You are on page 1of 13

«SEÇME TEKNİK ÇALIŞMALAR»DAN SEÇMELER

Aziz l{ONUI{l\1AN ( *)

Yalçın
Küçük'ün son kitabı olan «Seçme Teknik Çalışma­
lar» (1) bir derleme. Kitapta dokuz makale var. Bunların beş
tanesi yazara ait · (ikisi eski çalışmal . Diğerleri ortak çalışma­
lann ürünü (her biıi ayrı bir yazarla - bunların da ikisi eski ça-
lışma). Bir kitap eleştirisinin boyutlarını aşacağı için, çalışma­
lar tek tek ele alınamaz. Genel bir eleştiri ise oldukça güç ola-
caktır. Her bir makale farklı bir içerikte olduğu için, farklı bağ­
lamlarda ele alınan tezler söz konusudur. Belki bir- iki maka-
le ele alınıp incelenebilir. Ama o zaman bir kitap· eleştirisi ol-
maktan çıkar. Kısaca şunu söyleyebiliriz; bu şekilde ele alınan
derleme bir kitapta ileri sürülen tezler genel olarak eleştirile­
mezler. Fakat şu yapılabilir; tezler nasıl sunuluyor, belli bir iç-
; 'i
sel tutarlılık taşıyorlar mı? Taşıyor ise, yapılacak bir şey yok- . '

tur, çünkü öyle olması gerekir. Taşımıyor ise, bu sergilenebilir.


İşte biz çalışmamızda, söz konusu çalışmalardan «Seçmelerle»
bunu sergilerneyi amaçlıyoruz. .
Önce işe önsözden başlayalım. Yazar şöyle demektedir: ·, ı 1

« .. .İnsanlar hata olduğunu veya içinde hata olabileceğini dü- i


·.ı
.,
i
'
şündüğü bir çalışİnayı yayınlamaz ... Kağıda yazıktır. İnsanlar, i .ı·
doğru olduklarına inandıkları düşüncelerinin başkaları tarafın­
ı

i ;:
ı '

dan da bilinmesi ve başkalarının da yararlanması için yayın­ ·-ı ,j


\ ',1

larlar ... » (Önsöz, s._ XID. Hemen alt paragrafta yazar, kitapta ' .~
yer alan ingilizce makalelerin öyküsünü anlatmaktadır. Özetle ı
t
ı
)

j

şöyle; daha önce bunlar özgün bir derlernede yer almış, «Çeviri-
si kendisine ait değilmiş, o kadar kötü imiş ki hiçbir şey anla- .
yamamış.» Bu iki paragraftan yazarın bu hataları düzelterek
. 1

· (:k) Asistan, AlTlA Ekonomi Fakültesi.


(1) Yalçın Küçük, Seçme Telmik Çalışmalar, AlTlA yayın no: 162, An-
kara 1980, 290 sayfa.
145
! '
-gerçi hatalar kendisine ait değil ama kötü çeviri düşüncele~
rinin başkalarına iletilmesini engelliyor- makaleleri kitaba al-
dığını sanıyorsunuz. Ama yanılıyorsunuz, çünkü yazar çok az
düzeltme yapıyor. Ve bilinçli olarak hataları ile yayınlamaya
karar veriyor. Nedeni ise şöyle belirtiliyor: « ... Bu iki çalışma
bir anlamda 'klasik' oldu. İster Anglo - Amerikan dünyasında
isterse sosyalist ülkelerde olsun, Türk planlamasından veya ge-
nel planlamadan söz eden kitap veya incelemelerin çok büyük
bölümü bu iki çalışmaya atıf yapıyor. Adeta Türk planının mo-
delleri bu iki çalışmadan okunuyor.» (s. XIID. Gerçekten çok il-
ginç bir durum; ortada, çeviri hataları ile dolu, yanlış ve bu ne-
denle anlaşılmaz bir «klasik» var, fakat başkaları bunu anlıyor. ,.
/''

·'
Üstelik de yabancılar. O halde yazılar 'ingilizce anlam'ı bakı­ ,', f

mından anlaşılmaz değil. Madem ki QU yazılar hatalıdır, bu öl- t.

çüte göre ya hiç yayınlanmazlar ya da hatasız bir biçimde ya-


yınlanırlar. Bunlar yabancı izleyicilere daha önce ulaştığına gö-
re ve yeniden de yayınlanması söz konusu ise, yazarın bunları
. orjinal türkçesi ile yayınlaması gerekmez miydi? Çünkü yazar,
bir eserin başkaları tarafından bilinmesine ve yararlanılmasına
büyük bir titizlik gösteriyor. Bu soruları yanıtlamak kendi man-
tığı içinde mümkün değildir, çünkü ölçüt ve gerekçe arasında
açık bir çelişme vardır' Şimdi bundan sonra önsözle kitapta yer
alan makaleler arasında sürekli mekik dekuyarak sergilerne-
mize devam edeceğiz.
Yazar «Bilimde Yöntem» adlı makalesinde çeşitli tezler ele
alıyor. Bunlardan bir tanesi matematiğin iktisata sokuln1ası üze-
. rine; özetle şunlar söyleniyor: İktisadi olgular diyalektik ni te-
. lik taşıdığı için aritmomorfik kavramlar değildir. Her iktisadi
olgu somutun zenginliğini içerdiği için, matematik formülas-
yanun gerektirdiği netliği gösteremiyor. O nedenle iktisatta ma-
tematik belli bir sınırı aşmamak koşuluyla kullanılmayabilir.
Aşıldığında, matematik sezginin yerini alamıyor· ve dolayısıyla
iktisat teorisi, matematikle teorisizleşiyor. Böylece teorinin ol-
madığı iktisatta, birçok araştırmacı iktisat - dışı özel yetenekle-
rini .sergilerneye başlıyor. Bu gelişmeler matematik iktisactın
toplumsal sorunlara -istatistik yardımıyla- uygulaması olan
ekonometriyi de etkiliyor. Ve onu yozlaştırarak matematik is-
tatistik haline dönüştürüyor. Sınır matematikte çok aşıldığı için
/
doğal olarak ekonometri gerçekte iktisattan kopuyor. (ss. 23-25).
.

Yazarın bu tesbitleri şu anlama gelir; artık iktisadi bir hipotez


sınanamaz, çünkü matematik formülasyona dönüştürülürken
,.

146 ... ·. '


iktisadi hipetezin içeriği boşalıyor. Daha sonra yazar bir dip
not düşüyor ve ekonometrik yöntemlerin büyük işletmelerce
yaygın ve yararlı bir şekilde kullanıldığını belirtiyor. Ancak bu
somut saptama yukarıda anlatılan ekonometrinin gelişim öykü-
süne pek oturmuyor. Olgu değişmeyeceğine göre öykü değişme­
lidir.
Yazar daha sonra aynı bağlam içerisinde ekonometrisyeni
eleştiriyor: Ekonometrisyen ortalamanın hareketini önemsiyor.
Ondan ayrı düşenlere önem vermiyor. Böyle bir zahmete katlan-
mıyar (s. 26). Böyle bir tesbitten sonra yazarın kitapta yayınla­
dığı ekonometrik çalışmada böyle bir zahmete gireceğini düşü­
nüyorsunuz. Böyle bir. çabaya ne daha önce yayınlandığı yıl, ne
de sonra girişiyor. Ölçmede «en iyi uymaıo yı sağlayan fonksi-
yonlar tercih ediliyor ve diğerleri dışarıda bırakılıyor. Bunun
nedenleri üzerinde durulmuyor. Aslında bunlar bir ekonomet-
risyenden istenen fazla' şeylerdir. Yazarımız ekonometrisyenin
temel görevlerini bile yerine getirmiyor. Ekonometrik bir çalış­
mada, ilk gereken şey iktisadi hipotezdir. Bunun da ön koşulu
değişkenler arasında beli bir . fonksiyonel kahbın oluşturul­
masıdır. Bu da teorisiz olmaz. Örneğin yazarımız ve arkadaşı,',
ekonometrik bir çalışmaya ilişkin en büyük eksikliklerinin ge-
rekli teoriyi bilmemeleri olduğunu belirtiyorlar <s. 39l. Yani,
teorisiz hipotez sınaması söz konusu. Fakat yazarlar danışarak
bunu· gidermeye çalışıyorlar. Böylece sınama birazcık yarı - te-
orili olmaya başlıyor. Doğal olarak, teoriyi tam bilmedikleri için
sonuçları tartışmayı vergicilere bırakıyorlar. O zaman yazarlar
burada ne yaptı diye sorabiliriz. Olsa olsa teknisyenlik diyebili-
riz. Eğer ciddi bir şekilde yapıldıysa ona da bir şey diyemeyece-
ğiz. Fakat bu ciddiyeti göremiyoruz. Yazarlar çalışmanın tek-
niği üzerine şunları söylüyorlar : «Verilen bilgilere göre her kat-
sayı için aralık tahmini Cintervar estimate} yapılabilir. Araştır­
mayı yapanlar buna ihtiyaç duymamışlardır. Bunun yerine
t- test daha yararlı görülmektedir. Her ne kadar hiçbir fonksi-
yon için bu yapılmamışsa da, yol şöyle olacaktır.» <s. 42). He-
men arkasından bu testin nasıl yapılacağını anlatıyorlar. Niçin
bu testi kullanmadıklarının gerekçesini de şöyle belirtiyorlar :
«Böyle bir test açıkça hiçbir fonksiyon için yapılmamıştır. Fa-
kat üzerinde daha fazla işlem yapmak üzere ayrılan fonksiyon-
lar böyle bir süzgeçten geçirilmiştir. Daha açık bir deyişle sez-
gisel olarak bu testler yapılmıştır.» <s. 43, abç) *. Yine anlaşılma-

(*) Altım ben çizdim, kısaltması.

147
sı güç bir olay daha karşımızda. Yazarlar t - testini daha yarar-
lı görüyorlar, fakat bu test için. izlenen yolu takip etmeyip -üs-
telik bunu biliyorlar- gerekçesiz olarak sezgisel test yapıyor­
lar. Ya sezgiler yanlışsa ... Ne gerek var buna, bilinen yol takip
edilse hata yapma olasılığı hiç olmayacak. Bir diğer önemli nok-
ta da şu; t- testi fonksiyon için yapılmaz, fonksiyondaki bağım­
sız değişkenierin her birinin anfamlılığı için yapılır. Nitekim,
· yazarlar t - testinin işlevini anlatırlarken bunu belirtiyorlar. Fa-
kat, yukarıdaki ifadede bunu fonksiyonun anlamlılığına ilişkin
olarak sunuyorlar. Belki dil sürçmesictir diyorsunuz. Ama aka-
binde yazarlar şunu söylüyorlar: «Çalışmayı yapanlara anlam-
lı görülen fonksiyonlar iŞaretlenmiştir.» (s. 43). Oysa t- testi ya
da sezgisel testle fonksiyonun anlamlı olup olmadığı, buluna-
maz. F - testi yapılmalıdır, temel ekonometrik kural budur. Ça-
lışmada bu yapılmıyor. Yapılan, tek tek değişkenierin anlamlı­
lığıdır. Bu nedenlerden dolayı, yazarlarca seçilen fonksiyonla-
rın güvenirliği şüphe uyandırınaktadır. O zaman sonuçlar da
şüpheli olacaktır.

Yazarlar, yukarıdaki çalışmanın sonuç bölümünde elde edi-


len sonuçlardan fonksiyonların agregasyonuna giderek çalışma­
yı bitirmeyi planladıklarını fakat, kompüterle ilgili sorunları
nedeniyle bunu gerçekleştireİnediklerini belirtiyorlar. Ve he-. ·
men ekliyorlar: «... her computer'in bu tip analizlere alıştırıl­
ması uzun zaman gerektirmektedir.» {s. 64). Bu gerekçe o za-
manlar için haklı olabilir. Fakat yazı yeniden yayınlandığına
göre,· en azından bu eksikler ve yanlışlar düzeltilebilirdi. Çünkü,
Yazarın kendisi de bu konuda çok hassas. Ancak Yazar bu ça-
lışmayı bir klasik olarak ele aldığı için öyle yayınlıyor. Nitekim
önsözde bu çalışmanın vergi alanında ilk ekonometrik çalışma
özelliğini koruduğunu belirtiyor (s. X) . Şimdi, Yazarın ekono-
metrisyen eleştirisinden Türkiye'deki ekonometrik çalışmalara
ilişkin değerlendirmelerine dönelim.

Yazar, Türkiye için şöyle bir değerlendirme yapıyor: « ... Tür-


kiye'de ve ekonometride matematik, çok zaman belli bir yete-
neği göstermekten daha çok iktisattaki yeteneksizliği gizlerne-
nin ·bir kılıfı oluyor. Daha doğrusu pek olmuyor; ancak kılıf
misyonu yükleniyor ... » (s. 26). Bu değerlendirme, yazarın daha .'

önceki değerlendirmesi ile çelişmektedir. Daha önceki tespitte;


iktisatçı sezgisiyle somutun zenginliğini sergiliyebiliyor iken,
matematiği bu sezginin yerine ikame ettiği için ekonometriyi
kullanınakla iktisattaki yeteneğini kaybediyordu. Eğer iktisatta

148
matematik kullanmanın sınırı aşılmıyorsa, sezgiyle söylenecek-
ler matematikle söyleneceklerle çakışacaktır. O zaman sınana­
cak bir iktisadi hipotez elimizde olacaktır. <Yazar, sözü edilen
çalışmasında sezgisel teste gerekçesiz olarak bu nedenle baş­
vurdu galiba). Ama doğal olarak açıklanacak olgu da o kadar
karmaşık olmayacaktır. Daha doğrusu bu tür hipotezler kavga-
ya açık olmayacak. Eğer bu isteniyorsa, o zaman ekonometriyi
"),

kullanmaınak gerek, çünkü teorisizleşme söz konusu. Durum


-Yazarımızca- böyle iken, Yazarımı~ kalkıyor, Türkiye'deki
bir ekonometrik çalışmayı örnek vererek eleştirilerini 'Sıralıyor;
«çalışmada hipotez yok, kavga yok, sonuçlar çok basit, bunun
için böyle bir çalışmaya gerek yok.» (ss. 26-29). Yazar sonuç
olarak, bu çalışmaya 'ölü olgular toplayan ampirist bir çalışma'
diyor. Tam bir kısır döngü içindeyiz; matematikte sınır aşılsa
da aşılmasa da sonuçta ekonometrici, ölü olgular topluyor. Eğer
bunlar doğruysa, Yazarımız da aynı şeyleri yapıyor. Fakat Ya-
zarımız kendisi için böyle bir değerlendirme yapmıyor. Bu da
doğal, çünkü Yazarımız çift ölçüte sahip. Bunun için şu iki gü-
zel örneğe bakalım. Yazar E:}leştirdiği çalışmada şöyle diyor:
«Ekonometrik bir çalışma için gerekli olan bir hipotezdir. Ça-
lışma böyle bir hipotezin doğruluğunu veya yanlışlığını göster-
meyi amaç edinir... » <s. 27, abç). Kendi çalışmasında ise şöyle di-
yor: «Ekonometrik tekniklerle bir hipotezin doğru olduğu ispat ' ı

edilemez. Fakat yanlış olup olmadığı ispat edilebilir .. ,» (s. 38,


abçl.
Yazarın bu ilk makalede ortaya attığı tezlerden birisi de i 1

Kuhn'daki 'paradigma'nın önemsizliği üzerine. Bu kavramın


başkaları tarafından hap gibi kullanılmasına karşı çıkıyor (ss.
• ı :
12-13). Biz b"~:I görüşlerle ilgili değiliz, ilgimizi çeken bunlara ya-
; i
pılan eleştirinin biçimsel yapısı. Bunu makaleye yapılan ekten
izleyebiliriz. İşte, biraz uzun ama, son derece · aydınlatıcı bir
' \
paragrafta yazar şöyle diyor: «Benim kanım şudur: Bu 'para-
digma' modasına tutulanların pek çoğu, bu kelimeyi kullanan
Kuhn'un yazdıklarını okumamışlardır. Bunu şuradan çıkarıyo­
rum: Okumuş olsalardı, bu kadar önemsemezlerdi. Yalnız sa-
dece bundan çıkarmıyorum. Çalışma odamda hemen bulduğum
iki örneğe (2) baktım. Birisi Kuhn'un keşfini yazısının başlığına
aldığı; diğeri Kuhn'un görüşleri ile ilgili başkalarının söyledik-
lerini olduğu gibi naklettiği halde, Kuhn'un kitaplarından doğ­
rudan doğruya bir cümle bile nakletmiyor. Ayrıca ve ek olarak,
. birazdan göstermek imkanını bulacağım, pek doğru da kullan-

(2) Yazar dipnotta bunları veriyor.


149
mıyorlar."' (ss. 30-31, abç). Böylece Yazar bize bir kitabın oku-
rrup okunmadığının ölçütlerini getirmiş oluyor; birincisi, kitabı
okuyanların en azından bir dolaysız atıf yapması gerekir. Ta-
mamıyJa dolaylı atıf var ise -bu o kitabı okuyan bir başka ya-
zar da olabilir-, yazar o kitabı okumamıştır. İkincisi, okunan
kitaptan herkesin aynı sonucu çıkarması ve ileri sürülen fikir-
lerin önemliliği ve önemsizliği konusunda .herkesin aynı kanı­
ya sahip olmasıdır. Ayrı sonuçlar çıkar ise, herkes biribirini
) okumamışlıkla suçlayabilir. Böylece kısır bir döngünün içine
girilmiş olur. Yazara göre biribirini içeren bu iki ölçüt, aslında
biribirini dıştalayabilir ve farklı sonuçlar verebilir. Şöyle ki; bir
yazar bir kitaptan tek bir dolaysız alıntı yaparsa, birinci ölçüte
göre okumuş olur. Fakat kitapta önemsiz bir kavramı önemli
olarak algılarsa ikinci ölçüte göre okumamış olur. Önemsiz ola-
rak algılarsa okumuş olur. Ya da mantığı tersinden çalıştırabi­
Iiriz. Aslında sorun bir mantık sorunu değil. Yazar okumayı
pasif bir süreç olarak görüyor; Okuma olayı aktif bir süreçtir.
Aynı girdiden farklı çıktılar çıkabilir. Ama buradan kişilerin
okumadığı sonucu ortaya çıkmaz. Tam tersine okuduğu. Fakat
sorun bu değil. Önemli olan bu farklı çıktıların nedenlerini an-
layabilmek. Yani kişilerin anlama süreçleri neden farklılaşmak­
ta? Yazarın sevmediği bir deyimle okuma- okurnama sorunsa-
lı', anlama- anlamamaya dönüştürülmelidir. Fakat Yazar, far-
kında olmadan böyle bir dönüşümü yapıyor. Verdiği iki örnek-
te, yazarların paradigma kavramını doğru kullanmadıklarını
gösterme çabasına giriyor. Eğer ilk sorunsal içinde kalınsaydı,
buna gerek yoktu. Fakat yazarlar kendisi gibi sonuç. çıkarma­
yınca okumamış damgasını vuruyor ve yine eski kavramlarla
. tartışmayı bitirmiş oluyor (aslında anfamamış demek istiyor).
Sadece bir örnekle yetinerek bunu gösterelim; Yazarlardan bi-
rinden bir alıntı alıyor; alıntı da şöyle: «Kuhn'a göre bir bilim
dalındaki köklü değişiklik ancak paradigma değişimiyle sağla.,
nabilir.» Bu doğru değildir diyor. Çünkü diyor, bilimdeki köklü
değişiklik krizlerle oluyor. Kuhn'dan alıntı yaparak bu tesbitini
doğruluyor. İkisi arasında bir çelişme var. Sonuç: Yazar Kuhn'u
okumamış (s. 33). Halbuki böyle bir çelişme yok. Şöyle ki; eğer
yazar paradi.gma değişmelerinin nedenini açıklıyorsa ve bu da
Kuhn'da varsa sorun yok. Yazann aldığı alıntıda eksik bilgi
var. Alıntı alınan yazarın bir önceki parağrafında bu kriz olgu-
su anlatılıyor (3). Öte yandan kriz- paradigma değişmesi iliş-

(3) Konumuz dışı olduğu için ayrıntılara g-irmiyoruz.

150
·. kisi eleştirilen ikinci yazarın makalesinde de anlatılıyor. İlk ya-
zarda bu anlatılmamış olsa bile, ikinci yazar bunu anlatıyorsa
ve bu Yazarımız için okumanın bir lçanıtı ise nasıl oluyor da
aynı zamanda ikinci yazar da okumamış oluyor.

Yazarın yaklaşım biçimine ilişkin güzel bir örnek daha var


elimizde. Önsözde, vergiye ilişkin makalede kullanılan Kukla
Değişkenin öyküsünü anlatıyor. Öykü iki parağraf sürüyor. İl­
kinde şunlar söyleniyor: «... Şaşırdık ve gördük: Kimse bilmi-
yordu. Kukla değişken teknik kitaplar için fazla teorik; teorik
kitaplar için fazla teknik bir özellik taşıyor. Önümüzde örnek
de yok.» İkincisindekiler ise şöyle: «Ülkü (4) ile birlikte yolu-
muzu kendimiz bulmaya çalıştık. Çalışmayı yaptıktan sonra,
dunınıy değişkenin nasıl kullanılacağı konusunda bir açıklama
da yazdık O zaman yaptığımız işin yeni olduğunu biliyorduk.
Ancc:tk yeni bir işte yapılan işlerin çoğu yenidir. Bu yüzden faz-
la önemsemedik. .. » (s. XD. Bundan şunu çıkarıyoruz; yazarlar
ekonometri kitaplarında fazla teorik, maliye kitaplarında ise
fazla teknik olan bir yöntemi uygulamaya sokuyorlar. Bunun
literatürde ilk defa yapıldığı açık. Hemen makalenin kendisine
bakıyoruz. Ekinde yöntem anlatılıyor. Ve bir dipnot düşülerek
detaylı bilgi için yabancı bir kaynağa gönderme yapılıyor (kay-
nağın tarihi yok) <s. 76). Yani yazarların yöntemi ekonometri
teorisinde biliniyor. O halde yeni olan ne? Fakat bu sonuca yu-
karıdaki paragraftan değil, kitaptaki makaleden vardık. Pa-
ragraf devam ediyor : « ••• Ancak yıllar sonra genç ve değerli
meslektaşım Celal Küçüker'in master tezinden bizim geliştirdi­
ğimiz bu yöntemin Batı Ünivf3rsitelerinde de kullanıldığını ve
önem kazandığını öğrendim (abç) ... » Tezden bir cümle alarak
bu sonuca ulaşıyor. Ne alıntıda, ne de alıntının alındığı bağ­
lamda böyle bir yoruma yol açacak herhangi bir "ipucu yok.
Yalnız alıntıda Batılı bir yazarın daha sonra kukla değişken
kullandığı belirtiliyor. Bu yazarın yaptığı ile mutlaka bir ben-
- zerlik aranacak ise, her ikisinin de kukla değişkenini vergi
fonksiyonunda kullandığı görülür. Aradaki önemli fark, kukla
- değişken yöntemlerinin kullanımında. yatmaktadır. Üstelik ya-
zarımız amacı açısından yanlış kullanırken bu yazar doğru
kullanıyor (5). Fakat buna rağmen bu yazar kullandığı yönte-

(4) Çalışmadaki diğ·er yazar tJlkü Eğ'eei.


(5) Bu teknik ayrıntıya girnıcyeeektik. Ama burada çok önemli bir id-
dia var. O yüzden bir ek yayınlamayı uygun gördük.

151
min orjinalliğine ilişkin herhangi bir açıklan1a yapmıyor. Yani,
herhangi bir keşiften söz etmiyor. Yazarımız ise yanlış kullan-
dığı yönteme ilişkin şu değerlendirmeyi yapıyor: « ... Ben ise bu
ayrıntıyı <kukla değişkenin öyküsü) şunun için veriyorum : İh­
•',.
tiyaç keşfin anasıdır.» (s. XI, abçl.
Son bir örnek daha vererek çalışmamızı bitireceğiz. Bu da
Yazarın kurgulama mantığına ilişkin olacak (6). Çalışmadaki
' \
. son makale bunun en güzel sergilendiği bir yer. Burada özetle
şunlar söyleniyor: İkinci Dünya Savaşının hemen ardından,
sosyalist ülkeler (özellikle SSCB) hızlı bir biçimde sanayileşi­
yorlar. Nedeni ise hızlı sermaye birikimi. Sermaye birikifi?.i ile
gelişmeyi özdeş -sayan gelişmemiş ülkelere, bu olgu çok cazip
geliyor. Fakat, bu caziplik kapitalist sistem için bir tehlike olu-
yor. İşte burada serİnaye birikiminin önemsizliği gösterilebilir-
se ve onun, yerine başka bir şey ikame edip kalkınma açıklana­
bilirse, tehlike ortadan kalkabilir. Böyle bir ortamda Solow ad-
lı bir iktisatçı ortaya çıkıyor. İster bilinçli, ister bilinçsiz ol-
sun (7), yapmış olduğu araştırma ile kapitalist sistemin ideolo-
jik ve aynı ölçüde akademik SOrununa çare buluyor. Çare $Ui
iktisadi gelişmede, sermaye birikimi değil, teknik gelişme önem-
lidir. Onun için araştırma ve teknik harcamalarına önem veril-
melidir._
1
Yukarıda özetiediğimiz teorik gelişmeler olurken, 1956 da
bir başka yerde (Türkiye'de) ODTÜ kuruluyor. Bunların aynı
tarihlere gelmesi bir rasıantı olmuyor. Daha sonra Fen Lisesi
-ve TÜBİTAK kuruluyor. Tabii bunlar sadece dış gelişmelere
bağlanmıyor, .içsel bir takım gelişmeler de bunu hazırlıyor (ss.
245-282) . Biz bu özette, içsel gelişmelere önem vermedik, çünkü
konumuz bu kuruluşların gelişimi değil, İlgimiz bu kuruluşları -
dıştaki gelişmelerle kurulan bağlantısıdır. Aslında makaleden
çıkan sonuç, bu gelişmelerin belirleyici olduğudur. Her ne ka-
dar şu cümle ile Yazar ve arkadaşı tarafından uyarılıyorsak da:
«Bu çalışma, Türkiye'deki oluşumları yalnızca dış faktörlerde-
ki gelişmelerle açıklamak izlenimini verınem eli.. (s. 255). Fa-
,l'>

(6) Bu da bir ortak çalışma.


(7) Yazarlar, makalede Solow'un bilinçli ya da bilinçsiz olduğu konu-
. sunda bir yargıya vararnıyor (s. 247). Fakat makalenin ekinde ise
bilinçli olduğunu özellikle vurguluyorlar. Tesbit şöyle ~<Oy]eyse ser-
maye birikiminin tahtlndan indirilmesi, kapitalist sistemin ve özel-
likle Amerikan iktisatçılarının temel görevidir. Solow bunu temel
görev biliyor. Buraya. giriyor.... (s. 284)

152
ı

kat önemli olan o da değil. Eğer bu kuruluşların kurulmasın­


daki temel görüşle, dış dünyada oluşan görüş aynı ise ya da
yazarların deyimiyle 'evrensel öz' aynı ise makaledeki açıkla­
malar anlamlı olur. Şimdi bunu soruşturalım.
Yukarıda özette de görüleceği üzere, makaledeki kurgu-
nun kilit değişkeni Solow'un 1957'deki makalesi (8). Çünkü bu
.makaleyle Solow, önemli bir ideolojik ve akademik soruna ça-
. re buluyor. Üstelik görevinin de bilincinde. Fakat bu arada 1960
ve 1962 makalelerinde Solow, 1957 dekinin tam tersine ileri sü-
rüyor. 1960 larda bu makalelerin ardından, yapılan bir sürü ça-
lışmada, sermaye· birikimine tekrar eski' öneminin verilmesini
hedef alan modeller geliştiriidi (9). Solow'un 1960 daki çalışma­
sında « ••• yeni yatırımlar (yani sermaye birikimil büyüme açı­
sından Solow (1957) nin gösterdiğinden çok daha büyük bir
öneme sahip çıkmaktadır.» (10) Bu fark şundan doğmakta; So-
low ilk makalesinde, teknolojik gelişmeyi 'içerilmemiş' alırken
ikinci makalesinde 'içerilmiş' alıyor. Doğal olarak, içerilmiş tek-
noloji kabul edilince sermaye birikiminden bağımsız bir teknik •.
gelişme söz konusu olamıyor. Çünkü, teknik gelişmenin hayata
geçirilmesi yatırımlar yoluyla oluyor. İşte Solow'un soyut mode-
linin basit mantığı bu. Fakat bu gelişmeler, yazarlarımızın se-
naryosunu karıştırıyor. Çünkü, Solow (1960}, Solow (1957) deki
temel görevini unutuyor. Unutmak ne kelime! Karşı cepheye
geçip 'ihanet' ediyor (Dönek Solow!). Bu da mümkün olabilir. '·
Tarihte bunun örnekleri var. Bu göreve talip kişiler de yok (ll).
Yani kapitalist sistemin ideolojik ve akademik sorununa çözüm
}?ulacak iktisatçı bulunamıyor. Ama kapitalist sistem kendi yo-
lunda ~lerliyor; bilim dünyasından destek almasa da, dünyanın
her yerinde teknik okullar açılıyor ya da destekleniyor. Bu okul-
ların ve kuruluşların ortaya çıkması tarihi bir olgu ise başk_a
bir senaryo gerekir. Çünkü, olayı açıklama gücü zayıf.

' i'

(8) Abramovitz 1956 da Solow'un kanıtladığını ondan önce gösteriyor.


Dstelik ilginçtir bu ODTD'nün kurulduğu tarihe rastlıyor. Bu ay-
rıntı için bkz. Nuri Yıldırım, Neoklasik İkıisatın Tclmoloiik Geliş­
me Yaklaşımı, 1980, s. 119.
(9) Yıldırım, a.g.c., ss. 119-151.
(10). Yıldırım, a.g.c., s. 128.
(11) Yazarlar ·akademik çevreler Solow'un görüşünün talıla çıkarıldı­
ğını söylüyorlar (s. 252). Mümkündür fakat bu Solow'un 1957 ma-
kalesi değil 1960 makalesidir.

153
senaryosunda, kaçınılmaz olarak hain duruma
Yazarımızın
düşen Solow gerçekten öyle mi? Onun bunlardan haberi yok.
Solow genel olarak büyüme literatüründe yazan bir iktisatçı kal-
kınma sorunları ile ilgilenmiyor. Daha doğru bir ifade ile so-
runsali farklı. ·onun temel sorusu; teknolojik gelişmeyi üretim
fonksiyonuna nasıl sokabilirim, verimlilikteki artışta rolünü na-
sıl_ ölçebilirim? Burada kullandığı teknikler onu farklı sonuç-
lara götürebilir. Nitekim, ikinci makalesinde birincinin sonuçla-
nndan değil, teknolojik gelişmenin tanımından rahatsız oluyor.
Onun bu rahatsızlığına neden, Salter'in 1960 daki makalesinde-
ki teknoloji tanımı olmuştur (12). Solow'un son makalesindeki
sonuçlan yine değişebilir. Bu iki şekilde olabilir; Solow'un ana-
lizi neoklasik üretim fonksiyonuna dayanmaktadır, böyle bir
fonksiyon belirlenemez ise, neoklasik gelişmenin teknol?jik geliş-·
me yaklaşımı da yanlış olacaktır. O zaman bunun büyümeye ·
etkisini inceleyen çalışmalar da yanlış olacak. İkincisi, böyle bir
fonksiyon olsa bile dinamik bir olay olan teknolojik değişmeyi
böyle bir statik fonksiyonla nasıl inceleyebiliriz? (13).
Yazarlarımız, makaleye yazdıkları ekte hala Solow'un ilk
makalesiyle uğraşıyorlar. Ve yanlarına iki de önemli destek alı­
yorlar (Hicks ve Kaldor). Ama orada eleştirilenleri Solow, ikin-
ci makalesinde düzeltiyor. Hicks, Yazarın da katıldığı alıntısın­
da (14), teknolojik gelişme sermaye birikiminden bağımsız ola-
rak alındığı için Solow'un bir yanılsamaya düştüğünü söylüyor.
. Teknik değişimin tanımı bu sonucu kaçınılmaz kılıyor (15). Da-
ha önce de özetiediğimiz gibi teknik gelişme literatür:ü korkunç
gelişirken, bu gelişme Solow'u aşıyor ve hatta onu ve tüm sta-
tik yaklaşımları yanlışlıyor. Tüm gelişmeler böyle olurken ya-
zarlarımız dinamik bir teknik gelişme analizi için Marx'a baş­
vuruyorlar. Yazarların bu çabasını çok olumlu bir girişim ola-
rak d~ğerlendiriyorsunuz, fakat yanılıyorsunuz. Dinamik tek-
nolojik gelişmeyi ölçerken, yine o statik üretim fonksiyonunun
çerçevesine bağlı kaldıklarını görüyorsunuz. Yazarlar özetle
şöyle diyor; teknik gelişme sermayenin değerinde kayıplara yol
açıyor, fakat bu ~aman içindeki sermaye serilerinde görülmü-
yor. Bu da sermaye birikimine yapılan yıllık eklerneyi marjinal
kılıyor. Dolayısıyla, sermaye serisindeki küçük değişmeler ve-

(12) Yıldırım, a.g.e .• s. 1.


(13) Yıldırım, a.g.e .• s. 156.
(14) Sözü geçen makalenin eki, s. 286.
(15) So.low da buna katılıyor.

154
rimdeki değişmeyi açıklayamıyor (s. 290). Yani ortada bir «veri»
sorunu var. Bu değişiklikler göz önüne alınırsa sermaye biriki-
minin önemi ortaya çıkacak. Aynı üretim fonksiyonu içinde-
yiz, iktisat teorisi ise bunu çoktan aşmış. Bir diğer önemli nok-
ta da şu; yazarlar, 1950 sonrasında kapitalist sistemin verimsiz
. araştırma ve geliştirme projelerini efektif talebi belirli bir dü-
zeyde tutmak için desteklediğini söylüyorlar. Bu politikayı Key-
nes'in kuyu açıp kuyu doldurma önerisine benzetiyor. Keynes
de böyle bir iktisat politikası· ciddi bir şekilde önerilmemekte-
dir. Sadece çarpıcı bir örnek olsun diye verilmiştir. Ona göre
kapitalist sisternin böyle bir rasyonalitesi olamaz (16).
Seçme Teknik Çalışmalar'ın yazılma tekniğini ilişkin seç-
melerimiz burada sona eriyor. Bitirrneden önce bir öneri yap-
mak istiyoruz. Yazarın şöyle bir tesbiti var: «Son kez tekrarlı-
. yorum: Türkiye'de bilim yapılacaktır. Ve ben bilim ile bilim ol-
mayanı biribirinden ayırmaya çalışıyorum; bilim yapacaklara
yolu açmaya çabalıyorum.» (s. XIV>. Birinci tesbite kesin katı­
lıyoruz. Diğer tesbitler ne kadar doğru, biz burada bunu sergile-
rneye çalıştık. Ama kesin yorumu okuyucuya bırakıyoruz. Ve he-
men önerimizi yapıyoruz; bu kitap mutlaka okunrnalıdır.

EK:

Belli bir fonksiyonel ilişkide bağımlı değişken, ölçülmesi


güç olan veya bilinmeyen bazı faktörlerce etkilenebilir. Bunla-
rı giderebilmek için, ekonometrik çalışmalarda kukla değişken
tekniği kullanılır. Yazarların makalesinde, temel sorun ı,u: Ver-
gi yapısındaki değişmeler (iradi), vergi gelirlerine ilişkin seriyi
etkiliyor. Bunun arındırılması gerekiyor. Önce, vergi yapısın­
daki değişmeleri bilmek gerekir. Çünkü kukla değişkenin nasıl
kullanılacağını bunlar belirliyor. Bu iradi değişmelerin ilki (17);
matrah tanımında indirim, muafiyet, istisna vb. gibi değişme­
lerdir. Bunlar, vergi fonksiyonunun kesişme teriminde (sabit
terim) değişmelere neden oluyor. İkinci tiptekiler ise vergi ora-
nınd~ yapılan değişmelerdir. Bunlar, marjinal vergi oranını de-

(16)" Enver Ozcan, İktisadi Bunalımlar, Ankara, t D81, s. 117, d n. ttı 2.


Umarız, yazarımız bizi kitabını okumaımşlıkla suçlmnayacaktır.
(17) Bkz. Celal Küçüker, Vergi Performansının Belirlenmesi Uzerine
Teorik _ve Abpirik Bir Araştırma : Statik ve Dinamil' Performans
Kriterleri, Ankara 1979, s. 136. .

155
·/
ğiştirdiği ölçüde fonksiyonun eğim teriminde değişmelere neden
~. .

Şimdiböyle bir bağlam içinde, yazarların atıfta bulunduğu


Singer'in ve kendilerinin yöntemlerini görelim. Önce Singer'in
.yaklaşımına bakalım. Ancak önce, her iki yaklaşımı karşılaştı­
rabilmek için şöyle basit bir doğrusai vergi fonksiyonu alalım
(18). Singer, yukarıdaki iradi değişkenierin vergi üzerindeki et-
kisini arındırmak için sabit terim - kukla değişkeni kullanıyor.
· Yani elimizdeki fonksiyon yukarı kayıyor. iradi etkiler çok sa-

yıda olduğu için, o kadar da kukla değişkeni kullanıyor. Bun-
lar vergi oranı ve matrahındaki değişikliklere ilaveten vergi top-
lama etkinliği, tüketim ve harcama kalıpları, kişi başına gelir
vb. değişikliklerdir. Kukla değişkenler fonksiyona girince
n
T ~= a + b Y + I: cıdı fonksiyonu- elde edilir.
i=l
Şimdi yazarların aynı
formülasyon içindeki geliştirdikleri
yöntemi görelim (19). Burada biribiriyle çelişen iki farklı yön-
tem var. Önce, orijinal makaledeki yönteme bakalım. Kukla- de-
ğişkenin sokulduğu vergi fonksiyonu şöyledir:

T = a+bY +cıdı+cıdı+ft.
Orijinal makaledeki bu yaklaşım, Si~ger'dekine ben-
ziyor. Yalnız, kukla değişkenierin sayısı iki ile sınırlandırılmış.
Bu ise yazarların amacına uymuyor. Çünkü, iradi değişmeler
ikiden fazla. Fakat bu tali bir nokta. Asıl önemli ayrılık şurada­
dır; zaman değişkeni (t) _kukla değişkenlerle birlikte aynı fonk-
siyenda yer alamaz. Çünkü zaman içindeki tüm iradi değişik­
likler fonksiyondaki kaymayı açıklıyor. Üstelik zaman· değişke­
ni yazariara ·göre vergi idaresinin etkinliğini ölçmektedir. Hal-
buki matrahın tanımının değişmesi bu etkinliği içeriyor (20).
Matrah büyür ise vergi idaresinin etkinliği artar, kukla değiş­
keni de bu etkiyi gösterir. Bir diğer nokta da şu; zaman değiş­
k~ni literatürde, daha çok düzeltilmiş verilerdeki etkiyi arındır­
ınada kullanılıyor (21>. Durum böyle iken zaman değişkeninin

(18) T=a+bY
(19) Makalelerdeki harflendirmc farklı olduğu ıçın tek bi ı·· ııolasyona
- dönüştürdük.
.(20) . Küçüker, a.g.e., s. 140'daki dip not.
(21) . Küçüker, a.g.e., s. 212.

156
--·-·-···-··----- -----·----...... bıi
[-t.:;j)•

. t rfi
~;ır

fonksiyona sokulması, yanlış bir değişkenin fonksiyona girme-


sinin dağuracağı ekonometrik sorunları da içerir (22).
Şimdi, yazarların ekteki yöntemine bakalım.

T = bY +cıdı +cıdı
şeklindedir. Burada kukla değişken sayısı dönem sayısına
eşitliğin zorunlu bir koşulu olarak getirilmektedir. Çok ilginç bir
durum ortaya çıkıyor; birinci kukla değişkenin kat sayısı (c,)
fonksiyonun sabit terimine eşit oluyor. Ve dı tüm iki dönem için
de ı olarak alınıyor. Halbuki değişiklikten önce dı o, değişiklik­
ten sonra ı değerini almalı~ır. Çok daha önemli bir eksiklik de
şudur; fonksiyonun sabit terimi kukla değişkenler fonksiyona
sokulduktan sonra kayboluyor. Görüleceği üzere ·orijinal maka-
ledeki yöntemle ekteki yöntem ilişkisizdir. Üstelik yazarlanmız
keşfedilen yöntem olarak ekteki bu yöntemi gösteriyorlar. Hal-
buki ortada keşfedilen iki yöntem var. Ve bunlar da biribirini
etkisizleştiren keşiflerdir. Ve ayrıca gösterdik ki bu iki yöntem
Singer'in yönteminden farklıdır.

~.

. (22) Bu sorunlar için bkz., Potluri Rao, ~·Some Notes On Misspecifica-


tion in Multiple Regressions»-, The American Statician, Dec., 1971,
s. 39.

157

You might also like