You are on page 1of 66

UZAYLI İNSANLAR

BİLİMSEL İNCELENİM

BİLÎM ARAŞTIRMA MERKEZÎ


UZAYLI İNSANLAR
BİLİMSEL İNCELENİM

BİLİM ARAŞTIRMA MERKEZİ


Yayıaevi
İstanbul — 1978
Kitap No. : 16 — Uzaylı İnsanlar

Bahtlıdır bilimle uğraşan


Kendini yoran, araştıran,
Düşünmez yurttaşlara zarar vermeyi
Haksızlığa varmaz asla eli.
Doğa'nın bitimsiz düzenine bakar
Gözünü ayırmaz, bu kosrnos nereden
Nasıl doğmuştur, bunu sorar.
Temizdir, lekesizdir böyle bir kişi
Kötülükten, şüpheden uzaktır her işi.

EURIPIDES

Dizgi - Baskı : Murat Mat. Koli. §ti. — 27 45 71


Kapak Baskı : Coşkun Matbaası — 28 40 21
Cilt Yapım : Yıldız Ciltevi
İ Ç İ N D E K İ L E R

1. BÖLÜM
KARBON KİMYASI VE ORGANİK YAŞAM
a — Organik Yapı Türleri, Şekil ve Adaptasyonları,
b — Organik Yapı İçin, Muhtemel Diğer Bileşikler,
c — Silisyum Yaşam Kimyası.

2. BÖLÜM
YAKIN TARİHİN ESRARENGİZ YABANCILARI
a — Ispanya’daki Yeşil Çocuklar ve Yeraltı Ülkeleri,
b — İngiltere’deki Yeşil Çocuklar ve Yeraltı Ülkeleri,
c — Almanya’daki Hauser Kaspar İsimli Meçhul Yabancı,
d — Değişik Dolaşım Sistemli ve Yabancı Organlı İnsanlar,
e — Texas’ta Düşen UFO ve Uzaylı Pilotun Mezarı,
f — Rusya’daki Dev Uzaylı İnsan’m Mezarı,
g — Şili’deki, Uzaylılara Ait Mezarlar,
h — Çin’deki Uzaylı Varlıkların Mezarları ve Araç - Gereçleri.

3. BÖLÜM
DÜŞEN UFO’Iar VE İÇLERİNDEN ÇIKARILAN UZAYLILAR
a — New Mexico’da Düşen UFO ve Uzaylı Cesetleri,
b — Heligoland Adası’na Düşen UFO ve Uzaylıların Cesetleri,
c — Rusya Taşkent’te Düşen UFO ve Göldeki Uzaylı Cesedi,
d — Rusya Gürcistan’da Düşen UFO ve Uzay Deney Yaratığı
Cesedi.
e — Polonya’da Sağ Olarak Bulunan Uzaylı.

4. BÖLÜM
UZAYLILAR VE ÇOK YAKINDAN ÇEKİLMİŞ RESİM LERİ
a — Amerika’da Polis Memurunun Resmini Çektiği Uzaylı,
b — Amerika’da, Ronnie Hill’in Resmini Çektiği Uzaylı,
c — İngiltere’de Cedric Allingham’m Temas Kurduğu Uzaylı,
d — İtalya’da G. P . Monguzzi’nin Resmini Çektiği Uzaylı,
e — İsviçre’de Eduar M eier’in Resmini Çektiği Uzaylı.

5. BÖLÜM
HİMALAYA DAĞLARININ YERALTI KATAKOMBLARINDA,
BAŞKA GÜNEŞ SİSTEMLERİNİN İNSANLARININ SAKLANAN
BEDENLERİ
a — Ülker Yıldız Sisteminden Gelen Uzaylı’nın Bedeni,
b — Tibet, Potala Sarayı Altındaki Yeraltı Galerisinde Saklanan,
Uzaylılara ait Altın Kaplanmış Dev Bedenler.
Res. 182) Ortalama 70 cm boyunda uzaylı bir kişi. 1950’de Mexico City
yakınlarında bir UFO’nun inişinden sonra yakalanmıştır.

Res. 183) Uzaylı Orthon’un 10xI.1952’de yapılmış resmi. Venüslü’nün


bıraktığı ayak izlerini G.H. Williamson aynı gün alçıyla kabplamıştı Des
Sert Centr

Res. 184) G. Adamski Veııüslü Orthon'nun temsili resminin yanında.

Res. 185) B ir diğer gezegenden gelen uzaylı bayan Hovvard Menger’e


doğru yürürken. Kadın kuşağındaki parlak bir aygıta elini götürür
götürmez kayıplara karışır. Yakınlarda duran erkek uzaylı durumu
açıklayarak, «UFO’ya döndüler» der. (Howard Menger, From Outer
Space To You.)

Res. 186) Bir diğer dünyadan gelen Lutsinda isimli uzaylı bayan.
Kendi bedeni ile gelen uzaylılardan birinin ender resimlerinden biri.

Res. 187) B ir Venüslü ışık saçan gemisi önünde dururken. H. Menger


tarafından polaroid makina ile çekilmiş resmi.

Res. 188) Venüslü bayan Estralan. Dr. Eugen Drake, adı geçen ve
daha başka Venüslü bayanlarla başından geçen olayları «Uzaydan Ge­
lenler» adlı kitabında anlatmaktadır.

Res. 189) Venüslü Val-Thor. Papaz Dr. Frank Stranges Aralık 1959
da kendisiyle Pentagon’da (Amerikan Milli Savunma Bakanlığı) görüş­
müş. Dr. Stranges’in «Benim Diinya Dışındaki Dostum» isimli kita­
bından.

189 No'lu resmin altında İngilizce olarak şunlar yazılıdır:


Bu resim bir diğer Veniislü İnsan m resmidir Yaşayan ya da Ölü her­
hangi bir dünyalı kişiyle bu fotoğraf arasındaki benzerlik tamamen
raslantıdır.

Res. 190) 18 Aralık 1954’te Dünyamıza inen bu Merih insanımn resmi,


Cedric Allingham tarafından, LossierautlTda İngiltere’de çekilmiştir.

4
5
ÖNSÖZ

Tüm dünya insanlığım, aynı h ak ikâtler karşısında bırakarak,


yardım laşm a ve toplum culuk duygularını en y ü ksek bir sam im iyetle
oluştu racak olan Birleşik İnsanlık R ealitesin e doğru, hızla bir y ö ­
neliş görülm ektedir artık yeıyüzünde.

Birleşik insanlık Realitesi, yeryüzünün tüm insanlığı için; barış,


dostluk, kardeşlik, özgürlük ve uyanış olgularını g etirm ektedir, tüm
teori ve pratikleriyle. Böylece, binyıltar öncelerden beri, çeşitli ifade,
sem bo l ve vetirelerle insanlığa vadedilm iş olunan bu en kullu dün­
ya evrim devresi, insanlığın yeryüzünde idrâk ed eceğ i son evrimsel
aşam a olarak, içeriğinde bulunan anlatılam az ve betim tenenıez G ök­
sel Rahm et Enerji ve Olgularını, tüm b eşeriy ete eşit ve adil olarak
verecektir.

Birleşik İnsanlık R ealitesin e doğru gidiş, an cak yü ksek bilgi


ve bilgelik ile mümkündür. O bilgi ve bilgelikler, öy le ki, halen
mevcut dünya realitelerinin hepsinin üzerinde olm alıdır. İşte, Uzay­
lılar konusunun getirdiği bilgi ve bilgelikler, böylesine bir kutlu gi­
dişe yolaçacak kadar güçlü, ışıl ışıl, g erçek ve geniştir. Birçok k a ­
ranlıklar, bu konunun karşı konulm az ışıklarıyla aydınlanacaklar­
dır. Amaç budur ...

★ ★ ★

6
1. BÖLÜM

KARBON KİMYASI VE ORGANİK YAŞAM

a — Organik Yapı Türleri, Şekil ve Adaptasyonları


İnsan beden şekli evrenseldir. Galaksimizin öteki ta­
rafındaki bir insan da beden dış yapısı yani biçimi bakımın­
dan bazı küçük ayrıntılarla Dünya insanı gibidir. Kaldı ki,
Dünya insanının beden formu başka sistem ve sistemimiz
planetleri üzerindeki uzaylı dediğimiz insanların bedenle­
rinden yine onlar tarafından kopyalanmıştır.
Sistemimiz içindeki planetlerin hayattar varlıkları, bu­
lundukları ortamın koşullarına uygun fizyolojik ve biyolo­
jik yapılar kazanırlar.
Yeryüzünde sayısız çeşitli yaşam koşullarına adapte
olmuş (uymuş) çeşitli biyolojik kombinasyonlar (yapılar)
içinde bulunan canlı varlıklar vardır. Öyle ki, bunca geniş
olanaklı yaşam biçimlerinin varlığından ötürü, canlıların
yaşam ortamları şöyle şöyle olmalıdır gibi kesin bir sınıfla­
ma yapamıyoruz.
Temel yapı bakımından onca basit ve kompleks kar­
bon organik yapılar öylesine şaşırtıcı koşullara ve ortam­
lara karşı biyolojik yapılarını korumaktadn-lar ki onun böy-
lesine mükemmel yapısına şaşmamak elde değil.
Yeryüzünde iki milyondan çok canlı cins ve türü sap­
tanmıştır. Bunların 1,2 milyonu bilimsel olarak incelenmiş­
tir.
Alışılan yaşam koşullarına uymayan bazı canlılar şu

7
ortamlara ve koşullara karşı varlıklarını sürdürebilmekte­
dirler:
— Anaerob bakteriler: Gangren bakterileri olan bu
küçük canlılar oksijene ihtiyaç göstermeden yaşayabilmek­
tedirler, Ve belirli dozajda oksijen bunlar için zehir tesiri
yapmaktadır.
— Yüksek dozajda radyoaktif suyun steril olduğu ka­
bul edilir. Oysa bazı bakteri türleri bu öldürücü su içinde
(ki reaktör de bu su içindedir) mükemmelen yaşayabiliyor­
lar. Bir tür arıların da radyoaktiviteden etkilenmedikleri an­
laşılmıştır.
— Dr. Seigel deneyi: Dr. Seigel laboratuvarda Jüpi­
ter atmosferi şartlarını meydana getirdi. Ve bu atmosfer
içinde bakteriler ve milbeler üretti. Bu atmosfer, amonyak,
metan ve hidrojenden meydana gelmişti ve onun bizim şim­
diye kadarki yaşam şartlarımızla hiç bir bağlantısı yoktur.
Ne var ki bu atmosfer, içinde üreyen canlıları öldürmedi.
— İngiltere, Bristol Üniversitesinden Hinton ve Blum
adındaki entomologlar, bir sivrisinek türünü 100 selsiyus
derecesine varan ısılarda kuruttular. Sonra bunları sıvı he-
lium içine batırdılar (sıvı) heliumun ısısı evrendeki mutlak
(— )'dir.). Sert bir ışınlamadan sonra sivrisineklere normal
hayat şartları uygulandı. Sivrisineklerin yumurtalarından,
sürfelerinden sağlıklı sivrisinekler fırladı,
İnsan metabolizması da bilinen biyolojik yapısına aykırı
bir çok koşul ve ortamlar içinde varlığını sürdürebilmekte­
dir.
Sözgelimi;
Kızgın ateşler üzerinde ayakları ve vücudu yanmadan
yürüyenler vardır.
Kor ateşleri ellerine alan, onları yalayan, fırınlara gi­
ren Rufaî dervişleri vardır.
Aylarca oksijensiz yaşayan, kendilerini toprağa göm­
dürüp diri çıkan yogiler vardır.

8
Doha bunun gibi sayısız olağanüstü yetenekler sahibi
olduğu anlaşılan fizik bedenlerin yaşam olanaklarını belirli
■■nurlar içinde göstermek, burada saydığımız birkaç örnek­
len de anlaşılacağı üzere yersiz ve anlamsız olur.
Organik yapıların temel elemanı olarak yeryüzünde
karbon kabul edilmiştir. Yani yeryüzünde canlı organizma­
larda temel yapıyı karbon kimyasının oluşturduğu kabul
edilir.
Organik bileşiklerin hemen hepsinde istisnasız karbon
atomu vardır. Karbon atomunun başlıca özelliği, bir takım
/İncirler ve şekiller hasıl etmesidir. Karbon atomu, bu ö-
<İlikleri sayesinde büyük, çok atomlu moleküller ve özel­
ikle molekül grupları teşkil edebilmek yeteneğine sahip­
le Dünyamızın uzvî tabiatı bir karbon dünyasıdır. Bu dün­
yada öylesine moleküller vardır ki içlerinde on binlerce
u ıomu birleştirebilirler

9
Organik bileşiklerde esas çatıyı karbon atomları teş­
kil ederler. Bunların çevrelerinde ikili veya üçlü sistemler
halinde ve tipik surette H atomları toplanır. Bu esas çatı­
ya tasavvur edilebilecek biitün sentez şekillerinde ek grup­
lar toplanır. Bunlar genellikle oksijen (O) ve azot (N) atom­
larıdır. Bu karbon çatısı çevresinde organik dünya zengin­
liği oluşur,
(Ref: 10)

b — Organik Yapı İçin, Muhtemel Diğer Bileşikler


Canlılığı ortaya çıkaran faktör, onu, her türlü kimyasal
bileşikleri kullanarak tezahür ettirebilir.
Karbon esasına dayanan kimyasal bileşiklerin oluştur­
duğu temel kimyasal yapılar; proteinler ve nükleik asitler­
dir. Bunların kompleks birleşmelerinden organik yapılar or­
taya çıkar.
Proteinler (polipeptit'ler) bilindiği gibi amino asitlerden
oluşan dev moleküllerdir. Amino asitler, karbon, hidrojen,
oksijen ve azot atomlarından meydana gelmişlerdir. Her
amino asit, karbon (C) atomuna bağlı bir amino (NH2 ) gru­
bu ile karboksil (COOH) grubunun birlikte oluşturduğu or­
ganik bir bileşiktir.
Sıvı nisadır nitelik bakımından suya en yakın olan mad­
dedir. Yerine göre sıvı nişadır amino-asit karbonik bileşik­
lerinde suyun yerini alabilir ve böylece nişadır'a dayalı bir
yaşam düşünülebilir.
Flor atomu da bazı bakımlardan hidrojene benzer. Hid­
rokarbon bileşikleri gibi florkarbon bileşikleri de elde edi­
lebilir. Bu durumda flor atomları hidrokarbondaki hidrojen­
den çok daha sabittirler. Daha sıcak bir ortamda flor-kar-
bona dayalı bir yaşam düşünülebilir.
Silisyum atomu en çok karbon atomunu andırır. Kar­
bon gibi dört yönde, dört değişik atom ile bağlanabilir. Fa­
kat silisyum atomları büyük olduğu için, silisyum-silisyum

10
atomları, karbon-karbon bağlantılarından daha az dengeli
olarak bağlanırlar, Uzun silisyum zincirleri az bulunur. Fa­
kat silisyum ve oksijen’in birebirleriyle yer değiştirdikleri
uzun ve karmaşık atom zincirleri elde edilebilir.
Hidrokarb’on ve florkarbon grupları, silisyum molekülü
İle başlanabilirler ve böylece canlı bir formu oluşturabile­
cek yeterlilikte organik moleküller meydana gelebilir. Bu
türlü silisyum kökenli bir yaşam düşünülebilir.
c — Silisyum Yaşam Kimyası
Yeryüzündeki karbonun olduğu gibi, silisyum esasına
dayalı yaşam formlarının olabileceği de varsayılmaktadır.
Silisyumdan elde edilen organik kimyasal bileşiklere SİLAN
denilmektedir.
Silisyum da karbon gibi kristalleşme ve saydamlaşma
özelliklerine sahip bir elementtir.
Magnesyum — silisyum alaşımlarının asitlerle muame­
lesi ile renksiz, bazıları gaz, bazıları sıvı olan silisyum —
hidrojen bileşikleri (silanlar) elde edilir. Bunlar karbonun
hidrojenle yaptığı bileşiklere benzer şekilde yapılmışlardır.
Prof. Dr. F. L. Breusch, «Silisyum hidrojen bileşikleri,
havada dayanıksız oluşlarından dolayı diğer yıldız ve pla­
netlerde tahayyül edilen ve dünyamızda karbon bileşikleri
esasına göre kurulmuş olan hayata benzer, fakat silisyum
bileşikleri esasına dayanan bir hayatın mevcudiyeti muh­
temel değildir» diyen Prof. Breusch, silisyum organik yaşa­
mını kabul etmemektedir. Oysa Bölüm - 3’de d şıkkında an­
latılan uzaylı yaratığın organik yapısının esasını silikon oluş
turmaktadır.
(Ref: 10)

11
2. B O L U M

YAKIN TARİKİN ESRARENGİZ YABANCILARI

a — Ispanya'daki Yeşil Çocuklar ve Yeraltı Ülkeleri


1887 yılı Ağustos ayının bir gününde Ispanya'nın Ban-
İos köyü yakınlarında tarlada çalışan iki köylü birden iler­
deki mağaradan çıkan iki çocukla karşılaşıp şaşkına dönü­
yorlar. Mağaradan çıkan biri erkek diğeri kız iki çocuğun
tenleri yemyeşildi. Elbiseleri bilinmeyen bir kumaştan ya­
pılmış, konuştukları dil ise hiç duyulmamıştı.
Barselona'dan gelen uzmanlar, papazlar çocukları mu­
ayene ediyor, elbiseleri inceliyorlar.
Beş gün boyunca çekik gözlü, yüz çizgiieri biraz zen­
cileri hatırlatan yeşil çocuklar önlerine konulan bütün ye­
mekleri reddederler, en sonunda taze fasulye yemeye razı
olurlar. Kısa bir zaman sonra erkek çocuk halsizlikten, bel­
ki de bakımsızlıktan öldü. Kız, yargıç Ricardo da Calno’ya
teslim edildi. Da Calnc gerçekçi bir insan olduğundan kızın
yüzündeki boyayı silebilmek için çok uğraştı ve bir sonuca
varamayınca bu değişik gerçeği kabullenmek zorunda kal­
dı.
Aradan beş yıl geçti; kız yeni yaşantısına alışır gibi oi-
du, Ispanyolcayı öğrendi. Tenindeki yeşillik de kaybolmaya
yüz tutmuştu ki ölüverdi.
Kız, geldikleri ülke hakkında garip bir hikâye anlatı­
yordu: Güneşi tanımayan, karşısında, geniş nehrin ötesin­

12
de, güneşin aydınlattığı başka bir ülke olan bir yerde otu­
ruyorlardı. Günün birinde korkunç bir fırtına kopmuş, çıl­
gın bir rüzgâr onu ve küçük kardeşini kapıp mağaranın or­
tasına atmıştı. Elele yürüdüler ve böylece köylülerin hasat­
la uğraştıkları bir tarladan geçtiler.
O günü hatırlayanlardan hâlâ yaşayanlar vardır. Barse­
lona’dan bu olayı incelemek için gelen bir din adamı daha
sonra şunları yazmaktadır:
((Dinlediklerime öylesine yürekten inandım ki, nedeni­
ni anlayamamakla ve akıl gücüyle bir açıklamada bulunma­
ya kaikışmamakla birlikte, doğruluğunu kabul etmek zorun­
dayım.»
(Ref: 10)

b — İngiltere’deki Yeşil Çocuklar ve Yeraltı Ülkeleri


Bu olaya benzer başka bir olay, ortaçağda yaşamış
olan İngiliz simyacısı Guillaume de Nevvburgh'ün bir ese­
rinde bulunur. Olay aynen şöyledir:
Vulfputes denilen yerde hasat toplayan köylüler biri
kız diğeri erkek tenleri yeşilimsi, elbiseleri bilinmeyen bir
maddeden yapılmış iki çocukla karşılaşırlar. Çocuklar il­
kin hiçbir gıdaya yaklaşmazlar, sonra biraz ötede gördük­
leri baklalardan alırlar. Geldikleri yer sorulunca, Ermiş
Martin’in ülkesinden geldiklerini, bir yeraltı geçidinden
geçtiklerini, bir ses tarafından çağırıldıklarını, ülkelerinde
güneşin parlamadığını oysa her yerin aydınlık olduğunu
anlatıyorlar.
Yazar Harold T. VVilkins, «Sansürsüz Uçan Daireler»
(Flying Saucers Uncensored) adlı kitabında şunları yaz­
maktadır:
«12. Yüzyıl'da yaşamış olan keşiş Gervase of Tilbury,
İngiltere'nin Suffolk yöresindeki bazı mağaralardan ya da
çukurlardan ortaya çıkan ‘Yeşil Çocüklar’dan (The Green
Children’) bahseder. Sözkonusu çocuklar öylesine tuhaf

13
şartlar altında ortaya çıkmışlardır ki insan, bunların uzay­
daki herhangi bir dünyadan ya da dünyada mevcut her­
hangi bir yeraltı aleminden ışınlandıkları sonucuna vara­
bilir. Aynı öyküyü üç manastır tarihçisi daha nakleder:
William of Nevvburgh, VValsingham ve Giraldus Cambren-
sis.»
Gervase of Tilbury bu öyküye şu adı vermişti: 'De Vi-
ridîbes Pueris’: «İngiltere’de, mübarek kral ve şehit Ed-
mund'un asil manastırından altı, yedi kilometre ötede bir
köy vardır. Bu köyün yakınında, adına İngilizce’de «Wolf-
pittes» denilen, bazı tuhaf ve hatırlanmaya değer kalıntı­
lara rastlanır. (Not: Suffolk, Bury St. Edmunds’tan on ki­
lometre ötede yer alan, günümüzdeki adıyla Woolpit,) Ya­
kındaki köy de bu kalıntıların adı ile anılır. Bir hasat za­
manı biçiciler tahıl devşiriyorlardı. Birden, bu iki çukur­
dan sürünerek, bedenlerinin her yanı yemyeşil olan ve tu­
haf bir renk ile bilinmeyen bir dokunuşa sahip giysiler için­
deki bir oğlanla bir kız çocuğu çıktı. Biçiciler kendilerine
acıyıp 'köye getirene kadar şaşkın bir halde tarlada dola­
şıp durdular. Köyde, olayın acayipliği karşısında hayrete
düşen birçok kişi, görmek istedikleri çocukların başına
üşüştüler. Birkaç gün süreyle çocuklar, önlerine konan bü­
tün yiyecekleri reddettiler. Fakat, öyle oldu ki, tarladan bi­
raz fasulye getirilince iki çocuk da gözleri açlıktan dönmüş
bir halde fasulyeleri kaptılar ve çukurların içine oturarak
ağlamaya başladılar; çünkü fasulyelerin kabukları boş çık­
mıştı. Sonra, oradakilerden biri kendilerine kabuğu soyul­
muş fasulyeler ikrâm etti ve bunları memnuniyetle kabul
ederek orada yediler. Birkaç gün süreyle, ekmek yemeyi
öğrenene kadar bu gıda ile beslendiler. En nihayet, yiye­
ceklerimizin etkisi altında yavaş yavaş derilerinin rengi
değişti ve İngilizce konuşmayı öğrendiler. Sonra, bilge ki­
şilerin uyarısı üzerine, vaftiz edildiler; fakat, yaşça daha
ufak görünen oğlan çocuğu bundan sonra ancak kısa bir

14
süre daha yaşadı. Kızkardeşi ise 'kuvvetlenerek gelişti ve
yaşamaya devam etti. Kendi ülkemizin kızlarından hiçbir
farkı yöktu. Rivayete göre, sonradan Lynn'de (King’s Lynn,
Norfolk?) bir adamla evlendi. Hâlâ daha orada yaşadığı
ya da, denildiğine göre, birkaç yıl öncesine kadar yaşamış
olduğu söylenmektedir.
«Bu iki acayip çocuğa, bir çok kez, nereden geldik­
leri sorulmuş ve şöyle yanıtlamışlardır: ‘Bizler St. Martin'-
in Ülkesi'nin halkıyız; çünkü o aramızdaki baş azizdir. Ül­
kenin nerede olduğunu bilmiyoruz ve sadece şunu hatır­
lıyoruz ki, bir gün tarlada babamızın sürüsünü otlatırken,
aynı St. Edmund gününde hep birlikte çalan çanlara ben­
zeyen büyük bir gürültü işittik. Birden ruhumuzdan kav­
randık ve kendimizi hasat yaptığınız tarlada bulduk. Bi­
zim orada güneş hiç doğmadığı gibi güneş ışığı da olma­
yıp, burada güneşin doğmasından ve batmasından önce
meydana gelen şekilde bir alaca karanlık mevcuttur. Yi­
ne de bizden çok uzakta olmayan, fakat çok geniş bir
akarsu ile bizden ayrılmış bulunan bir ışık ülkesi görül­
mektedir.»
Gervase of Tilbury’nrn, Harold VVilkins’in kitabından
aktarılmış olan. Yeşil Çocuklar'la ilgili açıklaması bu şe­
kilde sona ermektedir. Metinde parentez içinde geçen dü­
şünceler Yazar VVilkins’e aittir.
VVilkins, 12. Yüzyıl’ın sonları ile 13. Yüzyıl'ın başların­
da yaşamış olan Gervase'nin açıklaması ile ilgili olarak şu
yorumu yapmaktadır:
«Bu kadar zaman geçtikten sonra, bu öykünün ne gi­
bi gerçeklere dayanmış olabileceğini kestirmek güçtür.
Muhakkak ki,bu öykünün içerisine belirli bir miktar Kato­
lik menkıbeleri tarihi de katılmıştır...»
Sonra, bir dipnotta, VVilkins şöyle yazmaktadır:
«‘St. Martin’in Ülkesi' muhtemelen, Merlin'in ‘Gram-
marye’ ya da ölülerle haberleşme (necromancy) ülkesi; bir

15
yeraltı dünyası ya da alaca karanlık ülkesidir ki, Büyük
Atlantis’in batışından sonra ‘tanrılar’ ya da tanrı - adamlar
buraya inmeye zorlanmışlardır. Buna ait imalara, Pato-
gonya’dan Alaska'ya kadar, rastlamaktayız; ilk Grönland-
lı’nın bir yeraltı dünyasından geldiğini söyleyen Grönland-
lılar’ın misyoner Egede'ye anlattıkları tradisyonda da üstü
kapalı atıflar mevcuttur. Amerikalı subay John Cleve Sym-
mes, 1823 yılında, 'sıcak ve bereketli olan ve meyvalar iie
sebzelerin bol bulunduğu' bir yeraltı dünyasına ya da bir
iç küreye (inner sphere) uzanan Kuzey Kutup açıklığını
(North Polar opening) bulmak üzere, alaycı bir Kongre'nin
her iki meclisine de kendisine bir gemi vermeleri için di­
lekçe sunmuştu.»
(Ref: 12)
c — Almanya’daki Hauser Kaspar İsimli Meçhul Yabancı
1882 Mayısında, Nrümberg şehrinde kalabalığın arasın­
da bir şeyler anlatabilmek için çırpınan onaltı yaşlarında bir
delikanlı polisin dikkatini çekiyor. Polis kalabalığı yarıp de­
likanlıya yanaşıyor, bir iki soru soruyor. Genç çocuk güç­
lükle, anlaşılamayan bir şeyler kekeliyor. Bunun üzerine po­
lis kendisini karakola götürüyor, üstü aranıyor; ceplerin­
de çok ince, bir çeşit kösele üzerine yazılmış iki mektup
bulunuyor. Birinci mektupta delikanlı bir subayın oğlu di­
ye tanıtılıyor, İkincisinde ise geçmişi bilinmeyen Kaspar
Hauser oluyor.
Hauser serserlik suçuyla hapse atılıyor. Ama, garip bir
kişidir bu delikanlı; konuşmasını bilmez, doğru dürüst yü­
rüyemez, elleri bembeyaz, topukları yeni doğmuş bir çocu-
ğünki kadar pembe ve yumuşaktır.
Bir kaç gün sonra hapse giren bir yabancı Hauser'ı öl­
dürmek istiyor, başaramayınca da kaçıyor. Delikanlının çev­
resinde romantik yorumlar kuruluyor, soylu bir ailenin gayri
meşru oğlu deniliyor. Zengin bir İngiliz, Kont Stanhope,

16
Hauser'ı himayesi altına alıp geniş bir araştırmaya girişiyor
ve hiç bir sonuca varamıyor. Zamanla Hauser konuşmayı
öğreniyor ve hikâyesini anlatıyor:
Uzun yıllar'bir mahzende kalmış, bilmediği, tanımadığı,
görmediği, sesini bile duymadığı insanlar tarafından büyü­
tülmüştü. Günün birinde onu yaşadığı mahzenden çıkartıp
zorla bir arabaya sokup Nrümberg'in bir alanında yalnız ba­
şına bırakmışlardı.
Keşfedildiği günden beş yıl sonra Kaspar Hauser, Ans-
pach şehrinin parkında bilinmeyen biri tarafından bıçakla­
narak öldürülüyor. Mum ışığının ne olduğunu bilmeyen, ate­
şi tutmaya çalışan, boyutları ayıramayan bu gencin öyküsü
böylece bitiyor.
Kimdi Kaspar Hauser? Kaspar Hauser bu dünyaya ait
değildi. Başka bir gezegenden, başka bir evrenden getiril­
mişti belki.
d — Değişik Doiaşım Sistemli ve Yabancı Organlı
İnsanlar
1959 yılında Danzig’ de deniz sahilinde bulunan bir ce­
sede otopsi tatbik edildiğinde, hayret verici bir sonuç elde
edildi: Ölünün kan dolaşım sistemi, insan ırkının dolaşım
sistemine hiç benzemiyordu.
1970'de, Paris’te, Magenta bulvarında birdenbire düşüp
ölen adamın cesedi üzerinde yapılan incelemelerde, adamın
kalbi yakınında başka bir yabancı organın bulunduğu ispat­
lanmıştı.
e — Texas'ta Düşen UFO ve Uzaylı Pilotun Mezarı
Texas'taki Aurora kasabasında bir mezar aranıyor.
Olağan bir mezar değil bu. 1897 yılında havada patlayan
Uçan Daire’siyle kurban giden bir Uzay Yaratığfnın meza­
rıdır. Araştırmalara hâlâ devam ediyorlar. Texas Devlet Üni_
versitesi fizik doçenti Prof. Tom Grey’e göre, araştırma ye­

17
rinde bulunan kalıntılar oldukça merak verici. % 75 oranın­
da demirden bileşikler olmakla birlikte verdikleri reaksiyon­
lar demirinkine hiç uymamakta.
Mezar meselesini ortaya atan, daha doğrusu tazeleyen,
91 yaşında Mary Evans’tır. Bu yaştaki bir insanın anıları
hayli karışık olabilir, fakat bayan Evans’mkiler hiç de değil.
19 Nisan 1897 gecesinde yer alan ve Aurora kasabasını bir­
birine katan olayı en ince ayrıntısına kadar hatırlamaktadır,
Bayan Evans’a göre, o gece esrarengiz b ir «uçan makine».
Yargıç Kuyusu adıyla tanınan yere ateşler içinde düşmüş,
makinenin içinde bulunan kısa boylu pilot ise kasabanın
mezarlığına gömülmüştü.
«Herkes olay yerine koştu» diye anlatıyor Mary Evans.
«Çoğu insanlar korku içindeydi. O zamanlarda uçaklar ol­
madığı için kimse olup bitenleri anlamıyordu. Ben onbeş ya­
şında olduğum için olay yerine gidemedim, izin vermediler.
Ailem eve döndüğünde bana uçan makinenin patladığını ve
çok kısa boylu pilotun cesedinin mezarlıkta gömüldüğünü
anlattılar.»
Bayan Evans’ın naklettiği olay, aynı şekilde «Dallas Jo­
urnal» gazetesinde 20 Nisan 1897 günü bildirilmişti.
f — Rusya'dcki, Dev Uzayiı İnsan’tn Mezarı
2.41 m. lik bir iskeletin bulunuşu, Ogoniok ve Znanie-
Sila'da ve birçok arkeoloji dergisinde ciddi ciddi yayınlandı.
Buluş, kendi başına bir öneme sahip değildi, çünkü ta­
rih - öncesi bulgularda birçok kez bu tip iskeletlerle karşıla­
şıldı. Bununla beraber, karbon -14 ve pek yeni olan termo-
lüminesans metodları uygulanarak bu iskeletin 150 senelik
olduğu saptandı. Durum garipti, çünkü kemiklerin terkibi
bildiğimiz insan iskeletiyle ayni değildi, sanki bir çeşit asit­
le, tekniği belirlenemiyen kimyasal bir yolla yanmış gibiydi.
Bu iskelet, bildiğimiz iskeletten biçim bakımından pek fark­
lı değildi. Buna rağmen kafatası aynı değildi. Pek önemli bir

18
hali vardı ve özellikle şakak kısımlarında açıklanması güç
şişkinlikler vardı. Ayrıca terkibi belirlenemiyen bir maden,
kafatası içine sokulmuştu. İskelet tamamen çıplaktı, ama,
terkibinin bozulup gitmesi için sanki asitle veya başka bir
maddeyle karşılaşmış gibiydi, hatta elbisesi de öyleydi.
«Ogoniok» gazetesi soruyu ortaya koymakla yetiniyor.
Znanie - Sila’nin yazarı Kolçenko, Nauçno - Fantastika isim­
li kurgu bilim dergisinde, daha da ileriye gitmektedir. Ger­
çekte, kazaya uğrayan uzaylı bir varlığı düşünmektedir.
Smolensk’den pek uzak olmayan Kozelsk yakınlarındaki bir
kazı yerinde, Voroni'de bulunan iskeletin yaşıyla ilgili dev­
reyi inceledi. Buluntunun çevresindeki toprak, mezarlıktaki
vücutları mükemmel bir şekilde koruyacak terkipteydi. Ce­
setler bir kaç yüz senelik bile olsa, dev iskelete, nazaran çok
iyi durumdaydılar. Ayrıca, 19. yy.’dan önceki devre incelen­
diğinde, ki iskelet bu devirde canlı olmalı, hayret verici
gözlemler yapıldı: O tarihlerde gökte, devrin tarih yazar­
larına göre «güneşlerin savaşına» benzeyen, ışıklı olaylar
görülmüştü.
(Ref: 4)
g — Şili'deki, Uzaylılar’a Ait Mezarlar
Santiago: 20 yıldan beri Sili'de misyoner olarak görev
yapan Belçika'lı bir rahip, binlerce yıl önce yabancı yıldız­
lardan gelmiş astronotlara ait mezarlar bulunduğunu ileri
sürmektedir.
Rahip Francoise La Paige, misyonerliğinin dışında uzun
yıllardan beri arkeolojik araştırmalar yapmaktadır. Rahip
bugüne kadar bir kaç bin yıllık olduğu sanılan 5424 mezar
açmış ve çeşitli uygarlıklara ait ilginç kalıntılar bulmuştur.
Rahip, mezarların bazılarınca dünya üzerinde benzeri olma­
yan canlılara ait mumyalar ortaya çıkardığını açıklamıştır.
La Paige, kuzey Şili'deki bir mezarda da astronot baş­
lıklarına benzeyen tahta şekiller bulmuştur. Belçika’lı rahi­

19
be göre, mezarlarda ayrıca yabancı yıldızlardan gelen kişi­
lere ait olduğu sanılan garip eşyalar da ortaya çıkmıştır.
(2.5.975 — Gazeteler.)
h — Çin'deki Uzaylı Varlıkların Mezarları ve
Araç - Gereçleri
1938 yılında bir gün Çinli arkeolog Tchi Pu Tei, Çin ile
Tibet'i ayıran sınırı oluşturan Bayan Kara-Ula dağlarında­
ki bir mağarada esrarengiz işaretler ve bir çeşit hiyerog­
lifle kaplı yuvarlak taşlar buldu. Yapılan ilk incelemeler­
den sonra bu taşların 12.000 yıl öncesine ait olduğu anla­
şıldı. Taşların üzerlerindeki işaretlerle yazıları çözebilmek
için tam 24 yıl uğraşıldı. Bir dizi hiyeroglif çözüldüğünde
şunlar okunmuştur:
«Dropa’lar taşıtlarıyla bulutlardan indiler. Bizim erkek­
lerimiz, kadınlarımız ve çocuklarımız şafaktan on kez ön­
ce mağaralara gizlendiler. Sonunda Dropaların dilini el işa­
retleriyle anlayınca, yeni geien barışçı niyetlere sahip ol­
duklarını öğrendiler.» Bu yazılar aynı bölgede oturan HAM
isimli kabilenin yazılarından çözülmüştür. Başka HAM hi­
yeroglifleri de yüksek bir dağa tehlikeli bir iniş yapan uzay
gemisinn parçalanmasını ve bundan doğan üzüntüyü, ye­
ni bir uzay aracını yapmak için kalkışılan girişimlerin başa­
rısızlıkla sonuçlanmasını anlatıyor.
Eski Çin'in kimi efsaneleri de sarı yüzlü, küçücük yara­
tıkların bulutlardan nasıl indiğini anlatır: Dünyalılar bu zi­
yaretçilerin koskocaman kafalarıyla küçücük vücutlarını
görünce derin bir tiksinti duymuşlar, o kadar ki biri üzerleri­
ne atılıp bir tanesini hemen öldürmüş. Çin kaynaklarına
göre uçan gemilerle bulutlardan inen, ilkin insanları deh­
şete düşüren, sonradan onlarla iyi geçinen bu yaratıklar
şimdi aynı bölgede oturan Dropas'ların atalarıydı.
Halen Bayan Kara— Ula mağaralarında HAM ve DRO-
PAS kabileleri oturur. Bunlar cılız, raşitik kişilerdir. Boyla­
rı ortalama 1 m. 27 cm. dir ve şimdiye kadar her türlü et­
nik sınıflandırmanın dışında kalmışlardır.
Sovyet Sputnik dergisi 1967 yılının Haziran sayısında,
Felsefe öğretmeni, S.S.C.B. Bilim Akademisi Edebiyat Ens.
titüsü asistanı Viaceslav Zaitsev'in «12.000 yıl önce varolan
uzay gemilerine ait taş yazmalar» konusunda bir araştır­
masını yayınladı. Sovyet bilgini şöyle yazıyordu:
«Bir Çin arkeologunun anlattıkları 1965'd-e yayınlandı­
ğı zaman dünyayı pek şaşırtmıştı çünkü eski bilgilerin par­
çacıklarını bir araya toplayarak 12 bin yıl önce dünyayı zi­
yaret etmiş gemiler hakkında pek şaşırtıcı bir varsayım or­
taya atmıştı. Onun araştırmaları üzerine Alman «Das Ve-
getarische Universum» dergisi şu iddiayı öne sürmektedir:
«Yüzyılın son çeyreğinde Çin - Tibet sınırında Bayan
Kara - Ula dağları mağaralarında araştırma yapmakla gö­
revli arkeologlar binlerce yıllık, üzerinde çözümlenemez
işaretier ve hiyeroglif bulunan tam 716 tane disk ele geçir­
diler. Gramofon plâkları gibi olan bu disklerin ortalarında
birer delik vardır ve bu delikten çift iz, spiral halinde dis­
kin çevresine doğru uzanır.
«Bu izler ses çizgileri değildir: Çin'de ve dünyanın geri
kalan kısımlarında ele geçirilmiş ve gün ışığına çıkarılmış
en garip yazıdır bunlar. Bu yazıyla çözebilmek için uzman­
lar uzun uzadıya çalıştılar; bu işi ancak Çin arkeologları
başardı. Prof. Tsum Um Nui'nin başkanlığındaki araştırma
komisyonu 1963'de raporunu sundu ve rapor arşive kaldı­
rıldı. Rapor o kadar şaşırtıcıydı ki, Pekin Tarih Öncesi Aka­
demisi önce yayınlanmasını yasakladı. Sonunda izin verildi
ve araştırmaları yönetmiş olan Profesör, dört meslekdaşıy-
la birlikte, ortak çabalarının ürününü şu başlık altında ver­
di:
«Disklerde belirtildiği gibi, 12.000 yıl önce varolan uzay
gemilerine ait iz biçimi yazı.» Raporun bütünü Pekin Aka­
demisi ve Formoza Taipey'deki tarih arşivlerinde korunmak
tadır.
21
Prof. Zaitsev devamla şunları söylüyor:
«Olay ancak kökenimizi aydınlatabilecek şeylerle yüz
,yü2e gelmekten kaçınan kişilere garip ve rahatsız edici
geliyor, Çünkü taş levhalarda, günümüzden 12.000 yıl ön­
ce, halklarından bir grubun, bu sistemin üçüncü gezegeni­
ne düştüklerini anlatıyor. Uçakları bu dünyadan ayrılacak
yeterli gücü yitirmişti. Uzak ve erişilmez dağ'arda yok edil­
mişlerdi. Yeni bir uzay aracı yapacak malzeme ve aracı bu­
lamamışlardı.
«Daha çok bilgi edinmek amacıyla diskler, üzerindeki
her türlü kabuktan dikkatle temizlendiler ve Moskova’ya
gönderdiler. Orada Sovyet bilginleri iki son derece önemli
keşifde bulundular. Birincisi: Disklerin iç yapılarında çok
miktarda kobalt ve başka umulmadık elementlerin bulundu­
ğu anlaşıldı. İkincisi: Bu diskler sanki elektrik yüklüymüş
ya da bir elektrik akımına bağlıymış gibi, pek umulmadık
bir ahenkle titreştiği anlaşıldı.
«Burada Moskova'da bu olay biliniyor. Ancak bu olay
arkeoloji ve antropolojinin güçlüklerle kurulmuş kronoloji­
sine sokuşturulamayan pek çok olguyu kapsıyor. Bilim
dünyasındaki otoriteler, Bayan Kara-Ulayı ciddiye aldıkları
takdirde, kendi kuramlarının hatırı sayılır bir bölümünü at­
mak durumunda kalacaklarını biliyorlar.»
Bayan Kara - Ula dağlarının bazı mağaralarında, arke­
ologlar ve speologlar 12.000 yıl öncesinden kalma sıraya di­
zilmiş bir takım mezarlar ve iskeletler bulmuşlardır. Bu ka­
lıntılar, insansı görünüşte, çok büyük kafalı ve kalın ba­
caklı raşitist görünümünde yaratıklara aittir.
Mezar haline getirilmiş bir kaç mağarada bulunan du­
var kazıntılarında da başka şaşırtıcı özellikler vardır: Bun­
lar, Güneş'in, Ay’ın ve yıldızların resimleridir ve aralarında
dağlık bir bölgeye, Dünya’ya yaklaşır gibi görünen bezelye
büyüklüğünde yuvarlacıklar küme küme serpiştirilmişlerdir.

22
3. BOLUM

DÜŞEN UFO'lar VE İÇLERİNDEN ÇIKARILAN UZAYLILAR

a — New Mexico’da Düşen UFO ve Uzaylı Cesetleri


1953'de bir hava kuvvetleri yüzbaşısı California Holly-
vvood'da bir Amerikan Alayı salonunda konferans verdi.
Kendisi, 30 m. çaplı bir uçan daireden 16 cesedi kaldırmak­
la görevli bir subay idi. Bu konuşmayı yedek subaylara üst
subaylarının talebi üzerine verdi. Konuşma Frank Scully ve
Gene Dorsey tarafından izlendi. Konuşmadan sonra Frank
Scully bu yüzbaşıyı Hollyvvood Hills'deki evine daha ayrın­
tılı açıklama için davet etti. Scully'in evindeki toplantı, Ge-
orge Smith, Gene Dorsey, bay ve bayan Harry Meyers,
Frank Scully, bay ve bayan George van Tassel, Scully kar­
deşler ve Alice Scully, Frank'ın eşi tarafından izlenmişti.
Bu toplantıda Hava Kuvvetleri Yüzbaşısı üstlerinin,
Scully'in evine gitmemesini ve bu olay hakkında tartışma­
masını ima ettiklerini söyledi, çünkü orada sadece siviller
bulunacaktı. Yüzbaşı Scully’in evinde ayrıntılara girmedi,
fakat, gecenin bitiminden önce Legion Hall'de söylediği her
şeyi kabul etti. [Bu Hava Kuvvetleri Yüzbaşısının ismini kul­
lanmıyorum, çünkü artık onun ismi olmadan bunu yapama­
yacağım. (G.V. Tassel)!
Uçan Daire içinden, haricen yanmış 16 ceset. Hava
Kuvvetleri yönetimi altında ölüm sonrası otopsi incelenme­
si için operatör ve patolo|istlere verilmişti. Bir kaç hafta

23
sonra operatörler beyinlerin ikisini Giant Rock Havaalanı­
na getirdiler ve karım ile ben, bir kaç saat onlarla (opera­
törlerle) konuştuk. Bu iki sivil zeki operatör, 16 beyinin ana­
lizlerinden, cesetlerin en gencinin 350 yaş dolaylarında ve
en yaşlısının 700 yaşında gösterdiğini söylediler. Bu durum,
yeni doğan bir çocuk ile 65 yaşındaki yaşiı bir kimsenin be­
yin dokularını kıyas vasıtasıyla tesbit edilmişti. Beyin yaş­
landıkça kesif doku birikmektedir. (Bkz: Res. 2)
Bu beyin operatörlerinin raporu üzerine, olay karşısın­
da şaşıran ağız operatö'leri, sağlığı bozulmamış ve diş te­
davisi görmemiş, 16 takım yetişkin dişini incelediler. Aztek,
New Mexico uzay gemisi kazası, halkın bildiği birkaç olayın
biridir. 1954’e kadar UFO’lar üzerine diğer (olayların) güven
verici olmadıkları hatırlardadır.
(Ref: 14)
Daytona'daki (Ohio) VVright - Patterson Hava Kuvvetle­
ri Üssü’nün derin kadavra donduruculu muhafaza bölümün­
de 29 yıldan beri ölü ufonotlar (uzaylılar) saklanmaktadır.
Haziran 1948'de Mojave çölünde (California) esraren­
giz bir düşüş meydana geldi. Amerikan Hava Kuvvetleri böl­
geyi derhal abluka altına alarak kapattı ve gözlemcilerin
filimlerinin de hepsine el kondu. Olay resmî olarak kabul
edilmedi.
Çiftliği, düşüş bölgesi yakınında bulunan üniversite
profesörü Robert Carr, cismin şüphe götürmez olarak bir
UFO olduğunu ileri sürmektedir. Olayın bir çok gözlemci­
leri ile konuşan Carr ayrıca araştırma birliğinden bir gene­
ralle de görüştü. Aşağıda profesörün ifadeleri bulunmakta­
dır:
«Bcyları 90 cm.'den 120 cm’e kadar olan 16 ölü yaratık
bir uzay gemisinin kenarında bulunmuştur. Yaratıklar bü­
yük bir olasılıkla kırılan bir lumbozdan dolayı ortaya çıkan
ani bir basınç düşmesi ile ölmüşlerdir. Kanlarının terkibi in­
sanlarınki ile aynıdır. Bu aynılık kromozomlar için de geçer-
lidir.
24
Res. 2 — Uzaylıların Öldüğü UFO Düşmesi.
25
«Doktorlar otopsi sonucu ufonotların beyinlerinin 400-
tien 500 yaşma kadar olması gerektiği sonucuna vardılar.
Doktorlar, bu yaşlı beyinlerin, yaklaşık 30 yaşında oldukla­
rı hesap edilen vücutlara nakledilmiş olabileceği kamsın-
dadırlar. Fakat dünya dışı varlıkların dünya ölçüleriyle kı-
yaslanamıyacak yaşlara ulaşmaları da mümkündür.
«Cesetler DGytona'ya götürülmüş ve dondurulmuştur.
Hasara uğramış olan UFO, bulunduğu yer gizli tutulan bir
yeraltı hangarına taşınmıştır.
«UFO - düşüşünün sebeplerine ilişkin yalnızca çeşitli
tahminler ileri sürülmektedir. Bunlardan biri [ateş açılmak
suretiyle] uzay gemisinin düşürüldüğü şeklindedir ki bu ola­
naksızdır.
«Çünkü sayısız haberlerden çıkan ortak sonuçlara gö­
re, UFO'lar teknik bakımdan dünya uçaklarından kat kat
üstündürler.
Çok mümkündür ki, UFO kazasına bir manevra hatası
yol açmıştır.»
(Ref: 7)
1968 yılı 11 Aralık günü, Arjantin Üniversitesi Rektör­
lerinden Prof.. Pedrt> Romaniuk, Buenos Aires'de, «Associ-
ation John Kennedy» kulübü üyelerine verdiği bir konfe­
ransta şu açıklamalarda bulunmuştur:
«A. 3. D. New Mexico'y<3 bir uçan daire düşmüştür. En­
kazın arasında ufak tefek insanların cesetleri bulunmuştur.
Gerek enkaz gerekse cesetler incelenmek üzere bilinme­
yen bir yere gönderilmiştir. Enkazı, Amerikan savaş uçak­
ları bulmuştur. Düşme nedeni bilinmiyor. Uçan dairenin koz­
mik bir güçle hareket ettiği saptanmıştır.
Amerikan makamlarından bu konuda kesin bir aydın
iatma edinmek mümkün olamadı. Bildiğim kadarını Meksi­
ko Üniversitesi'ndeki bir arkadaşımdan öğrendim. Düşen
uçan daire uçaklar tarafından bulunmasından önce, üç kişi
tarafından görülmüş ve resmi çekilmişti. Bu amatör fotoğ­

26
rafçılar, çektikleri resimleri resmî makamlara vermemiş,
Meksika Üniversitesi'ne satmışlardı. Resimler halen Üniver­
sitede bulunmaktadır. Ve bunların gerçeklilikleri şüphe gö-
türmemektedir.»
Bu haberin doğruluğundan kuşku duyulamaz, çünkü
alındığı kaynak, Fernando Lopez, Instituto ve Etnografia
Americana, Üniversidad Nacional de Mexico'dur.
(Ref: 10)

b — Heligoland Adası’na Düşen UFO ve Uzaylıların


Cesetleri
Kuzey Denizi'nin Almanya sahilleri açıklarında ufacık
bir adada, Pasifik Okyanusu'ndaki hidrojen bombası patla­
malarının bir uçan daireyi dünyaya düşürüp düşürmediği­
ni tesbit etmek üzere gizli bir araştırma sürdürülmekte­
dir. Ön bulgular, yakın zamanda, Oslo Norveç’te, emekli
bir Norveçli bilim adamı olan ve araştırmacıların daha
şimdiden bazı şaşırtıcı keşiflerde bulunduklarını söyleyen
Dr. Hans Lersen Loberg tarafından açıklanmıştır.
Uçan daire, İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanlar’ın
bir U— gemisi üssü olarak kullandıkları ufak bir ada olan
Heligoland bir kara noktacığı olduğu için Dr. Loberg, H—
bombası infilakları uçuşu imkânsız kılan atmosfer basıncı
şartları yarattığı zaman diskin yeryüzüne yönelmeye zor­
landığına inanmaktadır.
Büyük bir sadme meydana gelmediğinden araştırma­
cılar uçan dairenin cihazlarının çoğunu işler vaziyette bul­
dular. Geminin çevresinde, yerde, hepsi de tanınmayacak
bir halde yanmış olan yedi erkek bedeni bulunmuştu. Bu
kişiler, bu acayip uçan aracın içindeki yolcular olabilirler­
di de olmayabilirlerdi de.
Uçan dairenin çevresinde bulunan yedi adet kömür­
leşmiş bedenin kimlikleri henüz belirlenmemiştir.
Giysileri tamamen yanmıştı ve bu kimselerin, aracın

27
içindeki yolcular mı yoksa aceleyle aracın iyice yakınına
yaklaşan Heligoland sakinleri mi olduklarını belirleyecek
hiçbir ipucu da mevcut değildi. Tuhaf olanı, bu yedi kişinin
hepsinin de yirmibeş otuz yaşları arasında ve aynı boyda
— 1.70 m. kadar — görünmeleriydi, Hepsinin dişleri mü­
kemmeldi.
Araştırmacıların teorisi şöyledir: Bu yedi kişi, inmek­
te olan aracın içinde yanmış olan yolculardı. Yangına,
muhtemelen, uçan dairenin hava geçirmez şekilde kapalı
olan (hermetically sealed) kabini içindeki atmosfer ba­
sıncı şartlarında meydana gelen ani değişiklikler yol aç­
mıştır.
Yedi ceset de iniş sadmesinin etkisiyle, aracın tepe­
sinde bulunan bir kapaktan dışarıya fırlamış olabikrlerdi.
(Ref: 11)

c — Rusya Taşkent'te Düşen UFO ve Göldeki Uzaylı


Cesedi
Taşkent yakınlarında, bir çocuk; ovalimsi bir cisim
görmüş, ama onun tarifi Savyenko ve kampçı çocuklarm-
kinden farklı. Daha çok klasik UFO tipinde. Gene de mü-
şahadesi yayınlandı. Çocuk henüz oniki yaşındaydı. Sov-
yetlerdeki çocuklar kurgu bilime karşı büyük ilgi duymak­
tadırlar. Cismi gören yalnız o. Ayrıca cisimden adamların
indiğini iddia etmiştir. İki kilometre karelik bir göl kıyısın­
da olmuş bu olay. Sovyetler UFO ve uzaylılar konusunda
son derece ihtiyatlı hareket etmektedirler. Böyle bir göz­
lem için de durum aynıdır. Yöresel gazetelerde yayınlan­
masına rağmen bilimsel dergiler dikkatli hareket etmekte­
dirler. Az zaman sonra, bir oduncu, Alyuş Folis karakolu­
na giderek (Taşkent civarında gölden 8 kilometre uzak­
lıktaki bir köy) ormandaki açıklık bir yerde çalışırken gökte
madeni bir düz cisim gördüğünü söyler. Önceleri herhangi
bir deneme aracı sandığı bu cisim giderek anlaşılmaz bîr

28
hale geliyor. Havada her yöne doğru düzensiz şekilde sal­
lanıyor. Havanın sakin olmasına rağmen, sanki girdaba ya­
kalanmış gibidir. Havanın esintisi böyle bir salınım yapa­
cak durumda değildir. Oduncunun ifadesi yazıldı.
Daha sonra ortaya başka bir tanık çıktı. Ayni saatler­
de şehire giden, ifadesi çocuk ile oduncunun ifadelerine
ters düşmeyen bir köylüydü bu. Moskova’dan gelen ve ci­
vardaki çimento fabrikası inşaatında çalışan bir mübadele
işçisiydi. Bütün bu ifadeler dikkatle araştırıldı, soruşturul­
du, karşılaştırıldı; küçük oğlanın sözleriyle uyum halin­
deydi: Cismin tarifi aynıydı hatta «anlamsızlığı» bile aynıy­
dı ve cisim sık sık o küçük göle dalıyordu.
Pazar günü balığa çıkan birisinin göl kenarında kısa
boylu, kurşuni derili ve kulaksız bir varlığın ölüsüyle kar­
şılaşmasına kadar, olay öylece kaldı. Bu andan itibaren
olayın üzerine bir karanlık perde çekildi.

Kıyıda bulunan varlığa hiç bir kimlik yükleyemeyiz. Ci­


varda kimse kaybolmamıştır, bu derece küçük boylu kim­
se de bilinmiyor, üstelik kulaksız. Zaten bu durum yeter.
Cesedin kurşuni renk alması suda uzun süre kalmasından
ileri gelebilir. Böyle boğulma vak'alarında her zaman gö­
rülmemesine rağmen...

Bu bilginin alındığı makale Özbekistan Bilimler Akade


misi Bülteni isimli dergide yayınlandı.
Bu makalede bir insan ya da varlık fotoğrafından da
söz edilmesine rağmen, bu resim yayınlanmamıştır. Bu
vak'a yalanlanmamıştır. Acaba hâlâ inceleniyor mu? So­
nuçlar gizli mi tutuluyor? (Makaleyi yazanın imzası yoktur.
Temmuz 1974 tarihlidir ve başka faydalı bilgiler ihtiva et­
mektedir.)
(Ref: 4)

29
d — Rusya Gürcistan’da Düşen UFO ve Uzay Deney
Yaratığı Cesedi

Kanada'nın tanınmış gazetelerinden Canadien Minuit,


1969 yılında şöyle bir haber vermişti:
«Bir başka gezegenden gelen ve canavara benzeyen
bir yaratığın kullanmakta olduğu uçan dairenin enkazı,
Gürcistanlı Vasili Dubinshev adında 43 yaşında bir köylü
tarafından bulundu.
«Rus polisine verdiği ifadeye göre, V. Dubinshev, sa­
bah saat altıda traktörle tarlaya giderken birdenbire gök­
yüzünde bir gürültü duymuş, başını yukarıya kaldırınca
120-150 metre yükseklikte hareketsiz duran bir uçan dai­
re görmüştür. Uçan dairenin çevresi yeşil, sarı ve kırmızı
ışıklarla bezenmiş bir haldeydi. Şaşkın köylü, uçan daire­
nin havada ne kadar kaldığını tayin edemiyor. Belki beş
dakika, belki de yarım saat. Ama sonra birdenbire UFO'-
nun hızla ilerlemeye başladığını görüyor. Uzay aracı ileri­
ye atılıyor. Bir an sonra yolun dönemecindeki bir küçük
tepenin arkasından bir patlama sesi duyuluyor. Gökyüzüne
mantara benzeyen renkli bir bulut yükseliyor.
Dubinshev, ifadesine şöyle devam ediyor:
«Hemen traktörü patlama noktasına doğru sürdüm.
Uçan dairenin geniş bir alana dağılmış parçaları, küçük te­
penin çevresindeydi. Parçalar beyaza çalar renkte bir ma­
denden yapılmıştı. Derhal polise haber verdim.»
Polis olay yerinde yaptığı araştırmalar sırasında, kü­
çük tepeye yakın ormanın içinde ölü bir yaratık bulmuştu.
Bu, insandan ziyade bir sürüngen canavara benzeyen can­
sız gövde, derhal emniyet altına alınmıştı. Ayrıca kaza ye­
rindeki parçalar ve toprak üzerindeki toz kalıntılarından
bir kısmı toplanmıştı. (Bkz: Res. 3)
Yaratığın boyu 132 cm. dir. Duruşu insanı biraz olsun
andırmaktadır, Boynu çok kısa, kirpikleri ve gözleri yuvar-

30
Res. 3 — Uzay Deneme Yaratığı.

laktır. Başında saç yoktur. Burun küçük bir delikten iba­


rettir. Ağız küçük ve yumuşaktır. İki kuiağı vardır. Derisi
kırmızı kahverengidir ve buruşuktur. Bütün vücudu ince
mavi damarlar kaplamıştır. İlgili resime bakınız.
Yaratığın üzerindeki giysiler yanmıştır. Belki a'e yara­
tık, UFO daha infilâk etmeden kendini dışarı atmış, muh­
temel bu amaç için otomatik bir düzenden yararlanmıştır.

31
Ölüm nedeni düşmeden olabilir, dünya havasına uyum
gösterememekten de.
Yaratığın hücre yapısında karbon mevcut değildir. Bu­
na karşılık bol miktarda silikon bilginlerin dikkatini çek­
miştir, Silikon, silisyum ürünüdür. Deri yapısı bol miktar
da Azot ve Helyum emmeye uygundur. Bilgin er bu özellik­
te bir yaratığın 1000 fahrenhayt isi derecesinde bulunan
ortamlarda yaşayabileceğini tahmin etmektedirler. Örne­
ğin Venüs Planetinde.
Bilimsel araştırmaları yürüten Dr. Fyodor Petrov; «Ya­
ratığın dünyamızdan çok daha sıcak bir gezegenden geldi
ği» kanısındadır.
(Ref: 10)
e — Polonya’da Sağ Olarak Bulunan Uzaylı
Şubat 1S59'da Polonya gazetelerinde, örneğin VViezoor
Wybrzeza'da şu meaida bir haber çıkmıştı:
1959 yılının 21 Şubat günü, Polonya’nın Gdynia limanı­
na parlak bir objenin düştüğü görüldü. Bu olaydan birkaç
gün sonra Gdynia plajlarının bekçileri, yorgunluktan bitmiş
bir halde kendisini kumların üzerinde sürükleyen, erkek
olduğu aşikâr olan tuhaf bir kişiye rastladılar. Bilinen hiç
bir dilde konuşmuyordu ve üzerinde bir tür «üniforma»
vardı; yüzünün ve saçlarının bir yanı yanmış gibiydi. Üni­
versite hastahanesine götürülerek, tecrit edildi ve incelen­
meye başlandı. Hemen anlaşılmıştı ki, üniforma’sı hiçbir
şekilde açılamayan bu varlığın giysisini üzerinden çıkart­
mak imkânsızdı. Bu giysi, yün ya da deri gibi alelade bir
maddeden değil de, özel aletlerle ve ancak büyük çaba­
lardan sonra açılabiien bir metalden yapılmıştı. Doktorlar
bu «hastanın» uzuvlarının bizimkilerden çok farklı oldu­
ğunu farkettiler: bu tür bir kan dolaşımını ilk kez görü­
yorlardı ve el ve ayak parmaklarının adedi de normal de­
ğildi. Kolundaki bir tür pazubent çıkarılıncaya değin ha­
yatta kalan dünya-dışı zeki varlığın «cesedi» incelenmek
üzere Rusya’ya gönderildi. (Ref: 16)
32
4. BÖLÜM

UZAYLILAR VE ÇOK YAKINDAN ÇEKİLMİŞ RESİMLERİ

a — Amerika'da, Polis Memurunun Resmini Çektiği


Uzaylı
Alabama, Falkville'den Jofrey Greenshavv 17 Ekim
1973'te polis revirindeki yazı masasında oturuyordu. Bir ba­
yan 22.15’e doğru büyük bir telâşla şunları haykırıyordu:
«Çabuk gelin! Şehrin batısındaki otlağa bir uzay gemisi
indi.»
Greenshavv UFO’larla ilgili bir cok yazılar okumuş,
fakat bu konuya devamlı gülmüştü. Ne de olsa görev gö­
revdir. Greenshavv derhal polaroid kamerasını aldı ve dev­
riye arabasına binerek, bildirilmiş olan bölgeye doğru yo­
la çıktı. (Bkz: Res.4)

Res. 4 — Greenshaw, Olay Yerini Gösteriyor.


33
Hiçbir şey yoktu, Polis tarlaların arasından geçen yol­
ların birinden diğerine dönüyordu. Tam dönmeyi düşünme­
ye başlamıştı ki farları, metalik parıldayan bir şekli gös­
terdi. Şekil yolun odasındaydı ve otomobilin geliş yönünde
hareket ediyordu.
Greenshavv derhal otomobilden indi, kamerasını ayar­
ladı ve iki fotoğraf çekti.
Polis daha sonra olayı şöyle anlatıyordu: «Yaratık oto­
mobilin 3 m. uzağına geldiği sırada durdu. Hiç bir çıkar
yol düşünemiyordum! Adeta bulunduğum yere çivilenmiş
gibiydim! Silahımı çekebilir miyim diye düşündüm. Hayır
buna gerek yoktu, şekil beni tehdit etmemişti. Arabaya
bindim, mavi ışığı ve sireni açtım.» (Bkz: Res. 5)
Sirenin sesi yaratığı korkutmuş olmalıydı, çünkü po­
lis bir kez daha baktığında, o kaçıyordu.
Greenshavv: «Vücudunun sol ve sağ yan kısımları çe­
şitli biçimlerde öne doğru hareket ediyordu. Ayakların al­
tında yay olduğunu düşündüm, çünkü her adımda 3 m.
mesafe kat ediyordu.»
Polis şekli izlemek için arabasına bindi ve onu ara­
mak üzere yeniden yola koyuldu. Arayıcı projektörü çeşitli
yönlere tuttuğu halde, şekli bir daha hiç göremedi. Sanki
yer yarılmış da içine girmişti. Yolların birçoğunu aradık­
tan sonra, polis revirine geri döndü.
Orada resimleri meslekdaşlarına, kardeşine ve bir ga­
zete muhabirine gösterdi. Gece çekilmiş olan fotoğraflar­
da, parlayan bir şekil görülüyordu, fakat konturlar belirgin
değildi. (Bkz: Res. 6, 7, 8, 9)
Greenshavv her taraftan alayların hücumuna uğradı.
Uzaylıya ilişkin olay yaşamını oldukça etkiledi. Daha son­
ra polislikten istifa ederek marangozluk yapmaya başladı.
Kendisi şöyle demektedir: «Herkes bir yalancı olduğuma
inanıvor. Ayrıca dünya dışı uzay seyahatçilerinin gerçek­
likleri çoktan kanıtlanmıştır.»

34
Res. 5 — Metalik Elbiseli Uzaylı.

Greenshavv bu görüşünde yalnız değildir. Amerika'da


uzun zamandan beri, eğer isterse, hükümetin, bu türlü
varlıkların gerçekliklerini mükemmel bir şekilde açıklaya­
bileceği söylenmektedir.
(Ref: 7)
RIGHT ■Slvauldcr;
•l!. a r ta ' :
•Shoıil'cltr: F a rea r* :
l'. ar™ : Pal™ :
Far m r a :
■Vain • : ■ S h io î
-Sfcank :
■Sk in
.Shaok ı.rPOC î le 5 t
•Ser a i d i i n g ü ?15
>Foyr

Res. 6 — Uzaylı 18 m. Ötede.

RIGHT LEFT

Res. 7 — Uzaylı 7 m. Ötede.


Res. 9 — Uzaylı 3,5 m. Ötede.
b — Amerika'da, Ronnie Hill'in Resmini Çektiği
Uzaylı
Kuzey Carolina'da Pamlico Country denilen bölgede
oturan ve amatör bir fotoğrafçı olan Ronnie Hill'in başın­
dan geçen uçan daire olayı da ilginçtir. Olayla ilgili olarak
çektiği fotoğrafların gerçek olduklarını profesyonel fotoğ­
rafçılar doğrulamışlardır,
1967 yılı 21 Temmuz öğleden sonra Ronnie evlerinin
arkasındaki avluda çalışmaktaydı. Olayın devamını şöyle
anlatıyor:
«Burnuma gaz kokusu geldiği zaman, gözlerim de ya­
şarmaya başlamıştı. Etraf oldukça sökin ve sessiz. Halbu­
ki her zaman çevreden kuş sesleri, köpek havlamaları du­
yulurdu. Fakat bunların hiç biri duyulmuyordu. 15 dakika
kadar sonra kulağıma gelen bir vızıltıyla başımı kaldırdı­
ğım zaman havada acaip bir şey gözüme ilişti. Siyah fötr
şapka gibi bir şey. İlk gözüme çarpan bu olduysa da, iaz
sonra bu siyahlığın etrafında beyaz bir küre bulunduğunu
da anladım. Sanki 9 feet (270 cm.) çapında bir futbol topu
gibi havada asılıydı. O anda nasıl olduysa yere yıkılmışım.
Kafamdan binbir türlü şey geçiyordu. Bu gördüğümü di­
ğerlerine anlattığım zaman, kimsenin inanamayacağı ak­
lıma geldi. Kendimi toparladığım gibi kameramı almak için
eve koştum. Gördüklerimi evdekilere hemen anlatacak za­
manım yoktu. Evin arkasına döndüğümde, beyaz küre
yerdeydi. Oraya geldikten beş saniye kadar sonra kulak­
larımı rahatsız eden bir gürültüyle birlikte kürenin içinden
120 cm. kadar boyunda insanımsı bir yaratık çıkmıştı. Ne­
fes bile alamıyordum. Bu yaratık sağ elinde siyah huniye
benzer bir şey taşımaktaydı. Bu huniyle yerden toprak
alır gibi yaptı, sonra onu kalça hizasına kadar kaldırdı, ge­
ri döndü ve içinden çıktığı aracın arkasında kayboldu. Az
önce duyduğum gürültünün ardından küre mavi bir ışık çı­
kararak havalandı. Az soma yukarıda daha büyüğü gö-

38
Res. 10 — Kısa Boylu Uzayii.

rüntiü. Bu gemi, küçüğünü içine aldıktan sonra büyük bir


hızla ağaçların tepesini aşarak gözden kayboldu.» (Bkz:
Res. 10)
Ronnie’nin acayip yaratık diye isimlendirdiği uzaylı
ona 4.5 metre kadar yaklaşmıştı. Ronnie'nin çektiği fotoğ­
rafta köşelere doğru fark edilen mavi sis diğer uçan daire
fotoğraflarında da rastlanan bir husustur. Buna sebep-,
araçtan çıkan radyasyon ve aktinik ışınlar olduğu söylen­
mektedir. Ronnie'nin bahsettiği huni şekilli siyah cisim,
uzaylının sağ elinde fotoğrafta görülmektedir. Yine onun
tarifine göre, adamın üzerinde metalik renkli, vücuda tam
olarak oturan bir uzay elbisesi vardı ve başının rengi yeşi­
limsi maviye çalıyordu. Gözleri ayrık, belinde siyah ke­

39
mer vardı. Bu zamana kadar Ronnie uçan dairelerle ilgili
hiç bir yazı okumamış ve resim de görmemişti.
(Ref: 10)

c — İngiltere'de Cedric Allingham'ın Temas


Kurduğu Uzaylı
Cedric Allingham 1922’a'e Bombay'da doğmuştur. Bir
tekstil fabrikatörünün oğludur. 10 yaşına kadar özel ders
alarak yetişmiş, ancak bundan sonra harasının Durban
yakınlarında bir yer satın alarak sakin bir hayat yaşama-
sıyle beraber Allingham tahsiline Güney Afrika’da ve In­
giltere’de bazı okullarda devam etmiştir. On yedi yaşına
basmasıyla beraber ağır bir hastalığa tutulan Cedric Al­
lingham bir sanatoryuma yatmaya mecbur kalmış ve iki
yıl hasta yatmıştır. Bundan sonra 1941'de Orta Doğuya
geçmiş ve İkinci Dünya Sayaşının büyük bir kısmının ken­
disini mecbur bıraktığı kaderle başbaşa geçirmiştir. İşte
bu zaman zarfında Astronomiyle ilgilenmeye başlayan Al­
lingham harpte ebeveynlerinin ölümünden sonra arabası
ve bir ev gibi kullandığı römorkörüyle İngiltere'ye ve Avru­
pa’ya doğru seyahat etmeye başlamış ve bu sıralarda bazı
macera romanları yazarak, kuşların yaşantı ve gözlemleri
ile ilgilenerek hayatını idame ettirmiştir. Bundan sonra
Yorkshire'de küçük bir ev almış ve bundan böyle kendisi­
ni çok ilgilendiren Astronomiyle fazlasıyle ilgilenerek, al­
dığı aynalı teleskobuyla Ay'ı ve planetleri gözlemeye baş­
lamıştır.
Böylece kısa bir zaman sonra Ufoloji sahasında yeni
adımlar atacak ve 1954'te Californiya'ya yaptığı seyahat­
lerde Lossimouth'da ilk direkt karşılaşma ve görüşme
meydana gelecektir. Cedric Allingham uzaylı varlıkla olan
temasını ve gözlemlerini «Merih’ten Uçan Daireler» isimli
bir kitapta yayınlamıştır.
Allingham, Merihli ile irtibatını şöyle anlatmaktadır:

40
«İlk defa uçan daireler 24 Haziran 1974'de Arnold isimli
bir Amerikan iş adamı tarafından görülmüşlerdi. Yazısının
ilk muhtevasında uçan dairelerden korktuğunu Ve bir da­
ha gelmemelerini temenni ettiğini yazıyordu. Ama altı ay
sonra Fort Knox’da adeta bir trajedi oynandı. Bu sıralda
ben de uçan daireler üzerinde hataya düşmemek amacın-
daydım ve bu konuda bir kitap okuyordum, Şimdi George
Adamski’nin yaşantısının yanında benim uçan dairelerin
henüz bilinmeyen tabiat fenomenleri ve birer fantezi ol­
duklarını destekleyen bir fikrim vardı. 7 Ocak 1948'de bü­
yük bir UFO, Godman Field adında biri tarafından bir Ame.
rikan Hava Üssü üzerinde görüldü.
Aynı uçan daire üssün hemen yakınındaki bir şehir
olan Fort Knox’ta da görülmüş ve zavallı bir kaç müşahit
de polis tarafından soruşturma yapılmak üzere tutuklan­
mışlardı. Madisonville’e 150 km. uzaklıktayken ise yüzler­
ce insan tarafından görülmüşler ve artık tamamen gerçek
oldukları anlaşılmıştı.
Çünki olaylar gösteriyordu ki görünen nesneler, bulu­
nan şart ve ortamlara göre kullanılan objeler değillerdi ve
bu konu üzerindeki düşünceler de bunların hava balonları
v.b. olmadığı üzerineydi. Üstelik Godman Field de uçan
daireyi herkesin gördüğü hat üzerinde görmüştür. Sonun­
da orada bulunan komutanlığın emriyle bu objeyi Kaptan
Mantell F—51 tipi bir uçakla takibe koyulmuştu. İşte ken­
disinin hava üssüne bildirdiği rapor aynen şöyledir:
«Obje benim aracımdan aşağı yukarı yarım misli sür’-
atie uçuyordu. Ben de daha iyi gözleyebilmek için daha ya­
kınına yaklaştım. Obje şimdi direkman benim sürat farkımı
kapadığı gibi yine benim yarım mislim bir sür'ate yükseldi.
Büyük yapılı ve metalimsi bir parlaklığı vardı. Şimdi artık
yükseliyor. Benim sür'aîimde 360 mile çıktı (579 km). 20.000
ayakta uçuyorum. (Tahminen 7.000 metre). Yanıma yakın
uçmadığı takdirde onu avlamam imkânsız. Saat 15.15. Bu

41
son rapordu, çünkü kontrol kulesiyle ve telsiz istasyonu/
la, irtibatı kesilmişti. Bir müddet sonra uçağının enkazı Forl
Knox'da bulunmuştu. Daha sonraki araştırmalar ise Kap­
tan Mantell’in 7.000 metre üzerine çıkıp, aletdeki arıza ne
deniyle oksijen yetersizliğinden kuvvetsiz kalarak kontrolü
kaybettiğini ve yere düştüğünü bildiriyordu. Objenin kim­
liği ise anlaşılamamış ve kimse bir daha görememişti. Ay­
nı gün, aşağı - yukarı iki saat kadar sonra Colombus, Ohio
ve Lockbourne Hava Limanında da müşahitler çok acayip,
imkânsız bir fenomen görmüşlerdi. Bunlar da objenin yu­
varlak veya oval olduğunu, ancak saatte 800 km bir farkla
normal seyreden bir C—47 uçağını rahat rahat aşabile­
cek sür'atte olduğunu kaydetmişlerdi. Louckbourne'nin
kontrol kulesi de objeyi 20 dakikadan daha uzun bir müd­
det gözlemişti. Gözlemciler onun beyazdan itibaren bir­
çok renklere kadar ışıdığını ve acaip bir ışık izi bıraktığı­
nı, bu izin objenin beş defa büyüklüğünde olduğunu bil­
diriyorlardı. Başka bir söylentiye göre de obje sanki dal­
galanır gibi hareket ediyor, yere yaklaşıyordu, hatta bir
kere yere bile deymişti. Kimse en ufak bir gürültü duyma­
mış ve obje de gittikçe görülmesi zorlaşarak yok olmuştu.
Bir çok meraklı, uçan daireler hakkında bilgi toplamak için
araştırmalar yaptılar. Objenin Venüs’ten gelmiş olabile­
ceğini söylüyorlardı. Böylece Venüs hususunda birçok teo­
riler açıklık kazanıyor, ama bir süre sonra unutuluyorlardı.
Venüs bazen gündüzleri de görünür. Ancak hiç bir zaman
kesin olarak karanlık basmadan pırıl pırıl gözükemez. Bu
hadiselerden sonra da gözler Venüs'e döndü ve büyük dik­
katler sarfedildi. Ama askeri üsler insanların gördüğü pek
çok şeylerin çeşitli sebeplerden ileri geldiğini izah etmeye
çalışıyorlardı. Bunların içinde popüler olmuş bir izah tar­
zı da bilhassa kozmik ışınlar veya hava balonlarıdır. Ancak
pilot Mantell’in takibi sırasında bir balon avlamaya uğraş­
tığını ve bundan metal formlu, büyük yapılı, ağır bir cisim

42
diye bahsettiğini düşünürsek bütün okuyucular herhalde bu
açıklamalara kesinlikle inanmıyacaklardır. v
«Sonunda Harvart Üniversitesi Asrofizik Profesörü Dr.
Menzel'de şu açıklamayı yaptı. Bir obje güneş yakınların­
dan geçmiş ve böylece güneş ışınları gayet parlak olaraK
yansıyarak bir uçan daire gibi görünmüştü. Fakat demin
de yazdığım gibi acaba hangi mantıklı insan bir kaptan pi­
lotun güneş yakınındaki bir objeyi metalden bir nesne ola­
rak görerek avlamaya kalktığına inanabilir? Ve yine hangi
sıhhatli insan bu cismi çok yakında gördüğünü söyliyebi-
lir, Godman Field, Fort Knox ve Madisonville uçan daireyi
dakikalarca görebilmişlerdi. Bütün bunlardan dolayı biz yi­
ne hava gemisi teorisine dönelim ve çözülmesi gereken iki
soruya bakalım. Bu obje nereden gelmektedir ve Kaptan
Mantell neden bahtsızca ölmüştü. Son Aralık ayına kadar
ben ilk soru üzerinde Venüs diye cevap verdim ve bunun
üzerinde de artık düşünmedim. Epeyce bir zamandır Ufo'-
lar konusundaki katı inançlarım gittikçe yumuşamış ve
olumlulaşmıştı. Bence Kaptan Mantell kendi eceliyle öl­
müştü. Ya oksijen âletinde ya da kontrolda bir hata yap­
mış olabilirdi. Hiç sanmıyordum ki fena bir uzaylı varlığın
bulunduğu bir uçan daire tarafından öldürülmüş olsun.
Acaba dünyada bu konuların idrakine varabilecek kişiler
var mıdır. Eminim ki vardır. Ama bunun yanında da hâlâ
dünyanın düz olduğunu zannedenler de vardır. İşte onlar
için korkuyorum. Acaba onların da öğrenebilmek ümitleri
çok mu azdır.
«Ne zaman bir kimse bir gün komşu planetlerle bir ir­
tibat kurar, şüphesiz ki bu realitede George Adamski he­
men başta yer tutacaktır. Kat'iyyen Cedric Allingham değil.
Yalnız ben illüzyonları olmayan bir kimseyim, çünkü Me­
rih’ten gelen uçan daire ile olan raslantıma kadar bu ko­
nuda hiç bir bilgim yoktu ve tamamen çekimserdim. Sade­
ce tesadüflere teşekkür ediyorum. Benim bilinen bilgilerin

43
üstünde olan özelliğim başka bir planetten gelen bir zi­
yaretçi ile rastlaşmanın verdiği saadettir. Ve bu bence ta­
mamen doğrudur.
«1953 yılının Noelinden hemen sonra 1954 yılı başla­
rında İskoçyG'ya doğru seyahate çıktığımda, çoğunlukla
uçan daireler beni hiç ilgilendirmiyorlardı. Londra'da haf­
talarca ticaretle ilgili işler yapmıştım, şehir ve insanlar­
dan uzak, oyalayıcı bir manzarada bulunmak istiyordum.
Bir zamanlar harp başlamadan önce kalmış olduğum sa­
natoryumda iki sene kadar geçirmek zorunda olduğum za­
man sisli ve dumanlı Londra'nın havasından ayrı olduğum
müddette kendimi daha iyi hissetmiştim.
«Arabama takılı römorkumla, rahatça İngiltere boyun­
ca ve sınır üzerinden yola çıktım. Takriben Elgin’in kar­
şısına gelene kadar. Bu yolculuk esnasında kuşların yaşa
yışlarını etüd etmekten başka belirli bir planım yoktu. Ve
niyetim bundan sonra İskoçya'nın kuzey kısımlarına git­
mekti. Her zaman olduğu gibi de yine prensiplerime sadık
kalarak aşağı yukarı bir hafta kadar Lossiemouth’da kaldık­
tan sonra nitekim Londra’ya ve British Museum'a geri dön­
düm.
«18 Şubat sabahı, kafam kuşların yaşantıları ile ilgili
fikirlerle meşgulken kendimi Lossiemouth ile Buckie ara­
sındaki sahilde buldum. Bir kaç saatten beri yalnızdım.
Bu sırada benim gibi gezinen bir adam gördüm, Yeteri ka­
dar birbirimize yakın olmamıza rağmen onun bir balıkçı
gibi giyinmiş olduğunu seçebildim. Aşağı yukarı 10 daki­
ka kadar sonra saat 12.35’de uçan daireyi ilk defa gör­
düm. Görmeden ise onu duymuştum (sesini). Bir motor
gürültüsü vermiyordu, ancak kendine has, orijinal bir to­
nu vardı. Ne olduğunu anlamadan evvel onun belki de
nadir görülen büyük bir kuş olabileceği aklıma geldiğin­
den çok sevinmiştim. Hemen yukarı baktım. Yükseklerde
hiç de büyük kuşa benzeyen bir görüntü yoktu. Bu çok

44
değişik bir şeydi. Memleket seyahatlerine çıktığım zaman
daima yanımda iki şey taşırım. Bunlardan biri fotoğraf ka­
merası, biri de eski fakat iyi bir arazi dürbünüdür. Hemen
dürbünün gözlerinden bakmaya ve hayret etmeye başla­
dım, çünkü yukarıda gördüğüm obje ancak bir uçan dai­
re olabilirdi. Güneşte pırıl pırıl parlıyordu. Metalden ya­
pılmış şekli güneş ışığında gayet iyi belli oluyordu, Işıklı
olarak görünen ve bana doğru olan kısmının üst yapısı
ve pencereleri gayet belirli bir görünüşteydi. Ve şimdi o-
nun neden disk şeklinde anlatıldığını ve resmedildiğini an­
lamış oluyordum.
«Ben ona dikkatle bakmaya başladığımda yine kımıl­
damaya başladı. îlk önce yavaşça kımıldandı ve sonra
yükseğe ve kuzeye doğru gittikçe hızlandı.
Dürbünümü bıraktım ve arka arkaya üç poz resim
çektim. Zaman kaybettiğimi ve boşuna zahmet ettiğimi
biliyordum. Ben yalnız amatör bir fotoğrafçıyım ve maki-
nam da hiç bir fevkalâdeliği olmayan ucuz bir kameradır.
Ancak beklediğim ve sabırlı olduğum taktirde filmde leke
gibi bazı görüntüler çıkabilir ve gittikçe bunlar netleşe-
bilirdi. Saatime baktım ve sonra bu uçan © jjenin bir kro
kişini yapmaya koyuldum. Takriben yarım saat kadar
sonra yine olduğum yerde kalarak bir daha ayni şeyi gö­
rebilmek temennisi ile ayakta durdum ve havada aran­
maya başladım. Ama yeniden aynı imkân hasıl olmadı.
Ve uçan objeyi bir daha görecekmişim gibi kanaate sa­
hip oldum. Burada şu hususu belirtmek zorundayım ki;
bu anda Stephan Darbisfıire’nin Coniston’da uçan daire
görmüş olduğundan hiç haberim yoktu. Bu günkü gaze­
teler bu haberi vermişlerdi ama beni çak az ilgilendirdiği
için okumamıştım.
«Bundan sonra bulunduğum yerin yakınında mümkün
olduğu kadar kalmak üzere kahvaltı etmeye oturdum.
Tekrar ayağa kalktığımda saat 2.15’di ve kimse artık be­

45
ni kuşların ilgilendirmediğini düşünmüyordu. Yegâne ar­
zum yine uçan bir objenin gözlemi idi. Mümkün olduğu
kadar yakından. His ve sezgilerimin beni Adamski ve Dar-
bishire’nin ilk karşılaşmaları gibi şevkine dikkat etmeliy­
dim.
«Ben asla bir araştırma yapmıyordum. Kendiliğin­
den gelecek emirleri ve ruhsal uyaranları ve düşüncele­
rimin hazır olmasını bekliyordum. Bu zaman zarfında u-
çan daireyi görme arzusunu düşünmem sona erdi. O an­
da onun benden belki binlerce kilometre uzağımda oldu­
ğunu ve belki de henüz atmosferde olduğunu tahmin et­
tim. Bu tahminden dolayı sahil boyunca Lossiemouth yo­
lunda ve devamlı gökyüzünü gözlemleyerek gezintime
devam ettim. Bulutlar gittikçe sıklaşıyorlardı ama, yine
de havada kısım kısım mavilikler vardı. Yine tahminlere
başladım. Acaba bu uçan daire krokisi benim hafızamın
yaratmış olduğu bir fantazi miydi. Bir müddet bloknotuma
baktım, gerçekti çizdiğim taslağı görmüştüm..
«Saat 3.05'e doğru onu bir daha gördüm. İlk görü­
şümden daha yüksekte ve daha hızlı hareket halinde.
Dürbünüm iyi büyütüyordu. Şimdi iyi teşhis edebiliyor­
dum ve gayet iyi hatırlıyordum ki hareket halindeki açı­
sına göre yaptığım hesaplamaya göre yüksekliği 3.000
metre civarında olabilirdi. Fotoğraf çekebilmek için yine
bir araştırma yaptım ama filim uçan daireyi net olarak gös­
termiyordu. Bir kaç bulut civarını kaplamıştı. Hava tek­
rar açıldığı zaman cisim yok olmuştu. Bu anda aklıma
gelen ilk düşünce, belki direkt temas için şansım vardı.
Daha önceki haberler uzay adamiarının bazı yerlere ko­
nup, indiklerini şehir ve kasabalarda, köylerde dolaştık­
larını bildirmişlerdi. Adamski’nin Venüs’lü uzaylı ile olan
teması da California şehrinin kıyısında gerçekleşmiştir.
«Temennilerle dolu olarak yeniden bekledim ama yi­
ne dalmışım. Böyle bir hadiseye şahit olduğumun, nasıl

46
hakikat olabileceğine bir türlü akıl erdiremiyordum. Sa­
at 3,20'de yine ileriye, Lossiemouth'a doğru yola devam
ediyordum. Saat 3.30’da bulutlar aydınlık kısımlardan git­
tikçe uzaklaşıyorlardı ve ben devamlı gözlem içinde ya­
vaşça gidiyordum. 3.40'a, geceye doğru Lossiemouth'dan
tarafa döndüm ve hep yavaş gidiyordum. Bir daha onu
görene kadar tempomu hiç bozmadım. Saat 3.45’e doğ­
ru — Bu zamanda not almamıştım, çünkü bir kaç dakika­
dan fazla zaman geçmemişti. 3.45’te doğru yolda ve pren­
sibim dahilinde yürüyebilmek için yeniden not aldım— .
Bu sırada yine aynı orijinal tonu yine duydum. Uçan daire
denizden bana doğru geliyordu. Görünüşü hiç bir ters
hareket arzetmiyordu ve konmak istiyordu. Bir kaç yüz
metre yaklaştığı zaman motordan geldiğini tahmin etti­
ğim bir ses duydum. — Oysaki bu ses sezgisel ve sevk
edilmiş bir sesti. —
«Bir anda daha iyi resim çekebilmek için sanki oldu­
ğum yere bağlandım. Kameramı havaya kaldırdm ve arka
arkaya bir kaç poz çektim. Cisim bana doğru gelmektey­
di. İki saniye sonra metal parçaların parlaklığı gittikçe mat­
laşarak yumuşak bir şekilde yere kondu. Bu tamamen yeni
bir şeydi çünkü Adamski'nin astronefi (UÇAN DAİRE) ye­
re konmamış bilâkis yerden bir metre kadar yüksekte
durmuştu. Stephen Darbishire’ın astronefi de aynı şekilde
yere değmemişti.
«Hareket halinde muhteşem bir taşıma aracıydı. Ve
üst yüzeyi bizim uçaklarımızın erişemiyeceği parlaklıkta,
gıpta edilecek bir şeydi. Aşağı yukarı 16 metre çapında,
7 metre yükseklikteydi. Muhafazası, aşağı kenarı ve üst
kubbesi bir kaç parça metalden monte edilmişti. Ben bi­
razcık olsun lehim noktalarını ve civatalarmı keşfedeme­
dim. Hangi metalden yapılmış olduğu hakkında bir şey
söyliyemem. Rengi ve parıltısı cilâlanmış bir alüminyum gi­
bi değildi. İki gurup oda pencereleri vardı. Üzerinde kü­

47
çük bir flanş olan bir orta kısım mevcuttu. Üst yapısının
üzerinde çubuğa benzer bir çıkıntı vardı. Bu bana para­
tonerleri hatırlatıyordu. Her yanı kurşuni görünüşte silgi
gibi elastiki bir metalden yapılmıştı.
«Adamski bir uzaylıyla ilk karşılaşmasında hislerini
şöyle ifade etmişti: «Bir ufak çocuğa karşısındaki kimse­
den gelen bir şevkat, rahatlık ve büyük bir sevgi gibi his­
ler içime geldi». Ben böyle hisleri bana tavsiye ettiklerini
söyliyemezdim, ama biliyordum ki, bu düşüncedeydim. Bu
tasavvurumun bir başka dünyadan olan kimseyle olan kar­
şılaşmamda aynı şekilde cereyan edeceğini zannediyor­
dum. Astronefe yaklaştığım zaman, aşağı kısımdan geri­
ye açılıp kapanan bir kapı çıktı ve bir adam çevikçe yere
sıçradı.
«O bana doğru gelirken, elimi kaldırdım ve onu selâm­
ladım. O da aynını yaptı. Ondan sonra o da, ben de oldu­
ğumuz yerde bir an dikildik Ve birbirimize baktık. Tabii
sonra ikimizde harekete geçtik. O muhtemelen çeşitli tip ­
lerde dünya insanları görmüştü, ama ben ise bir uzaylıyı
ilk defa görüyordum. Ben 1.77 boyundayım. O daha uzun
boylu idi. Aşağı yukarı 1.83 kadar olduğunu söyleyebili­
rim. Dünyadaki kimselerin tasavvur ve tahmin edebileceği
yaşı 30 - 32 idi. Saçı benim saçım gibi kahverengi idi ve
kısaydı. Yalnız cildi hissedilebilecek önemlilikte bir tona
sahipti. O dünyadaki elbiseler tipinde bir elbiseyle olsaydı
onu bir İngilizden ayırd etmek zor olurdu. Fizik olarak ay­
nıydı yalnız giyinişi benimkilerden çok farklıydı. (Bkz:
Res. 11)
«Zamanımızda macera romanlarında uzay gemilerin­
den bir çoklarının planetten planete uçmaları hakkında,
karikatürlerde bir çok parçalar vardı. Gariptir ki bu yazar­
lar bile uzaktan gelen hakikatlerin yaklaşmasına kâfidir.
Çünkü hakikaten uzaylıların araçları bu yazı ve romanlar­
da tasvir edildiği gibidir. O boğazından ayaklarına kadar

48
Res. 11 — Merihli ve Uzay Aracı.

yekpare bir elbise giymişti. Ancak yalnız elleri serbestti.


Ayakkabıları bizimki gibi giyilen cinsten şeyler olmadığı
.ipin ayaklarının şeklini bütün dikkatimle bakmama rağmen

49
anlayamadım. Yalnız üzerinde flexibles gibi bir maddeyle
izole ediimiş bir gömleği hatırlatan bir şey de vardı. Uzay
adamının burnunda solunumla ilgisi olduğunu zannettiğim
bir şey vardı, Bunlar her iki burun deliğinde de bulunan bir
metal parçayla birbirine bağlantılı ince borucuklardı. Be­
raber bulunduğumuz müddetçe de bizim oksijenli havamızı
hep burnuyla teneffüs etti ve ağzından hiç nefes almadı.
Herhalde bu kullandığı solunum cihazının bir fonksiyonuy­
du. Kafamdan çeşitli düşünceler geçiyordu. Burada bu Ufo-
nun sırrı hakkında bir şeyler bulabilmek gibi büyük, altın­
dan bir hakikat vardı. Kendi kendimden dilediğim tek şey
daha önce bildiklerimi hatırlayarak düzenli bir soru listesi
yapabiimemdi. Lüzumsuz şeylerle vakit sarfetmekten ve bel
ki de elime geçen bu şansı yitirmekten çok korkuyordum.
Yalnız kendim için değil, bütiin dünya insanları için entere­
san birşeyler öğrenmeliydim. Acele George Adamski nin
başından geçenleri düşündüm. Olay neydi? Ortaya ilk kon­
ması gereken şey uzaylının nereden geldiğiydi. Gökyüzü­
nü gösterdim ve soru sorar gibi bir eda takındım. Kendisi
dosthane gülümseyerek başını sallıyordu. Çok değişik bir
gülümsemeydi bu. Hiç bir dünya insanının tam mânâsıyla
anlatamıyacağı gibi gözleri ve dudakları ile aynı anda gü­
lüyordu, Bloknotumu uzattım ve bir taslak çizdim. Tasla­
ğın ortasına güneşi oturttum ve ve tam olarak .anlaşılması
için de etrafına çizgiler çizerek ışınları gösterdim. Yuvar­
lak olarak aynı yol üzerinde üç tane şekil çizdim. Bunlar
Merkür, Venüs, ve Dünya’yı ifade ediyorlardı. Bunlardan
üçüncü şekli ve daha sonra kendimi gösterdim. Başını sal­
ladı. Sonra ikinci daireyi ve onu gösterdim. Benim ne an­
latmak istediğimi anladı ve hayır şeklinde başını kaldırdı.
Demek Venüs değil, şekli bir kere daha göstererek Venüs
dedim. Venüs diye tekrarladı. İlk defa sesini duymuştum ve
kat’iyetle anladım ki, bu dünyada doğmuş biri değildi. An­
latılması benim için çok zor olan bir ton farkı vardı.

50
Boğazdan gelen bir ses gibi değildi. Üçüncü bir kere
daha taslağımda Venüs yuvarlağını gösterdim ve üçüncü
defa başını kaldırdı. Araştırmaya devam ederek Mars'ı
(Merih) belli etmek için dördüncü bir şekil çizdim ve ken­
disine göstererek Mars dedim. Hemen başını eğdi. Aynı an­
da ben de Adamski'nin ziyaretçisinin neden değişik form­
da olduğunu, aynı sistemde yapılmış olmasının gerekdiği-
ni idrak ettim. O başka bir planetten geliyordu. Öyleyse
Mars’da da yaşayanlar vardı ve sistemimiz içinde seyaha­
ti başarmışlardı.»
(Ref: 1)

d — İtalya'da G. Monguzzi'nin Resmini Çektiği Uzaylı


İtalyan Edison Derneği'nin bir üyesi olan Mühendis,
Giampiero Monguzzi, Milano yakınındaki Monza'da çalışı­
yordu. 1952 yılının 31 Temmuz günü karısıyla birlikte Ber-
nina Dağlarfna tırmanma gezisine çıktı. Bir sabah, saat
9.30 sularında ikisi birden bir buzulun üzerinde duran ve,
bir tür Amerikan uydurmacısı anlamına geliyor diye o ana
kadar alay ettikleri bir deyim olmasına rağmen ancak ‘u-
çan daire’ deyimiyle adlandırabilecekleri bir nesne gördü­
ler. Her ikisi de buzulun, objenin bulunduğu tarafın karşı­
sına rastlayan yakasında duruyorlard. Monguzzi, buzulun
karşı yakasına geçerek o nesneye yaklaşmayı çok istedi.
Fakat, son derece ürkmüş olan karısı kendisine engel olun­
ca Monguzzi de olduğu yerde kalarak yedi pozdan oluşan
bir dizi fotoğraf çekti. (Bkz: Res. 12)
Birinci fotoğraf uçan daireyi bir yana azıcık yatmış
bir halde ve üzerinden çıkmış bir antenle birlikte göster­
mektedir; İkincisi ise objeyi daha dik bir durumda gösterir,
bu kez bir yanında bir de insan belirmiştir. Bu kişi, başını
saklayan bir miğferi olan bir tür dalgıç giysisi giymektedir.
Monguzzi, varlığın görünüşü ile cesametinin, bir uzay giy­
sisi içindeki herhangi bir insanınki gibi olduğuna hükmet-

51
52
mistir. Sağ elinde tuttuğu bir tür el feneriyle sanki aracını
muayeneden geçirmekteydi. Sırtında, üzerinden çıkan bir
başka antenle birlikte bir «el telsizi» ne («Walkie-talkie»)
çak benzeyen bir cihaz taşıyordu. Varlık u.çan dairenin
çevresinde yavaşça dolaşırken Monguzzi üç fotoğraf da­
ha çekti. Sonra, uçan dairenin arkasında kayboidu. Anlen
içeri çekildi ve araç, hiç gürültü çıkarmadan hızla hava­
landı. Monguzzi, aracın ayrılışının iki mükemmel fotoğra­
fını daha çekebilecek kadar şanslıydı.
Bütün olay sadece birkaç dakika süreyle olup bitmiş
ti. Muhtemeldir ki, Monguzzi’nin aracın yanına gitmesi ha­
linde bu eşsiz fotoğrafları çekmek şansı da yitirilmiş ola*
çaktı. Monguzzi ile karısı, yılın fotoğraflarını çektiklerinden
emin olarak ve bunları iyi bir fiyata satmayı planlayarak
Milano'ya gittiler. Mühendis Monguzzi fotoğrafları arka
daşlarına, müdürüne ve bazı gazetecilere gösterdi ama hiç
kimse kendisine inanmadı (olayın 1952 yılında geçtiğim
unutmayın). Hepsi de karşılarında çok zekice hazırlanmış
sahte resimlerin bulunduğundan emindiler. Edison Deme
ği’nde çıkan şiddetli bir tartışma sonucu Monguzzi üyeli­
ğinden oldu. Daha sonra, müdürü toplumun önde gelen kı
şilerinden olduğu için işini de kaybetti!
(Ref: 13)
e — İsviçre'de Eduar Meier'in Resmini Çektiği
Uzaylı
Bir Alman mecmuasında çıkan habere göre İsviçre’de
Zürich yakınlarındaki düzlüğe inen bir uçan daireyi, İsviçre
Hava Kuvvetleri de izlemiştir. Uçan daireden inen uzaylı
kadınla ilk karşılaşan 38 yaşında Eduar Meier, İsviçre Ha­
va Kuvvetleri'nin kaybettiği uçan dairenin fiiimlerini çek­
meyi başarmıştır. Elinde daha bir sürü renkli fotoğrafın da
bulunduğunu belirten kamyon sürücüsü, uzaylı kadının
kendisiyle konuştuğunu da iddia etmektedr.
Eduar Meier olayı aynen şöyle anlatmaktadır:

53
«Telepati ile aldığım emre göre fotoğraf makinemi alıp,
motosikletimle yola çıkmam istendi. Söyleneni yaptım.
Bir saat sonra gökyüzünden sesler duydum. Başımı kaldı­
rıp baktığımda, bir uçan dairenin yere inciğini gördüm.
Arccm inişini kameramla îesbit ettim. Araca doğru koştum,
yakından film çekmek istedim, ama anlaşılamaz bir güç
beni engelledi. Birdenbire aracın arkasındar insan görü­
nümlü biri çıktı... Kadın olduğu belliydi. Sarı uzun saçları,
bizim uzay ariamiarınınkine benzeyen gri giysileri vardı.
Kulak memelerinin uzunluğu dikkatimi çekti. Kadın ko
lumdan tuttu ve çok iyi bir Almanca fakat garip bir akson­
la «Seni yıllardır izliyoruz, güvenilir ve namuslu bir insan-

Res. 13 — Uzaylı Bayan SEM - JASE.

54
sın... Şimdi söyliyeceklerimi iyi dinle, sonra yazar yayın­
larsın.» dedi» (Bkz: Res. 13)
Bu ilk buluşmadan sonra daha oniki kez buluştukları­
nı SEM-JASE adlı bu kadından başka uzaylılarla da tanış­
tığını belirtmektedir. Eduar açıklamasına devamla;
«Sem-Jase sık sık dünyaya gelmekte ve dünyalılar
arasına karışmaktadır. Belki bir gün siz de rastlarsınız,
öze! işareti alışılmamış derecede uzun kulaklarıdır» de­
miştir.
Sem-Jase’nin geldiği ERRA gezegeni, Boğa burcunda­
ki Plejaden yıldız grubuna ait, dünyadan 500 ışık yılı uzak­
ta ve insanları 1000 yaşına kadar yaşamaktc, uzay uçuşu
sırasında zaman sıfıra getirilmektedir... Erra gezegeni biz­
den 13 bin yıl daha ileri imiş.

Res. 14 — Eduar Meier.


5. BÖLÜM

HİMALAYA DAĞLARININ YERALTI KATAKOMBLARINDA,


BAŞKA GÜNEŞ SİSTEMLERİNİN İNSANLARININ
SAKLANAN BEDENLERİ

o — Ülker Yıldız Sistemi'nden Gelen Uzaylı’nın Bedeni


1S20 yıllarında, John Spencer isimli bir kişi Hindistan-
da dağ yollarından birinde ilerlekken yorgunluktan bayılır.
Çevredeki din adamları ona acımışlar, alıp Tuerin’de ünlü
lâma manastırına götürmüşler, iyileştirmişler, yeniden eski
sağlığına kavuşturmuşlar.
O sırada, başka bir beyaz da bu manastırın konuğu
imiş: Amerikalı gezgin William Thompson. Bu, lamaların
yaşamlarının cazibesine, manastırın konukseverliğine ken­
dini kaptırmış dürüst bir iş adamıydı. Tuerin’m gözkamaş-
tırıcı hâzinelerini aşırı bir heyecan ve telâşla uzun uzadı­
ya anlatmış olmalı ki, Spencer, büsbütün iyileşmeyi bile
beklemeden, ansızın, yurttaşının anlattığı harikalara karşı
içinde uyanıveren büyük bir merakla, çevrede dönüp do­
laşmaya başlar.
Spencer lâma manastırının yakınlarında basamakları
zamanla aşınmış ufak bir taş merdivene rastladı. Kolayca
açılıveren daracık bir madeni yapıyı itince kendisini tabanı
belki 12, belki 13 kenarlı bir çokgen biçiminde olan bir oda­
da buldu. Duvarlarda Spencer'in gözünde, bir türlü anlam
veremediği garip resimler ilişti. Onları yakından ve dikkat

56
le inceleyince, bir tanesini tanır gibi oldu; Boğa takımyıl­
dızını gösteriyordu ve o, çok basit bir nedenle, bu takım­
yıldızını tanırdı: bu burçta doğmuştu ve saat zincirinde, bu
takımyıldızın şemasını gösteren bir Çin muskası taşıyordu.
Hiçbir özel niyeti olmaksızın, öyle, oyun oynarcasına,
işaret parmağıyla takımyıldızının çizgilerini izledi. Ve bir
çizginin Ülker yıldızlarını belirten ucuna varır.ca, (*) duva­
rın eğir ağır, hiç gürültü çıkarmadan açılıverdiğini gördü
ve çok şaşırdı, Ötesi kapkaranlıktı. Spencer bir an durak­
ladı sona merakına yenildi. Karanlıklar içerisinde el yoaa-
mıyla ilerledi, tam araştırmasından vazgeçmek üzereydi ki,
uzaktan gözüne yeşilimtırak bir ışık ilişti.
Spencer'in pratik anlayışı üstüngeldi. Geri döndü, dı­
şarıdan çokgen odaya iri bir kaya taşıdı açık duvarın .ar­
dından örtülüvermesini önleyecek biçimde yerleştirdi ve
sonra araştırmasını sürdürdü.
Yeşil ışığın kaynağını bulamadı. Tavanın köşelerinden
yağıyor gibi gelmişti ona. Gene de bu olayın üzerinde
uzun uzadıya durmayı gereksiz buldu; yıkılma tehlikesi ol­
mayan daracık ve sağlam bir koridor boyunca ilerlediğini
bilmesi yetiyordu. Tünel birkaç yerde çatallaşıyordu ve
Spencer her defasında sağa sapmaya karar verdi. Onun
için iki yön de birdi ve yolunu yitirme tehlikesini göze a l­
mak istemiyordu. Hiç kuşkusuz önünde açılmış bulunan
duvarın yukarısına sağa konmuş bulunan Ülker yıldızları­
nın da gösterdiği yolun bu yol olduğundan habersizdi.
Spencer yolun bitimine, yeşil ışığın daha güçlü ve da­
ha çiğ parıldadığı bir odaya ulaştı. Duvarlardan biri boyun­
ca dikdörtgen biçimi birçok sandık sıralanmıştı (sonradan
belirteceğine göre, 25 veya 30 kadar), ve bunlar yerden
aşağı yukarı yarım metre yüksekliğe asılmış gibiydiler.

(*) Aslında Spencer’in Ülker’in varlığından bile haberi yoktu: bu nok­


ta sonradan W. Thompson tarafından belirtilmiştir.

57
Spencer bunun da üzerinde durmadı, herhalde görünme­
yen dayanaklar bulunduğunu düşündü; bütün dikkatini
sandıkların üzerinde toplamıştı. Hemen bunların tabut ol­
duğunu görüverdi ama, bu gerçek de, onu etkilemek şöy­
le dursun, tam tersine, kendi kendini kutlamasına yol aç­
tı, çünkü aklında, hep zavallı ölülerle birlikte gömülen ha­
zineler vardı.
Tabutların kapaklarının büyük bir kolaylıkla açıldığını
faı kedince çok memnun oldu ve mezarları teker teker göz­
den geçirmeye başladı. İlk üçünde kendisini konuk eden ke­
şişler gibi giyinmiş cesetler buldu, dördüncüsünde en az
elli yıl önce biçilmiş erkek elbiseleri içinde bir kadın, be­
şincisinde kırmızı ipekten bir pelerine sarınmış bir yerli,
altıncısında, «1700» den kalma olduğunu tahmin ettiği bir
elbise giymiş bir erkek gördü. Dostumuz, iki şeyi anlamaya
başlamıştı: Bir defa, cesetler son derece iyi korunmuştu,
İkincisi de, odanın dibine doğru yakınlaştıkça gerilere gi­
den, başka başka zamanlardan kalmaydı.
Sondan üç önceki sandıkta «beyaz bir çarşafa sarın­
mış» bir adam, sondan bir öncekinde ise, serüven düşkü­
nü dostumuzun, nereli olduğunu bilemediği bir kadın ya­
tıyordu. Hayallea’iği paraların ise en ufak bir izine bile rast­
lamamıştı, Spencer, hırsla son kapağı da kaldırınca şaş­
kınlığından taş kesildi: Tabutta «bir tür gümüş örgü» giy­
miş bir yaratık yatıyordu, başının yerinde; «gene gümüşten
bir tep vardı, gözlerinin yerinde iki yusyuvarlak delik, bur­
nunun yerinde ise, kabarık, küçük küçük deliklerle bezen­
miş, oval biçimii bir 'şey' bulunmaktaydı.» Ve ağzı yoktu!
Spencer, şaşkınlığını yenerek bu cesede dokunmaya
kalkıştı ama hemen vazgeçti: Öiünün koskocaman, yuvar­
lak gözleri açılmış, korkunç bir yeşil ışık saçıyordu.
Spencer tabutun kapağını telâşla ve hiddetle elinden
bırakıverdi, kendini, geldiği yöne doğru dar attı. On metre
kadar gittikten sonra, aklı başına geldi, durup düşünmeye

58
koyuldu, yoksa çıkış yolunu hiç bulamayacaktı. Uzun bir yü­
rüyüşten sonra dışarıya çıkabildiğinde onu başka bir sürp­
riz bekliyordu, vadiye iyice karanlık inmişti. Sonradan şöy­
le diyecekti: «Hepsi hepsi iki ya da üç saat yürümüş olma­
lıydım, fazla değil. Oradayken zaman kavramını bu derece
yitirmiş olmam imkânsız!»
Altüst olmuş bir halde manastıra döndüğünde John
Spencer başından geçenleri Thompson’a anlattı. O, pek
şaşırmadı, sadece arkadaşını azarlamakla ve olan biten­
leri rahiplere anlatacağını söylemekle yetindi.
Ertesi sabah serüven meraklısı, lamalardan biri tara­
fından çağırıldı; din adamı onu gülümseyerek karşıladı,
öylesine dostça davrandı ki Spencer âdeta, inanamadı.
Ona: «Zavaliı dostum» dedi, «anlaşılan hastalığınızın ateşi
size pek kötü bir oyun oynamış! Kutsal yerlerimizi ziyaret
etmek için ne diye hiç olmazsa tamamen iyileşmenizi bek­
lemediniz?»
Keşişin bu dostça davranışı meraklı konuğa, lâbirent
konusunda, mezar odası ve «ağızsız ceset» konusunda so­
ru sorma cüretini verdi. Lâma başını salladı: «Orada, aşa­
ğıda ne lâbirent vardır, ne ceset. Eğer kendinizi yeterince
güçlü hissediyorsanız benimle geliniz.»
Birlikte o gar p odaya indiler. Keşiş, parmaklarıyla bir
duvara dokununca duvar, bir koridora açılıverdi; ikisi an­
cak on dakika yürüdükten sonra mihraba benzer bir kon­
solun bulunduğu bir salona girdiler. Konsolun üzerinde,
uzunluğu 12 - 13 santimetreyi aşmayan birçok küçücük ta­
but diziliydi. Lâma onları birer birer dikkatle açtı. İçlerin­
de, Spencer’ir gördüğü yaratıkların eşi olan, kusursuz, kü­
çücük heykelcikler bulunuyordu.
Keşiş gülümseyerek: «’ş'e gerçekte gördükleriniz bun­
lardır. Bunlar, büyük bilgileriyle Yeryüzü’nü zenginleştir­
miş cicin ve kendilerine saygı borçlu bulunduğumuz kişi­
lerin görüntüleridir. Zavallı dostum, ateşiniz, sizi gerçek

59
mezcrlar karşısında bulunduğunuz inancına kaptırmış. Ve
gene gördüğünüz gibi yeşil ışık filân yok, ancak zavallı
lâmbalarımızın sarı ışığı var.»
Spencer buna karşılık vermeye cesaret edemedi, (ki­
mi hallerde pek ihtiyatlı davranmasını biliyordu), ama di­
zinin en başındaki, yusyuvarlak kafalının kim olduğunu sor­
maktan da kendini alakoyamadı. Lâma. «Yıldızlardan gel­
miş bulunan büyük bir usta» karşılığını verdi. Ve mihrabın
dayandığı duvar üzerine çizilmiş kimi çizgileri gösterdi:
Gene Boğa burcunun işaretiydi bu, ve gene serüven me­
raklısının bakışları Ülker takımyıldızına yönelmişti.
(Ref: 3)

b — Tibet, Pofala Sarayı Altındaki Yeraltı Galerisinde


Saklanan, Uzaylılara alt Altın Kaplanmış Dev
Bedenler
Özel, Tibet İnisiasyonu'ndan geçirilmekliği sırasında
Lobsang Rampa, bir defasında rehberleri tarafından Potala
Sarayı’nın çok altlarındaki bir gizli mahzende altın mumya­
lar içinde korunan üç devasa bedenli uzaylı insanları göz­
lemini, şöyle anlatmaktadır:
Nihayet üç ay sonra, astrologlar vaktin artık geldiğini
ve belirtilerin müsait olduğunu söylediler. Yirmi dört saat
süreyle, kendimi içi boş bir mabet davulu gibi hissedene
kadar oruç tuttum. Sonra Potala’nın çok altındaki o gizii
merdivenlerden ve geçitlerden aşağıya indirildim. Lamala­
rın ellerinde taşıdıkları alev alev yanan meşalelerin ışı­
ğında, tâ derinlere gidiyorduk. Bu geçitlerden aşağı daha
önceleri de inmiştim. Nihayet geçidin sonuna ulaştık. Kar­
şımızda koskocaman bir kaya kütlesi vardı. Yaklaşmamızla
birlikte kocaman kaya yana doğru kayıp açıldı. Biraz ilerle­
yince bir başka geçitle daha karşılaştık; baharat ve tütsü
kokusuyla karışık, bayatlamış bir havası olan karanlık ve
dar bir yoldu burası. Birkaç metre daha ilerledikten sonra

60
karşımıza birdenbire altın kaplamalı, heybetli bir kapı çık­
tı. Ağır ağır açılırken, koskocaman bir boşluğun içinden
geliyormuşcasına tekrar tekrar yankılanan gıcırtılar duyu­
yorduk. Meşaleler söndürülüp, yağ kandilleri yakıldı. Biraz
daha ilerleyip, çok eski günlerde meydana gelmiş volkanik
hareket sonucu, bir kaya kütlesi içine oyulmuş bir kovuk­
la bulunan gizli mabede girdik. Bir vakitler eriyen lâvlar
bu koridor ve geçitlerden geçerek volkanın ağzına gidiyor
ve oradan da dışarı püskürüyormuş. Şimdi ise bu yerlerde
kendilerini birer tanrı kadar güçlü gören insanlar gezini­
yordu. Fakat şu anda, diye düşündüm, bütün dikkatimi
yapmam gereken iş üzerinde toplamalıyım. Burası Gizli Yü­
celik Mabedi'ydi.
Üç Reisle birlikte içeri girdim, geri kalan refakatçi la­
malar, bir rüyanın yavaş yavaş akıldan silinen görüntüleri
gibi eriyip gitmişlerdi karanlığın içinde. Senelerin adeta
kuruttuğu üç ihtiyar Reis ise, gönülleri rahat, Göklerin Ül­
kesine geri çağrılmayı bekliyordu; belki de bütün dünya­
daki metafizikçiler arasında en kıymetli üç kişiydi bunlar.
Sağ ellerinde birer yağ kandili, sol ellerinde ise için için
yanan kalın birer tütsü çubuğu taşıyorlardı. Soğuk müthiş­
ti burada, sanki bu dünyaya ait değilmiş gibi garip bir so­
ğuk vardı. Cok derin b ir sessizlik içindeydik, en ufak bir
gürültü bile sessizliğin daha da kuvvetle hissedilmesine yol
açıyordu. Keçeden botlarımızla sessizce ilerliyorduk.. Reis­
lerin safran rengi, sırmalı kadife elbiselerinden hafif bir hı­
şırtı geliyordu. Bir ara dehşet içinde, bütün vücudumda
acaip sarsıntılar, sızlamalar hissettim. Ellerim pırıl pırıl
parlıyordu. Reislerde de böyle parıltılar gördüm. Fazlasıyla
kuru hava ile elbiselerimizin birbirine sürtünmesi, statik
elektrikle yüklemişti bizi. Reislerden biri elime kısa bir al­
tın çubuk tutuşturdu ve fısıldadı, «Bunu sol elinde tut ve
yürürken duvara sürt, hissettiğin rahatsızlığı geçirir.» De­
diğini yaptım ve vücudumda birikmiş bulunan elektriğin bir

61
anda dışarı akmasıyla neredeyse botlarımdan dışarı fırla­
dım. Ama artık rahattım.
Sonra görünmeyen eller tarafından yakılan yağ kan­
dilleri, titrek alevlerle birer birer canlandılar. Oynaşan sarı
ışık arttıkça, dev gibi şekiller gördüm çevremde; altınla
kaplanmışlar, bazıları da kıymetli taşların içine yarı yarıya
gömülmüşlerdi. Sonra karanlığın içinden bir Buda heykeli
yükseldi, o kadar büyüktü ki, alevlerin ışığı ancak beline
kadar aydınlatabiliyordu onu. Diğer şekiller oldukça bula­
nık görünüyordu; Şeytanlara ait görüntüler, aşk sahneleri,
insanın gerçek benliğini bulana kadar, vermek zorunda ol­
duğu imtihanların sembolleri.
Üzerine beş metre yüksekliğinde bir Hayat Çarkı çi­
zilmiş bulunan duvara doğru ilerledik. Titreyen ışığın altın­
da gerçekten dönüyormuş gibiydi, Kayayla çarpışıp, için­
de kaybolup gideceğimize iyice inanmaya başlayana ka­
dar ilerlemeye devam ettik. Sonra bize yol gösteren Reis
ortadan kayboldu. Evet, benim koyu bir gölge diye tahmin
ettiğim şey, iyi gizlenmiş bir kapıydı. Bu kapı aşağılara,
giden bir başka yolun girişiydi. Yağ kandillerinin zayıf pa­
rıltısında yine de zifiri karanlık, dar ve dik bir meyille dö­
ne döne aşağıya inen bir yoldu bu. Sık sık durarak, tökez-
liyerek ve bazen de kayarak dikkatle, yavaş yavaş ilerli­
yorduk. Hava ağır ve bunaltıcıydı, sanki yukarıdaki topra
ğın bütün ağırlığı üzerimize çökmüş, bizi eziyormuş gibi
hissediyordum kendimi. Dünyanın merkezine iniyorduk. Do­
lambaçlı geçitte son bir dönemeç daha ve nihayet karşı­
mıza yer yer altın gibi parıldayan bir kaya içine oyulmuş
bir mağara çıktı; Evet, tabaka tabaka, külçe külçe altın
vardı her yanda. Bir tabaka kaya, bir tabaka altın, bir ta­
baka kaya, bir tabaka altın ve böyle devam ediyordu bu.
Girintili çıkıntılı yüzey, kandilden yayılan zayıf ışığı yansı­
tırken, tepemizde, çok yukarılarda, karanlık bir gecede gök-
yüzündeki yıldızlar gibi parıldıyordu altın damarları.

62
Mağaranın ortasında yeni cilâlanrmş gibj parlayan si­
yah bir ev vardı. Duvarları garip semboller, yer altı gölü­
ne giden tünelin duvarlarında görmüş olduklarıma benze­
yen şekillerle süslenmişti. Eve doğru yürüdük ve geniş,
yüksek kapısından içeri girdik. Burada üzerinde garip ga­
rip şekiller bulunan, siyah taştan yapılmış üç tane tabui
vardı, Tabutların üstü açıktı. Merakla içlerine baktım ve
gördüklerim karşısında nefesim kesildi.
«Oğium,» dedi bize rehberlik eden Reis «Bunlara iyi
bak. Onlar dağların oluşmasından önceki günlerde bizim
topraklarımızda yaşayan tanrılardı. Denizlerin sahillerimize
vurduğu, gökyüzünde değişik yıldızların parıldadığı zaman­
larda ülkemizde gezinirlerdi. Bak, çünkü inisiyeler dışında
hiç kimse görmemiştir bunları.»
Büyülenmiş gibi baktım. Karşımda üç tane çıplak, al­
tın kaplı mumya yatıyordu. İki erkek ve bir kadın.
Her bir hat, her bir unsur altın ile, bedenin üzerinde uy­
gun olarak işlenmişti.
Büyüklükleri hayrete düşürmüştü beni. Kadın yatar­
ken bile en az üç metre boyunda vardı. Erkeklerden daha
iri olanı dört buçuk metreden aşağı değildi. Kafaları ge­
niş ve tepeye doğru hafif konik biçimdeydi. İnce dudaklı
ağızları küçük, çeneleri uzun ve dardı. Burunları uzun ve
ince, gözleri ise düz bir çizgi halinde ve içeri çöküktü.
Sanki ölmemişler, uyuyorlardı. Sessizce hareket ediyor,
onları uyandırmaktan korkuyormuşuz gibi fısıltıyla konu­
şuyorduk. Tabutun yan tarafında bulunan kapağın üze­
rinde gökyüzünün kabartma bir haritası vardı, fakat yıl­
dızların görünüşü ne kadar da garipti! Astroloji üzerinde­
ki çalışmalarım sonucu, karanlık gökyüzündeki şekilleri
oldukça yakından tanırdım; fakat bu, çok farklıydı.
(Ref: 9)

63
KAYNAK VE DANIŞMA KİTAPLARI

1 — ALLİNGHAM, Cedric. Fliegende Untertasse vom Mars, Wiesba-


den — Schierstein, Ventla — Verlag, 1960.
2 — CHARROUX, Robert. Vergessetıe YVelten: Auf den Spuren des
Geheimnisvollen, çev. Elisabeth Schvvarz, Econ — Verlag, 1974.
2 — COLOSIMO, Peter. Not Of This WorId, London, Sphere Books,
1977.
4 — DEGAUDENZI, Jan - Louis. Question De, No : 18 (1977)
5 — DRAKE, W. Raymond. Gods and Spaceınen Tbroughont His tor y.
London Sphere Books, 1977.
6 — DURRANT, Hcnry. Premieres Enrçuetes surles Humanioides Ext-
raterrestres, Paris, Editions Robert Laffont, 1977.
7 — IîERBERTS. Gottfried. Begegnımgen mit Ausserirdischen —
Freunde aus dem Al! helfen uııs, Frankfurt am M ain,' F i seher
Taschcnbuch Verlag, (November 1977.)
8 —- MENGER, Howard. Aııs dem Weltraum zu Eııch, Frankfurt, Wies-
baden, Ventla — Verlag.
9 — RAMPA, T. Lobsang. The Third Eye, London, Corgi Books, 1975.
10 — SABIKAYA, Ilalûk Egemen. Uzaylılar ve Uçandaireîer, İstanbul,
Milliyet Yayınları, 1975.
11 — STRANGES, Dr. Frank E. Flying Saucerama, California, I.E.C.
Inc., 1966.
12 — TRENCH LE POER, Brinsley. Secret of Uıc Ages - UFO’S from
inside the Earth, Panther, 1976, Englaııd.
13 — VAN TASSEL, George. \Vhen Stars Look Down, Los Angeles, The
Kruckebarg Press, 1976.
14 --------------- . PROCEEDINGS, Cilt: 10, No. 6, Oct. - Nov. - Dec., 1974
15 — VEIT, Kari L. Planetenmenschen Bcsuchen Unsere Erde, Wiesba-
den, Schierstein, Ventla — Verlag, 1961.
16 — WEVERBERGH, Julien ve HOBANA, Ion. UFO’s From Behind
the Iron Curtain, New York, Bantam Books, 1975.
17 ------------ . --------- . L ’autre Monde, No. 12, Septembre, 1977.

64
Evrim ve gelişimin temel öznel ve nesnel güçlerinden biri olan di­
yalektik yasaya göre, şeyler, nicelik ve niteliksel karşıtların etkileşim­
leri ile yeni nitelikler edinirler. Zıtlıklar karşılaşır ve sonunda yeni bir
sentez ortaya çıkar. Bu yasa, belirli boyutlardaki sosyal evrim ve ge­
lişim olgularında geçerli olan temel yöntemlerden biridir.
Yeryüzünde halen, toplumcu bilgelik ile, toplumculuk düşmanı ka­
ranlık güçler arasında, amansız bir savaş sürmektedir. Son tahlilde di­
yalektik yasa uyarınca, bu savaşın sonucunda daha yüksek bir senteze
ulaşmak için, aydınlık güçler, karanlık güçleri nihai bir yenilgiye uğ­
ratacaklardır.
Karanlık demir Çağının barbar saltanatı sona erdirilecektir.
Aydınlık Altın Çağının Dostluk düzeni tümden başlatılacaktır.
îşte sizlere aktardığımız tüm bilgi ve veriler, bu Genel Dostluk Dü­
zeni olan Altın Çağ’ın esas yolunu göstermek, ve şimdiki tüm anti - sos­
yal realitelerin aşılarak, ışıl ışıl evrensel bir realitenin çağına gidişi
hızlandırmak içindir.
Bu yapıtla, şu hususlara ilişkin bilgi edinebilirsiniz :
— Yeryüzünde, Aramızda Yaşayan Uzaylılar.
— Yeryüzünde, Resimleri Çekilmiş Uzaylılar.
— Yeryüzünde, Bedenleri Elegeçirilmiş Uzaylılar.
— Uzaylıların Bedenleri ve Biyolojik Yapıları.
— Uzaylılar m Bedenleri ve Fizyolojik Yapıları.
— Uzaylıların Bedenleri, Mezarları ve Hamtları.

Fiatı : &5&1L.
<£b_

You might also like