Professional Documents
Culture Documents
Bilim Araştırma Grubu - Uzaylı İnsanlar
Bilim Araştırma Grubu - Uzaylı İnsanlar
BİLİMSEL İNCELENİM
EURIPIDES
1. BÖLÜM
KARBON KİMYASI VE ORGANİK YAŞAM
a — Organik Yapı Türleri, Şekil ve Adaptasyonları,
b — Organik Yapı İçin, Muhtemel Diğer Bileşikler,
c — Silisyum Yaşam Kimyası.
2. BÖLÜM
YAKIN TARİHİN ESRARENGİZ YABANCILARI
a — Ispanya’daki Yeşil Çocuklar ve Yeraltı Ülkeleri,
b — İngiltere’deki Yeşil Çocuklar ve Yeraltı Ülkeleri,
c — Almanya’daki Hauser Kaspar İsimli Meçhul Yabancı,
d — Değişik Dolaşım Sistemli ve Yabancı Organlı İnsanlar,
e — Texas’ta Düşen UFO ve Uzaylı Pilotun Mezarı,
f — Rusya’daki Dev Uzaylı İnsan’m Mezarı,
g — Şili’deki, Uzaylılara Ait Mezarlar,
h — Çin’deki Uzaylı Varlıkların Mezarları ve Araç - Gereçleri.
3. BÖLÜM
DÜŞEN UFO’Iar VE İÇLERİNDEN ÇIKARILAN UZAYLILAR
a — New Mexico’da Düşen UFO ve Uzaylı Cesetleri,
b — Heligoland Adası’na Düşen UFO ve Uzaylıların Cesetleri,
c — Rusya Taşkent’te Düşen UFO ve Göldeki Uzaylı Cesedi,
d — Rusya Gürcistan’da Düşen UFO ve Uzay Deney Yaratığı
Cesedi.
e — Polonya’da Sağ Olarak Bulunan Uzaylı.
4. BÖLÜM
UZAYLILAR VE ÇOK YAKINDAN ÇEKİLMİŞ RESİM LERİ
a — Amerika’da Polis Memurunun Resmini Çektiği Uzaylı,
b — Amerika’da, Ronnie Hill’in Resmini Çektiği Uzaylı,
c — İngiltere’de Cedric Allingham’m Temas Kurduğu Uzaylı,
d — İtalya’da G. P . Monguzzi’nin Resmini Çektiği Uzaylı,
e — İsviçre’de Eduar M eier’in Resmini Çektiği Uzaylı.
5. BÖLÜM
HİMALAYA DAĞLARININ YERALTI KATAKOMBLARINDA,
BAŞKA GÜNEŞ SİSTEMLERİNİN İNSANLARININ SAKLANAN
BEDENLERİ
a — Ülker Yıldız Sisteminden Gelen Uzaylı’nın Bedeni,
b — Tibet, Potala Sarayı Altındaki Yeraltı Galerisinde Saklanan,
Uzaylılara ait Altın Kaplanmış Dev Bedenler.
Res. 182) Ortalama 70 cm boyunda uzaylı bir kişi. 1950’de Mexico City
yakınlarında bir UFO’nun inişinden sonra yakalanmıştır.
Res. 186) Bir diğer dünyadan gelen Lutsinda isimli uzaylı bayan.
Kendi bedeni ile gelen uzaylılardan birinin ender resimlerinden biri.
Res. 188) Venüslü bayan Estralan. Dr. Eugen Drake, adı geçen ve
daha başka Venüslü bayanlarla başından geçen olayları «Uzaydan Ge
lenler» adlı kitabında anlatmaktadır.
Res. 189) Venüslü Val-Thor. Papaz Dr. Frank Stranges Aralık 1959
da kendisiyle Pentagon’da (Amerikan Milli Savunma Bakanlığı) görüş
müş. Dr. Stranges’in «Benim Diinya Dışındaki Dostum» isimli kita
bından.
4
5
ÖNSÖZ
★ ★ ★
6
1. BÖLÜM
7
ortamlara ve koşullara karşı varlıklarını sürdürebilmekte
dirler:
— Anaerob bakteriler: Gangren bakterileri olan bu
küçük canlılar oksijene ihtiyaç göstermeden yaşayabilmek
tedirler, Ve belirli dozajda oksijen bunlar için zehir tesiri
yapmaktadır.
— Yüksek dozajda radyoaktif suyun steril olduğu ka
bul edilir. Oysa bazı bakteri türleri bu öldürücü su içinde
(ki reaktör de bu su içindedir) mükemmelen yaşayabiliyor
lar. Bir tür arıların da radyoaktiviteden etkilenmedikleri an
laşılmıştır.
— Dr. Seigel deneyi: Dr. Seigel laboratuvarda Jüpi
ter atmosferi şartlarını meydana getirdi. Ve bu atmosfer
içinde bakteriler ve milbeler üretti. Bu atmosfer, amonyak,
metan ve hidrojenden meydana gelmişti ve onun bizim şim
diye kadarki yaşam şartlarımızla hiç bir bağlantısı yoktur.
Ne var ki bu atmosfer, içinde üreyen canlıları öldürmedi.
— İngiltere, Bristol Üniversitesinden Hinton ve Blum
adındaki entomologlar, bir sivrisinek türünü 100 selsiyus
derecesine varan ısılarda kuruttular. Sonra bunları sıvı he-
lium içine batırdılar (sıvı) heliumun ısısı evrendeki mutlak
(— )'dir.). Sert bir ışınlamadan sonra sivrisineklere normal
hayat şartları uygulandı. Sivrisineklerin yumurtalarından,
sürfelerinden sağlıklı sivrisinekler fırladı,
İnsan metabolizması da bilinen biyolojik yapısına aykırı
bir çok koşul ve ortamlar içinde varlığını sürdürebilmekte
dir.
Sözgelimi;
Kızgın ateşler üzerinde ayakları ve vücudu yanmadan
yürüyenler vardır.
Kor ateşleri ellerine alan, onları yalayan, fırınlara gi
ren Rufaî dervişleri vardır.
Aylarca oksijensiz yaşayan, kendilerini toprağa göm
dürüp diri çıkan yogiler vardır.
8
Doha bunun gibi sayısız olağanüstü yetenekler sahibi
olduğu anlaşılan fizik bedenlerin yaşam olanaklarını belirli
■■nurlar içinde göstermek, burada saydığımız birkaç örnek
len de anlaşılacağı üzere yersiz ve anlamsız olur.
Organik yapıların temel elemanı olarak yeryüzünde
karbon kabul edilmiştir. Yani yeryüzünde canlı organizma
larda temel yapıyı karbon kimyasının oluşturduğu kabul
edilir.
Organik bileşiklerin hemen hepsinde istisnasız karbon
atomu vardır. Karbon atomunun başlıca özelliği, bir takım
/İncirler ve şekiller hasıl etmesidir. Karbon atomu, bu ö-
<İlikleri sayesinde büyük, çok atomlu moleküller ve özel
ikle molekül grupları teşkil edebilmek yeteneğine sahip
le Dünyamızın uzvî tabiatı bir karbon dünyasıdır. Bu dün
yada öylesine moleküller vardır ki içlerinde on binlerce
u ıomu birleştirebilirler
9
Organik bileşiklerde esas çatıyı karbon atomları teş
kil ederler. Bunların çevrelerinde ikili veya üçlü sistemler
halinde ve tipik surette H atomları toplanır. Bu esas çatı
ya tasavvur edilebilecek biitün sentez şekillerinde ek grup
lar toplanır. Bunlar genellikle oksijen (O) ve azot (N) atom
larıdır. Bu karbon çatısı çevresinde organik dünya zengin
liği oluşur,
(Ref: 10)
10
atomları, karbon-karbon bağlantılarından daha az dengeli
olarak bağlanırlar, Uzun silisyum zincirleri az bulunur. Fa
kat silisyum ve oksijen’in birebirleriyle yer değiştirdikleri
uzun ve karmaşık atom zincirleri elde edilebilir.
Hidrokarb’on ve florkarbon grupları, silisyum molekülü
İle başlanabilirler ve böylece canlı bir formu oluşturabile
cek yeterlilikte organik moleküller meydana gelebilir. Bu
türlü silisyum kökenli bir yaşam düşünülebilir.
c — Silisyum Yaşam Kimyası
Yeryüzündeki karbonun olduğu gibi, silisyum esasına
dayalı yaşam formlarının olabileceği de varsayılmaktadır.
Silisyumdan elde edilen organik kimyasal bileşiklere SİLAN
denilmektedir.
Silisyum da karbon gibi kristalleşme ve saydamlaşma
özelliklerine sahip bir elementtir.
Magnesyum — silisyum alaşımlarının asitlerle muame
lesi ile renksiz, bazıları gaz, bazıları sıvı olan silisyum —
hidrojen bileşikleri (silanlar) elde edilir. Bunlar karbonun
hidrojenle yaptığı bileşiklere benzer şekilde yapılmışlardır.
Prof. Dr. F. L. Breusch, «Silisyum hidrojen bileşikleri,
havada dayanıksız oluşlarından dolayı diğer yıldız ve pla
netlerde tahayyül edilen ve dünyamızda karbon bileşikleri
esasına göre kurulmuş olan hayata benzer, fakat silisyum
bileşikleri esasına dayanan bir hayatın mevcudiyeti muh
temel değildir» diyen Prof. Breusch, silisyum organik yaşa
mını kabul etmemektedir. Oysa Bölüm - 3’de d şıkkında an
latılan uzaylı yaratığın organik yapısının esasını silikon oluş
turmaktadır.
(Ref: 10)
11
2. B O L U M
12
de, güneşin aydınlattığı başka bir ülke olan bir yerde otu
ruyorlardı. Günün birinde korkunç bir fırtına kopmuş, çıl
gın bir rüzgâr onu ve küçük kardeşini kapıp mağaranın or
tasına atmıştı. Elele yürüdüler ve böylece köylülerin hasat
la uğraştıkları bir tarladan geçtiler.
O günü hatırlayanlardan hâlâ yaşayanlar vardır. Barse
lona’dan bu olayı incelemek için gelen bir din adamı daha
sonra şunları yazmaktadır:
((Dinlediklerime öylesine yürekten inandım ki, nedeni
ni anlayamamakla ve akıl gücüyle bir açıklamada bulunma
ya kaikışmamakla birlikte, doğruluğunu kabul etmek zorun
dayım.»
(Ref: 10)
13
şartlar altında ortaya çıkmışlardır ki insan, bunların uzay
daki herhangi bir dünyadan ya da dünyada mevcut her
hangi bir yeraltı aleminden ışınlandıkları sonucuna vara
bilir. Aynı öyküyü üç manastır tarihçisi daha nakleder:
William of Nevvburgh, VValsingham ve Giraldus Cambren-
sis.»
Gervase of Tilbury bu öyküye şu adı vermişti: 'De Vi-
ridîbes Pueris’: «İngiltere’de, mübarek kral ve şehit Ed-
mund'un asil manastırından altı, yedi kilometre ötede bir
köy vardır. Bu köyün yakınında, adına İngilizce’de «Wolf-
pittes» denilen, bazı tuhaf ve hatırlanmaya değer kalıntı
lara rastlanır. (Not: Suffolk, Bury St. Edmunds’tan on ki
lometre ötede yer alan, günümüzdeki adıyla Woolpit,) Ya
kındaki köy de bu kalıntıların adı ile anılır. Bir hasat za
manı biçiciler tahıl devşiriyorlardı. Birden, bu iki çukur
dan sürünerek, bedenlerinin her yanı yemyeşil olan ve tu
haf bir renk ile bilinmeyen bir dokunuşa sahip giysiler için
deki bir oğlanla bir kız çocuğu çıktı. Biçiciler kendilerine
acıyıp 'köye getirene kadar şaşkın bir halde tarlada dola
şıp durdular. Köyde, olayın acayipliği karşısında hayrete
düşen birçok kişi, görmek istedikleri çocukların başına
üşüştüler. Birkaç gün süreyle çocuklar, önlerine konan bü
tün yiyecekleri reddettiler. Fakat, öyle oldu ki, tarladan bi
raz fasulye getirilince iki çocuk da gözleri açlıktan dönmüş
bir halde fasulyeleri kaptılar ve çukurların içine oturarak
ağlamaya başladılar; çünkü fasulyelerin kabukları boş çık
mıştı. Sonra, oradakilerden biri kendilerine kabuğu soyul
muş fasulyeler ikrâm etti ve bunları memnuniyetle kabul
ederek orada yediler. Birkaç gün süreyle, ekmek yemeyi
öğrenene kadar bu gıda ile beslendiler. En nihayet, yiye
ceklerimizin etkisi altında yavaş yavaş derilerinin rengi
değişti ve İngilizce konuşmayı öğrendiler. Sonra, bilge ki
şilerin uyarısı üzerine, vaftiz edildiler; fakat, yaşça daha
ufak görünen oğlan çocuğu bundan sonra ancak kısa bir
14
süre daha yaşadı. Kızkardeşi ise 'kuvvetlenerek gelişti ve
yaşamaya devam etti. Kendi ülkemizin kızlarından hiçbir
farkı yöktu. Rivayete göre, sonradan Lynn'de (King’s Lynn,
Norfolk?) bir adamla evlendi. Hâlâ daha orada yaşadığı
ya da, denildiğine göre, birkaç yıl öncesine kadar yaşamış
olduğu söylenmektedir.
«Bu iki acayip çocuğa, bir çok kez, nereden geldik
leri sorulmuş ve şöyle yanıtlamışlardır: ‘Bizler St. Martin'-
in Ülkesi'nin halkıyız; çünkü o aramızdaki baş azizdir. Ül
kenin nerede olduğunu bilmiyoruz ve sadece şunu hatır
lıyoruz ki, bir gün tarlada babamızın sürüsünü otlatırken,
aynı St. Edmund gününde hep birlikte çalan çanlara ben
zeyen büyük bir gürültü işittik. Birden ruhumuzdan kav
randık ve kendimizi hasat yaptığınız tarlada bulduk. Bi
zim orada güneş hiç doğmadığı gibi güneş ışığı da olma
yıp, burada güneşin doğmasından ve batmasından önce
meydana gelen şekilde bir alaca karanlık mevcuttur. Yi
ne de bizden çok uzakta olmayan, fakat çok geniş bir
akarsu ile bizden ayrılmış bulunan bir ışık ülkesi görül
mektedir.»
Gervase of Tilbury’nrn, Harold VVilkins’in kitabından
aktarılmış olan. Yeşil Çocuklar'la ilgili açıklaması bu şe
kilde sona ermektedir. Metinde parentez içinde geçen dü
şünceler Yazar VVilkins’e aittir.
VVilkins, 12. Yüzyıl’ın sonları ile 13. Yüzyıl'ın başların
da yaşamış olan Gervase'nin açıklaması ile ilgili olarak şu
yorumu yapmaktadır:
«Bu kadar zaman geçtikten sonra, bu öykünün ne gi
bi gerçeklere dayanmış olabileceğini kestirmek güçtür.
Muhakkak ki,bu öykünün içerisine belirli bir miktar Kato
lik menkıbeleri tarihi de katılmıştır...»
Sonra, bir dipnotta, VVilkins şöyle yazmaktadır:
«‘St. Martin’in Ülkesi' muhtemelen, Merlin'in ‘Gram-
marye’ ya da ölülerle haberleşme (necromancy) ülkesi; bir
15
yeraltı dünyası ya da alaca karanlık ülkesidir ki, Büyük
Atlantis’in batışından sonra ‘tanrılar’ ya da tanrı - adamlar
buraya inmeye zorlanmışlardır. Buna ait imalara, Pato-
gonya’dan Alaska'ya kadar, rastlamaktayız; ilk Grönland-
lı’nın bir yeraltı dünyasından geldiğini söyleyen Grönland-
lılar’ın misyoner Egede'ye anlattıkları tradisyonda da üstü
kapalı atıflar mevcuttur. Amerikalı subay John Cleve Sym-
mes, 1823 yılında, 'sıcak ve bereketli olan ve meyvalar iie
sebzelerin bol bulunduğu' bir yeraltı dünyasına ya da bir
iç küreye (inner sphere) uzanan Kuzey Kutup açıklığını
(North Polar opening) bulmak üzere, alaycı bir Kongre'nin
her iki meclisine de kendisine bir gemi vermeleri için di
lekçe sunmuştu.»
(Ref: 12)
c — Almanya’daki Hauser Kaspar İsimli Meçhul Yabancı
1882 Mayısında, Nrümberg şehrinde kalabalığın arasın
da bir şeyler anlatabilmek için çırpınan onaltı yaşlarında bir
delikanlı polisin dikkatini çekiyor. Polis kalabalığı yarıp de
likanlıya yanaşıyor, bir iki soru soruyor. Genç çocuk güç
lükle, anlaşılamayan bir şeyler kekeliyor. Bunun üzerine po
lis kendisini karakola götürüyor, üstü aranıyor; ceplerin
de çok ince, bir çeşit kösele üzerine yazılmış iki mektup
bulunuyor. Birinci mektupta delikanlı bir subayın oğlu di
ye tanıtılıyor, İkincisinde ise geçmişi bilinmeyen Kaspar
Hauser oluyor.
Hauser serserlik suçuyla hapse atılıyor. Ama, garip bir
kişidir bu delikanlı; konuşmasını bilmez, doğru dürüst yü
rüyemez, elleri bembeyaz, topukları yeni doğmuş bir çocu-
ğünki kadar pembe ve yumuşaktır.
Bir kaç gün sonra hapse giren bir yabancı Hauser'ı öl
dürmek istiyor, başaramayınca da kaçıyor. Delikanlının çev
resinde romantik yorumlar kuruluyor, soylu bir ailenin gayri
meşru oğlu deniliyor. Zengin bir İngiliz, Kont Stanhope,
16
Hauser'ı himayesi altına alıp geniş bir araştırmaya girişiyor
ve hiç bir sonuca varamıyor. Zamanla Hauser konuşmayı
öğreniyor ve hikâyesini anlatıyor:
Uzun yıllar'bir mahzende kalmış, bilmediği, tanımadığı,
görmediği, sesini bile duymadığı insanlar tarafından büyü
tülmüştü. Günün birinde onu yaşadığı mahzenden çıkartıp
zorla bir arabaya sokup Nrümberg'in bir alanında yalnız ba
şına bırakmışlardı.
Keşfedildiği günden beş yıl sonra Kaspar Hauser, Ans-
pach şehrinin parkında bilinmeyen biri tarafından bıçakla
narak öldürülüyor. Mum ışığının ne olduğunu bilmeyen, ate
şi tutmaya çalışan, boyutları ayıramayan bu gencin öyküsü
böylece bitiyor.
Kimdi Kaspar Hauser? Kaspar Hauser bu dünyaya ait
değildi. Başka bir gezegenden, başka bir evrenden getiril
mişti belki.
d — Değişik Doiaşım Sistemli ve Yabancı Organlı
İnsanlar
1959 yılında Danzig’ de deniz sahilinde bulunan bir ce
sede otopsi tatbik edildiğinde, hayret verici bir sonuç elde
edildi: Ölünün kan dolaşım sistemi, insan ırkının dolaşım
sistemine hiç benzemiyordu.
1970'de, Paris’te, Magenta bulvarında birdenbire düşüp
ölen adamın cesedi üzerinde yapılan incelemelerde, adamın
kalbi yakınında başka bir yabancı organın bulunduğu ispat
lanmıştı.
e — Texas'ta Düşen UFO ve Uzaylı Pilotun Mezarı
Texas'taki Aurora kasabasında bir mezar aranıyor.
Olağan bir mezar değil bu. 1897 yılında havada patlayan
Uçan Daire’siyle kurban giden bir Uzay Yaratığfnın meza
rıdır. Araştırmalara hâlâ devam ediyorlar. Texas Devlet Üni_
versitesi fizik doçenti Prof. Tom Grey’e göre, araştırma ye
17
rinde bulunan kalıntılar oldukça merak verici. % 75 oranın
da demirden bileşikler olmakla birlikte verdikleri reaksiyon
lar demirinkine hiç uymamakta.
Mezar meselesini ortaya atan, daha doğrusu tazeleyen,
91 yaşında Mary Evans’tır. Bu yaştaki bir insanın anıları
hayli karışık olabilir, fakat bayan Evans’mkiler hiç de değil.
19 Nisan 1897 gecesinde yer alan ve Aurora kasabasını bir
birine katan olayı en ince ayrıntısına kadar hatırlamaktadır,
Bayan Evans’a göre, o gece esrarengiz b ir «uçan makine».
Yargıç Kuyusu adıyla tanınan yere ateşler içinde düşmüş,
makinenin içinde bulunan kısa boylu pilot ise kasabanın
mezarlığına gömülmüştü.
«Herkes olay yerine koştu» diye anlatıyor Mary Evans.
«Çoğu insanlar korku içindeydi. O zamanlarda uçaklar ol
madığı için kimse olup bitenleri anlamıyordu. Ben onbeş ya
şında olduğum için olay yerine gidemedim, izin vermediler.
Ailem eve döndüğünde bana uçan makinenin patladığını ve
çok kısa boylu pilotun cesedinin mezarlıkta gömüldüğünü
anlattılar.»
Bayan Evans’ın naklettiği olay, aynı şekilde «Dallas Jo
urnal» gazetesinde 20 Nisan 1897 günü bildirilmişti.
f — Rusya'dcki, Dev Uzayiı İnsan’tn Mezarı
2.41 m. lik bir iskeletin bulunuşu, Ogoniok ve Znanie-
Sila'da ve birçok arkeoloji dergisinde ciddi ciddi yayınlandı.
Buluş, kendi başına bir öneme sahip değildi, çünkü ta
rih - öncesi bulgularda birçok kez bu tip iskeletlerle karşıla
şıldı. Bununla beraber, karbon -14 ve pek yeni olan termo-
lüminesans metodları uygulanarak bu iskeletin 150 senelik
olduğu saptandı. Durum garipti, çünkü kemiklerin terkibi
bildiğimiz insan iskeletiyle ayni değildi, sanki bir çeşit asit
le, tekniği belirlenemiyen kimyasal bir yolla yanmış gibiydi.
Bu iskelet, bildiğimiz iskeletten biçim bakımından pek fark
lı değildi. Buna rağmen kafatası aynı değildi. Pek önemli bir
18
hali vardı ve özellikle şakak kısımlarında açıklanması güç
şişkinlikler vardı. Ayrıca terkibi belirlenemiyen bir maden,
kafatası içine sokulmuştu. İskelet tamamen çıplaktı, ama,
terkibinin bozulup gitmesi için sanki asitle veya başka bir
maddeyle karşılaşmış gibiydi, hatta elbisesi de öyleydi.
«Ogoniok» gazetesi soruyu ortaya koymakla yetiniyor.
Znanie - Sila’nin yazarı Kolçenko, Nauçno - Fantastika isim
li kurgu bilim dergisinde, daha da ileriye gitmektedir. Ger
çekte, kazaya uğrayan uzaylı bir varlığı düşünmektedir.
Smolensk’den pek uzak olmayan Kozelsk yakınlarındaki bir
kazı yerinde, Voroni'de bulunan iskeletin yaşıyla ilgili dev
reyi inceledi. Buluntunun çevresindeki toprak, mezarlıktaki
vücutları mükemmel bir şekilde koruyacak terkipteydi. Ce
setler bir kaç yüz senelik bile olsa, dev iskelete, nazaran çok
iyi durumdaydılar. Ayrıca, 19. yy.’dan önceki devre incelen
diğinde, ki iskelet bu devirde canlı olmalı, hayret verici
gözlemler yapıldı: O tarihlerde gökte, devrin tarih yazar
larına göre «güneşlerin savaşına» benzeyen, ışıklı olaylar
görülmüştü.
(Ref: 4)
g — Şili'deki, Uzaylılar’a Ait Mezarlar
Santiago: 20 yıldan beri Sili'de misyoner olarak görev
yapan Belçika'lı bir rahip, binlerce yıl önce yabancı yıldız
lardan gelmiş astronotlara ait mezarlar bulunduğunu ileri
sürmektedir.
Rahip Francoise La Paige, misyonerliğinin dışında uzun
yıllardan beri arkeolojik araştırmalar yapmaktadır. Rahip
bugüne kadar bir kaç bin yıllık olduğu sanılan 5424 mezar
açmış ve çeşitli uygarlıklara ait ilginç kalıntılar bulmuştur.
Rahip, mezarların bazılarınca dünya üzerinde benzeri olma
yan canlılara ait mumyalar ortaya çıkardığını açıklamıştır.
La Paige, kuzey Şili'deki bir mezarda da astronot baş
lıklarına benzeyen tahta şekiller bulmuştur. Belçika’lı rahi
19
be göre, mezarlarda ayrıca yabancı yıldızlardan gelen kişi
lere ait olduğu sanılan garip eşyalar da ortaya çıkmıştır.
(2.5.975 — Gazeteler.)
h — Çin'deki Uzaylı Varlıkların Mezarları ve
Araç - Gereçleri
1938 yılında bir gün Çinli arkeolog Tchi Pu Tei, Çin ile
Tibet'i ayıran sınırı oluşturan Bayan Kara-Ula dağlarında
ki bir mağarada esrarengiz işaretler ve bir çeşit hiyerog
lifle kaplı yuvarlak taşlar buldu. Yapılan ilk incelemeler
den sonra bu taşların 12.000 yıl öncesine ait olduğu anla
şıldı. Taşların üzerlerindeki işaretlerle yazıları çözebilmek
için tam 24 yıl uğraşıldı. Bir dizi hiyeroglif çözüldüğünde
şunlar okunmuştur:
«Dropa’lar taşıtlarıyla bulutlardan indiler. Bizim erkek
lerimiz, kadınlarımız ve çocuklarımız şafaktan on kez ön
ce mağaralara gizlendiler. Sonunda Dropaların dilini el işa
retleriyle anlayınca, yeni geien barışçı niyetlere sahip ol
duklarını öğrendiler.» Bu yazılar aynı bölgede oturan HAM
isimli kabilenin yazılarından çözülmüştür. Başka HAM hi
yeroglifleri de yüksek bir dağa tehlikeli bir iniş yapan uzay
gemisinn parçalanmasını ve bundan doğan üzüntüyü, ye
ni bir uzay aracını yapmak için kalkışılan girişimlerin başa
rısızlıkla sonuçlanmasını anlatıyor.
Eski Çin'in kimi efsaneleri de sarı yüzlü, küçücük yara
tıkların bulutlardan nasıl indiğini anlatır: Dünyalılar bu zi
yaretçilerin koskocaman kafalarıyla küçücük vücutlarını
görünce derin bir tiksinti duymuşlar, o kadar ki biri üzerleri
ne atılıp bir tanesini hemen öldürmüş. Çin kaynaklarına
göre uçan gemilerle bulutlardan inen, ilkin insanları deh
şete düşüren, sonradan onlarla iyi geçinen bu yaratıklar
şimdi aynı bölgede oturan Dropas'ların atalarıydı.
Halen Bayan Kara— Ula mağaralarında HAM ve DRO-
PAS kabileleri oturur. Bunlar cılız, raşitik kişilerdir. Boyla
rı ortalama 1 m. 27 cm. dir ve şimdiye kadar her türlü et
nik sınıflandırmanın dışında kalmışlardır.
Sovyet Sputnik dergisi 1967 yılının Haziran sayısında,
Felsefe öğretmeni, S.S.C.B. Bilim Akademisi Edebiyat Ens.
titüsü asistanı Viaceslav Zaitsev'in «12.000 yıl önce varolan
uzay gemilerine ait taş yazmalar» konusunda bir araştır
masını yayınladı. Sovyet bilgini şöyle yazıyordu:
«Bir Çin arkeologunun anlattıkları 1965'd-e yayınlandı
ğı zaman dünyayı pek şaşırtmıştı çünkü eski bilgilerin par
çacıklarını bir araya toplayarak 12 bin yıl önce dünyayı zi
yaret etmiş gemiler hakkında pek şaşırtıcı bir varsayım or
taya atmıştı. Onun araştırmaları üzerine Alman «Das Ve-
getarische Universum» dergisi şu iddiayı öne sürmektedir:
«Yüzyılın son çeyreğinde Çin - Tibet sınırında Bayan
Kara - Ula dağları mağaralarında araştırma yapmakla gö
revli arkeologlar binlerce yıllık, üzerinde çözümlenemez
işaretier ve hiyeroglif bulunan tam 716 tane disk ele geçir
diler. Gramofon plâkları gibi olan bu disklerin ortalarında
birer delik vardır ve bu delikten çift iz, spiral halinde dis
kin çevresine doğru uzanır.
«Bu izler ses çizgileri değildir: Çin'de ve dünyanın geri
kalan kısımlarında ele geçirilmiş ve gün ışığına çıkarılmış
en garip yazıdır bunlar. Bu yazıyla çözebilmek için uzman
lar uzun uzadıya çalıştılar; bu işi ancak Çin arkeologları
başardı. Prof. Tsum Um Nui'nin başkanlığındaki araştırma
komisyonu 1963'de raporunu sundu ve rapor arşive kaldı
rıldı. Rapor o kadar şaşırtıcıydı ki, Pekin Tarih Öncesi Aka
demisi önce yayınlanmasını yasakladı. Sonunda izin verildi
ve araştırmaları yönetmiş olan Profesör, dört meslekdaşıy-
la birlikte, ortak çabalarının ürününü şu başlık altında ver
di:
«Disklerde belirtildiği gibi, 12.000 yıl önce varolan uzay
gemilerine ait iz biçimi yazı.» Raporun bütünü Pekin Aka
demisi ve Formoza Taipey'deki tarih arşivlerinde korunmak
tadır.
21
Prof. Zaitsev devamla şunları söylüyor:
«Olay ancak kökenimizi aydınlatabilecek şeylerle yüz
,yü2e gelmekten kaçınan kişilere garip ve rahatsız edici
geliyor, Çünkü taş levhalarda, günümüzden 12.000 yıl ön
ce, halklarından bir grubun, bu sistemin üçüncü gezegeni
ne düştüklerini anlatıyor. Uçakları bu dünyadan ayrılacak
yeterli gücü yitirmişti. Uzak ve erişilmez dağ'arda yok edil
mişlerdi. Yeni bir uzay aracı yapacak malzeme ve aracı bu
lamamışlardı.
«Daha çok bilgi edinmek amacıyla diskler, üzerindeki
her türlü kabuktan dikkatle temizlendiler ve Moskova’ya
gönderdiler. Orada Sovyet bilginleri iki son derece önemli
keşifde bulundular. Birincisi: Disklerin iç yapılarında çok
miktarda kobalt ve başka umulmadık elementlerin bulundu
ğu anlaşıldı. İkincisi: Bu diskler sanki elektrik yüklüymüş
ya da bir elektrik akımına bağlıymış gibi, pek umulmadık
bir ahenkle titreştiği anlaşıldı.
«Burada Moskova'da bu olay biliniyor. Ancak bu olay
arkeoloji ve antropolojinin güçlüklerle kurulmuş kronoloji
sine sokuşturulamayan pek çok olguyu kapsıyor. Bilim
dünyasındaki otoriteler, Bayan Kara-Ulayı ciddiye aldıkları
takdirde, kendi kuramlarının hatırı sayılır bir bölümünü at
mak durumunda kalacaklarını biliyorlar.»
Bayan Kara - Ula dağlarının bazı mağaralarında, arke
ologlar ve speologlar 12.000 yıl öncesinden kalma sıraya di
zilmiş bir takım mezarlar ve iskeletler bulmuşlardır. Bu ka
lıntılar, insansı görünüşte, çok büyük kafalı ve kalın ba
caklı raşitist görünümünde yaratıklara aittir.
Mezar haline getirilmiş bir kaç mağarada bulunan du
var kazıntılarında da başka şaşırtıcı özellikler vardır: Bun
lar, Güneş'in, Ay’ın ve yıldızların resimleridir ve aralarında
dağlık bir bölgeye, Dünya’ya yaklaşır gibi görünen bezelye
büyüklüğünde yuvarlacıklar küme küme serpiştirilmişlerdir.
22
3. BOLUM
23
sonra operatörler beyinlerin ikisini Giant Rock Havaalanı
na getirdiler ve karım ile ben, bir kaç saat onlarla (opera
törlerle) konuştuk. Bu iki sivil zeki operatör, 16 beyinin ana
lizlerinden, cesetlerin en gencinin 350 yaş dolaylarında ve
en yaşlısının 700 yaşında gösterdiğini söylediler. Bu durum,
yeni doğan bir çocuk ile 65 yaşındaki yaşiı bir kimsenin be
yin dokularını kıyas vasıtasıyla tesbit edilmişti. Beyin yaş
landıkça kesif doku birikmektedir. (Bkz: Res. 2)
Bu beyin operatörlerinin raporu üzerine, olay karşısın
da şaşıran ağız operatö'leri, sağlığı bozulmamış ve diş te
davisi görmemiş, 16 takım yetişkin dişini incelediler. Aztek,
New Mexico uzay gemisi kazası, halkın bildiği birkaç olayın
biridir. 1954’e kadar UFO’lar üzerine diğer (olayların) güven
verici olmadıkları hatırlardadır.
(Ref: 14)
Daytona'daki (Ohio) VVright - Patterson Hava Kuvvetle
ri Üssü’nün derin kadavra donduruculu muhafaza bölümün
de 29 yıldan beri ölü ufonotlar (uzaylılar) saklanmaktadır.
Haziran 1948'de Mojave çölünde (California) esraren
giz bir düşüş meydana geldi. Amerikan Hava Kuvvetleri böl
geyi derhal abluka altına alarak kapattı ve gözlemcilerin
filimlerinin de hepsine el kondu. Olay resmî olarak kabul
edilmedi.
Çiftliği, düşüş bölgesi yakınında bulunan üniversite
profesörü Robert Carr, cismin şüphe götürmez olarak bir
UFO olduğunu ileri sürmektedir. Olayın bir çok gözlemci
leri ile konuşan Carr ayrıca araştırma birliğinden bir gene
ralle de görüştü. Aşağıda profesörün ifadeleri bulunmakta
dır:
«Bcyları 90 cm.'den 120 cm’e kadar olan 16 ölü yaratık
bir uzay gemisinin kenarında bulunmuştur. Yaratıklar bü
yük bir olasılıkla kırılan bir lumbozdan dolayı ortaya çıkan
ani bir basınç düşmesi ile ölmüşlerdir. Kanlarının terkibi in
sanlarınki ile aynıdır. Bu aynılık kromozomlar için de geçer-
lidir.
24
Res. 2 — Uzaylıların Öldüğü UFO Düşmesi.
25
«Doktorlar otopsi sonucu ufonotların beyinlerinin 400-
tien 500 yaşma kadar olması gerektiği sonucuna vardılar.
Doktorlar, bu yaşlı beyinlerin, yaklaşık 30 yaşında oldukla
rı hesap edilen vücutlara nakledilmiş olabileceği kamsın-
dadırlar. Fakat dünya dışı varlıkların dünya ölçüleriyle kı-
yaslanamıyacak yaşlara ulaşmaları da mümkündür.
«Cesetler DGytona'ya götürülmüş ve dondurulmuştur.
Hasara uğramış olan UFO, bulunduğu yer gizli tutulan bir
yeraltı hangarına taşınmıştır.
«UFO - düşüşünün sebeplerine ilişkin yalnızca çeşitli
tahminler ileri sürülmektedir. Bunlardan biri [ateş açılmak
suretiyle] uzay gemisinin düşürüldüğü şeklindedir ki bu ola
naksızdır.
«Çünkü sayısız haberlerden çıkan ortak sonuçlara gö
re, UFO'lar teknik bakımdan dünya uçaklarından kat kat
üstündürler.
Çok mümkündür ki, UFO kazasına bir manevra hatası
yol açmıştır.»
(Ref: 7)
1968 yılı 11 Aralık günü, Arjantin Üniversitesi Rektör
lerinden Prof.. Pedrt> Romaniuk, Buenos Aires'de, «Associ-
ation John Kennedy» kulübü üyelerine verdiği bir konfe
ransta şu açıklamalarda bulunmuştur:
«A. 3. D. New Mexico'y<3 bir uçan daire düşmüştür. En
kazın arasında ufak tefek insanların cesetleri bulunmuştur.
Gerek enkaz gerekse cesetler incelenmek üzere bilinme
yen bir yere gönderilmiştir. Enkazı, Amerikan savaş uçak
ları bulmuştur. Düşme nedeni bilinmiyor. Uçan dairenin koz
mik bir güçle hareket ettiği saptanmıştır.
Amerikan makamlarından bu konuda kesin bir aydın
iatma edinmek mümkün olamadı. Bildiğim kadarını Meksi
ko Üniversitesi'ndeki bir arkadaşımdan öğrendim. Düşen
uçan daire uçaklar tarafından bulunmasından önce, üç kişi
tarafından görülmüş ve resmi çekilmişti. Bu amatör fotoğ
26
rafçılar, çektikleri resimleri resmî makamlara vermemiş,
Meksika Üniversitesi'ne satmışlardı. Resimler halen Üniver
sitede bulunmaktadır. Ve bunların gerçeklilikleri şüphe gö-
türmemektedir.»
Bu haberin doğruluğundan kuşku duyulamaz, çünkü
alındığı kaynak, Fernando Lopez, Instituto ve Etnografia
Americana, Üniversidad Nacional de Mexico'dur.
(Ref: 10)
27
içindeki yolcular mı yoksa aceleyle aracın iyice yakınına
yaklaşan Heligoland sakinleri mi olduklarını belirleyecek
hiçbir ipucu da mevcut değildi. Tuhaf olanı, bu yedi kişinin
hepsinin de yirmibeş otuz yaşları arasında ve aynı boyda
— 1.70 m. kadar — görünmeleriydi, Hepsinin dişleri mü
kemmeldi.
Araştırmacıların teorisi şöyledir: Bu yedi kişi, inmek
te olan aracın içinde yanmış olan yolculardı. Yangına,
muhtemelen, uçan dairenin hava geçirmez şekilde kapalı
olan (hermetically sealed) kabini içindeki atmosfer ba
sıncı şartlarında meydana gelen ani değişiklikler yol aç
mıştır.
Yedi ceset de iniş sadmesinin etkisiyle, aracın tepe
sinde bulunan bir kapaktan dışarıya fırlamış olabikrlerdi.
(Ref: 11)
28
hale geliyor. Havada her yöne doğru düzensiz şekilde sal
lanıyor. Havanın sakin olmasına rağmen, sanki girdaba ya
kalanmış gibidir. Havanın esintisi böyle bir salınım yapa
cak durumda değildir. Oduncunun ifadesi yazıldı.
Daha sonra ortaya başka bir tanık çıktı. Ayni saatler
de şehire giden, ifadesi çocuk ile oduncunun ifadelerine
ters düşmeyen bir köylüydü bu. Moskova’dan gelen ve ci
vardaki çimento fabrikası inşaatında çalışan bir mübadele
işçisiydi. Bütün bu ifadeler dikkatle araştırıldı, soruşturul
du, karşılaştırıldı; küçük oğlanın sözleriyle uyum halin
deydi: Cismin tarifi aynıydı hatta «anlamsızlığı» bile aynıy
dı ve cisim sık sık o küçük göle dalıyordu.
Pazar günü balığa çıkan birisinin göl kenarında kısa
boylu, kurşuni derili ve kulaksız bir varlığın ölüsüyle kar
şılaşmasına kadar, olay öylece kaldı. Bu andan itibaren
olayın üzerine bir karanlık perde çekildi.
29
d — Rusya Gürcistan’da Düşen UFO ve Uzay Deney
Yaratığı Cesedi
30
Res. 3 — Uzay Deneme Yaratığı.
31
Ölüm nedeni düşmeden olabilir, dünya havasına uyum
gösterememekten de.
Yaratığın hücre yapısında karbon mevcut değildir. Bu
na karşılık bol miktarda silikon bilginlerin dikkatini çek
miştir, Silikon, silisyum ürünüdür. Deri yapısı bol miktar
da Azot ve Helyum emmeye uygundur. Bilgin er bu özellik
te bir yaratığın 1000 fahrenhayt isi derecesinde bulunan
ortamlarda yaşayabileceğini tahmin etmektedirler. Örne
ğin Venüs Planetinde.
Bilimsel araştırmaları yürüten Dr. Fyodor Petrov; «Ya
ratığın dünyamızdan çok daha sıcak bir gezegenden geldi
ği» kanısındadır.
(Ref: 10)
e — Polonya’da Sağ Olarak Bulunan Uzaylı
Şubat 1S59'da Polonya gazetelerinde, örneğin VViezoor
Wybrzeza'da şu meaida bir haber çıkmıştı:
1959 yılının 21 Şubat günü, Polonya’nın Gdynia limanı
na parlak bir objenin düştüğü görüldü. Bu olaydan birkaç
gün sonra Gdynia plajlarının bekçileri, yorgunluktan bitmiş
bir halde kendisini kumların üzerinde sürükleyen, erkek
olduğu aşikâr olan tuhaf bir kişiye rastladılar. Bilinen hiç
bir dilde konuşmuyordu ve üzerinde bir tür «üniforma»
vardı; yüzünün ve saçlarının bir yanı yanmış gibiydi. Üni
versite hastahanesine götürülerek, tecrit edildi ve incelen
meye başlandı. Hemen anlaşılmıştı ki, üniforma’sı hiçbir
şekilde açılamayan bu varlığın giysisini üzerinden çıkart
mak imkânsızdı. Bu giysi, yün ya da deri gibi alelade bir
maddeden değil de, özel aletlerle ve ancak büyük çaba
lardan sonra açılabiien bir metalden yapılmıştı. Doktorlar
bu «hastanın» uzuvlarının bizimkilerden çok farklı oldu
ğunu farkettiler: bu tür bir kan dolaşımını ilk kez görü
yorlardı ve el ve ayak parmaklarının adedi de normal de
ğildi. Kolundaki bir tür pazubent çıkarılıncaya değin ha
yatta kalan dünya-dışı zeki varlığın «cesedi» incelenmek
üzere Rusya’ya gönderildi. (Ref: 16)
32
4. BÖLÜM
34
Res. 5 — Metalik Elbiseli Uzaylı.
RIGHT LEFT
38
Res. 10 — Kısa Boylu Uzayii.
39
mer vardı. Bu zamana kadar Ronnie uçan dairelerle ilgili
hiç bir yazı okumamış ve resim de görmemişti.
(Ref: 10)
40
«İlk defa uçan daireler 24 Haziran 1974'de Arnold isimli
bir Amerikan iş adamı tarafından görülmüşlerdi. Yazısının
ilk muhtevasında uçan dairelerden korktuğunu Ve bir da
ha gelmemelerini temenni ettiğini yazıyordu. Ama altı ay
sonra Fort Knox’da adeta bir trajedi oynandı. Bu sıralda
ben de uçan daireler üzerinde hataya düşmemek amacın-
daydım ve bu konuda bir kitap okuyordum, Şimdi George
Adamski’nin yaşantısının yanında benim uçan dairelerin
henüz bilinmeyen tabiat fenomenleri ve birer fantezi ol
duklarını destekleyen bir fikrim vardı. 7 Ocak 1948'de bü
yük bir UFO, Godman Field adında biri tarafından bir Ame.
rikan Hava Üssü üzerinde görüldü.
Aynı uçan daire üssün hemen yakınındaki bir şehir
olan Fort Knox’ta da görülmüş ve zavallı bir kaç müşahit
de polis tarafından soruşturma yapılmak üzere tutuklan
mışlardı. Madisonville’e 150 km. uzaklıktayken ise yüzler
ce insan tarafından görülmüşler ve artık tamamen gerçek
oldukları anlaşılmıştı.
Çünki olaylar gösteriyordu ki görünen nesneler, bulu
nan şart ve ortamlara göre kullanılan objeler değillerdi ve
bu konu üzerindeki düşünceler de bunların hava balonları
v.b. olmadığı üzerineydi. Üstelik Godman Field de uçan
daireyi herkesin gördüğü hat üzerinde görmüştür. Sonun
da orada bulunan komutanlığın emriyle bu objeyi Kaptan
Mantell F—51 tipi bir uçakla takibe koyulmuştu. İşte ken
disinin hava üssüne bildirdiği rapor aynen şöyledir:
«Obje benim aracımdan aşağı yukarı yarım misli sür’-
atie uçuyordu. Ben de daha iyi gözleyebilmek için daha ya
kınına yaklaştım. Obje şimdi direkman benim sürat farkımı
kapadığı gibi yine benim yarım mislim bir sür'ate yükseldi.
Büyük yapılı ve metalimsi bir parlaklığı vardı. Şimdi artık
yükseliyor. Benim sür'aîimde 360 mile çıktı (579 km). 20.000
ayakta uçuyorum. (Tahminen 7.000 metre). Yanıma yakın
uçmadığı takdirde onu avlamam imkânsız. Saat 15.15. Bu
41
son rapordu, çünkü kontrol kulesiyle ve telsiz istasyonu/
la, irtibatı kesilmişti. Bir müddet sonra uçağının enkazı Forl
Knox'da bulunmuştu. Daha sonraki araştırmalar ise Kap
tan Mantell’in 7.000 metre üzerine çıkıp, aletdeki arıza ne
deniyle oksijen yetersizliğinden kuvvetsiz kalarak kontrolü
kaybettiğini ve yere düştüğünü bildiriyordu. Objenin kim
liği ise anlaşılamamış ve kimse bir daha görememişti. Ay
nı gün, aşağı - yukarı iki saat kadar sonra Colombus, Ohio
ve Lockbourne Hava Limanında da müşahitler çok acayip,
imkânsız bir fenomen görmüşlerdi. Bunlar da objenin yu
varlak veya oval olduğunu, ancak saatte 800 km bir farkla
normal seyreden bir C—47 uçağını rahat rahat aşabile
cek sür'atte olduğunu kaydetmişlerdi. Louckbourne'nin
kontrol kulesi de objeyi 20 dakikadan daha uzun bir müd
det gözlemişti. Gözlemciler onun beyazdan itibaren bir
çok renklere kadar ışıdığını ve acaip bir ışık izi bıraktığı
nı, bu izin objenin beş defa büyüklüğünde olduğunu bil
diriyorlardı. Başka bir söylentiye göre de obje sanki dal
galanır gibi hareket ediyor, yere yaklaşıyordu, hatta bir
kere yere bile deymişti. Kimse en ufak bir gürültü duyma
mış ve obje de gittikçe görülmesi zorlaşarak yok olmuştu.
Bir çok meraklı, uçan daireler hakkında bilgi toplamak için
araştırmalar yaptılar. Objenin Venüs’ten gelmiş olabile
ceğini söylüyorlardı. Böylece Venüs hususunda birçok teo
riler açıklık kazanıyor, ama bir süre sonra unutuluyorlardı.
Venüs bazen gündüzleri de görünür. Ancak hiç bir zaman
kesin olarak karanlık basmadan pırıl pırıl gözükemez. Bu
hadiselerden sonra da gözler Venüs'e döndü ve büyük dik
katler sarfedildi. Ama askeri üsler insanların gördüğü pek
çok şeylerin çeşitli sebeplerden ileri geldiğini izah etmeye
çalışıyorlardı. Bunların içinde popüler olmuş bir izah tar
zı da bilhassa kozmik ışınlar veya hava balonlarıdır. Ancak
pilot Mantell’in takibi sırasında bir balon avlamaya uğraş
tığını ve bundan metal formlu, büyük yapılı, ağır bir cisim
42
diye bahsettiğini düşünürsek bütün okuyucular herhalde bu
açıklamalara kesinlikle inanmıyacaklardır. v
«Sonunda Harvart Üniversitesi Asrofizik Profesörü Dr.
Menzel'de şu açıklamayı yaptı. Bir obje güneş yakınların
dan geçmiş ve böylece güneş ışınları gayet parlak olaraK
yansıyarak bir uçan daire gibi görünmüştü. Fakat demin
de yazdığım gibi acaba hangi mantıklı insan bir kaptan pi
lotun güneş yakınındaki bir objeyi metalden bir nesne ola
rak görerek avlamaya kalktığına inanabilir? Ve yine hangi
sıhhatli insan bu cismi çok yakında gördüğünü söyliyebi-
lir, Godman Field, Fort Knox ve Madisonville uçan daireyi
dakikalarca görebilmişlerdi. Bütün bunlardan dolayı biz yi
ne hava gemisi teorisine dönelim ve çözülmesi gereken iki
soruya bakalım. Bu obje nereden gelmektedir ve Kaptan
Mantell neden bahtsızca ölmüştü. Son Aralık ayına kadar
ben ilk soru üzerinde Venüs diye cevap verdim ve bunun
üzerinde de artık düşünmedim. Epeyce bir zamandır Ufo'-
lar konusundaki katı inançlarım gittikçe yumuşamış ve
olumlulaşmıştı. Bence Kaptan Mantell kendi eceliyle öl
müştü. Ya oksijen âletinde ya da kontrolda bir hata yap
mış olabilirdi. Hiç sanmıyordum ki fena bir uzaylı varlığın
bulunduğu bir uçan daire tarafından öldürülmüş olsun.
Acaba dünyada bu konuların idrakine varabilecek kişiler
var mıdır. Eminim ki vardır. Ama bunun yanında da hâlâ
dünyanın düz olduğunu zannedenler de vardır. İşte onlar
için korkuyorum. Acaba onların da öğrenebilmek ümitleri
çok mu azdır.
«Ne zaman bir kimse bir gün komşu planetlerle bir ir
tibat kurar, şüphesiz ki bu realitede George Adamski he
men başta yer tutacaktır. Kat'iyyen Cedric Allingham değil.
Yalnız ben illüzyonları olmayan bir kimseyim, çünkü Me
rih’ten gelen uçan daire ile olan raslantıma kadar bu ko
nuda hiç bir bilgim yoktu ve tamamen çekimserdim. Sade
ce tesadüflere teşekkür ediyorum. Benim bilinen bilgilerin
43
üstünde olan özelliğim başka bir planetten gelen bir zi
yaretçi ile rastlaşmanın verdiği saadettir. Ve bu bence ta
mamen doğrudur.
«1953 yılının Noelinden hemen sonra 1954 yılı başla
rında İskoçyG'ya doğru seyahate çıktığımda, çoğunlukla
uçan daireler beni hiç ilgilendirmiyorlardı. Londra'da haf
talarca ticaretle ilgili işler yapmıştım, şehir ve insanlar
dan uzak, oyalayıcı bir manzarada bulunmak istiyordum.
Bir zamanlar harp başlamadan önce kalmış olduğum sa
natoryumda iki sene kadar geçirmek zorunda olduğum za
man sisli ve dumanlı Londra'nın havasından ayrı olduğum
müddette kendimi daha iyi hissetmiştim.
«Arabama takılı römorkumla, rahatça İngiltere boyun
ca ve sınır üzerinden yola çıktım. Takriben Elgin’in kar
şısına gelene kadar. Bu yolculuk esnasında kuşların yaşa
yışlarını etüd etmekten başka belirli bir planım yoktu. Ve
niyetim bundan sonra İskoçya'nın kuzey kısımlarına git
mekti. Her zaman olduğu gibi de yine prensiplerime sadık
kalarak aşağı yukarı bir hafta kadar Lossiemouth’da kaldık
tan sonra nitekim Londra’ya ve British Museum'a geri dön
düm.
«18 Şubat sabahı, kafam kuşların yaşantıları ile ilgili
fikirlerle meşgulken kendimi Lossiemouth ile Buckie ara
sındaki sahilde buldum. Bir kaç saatten beri yalnızdım.
Bu sırada benim gibi gezinen bir adam gördüm, Yeteri ka
dar birbirimize yakın olmamıza rağmen onun bir balıkçı
gibi giyinmiş olduğunu seçebildim. Aşağı yukarı 10 daki
ka kadar sonra saat 12.35’de uçan daireyi ilk defa gör
düm. Görmeden ise onu duymuştum (sesini). Bir motor
gürültüsü vermiyordu, ancak kendine has, orijinal bir to
nu vardı. Ne olduğunu anlamadan evvel onun belki de
nadir görülen büyük bir kuş olabileceği aklıma geldiğin
den çok sevinmiştim. Hemen yukarı baktım. Yükseklerde
hiç de büyük kuşa benzeyen bir görüntü yoktu. Bu çok
44
değişik bir şeydi. Memleket seyahatlerine çıktığım zaman
daima yanımda iki şey taşırım. Bunlardan biri fotoğraf ka
merası, biri de eski fakat iyi bir arazi dürbünüdür. Hemen
dürbünün gözlerinden bakmaya ve hayret etmeye başla
dım, çünkü yukarıda gördüğüm obje ancak bir uçan dai
re olabilirdi. Güneşte pırıl pırıl parlıyordu. Metalden ya
pılmış şekli güneş ışığında gayet iyi belli oluyordu, Işıklı
olarak görünen ve bana doğru olan kısmının üst yapısı
ve pencereleri gayet belirli bir görünüşteydi. Ve şimdi o-
nun neden disk şeklinde anlatıldığını ve resmedildiğini an
lamış oluyordum.
«Ben ona dikkatle bakmaya başladığımda yine kımıl
damaya başladı. îlk önce yavaşça kımıldandı ve sonra
yükseğe ve kuzeye doğru gittikçe hızlandı.
Dürbünümü bıraktım ve arka arkaya üç poz resim
çektim. Zaman kaybettiğimi ve boşuna zahmet ettiğimi
biliyordum. Ben yalnız amatör bir fotoğrafçıyım ve maki-
nam da hiç bir fevkalâdeliği olmayan ucuz bir kameradır.
Ancak beklediğim ve sabırlı olduğum taktirde filmde leke
gibi bazı görüntüler çıkabilir ve gittikçe bunlar netleşe-
bilirdi. Saatime baktım ve sonra bu uçan © jjenin bir kro
kişini yapmaya koyuldum. Takriben yarım saat kadar
sonra yine olduğum yerde kalarak bir daha ayni şeyi gö
rebilmek temennisi ile ayakta durdum ve havada aran
maya başladım. Ama yeniden aynı imkân hasıl olmadı.
Ve uçan objeyi bir daha görecekmişim gibi kanaate sa
hip oldum. Burada şu hususu belirtmek zorundayım ki;
bu anda Stephan Darbisfıire’nin Coniston’da uçan daire
görmüş olduğundan hiç haberim yoktu. Bu günkü gaze
teler bu haberi vermişlerdi ama beni çak az ilgilendirdiği
için okumamıştım.
«Bundan sonra bulunduğum yerin yakınında mümkün
olduğu kadar kalmak üzere kahvaltı etmeye oturdum.
Tekrar ayağa kalktığımda saat 2.15’di ve kimse artık be
45
ni kuşların ilgilendirmediğini düşünmüyordu. Yegâne ar
zum yine uçan bir objenin gözlemi idi. Mümkün olduğu
kadar yakından. His ve sezgilerimin beni Adamski ve Dar-
bishire’nin ilk karşılaşmaları gibi şevkine dikkat etmeliy
dim.
«Ben asla bir araştırma yapmıyordum. Kendiliğin
den gelecek emirleri ve ruhsal uyaranları ve düşüncele
rimin hazır olmasını bekliyordum. Bu zaman zarfında u-
çan daireyi görme arzusunu düşünmem sona erdi. O an
da onun benden belki binlerce kilometre uzağımda oldu
ğunu ve belki de henüz atmosferde olduğunu tahmin et
tim. Bu tahminden dolayı sahil boyunca Lossiemouth yo
lunda ve devamlı gökyüzünü gözlemleyerek gezintime
devam ettim. Bulutlar gittikçe sıklaşıyorlardı ama, yine
de havada kısım kısım mavilikler vardı. Yine tahminlere
başladım. Acaba bu uçan daire krokisi benim hafızamın
yaratmış olduğu bir fantazi miydi. Bir müddet bloknotuma
baktım, gerçekti çizdiğim taslağı görmüştüm..
«Saat 3.05'e doğru onu bir daha gördüm. İlk görü
şümden daha yüksekte ve daha hızlı hareket halinde.
Dürbünüm iyi büyütüyordu. Şimdi iyi teşhis edebiliyor
dum ve gayet iyi hatırlıyordum ki hareket halindeki açı
sına göre yaptığım hesaplamaya göre yüksekliği 3.000
metre civarında olabilirdi. Fotoğraf çekebilmek için yine
bir araştırma yaptım ama filim uçan daireyi net olarak gös
termiyordu. Bir kaç bulut civarını kaplamıştı. Hava tek
rar açıldığı zaman cisim yok olmuştu. Bu anda aklıma
gelen ilk düşünce, belki direkt temas için şansım vardı.
Daha önceki haberler uzay adamiarının bazı yerlere ko
nup, indiklerini şehir ve kasabalarda, köylerde dolaştık
larını bildirmişlerdi. Adamski’nin Venüs’lü uzaylı ile olan
teması da California şehrinin kıyısında gerçekleşmiştir.
«Temennilerle dolu olarak yeniden bekledim ama yi
ne dalmışım. Böyle bir hadiseye şahit olduğumun, nasıl
46
hakikat olabileceğine bir türlü akıl erdiremiyordum. Sa
at 3,20'de yine ileriye, Lossiemouth'a doğru yola devam
ediyordum. Saat 3.30’da bulutlar aydınlık kısımlardan git
tikçe uzaklaşıyorlardı ve ben devamlı gözlem içinde ya
vaşça gidiyordum. 3.40'a, geceye doğru Lossiemouth'dan
tarafa döndüm ve hep yavaş gidiyordum. Bir daha onu
görene kadar tempomu hiç bozmadım. Saat 3.45’e doğ
ru — Bu zamanda not almamıştım, çünkü bir kaç dakika
dan fazla zaman geçmemişti. 3.45’te doğru yolda ve pren
sibim dahilinde yürüyebilmek için yeniden not aldım— .
Bu sırada yine aynı orijinal tonu yine duydum. Uçan daire
denizden bana doğru geliyordu. Görünüşü hiç bir ters
hareket arzetmiyordu ve konmak istiyordu. Bir kaç yüz
metre yaklaştığı zaman motordan geldiğini tahmin etti
ğim bir ses duydum. — Oysaki bu ses sezgisel ve sevk
edilmiş bir sesti. —
«Bir anda daha iyi resim çekebilmek için sanki oldu
ğum yere bağlandım. Kameramı havaya kaldırdm ve arka
arkaya bir kaç poz çektim. Cisim bana doğru gelmektey
di. İki saniye sonra metal parçaların parlaklığı gittikçe mat
laşarak yumuşak bir şekilde yere kondu. Bu tamamen yeni
bir şeydi çünkü Adamski'nin astronefi (UÇAN DAİRE) ye
re konmamış bilâkis yerden bir metre kadar yüksekte
durmuştu. Stephen Darbishire’ın astronefi de aynı şekilde
yere değmemişti.
«Hareket halinde muhteşem bir taşıma aracıydı. Ve
üst yüzeyi bizim uçaklarımızın erişemiyeceği parlaklıkta,
gıpta edilecek bir şeydi. Aşağı yukarı 16 metre çapında,
7 metre yükseklikteydi. Muhafazası, aşağı kenarı ve üst
kubbesi bir kaç parça metalden monte edilmişti. Ben bi
razcık olsun lehim noktalarını ve civatalarmı keşfedeme
dim. Hangi metalden yapılmış olduğu hakkında bir şey
söyliyemem. Rengi ve parıltısı cilâlanmış bir alüminyum gi
bi değildi. İki gurup oda pencereleri vardı. Üzerinde kü
47
çük bir flanş olan bir orta kısım mevcuttu. Üst yapısının
üzerinde çubuğa benzer bir çıkıntı vardı. Bu bana para
tonerleri hatırlatıyordu. Her yanı kurşuni görünüşte silgi
gibi elastiki bir metalden yapılmıştı.
«Adamski bir uzaylıyla ilk karşılaşmasında hislerini
şöyle ifade etmişti: «Bir ufak çocuğa karşısındaki kimse
den gelen bir şevkat, rahatlık ve büyük bir sevgi gibi his
ler içime geldi». Ben böyle hisleri bana tavsiye ettiklerini
söyliyemezdim, ama biliyordum ki, bu düşüncedeydim. Bu
tasavvurumun bir başka dünyadan olan kimseyle olan kar
şılaşmamda aynı şekilde cereyan edeceğini zannediyor
dum. Astronefe yaklaştığım zaman, aşağı kısımdan geri
ye açılıp kapanan bir kapı çıktı ve bir adam çevikçe yere
sıçradı.
«O bana doğru gelirken, elimi kaldırdım ve onu selâm
ladım. O da aynını yaptı. Ondan sonra o da, ben de oldu
ğumuz yerde bir an dikildik Ve birbirimize baktık. Tabii
sonra ikimizde harekete geçtik. O muhtemelen çeşitli tip
lerde dünya insanları görmüştü, ama ben ise bir uzaylıyı
ilk defa görüyordum. Ben 1.77 boyundayım. O daha uzun
boylu idi. Aşağı yukarı 1.83 kadar olduğunu söyleyebili
rim. Dünyadaki kimselerin tasavvur ve tahmin edebileceği
yaşı 30 - 32 idi. Saçı benim saçım gibi kahverengi idi ve
kısaydı. Yalnız cildi hissedilebilecek önemlilikte bir tona
sahipti. O dünyadaki elbiseler tipinde bir elbiseyle olsaydı
onu bir İngilizden ayırd etmek zor olurdu. Fizik olarak ay
nıydı yalnız giyinişi benimkilerden çok farklıydı. (Bkz:
Res. 11)
«Zamanımızda macera romanlarında uzay gemilerin
den bir çoklarının planetten planete uçmaları hakkında,
karikatürlerde bir çok parçalar vardı. Gariptir ki bu yazar
lar bile uzaktan gelen hakikatlerin yaklaşmasına kâfidir.
Çünkü hakikaten uzaylıların araçları bu yazı ve romanlar
da tasvir edildiği gibidir. O boğazından ayaklarına kadar
48
Res. 11 — Merihli ve Uzay Aracı.
49
anlayamadım. Yalnız üzerinde flexibles gibi bir maddeyle
izole ediimiş bir gömleği hatırlatan bir şey de vardı. Uzay
adamının burnunda solunumla ilgisi olduğunu zannettiğim
bir şey vardı, Bunlar her iki burun deliğinde de bulunan bir
metal parçayla birbirine bağlantılı ince borucuklardı. Be
raber bulunduğumuz müddetçe de bizim oksijenli havamızı
hep burnuyla teneffüs etti ve ağzından hiç nefes almadı.
Herhalde bu kullandığı solunum cihazının bir fonksiyonuy
du. Kafamdan çeşitli düşünceler geçiyordu. Burada bu Ufo-
nun sırrı hakkında bir şeyler bulabilmek gibi büyük, altın
dan bir hakikat vardı. Kendi kendimden dilediğim tek şey
daha önce bildiklerimi hatırlayarak düzenli bir soru listesi
yapabiimemdi. Lüzumsuz şeylerle vakit sarfetmekten ve bel
ki de elime geçen bu şansı yitirmekten çok korkuyordum.
Yalnız kendim için değil, bütiin dünya insanları için entere
san birşeyler öğrenmeliydim. Acele George Adamski nin
başından geçenleri düşündüm. Olay neydi? Ortaya ilk kon
ması gereken şey uzaylının nereden geldiğiydi. Gökyüzü
nü gösterdim ve soru sorar gibi bir eda takındım. Kendisi
dosthane gülümseyerek başını sallıyordu. Çok değişik bir
gülümsemeydi bu. Hiç bir dünya insanının tam mânâsıyla
anlatamıyacağı gibi gözleri ve dudakları ile aynı anda gü
lüyordu, Bloknotumu uzattım ve bir taslak çizdim. Tasla
ğın ortasına güneşi oturttum ve ve tam olarak .anlaşılması
için de etrafına çizgiler çizerek ışınları gösterdim. Yuvar
lak olarak aynı yol üzerinde üç tane şekil çizdim. Bunlar
Merkür, Venüs, ve Dünya’yı ifade ediyorlardı. Bunlardan
üçüncü şekli ve daha sonra kendimi gösterdim. Başını sal
ladı. Sonra ikinci daireyi ve onu gösterdim. Benim ne an
latmak istediğimi anladı ve hayır şeklinde başını kaldırdı.
Demek Venüs değil, şekli bir kere daha göstererek Venüs
dedim. Venüs diye tekrarladı. İlk defa sesini duymuştum ve
kat’iyetle anladım ki, bu dünyada doğmuş biri değildi. An
latılması benim için çok zor olan bir ton farkı vardı.
50
Boğazdan gelen bir ses gibi değildi. Üçüncü bir kere
daha taslağımda Venüs yuvarlağını gösterdim ve üçüncü
defa başını kaldırdı. Araştırmaya devam ederek Mars'ı
(Merih) belli etmek için dördüncü bir şekil çizdim ve ken
disine göstererek Mars dedim. Hemen başını eğdi. Aynı an
da ben de Adamski'nin ziyaretçisinin neden değişik form
da olduğunu, aynı sistemde yapılmış olmasının gerekdiği-
ni idrak ettim. O başka bir planetten geliyordu. Öyleyse
Mars’da da yaşayanlar vardı ve sistemimiz içinde seyaha
ti başarmışlardı.»
(Ref: 1)
51
52
mistir. Sağ elinde tuttuğu bir tür el feneriyle sanki aracını
muayeneden geçirmekteydi. Sırtında, üzerinden çıkan bir
başka antenle birlikte bir «el telsizi» ne («Walkie-talkie»)
çak benzeyen bir cihaz taşıyordu. Varlık u.çan dairenin
çevresinde yavaşça dolaşırken Monguzzi üç fotoğraf da
ha çekti. Sonra, uçan dairenin arkasında kayboidu. Anlen
içeri çekildi ve araç, hiç gürültü çıkarmadan hızla hava
landı. Monguzzi, aracın ayrılışının iki mükemmel fotoğra
fını daha çekebilecek kadar şanslıydı.
Bütün olay sadece birkaç dakika süreyle olup bitmiş
ti. Muhtemeldir ki, Monguzzi’nin aracın yanına gitmesi ha
linde bu eşsiz fotoğrafları çekmek şansı da yitirilmiş ola*
çaktı. Monguzzi ile karısı, yılın fotoğraflarını çektiklerinden
emin olarak ve bunları iyi bir fiyata satmayı planlayarak
Milano'ya gittiler. Mühendis Monguzzi fotoğrafları arka
daşlarına, müdürüne ve bazı gazetecilere gösterdi ama hiç
kimse kendisine inanmadı (olayın 1952 yılında geçtiğim
unutmayın). Hepsi de karşılarında çok zekice hazırlanmış
sahte resimlerin bulunduğundan emindiler. Edison Deme
ği’nde çıkan şiddetli bir tartışma sonucu Monguzzi üyeli
ğinden oldu. Daha sonra, müdürü toplumun önde gelen kı
şilerinden olduğu için işini de kaybetti!
(Ref: 13)
e — İsviçre'de Eduar Meier'in Resmini Çektiği
Uzaylı
Bir Alman mecmuasında çıkan habere göre İsviçre’de
Zürich yakınlarındaki düzlüğe inen bir uçan daireyi, İsviçre
Hava Kuvvetleri de izlemiştir. Uçan daireden inen uzaylı
kadınla ilk karşılaşan 38 yaşında Eduar Meier, İsviçre Ha
va Kuvvetleri'nin kaybettiği uçan dairenin fiiimlerini çek
meyi başarmıştır. Elinde daha bir sürü renkli fotoğrafın da
bulunduğunu belirten kamyon sürücüsü, uzaylı kadının
kendisiyle konuştuğunu da iddia etmektedr.
Eduar Meier olayı aynen şöyle anlatmaktadır:
53
«Telepati ile aldığım emre göre fotoğraf makinemi alıp,
motosikletimle yola çıkmam istendi. Söyleneni yaptım.
Bir saat sonra gökyüzünden sesler duydum. Başımı kaldı
rıp baktığımda, bir uçan dairenin yere inciğini gördüm.
Arccm inişini kameramla îesbit ettim. Araca doğru koştum,
yakından film çekmek istedim, ama anlaşılamaz bir güç
beni engelledi. Birdenbire aracın arkasındar insan görü
nümlü biri çıktı... Kadın olduğu belliydi. Sarı uzun saçları,
bizim uzay ariamiarınınkine benzeyen gri giysileri vardı.
Kulak memelerinin uzunluğu dikkatimi çekti. Kadın ko
lumdan tuttu ve çok iyi bir Almanca fakat garip bir akson
la «Seni yıllardır izliyoruz, güvenilir ve namuslu bir insan-
54
sın... Şimdi söyliyeceklerimi iyi dinle, sonra yazar yayın
larsın.» dedi» (Bkz: Res. 13)
Bu ilk buluşmadan sonra daha oniki kez buluştukları
nı SEM-JASE adlı bu kadından başka uzaylılarla da tanış
tığını belirtmektedir. Eduar açıklamasına devamla;
«Sem-Jase sık sık dünyaya gelmekte ve dünyalılar
arasına karışmaktadır. Belki bir gün siz de rastlarsınız,
öze! işareti alışılmamış derecede uzun kulaklarıdır» de
miştir.
Sem-Jase’nin geldiği ERRA gezegeni, Boğa burcunda
ki Plejaden yıldız grubuna ait, dünyadan 500 ışık yılı uzak
ta ve insanları 1000 yaşına kadar yaşamaktc, uzay uçuşu
sırasında zaman sıfıra getirilmektedir... Erra gezegeni biz
den 13 bin yıl daha ileri imiş.
56
le inceleyince, bir tanesini tanır gibi oldu; Boğa takımyıl
dızını gösteriyordu ve o, çok basit bir nedenle, bu takım
yıldızını tanırdı: bu burçta doğmuştu ve saat zincirinde, bu
takımyıldızın şemasını gösteren bir Çin muskası taşıyordu.
Hiçbir özel niyeti olmaksızın, öyle, oyun oynarcasına,
işaret parmağıyla takımyıldızının çizgilerini izledi. Ve bir
çizginin Ülker yıldızlarını belirten ucuna varır.ca, (*) duva
rın eğir ağır, hiç gürültü çıkarmadan açılıverdiğini gördü
ve çok şaşırdı, Ötesi kapkaranlıktı. Spencer bir an durak
ladı sona merakına yenildi. Karanlıklar içerisinde el yoaa-
mıyla ilerledi, tam araştırmasından vazgeçmek üzereydi ki,
uzaktan gözüne yeşilimtırak bir ışık ilişti.
Spencer'in pratik anlayışı üstüngeldi. Geri döndü, dı
şarıdan çokgen odaya iri bir kaya taşıdı açık duvarın .ar
dından örtülüvermesini önleyecek biçimde yerleştirdi ve
sonra araştırmasını sürdürdü.
Yeşil ışığın kaynağını bulamadı. Tavanın köşelerinden
yağıyor gibi gelmişti ona. Gene de bu olayın üzerinde
uzun uzadıya durmayı gereksiz buldu; yıkılma tehlikesi ol
mayan daracık ve sağlam bir koridor boyunca ilerlediğini
bilmesi yetiyordu. Tünel birkaç yerde çatallaşıyordu ve
Spencer her defasında sağa sapmaya karar verdi. Onun
için iki yön de birdi ve yolunu yitirme tehlikesini göze a l
mak istemiyordu. Hiç kuşkusuz önünde açılmış bulunan
duvarın yukarısına sağa konmuş bulunan Ülker yıldızları
nın da gösterdiği yolun bu yol olduğundan habersizdi.
Spencer yolun bitimine, yeşil ışığın daha güçlü ve da
ha çiğ parıldadığı bir odaya ulaştı. Duvarlardan biri boyun
ca dikdörtgen biçimi birçok sandık sıralanmıştı (sonradan
belirteceğine göre, 25 veya 30 kadar), ve bunlar yerden
aşağı yukarı yarım metre yüksekliğe asılmış gibiydiler.
57
Spencer bunun da üzerinde durmadı, herhalde görünme
yen dayanaklar bulunduğunu düşündü; bütün dikkatini
sandıkların üzerinde toplamıştı. Hemen bunların tabut ol
duğunu görüverdi ama, bu gerçek de, onu etkilemek şöy
le dursun, tam tersine, kendi kendini kutlamasına yol aç
tı, çünkü aklında, hep zavallı ölülerle birlikte gömülen ha
zineler vardı.
Tabutların kapaklarının büyük bir kolaylıkla açıldığını
faı kedince çok memnun oldu ve mezarları teker teker göz
den geçirmeye başladı. İlk üçünde kendisini konuk eden ke
şişler gibi giyinmiş cesetler buldu, dördüncüsünde en az
elli yıl önce biçilmiş erkek elbiseleri içinde bir kadın, be
şincisinde kırmızı ipekten bir pelerine sarınmış bir yerli,
altıncısında, «1700» den kalma olduğunu tahmin ettiği bir
elbise giymiş bir erkek gördü. Dostumuz, iki şeyi anlamaya
başlamıştı: Bir defa, cesetler son derece iyi korunmuştu,
İkincisi de, odanın dibine doğru yakınlaştıkça gerilere gi
den, başka başka zamanlardan kalmaydı.
Sondan üç önceki sandıkta «beyaz bir çarşafa sarın
mış» bir adam, sondan bir öncekinde ise, serüven düşkü
nü dostumuzun, nereli olduğunu bilemediği bir kadın ya
tıyordu. Hayallea’iği paraların ise en ufak bir izine bile rast
lamamıştı, Spencer, hırsla son kapağı da kaldırınca şaş
kınlığından taş kesildi: Tabutta «bir tür gümüş örgü» giy
miş bir yaratık yatıyordu, başının yerinde; «gene gümüşten
bir tep vardı, gözlerinin yerinde iki yusyuvarlak delik, bur
nunun yerinde ise, kabarık, küçük küçük deliklerle bezen
miş, oval biçimii bir 'şey' bulunmaktaydı.» Ve ağzı yoktu!
Spencer, şaşkınlığını yenerek bu cesede dokunmaya
kalkıştı ama hemen vazgeçti: Öiünün koskocaman, yuvar
lak gözleri açılmış, korkunç bir yeşil ışık saçıyordu.
Spencer tabutun kapağını telâşla ve hiddetle elinden
bırakıverdi, kendini, geldiği yöne doğru dar attı. On metre
kadar gittikten sonra, aklı başına geldi, durup düşünmeye
58
koyuldu, yoksa çıkış yolunu hiç bulamayacaktı. Uzun bir yü
rüyüşten sonra dışarıya çıkabildiğinde onu başka bir sürp
riz bekliyordu, vadiye iyice karanlık inmişti. Sonradan şöy
le diyecekti: «Hepsi hepsi iki ya da üç saat yürümüş olma
lıydım, fazla değil. Oradayken zaman kavramını bu derece
yitirmiş olmam imkânsız!»
Altüst olmuş bir halde manastıra döndüğünde John
Spencer başından geçenleri Thompson’a anlattı. O, pek
şaşırmadı, sadece arkadaşını azarlamakla ve olan biten
leri rahiplere anlatacağını söylemekle yetindi.
Ertesi sabah serüven meraklısı, lamalardan biri tara
fından çağırıldı; din adamı onu gülümseyerek karşıladı,
öylesine dostça davrandı ki Spencer âdeta, inanamadı.
Ona: «Zavaliı dostum» dedi, «anlaşılan hastalığınızın ateşi
size pek kötü bir oyun oynamış! Kutsal yerlerimizi ziyaret
etmek için ne diye hiç olmazsa tamamen iyileşmenizi bek
lemediniz?»
Keşişin bu dostça davranışı meraklı konuğa, lâbirent
konusunda, mezar odası ve «ağızsız ceset» konusunda so
ru sorma cüretini verdi. Lâma başını salladı: «Orada, aşa
ğıda ne lâbirent vardır, ne ceset. Eğer kendinizi yeterince
güçlü hissediyorsanız benimle geliniz.»
Birlikte o gar p odaya indiler. Keşiş, parmaklarıyla bir
duvara dokununca duvar, bir koridora açılıverdi; ikisi an
cak on dakika yürüdükten sonra mihraba benzer bir kon
solun bulunduğu bir salona girdiler. Konsolun üzerinde,
uzunluğu 12 - 13 santimetreyi aşmayan birçok küçücük ta
but diziliydi. Lâma onları birer birer dikkatle açtı. İçlerin
de, Spencer’ir gördüğü yaratıkların eşi olan, kusursuz, kü
çücük heykelcikler bulunuyordu.
Keşiş gülümseyerek: «’ş'e gerçekte gördükleriniz bun
lardır. Bunlar, büyük bilgileriyle Yeryüzü’nü zenginleştir
miş cicin ve kendilerine saygı borçlu bulunduğumuz kişi
lerin görüntüleridir. Zavallı dostum, ateşiniz, sizi gerçek
59
mezcrlar karşısında bulunduğunuz inancına kaptırmış. Ve
gene gördüğünüz gibi yeşil ışık filân yok, ancak zavallı
lâmbalarımızın sarı ışığı var.»
Spencer buna karşılık vermeye cesaret edemedi, (ki
mi hallerde pek ihtiyatlı davranmasını biliyordu), ama di
zinin en başındaki, yusyuvarlak kafalının kim olduğunu sor
maktan da kendini alakoyamadı. Lâma. «Yıldızlardan gel
miş bulunan büyük bir usta» karşılığını verdi. Ve mihrabın
dayandığı duvar üzerine çizilmiş kimi çizgileri gösterdi:
Gene Boğa burcunun işaretiydi bu, ve gene serüven me
raklısının bakışları Ülker takımyıldızına yönelmişti.
(Ref: 3)
60
karşımıza birdenbire altın kaplamalı, heybetli bir kapı çık
tı. Ağır ağır açılırken, koskocaman bir boşluğun içinden
geliyormuşcasına tekrar tekrar yankılanan gıcırtılar duyu
yorduk. Meşaleler söndürülüp, yağ kandilleri yakıldı. Biraz
daha ilerleyip, çok eski günlerde meydana gelmiş volkanik
hareket sonucu, bir kaya kütlesi içine oyulmuş bir kovuk
la bulunan gizli mabede girdik. Bir vakitler eriyen lâvlar
bu koridor ve geçitlerden geçerek volkanın ağzına gidiyor
ve oradan da dışarı püskürüyormuş. Şimdi ise bu yerlerde
kendilerini birer tanrı kadar güçlü gören insanlar gezini
yordu. Fakat şu anda, diye düşündüm, bütün dikkatimi
yapmam gereken iş üzerinde toplamalıyım. Burası Gizli Yü
celik Mabedi'ydi.
Üç Reisle birlikte içeri girdim, geri kalan refakatçi la
malar, bir rüyanın yavaş yavaş akıldan silinen görüntüleri
gibi eriyip gitmişlerdi karanlığın içinde. Senelerin adeta
kuruttuğu üç ihtiyar Reis ise, gönülleri rahat, Göklerin Ül
kesine geri çağrılmayı bekliyordu; belki de bütün dünya
daki metafizikçiler arasında en kıymetli üç kişiydi bunlar.
Sağ ellerinde birer yağ kandili, sol ellerinde ise için için
yanan kalın birer tütsü çubuğu taşıyorlardı. Soğuk müthiş
ti burada, sanki bu dünyaya ait değilmiş gibi garip bir so
ğuk vardı. Cok derin b ir sessizlik içindeydik, en ufak bir
gürültü bile sessizliğin daha da kuvvetle hissedilmesine yol
açıyordu. Keçeden botlarımızla sessizce ilerliyorduk.. Reis
lerin safran rengi, sırmalı kadife elbiselerinden hafif bir hı
şırtı geliyordu. Bir ara dehşet içinde, bütün vücudumda
acaip sarsıntılar, sızlamalar hissettim. Ellerim pırıl pırıl
parlıyordu. Reislerde de böyle parıltılar gördüm. Fazlasıyla
kuru hava ile elbiselerimizin birbirine sürtünmesi, statik
elektrikle yüklemişti bizi. Reislerden biri elime kısa bir al
tın çubuk tutuşturdu ve fısıldadı, «Bunu sol elinde tut ve
yürürken duvara sürt, hissettiğin rahatsızlığı geçirir.» De
diğini yaptım ve vücudumda birikmiş bulunan elektriğin bir
61
anda dışarı akmasıyla neredeyse botlarımdan dışarı fırla
dım. Ama artık rahattım.
Sonra görünmeyen eller tarafından yakılan yağ kan
dilleri, titrek alevlerle birer birer canlandılar. Oynaşan sarı
ışık arttıkça, dev gibi şekiller gördüm çevremde; altınla
kaplanmışlar, bazıları da kıymetli taşların içine yarı yarıya
gömülmüşlerdi. Sonra karanlığın içinden bir Buda heykeli
yükseldi, o kadar büyüktü ki, alevlerin ışığı ancak beline
kadar aydınlatabiliyordu onu. Diğer şekiller oldukça bula
nık görünüyordu; Şeytanlara ait görüntüler, aşk sahneleri,
insanın gerçek benliğini bulana kadar, vermek zorunda ol
duğu imtihanların sembolleri.
Üzerine beş metre yüksekliğinde bir Hayat Çarkı çi
zilmiş bulunan duvara doğru ilerledik. Titreyen ışığın altın
da gerçekten dönüyormuş gibiydi, Kayayla çarpışıp, için
de kaybolup gideceğimize iyice inanmaya başlayana ka
dar ilerlemeye devam ettik. Sonra bize yol gösteren Reis
ortadan kayboldu. Evet, benim koyu bir gölge diye tahmin
ettiğim şey, iyi gizlenmiş bir kapıydı. Bu kapı aşağılara,
giden bir başka yolun girişiydi. Yağ kandillerinin zayıf pa
rıltısında yine de zifiri karanlık, dar ve dik bir meyille dö
ne döne aşağıya inen bir yoldu bu. Sık sık durarak, tökez-
liyerek ve bazen de kayarak dikkatle, yavaş yavaş ilerli
yorduk. Hava ağır ve bunaltıcıydı, sanki yukarıdaki topra
ğın bütün ağırlığı üzerimize çökmüş, bizi eziyormuş gibi
hissediyordum kendimi. Dünyanın merkezine iniyorduk. Do
lambaçlı geçitte son bir dönemeç daha ve nihayet karşı
mıza yer yer altın gibi parıldayan bir kaya içine oyulmuş
bir mağara çıktı; Evet, tabaka tabaka, külçe külçe altın
vardı her yanda. Bir tabaka kaya, bir tabaka altın, bir ta
baka kaya, bir tabaka altın ve böyle devam ediyordu bu.
Girintili çıkıntılı yüzey, kandilden yayılan zayıf ışığı yansı
tırken, tepemizde, çok yukarılarda, karanlık bir gecede gök-
yüzündeki yıldızlar gibi parıldıyordu altın damarları.
62
Mağaranın ortasında yeni cilâlanrmş gibj parlayan si
yah bir ev vardı. Duvarları garip semboller, yer altı gölü
ne giden tünelin duvarlarında görmüş olduklarıma benze
yen şekillerle süslenmişti. Eve doğru yürüdük ve geniş,
yüksek kapısından içeri girdik. Burada üzerinde garip ga
rip şekiller bulunan, siyah taştan yapılmış üç tane tabui
vardı, Tabutların üstü açıktı. Merakla içlerine baktım ve
gördüklerim karşısında nefesim kesildi.
«Oğium,» dedi bize rehberlik eden Reis «Bunlara iyi
bak. Onlar dağların oluşmasından önceki günlerde bizim
topraklarımızda yaşayan tanrılardı. Denizlerin sahillerimize
vurduğu, gökyüzünde değişik yıldızların parıldadığı zaman
larda ülkemizde gezinirlerdi. Bak, çünkü inisiyeler dışında
hiç kimse görmemiştir bunları.»
Büyülenmiş gibi baktım. Karşımda üç tane çıplak, al
tın kaplı mumya yatıyordu. İki erkek ve bir kadın.
Her bir hat, her bir unsur altın ile, bedenin üzerinde uy
gun olarak işlenmişti.
Büyüklükleri hayrete düşürmüştü beni. Kadın yatar
ken bile en az üç metre boyunda vardı. Erkeklerden daha
iri olanı dört buçuk metreden aşağı değildi. Kafaları ge
niş ve tepeye doğru hafif konik biçimdeydi. İnce dudaklı
ağızları küçük, çeneleri uzun ve dardı. Burunları uzun ve
ince, gözleri ise düz bir çizgi halinde ve içeri çöküktü.
Sanki ölmemişler, uyuyorlardı. Sessizce hareket ediyor,
onları uyandırmaktan korkuyormuşuz gibi fısıltıyla konu
şuyorduk. Tabutun yan tarafında bulunan kapağın üze
rinde gökyüzünün kabartma bir haritası vardı, fakat yıl
dızların görünüşü ne kadar da garipti! Astroloji üzerinde
ki çalışmalarım sonucu, karanlık gökyüzündeki şekilleri
oldukça yakından tanırdım; fakat bu, çok farklıydı.
(Ref: 9)
63
KAYNAK VE DANIŞMA KİTAPLARI
64
Evrim ve gelişimin temel öznel ve nesnel güçlerinden biri olan di
yalektik yasaya göre, şeyler, nicelik ve niteliksel karşıtların etkileşim
leri ile yeni nitelikler edinirler. Zıtlıklar karşılaşır ve sonunda yeni bir
sentez ortaya çıkar. Bu yasa, belirli boyutlardaki sosyal evrim ve ge
lişim olgularında geçerli olan temel yöntemlerden biridir.
Yeryüzünde halen, toplumcu bilgelik ile, toplumculuk düşmanı ka
ranlık güçler arasında, amansız bir savaş sürmektedir. Son tahlilde di
yalektik yasa uyarınca, bu savaşın sonucunda daha yüksek bir senteze
ulaşmak için, aydınlık güçler, karanlık güçleri nihai bir yenilgiye uğ
ratacaklardır.
Karanlık demir Çağının barbar saltanatı sona erdirilecektir.
Aydınlık Altın Çağının Dostluk düzeni tümden başlatılacaktır.
îşte sizlere aktardığımız tüm bilgi ve veriler, bu Genel Dostluk Dü
zeni olan Altın Çağ’ın esas yolunu göstermek, ve şimdiki tüm anti - sos
yal realitelerin aşılarak, ışıl ışıl evrensel bir realitenin çağına gidişi
hızlandırmak içindir.
Bu yapıtla, şu hususlara ilişkin bilgi edinebilirsiniz :
— Yeryüzünde, Aramızda Yaşayan Uzaylılar.
— Yeryüzünde, Resimleri Çekilmiş Uzaylılar.
— Yeryüzünde, Bedenleri Elegeçirilmiş Uzaylılar.
— Uzaylıların Bedenleri ve Biyolojik Yapıları.
— Uzaylılar m Bedenleri ve Fizyolojik Yapıları.
— Uzaylıların Bedenleri, Mezarları ve Hamtları.
Fiatı : &5&1L.
<£b_