i acîbdir ki deverâniy-
(*) Bu şi’rin şöyle bir hikâyesi v a r d ır ; le her m âdûdu nâ-m âdûd kılar. Âkil odur
D aha sonra, Ahmed Emin Y alm an’ın re ki him metini ikame-i âsâr-i m arifete kasr ve
fikası olan Rezân  rif H anım , H indistân kâmil odur ki kudretini idâme-i ezkâr-i men-
orm anlarındaki hayvanların hayâtını tasvir kabete hasr eder. Fuzalû-yi cihanın ser-
eden bir İngiliz edibinin Jongl adlı kitabını bülcııdi vc şüarâ-yi zam anın ercüm endi Saâ-
İngilizce’den T ürkçe’ye çevirmeyi, Ahmed dctlu Osman Nevres Efendi ki üç lisânda
Hâşim de metindeki şiirleri nazmen terceme tanzîm-i eş'âr ve güç zebanda tahkîm -i âsâr
etmeyi kabullenm işlerdir. Ahmed Hâşim, bu etmeğe kadir bir şâir-i m âhirdir, âsâr-i ber-
şi’ri, İngilizce metindeki «M aym unların Şar güzîdesinin misâl-i hâtır-i efles târ-tâ r ve
k ıs ın d a n , Rezân H anım ’ın neşren terceme- eş’âr-i pesendîdesinin çü hâl-i şâir-i Nevres
sine dayanarak nazmen ifade etm iştir. H ır târ-m âr kalm asına nakkad-i kâm il, vakkad-i
çınlığı m âlûm olan şâirle H anım ’ın eserin fâzıl, fahr-i efâzıl, mihr-i fevâzıl, yâni Re-
intişârından önce araları açılınca manzum is-i Şûrâ-yi D evlet U bbchetlû, devletlû Y u
tercemeden vaz geçilmiş, Ahmed Hâşim dc suf Kâmil Paşa H azretleri râzi ve kail ol
bu şi’ri — terceme olduğunu açıklam adan — m am akla ol m ecm a’-i kem alâtın ferm âniyle
ayrıca neşr etmiştir. Zâten birinci beyt, bu cem ’ ü tertib ve ol m enba’-i inâyâtın ih-
îzâhât zaviyesinden bakılınca, aydınlanır. sâniyle tab' ve tebvîb kılın d ı...»
«D alların zirvesindeyiz ancak» mısrâı, insan Yine o dîvân için Tebrizli M uallim Feyzi
lardan ziyâde m aym unlara yakışır, işte bu Efendi’nin yazdığı m anzum takrîz ve ta
husûsun bilinmemesi, manevî ta’kîd töhm e rih :
tine yol açmıştır. Zihî eblak-süvâr-i arsa-i nazm-ii siilıcndânî
«Yarı yoldan ziyâde yerden ıızak Ki koydu pâ-piyâde Icy-süvârân-i
Yarı yoldan ziyâde mâlıa yakın» scbak-lıânı
beytinin de, Ahmed H âşim ’e asla intihal ve Diyâr-i R ûm ’un ol nnzın-âznıûdc
sclh suçu yüklemeden, F erdî T ârîhi’ndcki kahram anı kim
«Zemine ırak, âsmâna yakın» m ısraını — tc- M iisalıhar eyledi seyf-i siilıaıılc nıiilk-i
vârüd ve tasâdüf kabilinden — okşadığını İran ’ı
burada kayd etmeyi lüzfımlu gördük. Nükuş-i lıâmc-i mıı’eiz-tırûzı nakşa-i
Kemâl Edib K ürkçüoğlu Bclızâd
TAKSİM 144 TAMS
N igâr-i kilk-i sibr-engizi sûret-nânıc-i mûnî sim edilmiş olm ası şartdır. Y âni kelimenin
N c hâcet ben sitayiş ey leyim ol yan sı bir durakda, yarısı öbür durakda ol
nükte-pîrâya m am alıdır. Y ukarıki m ısrâda bu taksim ya-
K i şâlüddir kenıâl-i zâtına divan-i zi-şânı pılm ışdır. F a k a t:
M cânîsi serâpâ vâridat-i âlem -i gaybl G afil yolcu gafil yolcu
M cbânîsi serâser m a’ni-i âyât-i K ur’ânî Ozan yok «kı rık» yay ucu
K eşide kanıct-i lıûbân gibi m ısrâları
beytinin ikinci m ısrâında taksim e dikkat
mevzûn
edilmemiş, m tsrâdaki kırık kelimesi âdeta
D cnıîdc lıatt-i nınlıbûbân gibi cbyatı
o rta yerinden kırılm ış, b ir hecesi birinci du
rûlıânî
rakda kalmış, öbür hecesi ikinci durağa geç-
Sezadır ger kelâm -i pâk ii nazm -i
mişdir. K elim elerin duraklara taksim edil
tâb-nâkiyçün
meyişi hece vezninin âhengini bozar.
D iyâr-i K uds’de tahsînler etse rûlı-i H âkanî
A rûzda ise bu şart yokdur. Y âni keli
H cnien-lek eyâ ser-mest-i câm-i bâde-i
m enin b ir kısmı bir cüz’de kalır, b ir kısmı
valıdet
öbür cüz’e geçer. O rada dikkat edilecek
Ki lcb-rîz-i safâ kıldı kelâm ın bezm-i şey, hecelerin sayısı ile açık vc kapalılık uy
rindânı
gunluğudur. Meselâ :
Kem âl-i acz ile târîh-i tab ’ın arzeder Feyzi
M efâîlün m efâîlün m efâîlün m efâîlün
Basıldı Ncvrcs-i âlî-C cnâbın şi’r dîvânı
dörder heceli dört cüz’den müteşekkil bir ve
h. 1290 (M. 1783)
zindir. Bunun açık ve kapalı hecelerini şöy
T A K S İM : ( ) Bedî1 tâbirlerindendir. le göstereb iliriz:
M üteaddid şeyi zikr ve her birine olan sı
fatı tâyîn ve tahsis suretiyle nisbetdir. (bk. Buna göre tanzim edilmiş o la n :
C em ’) N e efsunkâr imişsin âh ey dîdâr-1 hürriyyet
mısrâını şöyle takti’ e d e riz :
T A K T İ’ : ( ) A rûz tâbirlerindendir.
N c efsunkâr imişsin â hi ey didâ -ri hürriyyet
«Mevzûn bir sözü veznin eczâsına göre ayır
mak» dem ekdir. G erek arûzda, gerek p ar İnşâd esnasında uzunca okunan imâleli
mak bisabında her veznin durulacak yerleri heceler tak tî’de iki hece sayılır. Y ukarıki
vardır. B unlara arûzda «eczâ», hecede «du m ısrâda «âh» kelimesinin iki hece itibâr
rak» denilir. edilmesi gibi. (bk. H ece, imâle)
Veznin eczası, yâhut durağı kaçar heceli
TALEBİ yahud TA LEBİ YY A T : (
ise m evzûn sözün o n lara göre ayrılacak p a r
çaları da o kadar heceli olm ak lâzım dır. CjLJİ» ) M eâni tâbirlerindendir. M uhâtab-
A rûz vezninde cüz’lerin heceleriyle beraber da bulunduğu tasavvur edilen hulüvv-i zi
açık ve kapalı uygunluğu da bulunm ak ica- hin, tereddüd, inkâr hallerinden İkincisine
beder. Meselâ : göre söylenilmesi lâzım gelen sözler ki, o
K âinatın hâli dâim bî-karâr m ısraı : tereddüdü izâle edecek suretde te’kidli o l
Fâilâtün fâilâtün fâilât ması lâzım dır, (bk. İbtidâ, inkâr, hulüvv-i
veznindedir. Veznin de mevzûnun da hece zihin, tereddüd).
leri açık ve kapalı itibâriyle ayrılırsa şöyle T A ’M İ Y E : ( ) M uam m â yapm ak, bil
o lu r:
mece söylemek meâlindedir. Ebced Hisabı
ile yazılan târîh tâbirlerindendir. Fazla, yâ
«İlm in hepsini dc b ir T ü rk bilmeli»
h u t eksik olan târîh m ısrâından veya cüm
m ısrâı hece vezninin altılı + beşli ölçüsüne
lesinden çıkarılacak, yâhut ilâve edilecek
göre yazılm ışdır. Bunu tak ti’ edecek, yâni
adedin kapalıca işâret edilmesinden ibâret-
duraklara ayıracak olursak :
dir. (bk. Ebced hisâbı, târîh)
«İlm in hepsini de + b ir T iirk bilmeli»
olur ve hecelerin sayısı duraklara uygun b u T A M S : ( (_r*k ) «Fâilâtün» cüz’ünü «tün»
lunur. hâline getirm ek ve yerine «fa’» şeklini koy-
Hece vezninde kelim elerin duraklara tak makdır. Bu harekete asıl «cahf» ve «fa’»
TANZÎR 145 TARDİYE
şekline «mechûf» derler, (bk. H acf ve mah- Bulursun clıl-i istiğnada isti’dâd lâzımsa
cûf) K apılm a delirin iğfâlâtına ahlâk bahsinde
Sana ol fende vicdâm n yeter üstâd lâzımsa
T A N Z İR : ( jd * - ) Bir şâirin m anzum bir
D enir tab ’-i beşerde ictim â’-i acz ii
eserine — alelekser gazeline — diğer bir şâ
nalıvctdir
ir tarafından aynı vezin ve kafiyede nazîre
Cihânın tavrını b ir hikm ete ısnâd lâzımsa
yazılm asıdır, (bk. N azîre) N azîre yazanlar,
E m în ol Iıaşrc sürm ez hasret-i erbâb-i
yazılarının sonunda asıl eser sahibine karşı
ısti’dâd
hürm etkâr bir lisân kullanırlar. Bunu yap
Biraz sabr eyle dehr-i dûndan alm ak dâd
m ayanlar, h attâ eserinin nazîre olduğunu
lâzımsa
söylemeyenler de vardır. N e rü tb e bezi edersen a rta r ol nisbctdc
Iran şâirleri, nazîreye «cevâb», tanzire de m ahsûlü
«cevâb güften» (cevâb söylemek) derler. N â M aârifdir cihanda bî-nefâd îrâd lâzımsa
m ık K em âl'in bir gazeli ve Ziya Paşa’nın Bcniın sabrım la seyr ct ızlırâb-i elıl-i ikbâli
onu ta n z îri: Sana ger hüsn ü kubhu keşf için im dâd
lâzım sa
Sana senden gelir bir Işde ancak dâd
lâzımsa Bize vâcib K em âl cfyâziş-i sabr ü
m etâııetdir
Ü m îdin kes zaferden gayrden im dâd
lâzımsa Felek de her cefâsın eylesin m üzdâd
lâzımsa
H ayâtından neden hiç iştlbâh etmezsin ey
gafil Kıyam-1 m ülk üm îdin eyeme bîdâd
lâzımsa
Acâyib gördüğün her lıâli istib’âd lâzımsa
M uhakkakdır zevâl-i devlet istibdâd
Ç ocuklardan niçin dûr eylemiş inşânı
isti’dâd lâzımsa
V ücûd-i m ülke efrâd-i raiyyet cüz’-i
Eğer her m atlabin tahsiline feryâd lâzımsa
lâzım dır
Tefcvvıık-yâb-i irfâıı eylemek ahfadı
N asıl ccm ’-i ülûfe nusret-i âhâd lâzımsa
elzemdir
B ıraksın zikr-i Iıayr âsâr ü cFâliylo âlem de
H am iyyct meslekinde gayret-i ccdâd
lâzımsa E ğer bir âdem e lıayr-ül-lıalcf evlâd lâzımsa
M enâfi’ m uhtelifdir iktizâ-yi rüzgâr üzre
U m ûm u m üstefîd etmez husûsun hakkını
ibtâl Değil uryâna lâzım nâhudâya bâd lâzımsa
Sakın ikbâl için eşhâsa olm a âlct-ı ağrâz
Sakın b ir ferdi ezme gayret-i efrâd lâzımsa
Sana vâcib mi olm ak âlem e cellâd lâzımsa
Senin İblîs’dcn farkın nedir indimde ey
gaddâr U m ur-i beyti hep v ar mı tasnrruf etmeğe
lıakkı
H uda’nın ni’m etinden herkesi ib’âd lâzımsa
E ğer dıılıtcr için nâ-çâr b ir daıııâd lâzımsa
N e cür’clle edersin haksız işde H ak’dan
istimdâd Ziyâ-âsâ Kemâl-i kâmile peyrevlik etsinler
H üncr-m cndân için taklide bir iistâd
Ycd-i kudret mi olsun âleme ccllâd
lâzımsa.
lâzımsa
Benî-ncv’in helâs et âteşîn kayd-i esâretden T A R A F E Y N : ( ü û j » ) Beyân tâbirlerin
C ihanda bir de Firdevs eylemek îcâd dendir. İki tara f demek olub teşbîhdcki nıü-
lâzımsa şebbeh ve müşebbehiin-bihe işfıretdir. Bun
Tevazu’ ayn-i rifa t, lıidmet-i millet lardan birinin kakhrılm asiylc istiâre yapılır,
siyâdetdir (bk. istiâre)
Olunsun hulk-i Peygam berle istişlıâd TA R D Ü AKS : (_r-£* i J Bedî’ san’atlerin-
lâzımsa dendir. En ziyâde «aks san’ali» diye söyle
Salâh üm m îdine düşme nıevâîd-i nilir. (bk. Aks)
ekâbirden
T A R D İY E yâhut T A R D -İ REKB : (
Zevfil-I cehle bak m aksûduna mıâd lâzımsa
Zekâ bir şu’ledir kint şânı âlîdir J° ) Beşinci m ısraı, bilinci bendi
tenezzülden nin dört m ısrâiyle m ukaffa olm ayan nıuham -
F: 10
TÂRÎH 146 TÂRİH
mes. Şeyh G alib’in H üsn ü Aşk’ında müte- târih olm ak üzere «Hâk-i musalla Jli.
addid tardiye vardır ki onlardan biri şudur:
» terkibi bulunm uşdur ki ebced hisâ-
Bir şahın csîri oldu kiın dil biyle harflerinin adedî kıymeti, m ezbûr se
J I ct gamzesi k:ılırâııı:ııı-i kııalil neye nıııvâfıkılır.» diyerek «Hâk-i musalla»
G am zeyle şilem de la’li yek-dil terkibinin ilk bulunm uş târih olduğuna imâ
Uîgânc nigâlu kanc mail eder gibi oluyorsa da H icretin 691 yılında
T îr-i gamı câna âşinâdır vefât eden Şeyh Sa’dî için söylenilm iş:
Rezmile Islâm lyân bozdu France çeyşlnl Şeh-i âlem alınca Behmenln tâcın dedim
Eyleyüb ciim hûru nâbûd aldı M ısn Şeh târih
Selim A cem den geldi m iftâh-ı R evân Bâb-I
hümâyuna
4f*»J i |l!o o
I^JL« O t5 j^a.* J • <£}y4K
beytinden minvâl-i m eşrûh üzere sekiz veç Vjılı* t_>1» QİIi»
hile târih çıkar. «Ahmed C evdet Paşa.» 1137
Bâzen bulunan bir m ısrâ', m atlûb olan târihi iki fazla olduğu için şâir «Behmen»in
senenin adedinden ya az, yâhud fazla olur. tacını, yâni o kelimenin başında bulunan
Azı doldurm ak, fazlayı çıkarm ak için mü-
* V » harfini aldırm ak ve onun delâlet et
râceat edilen usule «ta’miye > der
tiği 2 rakam ını kaldırm ak suretiyle b ir ta’
ler. M eselâ valdem in vefâtı için bulduğum : miye yapmışdır. M aden Em ini Y usuf Paşa
Ellisinden sonra öksüz koydun anne oğlunu 1213 târihinde Sadr-ı Â zam olunca S ü rû rî:
m ısrâının noktalı harfleri 1337 ye bâlig olur. A ldı m ührü, kerem in mâdeni Y usuf Paşa
H albuki m erhûm e 1346 da vefât etti.. Epeyi- Lil j di* j f tS-Jl
ce hissi olduğu için m ısrâı feda edemedim.
Eksiği bulunan 9 adedini «N uh felek = m ısraını söylemiş, fakat «1» fazla olduğu
için :
dokuz felek l i ü *> » ta ’miyesiyle doldur Dil-1 kân reşk ile kopdukda dedim târihin
dum . Binâenaleyh târih kıt’ası şöyle o ld u : jl o-Ü -V»^3 4^11 Jj
T erk edib gitdin nihâyet kimsesiz evlâdını
A yrılıkm ış m lhr-i bî-pâyânının âh ır sonu m ısrâiyle b ir ta'm iye yapm ışdır. « » ke
N üh felekden gûşum a lârlb-l m enkutun limesinin « J j »i, yâni ortası «elif» olub,
gelir onu koparm akla elifi ve onun medlûlü bu
Ellisinden sonra öksüz koydun anne oğlunu lunan 1 rakam ını çıkarm akla- târih tam am
1346 lanm ış olur.
Kendini nıâdûın atdın ralım ct-i-sübbûhuna Kezâ 1204 senesinde K aptan Paşa’nın bir
N âzil olsun hıtf-i-ralıınânî demâdem deniz zaferini tevrih için bulduğu :
rûhnna SürdU yelken kürek âdâyı K apudan Paşa
mısrâı onlardandır. 1142 senesinde Efganlı olur. A rabm , F arisî m ürâdifi «tâzî lSjl" »
Eşref H an O sm anlIlarla harb etmiş ve b o dir. «Tâzî ıS jlT » tashif ile «bâzî lî jI j J>
zulub kaçmışdı. Bu hâdiseyi tevrih için M üş
olur. «Bâzfonin A rabca m ürâdifi «Iu’b
tak; yukanki m ısrâı hâvi b ir târih yazdı.
«Eşref, padişahın kılıcından kaçdı.» demek »dir. «Lu’b t*-) » kalb ile «ba’l
t
J* * olur. Ba’l tashîf ile «beğal Ji* »
olan bu m ısrâdaki «Eşref o > * l > kelimesi,
yâni onun delâlet etdiği 581 rakam ı, olur. Begalin farisî m ürâdifi «Ester > —I »
* » L ijl £-~" »dan, yâni 1723 den kaçınca dir. E ster tashif ile «Ü ştür > olur.
1142 senesi kalır. Ü ştürün A rabca m ürâdifi «Cemel J-*- »
1144 senesindeki bir m üsâleha için de şu dir. Cem el tashif ile «H am el J*" » olur.
m ısra y azılm ışd ır:
H am elin F ârisî m ürâdifi «Bere °j »dir.
* Bere tashif ile «tere “J * olur. T erenin
«Şehriyârlar arasından mücâdele gitdi, yeri
ne ittihad geldi» demek olan bu m ısrâdaki A rabca m ürâdifi Bakle kalb-i
«şehriyârân * kelimesinden «ce- b^’z ile «kuble «Uî » olur. K ublenin
del » çıkarılacak, yerine «ittihâd m ürâdifi «bûse»dir.
Ey dil-i zâr, edeyim eşk ile Iıcm-râh seni çoğaldığını ve m uhârebenin şiddet bulduğunu
beytinde olduğu gibi. gösterm ekdedir. Bu itibâr ile ibarede pek
Tecrîd-i gayr-i h ıtâ b î: Şâirin kendini mü- parlak bir «tensik-i irtikaî» vardır, (bk. T en
cerred bir şahs farz etmesi, lâkin ona hiıâb sik)
etm em esid ir:
T E D V İR : ( ) Akis nevi’lerindendir. Bir
G ünâlıı çoksa da T îlıir, dalıîl-i afvindir
m ısrâdaki kelim elerin yerini değişdirmekle
İlâhî, m erham et et llıtlyâr hâlinde veznin ve m ânânın bozulm am asıdır. Meş-
beytinde oldıığıı gibi.
h ûr :
T E C N ÎS : ( ) Cinâs yapm ak demekdir. «Semen geldi R ecâyî’yc bu tnahbesde
(bk. Cinâs) oturm akdan»
m ısraında olduğu gibi. (bk. Akis)
T E C R ID : ( ) N oktasız harflerden te-
T E F E N N Ü N F1L-1BÂRE : ( a j ^ J ' j ) Bir
rekküb eden kelimelerle yazı yazm ak san’a-
tidir. Buna «hazf» de derler, (bk. Hazf) d e fa söylenilmiş olan b ir sözü, ikinci d e fa
söylemek lâzım gelince «tek rarsa düşm emek
T E D B tC : ( g*-C ) bk. Tıbâk. için başka tü rlü ifâde etmek dem ekdir. M e
TED ELLÜ H : ( ) bk. Tecâhül-i ârif. selâ M uallim N âcî m erhum «Ninni» serlev-
hasiyle yazdığı b ir m anzûm ede b ir hemşire
T E D R İÇ : ( ) Bedî’ tâbîrlerindendir.
lisânından küçük kız kardeşine :
«Tensik» san’atinin diğer adıdır. Recâîzâde,
H âhcr, uyu artık, eyle ârânı
bu san’ati T a’lim-i Edcbiyat’ında şöyle târif
El işleri çokçadır bu akşam
e d e r:
diye hitâb eder. İkinci hitabında ise yine
«Bu, bir nevi’ m ecazdır ki anınla m üel
«hâher» diye b ir tek râr yapm am ak için :
lif hayâlden hayâle, fikirden fikire derece
Ben olm asam ey nihâl-i gül-bîz
derece çıkarak veya inerek istediği noktaya
G ehvâreni kim ederdi tehzîz
vâsıl olur. Tedrîcde — gerek çıkm ak ve ge
der. İşte bu, bir «tefennün fil-ibâre»dir.
rek inm ek suretiyle olsun — kelimelerin m a’-
nen hükm vc kuvvetler sırasiylc yekdiğerin- T E F R İK : ( İp .J 0 ) İki şey arasındaki farkı
den zâid veya nâkıs olm ası lâzımdır. gösterm ektir ki bundan m aksad birinin te
Tedrîc-i sâid’in m isâ li: fevvukunu anlatm aktır.
T ârik ibnü Ziyâd nefer değil, serdâr de R uhunla m ihr-i âlem -tâba kim dir söyleyen,
ğil, bir ordu idi, bir kal’a id i... T ârik ibnü b irdir
Ziyâd, ordu da değil, k al’a da değil, bir ik O ecsam a, senin ru h satın ervâlıa
lim idi. — A bdülhak H âm id -— T ârik. m üessirdir.
Tedrîc-i hâbit’in misâli ise (Cezmî) den beytinde sevgilinin yanağı ile Giincş arasın
aldığım ız şu fıkradır : daki fark gösterilmiş ve G üneş yalnız cisim
« ... Tarafeynden top ve tüfek sadâsı ke lere te’sir ederken yarin yanağının ru h lara
sildi. İki asker m ızrak m ızrağa, kılıç kılı m üessir olduğu söylenilerek onun tefevvuku
ca, hançer hançere, boğaz boğaza uğraşm a anlatılm ıştır.
ğa başladı.. — Kemâl.» C em ’m a’-at-tefrîk ise iki şey’i bir hüküm
Recâîzâde’nin «Tedrîc-i hâbit» tâbirine altına aldıktan sonra tefrik etm ektir. N âb î’-
— âhengsizliği dolayısiyle— itiraz edilmiş- nin :
dir. V âkıa «tensîk-i inhitatı» yâhut «tedrîc-i Binâ-yi Intizâm-ı din U dünyâya cdib âlet
inhitâtî» kulağa daha ahenkli gelir. Zebana n u tk vermiş, gûşa vermiş kuvvet-i
Bir de Ekrem Bey’in «tedrîc-i hâbit» mi ıssa
sâli olm ak üzere C ezınî'den aldığı fıkra, ta beytinde olduğu gibi. N âb î diyor k i : Al-
rifine muvâfık değildir. T a ’lîm-i Edebiyat lâh, din ve dünyanın intizâm ına dil ile k u
müellifi, iki asker arasındaki mesâfenin git- lağı âlet kılm ış; dile söylemek, kulağa da
dikcc azaldığına bakarak «tedrîc-i hâbit» ol dinlem ek hassasını verm iştir. İşte burada dil
duğuna hükm etmiş. F ak at dikkat edilirse ile kulağın din ve dünya intizâm ına âlet o l
görülür ki, meaâfenin azalm ası, çarpılm anın m aları cem’dir. F ak at birinin söylemek, di-
TEFRİT 154 TEHZİL
gerinin dinlemek hassasiyle ayrılm aları tef duruyor. O sırada inşâd eylediğim bir gaze
riktir. İkisinin birleşmesi ise cem ’m a’-at-tef- lin nihâyetinde bu hakikati şu suretle gös
rîk san’atidir. termiş id im :
T E F R İT : ( -Wj " ) İfratın zıddıdır ki bir G erçi N âcî b ir sühan-pîrâya şâgird olmadı
Lik naznı-i dil-keşi hakka ki üstâdânedir.»
şeyin hakkını verm em ek dem ekdir. SUnbül-
zâde’nin m eşhur : Bir de «Hüsn-i tehallüs» vardır ki şâir,
m ahlâsının lâfzından ziyâde m ânâsını kasd
İtib âr eyleme pek H endeseye
ederek eserinde îrâd etmesidir. Bir n a’timin
Dii^mc ol dâire-i vesveseye
m aktaı olan :
beytindeki tavsiyesi gibi.
K alb-i Tâbirden demâdem yükselen bânk-i
T E G A Z Z Ü L : ( J J*>* ) Gazel yazm ak de salât
m ekdir ki ya ayrıca, yâhut kaside içinde Vârid olsun Ravza-i Arş-âsilânın üstüne
olur. (bk. Kaside) beytindeki «kalb-i tâhir» gibi ki «Tâhirin
TEH A LLÜ S: ( ) M ahlâs alm ak, adın kalbi» m ânâsından ziyâde «tâhir bir kalb»
dan başka bir isim kullanm ak dem ekdir. O meâli kasd edilmişdir.
isme (M ahlas) denilir. Eskiden üstadlar ta Tehallüs, yâhut hüsn-i tehallüs, mukaddi
rafından verilirdi. N itekim H oca N eş’et’in meden bir münâsebetle m aksada geçmek m â
asıl adı «Süleyman» idi. M uallim i bulunan nâsını da ifâde eder. Eskilerin yapdığı gibi
D âyczâdc Hoca C ûdî E fe n d i: doğrudan doğruya m aksada girmeğe «ikıi-
dâb» denilir.
Ç ünki ilnı ü hünere ctdin edcblc rağbet
D aim â sâlıib-i irfân ile eyle sohbet TEH A YY ÜR: ( ) bk. Tecâhül-i arif.
G ayret-i tıyneti sarf ct eser-i eslâfa
T E H E K K Ü M : ( r Ç ' ) T a ’rizin ağır ve acı
M alılas-i m arifetin ola ciiıânda «N eş’et»
olan kısmıdır, (bk. Telvîhât)
kıt’asiylc ona «Neş’et» m ahlasını vermişdi.
H oca N eş’et de talebesi için böyle mahlas- T E H Z İL : ( J» J r" ) Bedî’ tâbirlerindendir.
nâm eler yazmış, ez cümle Şeyh G alib’e : C iddî bir esere lâtîfe tarzında nazîre yaz-
Malılâs-i m arifetin ola ciiıânda E s’ad m akdır. İran şâirlerinden bu vâdide en zi
demişdir. Şeyh G alib, E s’ad m ahlasını bir yâde şöhret alan Büshâk-i Şirâzî'dir. H em
m üddet kullanm ış ise de m uasırı bulunan şehrileri «Sa’dî» ile «Hâfız»ın eserlerini ye
E s’ad’lerden tem âyüz için sonraları bırak- mek medhine dâir yazılarla tehzil ederdi.
mışdı. N âm ık Kemâl Bey’e «Nâmık» m ah H âfız, onu Şeyh N i’m etullâh’a şikâyet etmiş,
lasını M üşir Bıırsalı Eşref Paşa vermiş, bir Şeyhin süâline karşı Büshak da : «H âfız vc
de m ahlâsnâm e yazmışdı k i : emsâl'ı şâirler güzelleri medh ediyorlar, m uh
H afîd-i ekrem i A bdüllâtif Pâşâ’nın lisiniz de ni’metullâhı.» cevabiyle zarâfet
K em âl bey ki m üccssem kem âldir tahkik göstermişdi.
K abul kıldı tcvâzu’la nutk-i nâçizim H ezl m addesinde de görüldüğü veçhile
Edince zâtına «N âm ık» telıallüsün teşvik bizim eski şâirlerden M ürekkebci Havâyî ile
beyitleri ondandır. Asıl ismi «Ömer» olan m üverrih Sürûrî tehzil ile nâm almışlardı.
M uallim Nâci Efendi, m ahlasını «M uhayye- M uallim N âci der k i :
lât-i Aziz Efendi» ismindeki eserin N âcî bil- «Tehzil, dâire-i edebden çıkılm amak şar-
lâh ve Şâhidııhu» iinvanlı b ir m asalından al- tiyle letâif-i edebiyeden nıâdud olur. Bu
mışdı. Kendi der k i : yolda eslâf içinde en ziyâde meşhflr olan
« ... Şu hikâyeyi okuduğum vakit mevhû- lardan biri M ürekkebci H avayî’dir ki, bâzı
nıâtdun olduğu için o k adar takdîr etmemiş tehzilâtı asıllanyle birlikde bcr-vech-i âtî
olduğum hâlde «Nâcî» nâm ını pek beğene îrâd o lu n u r:
rek bunu o saat kendim e m ahlas edinmiş Derd-i serden nice âzâd olur ol tâifc kim
idim. Şâyân-i dikkat değil m idir ki m ahla Bâdc nîiş eylcyecek yerde hofâb isterler
sım dahi bende bir üstâd-i sühanin yâdigûn Sen hcmcıı dildeki nakş-i hevesi mahv eyle
olm ak üzere bulunm uyor, kendi yâdigâr-i Senden ey Iıâce ııc defter, ne kitab isterler
şebâbım , eser-i makbûl-i intihabım olarak N âbî
T E H Z İL 155 TEKELLÜM-İ SÂMİT
Sancıdan kışda nicc kurtulur ol tâife kim Sûk u bâzârı müşabih b ir bekâr yorganına
Ç orba nûş cylcyccck yerde hoşaf isterler İm renib yangın dahi tatlıîr ü fa ’âliyycte
Sen hemen kışda çarıksız kom a şâgirdlcri Ciimlctcn m ikrobların âteş bırakdı cânına
Senden ey usla ne kalçın ne çorâb isterler H astalık gelsin dc yer bulsun, otursun
H avâyî bâdem â
D ağıldın hâb-i nâz-ı yâri ey feryâd, Sağlık olm uşken yabancı arsa-i sûzâm na...
neylersin?
TEK A BÜ L yâhut M U K A B EL E : ( J .li
Edib scyrân-gchim yekser harnb-âbâd,
neylersin? J ; ^•* ) Bedî’ san’atlerindendir. Biıibi-
Şeyh-ül-Islâm Bahâyî rine ya tenâsüb, yâhut tezâd dolayısiyle mü-
D ağıtdın arpa vü buğdayım ı cy bâd, tevâfık m ânâların zikrinden sonra sırasiylc
neylersin? o m ânâların m ukabillerini irâd etm ekdir.
Edib hırmcn-gelıim yekser lıârâb-âbâd, Dilde safâ-yi aşkın, dîde gam ınla piir-ııeııı
neylersin? Bir evde ayş ü şâdî, b ir evde ye’s ü m âtem
H avâyî
beytindeki «dilde safâ-yi aşkınsa mukabil
Yine eskilerden E nderûnlu V âsıfın da bu
«bir evde ayş ü şâdî», «dîde gam ınla pür-
yolda sözleri vardır. Meselâ; N edim ’i n :
nem »e m ukabil de «bir evde ye’s ü mâtem»
H addeden geçmiş nezâket yâl ü bâl olmuş cüm lelerinin getirilmesi gibi.
sana
Mey süzülmüş şişeden rulısâr-i âl olmuş TEK E LL Ü M -İ SÂ M İT, yâhud T EK E L L Ü M -t
sana R Ü H : ( r-_ j j r &J ) Şâi
gazelini M usâhib H atif Hfendi’yi m uhâtab
rin kendini ölmüş fark ederek söylemesidir.
addederek bu bayağı tehzili yapmışdı :
O tarzdaki yazılara da «Kclâm-i sâmit» ve
Kırm ızı aşı boyası rûy-i âl olmuş sana
«Kelâm-i rûh» derler. F uzûlî’nin :
Ekşiyib bakkalda pekmez sonra bâl olmuş
sana Ben hod öldüm , cy tü râbım dan olan sağar,
Ağarıb kabı, dökülm üş zağra sanm a m üdâm
H âtifâ R indlcr bezinin gezib b ir b ir yetür benden
Sen b ir uncu beygiri, kürkün çuval olmuş niyâz
sara... N aci’nin :
Asâr-i âcizânemden olan aşağıki m anzu Bir şclıîd-i dcm -hurûşânım ki gûş-i canım a
me de N edim ’in : R ûh-i Y ahya’dan gelir âvâz-ı istilısan
Bak Sitanbııl’un şu Sa’-dâhâd-i henüz
ncv-biinyânına Abd-i âcizin :
Âdemin canlar k atar âb ü havası cânına Bâri gel kabrim i seyr et ki perîşân lıâki
m atla’lı kasidesinin te h zilid ir: Seni dâim sevecek b ir yüreğin toprağıdır
Bak Sitanbul’un şu yolsuz köhne A t beyitlerinde olduğu gibi.
m eydânına
Birinin m ezar taşına kitâbe olm ak, yâhud
G irdibâdı âdem in kum doldurur çeşm ânına
başkasının kabirtaşm a hakk edilmek üzere
Su değil, hattâ tehassürle seraba can verir
onun lisânından b ir şâirin yazdığı m anzu
Vâdi-i hevlindc inşân gelse rihlet ânına
m eler de «Tekellüm-i rûh» kabîlindendir.
DeF-i hâcct belki m üm kindir atşdan,
M uharrir-i hakirin :
Z âbıta
T ahta perde çekmese A lm anya şadırvâm na E li boş gidilmez gidilen yere
K um boşaltan, taş döken m erkeb katarı R abbiın, boş gelmedim ben, suç getirdim
arz eder D ağlar çekemezken o ağır yükü
Bir şebâhct deşt-i A zerbaycan kervanına İki k at sırtım la pek güç getirdim
A ltı ayda arpa m ikdarı yapıldı kaldırım kıt’asiyle N âcî’nin «Levh-i m ezâr-i şâir» ün-
Âferin âzâ-yi şehrin himmet-i üm ranına v â n lı:
Bak o him m et sâyesinde beldem iz gayet O ldu can hem-bezm-i cânân, dinlem em
temiz sussun cilıân
TE’KÎD-ÜL-MEDH 156 TE’LÎF
G ûş-i canım dinlesin, ârâm -i cânım H üsn-i tâb ir verir m âniya hüsn-i dîger
söylesin Şevket-i hüsne çok im dadı olur üslubun
B ir zam an ben söyledim , kim bildi? beytindeki «hüsn» kelimesinin te k r a r ı' gibi.
Bundan böyle dc Bıı tâbir eskiden «kesret-i tekrar» şeklin
G ön lüm ün hâlin yıkılm ış hanüm ânım de kullanılırdı. F ak at «tekrâr»da zâten
söylesin kesret m ânâsı olduğu için ben, «kesret-i
M eşhedim m ahşer kesilmiş, bende yok tekrâr» demeyi haşivli ve lüzum suz buluyo
sözden eser rum . Bir de «Tekrir» vardır ki, sözü kuv
K ıssa-i rcngînim l hûn-i revanim söylesin vetlendirm ek, ifâdeye şiddet verm ek için
Ben n ih ân oldum sa âsâ n m n ihân olm az, yapılan tekrardır. Ali Cânib Bey’in :
d urur H e r zulm ü, kahrı boğm ağa b ir parça kan
Şanım ı ah lâfa sîyt-1 câvidânım söylesin yeter
B ir zam ân olsun b a n a levh-i m ezarım E y Şark uyan yeter, ey Şark uyan yeter
tercem ân beytinin ikinci m ısrâında yapılan tekrarlam a
Ben yoruldum söylem ekden tcrcem ânım gibi.
söylesin T ek rar, sözün fasâhatini bozduğu hâlde
m anzûm esinde olduğu gibi. tek rir, bilâkis m ânâya kuvvet ve söze kıy
m et verir.
T E ’K ID -Ü L -M E D H Bt-M Â -Y Ü ŞBİH -Ü Z-ZEM
( pili <-îj Lî j-jII jŞ ' İT ) Birini T E L F 1 K : ( ) «Tenâsüb»ün diğer adı.
(bk. Tenâsüb)
zem ediyormuş gibi görünerek medb et
mekdir. T E ’L Î F : ( cj J V ) Lügatde «alışdırm ak, im
T E ’K ÎD -Ü Z-Z EM B t-M Â -Y Ü ŞB tH -Ü L-M ED H tizaç ettirm ek», «bir şeyin sayısını bine çı
karm ak» demekdir. Bu itibârla kitab yaz
( ^aJıl Ç j le J.JI j Ş " IT ) Birini m edh edi
m ak, eser kalem e alm ak m ânâsında kulla
yorm uş gibi görünerek zem etm ekdir. İkisi n ılır. «Ta’lîm-i Edebiyat’ı Recâizâde te’lif
de «istidrâk» envâındandır. (bk. Istidrâk) etmişdir.» ibâresinde olduğu gibi. M üelli
B unlardan birincisi zem m e benzer medh, fin, bahisleri biribirine ısındırm ak suretiy
İkincisi medhe benzer zem dem ekdir. Ç a le kitabına dere etmesi ve; eserinde birçok
lışkan b ir çocuk için : «D urub dinlendiği m alûm at verm esi, kitab yazm aya «te’lif»
yok. G ece, gündüz kitabdan başını kaldır denilmesine sebeb olsa gerekdir.
m ıyor.» denilmesi birincisine, haylaz b ir ço T e’l i f : b ir de ibârenin tertibi m ânâsına
cuk için de «O k ad ar intizam a m eraklı ki gelir ki, sözün bozukluğuna «za’f-ı te’lif»,
say falan dağılm asın diye k itab lan n ın k enar y âhut «fesâd-i te’lîf» derler.
larını kesm iyor.» denilmesi İkincisine misâl N âcî, M ecm ûa-i M uallim ’de :
olabilir. R us-Japon m uharebesinde M oskof «Te’lîf denilen şeyde «kuvvet», «za'f» ve
donanm asının m ağlûb olm ası dolâyısiyle «fesâd»dan ibaret olm ak üzere üç keyfiyet
y a z d ığ ım : tasavvur olunur. F asîh kelimelerden m ürek
keb olan kelâm da fasâhat, ancak «kuvvet-i
Sanm ayın kİ iktisâb-i galibiyyetle T ogo
te’lîf» ile kaim olur. Bu kuvvet ise «Tenâ
R us donanm asın serâpâ gark u tenkil
eyledi für-i kelim ât», «tetâbu’-ı izâfât», «kesret-i
tekrâr», «za’f-i te’lîf», «ta’kîd» ârızalarının
O lm ayınca n e f i fevk-al-bahrc, kesb-i şân
içün yok edilmesiyle husule gelir. Fesâd-i te’lîf
— ki râbıtsızlık diye târif o lu n a b ilir— ha»
Şark filosun R usya talıt-cl-balırc tebdîl
eyledi kîkatde za’f-i te’lîfden başka en âdî b ir fe-
nalıkdır. Â sâr-ı eslâfda buna da çokça to-
kıt’ası Japo nlar için zemme benzer medhi,
sâdüf olunur. Meselâ M ütercim A sım ’ın :
R uslar için de m edhe benzer zemm i hâvidir.
«C ühâ dedi ki anın vech-i esheli vardır. Bu
TEKRAR: ( ) Bir sözün b ir ibarede şahsı deryaya ilka edelim. Eğer dibine çö-
liizûmu olm adığı hâlde te k ra r edilmesidir. küb gider ise «Benû-Râsib»dendir ve eğer
N&bi’n i n : yüzüne çıkarsa «Benû-Tafâve»dendir deyu
TE’LÎF 157 TE’LİF
ta’lîm-i tarîk eylediği bâis-i hande-i cem âat Olgun ve kâm il Ü stâd T â lı i r -ül-
olm uşdur...» fıkrasında za’f-i te’lif buluruz. M e v 1 e v î Bey m erhûm , «Ahmed en
Y ine m üşarünileyhin: « ... D erhâl Fusîısu çalışkanıdır sınıfın.» cümle-i mâyûbesinde,
ve şürûhunu ihzâr ve m ü racaat ve vâkıf-i elbette isâbetli bir görüşle «Fesâd-i te'lîf»
keyfiyyet olduklarında sükût ile gûya ki şâ- kusûru bulup ortaya koym uştur. însân, şu
bâş-i m ahm idet o ld u lar...» ibaresinde ise n a nasıl üzülm esin ki R ahm etlinin T ürkçe’
fesâd-i te’lîf görürüz. ye olan ilm î vukuf ve hâkim iyyeti, fıtrî ma-
Fesâd-i te’lîfi müştemil sözler za’f-i te’lif habbet ve hürm eti, tabiî sahâbet ve riâyeti
m isâllerinden addolunm am ak iktiza ederse de sebebiyle dün kusûr saydığı hususu bugün,
— teksîr-i akşam dan ihtirâz ile berâber be dilimizi çığırından çıkaran, âdeta tahrîb eden
yinlerindeki m ünâsebete m ebnî bu iki hâlin b ir züm re, devrik cüm le, daha doğrusu çar
bir nâm ile yâd olunm ası tecvîz edilmişdir. pık cümle sar’asiyle, hem de ısrarla, inâdla,
M aam âfîh fesâd-i te’lîfe «za’f-i te’lîf» denil kim bilir, hangi m aksadla, b ir hünerm iş gibi
m ekle za’f-i te’lîfe de «fesâd-i te’lîf» denil yayıp durm akta, gazeteler, dergiler, rad y o
m ek lâzım gelmez.» der. lar ve televizyonda spikerler, konuşm acı
lar, h attâ bâzı resm î ağızlar ve k alem ler...
N âcî’nin şu tarifine göre sözün te’lîfinde
buna destek olm aktadır. C âm i’lerim izde bir
«kuvvetli», «zaîf» ve «bozuk» olm ak üzere
kısım genç ve yaşlı H atîb ve V aizlerim iz de
üç keyfiyyet bulunuyor. Sonra nevı’lerin ço
bu yarışa katılm ayı, yaran m a değilse bile,
ğalm am ası için fesâd-i te’lîfe de za’f-i te’lîf
hoş görünm e hevesiyle gerekli sanm akta
denilmiş ve pek iyi edilmiştir.
dırlar.
Z a’f-i te’l î f : Başlıca şu dö rt sebebden
olur : Zikr, hazf, takdîm , te’hîr. D ilim izin cüm le kuruluşu ve ifâde yapısı,
hiç bir dille m ukayese edileıniyecck kadar
Z i k r : Söylenilmeyecek sözün söyle
sağlam ken, düzenli ve tertîbli iken, bu sağ
nilmesi demekdir. N âcî’nin M ütercim  sım ’-
lam lık, bu düzen ve tertîb, Batılı Dil  lim
dan nakl ettiği ibaredeki «dedi k i...» keli
lerini im rendirirken, hayretdc bırakırken
mesinin îrâdı gibi. O kelime getirilmeyib de
«C ühâ... deyu ta’lîm-i tarîk eyledi...» ta r şimdi, karm a-karışık ve cidden acınacak hâ
le sokulm uş, netîcede b ir ifâde vc üslııb k ar
zında söylenilmiş olsaydı za’f-ı te’lif yapıl
gaşalığı hâsıl olm uştur.
mam ış olurdu.
D ünyâda hiç bir millet, kendi diline, böy-
H a z f : Söylenilecek sözün söylenil-
lesine el uzatılm asına, m oloz k arıştırılm a
memesidir. Yine N âcî’nin  sım ’dan aldığı
sına kayıdsız kalm am ıştır. M eselâ : A rabca-
ikinci ibarede lüzûm u olan bâzı kelimelerin
da başka m ânâsı olan ve bize tapulanm ış
zikr edilmeyişi sözde za’f husule getirmişdir.
bulunan «M ekteb» atılm ış, F ransızcanın
O ibârenin m e se lâ : «D erhâl Fusûs ve şü
«ecole»üne benzesin diye «Okul» alınm ıştır.
rûhunu ihzar ve m üracaat ile vâkıf-i keyfiy
(T ürk D il K urum u’nda b ir aralık uzm an ola
yet olduklarında sükût ile gûyâ ki kail-i şâ-
rak çalışırken bu işin fişini bulm uş, fişte
bâş ü m ahm idet old u lar...» şeklinde olm ası
Suûd K em âl Y etkin’in babası Şeyh Safvet
îcâb ederdi.
E fendi’den naklen U rfa’da «M ekteb» yerine
T a k d i m ve t e ’ h î r : Evvel «Okula» dendiği kaydını görünce o zam ân
söylenilecek söziin geri bırakılm ası, sonra henüz sağ olan ve vaktiyle kulağım a czân
söylenilecek olanın evvelâ söylenilmesidir. okuyup adım ı koyan ve babam la berâber
«Ahmed cn çalışkanıdır sınıfın.» ibaresin İstanbul M eclisinde yıllarca M cb’ûslıık eden
de olduğu gibi ki «sınıf» te’hîr, «en çalış o zâta gitmiş, keyfiyyeti hikâye etmişdim.
kanıdır» takdîm edilmişdir. Bunun doğru M erhûm Safvet Efendi, «Ben, böyle b ir şey
su : «Ahmed, sınıfın en çalışkanıdır.» şek söylemiş değilim. H em nasıl söyliyebilirim?»
linde olacağını türkçe söyleyen çocuklar bi demişti. Bunun üzerine, fişte imzası bulunan
lebilir (*). Besim A talay’dan işin aslını sorm uş, «Bunu
ben, günün îcâblarına uyarak uydurm uş-
(*) B urada bir noktaya dokunm ak iste dum.» cevâbiyle hayretlere boğulm uştum .)
rim : E vet, şiirler dışında, bâzı m ânâ incelik
TELMÎ’ 158 TELMÎ’
leri, cüm le kuruluşunda ve ifâde yapısında «D ânî ki men zi-âlem» yalguz seni
bâzen böyle takdim ve te’hîrleri gerekli kı severmin
labilir. A m m â bu, bütün cüm lelerin öyle ol «G er der berem nc-yâyî ender-gamet»
ması dem ek değildir. T ürkçe’de de «Devrik ölermın
Cümle» vardır. V ardır am m â, Türkçe, dev «Rûzî nişcste-hâlıem» yalguz senin katında
rik cüm le esâsına dayanan bir dil değildir. «M en hem» tiyiş bilirinin, «men hem»
Z âten iş, bundan da öteye geçmiş, «Çarpık çakır içermin
Cüm le» kılığına girmiştir. (Bilirsin ki ben, âlemde yalınız seni seve
R ahm etli Ü stâd, sağ olsaydı, dilimizin bu rim . Eğer, kucağım a gelmezsen senin tasa
tezcbzübüne acebâ ne derdi vc şu m uhalled na boğulup ölürüm . Bir gün, nasıl olsa, se
eserine «kusûr» diye, kim bilir, neleri alırdı. nin huzurunda oturacağım . Ben, hem deyiş
K enıâl Edib Kürkçüoğlu bilirim; ben hem de şarâb içerim.)
T E L M I’ : ( ) Bir m anzum enin m ısrala R ecâîzâde’nin şu beytinde olduğu gibi
fransızca ile m ülem m a’ m anzum eler de ya-
rını, yâhud m ısrâların bir kısmını m uhtelif
z ılm ışd ı:
lisanlardan tertîb etm ekdir. M eselâ İbn-i
Lücce-i nâz ü işveden iki ond (onde)
K em âl’in :
Bî-bcdcl, bî-balıâ brün(brune) e (ct) blond
B ir köhne köprüdür bu cihân kim gelen
(blonde).
geçer
B urdur meb’usu ve 24 saat kadar Maliye
B-il-cnıni vc’s-sclâm cti ic’al ubûrena,
V ekili’nin vekili olan m erhum Ferîd Recâyî
«Yâ Rabbî, dünya köprüsünden geçimişizi
Bey de ermcnice ile karışık şöyle bir m ü
güvençli ve selâm etli kıl!» m eâlindeki bey
lem m a’ yazmışdı :
tinin ikinci m ısrâı arabîdir. T âhir H üsam
Ç elebi’nin : Beni sermest-i huzuz eyledi bir H ay (1)
Kıssa-i lıicrân ile, şekvâ-yi cevr-ı y â r ile güzeli
tn verak ber-hasb-i hâl-i derd-m endân Lutf-i mek (2) ile câvîd parutyun (3) verdi
defterest Çcşın-i fettanı gibi şûlı u füsûn-kâr-i
Bu kâğıd parçası derdlilerin derdleşmele- gurâııı
rini gösteren defterdir.» beytinin ikinci mıs- Nice hosdom (4)Ia cihâna bânakarutyun (r>)
râı ile benim : verdi
H icranın ile sîne, elem perverdi Şol kadar da sironik (°)dir ki izâr-i âli
D il, mulıtazir-i m uztaribe benzerdi H ıp deyib verd-i bahara garam arutyun (7)
Ey rûh-i revân, avdetin ctdi ihyâ verdi
H oş âm edî vü hâyât-i nev âverdi A rdasuk (8) riz ederek gözlerimi hecr ile
rüb âî’sinin dördüncü m ısraı farisîdir. Bunlar âh
tam b irer telm i’dir. Reis-ül-K üttâb A rifin : Meclis-i şevk-i rakibe talarutyun (°) verdi
Fidâke rûlıa cbî cy dii âlem in cânı Bir tarafdan bana bin neşve-i ümmîd verib
E yâ serîr-i kem âlin şclı-1 cilıanbânı M idk (iO)-i sevda-verime gerçi zorutyun(u ) .
ve N edim ’in : verdi
K ücâst kûy-i N edîm â? teranesiyle bu dem Öteden bir takım ağyâr ile hem-bezm
G elir cihâna gül-efşan olub o ' taze nihâi olarak
beyitlerinde ise m ısrâların b ir kısmı Arab- B ütün asabım a am m a dıgarutyun (12) verdi
ca ve F arsça olarak yazılm ışdır. T elm î’i
Irân şâirleri m eydana çıkarm ışlar, b ir mıs- (1) Erm eni, (2) Bir, (3) Lutf, (4) V a’d,
râı A rabca, b ir m ısrâı F arsça olarak yaz (5) Şûriş, (6) Sevimli, (7) Kırm ızılık,
dıkları m anzûm elere «m ülem m a’» demişler (8) G öz yaşı, (9) T arâvet, (10) Fikir,
dir. G ülistan sâhibi Şeyh Sa’dî’nin «mü- (11) Kuvvet, (12) Z a’f.
lem m eât»ı m eşhûrdur. T elm î’ îran lılard an (M ülem m a’ gazel yazmak, her şâirin kârı
T ürklere geçmiş ve yalnız A rabca değil, değildir. Şâirinin anadilinden olm ıyan mıs-
F arsça ile de telm î' yapılm ışdır. Hazret-i râlarm veya cümle ve kelimelerin, o dilin
M evlânâ’nın Ç ağatayca ve F arsça bâzı mü- selikasına uyması şarttır. Kelimeleri yan ya
lem m eâtı v ardır ki şu beyitler onlardandır : na getirip vezne sokm akla iş bitmez. Aynı
TELMİH 159 TELVÎHÂT
zam anda o m ısrâların, cümle ve kelimelerin giderken arabaya binecekleri sırada velileri
şâirin anadiliyle yazdığı kısım lara aykırı tarafından bellerine şal kuşatılm ak âdetine
düşmemesi de lâzımdır. işâret olunm uşdur. T clm îh cdilccek şey h er
Şi’r (i gtiyed ber-i men (â ki zcııcnı lâf ez-û kesçe değilse bile, erbabınca m âlûm olm a
Hest m erâ fenn-i diger gayr-i fünûn-i şuarû lıdır. ö y le olm azsa edebî san’at yapılmış de
«Şi’r bana ne söyler ki ondan söz açm a ğil, m uakkad söz, yâhud bir bilmece söyle
ya lüzûm göreyim. Bizim, şâirlerin fenninin nilmiş olur. A rpa Em inizâde Sami’nin :
dışında başka türlü fennimiz vardır» diyen H âzır ol bezm-i ıııiikâfât:ı eyâ ıııest-i gıırûr
ve şi’ri gaye değil de vâsıta ittihâz eden R ahnc-i seng-i siyeli penbe-i ınînâdandır
Hazret-i M evlâna’yı, şairlik çerçivesi içinde beytinde olduğu gibi.
m ütalâa etmek, onun velilik sıfatına karşı
bir saygısızlık olacağından bu bahsin üstün T E L V ÎH Â T : ( o U ) tşâret vc tegayyür
de tutm ak îcâbeder. m ânâsına gelen «telvîh»in cem ’idir. M aksa
Bu hususu böylccc işaret eldikden sonra dı, işâret yoliyle ve parlak bir surctdc gös
diyebiliriz ki şairlerim iz arasında, gerek term eğe yarayan san’atlere «Telvîhât» der
A rabca, gerek Farsça ile m ülem m a’ şiir söy- ler. Bunu «m ugaleta-i m a’neviyye», «tevri
Iemekde en ziyâde başarı gösteren Fuzûlî’- ye», «istihdâm», «tevcîh», «ta’rîz», «telvîh»,
dir. Hele b ir N a’t-i Ş erifin d ek i: ve «remz» olm ak üzere birkaç nev’e ay ırır
lar.
«Şeref-i silsile-i Âdem ii H avvâ sensin
1— Mııgaleta-i m a’neviyyc : M ânâ delâ
Cenin’ Allâlııı fidiicn leke iiııımî vc cbî»
letiyle yapılan b ir nevi’ yanıltm acadır. M a
beyti bir dîvân değerinde sayılsa yeridir.
nastırlı R if’at Bey, llm -i Bedî’inde bunu :
Beyti açıklıyıyım : «Başka şeyde misli veya nakîzi (muhalifi)
«Ey A llah’ın sevgili Resulü, Âdem ve bulunan bir m ânânın zikriyle m ânânın bir
Havvâ silsilesinin şerefi sensin. A llâh, ana mislinden diğer misline veya nnkizine intikal
mı da, babam ı da (Havvâ anam la Âdem ba etm ekdir k i :
bamı) sana fedâ etsin!» Delıânın ııağnıc-pcrdâz cylcdikdc dilin i
K em al Edib Kürkçüoğlu istifsar
Sorarsan bu m akam ı bûselikdir dedi ol
T E L M İH : ( ) Bedî’ tâbirlerindendir. dil-dâr
Söz arasında tneşhûr bir vak’a, yâhud m â beytine «m akam » ve «buselik» tâbirlerinin
ru f bir fıkraya ve yâhud m ûtâd bir usûle iradiyle m ânânın misline intikal olunm uş ve
işâret etm ekdir. Ziya Paşa’nın : şu «fülân zâbit b ir takım galebelerin vuku
Bir abd-i H abeş dclıre olur baht ile sultân unu nakl eder, adem-i sıhhati ise ordu ri
D alıhâk’in eder miilkiiııii bir GTıve pcrîşân calinin cerhi ile sâbitdir.» ibaresindeki
Tczkir olunur la’n ile H accâc ile Cengîz «cerh» lâfzının işrâb ettiği m ânâ gibi ki
Tebcil edilir N ûşircvân ile Süleym an bundan hem rivayetin sakimi iği, hem de ri
beyitlerinde târihî vak’alara, K ırım lı Rah- calin mecrîıhiyyeti (yaralanm ası) anlaşılıb
m î’nin : her iki hâlde de nakîzini im â etmiş olur.»
Âbistcn-i sefâ vii kederdir leyâl hep diye tarif ediyor.
G ün doğm adan nıcşîmc-i şebden neler 2— T e v riy e : H akikat, yâhut mecâz
doğar olm ak üzere iki mânâsı olan bir lâfzın ıızak
beytinde el-leyletü hublâ, yâni «Geceler ge m ânâsını kasd etm ekdir. Bir kelimenin her-
bedir.» meseline, kcscc en evvel h atıra gelen m e a li: «mânâ-yi
karîb» (yakın mânâ), erbâbınca anlaşılan
Haclc-i nâsûta girmezden m ukaddem
m efhûm u d a : «mânâ-yi baîd» (uzak m ânâ)
Âliycm
olur.
Eyledin rihlet dirîga lıalvet-i lâhûluna
Bekllyorkcn ben sana şal bağlam ak H er yâna bû-yi kâkülünü târ-nıâr eder
hengâmını K alm az sabâya ctdiği bu rüzgârdır
Bağladım am m â zavallı kardeşim, tâbutuna beytindeki «rüzgâr» kelimesinde «tevriye»
kıt’asında ise eskiden gelinlerin koca evine vardır. Ç ünki «rüzgâr» lâfzının yakın m â
TELVÎHÂT 160 TELVÎHÂT
nâsı olan «yel» değil, uzak m ânâsı bulunan bir lâfzın h er m ânâsına m ünâsib kelim e
«zaman» kasd edilmişdir. ırâdıdır. M uallim N âcî’nin :
Tevriyeyi «M ücerredc», «m üreşşaha», B ahâr erdi açıldı sevdiğim, hem fasl-i dey,
«mübeyyene» ve «müheyyie» isimleriyle dör hem gül
de ayırırlar. Biri salııı-i gülistandan, biri sahn-1
Tevriye-i m ücerrede I K elim enin uzak ve gülistanda
yakın m ânâları levazım ından hiç biri zikr beytinde olduğu gibi. «Uzaklaşdı» ve «gön
edilmeyen te v riy e d ir: ce hâlinden çiçek hâline girdi» m ânâlarını
Sordum nigârı dediler ahbâb ifâde eden «açıldı» fi’li zikr edilmiş, sonra
Semt-i V cfâda, D oğru yoldadır birinci m ânâsına münâsebeti olan «fasl-i
beytindeki «Vefâ» ve «Doğru yol» tevriye dey» (kış mevsimi) ile «sahn-i gülistândan»
leri gibi ki bunların m ânâsı İstanbul'daki terkîbleri, ikinci m ânâsına m ünâsebeti olan
«Vefâ» sem ti ve «D oğru yol» caddesi, uzak «gül» kelimesiyle «sahn-i gülistânda» terki
m ânâsı da sevgilinin vefâ ve iffet sahibi ol bi îrâd olunm uş, «bahar geldi, kış mevsimi
m asıdır. Oyle olduğu hâlde o m ânâların iki gül bahçesinden uzaklaşdı. G ül de bahçede
sine de delâlet edecek b ir şey zikr olunm a- açıldı.» demek istenilmişdir.
m ışdır. C anavar vurduğunu saçm a ile söylerdi
Tevriye-i m ü re şşa h a : Kelimedeki «yakın» Sözü de atdığı da avcım ızın saçm a idi
m ânânın levazım ından bir şeyin zikr edil beytinde «saçm a»nın her iki m ânâsına m ü
miş o lm a sıd ır: nâsebeti olan «söz» ve «attığı» kelimeleri
K alm az sabâya etdiği bu rüzgârdır îrâd edilerek istihdam san’ati yapılmışdır.
m ısrâındaki «rüzgâr» kelimesinin yakın m â istihdam ın b ir de zam îr yardım iyle yapı
nâsı olan «yel» m efhûm una münûsib olarak lan nev’i vardır. N â c î:
sabâ lâfzının zikr edilmiş olm ası gibi. «Edebiyat-i A rabiyye kitablarında târîf
Tevriye-i mübeyyene : Kelim edeki «uzak» olunduğu üzere iki m ânâsı olan b ir lâfz ile
m ânânın levazım ından bir şeyin zikr edilmiş evvel em irde m ânâlarının birini m urâd edib
o lm a sıd ır: ba’dehû o lâfza râci’ olan zam îr ile diğer
Kfıyunda nâle kim dil-i m üştâkdan kopar mânâsını kasd etmek veya o lâfza râci’ olan
Bir nağm edir hicazda uşşâkdan kopar iki zam irden biriyle b ir mânâsını, diğeriyle
beytindeki «Hicâz» vc «Uşşak» kelimeleri de diğer m ânâsını irâde cylemekden ibâret
nin uzak m ânâları mûsikîde birer m akam bulunan istihdâm ın edebiyyât-ı türkiyyede
demek olduğu için o m ânâlara münâsib ola icrası dil şîvesi ayrılığının tabiî îcâbınca he
rak «nağme» lâfzının zikr edilmiş olması men hiç yakışık alm am akda olduğu gibi sû-
gibi. ret-i icrasındaki tekellüfe nazaran anlam ayı
Tevriye-i m ü h ey y ie: Bir kelimenin uzak güçleştireceği dahi âşikâr bulunduğundan bu
m ânâsı kasd edilmiş olduğunun anlaşılm a târîfe m utabık olan istihdâm ın edebiyyat-i
sını diğer bir kelim enin delâletiyle tehiyye türkiyyeye müteallik m uhassenatdan addo
(ihzâr) etm ekdir. İzzet M olla’nın m e ş h û r: lunm am ası lâzım gelir.» der.
Tcccm m ü’ eyleyib M cydân-i Lalıme M anastırlı R if at Bey d e :
T uz, ekm ek hâini bir nlçe bâğî «İstihdam , m a’niyeyni (iki mânâsı) olan
K oyub kaldırm adan ikide, birde b ir lâfzın bir m ânâsını kendiyle ve diğer
K azan devrildi, söndürdü ocağı m ânâsını ona âid zam îr ile edâ etmekdir.
kıt'asındaki sönen ocağın «uzak» m ânâsı H a y â irn in :
bulunan «Yeniçeri Ocağı» olduğunu «kazan A yağa diiş, dilersen başa çıkm ak
devrildi» cümlesinin anlatm ası gibi. Bunu A nınla başa çıkdı câm-i sahbâ
daha kısa anlatm ak iç in : «Bir tevriye ile beytinde «ayağa» lâfzının birinci m ısrâda
diğer b ir tevriye ynpm akdır.» diye tâ rîf et «ayak» m ânâsı ve ikinci m ısrâdaki «anınla»
melidir. Ç ünki kıt’adaki «kazan» kelimesi ile de «eyağ-i mey» olan «kadeh» kasd
de «Yeniçeri kazanı» demek olub uzak m â olunm uşdur.» beyânında bulunur.
nâsı kasd edildiğinden o da b ir tevriyedir. A yrıca b ir san’at olan «müşâkele» istih
3 — lslih d â m : M üteaddit! m ân â sı olan damı andını-. Fakat aralarında fark vardır.
TELVİHÂT 161 TELVÎHÂT
M ü şâkele: «hatıra gelmek, elden gelmek», sında vesâit-i intikaliyyenin m üteaddid oldu
«koyun sürmek, safâ sürmek» gibi mürek- ğu n ü k te le rd ir:
keb m asdarların müştekkatiyle, istihdam A nların her biri Bcy’den sayılırsa da lîk
işe mütcnddid m ânâsı olan m üfredât ile Birinin hanesi nıeftûlı, birinin eeybi delik
yag]^-. (bk. Müşâkele) beyti iki beyin zikr olunduğu sırada îrâd
4— Tevcîh : Bir sözün iki taraflı, yâni olunsa «birinin hanesi m eftuh»dan ziyaret
hem mcdhe, hem zemme şüm ullü olabile çilerin çokluğuna ve ondan yedirip içirme
cek tarzda söylenilm esidir: nin çokluğuna ve ondan o Bey’in ikrâm cı
«Âb-i hayvandır efendim, artığın» olm asına ve ceybi delikden o Bey’in cebinde
mısrâı gibi ki buradaki «âb-i hayvan» : hem b ir şey duram adığına, ondan da parasızlı
«Âb-i Hayât» m ânâsına gelir, hem de «hay ğına, ondan da cimriliğine intikal olunduğu
van suyu» mealini ifâde eder. Şu hâlde mıs- gibi.»
râın m â n â s ı: «Efendim, senin artığın Âb-i 7— R e n iz : U zak ve yakın m ânâlar ara
H ayâtdır.», yâhud : «Efendim , senin artığın sındaki m ünâsebetin gizli olm asıdır.
hayvan suyudur.», yâni «Sen hayvansın, Bir kısa, b ir uzun âdem le tnrîk-dâş oldum
senden artan su da hayvanın içdiği bir su  rif an lar ki bu yolda nelere dûş oldum
dur.» demek olur. Tevcihe «muhtemil-üz- beytinde olduğu gibi ki kısadan fitnekâr,
zıddeyn» adını da verirler. uzundan ahm ak dem ek istenildiği rem z ta
5— T a’r î z : «K apalıca itiraz etmek» de rikiyle anlaşılır.
mektir. Bunu, «bir tarafı gösterib diğer ta M anastırlı R ifa t Bey m erhum llm -i Be-
rafı kasd etmek» diye târif ederler. «Kita d î’inde ve Telvîhât bahsinin sonunda bir ten-
bınızı o kadar m uhâfazaya çalışıyorsunuz ki bîh yapıyor ki, ehem m iyeti dolayısiyle ay
sahifeleri dağılmasın diye kenarlarını kes nen nakl e td im :
miyorsunuz.» ibâresi bir ta ’rîzdir. Bundan «Bu fasılda yazılan şeylerin yekdiğerine
m aksud olan «Derse çalışm adığınız kitabla- m ünâsebet ve kurbiyetleri olduğundan be
rınızm kenarlarını kesmeyişinizden belli.» yinlerini güzelce tefrik lâzım olm akla aşa
ifâdesidir. O ise b ir itirazdır. Birinci fıkra ğıdaki fıkraların güzelce m ütalâa edilmesi
da bir taraf, yâni kitâbların kesilmediği lâzım dır. Şöyle k i :
gösterilmiş, fakat onunla diğer ta ra f yâni E v v e lâ : M ugaleta-i mâneviyyc ile cina
çalışılmadığı anlatılm ak istenilmişdir. sın farkıdır ki cinâs, lâfz-ı vâhidin iki ker-
T a’rîzde nezâket ve nczâhet bulunacağı re zikr olunm ası ve sûretde uygun, m ânâda
için itirazdan iyi te’sîr icrâ eder. Bir m ual aykırı bulunm asiyle olub m ugaletada ise
limin talebesine : «Çalışm ayacak olursak sı- lâfzın yalnız bir kerre zikr olunm ası büyük
nıfda kalacağımıza şübhe etmemeliyiz.» de farkdır.
mesi «Çalışmazsanız sınıfda kalacağınıza Sâniyen : M ugaletanın kinâye ile farkıdır
şübheniz olm asın.» demesinden fazla hüsn-i ki kinâye hem hakîkat, hem mecâz cihetle
te’sîr yapar. Bu yoldaki söyleyişlere «Üs- rine delâlet eden lâfızda olub her ikisine
lûb-i hakîm âne» derler. ham li câiz olursa da m ugaleta, lâfzın işti-
T a’rîzin dokunaklı olanlarına «îstihzâ», râk vasfı hasebiyle iki m ânâya delâletini
acı ve ağır istihzayı hâvi olanlarına da «Te- veya lâfzın zikr edilmesi sebebiyle mânâ ile
hekküm» tâbîr ederler. (Bk. istihza) nakîzini tazam m üne delâletden ibâret ol
Edebiyatı tutub boğdu gûrûh-1 kudemâ m akla bunda da böyle büyük b ir fark v ar
Okuyun siz dc onun canına ey genç üdebâ dır.
beyti istihzaya, E ş r e f in : Sâlisen : M ugaletanın ta’rîz ile farkıdır ki
Eski eş’ârda dürbin ile m ânâ görülür ta’rîz, lâfzın arzından ve gelişinden anlaşılıb
Yeııi eş’ârda m ânâ gibi külfet yokdıır. hakîkat vc mccfız cihetleriyle delâleti yok-
beyti tehekküm e misâl olabilir. dur. F ak at m ugaleta, mislini veya zıddını
6— Telvîh : U zak ve yakın m ânâlar ara iş’â r etdiğinden ona benzemez.
sındaki levâzım, yâni m ünâsebetin mütead- R â b ia n : M ugaleta ile tevriyenin farkıdır
did olm asıdır. M anastırlı R ifa t B e y : ki tevriye dâim â uzak m ânâya bitişik oldu
«Telvîh, m aksûd ile gayr-i raaksûd ara ğundan bellidir.
F: 11
TEMENNİ 162 TENÂSÜB
H am isen : Tevriye ile tevcihin farkıdır ki Z anneder nâzil olan katreyi kim görse
tcvıiyc, m üşterek lafızlara mahsus ve tek şihâb
lâfzla uzak m ânâ kasdine m ünhasır olub, N e durur zer-ger-i delir, âna ta’acciib
tevcih ise bunun tam am en aksi okluğundan ederim
beyinlerinde külli fark vardır.» Bu kadar olııııış iken pûle-i gerdûu
pür-tâb
T E M E N N İ: ( J c ) M eânî tâbîrlerinden Eridib kurs-i zer-i mihri de mclı gibi ıı’içuff'
dir. (bk. in şâ)' Etm ez ol râyiz-i tünd eblak-i devrâna rikâb
TEM M U Z1Y E : ( \ ) Y azdan ve sıcak- T E M S İL İY E : ( ) Beyân tâbirlerin
dan bahs edilerek ve bunlardan «teşbîb» ya den ve istiare nevi’lerindendir. «Bir hey’etin
pılarak büyüklerin medhine dâir yazılan ka bir hey’ete teşbihi» diye târif edilir. Ende-
side. N cf’î’nin, N asûh Paşa vasfında yazdı rıınlu V â sıf ın :
ğı bir Tcm nuıziyc’nin baş taraflarını mimli N afile bal çalıb ağzıma yalandırdı beni
ne olm ak üzere nakl ediyorum :
m ısraında olduğu gibi ki buradaki «ağzına
bal çalm ak ... birine iyi bir vaidde bulun
Yiııc irişdi Tcıııûz, oldu cihân pür-tef-ü-tâb
maya teşbîh edilerek kullanılm ışdır. Müte-
G irdi b ir hilkate hep âteş ü bâd, âb ü türâb
addid şeylerin biribirine benzetilmesi olan
Erdi bir gayete te’sîr-i lıavâ kim bir m ûr
«istiâre-i temsiliyye»lere «mürekkebe» vasfı
Bir deın-i gernı ile eyler yedi deryayı serâb
da verilir.
llâ k bir m ertebe germ oldu ki devrân
edemez T E N Â F Ü R : ( ) Lügatde ürkm ek de
Nice T ûfân ile bir zerre gııbârın sîr-âb mekdir. Fasâhatcilere göre bâzı harflerin,
D ökülen hâke bu fasl içre değildir bârân yâhut kelimelerin yan yana gelmesinden,
H oy-fcşân olm adadır tâb-i Tcm ûz ile sclıâb yâhud biribirine yakın bulunm asından telâf
Böyle gcrınâdn ki deryaları huşg eldi lıavâ fuzun güçleşmesi demekdir. Birincisine «Te-
K ûlıdan zâlıir ii carî olanı sanm anız âb nâfür-i hurûf», İkincisine «tenâfür-i kelimât»
Tâb-i uıilır oldu giizârende-i tîğ-i kiihsâr derler. N âbî’nin :
Cfıy-veş akm adadır her yana pûlâd-i nıüzâb
L etafet kat kat olm uş ârızm da
Böyle kalırsa gedâ zindegi-i m ihr eyler nesterenlenmlş
M a’din-i sim olan yerleri bahr-i sîm-âb
m ısrâındaki «nesterenlenmiş» kelimesinde
N azm içün vasfını bu fasl-i cahîın cfrûzun
«tenâfür-i hurûf» ve Âmidli H âm i’nin :
Etse bir şâir eğer tab ’ına tevcilı-i lıitâb
D üşm eden dâm-i hayâle dahi b ir demde Ey andelîb, o gül uyumuşmuş s es islemez
eder m ısrâında ise «tenâfür-i kelimât» vardır.
Tâb-i endîşesi m urgan-i m aânîyi kebâb
TENÂSÜB : ( ) Bedî’ tâbirlerindendir.
Isınırdı yerine ka’r-i çeh-i DUzelı’de
M ânâca biribirine münâsib kelimeleri bir
Etse F ir’avn'i felek böyle havada gark-âb
D öndii lıâküstcr-i pür-alıkerc rik-i uınm ân arada zikr etm ekdir. M uhyiddin R âif Bey’in:
Alıkeri gevher ii tennûru p ü râ te ş gird-âb O âşikane teranen ki bin bahara değer
Aks-i lıâl-i ruh-i hûbâna döner âyinede Gıdâ-yi rûlıu m udur gülsitânın ey bülbül
Düşse deryada eğer m lhre mukabil beytindeki «terane», «gıda-yi rûh» ve «bül
dür-i nâb bül» kelimeleriyle «bahâr» ve «gülsitân» lâ
O ldu pûrlâb o kadar şiddet-i gcrınâdaıı fızlarının ccm’i gibi.
kim «M ürâât-i nazlı», «tclfîk» vc «tevfik» gi
A n dırır lıâlct-i ser-germi-i usşâk-ı habâb bi isimler de verilen tenâsüb, erbâb-i kale
E rdi ol dem ki sepend-i ser-i âteş gibi lıep min en ziyâde kullandığı bir san’atdir. Bıınun
Sâbitât-i feleği ede yerinde piir-tâb bir de «iyhâm»ı vardır «lyhâm-i tenâsüb»
Bir ola sâbit ii seyyare, m üneccim ler ele denilen o san’at de m üleaddid mânâsı olan
H ükm içün dâhi ne takvîııı ala, nc usturlâb bir lâfzın bir mânâsiyle diğer b ir kelimenin
N cm -çckân oldu felek kubbe-i germâbc mânâsı arasında münâsebet bulunm akdır.
gibi Nfıbî’nin :
TENKİD 163 TENSİK
Pek uçurm a bildiğim kuşdıır benim cy Edebiyatı üstâdlarının hiç biri, ortaya esaslı
bûğbâıı ve değerli bir tenkîd nüm ûncsi koyamadı.
Bülbülün fiiilzâr-i ûienıde hezârın Edebî tenkîd nâm ına yazılmış yazıların ba
görmüşüz zılarından vukufsuzluk, bazılarından da hak
beytindeki «uçurma» ile «kuş» ve «bülbül» sızlık sırıtır... V ukufsuzluk «ilmîlik», hak
ile «hezâr» kelimelerinin bir arada bulundu sızlıksa «tarafsızlık» şartına uym a/. Bizde
rulması gibi. Mâlûııı olduğu üzere «uçur vukufsuz vc haksız teııkîd'in misalleri sayı-
ma» : «pervâz ettirme» demek olduğuna gü lam ıyacak k adar çoktur. G arb'ın anladığı
re onunla kuş ve bülbül arasında bir m ünâ m ânâda tenkîdin ilk örneğini vermiş olan
sebet vardır. F akat burada «uçurma» : N âm ık K em âl’in T ahrîb-i H arabatı, Tâkîbi,
«medhde miibalega» etme» demek olduğun irfan Paşa M ektubu vukufsuzluktan uzaksa
dan ve aralarında ancak uçurm anın b ir m â da, yer yer haksızlıklarla doludur.
nâsı dolâyısiylc m ünâsebet olduğundan ya Eskiden tenkîde «llm-i Nakd» denilir vc
pılan san'at, tenâsüb değil, iylıâm-i tcnâsüb- «Ulıım-i Edcbiyye» cümlesinden sayılırdı.
dür. Kezâ «hezâr» : «biilbiil» m ânâsına ol M uallim N â c î:
duğu için biilbiil ile m ânâca münâsebeti var «Bu ilme nakd denilmesi şu cihetdcndir
dır. Lâkin buradaki mânâsı «bin» adedi ol ki, sâhibi tab’-i vekkad ile nekkad (sarrâf
duğu için ikisinin bir arada zikrinden iyhâm-ı pek parlak tab ’iylc), hâlis akçeyi mağşuş ak
tenâsüb husule gelmişdir. çe arasından nasıl ayırırsa şi’r-i bî-aybi şi’r-i
T E N K İD : ( J - i - ) Fransızca «Critiquc» m a’yûb m iyânından öyle tefrik eder, «cl-
cşyâ’ü tenkeşifü bi-azdâdihâ = Eşyâ, zıdla-
karşılığı olm ak üzere kullanılan bir kelime
riyle belirgin hale gelir», hükm ünce şi’rin
dir ki, bir eserin iyi ve fena olduğuna, onun
ayıblarını bilmeyen ayıbsız şi’ri tanıyam az.»
hakîkaten güzel sayılıp sayılam ayacağına
der.
dâir hüküm vermek m ânâsında istimal cdil-
İran'ın Sünnî âlim ve ariflerinden meşhur
mekdedir. «Tenkîd» kelimesi A rabcada yok-
Hüscyn-i Vâiz'ın bu ilme dâir Bedâi’-ül-
dur, «Nakd, tinkad, intikad, tcnekkııd» ke
E fkâr fî-Sanâi’-il-Eş’âr isimli bir kitabı v ar
limeleri vardır. Hepsi dc sağ mı, çiiriik mü
dır. Nâc", m erhum, onu tcrcemcyc vc Mcc-
olduğunu anlam ak için parayı gözden ge
mûa-i M ııallim’e dere etmeye başlam ıştı. Ne
çirmek ve seçmek demekdir.
yazık ki, tam âm lıyam adı.
Dununla berâber N â c î:
«Tenkîd lâfzının A rabîde müstam el olm a T E N K ÎH : ( £-;*■*' ) Bir şeyin fazlasını çıkar
ması, bizim istimalimize mâni olam az. H at m ak m ânâsında b ir kelime olub edebiyatda
tâ «tenkîd»! «intikad»a tercîhan istimâl ede haşivsiz söz söylemek nıeâlinde kullanılır.
riz. Cem’i : tenkidât.» der. Eskilerden şâir N âilî m ünakkah yazılarıyle
Ali Cânib Bey, Edebiyat unvanlı kitabın m eşhurdur. Ziya Paşa onun hakkında :
da : Elfâzı selîs ii ıııiintclıabdır
«Eski Y unanlardan tâ 17. vc 18. asırla M n/m ııııları hâis-i (arabdır
ra kadar terikîd, daha ziyâde edebî eserle Tcukîlı ile tlcr sözü o dânâ
rin şekil kısmiyle meşgul olurdu. O devir Bcrcostcdir undu lâfz u nıâııa
lerde tenkîd, «belâgat»in b ir şubesi- idi. 19. m ütalâasında bulunur.
asırdan beri tenkîdin hududu gitdikee ge
nişledi. Şekil nıcs’elcsi ikinci derecede kal TEN SİK : ( ji-* * ) Sıı ayıı getirm ek, nizâma
dı. Bugün eıı ziyâde bir edebî eserin rûh koym ak m ânâsınadır. Bcdî’cilere göre : «Bir
vc hayâliyle uğraşılıyor. Bir eseri lekvîıı ibûrcdc zikr edilecek birkaç şeyi sinisiyle
eden siyasî, içtimâi, dînî sebebler gözden irâd cylem ek»dir. Sıra tertibi, aşağıdan yu
kaçırılııııyor.» diyor. karıya doğru olursa «tcıısîk-i iılikaî» yuka
H ü lâ s a : Bugünkü tenkîdin mevkii gayet rıdan aşağıya doğru olursa «tensîk-i inhitatı»
mühim: Bir eserin hayât ve mem âtı, m ü denilir.
nekkidin vereceği ilmî ve tarafsız hükme Sıhhatim , öınrüın, Iıayât-ı câvidâııımsın
bağlı. Böyle hüküm verebilecek adam lar m a benim
alesef bizde henüz zuhûr edemedi. T anzim at m ısrâm da tensîk-i irtikaî vardır. Ç ünki ora-
TENSÎK-İ SIFÂT 164 TERCÎ’-İ-BEND
da sevgili evvelâ sağlığa, sonra yaşayışa.l m atla’lı gazeline sonradan ikişer m ısrâ’ ilâ
daha sonra ebedî hayâta benzetilmişdir. ve etmiş v e :
B unlar sırasiyle biribirinden kuvvetli olduk A ldım âteş bir zam an b ir âteşin ruhsâreden
ları için o suretle dizilm elerinden tensîk-i F ark olunm am şimdi b ir âteş-feşân
irtikaî husule gclm işdir. Bu m ısrâtn dizisi seyyareden
değişdirilse de tn e â li:
şekline giren m atlaının üstüne «terbî’-i ga-
E y benim ebedî hayatım , öm rüm
zel-i hış» yâni «kendi gazelimin terbîi» ter
Seni ben görünce sıhhati gördüm kibini yazmışdı. Abd-i âciz dc bir gazelimi
şeklinde ifâde edilse sözün kuvveti düşürül
terbî’ ederek şu hâle getirmişdim :
müş vc inhitatî bir tensîk yapılm ış olur. İz
Yâd eyledikçe vasimi canını garibsedim
zet M olla’nın :
H ecrin ile tükendi tüvânıın garibsedim
Ecelle m eğer pençeleşmek imiş
«Gcçdikcc âh ayrı zam anım garibsedim»
D e m ir. pehlivanla güleşmek imiş «Sıkdı beni mulıît ü m ekânını garibsedim»
beytinde de «tensık-i inhitâtî» vardır. Çünki
şâir, şikâyet etdiği kötü sesli bekçiyi dinle V aslın imiş meğerse beni öm re aldatan
mek hususunu evvelâ «cccilc pençeleşmeğe», IIoş gösteren cihanı, dile neşveler katan
sonra da «dem ir pehlivanla güleşmeğe» teş- «Şimdi d u rur yabancı bana sevdiğim
bîh etmiş ve sözün kuvvetini düşürm üşdür. vatan»
D em ir pehlivan ne kadar zorlu olursa olsun «Sensiz vatanda rûh-i revânım
ecelin pençesi onun da sırtını yere getirir. garibsedim»
Bu b e y t:
D em ir pehlivanla güleşmek İmiş Doğm uş iken vücûdum onun sadr-i pûkinc
G urbet gibi esefle bakar dîde, hâkine
Ecelle m eğer pençeleşmek imiş
şekline konulursa makbul bir irtikaî tensîk «K arşım daki minârcciğin kalb-i çâkinc»
«Aks ctdi dc acıklı figanım garibsedim»
m eydana gelir. T ensîka b âzılan «tedrîc»
derler, (bk. Tedrîc) Olmuş gözümde lâne-i nıâtcnı bütün büyüt
T EN SIK -İ S IF Â T : ( J i-iT ) Bir Bâb-i tarabde perde olan ııcsc-i ankebût
şahısı, yâhud b ir şeyi m üteaddid sıfatla zikr «G ûş ctdiğim o zcmzcmelcr nerde? Hep
etm ekdir. Sevgiliye : sükût»
Sıhhatim , öm rüm , hayat-l câvidânım sın «Sarm ış cllıânı lıüzn-i nilıânun garibsedim»
benim G urbet ilinde şâııı-i gariban hazin olur
mısrâiyle hitâb eyleyerek onu sıhhate, ömre, Lâkin vatanda olm ası hnyret-karîn olur
ebedî hayâta benzer olm akla tavsif etmek «Y urdum baııa firakın ile âteşin olur»
gibi. «Y anm akdadır o nâra cenânım garibsedim»
T E N Ş IT : ( ) bk. Tecâhül-i ârif.
B ir sakf-i gaııı görünm ededir ftsnıân bana
TERANE: ( ) R libâî’nin diğer bir adı Bcyt-iiMıazen meâli dem ekdir cilıân bana
dır. Rübâîlcrin İran 'd a ekseriya terennüm «G önlüm gibi fezâda iyan im tihan bana»
edilmesi, onun bu nâm ı alm asına sebeb ol- «A rtık yetiş ki ncşvc-resânıııı, garibsedim.»
m uşdur. T erane, terennüm m ânâsm adır.
Ersin hitâm a gayri şu leyl-i mükeddcrlın
(bk. Rübâî)
D oğsun benim dc ufkum a milır-i
T E R U t’ : ( ) Bir gazelin h er beytine münevverim
aynı vezinde, üstüne geldiği m ısrâyla aynı «T âhir, rebî’-i ınakdenı-i dil-dârı beklerim»
kafiyede ikişer m ısrâ ilâve etm ek, âdetâ onu «Bitsin yeter şu ân-ı hazâm ın garibsedim.»
m urabba’ şekline getirm ekdir. T erb î’ edile TER C E M E -t-H Â L : ( Jl*- ) Bir kimsenin
cek gazel, başkasının olduğu gibi terbî’ ede-
hayatından bahs eden eser. Frenklcrin Bi
cck şâirin kendi gazeli de olabilir. Nitekim
yografi dedikleri şahsi târih.
M uallim N âcî m e rh u m :
V erdim âteş dillere sûz-I dil-i âvâreden T E R C I’-1-BEND : ( £ - * > - j ) Gazel şeklinde
Eyledim îcâd b ir yangın b ir âteş-pâreden I ve ayn-i vezinde yazılmış m üteaddid manzû-
TERCÎ’-İ-BEND 165 TERKÎB-İ BEND
menin m ütekerrir bir beyt ile biribirine bağ H er âlem in sinîn ü tevârîhi m uhtelif
lanm ış şeklidir. «Vâsıta» denilen o beyt te H er b ir zeminde başka hisâb üzre zam ân
beddül edecek olursa «terkîb-i bend», teker PeyveStedir sevâhili gir-dâb-i hayrete
rü r ederse «tercî’-i bend» olur. O parçalar Bir bahrdlr ki bu bahr-i bî-kerfin
dan her birine «tercr-hâne», terkîb-i bend Sübhâne m en tehayyere fî-sun’lh-ll-ıiVul
ise, «terkîbhâne» denilir, (bk. Terkîb-i bend) Sübbâne m en bl-kudretihi yu’ciz-ül-fühûl
Ziya Paşa’nın m cşhûr «tercî»inden iki
T E R C rH A N E : ( £ - » / ) T ercî’-i bendi
bend:
teşkil eden bendlerden her biri. (bk. T ercî’-i
Bu kâr-gâh-ı sun’ aceb dcrs-hâncdlr
bend)
H er nakş, bir kitâb-i-lcdündcn nişanedir
G crdûn, bir âsyâb-i fclâkct-m cdârdır T E R D ID : ( A o ] ) Bedî’ tâbirlerindendir.
Gûyâ içinde âdem-i avare dânedir Bir sözü m uhâtabm beklemediği bir sûretde
M ânend-i dîv beççclerin iltikam eder bitirm ekdir. M e se lâ :
Koline rıbât-i dehr, aceb âşlyânedir E rbâb-I teşâür çoğahb şâir azaldı
Tahlûk olunsa nakş-i (emâsîl-i kâinat m ısraını işiden m uhâtab, daha birkaç şâir
Y a Iıâb ü ya hayâl ve yâhud fesânedir varm ış zannına düşdüğü hâlde :
M üncer olur üınfır-i cihân b ir nihâyete Y ok, öyle değil, şâirin ancak adı kaldı
Sayfin şifâya meyli, baharın hazânedir m ısraını duyunca beklem ediği bir netîccyi
Kesb-i yakîne âdem içiin yokdur ihtimâl almış olur.
H er i’tikad akla göre gaibânedir TEREDDÜD: ( j j / ) M eânî tâbîrlerindcn-
Yû R ab nedir bu keşmekeş-i derd-i ihtiyâç
dir. M uhatabın işitdiği bir habere karşı mü-
İnşânın ihtiyâcı bir lokm a nanedir
tereddid bulunm ası hâlidir. Bu hâle karşı
Y okdur siper bu kubbe-i fîrûze-fâm da
söylenilecek söze «inkârî» vasfı verilir, (bk.
Z errât, cümle tîr-1 kazâya nişanedir
inkârî)
Asl-ı m urâd, Iıükm-i ezel bulm adı vücûd
Zâhirdekl savâb ü hatâ hep bahanedir T E R E C C Î : ( , _ £ ■ / ) M eânî tâbirlerindendir.
Bir failin m eâsiridir cümle hâdisât (bk. İnşâ)
N e iktizâ-yi çarlı u ne hükm-i zem inedir
TER F1L: ( J j J ) L ügatde etek uzatm ak
Sübhâne men tehayyere fî-sun’ih-il-ukul
Subhâne men bi-kudretihi yu’cizül-fülıûl dem ekdir. A rûzculara göre «M üstefilün»
(Sun’unda akılları hayrette bırakan zâtı cüz’üne b ir «sebeb-i hafîf» ilâve etm ek ve
(Allah’ı) takdîs ve eksikliklerden tenzîh ede «müstefilüntUn» yerine «m üstef’ilâtün» vez
rim . K udretiyle erkişileri, koç yiğitleri âciz nini kullanm akdır. ö y le yapılmış olan cüz’e
bırakan zâtı (Allah’ı), tekrîm ve tenzih ede «müreffel» derler.
rim.) T E R K lB -t B EN D : ( -c, ) Gazel şeklin
Ecrâm-i-bî-nihâye ile pürdür âşinân de ve ayni vezinde yazılmış m üteaddid m an
N isbet olunsa zerre değildir bu hâk-dân zumenin birer beyt ile biribirine bağlanm ış
Bin şems-i tâb-dâr ü hezârân meh-i m ünîr şeklidir. O beytlere «vâsıta», vâsıtaların
Y üz bin sevâbit U niçe seyyâre-i iyân yekdiğerine bağladıklar: m anzûm elere de
H er şems eder tevâbl-i-mahsusasiyle seyr «Bend» yâhud «terkîb-hâne» derler.
H er tâbia tevâbi-i-uhrâ eder kıran Terkîb-i bendlerde «vâsıta»lar teaddüd
H er şems eder lcvâhikına neşr-i feyz-i hâs eder, yâni her bendin altında ayni vezinde
H er lâlıikın tabîatı emsâline nihân ve m urassa’ şeklinde b ir beyt bulunur. T er-
H er cüııılc merkezinde eder seyr bî-vukuf cî’lerde ise vâsıta beyti tekrarlanır. T ercî’-i
H er kıt’a mihverinde bıılur feyz-j .câvidan bend ve terkîb-i bend, h er m evzûda yazılır,
H er cümle-i vesîade mebsût bin vücûd daha doğrusu her mevzû bu n larla nazm edi
H er kıt’a-i fcsîhade meşhûd bin cihân lebilir. Y âni — esâs itib â riy le — kasîdenin
H er b ir vücûd m asdar olur bin vücûd içün m edhe, gazelin sevgiye m uhassas olm ası ka
H er bir cihân Iıczâr cihandan verir nişan bilinden değildir. Meselâ Bağdâdh diye anı
H er zerrede tarîka-ı m ahsûsa üzre feyz lan R ûhî ile Ziya Paşa’nın terkîbleri ictim âî
H er cismde tabîat-i mahsûsc üzre cân ve intikadî, A rp a Em inizâde Sâm î’nin ter-
TERKÎB-İ BEND 1G6 TERSİ'
kîbi tasavvuf! mâhiyetde olduğu gibi Bâkî’- İstikam et nıahz-i cinnetdir bu milk ü
nin, T aslıcalr Y ahyâ’nın, E nderûnlu Vâ- millete
sıf’ın, N cvrcs’in terkîblcri biıer mersiyedir. D erde uğrar kim sadâkat etse elbet
Y ahya K em âl’in Ç aldıran-nâm csi ham asîdir. Devlete
Tcrkîb-i bend denilince — şöhreti dolayı- beytini tekrarladığı manzumeye «Icreî’-i
siyle — on evvel h atıra R ûhî'nin eseri gel bend» demesi doğru değildir. Çünki on dört
diği için nüm ûne olarak ondan iki bend bendden müteşekkil olan o neşîdenin her
nakl ediyorum : bendi onar mısralı ve her mısraı kafiyeli
Sunman bizi kiııı şire-i cngîir ile mestiz dir. H er bendi kafiyeli on m ısrâdan teşekkül
Biz clıl-i harâbâtdam z, ıııest-i «clestniz etmiş ve birinci bendin 9 ııncu vc 10 uncu
Tcr-dâıııen olanlar bizi âlûde sanır, lîk m ısraları diğer bendlerin sonunda tekrarlan
Biz mâil-i bûs-i Icb-i câm U kef-i destiz mış olduğu için buna «munşşcr-i ım itckcrıir»
Bu âlenı-i fânide nc nıîr ü ne gedâyız dem ek daha doğrudur. Paşa’mn Fuzûlî’ye
 lâlara alalanırız, pest ile pestiz nazîre olm ak üzere yazdığı vc üzerine «Tcr
S adıin güzedüb n’eyleyelim bcznı-i cihanın kîb-i bend» başlığını Eef>rdiği :
I’ây-i lıııııı-i ıııcydir yerimiz, bâde-perestiz Azın eyleyende bâğa dün ol nalıl-i
E ıbâh-i garaz lıizden ırağ oldııüıı yeğdir piir-gıırîır
Z irû yere diişıııez okııımız, sâlıib-i şestiz Ezhâr-i giilsitânc verib lâzc bir sürür
Mâil değiliz kimsenin âzârına amıııâ Etdi kenâr-i lıavzı niyiıııcn-gelı-i hıızûr
H âtır-şikeıı-i zâhid-i peymâne-şikestiz Su içre aksini göricek lıenıçii serv-i nur
Hcııı-kâsc-i erbâh-i diliz, arbedem iz yok Bu kad mi, yohsa serv-i çemendir? dediın,
M eyhanedeyiz gerçi, velî aşk ile mestiz dedi
Biz mest-i-ıııcy-i-mey-kcdc-i âlcm -i canız Taze ııihâl-i gülşen-i cânındiırur senin
Ser-Iı:ılka-i ceın’iyyet-i pcymâne-keşânız G ördüm giderdi nâz atm a binmiş ol ciivân
G ür zâlıidi kiııı sâlıib-i irşâd olayım der Ziilfü nikabın açdı görünce beni lıenıân
Diin m ektebe vardı, bıı gün iistâd olayım Bir od bıralıdı, bağrım evin yalıdı nâgehân
der Sordum tııtub inanını ey bi-emâıı emân
M ey-lıânede isler yıkılııb olm aya viran Bu hiisn, ya ki ıııihr-i cihandır? dedim,
llî-çfıre lıarûb olm adan âba d olayın der dedi
Elden kom asın cSnı-i meyi giil gibi b ir dem Sûz-cfgen-i ocâğ-i revanın durur senin
il e r kim ki bıı gnm-hâııcdc dilşâd olayın manzumesi «tcrkîb-i bend» değil, «nıiizdc-
der vic» bir müseddesden ibâretdir. (bk. Müz-
liir scrv-kudiıı bcndc-i efgendcsi olsun dcvic müseddesi
Âlemde o kim gııssadnn âzâd olayın der
TER K İB -IİÂ N E : (<<li. ■— j ) Tcrkîb-i bendi
Ümriiıı geçiriib kııh-i belâda dil-i şeydâ
Berlıem-zeıı-i lıengâme-i Ferhâd olayın der teşkil eden bcndlcrdcn her biıi. (bk. Ter-
kîb-i bend)
Ya.sl istenıeyiib lıccr ile lıoş geçdiği hu
kiın T ER Sİ’ : ( ) Bir beyit teşkil eden mıs
Mi.skîıı, gaııı-i câııâııcye ıııûtâd olayın der
ralar ile bir fıkrayı tcşkîl eden cümleler
Gezdi, yiiriidii, bulm adı bir cğlcnccck yer
deki lâfızları vezn vc kafiye itibâriyle biri-
M in-ba’d yine âzim-i Bağdâd olayın der
birinc uygun yapm akdır. Tersi’, lügatde
Bağdâd, sadefdir, giiheri dürr-i N eccfdir
«Altın, yâhud gümüş bir zemîn üzerine mü
Y ânında ânııı diirr ii güller scııg-i lıazefdir.
cevher oturtm ak» demekdir. T crsî’li yazı
Y ukarıda da söylenildiği üzere gerek ter-
yazm ak d a m urassa’ bir eser yapmak gibi
kîb'in, gerek tcrcî’in bendleri gazel şeklinde
zîncıli vc kıymetli sayıldığı için o san’ate
olur. Yâni m atla’dan sonraki beyitlerin birin
bu nâm verilm edir. Şinâsi’nin :
ci mısraı serbest, İkincisi m alla’la kafiyeli
bulunur. Divân şâirlerim izin İran edebiya Akl ü lıisâb mâil-i tedbîr eder bizi
tından alıb tatbik etdikleri ıısûl bııdur. ö yle N akl ü kitâb kail-i takdir eder bizi
ikcıı bâzılan nın, ezcümle Ziya Paşa’nııı baş vc :
ka bir manzum esinde her bendin sonunda : M iinkuzî cevr-i eilıâıı ile lıayât-i âdeııı
TERTÎB 167 TESDÎS
Mııkfnzî dcvr-i zam an ile mem ât-i alcın sûle gelen «fâilâtûn»ı «fâiliyyân» şekline
ve : tebdil cylemekdir. Fâiliyyân şekline «müseb-
Fiirûğ-ı dcvlet-i diinyâ tcccllâ-yi kibâr bağ» derler (bk. Miisebbağ)
olmuş T ESC Î’ : ( > ) : Seci’ yapm ak, yâni nesir
Düriiğ-ı hâlcl-i rü ’yâ (cscllâ-yi sigar olmuş
de kafiyeli söz söylemek demekdir. (bk. Se
N âm ık Kem al’in : ci’)
Eczâ-yi beşer câlib-i ta’cil-i fenadır
lbka-yi eser nıûcib-i (alısîl-i bekadır TESDÎS : ( 1 ) Bir m anzum enin her bey
beyitleriyle; tine dört m ısra’ ilâvesiyle onu «müseddes»
Recâizâde’nin : bir bend hâline getirm ekdir. T erb i’ ve tah-
mîsde olduğu gibi tesdisin de şartı, yapıla
Aslini pençe-i lııırşiddir anlarım ın
cak ilâvelerin tesdîs edilecek beyi ile m ukaf
Hcm-nişîni goncc-i nâlıîddir dcslârım ın
fa olm asıdır. Meselâ Ziya Paşa, MahmCıd
İstesem âsâr-i şark u garba tûfân-lıiz olur
N edim Paşa’nın bir m atlaım şöyle tesdis et
En kemini liiccc-i (enkiddir güftârınıın
m iştir :
N âm ık K em al’in ; «Basît-i âlemde medâ- Uşşak o şâlı-i kişver-i hüsnün sipahidir
yin-i azîme inşâsıyle revâbit-i içtim âi teşyid Devlet, fütâdegânına yârın nigâlııdır
ediyor. M uhît-i âzam da sefâyin-i cesîme Rindin kabâ-yi atlası delk-ı siyahıdır
peydâsıyle vasâit-i intifâı tezyîd ediyor.» Şeyhin şeriri mescid ü tâcı külahıdır
A bdülhak Hâm id’in : «E fkârı m ülki, şehr-i dili taht-gâludır
«En gayretli bildiğimiz mııîn-i millet, re «H er kimse kendi âlem inin pâdişâhıdır.»
vâbit-i hayâtın inkıtâiyle m üftehir. Cerîha-i M ahm ûd Nedim Paşâ'nın beyti bir m atla’
silâh indinde bir nişandır. H isâbında bedîa olduğuna ve b ir gazelin başında bulundu
gibi rağbeti mûcib olur. En himmetli gör ğuna göre tesdisin ikinci bendi o gazelin
düğümüz emîn-i devlet, vesâit-i mem âtın ih- ikinci beytindeki birinci mısrâın kafiyesine
tirâiyle m üştehir. M edîha-i salâh nezdinde göre takfiye edilmek lâzımdı. F ak at Ziya
hezeyândır. K itabında sanîa gibi nefreti câ- Paşa, bu lüzum a ehemm iyyet vermemiş,
lib olur.» ve : «H akkaniyyet nâm-i celîline ikinci b e n d in i:
m üsteid olan savlet ve ric’atinde tevfîk-i Dir şelırdir ki şehr-i k anâat lıisâr-i nâz
rabbânî m uînin, nefsâniyyet kâm-i rezîline M ihm ân-serâyına konam az ıııcvkib-i ııiyâz
müstenid olan hiffet ve şiddetinde kahr-ı âs- K ulluk, efendilik bulam az anda im tiyaz
mânî karinin olur.» fıkralarında olduğu gibi. Şclılik, gcdâlık olm az o âlcnıde kâr-sâz
Tersî’in .sözde ne kadar külfetli ve o yol «Efkârı mülki, şehr-i dili talıt-gâludır
daki sözlerin ne kadar gayr-i tabiî olduğu «H er kimse kendi âlem inin pâdişâhıdır.»
m isâllerden anlaşılmışdır. suretinde nazm ederek âdeta müseddes bir
TERTÎB : ( j ) Fikrin ve ifâdenin sıra tazm in yapmış, fakat bu tazm inin baş tara
lanm ası, hâdiselerin vukû’ buluşlarına göre fına «Tesdîs-i m atla’-i M ahm ûd N edim Pa
anlatılm ası. «Ahmed geldi, M chm ed gitdi.» şa Vekil-i N âzır-i Umûr-i Hâriciyye» ibâre-
yerine «M ehmcd gildi, Ahmed geldi.» dc- sini yazmışdır. Yine onun :
nilmemcsi gibi. Çünki birinci sözde Ah- Tefekkür etmeli ılc bil cilıâıın bir gelişi
m ed’in gelmesi evvel, M ehm ed'in gitmesi G iderm eli kederi, bakm alı safâyıı kişi
sonradır. İkincisinde ise aksinedir. Yâni, m atlaım Ziya Paşa :
Ahmed, Mchmed gitdikden sonra gelmişdir. G önül gönül, nc bu lıüzn ü elem, bu gani
M ehm ed’in gidişi A hm ed'in gelişini miiteâ- tâ-key
kib olduğu için birinci söz tertîblidir, İkin H arâbc-zâr-i cilıâuda bulur fenâ her şey
cisi değildir. Ne oldıı dcvlet-i Ceınşid ii kandc Ilıısrcv ii
Key
T E S B ÎĞ : ( ) Lügatde genişletmek ve
K açırm a fıırsatı, kıl iltizûııı-i sâkî vü mey
tam am lam ak mânâsı nadir. A ıûzcıılara göre: «Tefekkür çimeli de bıı cihâna b ir gelişi
«fâilâtün» cüz’ünün «sebeb-i hafif» olan «G iderm eli kederi, bakm alı safâya kişi.»
«tün» hecesine sâkin bir elif ilâvesiyle luı- şeklinde tazm in ederek iistünc yine «Tcsdîs-i
TESDÎS 168 TEŞBÎH
m atla'-i M alım ûd Dey M üsteşâr-ı Hâriciyye» H ükın-i zenıâııe Sırct’c pek bi-cmâıı gelir
ibaresini kondurm uşdur. Paşa'nın dîvânında «Tccilc yok Iüzûm ki Ekrem, zam ân gelir
böyle zühûller dem iydim , kayıdsızlıldar gö- «K a’r-i m ezar, sîne-i ârâm olur sana.»
rülm ekdedir. M e se lâ :
T E S H İM : ( ) Bedî’ tâbirlerin d en d ir.
A zm eyleyende bâğa diin ol nahl-i Seci’, yâhud kafiye delâletiyle sözün saca-
pür-gurûr
n u n ne olacağını evvelden okuyucuya, din
m ısrâiyle başlayan ve «müzdevic b ir müsed leyiciye a n latab ilecek b ir söz îrâd etmekdiT.
des» olan manzûm esinin k e z a : (bk. İrsâ d )
Âlem lıayâl-lıûne-i hikm et-nişânedir
T E ’S IS : ( y - i - t ) bk. Kafiye.
m ısrâiyle ibtidâ eden ve «m ütekerrir bir m ü
seddes» olan manzûm esinin başlarına yanlış T E S M ÎT : ( la.»—11 ) Gazel, yâhud kasideyi
olarak «terkîb-i bend» ve «tercî’-i bend» «müsemmat» denilen tarzda tanzîm etmek
terkîblerini yazıvermişdir. (O kelimelere de tir. (bk. M üsemmat)
bakınız!) TESV İY E : ( * ı ) Beyân tâbirlerindendir.
Ali E krem Bey’in b ir gazeline Hüseyin
M üşebbehi müteaddid, müşebbehün-bihi bir
Sîret Bey’in yapdığı şu tesdîs tam im iyle
olan teşbîhe denilir, (bk. Teşbîh)
usûlüne m u v â fık d ır:
TEŞÂ B Ü H : ( * li» ) Beyân tâbirlerindendir.
G ün görm ek istesen günün akşâm olu r sana
Ayn-i cinsden olan şeylerin biribirine tercîh
H er şeb düm u’-l m ihnetin ecr&m olu r sana
edilmeksizin yekdiğerine benzetilmesidir.
A lâm -i öm r, sübha-1 eyyâra olu r sana
«Şu çocuklar nc kadar biribirine benziyor.»
Aııka-yi bnlıt, şeb-pcrc-l bâuı o lu r saııa
teşbihinde olduğu gibi. Diyâribckirli Lc-
«Sen zanneder misin ki felek rfinı olu r
bîb’i n :
sana
«Ü m m îd, dâim a emel-i hâm olu r sana.* Y anaşsa gabgab-i bûrî-i C ennet gabgab-i
yâra
Kılsan ne rütb e hâlini tanzim e İhtimam Sanırsın sun’-i M evlâ ortadan bölmüş bir
E l değmeden dağılm ada gül-deste-1 merâm elmayı
G ül mevsim inden etdi mi bülbüller Iğtlnâm
beytinde böyle b ir teşâbüh vardır. Demek is
H er gün zalâm -i m ağribi İçmek nasîb-i
teniliyor ki; C ennet hûrisinin çene altı ile
şâm
sevgilinin çene altı yan yana gelse bir el
«Âb-i H ayât sanm a, bu mey-Iıânede m anın b ir yarısı o, bir yarısı öbürü olur;
m üdâm
yâni ikisi de biribirine benzer.
H er katrc-i elem dolu b ir câm olur sana»
TEŞÂ B Ü H -1-ETR Â F: ( o ' v L i T ) İki ta
Bir zelır-hand hârikadır hande-1 d h â n
rafın biribirine benzemesi m eâlini ifâde eder
H er gonce>l emel açıyor kanlı b ir delıân
bir tâbirdir ki beytin sonu, evveline münâ-
Gül-gûnc-i baharı siler girye-l hazân
sib b ir kelime olm asıdır.
Benzer seraba bâde-i ikbâl-i bı-i’m ân
H alk eder dâd ü sited biz pür-telâş ü
«Zcvk-i cihânı nûşcdemezsin zam an zam ân
H ûn-i siyâh, bâdc-1 gül-fâm olu r sana» bî-nâsîb
Çârsû-yl filemin b ir unm adık dellâliyiz
M ahbûb-i H ak k’ı sev ki habîbin bu d u r beytinin ihtidalarında «dâd ü sitedse, yânî
senin alış verişe mukabil ve münâsib olarak so
N cfs-i habisi ez ki rakibin b u d u r senin nunda «dellâl» kelimesinin getirilmesi gibi.
U kbâda denmesin ki karibin bu d u r senin Bu san’at «m ürâat-i nazîr»e m ülhak sayılır.
Y az b ir gazel ki âh-ı garibin budur senin
«Şi’rinle inle İnle nasibin b u d u r senin T E Ş B ÎB : ( •— ) K asîde mukaddimesi de
Şcvdâ vü ibtilâ reviş-i tâm o lu r sana» m ekdir. (bk. Kasîde)
u
• •
F: 12
VAHDET 178 VASF-İ TAHSÎNÎ
lûb-i beyân vardır. Üslûbun tahdidine imkân tulam am akla berâber bazıları, kendine m ah
olm adığı hâlde, eskiden yazıların cdâ ve mü- sus bir beyân tarzı bıılıır ve o beyân taı-
eddâsı nazar-i dikkale alınarak onların ya zıyle, yazıları hususileşir. İşte bu husûsiyyet
zılış (arzııın bâzı vasıflar verilir. Meselâ sfı- vc miimtâziyct «üslııbda şahsıyyet» denilen
dc kelimeleri lıâvi olanlara «iislûb-i sâde», nıc/.iyetdir. llıı gibilerin im zalan yazılarının
süslü tâbirleri ihtiva edenlere «üslûb-i m ü altında değil, satırlarının arasında bulunur.
zeyyen» denilirdi. Yâni, yazdıklarına imza koym asalar da ya
«Yağan yağm urun tesiriyle yerler yeşer zışlarından hüviyyetleri anlaşılır.
di.» ibaresinin üslûbu sâde, «Bârân-i rahm et- Eski ve yenilerden Fuzûlî, Bâkî, N cf’î,
nişânın feyz-i ihyâsiyle rûy-i zemin handan N âbî, N edîm , Koca Râgıb, Şeyh Galib,
vc sâha-i gabrâ-yi cihân, nümûne-nümâ-yi Avnî, Kemal, H âmid, Âkif gibi şâirlerimiz
gülistân-i cinân oldıı.» fıkrasının üslûbu da vc Evliya Çelebi, N aim â, Kânî, Veysî, Ner-
müzeyyen sayılırdı. gisî, Âkif Paşa, Cevdet Paşa, Ccnâb, Sü
Ü slûbda şalısıyy ct: Yazı yazmak, m utlaka ya leym an N azif gibi nâsirlerim iz şahsî üslûb
zılmış' yazıları taklîd etm ekle başlar. Bu, ta sâhibi olan üdebâdandır.
biî bir hâldir. Ç ocuklar da başkalarını tak ÜSLÛB-1 H A K İM A N E : T a’rîz
lîd ile söze başlam azlar mı? İnsan görüş-
nevi’lerindendir. Birini tekdîr m akam ında :
düklerinin az çok te’sîri altında kalır. O n
«Niçin böyle yapıyorsun?» diyecek yerde :
ların sözlerini ve hâllerini taklîde kalkışır.
«Niçin böyle yapıyoruz? Y apmasak daha
M üsâhabe böyle olduğu gibi m ütalâa da
iyi olm az mı?» tarzında vc nefsini teşrik
böyledir. M üblcdî’ bir okuyucu, okuduğu
ederek söylemekdir. (bk. T a ’rîz)
yazıların te’sîrinden kurtulam az. Devam et-
dikçe Ic’sîr altında kalışı artar ve kendinde Ü S T Û R E : ( ) Efsâne demek olan
evvelâ onların üslûbunun te’sîrini hisseder, «Esâtîr»in müfredidir.
yâni o yolda yazm aya heveslenir. Meselâ H üsnün idi d îd ân n a her vech ile üstün
Ü sküdarlı Hakkı Bey, N e f î’nin kasidelerini Ü stûrc-i Y ûnan’daki mâbûdc-i Iıüsnün
taklîde uğraşırdı. Y ahya K em âl Bey, N e beytinde görüldüğü gibi esâtîr kelimesi ye
dim ’in gazellerini tanzîr ile başlamışdı. Mu- rinde kullanıldığı olnıuşdur. «Efsânevî» m a
kallidlerden bazıları, benzetmecilikden kur- kam ında «üstûrevî» denildiği de vardır.
V
V A H D E T : ( <!>•*>■j ) İfâdenin mevzû’ h âri lâfzına zînet vermek için kullanılan sıfatlar
dır. Şeyh G alib’in :
cine çıkm am ası, yâni m aksad ne ise ondan
bahs edilib sözün dallandırılıb budaklandı- Bu şi’r-i (eri o lu rk en ol ıııâlı
rılm am asıdır. Bir savt-i garîb işitdi nâ-gâh
V A K F : ( >— ) A ruzda «mef’ûlâtü» cüz’ü- beytindeki «ter» ve «garîb» vasıfları gibi.
nii «m ef’ûlât» şekline sokm aktır.
Vasf-i tahsinîler, âdeta «haşv-i melîh»
V ASF-t T A H S ÎN Î : ( j i - 4 *-«-> j ) Bir şeyin cümlesindendir. M ânâca fazladır, lafızlar iti
m âhiyyetini beyân etm ekden ziyâde onun bariyle güzelliği mııcibdir.
VÂSITA 179 VUZÜH
VÂSITA : ( Ij ) T ercî’ ve terkib-i bend- «h» harflerine yapılan vaslı kıısur sayar
lardı. M eselâ Y ahyâ Kemâl Bcy’in :
İcri teşkil eden her bendi yekdiğerine bağ
layan aynı vezinde beyt ki tcrcî’lcrde tek M clıtâb idi güller vc senin cn gi'ızcl aşkın
rarlanır, terkiblerde başka, başka olur. Velhasıl o rii’yâ duruyor yerli yerinde
V ASL: ( ) Sözü teşkil eden cümlelerin beytindeki «en güzel aşkın» terkibi vezin
.a tf ve rabl suretiyle yekdiğerine bağlı olarak icâbı «en güze-Iaşkın» gibi okunm ak lâzım
îrâd olunm asıdır. Yazının bu türlü yazılışı geldiğinden böyle bir vaslı eskiler hoş gör
na «sebk-i mevsîil», cümlcIcrin kesik, kesik mezlerdi.
vc ayrı ayrı yazılışına da «sebk-i mefsûl» Pek sam im îdir, yolunda olm asın bu aşk
denilir. N ef’î’nin, Hnzret-i M evlâna vasfın heder
daki kasidesinden olan : m ısrâındaki «îişk»ın «hedcr»e vasi cdilib
Feyz-i isti’dâd-i zâtın gör ki etıniş tâ-czcl «aşkeder» okunm ası da böyle sayılırdı. Bun
Cezbesi lıurşîd ü mâlı ii asm anı Mevlevi ların birincisine «vâsl-i hemze», İkincisine
m ısrâındaki «hurşid, m âh, âsmân» kelime «Vasl-i ayn», üçünciisünc «vasl-i hû» deni
leri vâv-i âtıfa ile vasi edilmiş ve sebk-i
mevsûl olmıışdıır. M ısrâı : lirdi. Şimdiki yazım ızda « £_ » olm adığı
Cezbesi lıurşîdi, mâlıı, ûsmânı Mevlevi için vasl-i ayın da olm am ak lâzım gelir.
şeklinde yazacak olursak sebk-i mefsûl olur,
F akat « * » vaslı yapm am aya dikkat edil
belki de daha fazla hoşa gider.
A tıfla yapılacak vasıllarda m âtûf ve mâ- melidir.
tûfün-alcyh olacak cümlelerin ihbârî ve in- V Â Z IH : ( ) Bir ûkuntışda mânâsı an
şâi olmakdn bir olması ve sıfatla fâil ara laşılacak ifâde, (bk. Vuzııh)
sında iştirak vc cihct-i câmia bulunm ası şart-
V EC H -l ŞEBEH : ( ) Beyân t a b i i
dır. «Ziya Paşa hem nazm, hem nesr yaz
mış ise de nazmı nesrine nisbetle daha gü lerindendir. M üşebbeh ile nuişcbbehün-bih
zel olduğu için kendisine nâsir demekden arasındaki m ünâsebetdir. Yâni bir şeyin baş
nâzım demek elverişlidir.» fıkrasında oldu ka bir şeye nc cihetden benzediğini anlatan
ğu gibi. sözdür, (bk. Teşbih)
z
ZA ’F-İ T E ’L İ F : (<—i ) İbare tertibi şekline sokm ak m anasınadır. O şekle «Ezel»
tâb îr ederler.
nin sağlam olm am asıdır ki, kalem ve üslûb
sâhibi edîbler arasında cârî olan usûle riâ ZEM Bİ-MA-YÜŞEBBIH-ÜL-MEDII: (ir . r j
yet edilmemekden ileri gelir. Başlıca sebeb- ^ ail ) B edî’ san’atlerindcndir. Bi
l e r i : Evvel söylenilecek kelimelerin sonra
rini medh ediyormuş gibi zemm etm ekdir.
ya bırakılm ası, sonra söylenileceklerin evvel
M eselâ : «O kadar hak-şinâs bir adam dır ki
söylenilmesi, hazfi lâzım gelenlerin zikri,
şükrünü ifâ edemem diye üzerinde hoca
zikri îcâbedenlerin hazfidir.
hakkı b u lundurm am adır.» ibaresinde bu
- Z a’f-i te’lîfin, ibarenin m ânâsını bozacak
san’at vardır. Ç ünki herifin hak-şinâs oldu
dereceye çıkm asına «Fesâd-i te’lîf» denilir,
ğunu söyleyerek m edh ederken câhil bulun
(bk. Fesâd-i te’lîf)
duğunu anlatm ak süreliyle zem m etm ekdedir.
Z Â T-Ü L-M A TÂ Lİ’ : ( o l j ) ilk beyit-
ZEV K : ( ) L ügatde «tadm ak, bir şeyin
deri başka m üteaddid m atlaı bulunan kasîde
lezzetini duymak» demekdir. Mccâzcn bir
demekdir. Uöylelcrine nazın vc şi’r itibâriyle
şeyin mâhiyyetini iyice anlam ak, değerini
ve müzekker sigasiyle «Zül-ınatâli’» de tâbîr
hakkıyle takdîr etm ek m ânâsında kullanılır.
olunur, (bk. Kasîde)
Bunun edebiyata m üteallik olanına «Zevk-i
Z E L E L : ( JO . ) Lügaldc eksiklik demekdir. edebî» denilir.
A rûzculara göre «mefâîlün» cüz’ünü «feil» Bir eserin edebiyatdan sayılıb sayılam aya
ZİHÂF 182 ZİHÂF
cağı ancak zevk-i edebî ile tâyîn olunur. hal’, re f, şekl, ced’, nahr, selm, naks, vaks,
Zevkin derecesi olduğu gibi zevk-i edebînin akl, cüz’.
de dcrcccsi vardır. H asta bir adam , yiyip Efâîl ve tefâîlden en ziyâde zilıâfa uğra
ildiği şeylerin lezzetini tam ânıiyle duyamaz. yan : M efâîlün, fâilâtün, nnistcfiliin, nıefû-
Kdcbiyatda sağlam anlayışı olm ayan da ede lâtii, fcıılün cüz’leridir.
bî bir eserin m âhiyyelini lâyıkiyle takdîr
M efâîlün cüz’ünün zihafları
edemez. M addî şeyleri anlayabilm ek için
«selâmet-i his = duygu sâlimliği» lâzım ol K abz : «mefâîlün» cliz’ünü «mefâilün» şek
duğu gibi edebî eserleri tanıyabilm ek için line sokm akdır.
de «Selâmet-i zevk = zevk sâlimliği» icab K e f : «mefâîlün» cüz’ünü «mcfâîlü» şekline
eder. Binâenaleyh o hassaya «Zevk-i selîm» sokm akdır.
tâbir olun ur ki, edebî sözlerin asıl m üm ey H arm : «mefâîlün» cüz’ünü «fâîlün»den be
yizi olacak odur. N itekim F ransa’nın 17. del «mef’ûlün» şekline sokm akdır.
asırdaki Klâsik edebiyatının esasını «La H arb : «mefâîlün» cüz’ünü «fâîlü»den «m ef-
raison» ve «Le bon sens», yâni «H akîkat» ûlü» şekline sokm akdır.
ile «Zevk-i selîm» teşkîl ediyordu. Ş e te r: «mefâîlün» cüz’ünü «fâilün» şekline
sokm akdır.
Z tH Â F : ( «_iUj ) Liigatdc zahm etle ve sü
H a z f : «mefâîlün» cüz’ünü «mefâî»den bedel
rünerek yürüm ek demekdir. A rûzculara gö «feûlün» şekline sokm akdır.
re uzunca okunm ası lâzım gelen bir hece K a s r : «mefâîlün» cüz’ünü «mefâil» şekline
nin vezn icâbı kısa okunm asıdır. sokm akdır.
İlen neler çeknıckricyiın bilsen elinden ah H etm : «mefâîlün» cüz’ünü «mefâ’»dan be
senin del «feııl» şekline sokmakdır.
nıısrâııulaki «âh»ın çekilemeyişi gibi. Zihafın Ccb : «mefâîlün» cüz’ünü «mefâ»dan bedel
zıddı «im âlc»dir. (bk. İmâle) «feil» şekline sokm akdır.
Y erinde bir imâle her vakit kulağa hoş Zelel : «mefâîlün» cüz’ünü «fâ’»dan bedel
gelir. T-akal bir zihaf tabîalc İliç b ir vakit «fa’l» şekline sokm akdır.
ııygıın gelmez. Bundan dolayı Sâbit’in bâzı B e te r: «mefâîlün» cüz’ünü «fâ»dan bedel
rekîk m anzum eleri için Ziya P a ş a : «fa’» şekline sokm akdır.
Lâkin anı kayd-i darb-i enısâl Bu zihaflar neticesinde teşekkül eden ke
V âdî-i zilıâfa eyler irsal limelerden bir takım fer’î vezinler hâsıl olur.
demişdir. O vezinlere asıl veznin fürîııı derler. F er’î
Z tH Â F : ( v j L j ) A ruzun «Efâîl» ve «tefâîl» vezinlerin birer adı vardır. Meselâ «mefâî
lün» esas bir vezindir ki fürııu şu n la rd ır:
denilen asıl cüz’lerine ziyâdelik, yâhud nok
sanlık dolayısiyle o cüz’Icrin değişmesine M efâilün : M akbuz Fcul : Ehtem
denir vc «ezâhif» diye cem i’lendirilir. M efâîlü : M ekfûf Feil : Mccbûb
Z ihâf m akam ında kullanılan bir de «illet» M efû lü n : A hrem F â’ : Ezel
tâbiri vardır. F a k a t arûzculardan bazıları, M e fû lü : A hreb F a’ : Ebter
bu iki kelimenin m ânâsını ayırm ışlar, «es- Fâilün : Eştcr
bab»da olan tegayyüre zihâf, «cvtâd» ve Feûlün : M ahzûf
«fevâsıtada olan değişikliğe «ilel» adını ver M efâîl : M aksûr
mişler, bâzıları «arûz» ile «darb»de olan te
Fâilâiiiıı ciiz’iiniin zihafları
gayyüre «ilel», «haşiv»deki değişikliğe «zi
hâf» demişler, pek ince cleyib sık dokuma- H abn : «Fâilâtün» cüz’ünü «fcilâtün» şekline
yaıılar ise her türlü tegayyürâta ilel deyip sokm akdır.
geçmişlerdir. K e f : «Fâilâtün» cüz'ünLi «fâilâtü» şekline
E fâîl vc tcrâılc ârız olaıı z ih a fla r: sokm akdır.
H abn, izm âr, tay, habl, kabz, asb, kasr, Şekl : «Fâilâtün» eiiz’ünü «fâiliin» şekline
kat', kef, kesf, vakf, kalf, haz, salın, teş’îs, sokm akdır.
lırızf. beter, tcıfil, izfılet, isbâğ, harm , harb, K a s r : «Fâilâtün» cüz’ünü «fâilân» şekline
lıetm, ccb, zeicl, şeter, hacf, ıcb ’, scllı, tams, sokm akdır.
ZİHÂF 183 ZİHÂF
K al’ : «Fâilâtün» cüz’ünü «fa’lün» şekline M ü stefilü n cüz’ünün fe r’Icri
sokm akdır.
M efâilün : M ahbûn
Tcş’îs : «Fâilâlün» cüz’ünü «m efûlün» şek M üfteilün : M atvî
line sokm akdır. M efû lü n : M aktû’
H a c f : «Fâilâtün» cüz’ünü «fa’» şekline sok- F eûlün M ııhalla’
makdır. F a ’lün Elıaz
Tesbiğ : «Fâilâtün». cliz’ünü «fâiliyyân» şek Fâilün : M crfû’
line sokm akdır. F i’letün M akbûl
M iifâilân : M ahbûn-i m üzâl
Reb’ : «Fâilâtün» cüz’ünü «fa’l» şekline sok-
m akdır. M üftcilâıı : Malvî-i m üzâl
M üstefilân : Müzâl
Fâilâtün cüz’ünün fc r'Ic ri: F a’letân : M ahbûn-i müzâl
M üfâalctün M ahbûn-i miireffel
Feilâtün : M ahbûn
M üfteilâtün : Matvî-i m ürcffel
Fâilâtü : M ekfûf M üstefilâtün : M üreffel
Fcilûlü : Meşkûl
Fâilün : Mahzûf M e fû lât ciiz'iiııüıı z ih a fla rı:
Feilân : Mahbûn-;i maksûr
H abn : «M ef’ûlât» cüz’ünü «Mefâîl» şekline
Fâilün : M aksûr
sokm akdır.
Feilün : Mahbûn- i mahzûf
T ay : «M cfûlât» cüz’ünü «Fâilât» şekline
sokm akdır.
F a’lün : M aktû’
H a b l: « M efûlât» cüz’ünü «Fcilât» şekline
M efûlün : M üşa’as
: M aktû’-i müsebbağ sokm akdır.
F a’lân
F a’l : MerbıY V a k f : «M ef’ûlât» cüz’ünü «M ef’ûlân» şekli
ne sokm akdır.
Fâiliyyân : Müsebbağ
K c s f: «M cfûlât» cüz’ünü «M efûlün» şek
F a’liyyân : M ahbûn-i müsebbağ
line sokm akdır.
Fâ’ : Mahcûf-i müsebbağ
R e f : «M ef’îılât» cüz’ünü «M efûlü» şekline
F a’ : Malıcûf
sokm akdır.
Salm : «M efûlât» cüz’ünü «F a’lün» şekline
M üstefilün cüz’iiniiıı zihafları
sokm akdır.
H a b n : «M üstefilün» cüz’ünü «mefâilün» C ed’ : «M efûlât» cüz’ünü «Fâ’» şekline sok-
şekline sokm akdır. m akdır.
Tay : «M üstefilün» cüz’ünü «M üfteilün» N a h r : «M efû lât» cüz’ünü « F a’» şekline
sokm akdır.
şekline sokm akdır.
Kal’ : «M üstefilün» cüz’ünü «M efûlün» M ePıılât cüz’ünün fe r’l e r i:
şekline sokm akdır. M efâîl : M ahbûn
T ahlî’ : «M üstefilün» cüz’ünü «Feûlün» şek F âilât : M atvî
line sokm akdır. Feilât : M ahbûl
Haz : «M üstefilün» cüz’ünü «Fa’lün» şekli M e f ûlân : M evkuf
ne sokm akdır. M efû lü n : M cksûf
R e f : «M üstefilün» cüz’ünü «Fâilün» şekli Feûlün : M ahbûn -i nıeksuf
Fcûlân : M ahbûn m evkuf
ne sokm akdır.
F a ’lün : Aslcm
Habl : «M üstefilün» ciiz’ünü «Fi’letün» şek
Fâilân : Malvî-i m evkuf
line sokm akdır. : Matvî-i m eksûf
Fâilün
lz â le t: «M üstefilün» cife’ünü «M üstef’ilân» Feilün : M ahbûn -i matvî-i mekşûf
şekline sokmakdır. M efû lü : M crfû’
Terfii : «M üstefilün» cüz’ünü «M iistcf’ilâ- F â’ : M ecdû’
lün» şekline sokmakdır. F a’ : M cnlıûr
ZİKR 184 ZÛL-METÂLİ’
m â l d e tâb îr olunan zikr ve hazfin mevki’-
Feûlün ciiz’iinün z ih a fla rı:
lerini tâyîn edecek olan : «zevk-i selîm»dir.
K a b z : «Feûlün» cüz’ünii «Feûlü» şekline (bk. H azf, îrâd ve ihmâl)
sokm akdır.
K a s r : «Feûlün» cüz’ünü «Feûl» şekline Z İY Â D E : ( ) M üstezâd şekÜTîds
sokm akdır. râların sonuna ilâve edilen mevzûn ve kısa
■Hazf : «Feûlün» cüz’ünü «Feil» şekline sok- parça, (bk. Müstezâd)
m akdır.
Z Ü -K A FIY E T E Y N : ( j j ) A slî plan
Selm : «Feûlün» cüz’ünü «F a’lün» şekline
sokm akdır. dan b ir fazla kafiyesi olan nazım dır.
Sernı : «Feûlün» cüz’ünü «F a’l» şekline sok- Çeşmindc olan «şerâb»-i «neşve»
nıakdır. Etdi dilimi «harâb»-i «işve»
Beter : «Feûlün» cüz’ünü «F a’» şekline sok- beytinde olduğu gibi. (bk. Kafiye)
m akdır. Z C L K A V Â F İ: ( ) Aslî olandan
Feûlün cüz’ünün fer’l e r i : m âadâ ikiden fazla kafiyesi bulunan nazım
dır. Yenişehirli Avni Bey’in :
Feûlü : M akbûz F a’lün : Eşlem
Feûl : M aksûr F a ’l : Esrem «Erbâb»-i «kalem» mârifet-âmûz-I
Feil : M ahzûf F a’ : E bter «üm em adir
«Âdâb»-i «ümetn» ınâlıasal-i feyz-i
Z İK R : ( J > " i ) M eânî tâbîrlerindendir. Söy «kalem »dir
lenilmesi lâzım gelen sözün ibârede bulun beytinde olduğu gibi. (bk. Kafiye)
durulm asıdır. Bulunm ası îcâb eden sözün
Z Ü L-M ETÂ Lİ’ : ( ) bk. Kaside,
terkine «hazf» derler. Z ikr ve hazf «meâ-
nî»ııin m ühim bahislerindendir. «îrâd ve ih Zâtül m atâli’.