Professional Documents
Culture Documents
(1935 - )
Robert Silverberg
Gece Kanatları
İthaki Yayınları
Mühürdar Cad. İlter Ertüzün Sok. 4/6 81300 Kadıköy İstanbul
Tel: (0216) 330 93 08 - 348 36 97 Faks: (0216) 449 98 34
www.ithaki.com.tr
E-mail: ithaki@ithaki.com.tr
Gece Kanatları
Robert Silverberg
GECE
KANATLARI
1
ANIMSAYICILAR
ARASINDA
1
– Uyum çalışmaları
– Çırakların günlük işleri
– Özel araştırmalar
Doğal olarak diğer çıraklardan oldukça yaşlı olduğum ortaya
çıkmıştı. Çoğu daha çocuk yaşta, hatta başka Anımsayıcıların
çocuklarıydı. Bana hayretle bakıyor, böyle bir ihtiyarın nasıl okul
arkadaşlarından biri olabileceğini anlayamıyorlardı. Hayatlarının
ortasında Anımsayışın davetini hisseden birkaç tane epey olgunlaşmış
çırak da vardı, fakat hiçbirisinin yaşı benimkine yaklaşmıyordu bile.
Bu yüzden eğitim arkadaşlarımla pek bir sosyal alışverişim olmadı.
Her gün programın bir parçası olarak Dünya’nın geçmişini
ortaya çıkarma yöntemlerini öğreniyorduk. Kazılardan elde edilen
örneklerin incelendiği laboratuvarlar gösterildi; birkaç atomun
bozunmasından kalıntıların yaşının belirlendiği detektörler gördüm;
halka şeklinde bir aletten yayılan rengarenk ışık huzmeleri bir parça
tahta kıymığının üzerinde dans edip onu kül haline getirerek sırlarını
açığa çıkartırken hayretle izledim. Cansız şeylerden geçmişe ait
görüntülerin çıkartıldığı işlemi gördüm. Nereye gidersek gidelim
izimizi bırakıyoruz: ışık parçacıkları yüzümüzden sekiyor ve fotonik
akım yüzünden ortamdaki cisimlere yapışıyorlar. Anımsayıcılar bu
cisimleri inceleyerek görüntüleri ayıklayıp düzenliyor, onarıyorlar.
Mavi bir sisin içinde yüzlerin –eski krallar ve lonca üstatlarının,
kaybolmuş düklerin, tarihi zamanlara ait kahraman yüzlerinin–
belirip kaybolduğu bir odaya girdim. Donuk gözlü teknisyenler tarihi
bir avuç külden ayrıştırıyorlardı. Çöp yığınlarının devrimleri ve
suikastleri, kültürel değişiklikleri, ahlaki değerlerin çöküşünü ortaya
çıkardığını gördüm.
Daha sonra bana kazı çalışmalarıyla ilgili yüzeysel bilgiler
verildi. Kurnazca bir simülasyonla Afreek ve Ais’deki şehir
yıkıntılarında Anımsayıcıların vakum çekirdekleriyle toprağı
kazmaları gösterildi. Kayıp Kıtaların kalıntıları için yapılan denizaltı
araştırması beni bile heyecanlandırdı; yeşil jelatinden yapılmış gibi
duran damla şeklindeki araçlara binen Anımsayıcı ekipleri Dünya
Okyanusu’nun derinliklerine, şimdi çamur kaplı düzlüklerin en dip
kısımlarına önlerinde mor ışıktan mızraklarıyla daldılar, pisliğin ve
yıkıntıların altında kalmış gerçekleri gün yüzüne çıkardılar.
Hazırladıkları belki de en iyi uyum çalışmalarından biri, hepsi de
birer kahraman olan Anımsayıcıların güney Afreek’de çıkardıkları
atmosfer makinesinin filmi olmuştu. Muazzam aletin altına demirler
yerleştirip dev vinçlerle çekmişlerdi; o kadar inanılmaz bir kazı
çalışması olmuştu ki iş bittiğinde toprak çökmüş gibi görünüyordu.
Uzmanlar şallarıyla birlikte makinenin açtığı deliğe girip nasıl
dikildiği hakkında bilgi toplamaya çalışırken İkinci Döngü’nün en
büyük budalalığı olan koca sütun havada asılı duruyordu. Gözlerim
bu manzara karşısında fal taşı gibi açılmıştı.
Bu çalışmalardan sonra her seferinde seçmiş olduğum lonca için
duyduğum saygı biraz daha artıyordu. Karşılaştığım Anımsayıcıların
her biri bana kibirli, burnu havada, fiyaka düşkünü tipler gibi
gelmişti; bir tanesini bile cana yakın bulmuyordum. Öte yandan
bütün parçalarının toplamından üstündür; Basil ve Elegro gibi o
kadar boş, insani şeylerden o kadar uzak, o kadar ilgisiz adamları bile
sonsuzluğun içinden parlak geçmişimizi geri almak için başlatılmış
muazzam bir çalışmanın birer parçası olarak görüyordum.
Kaybolmuş zamanlar için başlatılmış bu arayış muhteşemdi, ancak
insanlığın önceki faaliyetleriyle kıyaslanabilirdi. Şu anımız ve
geleceğimiz elimizden alındığına göre tüm gayretlerimizi yeterince
dikkatli olursak kimsenin elimizden alamayacağı geçmişimize
yöneltmemiz gerekiyordu.
Bu çabanın her ayrıntısını, kazı alanında toplanan her toz
zerreciğinden, laboratuvarda işlemlerden geçip incelenmelerine, üst
seviye Anımsayıcılar tarafından bu binanın üst katlarında üstün
gayretler sonucu sentezlenip yorumlanmalarına kadar her şeyi günler
boyunca dikkatle izledim. En üst seviyedeki bu bilgelere kısa bir süre
için göz atma fırsatım oldu: beyaz başları öne eğik, ince
dudaklarından yorumlar ve fikirler, boş laflar ve düzeltmeler dökülen
benim büyükbabam olabilecek yaşta pörsümüş ihtiyarlar.
Fısıldananlara göre bazıları Jorslem’de iki üç kez yenilenmiş, artık
uzun yıllarının sonlarındalarmış.
Bir sonraki aşamada Anımsayıcıların bulgularını depoladığı ve
meraklıların bilgi alabilecekleri hafıza bankaları tanıtıldı.
Bir İzleyici olarak hafıza bankalarını ziyaret etmek için az bir
merakım ve daha da az ilgim vardı. Daha önce kesinlikle böyle bir şey
görmemiştim, çünkü Anımsayıcıların bankaları sırf üç beş beyinden
oluşan depo üniteleri değil, seri halinde bağlanmış yüzlerce beyinden
oluşan muazzam yapılardı. Bizi götürdükleri yer –daha sonra
öğrendiğime göre binanın altındaki benzeri bir düzine yerden biri–
derin fakat yüksek olmayan, beyin küvezlerinin arkalara doğru olan
sıralar gölgeler içinde kaybolacak dokuzlu sıralar halinde dizildiği
uzunca bir odaydı. Perspektif garip oyunlar oynayabiliyordu; beyaz
küvezlerin görüntüsü başa çıkılamayacak kadar uçsuz bucaksız
geliyordu, sıraların sayısı on da olabilirdi, elli de.
“Bu beyinler eski Anımsayıcılara mı ait?” diye sordum.
Rehber, “Bazıları öyle,” diye yanıtladı, “fakat sadece
Anımsayıcıların kullanılması gibi bir gereklilik yok Herhangi normal
bir insan beyni kullanılabilir; bir Uşağın bile inanamayacağınız kadar
geniş bir depolama kapasitesi vardır. Kayıtlarımız için yedeklemeye
ihtiyacımız yok, bu yüzden her bir beynin tam kapasitesini
kullanabiliyoruz.”
Hafıza depolarını korumak için konulmuş parlak kalın bloğun
arkasını görmeye çalıştım. “Özel olarak bu odada ne kayıtlı?” diye
sordum.
“İkinci Döngü sırasında Afreek’de yaşamış olanların adları ve
kişisel bilgilerinin bulabildiğimiz kadarı. Bir de, bu hücrelerin tamamı
henüz dolmadığı için Kayıp Kıtalara ait bazı coğrafi ayrıntıları ve
Kara Geçidi’nin yaratılmasıyla ilgili bilgileri geçici olarak burada
saklıyoruz.”
“Bu bilgiler geçici kayıtlardan sabit kayıtlara kolaylıkla
geçirilebilir mi?” diye sordum.
“Evet, kolaylıkla. Burada her şey elektromanyetiktir. Bilgiler yük
birikimleri halinde saklanır; polarizasyonu basit bir şekilde
değiştirerek istediğimiz bilgiyi bir beyinden diğerine aktarabiliriz.”
“Ya elektrikler kesilirse?” diye sordum. “Yedekleme
yapmadığınızı söylediniz. Bir kaza sonucu veri kaybına uğrama
ihtimali hiç yok mu?”
Rehber, yumuşak bir şekilde “Hiç,” dedi. “Acil durumlarda
devreye girip gücün devamlılığını sağlayacak aygıtlarımız var. Ayrıca
depo birimlerinde organik maddeler kullanarak en iyi güvenlik
tedbirini almış oluyoruz: Güç kesilse bile beyinler içlerindeki bilgiyi
korumaya devam edeceklerdir. Böyle bir durumda içlerindeki bilgiyi
tekrar toparlamak zor, fakat imkansız olmayacaktır.”
“İşgal sırasında,” diye sordum, “herhangi bir sorunla karşılaşıldı
mı?”
“İşimizi kendi çıkarları doğrultusunda gören İşgalcilerin
koruması altındayız.”
Bundan kısa bir süre sonra biz çıraklara, toplanan Anımsayıcılar
genel kurulunu lonca evinin balkonlarından birinden izlememiz izni
verilmişti; aralarında Elegro ve Olmayne de bulunan lonca üyeleri,
omuzlarında şalları tüm haşmetleriyle altımızda duruyorlardı. Çetin
ve hakim bir figür çizen Anımsayıcılardan Rektör Kenishal, üzerinde
helezon işareti bulunan bir kürsüdeydi, hemen yanında ise Dünya’yı
ele geçiren ırkın mensubu, daha da dikkati çeken bir kişi duruyordu.
Kenishal kısa konuştu. Her yerde olabilecek yöneticiler gibi
basmakalıp sözlerle başlayıp loncayı başarılı çalışmaları için tebrik
ederek kendi kendini övdü; fakat sesinin tınısı bile kelimelerinin
boşluğunu gizleyemiyordu. Daha sonra işgalciyi tanıttı.
Uzaylı kollarını açtı; salonun duvarına değecek gibi
görünüyorlardı.
Yavaşça, “Benim adım İnsanyönetici Yedi,” dedi. “Perris valisi
ve Anımsayıcılar loncası sorumlusuyum. Bugün burada bulunma
nedenim görevde bulunan geçici hükümetin son kararını
açıklamaktır. Siz Anımsayıcılar işinizi yapmakta tamamen
özgürsünüz. Bu gezegen ya da geçmişi ortaya çıkarmanıza yardım
edecek herhangi başka bir gezegen üzerinde istediğiniz bölgeye geçiş
hakkınız var. İşgalin örgütlenmesiyle ilgili olanlar hariç her türlü
dosyaya erişiminiz devam ediyor. Rektör Kenishal’ın da belirttiği gibi
şu anki çalışmalarınız için zaten diğer dosyaların bir önemi yok; bu
yüzden, bir sorun çıkacağını zannetmiyorum. Şu anda görevde
bulunan bizler loncanızın yaptığı işlerin öneminin farkındayız.
Gezegenin tarihi büyük değer taşıyor ve bu yüzden çalışmalarınızın
devam etmesini istiyoruz.”
Yanımdaki Roum Prensi ters ters, “Dünya’yı daha turistik bir yer
yapabilmek için,” dedi.
İnsanyönetici Yedi devam etti, “Rektör’ün belirtmemi istediği bir
şey daha var: Gezegeninizin işgal altındaki durumu göz önüne
alındığında, yönetimde birtakım değişikliklerin söz konusu olması
gerekiyor. Önceleri aranızda çıkacak herhangi bir problem loncanızın
kendi mahkemelerince çözülüyordu ve en yüksek temyiz kararı
Rektör Kenishal’a bağlı durumdaydı. İdarenin etkili işleyebilmesi için
bizim otoritemizin loncanızın kararları üzerinde olması gerekiyor. Bu
yüzden Rektör artık kendi yetkilerinin dışında olduğuna inandığı
davaları bize havale edecek.”
Anımsayıcılar hayretle bakakaldı. Aşağıda duruşlar birden
değişti ve anlamlı bakışmalar oldu.
Yakınımda bir çırak, “Rektör görevden çekiliyor!” dedi.
Bir başkası sertçe, “Aptal! Başka şansı var mı?” diye fısıldadı.
Toplantı karmaşa içinde dağıldı. Koridorlara dağılan
Anımsayıcılar el kol hareketleri ile birbirleriyle tartışıyor, olayları
değerlendirip seslerini yükseltiyorlardı. Şal sahibi muhteremlerden
biri o kadar sarsılmıştı ki kalabalığa rağmen pervasızca yere çöküp
dengeleyici hareketler yapmaya başlamıştı. Yere düşüp ezilmesinden
çekindiğim için Prens’i korumaya çalıştım, fakat kalabalık bizi
birbirimizden ayırdı ve dakikalarca onu gözden kaybettim. Tekrar
gözüme iliştiğinde Anımsayıcı Olmayne ile beraberdi. Kadının yüzü
kızarmış, gözleri pırıl pırıldı; hızlı hızlı konuşuyor, Prens de
dinliyordu. Desteğe ihtiyacı varmış gibi kadının koluna girmişti.
4
JORSLEM YOLU
1
Dünyamız artık tam olarak onlara aitti. Eyrop’un her yerinde her
şeyi ele geçirdiklerini görebiliyordum, biz de çiftlikteki hayvanların
çiftçiye ait olması gibi onlara aittik.
Garip bir fırtınadan sonra kök salan yabani otlar gibi her
yerdeydiler. Sakin bir özgüven havası içinde geziniyorlardı, sanki
hareketlerinin zarifliğiyle İradenin desteğini bizim üzerimizden alıp
onların üzerine geçirdiğini anlatmaya çalışıyor gibiydiler. Bize karşı
gaddar değildiler, fakat sadece varlıklarıyla bile hayat damarlarımızı
emiyorlardı. Güneşimiz, aylarımız, tarihi kalıntılarımızın durduğu
müzelerimiz, eski döngülerimizin harabeleri, şehirlerimiz,
saraylarımız, geleceğimiz, bugünümüz ve geçmişimiz; hepsinin
tapusu artık başkasının üzerineydi. Artık hayatlarımızın bir anlamı
yoktu.
Geceleri yıldızlar ışıklarıyla bizimle alay ediyorlardı. Tüm evren
utancımızı görüyordu.
Kışın soğuk rüzgarları özgürlüğümüzün günahlarımız
yüzünden elimizden alındığını söylüyordu. Yazın ışıltılı sıcağı
gururunuz yüzünden aşağılandınız diyordu.
Eski hallerimizden arınmış olan bizler, değişmiş bir dünyanın
üzerinde yürüyorduk. Her gün yıldızlar arasında dolaşmış olan ben,
artık bu zevkten mahrumdum. Şimdi, hedefimiz Jorslem’di, kutsal
şehirde yenilenme ve ruhumu kurtarma umuduyla avuntu
buluyordum. Ben ve Olmayne, her akşam Hacımızın ayinini
tekrarlıyorduk:
“Küçük büyük her şeyin içinde olan,”
“Küçük büyük her şeyin içinde olan,”
“İrade’ye boyun eğiyoruz.”
“İrade’ye boyun eğiyoruz.”
“İşlediğimiz ve işleyeceğimiz günahlar için,”
“İşlediğimiz ve işleyeceğimiz günahlar için,”
“Bağışlanmayı diliyoruz.”
“Bağışlanmayı diliyoruz.”
“Ruhumuz aydınlanana kadar her gün,”
“Ruhumuz aydınlanana kadar her gün,”
“Anlayış ve huzur için dua ediyoruz.”
“Anlayış ve huzur için dua ediyoruz.”
İşte böyle söylüyorduk. Bu sözleri söyleyerek elimizdeki yıldız
taşlarımızı sıkıyor, İrade ile bağlantı kuruyorduk. İnsanların artık
sahip olmadığı dünyada Jorslem’e doğru olan yolculuğumuza böylece
devam ediyorduk.
2