You are on page 1of 354

Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.

html

Tom Clancy KIZIL FIRTINA

TÜRKÇESİ :

GÖNÜL SUVEREN

Ağır Yanan Fitil

NIZHNEVARTOVSK, SSCB

Batı Sibirya'da yıldızlarla dolu, berrak bir gecede hızla, sessizce ve.kararlılıkla ilerliyorlardı. «Azınlık»
diye tanımlanan gruptandılar. Ama bunu dillerinden anlamak imkânsızdı. Çünkü Rusça konuşuyorlardı.
Ama belirgin bir aksanla, şarkı söylercesine. Ve bu aksan nedense bölümdeki kıdemli mühendisleri çok
eğlendiriyordu. Üçü biraz önce kamyon ve tren manevra yerindeki karmaşık işlerini tamamlamış, yüzlerce
yükleme valfını açmışlardı. Grup başkanı Tolkaze'ydi ama önden gitmiyordu. MVD' nin eski
çavuşlarından olan iriyarı Rasu öndeydi. Bu soğuk gecede altı kişiyi öldürmüştü bile. Üçünü paltosunun
altına gizlediği bir tabancayla. Diğer üçünü ise sadece elleriyle. Küçük grubun yaklaştığını duyan yoktu.
Çünkü bir petrol rafinerisi gürültülü bir yerdi. Cesetleri gölgeli, karanlık yerlere bırakmışlardı. Üç adam
görevlerinin ondan sonraki bölümünü yerine getirmek için Tolkaze'nin arabasma bindiler.

Merkez Kontrol uygun bir biçimde sitenin ortasına yapılmış, üç katlı modern bir binaydı. Buradan her
yöne doğru, en aşağt beş kilometre boyunca ayrıştırma kuleleri, depo tankları, kata-

__•?__

lizatör odacıkları ve en önemlisi Nizhnevartovsk'un dünyanın en büyük rafinerilerinden biri olmasını


sağlayan geniş çaplı borular uzanıyordu. Binlerce kilometre uzunluğundaydı bu borular. Gökyüzünü,
düzensiz aralıklarla yakılan artık gazların alevlen aydınlatıyordu. Etrafa petrolden elde edilen maddelerin
pis kokusu yayılmıştı.

Küçük grup Tolkaze'nin kendi malı olan Zhiguli arabayla tuğladan yapılmış, penceresiz binaya yaklaştı.
Mühendis arabayı parkta kendisine ayrılmış olan yere scktu. Sonra arkadaşları arka kanepede eğilip
büzülürlerken, o tek başına yürüyerek kapıya gitti.

Tolkaze çamlı kapının içinde güvenlik memuruna selam verdi. Adam da gülümseyerek mühendisin izin
belgesini almak için elini uzattı. Bu işlem binanın korunması için gerçekten gerek_ liydi. Ama bu iş kırk yıl
önce başlamış olduğundan artık kimse bu önlemleri Sovyetler Birliği'ndeki diğer karmakarışık bürokratik
yöntemjerden daha fazla ciddiye almıyordu. Nöbetçi içki içmişti. Zaten bu sert iklimli, soğuk ülkede tek
avuntu kaynağı da içkiydi. Gözleri hafifçe kaymış, gülümsemesi sabitleşmişti. Tolkaze izin belgesini
verirken düşürdü. Nöbetçi kâğıdı almak için sendeleyerek eğildi. Ve bir daha da doğrulamadı. Adamın en
son hissettiği Tolkaze'nin tabancası oldu. Ensesine dayanan soğuk bir daire. Ve nöbetçi nedenini, hatta
nasıl olduğunu bilmeden öldü. Tolkaze nöbetçinin koruduğu mühendislere memnun memnun gösterdiği
silahı almak için adamın masasının arkasına geçti. Cesedi kucağına alıp iskemleye oturttu. Nöbetçi masaya
yığıldı kaldı. Simdi yerinde uyuyakaian diğer görevlilerden farksızdı. Mühendis elinj sallayarak
arkadaşlarına içeri girmelerini işaret etti. Rasu ve Mohan koşarak kapıya geldiler.

«Vakit geldi, kardeşlerim.» Tolkaze, AK-47 tüfeği ve fişekliği daha uzun boylu olan arkadaşına verdi.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Rasu silarıı bir an havaya kaldırarak emniyetin açık olup olmadığını kontrol etti. Sonra fişekliği omzuna
asıp süngüyü tak-

—8—

îı. Ve o gece ilk kez konuşmaya başladı. «Cennet bizi bekliyor.»

Tolkaze üstüne başına çekidüzen verdi, saçlarını, kravatını düzeltti. Ve arkadaşlarını altı kat merdivenden
çıkarmadan önce beyaz laboratuvar gömleğinin göğsüne izin belgesini taktı.

Normal uygulamaya göre, birinin ana kontrol odasına girebilmesi için görevlilerden birinin onu tanıması ve
izin vermesi gerekiyordu. Öyle de oldu. Nikolay Barsov kapıdaki küçücük pencereden baktığı zaman
Tolkaze'yi gördü. Ve galiba biraz da

şaşırdı.

«Sen bu gece görevli değilsin ki, İsha.»

«Bugün öğleden sonra valflarımdan biri arızalandı. Görevden ayrılmadan önce onarımı kontrol etmeyi
unuttum. O valfı biliyorsun. Sekiz numaralı gazyağı borusundcki yardımcı valf. Eğer yarın da çalışmazsa,
yağı başka borudan vermek zorunda kalırız. Bunun ne anlama geleceğini biliyorsun.»

Barscv mırıldanarak bunu bildiğini açıkladı. «Haklısın, İsha.» Orta yaşlı mühendis, Tolkaze'nin kendisine
taktıkları bu yarı Rusça addan hoşlandığını sanıyordu. Ve çok yemliyordu. «Geri çekil de, bu lanet olasıcc
kapıyı açayım.»

Ağır çelik kapı dışarı doğru açıldı. Barsov o ana dek Rasu' yla Mohan'ı farkedememişti. Kapıyı açtığı
zaman da bu fırsatı pek bulamadı. Kalaşnikof'un üç kurşunu göğsünde patladı.

Ana kontrol odasında nöbette yirmi kişi vardı. Burası bir demiryolu ya da elektrik santralinin kontrol
merkezine benziyordu. Yüksek duvarlardaki panolarda boruların şemaları görülüyor, yüzlerce ışık kontrol
valflarının durumunu belirtiyordu.

İçeridekiler ateş edildiğini duydular. Ama hiçbiri de silahlı

değildi.

Rasu sakin sakin, hiç acele etmeden oddda ilerlemeye başladı. Kalaşnikofunu ustalıkla kullanıyor, her
nöbetçi mühendise bir el ateş ediyordu. Adamlar önce kaçmaya çabaladılar. Ama sonro Rasu'nun onları
koyunlar gibi bir köseye doğru sürdüğünü farkettiler. O arada karşısına çıkanları da öldürüyordu.

—9—

İki adorn KGB güvenlik grubunun acil harekât timini çağırmak' için cesaretle telefonlarına koştular. Rasu
onlardan birini olduğu yerde vurdu. Ama ikincisi ateşten kurtulmak için sırayla dizili olan bilgisayarların
arkasına girdi ve kapıya doğru atıldı. Tol-kaze orada bekliyordu. Kaçmaya çalışan adamın Boris
olduğunu farketti. Partinin gözdesi, yerel «Kollektif»in başı Boris olduğunu. Adam Tolkaze'ye sözümona
dostluk göstermiş ve onun, Rus mühendislerin «sevgili evcil yerlisi» olmasını sağlamıştı. Tol-kaze bu
Tanrıya inanmayan domuzun kendisine nasıl tepeden baktığını unutmamıştı. Rus efendilerini eğlendirmek
için getirtilmiş vahşi bir yabancı saymışlardı onu. Tolkaze tabancasını kaldırdı.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Boris şok ve dehşetle, «İshaaa!» diye haykırdı. Tolkaze. adamı ağzından vurdu. Boris'in çabucak
ölmediğini, «Dinsiz!» derken sesinde beliren aşağılamayı duyduğunu umuyordu. Bu adamı Rasu değil de
kendisi vurduğu için memnundu. Sessiz arkadaşı diğerlerini öldürebilirdi.

Diğer mühendisler haykırıyor, elkitaplarını, iskemleleri, fincanları atıyorlardı. Kaçabilecekleri bir yer
yoktu. Bu dev gibi esmer katilin yanından geçmeleri de olanaksızdı. Bazıları boş. yere yalvarırcasına
ellerini kaldırdılar. Bazılarıysa yüksek sesle= dua etmeye çalıştılar. Rasu o kanlı köşeye doğru giderken
gürültü azaldı. Adam sonuncu mühendisi de vururken hâlâ güiümsüyor-du. Sonra silahını doldurarak geri
döndü ve kontrol odasında dolaştı. Her cesedi süngüsüyie dürttü. Canlı gibi gözüken dört kişiye tekrar
ateş etti. Yüzünde sert ama muüu bir ifade vardı. En aşağı yirmi beş dinsiz domuz ölmüştü. Artık onun*
halkıyla Tanrısının arasına giremeyecek olan yirmi beş yabanct. saldırgan.

Rasu merdivenin başındaki yerini alırken grubun üçüncü üyesi Mohan kendi işine başlamıştı bile. Odanın
dibinde çalışıyor, kontrol sistemlerini «bilgisayar-otomattk»ten «acil-el» düzenine geçiriyordu. Böylece
otomatik güvenlik sistemleri, durdurulmuş olmaktaydı.

— 10 —

Kafası düzenli çalışan Tolkaze aylar boyunca plan yapmış ve her ayrıntıyı ezberlemişti. Ama yine de
cebinde bir kontrol 'listesi vardı. Kâğıdı çıkararak ana kontrol sisteminin üzerine •koydu. Bütün bu
olanları kendisine kaderinin emrettiğine inanıyordu. Sakin ve güvenli bir tavırla çalışmaya başladı.

Önce gazyağı. En yakında, üç kilometre ötede olan on altı skontrol valfını kapattı. On vanayı da açtı.
Böylece seksen milyon litre sıvı, tankerlere gazyağı veren musluklardan fışkırmaya ^başladı. Gazyağı
hemen tutuşmadı. Üç arkadaşın pek çok felâketin ilkini oluşturan bu sıvıyı yakacak malzemeleri yoktu.
Ama Tolkaze Tanrının bu işi halledeceğine inanıyordu.

Öyle de oldu. Yükleme yerinden geçmekte olan bir kamyon =bir virajı fazla hızla döndü. Yere yayılmış
olan gazyağı yüzünden 'kayarak yanlamasına bir direğe çarptı. Bir kıvılcım yeterli oldu... Tren manevra
yerine de yine yakıt fışkırıyordu.

Tolkaze'nin ana boru vanaları için özel bir planı vardı. Bilgisayara komutu hızla yazdı. Neyse ki, Rasu çok
usta bir nişancıydı ve silahıyla önemli hiçbir şeye zarar vermemişti. Yakındaki üretim alanından gelen
borunun çapı hemen hemen iki metreydi. Üretim kuyularından çıkan diğer borular da buna bağlamıyordu.
Tolkaze'nin bilgisayara verdiği komut sonucu vanalar tuzla açılıp kapandı. Boru on iki yerinden patladı.
Ama akan -petrolün ivmesi yüzünden pompalar çalışmalarını sürdürdü. Taşan ham petrol üretim alanına
yayıldı. Sıvının tutuşması için yi-<ne bir kıvılcım yeterli oldu. Ve kış rüzgârı yangının yayılmasını

sağladı.

KGB sınır muhafızlarından bir tim hızla merdivenden çıkarken Rasu, «Yeşil derililer geldi!» diye bağırdı.
Kalaşnikof'la birkaç el ateş ederek öndeki iki adamı öldürdü. Diğerleri merdivendeki dönemeçte
kalakaldılar. Başlarındaki genç çavuş nasıl bir belayla karşı karşıya olduklarını düşünüyordu.

Kontrol odasında otomatik alarmlar çalışmaya başlamıştı bile. Ana kontrol panosundan çıkan dört
yangının gitgide yayıldığı anlaşılıyordu. Tolkaze ana bilgisayara giderek kontrol kod-

— 11 —

lormın bulunduğu makarayı çıkardı. Yedekler aşağıdaki mahzene konmuştu. Mahzen kapısının şifresini
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

bilen tek adam da bu odadaydı... ve ölmüştü. Bu on kilometrelik alanda şifreyi bilen bir başkası yoktu.
Mohan odadaki telefonların kordonlarını koparmakla meşguldü. İki kilometre ötede bir gaz tankı
patlarken bütün bina sarsıldı.

Fırlatılan bir el bombası KGB timinin yeniden harekete geçtiğini açıkladı. Rasu ateşe karşılık verdi. O
zaman ölmekte olan adamların çığlıkları, kulakları tırmalayan yangın düdükleri kadar tizleşti. Tolkaze
telaşla köşeye gitti. Ver kandan kayganlaşmıştı. Sigorta kutusunun kapağını açıp ana kolu indirdi. Sonra
da kutuya aîeş etti. Her şeyi düzeltmeye kalkışacak biri karanlıkta çalışmak zorunda kalacaktı artık.

Tolkaze'nin işi tamamlanmıştı. Dev yapılı arkadaşının el bombasının göğsüne gelen parçaları yüzünden
ağır yaralanmış olduğunu farketti. Rasu yalpalıyor, kapıda dimdik durmaya çalışıyordu. Arkadaşlarını
sonuna kadar korumak niyetindeydi.

Tolkaze güvenlik görevlilerine meydan okurcasına, «Fısıldayan iblisin kötülüklerinden Tanrıya sığınırım,»
diye bağırdı.

KGB çavuşu merdivenin dönemecinden fırladı. Ateş ederken kurşunlar Rasu'nun kanları çekilmiş ellerinin
arasından makinelinin düşmesine neden oldu. Çavuş tekrar köşeye sinerken iki el bombast havada birer
eğri çizdi.

Kaçacak yer yoktu. Kaçmak için bir neden de. E| bombaları fayans döşeli yere düşüp sekerken
Tolkaze'yle Mohan kapıda hareketsiz durdular. Etraflarında bütün dünya tutuşmuştu sanki. Ve onların
yüzünden dünya gerçekten alev alacaktı. «Tanrım...»

SUNNYVALE, CALIFORNIA

Başçavuş, «Tanrım...» diye fısıldadı. Rafinerinin göz ve dizel yakıtı bölümünde başlayan yangın Hint
Okyanusunun otuz

— 12 —

aStı bin kilometre yukarısında, yörüngede olan stratejik bir erken-uyarı uydusunu harekete geçirmeye
yetmişti. Uydu haberi çok gizli bir Amerikan Hava Üssüne bildirdi.

Uydu Kontrol Merkezindeki nöbetçi subay hava albayıydı. Hemen başteknisyenine döndü. «Yeri tespit
et.»

«Emredersiniz, efendim.» Çavuş bilgisayara döndü ve uydudaki kameralara duyarlılık derecelerini


değiştirmeleri komutu verildi. Uydu çabucak ısı enerjisinin yayıldığı noktayı buldu. Bilgisayarın
kontrolündeki haritada da yer kesinlikle belirlendi. «Bir petrol rafinerisinde yangın çıkmış, efendim.
Korkunç bir şeye benziyor! Albayım, yirmi dakika sonra BÜYÜK KUŞ c bölgenin üzerinden geçecek.
Bu noktanın yüz yirmi kilometre yakınından.»

Albay, «Hım...» diyerek başını salladı. Isı kaynağının hareket edip etmediğini anlamak için dikkatle
ekrana bakıyordu. Sağ elini Colorado'da, Çheyenne dağındaki NORAD Merkezine bağlı olan Sarı
Telefona uzatmıştı.

«Burası Argus Kontrol, NORAD Başkomutanı için acil bir mesajım var.»

Biri, «Bir dckika bekleyin,» dedi.


Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Sonra Kuzey Amerika Hava Sahası Savunma Kontrolü Başkomutanının sesi duyuldu. «Ben NORAD
Başkomutanı.»

«Ben, Argus Kontrolden Albay Burnette, efendim. Aitmiş derece elli dakika kuzey ve yetmiş altı derece
kırk dakika doğu koordinatlarının kesiştiği noktadan müthiş bir ısı enerjisi yayıldığı görülüyor. Listelerde
orada bir petrol rafinerisi bulunduğu yazılı. Termal kaynak hareket etmiyor. Tekrarlıyorum: Hareket
etmiyor. İki dakika sonra KH-11'lerden biri kaynağın yakınından geçecek. Generalim, ilk
değerlendirmeme göre büyük bir petro! alanı yangını bu.»

NORAD Başkomutanı, «Sizin kuşa laserle ateş etmediklerinden emin misiniz?» diye sordu. Sovyetler'in
uydulara oyun oynaması olasılığı her zaman vardı.

«Hayır. Işık kaynağı kızılötesini ve gözle görülen bütün tayfı kaplıyor. Monokrom değil. Tekrarlıyorum.
Monokrom değil.

__-to

ı \j ——

Birkaç dakika sonra daha ayrıntılı bilgimiz olacak, efendim. Şu ana dek her şey yerde dev bir yangın
olduğunu gösteriyor...»

Otuz dakika sonra bundan kesinlikle emin oldular. KH-11 •kesif uydusu ufukta, üzerindeki sekiz
televizyon kamerası da olayı alacak kadar alçakta belirdi. KH-11 olayı bir iletişim uydusuna bildirdi. Ve
Albay Burnette olayı seyretmeyi başardı. Canlı ve renkli olarak. Yangın rafinerinin yarısına yayılmıştı.
Yakındaki üretim alanının da yarısından fazlasına. Yanan ham petrol, t>orudan yakındaki Ob nehrine de
akıyordu.

«Tanrım, albayım!» Çavuş saygıyla başını salladı. «Rafineri «mahvoldu, efendim. Yangın o rüzgâr
yüzünden daha do yayılacak. Bunu durdurmaları imkânsız. Tam bir kayıp. Rafineri bel-4ci üç dört gün
yanacak, belki de bir hafta. Bazı bölümleri yani. Ve bir çaresini bulamadıkları takdirde üretim alanı da yok
olacak, efendim. Uydunun bundan sonraki geçişinde bütün alanın yandığını, kuyulardan alevler fışkırdığını
göreceğiz. Tanrım!»

«Rafineriden geriye bir şey kalmadı ha? Hım...» Burnette 'BÜYÜK KUŞ'un geçişiyle ilgili bir bandı
tekrar seyrediyordu. «Bu onların en yeni ve en büyük rafinerisiydi. Her şeye sıfırdan başlamak zorunda
kalacaklar. Ve bu onların petrol üretimini de çok •sarsacak. Alandaki yangınları söndürdükten sonra gaz
ve dizel yakıtı üretimini yeniden düzenlemeleri gerekecek. Rus dostları-•mız için ciddi bir sorun bu,
çavuş.»

Ertesi gün CIA bu analizi destekledi. Bir gün sonra da İngiliz ve Fransız güvenlik örgütleri.

Ve hepsi de yemliyorlardı.

— 14 —

Tek Adam

Tarih , Soat -. 31/1-06 SOVYETLER BİRLİĞİ'NDE YANGIN Nizhnevcrtovsk'dcr Büyük Bir Yangrn
Çtktığ» Bildirildi. Yözan: William Blake, AP Askeri istihbarat Muhabiri.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Washington (AP) — Washington'daki istihbarat servisi: ve> askeri kaynaklara göre bugün, Sovyetler
Birliği'nin orta bölgesinde «1884'deki Mexico City felaketi, hatta 1847'deki Texas City dehşetinden beri
görülen en ciddi petrol alanı yangını» karanlıkları aydınlattı.

Yangını Amerikan «Ulusal Teknik Araçları», yani Merkezi; Haberalma Örgütünün keşif uyduları farketti.
CIA kaynakları; olay hakkında yorumda bulunmaktan kaçındılar.

Pentagon'dcıki kaynaklar bu haberi yayınladı ve yangından* yayılan enerjinin Kuzey Amerika


Hava-Uzay Savunma Komutasında kısa bir telaş uyandırmaya yetecek kadar güçlü olduğunu bildirdi.
Bunun Birleşik Devletler'! hedef alan bir füze ya da Amerikan erken-uyarı uydularını laserle ya da yerden
başka bir araçla kör etme çabası olabileceği ihtimalinin endişe uyandırdığa açıklandı.

— 15 —

Sovyet Haber Ajansı TASS olayı doğrulamadı. Ancak Sovyetler bu tür olaylarla ilgili haberleri ender
yayınlar...

Bu yangın Sovyet petrol endüstrisinde karşılaşılan engellerden sonuncusu. Daha geçen sonbaharda
Komünist Partisi Merkez Kurulunun toplantısında Doğu Sibirya'daki iki petrol alanın' da üretimin «ilk
umutlan boşa çıkardığı» itiraf edilmişti.

Bu görünüşte yumuşak sözler, Batılı çevrelerce artık görevinden ayrılmış olan Petrol Endüsrisi Bakanı
Zatyzin'in siyasetinin şiddetli bir eleştirisi olarak yorumlanıyor. Zatyzin'in yerine Leningrad Partisinin eski
başkanı Mikhail Sergetov getirilmişti. Sergetov'un Sovyet Partisinin yeni parlayan yıldızlarından olduğu
bildiriliyor. Mühendislik alanında ve parti çalışmalarında tecrübeli bir teknokrat olan Sergetov'un görevi,
Sovyet petrol endüstrisini yeniden organize etmek. Gözlemciler bu işin yıllarca sürebileceği görüşündeler.

MOSKOVA, SSCB

Mikhail Eduardovich Sergetov bu haberi okuma fırsatını hiçbir zaman bulamadı. Moskova'yı saran huş
ormanlarından birindeki resmi daça'sındaydı. Olayı haber alır almaz hemen Nizh-nevartcvsk'a uçtu.
Orada ancak on saat kalabildi. Kendisini rapor vermesi için Moskova'ya çağırdılar. Sergetov bomboş
uçakta yolculuk yaparken, bu mevkiye geleli üç ay oldu, diye düşündü. Ve şimdi kıyamet koptu!

Bakan Kremün'deki toplantı salonuna girdiği zaman içeride bir ölüm sessizliği vardı sanki.

Sergetov paltosunu bir yardımcıya vererek, «Günaydın, yoldaşlar,» dedi. Memur.hemen dışarı çıktı,
kapıyı da arkasından kapattı. Diğerleriyse çabucak yerlerini aldılar.

Parti Genel Sekreteri toplantıyı açtığını bildirdi. Sesi ciddi ve

— 16-

kontrcilüydü. «Yoldaş Sergetov, başlayabilirsiniz. Önce neler olduğunu kesinlikle öğrenmek istiyoruz.»

«Yoldaşlar, dün, Moskova saatiyle tam yirmi üçte, silahlı üç adam Nizhnevartovsk petrol sitesinin merkez
kontrol binasına girdi. Ve merkezi büyük bir ustalıkla sabote ettiler.»

Savunma Bakanı sert sert, «Kim bu adamlar?» diye sordu.

«Ancak ikisinin kimliklerini öğrenebildik. Haydutlardan biri elektrikçi. İkincisi de...» Sergetov cebinden
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

bir kimlik kartı çıkarıp masaya attı. «Kıdemli Mühendis l. ıM. Tolkaze. Tclkaze'nin büyük bir yangını
başlatmak için kontrol sistemleri konusundaki geniş bilgisinden yararlandığı anlaşılıyor. Yangın şiddetli
rüzgâr yüzünden hızla yayılmış. KGB sınır muhafızlarından oluşan on kişilik bir tim alarma hemen karşılık
vermiş. Kimliği hâlâ öğrenilmemiş olan bir hain, bunlardan beşini bina nöbetçisinden aldığı makineliyle
öldürmüş ya da yaralamış. Nöbetçi de vurulmuş. KGB çavuşuyla görüştüm. Time komuta eden teğmen
hemen ölmüş. Anladığıma göre, sınır muhafızları hızla ve ustalıkla olaya müdahale etmişler. Hainleri birkaç
dakika içinde öldürmüşler. Ancak hem rafineri, hem de üretim alanlarındaki donanımların tümüyle
mahvolmasını önleyememişler.»

Savunma Bakanı öfkeyle sordu. «Madem muhafızlar zamanında yetişmişler, neden olayı
önleyememişler?» Üzerinde Tol-kaze'nin fotoğrafı olan belgeyi gözlerinde müthiş bir nefretle inceliyordu.
«Hem bu köpeğin orada ne işi varmış?»

«Sibirya alanlarında çalışma şartlan çok çetin, yoldaş. Oradaki yerleri doldurmak konusunda ciddi
zorluklarla karşılaşıyoruz. Benden önceki bakan, azınlıklardan petrol alanında tecrübeli, olanları Sibirya'ya
göndermeye karar vermişti. Bu iş çılgınlıktı aslında. Hatırlayacaksınız, geçen yıl ilk iş bu politikanın
değiştiril meşini önerdim.»

Başkan, «Bunu biliyoruz, Mikhail Eduardovich,» dedi. «Devam et.»

«B,ütün telefon konuşmaları ve telsizle yapılan haberleşmeler karakolda kaydediliyor. Tim iki dakikadan
daha kısa bir süre-

— 17 —

F.: 2

de harekete geçmiş. Ama ne yazık ki, karakol eski kontrol binasına bitişik. Yeni bina üç kilometre öteye
yapılmıştı. İki yıl önce Batıdan yeni bilgisayar kontrol aygıtları alındığı zaman, yeni bir karakol da
yapılacakmış ve bunun için uygun malzeme bile ayrılmış. Ama anlaşılan, site yöneticisi ve yerel Parti
sekreteri birkaç kilometre ötedeki nehir kıyısına daça'lar yaptırmak için bu malzemeye haksızca el
koymuşlar. İkisinin de devlete karşı suç işledikleri için tutuklanmalarını emrettim.» Sergetov sakin bir
tavırla konuşuyordu. Masadakiler hiçbir tepki göstermediler. Hepsi de sessizce o iki adamı ölüme
mahkûm etmişlerdi. Daha sonra ilgili Bakanlıklar gerekli hazırlıkları yapacaklardı. Sergetov konuşmasını
sürdürdü. «Bütün petrol bölgelerinde güvenlik önlemlerinin iyice artırılmasını emrettim. Ayrıca yine
emirlerime uyularak, azınlıktan o iki vatan haininin aileleri de tutuklandı. Şu anda Devlet Güvenlik Örgütü
hepsini sıkı bir biçimde sor-ıguya çekiyor. Bu iki adamı tanıyan ve onlarla birlikte çalışmış olanları da.

Sınıf muhafızları hainleri öldürmeden önce onlar petrol alanı kontrol sistemlerini büyük bir yangına yol
açacak bir biçimde sabote etmişler. Kontrol aletlerini parçalamayı da başarmışlar. KGB timleri binayı
boşaltmak zorunda kalmış. Bina sonradan yanıp kül olmuş. KGB timlerinin yapabilecekleri başka bir şey
yokmuş.»

Genel Sekreter, «Ya itfaiye birliği?» diye sordu.

«Yarısından çoğu yangını kontrol altına almaya çalışırken •ölmüş. Siteyi kurtarmak için onlara katılan
yüzden fazla vatandaş da öyle. Bu bakımdan kimsenin suçu yok, yoldaş. Tolkaze •denilen o köpek bu
iblisçe işi başlattıktan sonra herhalde bir •depremi kontrol altına almak daho kolay olurdu. Artık yangının
önemli bir bölümü söndürüldü. Bunun nedeni rafinerideki depo edilmiş yakıtın çoğunun beş saat içinde
yanmış olması. Tabii bir «de petrol alanlarındaki kuyuların mahvolması.»
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Kıdemli üyelerden biri, «Ama bu felaket nasıl olabildi?» dedi.

Odadakilerin sakin hali Sergetov'u şaşırttı. Yoksa daha önce

18-

de toplanıp bu olayı konuşmuşlar mıydı? «20 Aralıkta verdiğim» raporda tehlikeleri açıkladım,» diye
hatırlattı. «O odadan yüz kilometrekarelik bir alana yayılmış olan pompa ve valflar kontrol ediliyordu.
Aynı şey diğer bütün büyük petrol rafinerilerimiz içia de geçerli. Kontrol işlemlerini bilen biri, bu ana
merkezden bütün alandaki çeşitli sistemleri istediği gibi çalıştırabilir. Bölgenin kendi kendini yok etmesini
sağlayabilir. Tolkaze bu konuda bilgiliydi. Zekâsı ve sahte olduğu anlaşılan sadakati yüzünden: özel eğitim
gördü. Moskova Devlet Üniversitesinde okudu. Çok. başarılı bir öğrenciydi. Yerel Partide itibarı vardı.
Ama ayrıca onun vatanına şaşılacak bir biçimde ihanet edebilecek bir fanatik olduğu da anlaşılıyor.
Kontrol odasında öldürülenlerin hepsi» onun arkadaşlarıydı. Ya da onlar öyle sanıyorlardı. Tolkaze
Partide on beş yıl çalıştı. İyi bir aylık alıyordu. Yoldaşlarının saygı^ sini kazanmıştı. Kendi arabası bile
vardı. Ama son sözleri tiz bir çığlık oldu. Tanrım!'» Sergetov'un sesi alaylıydı. «Onun yetiştiği bölgedeki
insanların güvenirlik dereceleri önceden kesinlikle tahmin edilemez, yoldaşlar.»

Savunma Bakanı başını salladı. «Bu olay petrol üretimini nasıl etkileyecek?» Masadakilerin yarısı
Sergetov'un cevabını, duyabilmek için öne doğru eğildiler.

«Yoldaşlar, tüm ham petrol üretimimizin yüzde otuz dördü--nü kaybettik. Bu en aşağı bir yıl için geçerli.
Hatta belki de üç yıl için.» Sergetov başını kaldırdı ve ifadesiz yüzlü adamların tokat yemiş gibi
irkildiklerini gördü. «Ham petrol kaybımız ekono*-rmmize büyük bir zarar verecek.»

«O alan yeniden üretime ne zaman başlayabilir?»

«Genel Sekreter Yoldaş, alanda on iki ay içinde üretime geçilebilir sanırım. Ancak kuyuların tümünün
çalıştırılabilmesi içia iki yıl daha gerekir.»

İçişleri Bakanı, «Yani rafineri üç yıl sonra bile tam kapasiteyle üretim yapamayacak, öyle mi?» dedi.

«Evet, öyle yoldaş bakan. Tam üretimi tahmin edebilmek

— 19 —

için bilimsel bir temel yok. Böyle bir olay şimdiye kadar ne Batıda görülmüş, ne de D-oğudc.»

Genel Sekreter, «Pekâlâ,» diyerek başını salladı. «Şimdi sorun şu: Ülke bu durumda işleri ne kadar
zaman yürütebilir?»

Sergetov tekrar notlarına eğildi. «Yoldaşlar, bu olayın ekonomimiz bakımından şimdiye dek görülmemiş
bir felaket olduğunu inkâr etmenin hiçbir yararı yok. Kış yüzünden her zamankinden daha fazla yakıt
tüketildi. Örneğin, geçen yıl elektrik üretimi için tüm yakıt miktarının yüzde otuz sekizi kullanıldı. Bu
planlanan miktardan çok fazlaydı. Nedeni de kömür ve gaz üretimi alanlarında uğradığımız eski düş
kırıklıklarıydı. Oysa biz bu maddeler sayesinde petrol tüketiminin azalacağını umuyorduk.»

Genel Sekreter fikrini açıkladı. «O halde elektrik endüstrisinde tüketilen petrol miktarını azaltmalıyız.»

«Belki pek az bir azaltma yapabiliriz. Genel Sekreter Yoldaş. Ama şimdi bile elektrik üretiminde ciddi bir
eksiklik var. Enerjiyi daha da kısıtlamak fabrika üretimi ve demiryolu taşımacılığı gibi önemli devlet
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

faaliyetlerini kötü bir biçimde etkiler.» «Ya kömür ve gaz?»

«Genel Sekreter Yoldaş, kömür üretimi daha şimdiden planlanan miktardan yüzde on altı eksik. Ve
durum giderek kötüleşiyor. Bunun nedeni kömürle çalışan pek çok kazan ve elektrik santralinin petrol
kullanacak biçimde değiştirilmiş olması. Ayrıca bu tür yerlerin tekrar kömürle çalışacak duruma getirilmesi
hem pahalıya gelir, hem de zaman alır. Her şeyin gaza çevrilmesi daha çekici ve ucuz bir yöntem. Biz
zaten bu planı titizlikle uygu-luyorduk. Gaz üretimi de yine plana göre düşük. Ama durum düzeliyor. Bu
yılın sonlarına doğru planda öngörülen miktarı aşacağımızı umuyorduk. Tabii burada gazın çoğunun Batı
Avrupa'ya gittiğini de hesaba katmalıyız. Bu sayede döviz kazanıyor, böylece yabancılardan petrol ve
buğday alabiliyoruz.»

Tarımdan sorumlu olan Politburo üyesi bu sözler üzerine yüzünü buruşturdu. Sergetov kendi kendine, kaç
kişi Sovyet tarımını düzene sokamadığı için mahvoldu, diye sordu.

— 20 —

Savunma Bakanı büyük bir ilgiyle sordu. «Peki, çözüm yolu nedir, Mikhail Eduardovich?»

«Bu yükü elimizden geldiği kadar taşımalıyız, yoldaşlar. Ve ekonomimizin her katında üretimi artırmalıyız.
Tabii bu arada askeri güçlerin tükettiği yakıtı geçici olarak azaltabiliriz. Ve belki de askeri ağır makine
üretiminin bir bölümünü gerekli endüstri alanlarına kaydırabiliriz.» Bakan durumu iyimserlikle özetledi.
«Önümüzde çok çetin üç yıl var. Ama sadece üç yıl.»

Savunma Bakanı, «Yabancı güçler ve savunma konularında fazla tecrüben yok sanırım, yoldaş,» dedi.

Sergetov ihtiyatla, «Olduğunu hiçbir zaman iddia etmedim,» diye cevap verdi.

«O halde sana bu durumu neden kabul edemeyeceğimizi açıklayayım. Dediğini yaptığımız takdirde Batı
bir krizle karşı karşıya olduğumuzu anlar. Daha fazla sayıda petrol üretim araçları almamız ve
Nizhnevartovsk'daki saklanamayacak faaliyet Batılılara burada neler olduğunu iyice açıklar. O zaman
savunmasız durumda olduğumuzu düşünürler. Ve bu savunmasızlık-tan yararlanırlar. Ve sen...» Bakan
yumruğunu ağır meşe masaya vurdu. «Bizi Batıya karşı savunan güçlerimizin kullandığı yakıtı azaltmamızı
teklif ediyorsun!»

«Savunma Bakanı Yoldaş, ben bir mühendisim, asker değil! Benden durumun teknik bir
değerlendirmesini yapmamı istediniz. Ben de yaptım.» Sergetov sesini yükseltmiyor, mantıklı bir tavırla
konuşuyordu. «Durum ciddi. Ama bu bazı şeyleri... örneğin Stratejik Roket Güçlerimizi etkilemiyor.
Sadece bu, kendimizi topladığımız sürede bizi emperyalistlere karşı koruyamaz mı?»

Parti kuramcısı sordu. «Batının bize satın almayı istediklerimizi vermeyeceği hiç aklına gelmedi mi?»

«Kapitalistler ne zaman bize istediğimiz bir şeyi satmayı red...»

Genel Sekreter onun sözünü kesti. «Kapitalistlerin eline ne zaman bize karşı kullanabilecekleri böyle bir
silah geçti? Batı ilk

__, 21__

kez bizi bir yılda boğmayı başarabilecek duruma geldi. Ya şimdi, buğday satın almamızı da engellerse?»
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Sergetov'un aklına gelmemişti bu. Buğday rekoltesi yine düş kırıcı olmuştu. Son on bir yılda yedinci kez
oluyordu ve, Sovyetler Birliği büyük miktarlarda buğday almak zorundaydı. Bu yıl yalnızca Amerika'yla
Kanada, Rusya'ya istenileni verecek durumdaydılar. Sergetov, buğday limanlarında ortaya çıkacak
«teknik zorluklar» kritik anda nakliyatı kolaylıkla yavaşlatabilir,, diye düşündü. Hatta durdurabilir de...
Masadakilere baktı. Bu yirmi iki adamdan sadece on üçü karar veriyordu aslında. Ve bu on üçten biri
toplantıda değildi. Şimdi Politburo üyeleri sessizce, iki yüz elli milyondan fazla Sovyet işçisiyle köylüsünün
karanlıkta ve aç kalacağını düşünüyorlardı. Politburo üyeleri dünyanın en> güçlü kişilerinden sayılırdı.
Kimseye hesap vermek zorunda değillerdi. Komünist Partisi Merkez Komitesine bile. Hele vatandaşlarına
hiç. Bu adamlar yıllardan beri Moskova sokaklarında dolaşmamışlardı. Özel yapılmış, şoförlü arabaları
onları Moskova'deki lüks dairelerine ya da kent dışındaki daça'larma getirip götürmüştü. Seçkin tabakaya
hizmet veren korunmalı mağazalardan alışveriş etmişlerdi. Sadece seçkin tabaka için kurulmuş olan
hastane ve kliniklerde tedavi görmüşlerdi. Bu yüzden kendilerini kaderlerinin de efendisi saymaya
alışmışlardı. Ancak şimdi bütün insanlar gibi kaderin tutsağı olduklarını anlamaya başlıyorlardı. Üstelik o
müthiş kişisel güçleri yüzünden kader daha da amansızca davranacaktı.

Sergetov masadaki adamlardan bazılarının Sovyet İlerlemesi ve Dayanışmasını öven sloganlara gerçekten
inandıklarını biliyordu. Bazen kendisi de inanır gibi oluyordu. Ve Sovyet Dayanışması karanlıkta aç oturan
ve üşüyen insanların kalbinde ne kadar yaşardı? O zaman bu halk Sibirya ormanlarmdaki füzeleri
düşünerek gurur duyar mıydı? Her yıl yapılan binlerce tankı ve silahı düşünerek? Bir Salyut uzay istasyonu
bulunan gökyüzüne bakarak ondan ilham alırlar mıydı? Yoksa seçkin tabakanın neler yediğini mi
sorarlardı? Sonra ne olurdu? Car El. Niko-

__ 22__

<la bu sorunun cevabını bilememişti. Buradaki adamlar biliyorlar-

>dı.

Savunma Bakanı sessizliği bozdu. «Daha fazla petrol bulmamız gerekiyor. Sorun bu kadar basit. Yoksa
ekonomimiz sakatlanır, vatandaşlar aç kalır ve savunma gücümüz azalır. Bunun .sonuçlarını kabul
edemeyiz.»

Bir üye adayı, «Petrol satın alamayız,» diye hatırlattı.

«Öyleyse zorla ahrız.»

FORT MEADE, MARYLAND

Bob Toland tarçınlı pastasına bakarak kaşlarını çattı. Kendi kendine, tatlı, pasta yememeliyim, diye
hatırlattı. Ama Ulusal Güvenlik Bürosunun kafeteryasında bu pastadan sadece haftada bir veriyorlardı. Ve
bu istihbarat analizcisi Toland'ın en sevdiği şeydi. İşte o kadar. Bob Toland eve döndüğü zaman egzersiz
bisikletinde beş dakika daha fazla çalışmaya karar verdi.

Analiz uzmanının iş arkadaşlarından biri, «Gazetedeki yazı hakkında ne düşünüyorsun. Bob?» diye sordu.

«Petrol alanıyla ilgili olanı mı söylüyorsun?» Toland adamın güvenlik rozetine baktı. Onun uydularla ilgili
sırları öğrenebilecek gizlilik derecesine sahip olmadığı belliydi. «Müthiş bir yangın çıktığı anlaşılıyor. Sana
bu olayla ilgili resmi bir haber gelmedi mi?»
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

«Haberi gazetelere güvenlik bakımından benden daha önemli birinin sızdırdığını söyleyebiliriz.»

«'Çok Gizli'... Basın, öyle mi?» İkisi de güldüler.

«Öyle bir şey. O yazıda bana bildirilmeyen bazı gerçekler vardı.» Toland'ın bu sözleri bir dereceye kadar
doğruydu. Yangın söndürülmüştü. Toland'ın bölümündekiler yangının nasıl bu kadar çabuk
söndürülebildiğini düşünüyorlardı. «Bu olayın on-

— 23 —

Sara fazla bir zarar verebileceğini sanmıyorum Ne de olsa orada milyonlarca insan yaz tatiline çıkmak için
arabalarına binmiyorlar. Öyle değil mi?»

«Tabii. Pcsta nasıl?»

«Fena değil.» Toland gülümsedi. Daha şimdiden bisiklete fazla binmesine gerçekten gerek olup
olmadığını düşünüyordu.

MOSKOVA, SSCB

Poiitb-üro ertesi sabah dokuz buçukta yeniden toplandı. Çift camlı pencerelerin dışında gökyüzü
kurşuniydi. Şiddetli kar tekrar yağmaya başlamıştı. Tanecikler yerdeki yarım metreyi bulan tabakaya
karışıyordu. Sergetov, bu akşam Gorki Parkındaki tepelerde kızakla kayacaklar, diye. düşündü. Donmuş
iki gölün üzerindeki karlar temizlenecek. Işıkların altında, Çaykovsky ve Prokofyev'in müziğine uyarak
paten yapmaları için. Moskova'lı-lar gülecek ve votkalarını içecekler. Soğuğun zevkini çıkaracaklar.
Burada söyleneceklerden ve hayatlarının ne duruma geleceğinden haberleri yok neyse ki...

Politbüro'nun bir gün önceki toplantısı saat dörtte sona ermiş ve Savunma Konseyini oluşturan beş kişi
yalnız kalmışlardı. Onların toplantısına diğer üyeler bile katlamıyorlardı.

Savunma Bakanı konuşmaya başladı. «Yoldaşlar, Sovyetler Birliği'nin petrole ihtiyacı var.
Üretebildiğimizden en aşağı iki yüz milyon ton daha fazlası gerekli. Bu petrol var. Hem de sınırlarımızdan
birkaç yüz kilometre ötede, Basra Körfezinde. İhtiyacımız olandan çok daha fazla petrol var orada. Tabii
o kaynağı ele geçirebilecek durumdayız. İki hafta içinde yeterince uçak ve asker toplar, o petrol alanlarına
ineriz. Bütün kuyuları yutarız. Ama ne yazık ki, Batı buna şiddetle karşılık verir mutlaka. O alanlar Batı
Avrupa'ya, Japonya'ya ve bir dereceye kadar da Birleşik Devletler'e petrol sağlıyor. NATO ülkeleri
konvansiyo-

— 24 —

nel silahlarla o alanları savunamazlar. Amerikalılar da havacılarımızı ve zırhlı güçlerimizi engelleyemez. O


zaman bir tek çareleri kalır: Nükleer silahlar. Bu gerçek bir tehlike oluşturur. Bu olasılığı hesaba kotmazlık
edemeyiz. Amerikan savaş planlarının böyle bir durumda nükleer silahları öngördüğünü zaten biliyoruz.
Die go Garcia'do bu tür silahların depo edilmiş olduğunu da. Amerikalılar bu silahları kullanacaklardır. Bu
yüzden Basra Körfezini ele geçirmeden önce bir şey yapmamız gerekiyor. Bir Bir siyasi ve askeri güç
olarak NATO'yu ortadan kaldırmak.»

Sergetov deri kaplı koltuğunda dikleşti. Bu adam ne söylüyordu? Savunma Bakanı konuşmasını
sürdürürken Sergetov da ifadesiz bir yüzle onu dinlemeye çalıştı.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

«NATO ortadan kaldırıldığı takdirde Amerika'nın da stratejisi değişir. Bu durumda Birleşik Devletler
kendi enerji ihtiyaçlarını Batı Yarımküresindeki kaynaklardan sağlar. Böylece Arap ülkelerini savunma
zorunluluğundan da kurtulmuş olur. Amerikan Yahudi Siyonist grupları zaten bu siyaseti beğenmiyor.»

Sergetov kendi kendine, buna gerçekten inanıyorlar mı, diye sordu. Birleşik Devletler'in hiçbir şey
yapmayacağına? Dünkü toplantıda neler oidu?

Üyelerden hiç olmazsa biri Sergetov'un endişelerini paylaşıyordu. Bu üye adayı, «Yani yapmamız
gereken tek şey Batı Avrupa'yı yenmek, öyle mi, yoldaş?» dedi. «Bunlar her yıl kcn-vanstyonel
silahlarından söz ederek bizi uyardığınız ülkeler değiller mi? Her yıl NATO ordularının bizim için ne büyük
bir tehlike oluşturduğunu anlatıyorsunuz. Ve şimdi kalkmış, onları yenmemiz gerektiğini kolayca
söyleyiveriyorsunuz. Öyle mi? Bağışlayın, Yoldaş Savunma Bakanı, ama Fransa ve İngiltere'nin kendi
nükleer silah depoları yok mu? Ayrıca Amerika neden anlaşmaya uyarak verdiği sözü tutmasın? Neden
NATO'yu savunmak için nükleer silahlar kullanmasın?»

Sergetov kıdemli olmayan bir üyenin durumu böyle çabucak-açıklamasına şaştı. Dışişleri Bakanının
cevap vermesi onu daha da şaşırttı. Bilmecenin bir parçası da buydu. Ama ya KGB bu

— 25 —

işe ne diyordu? Neden KGB'nin temsilcisi bu toplantıya katılmamıştı? KGB başkanı yeni ameliyat oimuş,
iyileşiyordu. Yine de birinin toplantıda bulunması gerekirdi. Ama belki de bu sorun, bir gece önce
halledilmişti.

«Amaçlarımız sınırlı olmalı. Bu yüzden birkaç siyasi sorunu çözmemiz gerekiyor. Önce Amerika'da güven
duygusu uyandır-malı, onları gafil avlamalıyız. Böylece güçlü bir biçimde karşılık vermekte geç kalmış
olurlar. İkincisi, siyasi acıdan NATO anlaşmasının zayıflatılması.» Dışişleri Bakanı gülümsedi. Ender
yaptığı bir şeydi bu. «Bildiğiniz gibi, KGB birkaç yıldan beri böyle bir planın üzerinde çalışıyor. Plan artık
son şeklini aldı. Size bunun anahatlarım açıklayacağım.»

Bakanın açıkladığı planı Sergetov pek cüretli buldu. Ayrıca odadaki güç dengesini de kavramaya
başlıyordu. Demek her şeyi KGB kararlaştırdı, diye düşündü. Bunu bilmeliydim. Ama Politbüronun geri
kalan üyeleri bu planı kabul edecekler mi bakalım...

Bakan konuşmasını sürdürdü. «Planın nasıl uygulanacağını görüyorsunuz, Parçalar teker teker yerlerini
bulacak. Sular iyice bulanacak. Tabii biz bağımsız iki NATO nükleer gücünü doğrudan doğruya tehdit
etmek istemediğimizi açıklayacağız. Bütün bunlar gözönüne alındığı zaman tehlikenin, ülkemizi tehdit ed^n
ekonomik bunalım kadar büyük olmadığı anlaşılacaktır.»

Sergetov koltuğunda arkasına yaslandı. Karar verilmişti. Savaş, açlık ve soğuğun egemen olacağı bir
barıştan daha az teh-likeJiydi. Ama karar gerçekten verilmiş miydi? Diğer Politburo üyelerinin bu kararı
değiştirecek güçleri ya da ağırlıkları yok muydu? Sergetov bu çılgınlığa karşı çıkma cesaretini gösterebilir
miyim, diye düşündü. Belki de önce akıllıca bir soru sormam daha iyi olur.

«NATO'yu yenme gücümüz var mı?»

Kaypak cevap Sergetov'un buz kesilmesine neden oldu. Savunma Bakanı, «Tabii,» dedi. «Orduyu ne
için kurduğumuzu sanıyorsun? Önemli komutanlarımızın fikirlerini aldık bile.»

— 26 —
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Sergetov kendi kendine öfkeyle bazı sorular sordu. Geçen ay yeni tanklar yapmak için daha fazla çeiik
istediğin zaman mazeretin neydi, yoldaş? NATO'nun zayıf olması mı? Yine ne dalavereler döndü? Askeri
danışmanlarıyla konuştu mu? Yoksa Savunma Bakanı her zaman övündüğü kişisel uzmanlığından mı
yararlanıyor? Genel Sekreter bu adamın zorbalığına boyun mu eğdi? Dışişleri Bakanının zorlamasına da?
Hiç itiraz etmedi mi? Ulusların kaderini etkileyecek kararlar böyle mi veriliyor?

Pyotr Bromkovskiy, «Bu çılgınlık, yoldaşlar,» dedi. Üyelerin en yaşlısıydi; seksenini geçmişti, zayıf ve
bitkindi. «Evet, ciddi bir ekonomik tehlikeyle karşı karşıyayız. Evet, devletin güvenliği de ciddi bir biçimde
tehlikede. Ama onların yerine daha büyük bir tehlikeye atılmamız mı gerekiyor? Olabilecekleri bir
düşünün! NATO'yu ezme harekâtına ne zaman başlamayı düşünüyorsun, yoldaş?»

«Bana ordumuzun dört ayda savaş durumuna getirilebileceğini kesinlikle söylediler.»

«Dört ay. Yani dört ay sonra yakıtımız olacak. Savaşı başlatmamıza yetecek kadar yakıt.» Petya yaşlıydı
ama aptal olduğu söylenemezdi.

«Yoldaş Sergetov.» Genel Sekreter, Petrol Endüstrisi Baka-mm işaret etti ve böylecfe yine
sorumluluktan kaçmış oldu.

Sergetov hangi tarafı seçecekti? Çabucak kararını verdi. «Şu anda elimizde bol miktarda hafif yakıt var,»
diye itiraf etti. «Gazolin, dizel vb. Bu yakıtları daha az kullanıldıkları soğuk aylarda depoluyoruz. Buna1
stratejik savunma rezervimizi katarsak elde edeceğimiz miktar kırk beş...»

Savunma Bakanı ısrarla, «Altmış,» dedi. Sergetov gerilemedi. «Kırk beş gün daha gerçekçi bir rakam
olur, yoldaş. Bakanlığım stratejik yakıt rezervini artırma programıyla ilgili olarak askeri birliklerin petrol
tüketimini de inceledi. Bu iş geçmiş yıllarda biraz ihmal edilmişti. Diğer tüketim alanlarında kısıtlamaya
gider ve endüstri açısından belirli bazı fedakârlıklarda bulunursak, savaş stokumuzu altmış günlük bir

__27__

süreye yetecek düzeye getirebiliriz.» Sergetov durakladı. Açıklanmamış karara böyle kolaylıkla
uyuverdiği için sarsılmıştı. Ruhumu sattım, diye düşünüyordu. Yoksa bir vatansever gibi mi davrandım?
Masadaki bu adamlara mı benzedim? Yoksa sadece gerçeği mi açıkladım? Ve gerçek nedir?.. Bir tek
şeyden emin olabilirim: Bu toplantıdan sağ çıkacağımdan. Şimdilik... Konuşmasını sürdürdü. «Ancak
hepinizi uyarmam gerekiyor. Yardımcılarım bana savaşta tüketilen yakıtla ilgili tahminlerin fazla iyimser
olduğunu bildirdiler.» Son, zayıf bir itirazdı bu.

Savunma Bakanı soğuk bir tavırla güldü. «Bize yakıt ver, Mikhail Eduardovich. Biz bunun uygun biçimde
kullanılmasını sağlarız. Analiz uzmanlarım hedeflerimize iki hafta içinde, hatta belki daha önce ulaşacağımızı
saptadılar. Ama NATO'nun gücünü gözönüne alalım. Ve tahmin edilen bu süreyi otuz güne çıkaralım.
Yakıtımız yine 'yeter de artar bile.»

Yaşlı Petya, «Ya NATO niyetimizi öğrenirse?» diye sordu.

«Öğrenemez. Biz oyunumuzu hazırlamaya başladık bile. NATO üyeleri birbirlerine güçlü biçimde bağlı
değiller. Bu olamaz zaten. Bckanlar her ülkenin savunmaya yaptığı katkı yüzünden tartışıp duruyorlar. Her
biri ayrı fikirde. Ve fazla yumuşaklar. Silahlarını standart hale sokamıyorlar. Bu yüzden silah sağlama işleri
karmakarışık. Ve en önemli, en güçlü üyelerini elli bir kilometrelik bir okyanus Avrupa'dan ayırıyor. Oysa
Sovyetler Birli-ği'nden Almanya sınırına trenle yapılacak bir gecelik yolculuk sonunda ulaşabilirsiniz. Ama
Petya, eski dostum, soruna cevap vereceğim. Başarısızlığa uğradığımız ve niyetimiz anlaşıldığı takdirde
harekete geçmekten vazgeçebiliriz. Manevra yaptığımızı söyleyebiliriz. Sonra da barış zamanındaki
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

şartlara döneriz. Bir kaybımız olmaz. Her zaman gerileyebiliriz.»

Masadakilerin hepsi de bunun doğru olmadığını biliyordu. Ama zekice bir yalandı. Çünkü kimsede bunun
yalan olduğunu söyleyecek cesaret yoktu. Harekete geçen hangi ordu geri çağrılabilirdi? Kimse Savunma
Bakanına itiraz etmedi. Devlet, tabii

aslında Parti ve Politburo tehlikedeydi. Durum daha da ciddile-sebilirdi. Tek çare savaştı.

' On dakika sonra Politburo üyeleri oy verdiler. Sergetov ve diğer sekiz üye adayı sadece birer
seyirciydi. On bire karşı iki oyla savaşa girilmesine karar verildi. Harekât başlamıştı artık.

Tarîh-Saat: 3/2-17.15

TASS petrol cîlammtoki yangını doğruladı.

Yozort: Patrick Flynn, AP Moskova Muhabiri

Moskova (AP) - Sovyet Haber Ajansı TASS bugün Sovyetler Birliği'nin Batı Sibirya bölgesinde «ciddi
bir yangın» olduğunu

doğruladı.

Komünist Partisinin resmi gazetesi Pravdo'mn arka sayfasındaki bir yazıda yangından söz edilmekte ve
sayısız insanın hayatını, ustalığı ve göreve olan bağlılığı sayesinde kurtaran «kahraman itfaiye» övülmekte.

Yangının «teknik bir arıza»dan kaynaklandığını açıklanıyor. Batılı kaynakların haberlerine pek uymamakla
birlikte, yangının tahmin edildiğinden daha çabuk söndürüldüğü de bir gerçek. Batılı uzmanlar,
Nizhnevartovsky bölgesinde yangınlara karşı son derece karmaşık bir sistemin kurulmuş olabileceğini ve
Sov-yetler'in bu sayede felaketi önlediğini düşünüyorlar.

— 28 —

•29 —

Güçlerin Karşılıklı ilişkileri

MOSKOVA, SSCB

Genelkurmay Başkanı Mareşal Shavyrin:, «Bana sormadılar,» diye açıkladı. «Değerlendirme yapmamı da
istemediler. Perşembe gecesi beni çağırttıkları sırada bu siyasi kararı vermişlerdi bile. Savunma Bakanı
benden en son ne zaman önemli bir karar vermemi istedi?»

Kara Kuvvetleri Komutanı Mareşal Rozhkov sordu. «Sen ne söyledin?»

«Sovyetler Birliği Silahlı Kuvvetlerinin dört ay hazırlık ya<-pabildiği takdirde bu görevi başarabileceğini.»

«Dört ay...» Rozhkov pencereden dışarı baktı. Sonra döndü;., «Hazır olamayacağız.»

Shavyrin, «Savaş 15 Haziranda başlayacak,» diye karşılık verdi. «Hazır olmalıyız, Yuri. Zaten başka
seçeneğim var mıydı? 'Çok üzgünüm Genel Sekreter Yoldaş, ama Sovyet Ordusu bu görevi yapamaz,' mı
demeliydim? Hemen beni atar ve yerime daha uysal birini geçirirlerdi. Yerimi kimin alabileceğini tah-
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

min edersin. Mareşal Bukharin'in emrinde olmayı mı tercih ederdin...»

Razhkov homurdandı. «O ahmak!» Sovyet Ordusunun Afganistan'a girmesine o sırada korgeneral olan
Bukharin'in yaptığı şahane plan neden olmuştu. Mesleki bakımdan önemsiz bir a*-damdı. Ama siyasi
dostları sayesinde yakasını kurtardığı gibi, meslek hayatına da doruğun hemen yakınında devam etmişti.
Kurnaz bir adamdı Bukharin. Dağlardaki çarpışmalara hiç katılmamış, kâğıt üstündeki harika planından
söz ederek bunun başarısızca uygulandığından yakınmıştı. Kendisini Kiev Askeri Bölgesine komutan
olarak göndermişlerdi. Bu mareşallik rütbesine açılan ışıltılı bir kapıydı.

Shavyrin, «Onun burada oturmasını ve sana planlarını dikte etmesini mi isterdin?» diye sordu. Razhkcv
başını salladı. İki adam savaştan beri arkadaştılar.

Rozhkov, «Bu işi nasıl yapacağız?» dedi.

Mareşal kısaca açıkladı. «Kızıl Fırtına.» Bu, zırhlı birliklerin Almanya, Hollanda, Belçika ve
Lüksemburg'a yapacakları saldırıyla ilgili bir plandı.

Rozhkov, «Hiç olmazsa atom silahlarından söz etmiyorlar,» diye mırıldandı. «Ya oyun?»

«İki bölümden oluşuyor. İlki sadece siyasi. Birleşik Devlet-ler'e uygulanacak. Savaştan hemen önce
uygulanacak ikinci bö-iümüyse KGB hazırlamış. Bunu biliyorsun. KGB Kuzey Grubunun planını. İki yıl
önce incelemiştik.»

Rozhkov yine homurdandı. Kuzey Grubu, KGB'deki bölüm başkanlarından oluşuyordu. Grubun amacı
NATO'yu dağıtmanın yollarını araştırmaktı.

Rozhtov, «Dört ay...» dedi. «Yapılacak çok iş var. Sonra... ya KGB'nin bu sihirli planı bir işe
yaramazsa?»

«Plan iyi. Batının sadece bir hafta için kandırılması yeterli. Tabii bu süre iki hafta olursa daha iyi. Ama en
önemlisi şu: NATO ne kadar zamanda hazır olabilir? Bunu yedi gün geçikti-rebildiğimiz takdirde zafer
bizim olur...»

30 —

«Ya geciktiremezsek?» Rozhkov'un sesi sertleşmişti. Aslında yedi günlük bir gecikmenin yeterli
olmayacağını biliyordu.

«Yine de güç dengesi bizden yana sayılır. Bunu sen de biliyorsun, Yuri.»

Kara Kuvvetleri Komutanı, «Önce disiplini sağlamalıyız,» dedi. «Konuyu hemen diğer komutanlara
açmam gerekiyor. Sıkı bir hazırlama programı uygulamalıyız. Bu yakıt sorunu çok mu kötü?»

Shavyrin, Rozhkov'a notlarını uzattı. «Daha kötü olabilirdi. Uzun bir talim için yeterli yakıtımız var. İsin hiç
de kolay değil, Yuri. Ama dört aylık bir süre de bu iş için uzun biie sayılır. Öyle değil mi?»

Aslında değildi ama bunu söylemenin bir yararı olmayacaktı. «Erleri savaş disiplinine alıştırmak için dört
ayımız var. Bana kimse karışmayacak değil mi? İstediğim gibi davranabileceğim?»

«Bir dereceye kadar.»


Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

«Bir eri çavuşunun emirlerini hemen yerine getirmeye alıştırmak başka, masa başında oturmaya alışmış
subayları savaş liderleri yapmak başka » Rozhkov asıl sorunu ortaya koymamıştı, ama Genelkurmay
Başkanı onun ne demek istediğini anlamıştı.

«Her iki konuda da istediğin gibi hareket edebilirsin, Yuri. Yalnız dikkatli davran. İkimiz için de.»

Rozhkov kısaca başını salladı. Bu iş için kimlerden yararlanacağını biliyordu. «Kırk yıl önce komuta
ettiğimiz birliklerle bu işi başarabilirdik, Andrey.» Rozhkov koltuğa oturdu. «Aslında elimizdeki
hammadde o zamankinden farksız. Silahlarımızsa daha iyi. Bilmediğimiz tek şey insanlar. Tanklarımızla
Viyana'ya girdiğimiz sırada adamlarımız savaşta pişmişlerdi...»

«Ezdiğimiz o SS köpekleri de öyleydiler.» Shavyrin öğünleri anımsayarak gülümsedi. «Batıda aynı


güçlerin etkili olduğunu unutma. Daha da etkili onlar. Şaşıran, aralarında birlik olmayan bu insanlar nasıl
savaşacaklar? Planımız başarılı olabilir. Başarılı olmasını sağlamalıyız.»

«Pazartesi günü sahra komutanlarımızla toplantım var. Durumu onlgra ben açıklayacağım.»

__qo _

\jf- ^^

NORFOLK, VIRGINIA

Belediye Başkanı, «Ona iyi bakacağınızı umarım,» dedi.

Komutan Daniel McCafferty hemen tepki göstermedi. USS Chicago denizaltısı ancak altı hafta önce
hazır olabilmişti. Önce gemi tezgâhında yangın çıkmış, sonra da Chicago Belediye Başkanı grev yüzünden
gelemediği için denize indirme töreni tatsız geçmişti. Şimdi mürettebat ilk seferine çıkacak olan gemiye
erzak yüklüyordu. McCafferty komuta edeceği bu yeni denizaltıya hayrandı. Şimdi de Belediye
Başkanına gemiyi dolaştırıyordu.

«Efendim?»

Chicago Belediye Başkanı, «Vapurumuza iyi bakın,» dedi.

«Biz bunlara 'gemi' deriz, efendim. Ve Chicago'ya sizin adınıza özen göstereceğim.»

«Yarın nereye gidiyorsunuz?»

«Denize açılıyoruz, efendim.» Komutan bir merdivenden inmeye başladı. Belediye Başkanı da onu izledi.

«Bunu biliyorum... Bu gemide ne yapacaksınız?»

«Deniz Kuvvetleri bundan 'Oşinografik Araştırma' diye söz ediyor, efendim.» McCafferty bu biçimsiz
soruyu yanıtlarken Belediye Başkanına gülümsedi. Chicago çabucak harekete geçecekti. Deniz
Kuvvetleri geminin yeni 'sessizleştirme' sistemlerinin ne dereceye kadar etkili olduğunu öğrenmek
istiyordu. Bahama açıklarında yapılan denemeler başarılı olmuştu. Şimdi Barents denizinde ne sonuç
alınacağını merak ediyorlardı.

Belediye Başkanı güldü. «Galiba Yeşiller adına yunusları


Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

sayacaksınız.»

«Şey... Gideceğimiz yerde yunuslar olduğunu söyleyebilirim.»

«Bu güvertedeki karolar da nedir böyle? Şimdiye dek bir gemide lastik döşeli bir güverte hiç
görmemiştim.»

«Bunlara 'yankısız karo' diyorlar, efendim. Lastik ses da.l-

— 33 —

F.: 3

galormı emiyor. Böylece daha sessizce ilerleyebiliyoruz. Sonarla izimizi kolay kolay bulamıyorlar.
Kahve içer misiniz?»

Yemek salonuna girmişlerdi. Belediye Başkanı yakındı. «Böyle bir günde...»

Komutan güldü. «Ben de sizinle aynı fikirdeyim. Ama içki yasak.»

Belediye Başkanı kahve fincanını kaldırarak McCafferty'nin-kine vurdu. «Şansınız açık olsun.» «İşte
bunun şerefine içerim.»

MOSKOVA, SSCB

Subaylar Kulübünde buluştular. Hepsi de birbirlerini tanıyorlardı. Rakip ama yine de meslekdaştılar. Rus
buhar banyolarına özgü samimi havada birkaç dakika önemsiz şeylerden söz ettiler.

Sonra Rozhkov, «Yoldaşlar,» dedi. «Bir açıklama yapmak zorundayım.»

Herkes sustu. Şimdi soru sorar gibi ona bakıyorlardı.

O an gelmişti işte. «Yoldaşlar, dört ay sonra, yani 15 Haziranda NATO'ya karşı saldırıya geçeceğiz.»

Bir an derin bir sessizlik oldu. Şimdi sadece odaya dolon buharın hışırtısı duyuluyordu. Sonra içlerinden
üçü güldü. Krem-lin'den gelirken arabalarında birkaç kadeh içmişlerdi. Ama Kara Kuvvetleri Komutanına
onun yüzünü görecek kadar yakın olanlar gülmediler.

Batı Cephesi Başkomutanı, «Ciddi misin, mareşal yoldaş?» diye sordu. Rozhkov'un evet der gibi başını
sallaması üzerine de ekledi. «O halde bu kararın nedenini açıklama nezaketini de gösterirsin belki.»

«Tabii. Hepiniz Nizhnevartovsk petrol alanındaki felaketi birliyorsunuz. Ama bunun stratejik ve siyasi
etkilerinden haberiniz

— 34 —

yok.» Rozhkov altı dakikada Politbüronun bütün kararlarını özetledi. «Dört ay sonra Sovyetler Birliği
tarihinin en hayati askeri harekâtını başlatacağız. Siyasi ve askeri bir güç olarak NATO'yu ortadan
kaldırmaya çalışacağız. Ve başarılı olacağız.»
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Güneybatı Cephesi Komutan Yardımcısı Pavel Alekseyev, «Bazı söylentiler duymuştum,» dedi. «Ama
durum bu kadar kötü mü?»

«Evet. Normal operasyonlara on iki ay yetecek kadar yakıtımız var. Ya da kısa ama sıkı bir eğitim
programından sonra altmış günlük bir savaşa yetecek kadar.» Rozhkov bunun ağustosun ortasında ulusal
ekonomiyi iyice sarsacağından söz etmedi.

Alekseyev öne doğru eğilerek elindeki dallarla sinek kovar gibi vücuduna vurdu. Bu hareketi bir aslanın
sinirli sinirli kuyruk sallamasına benziyordu. Elli yaşında, oradaki en genç iki komutandan biriydi. Saygı
gören entelektüel bir askerdi. Geniş omuzlu, sağlam yapılı, yakışıklı bir erkekti. Parlak siyah gözlerini
kısmış yükselen buhar bulutunun arkasından bakıyordu. «Haziranın ortasında mı?»

Rozhkov, «Evet,» dedi. «Planlarımızı ve adamlarımızı hazırlamak için bu kadar zamanımız var.»
Çevresine bakındı.

«Aramızda açık açık konuşabilmek için burada buluştuk sanırım. Öyle değil mi?»

Rozhkov, «Evet, öyle Pavel Leonidovich,» diye cevap verdi. Konuşmaya Alekseyev'in başlamış olması
onu hiç şaşırtmamıştı. Son on yıllık sürede onun yükselmesi için Rozhkov elinden geleni yapmıştı.

«Yoldaşlar.» Alekseyev yerinden kalktı. «Mareşal Rozhkov' un bize açıkladığı her şeyi kabul ediyorum.
Ama... dört ay! Bu dört aylık sürede niyetimiz anlaşılabilir. Bu durumda karşımızdakiler! gafil avlama
fırsatını kaçırırız. O zaman ne olur? Ah, evet, bunun için de bir plan yapılmış. Zhukov 4 Planı! Ani
seferberlik! Hepimiz altı saat içinde yerlerimizi alabiliriz. Ama bir sürpriz saldırıyı gerçekleştireceksek,
bunu kimsenin sezemeye-

— 35 —

ceği bir biçimde yapmalıyız. Yani yetmiş iki saat sonra harekete geçmeliyiz.»

Batı Cephesi Başkomutanı itiraz etti. «Ama hazır değiliz ki!» Berlin'deki karargâhın komutanıydı. Batı
Almanya'ya yapılacak bir saldırının sorumluluğu da ona düşüyordu.

Alekseyev elini kaldırdı. «Ama onlar da hazır değiller. Hatta onlar bizim kadar bile hazır sayılmazlar.»
Makul bir tavırla konuşuyordu. «İstihbarat servisinin topladığı bilgiyi düşünün. Subaylarının yüzde on
dördü tatilde. Evet, manevralardan yeni döndüler ama bu yüzden silahlarının çoğu bakıma alınmış olmalı.
Yüksek rütbeli subayların birçoğu görüşmeler için ülkelerinin başkentlerine gittiler. Birlikleri kışlık
yerlerinde ve kış programını uy_ gülüyorlar. Bu mevsimde bakım ve onarımla ilgileniyor, raporlar
hazırlıyorlar. Talim süreleri kısaltılıyor. Belki de, karda koşmayı kim ister, diye düşünüyorlar. Buna karşılık
tarih bize Sovyet savaşçılarının en çok kışın başarılı olduklarını açıklıyor. NATO ise bu mevsimde pek
hazırlıklı olmayabilir.»

Batı Cephesi Başkomutanı homurdandı. «Biz de hazır değiliz, genç budala!»

Alekseyev hemen karşılık verdi. «Bu durumu kırk sekiz saat içinde değiştirebiliriz.»

Batı Cephesi Başkomutan Yardımcısı hemen amirini destekledi. «İmkânsız!»

Alekseyev, «Tam anlamıyla hazır olmamız için aylar ister tabii,» diye kabul etti. «Ama bunu gizlememiz de
zor olur. Hatta imkânsız!»
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Bir general hatırlattı. «Mareşal Rozhkov söyledi ya, Pqvel Leonidoviçh, siyasi ve diplomatik bir oyun
hazırlayacaklar.»

«KGB'deki yoldaşlarımızın ve siyaset ustası liderlerimizin mucizeler yaratacaklarından hiç kuşkum, yok.»
Ne de olsa odada dinleme aygıtları bulunabilirdi. «Ama emperyalistlerin, bizden korkmalarına ve nefret
etmelerine rağmen, talim sürelerini iki katma çıkardığımızı farkedemeyeçeklerini düşünmek fazla iyimserlik
olmaz mı? Ajanlarının ve casus uydularının faaliyette ol-

— 36 —

duklarını biliyorsunuz. Savaşa hazırlanmak için olağanın dışında pek çok şey yapacağız. Ve bu da
farkedilecek. Doğu Almanya, Batılı casuslarla dolu. NATO durumu anlayınca tepki gösterecek. Ortak
silah depolarındaki her şeyi alacak ve bizi sınırda karşılayacaklar. Ama şimdi... elimizdekilerle
saldırdığımız takdirde üstünlük bizde olur. Adamlarımız Alpler'de kayak yapmaya gitmediler! Zhukov 4
Planı kırk sekiz saat içinde barıştan savaş durumuna geçmemiz için hazırlandı. NATO'nun bu kadar kısa
bir sürede tepki göstermesi olanaksız. İstihbarat raporlarını düzene sokmak ve bunları bakanlarına
vermek kırk sekiz saat alır. O sırada toplarımız Fulda geçidini dövmeye başlar. Tanklarımız da onları
izler.»

«Çok şey ters gidebilir.» Batı Cephesi Başkomutanı hızla ayağa fırlarken az kalsın havlusu belinden
kayıyordu. Sol eliyle havluyu tutarken sağ yumruğunu Alekseyev'e doğru salladı. «Ya trafik kontrolü ne
olacak? Askerlerimizin yeni savaş danammıy-la eğitilmeleri? Pilotlarımın emperyalistlere karşı girişilecek
operasyonlara hazırlanmaları? İşte sana çözümlenmesi imkânsız bir sorun! Pilotlarımızın en aşağı bir aylık
sıkı bir eğitimden geçirilmeleri gerekiyor. Tankçılarımın, topçularımın da öyle. Piyadelerimin de.»

Alekseyev, işini buseydin, adamların şimdi hazır olurlardı, diye düşündü. Seni beş para etmez fahişe
avcısı! Ama bu düşüncelerini açık açık söylemeye cesaret edemedi. Batı Cephesi Başkomutanı altmış bir
yaşındaydı ve erkeklik gücünden söz ederek övünmeye meraklıydı. Alekseyev onun bu odada neşeyle
fısıldadığı hikâyeleri az dinlememişti. Ama adam siyasi bakımdan güvenilir biriydi. Diğerlerinden daha genç
olan Alekseyev, işte Sovyet sistemi böyle, dedi kendi kendine. Savaşçı askerlere ihtiyacımız var. Ama
anayurdu savunmak için bize neyi veriyorlar? Siyasi güvenirliliği... Alekseyev son kozunu da oynamaya
karar verdi. «Yoldaş general, tümen, alay ve taburlarınızın başında yetenekli subaylar var. Onların
görevlerini bildiklerinden emin olabilirsiniz.»

— 37 —

Rozhkov ayağa kalktı. Diğerleri onun sözlerini iyice duyabilmek için dikkat kesildiler. «Sözlerinde gerçek
payı var, Pavel Leonidovich. Ama vatanımızın güvenliğiyle kumar oynayabilir miyiz?» Basını salladı ve
yıllardan beri yaptığı gibi öğretiyi tekrarladı. «Hayır. Bu konuda şaşırtmacaya güveniyoruz. İndirilecek ilk
güçlü yumruğa. Bu, cüretle ilerleyen zırhlı kuvvetlerimize yol açacak. Ve böylece Batılıları şaşırtacağız.
Onlar önce olanlara inanmak istemeyecekler. Biz ilk darbeyi indirmeye hazırlanırken Politburo Batılıların
korkularını giderecek. Biz de böylece o stratejik sürprizi yapacağız. Batı üç ya da en çok dört gün içinde
olacakları anlayacak ama yine de bunu kabul edemeyecek.»

Subaylar Rozhkov'un peşi sıra odadan çıkarak soğuk duş yapmaya gittiler. On dakika sonra da
sırtlarında üniformalar, ikinci kattaki ziyafet salonunda tekrar buluştular. Çoğu KGB'nin muhbiri olan
garsonlar generallerin alçak sesle yaptıkları konuşmaları dinleyemediler.

Güneybatı Cephesi Başkomutanı yardımcısına, «Planlarımız?» diye sordu.

Alekseyev cevap verdi. «Bu savaş oyununu kaç kez oynadık? Gereken her şeyi biliyoruz. Bilmediğimiz
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

bir tek şey var. Dikkatle hazırladığımız planların başarılı olup olamayacağı. Hemen saldırıya geçmeliyiz.»

Yüksek rütbeli bir subay, «Ya saldırımız başarılı olursa ve NATO nükleer savunmaya başvurursa?» dedi.

Alekseyev bu konunun önemli olduğunu ve önceden bir tahminde bulunulamayacağını kabul ediyordu.
«Ama bunu zaten yapabilirler. Bütün planlarımız Batılıları şaşırtmamıza bağlı, yoldaş. Öyle değil mi?
Sürpriz ve başarı Batıyı nükleer silah kullanmayı düşünmeye zorlayabilir...»

Güneybatı Cephesi Başkomutanı, «Yanılıyorsun, genç dostum,» diye onu azarladı. «Nükleer silah
kullanma kararı siyasi bir konu. Bunların kullanılmasını önlemek de öyle. Bunun için de zaman gerekli.»

— 38-

Alekseyev, «Dört ay beklersek stratejik bakımdan onları nasıl gafil avlayabiliriz?» diye sordu.

«Siyasi liderlerimiz buna söz verdiler.»

«Frunze Akademisine girdiğim yıl Parti bize 'sağlığımızda gerçek komünizmi göreceğimiz tarihi' açıkladı.
Ciddi bir sözdü bu. O tarih artık altı yıl geride kaldı.»

«Benimle böyle rahatlıkla konuşabilirsin, Pasha. Ben seni anlıyorum. Ama dilini tutmayı öğrenemezsen...»

«Beni bağışla, yoldaş general. Sürpriz yapmayı başaramama olasılığı bulunduğunu kabul etmeliyiz.
Şaşırtmaca yapamadığımız takdirde geniş çapta bir aşındırma savaşı başlatmış oluruz. 1914 - 1818
Savaşının ileri teknikli bir eşini.»

«Ve bu savaşı biz kazanırız.» Kara Kuvvetleri Başkomutanı, Alekseyev'in yanına oturdu.

Alekseyev de, «Ve bu savaşı biz kazanırız,» diye yineledi. «Ancak savaşın hızını biz kararlaştırırsak.
Deniz Kuvvetlerindeki dostlarımız Amerika'nın NATO'ya yeniden malzeme gönderme., sini
önleyebilirlerse. NATO'nun aşağı yukarı beş haftalık savaş stoku var. Bizim o güzel ve pahalı filomuz
Atlas Okyanusunu geçilmeyecek hale sokmalı.»

«Maslov.» Rozhkov, Sovyet Deniz Kuvvetlerinin Başkomutanına işaret etti. «Kuvvetlerin Kuzey Atlas
Okyanusunda bira-raya getirilmeleriyle ilgili fikirlerini öğrenmek istiyoruz.»

Maslov ihtiyatla sordu. «Görevimiz ne olacak?»

Rozhkov, «Batıyı şaşırtamadığımız takdirde Deniz Kuvvetlerindeki sevgili yoldaşlarımızın Amerika'nın


Avrupa'ya ulaşmasını engellemeleri gerekecek, Andrey Petrovîch,» diye açıkladı. Ve aldığı cevap
yüzünden de gözlerini kırpıştırdı.

«Bana bir hava tümeni verirseniz bu isi başarırım.» Maslov ciddi bir tavırla konuşmuştu. Elinde maden
suyu dolu bir bardak vardı. Bu soğuk şubat akşamında içki içmekten dikkatle kaçmıyordu. «Asıl sorun
şu: Denizde saldırgan bir tavır mı takın-malıyız, yoksa kendimizi savunmalı mıyız? Nato Deniz Kuvvetleri
ve özellikle Amerikan donanması anayurt için doğrudan doğ-

— 39 —

rüya bir tehdit sayılır. Amerikan Deniz Kuvvetlerinde anayurda, yani Kola yarımadasına saldırmayı
sağlayacak uçaklar ve uçak gemileri var. Hatta onların böyle bir şeyi plqnladiklarim da biliyoruz.»
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Güneybatı Cephesi Başkomutanı, «Ne olmuş yani?» dedi. «Tabii Sovyet topraklarına yapılacak hiçbir
saldırıyı hafife alamayız. Ama ne kadar başarıyla savaşırsak savaşalım, bu savaşta yine de ciddi kayıplar
vereceğiz. Sonuç ne olursa olsun.»

«Amerikalılar Kola'ya saldırmayı başarırlarsa o zaman Kuzey Atlantik'i kapatmamızı da engellemiş


olurlar. Ve sen bu saldırıları küçümsemekle hata ediyorsun. Amerika'nın Barents denizine girmesi caydırıcı
nükleer güçlerimiz açısından bir tehdit sayılır. Ve bu hayal edebileceğinden daha kötü sonuçlar doğurur.»
Amiral Maslov öne doğru eğildi. «Öte yandan STAVKA'yı, Kutup Zaferi Operasyonunu uygulamamız
için bize kaynak vermeye ikna edebilirsen o zaman insiyatif bize geçer. Ve Kuzey Atlas Okyanusunda
savaş şartlarını biz kararlaştırırız. Bunu yapabilirsek... bir, Amerika'nın anayurda denizden saldırmasını
önleriz. İki, denizaltı güçlerimizin önemli bir bölümünü ticari yolların bulunduğu Kuzey Atlantik havzasında
kullanabiliriz. Üç, uçak gemilerimizden azami yarar sağlamış oluruz. Yani bu operasyon, filomuzu bir
savunma değil de bir saldırı silahı haline sokar.»

Alekseyev, «Ve bunun için sadece hava tümenine ihtiyacın var, öyle mi? Lütfen bize bu planı açıkla,
yoldaş amiral.»

Maslov beş dakika kadar bilgi verdi ve sözlerini, «Şansımız yardım ettiği takdirde NATO Deniz
Kuvvetlerinin başa çıkamayacakları bir durum yaratırız,» diye tamamladı. «Ve savaş sonrasında da
avantajlı bir duruma geçmiş oluruz.»

Batı Cephesi Başkomutanı konuşmaya katıldı. «Uçak gemilerini kendimize çekip ortadan kaldırmamız
daha doğru olur.»

Maslcv cevap verdi. «Amerikalılar Atlas Okyanusunda bize karşı beş, altı uçak gemisi kullanacaklardır.
Bu gemilerin her birinde havada üstünlük sağlayacak elli sekiz uçak var. Bunlar nükleer silah da
kullanabilirler. Tabii filonun savunmasında kul-

— 40 —

tanılan uçaklar dışında. Bence bu gemileri anayurttan mümkün oldu&u kadar uzakta tutmamız gerekir,
yoldaş.»

Rozhkov düşünceli bir tavırla, «Sözlerin beni etkiledi, Andrey Petravıich,» diye mırıldandı. Alekseyev'in
bakışlarındaki saygıyı da farketmişti. «Yarın Öğleden sonra bu planla ilgili olarak bir brifing istiyorum.
Kaynak sağlanırsa bu planın başarılı olacağını söylüyorsun değil mi?»

«Beş -yıldan beri bu plan üzerinde çalışıyoruz. Güvenlik sür-dürülebil'di^J takdirde başarıya ulaşmak için
sadece iki şey gerekiyor.»

Rozhkov başını salladı. «O halde seni destekliyorum.»

V41

Birinci Oyun

MOSKOVA, SSCB

Dışişleri Bakanı her zaman yaptığı gibi sağdan girdi ve altmışında olmasına rağmen çevik adımlarla
kürsüye doğru gitti. Karşısında Sovyet Muhafızlarının uygun gruplara ayırdıkları muhabirler vardı.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Gazeteciler ellerinde not defterleri, yanlarında fo~ tomuhabirleriyle bekliyorlardı. TelevizyoncUlarsa


portatif ışıkların önünde yerlerini almışlardı. Dışişleri Baıkanı bu ışıklardan da, televizyon muhabirlerinden
de, gazetecilerden de nefret ediyordu. Batı basını hiç terbiyeli değildi. Her/zaman araştırıyor, her zaman
sıkıştırıyor, her zaman kendi ha/kına bile açıklamak zorunda olmadığı konularda sorular soruyorlardı.
Bcskan önündeki notlardan başını kaldırırken, ne garipj diye düşündü. Partinin Merkez Komitesi
üyeleriyle değil de, bu parayla tutulmuş yabancı casuslarla açık açık konuşmak zorunda kalıyorum.
Onların casus oldukları kesin. Tabii elinde dikxatle hazırlanmış uydurma bilgiler olan biri onları ustalıkla
kaldırabilir. Ve şimdi ben de öyle yapacağım...

Dışişleri Bakanı, «Bayanlar ve faylar,» diye söze başladı. İngilizce konuşuyordu. «Kısa bir anıklama
yapacağım. Bugün

— 42-

soruları yanıtlayamayacağım için üzgünüm. Birleşik Devletler Baş kanı stratejik silahlar kontrolü
konusunda her zaman, 'Söz değil hareket istiyoruz,' diyordu. Dünyamızın barışsever insanları, Sovyetler
Birliği'nin hiçbir zaman savaş istemediğini biliyorlar. Ancak bir delinin nükleer bir savaşı düşünebileceğini
de. Artık stratejik silahların iyice azaltılması zamanı geldi. Biz kaç kez ciddi ve içten tekliflerde bulunduk.
Ama Amerika buna rağmen açık açık saldırı silahları geliştirmeye devam etti. Amerika bunu yaptı işte.
Ama bir yandan da Sovyetler'in 'hareket© geçmesi' için çağrıda bulunup durdu. Yarın Amerika'nın
sözlerine inanıp inanamayacağımızı kesinlikle öğreneceğiz. Sovyetler Birliği yarın Viyana'da stratejik ve
nükleer silahların yüzde elli azaltılması için bir teklifte bulunacak. Bu, anlaşmanın yapılmasından sonraki üç
yıl içinde sağlanacak. Anlaşmaya imza koyan devletlerin seçeceği tarafsız gruplar da yerlerinde
incelemeler yapacaklar... 'Devletler,' dedim. Sovyetler Birliği, İngiltere, Fransa ve... Çin Halk
Cumhuriyeti'ni de görüşme masasına oturmaya davet ediyor.»

AP Büro Şefi Patrick Flynn telaşla not alıyordu. Bu açıklama dinamitten farksızdı. Flynn, bakalım 'başka
neler söyleyecek, diye düşünüyordu. Ruslar bu kadar açık sözlü olamazlar. Bu imkânsız.

Bakan, «Bizi iyi niyetimizi belirtecek bir hareket yapmamakla suçladılar,» diye konuşmasını sürdürdü.
«Bu suçlamanın ne kadar asılsız olduğu ortada. Ama bu kötü masal Batıda hâlâ anlatılıyor. Ancak bundan
sonra mümkün olmayacak bu. Hiç kimse Sovyet halkının adil ve devamlı barış isteğinden
kuşkulana-mayacak. Bugünden itibaren Sovyetler Birliği nükleer güçlü füze denizaltılarmdan Yankee sınıfı
gemileri hizmet dışı bırakacaktır. Bunu iyi niyetimizi göstermek için yapacağız. Birleşik Devletler'e ve diğer
ülkelere aynı şeyi yapmaları için meydan okuyoruz... Bayanlar ve baylar, artık silah yarışına son vermenin
zamanı geldi. Artık bundan sonra kimse Sovyetler Birliği'nin savaş tehlikesini azaltmak için hiçbir şey
yapmadığını söylemesin!... Teşekkür ederim.»

— 43 —

Odaya derin bir sessizlik çöktü. Sonra Flynn, «Lanet olsun...» diye mırıldandı. Renter Muhabiri Willianr
Galloway başını salladı. «Az bile söyledin, dostum.»

Flynn yüzünü buruşturarak Dışişleri Bakanına baktı. Adam kameralara gülümseyerek salondan çıkıyordu.
Büro şefi kaşlarını çattı. «Yıldız Savaşlarından hiç söz etmedi...» Sonra kendi kendine sordu. Bu Rusların
yeni bir silah yaptıkları anlamına mı geliyor? B'-unu Washington'a sormalıyım... Arkadaşına baktı.
«Önemli bir haber bu, Willie! Nasıl başlık atacaksın? 'BARIŞ'o ne dersin?»

Galloway sadece güldü.

FORT MEADE, MARYLAND


Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Amerikan istihbarat servisleri, bütün dünyadaki benzerleri gibi, haber ajanslarının açıklamalarını yakından
izlerler. Toland da oturmuş AP ve Reuter muhabirlerinin verdikleri haberleri inceliyor ve bunları
Pnovda'yla İzvestia'da çıkan yazılarla karşılaştırıyordu.

Bölüm şefi, «B'u yoldan daha önce de geçtik,» diye söylendi. «Geçen kez görüşmeler gezginci füzeler
yüzünden çıkmaza girdi. İki tarqf daı bu silahları istiyor. Ama ikisi de karşı tarafın elinde böyle bir1 silah
olmasından korkuyor.»

«Ama bu haber...»

«Ruslar silah kontrolü teklifleri yaparken hep böyle kararlı bir tavır takınırlar. Allah kahretsin! Bunu sen
de biliyorsun, Bob.»

«Evet, öyle, efendim. Ama Ruslar ilk kez bir silahı hizmetten çekiyorlar.»

«O denizaltılar artık -bir işe yaramıyor.»

«Öyle de olsa! Ruslar' işe yarasın yaramasın hiçbir şeyi kaldırıp atmazlar. Depolarında İkinci Dünya
Savaşından kalma top-

_44 —

lar var. Onları ne olur, ne olmaz diye saklıyorlar. Ama bu olay farklı. Ve siyasi yankıları...»

Bölüm şefi homurdandı. «Biz siyasetten değil, nükleer stratejiden söz ediyoruz.»

Toland kendi kendine, sanki arada fark var da, dedi.

KİEV, UKRAYNA

«Evet, Pas ha?»

Güneybatı Cephesinin Kiev'deki karargâhında hazırolda duran Alekseyev, «Yoldaş general,» dedi. «Çok
çetin bir görevimiz var. Birliklerimizin sıkı bir talim görmeleri gerekiyor. Hafta sonunda tank ve motorize
tümenlerden gelmiş olan raporları okudum. Seksenden fazla raporu. Hepsinde de birliklerin hazır oldukları
bildiriliyor.»

Komutan, «Talim elkitabımızda öngörüldüğü gibi,» dedi.

«Tabii. Öyle. Tamam! Hem de ne tamam! Kötü havalarda hiçbir aksama olmamış. Geciken yakıt ikmali
yüzünden de. Hiçbir nedenle aksama görülmemiş. Örneğin, 703'üncü Motorlu Alay ekim ayını
Kharkov'un güneyinde hasat görevinde geçirmiş. Ama nasıl olmuşsa erler talim saatini doldurmayı yine de
başarmışlar. Yalan kötü bir şeydir. Bu yalanlar üstelik aptalca!»

«Durum korktuğun kadar kötü olamaz, Pavel Leonidovich.»

«Başka türlü olduğunu düşünmeye cesaret edebilir miyiz, • yoldaş general?»

Komutan gözlerini masasına dikti. «Hayır. Pekâlâ, Pasha. Planını yapmışsın. Bana bunu açıkla.»
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

«Gidip komutanları hizaya getirmeliyim. Batıya yapılacak saldırı tarihine kadar amaçlarımıza erişeceksek,
suçluları cezalandırmamız gerekir. Dört komutanı düşünüyorum. Onların suç işledikleri kuşku götürecek
gibi değil. İşte adları ve işledikleri suçlar...» Alekseyev bir kâğıt uzattı.

General, «Şu ikisi iyi insanlardır, Pasha,» diye itiraz etti. Alekseyev, «Onlar devletin koruyucuları,» dedi.
«Herkes ikisine de güveniyor. Yalan söyleyerek bu güvene ihanet ettiler. Ve böylece devleti tehlikeye
düşürmüş oldular.»

«Bu suçlamaların nasıl sonuçlanacağını düşündün mü?» «Tabii. Vatana ihanetin cezası ölümdür. Ben hiç
uydurma bir rapor 'yazarak hazır olduğumu bildirdim mi? Ya siz?» Alekseyev bir an gözlerini
komutanından kaçırdı. «Bu zor bir iş. Yapacağım şey bana zevk vermiyor. Ama birliklerimizi düzene
sokmazsak kimbilir kaç delikanlı subaylarının ihmali yüzünden can verecek. Bize dört yalancıdan çok,
savaşa hazır askerler gerekli. Belki bunu sağlamanın daha yumuşak bir yolu vardır ama ben bu yöntemi
bilmiyorum. Disiplinsiz bir ordu değersiz bir güruh halini alır. Bize dikbaşlı erleri herkese örnek olacak
biçimde cezalandırmamız emredildi. Madem erler hataları yüzünden ceza görüyorlar, o zaman subayları
da aynı acıyı çekmeliler. Onların sorumlulukları çok daha büyük. Ödülleri de öyle. Birkaç örneğin
ordumuzun düzene sokulmasına büyük yardımı olur. Birlik komutanlarımız da talimle ilgili emirlerimizi
yerine getirirler.» «Acaba Batı Cephesi Başkomutanı ne yapıyor?» «Aynı şeyi yaptığını umarım.»
Alekseyev başını salladı. «Bizden birlik istedi mi?»

«Hayır, ama isteyecek. Bizden NATO'nun güney kanadına saldırmamız istenmeyecek. Bu da oyunun bir
parçası. Birliklerimizden çoğunun Almanya'ya gönderileceğinden emin olabilirsin. Tanklarımızın da. O
ahmağın ne kadar çok tümeni olursa olsun, yine de daha fazlasını isteyecek.»

Pasha, «Zamanı gelince petrol alanını ele geçirecek kadar adamımız olsun da,» dedi. «Biz hangi planı
uygulayacağız?»

«Eskisini. Ama tabii yenileceğiz.»

Alekseyev yumruklarını sıktı. «Harika. Bir plan yapmamız gerekiyor. Ama bunun ne zaman
.tamamlanacağını bilmiyoruz. Planı uygulamak için ne kadar askerimiz olacağını da.»

_46 —

Komutan güldü. «Bana subaylar hakkında söylediklerini

unutma, Pasha.»

Alekseyev sıkıntıyla başını salladı. «Haklısın, yoldaş general. Biz ancak savaştan sonra uyuyabileceğiz.»

— 47 —

Denizciler ve Casuslar

CHESAPEAKE KÖRFEZİ, MARYLAND

«Kahve ister misin, Bob?»

«Teşekkür ederim, baba. İsterim.» Robert Toland oltasını çengeline takarak teknesinin ortasındaki
iskemlesinde arkasına yaslandı. Kayınpederi Edward Keegan büyük termosun ağzındaki plastik bardağı
çıkardı. Bob kahvenin çok lezzetli olacağını biliyordu. Edward Keegan eski bir denizciydi ve kahveye
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

düşkündü. Özellikle içine konyak ya da İrlanda viskisi konmuş olan, insanın gözlerini açıp midesini ısıtan
türüne.

«Soğuk da olsa burası pek güzel.» Keegan bir ayağını yem kutusuna dayayarak kahvesini yudurnladı. İş
sadece balık avlanmak değildi. İkisi de uygarlıktan kurtulmanın tek yolunun denize açılmak olduğunu
düşünüyordu.

Keegan emekliye ayrılmadan önce istihbarat uzmanı olarak çalışmıştı. Şimdi de aynı konuda danışmanlık
yapıyordu. Toland eski deniz subayının kızıyla on beş yıl önce evlenmişti ve hâlâ çok mutluydu.

•48

Keegan ayağa kalkarak oltasını aldı. «Eee, Fort'ta neler o-luyor?»

Bob Toland Deniz Kuvvetlerinde altı yıl subaylık yaptıktan sonra istihbarat analizcisi olarak Ulusal
Güvenlik Bürosuna girmişti. Üniversitenin elektronik bölümünden mezun olmuş bir iletişim uzmanıydı. Son
görevi uyduların topladığı Sovyet sinyallerini kontrol etmekti. Toland bu çalışmaları arasında üniversitenin
Rus dili bölümünden de mezun olmayı başarmıştı.

«Geçen hatta gerçekten ilginç bir şey duydum ama bizim patronu bunun önemli olduğuna ikna
edemedim.»

«Bölüm şefin kim?»

«Albert Redman. Sersemin biri.»

Keegan güldü. «Böyle sözleri yüksek sesle söylememelisin Bob. Albert'» tanırım. Biraz ukaladır.»

«Ukala mı?» Toland burun kıvırdı. «O budala öyle darkafa-lı ki! Önce şu yeni silah kontrolü teklifini
önemsemedi. Sonra geçen çarşamba gerçekten olağanüstü bir şey öğrendim. Ama raporumu dosyaya
kaldırıverdi. Zaten yeni raporlara neden baktığını anlayamıyorum. Her konuda kesin kararını beş yıl önce
vermiş.»

«O olağanüstü şeyi bana açıklayamazsın herhalde.»

«Açıklamamam gerekir.» Bob bir an kararsızca durakladı. Ama çocuklarının büyükbabasıyla


konuşamayacaksa, kiminle konuşacaktı? «Bizim kuşlardan biri geçen hafta bir Sovyet askeri bölgesinin
üzerinden geçerken mikro-dalgaylo yapılan bir telefon konuşmasını yakaladı. Karpat Askeri Bölgesinde
sahte raporlar yazdıkları için kurşuna dizilen dört albay hakkında Moskova'ya bilgi veriliyordu. Subayların
yargılanmaları ve idam-larıyla ilgili bir yazı da hazırlanıyordu. Herhalde bu haftaki Kızıl Yıldız'da çıkar.»
Toland petrol alanı yangınını bütünüyle unutmuştu.

«Ya?» Keegan kaşlarını kaldırdı. «Peki, Albert buna ne dedi?»

• 49 —

R: 4

«Ne diyecek? 'Bir temizlik yapmalarının zamanı gelmişti/ dedi. Hepsi bu kadar.»

«Ya sen ne diyorsun?»


Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

«Ben Eylemler ve Niyetler Bölümünden değilim. O ahmak falcılardan yani. Ama Rusların bile sırf eğlence
olsun diye in-sanları öldürmediklerini biliyorum. Ivan birini açık açık kursuna' dizdi mi, bunu herkesin
olaydan ders alması için yapar. Bu,adam-lar dizel yakıtı çaldıkları ya da aşırma keresteyle daco yaptıkları
için idam edilmediler. Bizim arşive baktım. İçlerinden ikisinin bizde dosyaları var. İki albay da tecrübeli
subaylarmış, Afganistan' daki savaşa katılmışlar. Partinin saygı gören üyeleriymiş. Ama dört subay alay
raporlarında hileye saptıkları için askeri mahkemede yargılanmış ve üç gün sonra da kurşuna dizilmişler.
Üstelik olay Sovyet Silahlı Kuvvetlerinin gazetesi Kızıl YıltJız'da da açıklanacak.»

Keegan, «Bu çok yönlü bir olay mı?» diye sordu.

«Evet. Olayın ilginç yanlarından biri de bu. Herkesin olaydan ders almasını istediklerini gösteriyor. Bu
olağanüstü bir olay, baba. Garip bir şeyler oluyor. Evet, bazen subayları kursuna dizerler. Ama bir rapora
bir, iki satır yalan kattığı için değil.» To-land içini döktüğü için rahatlayarak derin bir soluk aldı.

Keegan, «Haklısın...» diye mırıldandı.

«Ha?»

«Söylediklerin doğru. Bu sıradan bir olay değil.»

«Öyle, Dün gece aklıma bir şey geldiği için geç vakte kadar çalıştım. Dosyalara baktım. Son beş yıl
içinde Kızıl Orduda kurşuna dizilen on dört subayın adları açıklanmış. Aralarında* sadece bir tek albay
var. Diğerleri daha küçük rütbeli. Sözünü ettiğim albay, askerlik görevini ertelemek için rüşvet alıyormuş.
Bir subay casuslukla suçlanmış. Üçü alkol etkisiyle görevlerini ihmal etmekle. Dokuzu da gazyağından
bilgisayara kadar her şeyi satmakla. Ama şimdi birdenbire aynı askeri bölgeden dört alay komutanını
kurşuna dizmişler.»

Keegan, «Bunu Albert'e açıkla,» diye önerdi.

•50 —

«Boşuna zaman kaybetmiş olurum.»

«Sivil istihbarat uzmanlarıyla konuştun mu?»

«Hayır. Bizimkilerin hepsi de askeri iletişim uzmanı.»

«Geçenlerde... pazartesi günü sanırım... ClA'den bir arkadaşla konuştum. Emekli bir subay. Çok eski bir
dost. Her neyse... Arkadaşım Rusya'da yine bir şeyin bulunamadığından söz edildiğini söyledi.»

«Yine mi?» Bob güldü. Rusya'da zaman zaman bazı mallar bulunmaz oluyordu. Bir ay diş macunu ya da
tuvalet kâğıdı veya cam silecekleri...

«Evet. Araba ve kamyon akümülatörleri.»

«Sahi mi?»

«Evet. Son ay kimse arabası ya da kamyonu için akümülatör bulamamış. Otomobillerden çoğu yollarda
kalmış. Akümüla-törler çalınmaya başlamış. Bu yüzden çok kişi geceleri akümüla-törlerini arabadan
çıkarıp evlerine götürüyorlarmış. İnanılacak gibi mi?»
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

«Ama Togliattishatdt Fabrikası...» Toland durakladı. «Ora^ da büyük bir akümülatör üretim bölümü var.
Fabrika havaya uçmadı ya?»

«Hayır. İşçiler üç vardiya halinde çalışıyorlar. Buna ne dersin, Bob?»

NORFOLK, VIRGINIA

Bob Toland eski üniformasına rahatlıkla sığdığı için seviniyordu. Tabii ceketin beli biraz dar geliyordu
ama bu da doğanın işi sayılırdı. Yedek kuvvetlerdeydi ve faal göreve çağırdıkları için bir gece önce
Norfolk'a gelmişti.

Atlantik Filosu Karargâhının önünde arabasını park ederek indi.

Aynı anda biri, «Bob?» diye seslendi. «Bob Toland!»

— 51 —

«Ed Morris!» Toland arkadaşının üniformasmdaki yıldızı farkederek Ed'in artık bir geminin komutanı
olduğunu anladı. Arkadaşıyla el sıkışmadan önce onu selamladı.

İki adam ağır ağır yürümeye başladılar.

Ed Morris, «Senin Deniz Kuvvetlerinden ayrıldıktan sonra Fort Mead'de çalışmaya başladığını duydum,»
dedi.

«Evet. Öyle oldu.»

«Karın nasıl? Çocukların?»

«İyiler. Ya seninkiler?»

«Çocuklar çok hızlı büyüyorlar. İnsan kendisini yaşlanmış gibi hissediyor.»

Toland güldü. «Çok doğru...» Sonra da parmağını arka-tdaşınm ceketindeki yıldıza sürdü. «Şimdi bana
yeni çocuğundan söz edebilirsin.»

«Arabama bir bak.»

Toland döndü. Morris'in arabasının özel bir plakası vardı. FF-1094. Bilmeyenler için sıradan bir
numaraydı. Ama bir denizci plakaya baktığı zaman Morris'in hangi geminin komutanı olduğunu hemen
anlardı. Denizaltı avcı fırkateyni-No. 1094. Yani USS Pharris.

Toiand, «Sen her zaman alçakgönüllüydün,» dedi gülümseyerek. «Bravo, Ed. Gemiyi sana ne zaman
verdiler?»

«İki yıl önce. Büyük ve güzel bir tekne. Ve benim! Bizden ayrılmayacaktın, Bob. Gemiye ilk girdiğim
gün... Tanrım! Jimmy'nin doğduğu günkü kadar heyecanlıydım!»

«Anlıyorum... Ama şunu bilmelisin, Ed. Ben her zaman bir gemin olacağını biliyordum. Benim de
olmayacağını.»
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

«Belki... Demek iki haftalık hizmet için geldin?»

«Öyle.»

«Karım Çelia annesiyle babasını görmeye gitti. Yani ben şimdilik bekârım. Bu gece nerede yemek
yiyeceksin?»

«Herhalde lokantaya gideceğim.»

«Öyle şey olmaz! Danny McCafferty de burada. Chicago' nün komutanı. Gemi 22 numaralı rıhtımda
bağlı. Birini daha

— 52 —

bulabilirsek eski günlerdeki gibi briç oynayabiliriz belki.» «Emredersin, komutanım.»

Toland, «Ne zamandan beri Chicago'nun komutanısın, Danny?» diye sordu.

Üç arkadaş denizaltının salonunda yemek yemişlerdi. Şimdi ikinci kahvelerini içiyorlardı. Kamarada
onlardan başka kimse yoktu.

«Üç aydan beri. Bu sürede durmadan çalıştım.»

Morris takıldı. «Bunu soluk renginden anlamadın mı, Bob? Bu renk mağaralarda yaşayanlarda ve
denizaltıçılarda görülür. Tabii nükleer reaktörlerle ilgili o hafif pırıltıyı da unutma.»

McÇafferty gülümsedi. Sonra da birdenbire ciddileşerek. «Aslında dört hafta önce rengim iyice uçtu,
çocuklar,» diye açıkladı.

Toland sordu. «Neden?»

«Bu teknelerle ne biçim işler yaptığımızı biliyorsun. Öyle değil mi?»

«Kıyıya yaklaşarak bilgi toplamayı mı kastediyorsun, Dan1}' Topladığın elektronik istihbarat kırıntılarının
benim büroma geldiğini bilmen gerekir. Harekât emirlerine neden olan o bilgileri isteyen adamları da
tanıyorum herhalde.»

«Evet, herhalde. Neyse... Sözünü ettiğim gün Barents de-nizindeydik. Kola fiyordunun 'kuzeydoğusunda
bir Rus denizal-tısını izliyorduk. Oscar tipi bir tekneydi. Onun on mil kadar gerisindeydik. Birdenbire
kendimizi bir manevranın ortasında bulduk. Ateşin tam ortasında. Roketler etrafta uçuşuyordu. Üç eski
gemiyi ortadan kaldırdılar. Altı hedef mavnayı da.»

Morris, «Sadece Oscar mı yaptı bunu?» diye sordu.

«Sonradan manevra yerinde bir PAPA'yla bir MIKE olduğunu da anladım. Denizaltılarm çok sessiz
olmalarının yol açtığı dertlerden biri de bu. Bizim yakınlarında olduğumuzu fark-

— 53 —

etmiyorlar. Bu yüzden başımız belaya girebilir. Her neyse... Sonar, füze kanallarına su dolduğu için
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

haykırmaya başladı. Rusların suya gerçek torpiller atmayacaklarından hiçbir zaman emin olamazdık. Ama
sonunda onların periskop radarlarını yakaladık. Sonra başımızın üzerinden bir şeylerin geçtiğini gördüm.
Üç dakika kadar korkunç bir tehlikeyle karşı karşıya kaldık; çocuklar.» McCafferty başını salladı.
«Neyse, iki saat sonra üç gemi de hızla üslerine döndü. Ee, bu heyecanlı ilk maceraya ne dersiniz?»

Toland 'birdenbire meraklandı. «Sence Ruslar olağanüstü bir şey mi yapıyorlardı, Dan?»

«Duymadın mı?»

«Neyi?»

«Kuzeydeki dizel denizaltı devriyelerinin sayısını azalttılar. Hem de bir hayli. Aslında normal olarak onları
duymak zordur. Ama iki aydan beri o bölgede denizaltı pek yok. Sadece birini farkettim. Bir tanesini.
Son kez kuzeye çıktığım zaman durum hiç de böyle değildi. O bölgenin uydudan çekilmiş fotoğrafları da
varmış. Resimlerde sürüyle dizelli geminin kıyıya bağlanmış olduğu görülüyormuş. Aslında Ruslar kuzeyde
devriye görevini bırakmışlar. Sadece onarımla ilgileniyorlarmış. Bizimkiler onların talim programını
değiştirdiklerini tahmin ediyorlar. Eskiden bu mevsimde gerçek atış pek yapmazlardı.» McCafferty güldü.
«Tabii sonunda o eski tenekeleri çizip sonra boyamaktan bıkmış olabilirler. Belki onları böyle kullanıp
ıskartaya çıkarmaya karar verdiler. O tenekeler ancak bu işe yarar.»

Morris, «Saçmalama,» dedi.

Toland, «Dizelli gemilerin hepsinin birden hizmetten çekilmeleri için bana geçerli bir neden söyleyin,»
dedi.

McCafferty mırıldandı. «Böyle bir neden yok ki...»

«O halde dizelli gemileri ne yapıyorlar?»

«Ben uydunun çektiği fotoğrafları görmedim, Bob. Sadece onlardan söz edildiğini duydum.»

— 54 —

Birdenbire Toland'ın kafasında bir şimşek çıktı. «Bir denizaltının akümülatörlerini değiştirmek zor
mudur?»

«Pis ve ağır bir iştir. Aslında bu iş için öyle özel aletlere gerek yoktur, ama üç, dört hafta sürer. İvan'ın
denizaltıları-nın akümülatör kapasitesi bizimkilerden fazla. Akümülatörle-rin değiştirilmeleri de daha kolay.
Çünkü akümülatörleri Batıdaki gemilerden daha çabuk boşalıyor. Bu yüzden de değiştirme işini
kolaylaştırdılar. Neden sordun, Bob?»

Toland dört Rus albayının kurşuna dizilmesinden ve bunun nedeninden söz etti, «Sonra bana Rusya'da
akümülatör bulmanın iyice zorlaştığını söylediler. Arabalar ve kamyonlar için akümülatör yokmuş. Araba
akümülatörü sorununu anlıyorum. Ama kamyonlar? Ah, Rusya'deki bütün kamyonlar devlet malıdır. Ve
hepsi seferberlikte de kullanılır. Akümülatörler aynı tip değil mi?»

Morris, «Evet,» dedi. «Asit-kurşun akümülatörleri kullanıyorlar. Yoksa fabrika mı yanmış? İvan'ın küçük
birkaç atölye yerine pek büyük bir tek fabrikayı tercih ettiğini biliyorum.»

«Fabrikadakiler üç vardiya çalışıyor.»


Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

'McCafferty arkasına yaslandı.

Morris, «O halde akümülatörleri nerede kullanıyorlar?» diye sordu.

McCafferty açıkladı. «Denizaltılarda. Tanklar, zırhlı taşıtlar, komuta arabaları ve yeşile boyalı pek çok
araçta. Bob, sen ne demek istiyorsun? Lanet olsun! İvan'ın birdenbire hazır duruma geçmek için çalıştığını
söylemek istiyorsun sen! Ne dediğinin farkında mısın?»

«Bundan emin olabilirsin, Danny. Dört albayla ilgili rapor benim masama geldi. Onu kendim okudum.
Konuşmayı bizim casus uydulardan biri kaydetmişti. İvan o Hitchhiker kuşlarının ne denli duyarlı
olduklarını bilmiyor. Ve hâlâ pek çok şeyi yüzeyde mikro-dalga şebekesiyle bildiriyor. Biz de durmadan
ses ve teleks haberleşmelerini dinliyoruz. Çocuklar, bu sözlerimi duymamış olun, tamam mı?» Toland'ın iki
arkadaşı da

— 55 —

evet der gibi başlarını salladılar. İstihbarat uzmanı konuşmasını sürdürdü. «Akümülatörlerle ilgili haberi bir
rastlantı sonucu duydum. Ama Pentagon'dan bir tanıdık tounu doğruladı. Ve şimdi sen Rusların gerçek
cephaneyle manevra yaptıklarından söz ediyorsun, Danny. Böylece aradaki boşluğu doldurmuş
oluyorsun. Eğer o dizelli gemilerin akümülatörlerinin değiştirilmeleri için hizmetten çekildiklerini kesin
olarak öğrenirsen tablo tamamlanır. Bir dizel gemisi için yeni akümülatör ne ölçüde önemlidir?»

Denizaltının komutanı, «Çok önemli,» dedi. «Durum kalite kontrolü ve bakıma çok bağlıdır. Ama yeniler
eskisinin iki katı güç ve menzil sağlar. Ve tabii bu da taktik bakımından çok önemlidir.» Morris, «Tanrım,
bu ne anlama geliyor biliyor musun?» diye 'bağırdı. «İvan denize açılmaya her zaman hazırdı. Şimdiyse
gerçekten hazır olmak istediği anlaşılıyor. Ama bütün gazeteler İvan'ın silah kontrolü teklif ederken
yeniden doğmuş melekler gibi davrandığını yazıyor.»

Toland, «Bunu yetkileri olan birine açıklamam şart,» dedi. «Fort Meade'de birine başvurabilirim ama bu
bir işe yaramayabilir.» Bölüm şefini anımsamıştı.

McCafferty kısa bir sessizlikten sonra, «Birine açıklayacaksın,» dedi başını sallayarak, «Yarın komutanla
randevum var. Sen de benimle geleceksin, Bob.»

Toland, Birleşik Devletler Atlantik Denizaltı Filosu Komutanı Koramiral Richard Pipes'la yirmi dakika
konuşarak ona elde ettiği bilgiyi açıkladı. Pipes koramiral olan ilk zenciydi. Sert ve amansız bir amir
olarak tanınıyordu. Üç yıldızlı fincanından kahve içerken sessizce Toland'ı dinledi. McCafferty' nin devriye
raporunun yerini bir yedeğin yaptığı konuşmanın almasına önce sinirlenmişti. Ama bu tavrı ancak üç
dakika sürdü. Sonra ağzının etrafındaki çizgiler derinleşti.

— 56-

«Oğlum, bana bazı şeyleri açıklayabilmek için birkaç güvenlik kuralına karşı geldin.»

Toland, «Biliyorum, efendim,» dedi.

«Bunu yapabilmek cesaret isterdi. Genç bir subayda bu cesaretin olması güzel bir şey.» Pipes ayağa
kalktı. «Bana anlattıkların hoşuma gitmedi, oğlum. Hiç hoşuma gitmedi. Ivan bir yandan diplomatça sözler
söyleyerek Noel Baba rolü oynuyor, bir yandan da denizaltı gücünü artırıyor. Bu bir rastlantı olabilir, ama
olmayabilir de. Gidip başkomutan ve onun istihbarat şefiyle konuşmamıza ne dersin?»
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Toland irkildi. Başına nasıl bir dert açmıştı? «Ben buraya eğitim için geldim, efendim ve...»

«İstihbarat işlerinden iyi anladığın belli. Bana anlattıklarının doğruluğuna inanıyor musun?»

Toland dikleşti. «Evet, efendim.»

«Öyleyse ben de sana bunu kanıtlamak için fırsat vereceğim. Kendini tehlikeye atmaktan korkuyor
musun? Fikirlerini sadece arkadaşlarına ve akrabalarına mı açıyorsun?» Amiralin sesi sertti.

Toland, Pipes'ın ne kadar sert bir adam olduğunu duymuştu. Ayağa kalktı. «Gidip bu işi halledelim,
amiral.»

Pipes telefona uzandı. «Bill? Ben Dick. Burada konuşman gerektiğini düşündüğüm bir çocuk var. Geçen
perşembe konuştuklarımızı hatırlıyor musun?.. Evet, ben de onu kastediyorum... Başüstüne, efendim,
şimdi geliyoruz.» Pipes telefonu kapattı. «McCafferty, bu genci alıp getirdiğin için sana teşekkür ederim.
Raporunu bugün öğleden sonra dinlerim. Saat üçte burada ol. Toland, sen benimle gel.»

Yüzbaşı Robert Toland'a bir saat sonra Savunma Bakanının emriyle yeniden faal göreve alındığı bildirildi.
İstihbarat Servisinin Niyetler Bölümünde çalışacaktı.

— 57 —

Gözleyenler

NORFOLK, VIRGINIA

Niyetler Bölümü ikinci kattaki küçük bir bürodaydı. Normal olarak burada dört subay çalışıyordu.
Toland'a zorlukla yer bulabildiler.

Şef, Chuck Lowe adında bir deniz piyade albayıydı. Lowe, Toland için getirilen masanın yerleştirilmesini
sessiz bir öfkeyle seyretti. Toland durumu ancak albay ayağa kalktığı zaman anlayabildi.

Lowe alçılı bacağını masasının yanından uzatarak, «Ar-», tık tuvalete bile gidemeyeceğim galiba,» diye
söylendi. Toland' la el sıkıştılar.

«•Bacağınıza ne oldu, albay?»

«California'da Dağ Savaş Okulundaydım, Noel'in ertesi günü izinliydim. Kayak yapmaya karar verdim.
Doktorlar bacak kemiğini bileğe yakın bir yerinden kırmanı uygun bulmuyorlar.» Lowe alaycı bir tavırla
gülümsüyordu. «Ayrıca insan bu kaşıntıya alışamıyor. Alçıyı üç, dört hafta sonra çıkaracaklar. Ondan
sonra da tekrar koşmaya alışmam gerekecek. Biliyor musun, istihbarattan ayrılmak için üç yıl uğraştım.
Sonunda ala-

— 58 —

yıma dönmem için emir geldi. Ve ben bacağımı kırdım. Hoş-geldin, Toland. Neden ikimiz için de kahve
koymuyorsun?»

Dipteki dosya dolabının üzerinde bir kahve ibriği duruyordu. Lowe diğer üç subayın brifingde olduklarını
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

açıkladı.

«Verdiğin raporu gördüm, Toland. İlginç bir şey. Sence İvan'ın amacı nedir?»

«İvan iyice hazırlanıyor, albay...»

«Beni burada Chuck diye çağırabilirsin.»

«Ben de Bob'um.»

«NSA'da Sinyal İstihbarat Bölümündeydin, değil mi? Senin uydu uzmanı olduğunu duydum.»

Toland başını salladı. «Hem bizimkiler, hem de onlarmki-ler konusunda. Ama daha çok bizimkilerle
ilgileniyordum. Bazen çekilen fotoğrafları da görüyordum. Ama daha çok sinyaller üzerinde çalışıyordum.
Dört albayla ilgili olayı da öyle öğrendim. Ayrıca manevralar da sıklaşmıştı. Yılın bu mevsiminde
yapılanlardan çok daha fazlaydı. Sonra İvan tankçıların daha rahatça dolaşmalarına da göz yumuyordu.
Örneğin, bir taburun yeni sürülmüş bir tarladan geçmesine engel olmuyordu.»

«Ve sen ne kadar aptalca bir şey olursa olsun sıradan sayılmayacak olaylarla ilgileniyorsun, öyle mi?
Bizde de öyle bir şey var. Şunlara bir bak.» Lowe sarı bir zarftan çıkardığı iki büyük fotoğrafı Toland'a
uzattı. Bunlar aynı yerin değişik açılardan çekilmiş resimleriydi. Bir köşede Rus köylülerinin kaba saba
kulübeleri vardı.

Toland başını kaldırdı. «Devlet Kooperatif Çiftliklerinden biri mi bu?»

«Evet. 1196 numaralısı. Moskova'nın kuzeybatısında küçük bir yer. Şimdi bana ikisi arasındaki farkı
söyle.»

Toland tekrar fotoğraflara baktı. «İvan'ın çiftçilere verdiği özel tarlalar büyümeye başlamış. Öyle mi?»

«Evet. Öyle gözüküyor.»

— 59—

«Ama bunu açıklamadılar değil mi? Bu konuda hiçbir yazı görmedim.»

Lowe başını hafifçe salladı. «Ruslar bunu ilan etmediler. Biraz tuhaf. Aslında bunu açıklamaları gerekirdi.
Gazeteler de bundan 'liberalizasyon eyleminin kesin bir işareti daha' diye söz ederlerdi.»

«Belki bu yenilik sadece bu çiftlikte yapıldı.»

«Hayır, Aslında başka beş yerde daha böyle bir değişiklik olduğunu farketmişler. Tabii önemli bazı
ayrıntılar bulutlar yüzünden görülememiş olabilir. İvan'ın bütün ülkede aynı şeyi yaptığını düşünelim. Bu
hareketi benim için değerlendir. Bob.» Albay bir an gözlerini kıstı.

«Bunun zekice bir önlem olduğu belli. Yiyecek sorununun çoğunu çözümleyebilir. Özellikle domates,
soğan gibi besinlerin sağlanması konusunda.»

«Belki. Bu tür çiftçilikte makineden çok insan gücünden yararlandıklarını da unutma. Bu önlemin
toplumsal istatistik bilimi açısından önemi nedir?»
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Toland gözlerini kırpıştırdı. «Bu çiftliklerde nispeten yaşlıca 'kimseler çalışıyor. Ortalama yaş kırk beş, elli
beş arası. Özel tarlalarda orta yaşlı insanlar çalışırken, biçer döverlerin ve kamyonların sürülmesi gibi
işleri...»

«Tabii bu işde ücret çok daha fazla!»

«... Daha genç işçiler yapıyorlar. Yani bana Rusların, bu yöntemle askerlik çağındaki gençleri
çalıştırmadan yiyecek üretimini artırabileceklerini mi söylemek istiyorsun?»

Lowe, «Bu da bir bakış açısı,» dedi. «Ama siyasi bakımdan bu hareket bir dinamit sayılır. Üstelik Ruslar
resmi bir açıklama yapmadan bu işe girişmişler. Ve aynı zamanda askeri bakımdan hazırlıkları artırmışlar.
Ben hiçbir zaman rastlantılara inanmam. Savaşta bir kumsalda koşarken bile.»

Lowe'un üniformasının ceketi köşede asılıydı. Toland kahvesini yudumlayarak ceketin göğsündeki dört
dizi nişana baktı. Arkasına bütün deniz piyade subaylarının yaptıkları gibi zeytin

— 60 —

yeşili bir kazak giymiş olan Lowe iriyarı bir adam değildi. Umursamazca, adeta bezmiş gibi konuşuyordu
ama kahverengi gözlerindeki ifade farklıydı. Lowe da Toland gibi düşünmeye boşla-mıştt ve durum hiç
hoşuna gitmiyordu.

«Chuck, eğer harekete ...geniş çapta bir harekete... geçmeyi planlıyorlarsa, iş birkaç albayın idamıyla
bitmez. Başka şeyler de farkedilir. Tabanda da bazı çalışmalar yapmaları gerekir.»

«Evet. Şimdi bunu araştırmamız gerekiyor. Dün ilgililere başvurdum. Bundan sonra Kızıl YiWiz gazetesi
çıktığı zaman Mos-kova'daki ataşemiz bize uydu yoluyla fotokopilerini yollayacak. Eğer planları buysa
Kızıl Yıldız'da bunun izleri mutlaka görülür, Bob, bence karmakarışık bir işi ortaya çıkardın. Bunu yalnız
başına inceleyeceğini de sanmıyorum.»

SHPOLA, UKRAYNA

Alekseyev, 125 mm.'lik tank topunun gürültüsü neredeyse insanın saçlarını dökecek, diye düşündü. Ama
beş saatlik manevradan sonra gürültüyü kulaklarındaki koruyucular yüzünden ancak boğuk bir gümbürtü
gibi duyuyordu. Alay bu manevrayı üç kez tekrarlamıştı. Tam üç kez.

Alekseyev döndü. Miğferini ve kulaklıkları çıkararak alay komutanına baktı. «Bir muhafız alayı, öyle mi,
albay yoldaş? Kızıl ordunun seçkin askerleri! Bu muhallebi çocukları bir kulübeyi bile koruyamazlar! Sen
dört yıldan beri bu gezgin sirkin komutanısın! Bu sürede sen ne yaptın, albay yoldaş? Üç manevrada da
bütün askerlerini öldürmeyi basardın! Eğer o tepede bir NATO birliği olsaydı, sen ve adamların çoktan
ortadan kalkmıştınız!» Alekseyev albayın suratını inceledi. Adamın yüzündeki korkunun yerini öfke
almaya başlıyordu. Bu da iyiye işaret sayılırdı. General konuşmasını sürdürdü. «Şuradaki araçlar devlet
için hayati öneme sahip. Manevralarda değerli yakıt ve

— 61 —

cephane kullanıldı. Ve sen benim değerli zamanımı da almış oldun. Yoldaş albay, artık yanından ayrılmam
gerekiyor. Önce kusacağım. Sonra merkeze döneceğim. Ama tekrar buraya geleceğim. Döndüğüm
zaman aynı manevrayı tekrarlayacağız. Adamların bu sefer gereken biçimde hareket edecekler, yoldaş
albay. Ya da sefil hayatının geri kalanını ağaçları sayarak geçireceksin!» Alekseyev albayın selamına
karşılık vermeden öfkeyle uzaklaştı. Yaveri olan tank albayı arabanın kapısını açtı. Sonra o da arkaya
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

bindi.

Alekseyev, «Fena gitmiyor, değil mi?» dedi.

«Yeteri kadar iyi değil. Ama yine de ilerleme var. Batıya doğru yola çıkmalarına sadece altı hafta kaldı.»
Albay bir an durdu. «Bu adamlar o altı hafta boyunca durmadan çabalayacaklar. Ama ya komutan?»

Alekseyev omzunj silkti. «O bu işde çok uzun süre kalmış. Kırk beş yaş bu görev için fazla sayılır. Çıkıp
manevra yapacağına geçitlerle ilgili elkitaplarını okuyor. Ama iyi bir adam. Ağaç saymaya yollanmayacak
kadar iyi hem de.» Alekseyev sıkıntıyla güldü. Çarlar zamanından kalma bir Rus atasözüydü bu.
Sibirya'ya sürülenlerin ağaç saymaktan başka yapacak işleri olmadığını kastediyordu. Ama Lenin bunu da
değiştirmişti. Şimdi Gu-lag'dakilerin yapacak çok işleri vardı. General ekledi. «Son iki manevrada
başarılıydılar. Bu alay hazır olacak. Bütün tümen de öyle.»

Morris ayağa kalktı. «Gemiyi AS-1 durumuna alın.»

Subay bu emre, «Hemen, efendim,» diye karşılık verdi. «Personel savaş yerlerine! Bütün mürettebat
denizaltı harekâtı için savaş yerlerine!» Bu sözleri alarm gongu izledi. Böylece sakin sabah vardiyası sona
ermiş oldu.

Morris kıça giderek merdivenden savaş harekât merkezine indi. İkinci komutan köprüde onun yerini
alacak, komutan da bu taktik merkezden geminin silahlarını ve duyarlı aygıtlarını yönetecekti. Gemide
mürettebat yerlerine koşuyorlardı. Morris arkadaşı Toland'ın verdiği bilgiyle bir arı kovanına çomak
sokmuş olduğunu seziyordu.

Sonunda hoparlörden yükselen ses, «Personel savaş yerlerini aldı,» diye açıkladı. «Bütün gemi Zebra
durumunda.»

Taktik harekât subayı, «Anlaşıldı,» dedi.

Morris emretti. «Rapor verin.»

Subay, «Seyir ve hava radarları stand-by durumunda,» diye cevap verdi. «Sonar pasif durumda. Temas.
Bir denizaltıya benziyor. Hızı yüksek. Bize doğru geldiğini sanıyoruz. Aramızda on mil var.»

«Pekâlâ. Bakalım bu manevrayı başarabilecek miyiz?»

On beş dakika sonra Phorris'in helikopteri denizaltının üzerine sonar şamandıraları atıyor, firkateynin
güçlü sonarı saldırıya geçiyordu. Öldürücü olmayan bu manevranın amacı, denizaltı komutanının gemisine,
mürettebatına ve kendisine olan güvenini sarsmaktı.

«USS PHARRIS

Bölmeye takılı hoparlörden bir ses yükseldi. «Köprü, sonar: Sıfır-dokuz-dört'te temas.» Komutan
Morris yüksek döner koltuğundan vardiya subayının ne yapacağını anlamak için baktı.

Subay dürbünü bildirilen noktaya doğru çevirdi. Hiçbir şey yoktu orada. «Ufuk boş.»

«USS CHİCAGO»

Kıyıdan bin beş yüz mil açıkta, hızla kuzeydoğuya doğru gidiyorlardı. Böyle şeyler daha önce de
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

olmasına rağmen mürettebat mutsuzdu. Norfolk'ta üç hafta kalacakları yerde bu süre sekiz güne
indirilivermişti. İlk uzun seferden sonra dayanıla-

— 62 —

•63 —

çak gibi değildi bu. Yolculuklar ve tatiller yarıda kesilmişti. Mc-Cafferty mühürlü zarfla gelen emirleri
hareketten iki saat sonra mürettebata açıklamıştı. İki hafta boyunca yoğun manevralar yapacak, sonra da
istihbarat çalışmaları için Barents denizine gideceklerdi. Önemli bir görevdi btı. Mürettebat bu sözleri d©
daha önce duymuştu.

İlk Yorumlar

— 64 —

Toland üniformasının iyi durduğunu umuyordu. Çarşamba sabahı saat altıydı. Yüzbaşı yapacağı
konuşmayı hazırlamak için saat dörtte kalkmıştı. Amiraller şimdi masadaki yelerim almışlardı. Önlerinde
not defterleri ve kahve fincanları vardı.

Toland, «Günaydın,» diye söze başladı. «Bir ay kadar önce Sovyet Ordusundan dört albay hazırlık
raporlarına yalan ifade-Jer yazdıkları için yargılandılar ve kurşuna dizildiler. Olağanüstü bir olaydı bu. Bu
haftanın başlarında bütün Sovyet Ordusunun günlük gazetesi olan Kızıl Yıldız'da bazı erlerin çavuşlarının
©mir-Jerine uymadıkları için idam edildikleri açıklandı. Bu da sıradan bir olay değil.»

İkinci Deniz Piyade Tümeninin Komutanı, «Kaç eri kurşuna1 dizmişler?» diye sordu.

«On bir eri, efendim. Bunların adları ve birlikleri de açıklanıyor... Gazetedeki yazıyla Sovyet Ordusunda
her subay v© er© bir mesaj veriliyor: 'Zaman değişiyor.1 Biz, Niyetler Bölümünde içendi kendimize,
'Zaman neden değişiyor?' diye sorduk. Bu, değişen zamanla ilgili bir tek olay da değil. Sovyet Deniz
Kuvvetleri geçen yıla göre yüzde yetmiş daha fazla manevra yapıyor, istihbarat raporları çok sayıda
denizaltının bakımdan geçirildi-

— 65 —

F.: 5

ğini açıklıyor. Bunun akümülatör sıkıntısıyla ilgisi olduğunu sanıyoruz. Yanılmıyorsak, bütün Sovyet
denizaltılarmın akümülatör-leri değiştiriliyor. Ayrıca Sovyet deniz güçlerinde olağanüstü bir faaliyet
görülüyor. Gerçek cephaneyle yapılan manevralar gitgide sıklaşıyor.

«Biz, Niyetler Bölümündeki uzmanlar bunun tehlike yaratacak bir durum olduğunu düşünüyoruz.» Toland
konuşmasını sürdürürken diğerleri onu dikkatle dinlediler.

Sonra Atlantik Filosu Başkomutanı, «Endişe verici ve şüpheli gelişmeler bunlar,» dedi. «Çok iyi, Toland.
Biz sana bunun için para veriyoruz. Raporunu beğendim.»

Toland imayı anlayarak odadan çıktı. Amiraller konuyu tartışmaya başladılar.

Genç adam toplantıdan çıktığı için rahatlamıştı. Dikkati çekmekten hoşlanırdı ama yüksek rütbeli subaylar
tarafından incelenmekten değil.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Chuck, «Toplantı nasıl geçti?» a'iye sordu.

Toland ceketini çıkararak dizlerini özellikle büktü. «İyi geçti. Kimse beni azarlamadı.»

«İyi. Bugün uydunun çektiği fotoğrafları gönderecekler. Langley'le Arlington'dakilerin de bazı soruları var.
Henüz kesin bir şey yok ama bazı garip şeyler öğreneceğimizi sanıyorum. Eğer sen haklıysan, Bob...»

«Ben haklı olmak istemiyorum ki, Chuck! Yanılmış olmayı tercih ederim. O zaman bu konu kapanır, ben
de evime dönerim. Bahçemle uğraşırım.»

KİEV, UKRAYNA

Alekseyev, «Durum düzeliyor, yoldaş,» diye açıkladı. «Subay-^ lar artık disipline çok önem vermeye
başladılar. 261. Muhafız Alayının manevraları da iyi gitti.»

— 66 —

Güneybatı Cephesi Başkomutanı, «Yorgun gibi bir halin var, Pasha,» dedi.

«Hayır, yoldaş general, yorulmak için zaman bulamadım.» Alekseyev güldü. «Ama helikopterle bir
yolculuk daha yaparsam kanatlarım çıkacak.»

«Pasha, evine gitmeni ve yirmi dört saat buraya gelmemeni istiyorum.»

«Ama...»

General, «Bir at olsaydın şimdiye kadar ölürdün,» diye cevap verdi. «Komutanın olarak sana
emrediyorum. Yirmi dört saat dinleneceksin. Seni yarın saat 16'da görürüm ve Basra Körfe-ziyle ilgili
planımızı gözden geçiririz.»

Alekseyev, «Başkomutanımın bütün emirlerine uyduğum zapta geçirilsin,» dedi. İkisi de güldüler. Buna
ihtiyaçları vardı.

Alekseyev bürodan çıkarak aşağıya indi. Resmi arabasına gitti. Birkaç kilometre ilerideki apartmanına
vardıklarında, şoför onu uyandırmak zorunda kaldı.

«USS CHİCAGO»

McCafferty, «Yaklaşma manevrasına başlayın,» diye emretti. Genç komutan iki saatten beri yüzeydeki
bir gemiyi sessizce izliyordu.

İkinci Komutan, «Üç-beş yüz metre ileride,» dedi. «Bir-dört-iki yönünde. Hızı on sekiz deniz mili. Rotası
iki-altı-bir.»

McCafferty emir verdi. «Periskop yukarı.» Saldırı periskc-pu yukarıya doğru kaydı. Komutan denizin
yüzeyindeki gemiye bakarak, «Hedef kerterizi - tam,» dedi.

Vardiya çavuşu K-117 ateş kontrol bilgisayarının düğmesine (bastı. «Üç ve dört numaralar hazır.»

«Tamam.» McCafferty periskopu bırakarak geri çekildi. İkinci komutana baktı. «Neyi batırdığımızı
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

görmek ister misin?»

— 67 —

«Kahretsin!» Subay gülerek periskopu indirdi.

(McCafferty mikrofona uzandı. «Komutanınız konuşuyor. Biraz önce izleme ve vurma manevrasını
tamamladık, Hayali olarak batırdığımız gemi üç yüz kırk ton ağırlığındaki Universe hreltrnd adlı şilepti.
Hepsi bu kadar.»

NORFOLK, VIRGINIA

«Bunlar akümülatör. Tamam. Tahminin doğru çıktı.» Chuck Lowe uyduyla alınan fotoğrafları uzattı.

Toland, «Bunlar ne zaman çekilmiş?» diye sordu.

«Saat on sekizde.»

«8u resimler bu sabah çok işe yarardı. Şu fotoğraftakiler on tonluk kamyonlar. Dokuz tane var. Sorup
öğrendim. Her akümülatör ünitesi boşken yüz on sekiz kilo geliyormuş.»

«Vay vay vay! Bir denizaltıya kaç akümülatör konuyor?»

«Sürüyle.» Toland gülümsedi. «Bunu kesin olarak bilmiyoruz. Dört kaynak ayrı ayrı tahminlerde bulundu.
Ama herhalde durum gemiden gemiye değişiyor.» Başını kaldırdı. «Bize diğer fotoğrafları da yollamalılar.»

«Ben o işi hallettim bile. Bundan sonra deniz üslerinin» fotoğraflarını bize de gönderecekler.»

Toland, «Bana sorarsan, aslında bu resimlere de fazla güveniyoruz. Onlar uydularımızın ne işe yaradığını
biliyorlar, öyle değil mi? Yörüngelerini de, hangi dakikada nerede olacaklarını da. Bizi kandırmak
isteseler, bunu kolaylıkla başarırlar. Evet, bu fotoğraflar işe yarıyor. Ama zeki bir insanla konuşmak
isterdim.»

— 68 —

POLYARNYY, SSCB

Murmansk'a dönerlerken Flynn, «İnsanın bir gemiye beton dökmesini seyretmek garip oluyor,» dedi.
Kimse ona safradan söz etmemişti.

Refakatçileri olan genç deniz albayı, «Ama bu pek güzel bir şey!» diye bağırdı. «Şimdi sizin deniz
kuvvetleriniz de aynı şeyi yaparlarsa...»

Küçük bir basın grubu, ikr güdümlü mermili denizaltının etkisiz hale getirilişini seyretmişti. Flynn'le
Galloway Rusların her şeyi dikkatle ayarladfkkırınm farkındaydılar. Gazetecileri ikişer, üçer kişilik gruplar
halinde arabalara bindirmişler, yan-farına da Deniz Kuvvetlerinden bir subay vermişlerdi. Tabii bu
beklenmedik bir şey değildi. İki gazeteci bu kadar önemli bir üsse girmelerine izin verildiği için hayret
ediyorlardı.

Deniz subayı konuşmasını sürdürdü. «Ne yazık ki, Başkanınız Amerikan subaylarından oluşacak bir
grubun bunu seyretmesine izin vermedi.»
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Flynn, «Evet,» diyerek başını salladı. «Bunda haklısınız.» O zaman haber daha etkileyici olacaktı. O gün
sadece denizal-tıcı olmayan bir İsveçliyle bir Hintli gazetecinin «Beton Töreni» dedikleri olayı yakından
izleyebilmişlerdi. Diğerlerjyse rıhtımda beklemişti. Flynn beton dökülme sürelerini hesaplamıştı. Geri
döndüğü zaman bu konuyu araştıracaktı. Gazeteci, «Ama,» diye ekledi. «Amerika'nın ülkenizin görüşme
teklifini çok olumlu karşıladığını siz de kabul edersiniz, albay.»

William Galloway bu konuşma sırasında sesini çıkarmıyor, arabanın penceresinden dışarı bakıyordu.
Şimdi savaş gemilerinin bağlı olduğu rıhtımların önünden geçiyorlardı. İngiliz gazeteci, burada bir terslik
var, diye düşündü. Ama ne olduğunu anlayamıyorum... Flynn meslekdaşmın zaman zaman resmi ol-

— 69 —

mayan bir biçimde İngiliz İstihbarat Servisi için çalıştığını bilmiyordu. Tabii Galloway bir muhabirdi, bir
casus değil. Onun için hassas konularda kendisinden yararlanmıyorlardı. Ama muhabirlerin çoğu gibi zeki
ve dikkatli bir adamdı.

Albay neşeyle güldü. «İngiliz dostumuz Sovyet tersaneleri hakkında ne düşünüyor?»

Galloway, «Bunlar bizimkilerden daha modern,» diye cevap verdi. «Ve tabii sizde dok sendikaları yok
sanırım, albay...»

Subay bir kahkaha attı. «Sovyetler Birliği'nde sendikalara gerek yoktur ki. Burada zaten işçiler her şeyin
sahibi.»

İngiliz, «Siz denizaltı subayı mısınız?» diye sordu.

Albay bağırdı. «Hayır! Ben steplerden geldim. Mavi gökyüzünü ve engin ufukları severim.
Denizaltılardaki yoldaşlarıma büyük saygım var ama onlara katılmak istemem.»

Galloway, «Ben de aynı fikirdeyim, albay,» dedi. «Biz yaşlı İngilizler bahçeleri ve parkları severiz. Siz
hangi görevdesiniz?»

«Şimdi beni karaya verdiler. Ama son görevim buz kırma gemisi Leonid Brezhnev'deydi. ölçüm yapıyor,
şileplere Kuzey Kutbu kıyılarından Pasifik'e kadar yol açıyorduk.»

«Bu zor bir görev olmalı. Tabii tehlikeli de.» Galloway genç adamı konuşturmaya çalışıyordu.

«Evet, bu işde ihtiyatlı davranmak gerekiyor. Ama biz Ruslar soğuğa ve buza alışığız. İnsanın ülkesinin
ekonomik gelişmesine katkıda bulunması gururlanılacak bir şey.»

Galloway, «Ben denizci olamazdım,» diye açıkladı. O arada Flynn'in kendisine garip bir tavırla, «Yok
çanım!» der gibi baktığını da farketti. Sonra sözlerini sürdürdü. «Bu işde fazla çalışmak gerekiyor.
Karadayken bile. Şimdiki gibi. Sizin tersaneler hep böyle durmadan çalışır mı?»

Albay düşünmeden, «Şimdi fazla çalıştıkları söylenemez,» dedi.

Gerçekten de gemilerin oraya toplanmış olmalarına rağmen fazla bir faaliyet görülmüyordu. Oysa mesai
saati daha

— 70 —
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

sona ermemişti. Galloway düşüncelerini belli etmemek için, «Doğu-Batı yumuşaması için şahane bir gün
bu,» dedi gülümseyerek. «Pat'Ie bana da okuyucularımıza açıklamak için harika bir haber çıkmış sayılır.»

«Gök iyi.» Albay yine güldü. «Gerçek barışa kavuşmamızın zamanı geldi.»

Muhabirler Aeroflot jetiyle yaptıkları iki saatlik rahatsız bir yolculuktan sonra Moskova'ya ulaştılar.

Flynn'in arabasına doğru giderlerken Galloway, «Bugünkü iyi bir haber mi, Patrick?» diye sordu.

«Tabii ya. Ama bir iki fotoğraf çekebilmiş olmayı isterdim.» Sovfoto Ajansı onlara «Beton Töreni»nin
resimlerini yollamaya söz vermişti.

«Tersane hakkında ne düşünüyorsun?»

«Oldukça büyük. Bir keresinde Norfolk'takine gitmiştim. Tersanelerin hepsi birbirine benziyor.»

Galloway başını sallayarak, orası öyle, diye düşündü. Ama Polyarnyy bana neden tuhaf gözüktü? Bütün
gazeteciler gibi kuşkucu olduğum için mi? En iyisi gidip elçilikteki arkadaşımla görüşeyim.

Galloway o geçe saat dokuzu biraz geçe elçiliğe gitti. Dört konyak içti orada. Dördüncüyü yudumladığı
sırada tersanenin bir planını inceliyor, belleği güçlü olduğu için nerelerde faaliyet olduğunu gösteriyordu.
Bir saat sonra bu bilgi şifreyle Londra'ya bildirildi.

— 71 —

Diğer Gözlemler

GRASSAU, DEMOKRATİK ALMAN CUMHURİYETİ

W haber ekibi hayatından memnundu. Yıllardan beri ilk kez bir Sovyet askeri birliğinin filmini
çekmelerine izin verilmişti. Kaydettikleri hatalar NBC gece haberlerinde gösterilecek filmi daha ilginç
kılıyordu. Özellikle birliğin yolunu kaybetmesi.

Daha sonra muhabirlerin başı manevrayı izlemiş olan bir Fransız subayına yaklaştı.

Fransız, Ortak Askeri İrtibat Grubundandı. İkinci Dünya Savaşından kalan bu kuruluş iki tarafın
birbirlerini gözetlemelerini sağlıyordu. Fransız ince, ifadesiz yüzlü bir paraşütçüydü. Durmadan Gauloise
sigarası içiyordu. Tabii aslında istihbarat subayıydı.

NıBC muhabiri, «Manevra hakkındaki fikriniz nedir, binbaşım?» diye sordu.

«Dört kilometre geride bir hata yaptılar. Sola dönmeleri gerekirdi. Ama dönmediler.» Fransızlara özgü
bir tavırla omzunu silkti.

«Ruslar için pek de etkileyici bir gösteri sayılmaz. Öyle değil mi?» Muhabir güldü.

, 70
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

. - 1C- —""*

Ama Fransızın yüzünde düşünceli bir ifade belirmişti. «Far-kettiniz mi 'bilmem... Yanlarında bir Alman
subay vardı.»

Televizyoncu değişik üniformayı farketmiş ama anlamım kavramamıştı. «Ah, bir Alman subayı mıydı o?
Öyleyse neden ondan yardım istemediler?»

Fransız binbaşı, «Doğru ya,» dedi. Ama böyle bir olaya, yani bir Rus subayının Doğu Alman rehberinden
yardım istemekten kaçınmasına dördüncü kez tanık olduğunu söylemedi..., Ve bunlar son iki gün içinde
olmuştu. Sovyet birliklerinin yollarını şaşırmaları görülmemiş bir şey değildi. Ne de olsa alfabeleri de
farklıydı, dilleri de. Bu yüzden Sovyetler'in yan-Jarında her zaman Doğu Alman subayları bulunurdu.
Binbaşı sigarasını yola atarak, ama 'bu sefer doğru yolu kendi başlarına buldular, diye düşündü. İlgine
değil mi?

NORFOLK, VIRGINIA

Etkileyici bir sahneydi bu. Toland'la Lowe, Moskova televizyon haberlerini izlerlerken tank alayı dümdüz
ovada ilerledi. Top barajı hayali düşman mevzilerini döverken, hedef yatay bir toprak yığını halini aldı.
Bombardıman uçakları gökyüzünde hızla ilerlerken, helikopterler ölüm dansı yaptılar. Konuşmacı o arada
Sovyet Ordusunun her yabancı tehdide karşı hazır olduğunu açıklıyordu.

Programın ondan sonraki beş dakikalık süresi Viyana'daki silahsızlanma görüşmelerine ayrılmıştı. Haber
spikeri Amerikalıların uzlaşmaya yanaşmamalarına rağmen yine de ilerleme kaydedildiğinden söz etti.
Yazın sonuna doğru geniş 'kapsamlı bir anlaşmaya varılacağı sanılıyordu.

Toland, Lowe'a, «Manevra sana normal gözüktü mü?» diye sordu.

«Evet. Her şey normaldi. Yüz tankın karşısında kalmanın

— 73 —

ne eğlenceli toir şey olacağını hiç düşündün mü? Farkettin mi hepsinde de 12. pustuk toplar vardı. Sonra
topların tanklan nasıl desteklediklerini düşün. Ve uçakları. Ruslar bu silahların biraraya getirilmesi işine
çok inanırlar. Saldıracakları zaman her şeylerini kullanırlar.»

«Onlara nasıl karşılık veririz?»

«İnsiyatifi ele alarak. Eğer karşmdakine savaşı kendi istediği biçimde yürütme fırsatını verirsen,
mahvolursun, oğlum.»

«Denizde de öyledir.»

«Evet.»

KİEV, UKRAYNA

Alekseyev o zamana kadar görülmemiş bir şey yaptı. Komutanının masasına yaklaşmadan önce bir
fincana çay koydu. Neşeyle gülümsüyordu. «Yoldaş general, çok iyi ilerliyoruz.»

«Evet, görülüyor, Pavel Leonidovich.»


Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

«Doğrusu inanılacak gibi değil. Subaylarımızdaki gelişme insanı şaşırtıyor. İşe yaramayanlar atılıyor. Yeni
mevkilere getirdiklerimiz becerikli ve hevesliler.»

Başkomutan alayla, «Demek dört albayın kurşuna dizilmelerinin yararı oldu?» diye mırıldandı.

«Zor bir seçimdi bu. Ama sonuç ortada.» Alekseyev'in heyecanı biraz sönmüştü. Vicdanı o olayı hâlâ
hatırlıyordu. «Kızıl Ordu iki haftalık sıkı bir talimden sonra hazır olacak. Bu işi başarabileceğiz.
NATXXyu yeneceğiz.»

«NATO'yla savaşmamız şart değil, Pasha.»

Alekseyev, «Öyleyse Tanrı Arapların yardımcısı olsun.» dedi.

«Asıl bize yardımcı olsun. Tank tümenlerimizden biri de Batıya gönderilecek.» General bir belgeyi
kaldırdı. «Bugünkü manevralara katılanı hem de. Acaba ne durumda?»

___-J A _

~ " " / *T -

«Casuslarım iyi durumda olduğunu söylediler.»

«Sen KGB'ye mi katıldın, Pasha?»

«Sınıf arkadaşlarımdan biri onun kurmaylarından. Onlar da beceriksizleri uzaklaştırmak için bir program
uyguluyorlarmış. Ben bu yöntemin yararlarını gördüm. Batı Cephesi Komutanını savunacağım hiç aklıma
gelmezdi. Ama duyduklarım onun da güçlerini bizim gibi hazırladığını gösteriyor.»

«Onun hakkında iyi şeyler söyleyebildiğine göre durum gerçekten düzelmiş olmalı.»

«Gerçekten öyle, yoldaş. Demek bir tank tümeni daha Almanya'ya gönderilecek. Neyse... Onun bu güce
bizden fazla ihtiyacı var. Emin oi, Arapları silip süpüreceğiz. Aslında bunu her zaman başarabilirdik.
Kalabalık değiller. Ve eğer bu Araplar üç yıl önce gördüğüm Libyalılar gibilerse... Orası Afganistan değil.
Bu adamların saklanabilecekleri dağlar da yok. Görevimiz yenmek, etkisiz hale getirmek değil. Ve bunu
başaracağız. Bence bu iş için iki hafta yeterli. Görebildiğim tek sorun petrol alanlarının ortadan
kaldırılması. Savunma için bunu yapabilirler. Onları engellememiz zorlaşır. Paraşütçülerden yararlansak
bile. Ama yine de amacımıza ulaşabiliriz. Adam-îarımız hazır olacaklar.»

— 75 —

Son Bir Bakış

NORFOLK, VIRGINIA

«İnsanın hemen bir töre yaratması hiç de fena değil. Chuck.» Uydu aracıyla seyrettikleri dördüncü Rus
filmiydi bu. Toland patlamış mısır dolu kâseyi uzattı. «Eski yerine döneceğin için üzülüyorum.»

«Aman, dilini ısır! Salı günü saat on altıda Albay Charles Dewinter Lowe deniz piyadesine dönecek.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Kâğıtlarla oynamayı size bırakıyorum.»

Toland güldü. «Akşamları gördüğümüz filmleri aramayacak mısın?»

«Belki biraz arayacağım.» Yedi yüz elli metre kadar ötede bir alıcı, bir Sovyet iletişim uydusunu izliyordu.
İki istihbarat uzmanı haftalardan beri bu uydunun yardımıyla Sovyet televizyon haberlerini dinliyor ve film
seyrediyorlardı. İkisi de Sergey Ei-senstein'o hayrandılar. Ve «Alexander Nevsky» onun en başarılı
eseriydi.

Toland bir gazoz açtı. «Ruslar, John Ford'un çevirdiği bir kovboy filmine nasıl bir tepki gösterirlerdi
ocaba? Bana Yoldaş Eisenstein onun «bir iki filmini görmüş gibi geliyor.»

•76-

«Evet. John Wayne bu filme iyi uyardı. Daha da iyisi Errot Flynn. Bu gece eve mi gidiyorsun?»

«Filmden hemen sonra. Tanrım! Hafta sonunda dört günlük izin. Buna nasıl dayanacağım bilmem.»

Ekranda köylüler toplanmış şarkı söylüyorlardı.

«Kahretsin!» Toland öne doğru eğildi. «Bu şarkıyı değiştirmişler!»

Rus Halkı, kalk.

Adil bir savaşta ölünceye kadar çarpış!

özgür ve cesur halk, kalk.

Güzel vatanımızı savun!

Toland şarkıda yirmiden fazla «Rus» ve «Rusya» sözcüğünün geçtiğini farketmişti. «Çok garip. Bu
izlenimi uyandırmaktan kaçınıyorlardı. Sovyetler Birliği sözümona mutlu bir aile. Yeni Rus İmparatorluğu
değil.»

Lowe fikrini açıkladı. «Tarihi bir merak bu. Stalin halkı Nazi tehlikesine karşı uyarmak için bu filmin
yapılmasını emretmişti. Aslında kendisi Gürcüydü ama sonunda ateşli bir Rus milliyetçisine dönüştü.
Tuhaf... Ama o da tuhaf bir adamdı zaten.»

Filmin sonunda kahramanlar sevgililerine kavuştular ve Pskov'u kurtardılar. Alexander de ekranda yalnız
başına görünerek Rusya'yı işgal etmeye kalkanların başlarına neler geleceğini açıkladı.

«Nevsky'i Stalin'e 'benzetmeye çalışmış, değil mi?»

Lowe, «Evet, biraz,» dedi başını sallayarak. «Yapayalnız, güçlü bir adam. Babaca bir koruyucu. Ne
koruyucu ya! Neresinden bakarsan bak, bu şimdiye dek yapılan propaganda filmlerinin en iyisi.
Biliyorsun, Rusya'yla Almanya bir yıl sonra bir saldırmazlık anlaşması imzaladılar. Eisenstein'a da
Wagner'in Valkyri'sini sahneye koyma görevi verildi. Bunu 'Almanların in-

— 77 —

ce duygularını incittikleri için durumu telafi etmeye çalışmak, diye yorumlayabilirsin.»


Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

«Ah! Sen bu adamları benden daha fazla incelemişsin, Chuck.»

Albay Lowe masasının altından bir mukavva kutu çıkararak kişisel eşyalarını doldurmaya başladı. «Evet.
Bir insanla çarpışma olasılığı belirirse, onun hakkında mümkün olan her şeyi öğrenmeye çalışırsın.»

«Onlarla savaşacak mıyız dersin?»

Lowe bir an kaşlarını çattı. «Vietnam'da yeteri kadar savaş gördüm. Ama bize bunun için para veriyorlar.
Öyle değil mi?»

Toland ayağa kalkarak gerindi. Önünde dört saatlik bir yol vardı. «Atoay, seninle çalışmak benim için bir
zevk oldu.»

«Benim için de öyle sayılır. Ailemle Lejeune'e yerleştikten sonra bana gelsene. Orada balık avı şahane
olur.»

«Anlaştık.» El sıkıştılar. «Alayında şansının açık olmasını dilerim, Chuçk.»

«Senin de burada şansın açık olsun, Bob.»

MOSKOVA, SSCB

Kamyon Kremlin'e doğru saptığı sırada gece yarısını birkaç dakika geçiyordu. Şoför ilk Kremlin
Muhafızları grubunu görünce durdu. Tabii belgeleri düzgündü. 'Muhafızlar ellerini sallayarak geçebileceğini
işaret ettiler. İkinci kontrol noktası Kremlin Sarayının önündeydi. Kâğıtlar yine kontrol edildi. Bakanlar
Konseyi binasının servis kapısı beş yüz metre ilerideydi.

Kızıl Ordu yüzbaşısı, «Bu saatte ne getirdiniz, yoldaşlar?» diye sordu.

«Temizlik malzemesi. Gel, göstereyim.» Şoför yerinden

— 78 —

inip ağır ağır kamyonun arkasına doğru gitti. «Gece, her taraf sakinken burada beklemek hoş olmalı.»

Yüzbaşı, «Doğru,» diyerek başını salladı. Doksan dakika sonra nöbeti sona erecekti.

«İşte.» Şoför tenteyi açtı. Kamyonda on iki teneke, endüstri tipi eritici sıvı ve bir sandık da yedek parça
vardı.

Yüzbaşı şaşırdı. «Alman malı mı?» Kremlin'deki bu göreve atonali daha iki hafta olmuştu.

«Dciı! Almanlar çok iyi temizlik araçları yapıyorlar. Bizimkiler de onları kullanıyorlar. Bu sıvı halı
temizlemek için. Bu da fayansları. Şunlarla pencereler siliniyor. Sandığa gelince... onu da açacağım.»
Çiviler gevşetilmiş olduğu için kapak kolaylıkla açıldı. «Gördüğün gibi araçların yedek parçalan bunlar,
yoldaş yüzbaşı.» Şoför sırıttı. «Alman araçları bile bozuluyor.»

Yüzbaşı, «Tenekelerden birini aç,» diye emretti.


Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

«Açarım ama koku hiç hoşuna gitmeyecek. Hangisini istiyorsun?» Şoför madeni bir çubuğa uzandı.

«Şunu.» Yüzbaşı banyo temizleyicisi dolu bir tenekeyi işaret ediyordu.

Şoför güldü. «İçlerinde en kötü kokanı da bu. Geri çekil, yoldaş. Bu berbat şeyin temiz üniformana
sıçramasını istemeyiz.»

Yüzbaşı işde yeni olduğu için yerinden kımıldamadı. Şoför, iyi, diye düşünerek çubuğu tenekenin
kapağının altına soktu. Kapak yerinden fırladı ve sıvı subayın üzerine sıçradı.

«Allah kahretsin!» Sıvının kokusu gerçekten kötüydü.

«Seni uyardım, yoldaş yüzbaşı.»

«Nedir bu pis şey?»

«Bununla banyo fayanslarmdaki küfleri siliyorlar. Ünifor-mandaki lekeler çıkar, yoldaş yüzbaşı. Ama onu
hemen kuru temizlemeye vermelisin. Bu sıvı asitli. Yünlüye zarar verebilir.»

Yüzbaşı öfkeyle bağırıp çağırmak istiyordu ama şoför onu uyarmıştı. Öyle değil mi? «Pekâlâ. Onları içeri
sokabilirsin.»

— 79 —

«Teşekkür ederim. Üniformana üzüldüm. Onu temizletmeyi unutma.»

Yüzbaşı bir ere eliyle işaret ederek uzaklaştı. Asker kapının kilidini açtı. Şoförle yardımcısı iki tekerlekli
elarabasını almak için içeri girdiler.

Şoför, «Onu uyardım,» dedi ere.

«Gerçekten öyle, yoldaş.» Bu olay eri eğlendirmişti. O da nöbetin sona ermesini sabırsızlıkla bekliyordu.

Şoför yardımcısının tenekeleri elarabasma doldurmasını seyretti. Sonra onun peşi sıra servis asansörüne
gitti. Biraz sonra yükün geri kalanını almak için geri döndüler.

Asansörle üçüncü kata çıktıktan sonra asansörün cereyanını kestiler. Sonra yüklerini depoya taşıdılar.
Depo dördüncü katta, büyük toplantı odasının hemen altındaydı.

Yardımcı, «Yüzbaşıya iyi yaptın,» dedi. «Haydi, artık çalışmaya başlayalım.»

Teğmen rütbesindeki şoför hemen, «Evet, yoldaş albay,» dedi. Halı temizleme sıvısı bulunan tenekelerin
tepelerini çıkararak bir kenara koydu. Tenekelerin içindeki patlayıcıları çıkardı. Albay binanın planını
ezberlemişti. Duvar sütunları odanın köşelerinin dışındaydı. Her köşeye birer patlayıcı yerleştirdiler.
Görünmemeleri için de önlerine tenekeler dizdiler. Sonra teğmen tavan panolarından ikisini açtı. Ortaya
dördüncü katın zeminini destekleyen çelik putreller çıktı. Geri kalan patlayıcılar da konduktan sonra
panolar tekrar yerlerine takıldı. Patlayıcıların fün-yeleri vardı. Albay cebinden elektronik bir patlatma
aygıtı çıkararak saatine baktı. Üç dakika bekledikten sonra düğmeye basıp saatleri çalıştırdı. Bombalar
tam sekiz saat sonra patlayacaktı.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Albay teğmenin etrafı toplamasını seyretti. Sonra elaraba-sıyla asansöre bindiler. İki dakika sonra da
binadan çıktılar. Yüzbaşı yerine dönmüştü.

Şoföre, «Yoldaş,» dedi. «Bütün ağır işi bu ihtiyara yaptırmamalısın. Biraz saygılı ol.»

— 80 —

«Qok iyisin, yoldaş yüzbaşı.» Albay ağzını çarpıtarak gülümsedi ve cebinden yarım litrelik bir votka şişesi
çıkardı. «İçer misin?»

Yüzbaşının dostça tavırları hemen değişti. Bir işçi görev sırasında içki içecekti ha? Hem de Kremlin'de.
«Haydi, gidin artık.»

«İyi geceler, yoldaş.» Şoför kamyonu sürerek uzaklaştı. Yine aynı kontrol noktalarından geçtiler. Ama
belgeleri kusursuzdu.

Kremlin'derr çıktıktan sonra kuzeye doğru döndüler ve Dzerzhinskiy alanındaki KGB merkezine gittiler.

CRIFTON, MARYLAND

«Çocuklar nerede?»

«Uyuyorlar.» Martha Toland kocasına sarıldı. Arkasında ince, çekici bir giysi vardı. «Onları bütün gün
yüzdürdüm. Sonunda fazla bekleyemediler.»

«Neden bana işin içinde bir iş varmış gibi geliyor?»

«Herhalde kuşkucu, pis bir casus olduğun için.» Martha mutfaktan bir şişe rose şarap ve soğutulmuş iki
kadeh getirdi. «Şimdi sıcak bir duş yapıp gevşemeye çalış. Ondan sonra rahat rahat otururuz.»

Güzel bir öneriydi bu. Ondan sonra olanlar daha da güzeldi.

•81 —

F.: 6

10

Hatırlayın? Hatırlayın

Toland karanlıkta çalan telefonun sesiyle uyandı. Hem Nor-folk'tan yaptığı yolculuk, hem de içtiği şarap
yüzünden hâlâ sersemdi. Telefon birkaç kez daha çaldıktan sonra uygun tepkiyi gösterebildi ancak. Önce
saatli radyoya baktı. İkiyi on geçiyordu. Birinin şaka yaptığından ya da yanlış numara çevirdiğinden
emindi. Alıcıyı kaldırdı.

Sert sert, «Alo?» dedi.

«Binbaşı Toland'ı rica ediyoruz.»

Toland, eyvah, diye düşündü. Sonra da, «Benim,» dedi.


Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Karşıdaki, «Ben Atlantik Filosu Başkomutanlık istihbarat nöbetçi subayı,» diye açıkladı. «Hemen
görevinizin başına dönmeniz emredildi. Lütfen emri tekrarlayın, binbaşı.»

«Hemen Norfolk'a dönmem gerekiyor. Anlıyorum.» Bob yatakta dönerek çıplak ayaklarını yere dayadı.

«Peki, binbaşım.»

Martha, «Ne oldu, hayatım?» diye sordu.

«Norfolk'da bana ihtiyaçları varmış.»

«Ne zaman gidiyorsun?»

«Hemen.»

— 82 —

'Martha Toland'ın anında uykusu açıldı. Yatakta doğrulup oturdu. «Ama daha yeni geldin!»

«Bunu bilmiyor muyum?» Bob ayağa kalkarak sersem sersem banyoya gitti. Norfolk'a sağsalim
ulaşabilmek için duş yapması ve kahve içmesi gerekiyordu. On dakika sonra yüzü köpük içinde geri
döndüğünde, karısının yatak odasındaki televizyonu açmış olduğunu gördü.

«Bcb, bunu izlemelisin.»

Lacivert bleyzerli bir muhabir, «Ben Rich Suddler,» dedi. «Kremlin'den canlı yaym yapıyorum. Burada,
Moskova'da Bakanlar Konseyi binasında bu sabah bir patlama oldu. Moskova saatiyle dokuz buçukta.
Ben o sırada iki yüz metre kadar ötede haberimi banda alıyordum. Yeni yapılan cam ve çelik binadan
gelen gürültü bizi şaşırttı...»

«Rich, ben merkezden Dionna McGhee.» Ekranın köşesinde haber dairesi gece müdürü olan güzel zenci
kadının görüntüsü belirdi. «Herhalde o sırada yanında Sovyet güvenlik personeli vardı. Nasıl bir tepki
gösterdiler?»

«Bir dakika beklersen bunu sana gösterebilirim, Dionna. Teknisyenlerim bandı hazırladılar. Ben...»
Suddler kulaklığını iyice bastırdı. «Tamam. Seyret, Dionna...»

Canlı görüntünün yerini bant aldı. Suddler şimdi bir duvarı işaret ediyordu.

Sonra müthiş bir gürültü alanda yankılandı. Suddler irkilerek baktı. Kameraman mesleğinin sağladığı
içgüdüsüyle gürültünün kaynağına doğru döndü. Ekranda Slav rokoko tarzı Krem-lin'deki tek modern
binadan yükselen tozlar ve dumanlar gözüktü. Kamera yaklaştı. Şimdi binanın üç katının etrafını saran
cam duvarın yıkılmış olduğu görülüyordu. Büyük bir toplantı masası yandan kayarak yere yuvarlandı.
Yolda bir ceset yatıyordu. Belki bir ölü daha vardı. Yıkılan duvarlar arabaları ezmişti.

Alan birdenbire üniformalı insanlar ve ilk resmi arabalarla doldu. Bulanık bir gölge gibi gözüken biri
kameranın önünü kapattı. Bant durdu ve Rich Suddler tekrar gözüktü.

— 83 —

«Bu noktada bize rekafat eden milis yüzbaşısı çekimi durdurdu ve bant kasetimize el koydu. Buraya
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

gelen itfaiye arabalarını ve şimdi bütün alanı kordon altına alan birkaç yüz silahlı askeri banda almamıza
izin vermediler. Ama bandı biraz önce iade ettiler. Bu sayede binayı gösterebildik. Tabii yangın çoktan
söndürüldü. Bu canlı yayını yapmamıza da izin verdiler.» Kamera binaya döndü. «Gördüğün gibi, burada
hemen hemen beş yüz itfaiye, polis ve askeri personel var. Yıkıntıların arasında başka cesetler arıyorlar...
Dionna, bu Sovyetler Birliği tarihinde görülen en önemli terör olayı. Bize Bakanlar Konseyi binasında bir
bomba patladığını bildirdiler. Bunun bir kaza olmadığından, bir bomba konduğundan eminler. Üç, hatta
daha fazla insanın öldüğünü biliyoruz. Yaralı sayısı kırk ya da elli kadar... Olayın en ilginç yanı şu:
Politburo üyeleri tam bu saatte burada bir toplantı yapacaklardı.»

Toland, «Tanrım!» dedi.

Dionna hemen sordu. «Ölü ya da yaralıların arasında Politburo üyesi var mı? Bunu söyleyebilir misin?»

«Hayır, söyleyemem, Dionna. Kremlin'den dört yüz metre kadar uzaktayız. Önemli kişiler Kremlin'e
arabayla geliyor ve başka bir kapıdan içeri giriyorlar. Onun için üyelerin burada olduklarından bile
haberimiz yoktu. Ama bizim ekibe refakat eden milis yüzbaşısının bundan haberi olduğu anlaşılıyordu.
Ağzından kaçırdı. 'Tanrım, Politburo içeride,' diye bağırdı.»

«Rich, Moskova'da olaya nasıl bir tepki gösterildiğini bize söyleyebilir misin?»

«Bunu ölçmek biraz zor, Dionna. Çünkü olayın başından beri buradayız. Kremlin Muhafızlarının tepkisini
tahmin edebilirsin. Dehşet ve öfke duyuyorlar. Ama buradaki tepkiyi bir tek kelimeyle anlatabilirim
sanırım: Şok. Şu ana kadar öğrendiklerimizi şöyle özetleyebiliriz: Kremlinde bir bomba patladı. Bu
patlayıcının Politburo üyelerini ortadan kaldırmak için konduğu düşünülebilir. Ancak bunu kesinlikle
bilmediğimizi söylemeliyim. Polis en aşağı üç kişinin öldüğünü doğruladı. Kırk kadar kişi yaralandı

— 84 —

ve yakındaki hastanelere götürülüyorlar. Bütün gün bilgi aldıkça yayını sürdüreceğiz. Ben, Rich Suddler.
Kremlin'den yaptığımız bu canlı yayın burada sona eriyor.»

Martha ayağa kalkarak sabahlığını giydi. «Sana kahve yapayım.»

Toland tekrar, «Tanrım,» dedi. Traşı her zamankinden daha uzun sürdü. Çenesini c'e iki kez kesti.
Çabucak giyindikten sonra gidip uyuyan çocuklarına baktı. Ama onları uyandırmamaya karar verdi.

Kırk dakika sonra arabasına binmiş, güneye doğru gidiyordu. Moskova'da bir bomba patlamıştı. Ve
Sovyetler hemen bunun Batının işi olduğunu düşüneceklerdi.

NORFOLK, VIRGINIA

Toland yediyi biraz geçe Norfolk'a ulaştı. Normal olarak günlük çalışma bu saatte başlıyordu. Binbaşı,
Albay Lowe'un masasında olduğunu görünce şaşırdı.

«Lejeune'a salı günü gitmem gerekiyor. Onun için buraya gelip olayla ilgilenmeye karar verdim. Yolculuk
nasıl geçti?»

«Sağsalim gelebildim. Sadece bunu söyleyebilirim. Neler oluyor?»

«Buna bayılacaksın.» Lowe bir teleksi havaya kaldırdı. «Yarım saat önce Reuter'dan çaldık. OIA de
olayı doğruladı. KGS, Batı Almanyalı Gerhardt Falken'i tutuklamış. Onu Kremlin'e bomba koymakla
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

suçluyorlarmış.» Lowe derin bir soluk aldı, «Politburo üyelerine bir şey olmamış. Ama şimdi kurbanların
arasında Pskov'daki 'Genç Ekimçi'Ier grubundan altı kişinin bulunduğunu söylüyorlar. Politburo üyeleriyle
bir konuşma yapacaklar-mış. Tanrım! Çocuk onlar. Kıyamet kopacak şimdi.»

Toland başını salladı. «Bu işi bir Almanın yaptığını mı iddia ediyorlar?»

— 85 —

Lowe düzeltti. «Batılı bir Almanın. NATO istihbarat servisi adam hakkında bilgi toplamaya çalışıyor.
Resmi Sovyet bildirisinde adamın adı ve adresi açıklanıyordu. İşi de. Bremen'in bir semtinde oturuyormuş.
Küçük bir ithalat-ihracat şirketi varmış. Sovyet Dışişleri Bakanı, bu menfur uluslararası terörizm
hareketinin Viyana Silahsızlanma görüşmelerini etkilemeyeceğini, Fal-ken'in tek başına hareket ettiğini
sanmamakla birlikte, bizim bu işe karıştığımızı düşünmek istemediklerini söylemiş.»

«Çok şirin. Chuck, seni kaybedeceğimiz için üzülüyorum. Alayına dönüyorsun. Oysa önemli sözleri
hemen duyuyorsun.»

«Binbaşı, pek yakında o alaya ihtiyacımız olabilir. Bütün bu olay bayat balık gibi kokuyor. Dün gece
Eisenstein film festivalinin son eserini seyrettik. Alexander Nevsky'i. Yeni baskı yeni ses. Peki, mesaj
neydi? 'Kalk, Rus halkı! Almanlar geliyor.' Ve bu sabah Pskov'dan altı Rus çocuğu ölüyor ve bombayı bir
Almanın koyduğu iddia ediliyor. Uygun olmayan bir tek şey var. Bu oyun o kadar ince bir şey değil.»

Toland düşünceli bir tavırla, «Belki,» diye mırıldandı. «Bu etkenlerin karışımını gazetelere ya da
Washington'da birine satabilir miyiz? Delice bir şey. Bu kadar rastlantı olmaz. Ya bunun altında yine ince
bir oyun varsa? Ayrıca bunun nedeni bizi değil, vatandaşlarını ikna etme isteği olabilir. Sence bu mantıklı
mı. Chuck?»

Lowe başını salladı. «Evet, bu olayı incelemek isteyeceğim kadar mantıklı. Seninle etrafı bir koklayalım.
Önce TV istasyonunu aramanı istiyorum. Bu Suddler denilen adam Kremlin'le ilgili programı banda almak
için nasıl bir çaba göstermiş? İzin ne zaman verilmiş? İzni elde etmek için kimden yararlanmış? Sonunda
bu işi sıradan bir basın görevlisi dışında bir başkası mı onaylamış?»

«Her şey önceden hazırlanmış.» Toland, acaba zekice mi davranıyoruz, diye düşündü. Yoksa ikimiz de
birer paronoyak mıyız? Çok kimsenin ne düşüneceğini biliyordu.

«Rusya'ya kurye çantasından yararlanmadan kaçak bir der-

— 86 —

gi sokulamadığını biliyoruz. Şimdi bizden bir Almanın ülkeye gizlice bomba soktuğuna inanmamızı mı
istiyorlar? Sonra da Polit-büroyu havaya uçurmaya çalıştığına?»

Toland yüksek sesle düşünür gibi, «Bu isi biz yapmış olabilir miyiz?» dedi.

«Yani CIA böyle bir şeyi deneyecek kadar çıldırdı mı? Tanrım! Bu çılgınlıktan da öte bir şey.» Lowe
başını salladı. «Bunu kimse yapamaz. Rusların kendileri bile. Kremlin'de koruma kademe kademe.
Elektronik güvenlik aygıtları. Polis köpekleri. Üç ayrı bölümden birkaç yüz muhafız. Ordu, KGB ve
MVD'den. Hatta belki milisler bile var. Tanrım, Bob! Onların kendi yurttaşlarından ne kadar
şüphelendiklerini biliyorsun. Almanlar hakkında neler hissediyorlar dersin?»

«Yani Almanın deîi olduğunu ve tek başına çalıştığını söyleyemeyecekler.»


Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

«O zaman geriye ne kalıyor?»

«Evet.» Toland, TV istasyonunu aramak için telefona uzandı.

MOSKOVA, SSCB

Sergetov gözlerini yıkıntıya dikmişti. Akşam yaklaşmış olmasına rağmen güneş hâlâ ufuktan yüksekteydi.
İtfaiyeciler ve askerler molozların araştırılması işini hemen hemen tamamlamışlardı. Bakan yedinci küçük
cesedin de şefkatle kaldırılışını seyretti. Oysa şefkat için çok geçti artık. Bir çocuk hâlâ bulunamamıştı.
Onun için de biraz umut vardı. Üniformalı bir askeri doktor titreyen elleriyle sargı bezlerini açıyor, sol
tarafta 'bir binbaşj öfkeyle ağlıyordu. Herhalde bir aile babasıydı.

Televizyon kameraları oradaydı tabii. Amerikalı televizyoncuların da orada olması Bakanı şaşırttı. Demek
kitle katliamı-

— 87 —

nı uluslararası bir gösteri haline soktuk, diye düşündü.

Sergetov duygularını belli edemeyecek kadar hiddetliydi. Ben de ölebilirdim, diyordu kendi kendine.
Perşembe toplantılarına her zaman erken gelirim. Herkes bilir bunu. Muhafızlar, sekreterler ve tabii
Politbürodaki yoldaşlarım. Demek oyunun son bölümü de bu. Halkımızı canlandırmak, yönetmek için
bunu yapmamız gerekti. Bu molozların arasında bir Politburo üyesi de mi olacaktı? Tabii tam üye değil, bir
aday...

Sonra için için, herhalde yanılıyorum, diye ekledi. Kafasının bir yanı bu soruyu buz gibi bir tarafsızlıkla
incelerken, diğer bir yanı bazı kıdemli Politburo üyeleriyle olan dostluğunu anımsatıyordu. Ne
düşüneceğini bilmiyordu Sergetov. Bir Parti lideri için garip bir durumdu bu.

NORFOLK, VIRGINIA

«Ben Gerhardt Falken'im, Sovyetler Birliği'ne altı gün önce Odessa'dan girdim. On yıldan beri Batı
Almanya hükümetinin istihbarat örgütü Bundesnachrichtendiesnt'in üyesiyim. Görevim perşembe sabahı
yapılan toplantı sırasında Politburo üyelerini öldürmekti. Bunu dördüncü kattaki toplantı salonunun hemen
altındaki depoya; bomba koyarak başaracaktım.» Lowe 1e Toland televizyonu âdeta büyülenmiş gibi
seyrediyorlardı. Oyun kusursuzdu. «Falken» adlı adam Rusçayı kusursuz konuşuyordu. Sovyetler
Birliği'ndeki öğretmenlerin sağlamaya çalıştığı sentaks ve diksiyonla. Leningrad aksanı dikkati çekiyordu.

«Yıllardan beri Bremen'de ithatat-ihracat işleri yapıyorum. Özellikle Sovyetler Birliği'yle ticari ilişkilerimi
geliştirdim. Sovyetler Birliği'ne pek çok kez geldim. Ve çoğu zaman işadamı kimliğimden yararlanarak
ajanlarıma talimat verdim. Onların görevleri Sovyet Partisiyle askeri yapıları incelemek ve zayıflatmaktı.»

— 88 —

Kamera yaklaştı. Falken bu sözle uen, buna ihtiyacı

ğıttan okuyor ve başını kaldırıp karm wV

Gözlüğünün arkasında, yanda bir çür 'i ^ ^


Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

sayfalarını çevirirken elleri titriyordu. ^ \~&

Lowe fikrini açıkladı. «Onu biraz do ^ İ> ^>*-- b-

Toland, «Çok ilginç,» diye cevap v % o & ^->

dövdüklerini açıklıyorlar.» u- ~°

Lowe burun kıvırdı. «Küçük çocukları F.

ği mi? Onu bir direğe bağlayarak diri diri _,ur kimin

kılı kıpırdar? Dostum, bu olayı hazırlarken ÇOK ciddi bir biçimde düşünmüşler.»

Falken daha kesin bir sesle konuşmasını sürdürdü. «Şunu iyice belirtmek istiyorum: Çocuklara zarar
vermeyi düşünmüyordum. Siyasi hedefimiz Politbüroydu. Ülkem çocuklara karşı savaş açmaz.»

Bir yerden tiksinti dolu bağrışmalar geldi. Kamera hemen geriye kaydı ve Falken'in M yanındaki
üniformalı KGB subayları gözüktü. Yüzleri ifadesizdi. Dinleyiciler sivil kılıkta yirmi kadar kişiden
oluşuyordu.

İçlerinden biri, «Ülkemize neden geldin?» diye sordu.

«Bunu söyledim.»

«Ülken, Sovyet Partisi liderlerini öldürmeyi neden istiyor?»

Falken, «Ben bir casusum,» diye cevap verdi. «Bana verilen görevleri yerine getiririm. Böyle sorular
sormam. Emirlere uyarım.»

«Seni nasıl yakaladılar?»

«Kiev tren istasyonunda tutuklandım. İzimi nasıl bulduklarını bana açıklamadılar.»

Lowe, «Aman ne şirin,» diye söylendi.

Toland itiraz etti. «Kendisinden 'casus' diye söz etti. Oysa bu sözcüğü hiç kullanmazlar. Bir ajan
kendinden 'subay' diye söz eder. 'Ajan' onun emrinde çalışan bir yabancıdır. Bir 'casus' ise kötü bir
insandır. Ruslar da aynı terimleri kullanırlar.»

— 89 —

CIA/OIA raporu bir saat sonra geldi. «Gerhardt Eugen Falken. Kırk dört yaşında, 'Bonn'da doğmuş.
Devlet okullarında okumuş. Her zaman yüksek notlar almış. Ama lise yıllığm-daki fotoğrafı kayıp.
Askerlik hizmetini bir nakliye taburunda yapmış. Taburun kayıtları yirmi yıl önce çıkan bir yangında kül
olmuş. Falken'in eşyaları arasında askerliğini yaptığını belirten bir belge bulunmuş. Üniversitenin Liberal
Sanatlar Bölümünden iyi dereceyle mezun olmuş. Ama yine fotoğrafı yok. Öğretmeni olan üç profesör de
onu ammsayamiyorlar. Küçük bir ithalat-ihracat şirketi varmış. 6u şirketi kurmak için parayı nereden
bulmuş? Kimse bu soruyu yanıtlayamıyor. Bre-men'de sakin ve mütevazı bir yaşam sürüyormuş. Yalnız
yaşıyormuş. Bir bakıma dost canlısı sayılabilirmiş. Komşularına her zaman selam veriyor ama onlarla sıkı
fıkı olmuyormuş. Yaşlı sekreteri onun 'iyi' bir patron olduğunu söylüyor. Çok yolculuk yapıyormuş. Pek
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

çok kimsenin Falken'le iş ilişkisi olmuş. Ama hiçbiri de onu doğru dürüst tanımıyor.»

«Gazetelerin neler yazacaklarını tahmin ediyorum. Bu adamın üzerinde bir etiket var sanki. Üzerinde de
'Ajan1 yazılı.» Toland raporu alarak bir dosyaya koydu. Yarım saat sonra brifing vardı. Toland
başkomutana ne diyeceğini düşünüyordu.

Lowe, «Ona Almanların Rusya'ya saldıracaklarını söyle,» diye önerdi. «Kim bilir belki bu kez
Moskova'yı almayı başarırlar.»

«Kahretsin, Chuck!»

«Pekâlâ, Almanya'yı kesinlikle birleştirmek için Rusları sakatlayacak bir operasyondan söz edebilirsin.
İvan zaten böyle söylüyor, Bob.» Lowe pencereden dışarı baktı. «Bu klasik bir istihbarat operasyonu.
Falken denilen adam da tam bir casus. Kim olduğunu, nereden geldiğini ve kimin adına çalıştığını hiçbir
zaman bilemeyeceğiz. Almanların bu kadar deli olmadıklarını biliyoruz. Öyle düşünüyoruz. Ama tek kanıt
Almanları suçluyor. Amirale kötü bir şey olduğunu söyle.»

— 90 —

Toland da öyle yaptı. Kesin haber isteyen, buna ihtiyacı olan amiralden fena halde azar işitti.

K(EV, UKRAYNA

Alekseyev, «Yoldaşlar, rki hafta sonra NATO Kara Kuvvetlerine karşı saldırıya geçeceğiz,» diye
başladı. Bunun nedenlerini açıkladı. Toplanmış olan kıta ve tümen komutanları onu ifadesiz yüzlerle
dinlediler. «Devletin karşılaştığı tehlike son kırk yılda gördüklerimiz kadar büyük. Son dört aydır
ordumuzu yeniden düzenlemek için çabaladık. Siz ve yardımcılarınız isteklerimize iyi karşılık verdiniz.
Sadece sizinle birlikte hizmet görmekten gurur duyduğumu söyleyebilirim. Malum Parti iddialarını siyasi
grup subaylarınıza bırakacağım.» General ilk kez gülümsedi. «Biz Sovyet Ordusunun profesyonel
subay-îarjyız. Görevimizin ne olduğunu biliyoruz. Bunun nedenini de! Anayurdun yaşamı görevimizi yerine
getirme yeteneğimize bağlı. Başka hiçbir şeyin önemi yok.» İçin için ekledi. Öyle mi?

— 91 —

11

Çarpışma Düzeni

SHPOLA, UKRAYNA

Alekseyev telsizle, «İlerleyebilirsiniz, yoldaş albay,» diye emretti. Ama, beni şimdi ahmak durumuna
düşürürsen gidip ağaçları sayarsın, demedi. General atay komuta noktasının beş yüz metre 'batısındaki bir
tepedeydi. Yanında yaveri ve Politburo üyesi 'Mikhail Sergetov vardı. General sıkıntıyla, sanki çok
gerekliydi, diye düşündü.

Önce top ateşi başladı. Gümbürtüyü duymadan önce alevleri gördüler. Alekseyev parti üyesinin irkildiğini
farketti. Dayanıksız sivillerdendi o da.

Sergetov kısaca, «Bu ses hiçbir za«man hoşuma gitmedi,» dedi.


Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

General ilgiyle, «Daha önce de duydunuz mu, yoldaş bakan?» diye sordu.

Sergetov cevap verdi. «Dört yıllık hizmetimi bir motorize alayda yaptım. Ve top atışlarını düzenleyen
yoldaşlarıma güvenmeyi de hiçbir zaman öğrenemedim.»

Sonra tank toplarına sıra geldi. Büyük savaş tanklarının, bir kâbusun birer parçasjynuşçasma ağaçların
ara-

— 92 —

sından çıkışlarını dürbünle seyrettiler. Aralarında piyade savaş taşıtları vardı. Onları silahlı helikopterler
izledi.

Kıtalar yirmi dakika sonra tepeye ulaştılar. Ve böylece manevra sona erdi.

Sergetov kulaklarındaki koruyucuları çıkardı. «Güzel oldu, yoldaş general.» Bir yanda da, Moskova'dan
uzaklaşmak iyi oluyor, diye düşünüyordu. Birkaç saat için olsa bile. Neden kendimi burada, seçtiğim o
yerden daha rahat hissediyorum? Bunun nedeni bu adam mı?

Sergeyev, «Politburo üyelerimizin devlete üniformayla da rıizmet etmiş olduklarını bilmek insanı
rahatlatıyor,» diyordu. «O zaman biz askerlerle iletişim daha kolaylaşıyor, yoldaş bakan.»

«Büyük oğlum askerlik hizmetini geçen yıl tamamladı. Küçük oğlum da üniversiteyi bitirdikten sonra Kızıl
Orduda hizmet görecek.»

General her zaman kolay kolay şaşırmazdı. Dürbünü indirerek bir an Parti üyesine baktı.

«Bir şey söylemenize gerek yok, yoldaş general.» Sergetov gülümsüyordu. «Yüksek mevkilerdeki Parti
üyelerinin çocuklarının pek azının böyle yaptığını biliyorum. Bunu her zaman eleştirdim. Ülkeyi yönetecek
olan kişiler önce ona hizmet etmeliler. Onun için size bazı sorular soracağım.»

«Benimle gelin, yoldaş bakan. Oturup konuşalım.» İkisi Alekseyev'in zırhlı komuta arabasına döndüler.
Generalin yaveri, şoförü gönderdikten sonra kendisi de uzaklaştı. İki adam arabada yalnız kaldılar.
General gözden sıcak çay dolu bir termos çıkardı. Buharları tüten çayı iki madeni fincana doldurdu.

«Sağlığına, yoldaş bakan.»

«Senin sağlığına da, yoldaş general.» Sergetov çaydan t>irkaç yudum aldı, sonra fincanı harita masasının
üzerine bıraktı. «Kızıl Fırtına için ne kadar hazırlıklıyız?»

«Ocaktan beri olağanüstü bir gelişme oldu. Adamlarımız

— 93 —

hazır. Durmadan manevra yapıyorlar. Açıkçası iki ayımızın daha olmasını isterdim. Ama, evet, hazırız
sanırım.»

«İyi söylediniz, Pavel Leonidovich. Şimdi gerçeklerden söz edelim mi?» Politburo üyesi bunu söylerken
gülümsüyordu.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Ama Alekseyev hemen ihtiyatlı bir tavır takındı. «Ben aptal değilim, yoldaş bakan. Sana yalan söylemek
delilik olur.»

«Ülkemizde gerçeği söylemek bazen daha büyük bir çılgınlık oluyor. Açık konusalım. Ben Politburo üye
adayıyım. Evet, gücüm var. Ama sen de, ben de bu gücün ne kadar kısıtlı olduğunu biliyoruz. Şimdi
sadece üye adayları ordu birlikleriyle beraber. Bize asıl üyelere rapor vermemiz emredildi. Almanya'da
değil de burada, yanında olmamdan bir anlam çıkarabilirsin.»

Alekseyev, bu tümüyle doğru değil, diye düşündü. Birlik üç gün sonra Almanya'ya gitmek için trene
binecek. Bu Parti üyesi de buraya o yüzden geldi.

«Biz gerçekten hazır mıyız, yoldaş general? Savaşı kazanabilecek miyiz?»

Alekseyev ihtiyatla, «Stratejik bir sürpriz yapabildiğimiz ve oyunumuz da başarılı olduğu takdirde... evet,
kazanacağımıza inanıyorum,» dedi.

«'Mutlaka kazanacağız,' demedin. Neden?»

«Siz de üniformayla hizmet etmişsiniz, yoldaş bakan. Savaş alanında kesin bir şey yoktur. Bir ordunun
gücü kan dökül-medikçe anlaşılamaz. Kanımız henüz dökülmedi. Ordumuzu hazır hale getirmek için
bildiğimiz her şeyi yaptık...»

Sergetov hatırlattı. «İki aylık bir süre daha olmasını istediğini söyledin.»

«Böyle bir iş hiçbir zaman bitmiş sayılmaz. Geliştirilmeleri gereken şeyler vardır daima.»

«Yani hâlâ kuşkuların var, öyle mi?»

«Her zaman kuşku olur, yoldaş bakan. Savaşmak bir ma-

— 94 —

tematik denklemi olamaz. Biz insanlarla ilgileniriz, sayılarla değil. Sayıların kendilerine özgü bir
bütünlükleri vardır. Onlar kusursuzdur. Ama insanlar, ne yaparsanız yapın, yine de insan olarak kalırlar.»

«Bu güzel, Pavel Leonidovich. Çok güzel. İşte dürüst bir insan buldum.» Sergetov, fincanını alarak
generalin şerefine kaldırdı. «Buraya gelmeyi ben istedim. Politbürodan bir yoldaş, Pyotr bana babandan
söz etti.»

«Petya Amca mı?» Alekseyev başını salladı. «Viyana seferinde babamın tümeninde 'komisar'mış. Ben
çocukken bize sık sık gelirdi. İyi mi?»

«Hayır. Hasta ve yaşlı. Batıya yapılacak saldırının bir çılgınlık olduğunu söylüyor. Belki bunlar yaşlı bir
adamın mantıksız sözleri. Ama Petya savaşta parlak başarılar kazanmış. Bu yüzden şansımızı
değerlendirmeni istiyorum. Seni şikâyet edecek değilim, general. Çok kimse bize gerçeği açıklamaktan
korkuyor. Biz Politbürodakilere. Ama artık doğruyu söylemenin zamanı geldi. Profesyonel
değerlendirmelerine ihtiyacım var. Bunu dürüstlükle yapacağına inanıyorum. Sen de bu yüzden sana zarar
vermeyeceğime inanmalısın.» Bakanın ricası sert bir emir halini almıştı.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Alekseyev de sert bir tavırla konuğunun gözlerinin içine baktı. Bakanın o sevimli tavırları kaybolmuştu.
Mavi gözleri birer buz parçası gibiydi. Tehlike vardı. Bir general için bile. Ama adamın söyledikleri de
doğruydu. «Yoldaş, hızlı bir savaş planladık. İki hafta içinde Ren nehrine ulaşabileceğimiz düşünülüyor.
Bu, beş yıl önceki planlarımızdan daha ılımlı. NATO hazırlıklarını artırdı. Özellikle tanksavar güçler
bakımından. Ben üç haftanın daha gerçekçi bir tahmin olduğu fikrindeyim. Tabii bu, taktik sürpriz ve pek
çok bilinmeyen şeye bağlı.»

«Demek burada anahtar, sürpriz?»

Alekseyev hemen, «Sürpriz her zaman anahtardır,» diye cevap verdi. «Ve stratejik sürpriz politik
düzeyde yapılır. Bu da

— 95 —

ueyii. ve oizim yapaDiiecegimiz her şeyden çok daha önemli. Oyunumuz başarılı olduğu, gerçek bir
stratejik sürpriz sağlandığı takdirde savaş alanında mutlaka kazanırız.»

«Ya oyun başarılı olmazsa?»

Alekseyev, o zaman sekiz çocuk boşuna ölmüş olur, diye düşündü. Bu sevimli adam o olayda nasıl bir
rol oynadı acaba? Sonra, «O zaman başarıya ulaşamayız,» dedi. «Bir soruma cevap verir misiniz? Siyasi
yoldan NATO'yu parçalayabilir miyiz?»

Sergetov omzunu silkti. Kendi tuzaklarından birine yakalandığı için sinirlenmişti. «Dediğin gibi, Pavel
Leonidovich, önceden kestirilmesi imkânsız çok şey var. Oyunumuz başarıya ulaşamazsa ne olur?»

«O durumda savaş bir yedek güç ye irade sınavı halini alır. Kuvvetlerimizi takviye etmek bizim için daha
kolay. Savaş bölgesi yakınında NATO'n un kinden daha fazla eğitilmiş birliğimiz, daha çok sayıda
tankımız ve uçağımız bulunuyor.»

«Ya Amerika?»

«Amerika, Atlas Okyanusunun öbür tarafında. Okyanusu ablukaya almak için de 'bir plan yaptık.
Avrupa'ya uçaklarla asker taşıyabilirler. Ama sadece asker. Silah ya da yakıt değil. Bunun için gemi
gerekir. Ve gemileri batırmak, savaşan bir tümeni ortadan kaldırmaktan daha kolaydır. Tam bir sürpriz
yapamazsak o operasyon bölgesi büyük bir önem kazanır.»

«Ya NATO'nun sürprizleri?»

General arkasına yaslandı. «Sürprizleri önceden tahmin edemezsiniz, yoldaş. İşte o yüzden istihbarat
organlarımız var. Onların görevi sürprizi azaltmak, hatta tümüyle ortadan kaldırmak. İşte bu nedenle
planlarımızı birkaç olasılığı gözönüne alarak yaptık. Örneğin... önce NATO saldırıya geçtiği ve sürpriz
yapmamız olasılığı ortadan kalktığı takdirde ne olur?» Omzunu silkti. «Fazla ilerleyemezler oma her şeyi
altüst edebilir-

— 96 —

ler. Beni endişelendiren bize nükleer silahlarla karşılık verilmesi olasılığı. Ama tabii bu da yine siyasi bir
sorun.»
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

«Evet.» Sergetov büyük oğlu için endişeleniyordu. Yedekler çağrıldığı zaman oğlu İvan da tankına
binecekti ve o tankırt nereye gönderileceğini bilmesi için Politburo üyesi olmasına da gerek yoktu.
Alekseyev'in sadece kızları vardı. Sergetov, ne şanslı adam, dedi kendi kendine. Sonra da, «Demek bu
birlik Almanya'ya gidecek?» diye sordu.

«Evet. Hafta sonunda.»

«Ya sen?»

«Başlangıç döneminde Batı Cephesi Başkomutanının operasyonları için stratejik yedek güç rolü
oynayacağız. Ve tabii anavatanı yapılması mümkün saldırılara karşı da koruyacağız. Daha sonra
komutanımla planın ikinci bölümünü uygulayacağız. Ve Basra Körfezini ele geçireceğiz. Bu da bir sorun
olmayacak. Araplar iyice silahlandılar, ama kalabalık değiller. Oğlunuz şimdi ne yapıyor?»

«Büyüğü mü? Yabancı diller bölümünde doktora yapıyor. Sınıfının birincisi. Ortadoğu dilleriyle
ilgileniyor.» Sergetov bunu daha önce düşünemediği için şaşırdı.

«Onun gibi birkaç kişiye ihtiyacım var. Arapça bilen uzmanlarımızın çoğu Müslüman. Ve ben savaşta
onlara güve-nemem. Eğer oğlunuz bu dilleri iyi biliyorsa, ondan yararlanabilirim. Bundan emin
olabilirsiniz.» İki adam başlarını sallayarak bu anlaşmayı onayladılar. İkisi de, acaba bunu o mu planladı,
diye düşünüyordu.

NORFOLK, VIRGINIA

Toland, «İlerleme tahmin edildiği gibi sona ermedi,» dedi. «Uydularla ve diğer yollardan yapılan keşifler,
Almanya ve Batı Polonya'deki Sovyet güçlerinin hâlâ birarada, harekâta ha-

— 97 —

F.: 7

zır durumda olduklarını gösterdi. Sovyetler Birliği'nin çeşitli noktalarında demiryolu taşıması için hazırlık
yapıldığı görülüyor. Yani çok sayıda askerin Batıya gönderilmesi için.»

«Sovyet Kuzey Filosu altı denizaltı yolladı. Görünüşte bunlar nöbeti Akdeniz'deki filodan devralacaklar.
Ama böylece önümüzdeki iki hafta Kuzey Atlas Okyanusunda her zamankinden daha fazla denizaltıları
olacak. Sözünü ettiğimiz gemiler yarın 13 sularında Cebelitarık Boğazından geçecekler.»

«Peki. Ya Avrupa?»

«Falken konusunda başka bilgi edinemedik. NATO istihbarat servisleri hiçbir şey bulamadılar.
Moskova'dan da başka haber çıkmadı, Dava tarihi bile bildirilmedi. Almanlar o adam hakkında hiçbir
bilgileri olmadığını söylüyorlar. Sanki otuz bir yaşında dünyaya gelmiş ve şirketi kurmuş. Apartmanını iyice
aramışlar. Ama suçlu olduğunu gösterecek bir kanıt bulunmamış...»

«Pekâlâ, binbaşı. Şimdi bana bu konudaki düşüncelerini söyle.»

«Amiralim, Falken aslında bir Sovyet 'köstebeği'. Onu on üç yıl önce Federal Almanya'ya sokmuşlar ve
sadece birkaç görevde kullanmışlar. Hatta bu olaya kadar ondan hiç yararlanmamışlar.»
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

«Demek bütün bunların Sovyet istihbaratının bir operasyonu olduğunu düşünüyorsun. Bu şaşılacak bir
şey değil. Amaçları nedir?» Başkomutanın sesi sertleşmişti.

«En aşağı Batı Almanya'ya siyasi bakımdan müthiş bir baskı yapmaya çalışıyorlar, efendim. Belki de
onları NATO' dan çıkmaya zorluyorlar. En kötü ihtimalse...»

«En kötü ihtimalle ilgili senaryoyu tahmin ettiğimizi sanıyorum. Aferin, Toland, iyi çalıştın. Dün sana
çattığım için özür dilemek istiyorum. İstediğim bütün bilgi sende yoktu ama bu da senin suçun değildi.»
Toland gözlerini kırpıştırdı. Dört yıldızlı bir amiralin bir yedekten özür dilemesi pek sık görü-

len bir şey değildi. Özellikle diğer yüksek rütbeli subayların önünde. Amiral sordu. «Filoları ne yapıyor?»

«Bizde Murmansk bölgesinin uydudan çekilmiş fotoğrafları yok, amiralim. Bulut çok fazlaymış. Ama
yarın öğleden sonra havanın açacağını sanıyoruz. Norveçliler Barents denizindeki hava devriyelerinin
sayısını artırdılar. Denizaltılar dışında Rusların o denizde şu ara fazla gemileri olmadığını söylüyorlar.»

Amiral hatırlattı. «Bu durum üç saat içinde değişebilir. Filolarının durumuyla ilgili değerlendirmeni açıkla.
Hazır durumdalar mı?»

Toland, «Çok hazırlıklılar,» diye cevap verdi. «Bu bakımdan yüzde yüz bir gelişme var. Dediğiniz gibi,
bütün gemilerinin bir anda denize açılmalarını sağlayabilirler, efendim.»

Amiral Pipes, «Bir çıkış yaparlarsa bunu hemen öğreniriz,» dedi. «Orada her şey© göz kulak olan üç
denizaltını var. Buraya gelmeden önce Savunma Bakanıyla konuştum. Bugün Başkanla görüşecek ve
ondan bütün güçlerimizin Defcon-3 düzeyinde alarma geçirilmesini isteyecek. Almanlar, Ruslar
gevşeyinceye kadar 'Yeşil Helezon'un operasyonunun sürdürülmesini istiyorlar. Sence Ruslar ne
yapacaklar, binbaşı?»

«Bugün akşama doğru elimizde daha fazla bilgi olacak, efendim. Parti Sekreteri acil toplantıda bir
konuşma yapacak. Belki yarınki cenaze töreninde de.»

Pipes homurdandı. «Romantik budala.»

Toland bir saat sonra bürodaki televizyonu izlerken Chuck Low© yanında olmadığı için üzüldü.
Çevirisinin doğru olup olmadığını ona söyleyebilirdi. Sekreter çabuk çabuk konuşuyor, Toland onu
zorlukla anlıyabiliyordu. Konuşma kırk dakika sürdü. Bunun üçte biri klişeleşmiş siyasi sözlerle doluydu.
Ama Genel Sekreter sonunda Alman tehdidin© karşı B Kategorisinden yedek güçlerin harekete
geçirileceğini açıkladı.

— 98 —

12

Cenaze Hazırlıkları

NORFOLK, VIRGINIA

Toland «Birlik Evtonin her zamankinden daha kalabalık olduğunu farketti. Genellikle böyle törenlerle
kahramanları gömerlerdi. O da teker teker. Vaktiyle üç kozmonot böyle gömülmüştü. Ama şimdi burada
on bir kahraman vardı. Pskov'dan yaşları sekizle on arasında üçü erkek, beşi kız sekiz çocuk ve
Po-litbüronun emrinde çalışan üç memur. Ölüleri huş ağacından yau pılmış cilalı tabutlara yatırmışlardı.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Etraflarında çiçekten oluşan bir deniz vardı sanki. Toland sahneyi dikkatle inceledi. Tabutlar yukarı
kaldırılmış olduğu için kurbanların yüzleri görülüyordu. Sadece ikisinin yüzüne siyah ipekler örtülmüştü.
Tabutların üzerine konmuş olan fotoğraflar çocukların hayattayken nasıl olduklarını gösteriyordu.
Korkunç, dokunaklı bir ayrıntıydı bu.

Sütunlu Salona siyah, kırmızı örtüler asılmıştı. Süslü avizeler bile bu ciddi tören için örtülmüştü.
Kurbanların aileleri bir sıra halinde dizilmişlerdi. Çocuklarını kaybetmiş olan anne ve babalar. Babaları
ölmüş olan çocuklar ve kadınlar. Arkalarında bol ve biçimsiz giysiler vardı. Yüzlerinde hiçbir ifade yoktu.
Sadece hâlâ şokun etkisinde oldukları anlaşılıyordu.

— 100 —

Parti Sekreteri ağır ağır sıranın önünden geçti. Her yaslıyı ayrı kucakladı. Kolundaki siyah kurdele
yakasındaki fazla renkli Lenin Nişanıyla çok zıttı. Toland adamın yüzüne dikkatle baktı. Gerçek bir üzüntü
vardı yüzünde. Sanki kendi ailesinin üyelerini gömüyordu.

Parti Sekreterinin kucakladığı kadınlardan biri dizüstü düşerek elleriyle yüzünü örttü. Sekreter, kadının
kocasından önce yere diz çökerek onun başını omzuna dayadı. Bir dakika sonra kadını ayağa kaldırıp
usulca kocasının koruyucu kollarına doğru gitti. Sovyet Ordusunun yüzbaşılarından olan adamın suratı bir
öfke maskesi gibiydi.

Toland, Tanrım, diye düşündü. Yönetmenliği Eisenstein yapsaydı ancak bu kadar başarılı olabilirlerdi!

MOSKOVA, SSCB

Sergetov kendi kendine, seni kalpsiz köpek, dedi. O ve Politbüronun diğer üyeleri tabutların solunda
sıraya dizilmişlerdi. Bakan tabutlara bakmamaya çalışıyor, o zaman da gözleri dört televizyon kamerasına
kayıyordu. TV'ciler bütün dünyanın onları seyrettiğini söylemişlerdi. Her şey harika bir biçimde
düzenlenmişti. Oyunun son sahnesiydi bu. Kızıl Ordu askerlerinden oluşan şeref kıtası, Moskova Genç
Öncülerine katılmıştı. Ölen çocukların başında nöbet bekliyorlardı. Keman seslen duyuluyordu. Sertegov,
ne oyun, diye düşündü. Partide geçirdiği otuz beş yıl boyunca çok yalan dinlemişti. Kendisi de yeteri
kadar yalan söylemişti. Ama böylesiyle hiç karşılaşmamıştı. İyi ki bugün bir şey yemedim, dedi kendi
kendine.

Bakışları istemeye istemeye bir çocuğun balmumu gibi yüzüne kaydı. Artık büyümüş olan çocuklarının
küçükken nasıl uyuduklarını anımsadı. Bakışlarıyla en yakındaki çocuğa, artık soğuk almayacaksın,
küçüğüm, diye fısıldadı. Rüya da görmeyeceksin. Gözleri doldu. Ve bu yüzden kendinden nefret etti.

— 101 —

NORFOLK, VIRGINIA

Parti Sekreteri, «Yoldaşlar, önümüzde ülkemizin masum çocuklarının yattığını görüyoruz,» diye söze
başladı. Daha ağır ağır konuştuğu için Toland sözlerini kolaylıkla! çeviriyordu. «Onları devlet terörizminin
şeytani oyunları öldürdü. Onları işgal ve cinayetle ilgili iğrenç hayalleri yüzünden vatanımızı iki kez kirleten
bir ulus katletti. Yoldaşlarımız, bu masum çocukların anne ve babalarına ve bu üç iyi insanın ailelerine
hesap sorulacağını söylüyorum. Bu ölümler unutulmayacak. Bu iğrenç cinayeti işleyenler adil bir biçimde
cezalandırılacaklar...» '

«Tanrım.» Toland çeviriyi bırakarak amirine baktı.


Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

«Evet. Savaş olacak. Dil uzmanları şimdi konuşmayı çeviriyorlar, Bob. Gel gidip patronu görelim.»

Başkomutan, «Emin misiniz?» diye sordu.

Toland cevap verdi. «Daha az bir şeye razı olabilirler, efendim. Ama hiç sanmıyorum. Bu oyunu Rus
halkını şimdiye dek görmediğim bir biçimde öfkelendirecek kadar ustalıkla oynadılar.»

«Her şeyi açıkça konuşalım. Sen bu adamların bir kriz yaratmak için bütün o insanları öldürdüklerini
söylüyorsun.» Başkomutan masasına baktı, dnsan onların bile böyle bir şey yapabileceklerine
inanamıyor.»

Toland, «Ya buna inanacağız ya da Batı Almanya hükümetinin kendi başına Sovyetler Birliği'yle bir savaş
çıkarmaya karar verdiğine, amiralim,» dedi. «Almanların böyle bir şeye kalkışmaları için iyice çıldırmış
olmaları gerekir.»

«Ama neden?»

«Nedeni bilmiyoruz. Bu, istihbaratın her zaman karşılaştığı bir sorun, efendim. Olanları açıklamak, nedeni
öğrenmekten çok daha kolay.»

— 102 —

Başkomutan ayağa kalkarak bürosunun bir köşesine doğru gitti. Savaş çıkacaktı ve bunun nedenini
bilmiyordu. Nedeni öğrenmeliydi. Çok önemli olabilirdi. «Yedekleri çağırıyoruz. Şu son iki ay çok iyi
çalıştın, Toland. ikinci Filo komutanının bir istihbarat subayına daha ihtiyacı var. Seni istiyor. Özellikle,
'İşler kızıştığı takdirde,' dedi. Ve öyle olacağı da anlaşılıyor. Onun 'tehdit' timinin üçüncü üyesi olacaksın
ve bir uçak gemisinde görev yapacaksın. Oraya gitmeni istiyorum.»

«Ailemle bir, iki gün geçirmem çok iyi olurdu, efendim.» Amiral başını salladı. «Sana borcumuz var.
Nimitz gemisi zaten seferde. Gemiye İspanya kıyısı açıklarında binebilirsin. Çarşamba sabahı yanında
bavullarınla burada ol.» Amiral yaklaşarak onun elini sıktı. «Seni kutlarım, binbaşı.»

CROFTON, MARYLAND

Martha Toland, «Denize mi açılacaksın?» diye sordu.

«Gemide olmamı istiyorlar. Ve benim de yerim orası. İster hoşuna gitsin, ister gitmesin, gerçek bu.»
Toland karısının yüzüne bakamıyordu. Martha'nın sesindeki acı ifade yeterliydi. Karısını korkutmaması
gerekiyordu ama korkutmuştu işte.

«Bob, durum düşündüğüm kadar kötü mü?»

«Bu belli değil, bebeğim. Olabilir ama kesin bir şey söylenemez. Dinle, Martha. Ed Morris'le Dan
McOafferty'i hatırlıyorsun değil mi? Artık onların kendi gemileri var. Ve gitmeleri de gerekiyor. Ben
karada, güven içinde mi olmalıyım?»

Karısının yanıtı Toland'ı çok sarstı. Martha soğuk bir ifadeyle, «Onlar profesyonel,» dedi. «Sen değilsin.
Hafta sonlarında savaşçılık oynuyorsun. Yılda iki hafta, eğitim görerek hâlâ Deniz Kuvvetlerindeymiş gibi
rol yapıyorsun, Bob. Sen sivil bir istihbaratçısın. O gemide işin yok. Yüzmesini bile bilmiyorsun!» Martha
Toland yüzme konusunda balıklara bile ders verebilirdi.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

— 103 —

Totand, «Bilmez olur muyum?» diye itiraz etti. Bunun saçma bir tartışma konusu olduğunu biliyordu.

«Doğru ya! Beş yıldan beri bir kere olsun bir havuza bile girmedin. Kahretsin! Bob, ya sana bir şey
olursa? Gidip orada o kahrolasıca oyunlarını oynayacaksın ve beni çocuklarla bura-da bırakacaksın.
Onlara ne diyeceğim ben?»

«Onlara kaçmadığımı, saklanmadığımı söylersin. Benim...» Toland başını çevirdi. Bu tepkiyi


beklememişti. Martha'nın babası da Deniz Kuvvetlerindendi. Genç adam karısının onu anlayacağını
sanmıştı. Ama kadının yanaklarından yaşlar akıyor, dudakları titriyordu şimdi. Toland bir adım atarak ona
sarıldı. «Dinle, ben uçak gemisinde olacağım. Tamam mı? Gemilerimizin en büyüğü, en güvenli ve en
korunmalı olanında. Etrafında da kötü adamların gemiye yaklaşmamaları için sürüyle tekne olacak.
Yüzlerce uçak da. Bana, kötülerin amaçlarını öğrenebilmeleri için ihtiyaçları var. Böylece onları yanımıza
yaklaştırmayacağız. Martha, bunu yapmam gerekli. Bana ihtiyaçları var. Amiral özellikle beni istemiş. Ben
önemli biriyim. Yani... hiç olmazsa bir kişi öyle düşünüyor.» Toland yalanını gizlemek için usulca
gülümsedi. Bir uçak gemisi gerçekten iyi korunuyordu. Bu da şarttı. Çünkü Rusların bir numaralı
hedefiydi.

«Bağışla...» Martha kocasının kollarından sıyrılarak pencereye gitti. «Danny'le Ed nasıl?»

«Benim gibi değiller, işleri başlarından aşkın. Danny'nin de-nizaltısı kuzeyde bir yerde. Yani Sovyetler'e
çok yakın. Ben onlara hiçbir zaman o kadar sokulmayacağım. Ed sefere çıkmaya hazırlanıyor. Onun
gemisi bir 1052. Yani bir refakat gemisi. Konvoyları ya da başka gemileri denizaltılardan korumaya
çalışacak. İkisinin de aileleri var. Hiç olmazsa sen beni denize açılmadan önce görmek fırsatını buldun.»

Martha döndü ve Toland beklenmedik bir anda eve döneli beri ilk kez gülümsedi. «Dikkatli olacaksın
değil mi?»

«Hem de çok dikkatli olacağım, bebeğim.» Ama bunun önemi var mıydı?

— 104 —

13

Yabancılar Gelip Gidiyorlar

Her şeye trafik neden oldu. Zarf söz verdikleri gibi, gereken posta kutusuna atılmıştı. Ve anahtar
söyledikleri gibi kutuyu açtı. Binbaşı böyle açık açık davranacağı için söyleniyordu. Ama KGB adına
yaptığı ilk çalışma değildi bu. Ve görevinde başarılı olabilmek için bu son bilgilere ihtiyacı vardı.

Binbaşı binadan çıkmadan önce büyük zarfı katlayarak cebine soktu. Üzerinde Alman giysileri vardı.
Kapıyı açarken taktığı güneş gözlüğü de Alman malıydı. Kaldırımda iki yanına baktı. Görünürde bir şey
yoktu. Taksi karşıda onu bekliyordu. Binbaşının acelesi vardı. Bu yüzden köşeye gideceği yerde,
doğrudan doğruya karşıya geçmeye karar verdi. Binbaşı Rustu, karmaşık Avrupa trafiğine de alışık
değildi. Kaldırımdan indi. Yaklaşan arabanın farkında bile olmadı. Otomobil öyle fazla hızlı da gitmiyordu.
Sağ çamurluk binbaşının kalçasına çarparak onu döndürdü, bir elektrik direğine doğru fırlattı. Binbaşı
daha ne olduğunu anlayamadan kendinden geçti. Belki böylesi daha iyi oldu. Bacakları yola doğru
sarkmıştı ve araba iki bileğinin üzerinden geçti. Başında korkunç bir yara açılmış, bir atardamar

— 105 —
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

kopmuştu; yüzükoyun hareketsiz yatarken kanları kaldırıma akıyordu. Bir postacı polis çağırmak için
köşeye koştu. Bir adam cankurtaran çağırmak için dükkânına daldı.

Trafik durduğu için karşıda bekleyen taksinin şoförü o tarafa geçmeyi basardı. Rusa yaklaşmaya çalıştı
ama adamın üzerine altı, yedi kişi eğilmişti.

Biri, «Bu adam ölmüş,» diye fikrini açıkladı. Gerçekten de binbaşının rengi çok uçuktu. Şok geçiriyordu.
Onu çiğneyen arabanın sahibi Fransız kadın da. Herkese adamın birdenbire önüne çıktığını ve durma
fırsatını bulamadığını anlatmaya çalışıyordu. Ama Fransızca konuştuğu için derdini anlatamıyordu.

Taksi şoförü Rusa iyice yaklaştı. O zarfı alması şarttı. Ama tam o sırada polis geldi.

Memur, «Geri çekilin,» diye emretti. Seyircilerden biri seslenerek cankurtaran çağırdığını haber verdi.
Polis kısaca başını salladı. Cankurtaranın çabucak geleceğini umuyordu. Sonra bir başkomiserin
yaklaştığını farkederek rahatladı.

«Cankurtaran?»

«Geliyor, başkomiserim. Ben trafikten Gunther Dieter'im. Yolun aşağısındaydım.»

Başkomiser, «Arabayı kim sürüyordu?» diye sordu.

Fransız kadın elinden geldiğince dimdik durarak olanları anlatmaya başladı. Yine Fransızca konuşuyordu.
Her şeyi görmüş olan bir yaya, kadının sözünü kesti.

«Bu adam etrafına bakınmadan kaldırımdan indi. Bu hanım duracak zaman bulamadı. Ben bankerim. Bu
adamın peşi sıra postaneden çıktım. Olmayacak yerden karşıya geçmeye kalkti. Trafiğe aldırmadan yola
indi. İşte kartım.» Banker iş kartını baş-komisere verdi.

«Teşekkür ederim, Dr. Müller. İfade vermeye bir itirazınız yok değil mi?»

«Tabii yok. İstiyorsanız hemen karakola gelebilirim.»

«İyi.» Başkomiser bu kadar kesin konuşan bir tanıkla ender karşılaşırdı.

•106-

Taksi şoförü kalabalığın biraz gerisinde duruyordu. Tecrübeli bir KGB subayıydı. O zamana kadar bazı
operasyonların altüst olduğunu da görmüştü. Ama bu olay... gülünçtü. Bu gururlu Spetnaz komandosunu
orta yaşlı bir Fransız kadını çiğnemişti. Şoför, neden kahrolasıça trafiğe dikkat etmedi sanki, diye
düşündü. Emirlere aldırmayacak, zarfı alması için başka birini yollayacaktım. Güvenlik! İfadesiz yüzlü
adam için için küfrederek arabasına döndü. Bu olayı amirine nasıl açıklayacağını düşünüyordu.

Cankurtaran geldi o sırada. Başkomiser kurbanın cebinden cüzdanını aldı. Siegfried Baum adında biriydi.
Hamburg'un Altona semtinden bir Musevi. Arabanın sürücüsü ise Fransızdı. Başkomiser, harika, diye
düşünerek yaralıyla birlikte hastaneye gitmeye karar verdi. Uluslararası bir kazaydı bu. O yüzden daha
fazla rapor yazması gerekecekti. Yemek üstüne içtiği birasını bitirmeden sokağa fırladığı için pişman oldu.
Görevine düşkünlüğü yüzünden başına böyle dertler açılıyordu işte. Üstelik bir de yeniden askere alınması
olasılığı vardı.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Başkomiser cankurtaranda sağlık memuruna, «Durumu çok mu ağır?» diye sordu.

«Herhalde başı yarıldı. Çok kan kaybetmiş. Ne oldu?»

«Etrafına bakınmadan yola inmiş.»

Sağlık memuru, «Ahmak,» dedi. «Sanki yeterince işimiz yokmuş gibi.»

«Yasayacak mı?»

«Başındaki yaraya bağlı.» Sağlık memuru omuzlarını silkti. «Bir saate kalmaz onu ameliyata alırlar. Adını
biliyor musun? Kâğıtları doldurmam gerekiyor?»

«Baum, Siegfried. Kaiserstrasse No. 17, Altona, Hamburg.»

«Dört dakika sonra hastanede oluruz.» Sağlık memuru Rusun nabzını sayarak not etti. «Yahudiye
benzemiyor.»

Başkomiser onu uyardı. «Dikkatli ol. Böyle şeyler söyleme.»

«Karım Yahudi benim... Tansiyonu hızla düşüyor.» Sağlık memuru şoföre döndü. «Hans, durumu telsizle
bildirdin mi?»

— 107 —

Şoför, «Evet,» diye cevap verdi. «Nasıl bir vakayla karşı karşıya olduklarını biliyorlar. Bugün Ziegler'in
nöbeti değil mi?»

«Öyle olduğunu umarım.»

Cankurtaran birkaç dakika sonra hastaneye ulaştı. On dakika sonraysa binbaşıyı ameliyathaneye aldılar.
Ameliyatı Profesör Anton Ziegler yapacaktı. Başkomiser acil bölümde kaldı.

Kayıt yapan genç doktor, «Yaralı kim?» diye sordu. Polis memuru bildiklerini açıkladı.

«Alman mı?»

Başkomiser, «Bu size garip mi geldi?» diye sordu.

«Ben onun yabancı olduğunu sandım. Dişleri yüzünden. Soluk alması için gırtlağına boruyu soktuğum
zaman farkettim. Dişlerini amalgamla doldurmuşlar. Pek de ustaca sayılmayacak bir biçimde.»

Başkomiser, «Belki Doğu bölümündendir,» dedi.

Doktor burun kıvırdı. «Bir Alman dişçinin işi değil bu. Bir marangoz daha başarılı olurdu.» Doktor giriş
kartını çabucak doldurdu.

«Ne demek istiyorsunuz?»

«Dişleri beceriksizce doldurulmuş. Garip değil mi? Çok sağlıklı bir adam. İyi giyimli. Yahudi. Ama
dişlerini iyi doldurmamışlar. Tabii biz çok garip şeylerle karşılaşıyoruz.»
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Başkomiser, «Eşyaları nerede?» diye sordu. Doktor onu yandaki odaya götürdü. Bir hastabakıcı
dikkatle binbaşının eşyalarının listesini yapıyordu. Giysileri özenle katlanmıştı. Paralar, bir deste anahtar ve
sarı zarf masanın üzerinde duruyordu.

Başkomiser zarfı aldı. Bir akşam önce Stuttgart'tan postaya verilmişti. Memur içinden gelen sese uyarak
çakısını çıkardı ve zarfın bir yanını açtı. Ne doktor itiraz etti, ne de hastabakıcı. Ne de olsa bir polis
yetkilisiydi. Zarf kabarıktı. İçinde iki küçük ve bir de büyük zarf daha vardı. Başkomiser önce büyük zarfı
açarak içindekileri çıkardı. İlk gördüğü bir diyagram oldu. Sıradan bir çizime benziyordu. Ama
başkomiser sonra bunun Alman Ordusuna ait «Gizli» damgası vurulmuş bir belgenin kopyası ol-

— 108 —

düğünü anladı. Ve Lammersdorf adı dikkatini çekti. Elindeki orar dan otuz kilometre kadar ötedeki bir
NATO iletişim merkezinin planıydı. Kimdi bu Siegfried Baum? Başkomiser diğer zarfları da açtı, sonra
telefona gitti.

ROTA, İSPANYA

USS Nimitz gemisinin güvertesi sıcak ve gürültülüydü. Jet yakıtı kokuyordu.

Bir denizci, «Binbaşı Toland?» diye seslendi.

«Benim.»

«Lütfen benimle gelin, binbaşım.» Gemici Toland'ı aşağıya indirerek açık bir kapıya götürdü.

Yorgun bir subay, «Sen Toland olmalısın,» dedi.

«Öyle olmalı. Tabii zaman değişiminin etkisi olmadıysa.»

«Pekâlâ. Kamaran savaş harekât merkezinin yanında. Bu gemide biz istihbarat uzmanları için pek yer
yok. Ama bu da önemli sayılmaz. Üç gecedir uyumadım. Buraya gönderilmenin bir nedeni de bu. Bu
arada, tebrikler, artık yarbay oldun. Hoşgel-din, ben Chip Bennet'im.»

«Burada ne yapacağım?»

«Kuramsal olarak bana yardım edeceksin. Ama şu ara o kadar çok bilgi geldi ki, bölgeleri aramızda
paylaşmaya başladık. Sabah ve akşam brifinglerini sana vereceğim. Bu toplantılar saat 7'de ve 20'de
yapılır. Komutanımız Tümamiral Samuel B. Baker, Jr. Çok sert bir adamdır. Raporların kısa ve kesin
olmasından hoşlanır. Hemen hiç uyumaz. Operasyonlarda yerin taktik savaş subayının yanında.» Bennet
gözlerini ovuşturdu. «Bu çılgın dünyada neler oluyor?»

Toland, «Sen ne diyorsun?» diye sordu.

«Yeni bir haber geldi. Bugün Kennedy'de uzay mekiği At-tontis'in havalanmasına engel olmuşlar.
Sözümona bilgisayarda

— 109 —
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

bir arıza varmış. Tamam mı? Üç gazete mekiğin taşıdığı yükün değiştirileceğini yazmış. Sözde mekik üç,
dört ticari iletişim kuşunu yörüngeye yerleştirecekmiş. Ama aslında yük keşif uyduları.»

«Galiba biri bu durumu ciddiye almaya başladı.»

AACHEN, FEDERAL ALMANYA

«Siegfried Baum» altı saat sonra uyandığı zaman etrafında ameliyat elbiseleri giymiş üç kişi vardı. Rus
subayı anestezinin etkisinden hâlâ kurtulamamıştı. Gözleri kayıyordu.

Adamlardan biri, «Nasılsın?» diye sordu. Rusça konuşuyordu.

Binbaşı da aynı dilde cevap verdi. «Bana ne oldu?»

«Sana bir araba çarptı.» Sonra bir yalan söyledi. «Şimdi de askeri hastanedesin.» Oysa Alman-Belçika
sınırı yakınındaki Aachen'delerdi.

«Ne?.. Tam çıkarken...» Binbaşı sarhoş gibi konuşuyordu. Birdenbire sustu. Gözlerini adama dikmeye
çalışıyordu.

«İşin bitti, dostum.» Şimdi adam Almanca konuşuyordu. «Senin bir Sovyet subayı olduğunu biliyoruz. Ve
üzerinden hükümete ait gizli 'belgeler çıktı. Söyle, Lammersdorf seni neden ilgilendiriyor.»

«Baum» da Almanca, «Söyleyecek bir şeyin yok,» dedi.

Onu sorguya çeken adam Rusça, «Bunun için artık çok geç,» diye cevap verdi. «Ama işini
kolaylaştırmaya çalışacağız. Seni ameliyat eden operatör yeni bir... şey... ilacı denememizde artık bir
sakınca olmadığını söyledi. O zaman bize tüm bildiklerini söyleyeceksin. Ciddi ol biraz. Kimse bu tür
sorgulamaya karşı koyamaz. Tabii durumunu düşünmeyi de istersin.» Sesi sertleşti. «Yabancı bir ordunun
subayısın. Federal Almanya'ya yasal olmayan bir biçimde girdin. Belgelerin sahte. Ve üzerinden de gizli
planlar çıktı. En aşağı ömür boyu hapis yatabilirsin. Ama

— 110 —

hükümetinin şu ara yaptıkları yüzünden cezanın en hafifini düşünecek de değiliz. Konuşursan yaşarsın.
Daha sonra seni Rusya'ya gen gönderir, bir Alman ajamyla değiştiririz. Hatta senden bilgiyi ilaç yardımıyla
aldığımızı da söyleriz. O zaman sana bir zarar gelmez. Ama konuşmazsan, 'trafik kazasında aldığın yaralar
yüzünden' ölürsün.»

Binbaşı Andre Chernyavin usulca, «Bir ailem var,» diye mırıldandı. Görevini anımsamaya çalışıyordu.
Korku ve uyuşturucu duygularını karmakarışık etmişti. Kanına sodyum pentatolun karıştığının ve beyninin
faaliyetlerini engellediğinin farkında değildi.

Albay Weber söz verdi. «Onlara bir zarar gelmeyecek. Yakaladığımız her casusun ailesini
cezalandırdıklarını mı sanıyorsun? Öyle olsaydı kimse casusluk etmek için buraya gelmezdi.» Weber sesini
yumuşattı. İlaçların etkisi görülmeye başlamıştı. Ondan bilgi almak kolay olacaktı. İnsanları zalimce
sorguya çeken Alman alanlarıyla ilgili pek çok filme rağmen bu konuda hiç tecrübesi yoktu Weber'in.
Çok yazık, diye düşündü. Şu anda çok işime yarardı. Albayın ailesinin üyelerinden çoğu Kuimbach'ın
dışında, sınırdan birkaç kilometre içeride oturuyordu.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

KİEV, UKRAYNA

«Ben Yüzbaşı İvan Mikhailovich Sergetov. Emrettiğiniz gibi geldim, yoldaş general.»

«Otur, yüzbaşı yoldaş.» Alekseyev, İvan'ın babasına şaşılacak kadar benzediğini düşündü. Kısa boylu ve
tıknazdı. Babası gibi zeki ve gururluydu. Kolaylıkla yükselecek bir gençti. «Baban Ortadoğu dillerini
bildiğini söyledi.»

«Doğru, yoldaş general.»

«Bu dilleri konuşan insanları da inceledin mi?»

«Bu eğitimimizin ana bölümlerinden biri, yoldaş.» Genç Sergetov gülümsedi.

— 111 —

«Tank birliğinde üç yıl hizmet görmüşsün. Araçları savaşta yenebilir miyiz?»

«İsrailliler bunu kolaylıkla yaptılar. Ve onlarda bizim kaynaklarımızın yüzde biri bile yok.»

Alekseyev, her sorunun cevabını bilen bir genç bu, diye düşündü. Belki bana Afganistan sorununu da
açıklayabilir. Sonra, «Yoldaş yüzbaşı,» dedi. «Basra Körfezine karşı girişilecek o-lan saldırıda yanımda
çalışacaksın. Dil çalışmaları için sana güveniyorum. İstihbarat tahminlerimizi doğrulaman için de. Senin bir
diplomat olmaya hazırlandığını biliyorum. Bunun bana yararı olur. Ben her zaman KGB'yle GRU'nun
yolladığı tahminleri bir başkasının incelemesini ve bana fikrini açıklamasını isterim. Tabii istihbarat
bölümündeki yoldaşlarımıza güvenmediğim için değil. Ben sadece bir asker gibi düşünen birinin bilgiyi
incelemesini uygun görürüm. Tank birliğinde hizmet görmüş olmanın benim için iki kat değeri var. Bir soru
daha. Yedekler seferberliği nasıl karşılıyorlar?»

Yüzbaşı, «Tabii heyecanla,» diye cevap verdi.

«İvan Mikhailovich, herhalde baban sana benden söz etti. Ben Partimizin sözlerini dikkatle dinlerim. Ama
bir savaşa hazırlanan askerlerin gerçeği bilmeleri de gerekir. Partinin isteklerini ancak böyle yerine
getirebilirler.»

Yüzbaşı Sergetov generalin sözcükleri ne büyük bir dikkatle seçmiş olduğunun farkındaydı. «Halkımız
öfkeli, yoldaş general. Kremlin'deki olay, çocukların öldürülmeleri onları öfkelendirdi. Bence 'heyecanlı'
sözü fazla abartmalı değil.»

«Ya sen, İvan Mikhailovich?»

«Yoldaş general, babam bana bu soruyu soracağınızı söyledi. Ve benden size olaydan daha önce hiç
haberi olmadığını açıklamamı istedi. Benzer felâketlerin tekrarlanmaması için vatanımızın korunması
gerektiğini de.»

Alekseyev hemen karşılık vermedi. Sergetov'un üç gün önce kafasından geçenleri okuduğunu anlamış ve
donmuştu. Bakanın böyle bir müthiş sırrı oğluna açmış olmasına da şaşmıştı.

— 112 —

Ama Politburo üyesini yanlış değerlendirmediğini anladığı için rahatlamıştı. O güvenilecek bir insandı.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Belki oğlu da öyleydi. Bakan Sergetov'un öyle düşündüğü anlaşılıyordu. «Yoldaş yüzbaşı, bunlar
unutulması gereken şeyler. Zaten işimiz başımızdan aşkın. Koridorun dibindeki yirmi iki numaralı odada
çalışacaksın. İşler seni bekliyor. Gidebilirsin.»

BONN, FEDERAL ALMANYA

Weber, Şansölyeye, «Hepsi bir oyun,» diye açıkladı. Helikopterle Bonn'a gelmişti. «O bomba komplosu
bilerek, isteyerek planlanan zalimce bir oyun.»

Şansölye aksi aksi cevap verdi. «Bunu biliyoruz, albay.» İki gecedir uyumuyor, bu ani Almanya-Rusya
krizini kavramaya çalışıyordu.

«Herr Kanzler, şu anda hastanede yatan adam Binbaşı Andre İlych Chernyavin. İki hafta önce sahte
belgelerle Çek sınırından ülkemize girmiş. Sovyet Spetznaz komandolarından bir subay. O seçkin
birliklerden. Otomobil kazasında kötü yaralanmış. Etrafına bakmadan bir arabanın önüne çıkmış.
Üzerinde Lammersdorf'taki NATO iletişim üssünün tam bir planı olduğunu söylemeliyim. Üssün güvenlik
karakolları bir ay önce yeniden düzenlendi. Bu plansa iki haftalık. Binbaşı da nöbet programı ve nöbetçi
subayların listesi de vardı. Ve bu belge de üç gün önce hazırlandı. Binbaşıyla on adamı Çek sınırını
aşmışlar. Ve operasyon emirlerini yeniden almışlar. Binbaşıya verilen son emir, işareti aldıktan bir gün
sonra tam gece yarısı üsse saldırıl-masıyla ilgili. Ayrıca planların değiştirildiğini bildirecek bir işaret de var.
Bu belgeleri ele geçirdik.»

«Almanya'ya daha önce...» Şansölye şaşırmıştı. Olay gerçek değildi sanki.

«Evet. Her şey birbirine uyuyor, Herr Kanzler. Sovyetler her-

— 113-

F.: 8

hangi bir nedenle Almanya'ya' saldırmaya hazırlanıyor. Bu ana kadar bizi uyutmak için ellerinden geleni
yaptılar. İşte, Chernya-vin'le yaptığımız konuşmanın metni. Binbaşının Spetznaz'ın ayrı dört operasyonu
konusunda da bilgisi var. Bütün bunlar Rusların sınırımıza karşı büyük bir saldırıya geçeceklerini
gösteriyor. Binbaşı şimdi Koblenz Askeri Hastanesinde ve sıkı bir biçimde korunuyor. İtiraflarını bando
da aldık.»

«Ya bu da yine Rusların bir kışkırtmasıysa? Neden bu adamlar sınırı aştıkları zaman gerekli belgeleri
yanlarında getirmemişler?»

«Lammersdorf merkezinin yeniden düzenlenmesi yüzünden doğru bilgiye ihtiyaçları vardı. Bildiğiniz gibi,
geçen yazdan beri NATO iletişim merkezlerinde güvenlik önlemlerini arttırıyoruz. Herhalde Rus
dostlarımız da saldırı planlarını yeniliyorlar. Ellerinde bu belgelerin olması korkutucu bir şey. Bunlardan
bazıları birkaç gün önce hazırlanmış şeyler. Chernyavin'in savaş başlamadan hemen önce NATO iletişim
bağlantılarını felce uğratmak ve böylece Rusya'nın Almanya'yı işgali için yol açmakla görevlendirildiği
anlaşılıyor.»

«Ama böyle bir şeye kalkışmak... Yani... böyle bir saldırı planlansa bile...»

«Özel Operasyon grupları Rusları âdeta sarhoş ediyor. Afganistan'dan aldıkları bir ders bu. Bu adamlar
iyi eğitim görmüş, son derecede tehlikel'. Ve plan da kurnazca. Örneğin, Musevi kimliği. Bu adamlar
Museviler konusundaki duyarlılığımızdan yararlanmaya çalışıyorlar. Öyle değil mi? Bir polis memurunun
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

onu durdurduğunu varsayalım. Herhalde laf arasında Almanların Musevilere nasıl davrandıklarından söz
edecekti. Genç bir polis ne yapacaktı o zaman? Büyük bir olasılıkla özür dileyecek ve gitmesine izin
verecekti.» Weber sertçe güldü. «Sadece beklenmedik bir şey olabileceğini düşünemediler. Şansımız
yardım etti. Bundan yararlanmalıyız. Henrr Kanzler, bu bilginin hemen NATO Başkomutanlığına iletilmesi
gerekiyor. Şu ara Rus ajanlarının saklandıkları evi göz hapsine aldık. Oraya saldırmaya karar ve-

— 114 —

rebiliriz. GSG-2 bölümü operasyona hazır. Ama belki bunun bir NATO operasyonu olması gerekir.»

«Önce Bakanlar Kurulunu toplamam gerekiyor. Ondan sonra telefonla Birleşik Devletler Başkanıyla
konuşacağım. Diğer NATO ülkelerinin devlet başkanlarıyla da.»

«Özür dilerim, Sayın Şansölye, ama bunun için zamanımız yok. İzninizle videobandm bir kopyasını bir
saate kadar CIA irtibat subayına vereceğim. İngiliz ve Fransızlara da. Ruslar bize saldıracak. Önce
istihbarat servislerinin uyarılmaları daha iyi olur. Başkanla ve diğerleriyle yapacağınız konuşmanın
hazırlıkların» yaparlar. Hemen harekete geçmemiz şart, Herr Kanzler. Bu bir ölüm kalım meselesi.»

Şansölye gözlerini masasına dikti. «Kabul, albay. Bu Chern-yavin'i ne yapacaksınız?»

Weber bu konuda harekete geçmişti bile. «Onun araba kazası sırasında aldığı yaralar yüzünden öldüğünü
ilan edeceğiz. Haber bu akşam televizyonda yayınlanacak. Gazetelerde de. Tabii müttefiklerimizin
binbaşıyı sorguya çekmelerine izin vereceğiz. CIA ve diğer ajanların onu gece yarısına kadar görmek
isteyeceklerinden eminim.»

Federal Alman Cumhuriyeti Şansölyesi pencereden dışarı baktı. «Aynı şey tekrarlanıyor.» İçin için
ekledi. Bu kez kaç kişi ölecek?

«Evet.» Albay, Tanrım, diye düşündü. Neler olacak yine?

LENİNGRAD, SSCB

Julius Fucik gemisinin süvarisi köprüde en önemli yolcusuna döndü. Paraşütçülerin komutanı olan bir
generale, «Adamların nasıl?»

«Bazılarını deniz tuttu bile.» General Andreyev güldü. Paraşütçüleri kapalı teknelerin içinde gemiye
almışlardı. Tonlarca

askeri malzemeyle birlikte. Sadece general gemiye normal biçimde binmişti.

«Adamlarımın alt güvertede dolaşmalarına izin verdiğin için teşekkür ederim, yoldaş.»

«Ben bir gemi yönetiyorum, hapishane değil. Hiçbir şeye dokunmasınlar, yeter.»

Andreyev, «Bu onlara söylendi,» diye açıkladı.

«İyi. Birkaç gün sonra onlara çok iş çıkacak.»

«Biliyor musun, ilk kez bir gemiye biniyorum.»

«Sahi mi? Korkma, yoldaş general. Uçakla havalanıp sonra da aşağıya atlamaktan çok daha güvenli ve
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

rahattır.» Kaptan Kherov güldü. «Büyük bir gemi bu. Hafif yük yüzünden de hızla ilerliyor.»

General, «Hafif yük mü?» dedi. «Tümen donanımının yarısından fazlası bu gemiye yüklendi.»

«Biz yirmi beş bin tondan daha ağır yük taşıyabiliriz. Donanımınız büyük ama ağır değil.»

Aşağıda 234. Hava Saldırı Alayının erleri, subay ve çavuşların kontrolünde bekliyorlardı. Gemi Manş'ı
geçinceye kadar orada kapalı kalacak, ancak geceleri kısa sürelerle güverteye çıkacaklardı.

Bir kamarot elinde çay fincanları konmuş tepsiyle geldi.

Andreyev şaşırdı. «Gemide içki yok mu?»

«Yok, general. Ama adamların içki getirdilerse o başka. Ben gemimde alkol kullanılmasına izin vermem.»

«Bu doğru.» İkinci kaptan onlara katıldı. «Kıçta her şey yolunda. Güverte kontrolü yapılıyor.»

«Güverte kontrolü mü?»

İkinci kaptan, «Genellikle her vardiyada ambar kapaklarını kontrol eder, açık olup olmadıklarına
bakarız,» diye cevap verdi. «Ama adamların gemide olduğu için her saat başı kontrol yapacağız, yoldaş
general.»

General biraz alındı. «Adamlarıma güvenmiyor musunuz?»

— 116 —

Süvari, «Uçaklarından birine binseydik bize güvenir miydin?» diye sordu.

«Haklısın tabii. Özür dilerim. Subaylarıma ve çavuşlarıma gerekli şeyleri öğretmeleri için birkaç adam
verebilir misin?»

İkinci kaptan cebinden kâğıtlar çıkardı. «Dersler üç saat sonra başlayacak. İki hafta sonra adamların
hepsi de iyi birer denizci olacaklar.»

Süvari ekledi. «Yara savunma konusunda endişelerimiz var. Tehlikeyle karşı karşıyayız, yoldaş general.
Adamlarının geminin savunulması konusunda neler yapabileceklerini öğrenmek istiyorum.»

General bu konuyu daha önce hiç düşünmemişti. Operasyon Andreyev'in hoşuna gitmeyecek kadar
çabucak hazırlanmıştı. «Uçaksavar komutanım istediğin zaman seninle görüşür.» Bir an durdu. «Bu gemi
ne kadar hasara dayanabilir ve bu hasara rağmen su yüzünde kalabilir?»

«Bu bir savaş gemisi değil, general.» Kherov esrarlı bir tavırla gülümsedi. «Ama yükün çoğu çelik
mavnaların üzerine yerleştirildi. Bu teknelerin kaplamaları çift katlı çelikten. Belki de savaş gemilerindeki
bölmelerden daha dayanıklıdır. Ama şansımız yardım ederse bunun doğru olup olmadığını anlamamıza
gerek kalmaz. Beni en çok endişelendiren yangın olasılığı. Yangınla mücadele çalışmaları yaparsak hiç
olmazsa bir, hatta belki üç roket isabetinden sağ çıkarız.»

General düşünceli bir tavırla başını salladı. «Adamlarım istediğin zaman emrindeler.»

«Manş'ı geçer geçmez.» Süvari ayağa kalkarak haritalarına baktı. «Bu eğlenceli bir yolculuk olmadığı için
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

üzgünüm. Ama belki dönüşte eğleniriz...»

General çay fincanını kaldırdı. «İşte bunun şerefine içerim, yoldaş. Başarıya.»

«Evet. Başarıya.» Kaptan Kherov da çay fincanını kaldırdı. Savaşa hazırdı.

117 —

KOBLENZ, FEDERAL ALMANYA

«İyi akşamlar, binbaşı.» Askeri hastanenin korunma altındaki bölümünde ClA'nin Bonn bürosu şefi,
İngiliz ve Fransız mes-lekdaşlarıyla birlikte oturuyordu. Yanlarında iki de tercüman vardı.
«Lammersdorf'tan söz edelim mi?»

Sorgulamayı Fransız örgütünden General Jean-Pierre de Ville yaptı. Çünkü Rusçayı en iyi o biliyordu.
Chernyavin artık iyice boyun eğmişti. Bir ara karşı koymaya kalktıysa da, ilacın etkisiyle yaptığı itirafın
bandını dinlediği zaman uysallaştı. Vatandaşları için artık ölmüş biriydi. Binbaşı her şeyi yeniden tekrarladı.
Üç saat sonra durum NATO ülkelerine bildirildi.

— 118 —

14

Gaz

WANDLITZ, DEMOKRATİK ALMANYA

Doğu Alman Komünist Partisi Başkanı Johannes Bittner. üzerinde, «Avrupa Cephesinde Yapılacak
Kimyasal Savaşın Etkilerinin Analizi» yazılı bir dosyanın son sayfasını okuyordu. Midesi iyice asit
yapmaya başlamıştı.

Başkan okumasını bitirdikten sonra gizli dosyayı kaldırıp çöp sepetine atmadı. Ama içinden ellerini
yıkamak geliyordu. Buz gibi bir hiddetle, Doğuyla Batı arasında ortak bir nokta daha, diye düşündü.
Hükümet raporlarını bilgisayarlar yazıyor. Makineler tarafından okunmaları için. Tıpkı bizde olduğu gibi...

«Herr General.» Parti Başkanı başını kaldırıp komutana baktı. General ve başka bir subay o sabah
erkenden arkalarında sivil giysilerle Bittner'in Wandlitz'deki özel, lüks villasına gelmişlerdi. Partinin ileri
gelenleri Berlin'in dışındaki bu mahallede oturuyorlardı. «Bu belge ne dereceye kadar doğru?»

Dosyayı iki gün önce Batı Almanya'nın Savunma Bakanlığındaki yüksek bir mevkide olan bir ajanları ele
geçirmişti.

«Yoldaş sekreter, onların bilgisayar modellerini inceleyeme-yiz tabii. Ancak formüllerini, Sovyet kimyasal
silahlarıyla ilgili

— 119 —

hesaplarını ve hava tahminlerini istihbarat uzmanlarım incelediler. Leipzig Üniversitesindeki bazı


profesörler de. Bunun gerçek olduğuna inanmamamız için hiçbir neden yok.»

Yabancı Operasyonlar Analiz Bölümü Başkanı Albay Mellet-hin, «Hatta,» dedi. «Amerikalılar
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

kullanılacak cephanenin toplam miktarını az tutmuşlar.» Zayıf, ciddi bir adamdı. Gözlerinden bir-'kaç
gecedir uyumadığı anlaşılıyordu. «Çünkü Rusların takviye sisteminin dakikliğini her zaman fazla
abartıyorlar.» Odadaki diğer iki adam onun «Sovyetler» yerine «Ruslar» sözcüğünü kullandığını hemen
farkettiler.

Bittner çabucak, «Söylemek istediğin başka bir şey daha mı var, Mellethin?» diye sordu.

«Yoldaş sekreter, Rusların açısından bu savaşın amacı nedir?»

«NATO'nun etkisizleştirilmesi. Ve daha fazla ekonomik kaynağın ele geçirilmesi.» Bittner bir an durdu,
sonra da emretti. «Ne söylemek istiyorsan bunu açıkla, yoldaş albay.»

«Yoldaş, Varşova Paktının başarılı olması Almanya'nın birleşmesini sağlar. Ve Sovyetler birleşmiş bir
Almanya'ya, sosyalist bir ülke bile olsa, stratejik bir tehlike gözüyle bakar. Ne de olsa biz onlardan daha
iyi sosyalistleriz, öyle değil mi?» Mellethin konuşmasını sürdürmeden önce derin bir soluk aldı. Hayatını
tehlikeye mi atıyordu? Ama bunun önemi var mıydı? «Yoldaş sekreter, Sovyetler bu operasyonda başarılı
olurlarsa sosyalist ve kapitalist Almanya, ayın yüzeyi kadar çorak bir yer halini alır. En aşağı halkımızın
yüzde onuyla otuzu ölür. Topraklarımız zehirlenir. Batılılar kimyasal silahlarla karşılık vermeseler bile...
Yoldaş, bugün Amerikalıların 'İri Göz' kimyasal uçak bombalarını Ramstein'daki üslerine taşıdıklarını
öğrendik. Eğer 'müttefikimiz' kimyasal silahlarını kullanır, NATO da aynı biçimde karşılık verirse ülkemiz,
hatta bütün Alman kültürü ortadan kalkabilir. Bu itiraz askeri açıdan savunulamaz. Ama bence Rus
planına bu bakımdan ek bir itiraz yapılabilir. Siyasi bir itiraz, yoldaş.»

Bittner'in ifadesi değişmedi. İki adamı onun buz gibi oldu-

— 120 —

ğunu farketmediler. Bittner'in bir hafta önce Varşova'da katıldığı toplantı onu iyice sarsmıştı. Şimdi
Sovyet liderlerinin kaypakça verdikleri teminatın nedenlerini anlamaya başlıyordu. Sekreter, «Sivil halkı
korumamızın imkânı yok mu?» diye sordu.

«Yoldaş.» General içini çekti. «Bu kalıcı gazların solunumla ciğerlere alınmalarına gerek yok. Bunlar
ciltten de içeri sızıyor-laı. Biri gazlı bir düzeye elini sürdüğü takdirde zehirleniyor. Herkesin pencere ve
kapılarını kapayarak evlerinde kalmalarını em-retsek bile yine de bir işe yaramaz. Hiçbir ev hava
sızdırmayacak biçimde yapılmaz. Ve insanların yemek yemeleri gerekiyor. Temel endüstri alanlarında
çalışan işçilerin fabrikalara gitmeleri şart. Sonra doktorlar, hemşireler, diğer sağlık personeli, polis ve iç
güvenlik memurları... en değerli vatandaşlarımızdan bazıları tehlikeyle karşılaşacaklar. Bu gazlar ülkemize
yayılacak, çim alanların, ağaçların, çitlerin, duvarların, taşıtların... hemen hemen her şeyin üzerinde ince bir
zehirli tabakaı oluşturacak. Zehirin çoğu yağmurlarla akıp gidecek. Ama yıllar önce yapılan deneyler bir
bölümünün kalacağını ve haftalarca, hatta aylarca etkili olacağını bize gösterdi. Örneğin, çitlerin altlarında
kalanların. Albay Mellethin haklı. Ruslar gaz kullanır, Amerikalılar da buna aynı biçimde karşılık verirlerse
mahvoluruz. Altı ay sonra vatandaşlarımızın yarısı hayatta kaldığı takdirde kendimizi şanslı sayarız. Halkı
nükleer silahlara karşı korumak, gazlara karşı korumaktan daha kolay aslında. Ve nükleer etkiler daha az
ömürlü.»

«Ah, Tanrım!»

MOSKOVA, SSCB

Savunma Bakanı, «Ne dediler, ne dediler?» diye bağırdı. «Alman Demokratik Cumhuriyetindeki
sosyalist kardeşlert-miz kimyasal silahların kendi topraklarında kullanılmalar» olass-
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

— 121 —

lığını büyük bir endişeyle karşıladıklarını söylediler.» Dışişleri Bakanının sesinde alay vardı. «Ayrıca bize
bazı istihbarat raporlarını da yolladılar. Bunlardan, bu tür silahların kullanılmasının NATO'nun kitleleri
ortadan kaldıracak diğer silahlara başvurması yolunu açacağı anlaşjlıyor.»

Savunma Bakanı itiraz etti. «Ama onlar plana alındı.» Sergetov, «Yoldaşlar,» dedi. «Kimyasal silahların
siviller üzerinde bir felaket etkisi yapacağını hepimiz biliyoruz. Bu bizim siyasal oyunumuzdan
şüpheJenmelerine yol açmaz mı? Biz şimdi kavgamızın Batı Almanya'yla olduğunu söylemiyor muyuz?
Savaşın daha ilk gününde binlerce sivili soğukkanlılıkla öldürmemiz nasıl bir etki yapar?»

Piotr Bromkovskiy söze karıştı. «Bir sorun daha var. Biz bu silahları bütün NATO ordularına karşı
kullanmak zorunda kalacağız. Onları sadece Almanlara karşı kullanamayız ki. Ve Amerika'yla Fransa gazı
kitleleri ortadan kaldıran bir silah saydıklarını ve buna aynı biçimde karşılık vereceklerini de açıkladılar.»

Savunma Bakanı, «Amerika'nın kimyasal silahlan gülünç,» diye cevap verdi.

Bromkovskiy lafı onun ağzına tıktı. «Senin Bakanlığından gelen raporlar hiç de öyle olmadığını gösteriyor.
Belki nükleer Alman hükümeti topraklarımızdaki hedeflere nükleer silahlarla saldırılmasmı ister. Gazlarımız
binlerce Amerikan askerini öldürürse, Birleşik Devletler Başkanı kitleleri ortadan kaldırabilecek silahları
kullanmaktan kaçınır mı sanıyorsun? Yoldaşlar, bu konuyu daha önce de konuştuk. NATO'ya karşı
açılacak savaş siyasi bir operasyon olacak. Öyle değil mi? Böyle bir silah kullanarak politik kamuflajımızı
kaldırıp atacak mıyız? NATO ülkelerinden hiç olmazsa biri Rus-Alman savaşma karışmayacağına dair
garanti verdi. Bu siyasetimiz bakımından büyük bir zafer sayılır. Kimyasal silahlan kullanmak bu avantajı
kaçırmamıza ve çeşitli yönlerden siyasi tehlikelerle karşılaşmamıza neden olur. Bence bu silahların
kontrolü yine Politbüronun elinde olmalı. Yoldaş Savunma Bakanı, sen şimdi kitleleri ortadan kal-

—122 —

dıracak silahlar kullanılmadığı takdirde savaşı kazanamayacağımızı mı söylemek istiyorsun?» Yaşlı adam
öne eğilmiş, sert bir sesle konuşuyordu. «Durum değişti mi? Bize stratejik sürpriz yapamazsak,
ordularımızı geri çekebileceğimizi söylüyordun. Hatırlıyor musun? Sürpriz bakımından başarılı olamadık mı
yoksa?»

Savunma Bakanının yüz hatları bir an gerildi. «Sovyet Ordusu görevini yapacak durumda ve buna hazır.
Artık gerilemek için çok geç. Bu da siyasi bir sorun, Petya.»

Sergetov, «NATO hazırlık yapıyor.» dedi.

KGB'nin başkanı, «Çok geç,» diye cevap verdi. «Ve bunu isteksizce yapıyor. Bir ülkeyi NATO'dan
ayırmayı başardık. Şimdi diğerlerini etkilemeye çalışıyoruz. Avrupa ve Amerika'da durmadan çalışıyor ve
bombalı saldırı konusunda yanlış bilgiler yayıyoruz. Herhalde çok kişi Alman katiller uğruna savaşmak
istemeyecek. Siyasi liderleri de savaşa katılmamanın bir yolunu bulacaklar.»

«Ama sivilleri gazla öldürmediğimiz takdirde...» Dışişleri Bakanı başını salladı. «Petya ve Sergetov haklı.
O silahların siyasi bedeli çok yüksek.»

WASHINGTON DC (

Başkan, «Ama neden?» diye sordu. «Bunu niçin yapıyorlar?»


Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

«Bunu bilmiyoruz, efendim.» Bu sorunun Merkezi Haberalma Örgütü Başkanını rahatsız ettiği belliydi.
«Kremlin bomba olo-yınm uydurma olduğunu kesinlikle biliyoruz...»

«Bu sabah Post'taki yazıyı gördünüz mü? Basın bu Falken denilen adamda bir 'ajan' hali olduğunu
söylüyor. Bir Alman ajanı.»

«Başkanım, aslında Falken'in KGB'nin kontrolündeki bir köstebek olduğu hemen hemen kesin. Almanlar
onun hakkında fazla

— 123 —

bilgi edinemediler. Sanki adam on üç yıl önce birdenbire ortaya çıkmış. Elimizdeki bilgiler Sovyetler'in
NATO'ya karşı saldırıya geçmek için hazırlandıklarını gösteriyor, efendim. Almanların yakaladıkları
binbaşıyı da unutmayın. Ama nedeni bilmiyoruz, Başkanım. Rusların neler yaptıklarını saptayabiliyoruz.
Ancak nedeni öğrenemiyoruz.»

«Dün gece vatandaşlarıma bu durumu siyaset yoluyla kontrol altına alabileceğimizi söyledim...»

Başkanın ulusal güvenlik danışmanı, «Bunu yine d© yapabiliriz belki,» dedi. «Ancak onlardan kesin
cevap alıncaya kadar böyle bir şeye göz yummayacağımızı onlara göstermeliyiz. Yedeklerin bir bölümünü
daha askere almamız gerekiyor, Başkanım.»

KUZEY ATLAS OKYANUSU

Julius Fucik gemisi yalpalıyordu. Kaptan Kherov bunun askerleri kötü bir biçimde etkilediğinin
farkındaydı. Ama yine de dayanıyorlardı. Gemiciler ve askerler Fucik'i Amerikan taşıma gemisi Doktor
Lykes'a benzetebilmek için canla başla çalışıyorlardı.

«Bu iş daha ne kadar sürecek, yoldaş süvari?»

«En aşağı dört saat. Çalışma iyi gidiyor.» Kherov endişesini gizleyemiyordu. Evet, Atlas Okyanusunun
ortasında, genel deniz yollarından uzaktaydılar ama...

General Andreyev, «Bir Amerikan uçağı ya da gemisi bizi gördüğü takdirde?» diye sordu.

«O zaman yara savunma talimlerimizin ne kadar başarılı olduğunu anlarız. Ve görevimiz de başarısızlıkla
sona erer.»

124 —

MOSKOVA, SSCB

Flynn, Calloway'e, «Ne zaman gitmeyi düşünüyorsun?» diye sordu.

«Yakında, Patrick. Senin de benimle birlikte geleceğini umuyorum.» İki gazeteci de eşlerini bir gün önce
Batıya göndermişlerdi.

«Bilmiyorum. Şimdiye dek hiç kaçmamıştım.» Flynn kaşlarını çatarak salonun dibindeki sahneye baktı.
Yüzünde ve vücudunda gerçekten hiçbir zaman kaçmadığını kanıtlayan yara izleri vardı. «Bana haber
vermem için para ödüyorlar.»
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Galloway, «Lefortovo Cezaevinden kimseye haber veremezsin, dostum,» dedi. «Bir Pulitzer Ödülü sana
yetmiyor mu?»

Flynn güldü. «Bunu benden başka kimsenin hatırlamadığını sanıyordum. Benim bilmediğim bir şey mi
öğrendin, Willie? Nedir bu?»

«Çok önemli bir neden olmazsa buradan ayrılmam. Madem gidiyorum, demek ki, neden benim için
önemli. Senin için de önemli olmalı, Patrick.» Ona daha bir gece önce krizin barışçı yollardan
çözülmesinin hemen hemen imkânsız olduğunu söylemişlerdi.

«Başlıyoruz.» Flynn not defterini çıkardı.

Dışişleri Bakanı her zamanki kapıdan çıkarak kürsüye gitti. «Bayanlar ve baylar, Doğu-Batı ilişkileri
bakımından pek iyi geçen bu yılın sonunda her şey mahvoldu. Bütün çabalar. Doğu ve Batının devamlı bir
barış sağlama çabaları, İkinci Dünya Savaşından ders almayan bir avuç intikamcı yüzünden boşa çıktı.

«Bayanlar ve baylar, Sovyet Birliği, Kremlin'de patlayan bombanın Almanya'nın birleşmesini güç yoluyla
sağlamak için hazırlanan komplonun bir bölümü olduğunu gösteren kanıtlar elde etmiştir. Elimizde çok gizli
Alman belgeleri bulunuyor. Bun-

— 125 —

iar Batı Alman hükümetinin Sovyet liderlerini ortadan kaldırmak ve bu olayı izleyen iç karışıklıklar
sırasında amaçlarına ulaşmak için planlar yaptığını gösteriyor. Amaç Almanya'yı yine Avrupa'nın birinci
gücü haline getirmek. Bunun dünya barışı için ne anlama geleceğini bütün Avrupalılar biliyorlar.

«Almanya, bu yüzyılda ülkeme iki kez saldırdı. Onları püskürttüğümüz sırada kırk milyondan fazla Sovyet
vatandaşı öldü. Alman milliyetçiliğinin kurbanları olan milyonlarca Avrupalı kardeşimizi de unutmuş değiliz.
Polonyalıları, Belçikalıları, Hollandalıları, Fransızları, İngilizleri ve Amerikalıları. Onlar Avrupa'da barışı
güven altına alabilmek için müttefiklerimiz olarak çabaladılar. İkinci Dünya Savaşından sonra hepimiz de
bu sorunun çözümlenmiş olduğunu sandık. Ama yanılmışız.

«Sovyetler Birliği bu yıl Batıyla olan ilişkilerinde görülen çok olumlu gelişmeyi feda etmek istemiyor.»
Bakan bir an durdu. «Ancak Sovyetler Birliği topraklarında kendisine karşı saldırıda bulunulduğunu
görmezlikten gelemez. Sovyetler Birliği hükümeti bugün Bonn'a bir nota verecek. Federal Almanya'dan
hemen asker sayısını indirmesini ve geride sivil düzene yetecek bir güç bırakmasını talep edecek. Ayrıca
Bonn hükümetinden böyle bir saldırıda bulunduğunu itiraf etmesini ve hemen iktidardan çekilmesini,
Alman halkının onlara nasıl hizmet edildiğini değerlendirebilmeleri için yeni seçimlere gidilmesini isteyecek.
Son olarak da Sovyetler Birliğine ve milliyetçi Alman intikamcı-larınca zalimce öldürülen o insanların
ailelerine tazminat vermesini talep edecek.

«Daha önce de söylediğim gibi, diğer Batılı ülkelerin bu uluslararası terörizme katıldığını düşünmemiz için
hiçbir neden yok. Onun için de şimdiki kriz sadece Sovyetler Birliği'yle Bonn' daki hükümeti ilgilendiriyor.
Biz bu krizin diplomatik yollardan halledileceğini umuyoruz. Bonn hükümetine yaptıklarının sonuçlarını
ciddi bir biçimde düşünmesini ve barışı korumaya çalışmasını öneriyoruz. Bütün söyleyeceklerim bu
kadar.» Dışişleri Bakanı kâğıtlarını toplayarak salondan çıktı.

•126-

Orada toplanmış olan muhabirler ona sorular sormaya kalkmadılar bile.


Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Flynn not defterini cebine soktu. «Ne zaman gitmeyi düşünüyorsun?»

Galloway, «En geç çarşamba günü,» diye cevap verdi. «Stockholm'e uçmak için iki bilet aldım bile.»

«Yarın Moskova bürosunu kapamaları için New York'a telgraf çekeceğim. Sen gidinceye kadar burada
kalacağım. Ama gerçekten gitme zamanı geldi, Willie. Bu hikâyenin devamını daha güvenli bir yerden
izleyeceğim.»

«Şimdiye kadar kaç savaş gördün, Patrick?»

«İlk gittiğim savaş Kore oldu. Ondan beri fazla savaş kaçırmadım. Con Thien denilen bir yerde az kalsın
kan kaybından ölüyordum. 1973'de de Sınai/de şarapnel parçaları yüzünden iki yerimden yaralandım.»

«USS PHARRIS»

Ed Morris kamarasında gelen haberi okuyordu. Mesaj, «Bunu bir savaş uyarısı olarak kabul edin,» diye
sona eriyordu. Genç adam telefona uzandı. «İkinci komutanı bana yollayın.»

Subay bir dakikaya kalmadan kamaraya girdi. «Önemli bir mesai aldığını duydum, komutanım.»

«Savaş durumuna geçiyoruz.»

«Mürettebata ne söyleyeceğim?»

«Ben önce durumu subaylarla konuşmak istiyorum. Sonra da mürettebatla konuşurum. Bence ya
Norfolk'a döneceğiz ya da New York'a. Refakat görevi için.»

— 127-

«USS NIMITZ»

«Pekâlâ, Toland. Anlat bakalım.» Baker arkasına yaslandı.

«Amiralim, NATO alarma geçti. Başkan Defcon-2 planının uygulanmasını emretti. Donanma Yedek
Savunma Filosu toplanıyor. Yolcu jetleri askeri hizmete alındı. İngilizler Kraliçenin 2 numaralı emrini
uyguluyorlar. Almanya'daki hava alanlarının çoğunda müthiş bir çalışma başlayacak.»

Baker, «Bana Rusların uydularla yaptıkları keşifler hakkında bilgi ver,» diye emretti.

«Rusların bir radar okyanus keşif uydusu var. Kosmos 1801. Bu elektronik istihbarat uydusu olan
Kosmos 1813'e bağlı. 1801 nükleer güçlü bir radar kuşu. Bu uyduda radar sistemini destekleyecek
kameralar olduğunu da sanıyoruz.»

«Bundan hiç haberim yoktu.»

«Sovyetler'in yeni bir radar uydusunu da yörüngeye oturtacağını sanıyorum. Herhalde depolarında daha
birkaç tane var. Son zamanlarda fazla sayıda alçaktan uçan iletişim kuşlarını ve elektronik istihbarat
uydularını yörüngeye oturttular. Yani biz elektronik sesler çıkarırsak hemen duyacaklar.»

«Ve bizim bu konuda bir şeyler yapmamız da imkânsız.»


Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Toland, «Bir süre bir şey yapamayız, efendim,» diye onayladı.

«Pekâlâ. Bize Azor Adalarında Saratoga gemisiyle buluşmamız ve İzlanda'ya gidecek olan deniz piyadesi
birliğine refakat etmemiz emredildi. Herhalde Ruslar bizi oraya gidinceye kadar gözetleyip duracaklar,
izlanda'ya vardığımız zaman hükümetin deniz piyadesi birliğini karaya çıkarmamıza izin vereceğini
umuyoruz. İzlanda hükümeti henüz krizin gerçek olup olmadığına karar verememiş. Tanrım! Acaba
NATO parçalanmadan ayakta kalabilecek mi?»

— 128 —

«Bütün iddiaların uydurma olduğunu gösteren kanıtlar varmış. Ama o kanıtları bilmemize gerek yokmuş.
Şimdi sorun sır. Birçok ülke bu masala inanıyor. Ya da resmen inandığını açıklıyor.»

«Evet. Ne hoş değil mi? Sovyet denizaltıları ve uçaklarının oluşturacakları tehlikeyi sürekli olarak
saptamanı istiyorum. Bana denizdeki gemilerinin sayısında en ufak bir değişiklik olur olmaz hemen haber
ver.»

— 129 —

F.: 9

15

Kale Oyunu

«USS CHICAGO»

McCafferty usulca, «Ölçüm nedir?» diye sordu.

Seyir subayı hemen cevap verdi. «Omurganın altında on beş metre. Hâlâ Rus karasularının dışındayız.
Ama yirmi mil sonra iyice sığ olan bölgeye gireceğiz, komutanım.»

McCafferty başını salladı. Konuşmak istemiyordu. Ses çıkarmak bile. Chicago'nun saldırı merkezinde
hava iyice gerginleşmişti. İçlerinde en sinirli olan da seyir subayıydı. Orada olmamaları için pek çok yeterli
neden vardı. Chicago, Rus karasularında olmayabilirdi. Olabilirdi de. Bu karmaşık hukuki bir sorundu.
Kuzeydoğuda Kanin Burnu vardı. Kuzeybatıda da Svyatoy. Ruslar bütün bu bölgenin «tarihi bir körfez»
olduğunu iddia etmişlerdi. Amerika Birleşik Devletleri ise uluslararası yirmi dört millik ölçüyü kabul
ediyordu. Denizaltıdaki herkes Rusların bugün sorunun hukuk yoluyla çözülmesini istemeyeceğini, ateş
açmaya kalkacağını biliyorlardı. Ruslar onları bulacaklar mıydı?

Ancak otuz kulaç derinliğinde sularda ilerliyorlardı. Nükleer saldırı denizaltıları da engin denizlerde
yaşayan köpekbalıkları gibi derin suları tercih ediyordu. Uzaklarda üç Sovyet devriye gemisi, iki Grisha
sınıfı firkateyn ve bir Poti korvet vardı. Hep-

•130

si de denizaltı avcısıydı. Evet, gemiler millerce uzaktaydı ama yine de gerçek bir tehlike oluşturuyordu.

Bir tek iyi şey vardı. Yukarıdaki fırtına. Yüzeyde şiddetli bir rüzgâr esiyor, yağan yağmurun gürültüsü
sonarların onları far-ketmelerini önlüyordu. Ama bu yüzden kendi sonarları da etkisiz kalıyordu. Oysa
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

tehlikesizce bilgi toplamalarının tek yolu da sonardan yararlanmaktı.

McCafferty birkaç adım atarak sonar bölmesine başını uzattı. «Dostumuz nasıl?»

«Eskisi gibi, komutanım. Hedeften yayılan ses düzeyinde bir değişiklik yok. On beş mille ilerliyor. İki bin
metre ileride. Sanki gezmeye çıkmış gibi.»

Gezinti... Sovyetler her dört saatte bir balistik roket denizal-tılarmdan birini açık denizlere çıkarıyorlardı.
Gemilerin çoğu seferdeydi artık. Oysa Ruslar o zamana kadar böyle bir şeyi hiç yapmamışlardı. Bütün
denizaltılar doğuya doğru gidiyordu.

McCafferty, onu izlemeye ne kadar zaman cesaret edebileceğiz, diye düşündü. «Neler oluyor?»

«Sonar, komutan!>

McCafferty telefonu açtı. «Evet?»

«Gürültüler geliyor Galiba denizaltı yüzeye çıkıyor, komutanım.»

«Anlıyorum. Haber vermeye devam et.» McCafferty telefonu kapatıp harita masasına yaklaştı. «Neden
şimdi yukarı çıkıyor?»

Seyir subayı usulca, «Bu işte bir gariplik var, efendim,» dedi.

Komutan başını salladı. «Bir tek gariplik. Neden burada yüzeye çıkıyor?»

Seyir subayı, «Bu işi daha önce yapmış mıydınız, efendim?» diye sordu.

«Pek çok Rus gemisini izledim. Ama bu bölgede değil.»

Seyir subayı parmağını haritada dolaştırdı. «Hedef en sonunda burada yüzeye erişecek. Terskiy Bereg'de
aerinlik sadece on sekiz metre.»

-131-

McCafferty, «Ve bizim onun peşini bırakmamız gerekiyor,» diyerek başını salladı. «Ama daha kırk mil
var.»

Seyir subayı, «Evet,» dedi. «Ama bu körfez beş mil içeride daralıyor, bir huni biçimini alıyor. Dipte bir
denizaltının güvenle geçebileceği yer çok dor.»

Sonar uzmanı Rus denizaltısmın iyice yüzeye çıkmış olduğunu haber verdi. Sonra da, «ikinci bir hedef
daha yaklaşıyor.» diye açıkladı. «Çift pervaneii, dizei motorlu. Natya sınıfından bir gemiye benziyor,
efendim. Ağır ağır denizaltıya doğru gidiyor.»

McCafferty'nin midesi birdenbire dondu sanki. «Periskop yukarı!» Bu emir hemen yerine getirildi.
Komutan denizin yüzeyine baktı. Sovyet denizaltısı biraz ilerideydi. Natya tipi gemi ise artık onun önüne
geçmiş, hızla gidiyordu. McCafferty, Natya sınıfından gemilerin özel mayın tarayıcıları olduklarını
biliyordu. Onları ayrıca denizaltılara refakat için kullandıklarını da.

Seyir subayı, «Mayın alanı,» diye mırıldandı. Herkes ona doğru döndü.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Komutan sertçe, «İyi bir tahmin,» dedi. Sonra emir verdi. «Bütün makineler stop.»

Chicago yavaşlarken herkes rahat bir nefes aldı.

Komutan seyir subayına, «Bizi buradan çıkarmanın yolunu bul, yukarı,» diye emretti. «Bütün o devriye
gemilerinden kaç-malı ve gördüklerimizi mümkün olduğu kadar çabuk bildirmeliyiz.»

İkinci komutan, «Ruslar uluslararası sulara mayın döktüy-se,» dedi. «işte bu çok hoş.»

«Evet. Ama onlar için bu kendi karasuları. Biri mayına çarptığı takdirde, 'Vah vah,1 derler, o kadar.»

İkinci komutan ekledi. «Ve uluslararası bir olay da çıkarmış olurlar. Öyle değil mi?»

McOafferty, «Durum anlaşılıyor,» diye açıkladı. «Ruslar burada kusursuz bir sistem kurmuş. Bütün
güdümlü mermili nükleer denizaltılarını erişemeyeceğimiz bir yerde topluyor. Hiçbir denizaltı bulunduğumuz
bu noktadan Beyaz Denize giremez. Etraf mayın dolu. Yani, baylar, Ruslar her denizaltıya, onu bizim

— 132-

gibilere karşı korumak için bir saldırı gemisi vermiyorlar. Bütün bu denizaltılarını bir noktaya toplamışlar.
Saldırı gemilerini de başka görevlerde kullanıyorlar. Haydi, buradan hemen gidelim.»

KUZEY ATLAS OKYANUSU

«İskele tarafınızdaki ABD Deniz Kuvvetlerinden bir uçak. Lütfen kendinizi tanıtın. Tamam.»

Kaptan Kherov telefonu Kızıl Ordudan bir binbaşıya uzattı. Adam, «Burası Doctor Lykes gemisi,» dedi.
«Nasılsınız?» İngiliz-ceyi koyu bir Missisipi aksanıyla konuşuyordu. Bu dili az bilen Kherov onun ne
dediğini pek anlayamadı.

Gri devriye uçağını zorlukla görebiliyorlardı. Uçak tepelerinde dolaşıyor ve herhalde içindekiler
dürbünlerle onları inceliyorlardı.

Pilot kısaca, «Geniş bilgi verin,» diye emretti. «New Orleans'dan geliyor, Oslo'ya gidiyoruz. Yükümüz
ge-. nel. Ne var?»

| «Norveç rotasının çok kuzeyine çıkmışsınız. Lütfen açıkla-| ym. Tamam.»

f; «Kahrolasıca gazeteleri okumuyor musunuz? Burada durum l tehlikeli olabilir. Ve bu büyük gemi
pahalıya mal oldu. Bize dost j kimselere sokulmamızı emrettiler. Doğrusu sizi gördüğümüze çok 'sevindik,
evlat. Yol boyunca bize refakat edecek misiniz?»

«Doctor Lykes, bu civarda denizaltı olmadığını bildiriyorum.» «Bunu garanti eder misiniz?» Piiot güidü.
«Pek edemem.»

«Ben de öyle düşünmüştüm. Pekâlâ. Sizce bir sakıncası yoksa kuzeye doğru gidecek ve sizin
korunmanızdan çıkmamaya çalışacağız.»

«Size refakat etmesi için bir uçak vermemiz imkânsız.» «Anlıyoruz. Ama çağırdığımız takdirde gelirsiniz
değil mi?» Penguen 8'in pilotu, «Tabii,» diye cevap verdi.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

— 133 —

«Tamam. Biz kuzeye doğru çıkmayı sürdürecek, sonra Fa-roes'a gitmek için doğuya döneceğiz. Kötü
adamlar göründüğü takdirde bizi uyarır mısınız?»

Pilot abartmalı bir karşılık verdi. «Onları bulursak batırırız.»

«İyi... Başarılı avlar, evlat. Tamam.»

PENGUEN 8

Pilot kendi kendine, «Tanrım,» diye mırıldandı. «Gerçekten böyle konuşan adamlar var mıymış?»

Yardımcı pilot güldü. «Lykes Hatlarından söz edildiğini hiç duymadın mı? Eskiden onlar için, 'Güneyli
aksanıyla konuşmayanları işe almıyorlar,' derlerdi. Doğrusu bu ana kadar bu söze inanmıyordum. Gelenek
gibisi yok. Ama bilinen rotalardan sapmış.»

«Evet. Ama konvoylar oluşturuluncaya kadar güvenli bir bölgeden bir diğerine gidecekler. Neyse,
incelemeyi tamamlayalım.» Pilot gemiye doğru daidı.

Pilot yardımcısı ise gemilerle ilgili kitabı açtı. «Tamam. Tekne siyah. Üzerinde 'Lykes Hatları1 yazılı.
Siyah bacalar. Boyası biraz dökülmüş. Ama bütün ayrıntıları kitaba uyuyor. Cost bir gemi bu.»

«Pekâlâ. Onlara el sallayalım » Pilot geminin üzerinden geçerken kanatlarını hafifçe oynattı. Köprüdeki iki
adam da ona el salladılar. «Şansınız açık olsun. Buna ihtiyacınız olabilir.»

«JULIUS FUC1K»

Hava savunma subayı, «Yeni boya bizi farketmelerini zorlaştıracak, yoldaş general,» dedi. «Uçakta roket
görmedim.»

«Bu durum çabuk değişecek. Filomuz denize açılır açılmaz

— 134 —

roketleri yükleyecekler.» General uzaklaşan uçağın arkasından bakıyordu. Olay boyunca yüreği ağzına
gelmiş ama şimdi rahatlamıştı. Açık köprüde duran Kaptan Kherov'un yanına gitti. Sadece gemi
subaylarına haki Amerikan üniformaları verilmişti. «Sizin binbaşıyı kutlarım. İngilizce konuşuyordu
sanırım.» Artık tehlike geçtiği için Andreyev neşeyle güldü. «Bana öyle söylediler. Deniz Kuvvetleri dil
konusunda onun gibi uzman olan birini istedi. İstihbarat subayıdır. Amerika'da da görev yaptı.»

«Her neyse... başarılı oldu. Artık güvenle gidebiliriz.» General, «Tekrar karaya çıkmak çok hoş olacak,
yoldaş süvari,» dedi.

SUNNYVALE, CALIFORNIA

Albay, «Bu kesin, efendim,» dedi. «Bir Sovyet ASAT-kuşu. Bizim uydulardan birinin yetmiş üç deniz mili
gerisinde.»

Albay uydusuna uzayda dönmesini ve kameralarını bu yeni komşuya doğru çevirmesini emretmişti. Işık
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

pek iyi değildi ama öldürücü Sovyet uydusunun biçimi belirgindi. Hemen hemen otuz metre uzunluğunda
bir silindirdi bu. Bir ucunda roket motoru, diğerinde de radar antenleri vardı.

«Ne öneriyorsun, albay?»

«Kuşlarıma istediğim gibi manevra yaptırmak için izin istiyorum, efendim. Üzerinde Kızıl Yıldız bulunan
bir şey elli mil yaklaşırsa, uydularımı durdurmaması için bir dizi Delta-V manevrasına başlayacağım.»

Başkomutan, «O zaman fazla yakıt harcarsın, evlat,» diye uyardı.

«İki seçeneğimiz var, general.» Albay tam bir matematikçi gibi konuşuyordu. «Bir, kuşlara manevra
yaptırır ve yakıt kaybını göze alırız. İki, manevra yapmaz ve kuşları indirmeleri tehlikesine katlanırız.»

— 135 —

«Pekâlâ, Washington'a bilgi vereceğim. Ama teklifini desteklediğimi de açıklayacağım.»

«USS NIMITZ»

«Amiralim, biraz önce Barente denizinden sıkıcı bir haber gel di.» Tcland mesajı okudu.

«Karşımıza daha kaç denizaltı çıkaracaklar?»

«Belki otuz daha, amiralim.»

«Otuz mu?» Baker bu hafta boyunca kendisine verilen haberlerin hiçbirini beğenmemişti. Bu yeni
mesajdan da hoşlanmadığı belliydi.

Nimitz savaş grubu, Saratoga ve Fransız uçak gemisi Foch' la birlikte bir deniz piyadesi birliğine refakat
ediyordu. Birlik İz-landa'daki savunma gücüne katılacaktı. İzlanda ancak on iki saat önce buna izin
vermişti. Ve bu NATO karakolunun hemen takviye edilmesi gerekiyordu.

«USS CHİCAGO»

McCafferty, Kola Fiyordunun ağzından otuz mil kuzeydeydi. Mürettebat Syvatov Burnundan kaçarken
geçirilen heyecanlı on altı saatten sonra nispeten mutlu sayılırdı. Barents denizaltı avcı gemileriyle
kaynıyordu. Ancak raporlarını verdikten sonra önemli bir sorun çıkmaması için onlara Beyaz Denizin
girişinden uzaklaşmalarını emretmişlerdi. Burada ise deniz manevra yapabilecekleri kadar derindi. Hepsi
de başlarını derde sokmayacaklarından emindiler. Chicago'nun elli mil yakınında iki Amerikan denizaltısı,
İngiliz ve Norveç dizelli denizaltılar olması gerekiyordu. Ama sonar uzmanı oniann seslerini alamıyordu.

McCafferty gözlerini dev bilgisayar sistemindeki, ekrana

— 136 —

dikmişti. İşaretlerden ileride pek çok denizaltı olduğu anlaşılıyordu. Bunlar hızla limandan
uzaklaşmaktaydı. Komutan hepsinin de dalmış olduklarını farketti. Oysa Sovyet denizaltıları karadan iyice
uzaklaşmadıkça pek dalışa geçmezlerdi.

Sonar uzmanı usulca, «Yirmiden fazla gemi var,» diye haber verdi. «Önemli bir çıkış bu.»
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

«Öyle gözüküyor.» McCafferty saldırı merkezine döndü. Savaş henüz başlamamıştı. Her an
başlayabilirdi, ama McCafferîy'e emir gelmedikçe Sovyet gemilerine yaklaşmaması bildirilmişti.
Komutanın hiç hoşuna gitmemişti bu. Ani bir darbe indirilmesinden yanaydı. Ama Washington krizin
siyaset yoluyla çözümlenmesini engelleyecek hiçbir harekette bulunulmamasını istediğini kesinlikle
belirtmişti. Komutan bunun mantıklı bir düşünce olduğunu kendi kendine itiraf ediyordu. Belki diplomatlar
her şeyi kontrol altına alabileceklerdi. Cılız bir umuttu ama gerçekti. McCafferty'nin saldırıya geçmesini
önleyecek kadar gerçek.

Komutan kıyıdan biraz daha açılmalarını emretti. Yarım saat sonra da denize bir şamandıra indirdiler.
Şamandıra Chicago1 nün oradan uzaklaşması için yarım saat çalışmayacak, sonra uydulara uygun bir
dalgadan yayına başlayacaktı. McCafferty on mil öteden Sovyet gemilerinin radyolu şamandıranın
etrafında çılgına dönmelerini izledi. Herhalde orada bir denizaltı olduğunu sanıyorlardı.

Şamandıra bir saatten daha uzun bir süre çalıştı. Devamlı olarak bir NATO iletişim uydusuna bilgi verdi.
Geceye kadar bu bilgi denizdeki bütün NATO ünitelerine bildirildi. Ruslar geliyorlardı.

— 137 —

16

Son Hareketler Ilk Hareketler

SON HAREKETLER - İLK HAREKETLER

Toiand ellerini küpeşteye dayamış, uçak gemisinin biçimli teknesinin yanında beliren köpükleri
seyrediyordu. Sonra basını kaldırarak yıldızlara baktı.

Bir kapı açıldı ve sırtında uçaklara yakıt dolduran teknisyenlere özgü mor üniforma olan bir denizel
güverteye çıktı .

Toiand sert bir sesle, «Gemide karartma var,» dedi. «O sigarayı at.» Aslında yainız başına olduğu o
değerli dakikaların sona ermesine sinirlenmişti.

«Bağışlayın, efendim.» Gemici sigarayı denize attı. Birkaç dakika sessizce durdu. Sonra da Toland'a,
«Yıldızları biliyor musunuz, efendim?» diye sordu.

«Ne demek istiyorsun?»

«Bu ilk seferim, efendim. Ve ben New York'ta büyüdüm. Yıldızları hiç böyle görmedim. Ama onların
adlarını bile bilmiyorum. Siz subaylar böyle şeyleri bilirsiniz, öyle değil mi?»

Toiand usulca güldü. «Ne demek istediğini anlıyorum. İlk

seferimde ben de böyle düşünmüştüm. Yıldızlar çok güzel değil

mi?»

«Evet, efendim. Şu hangisi?» Delikanlının sesi yorgundu. Toiand, buna hiç şaşmadım, diye düşündü.
Bugün çok uçuş yapıldı. Gemici doğudaki en parlak noktayı işaret ediyordu.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Toiand bir an düşündü. «O Jüpiter. Bir gezegen, yıldız değil. Vardiya çavuşunun dürbünüyle bakarsan
aylarını görebilirsin. Hiç olmazsa bir kaçını...»

Denizci, «Bir şeyler öğrendim sayılır,» dedi. «Savaş ne zaman başlayacak, efendim?»

Toiand Yay Burcu takım yıldızlarına baktı. Galaksinin merkezi bunun gerisindeydi. Bazı astrofizikçiler
orada bir kara delik olduğunu söylüyorlardı. Fizik biliminin bildiği en yok edici güçtü bu. İnsanın
kontrolündeki güçleri önemsiz kılıyordu. Ama insanları ortadan kaldırmak çok daha kolaydı.

Tolcnd, «Yakında,» dedi.

«USS CHİCAGO»

Denizaltı kıyıdan iyice uzaklaşmıştı artık. Sovyet sualtı ve suüstü kuvvetlerinin batısında bulunuyorlardı.
Henüz patlamalar duyulmamıştı ama bu da olacaktı. En yakındaki Sovyet gemisi otuz mil kadar
doğudaydı. Sonar on iki gemiyi daha yakalamıştı. Hepsi de sonarlarıyla denizi tarayıp duruyorlardı.

Yeni emir McCafferty'i şaşırttı. Chicago, Norveç denizindeki bir bölgede devriye görevi yapacaktı.
Görevi güneye, Kuzey Atlas Okyanusuna doğru inecek Sovyet gemilerine engel olmaktı. Siyasi bir karar
verilmişti: NATO'nun Sovyetler'! savaşa zorladığı izlenimi uyandırılmamalıydı.

McCafferty, Ruslar Atlas Okyanusuna tahmin edilenden daha fazla denizaltı yolluyorlar, diye düşündü.
Daha da kötüsü biz onların işini koiaylaştırıyoruz. Acaba bizi başka ne gibi sürprizler bekliyor? Bu kararı
verenlere öfkeyle küfretti. Ama yine de için için savaş çıkmasına engel olunacağını umuyordu.

— 138-

— 138 —

BRÜKSEL, BELÇiKA

Hava Komutanı, «Yakında kıyamet kopacak,» dedi. «Birlikleri hazır. Bizim güçlerimiz yerlerini alıncaya
kadar bekleyecek değiller ya.»

«Ne demek istediğini anlıyorum, Charlie. Ama ilk hareket bizden geJmemeii.»

«Konuklarımızla ilgili haberler geldi mi?» Binbaşı Chernya-vin'in Spetznaz komandolarından oluşan timini
kastediyordu.

«Hâlâ oradalar. Ya onlar yemse, Charlie? Önce bizim saldırmamızı bekliyorlarsa?»

«Bunu yapamayacağımızı biliyorum, general. Ben sadece savaşın çıktığı an harekete geçmek istiyorum.
Darbeyi çabucak indirmeliyiz, patron.»

Başkomutan arkasına yaslandı. Yeraltında bulunan bu merkezdeki işler yüzünden on günden beri evine
gitmemişti. Bütün dünyada herhangi bir subayın şu son iki haftada doğru dürüst uyuyup uyumadığını
düşünüyordu. «Emir gelirse ne kadar hızla harekete geçebilirsin?»

«Kuşlarıma silahlar yüklendi. Hepsi de hazır. Mürettebatıma bilgi verildi. Onlara hazır beklemelerini
emrettiğim takdirde, sen işaret verir vermez otuz dakika sonra harekete geçebilirim.»
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

«Pekâlâ, Charlie. Başkan bana herhangi bir saldırıya karşı tepki göstermem için izin verdi. Adamlarına
hazır olmalarını söyle.»

«Tamam.»

Başkomutanın telefonu çalıyordu. Alıcıyı kaldırdı. Söylenenleri kısaca dinledi, sonra da başını kaldırdı.
«Konuklarımız harekete geçmişler.» İkinci komutana döndü. «Şifre: Alev.» NATO güçlen artık hazır
bekleyecekti.

— 140 —

AACHEN, FEDERAL ALMANYA

Spetznaz timi evden iki küçük kamyonetle ayrılarak güneye,, Lammersdorf'a giden yola saptı. Liderleri
trafik kazasında öldüğü için komuta onun yardımcısı olan yüzbaşıdaydı. Amirinin almaya çalışırken öldüğü
belgelerin bir eşi ona gönderiirniş, yüzbaşı da adamlarına tam bilgi vermişti. Hepsi de sessizdiler. Sinirleri
iyice gerilmişti.

Subay onlara kaçmaları için gerekli her türiü hazırlığın yapıldığını uzun uzadıya açıklamıştı. Görevlerini
yaptıktan sonra yine güvenli bir eve gidecek ve orada Kızıl Ordudaki yoldaşlarının beş gün sonra
gelmelerini bekleyeceklerdi. Yüzbaşı, «Siz Kızı! Ordunun en üstün askerlerisiniz,» demişti. «Düşman
hatları ge risinde tehlikeli görevlere gönderilmek için eğitildiniz. Onun için devlet size çok değer veriyor.»

Adamlar bu konuşmayı bütün seçkin birliklerin yaptığı gibi sadece dinlemişlerdi. Onları Spetznaz'a en çok
zeki oldukları, için seçmişlerdi. Bütün bunların da boş laflar olduğunu biliyorlardı. Görevleri daha çok
şansa bağlıydı. Ve şansları çoktan, dönmüştü. Hepsi de, Binbaşı Chernyavin burada olsaydı, diye
düşünüyorlardı. Acaba amacımızı öğrendiler mi? Sonra bu düşünceleri kafalarından kovdular. Çok
geçmeden her biri Lam-mersdorf'un havaya uçuruiması operasyonunda kendine düşen görevi gözden
geçirmeye başladı.

Şoförler KGB ajanlarıydı ve yabancı ülkelerde çalışmaya alışıktılar. Onlar da aynı şeyi düşünüyorlardı
şimdi, iki taşıt birbirinden uzaklaşmıyor, fazla hızlı da gitmiyordu. Peşlerinden gelen arabalara dikkat
ediyorlardı. İki kamyonette yerel polis merkezinden yapılan yayınları alan radyolar vardı. Birbirleriyle
konuşmak için de birer telsiz. KGB subayları operasyonu bir saat önee tartışmışlardı. Moskova'deki
merkez onlara NATO'nun henüz hazır olmadığını bildirmişti. Öndeki arabanın her zaman bir

— 141 —

taksi şoförü rolü oynayan sürücüsü, NATO'nun hazır olduğunu onlar Kızıl Alanda geçit yaptıkları zaman
mı anlayacaklar, diye kendi kendine sordu.

«Sağa dönüyorlar. Üç numaralı araba onlara sokul.» Albay Weber taktik bir telsizle konuşuyordu. Pusu
birkaç günden beri hazırdı. Hedefleri evden çıkar çıkmaz durum hemen Federal Almanya'deki her
merkeze bildirilmişti. Hazırda bekleyen NATO kuvvetleri tam savaş durumuna getirilmişti. Bu olay gerçek
bir savaşa neden olabilirdi. Weber kendi kendine, tabii buradan başka bir güvenli yere gidiyorlarsa, o
başka, diye itiraf etti. Olayın nasıl gelişeceğini bilmiyordu. Ama yakında bir şeyler olacağı kesindi. Öyle
değil mi?
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

İki kamyonet şimdi güneydoğudan, Almanya-Belçika Doğa Parkından geçiyordu. Turistlerin ve


meraklıların sık sık saptıkları güzel manzaralı bir yoldu bu. Ajanlar bu yolu anacaddeler-deki askeri
trafikten kurtulmak için seçmişlerdi. Ancak Mulart-shutte'den geçerlerken öndeki kamyonetin
sürücüsünün kaşları çatıldı. Alçak römorklara yüklenmiş tanklardan oluşan bir konvoya rastlamışlardı. İşin
garibi, tanklar römorklara ters yüklenmişti. Ağır topları geriye doğru bakıyordu. Ajan bunların İngiliz
tankları olduğunu gördü. Yeni Challenger'lar. Eh, ne de olsa Belçika sınırında Alman Leopard tankları
göreceğini sanmamış-t.ı. Tabii Almanya'nın seferberlik ilan etmesini engellemeleri aslında imkânsızdı. Geri
kalan NATO ülkelerinin mümkün olduğu kadar hızla hareket edemediklerine kendi kendini inandırmaya
çalıştı. Ah, şu operasyon bir başarılı olsa! O zaman NATO iletişimi ciddi zarar görecek. Belki zırhlı öncü
kuvvetlerimiz de bizi kurtarmaya gelecek... Konvoy yavaşladı. Şoför bir an tankların yanından dolaşıp
geçmeyi düşündü. Ama ona dikkati çekmemesi emredilmişti.

•142 —

Weber arabasından, «Herkes hazır mı?» diye sordu. ^ «Hazır.» Albay Armstrong, 'bu operasyon çok
karmaşık,' diye düşünüyordu. Tank taşıyıcıları, SAS ve Almanlar hep birara-da çalışıyor. Ama bir grup
Spetznaz'ı ele geçirmek için buna değer... Konvoy yavaşladı ve bir piknik yerinde durdu. Weber de
arabasını yüz metre kadar ilende durdurdu. Şimdi artık her şey İngiliz pusu timine bağlıydı.

İki kamyonetin etrafında birdenbire işaret fişekleri parıldadı.

KGB şoförü bu kadar ışığın odak noktası halini aldığı için olduğu yerde büzüldü. Sonra ileriye doğru
baktı. Elli metre ilerideki tankın topu dönmüş ve ön camına nişan almıştı.

Biri megafonla Rusça. «Dikkat,» dedi. «Spetznaz askerleri dinleyin. Etrafınızı motorlu birlikler sarmış
bulunuyor. Taşıtlarınızdan teker teker ve silahsız olarak inin. Ateş açarsanız bir iki saniye içinde
öldürülürsünüz.»

Sonra başka biri konuşmaya başladı. «Çıkın, yoldaşlar. Ben Binbaşı Chernyavin'im. Kurtulma şansınız
yok.»

Komandolar dehşeti© birbirlerine baktılar. Ön kamyonette olan yüzbaşı bir elbombasının pimini
çekmeye kalktı. Bir çavuş üzerine atlayarak bileklerini kavradı.

Yüzbaşı, «Bizi diri diri yakalpmamalılar!» diye bağırdı. «Emir böyle.»

Çavuş da haykırdı. «Olmaz öyle şey! Yoldaşlar, teker teker inin. Elleriniz havada olsun. Ve dikkatli
olun.»

Kamyonetin arkasından bir er ağır ağır indi.

Çhernyavin tekerlekli iskemlesinden, «Sesime doğru gel, İvanov.» dedi. Binbaşı timini kurtarabilmek için
pek çok şeyi a-çıklamak zorunda kalmıştı. Bu insanlarla iki yıl birlikte çalışmıştı, onların boş yere
öldürülmelerine göz yumamazdı. Devlete sadık olmak başka, savaş operasyonlarında yönettiğin
adamlarına sadık olmak yine başkaydı. «Size zarar gelmeyecek. Silahlarınız varsa onları şimdi atın. Er
İvanov, senin bıçak taşıdığını biliyorum... Tamam. Şimdi biri daha insin.»

— 143 —

Her şey çabucak oldu. Özel Hava Hizmeti ve GSG-9 komandolarından oluşan bir tim Rusları
kelepçelediler. Gözlerini bağlayarak götürdüler. Sonunda geride iki kişi kaldı. Elbombası durumu
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

nazikleştiriyordu.

Yüzbaşı o ana kadar boşuna çabalamış olacağını anlamıştı ama elbombasının pimini bulamıyordu. Çavuş
bağırarak Chern-yavin'i uyardı. Binbaşı öne doğru gitmek istediyse de başaramadı. Kamyonetten en son
yüzbaşı indi. Elbombasmı vatanına ihanet ettiğini düşündüğü subaya doğru atmak istedi ama sonra onun
bacaklarının alçılı olduğunu farketti.

Chernyavin yüzbaşının yüzündeki ifadeyi gördü. «Andrey îlyich, hayatının boş yere sona ermesini mi
istiyorsun?» diye sordu. Bu adamlar ilaç vererek beni konuşturdular. Hepinizi öldürecek kadar bilgi
edindiler. Bunu yapmalarına izin veremezdim.»

Yüzbaşı yüksek sesle, «Elimde çalışan bir bomba var,» dedi. «Bunu kamyonete atacağım.» Kimse onu
engelleyemeden dediğini yaptı. Taşıt bir dakika sonra patladı ve grubun haritaiorıyla kaçma planlarını
gösteren belgeler paramparça oldu. Chernyavin bir haftadan beri ilk kez güldü. «Aferin, Andrushka!»

Diğer iki Spetznaz grubu onlar kadar şanslı değillerdi. Onları hedeflerinin yakınında Alman birlikleri
durdurdu. Ancak Federal Almanya'ya yirmi grup daha sokulmuştu. Her NATO merkezi uyarıyı
zamanında alamamıştı. Ren'in iki kıyısında da çarpışma başladı. Silahlar patlıyordu artık. Milyonların işe
karışmasına neden olacak savaş böylece karanlıkta çaresizce boğuşan müfrezelerle başladı.

17

Fırıldaklar

— 144 —

ALMANYA, MUHAREBE ALANININ ÖN CEPHESİ

Görünüm çok kimseyi korkuturdu. Yukarıda yoğun bulutlar vardı. Albay bu kapkaranlık gecede
görmekten çok duyduğu sağ-naklarm arasında uçuyordu. Kara birer siluet halindeki ağaçlar sanki
uzanarak hızla ilerleyen savaş uçağını yakalamaya çalışıyordu. Böyle bir gecede ancak bir deli bu kadar
alçaktan uçardı. Albayın oksijen maskesinin örttüğü yüzünde gülümseme belirdi. Böylesi daha iyiydi.

Albay Douglas Ellington'un önündeki ekranda üzerinden uçtuğu arazinin tek renkli holografik bir
görüntüsü vardı. Bunu uçağın burnundaki kızılötesi kamera kaydediyordu. Yeri saniyede sekiz kez
tarayan görünmeyen laser ışını da bu konuda yardımcı oluyordu. Albayın büyük miğferine de ışığı süzen
bir gözlük takılmıştı.

Binbaşı Don Eisly arkadan, «Tepemizde kıyamet kopuyor,» diye haber verdi. Yalnız kendi aygıtlarını
değil, radyo ve radar işaretlerini de kontrol ediyordu.

Ellington, «Öyle,» diye cevap verdi. Bu görev hoşuna gidiyordu. Doğu Almanya üzerinden kuzeye doğru
gidiyorlardı. Tehlikeli denilebilecek kadar alçaktan uçmaktaydılar.

145 —

F.: 10

Yapımcıları uçağa «Hayalet Sürücü» adını takmışlardı. Pilot-larsa «Fırıldak» diyorlardı. Gizlice yapılmış
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

olan bir saldırı uçağıydı. Gövdesinde hiçbir açı yoktu. Bu yüzden radar işaretleri üzerinden sekiyordu.
Türboları ise en çok, bulanık kızılötesi işaretler verecek biçimde yapılmıştı. Kanatlar çan şeklindeydi.
Fırıl-dak'ın içi bir elektronik şaheseriydi ama pilotlar genellikle etkin sistemlerini kullanmıyorlardı. Radarlar
ve telsizler elektronik gürültüler çıkarıyordu. Düşman bunu farkedebilirdi. Oysa Fırıldak' in varlığından
kimsenin şüphelenmemesi gerekiyordu.

Tepelerinde, sınırın iki yanında yüzlerce uçak öldürücü bir blöf yapmaktaydı. Sınıra doğru gidiyor, sonra
da birdenbire dönüyorlardı. İki taraf da diğerlerini çarpışmaya zorluyordu. Her iki tarafın da radarlı
uçakları vardı. Bu sayede çarpışmayı kontrol edebilirler, böylece başladığını pek az kişinin bildiği bu
savaşta üstünlük elde etmiş olurlardı.

Ellington, çabuk harekete geçtik, diye düşündü. Sonunda akıllıca bir şey yaptık... Aslında uçak biçimi
yüzünden hızlı manevra yapamıyordu ama albayın buna aldırdığı yoktu. Görünmez olmak/çeviklikten daha
iyiydi.

Fırıldak filosu dünyanın en yoğun SAM Füzeleri kuşağına giriyordu artık.

Eisly. «Ana hedefe altmış mil kaldı,» diye haber verdi. «Sistemler normal çalışıyor. Radarlara
yakalanmadık. Durum iyi, Douglas.»

«Tamam.» Elliot dalışa geçti. Ana hedefleri bir Sovyet 11-76 Mainstay'di. AIWACS tipi uçak
Magdeburg yakınında havada daireler çiziyordu. İkinci hedefleri olan E-8, Hohenroarthe'de Elbe' nin
üzerinden aşan karayolları köprülerine yakındı. Operasyon gitgide tehlikeli bir hal alıyordu. Rus uçağına
yaklaştıkları zaman Fırıldak'a daha çok radar sinyali çarpacaktı. Er geç onları farke-deceklerdi. Teknoloji
radara yakalanmalarını zorlaştırmıştı ama imkânsız kılamamıştı. Mainstey onları görecek miydi? Ne
zaman? Ve Ruslar çabucak tepki gösterecekler miydi?

Görevde beş Mainstay vardı. Hepsi de sınırdan içerideydi. Onlarla sınır arasında da üç yüz savaş uçağı
dolaşıyordu.

— 146 —

«Yirmi mil kaldı, Douglas.»

N «Tamam.» Ellington kanatlarının altından sarkan dört roketi ateşlemek için sol elini uzattı.

«On sekiz mil. Hedef normal dolaşıyor. Kaçmaya çalışmıyor.»

Ellington kafasından bir hesap yaptı. «Dakikada on mil... Bir dakika kırk saniye.»

«On altı mil.»

Mainstay kurtulamayacaktı. Fırıldak ancak hedefin aşağısına eriştikten sonra yükselecekti. On dört mil.
On iki. On. Ser kiz. Taşıma uçağına altı mil kalmıştı.

Eisly sakin sakin, «Mainstay dönüyor,» dedi. «Evet, saldırıya geçti. Bir Foxfire bizi yakaladı.» Şimdi bir
MİG-25 herhalde Mainstay'in talimatıyla onları arıyordu. Çizdiği kavis küçük olan, çok güçlü Foxfire'm
ateşinin onları yaralaması olasılığı vardı. «Mainstay bizi altedebilir.»

«Radarlar bizi yakaladı mı?»


Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

«Henüz değil.» Eisly gözlerini aygıtlara dikmişti. Roket kontrol radarları onları henüz yakalamamıştı.
«Hedefin altına giriyoruz.»

«Tamam. Yükseliyorum.» Fırıldak'ın burnu yukarıya doğru kalktı. Kısa bir süre sonra bulutların üzerine
çıktılar. «Tamam!»

Beş mil ötede olan Mainstay gizlenmek için dalmaya çalıştı. Ama çok geç kalmıştı. Albay hedefe nişan
aldı. Kulaklıklarından kuş cıvıltısını andıran bir ses geldi. Roketlerin arayıcıları hedefe kitlenmişti. Ellington
düğmeye iki kez bastı. Roketler uçaktan yarım saniye arayla ayrıldı. Işıltılı egzos alevleri albayın gözlerini
kamaştırdı. Ama bakışlarını hedefe doğru uçan roketlerden ayırmadı. Sekiz saniye sonra Mainstay'in iki
sağ motoru patladı. Uçağın kanadı koptu. Mainstay şiddetle döne döne düşmeye başladı. İki saniye sonra
da bulutların arasında gözden kayboldu.

Ellington tekrar alçalırken, Tanrım, diye düşündü. Hiçbir şey filmlerdekine benzemiyor. Hedef göz açıp
kapayıncaya kadar yara aldı ve kayboldu. Eh, bu iş kolay oldu. Ana hedefi or-todan kaldırdık. Şimdi sıra
o zor işte.

— 147 —

Strasbourg'un üzerinde uçan E-3 gözetleme uçağındaki radar teknisyenleri, beş Sovyet radar uçağının da
ortadan kaldırıldığını memnunlukla öğrendiler.

HÖHENROARTHE, DEMOKRATİK ALMANYA

Ellington birkaç mil ötedeki hedefinin üzerinde döndü. Üç yüz metre yükseklikten uçuyordu. Aşağıda çift
köprü vardı. El-•lington, belki Adolf da bu köprüden geçti, diye düşündü. Öyleyse daha iyi.

Hedef sistemlerindeki ekranda köprüden batıya doğru giden Sovyet tanklarının geçtiği görülmekteydi.
Tehlike uyarıcı sistemleri, hava toplan radarlarının uçağı taradıklarını haber veriyordu. Sinyallerden biri
Fırıldak'ı yakaladığı takdirde... Elling-ton'un da, Eisly'nin de sinirleri iyice gerilmişti.

Albay, «Aydınlat,» diye emretti. Eisly arkadaki hedef aydınlatıcı lazeri çalıştırdı.

Sonra da, «Hedef aydınlandı,» dedi. «Ateş-kontrol radarları bizi hâlâ bulamadı.»

«Nemo. Bu Gölge-4. Hedef aydınlandı.»

«Tamam.»

On beş saniye sonra ilk Aardvark uçağı suyun dokuz metre kadar yukarısından ilerleyerek lazer güdümlü
bombayı attı. Sonra da hızla doğuya, Hohenroarthe'ye doğru döndü.

Köprünün güneyinde SAM batarya komutanı gürültünün ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Araştırma
radarları Fırıldak'ı göstermiyordu. Ona «dost» uçakların gelecekleri de bildirilmemişti.

Kuzey ufku birdenbire parlak sarıya büründü. Dört Alman Tornedo'su Mahlminkel'in üzerinden bir kez
geçmiş ve arkalarında yüzlerce patlayıcı bırakmışlardı. Altı Sovyet Sukhoi avcı uçağı alev aldı.

Batarya komutanı bu kez duraklamadı. Adamlarına ateş

— 148 —
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

kontrol radarlarını çalıştırmalarını ve köprüyü taramalarını emretti. Bir dakika sonra bir F-111'in nehir
yönünden geldiğini saptadılar.

«Kahretsin!» Aardvark'm sistem subayı hemen SAM bataryasına bir radar avcısı roket attı. Araştırma
radarına da öyle. Sonra hızla sola döndü.

Füze atış subayı ekranda birdenbire beliren şeyleri görünce bembeyaz kesildi. Karşılık olarak üç füze attı.
İlk SAM, köprünün hemen güneyinde nehri aşan yüksek gerilimli enerji tellerine geldi. Teller alevler
saçarak suya düşerken bütün vadi aydınlandı. Diğer iki SAM hızla ilerledi ve bir başka F-111'i yakaladı.

Birinci Aardvark ise o sırada köprünün doğu tarafını havaya uçurdu. Sekiz tank Elbe'y© yuvarlandı.

İkinci F-111 parçalanırken, üçüncü bir uçak nehrin üzerinden hızla yaklaştı. Birkaç saniye sonra
köprünün geri kalan bölümü ortadan kalktı. Üç bomba yüzünden beton ve çelik parçaları nehre saçıldı.

Ellington, «Yapılacak bir şey daha var,» dedi. «İşte!» Sovyetler Elbe'ye paralel olan bir yola köprü için
malzeme yığmışlardı. Fırıldak sıraya dizilmiş olan kamyonların üzerinden hızla uçtu ve hedefi aydınlattı.
Sonra Federal Almanya'ya doğru döndü. Orada güvende olacaktı.

Son uçak da sınırı aşarak tekrar Batı Almanya'ya girdiği sırada operasyon başlayalı yirmi yedi dakika
olmuştu. Pahalıya mal olmuştu bu çarpışma. Eşsiz Fırıldaklardan ikisi ve on bir uçak parçalanmıştı. Ama
bu yine de büyük bir başarıydı. Sov-yetler'in her türlü havada çarpışabilen iki yüzden fazla uçağı ortadan
kaldırılmıştı. Sovyet hava savunmasının en seçkin müfrezeleri iyice hırpalanmışlardı. Bu yüzden geceleri
Avrupa'nın gökyüzü bir süre için NATO'nun olacaktı. Hedef olarak otuz altı köprü seçilmiş, bunlardan
otuzu havaya .uçurulmuştu. İki saat sonra karada başlayacak olan Sovyet saldırısını yeni kuvvetler
destekleyemeyecekti. Ve sonunda alanlara yapılan saldırılar sa-

— 149 —

yesinde NATO havada üstün durumda olacaktı. Hiç olmazsa bir süre için. NATO Hava Kuvvetleri en
önemli görevlerini yerine getirmişler. Sovyetler o çok korkulan karadaki üstünlüklerini kaybetmişlerdi.
Batı Avrupa için girişilecek olan savaş hemen hemen eşit koşullarda yapılacaktı.

«USS PHARRIS»

Hoparlörden bir ses yükseldi. «Komutan, lütfen haberleşmeye gelin.» Morris hemen kıçtaki kapısı daima
kilitli duran telsiz odasına koştu.

«Olan oldu.» Haberleşme subayı komutana sarı kâğıdı uzattı. Morris loş ışıkta çabucak okudu.

«Qok gizli Bütün gemilere,

1. Varşova Paktı güçlerine karşı hava ve denizden sal-dırıya geçin.

2. Savaş planı Golf Taç 7'yi uygulayın.»

Yedi numaralı plana göre nükleer silah kullanılmayacaktı. Morris buna sevindi. Tabii Pharris'de nükleer
silah yoktu, o da başka. Komutan mesajı cebine sokarak köprüye döndü. Kimseye bir şey söylemeden
mikrofona gitti.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

«Komutanınız konuşuyor. Dinleyin. Bu resmi bir açıklama. Artık savaşa girmiş bulunuyoruz. Artık
manevra yok, baylar. Bu andan sonra alarm düdüklerini duyduğunuz zaman, yakınınızda silahlı kötü
adamlar olduğu anlamına gelecek. Hepsi bu kadar.» Güverte subayına döndü. «Prarie/Masker sisteminin
sürekli çalışmasını istiyorum. Bir değişiklik olursa bana hemen haber verin. Bu, emrr defterine de
geçecek.»

«Emredersiniz, komutanım.»

Prarie/Masker denizaltılarm sonarla bir teknenin izini bul-

— 150 —

malarını engelleyen bir sistemdi. Bu yöntemle geminin etrafını saran hava kabarcıkları çıkan sesleri
hapsediyorlardı.

Morris, «Boğazdan ne zaman çıkacağız?» diye sordu.

«Doksan dakika sonra şamandıraya ulaşmış olacağız.»

«Pekâlâ, gidip biraz uyuyacağım. Beni yirmi üç otuzda uyandırın. Tabii bir şey olduğu takdirde bana
hemen haber verin.»

«Emredersiniz, efendim.»

Denizaltı avcısı P-3C Orion uçaklarından oluşan bir üçlü önlerindeki bölgeyi tarıyordu. Tek tehlike
geminin dibe oturma-sıydı. Ya da sürüklenen bir şamandıraya çarpması. Ama artık bunlar da önemli
sayılmazdı. Morris'in şimdi uykuya ihtiyacı vardı. Üç saat sonra karanın yakınındaki sığlıkta bekleyen bir
denizaltıyla karşılaşırsa hiç şaşırmayacaktı. Bu olasılığa karşı hazırlıklı bulunmalı, dinlenmeliydi.

SUNNYVALE, CALIFORNIA

Albay, Washington karar vermekte neden gecikti, diye kendi kendine sordu. Basit bir «Evet» ya da
«Hayır» yeterli.

Sonra teknisyenine, «Peşimizdeki Rus uydusuna tekrar bak,» diye emretti.

Teknisyen bilgisayara gerekli emirleri verdi. Dünyanın öbür tarafındaki uydu hemen döndü. Böylece
kameralarının Rusların uydusunu aramalarını sağladı. Ama şimdi uydu yerinde değildi.

«Uydunun yerini değiştirmişler! Şu son yarım saat içinde.» Başkomutana uydunun yerinj Washington'un
cevabını beklemeden değiştireceğini söylemek için telefona uzandı. O sırada bir parıltı görüldü ve ekran
karardı.

Aynı anda komutan, «Ne oldu?» diye sordu.

«Rusların uydusu bizimkine yaklaştı ve patladı. Artık KH-11' den sinyal gelmiyor, efendim. Washington'a
fazla beklediklerini söyleyin.»

— 151 —

Kutupta Zafer
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Bütün Sovyet cephe ve sahra komutanlarına; Almanya'deki gelişmelerin bildirilmesi kararlaştırılmıştı.


Alekseyev ve komutanı bunun nedenini biliyorlardı. Biri komutanlıktan alındığı takdirde yerine geçecek
olan kimsenin durumu bilmesi gerekiyordu. İki general istihbarat raporunu büyülenmiş gibi dinlediler. İkisi
de Spetznaz operasyonunun başarılı olacağını düşünmemişti. Ama bazı grupların başarıya ulaştıkları
anlaşılıyordu. Özellikle Alman limanlarına gönderilenlerin. Sonra sıra Elbe üzerindeki köprülere geldi.

Güneybatı Cephesi Başkomutanı, «Neden bizi bu konuda uyarmadılar?» diye sordu.

Hava subayı, «Yoldaş general,» dedi. «Bize, Hayalet'in bir model olduğu, henüz hizmete alınmadığı
bildirilmişti. Ama Amerikalıların bu uçaktan birkaç tane yaptıkları anlaşılıyor. Haya-let'lerin operasyonu
başarılı oldu. Ama savaşın kaderini değiştirecek kesin bir zafer sayılmaz.»

Alekseyev homurdandı. «Ve Batı Hava Kuvvetleri Komutanı bu saldırganları başarıyla püskürttüğü için
tutuklandı, öyle mi? Kaç uçak kaybettik?»

«Bunu açıklama yetkim yok, yoldaş general.»

«O halde bize köprülerden söz et!»

— 152 —

«Elbe üzerindeki köprülerin çoğu zarar gördü. Taktik destek harekâtı için bunların yakınında bekleyen
birlikler de saldırıya uğradı.»

«Manyak! Köprüleri tam ana hedeflerin yanına yerleştirmiş!» Güneybatı Cephesi Baş Komutanı gözlerini
tavana dikti.

istihbarat subayı usulca, «Yollar orada, yoldaş general,» dedi. Alekseyev elini sallayarak ona
çıkabileceğini işaret etti.

«İyi bir başlangıç değil bu, Pasha.» Bir general tutuklanmıştı biie.

Alekseyev başını salladı. «Öyle.» Saatine baktı. «Tanklar otuz dakika sonra sınırı geçecek. Bizim
dağarcığımızda da birkaç sürpriz var. Takviye kuvvetlerinin sadece yarısı yerlerin© erişti. Psikolojik
bakımdan bizim askerlerimiz kadar hazır da değiller. İlk darbemiz canlarını yakacak. Tabii Berlin'deki
dostumuz uygun bir biçimde yayılabildiyse.»

KEFLAVIK, İZLANDA

Üsteğmen Mike Edwards, «Hava şahane,» dedi. «Kanada1 dan gelen soğuk hava akımı yirmi, yirmi dört
saat sonra buraya ulaşacak. Beraberinde bol yağmur da getirecek. Rüzgâr güney ve güneybatıdan saatte
on beş, yirmi deniz mili hızla esecek. Siz bugün havanın açık olduğuna bakmayın.»

Güneş son kez beş hafta kadar önce doğmuştu. Ve ancak beş hafta sonra batacaktı.

Edwards kuledeki meteoroloji aygıtlarından başını kaldırdı. «Hepinizin hava raporundan memnun kaldığı
anlaşılıyor.» Kısa boylu, zayıf subay iki ay önce İzlanda'ya gelmiş ve herkese kendini sevdirmişti.
Edwards Maine'liydi ve Hava Akademisinden mezun olmuştu. Ama gözlük taktığı için uçamıyordu.

Komutanı Yüzbaşı Jerry Simon, «Yeni haberler var mı?» diye sordu.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

«Hayır. Norveç raporundan sonra hiçbir şey gelmedi. Kola'

— 153 —

da müthiş bir faaliyet varmış. Buraya gelmek için tam zamanını seçtim.»

Başkontrolör birdenbire. «Bay Simon,» dedi. «Bir numaralı devriyeden işaret aldım. Kırmızı Alarm.
Kuzey-kuzey doğudan haydutlar geliyor. İki numaralı devriye işaret veriyor... Tanrım! Kırk. elli kadar
uçak.»

«Ya dostlardan gelenler var mı?»

«Bir MAC-141 var, efendim. Buraya yirmi dakika uzaklıkta. Onu beş dakikalık aralıklarla sekiz uçak
daha izliyor. Hepsi Do-ver'den geliyor.»

«Onlara geri dönmelerini bildir. Cevaplarını da bekle. Kef-lavik yeni bir habere kadar girişe kapalı.»
Simon haberleşme uzmanına döndü. «Merkeze saldırıya uğradığımızı bildirsinler. Ben...»

Sirenler ötmeye başladı. Aşağıda pilotlar uçaklarına doğru koştular.

«Kule, Avcı Lideri. Gidiyoruz. Alanı boşalt.»

Simon mikrofonu aldı. «Tamam, Aveı Lideri. Alan sizin. Alfa planını uygulayın. Basanlar. Tamam.»

Şimdi jet motorlarının gürültüsü duyuluyordu.

Simon, «Senin savaş yerin neresi, Mike?» diye sordu.

«Meteoroloji binası.» Edwards başını sallayarak kapıya doğru gitti. «Şansınız açık olsun, çocuklar.»

Biraz sonra arkasında savaş kılığı ve başında miğfer, bürosuna giriyordu. Sanki biri yaklaşan
bombardıman uçaklarına saldırmak için ondan hava raporu isteyecekmiş gibi.

«JULIUS FUCIK»

Keflavik'in yirmi mil güneyinde uydurma Doctor Lykes gemisi bir arı kovanından farksızdı. Her Sovyet
bombardıman uçağı roketlerini atarken, komutan gemiye önceden kararlaştırılmış olan bir şifreyi
bildiriyordu. Fucik'in savaşa girme sırası gelmişti.

— 154 —

Kaptan Kherov, «Dümen iskeleye, pruva rüzgâr üstüne,» diye emretti.

Güvertede bir alay asker silahlarını dolduruyor ve kontrol ediyorlardı. Büyük gemide iki hafta
geçirmişlerdi v© çoğunu da deniz tutmuştu. Fucik'in mürettebatı kıçtaki mavnaların üzerine takılı olan
ayrıntıları söküyorlar ve ortaya Lebed tipi saldırı ho-verkraftları çıkıyordu. Sonra bu dört tekne sırayla
denize indirildi. Hoverkraftlar önce geminin etrafını dolaştı. Beş dakika sonra da Keflavik yarımadasına
doğru ilerlemeye başladılar.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

General Andreyev köprüdeydi. Yerinin orası olduğunu biliyordu ama saldırı birliklerine komuta etmeyi de
çok istiyordu. Fuclk yine bir dönüş yaptı. Üst güvertede roketli ve makineli tü-. fekli askerler
bekliyorlardı.

KEFLAVİK, İZLANDA

«Haydutlar roketlerini attıktan sonra dönüyorlar. Her uçaktan iki kuş fırlatıldı. Yani eili... hayır, elli altı
füze. Diğerlerini de atıyorlar. Ama arkalarında kimse yok. Tekrarlıyorum, onları bombardıman uçakları
desteklemiyor. Hiç olmazsa paraşütçüler gelmiyor. Sıkı tutunun, çocuklar. Roket sayısı altmışa çıktı.»

Edwards operasyon merkezine girerken bu sözleri duydu.

Bir yüzbaşı, «Hiç olmazsa nükleer füze değil bunlar,» dedi.

Bir başkası, «Üzerimize yüz roket gönderiyorlar,» diye cevap verdi. «Nükleer silahlara gerek yok.»

Edwards subaylardan birinin omzunun üzerinden radar ekranına bakmaya başladı. Amerikan uçakları
saldırıya geçmişti.

Radar uzmanı sevinçle, «Yaşa!» diye bağırdı. Ekrandan Sovyet uçaklarından birinin parçalandığı
anlaşılıyor.

İ!k Rus roketi tepelerine gelmişti bile. Yere doğru bir kavis çizmeye başlıyordu.

Edwards olduğu yerde büzüldü. İlk roket yerden yirmi metre yukarıda patladı ve etkisi korkunç oldu.
Parçalan etraftaki

— 155 —

Dinaıara doğru fırladı. Edwards bir an dehşetle, yoksa nükleer füze miydi, diye düşündü. Vücudu duruma
alışmaya çalışırken midesi bulanmaya başladı. Etrafına bakındı ve bir adamın başına düşen lamba
yüzünden bayılmış olduğunu gördü. Miğferinin kayışını bağlamalı mıydt, yoksa bağlamamalı mı? Nedense
bu soru ona çok önemli geliyordu.

İkinci roket daha ileriye indi. Bir dakika kadar sanki gök gürledi. Edwards tozdan boğulacak gibiydi.
Ona göğsü patlaya-cakmış gibi geliyordu. Temiz Kava alabilmek için farkına varmadan kapıya koştu.

Orada ısıdan oluşan bir duvarla karşılaştı. Binalardan alevler yükseliyordu. Edwards döndü. Kontrol
kulesi de zarar görmüş, camları kırılmıştı. Bir cipe binmeyi akıl edemeyerek o tarafa doğru koşmaya
başladı.

İki dakika sonra soluk soluğa kuleye giriyordu. İçeridekilerin hepsi de ölmüş, uçan camlar onları
paramparça etmişti. Fayans döşeli yer kan içindeydi.

PENGUEN 8

«Bu da nesi?» Pilot uçağı hızla sola doğru döndürerek hızı artırdı. Keflavik'ten on mil ötede havada
dönüyor ve üsten yükselen alevlerle dumanları seyrediyorlardı. Sonra altlarından dört büyük teknenin
geçtiğini farkettiier.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Pilot yardımcısı, «Bu bir...» diye fısıldadı. «Ama...»

Dört Lebed bir buçuk metre yüksekliğindeki dalgaların üzerinde yalpalayarak kırk mil hızla gidiyordu.
Üzerlerinde kırmızı orak ve çekiç işaretleri vardı. Karaya uçağın silahlarını kullanmasını engelleyecek
kadar yaklaşmışlardı.

Pilot Lebed'lere yaklaşırken âdeta gözlerine inanamadı. Ama hoverkraftlarm birinden ateş edildiği zaman
şüpheleri son buldu. Uçak isabet almadı, pilot uçağı hemen batıya doğru çevirdi.

— 156 —

«Keflavik'e konuk geldiğini bildirin. Bilmediğimiz tipte dört Jıoverkrafî. Ama Rus oldukları kesin. Asker
taşıyor olmalılar.»

Taktik koordinatör otuz saniye sonra, «Keflavik'in sesi çıkmıyor,» diye haber verdi. «Operasyon merkezi
yıkılmış. Kule de zarar görmüş. Devriyeleri bulmaya çalışıyorum. Belki birkaç avcı uçağı yollayabilirler.»

«Pekâlâ. Ama yine de Keflavik'le bağlantı kurmaya çalış. Bu teknelerin nereden geldiklerini öğrenmeyi
deneyeceğiz.»

KEFLAVIK, İZLANDA

Edwards dürbünle yıkıntıları incelerken mesajın geldiğini duydu. Ama buna cevap veremedi. Şimdi ne
yapacağım, diye düşünerek etrafına bakındı. Ve işe yarar bir tek şey bulabildi. Bir radyo. Büyük çantayı
sırtına takarak merdivenden koşa koşa indi. Deniz piyade subaylarını bulması ve onları uyarması
gerekiyordu.

Lebed'ler Djuotvogur koyunu hızla aştılar ve üsten bir kilometre kadar ötede karaya çıktılar. Sonra taşlı
düzlüğün üzerinden NATO üssüne doğru ilerlemeye başladılar.

Bir deniz piyade onbaşısı, «Ne oluyor...» dedi. Ufukta dev bir cisim belirmişti. Hızla yaklaşıyordu.

1 Edwards, «Sen!» diye haykırdı. «Buraya gel.» İçinde üç askerin bulunduğu bir cip birdenbire durdu.
Sonra da hızla ona doğru geldi. Edwards bağırdı. «Beni hemen komutanınıza götürün.»

Bir çavuş, «Komutanımız öldü, efendim,» dedi. «Kışla isabet aldı, üsteğmenim. Yıkıldı.»

«Yedek merkez neresi?»

«İlkokul.»

«Onlara durumu haber vermemiz gerekiyor. Denizden kötü adamlar geliyor. Kahretsin! Telsizin var!»

«Onları aradım, efendim, ama cevap alamadım.» Çavuş cipi

— 157 —

güneye doğru çevirdi. Dumanlardan oraya en aşağı üç roketin düşmüş olduğu anlaşılıyordu. Küçük bir
kente benzeyen Keflavik üssünden dumanlar çıkıyordu. Birkaç kişi koşuşuyor, Edwards' in tahmin
edecek zaman bulamadığı bir şeyler yapmaya çalışıyorlardı.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

İlkokul da isabet almıştı. Bina hâiâ alev alev yanıyordu.

«Çavuş, bu telsiz çalışıyor mu?»

«Evet, efendim. Ama devriyelerin dalga uzunluğuna göre ayarlanmamış.»

«Düzelt onu!»

«Peki, efendim.» Çavuş başka bir frekansı çevirdi.

Lebed'ler çift çift durdular. Her birinin burnundaki kapaklar açıldı ve dışarıya ikişer piyade saldırı taşıtı
çıktı. Bunları topçular izledi. Askerler hemen silahlarını yerleştirmeye başladılar. 73 mm. toplar ve
roketatarlar deniz piyadesi bölüğüne ateşe başladı. Zırhlı taşıtlar da ustalıkla ilerliyordu.

Telsizle alman haberler durumu iyice açıklıyordu. Üssün elektrikleri kesilmişti. Haberleşme sistemleri de.
Deniz piyade subayları ölmüşlerdi. Savunmayı koordine edecek hiç kimse yoktu.

Edwards, «Çavuş,» dedi. «Buradan hemen gitmeliyiz.»

«Yani kaçacak mıyız?»

«Gitmeli ve burada olanları haber vermeliyiz. Bu çarpışmayı bizim kaybettiğimiz anlaşılıyor, çavuş. Buraya
başka uçak indirmemeleri için birinin durumu bildirmesi gerekiyor. Reykja-vik'e giden en kısa yol
hangisi?»

«Kahretsin! Oradakiler deniz piyadeleri, efendim...»

«Ruslara tutsak olmak mı istiyorsun? Bu çarpışmayı kaybettik! Ben olayı bildirmemizi istiyorum. Ve sen
benim dediğimi yapacaksın, çavuş! Anlıyor musun?»

«Evet, efendim.»

«Silahımız var mı?»

Cipteki erlerden biri kimse bir şey söylemeden koşarak okula doğru gitti. Orada bir deniz piyadesi
yüzükoyun yatıyordu. Görünmeyen öldürücü yarasından akan kanlar bir gölcük olus-

— 158 —

turmuştu. Er onun makinelisi, sırt çantası ve fişekliğim aiarcm döndü. Bunları Edwards'a uzattı. «Artık
hepimizin de silahı var, efendim.»

«Hemen buradan gidelim.»

(JULIUS FUCIK»

Bir gözcü, «İskele tarafında bir uçak!» diye bağırdı. Kherov dürbünü gözlerine götürerek usulca küfretti.
Uçağın iki kanadından sarkan şeyler füzeden başka bir şey olamazdı.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

PENGUEN 8

Pilot usulca, «Bak burada kim var,» dedi. «Eski dostumuz Doctor Lykes. Etrafta başka ne var?»

«Hiçbir şey yok. Yüz millik bir alanda başka suüstü gemisi

görülmüyor.»

Pilot yardımcısı suüstü radarıyla bütün ufku taramıştı.

«O lanet olasıca hoverkraftlarm bir denizaltından çıkmadıkları kesin.» Pilot rotayı geminin iki mil
yakınından geçmelerini sağlayacak biçimde ayarladı. Yardımcısı dürbünle tekneyi inceliyor, arkadaki
mürettebat kamerayla film çekiyordu. Pilot ve yardımcısı geminin güvertesinde motorları ısınan iki
helikopteri gördüler.Fucik'de biri paniğe kapılarak bir roket attı. Ama uçağa isabet etmedi.

«JUÜUS FUCIK»

Kherov, «Ahmak,» diye homurdandı, roket motorunun dumanı bile uçağa yaklaşmamıştı. «Artık bize
ateş edecek. Her iki fnakjna tam yol ileri.»

— 159 —

PENGUEN 8

Pilot uçağı şilebin üzerinden döndürdü. «Taktik koordinatör! Bir hedef bulduk. Keflavik'ten haber var
mı?»

«Yok. Ama Bir numaralı devriye durumu İskoçya'ya bildiriyor. Pek çok füzenin Keflavik'e isabet ettiğini
söylüyorlar. İstesek de, istemesek de üs kapandı sanırım.»

Pilot küfretti, «Pekâlâ. Şimdi bu korsanı havaya uçuracağız.»

Taktik koordinatör, «Tamam,» dedi. «Roketlerden biri hazır.»

«Ateş!»

Füze kanattan ayrıldı. Motoru dokuz metre aşağıda çalışmaya başladı. Fucik'in üst güvertesine
paraşütçüler doluşmuşlardı. Çoğunun ellerinde SAM füzeatarları vardı. Yaklaşan roketi havada
patlatabilecekierini umuyorlardı.

«Taktik koordinatör bir F-15'le temas kurmaya çalış. Belki onlar bu bebeği paramparça edebilirler.»

«Bununla ilgileniyorum zaten. İlk Eagle geliyor. Ama yakıtları az. Geminin üzerinden ancak bir iki kez
geçebilecekler.»

Pilot dürbünle beyaza boyalı roketin dalgaların üzerinde sekmesini seyrediyordu. «Git, bebeğim, git...»

«JUL!US FUCIK»

«Roket geliyor. İskele tarafında.»


Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Kherov, hiç olmazsa gözcülerimiz iyi, diye düşündü. Uzaklığı ve roketin hızını hesaplayarak,
«Dümen-sancak alabanda!» diye bağırdı. Serdümen, dümeni sancak alabandaya aldı ve öylece tuttu.

— 160 —

General usulca, «Bir roketten kaçamazsın, Kherov,» dedi.

«Bunu biliyorum. Seyret, dostum.»

Gemi hızla sancak tarafına doğru dönerken iyice yan yattı. Bazı subaylar roketi uzaklaştırmak umuduyla
işaret fişekleri attılar. Ama roketin mikroçip beyni sadece radarının ortasındaki işaretle ilgileniyordu.
Geminin döndüğünü farkederek rotasını buna göre ayarladı. Fucik'teki askerler on iki SAM attılar.
Bunlardan üçü roketin egzosunun bıraktığı izi yakaladı. Ama füzeyi vurabilmek için hızlı dönmeyi
başaramadılar. Roket dalışa geçti.

PENGUEN 8

Pilot, «Tamam,» diye fısıldadı. Artık roketi kimse durduramazdı.

Roket Fucik'in teknesine, su kesiminden yüz seksen santim yukarıya çarptı. Füze bölümü hemen patladı.
Ama gövdesi ilerlemeyi sürdürdü. Doksan kilo jet yakıtı yanarak alt güverteye yayıldı. Şilep bir anda
dumanların arasında kayboldu.

«Taktik koordinatör, kuşun hedefe isabet etti.» Pilot zararı anlamak için gözlerini kıstı.

«JULIUS FUCSK»

«Dümen ortaya!» Kherov yere yuvarlanacağını sanmıştı. Ama roket küçüktü. Fucik ise büyük bir
gemiydi. Süvari zararı anlamak için koştu. Gemi düzelirken yanındaki biçimsiz delik dalgalardan üç metre
yukarıya yükseldi. Delikten dumanlar fıs-kırıyordu. Yangın çıkmıştı ama kaptan teknenin su
almayacağından emindi. Bir tek tehlike vardı. Kherov yara savunma timlerine çabucak emirler verdi.
General de yardım etmeleri için kendi subaylarını gönderdi.

— 161— F.: 11

Son on gün paraşütçülerden yüzü yangınla mücadele eğitimi görmüşlerdi. Artık öğrendiklerini
uygulayabileceklerdi.

PENGUEN 8

Yirmi mil hızla giden Fucik dumanların arasından çıktı. Teknenin yanında dört bucuk metre genişliğinde
bir delik vardı. Buradan dumanlar çıkıyordu. Ama pilot hemen bu yaranın şilebi batırmaya yetmeyeceğini
anladı. Yüzlerce adam yangını söndürmek için aşağıya iniyorlardı.

Pilot, «O avcı uçakları nerede?» diye sordu. Taktik koordinatör cevap vermeyerek telsizi açtı.

«Penguen 8, Kobra 1. İki kuşum var. Bütün roketlerimizi kullandık. Ama yirmiliğimizin bol cephanesi
olduğunu söyleyebilirim. Hedefin üzerinden iki kez uçabiliriz. Ondan sonra İskoçya'ya gitmemiz
gerekiyor.»

«Uygun. Kobra Lider. Hedefin silahı var. Elle atılan SAM'lara dikkat edin.»
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

«Tamam, Penguen. Keflavik'ten haber var mı?» «Bir süre için yeni bir ev bulmamız gerekiyor.» «Tamam.
Anlaşıldı. Biraz uzaklasın. Güneş yönünden geliyoruz.»

Uçak gemiden üç mil açıkta dönmeyi sürdürdü. Pilot avcr uçaklarını ancak onlar ateşe başladıktan sonra
farketti. İki Eagle birbirlerinden birkaç metre uzaklıktaydı. Burunları 20 mm.'lik döner namludan fışkıran
ateşler yüzünden ışıldıyordu.

te bir toz bulutu arasında kayboldu. Birdenbire beliren ateşten turuncu bir top Rus helikopterlerinden
birinin patladığını açıklıyordu. Yanan jet yakıtı köprü üstüne sıçradı. Neredeyse süvariyle generalin üzerine
geliyordu.

Kherov, «Neydi bu?» diye inledi.

«Amerikan avcı uçakları. Alçaktan uçuyorlar. Uçakta yalnız makineli toplar olmalı. Yoksa bizi
bombalarlardı. Çarpışma henüz sona ermedi, kaptan.»

İki uçak birbirlerinden ayrılarak şilebin sağ ve solundan geçtiler. Gemi yirmi mil hızla suda geniş bir daire
çiziyordu. İki Eagle'ın peşinden SAM- atılmadı. Uçaklar dönerek birbirlerine yaklaştı ve Fucik'in burnuna
doğru dalışa geçtiler. Bir dakika sonra köprü üstünü kurşun yağmuruna tuttular. Bütün camlar kırıldı.
Köprü üstündeki mürettebatın çoğu öldü. Ama gemi hâlâ su almıyordu.

Kherov ölülere baktı. Dümenci patlayan altı kurşun yüzünden paramparça olmuştu. Köprü üstünde
bulunan herkes ölmüştü. Süvari şoktan ancak bir saniye sonra kurtuldu ve o zaman karnındaki korkunç
acıyı farketti. Ceketi kandan daha koyu bir renk almıştı.

«Yaralısın, kaptan.» Sadece general bir bölmenin arkasına sığınmayı başarmıştı. Parçalanmış sekiz
cesede bakarak tekrar neden bu kadar şanslı olduğunu kendi kendine sordu.

«Gemiyi limana götürmeliyim. Kıç tarafa git. ikinci süvariye çıkarma harekâtını sürdürmesini söyle. Sen,
yoldaş general, bordadaki yangını kontrol et. Gemimi limana götürmeliyiz.»

«Sana yardımcı yollayacağım.» General dışarı fırlarken Kherov dümene gitti.

«JULIUS FUCIK»

Şileptekilerin hiçbiri de uçakların yaklaştığını görmedi. Bir dakika sonra Fucik'in etrafında sular köpürdü.
Sonra ana güver-

— 162 —

KEFLAVIK, İZLANDA

Edwards, «Dur!» diye haykırdı. «Hemen dur!» Çavuş, «Yine ne oldu, üsteğmenim?» diyerek cipi park
yerinin yakınında durdurdu.

— 163 —

«Benim arabamı alalım. Bu cip dikkati çekecek.» Edwards cipten atlayarak cebinden arabasının
anahtarını çıkardı. Deniz piyadeleri bir an birbirlerine baktılar, sonra da onun peşinden koştular. Edwards
bu on yıllık arabayı birkaç ay önce oradan ayrılan bir subaydan almıştı. Eski Volvo, izlanda'nın çoğu taş
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

döşenmemiş olan yollarında az dolaşmamıştı. «Haydi, binin!»

Çavuş, «Ne yapmaya çalışıyoruz, üsteğmenim?» diye sordu.

«Dinle, çavuş, buradan uzaklaşmamız gerekiyor. Ya Rusların helikopterleri varsa? Bir cip havadan nasıl
gözükür dersin?»

Çavuş başını salladı. «Peki, efendim. Amacımız nedir?»

«Hiç olmazsa: Hafnarfjördur'a kadar gideceğiz. Arabayı bırakacak ve yürüyeceğiz. Güvenli bir yere ulaşır
ulaşmaz bağlantı kurmaya çalışacağız. Bu bendeki bir uydu radyosu, Was-hington'a burada olanları
bildirmemiz şart. Bizimkiler herhalde burayı geri almaya çalışacaklar. Görevimiz sağ kalmak, haber
vermek ve belki işleri biraz kolaylaştırmak. Anlıyor musun, çavuş?»

PENGUEN 8

Yardımcı pilot hoşnutsuz bir sesle, «Galiba yangını kontrol altına aldılar,» dedi.

«Evet. Nasıl başardılar dersin? Lanet olsun! O geminin havaya uçması gerekirdi. Ama öyle olmadı!»
Şilebe bakarlarken ikinci bir grup asker dört hoverkrafta bindirildi. Pilot şimdi İngiltere yolunda olan iki
avcı uçağına geminin yerine onlara ateş etmelerini söylemeyi akıl edememişti. Kendi kendine, sen de ne
harika bir subaysın ya, dedi. Penguen 8'de seksen sesli şamandıra, dört torpil ve başka yüksek teknoloji
ürünü silahlar vardı. Ama bunlar şilep gibi basit bir hedefe karşı kullanılacak şeyler değillerdi. Tabii intihar
dalışına geçebilirdi, o da başka. Pilot başını salladı.

— 164 —

Uçuş subayı, «İskoçya'ya gitmek istiyorsan otuz dakikalık yakıtımız kaldı,» diye haber verdi.

«Pekâlâ. Keflavik'e son bir kez bakalım. Yükseliyorum. Böylece SAM'ların menzilinden çıkarız.»

İki dakikada kıyıya ulaştılar. Bir Lebed, sonarla gözetleme sistemi binasına yaklaşıyordu. Yerde
birilerinin koşuştuğunu v© ve binadan hafif dumanlar çıktığını farkettiler. Rusların denizal-tılarım ana ticaret
yollarından uzak tutmak için gerekli olan merkezin artık bir işe yaramayacağı anlaşılıyordu.

Bir dakika sonra Kefiavik'in üzerindeydiler. Yedi, sekiz uçak yerden havalanamamıştı bile. Hepsi de
yanıyordu.

«Taktik koordinatör, bir devriyeyle bağlantı kurabildin mi?»

«Şimdi onlardan biriyle konuşabilirsin. Haydi. Karşında İki 'numaralı devriye.»

«İki numaralı devriye. Penguen 8. Bizi duyuyor musun? Tamam.»

«Tamam, Penguen. Ben kontrol şefiyim. Ekrandan Keflavik üzerinde olduğunuzu anlıyoruz. Durum
nasıl?»

«Yerde sekiz kuş saydım. Hepsi de parçalanmış ve yanıyor. Füzeler alanda çukurlar açmamış.
Tekrarlıyorum. Çukurlar açmamış.»

«Bundan emin misin 8?»


Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

«Evet. Yakıt tankları do zarar görmemişe benziyor. Hakot-stanger'deki yakıt tankları da isabet almamış.
Dostlarımıza bolca jet yakıtı ve bir havaalanı bırakmış oluyoruz. Üsse gelince... dur bakayım. Kule hâlâ
duruyor. Operasyon merkezinden alevler ve dumanlar yükseliyor... Üs mahvolmuş pma havaalanını
kullanabilirler. Tamam.»

«Saldırdığın gemi ne durumda?»

«Bir vuruş kaydettik. Ben bir roket attım. Sizin iki uçak da şilebi taradılar ama bu yeterli değil. Bence
şilep yükünü boşaltmak için Reykjavik'e gelecek. Hafnarfjördur'a belki. Gemide bir hayli malzeme olmalı.
Kırk bin tonluk bir şilep. Durdurmak için bir şeyler yapamazsak iki, üç saat sonra limanda olacak.»

— 165 —

«Bunu yapabileceğimizden pek emin değilim. Yakıt durumunuz nasıl?»

«Hemen Stornoway'e gitmemiz gerekiyor. Bölgenin ve o ge-minin filmlerini çektik. Ancak bu kadarını
yapabildik.»

«Pekâlâ, Penguen. Gidip kendine inecek bir yer bul. Biz de birkaç dakika sonra buradan ayrılacağız.
Şansın açık olsun. Tamam.»

HAFNARFJÖRDUR, İZLANDA

Edwards arabasını çarşının önünde durdurdu. Neyse ki, etrafta henüz kimse yoktu. Farkına varmadan
arabayı kilitleyerek anahtarları cebine attı.

Çavuş Smith, «Nereye gidiyoruz, üsteğmenim?» diye sordu.

«Çavuş, önce birkaç şeyi açıkça konuşmalıyız. Sen deniz piyadesindensin. Bazı fikirlerin varsa onları
öğrenmek isterim. Tamam mı?»

«Şey... Bence bir süre doğuya doğru gitmemiz doğru olur, efendim. Yani yollardan uzaklaşmalı ve sizin o
radyoyu kullanabileceğiniz bir yer bulmalıyız. Ve bunu çabucak yapmalıyız.»

Edwards etrafına bakındı. Görünürlerde kimse yoktu ama sonradan onlar hakkında bilgi verebilecek
biriyle karşılaşmadan oradan uzaklaşmaları gerekiyordu. Başını salladı. Çavuş da bir ere öne geçmesini
emretti. Ellerinden geldiği kadar zararsız insanlar etkisi uyandırmak için miğferlerini çıkarıp silahlarını da
omuzlarına astılar. Hepsi de yüzlerce gözün perdelerin arkasından onları gözetlediğinden emindi.
Edwards, savaşa ne güzel başladık, diye düşündü.

— 166—

«JULtUS FÜCİK»

General Andreyev, «Yangın söndü,» diye açıkladı. «Donanımımız çok zarar görmüş. Ama su yüzünden.
Neyse yangın söndü.» Sonra Kherov'un durumunu farkedinçe yüzündeki ifade değişti.

Süvarinin yüzü bembeyazdı. Bir sıhhiye eri yarasını sarmıştı ama iç kanama olmuştu. Kherov harita
masasının başında dimdik durmak için kendisini zorluyordu. «Sancaktan sıfır sıfır üç rotasına gel.»
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Dümende bir gemi subayı vardı. «Dümen sancakta, rota sıfır sıfır ü)ç olacak.»

Andreyev usulca, «Gidip yatmalısın, kaptan,» dedi.

«Önce gemimi güvenli bir limana götürmeliyim.»

Fuctk kuzeye doğru gidiyor, dalgalar roketin açtığı yarayı yalıyordu. Süvarinin o ilk iyimserliği
kaybolmaya başlamıştı. Teknenin alt kısmında roketin çarpması yüzünden bazı ek yerleri açılmış, aşağı
ambar güvertesine su giriyordu. Ama o ana kadar tulumbalar sularla başa çıkmayı başarmıştı. Teslim
edilmesi gereken yirmi bin ton yük vardı.

Andreyev ısrar etti. «Doktor kontrolünde olman gerekiyor, kaptan.»

«Burnu döndükten sonra. Yaralı iskele tarafını rüzgâr altına aldığımız zaman ben de tedavi olurum.
Adamlarına tetikte olmalarını söyle. Başarılı bir saldırı daha işimizi bitirir. Onlara çok başarılı olduklarını
söylemeyi de unutma. Onlarla birlikte tekrar yolculuk yapmak beni mutlu eder.

— 167 —

«USS PHARRÎS»

Sonar operatörü, «Sonar teması,» diye açıkladı. «Üç-beş-üç' te bir cisim. Denizaltı olabilir.»

Morris kendi kendine, demek başlıyor, dedi.

Seyir subayı usulca. «Bu bir hedefse bir hayli uzakta,» diye fikrini açıkladı.

Denizaltı saldırı subayı, «Hedefin yolunda hiç sapma olmuyor,» dedi. «On beş mil ötede olmalı. Yani
hedef oldukça gürültülü bir tekne. Ve bizim için de şu an bir tehlike oluşturmuyor. Nükleer bir denizaltıysa
biraz yaklaşarak durumu yeniden kontrol edebiliriz.»

Morris'in firkateyni dört deniz mili hızla ilerliyordu. Komutan telefonu açtı. «Köprü, savaş harekât
merkezi.»

«Evet, köprü. Ben ikinci komutan.»

«Jce, beş dakika kadar yirmi mil hızla ilerleyelim. Farketti-ğimiz hedefi incelemek istiyoruz.»

«Emredersiniz, komutan.»

Morris bir dakika sonra gemisinin hazırlandığını hissetti. Dikkatle ekrana bakıyordu. Denizaltı saldırı
subayı ve sonar operatörü de. Ama sesler kesilmişti.

Morris subayına, «Bunun gerçek bir hedef olduğunu düşünmek için bir neden var mı?» diye sordu.

«Hayır, efendim. Artık yok.»

«Tamam. Ama bu karşılaşacağımız hedeflerin sonuncusu olmayacak.»

168-
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

19

Yolculuklar Bağlıyor Yolculuklar Sona Eriyor

HAFNARFJÖRDUR, İZLANDA

Çavuş James Smith bölük astsubayıydı. Yani komutanının haritaları ondaydı. Edwards bunu öğrendiği
zaman çok sevindi. Ama Smith'in grubun lideri hakkındaki düşüncelerini bilseydi sevinci sönerdi.

Grup sessizce ilerliyor, ufka yakın güneş gözlerini alıyordu. Yer kıraçtı.

Garcia adlı er, «Helikopter,» diye seslendi.

Edwards onun gözlerinin çok keskin olduğunu farketmişti. Henüz helikopterin gürültüsünü duymuyorlardı
ama ufukta belirmişti. Denizden doğru geliyordu.

«Hepiniz tam siper.» Edwards kendini yere atarken elini uzattı. Smith yanındaydı, dürbünü gözlerine
götürmüştü. Edwards «O dürbünü bana ver, çavuş,» dedi.

«Bu bir Hip helikopter, efendim. Asker taşıyıcı.»

Üsteğmen, «Bunu kabul ediyorum,» diye cevap verdi. Beş kilometre kadar ötedeki helikopterin biçimsiz
gövdesini görebiliyordu. Güneydoğuya, Hafnarfjördur'a doğru gidiyordu. «Rıhtıma

— 169 —

doğru gidiyor sanırım. Ah. Helikopterler bir şileple geldi. Gemi rıhtıma bağlayacak. Onun için önce
dokları kontrol altına almak istiyorlar.»

Çavuş Smith başını salladı. «Mantıklı bir düşünce.» Edwards helikopteri dürbünle binaların arkasında
kaybo-luncaya kadar izledi. Bir dakika sonra helikopter tekrar havalanarak kuzeybatıya doğru döndü.
Üsteğmen ufku iyice inceledi. «Orada bir gemi var sanırım.»

«JULIUS FUCIK»

Kherov yanında sıhhiye eriyle ağır ağır harita masasına gitti. Şilebin tulumbaları suyla hemen hemen başa
çıkıyordu. Fueilk' in pruvası yarım metre suya batmıştı. Amerikan roketinin açtığı delikten su çekmek için
portatif tulumbalar kullanılıyordu. Süvari bitkinlikle gülümsedi. Birkaç saat daha yaşamak istiyordu.
Kimbilir, diye düşündü. Alay operatörü usta biriyse belki yaşayabilirim de...

Şimdi daha önemli şeylerle ilgilenmesi gerekiyordu. Limanın haritalarını incelemişti. Ama o zamana kadar
buraya hiç gelmemişti. Kılavuzu da yoktu, liman römorkörleri de.

Helikopter ilk yolculuğunu yaptıktan sonra geminin etrafında döndü. Kaptan, kendi kendine, uçabilmesi
için bir mucize, dedi. Yanındaki havaya uçtu. Helikopter ağır ağır, hantalca indi.

General, «Nasılsın, kaptan?» diye sordu.

«Nasıl gözüküyorum?» Kherov cesaretle gülümsedi ama general ona karşılık vermedi. Andreyev süvariyi
zorla operatörüne götürmesi gerektiğini biliyordu. Ama o zaman şilebi rıhtıma kim bağlayacaktı? Kaptan,
Kherov gözlerinin önünde ölüyordu. Sıhhiye eri durumu açıklamıştı. İç kanama vardı. Kaptan ekledi.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

«Adamların hedefleri ele geçirdiler mi?»

«Üste hâlâ çarpışma olduğunu bildirdiler. Ama çok geçmeden kontrol altına alınacak. Ama rıhtıma erişen
ilk tim orada kim-

— 170 —

senin olmadığını haber verdi. Orası güvende, kaptan. Biraz dinlenmelisin.»

Kherov sarhoş gibi başını salladı. «Yakında dinlenirim. Sadece on beş kilometre kaldı. Ama gereğinden
hızlı gidiyoruz. Amerikalıların bize doğru gelen uçakları olabilir. Öğle olmadan rıhtıma ulaşmalı ve sizin
malzemeyi boşaltmalıyız. Mürettebatımdan birçok kişi kaybettim. Onun için başarısızlığa uğramak
istemiyorum. *

HAFNARFJÖRDUR, İZLANDA

Edward usulca, «Bunu bildirmemiz şart,» diyerek omzunda-ki çantayı indirdi ve açtı. Bir uzmanın
radyoyu daha önce denediğini görmüştü. Ayrıca aygıtın yanına nasıl kullanılacağını gösteren talimat
yapıştırılmıştı.

Üsteğmenin çiçeğe benzeyen anteni 30 derece boylamında-ki bir uyduya doğru çevirmesi gerekiyordu
ama yanında pusula yoktu. Smith haritayı açarak genel yönü buldu. Edwards da radyoyu o tarafa doğru
çevirdi. Uydunun kuş cıvıltısını andıran işaretini duyuncaya kadar antenle gökyüzünü taradı.

Sonra, «Ben Mike Edwards,» diye konuşmaya başladı. «Amerika Birleşik Devletleri Hava
Kuvvetlerinden üsteğmen. İzlanda'dan yayın yapıyorum. Lütfen cevap verin. Tamam.» Aynı mesajı üç kez
daha tekrarladı.

Sonunda bir ses ona cevap verdi. «Lütfen kendinizi tanıtın. Tamam.»

«Edwards, Michael D. ABD Hava Kuvvetlerinden üsteğmen. Sicil numaram: 32&-61-4030.


Keflavik'teki 57. Avcı Filosuna bağlı meteoroloji subayıyım. Kiminle konuşuyorum? Tamam.»

«Eğer bunu bilmiyorsan, bu yayın şebekesinde işin yok demektir, ahbap. Yayını kes. Bu bize resmi trafik
için gerekli.» Ses soğuktu.

Edwards radyoya bir an sessiz bir öfkeyle baktı, sonra da

— 171 —

patladı. «Beni dinle, ahmak! Bu lanet olasıca radyoyu kullanmayı bilen uzman öldü. Geride bir ben
kaldım. Ruslar yedi saat önce karadan ve havadan Keflavik'teki üsse saldırdılar. Burası kötü adamlarla
dolu. Bir Rus gemisi şu anda Hafnarfjördur limanına giriyor. Ve sen kelime oyunlarıyla meşgulsün. Aklını
başına topla, be adam! Tamam.»

«Pekâlâ. Bekle. Kim olduğunu doğrulamamız gerekiyor.» Adamın sesinde hiç pişmanlık yoktu.

«Kahretsin! Bu nesne pille çalışıyor. Sen dosya dolabını açmcaya kadar pillerin bitmesini mi istiyorsun?»

Yeni bir ses duyuldu. «Edwards, ben haberleşme nöbetçisi subayıyım. Yayını kes. İzini bulabilirler.
Dosyanı inceleyecek ve üç dakika sonra tekrar bağlantı kuracağız. Anladın mı? Tamam.»
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Edwards saatine baktı. «Pekâlâ. Uç dakika sonra. Tamam.» Edwards radyoyu kapattı. Sonra da
yanındakilere döndü. «Buradan gidelim. Bu nesneleri izleyebileceklerinden haberim yoktu. 152 numaralı
tepeye gitmemiz iyi olur, çavuş. Oradan her şeyi iyice görebiliriz. Yolda su da varmış.»

«O sıcak su, efendim. Kükürtlü, içilecek gibi değil.»

«Öyle olsun.» Edwards ağır ağır koşmaya başladı. Çocukken bir yangını haber vermek için telefon
etmişti. Ona inanmamışlardı o zaman. Şimdi mi inanacaklardı?

«JULIUS FUCİK»

Kherov, Amerikalıların başladıkları işi bitirmek üzere olduğunun farkındaydı. Gemisini limana on sekiz mil
hızla sokmak pervasızlıktan da öte bir şeydi. Burada denizin dibi çamur değil, kayalıktı. Dibe oturursa
tekne yara alabilirdi. Ama yeni bir hava saldırısından daha fazla korkuyordu.

Kaptan, «Dümeni ortala,» diye emretti.

Serdümen, «Dümen ortada,» diye rapor etti.

Kherov ikinci kaptanının saldırı sırasında aldığı yaralar

— 172 —

yüzünden öldüğünü birkaç dakika önce öğrenmişti. En iyi serdü-meni, usta güverte mürettebatıyla birlikte
gözlerinin önünde hay-kırarak can vermişti. Kıyıya yaklaşabilmek için artık bir tek adamı vardı. Ama
rıhtım gözüküyordu ve denizcinin keskin gözlerine güvenmek zorundaydı.

«Her iki makine yarım yoi ileri,» diye emretti. «Dümen sancak alabanda!» Gemi ağır ağır sancağa doğru
dönerken dibi kayalara süründü. Kherov yere devrilirken can acısı ve öfkeyle küfretti. İyi
hesaplayamamıştı. Fucik kayaların üzerinde kayarken sarsıldı. Dümen iskele alabanda!» Bir dakika sonra
şilep tekrar yüzüyordu. Süvari tekneye su dolduğunu açıklayan alarm düdüklerine aldırmadı. Önemli
değildi. Rıhtım sadece bin metre ötedeydi artık. «Ortala, her iki makine stop!»

Ama şilep duramayacak kadar hızla ilerliyordu. Güvertedeki askerler bunu farkederek ağır ağır
gerilediler. Gemi rıhtıma çarptığı zaman küpeştenin parçalanacağından korkuyorlardı. Kherov öfkeli bir
alayla homurdandı. Şimdi rıhtımla aralarında sekiz yüz metre vardı. «Her iki makine tam yol tornistan!»
Altı yüz metre. Makineler şilebi durdurmaya çalışırken Fucik titredi.

Kherov makine dairesine emir verdi. «Ben söyler söyiemez makineleri kapatın. Orayı boşaltın.»

General, «Ne yapıyorsun?» diye sordu.

Kherov kısaca, «Rıhtıma bağlayamayacağız,» dedi. «Askerlerin bu işi bilmiyorlar. Denizcilerimin çoğu
öldü.» Dönerek aşağıya, «Şimdi, yoldaşlar!» diye emretti. Başmakinist dizel motorlarını kapattı ve peşinde
adamlarıyla imdat merdivenine koştu.

«Dümen sancak alabanda!»


Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Bir dakika sonra beş mil hızla ilerleyen Fucik rıhtıma çarptı.

Baş bodoslaması sanki kâğıttan yapılmış gibi buruştu. Şilep sancağa dönerken yanı kayalara çarptı ve
turuncu kıvılcımlar fışkırdı. Geminin dibi yarıldı. Alt güverteleri hemen su bastı. Şilep çabucak dibe oturdu.
Juliuş Fuçife bir daha denizlere açıia-mayacaktı. Ama amacına erişmişti.

Kherov generale elini salladı. «Artık yükleri boşaltabiliriz.»

— 173 —

General, «Bunu kolaylıkla yapacağız,» dedi. «Şimdi yoldaş kaptan, operatörüme gideceğiz. Artık seninle
tartışacak değilim.» General emirerini çağırdı. İki adam kaptanı aşağıya indirdiler. Belki hâlâ zaman vardı.

152 NUMARALI TEPE, İZLANDA

Edwards aksi aksi, «Kim olduğuma hâlâ karar veremediniz mi?» diye sordu.

«Kimliğini saptadık. Ama şimdi bir sorun var. Sen gerçekten Edwards mısın?»

«Buraya bak, ahbap. Hafnarfjördur'un doğusundaki 152 numaralı tepedeyim. Etrafta bir Rus helikopteri
uçuyor. Koskocaman bir gemi limana girerek rıhtıma yanaştı. Bayrağını göremiyorum ama onun New
York'tan geldiğini hiç sanmıyorum. Ruslar burayı işgal ettiler. Keflavik'i dümdüz ettiklerini de
söylemeliyim. Etrafta askerleri var.»

«Pekâlâ. Durumu öğreneceğiz. Şu ara saklanmak için iyi güvenli bir yer seç. Ve yayın da yapma. Seninle
bağlantı kurmak istersek her saat bası işaret vereceğiz. Bizimle konuşmak istersen buradayız. Anladın
mı?»

«Tamam. Yayını kesiyorum.» Üsteğmen radyoyu kapattı. «Buna inanamıyorum.»

Smith, «Kimse ne olduğunu bilmiyor, üsteğmenim,» dedi. «Onlar nereden bilsinler? Bizim dünyadan
haberimiz yok!»

«Çok doğru.» Edward radyoyu çantasına yerleştirdi. «O budalalar beni dinleselerdi, iki saat içinde
buraya bombardıman uçaklarımız gelir ve bu gemiyi de havaya uçururlardı. Tanrım, ne koskocaman bir
şey bu! Siz deniz piyadeleri bu kadar büyük bir şilebe ne kadar malzeme yükleyebilirsiniz?»

Smith usulca, «Bir hayli,» dedi.

«Karaya yeniden asker mi çıkaracaklar dersin?»

— 174 —

«Öyle gözüküyor, efendim. Burası oldukça büyük bir yer. Adayı elden çıkarmamak için daha fazla
askere ihtiyaçları var. Tabii ben sadece bir çavuşum.»

HAFNARFJÖRDUR, İZLANDA

General durumu anlamak için helikopterle Keflavik'e uçtu. Yangın hâlâ devam ediyordu. Saldın alayı
komutanı Andre-yev'i alanda karşıladı.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

«Keflavik Hava Üssünü ele geçirdik, yoldaş general,» diye açıkladı.

«Nasıl oldu?»

«Zor oldu. Amerikalılar koordinasyon sağlayamadılar. Bizim roketlerimizden biri komuta merkezine
isabet etti. Ama yine de kolay kolay vazgeçmediler. On dokuz ölümüz, kırk üç yaralımız var. Deniz
piyadelerini ve diğer güvenlik birliklerinden askerleri ortadan kaldırdık. Ele geçirdiğimiz tutsakları da hâlâ
sayıyoruz. Sizin gemi ne durumda? İsabet aldığını duyduk.»

«Amerikan uçakları saldırdı. Şilep rıhtımda ve yük boşaltılıyor. Bu havaalanını kullanabilir miyiz? Ben...»

«Şimdi bununla ilgili haberi alıyorum.» Albay telsizle verilen haberi dinledi. «Yoldaş general, üsteki radar
ve radyo sistemleri mahvolmuş. Alanda yer yer moloz yığınları var. Bana bunları süpürmek için birkaç
saat gerektiğini söylediler. Ayrıca yakıt borusu iki yerinden yarılmış. Ama neyse ki yanmamış. Şu ara yakıt
taşımak için havaalanındaki tankerleri kullanacağız.»

«Amerikan uçaklarından bir şeyler öğrenmek mümkün-

mü?»

«Ne yazık ki, imkânsız, yoldaş. Roketler uçakları parçalamış. Yanmayanları da mürettebat tutuşturmuş.
Dediğim gibi» sıkı savaştılar.»

— 175 —

«Pekâlâ. Temizliğe başla. Bu alanm mümkün olduğu kadar çabuk trafiğe açılmasını istiyorum. Tutsakları
biraraya topla ve harekete hazır ol. Onları 'bu gece uçakla yollayacağız. Tutsaklara uygun biçimde
davranılacak.» Generale bu konuda çok kesin emirler verilmişti.

«Peki, general. Lütfen yakıt borusunu onarmak için adam yolla.»

«İyi iş basardın, Nikolay Gennadyevich.» General helikoptere bindi. Yaverine dönerek, «Merkeze
şifreyle haber ver,» dedi. «Uçakjarı hemen buraya göndermeye başlasınlar.»

152 NUMARALI TEPE, İZLANDA

«Tanklar.» Garcia dürbünle bakıyordu. «Üzerlerinde kırmızı yıldızlar yar. 41 numaralı yoldan batıya
doğru gidiyorlar.»

Edwards dürbünü aldı. «Ne tip bunlar? Gerçek tanklara benzemiyor.»

Dürbünle bakma sırası Smith'e geldi. «Piyade saldırı araçları. Asker taşıyor. 73 mm.'lik topu var.
Bunların Rus taşıtları olduğu kesin, üsteğmen. On bir tane. Asker taşıyan kamyonlar da geliyor.»

Edwards tekrar radyoyu çıkardı. Garcia haklıydı. Bu haber merkezin ilgisini çekti.

«Tamam, Edwards. Yanında kimler var?»

Edwards deniz piyadelerinin adlarını saydı. «Ruslar üsse ulaşmadan oradan uzaklaştık.»

«Şimdi neredesiniz?»
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

«Hafnarfjördur'un dört kilometre doğusundaki 153 numaralı tepede. Burudan limanı görebiliyoruz. Rus
taşıtları batıya, Keflavik'e doğru gidiyor. Bazı kamyonlar da 41 numaralı yoldan kuzeybatıya, Reykjavik'e
doğru. Birkaç Aardvark gön-derebilirseniz gemiyi yükünü boşaltmadan havaya uçurabili-riz.» Edwards'm
sesi heyecanlıydı.

— 176 —

«Korkarım Aardvark'ların şu ara işleri başlarından aşkın. , Belki haberin yok. Almanya'da savaş oluyor.
Üçüncü Dünya Savaşı on saat önce başladı. Bir keşif kuşunu sizin tarafa l doğru göndermeye çalışıyoruz
ama zaman alabilir. Senin grup konusunda da henüz karar verilmedi. Şimdiki halde yalnızsınız.»

Edwards, «Önemi yok,» diyerek adamlarına baktı.

«Pekâlâ, Edwards. Kafanı kullan ve düşmanla karşılaşmamaya çalış. Yanılmıyorsam oradaki tek
dostumuz sadece sensin. Sık sık rapor vermeni istiyorlar. Gözle ve haber ver. Radyonun pillerini israf
etmemeye çalış. Sakin ol, evlat. Yardım geliyor ama biraz zaman alabilir. Sıkı dur. Çift saatlerde >bizi
dinleyebilirsin. Saatin var mı?» Haberleşme subayı için için, o arada gerçekten söylediğin kişi olup
olmadığını araştıracağız, diye ekledi. Bir Rusun kafana bir tabancayı dayamış olup olmadığını da.

«Tamam. Saati mi Zulu'ya göre ayarladım. Dinleyeceğiz. Tamam.»

Smith, «Yine tanklar geliyor,» dedi. «Tanrım! O şilep arı kovanından farksız.»

HAFNARFJÖRDUR, İZLANDA

Haberleşme subayı, «General yoldaş,» dedi. «Hava köprüsü kuruluyor. İlk uçaklar yanlarında avcı
refakatçileriyle birlikte on dakika önce havalanmışlar. Dört saat sonra burada olmaları gerekiyor.»

General geminin köprü üstünden berrak gökyüzüne baktı. «Dört saat?» Amerikalılar tepki gösterinceye
ve bombardıman uçaklarını gönderinceye dek ne kadar zamanları vardı? Subayına işaret etti. «Rıhtımda
çok fazla taşıtımız 'bekliyor. Onları çabucak yerlerine göndermeliler. Reykjavik Havaalanında durum
nasıl?»

• 177 —

R: 12

«Orada bir piyade bölüğümüz var. Bir ikincisiyse yirmi kilometre ötede. Bize karşı koymadılar. Sivil hava
kontrolörleri ve havaalanı bakım personeli biraraya toplandı. Başlarında nöbetçiler bekliyor.
Reykjavik'ten geçen bir devriye sokaklarda pek kimsenin olmadığını bildirdi. Elçiliğimizdekiler hükümet
radyosuyla bir yayın yapıldığını ve halka evlerinden çıkmamalarının bildirildiğini söylediler. Çoğu böyle
yapıyor.»

«Devriyeye telefon santralını işgal etmesini bildir. Radyo ve televizyon istasyonlarına dokunmasınlar. Ama
telefon santralını işgal etsinler!» General döndü. Limanın gerisinde otuz kişi toplanmıştı. Sekiz kadar
paraşütçü ellerinde silahlarıyla onlara doğru gittiler. Bir adam askerlere yaklaştı. Ellerini deli gibi sallıyordu.
Onu vurdular. Diğerleri koşarak kaçıştılar.

General küfretti. «Bunu yapanın kim olduğunu öğren!»


Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

«USS CHİCAGO»

McCaffrety, demek Ruslar gemilerini Danimarka boğazına yolluyor, diye düşünüyordu. Bu onlara
pahalıya malolabilir.

USS Chicago, Norveç'in kayalık kıyılarından yüz mil uzaklıkta, yüz elli metre derinlikte ilerliyordu.

Komutan saatine^ baktı. «Periskop derinliğine çıkalım. Emir olup olmadığını anlamalıyız. Ne olduğunu
öğrenmek için de etrafı ESM'Ie tarayacağız.»

Bu kolay bir işlem değildi. Denizaltı ağır ağır, ihtiyatla yükseldi. Sonarının etrafta bir gemi olup olmadığını
anlaması için usulca döndü.

«ESM'i çıkarın.»

Bir elektronik teknisyeni geniş-bant alıcısının antenini çıkarmak için bir düğmeye bastı. Aynı anda
panonun ışıkları yandı. «Pek çok elektronik kaynak var, efendim.»

McCafferty, böyle olacağı belliydi, diye düşündü. Ama peşimizde birinin olduğunu pek sanmıyorum.
Sonra, «Periskop

— 178 —

yukarı,» dedi. Önce yakında bir uçak olup olmadığını anlamak için gökyüzünü taradı. Sonra da hızla ufka
doğru döndü. O zaman garip bir şey farketti. İki yüz metre kadar ilerideki bir işaret fişeğinden yeşil
dumanlar çıkıyordu. McCafferty irkildi ve periskopu tekrar döndürdü. Bulutların arasından çıkan bir uçak
onlara doğru geliyordu.

Komutan periskopu hemen indirdi. «Dalalım! Her iki makine tam yol ileri. İki yüz kırk metreye inelim.»

Dümenci telaşla düğmelere basmaya başladı.

Bir sonarcı bağırdı. «Denizde torpil. Sancak tarafında!»

McCafferty hemen tepki gösterdi. «Dümen iskele alabanda!»

«Dümen iskele alabanda!» Hız on mile çıkmıştı, daha da artıyordu. Şimdi otuz metre derinlikteydiler.

«Torpil yaklaşıyor. Bir-beş-yedi. Sinyal gönderiyor. Bizi henüz bulamadı.»

«Bir gürültü aygıtı atın.»

Kontrol odasının yirmi metre gerisinden denize on iki santim boyunda bir kutu fırlatıldı ve torpilin onu
yakalaması için sesler çıkarmaya başladı.

«Gürültü aygıtı atıldı.»

«Sancak on beş.» Komutan daha sakindi şimdi. Bu oyunu daha önce de oynamıştı. «Yeni rota
bir-bir-sıfır olacak. Sonar, torpilin gerçek rotasını öğrenmek istiyorum.»

«Emredersiniz. Torpil iki-sıfır-altıda. İskeleden sancağa doğru yaklaşıyor.»


Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Chicago altmış metre derinlikteydi şimdi.

«Komutan. Torpil daire biçimi bir rota izliyor. Şimdi sancaktan iskeleye doğru gidiyor. Bir-yedi-beşte.
Hâlâ araştırıyor. Bizi farkettiğini sanmıyorum.»

«Pekâlâ. Bana devamlı rapor et. McCafferty kıça gitti. «Kötü nişan aldı sanırım.»

Seyir subayı, «Olabilir,» dedi. «Ama bizi nasıl farkettiler?»

«Uçakta manyetik anormallik detektörü olmalı.» Komutan haritaya baktı. Torpil atıldığı zaman
'bulundukları noktadan bir

buçuk mil uzaklaşmışlardı. «Sonar, bana balıktan söz et.»

«Tam kıçta. Bir-dokuz-sıfır. Hâlâ dolaşıyor ve biraz da batıyor. Galiba gürültü aygıtı onu çekti. Şimdi ona
çarpmaya çalışıyor.»

«Her iki makine yarım yol ileri.» McCafferty, artık yavaş-lamalıyız, diye düşünüyordu.

«Emredersiniz. Her iki makine yarım yol ileri çalışıyor. Şimdi yüz altmış metre derinlikteyiz.»

McCafferty, «Artık soluk almaya başlayabilirsiniz,» diyerek güldü. Ama sesi istediği kadar sakin değildi.
Komutan ön bölmeye doğru giderek videobandı sardı, sonra seyretmeye 'başladı.

Nöbetçi elektrikçi, «Bu uçak bizimkilere benziyor,» dedi.

McCafferty sonar bölmesine girdi.

«Balık gerilerde kaldı, komutan. Herhalde hâlâ gürültü aygıtını yakalamaya çalışıyor. Galiba suya çarptığı
zaman ters yöne döndü. Yani bizden uzaklaştı.»

«Neye benziyordu bu?»

«Bizim Mark-46'Iara.» Sonarcı titredi. «Gerçekten!»

McCafferty başını sallayarak yerine döndü. «Tamam, çocuklar. Uçak bir Norveç P-3'ü olabilirdi. Ya da
bir Rus May'ı. Bunlar birbirlerine çok benzer. Görevleri de aynıdır. Hepinizi kutlarım. Bu bölgeden hemen
uzaklaşacağız.» Komutan başarısından dolayı kendini de kutluyordu. Savaşta atılan ilk torpilden
kurtulmuştu.

«USS PHARRIS»

Morris köprü üstündeki koltuğunda yarı uyukluyor, gazoz içiyordu. Hava sıcaktı.

Vardiya subayı, «Talbot gemisinden mesaj gönderiyorlar, efendim,» diye haber verdi.

Morris ayağa kalkarak sancak tarafına doğru gitti. Dür-

— 180 —
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

bunu kaldırdı. Mors alfabesini telsizcisi kadar hızlı okumayı başarmakla ovunurdu.

«Sovyet Kuvvetlerinin izlanda'ya saldırdığı ve orayı ele geçirdiği bildirildi. Daha ciddi hava ye denizaltı
tehlikesi bekleniyor.»

İkinci komutan, «İşte bir müjde daha,» diye mırıldandı.

«Öyle.»

«USS NIMITZ»

Chip merakla, «Bunu nasıl başardılar?» dedi.

Toland, «Bunun hiç önemi yok,» diye cevap verdi, «Bunu patrona bildirmeliyiz.» Telefonla çabucak
konuştuktan sonra dışarı çıktı.

Amiralin kamarasının kapısında bir deniz piyadesi bekliyordu. Uçak gemisinin komutanı Albay Svenson
da içerideydi.

«Bir mesaj aldık, efendim. Sovyetler izlanda'ya saldırmış ve orayı ele geçirmişler. Orada birlikleri
olabilir.»

Svenson hemen sordu. «Uçakları var mıymış?»

«Bunu bilmiyoruz. İngilizler oraya bir keşif kuşu göndermeye çalışıyorlar sanırım. Ama en aşağı altı saat
kesin bilgi alamayacağız. Son dost uydu iki saat önce geçti. Böyle bir uydu ancak dokuz saat sonra
yaklaşacak.»

Amiral, «Pekâlâ,» dedi. «Anlat.»

Toland, Norfolk'tan gelen kısa haberi açıkladı.

Amiral, «Orada ne kadar askerleri varmış?» diye sordu.

«Bu bildirilmedi, efendim. Ancak geminin bir alayı, hatta daha fazlasını taşıyacak kadar büyük olduğu
anlaşılıyor.»

Svenson, «Bir deniz piyade amfibi birliğinin başa çıkamayacağı kadar kalabalıklar, efendim,» dedi.

Amiral Baker söylendi. «Ya onları üç uçak gemisi destek-?|erse?» Sonra daha düşünceli bir tavır takındı.
«Ama haklı ola-fbilirsin. Bu durum hava tehdidini nasıl etkiliyor?»

— 181 —

«İzlanda'da bir F-15 filosu ve birkaç AWACS kuşu vardı. Onlar bizi koruyabilirlerdi. Ama hepsi de
mahvolmuş.» Sven-son'un bu durumdan hiç hoşlanmadığı belliydi. «Onların 'Baok-fire'larıyla başa
çıkabiliriz. Ama Eagle'lar olsaydı, iş kolaylaşırdı.»

Baker kahvesini yudumladı. «Emirlerimiz değişmiş değil.»

Svenson, «Dünyada 'başka neler oluyormuş?» diye sordu.


Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

«Norveç müthiş bir saldırıya uğramış ama ayrıntılarını henüz bildirmediler. Hava Kuvvetlerinin Sovyetler'e
ağır bir darbe indirdiği bildirildi. Ama onun da ayrıntılarını henüz öğrenemedik.»

Svenson, «Ruslar, Norveçlileri sindirdi ve izlanda'yı ele geçirdiyse,» dedi. «Bu savaş grubunu tehdit eden
tehlike daha da arttı demektir. Gidip grubumla konuşmam gerekiyor.» Dışarı çıktı.

Amiral Baker birkaç dakika konuşmadı. Sonra da, «Kefla-vik'i yeni ele geçirmişler demek.» diye
mırıldandı.

«Evet, efendim.»

«Diğer gerekli ayrıntıları da öğren ve bana haber ver.»

«Emredersiniz, efendim.» Toland istihbarat kamarasına giderken karısına söylediklerini düşünüyordu.


«Filonun en iyi korunan gemileri uçak gemileridir.» Ama komutan endişeliydi...

152 NUMARALI TEPE, İZLANDA

Tepeyi artık evleri saymaya başlamışlardı. Hiç olmazsa orayı kolaylıkla savunabilirlerdi. Kimse tepeye
görünmeden yaklaşamazdı. Bunun için eski lavlardan oluşan düzlüğü geçmesi ve dik yamaca tırmanması
gerekirdi. Garçia bir kilometre ötede bir göleük bulmuştu. Yeni eriyen karların oluşturduğu anlaşılıyordu.

Açtılar ama yanlarında ancak dört günlük yiyecek vardı. Konserve fasulye ve jambon yiyorlardı.

Rodgers adlı er, «İçinizde koyun kızartmasını bilen var mı?» diye sordu. Birkaç kilometre güneyde büyük
bir sürü dolaşıyordu.

Edwards sordu. «Onu neyle kızartacağız?»

«Ya...» Rodgers etrafına bakındı. Görünürde bir tek ağaç bile yoktu. «Neden burada ağaç yetişmiyor?»

Smith, «Rodgers buraya geleli ancak bir ay oldu,» diye açıkladı. «Oğlum, rüzgârın ne olduğunu öğrenmek
istiyorsan kışı burada geçirmelisin. Burada betona bile diksen ağaç yetişebilir. Ama şiddetli bir rüzgârın bir
arabayı sürüklediğini bile gördüm.»

«Uçaklar.» Dürbün Garcia'daydı, kuzeydoğuyu işaret etti. «Sürüyle.»

Edwards dürbünü aldı. «Altı büyük uçak. Bizim C-145'leri andırıyor. O halde IL-76'lardan olacaklar.
Sonra avcılar. Çavuş, kalem kâğıt al. Onları saymamız gerekiyor.»

Bu iş saatlerce sürdü. Sayı elliye ulaştığı zaman Üsteğmen Edwards radyoyu açtı. «Ben Edwards. 152
numaralı tepeden yayın yapıyorum. Beni duyuyor musunuz? Tamam.»

Ona hemen cevap verdiler. «Evet. Tamam. Bundan sonra kod adın Tazı'. Burası da 'Köpek Kulübesi'.
Raporunu ver.»

«Tamam. Köpek Kulübesi. Bir Sovyet hava köprüsü kuruldu. Elli Sovyet nakliye uçağı saydık. Beş-sıfır.
İstif-Levent Yedi-Altı tipi. Reykjavik'e gelerek yüklerini indiriyor, sonra geri dönüp kuzeydoğuya doğru
gidiyorlar.»
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

«Tazı, bundan emin misin? Tekrarlıyorum: Sayıdan emin misin?»

«Eminim, Köpek Kulübesi. Tam üzerimizden geçiyorlar. Ve gördüklerimizi yazıyoruz. Harekât devam
ediyor. Ayrıca alanda altı tek kişilik uçak var. Tipini anlayamadım ama avcıya benziyorlar. Duydun mu.
Köpek Kulübesi?»

«Evet. Tamam, Tazı, bu bilgiyi hemen yukarıya ulaştırmamız gerekiyor. Sıkı dur. Yine o yayın programını
inceleyeceğiz. Güvende misiniz?»

«Evet, Köpek Kulübesi. Burada bekleyeceğiz. Tamam.» Ed-

•182 —

— 183 —

wards kulaklıkları çıkardı. «Güvende miyiz, çavuş?»

«Tabii, üsteğmenim. Kendimi Beyrut'tan beri bu kadar güvende hissetmedim.»

HAFNARFJÖRDUR, İZLANDA

«Kusursuz bir harekat oldu, yoldaş general.» Elçi memnun memnun gülümsüyordu.

General, «Bizi çok iyi desteklediniz,» diye yalan söyledi, izlanda'deki Sovyet Elçiliğinde altmıştan fazla
insan vardı. Hemen hepsi istihbarat elemanıydı. Ama telefon santralını ele geçirmek gibi yararlı bir iş
yapacakları yerde, üniformalarını giyerek yerel siyasileri toplamışlardı, izlanda Parlementosunun bütün
üyeleri tutuklanmıştı. General bunun gerekli olduğunu kabul ediyordu. Ama fazla sert davranmışlar ve
üyelerden biri de ölmüştü. Andreyev, onlara dostça davranmak daha iyi olurdu, diye düşünüyordu. Ama
operasyonun 'bu bölümü KGB'nin kontrolündeydi. General ekledi. «İzninizle. Daha yapılması gereken
çok şey var.»

General Fucifk'e döndüğü zaman SAM komutanı onu karşıladı. «Kötü bir haberim var, yoldaş general.»

General aksi aksi, «Bir bu eksikti,» diye söylendi. Çok uzun bir gün olmuştu bu.

«Kullanabileceğimiz sadece üç roket var.»

«Üç mü?»

«Amerikan roketi şilebe isabet ettiği zaman iki mavna da yara almış. Şok dalgaları SAM'ların bazılarının
bozulmasına neden olmuş. Ama asıl zararı yangını söndürmek için sıkılan su vermiş. Şimdi üç roket
çalışıyor. Dördü daha onarılabilir 'belki. Gerisi hiçbir işe yaramaz. Bize roket göndermeleri gerekiyor.
Çok üzgünüm.»

General öfkesine hakim oldu. «Suç sende değil.»

— 184 —

Vampirlerin Dansı

«USS NtMITZ»
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Toland on iki saat durmadan çalışmıştı. Ama edindiği bilgi yine de tam sayılmazdı.

«Ruslar, Norveçlileri ezmekle kalmamışlar,» dedi. «Şimdi onları güneye doğru sürüyorlar. Kuzey üslerine
saldırıyor ve onlara soluk alma fırsatı bile vermiyorlar.»

Çhip başını salladı. «Durum apaçık. Böylece Backfire'ları bize daha rahatça saldırabilecek. Brifing vakti
geldi.»

«Evet.» Toland notlarını alarak amiralin kamarasına gitti.

Amiral Baker, «Pekâlâ, yarbay,» dedi. «Çevreden başlaya-

Irm.»

«Pasifik'te henüz fazla bir şey olmuyor gibi. Sovyetler'in Japonya'ya bir hayli siyasi baskı yaptıkları
anlaşılıyor. Onlara da dünyanın geri kalan 'bölürrtüne anlattıkları hikâyeyi tekrarlıyorlar. Suçlu Almanlar.»

Baker homurdandı. «Saçma!»

«Öyle, amiralim, ama akla yakın bir hikaye bu. Yunanistan bu yüzden anlaşmaya uymaya yanaşmıyor.
Tarafsızlar ve Üçüncü Dünya ülkelerinin çoğu bu hikâyeye inanıyorlar. Japonya topraklarında Sovyetler
Birliği'ne saldırmak için kullanılacak üs-

— 185 —

lere yer vermeyeceğini açıklıyor. Batı Pasifik'teki tek uçak gemisi grubumuz Midway adası yakınlarında,
Filipinler'in batısında. Güney Cin Denizinin batısında hava faaliyeti görülüyor. Ama henüz büyük boyutlara
varmadı. Cam Ranh körfezinde henüz Sovyet gemileri yok. Yani Pasifik sakin. Ama bu durum uzun
sürmeyecek. Hint Okyanusunda Diego Garcia'ya roketle saldırı yapıldı. Galiba 'bir denizaltının işiydi bu.
Ancak roketler fazla zarara neden olmadı. NATO'nun güney kanadında bir hareket yok. Ruslar şu ana
kadar Batı Avrupa'da savaşıyorlar. Bir de başka yerlerde seçme Amerikan hedeflerine saldırıyorlar. Bu
arada dinlemeye razı olanlara da bizimle savaşmayı hiç istemediklerini söylüyorlar. Hatta Sovyetler
Birliği'ne gidecek olan turistlerin ve işadamlarının güvenliklerini sağlayacaklarından söz ediyorlar. Rusların
Avrupa operasyonları Almanya'da, yirmiyle otuz Spetznaz komando grubunun saldırısıyla başladı. Çoğu
yerde yenildiler. Ama iki noktada başarılı oldular. Hamburg limanı kapatıldı. Ana kanalda iki şilep
batırıl-dı. Bu işi yapan tim kaçıp kurtulmayı başardı. Bremen'de de aynı şeyi yapmaya kalkıştılar. Bir
kanalı kısmen kapayabildiler. Üç gemiyi de yaktılar. Ama bu tim kaçamadı. Diğer saldırılar nükleer silah
depolarına, iletişim merkezlerine ve bir tank birliğine karşı yapıldı. Kaybımız oldu ama çoğu yerde
Spetznaz grupları yok edildi. Sovyet Ordusu dün şafaktan hemen önce Batıya saldırdı. Ancak Hava
Kuvvetlerimiz çılgınca bir oyun yaptılar. Hakkında bazı söylentiler işittiğimiz Hayalet Uçaklar hizmete
sokulmuş. Ve Rus hatlarının gerisinde kargaşa yaratmak için onlardan yararlanılmış. Sovyetler'in oldukça
sarsıldığı anlaşılıyor. Hayalet Uçaklar ne yapmışlarsa, ilk Rus saldırısı tahmin edildiği kadar şiddetli
olmamış. Ruslar ilerliyorlarmış. Ama gece yarısına kadar ancak on beş kilometre kadar. İki noktada da
durdurulmuşlar. Şu ana kadar nükleer ya da kimyasal silahlar kullanılmamış. İki taraf da ağır kayıplara
uğramış. Özellikle Rusların en fazla ilerledikleri Kuzey Almanya'da. Hamburg tehlikedeymiş. Kiel Kanalı
bombalanmış olabilir. Bundan emin değiliz. Ama bir ibölümünün Rusların kontrolünde olduğu anlaşılıyor.»

— 186 —
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Toland, Norveç konusunda da bilgi verdi.

«Bizi asıl denizaltılar ve uçaklar tehdit ediyor.»

Nimitz'in hava grubu komutanı, .«Arka arkaya müjdeler veriyorsun,» diye söylendi. «Başka?»

«Daha önce de bildirildiği gibi Sovyetler izlanda'yı işgal ettiler. Oradan bilgi alıyoruz ama bunun devam
edebileceğini sanmıyorum.» „

Swenson, «Anlattıklarından Norveç'in hava saldırıları konusunda bizi uyaramayacağı anlaşılıyor,» dedi.
«izlanda'deki üssümüzü de kaybettik. Başka ne kaldı?»

«Bir şeyler kaldığı anlaşılıyor, efendim. Bana 'Gerçek Za-man'ın hava baskını uyarılarında bulunacağı
söylendi. Kod adı

bu.»

Hava grubu komutanı, «Gerçek Zaman neymiş?» diye sordu.

«Bunu bana açıklamadılar.»

«Denizaltı.» Baker hafifçe gülümsedi. «Yayın yapacağı zaman Tanrı onu korusun. Eh, Rusya
bombardıman uçaklarını izlanda'ya dün yolladı. Bugün nereye göndereceğini bilen var mı?»

152 NUMARALI TEPE, İZLANDA

Edwards soğuk dalgasını ve yağmuru önceden tahmin ettiği için biraz teselli buluyordu. Yağmur tam
zamanında, gece yarısından sonra başlamıştı. Dineceğe de benzemiyordu.

Edwards, «Avcı uçakları nerede?» diye sordu. Reykjavik Havaalanını dürbünle taradı ama bir gün önce
haber verdiği uçaklar gitmişti. Alanda şimdi bir helikopterle birkaç tank vardı. «Onların havalandıklarını
gören oldu mu?»

«Hayır, efendim. Dün geceki havayı biliyorsunuz. Bütün Rus Hava Kuvvetleri uçsaydı yine de
farkedemezdik.» Çavuş Smith de havaya sinirleniyordu. «Ama belki şu hangarların içindeler.»
•• .

— 187—

«p

«Şu nedir? Tank değil o. Garcia, şuna bir baksana. Alanın beş yüz metre batısında.» Üsteğmen dürbünü
uzattı.

«Paletli bir taşıt. Üç silahı da var. Ama top değil. Roketatarlar belki.»

Çavuş, «SAM'lar,» diye fikrini açıkladı. «Dün gece ne olduğunu anlayamadığımız o pırıltıyı hatırlıyor
musunuz? Herhalde bir SAM fırlatıyorlardı.»

«Eve telefon edeyim.» Edwards radyonun başına geçti.


Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Köpek Kulübesi, «Kaç roketatar?» diye sordu. «Ve hangi tip?»

«Bir tek roketatarı görüyoruz. Üzerinde üç roket var sanırım. Tipini bilmiyoruz. Beri zaten bundan
anlamam. Dün gece yerel saatle 23'te bir füze atmış olabilirler.»

Köpek Kulübesi, «Bunu bize neden haber vermedin?» dedi.

Edwards az kalsın bağırıyordu, «Çünkü bunun ne olduğunu bilmiyordum! Kahretsin! Biz gördüğümüz her
şeyi bildiriyoruz. Ama siz anlattıklarımızın yarısına bile inanmıyorsunuz!»

«Sinirlenme, Tazı. Sana inanıyoruz. Durumun zor olduğunu biliyorum. Başka bir şey var mı?»

Edwards adamlarına, «Durumun zor olduğunu biliyormuş,» diye alayla tekrarladı. Sonra da, «Fazla bir
faaliyet görülmüyor, Köpek Kulübesi,» dedi. «Tabii daha erken. Yollarda da trafik pek yok.»

«Anlaşıldı, Edwards. Şimdi çabuk söyle, babanın göbek adı nedir?»

Edwards şaşırdı. «Babamın göbek adı yok. Ne...»

«Teknesinin ismi?»

«Annie Jay. Ne oluyor?»

«Kız arkadasın Sandy'e ne oldu?»

Edwards'm kalbine bir bıçak saplandı sanki. «Kes sesini!» Sesi korkunçtu.

Karşıdaki, «Anlıyorum,» dedi. «Üzgünüm, üsteğmen, ama seni sınamamız gerekiyordu. Senin için yeni
emirlerimiz yok. Açıkçası bu konuda kimse bir karar veremiyor. Sakin ol ve Ruslarla karşılaşmamaya
çalış. Yayın programı aynı. Eğer seni y<j-

— 188 —

kalar ve radyoyla oyunlar oynamanı isterlerse söze, 'Her şey harika,' diye başla. Anlıyor musun? 'Her şey
harika,' diye.»

«Tamam. Böyle söylersem bir terslik olduğunu anlarsınız, Tamam.»

KEFLAVIK, İZLANDA

Hava Kuvvetleri müfrezesinin komutanı otuz saatten beri hiç uyumamış olmasına rağmen hayatından
memnundu. Keflavik şa>-hane bir üsttü. Paraşütçüler buraya fazla zarar vermeden ele geçirmişlerdi. Daha
da önemlisi, Amerikalılar bakım ve onarım araçlarını sığınaklara yerleştirmişlerdi.

«Avcı uçaklarının gelmesine ne kadar var?»

«Yarım saat, yoldaş binbaşı.»

152 NUMARALİ TEPE, İZLANDA


Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Nasıl olduysa havadakileri bu sefer ilk kez Edwards farket-ti. Bir Badger bombardıman uçağının gümüş
kanatları alçak bulutların arasında görünüp kayboluyordu. Sonra başka bir şey çıktı ortaya. Bu daha
küçüktü. Tekrar bulutların arasına girdi. «Bombardıman uçağı mıydı?»

«Ben bir şey görmedim, efendim.» Garcia ters tarafa bakıyordu.

Edwards radyoyu kullanmakta iyice ustalaşmaya başlamıştı. «Köpek Kulübesi, ben Tazı. Ve her şey
berbat. Anlıyor musun? Tamam.»

«Anlıyorum, Tazı. Bize ne haberler vereceksin?»

«Yukarıdan uçaklar geçiyor. Batıya gidiyorlar. Herhalde Kef-kft/ik'e. Bekleyin.»

Garcia dürbünü geri verdi. «Seslerini duyuyorum ama onları göremiyorum.»

— 189 —

«Köpek Kulübesi, çift motorlu bir uçak gördüm. Bombardıman uçağına benziyordu. Onu avcıya
benzeyen çok daha küçük bir uçak izledi. Yukarıdan uçak homurtuları geliyor. Ama altmış metre kadar
yukarıda kalın bir bulut tabakası var. Pek bir şey gözükmüyor.»

«Keflavik'e doğru mu gidiyorlar, dedin?»

«Evet. Bombardıman uçağı batıya doğru gidiyor ve alçalı-yordu.»

«Yürüyerek Keflavik'© dönebilir misin? Orada neler olduğunu öğrenirdin.»

Edwards bir an konuşamadı. Bu adam hiç haritaya bakmıyor muydu? Oraya gitmek için otuz kilometre
yürümeleri gerekecekti. «Hayır. Tekrarlıyorum. Hayır. İmkânsız. Tamam.»

«Anlıyorum, Tazı. Buno üzüldüm. Bunu senden istemem emredilmişti. Uçakları iyice sayabildikten sonra
bizi ara. Başarılı oluyorsunuz, çocuklar. Sıkı durun. Tamam.»

Edwards kulaklıkları çıkarırken, «Keflavik'e kadar yürüyüp yürüyemeyeceğimizi sordular,» diye açıkladı.
«Hayır, dedim.»

Smith başını salladı. «İyi etmişsiniz, efendim.»

KEFLAVİK, İZLANDA

İlk MİG-2 Fulcrum bir dakika sonra Keflavik'e indi ve üs cipinin peşinden ilerleyerek kulenin yakınında
durdu. Üs komutanı olan binbaşı orada bekliyordu.

«Keflavik'e hoşgeldiniz.»

«Sağolun.»

«Kaç uçak buraya ulaşabildi?»

Albay, «Altı,» diye cevap verdi. «Hammerfest açıklarında bir Norveç F-16'sı bize saldırdı. Biz daha onu
farkedemeden bizim uçaklardan birini düşürdü. Bir ikincisinin motoru arızalandı. Üçüncüsüyse
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Akureyri'y© inmek zorunda kaldı. Orada adamlarımız var mı?»

«Henüz yok. Sadece bir helikopter gönderebııaiK. mıgurv başka helikopterler de gelecek.» İçeri girdiler.

«Sana kahve vereyim, yoldaş. Üssün eski sahiplerinin bize karşı cömert davrandıklarını söyleyebiliriz.»
Binbaşı bir Amerikan termosunun kapağını açtı. Albay fincanı aldı ve kahveyi zevkle yudumlamaya
başladı. Bir yandan da uçaklarının alana inmelerini seyrediyordu. Binbaşı, «Roketlerimizin hepsi hazır.»
diye açıkladı. «Uçaklara tankerlerimizden yakıt verebileceğiz. Tekrar ne zaman havalanacaksınız?»

«Adamlarımın en aşağı iki saat dinlenmelerini ve bir şeyler yemelerini istiyorum. Buraya saldıran oldu
mu?»

«Sadece iki keşif uçağı. Birini düşürdük. Şansımız yardım ederse...»

«Şansa ahmaklar inanır. Amerikalılar bugün biz© saldıracaklar. Ben olsaydım öyle yapardım.»

«USS NIMITZ»

Toland, «izlanda'da yeni bir istihbarat kaynağımız var,» diye açıkladı. «Kod adı Tazı.» Uçak gemisinin
savaş harekât mer-kezindeydiler. «Tazı dün gece Reykjavik'e seksenden fazla nakliye uçağının geldiğini
bildirmiş. Yanlarında en aşağı altmış avcı uçağı varmış. Köpek Kulübesi İskoçya'dan Sovyet avcı
uçaklarının indiğine dair bir haber geldiğini ama bunun henüz doğrulanmadığını açıkladı.»

Hava grubu komutanı, «Uzun menzilli uçaklar olmalılar,» dedi. «Foxhound ya da Fulcrum. Neyse...
Zaten şu ara orayı ziyaret etmeyi düşünmüyorduk.»

«Toland, ne zaman gelirler dersin?»

«Uyduları yirmi dakika sonra yukarımızdan geçecek. Havalanmadan önce herhalde bilgi edinmek
isteyecekler. Ondan sonra her on havalanabilirler, amiralim. Backfire'lar yakıt ikmali ya-

— 191 —

par ve maksimum hızlo gelirlerse iki saatte burada olurlar. Ama bu en kötü ihtimal. Dört, beş saat daha
akla yakın.»

K1ROVSK, SSCB

RORSAT adı verilen Radar Okyanus Keşif Uydusu Nimitz ve diğer gemilerin üzerinden saat 3.10'da
geçti. Radarı konvoyu farketti ve kameraları onları yakaladı. Beş dakika sonra bu bilgi Moskova'ya ulaştı.
Bundan on beş dakika sonra ise. Kola yarımadasında Kirovsk kentinin etrafındaki dört üste uçuş
mürettebatına son brifing verildi. İki tarafın da on beş yıldan uzun süredir tekrarladıkları bir manevraydı
bu. Milyonlarca saat tutan planlamalar, çalışmalar ve manevralar şimdi denenecekti.

Önce Badger'ler havalandı. Havalanmaları bir hayli zor oldu, çünkü iyice yüklüydüler. Bombardıman
uçakları havalandıktan sonra batıya doğru gitti. Sonra ağır ağır sola döndüler ve Kuzey Atlas Okyanusuna
doğru uçtular.

Rusya'nın kuzey kıyılarından yirmi mil açıkta, USS Nerahal kurşuni denizin yüzeyinin hemen aşağısında
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

bekliyordu. Amerikan filosunun en sessiz denizaltısıydı ve bu bilgi toplamak için kullanılıyordu. Denizaltının
ince ESM antenleri yukarıya doğru uzanmıştı. Bir milyon dolara malolan araştırma periskopu da öyle.
Denizaltıdakj teknisyenler, uçaklar arasında alçak güçlü radyolarla yapılan konuşmaları dinlediler.
Üniformalı üç istihbarat uzmanı ve Ulusal Güvenlik Bürosundan bir sivil yapılacak baskını değerlendirdiler.
Sonra bunun bir uyarı yayını yapmayı göze almalarını gerektirecek kadar ciddi olduğuna karar verdiler.
De-nizaltıdan bir anten daha uzatıldı ve yirmi dört bin mil ötedeki bir haberleşme uydusuna doğru çevrildi.
Yayın ancak birkaç saniye sürdü.

•192-

«USS iMSMJTZ»

Mesaj otomatik olarak dört ayrı haberleşme istasyonuna iletildi. Otuz saniye sonra da Belçika'deki
merkeze ulaştı. Ondan beş dakika sonraysa san mesaj kâğıdı Toland'ın elindeydi. Yarbay hemen Amiral
Baker'a giderek kâğıdı uzattı. «Gerçek Zaman uyarıyor. O4'de hava baskını uçuşu. Kola'dan batıya
doğru. Tahmin, beş hava alayı ve fazlası.»

Baker saatine baktı. «Hızlı çalışmışlar. Hava grubu?»

Hava grup komutanı mesajı okudu, sonra da telefona gitti. Arka arkaya emirler verdikten sonra döndü.
«Onları elimizdeki her şeyle iki yüz mil ötede karşılayacağız ve yok edeceğiz.»

«Pekâlâ. Başka?»

Svenson düşünceli bir tavırla haritaya bakıyordu. Haritaya Sovyet bombardıman uçaklarını
gelebilecekleri noktaları belir-ieyen işaretler konmaya başlanmıştı. «İngilizler de uyarıldı mı?»

Toland, «Evet, efendim,» diye cevap verdi.

«Norveçliler de. Şansımız yardım ederse ikisinden biri uçaktan karşılayabilir. Hatta bazılarını da düşürür.»

«Güzel bir umut. Ama buna fazla bel bağlama. Saldırıyı ben yönetseydim batıya doğru uçar, sonra izlanda
üzerinden güneye dönerdim.»

Toland doğru, der gibi başını salladı.

Birkaç saat sonra binlerce milkarelik okyanusun üzerinde saklambaç oynayacaklardı. Ve kaybeden
ölecekti.

KUZEY ATLAS OKYANUSU

Sovyet Bear-D keşif ve bombardıman uçakları izlanda'nın güneyinden geçiyordu. Bear'lerin yirmi saat
dayanma gücü var-

— 193 —

R: 13

di ama savaşmaları hemen hemen imkânsızdı. Uçakların burun, kuyruk ve kanat uçlarındaki duyarlı
antenler Amerikan radar vericilerinin sinyallerini alabilmek için çevreyi araştırıyordu.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

izlanda'nın sekiz yüz mü kuzeyinde Badger'ler ise rota değiştirerek güneye doğru döndüler. Hâlâ tehlikeli
olan Norveçlilere gözükmemişierdi. İngilizlerin ise o kadar uzak mesafeye erişebileceklerini sanmıyorlardı.

İki yüz mil geride Backfire bombardıman uçakları yeniden yakıt almc işlemlerini tamamlıyordu.
Yanlarında uçan tankerler verdi.

Bu üç grup da güneye doğru iniyorlardı.

«USS NİMITZ»

Toland biraz hava almak için dışarı çıktı. Güzel bir sabahtı, Gökyüzündeki pamuk gibi bulutlar doğmakta
olan güneşten pembeye dönüşüyordu.

Totand saatine baktı. Altıya iki vardı. Savaş harekât merkezine dönmenin zamanı gelmişti. Yarbay tekrar
taze deniz havasını içine çekti. Ve, bu sonuncusu mu olacak, diye düşündü..

KUZEY ATLANTİK

Rus teknisyen Bear'in iç telefonuna, «Temas!» dedi. «Radarlı bir Amerikan uçağı. Nakliye tipi.»

Pilotla yardımcısı birbirlerine baktılar. İleride bir yerde Amerikan E-2 Hawkeye radar uçağı vardı.
Hawkeye, yüzden fazla uçağı yönlendirebilir, roket Kaşıyan bir avcı uçağını hemen üstlerine
gönderebilirdi.

— 194-

«USS NIMITZ»

Toland radar ekranına sessizce bakarak Hawkeye'leri izliyordu. Aynı bilgi gruptaki diğer gemilere de
iletiliyordu. ABD Deniz Kuvvetleriyle işbirliği yapan Fransız teknelerine de.

Ve herkes bekliyordu.

KUZEY ATLANTİK

Baskın komutanı hızla bilgi topluyordu. Artık dört Amerikan Hawkeye'nin yerlerini biliyordu. Bu mardan
ilk ikisinin yerini saptadıkları sırada diğer çift ortaya çıkmıştı. Ve Amerikalılar farkına varmadan denizdeki
savaş grubunun yerini de belli etmişlerdi. Şimdi Bear'leri Amerikalıların etrafında bir daire oluşturmuştu.
Amerikan radarlarından otuz dakika uzaklıktaydılar. Savaş gemilerinden ise dört yüz mil.

«Grup A'ya- Bir-sıfır-srfır yönünde düşman uçakları. Hız yirmi. A Saldırı Planını uygulayın. Zulu saatiyle
6.15'te. Aynı emir Grup B'ye de tekrarlansın. B Grubunun taktik kontrolü Doğu Timi koordinatörüne
geçiyor.» Çarpışma başlamıştı.

Seksen Badger bombardıman uçağında Sovyet pilotları saatlerine baktılar ve saniyeleri saymaya
başladılar.

«Ateş!»

Baştaki Badger sekiz saniye erken davrandı. Önce bir Kelt füzesi, sonra da ikincisi uçaktan ayrıldı. Uçak
biçimi roketlerin turbo jetleri çalışmaya başladı. BadgerHerin mürettebatı bir süre oto-pilotlu kuşlarının
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

ilerlemesini seyrettiler. Sonra da -döndüler.

— 195 —

suraurau. içıerınae elektronik aygft-lar vardı. Bunları kuyruklarındaki alıcılar otomatik olarak
çalıştıracaktı.

«USS NIMfTZ»

«Radar teması! Baskın 1. Kerteriz üç-dört-dokuz. Mesafe dört-altı-sıfır mil.»

'Baker usulca, «Demek geliyorlar,» diye mırıldandı. «Tam zamanında. Bir şey söylemek isteyen?»

Toland, «Ben,» diye başladı ama sözünü tamamlayamadı.

Bilgisayar ekranı bembeyaz oldu.

«Grup Üssü, ben Hawk-Üç.»

«Tamam!»

Hava Kontrol Subayı, «Grup Üssü, ben Hawk.-Üç,» diye bildirdi. «Yayın engelleniyor. Altı ya da yedi
engelleyici saptadık. Çok güçlüler. Silahların kullanılması için izin istiyorum.»

Baker hava operasyonu subayına baktı. «Başlayalım.»

Subay başını sallayarak mikrofonu aldı. «Hawk-Üç. Burası Grup Üssü. Silah kullanılması serbest.
Tekrarlıyorum. Silah kullanılması serbest. Yetki verildi. Birkaç bombardıman uçağın! düşürün. Tamam.»

KUZEY ATLANTİK

Kız çok öfkeliydi. Tabii, diye düşünüyordu. Uçacak kadar ustayım. Eagle için öğretmenlik edecek
kadar. Hatta Houston'a davet edilecek kadar. Ama^savaşa girmeme izin veriyorlar mı? Hayır! Savaş
oluyor ve bana uçak taşıma görevi veriyorlar, işte o kadar.

«Allah kahretsin!» Adı Amy Nakamura'ydı ve Amerikan Ha-

— 196 —

vo Kuvvetlerinde binbaşıydı. O ve üç erkek pilot yepyeni dört Eagle'ı Almanya'ya götürüyorlardı. Ve


orada başkaları bunlarla savaşa gireceklerdi.

Uçağın pilotu, «Hey, Amy,» diye seslendi. «Şuraya bak.» N-akamura'nın gözleri çok keskindi. Ama
gördüklerine inanamadı. «Bana ne gördüğünü söyle, Butch.» . «Badger'ler mi?»

«Evet, Tu-16 Badger'Ieri. .Vay vay vay! Denizciler nerede?» «Yakında. Onlarla bağlantı kurmaya çalış,
Amy.» «Deniz Görev Kuvveti, Deniz Görev Kuvveti. Hava Küvetleri .tasıma uçuşu Golf-dört-dokuz.
Dört Eagle-Bir-Beş'le doğuya gidiyoruz. Bir Rus bombardıman filosu görüyoruz. Duyuyor musunuz?» .

Hawkeye'de biri, «O da kim?» diye sordu.


Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Haberleşme teknisyeni cevap verdi. «Golf-Dört-Dokuz. Doğrulama istiyoruz. Neptün Dört çtma.» :Ne
de olsa bir Rus oyun oynuyor olabilirdi.

Binbaşı Nakamura usulca küfrederek haberleşme kotları üstesine baktı. «Tamam! Aydın Altı Halat.»

«Gebya-Dört-Dokuz. Bu Deniz Kuvvetlerinden Hawk-Bir. Yerinizi bildirin. Uyan: O Badger'lere


saldırıya hazırlanıyoruz. Bürodan uzaklasın. Tamam.»

«Nasıl uzaklaşırız? Kuzeye doğru giden üçten fazla Bad-ger'i görüyoruz. Yerimiz kırk-dokuz kuzey,
otuz-üç doğu.»

Subay, «Kuzeye mi gidiyorlar?» dedi. «Golf, bu Hawk-Bir. Gördüklerinizi tekrarlayın.»

«Hcwk-Bir, bu Golf. Şimdi on iki Badger görüyorum. Yani Targut-Umman-Bir-Altı bombardıman uçağı.
Güneyimde. Bana doğru hızla yaklaşıyor. Çarpışma başlıyor! Tamam!»

Teknisyen, «Radarda bir şey gözükmüyor,», diye açıkladı. «Bu Hawk'lar çok kuzeyde.»

«O halde bu adam neden söz ediyordu?» Binbaşı Amy Na-

— 197 —

kamura mikrofona uzandı. «Frank, doğuya geç. Butch, 'beni izle. Hepiniz yakıt kadranlarınıza dikkat
edin. Haydi! Saldırın!»

Badger pilotları görevlerinin en tehlikeli anı geride kaldığı için fazla rahatlamışlardı. Dört Amerikan savaş
uçağını ancak onlar iyice yaklaştıkları zaman farkettiler. Uçaklar üzerlerindeki mavi boya yüzünden kolay
kolay görülmüyordu.

Amy bir Badger'i havaya uçurdu. Parçalardan kurtulmak için hemen dalışa geçmek zorunda kaldı. Bütün
bunlar doksan saniye içinde olup bitti ama Amy ter içinde kaldı. İkinci Badger'i düşürmesi daha kolay
oldu.

«Butch neredesin?»

«Bir tanesini yakaladım, Amy! Düşürdüm!» Eagle, Nakamu-ra'ya yaklaştı.

Nakamura etrafına bakındı. Birdenbire gökyüzü bomboş kalmıştı. Arkadan gelen diğer iki Eagle'ın da
başarılı oldukları anlaşılıyordu. Diğer Badger'ler nereye gitmişti?

«Deniz Kuvvetleri Hawk-Bir, Golf. Bizi duyabiliyor musun?»

«Tamam, Golf.»

«Sizin için beş, tekrarlıyorum beş, Badger'i avladık.»

«Bu işde bir terslik var, efendim.» Hawk-Bir'deki radar operatörü ekranını işaret etti. «O Badger'lerin
izini bulduk. Ama bizimkiler onlardan bazılarını düşürdüklerini söylüyorlar. Bizden üç, dört yüz mil ötede
olmaları gerekir.»

«Grup Üssü, Hawk-Bir. Doğuya uçuş yapan Hava Kuvvetleri uçaklarıyla temas kurduk. Birkaç mil
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

kuzeyimizde beş 'Badger'i düşürdüklerini iddia ediyorlar. Badger'lerin kuzeye doğru gittiklerini
söylüyorlar. Tekrarlıyorum. Kuzeye doğru.»

Toland kaşlarını kaldırdı.

— 198 —

Baker, «Herhalde bazıları dönmek zorunda kaldı,» dîye düşüncesini açıkladı. «Bu onların yakıt sınırına
yakın değil mi?»

Hava operasyon komutanı, «Evet, efendim,» dedi. Ama bu yanıtını pek beğenmediği anlaşılıyordu.

Radarcı haber verdi. «Hedefleri tekrar yakaladık.»

Rusların Kelt füzeleri etraflarındaki karmaşadan habersiz yollarına devam ettiler. Radar vericileri
yüzünden Badger'lere çok benziyorlardı.

Yüz elli mil uzaklıktaki on iki Tomcat onları radarla buldu. «Tamam!» Herkes Badger'leri yakaladıklarını
düşünüyordu.

Tomcat'ler milyon dolarlık AIM-54C Phoenix füzelerini ateşledi. Bir dakikadan daha kısa bir süre kırk
sekiz füze otuz dokuz hedefi düşürdü. Yani otuz dokuz Kelt'i.

İlk Tomcat grubu dönerken, ikincisi çarpışmaya hazırlandı.


. •

«USS NIMITZ»

Toland usulca, «Bu işde 'bir gariplik var, amiralim,» dedi.

«Ne olabilir?» Baker gelişmelerden memnundu. Ekrandaki düşman bombardıman uçakları bir bir
temizleniyordu.

«Ruslar pek budalaca davranıyorlar, efendim.»

«Yani?»

«Yani şu ana dek Ruslar hiç bu kadar budalaca davran-marmşlardı. Amiralim, neden Bockfire'tar sesten
daha hızlı gitmiyor? Niçin bir tek saldırı grubu var ve sadece 'bir yönde ilerliyorlar?»

Boker, «Yakıt sorunu,» diye cevap verdi. «Badger'ler yakıt

— 199 —

sınırına yaklaştılar. Onun için doğruca buraya gelmek zorundalar.»

«Ama Backfire'lar aynı durumda değiller ki.» «Rota doğru, bilgi doğru.» Baker başını salladı. Sonra da
dikkatini savaşan Tomeat'lere verdi. Artık geride on dokuz hedef kalmıştı.

«Yeni radar teması. Baskın 2...»


Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Baker, «Ne?» diye homurdandı.

Bunu avcı uçaklarının uyarısı izledi. «Grup Üssü, bu Yumrukçu Lider. Hedefi görüyorum.» Sonra
heyecanla bağırdı. «Alarm! Alarm! Bu bir Badger değil. Kelt füzeleriyle savaşıyor-muşuz!»

Komuta odasındaki hoparlörden bir ses yükseldi. «Baskın -2. Yetmiş üç uçak. Yön: Iki-bir-yedi.
Uzaklık: Bir-üç-sıfır mil.»

Toland irkildi. «Bizi oyuna getirdiler, amiralim.»

Bembeyaz kesilen grup taktik savaş subayı mikrofonuna uzandı. «Kırmızı Hava Alarmı. Silahlar
kullanılabilir. Tehdit ek-' seni iki-bir-yedi.»

Bütün Tomcat'ler uzaklaşmış ve gemiler âdeta çıplak kalmıştı.

Toland araba çarpmış gibi dört metre öteye fırladı. Bir radara çarptı. Sonra-alevden bir duvar sanki onu
yaladı. Patlama bir gök gürültüsünden farksızdı. Bunu çığlıklar izledi. Savaş harekât merkezinin kıç
bölmesi ortadan kaybolmuştu. Oradan alevler yükseliyordu. Altı metre kadar ötede alev alev yanan
adamlar sendeliyor ve haykırıyorlardı. Toland sadece kaçmayı düşünüyordu. Su geçirmeyen kaportaya
atıldı. Bir mucize oldu ve açmayı başardı. Sancak tarafına doğru koştu. Geminin yangın sistemi çalışmaya
başlamıştı. Her şeyin üzerine tuzlu su püskürtüyordu. Toland tuzlu suyun derisini yaktığını hissetti. Saçtan
ve üniforması da sırılsıklam olmuştu.

— 200 —

Uçuş güvertesine çıkarken bir gemici hortumu ona dcğru çevirdi. Toland az kalsın yere yuvarlanıyordu.

Toland, «Harekât merkezinde yangın var,» diye inledi.

Gemici bağırdı. «Nerede yok ki.»

Toland dizüstü çökerek ileriye doğru baktı. Foch gemisinin kuzey tarafında olduğunu anımsıyordu. Ama
şimdi onun yerinde bir duman bulutu vardı. Neyse ki, Saratoga uçak gemisine bir şey olmamıştı. Üç mil
ötede TlcoıuJerego'nun üst kısmı yanıyordu. Ufuktaki ateşten top bir başka geminin de mah-volduğunu
gösteriyordu. Toland, Tanrım, diye düşündü. Soipan olabilir mi? Gemide iki bin deniz piyadesi vardı.

Bir itfaiyeci, «İleriye git, ahmak!» diye bağırdı. O sırada «biri güverteye çıktı. Komutan Svenson'du bu.

«İyi misin, Toland?» Adamın gömleği yırtılmıştı. Göğsündeki kesiklerden kanlar akıyordu.

Toland, «Evet, efendim,» dedi.

«Köprüye git. Sancağa dönmelerini söyle. Haydi!» Svenson koşmaya baştadı.

Toland da. Köprüye giderek komutanın emrini tekrarladı.

İkinci tomutan, «Zaten öyle yaptık,» diye homurdandı. «Ko-mufjan nasıl?» Köprü cam kırıkları içindeydi.

«Yaşıyor. Kıça gitti. Yangınla ilgilenmek için.»

Subay, «Ya sen kimsin?» diye sordu.


Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

«Grup istihbaratından Toland. Harekât merkezindeydim.»

«Öyleyse çok şanslısın. İkinci kuş senden on beş metre öteye düştü. Başka kurtulan var mı?»

«Bilmiyorum. Orası alev alev yanıyor.»

«Sen de biraz kavrulmuşsun.»

Toland'a sanki bir cam parçasıyla traş olmuş gibi geliyordu. Parmağını kaşlarına sürdüğü zaman yanmış
olan tüyler döküldü. «Yanıklar hafif. Yaşayacağım sanırım.»

JMimitz'deki «yangın bir saat sonra söndürüldü.

Svenson köprü üstündeki koltuğundan, «Her iki makine

— 201 —

tem yol ileri,» diye emretti. Southompton'a gideceklerdi. «İyr misin, Totand?»

«Bir şikâyetim yok.» Geminin reviri yüzden fazla ağır yaralıyla tıklım tıklım doluydu. Ölüler henüz
sayılmamıştı. Yarbay bunu düşünmek istemiyordu.

Komutan öfke dolu, alçak bir sesle, «Sen haklıymışsın,» diye mırıldandı. «Çok haklıymışsın. İşimizi
kolaylaşırdılar. Ve biz de bu oyuna kandık.»

«Bir başka gün biz kazanırız.*

«Bund<m emin olabilirsin!»

— 202 —

21

Çekiç

152 NUMARALI TEPE, İZLANDA

Edwards, «Onun bir avcı uçağı olduğunu biliyorum,» dedi. «Daha başkaları da olmalı.» Yine yağmur
yağıyordu, ama çok geçmeden duracaktı.

Smith, «Herhalde haklısınız, efendim,» diye cevap verdi. <Çavuş endişeliydi. Hemen hemen yirmi dört
saatten beri bu tepedeydiler. Düşman 'bir ülkede, bir yerde bu kadar süre kalmak doğru değildi.
«Üsteğmenim?»

«Evet, çavuş?»

«Bir tarafımızda telefon hatları var. Diğer tarafımızda da »elektrik telleri...»

Edwards gülümsedi. «Onları havaya uçurmak HU istiyorsun?»


Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

«Hayır, efendim. Ama çok geçmeden Ruslar onların önünde devriyeler dolaştırmaya başlayacaklar.
Burası onlarla karşılaşmamız için uygun bir yer değil.»

«Bize gözlememiz ve rapor vermemiz emredildi.» Ama Ed-•wards'm sesinde kuşku vardı.

«Evet, efendim.»

Edwards saatine baktı. «Zulu saatine göre 19.55. Belki Kö-

— 203 —

pek Kulübesi benimle konuşmak ister.» Radyoyu çıkardı.

«Köpek Kulübesi, Tazıyı arıyor, Köpek Kulübesi Tazıyı arıyor.»

«Şu ise bak!.. Tamam, buradayız, Köpek Kulübesi.»

«Yeni bir haber var mı?»

«Hayır. Yağmuru öğrenmek istiyorsanız o başka. Görüş mesafesi kısa. Fazia bir şey farkedilmiyor.»

Köpek Kulübesindeki nöbetçi haberleşme subayı hava haritasına baktı. Dernek orada gerçekten yağmur
yağıyordu. Subay amirini Tazıya güvenebileceğine ikna edememişti. Aslında onun Edwards olduğu
kesindi. Onlara üsteğmen hakkında bilgi de gönderilmişti. Colorado Springs'ten mezun olmuştu. Sınıfın'
'beşir.'Cİsiydi. Matematik ve mühendislik çalışmalarında başarılıydı. Meteoroloji atanında yapttğı doktora
çalışmalarında da. Colorado Springs'deyken gözlen biraz bozulmuş, bu da uçmasını engellemişti. Sessiz
ve çekingen bir gençti. Ama sınıf arkadaşlarının hepsinin de onu sevdikleri anlaşılıyordu. Psikoloji
raporunda «bir sa.vas.cj .değil» yazılıydı. Bu duruma ne kadar dayanabilecekti?

KEFLAVİK, İZLANDA

Binbaşı temizlenmekte olan alanı işaret ederek, «Bugün* durmadan çalıştık,» dedi.

«Henüz, hiçbir şey sona ermedi. Ancak alayın gerisi de geldikten sonra rahatlayacağım. Şimdiye kadar
bize saldırmaları gerekirdi.»

«Bize nasıl saldıracaklar dersin?»

Albay omzunu silkti. «Tahmin etmek zor. Ama bu alam kapama konusunda ciddilerse bir nükleer başlık
kullanabilirler.»

«Sen her zaman bu kadar iyimser misirv, yoldaş albay?»

Aslında saldırıya bir saat kaimışth

— 204 —

152 NUMARALI TEPE, KEFLAVİK

Gürültüyü duyan Edwards telaşla başını kaldırdı. Etrafta jetlerin o belirgin uğultusu yankılanıyordu.
Doğudan gelen uçaklar bir mil öteden geçtiler.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Edwards sevinçle, «F-4 bunlar!» diye bağırdı. «Bizim çocuklar!»

Ondan sonra kıyamet koptu sanki. Havaalanı ve yakınları cehenneme dönüştü.

İlk çarpışmanın sonucu biraz karışıktı. Amerikalılar bombardıman uçaklarının yansını kaybetmişler, buna
karşılık Keftavik Havaalanının beşte üçünü tahrip etmişlerdi. Sovyetier'in bir SAM bataryası mahvolmuş
ve bir şey de sağlayamamıştı. Ama Ruslar Keflavik'i yine de kullanabileceklerdi. Alan personeli
Amerikalıların bıraktıkları onarım aletlerini almak için koşuyorlardı. Alan gece yarısı olmadan açılacaktı
yine.

«USS PHARRIS»

Sonar operatörü, usulca, «Bu seferki gerçek sanırım, komutanım,» dedi. «Ama mesafe çözülemiyor.
Yine de yirmi üç milden yakın olduğunu sanıyorum.»

Morris diğer subaylarına baktı. «Ne öneriyorsunuz, baylar?»

Taktik harekât subayı, «Bir helikopter çıkaralım,» diye önerdi. «Mesafe konusunda bir fikir edinmeye
çalışalım.»

«Fena fikir değil.»

Beş dakika sonra firkateynin helikopteri havalanarak denize sonar şamandıraları attı. Bunların topladığı
bilgi Pharris'e gönderiliyordu.

— 205 —

Morris bu kez bir Orion uçağından yardım istedi. Uçakta siliden fazla sonar şamandırası vardı. Geminin
etrafında dolaşarak şamandıraları hem su yüzüne, hem de su altına atmaya başladı.

Sonar teknisyeni biraz sonra, «Tamam» dedi. «Beş ve altı numaralardan işaret alıyorum.» Sesi
heyecanlıydı. Kısa bir süre sonra ekledi. «Altıdan gelen sinyaller yükseliyor. Yediden de işaret alıyorum.»
Sonra birdenbire sesini yükseltti. «Hedef! Hedef!» Madeni bir ses gelmişti. Belki denizaltıda biri bir
kapağı kapatmış ya da elindeki "bir aleti düşürmüştü. «Kesinleşiyor! Hedefin hızı yaklaşık sekiz mil.
Uzaklığı kırk üç bin metre.»

Bu bilgi Orion'a da verildi. Aynı anda helikopter tekrar havalandı ve işaret fişeklerini attı.

Firkateynin torpido kovanlarının saldın mekanizmaları «Hazır» duruma geçmişti. Ama henüz hedefe ateş
etmeye hazır değillerdi.

Morris mırıldandı. «Sabredin. Acele etmeyin. Atıştan önce hedefi iyice yakalamalıyız.»

Orion'un taktik koordinatörü de aynı fikirdeydi. Uçakla helikopter denizin üzerinde daireler çizerek
tekrar işaret fişeklerini attılar.

«Tamam! Torpilleri atın!»

Uçağın torpil kapaklan açıldı. Torpil aşağıya doğru inerken paraşütü açıldı, torpilin burundan suya
dalmasını sağlayacaktı. Orion tekrar bir işaret fişeği atmayı da unutmadı.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

«Güçlü bir sinyal. Bir-yecH-dokuz kerterizinde.»

Torpil altmış metre daldıktan sonra daireler çizerek hedefini aramaya başladı. Yüksek frekanslı sonar
hedefi izliyordu. Ondan sonra her şey pek çabuk oldu.

Denizaltı o ana kadar yukarıda olanları farketmemişti. Eski bir Foxtrot'tu, ön saflarda çarpışamayacak
kadar gürültülüydü. Ama yine de güneyde olduğu belirtilen konvoya saldırmak niyetindeydi. Sonar
operatörü yukarıdan birtakım seslerin geldiğini 'bildirmişti, ama komutan yaklaşması emredilen konvoyun
yerini hesaplamakla meşguldü.

— 206 —

Torpil ilk daireyi tamamlarken hedefi forketti. Hızmı arttırarak amansizca denizaltıya doğru saldırıya geçti.

Denizaltı kaçacak durumda değildi. Tam yukarılarında olarv helikopterin mürettebatı, patlamanın neden
olduğu şok dalgaları yukarıya ulaşırken suyun âdeta sıçradığını, sonra köpürdüğünü gördüler.

Pilot, «Roket patladı,» diye bildirdi. Sistem teknisyeni denize pasif bir sonar şamandırası attı. Bir
dakikadan daha kısa bir süre sonra sesleri duymaya başladılar.

Foxtrot ölüyordu. Su içeriye dolmaya başlamıştı. İki dakika sonra denizaltı derinlere inerken suyun
basıncıyla parçalanan bölmelerin madeni gürültüsünü işittiler. Orion, «Bu iş tamam,» diye büdirdi, «Bir
denizaltı ortadan kalktı. Bir endişe kaynağı yeni. Sonarcılarm ve helikopterin iyi çalıştı, Pharris. Tamam.»
Uçak dönerek konvoyun önündeki yerine doğru gitti.

Sonar operatörü, «Hedefi ilk biz farkettik,» diye söylendi, «Torpili biz de kolaylıkla atabilirdik.» Morris
onun omzuna bir yumruk atıp yukarıya çıktı.

Köprü üstündeki mürettebat sevinçle gülüyordu.

Bir gözcü birdenbire, «O da nesi?» diye bağırdı. «İskele tarafında bir patlama.»

Morris dürbünü kaptı. Gözcünün işaret ettiği tarafta, konvoydan kara bir duman yükseliyordu. Başka biri
de ilk avını yakalamıştı anlaşılan.

«USS NIMİTZ»

Toland hiç bu kadar kaynak makinesinin birarada kullanıldığını görmemişti. N'imltz'de onarım hızla
sürüyordu.

«Toland, İskoçya'ya gideceksin.»

«Anlayamadım, efendim.»

«Hava grifbu bölünüyor. Avcılar ve Hctwkeye'ler kuzeye gidiyorlar. Ruslar, ingilizlerin kuzey radar
hattına saldırıyor-

— 207 —
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

muş. Norveçlilere yardıma çalışırken de çok avcı uçağı kaybetmişler. Tomcat'ler yola çıktı bile. Avcı
timieriyle çalışmanı ve Rusların Badger'ieriyle nasıl bir oyuna kalkıştığını anlamanı istiyorum. Saldırı kuşları
şimdilik NATO taktik yedek kuvveî-Jerine katılacak.»

«Ne zaman gidiyorum?» Toland toplayacak eşyası olmadığını düşünüyordu. Roket bu işin de icabına
bakmıştı. İlk işi ailesine telgraf çekerek yaşadığını bildirmek olacaktı.

İZLANDA

«Köpek Kulübesi. Tazı. Ne oldu?»

«Tazı, bana Keflavik'e saldırıldığını söylemem için yetki verildi.»

«Yok canım! Bir B-52 bizim lanet olasıca tepeye çakıldı. Avcı uçakları gördüğümü kimseye bildirmedin
mi?»

«Verdiğin 'bilgi 'doğrulanmayan haber' olarak değerlendirildi ve kimseye bildirilmedi. Ben aynı fikirde
değildim. Raporuna devam et.»

«Dört Sovyet uçağı gördüm. Tekrarlıyorum. Dört. Tek kişi-'Hk. Tipi bilmiyorum. Ama çift
kuyruklu.,Anlıyor musun?»

«Çift kuyruklu. Anlıyorum. Dört tane gördüğünü doğrula.»

«Bir-iki-üç-dört, Köpek Kulübesi. Onların tepemden sırayla geçmelerini sağiayamam. Ama bir daha
sefere buraya bombardıman uçaklarım refakatsiz gönderirseniz beni suçlamayın.»

«Kazadan kurtulan oldu mu?»

«Hayır. Paraşütle atlamadılar. O çarpışmadan kimse sağ kurtulamazdı. Ufukta da ateşten bir küre
gördüm. Ama bunun ne olduğundan emin değilim. «Sansar'lar ne yaptı?»

«Bunu söyleyemem, Tazı. Ama SAM'larla ilgili haberin için teşekkürler.»

«Bana talimat verecek misin?»

— 208 —

«Durumun yeniden değerlendiriliyor. Bir saat sonra konuşuruz.»

«İki saat sonra olsun, ahbap. Kötü adamlar bu tarafa bir devriye gönderemeden uzaklaşmamız
gerekiyor. Tamam.» Deniz piyadeleri Edwards'm etrafını sarmışlar, ellerinde silahları tetikte bekliyorlardı.
Edwards kulaklıkları çıkararak radyoyu çantaya koydu. «Haydi, gidelim.»

Zaten tepeden koşarak bir kilometre kadar uzaklaşmışlardı. Hızla yürümeye başladılar. Saatler sonra da
Holmshraun düzlüğüne ulaştılar.

Smith anlamlı anlamlı, «Şimdi ne yapacağız, efendim?» diye sordu.

«Burada rahatlıkla saklanabiliriz, çavuş. Elli metre öteden bile bizi bu kayaların arasında göremezler.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Havanın kararmasını bekleyelim ve şu yolun kuzeyine geçelim. Ondan sonra etraf ıssızlaşıyor. Daha
doğrusu bu haritaya göre öyle.»

«Radyoyla konuştuğumuz dostlarımız buna ne diyecekler?»

«Bunu öğrenmemiz daha doğru olur sanırım.» Edwards saatine baktı. Hemen hemen iki saat gecikmişti.

Köpek Kulübesi öfkeliydi. «Neden geciktin?»

«Tepeden uzaklaşmak zorundaydık. Belki orada beklememizi ve enkazı araştıran Rusları saymamızı rnı
tercih ederdin? Dinle. Burada yapayalnızız. Ve bu da insanı biraz korkutuyor.»

«Anlıyorum, Tazı. Pekâlâ, yeni emirler vereceğiz. Bulunduğunuz yerin haritası var mı?»

«Evet, var.»

«Tamam. Senin Grafarholt'a gitmeni istiyorlar. Orada bir tepe var. Onun yakınında güvenli bir yer
bulacak ve yeni talimata kadar saklanacaksın.»

«Buraya 'bak, Köpek Kulübesi! Ya biz buradan uzaklaşa-madan Ruslar radyo yayınlarımızdan
yararlanarak bizi yakalamaya kalkarlarsa?»

«Tamam. Bunu sormanın zamanı gelip de geçmişti bile. Sendeki radyoda binlerce kanal var. Rusların
onlardan birini yakalaması olasılığı pek zayıf. Sonra sende döner anten var.

— 209 —

F.: 14

yapacağın zaman Ruslarla aranda bir tepe olmasına -dikkat et. Yani bu bakımdan güvendesin. Sevindin
mi?»

«Biraz.»

«O tepeye ne zaman ulaşırsın?»

Edwards haritaya baktı. Tepe yedi kilometre kadar ötedeydi. Barış zamanında oraya iki saatte
gidebilirlerdi. Ama arazi engebeliydi. Karanlığı 'beklemek, birkaç köyün yanından dolaşmak
zorundaydılar. «En erken on iki saat sonra.»

«Tamam. Anlaşıldı, Tazı. On iki saat sonra. İyi. Seni o zaman ararız. Bildireceğin başka bir şey var mı?»

«Aşağıdaki yolda faaliyet görülüyor. Birkaç kamyon. Ordu tipi. Yeşile boyalı. Çok sayıda personel taşıtı.
Ama zırhlı bir şey yok.»

«Tamam. Acele etme, güvende olmaya çalış. Görevin düşmanla karşılaşmamak ve bize haber vermek.
Bize ihtiyacın olursa buradayız. Tamam.» /

Kuzey Iskoçya'daki Köpek Kulübesinde haberleşme subayı arkasına yaslandı. Cay içmekte olan bir
istihbarat subayı, «Qo cuk biraz telaşlıydı sanırım,» dedi.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Bir başkası, «SAS'a alınacak bir tip değil,» diye mırıldandı.

Bir üçüncüsü, «O kadar aceleci olmayalım,» dedi. «Bence çok zeki. Ve gerektiği zaman kaçmayı
düşünecek kadar da soğukkanlı. Biraz sinirli olabilir. Ama o durumda kim olsa sinirlenir.»

İlk subay haritayı işaret etti. «O kadarcık yolu on iki saatte mi aşacak?»

Sivil elbiseli bir adam, «Tepelerle dolu, açık bir arazide ilerleyecek,» diye hatırlattı. 22. SAS
Alayındayken ağır biçimde yaralanmıştı. «Yoldan askeri kamyonlar ve taşıtlar geçiyor. Güneş hiç
batmıyor. Bu dört adamın ne yapmalarını bekliyorsun? O çocuğun biraz aklı olsaydı bu işten çoktan
vazgeçerdi. Eğer o tepeye zamanında ulaşırsa ondan sonra başarılı olur.»

— 210

KİEV, UKRAYNA

Deniz subayı, «Haberler iyi,» dedi. «Bombardıman uçaklarımız üç uçak gemisi, iki kruvazör ye iki
destroyer batırmış.»

Alekseyev'le !başkomutan bakıştılar.

Sonra başkomutan, «Bu değerlendirme kesin mi?» diye; sordu.

«Evet kesin. Hepsi de doğrulandı. Hem çekilen fotoğraflarla, hem uydulardan alınan filmlerle. Sizin için
Atlas Okyanusunu yakında kapatacağız, yoldaşlar.»

O çıktıktan sonra Alekseyev, «Okyanusun kapatılmasına gerçekten ihtiyacımız olabilir,» dedi.

Başkomutan bir şeyler mırıldandı. Almanya'da durum hiç de iyi değildi. Sovyet Hava Kuvvetleri
korktuklarından daha büyük bir zarara uğramıştı. O yüzden de kara harekâtı programa uyamamış ve
gecikmişti. Elbet üzerindeki köprülerin ancak yarısı yapılabilmişti. İlk birlikler kayba uğruyordu. Destek
kuvvetleri ise Elbe'nin gerisine sıkışıp kalmıştı.

İZLANDA

Edwards, «Hava yeterince karardı,» dedi. Meteoroloji uzmanları ve gemicileri buna «denizci
alacakaranlığı» derlerdi. Güneş kuzeybatı ufkunun hemen aşağısına inmişti. Beş yüz metreden ilerisi
gözükmüyordu. Üsteğmen çantayı sırtına takarak ayağa kalktı. Deniz piyadeleri de onu izlediler. Ama
isteksizce.

Bir süre sonra kayaların arasından bir çimenliğe çıktılar. Buradan bir nehir geçiyordu. Su buz gibiydi.

Smith karanlıkta güldü. «Herhalde bu herkesin uyanmasını sağladı.»

— 211 —

Rodgers söylendi. «Bacaklarımın donmasını mı istiyorsun, çavuş?»

Edwards, «İleride kimse yok sanırım,» diye mırıldandı. «Daha ileride bir dere var. Sonra karayolu
geliyor. Arkasından başka bir yol daha. Sonra yamaçtan yine düzlüğe çıkacağız. Haydi, gidelim.»
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

«Tamam, üsteğmenim.»

Neyse ki kır dümdüz uzanıyor, otlar botlarının konçlarına kadar geliyordu. İki büklüm, hızla ilerlediler.
Silahları göğüslerine dayamışlardı. Hoimur köyüne yaklaşmamak için biraz doğuya doğru gidiyorlardı.
Dere sığdı ve sulan da öyle buz gibi değildi. Sonunda grup yolun kenarındaki sazların arkasına sindi.

Smith, «Tamam,» dedi. «Karayolunu bir dakika arayla teker teker aşacağız. Diğer tarafta, on beş metre
kadar içeride "s duracağım. Şu kayaların yanında. Yolu hızla, koşarak aşın ve benim yanıma gelin. Bir
şeyin geldiğini farkederseniz hemen yoldan kaçın ve yere yatın. Hareketsiz yatarsanız sizi göremezler.
Telaşlanmayın. Tamam mı?» Edwards da dahil hepsi baslarını salladılar.

Çavuş iki tarafına baktıktan sonra hızla yolu aştı. Bir dakika beklediler, sonra Garcia, Smith'i izledi.
Arkasından Rodgers. Edwards altmışa kadar saydıktan sonra yerinden fırladı. Kalbinin dehşetle çarpması
yüzünden şaşırmıştı. Tam yolun ortasına kadar geldiği sırada ileride bir arabanın ışıkları belirdi. Donmuş
gibi yolun ortasında kalakaldı.

Çavuş. «Koş, üsteğmen!» diye bağırdı.

Edwards başını salladı ve Smith'in sesinin geldiği tarafa doğru koştu. «İşıklar yaklaşıyor.»

«Önemli değil. Sakin olun, efendim. Çocuklar yayılın! İyi bir yer bulup gizlenin. Kımıldamayın. O
silahların emniyetlerinin kapalı olmasına özellikle dikkat edin. Siz benim yanımda kaim, efendim.»

İki er yüksek otların arasına girerek gözden kayboldular. Edwards yere, Smith'in yanına yattı. «Beni
gördüler mi dersin?»

— 212 —

Karanlık yüzünden Smith'in yüzündeki öfkeü ifadeyi farkede-memişîi.

«Sanmıyorum. Bir daha yolun ortasında öyle donmuş gibi durmayın, efendim.»

«Durmam. Üzgünüm, çavuş. Bu işler bana göre değil.»

Smith, «Sadece söylediklerimi dinleyin ve ezberleyin,» diye fısıldadı. «Tamam mı? Biz deniz piyadesiyiz.
Sizi koruruz.»

Işıklar ağır ağır yaklaştı. Gelen büyük bir askeri kamyondu. Edwards tepki göstermemeye çalıştı ama
farkına varmadan süa-hmın dipçiğini sıkıca kavradı. Smith elini uzatarak makineliyi aşağıya itti. «Dikkatli
olun, üsteğmenim,» diye fısıldadı.

Kamyon geldiği gibi yine ağır ağır uzaklaştı.

Rodgers'la Garcia onların yanına geldiler. Smith, «İyi davrandınız, çocuklar,» dedi. «Gidelim mi,
üsteğmen?»

«Evet.» Davranışları yüzünden utanan Edwards, çavuşun öne geçmesine izin verdi.

«USS PHARR1S»

Sonar operatörü ekranı işaret etti. «Dostumuz October sınıfı denizaltı bu sanırım. Konvoyumuza
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

yetişmeye çalışıyor.»

Taktik harekât subayı, «Kırk altı bin metre uzaklıkta,» dedi.

Morris, «Helikopter havalansın,» diye emretti.

Pharris'in helikopteri beş dakika sonra hızla güneydoğuya gidiyordu. Bir başka Orion da doğudan hedef
noktasına doğru gelmekteydi. İkisi de alçaktan uçuyor, daha önce konvoydan bir gemiyi batıran ve bir
diğerini de ciddi bir biçimde yaralayan denizaltıyı gafil avlamaya çalışıyordu. Rus gemisi hızını •arttırmakla
hata yapmıştı. Reaktör tulumbaları çalışıyor ve gürültü tekneden etrafa sızıyordu. Periskopu yukarıdaydı.
Orion bu sayede radarlarıyla onu yakaladı. Helikopter o noktaya da-

— 213 —

ha yakındı ve pilotu Orion'un taktik'koordinatörüyle bağlants kurmuştu.

Uçağın güçlü projektörleri yandı. Denizaltının indirdiği periskopunun bıraktığı köpükler iyice görülüyordu
artık. Orion'un bomba kapakları açıldı ve bir torpil, bir sonar şamandırasıyla birlikte karanlık sulara doğru
düştü. Sonar teknisyeni iç telefona, «Kesin sonar teması,» dedi. «Hedef bir denizaltı. Torpil hızla hedefe
yaklaşıyor. Yaklaşıyor... Çarptı!»

Ekrandaki işaretlerin arasında parlak bir nokta belirdi.

Teknisyen sevinçle, «Tam isabet!» diye bağırdı.

Morris radyoya, «isabeti doğruluyoruz,» dedi. «Bravo, Orion. Onu çabuk yakaladın.»

«Tamam, Phorris. Teşekkürler, izi iyi buldunuz. Helikopteriniz de çok başarılı oldu. Tamam.»

Morris köşeye giderek fincana kahve koydu. Böylece^ikî Sovyet denizaltısımn batırılmasına yardım etmiş
oluyorlardı.

Taktik subayı pek de memnun değildi. «Gürültülü eski bir Foxtrot'lo hata yapan bir October'ı yakaladık.
Ona bizi izleyip haber vermesi mi emredilmişti acaba? Onu bu yüzden mi yakaladık?»

Morris, «Belki,» diyerek başını salladı. «Ama kayba uğradıkları için bu plandan vazgeçebilirler.»

«USS CHİCAGO»

McCafferty de bir avın peşindeydi. Bir saatten beri onu izlemekteydiler.

McCafferty mürettebatın fısıldaşmaya başladığının farkındaydı. «Önce tersanedeki yangın. Sonra


olmayacak zamanda Barents denizinden uzaklaştırılmamız. Ve dost bir uçağın saldırısına uğramamız...
Chicago uğursuz bir gemi mi?»

Komutan harita masasına gitti. «Ne oluyor?»

— 214 —

«Rotasını pek değiştirmedi, ileride bir yerde. Belki seksen mil ötede.»
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

İkinci komutan, «Komutan, bana sorarsanız,» dedi. «Biz bir nükleer denizaltıyı kovalıyoruz. Onun
görevinin bizimkiyle aynı olduğundan da eminim. Devriye geziyor. Rota değiştirmemesinden de anlaşılıyor
bu.»

McCafferty kaşlarını çattı. Savaş başlayalı beri ilk kez bir düşman hedef bulmuştu. Denizaltısı devriye
bölgesinin kuzey sınırının yakmındaydı. Hedefse herhalde sınırın öbür tarafınday-dı. Onun peşinden
giderse kendisine verilen bölgeyi savunmasız bırakmış olacaktı. Yine de, «Onun peşinden gidelim,» diye
emretti.

GRAFARHOLT, İZLANDA

Köpek Kulübesi, «Erken davrandm. Tazı,» dedi.

Edwards iki kayanın arasında oturuyordu. Anteni dizine dayamıştı. «Etraf fazla aydınlanmadan buraya
ulaşmamız gerekiyordu.» Güneş arkalarından doğarken son kilometreyi koşarak aşmışlardı. Edwards
deniz piyadelerinin kendisinden fazla soluduklarını görerek biraz avunmuştu.

«Ne kadar güvendesin?»

«Aşağıdaki yolda hareket var. Ama orası bizden bir kilometre kadar uzakta.»

«Pekâlâ. Güneybatıdaki elektrik santralini görüyor musun?»

Edwards dürbünü tek eliyle tutarak o tarafa baktı. «Evet. Görüyorum.»

«Durum nasıl, Tazı?»

Üsteğmen az kalsın, «Harika,» diyecekti. Son anda kendini tuttu. «Berbat. Her şey berbat.»

«Tamam, Tazı. O elektrik santralına dikkatli bak. Etrafında bir şeyler var mı?»

«Bir dakika.» Edwards anteni yere bırakarak santralı daha

— 215 —

dikkatle inceledi. «Tamam. Batı tarafındaki köşenin arkasında zırhlı 'bir taşıt var. Üç... hayır, dört silahlı
etrafta dolaşıyor. Görünürde başka bir şey yok.»

«Çok güzel, Tazı. Sen simdi orayı gözetie. SAM'lar gözükürse haber ver. Başka avcılar gördüğün
takdirde de bilgi istiyoruz. Gördüğün kamyon ve birliklerin sayısını kaydet. Nereye doğru gittiklerini de.
Hepsini yazmayı unutma. Tornam mı?»

«Tamam. Gördüklerimizi yazacak ve bildireceğiz.»

«İyi. Güzel çalışıyorsun. Tazı.» Köpek Kulübesi tekrar hatırlattı. «Görevin gözlemek ve haber vermek.
Düşmanla karşılaşmaktan kaçın. Düşman birliklerinin sana doğru geldiklerini görürsen hemen kaç. Bize
haber vermek için bekleme. Hemen uzaklaş. Fırsat bulduğun zaman bizimle bağlantı kur. Şimdi bir süre
yayın yapma.»

«Tamam.» Edwards radyoyu kaldırdı.


Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Smith, «Neler oluyor, üsteğmen?» diye sordu.

«Burada oturacak ve şu uzaktaki elektrik santralını gözetleyeceğiz.»

«Bazı ışıkları söndürmemizi mi istiyorlar dersiniz?» Edwards, «Orada fazla asker var, çavuş,» diye cevap
verdi..

Gerindi ve çantasını açtı. Garcia tepecikte nöbetteydi. Rodgers

ise uyuyordu. «Kahvaltıda ne var?»

«Eğer sizde krakerle fıstık ezmesi varsa, onlara karşılık

şu şeftalileri veririm.»

Edwards aldığı kutunun kapağını açarak içine baktı. «Anlaştık.»

Karşılık

«USS CHİCAGO»

ikinci komutan omzunu silkti. «Onu kaybettik.» «Anten derinliğine çıkalım. Bakalım yukarıda neler
oluyor.» McCafferty periskopa gitti. Mürettebatın sinirlerinin gerilmiş " olduğunun farkındaydı. Bu
manevrayı son kez yaptıkları zaman (; batmalarına ramak kalmıştı. Denizaltı doksan metreye çıktı. Sonar
çevreyi kontrol etti ama hiçbir şey bulamadı. ESM ante-, ni uzandı ve elektronik teknisyeni zayıf sinyaller
aldığını bildirdi. McCaffery periskopla etrafı çabucak taradı. Havada da bir şey yoktu, denizin yüzeyinde
de.

Komutan, «Kuzeyde fulma var,» dedi. «Periskopu indirin.» Fırtına yüzünden denizaltıların çıkardıkları
sesleri duya-; mayacakSnrdı.

McCafferty, «Yerimize dönelim,» diye emretti. «Derinden. On mille. Biraz uyuyacağım. Beni iki saat
sonra uyandırın.» McCafferty kamarasına gitti. - Yirmi saattir uykusuzdu. Ayakkabılarını çıkararak
uzandı. Ama uyuyamadı.

— 216 —

— 217

KEFLAVIK, İZLANDA

Albay avcı uçağının yanma elini sürdü. Buraya bir bombardıman uçağı silueti çizilmişti. Albayın ilk savaş
zaferiydi bu. Üstelik avladığı, vatanına zarar verebilecek nükleer silah taşıyacak kapasitede bir uçaktı.

Albay saatine baktı. İki saat sonra filosuyla Backfire'taro refakat edecekti. Gidip konvoyları
arayacaklardı.

GRAFARHOLT, İZLANDA

«Pekâlâ, Köpek Kulübesi. Reykjavik'te alanda sekiz avcı uçağı bekliyor. Hepsinin üzerinde de kızıl
yıldızlar var. Hava roketleri olduğu anlaşılıyor. Paletli bir taşıta 'bir tür makineli yüklenmiş. İki roketatar
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

görüyorum.»

«O paletli taşıt bir Zuhal-Seydi-Umman-Üç-Sıfır, Tazı. Çok kötü. Onlar hakkında etraflı bilgi istiyoruz.
Alanda onlardan kaç tane var?»

«Sadece bir tane. Terminal binasının batısında, birkaç yüz metre ötede duruyor.»

«Avcılar birarada mı? Yoksa dağınık mı?»

«Dağınıklar. İkişer ikişer dizilmişler. Her çiftin yanında küçük bir kamyon 'bekliyor. Beş ya da altı asker
de. Burada yüz er olduğunu sanıyorum. İki zırhlı araç ve dokuz kamyon var. Alanın etrafında dolaşıyorlar.
Birkaç makineli tüfek yuvasını da farkettim. Rusların birlikleri nakletmek için yerel uçaklardan
yararlandıkları anlaşılıyor. Askerlerin küçük uçaklara bindiklerini gördük. Bugün böyle dört uçuş yapıldı.
Dünden beri hiç Rus helikopteri geçmedi.»

— 218 —

Köpek Kulübesi, «Reykjavik kenti nasıl gözüküyor?» diye

sordu.

«Sokakları görmek zor. Aşağıya, vadiye bakabiliyoruz. Havaalanına doğru. Tepeden, ancak birkaç
sokak görülebiliyor. Dörtyol ağzında bir zırhlı araç duruyor. Askerler bekliyorlar. Polisler gibi.
Görebildiğimiz kadarıyla, her dörtyol ağzında böyle gruplar var. Bana sorarsan, askerlerin çoğu
Reykjavik ve Keflavik'te. Görünürde pek sivil yok. Anayollarda fazla faaliyet görülüyor. Bir şey daha var.
Ruslar buradakilerin ciplerine el koymuşlar, onları kullanıyorlar.»

«Başka nakliye uçağı geldi mi?»

«Beş tane geldi. Hava açık. Onların Keflavik'e doğru git-, tiklerini görebiliyoruz. Bunlardan dördü
IL-76'ydı. Diğeriyse bizim C-130'lara benziyordu. Onun adını bilmiyorum.»

«Avcıiar uçuyor mu?»

«İki saat önce bir avcı uçağının havalandığını gördük. Bence devriye geziyorlar. Avcıları burada ve
Keflavik'te. Bu bir tahmin oma yanıldığımı sanmıyorum. Ayrıca avcıların beş dakika içinde
havalanabilecek durumda oldukları belli. Yani tetikteler.»

«Tamam, anladım, Tazı. Senin durumun nasıl?»

«iyice saklandık. Çavuş iki kaçış yolumuz olduğunu söylüyor. Rusların aramaya çıktıkları yok henüz.
Şimdiki durumda kentteler ya da yollarda. Bu tarafa doğru gelirlerse kaçacağız.»

«İyi edersiniz. Tazı. Zaten yakında o tepeden ayrılmanı bildireceğimizi sanıyorum. 'Başarılı oluyorsun,
oğlum. Sıkı dur. Tamam.»

ÎSKOÇYA

Binbaşı, «Çocuk başarılı oluyor,» dedi. Durumu biraz sıkıcıydı. İngiliz istihbaratının yönettiği bu NATO
haberleşme kara-
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

— 219 —

kolundaki tek Amerikan subayıydı, ingilizlerin yansı Edwards'a güveniyor, yansı güvenmiyordu.

Yüksek rütbeli ingiliz subayı, «Bence çok başarılı,» diyerek başını salladı. Bir süre önce tek gözünü
kaybetmişti. «Dikkat ettiniz mi, gördükleriyle kendi fikirlerini birbirinden kesinlikle ayırıyor.»

Bir başkası burun kıvırdı. «Meteoroloji uzmanı... Oraya birkaç profesyonel yollamalıyız. Bunu en çabuk
ne zaman yapabiliriz?»

«Belki yarına. Onları denizaltıyla göndermek 'istiyorlar. Ben de böylesini uygun buluyorum. Paraşütçülerin
inmeleri zor olur. izlanda kayalarla kaplı, insanın ayak bileklerini, bacaklarını kırması işten bile değil. Sonra
Sovyet avcı uçaklarını da unutmayın. Oraya adam göndermek için acele etmemize gerek yok. Öyle değil
mi? Önce onların gücünü zayıflatmalı ve rahat- -larmı kaçırmalıyız.»

Binbaşı, «O iş bu gece başlayacak,» dedi. «Kuzey Çekici* nin ikinci bölümü izlanda'da güneş batarken
uyguloncak.»

«Birinci bölümden daha 'başarılı olacağını umarım.»

STORNOWAY, İSKOÇYA

Toland Kraliyet Hava Kuvvetlerinden olan istihbarat subayına, «Burada durum nasıl?» diye sordu.

«Daha iyi olabilirdi. Norveçlilere yardım etmeye çahşırken sekiz Tornado kaybettik. Gücümüz yerel
savunmaya zorla yetiyor. Ve Ruslar kuzeydeki radar merkezlerimize saldırmaya başladılar.»

İkisi harekât odasına girdiler. Toland hemen yeni bir baskın planlandığını anladı. Harekât subayı Toland'a
onlara katılmasın! işaret etti.

«Bir alay göndereceğiz. Ya da daha azını. Sizin P-3'lerden £>iri orada gizlice dolaşıyor. Ve uçaklar
İzlanda'nın kuzeyinde

— 220 —

yakıt ikmali yaparken bir radyo konuşmasını yakaladı. Onların konvoylardan 'birine saldıracağını
sanıyoruz.»

Toland, «Tomcat'lerin o uçakları üsse dönerken pusuya düşürmelerini mi istiyorsunuz? Zamanlama zor
olacak.»

«Hem a'e çok zor. Bu da bir engel. Sovyetler'in izlanda'da bombardıman uçakları olduğunu biliyoruz.
Yeni bir habere göre de İzlanda'daki iki havaalanında avcı uçakları varmış.»

«Haberin kaynağı 'Tazı' mı?»

«Ah, onu duydunuz demek? Evet.»

«Avcı uçakları hangi tip?»

«Sizin genç onların çift kuyruklu olduklarını bildirdi. MİG-25, -29 ya da -31 olabilirler.»
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Toland, «Fulcrum onlar,» diye fikrini açıkladı. «Öyle sanıyorum.»

«Evet, Fulcrum olabilir. Ruslar herhalde' bombardıman uçaklarının geçebilmeleri için avcıların güvenli bir
yol sağlamalarını planlıyor.»

«Uçakların geri dönerken yakıt ikmali yapmaları gerekecek. Yakıt uçaklarını yakalayamaz mısınız?»

«Bunu biz de düşündük. Ama okyanus binlerce mil genişliğinde. Zamanlama ise çok daha zor. Hatta
imkânsız. Ama ileride bunun üzerinde durmaya değeceğini düşünüyoruz. Şimdiki durumda bizim için
önemli olan hava savunması. Sovyetler'in ondan sonra Norveç'e karşı saldırıya geçeceğini ve amfibi
güçlerini kullanacağını sanıyoruz. Onu durdurmak da 'bizim görevimiz.»

«USS PHARRiS»

İkinci komutan, «Baskın uyarısı, komutanım,» dedi. «Yirmi beş kadar Backfire görülmüş. Hedefleri
bilinmiyor.»

«Onların uçak gemilerinin peşinden gideceklerini sanmıyo-

_ 221 —

rum. O gemileri şimdi NATO avcı uçakları koruyor. Uçaklar | şimdi neredeler?»

«İzlanda üzerinde sanırım. Üç, beş saat ötede. Bu bölge- f deki en kalabalık konvoy biz değiliz. Ama en
savunmasız olanı biziz.»

«Gemilerimiz savaş malzemesi de taşıyorlar.» Bütün konvoyda sadece beş gemide SAM'lara karşı
koyacak donanım vardı. Yani Ruslar için güzel bir hedef oluşturuyorlardı.

GRAFARHOLT, İZLANDA

«Uçaklar, Köpek Kulübesi! Jetlerin havada bıraktıkları izleri görüyorum. Yirmi kadar uçak var sanırım.
Şimdi tam tepe-mizdeler.»

«Ne tip?»

«Bilmiyorum. Büyük uçaklar. Kanatlarda motor yok. Ama tipten emin değilim. Çok yüksekten güneye
doğru gidiyorlar. Hızlarını anlamam da imkânsız.»

Köpek Kulübesi emretti. «Sayıyı tekrarla.»

«Yirmi bir jet. İki-'bir tane uçak. Bir-sekiz-sıfır yönüne gidiyorlar. Reykjavik'teki bütün avcı uçakları
havalanarak kuzeye doğru uçtu. Bu tepemizdekilerden otuz dakika önce. Henüz geri dönmediler. Onların
nerede olduklarını bilmiyoruz. Bombardıman uçaklarının refakatçileri yok. Hepsi bu kadar.»

«Tamam, Tazı. Avcılar geri döndükleri zaman bize bildir. Süreleri öğrenmek yararlı olabilir. Tamam.»
Binbaşı yanındaki çavuşa döndü. «Bunu hemen bildir. Bir Backfire alayı şu anda Reykjavik üzerinde.
Tahmin edilen rota: Bir-sekiz-sıfır. Avcı uçakları onlara refakat ediyor olabilir.»

— 222 —
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

«USS PHARRiS»

Phatfis'îe herkesin sinirleri gerilmişti. Denizaltı tehlikesi yeterince kötüydü zaten. Bir de uçak gemileri bir
gün önce saldırıya uğramıştı. Konvoy hava saldırısına karşı hemen hemen savunmasız durumdaydı.
Karadaki üslerden kalkacak avcıların onları korumaları da olanaksızdı. Çünkü karadan çok uzaktaydılar.

Radarcı, «Bir uçak,» diye haber verdi. «Sıfır-sıfır-dokuz yönünden geliyor. Sinyaller zayıf.»

Taktik subayı mırıldandı. «Bizi yakalayamayacağını umarım.»

Morris, «Şansımız pek yok,» dedi. «Refakat komutanına bilgi verin.»

Rus Bear'i konvoya yaklaşırken radarını her on dakikada bir iki kez kullanıyordu. Çok geçmeden batı
tarafında da başka 'bir Bear belirdi. Durum uydu yoluyla Norfolk'a bildirildi ve yardım isteridi. Norfolk on
dakika sonra cevap yerdi. Yardım göndermeleri imkânsızdı.

İkinci komutan, «Herhalde ikisi de bizi farketti artık,» dedi.

Morris başını salladı. «Ondan sonra da Backfire'lar gelecek.»

Radarcı, «Uçak rota değiştirdi,» diye haber verdi. «Doğuya, bize doğru dönüyor.» «

Monis hemen emir verdi. «Hava alarmı, savaş sancaktan, yeni rota bir-sekiz-sıfır olacak.» Bear'i
SAM'ları olan gemilere doğru çekmek için güneye doğru dönüyordu. «Hedefi aydınlatın. Silahlar hazır ol!
Hedef menzile girer girmez ateş edin.»

Öndeki top da döndü. Atış kontrol radarları hemen hedefi saptadılar. Topun uzun namlusu otuz derecelik
bir açı yaparak havaya doğru kalktı. Nokta savunma roketi de öyle.

«Hedef dokuz bin metrede. On beş mil uzaklıkta ve yaklaşıyor.»

— 223 —

Refakat gemisinin komutanı hâlâ roket atılması için emir vermemişti. Rusların neyle karşı karşıya
olduklarını bilmeden ilk füzeyi atmasının daha doğru olacağını düşünüyordu. Taktik harekât subayı,
«Ateş!» diye bağırdı. Atış hedefi bulmadı. Ama Bear'in pilotu bu atışlar yüzün-' den sağa doğru döndü.
Bu bir hataydı. Pilot yakındaki şileplerde roketler olduğunun farkında değildi.

Bir iki saniye sonra iki roket atıldı. Bunlardan biri dalışa geçen Bear'e isabet etti. Uçak dumanlar içinde
kuzeye doğru kaçtı.

Diğer Bear atış menziline girmemeye dikkat ediyordu. Baskın komutanı yeni bir şey öğrenmişti. Bunu
alay istihbarat subayına bildirecekti.

Radarcı, «Başka uçaklar geliyor.» diye bağırdı. «Dört hedef. Şimdi beş... altı. Rota: İki-bir-sıfır. Hız: Altı
yüz mü.» Taktik Harekât subayı, «Backfire'lar geliyor,» dedi. Radarcı ekledi. «Vampir! Vampir! Roket
atıyorlar!» Morris için için irkildi. Bütün refakat gemileri radar vericilerini açtılar. Roketatarlarla yaklaşan
uçaklara nişan alındı. Ama Phcrris bu oyuna katılamayacaktı. Morris hızın arttırılmasını emrederek kuzeye
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

doğru gitti.

Taktik harekât subayı, «Backfire'lar geri dönüyor,» dedi. «Bear hâlâ geride. Yirmi üç roket atıldı.
Konvoya doğru geliyorlar. Biz kurtulduk sanırım.»

Savaş harekât merkezindeki mürettebat derin bir soluk aldf. Morris gözlerini radara dikmişti. Füzeler
hızla kuzeydoğudan yaklaşıyor, Amerikan gemilerinden atılan roketler onları yakalamak için yükseliyordu.
Rus füzelerinden dokuzu kurtularak dalışa geçti. Ve yedisi hedefleri buldu. Yedi şilep battı.

Delawere'den ayrılırken -konvoyda otuz germ vardı. Şimdi geride sadece yirmi tekne kalmıştı. Ve onlarla
Avrupa arasında bin beş yüz mülik bir deniz uzanıyordu.

— 224 —

GRAFARHOLT, İZLANDA

Yakıtları tükenen iki Backfire, Keflavik'e inmeye karar verdi. Onları yaralı Bear izledi. Edwards da
durumu bildirdi.

Köpek Kulübesi, «Radyonun başından ayrılma,» diye emretti. Edwards üç dakika sonra bunun nedenini
anladı.

Sekiz FB-111 kayaların arasından ilerledi. Yeşil ve gri kamuflaj renkleri yukarıda dolaşan avcı
uçaklarının onları görmelerini engelliyordu. Dört uçak batıya doğru döndü. Diğer dördü ise güneye.

«Tanrım!» Onları önce Smith gördü. Daha doğrusu, güneye doğru giden uçakların kuyruklarını farketti.

Edwards uçakları farkettiği sırada öndeki, TV güdümlü iki bomba attı. Diğer uçak da. Sonra kuzeye
doğru döndüler. Dört bomba aşağıdaki santrala doğru dönerek tel örgünün içine düştü. Sanki bir düğme
çevrilmiş gibi etraftaki bütün ışıklar söndü. Diğer iki Aardvark homurdanarak karayolunun üzerinden
ilerledi. Ve kısa bir süre sonra kontrol kulesiyle bir hangar havaya uçtu. Yakıt tankları da öyle. Gafil
avlanan Ruslar ateş etmekte geç kaldılar.

Keflavik'deki savunma birlikleri de önce elektriklerin kesilmesi yüzünden şaşırdılar. Sonra da bir dakika
içinde yaklaşan bombardıman uçakları yüzünden. Burada da hedef, kontrol kulesi ve hangarlardı.
Bekleyen iki Backfire ve roketatar da havaya uçtu.

Sonra Aardvark'lar döndü ve yükleri hafiflediği için hızla uzaklaştı. Ama Sovyet avcı uçaklarının komutanı
onları yakalamak niyetindeydi. Uçaklarının havada olmasına rağmen böyle baskına uğramaları-yüzünden
çok öfkelenmişti. Fulcrum'lar Aard-vark'larm peşlerine takıldı. Ama aslında dört Amerikan Phan-tom'u
pusuda onları bekliyordu. Sekiz Sparrow roketi Fulcrum' lora doğru daldılar. Şimdi kaçma sırası Sovyet
uçaklarına gelmiş-

•225 —

F.: 15

ti. MİG'ler döndü ve izlanda'ya doğru geldi. İçlerinden biri bir roket yüzünden paramparça olmuş, bir
diğeri yaralanmıştı. Çarpışma yalnızca beş dakika sürmüştü.

«Köpek Kulübesi, ben Tazı. Elektrik santralı havaya uçtu! Aardvark'lar onu yerle bir ettiler. Kule sanki
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

ikiye bölündü. Havaalanının güneybatısında müthiş bir yangın var. İki hangar yıkıldı. İki ya da üç uçak
yanıyor. Sivil tipte. Avcı uçakları yarım saat önce havalanmıştı. Tanklar da alev alev yanıyor.» Edwards
bu sahneyi seyrederken farları yanan on iki kadar taşıt aşağıdaki yollardan geçiyordu. Bunlardan ikisi bir
kilometre ötea'e durdu ve askerler taşıttan inmeye başladılar. Edwards, «Köpek Kulübesi,» dedi. «Bu
tepeden ayrılmamızın zamanı geldi sanırım.»

«Tamam, Tazı, Kuzeydoğuya, 482 .numaralı tepeye doğru git. On saat sonra senden haber bekliyoruz.
Haydi, kaç, oğlum. Tamam.»

«Gitme zamanı geldi, efendim.» Smith üsteğmene çantasını verdi ve erlere yürümelerini işaret etti. «İyi
adamlar adına bir darbe indirdiğimiz anlaşılıyor.»

KEFLAVIK, İZLANDA

Uçaklar alana indi. Albay binbaşının hayatta olduğunu görünce şaşırdı.

«Kaç uçak düşürdün, yoldaş albay?»

«Bir. Onlar da benimkilerden birini indirdi. Radarda bir şey yakalayamadınız mı?»

«Hiçbir şey yakalayamadık. Önce Rejkyavik'e saldırdılar. İki uçak grubu. Kuzeyden geldiler. Herhalde
kayaların arasından uçtular.» Binbaşı öfkeyle homurdamyordu. Sonra alandaki tekerlekli büyük radarı
işaret etti. «Ama ona bir şey olmadı. Şaşılacak şey.»

«Onu başka yere götürmeliyiz. Yüksek bir yere. Çok yüksek. Bir radar uçağı hiçbir zaman gelemeyecek.
Radar uyarı sistemi-

•226-

ni düzeltmezsek alçaktan uçarak bizi mahvedecekler. Güzel bir tepe bul. Ne kadar zarar gördük?»

«O küçük bombalar yüzünden alanda ufak çukurlar açıldı. Alanı iki saat içinde düzelteceğiz. Tabii kulenin
yıkılması çok sayıda uçak kaldırmamızı engelleyecek. Elektrik kesildiği için yakıtı borulardan verme
imkânı yok. Galiba yerel telefon hatları da koptu.» Binbaşı omzunu silkti. «Ayarlamalar yaparız. Ama zor
bir durum bu. İş fazla, insan az. Avcıları dağıtmalı, yakıt verme işlemi için başka bir yol bulmalıyız.
Herhalde bundan sonra yakıt depolarına saldıracaklar.»

«Bu işin kolay olacağını mı sanıyordun, yoldaş?» Albay alev alev yanan iki Backfire'a baktı. Sonra da
yaralı Bear'e. «Zamanlamaları çok iyiydi. Bizi avcılarımın yarısı bombardıman uçaklarına rekafat ederken
yakaladılar. Belki şansları yardım etti. Amo alanların kontrolden geçirilmelerini istiyorum. İçeriye düşman
sızmış olabilir. Güvenlik önlemleri de geliştirilmeli. Ben... o da nesi?»

Bir Rockeye «bombacığı» onlardan altı metre kadar ötede, betonun üzerinde duruyordu. Binbaşı
cipinden plastik bir bayrak alıp bombanın yakınına yerleştirdi. «Amerikalılar bu bombaları daha sonra
patlayacak biçimde ayarlamışlar. Adamlarım onları aramaya başladılar bile. Endişelenme, yoldaş albay.
Bütün Avcılarınız indi. Sizin bölüm temiz.»

Albay birkaç adım geriledi. «Onları ne yapıyorsunuz?»

«Bunun çaresini bulduk bile. Özel donanımlı bir buldozer bu bombaları betondan itiyor. Bazıları patlıyor,
bazıları patlamıyor. Patlamayanlar tüfekle ateş edilerek havaya uçuruluyor.»
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

«Kule?»

«Orada üç görevli vardı. İyi askerler.» Binbaşı yine omzunu silkti. «İzninle. İşim var.»

Albay avcılarına doğru gitmeden önce küçük bombaya son bir kez baktı. Binbaşıyı önemsememekle hata
etmiş olduğunu anlıyordu.

— 227 —

İZLANDA

Garcia, «Tepemizde bir ışık var,» diye uyardı. Herkes yere yattı. Edwards çavuşun yanındaydı.

Smith hoşnutsuz bir sesle, «B<iri sigara yaktı,» dedi. Son sigarasını birkaç saat önce içmişti. Sigarasızlık
başına vurmaya başlıyordu. «Bütün bu eşyayı neden taşıdığımızı anladınız mı?»

Edwards, «Bizi mi arıyorlar?» diye sordu.

«Öyle olmalı. Saldırı çok zekiceydi. O yüzden uçaklara birinin yardım edip etmediğini kendi kendilerine
soruyorlar. Bu işi daha önce yapmamış olmalarına şaşıyorum. Herhalde öbür işlere dalmışlardı.»

«Bizi görebilirler mi dersin?» Bu fikir Edwards'm hie hoşuna gitmiyordu.

«İki mil öteden mi? Hava bunun için fazla karanlık. Sigara içtiklerine göre de kayıtsız davranıyorlar
demektir. Endişelenmeyin, üsteğmenim. Dört kişiyi bulmak o kadar kolay değil. Bu kayalık yerde sürüyle
tepe var. Gideceğimiz yere dikkat etmemiz gerekiyor tabii. Tepelerde fazla dolaşmamalıyız. Gece görüş
dürbünleri bile olsa vadilerden ilerlersek bizi kolay kolay farke-demezler. Haydi çocuklar, yola çıkalım.
Başlarınızı fazla kaldırmayın.»

izlanda'yı kaybetmeleri büyük bir felaketti. Bunun ne demek olduğunu ancak yeni yeni anlıyorlardı.
izlanda geri alınmazsa Üçüncü Kuzey Atlas Okyanusu Çarpışmasının sonucu iyi olmayacaktı.

Gemiler San Diego ve Pearl Harbor'daki Pasifik filosu üslerinden denize açıldı. Işıkları yanmıyordu. Acık
denize çıkar çıkmaz güneye, Panama'ya doğru ilerlemeye başladılar.

«USS PHARRIS»

Son şilep de yanıyordu. Mürettebat iki saat önce gemiyi terk etmişti. Ama şilep batı ufkunda hâlâ
yanmaktaydı. Morris, yine birçok insan öldü, diye düşündü. Mürettebatın ancak yarısı kurtulabilmişti.
Daha dikkatli bir araştırma yapacak zaman yoktu. Konvoy yoluna devam ediyordu.

•228 —

~ 229 —

Sonuçlar

«USS PHARRjS»

Her şey sakinleşmiş sayılırdı. Ama bu görece bir durumdu. Backfire'ler hâlâ izlanda'nın üzerinden
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

geliyordu. O gün öğleden sonra başka bir konvoya saldırmış ve on bir şilebi batırmışlardı. Doğuya giden
bütün konvoylar şimdi güneye doğru iniyordu. Hava tehdidini azaltmak için yolculuğun uzamasını göze
alıyorlardı. O ana kadar ağır kayıplar vermişlerdi. Hemen hemen altmış gemileri batmıştı. Ama güneye
kaçarlarsa Sovyet uçakları iki yerine ancak bir füze taşıyabilecekti.

Herkesin sinirleri iyice gerilmeye başlamıştı. îMorris'in adamları bir haftadan beri dört saat uyuyor, dört
saat görev yapıyorlardı. Uyku süreleri bölünmüştü. Doğru dürüst yemek yiyemiyor-iardı. Bu yetmiyormuş
gibi hepsi de her an bir denizaltı ya da hciva saldırısına uğrayabileceklerini biliyorlardı. Görevler yine
yapılıyordu. Ama Morris adamlarının huysuzlaşmaya aksileşmeye başladıklannın farkındaydı. Eşiklere
takılmaları onların ne kadar yorgun olduklarını gösteriyordu. Bunu ciddi hatalar izleyecekti. Bu kesindi.

«Köprü. Burası savaş merkezi. Sonar teması. Denizaltı olabilir. Kerteriz: Sıfır-sıfır-dokuz.»

— 230 —

Vardiya subayı, «Yine başladık,» dedi. Pharris'in mürettebatı savaş yerlerine koştular. Bu yolculukta
yirmi dördüncü kez yapıyorlardı bunu.

Bu seferki üç saat sürdü. Onlara yardım edebilecek Orion uçağı yoktu bu defa. Refakat gemileri
denizaltının izini bulabilmek için helikopterlerini hep birlikte kullandı. Onları Morris ve savaş harekât
merkezi subayları yönettiler. Denizaltının komutanı işini biliyordu. Farkedildiğinden şüphelenir
şüphelenmez derinlere daldı. Torpil atabilmek için yerini tam olarak saptaya-mıyorlardı.

Helikopterler denize şamandıralar atıyorlardı. Anlaşıldığı kadarıyla hedef güneye, Phorris'e doğru
gelmekteydi.

Morris haritaya vurdu. «Bence denizaltı tam şurada. Ne diyorsunuz?»

Sonar operatörü, «Yani sığdan mı gidiyor?» dedi. «Ama bu kuramlara aykırı.» Filo istihbarat raporlarına
göre Sovyet deniz-aitıları her zaman kuramlara uyuyorlardı.

«Anlayalım, bakalım. Yankee araştırması!»

Sonar operatörü hemen emir verdi. «Yankee araştırması.» Firkateynin aktif sonarının kullanılacağı ve
bununla denizaltı araması yapılacağı anlamına geliyordu. Sonar teknisyeni gözlerini ekrana dikti. Önce
karanlık olan ekranda az sonra parlak bir nokta belirdi.

«Temas kuruldu. Pozitif sonar teması. Kerteriz: sıfır-sıfır-dört. Mesafe: On bir bin altı yüz metre. Denizaltı
olabilir.»

Morris, «Onu vurun,» diye emretti.

Bir Asroc havaya fırladı. Sonra torpil bundan ayrılarak suya daldı.

Sona re ı, «Hedef rota değiştirdi, efendim,» diye uyardı. «Dönüyor ve hızını arttırıyor. Ben... işte balık.
Torpilimiz ona doğru gidiyor. Hedefin yakınında.»

Torpil denizaltıya iskele tarafından çarparak patladı.

Sonarcı bir astsubay, «Tamam!» diye bağırdı. «Torpil patladı. Onu yakaladık.»
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Bir helikopterin pilotu, «Torpil denizaltıya çarptı,» diye bil-

— 231 —

dirdi. «Bekleyin. Hava kabarcıkları görülüyor. Yukarı çıkıyor. Hedef yukarı çıkıyor. Tanrım! İşte orada.»

Rus denizaltısının burnu Pharris'ten altı mil ötede suyun yüzeyine çıktı. Helikopterler yaralı teknenin
etrafında kurtlar gibi dolaşıyordu. Pharris hedefe doğru gitti. Beş pusluk bas topu denizaltıya dönmüştü.
Ama buna gerek yoktu. Ön kaporta açılarak mürettebat dışarı çıkmaya başladı. Denizaltının makine
dairesine su dolarken diğerleri de öbür kaportadan kendilerini denize attılar. Denizaltı tekrar batmadan
ancak on bir denizci kendini kurtarmayı başarabildi. Helikopterler sudaki adamlara canyelekleri attı.
Pharris motorlu filikasını çabucak indirdi. Kurtarma işi kolay oldu. Ruslar sersemlemişlerdi ve karşı
koymuyorlardı.

Kimse bu durumu önceden düşünmemişti. Bir torpil bir denizaltıya çarptığı zaman onu batırırdı. Morris,
lanet olsun, şimdi bu tutsakları ne yapacağım, diye düşündü.

Rusların çoğu hâlâ şokun etkisindeydiler. Morris içlerinde üç subay olduğunu farketti. Herhalde onlardan
biri komutandı. Filika, firkateyne yanaşırken Morris, Porsun Clarke'a fısıltıyla çabucak bir emir verdi.

Porsun yanındaki silahlı adamlarını geri çekti ve düdük çaldı. Sonra da Sovyet komutanını önemli biriymiş
gibi selamladı.

Ruslar çok şaşırdılar. Morris subayların filikadan inmelerine yardım etmek için ilerledi. «Hoşgeldiniz,
komutan. Ben Amerika Birleşik Devletler Deniz Kuvvetlerinden Albay Morris'im.» Ama oyunu başarılı
olamadı. Sovyet denizcisi Rusça bir şeyler söyledi. Ya İngilizce bilmiyordu ya da böyle davranacak kadar
aklı başındaydı. Onları bir başkasının sorguya çekmesi gerekecekti. Rusları tıbbi kontrol için revire
indirdiler. Şimdilik onları revire kapatacaklardı. Porsun telaşla Morris'in yanına geldi. «Ne olu-: yor,
komutan?»

«Herhalde onlara beyinlerine birer kurşun sıkacağımız söylenmiş. Bir kitapta okudum. İkinci Dünya
Savaşında bir Alman bizim çocukları konuşturma konusunda çok ustaymış. Onlara

— 232 —

nezaketle davrandığı için istediklerini öğrenmeyi başarmış. Ben de aynı şeyi denemek istedim. Subaylprı
erlerden ayırın. Ve aya tutun. Hepsinin de rahat etmelerini sağlayın. Sigara verin. Kendilerini güvende
hissetmeleri şart. Gemide içkisi olan biri var mı? Varsa konuklarımıza bol içki verin. Hepsi için giysi bulun,
üniformalarını alın. Onları yemekhaneye yollayın. Bakalım üstlerinden değerli bir şeyler çıkacak mı?
Onlara mutlaka iyi davranın. Belki bir, ikisi konuşur.»

«Emredersiniz, komutanım.» Porsun başını sallayarak uzaklaştı. Ama hiç olmazsa bu kez kaptan köşküne
bir denizaltı si-iueti çizebileceklerdi.

Morris köprüye döndü. Refakat gemisinin komutanını arayarak ona tutsakları bildirdi.

Komutan, «PhGirrls,» diye cevap verdi. «Roketatarınızın üstüne yaldızla bir A harfi çizmesini
emrediyorum. Çok başarılı oldunuz. Bu yolculuğun şampiyonu sizin gemi. Tutsaklar için sizi tekrar
arayacağım. Tamam.»

Köprü üstü mürettebatı bu sözleri duymuştu. Yorgunlukları kaybolmuştu. Gülümsemeleri Morris için
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

amiralin övgüsünden daha değerliydi.

KiEV, UKRAYNA

Alekseyev masasındaki istihbarat raporlarına baktı. Başkomutan yüksek düzeyde bir brifing için
Moskova'ya gitmişti. Ama herhalde bu bilgi şu onda komutanın öğrendiklerinden pek farklı değildi.

Yüzbaşı Sergetov, «Almanya'da işler iyi gitmiyor mu?» diye sordu.

«Gitmiyor. Plana göre bir buçuk günde Hamburg dolaylarına ulaşacaktık. Ama oraya daha yaklaşamadık
bile. NATO uçakları da Üçüncü Orduyu büyük zarara uğrattı.» Alekseyev bir an

— 233 —

susarak haritaya baktı. «Ben NATO komutanı olsaydım tekrar şuraya saldırırdım.»

«Belki bunu yapacak durumda değiller. İlk karşı saldırıları püskürtüldü.»

«Bu bize altmış uçağa ve sürüyle tank kaybına maloldu. Böyle zaferler yerinde kalsın. Güneydeki durum
da daha parlak sayılmaz. NATO'nun taktik hava ve kara kuvvetleri otuz yıldan beri monevra yaptıkları
bölgeler. Kayıplarımız tahmin edilenin iki katına çıktı. Bunu kaldıramayız.» Alekseyev arkasına yaslandı.
Kötümser olduğu için kendine kızıyordu. Aslında bunun nedeni savaşa katılma isteğiydi.

«Ya NATO'nun kayıpları?»

«Onların da ağır kayıplara uğradıklarını sanıyoruz. Silah harcamaları konusunda şaşılacak kadar savurgan
davranıyorlar. Almanlar Hamburg'u korumak için fazla silah yığdılar. Ve bu onlara çok pahalıya
maloluyor. Ben onların yerinde olsaydım... karşı saldırıya geçemezsem gerilerdim. Bir kent, ordunun
dengesini bozmana değmez. Biz bu dersi Kiev'de öğrendik...»

«özür dilerim, yoldaş general, ya Stalingrad?»

«Orada durum farklıydı, yüzbaşı. Ama tarihin kendi kendisini tekrarlaması gerçekten şaşılacak bir şey.»
Alekseyev duvardaki haritayı inceliyordu. Sonra başını salladı. «KGB, NATO' nün iki, en fazla üç hafta
yetecek kadar cephanesi olduğunu bildirdi. Bu durum kararlarını etkileyecek.»

Genç yüzbaşı sordu. «Ya bizim cephane ve yakıtımız?» Aldığı cevap kaş çatması oldu.

İZLANDA

Hiç olmazsa su vardı. Dereleri adanın ortasındaki buzullar besliyordu. Su çok berrak ve tatlıydı. Ve tabii
buz gibi.

Yemekleri sona ererken Smith, «Sir günlük yiyeceğimiz kaldı, üsteğmenim,» dedi.

— 234 —

«Evet. Bunu da düşünmemiz gerekiyor.» Edwards çöpleri topladı. Garcia onları gömecekti. Mümkün
olsaydı Smith onlara ayak izlerini bile Bildirecekti.

Edwards radyonun başına geçti. «Köpek Kulübesi. Ben Tazı. Yiyeceğimiz tükenmek üzere. Tamam.»
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

«Buna üzüldük, Tazı. Belki sana pizza göndeririz.»

Edwards içinden, aman ne komik, dedi. Sonra yüksek sesle, «Bu sefer ne yapmamızı istiyorsunuz?» diye
sordu.

«Sizi gören oldu mu?»

«Hayattayız ya işte... Hayır, gören olmadı.»

«Bana görebildiklerini anlat.»

«Pekâlâ. Üç kilometre kadar ötede kuzeye doğru giden çakıllı, dik bir yol var. İlerideki bir çiftliğe
benziyor. Sürülmüş tarlaları görüyorum. Ama orada ne yetiştirildiğini bilmiyorum. Batıda bir koyun çiftliği
olduğunu biliyorum. Buraya gelirken yakınından geçtik. On dakika önce bir kamyon gördük. Batıya
doğru gidiyordu. Bugün hiç uçak havalanmadı. Ama herhalde bu durum değişecek. Yollarda hiç sivil
trafik yok. Ruslar bu adayı iyice ele geçirdiler, Köpek Kulübesi. O kadarını söyleyebilirim. O
Aardvark'ların pilotlarına çok başarılı olduklarını söyle. Elektrik santralının yerinde sadece bir çukur kaldı.
O zamandan beri de hiçbir yerde ışık yok.»

«Anlıyorum, Tazı. Tamam. Sana kuzeye, Hvammsfjördur'a doğru gitmen emrediliyor. Haritada gördüğün
bütün o körfezlere yaklaşmamak için doğuyo doğru geniş bir kavis çizmek zorundasın. On gün içinde
oraya ulaşmanı istiyoruz. Tekrarlıyorum. On gün içinde. En çok on iki. Normal programı uygulamayı
sürdür. İlgi çekecek bir şey görürsen bildir. Tornam.»

«Tamam, Köpek Kulübesi. Gelecek haftanın sonunda Hvammsfjördur'un yakınında olmamı ve her
zamanki radyo programım uygulamamı istiyorsun. Başka?»

«Dikkatli ol. Tamam.»

Smith, «Hvammsfjördur mu?» diye sordu. «Orası yüz elli kilometre uzaklıkta. Tabii düz bir çizgi
üzerinden gidersek.»

— 235 —

«Ruslarla karşılaşmamamız için doğuya doğru 'bir dönüş yapmamızı istiyorlar.»

«Üç yüz kilometre. Ve bu kayaların üzerinde yürümemizi istiyorlar.» Smith'in kaşları iyice çatılmıştı.
«Gelecek haftanın sonunda mı? On, on bir günümüz mü var?»

Edwards sessizce başını salladı. Hedefin o kadar uzak olduğundan haberi yoktu.

«Bu biraz zor olacak, Bay Edwards.» Çavuş çantasından bir harita çıkardı. «Kahretsin. Şuraya bakın,
üsteğmenim. Tepeler ve nehirler. Çok tırmanmak zorunda kalacağız. Ve bunlar küçücük tepecikler de
değil. Sadece alçak yerlerde yollar var. Ve bizim yollardan geçemeyeceğimiz de kesin. Öyle değil mi?»
Başını salladı.

Edwards kendini zorlayarak gülümsedi. «Yürüyemeyecek misiniz? Ben deniz piyadelerinin formda
olduklarını sanıyordum.»

Smith her sabah yedi kilometre koşmaya alışıktı. «Pekâlâ, Bay Edwards. Kimsenin terden boğulmadığım
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

söylerler. Deniz piyadeleri, kalkın. Küçük 'bir yürüyüş yapmamız emredildi.» Rodgers'la Garcia bakıştılar.

KEFLAVJK, İZLANDA

General Andreyev, planda önemli bir eksiklik var, diye düşündü. Daha fazla helikopter olmalıydı. Sonra
omzunu silk-ti. Hiçbir plan kusursuz değildir. Çok sayıda helikopter gönderecekler. Birkaç portatif radar
ve SAM atıcıları da.

KGB ajanları da generalin canını sıkıyordu. Binlerce rehine aldılar, sonra onları kapatacak cezaevi
olmadığını öğrendiler. Ve şimdi benim paraşütçülerim o zavallı, zararsız adamların başında bekliyorlar...
General Andreyev endişelenmeye başlıyordu. Usta paraşütçüler iyi birer gardiyan olacak tipler değillerdi.
Onlara yumuşak davranmaları emredilseydi du-

•236 —

rum değişecekti. Ama KGB'nin emirleri paraşütçülerin sert davranmalarına neden oluyor, bu da
düşmanlık yaratıyordu.

General turboların iniltisi üzerine daldığı düşüncelerden uyandı. İlk Mi-24 motorlarını deniyordu. Bir
subay Andreyev'e doğru koştu. «Yoldaş general, izninle deneme uçuşuna çıkıyoruz. Silahsız uçacağız.
Silahları döndüğümüz zaman yükleyeceğiz.»

«Pekâlâ, yüzbaşı. Keflavik ve Rejkyavik etrafındaki tepe-teri kontrol etmeyi unutma.»

Ağır saldırı helikopteri bir dakika sonra havalandı.

Garcia, «Yatın ve kımıldamayın,» diye haykırdı. Helikopter onlara yaklaşmamıştı ama bu koskoca şeyi
görmek yeterliydi.

«Ne tip?»

«Bir Hint. Saldırı kuşu. Bizim Kobra gibi. Bu kötü haber, üsteğmenim. Bu helikopterler sekiz er, sürüyle
roket ve makineli taşıyabilir. Ona ateş etmeyi de aklınızdan bile geçirmeyin. Bir tank gibi zırhlıdır.»

Mi-24 grubun bulunduğu tepenin üzerinde dolaştıktan sonra güneye doğru giderek gözden kayboldu.

Edwards, «Bizi görmedi sanırım,» dedi.

«Bu durumu sürdürmeliyiz. Radyoyu !bir süre kullanmayın, üsteğmenim. Bu helikopteri buradan biraz
uzaklaştıktan sonra haber veririz. Olur mu?»

Edwards olur der gibi başını salladı. Hava Akademisinde söylenen Sovyet helikopterleriyle ilgili bir sözü
anımsamıştı. Afganlılar, «Biz Ruslardan korkmuyoruz,» demişlerdi. «Bizi korkutan onların helikopterleri.»

BITBURG, FEDERAL ALMANYA

Albay Ellington'un katıldığı brifing 'bir saat sürdü. O gece on uçak havalanacaktı. Her hedefe iki uçak
düşüyordu. Elling-

— 237 —
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

ton kötümser insanlardan değildi. Ama iki yıl birlikte çalıştığı adamlarından hemen hemen dörtte birini
kaybetmiş olduğu gerçeğini kolaylıkla kabul edemiyordu. Hem de onları bir hafta içinde kaybetmişti.

Uçaklar Doğu Almanya'ya girerek elli mil ilerledi. Sonra da Rothenov'dan kuzeye doğru döndüler.
Radarlara yakalan-mamaya, yolların üzerinden uçmamaya dikkat ediyorlardı.

Beş yüz mil hızla Wittenberg'in üzerinden geçtiler. Kızılötesi kameralar yakıt tankerlerinin hedefe doğru
gittiklerini gösteriyordu... İşte! En aşağı yirmi tanker ağaçların arasından gözüktü. Toprağın altındaki
depolardan yakıt almaktaydılar.

«Hedef gözüktü. Plana göre harekete geçin.»

Hayalet-2, «Tamam,» dedi. «Onları görüyorum.»

Ellington yanındaki uçağın ilk saldırıyı yapması için sola doğru döndü. Sadece Hayalet-2'de hedefe uygun
silahlar kalmıştı.

«Tanrım!» Ellington'un ekranında bir SA-11 roketatarı belirmişti. Tam yolunun üzerindeydi. Roketlerini
kuzeye doğru çevirmişti. Albayın uçaklarından biri SA-11'lerde kızılötesi hedef yakalama sistemi
olduğunu zor yoldan öğrenmişti. O ana dek kimse bunun farkında olmamıştı. Ellington hızla sağa döndü.

Hayalet-2 hedefin üzerine doğru indi. Dört bombasını at-tiktan sonra batıya doğru ilerledi. Arkasından
ateş açıldı ama çok geç kalmışlardı.

Yakıt depolan korkunç bir gürültüyle patladı.

Ellington'un uçağı şok dalgalan yüzünden sarsıldı. Albay usulca, «Allah kahretsin!» dedi.

Eisly, «Yakıtı tutuşturmak için Rockeye bombacıklarım atmana gerek kalmadı,» dedi gülerek.

Ellington dönerken gözlerinin önünde noktacıklar uçuşuyordu. Birdenbire bir yolun üzerinden uçtuğunu
farketti.

— 238-

Sovyet Batı Cephesi Başkomutanı zaten öfkeliydi. Doğu tarafında gördükleri tepesini büsbütün attırdı.
Hamburg'a saldırmayı yine başaramadıklarını öğrendiği zaman Üçüncü Ordunun komutanını oracıkta
görevden almıştı. Artık kendi karargâhına dönüyordu. Ve şimdi berrak gökyüzüne doğru yükselen
dumanlar ona en önemli üç yakıt deposundan birinin havaya uçurulduğunu açıklıyordu. General
küfrederek ayağa kalktı. Zırhlı komuta taşıtının tavanmdaki panoyu yana itti. Kamaşan gözlerini
kırpıştırırken ateşten topun aşağısında siyah bir cisim belirdi.

Ellington kendi kendine, o da nesi, dedi. Ekranda dört zırhlı araçtan oluşan bir konvoy görülüyordu.
Bunlardan biri de bir SAM taşıyıcısıydı. Albay uzandı ve kolları çekerek dört Rockeye bombacığını attı.
Kameraları ondan sonra olanları kaydetti.

Rockeye'ler havada açıldı ve bombacıklar yola düşerek patlamaya başladı.

Batı Cephesi Başkomutanı bir asker gibi öldü. Son hareketi bir makineli kaparak uçağa ateş etmek oldu.
Dört bom-baçık taşıtının birkaç metre ötesinde patladı. Bunların dağılan parçalan ince zırhı delerek
taşıttakilerin hepsini öldürdü. Hem de daha yakıt tankı patlamadan.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

«USS CH8CAGO»

«Çok gizli USS Chicago'ya

1. 19 Haziran, Zulu saatiyle 11.50'de Kızıl Filodan büyük 'bir amfibi grubunun Kola'dan ayrıldığı
bildirildi. Ağır refakatçileri var. Kirov ye Kiev gibi. Havacılar da bu grubu destekliyor.

— 239 —

2. Hedefi değerlendirin.

3. Mümkün olduğu kadar hızla 70 N., 16 W. noktasına gidin.

4. Saldırın ve ortadan kaldırın. Saldırıdan önce mümkünse bilgi verin. Bu bölgede diğer NATO
kuvvetleri var. Hava desteği sağlanabilir ama şu ara bu mümkün değil.

5. Grubun yeri konusunda daha ayrıntılı bilgi vermeye çalışacağız.»

McCafferty emri sessizce okudu. Sonra da kâğıdı seyir subayına uzattı. «On beş mil hızla gidersek oraya
ne zaman ulaşırız?»

«On bir saat sonra sanırım.» Seyir subayı haritada pergelle uzaklığı hesaplıyordu. «Uçmuyorlarsa o
noktaya onlardan önce varırız.»

«Joe?» Komutan, ikinci komutana baktı.

«Bunu beğendim. Tam yüz mil kavisinin üzerinde. Sular orada biraz tehlikeli. Gulf Stream oraya yakın.
Fiyordlardan da tatlı su akıyor.»

«Pekâlâ. İki yüz yetmiş metreye inelim. Ve doğuya doğru gidelim. Çocuklar yemek yiyip dinlensinler.»

Chicago on dakika sonra hızla ilerliyordu. McOafferty mürettebatın tavırlarının değişmiş olduğunu
farketti. Artık bir çok tehlikeli görevleri vardı. Ama onlar da bu görev için eğitilmişlerdi

«USS PHARRîS»

Yemek bir hayli sıkıntılı geçiyordu. Üç Rus subayı masanın bir ucunda oturuyorlardı. On adım geride
silahlı iki denizcinin beklediğinin farkındaydılar. Subaylara on yedi yaşında bir delikanlı servis yapıyordu.
O da kaşlarını iyice çatmıştı.

— 240 —

Morris nazik nazik, «İçinizde İngilizce bilen var mı?» diye sordu.

Ruslardan biri, «Ben biliyorum,» dedi. «Komutanım bana adamlarımızı kurtardığınız için size teşekkür
etmemi söyledi.»

«Komutanınıza savaşın bazı kuralları olduğunu söyleyin. Denizlerin de. Lütfen ona !bize ustalıkla
yaklaştığını söylemeyi unutmayın.» Morris bu sözleri çevrilirken salatasının üzerine sos döktü. Subayları
Rusları dikkatle süzüyorlardı. Morris ise onlara bakmamaya çalışıyordu. Komutanın sözleri istediği etkiyi
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

yaptı.

«Komutanım bizi nasıl bulduğunuzu öğrenmek istiyor. Biz... nasıl derler,., helikopterlerinizden kurtulduk.»

Morris, «Evet, öyle,» diye cevap verdi. «Harekât tarzınızı anlayamadık.»

«O halde bizi nasıl buldunuz?»

«Size daha önce bir Orion'un saldırdığını ve bize yetişmek için hızınızı arttırdığınızı biliyorduk. Saldırı
açınız belliydi.»

Rus 'başını salladı. «Hangi saldırı bu? Bize kim saldırmıştı?» Komutanına dönerek otuz saniye kadar
konuştu.

Morris, aşağıda bir denizaltı daha var anlaşılan, diye düşündü. Tabii bu adam yalan söylemiyorsa. Rusça
bilen biri aşağıdaki mürettebatla konuşmalı. Kahretsin! Neden yanımda öyle biri yok.

«Komutanım yanıldığınızı söylüyor. Bizi ilk kez helikopterleriniz buldu. Geminizin burada olduğunu
sanmıyorduk. Bu yeni bir taktik mi?»

«Hayır. Bu manevrayı yıllardan beri yapıyoruz.»

«O halde bizi nasıl buldunuz?»

«Suda çekilen sonarın ne olduğunu biliyor musunuz? Sizi ilk kez onunla farkettik. Torpil atmadan üç saat
önce.»

Rusun gözleri irileşti. «Sonarınız o kadar iyi mi?»

«Bazen.» Bu söz çevirildikten sonra Rus komutan kısa bir emir verdi ve subay sustu.

Morris, «Bir Sovyet denizaltısında yemekler nasıldır?» diye sordu.

— 241 —

F.: 16

Rus subayı komutanıyla konuştuktan sonra, «Sizinkine benzemiyor,» diye açıkladı. «İyi ama aynı değil.
Yemeklerimiz farklı. Biz daha çok balık, daha az et yeriz. Kahve yerine de çay içeriz.»

Morris tutsakların yemeklerini büyük bir iştahla yediklerinin farkındaydı. Bir denizci yemek salonuna
girerek kapıda durdu. Komutan ona yaklaşması için işaret etti. Denizci ona sarı mesaj kâğıtlarından birini
uzattı, «İş tamam,» diye yazılıydı. Yani Ruslarm kaldıkları revire mikrofonlar yerleştirilmişti. Morris
denizciye başıyla çıkabileceğini işaret ederek kâğıdı cebine soktu. Porsun iki şişe içki bulmuştu. Onları bu
gece Ruslara vereceklerdi. Morris içkinin adamların dillerinin çözülmesini sağlayacağına inanıyordu.

— 242 —

24

Tecavüz
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

«USS PHARRIS»

Morris'in içinden alçaktan uçan uçağa el sallamak geldi ama sallamadı. Fransız Deniz Kuvvetlerinden
olan uçak artık karadaki üsierin korunması altında olduklarını işaretlerle bildirdi. Ancak pek cesur bir Rus
denizaltı komutanı artık bu bölgede oyunlar oynamaya kalkışabilirdi.

Fransızlar, Rusları almak için de bir helikopter gönderdiler. Onları Brest'e götürecekler, NATO istihbarat
subayları da Rusları sorguya çekeceklerdi. Phorris'in mürettebatı Rusların konuşmalarını banda almışlardı.
Onlar da Brest'e gönderiliyordu.

Phorris konvoyu İngiliz ve Fransız savaş gemilerinden oluşan refakatçilere bırakacaktı artık. Amerika'ya
gidecek olan kırk şilebe refaket edecekti. Morris bu yolculuğun daha zor olacağını biliyordu. İlk sefer de
Ruslar denizaltılarının pek azını kullanmışlardı. Ama şimdi sürüyle denizaltı Danimarka boğazından
iniyordu. Boğazı kapatmaya çalışan NATO kuvvetleri onlardan bazılarını batıracaktı. Ama bu yeterli
olacak mıydı? Ayrıca bu kez konvoy iyice güneye kayarak yolu beş yüz mil daha uzatacaktı. Bu da ayrı
bir endişe kaynağıydı. Ve Morris'in gemisi ancak tek bir soruyla başedecek durumdaydı.

•243 —

«USS CHİCAGO»

McCafferty, «İste oradalar,» dedi. Komutan sonar ekranına bakıyordu. «Batıya doğru beş mil gidelim.
Yirmi mil hızla.» Bu bir kumardı ama fazla tehlikeli de sayılmazdı.

Bildirilen •noktaya ulaştıkları zaman havanın şaşılacak kadar iyi olduğunu gördüler. Denizaltı yavaşladı ve
McCafferty yine sonarın başına döndü.

«Şimdi neredeler?»

«Tamam! Onları yakaladım. Tam şuradalar. Kerteriz: Üç-üç-iki.»

Morris ikinci komutana emretti. «Mesajı hazırla.»

On dakika sonra uydu yoluyla mesajı yolladılar. Cevap bir emir oldu. «Saldırıya geçin.»

İZLANDA

Çiftlik dört buçuk kilometre ötedeydi. Edwards incelediği haritayı katlayarak, «Yolun sonu yok,» diye
açıkladı. «Ve yiyecek bulmamız da gerekiyor. Baylar, tehlikeyi göze almaya değer. Ama dikkatle
yaklaşmalıyız.»

Çavuş Smith, «Emredersiniz, efendim,» dedi.

Dört adam doğrulup oturdular. Eşyalarını topladılar. Hemen hemen iki buçuk gün hiç durmadan
ilerlemişlerdi. Şimdi Reykja-vik'in kırk beş kilometre kuzeydoğusundalardı. Son yemeklerini altı saat önce
yemişlerdi. Soğuk hava ve engebeli arazide ilerlemek için gösterdikleri çaba yüzünden enerjileri iyice
azalmıştı. Birkaç etken onları yollarına devam etmeye zorlamıştı. Ruslara yakalanma korkusu. Daha da
kötüsü, başarısızlığa uğrama endişesi. Ve gurur.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

__244__

Smith, «Yağmur yağacak,» dedi.

«Evet. Böylece bizi göremezler.» Edwards hâlâ arkasına yaslanmış oturuyordu. «Yağmuru bekleyelim.
Gündüz ışığında çalışmanın bu kadar zor olduğu hiç aklıma gelmezdi.»

Çavuş, «Evet,» diye homurdandı. «Üstelik sigaram da yok.»

Garcia sordu. «Yine mi yağmur yağacak?»

Edwards, «Buna alış,» dedi. «Haziranda ortalama on yedi gün yağmur yağar. Ve aslında bu yağmurlu bir
yıl da sayılmaz. Otların nasıl böyle boy attıklarını sanıyorsun?»

«Burayı seviyor musunuz?» Garcia o kadar şaşırmıştı ki, efendim demeyi bile unutmuştu, izlanda, Puerto
Rico'ya hiç benzemiyordu.

«Babam, Maine'li bir istakozcudur. Eastpoint'li. Çocukken onunla birlikte tekneyle çıkardım. Hava hep
böyle olurdu.»

Smith onların önemli konuya dönmelerini sağladı. «O eve ulaştığımız zaman ne yapacağız, efendim?»

«Yiyecek isteyeceğiz?»

Garcia şaşırdı, «isteyecek miyiz?»

«Evet, isteyeceğiz ve parasını da vereceğiz. Ve gülümseye-ceğiz. 'Teşekkür ederiz, efendim,' diyeceğiz.


Terbiyeli davranın. Tabii adamın biz ayrıldıktan on dakika sonra Ruslara telefon etmesini istiyorsanız o
başka.» Edwards adamlarına baktı. Hepsi de birdenbire ciddileşmişti.

Yağmur iki dakika sonra şiddetle yağmaya başladı. Edwards bitkinlikle ayağa kalktı. Deniz piyadelerini
de onu izlemeye zorladı. Güneş bir tepenin arkasında kaybolurken yokuştan inmeye başladılar.

«Araba geliyor.» Farları ilk farkeden Smith oldu. Dördü de yere yatarak silahlarının namlularını ufuktaki
bu ışıklı noktalara doğru çevirdiler.

Edwards, «Endişelenmeyin,» diye fısıldadı. «Yol burada şoseden ayrılıyor ve...» Birdenbire küfretti. Taşıt
şoseye sapmamış, çiftliğe doğru geliyordu. «Yayılın ve gözünüzü dört açın.» Smith, Edwards'm yanında
kaldı. İki er yokuştan elli metre kadar indiler.

— 245 —

Edwards yere uzanmış, dürbünle bakıyordu. «Kamyonete benziyor. Ya da cip.»

Işıklar çiftlik evinin önünde durdu. Kapılar açıldı ve iadam-iar indiler. Farlar sönmeden önce gelenlerden
biri bunların önünde durdu.

Smith, «Kahretsin,» diye homurdandı.

«Evet. Dört Rus. Garcia'yla Rodgers'ı buraya getir, çavuş.»


Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

«Emredersiniz.» fj

Edwards dürbünü eve çevirmişti. İçeride bir gaz lambası yanıyordu herhalde. Sonra binanın etrafında
dolaşan Rusları saydı. Dört değil beş kişiydiler. Hırsız gibi dolaşıyorlar, diye düşündü. Bizi mi arıyorlar?
Hayır. Bizi arasalardı daha kalabalık olurlardı. Çok ilginç. Galiba yağmaya çıktılar. Ama ya içeride biri...
Tanrım, burada birilerinin oturduğunu biliyoruz. Biri o lambayı yakmış olmalı. Bu adamların amacı nedir?

Smith, «Ne oluyor, efendim?» diye sordu.

«Beş kişiler. Pencerelerden içeriyi gözetliyorlar. Biri şimdi kapıyı tekmeyle kırdı. Bu iş hiç hoşuma
gitmiyor...»

Bir çığlık yanılmadığını kanıtladı. Kadın çığlığıydı bu. Üşüyen dört Amerikalı büsbütün buz gibi oldular.

«Çocuklar, eve biraz sokulalım. Birbirimizden ayrılmayalım. Ve gözlerimizi de dört açalım.»

Smith sert sert, «Neden şimdi sokuluyoruz?» diye sordu.

«Çünkü ben öyle istiyorum.» Edwards dürbünü indirdi. «Benimle gelin.»

Evde bir lamba daha yakıldı. Galiba ışık oda oda dolaştırılıyordu. Edwards iki büklüm, hızla ilerledi. İki
dakika sonra taşıtın yakmındaydı.

Smith uyardı. «Dikkatsizleşmeye başladınız, efendim.»

«Öyle mi? Yanılmıyorsam Ruslar da öyle. Ben...»

Camlar şangırdayarak kırıldı. Alacakaranlıkta bir silah sesi yankılandı. Bunu kanı donduran bir feryat
izledi. Sonra tekrar ateş edildi. Ve tekrar. Biri bir çığlık attı.

«İçeride neler oluyor?» Garcia'nın sesi çatallaşmıştı.

Bir erkek boğuk bir sesle Rusça bir şeyler bağırdı. Ön kapı

— 246 —

açılarak dört adanı dışarı çıktılar. Aralarında bir an konuştular. Sonra ikişer ikişer ayrılarak sağa sola, yan
pencerelere gittiler. Orada durup içeriyi seyretmeye başladılar.

Smith, «Şu köpeklere bak,» dedi.

Üsteğmen başını salladı. «Evet... Biraz gerileyelim ve bu durumu düşünelim.» Dördü elli metre geriye
giderek birbirlerine sokuldular.

«Bir şey yapmamızın zamanı geldi.» Edwards diğerlerine baktı. «Bu fikirde olmayan var mı?» Üsteğmenin
tavırlarını değiştirmesi Smith'in ilgisini çekmişti. Çavuş yok der gibi başını salladı. Edwards konuşmasını
sürdürdü. «Pekâlâ, Acele etmeyecek ve her şeyi dikkatle yapacağız. Smith, sen benimle gel. Biz soldan
dolaşacağız. Garcia ve Rodgers, siz de sağa doğru gideceksiniz. Geniş bir kavis çizin ve ağır ağır ilerleyin.
On dakikanız var. Onları canlı yakalayamazsanız hepsini öldürün. Gürültü etmemeye çalışacağız. Ama
ateş edecekseniz ilk atışta onları öldürmeye çalışın. Tamam mı?» Dört adam çantalarını çıkardı. Saatlerine
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

baktılar ve ıslak otların arasından sürünerek ilerlemeye başladılar.

Evden bir çığlık daha geldi ama sonra kesildi. Artık hiçbir ses duyulmuyordu. Edwards'la Smith eve
yaklaştıkları zaman o tarafta sadece bir tek kişi olduğunu gördüler. Üsteğmen kendi kendine, öbür Rus
nerede acaba, diye sordu. Şimdi ne yapacağız? Planını uygulamalısın. Hepsi de sana güveniyorlar.

Smith'e, «Beni destekle,» dedi.

Çavuş çok şaşırdı. «İzin verin de ben gideyim, efendim...»

Edwards yine, «Beni destekle,» diye fısıldayarak silahını yere bıraktı. Savaş bıçağını çekti.

Rus askeri her şeyi kolaylaştırdı. Ayaklarının ueunda yükselmiş, büyülenmiş gibi içeriyi seyrediyordu.
Edwards'm yaklaştığını sezerek başını çevirirken üsteğmen bıçağını onun boğazına sapladı. O anda hiçbir
şey hissetmiyordu. Kanındaki adrenalin bütün duygularını bastırmıştı. Camdan içeri baktı ve soluğu kesildi.

Garcia, «Merhaba, çocuklar,» diye fısıldadı. İki Rus döndüler

— 247 —

ve Silah namlularının onlara doğru çevrilmiş olduğunu gördüler. Garcıa'nın işareti üzerine yüzükoyun yere
yattılar. Rodgers üstlerini aradı. Sonra da durumu haber vermeye gitti.

«İkisini canlı olarak ele geçirdik, efendim.» Edwards'm kanlı ellerini görünce şaşırdı.

Üsteğmen, Smith'e, «Ben içeri giriyorum,» dedi. Çavuş çabucak başını salladı.

«Ben sizi buradan korurum. Rodgers sen üsteğmenin peşinden git.»

Edwards yarı açık kapıdan içeri girdi. Oturma odası boş ve karanlıktı. Bir köşeden solumalar geliyordu.
Edwards o tarafa, yaklaştı ve bir Rusla karşı karşıya geldi. Adam pantolonunun, düğmelerini açmakla
meşguldü. Fazla zaman yoktu. Edwards bıçağı Rusun kaburgalarının altına sapladı. Çekti. Tekrar sapladı.
Aynı anda bir gölge kımıldandı. Edwards başını kaldırdı ve bir adamın elinde tabancayla sendeleyerek
yaklaştığını gördü.

Rodgers, «Dur, köpek!» diye haykırdı. M-16'yla adamın göğsüne doğru nişan almıştı. Üç el ateş
ederken gürültü kulaklarında çınladı. «İyi misiniz, komutan?» Edwards'a ilk kez böyle hitap ediyordu.

«Evet.» Edwards doğruldu. Garcia'nın diğer Rusu duvara doğru geri geri gitmeye zorlamasına izin verdi.
Adamın belden aşağısı çıplaktı. Pantolonu bileklerine kadar inmişti.

Rodgers bir an yana bakarak, «Siz iyi misiniz, efendim?» diye sordu.

Edwards tahta zeminde yatan kızı gördü o zaman. Güzeldi. Yünlü geceliği yırtılmıştı. Beyaz vücudunda
morluklar ve bereler vardı. Edwards onun gerisinde, mutfakta yatan bir kadının bacaklarını farketti. İçeri
girdi. Mutfakta bir erkekle bir köpek de vardı. Onlar da ölmüşlerdi.

Edwards geri dönüp sarışın kızın üzerine eğildi. Kızın yüzü, çenesine ve yanağına yediği yumruklardan
şişmeye başlamıştı. Yirmi yaşlarında kadardı. Üsteğmen masa örtüsünü çekerek kızın üzerine örttü. «İyi
misin? Haydi, yavrum, yaşıyorsun. Güvendesin. Artık kurtuldun.»
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

— 248 —

Kızın gözleri önce iki ayrı yönö bakıyordu. Sonra bakışlarını genç adama dikti. Gözlerindeki ifade
Edwards'm irkilmesine neden oldu. Elinden geldiğince şefkatli bir tavırla onun yanağına dokundu. «Haydi.
Seni yerden kaldıralım. Artık kimse sana kötülük etmeyecek.» Kız şiddetle titremeye başladı, Edwards
onun kalkmasma yardım ederek kızı örtüye dikkatle sardı. «Haydi.»

Smith içeri girip etrafına bakındı. Üsteğmenle kızı görünce, «Ona ne yapmışlar?» diye sordu.

«Annesiyle babasını öldürmüşler. Köpeğini de. Herhalde isleri bittiği zaman bu zavallıyı da
öldüreceklerdi. Çavuş, Rusların üzerlerini ara. Yiyecek al. İşe yarayacak başka şeyleri de. Çabuk ol.
Yapacak işimiz çok. İlkyardım çantan var mı?»

«Var, komutanım. İşte.» Çavuş ona küçük bir çantayı uzattı. Sonra da Garcia'ya bakmak için kapıdan
çıktı.

«Seni yukarı çıkardım. Yüzünü gözünü yıka.» Edwards sol kolunu kızın omzuna atarak onun eski, dik.
tahta merdivenden çıkmasına yardım etti. Ona çok acıyordu. Kızın gözleri çini mavişiydi. Ama boş boş
bakıyordu. Edwards'dan ancak iki santim daha kısaydı. Çildi beyaz ve hemen hemen saydamdı. Biçimini
sadece biraz şişkince karnı bozuyordu.

Yukarıda küçük bir oda vardı. Kız buraya girerek yatağa oturdu.

Aksanlı bir İngilizceyle,«K-ki-kim...» diye kekeledi.

«Biz Amerikalıyız. Ruslar saldırdığı zaman Keflavik'ten kaçtık. Adın nedir?»

«Vigdis Agusdottir.» Kızın sesi biraz canlanmış gibiydi. «Agust'un kızı Vigdis.» Ve Agust şimdi mutfakta
cansız yatıyordu. Edwards, Vigdis'in ne anlama geldiğini düşündü. Ama bu adın yeterince güzel
olmadığından emindi.

Üsteğmen lambayı sehpanın üzerine bırakarak ilkyardım çantasını açtı. Kızın çenesi çizilmişti. Edwards
oraya ilaç sürdü. Vigdis yüzünü buruşturmadı bile. Kendini korumak için iyice çabalamış ve bu yüzden
yumrukları yemişti.

Edwards kararını vermişti. «Burada kalamazsın. Biraz sonra gitmemiz gerekiyor. Sen de buradan
ayrılmalısın.»

— 249 —

«Ama...»

«Çok üzgünüm. Seni anlıyorum... Yani Ruslar saldırdıkları zaman ben de dostlarımı kaybettim. Tabii
annenle babanı kaybetmen kadar feci sayılmaz. Tanrım!» Edwars bu saçmasapan sözleri söylerken elleri
titriyordu. Vigdis'in elini tuttu. «Buradan ayrılmak zorundayız. Mümkün olursa seni istediğin yere
götürebiliriz. Herhalde yakında akrabaların var. Ya da arkadaşların. Seni onlara götürürüz. Onlar seninle
ilgilenirler. Ama burada kalamazsın. Kalırsan seni öldürürler. Anlıyor musun?»

Kız gölgelerin arasında başını salladı. «Evet... Lütfen... lütfen beni yalnız bırak. Kısa bir süre yalnız
kalmalıyım.»
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

«Olur.» Edwards yine Vigdis'in yanağına dokundu. «Bir şeye ihtiyacın olursa seslen.» Aşağıya indi.
Smith, her şeyi halletmişti. Üç adam yerde dizüstü duruyorlardı. Elleri arkada bağlanmıştı. Gözleri ve
ağızları da. Garcia onların başında duruyordu. Rod-gers mutfaktaydı. Smith masanın başında bazı eşyaları
inceliyordu.

«Pekâlâ. Kimmiş onlar?»

Çavuş subayına âdeta sevgiyle baktı. «Şu yarı çıplak adam bir Rus teğmeni. Ölenlerden biri çavuş, biride
er. Şu ikisi de öyle. Teğmenin üzerinden şu çıktı, komutanım.»

Edwards, Smith'in uzattığı haritayı açarak baktı. «Ah, ne güze!!» Haritanın üzerinde işaretler vardı.

«Bir dürbün, bir radyo bulduk. Yiyecek. Pek iyiye benzemi-miyor ama hiç yoktan iyidir. İyi bir iş
başardık, komutanım. Üç kurşun attık ve beş Rus yakaladık.»

«Neleri almamız gerekiyor, Jim?»

«Sadece yiyeceği, efendim. Silahlarından ikisini alabiliriz ama bu da yükümüzü arttırır. Zaten yükümüz bir
hayli ağır...»

«Ve biz buraya savaş yapmaya değil, bilgi toplamaya geldik. Tamam.»

«Bazı giyim eşyaları almalıyız. Kazak filan. Küçük hanım da bizle mi gelecek?»

«Başka çare yok.»

Smith başını salladı. «Doğru. Onun yürümekten hoşlandı-

— 250 —

ğını umarım, efendim. Sağlıklı görünüyor. Ama hamile, dört aylık kadar sanırım.»

«Hamile mi?» Garcia döndü. «Hamile bir kadına mı saldırdılar?» İspanyolca bir şeyler söyledi.

Edwards, «içlerinden biri bir şey söyledi mi?» dedi.

Garcia, «Bir tek kelime bile söylemediler, efendim,» diye cevap verdi.

Edwards, «Jim, yukarı çıkıp kıza bak,» dedi. «Adı Vigdis. Şefkatli davran.»

«Endişelenmeyin.» Çavuş yukarı çıktı.

Edwards tutsakları ne yapacaklarını düşünüyordu. Onlarr götürmeleri imkânsızdı. İşlerini daha da


zorlaştırırdı. Onları öldürmekten başka çare yoktu, Garcia'yto bu işi çabucak hallettiler.

Smith, Vigdis'i merdivenden indirdi. «Üzerindekiler iyi, komutan. Kalın giysiler, botlar. Ona bir matara ve
parka bulabiliriz sanırım. Bir sırt çantası da. Onun bir fırça ve diğer kadın eşyalarından getirmesine de izin
yerin, efendim. Ben de sabun bulayım. Belki jilet de vardır.»

Edwards Rusları işaret etti. «Onlar* kamyonete yükler ve tekrar karayoluna götürürüz. Belki olaya bir
kaza süsü verir ve taşıtı yakarız. İçki şişeleri bulun. Onların içki içtiklerini san-malılar.»
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

«Zaten içmişler, efendim.» Rodgers içinde berrak bir içki olan bir şişeyi havaya kaldırdı.

Edwards şişeye bir göz attı, «Anlaşılıyor. Yanılmıyorsam bu adamlar dörtyol ağzında bekleyen
gruplardandı. Ya da devriyeye çıkmışlardı. Şansımız biraz yardım ederse patronları bizim bu işe
karıştığımızı anlamazlar.»

Çavuş, «Bunu yapmak istiyorsanız hemen...» diye başladı.

«Biliyorum. Sen Rodgers'la burada kal ve hazırlan. Kullanabileceğimiz başka bir şeyler bulursan onları da
al. Geri döndüğümüz zaman hızla hareket etmemiz gerekecek.»

Edwards'la Garcia ölüleri kamyonetin arkasına yüklediler. Kamuflaj işaretleri onlarınkine benzeyen su
geçirmez par-

— 251 —

kalan ve işlerine yarayacağını düşündükleri birkaç şeyi ayırdılar. Sonra hızla yoldan indiler. Şansları
yardım ediyordu. O ıssız dörtyol ağzında nöbetçiler yoktu. Rusların bir devriye timi oldukları anlaşılıyordu.
Biraz eğlenmek için bu çiftliği seçmişlerdi. Karayolu deniz kıyısına paraleldi. Biraz ileride derin bir uçurum
vardı. Edwards'la Garcia taşıtı durdurarak cesetleri koltuklara oturttular. Garcia arkaya bir teneke benzini
boşalttı. Sonra iki genç adam taşıtı uçurumun kenarına doğru ittiler. Kamyonet uçurumdan yuvarlanırken
Garcia içeriye bir elbombası attı. Sonra döndüler ve koşa koşa çiftliğe gittiler. Orada her şey hazırdı.

Smith kıza, «Evi yakmamız gerekiyor, Miss Vigdis,» diye anlatıyordu. «Böyle yapmazsak Ruslar burada
neler olduğunu öğrenirler. Annenizle babanız öldü. Ama onların yaşamanızı isteyeceklerinden eminim.
Tamam mı?»

Vigdis şokun etkisinden hâlâ kurtulamadığı için fazla karşı koymadı. Rodgers'la Smith cesetleri yukarıya
çıkarmışlardı. Tabii onları gömmeleri daha iyi olacaktı ama zamanları yoktu.

Edwards, «Haydi, gidelim,» diye emretti. Çoktan yola çıkmış olmaları gerekiyordu. Biri yanan taşıtı
incelemeye gelecekti. Bu bir helikopter olursa... «Garcia, sen hanımla ilgilen. Smith, sen en geriden gel.
Rodgers öne geç. Önümüzdeki üç saat içinde buradan dokuz kilometre uzaklaşmış olmalıyız.»

Smith el'bombasmı eve atmak için on dakika bekledi. Zemine döktüğü gazyağı hemen alev aldı.

«USS CHİCAGO»

Şimdi hedef daha iyi farkediliyordu. Gemilerden biri Kas-hin sınıfı bir destroyerdi ve pervanesinin
dönüşünden yirmi bir mille ilerlediği anlaşılıyordu. Sovyet konvoyunun liderleri şimdi otuz yedi mil
ötedelerdi. İki grup oldukları belliydi. McCaf-ferty ESM anteninin yukarı çıkarılmasını emretti. Anten pek
çok

— 252 —

faaliyet olduğunu bildirdi. Ama komutan da bunu bekliyordu zaten.

«Periskop yukarı.» MçCafferty ufku çabucak inceledi. On saniye sonra periskop indirildi.

Komutan, «Bugün işimiz başımızdan aşkın olacak,» dedi. Saldırı merkezindeki mürettebata olanları
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

mümkün olduğu kadar açıklamak âdetindeydi. O zaman görevlerini daha iyi yapabilirlerdi. «Bir çift
Bear-F gördüm. Biri kuzeyde, 'biri de batıda. Epey uzaktalar ama ikisinin de sonar şamandıralarını
indirdiklerinden emin olabilirsiniz. İkinci komutan, gemiyi yüz elli metreye indir. Hız: Beş mil. Onların bize
doğru gelmelerine izin vereceğiz.»

«Burası sonar merkezi. Kuzeybatıda aktif sonar şamandıraları var, komutan. Altı tane saydık. Sesleri çok
hafif.» So-narcı bunların yerlerini bildirdi. «Hedeften henüz aktif sonar işaretleri gelmiyor, efendim.»

«Tamam.»

MçCafferty iki saat önce kovanların birinden bir Astoc çıkarmış ve yerine bir Harpoon füzesi
yerleştirmişti. Hedef denizaltı olduğunda kullanabileceği bir tek tip roketi vardı. Ama su üstü gemilerine
atabileceği üç füze, ayrıca Tomahawk roketleri de bulunuyordu.

Şimdi bunları kullanabilir ve hedefi vururdu. Ama ileride bir kruvazörle bir uçak gemisi varken füzesini
küçük devriye teknesine atarak ziyan etmek istemiyordu. Önce belirli hedefleri saptamak niyetindeydi.
Bunun kolay olmayacağını biliyordu. Ancak 688 sınıfı denizaltıların kolay işler için yapılmadıkları da bir
gerçekti.

Komutan öne, sonar bölmesine girdi.

Sonar astsubayı, «Komutanım,» dedi. «Kirov'un yerini galiba saptadım. Sıfır-üç-dokuz kerterizindekinin
o olduğunu sanıyorum. Ve... şimdi sağ tarafa da sonar şamandıraları atıyorlar.»

MçCafferty, «Onları V harfi oluşturacak biçimde mi atıyorlar?» diye sordu. Sonarcı gülümseyerek başını
salladı. Bu

— 253 —

Rusların doğrudan doğruya Chicago'ya doğru geldiğini gösteriyordu.

«Bir yüzeye atıyorlar, bir daha derine, efendim. Aralarında büyük açıklıklar var.» Sonar astsubayı
gözlerini ekrandan ayırmadan konuşuyordu.

«Bunu hesaplayacağız. İyi çalıştın, Barney.» Komutan so-narcınm omzuna vurdu. Sonra da saldırı
merkezine döndü. Ateş-kontrol izleme grubu yeni temas noktalarını hesaplamaya başlamıştı bile. Sonar
şamandıralarının aralarında iki mil kadar bir açıklık olduğu anlaşılıyordu. Chicago böyle iki şamandıranın
arasından usulca geçebilirdi.

McCafferty, «Altmış metreye çıkalım,» dedi. «Biraz dinleriz.» Bu manevranın yararı hemen görüldü.

Sonar astsubayı, «Hedeflere giden direkt rotaları hesapladım,» diye ha'ber verdi. «Bir sonar şamandırası
daha atmalarının zamanı. On beş dakikada bir atıyorlar. Bu seferki yakınımıza inebilir. Zayıf bir işaret
alıyorum, üç-iki-sıfır kerterizinde. Bu Kirov kruvazörü. Bekleyin... bir tane daha. Orta frekansta aktif bir
sonar. Kerterizi... Üç-üç-bir. İskeleden sancağa doğru gidiyor. Bu hedef bir Kresta-ll ASW kruvazörü.»

SHM subayı, «Haklı sanırım,» dedi. «Ölçümler uyuyor.»

Chicago sağa sola zikzaklar çizerek ilerlemeye başladı. Sinir gerginliği gitgide artıyordu.

«Burası sonar! Aktif sonar şamandırası. İskele tarafına yakın.»


Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

İkinci komutan hemen emretti. «Sancak alabanda. Her iki makine yarım yol ileri.»

McCafferty sonarcıya, «Sinyal gücü nasıl?» diye sordu, i

«Kuvvetli. İzimizi bulmuş olabilirler. Beş yüz metre daha ilerlersek sesimizi duyamazlar.»

«Tamam. Herhalde bütün şamandıraları aynı anda kontrol edemiyorlar.»

İkinci komutan Chicago'nun bin metre ilerlemesini emretti. Sonra denizaltı tekrar eski rotasına döndü.
Yukarıda bir Bear-F ASW olduğunu biliyorlardı. Uçakta hedef-bulan torpiller vardı

ve mürettebatın görevi de sonar şamandıralarının işaretlerini dinlemekti.

İkinci komutan, «Her iki makine ağır yol ileri, iskeleden üç-iki-bir rotasına gel.» Artık şamandıraların
oluşturduğu engeli aşmışlardı. Ama şimdi hedefleriyle aralarında böyle üç sıra daha vardı. Üç refakat
gemisinin uzaklığını da hemen hemen saptamışlardı. Ama Kirov'unkini değil.

«Tamam, baylar. Bear'ler gerimizde kaldı. Artık onlar için endişelenmeyeceğiz.» McCafferty SHM
subayına sordu. «En yakındaki gemi ne kadar uzaklıkta?»

«Yirmi altı bin metre. Onun bir Sovremenny olduğunu sanıyoruz. Kresta onun beş bin metre kadar
doğusunda.»

McCafferty başını salladı.

«Komutan. Burası sonar! Suda torpiller. Kerteriz: Üç-iki-sıfır! İşaretler zayıf. Çok sayıda aktif sonar.
Bütün hedeflerin pervane gürültüleri arttı.» Bu sözler daha sona ermeden komutan sonar bölmesindeydi.

«Torpil rotası değişti mi?»

«Evet! İskeleden sancağa... Tanrım! Biri Ruslara saldırıyor sanırım. Vurdu!» Sonar astsubayı ekranı
işaret etti. Parlak üç nokta Kirov'a yaklaşmıştı. Sonra görüntü karmakarışık oidu. Yüksek ve orta frekans
bölümleri aktif sonar çizgileriyle aydınlandı. Gemiler hızlarını arttırarak manevraya başlarken bunları
belirten çizgiler daha parlaklaştı.

«Bu ikinci derecede bir patlama! Tanrım! Suda pek çok patlama oluyor. Belki su 'bombaları bunlar.
Sular kaynıyor. Bir torpil daha. Uzakta, sancaktan iskeleye yön değiştiriyor.»

Şimdi görüntü McCafferty'nin izleyemeyeceği kadar karmaşık bir hal almıştı. Astsubay görüntüyü
büyüttü. «Komutan, birinin aralarına girerek saldırıya geçtiği anlaşılıyor. Kirov üç torpil yedi. Şimdi o
gemiyi yakalamaya çalışıyorlar. Şu iki gemi bir şeyin üzerine doğru gidiyor. Ben... suya bir torpil daha
atıldı! Bunun kimin işi olduğunu bilmiyorum. Tanrım! Şu patlamalara bakın!»

McCafferty kıça koştu. «Periskop derinliğine çıkalım!» Ko-

— 254—

— 255-

mutan periskopla etrafı taradı. Ufukta direğe benzer bir şey vardı, bir de üç-iki-sıfır kerterizinden kara
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

dumanlar yükseliyordu.

«Periskop aşağı. Herhangi bir hedef saptandı mı?»

İkinci komutan, «Hayır, efendim,» diye cevap verdi, «Manevraya başladıkları zaman bütün hesaplarımız
altüst oldu.»

«İkinci sonar şamandırası hattı ne kadar uzaklıkta?»

«İki mil. Aradaki açıklıktan geçecek durumdayız.»

«İki yüz elli metreye inelim. Her iki makine tam yol ileri.»

Chicago yirmi dakika kadar ilerledi. Sovyet sonar şamandıralarına yakalanmamak için küçük zikzaklar
çiziyordu.

Sonra McCafferty, «Tamam,» dedi. «Her iki makine ağır yol ileri. Periskop derinliğine çıkalım.»

Hız yüzünden sonarın fazla bir yararı olmamıştı. Ama şimdi ekrandaki görüntü düzeliyordu. Sovyetler'in,
amiral gemisine ateş eden düşmanı hâlâ telaşla aradıkları belliydi. Bir geminin izi tümüyle kaybolmuştu. Hiç
olmazsa bir Rus teknesi ya batmış ya da yara almış demekti. Suda patlamalar oluyor, hedefe doğru giden
torpillerin cızırtıyı andıran sesleri duyuluyordu. Bütün bunlar Chicago'da endişe uyandıracak kadar
yakındı.

«Atış gözlemi. Periskop yukarı!»

Arama periskopu yukarıya doğru kaydı. McCafferty ufku" inceledi. «Ben... Tanrım!» TV monitörü
sancak tarafında, yarım| mil ötede bir Bear uçağı olduğunu gösteriyordu. Uçak kuze-f ye su üstü grubuna
doğru gidiyordu. Komutan yedi gemiyi gö-| rebiliyordu. Sovremenny sınıfı bir destroyer daha yakındı.
Mc-i •Cafferty'nin daha önce gördüğü duman kaybolmuştu. Su Rus sonarlarının gürültüsü yüzünden
çalkalanıyordu.

«Radar anteni.» ^

Bir astsubay denizaltının suüstü arama radarını çaîıştır mak için düğmeye bastı. Aslında bu iş tehlikeliydi.
Rusların de nizaltının radarını farkedecekleri ve saldırmaya kalkışacakla kesindi.

Radar sadece on iki saniye çalıştırıldı. Ekranda yirmi al

— 256 —

hedef belirdi. Silah subayı roketleri için en uygun iki hedefi seçti.

«Dış kapaklar açılsın! Harpoon atışı!»

«Tamam.»

Silah subayı sakin sakin, «Hesap kontrol edildi,» dedi. «Atış sırası iki-bir-üç.»

McCafferty, «Ateş!» diye emretti.


Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

«İki! Ateş!» Yüksek basınçlı hava füzeyi tüpten fırlatırken denizaltı sarsıldı. «Bir-ateş! Üç-ateş! İki, bir ve
üç atıldı, efendim. Torpil tüpleri kapatıldı.»

«Mark-48'lerle doldurun. Tomahawk atışına hazır olun! Periskop yukarı!»

McCafferty simdi son Harpoon'un arkasında bıraktığı duman izini görebiliyordu. Bunun gerisindeyse...
Komutan periskoptan çekildi. «Dalın! Tam yol!» Chicago hızla sulara daldı. Bir Sovyet denizaltı avcı
helikopteri füzenin atıldığını görmüş, hızla onlara doğru geliyordu. «İskele alabanda!»

«Dümen, iskele alabanda.»

İkinci komutan, «Otuz metredeyiz,» diye bildirdi. «Hız on beş mil.»

McCafferty, «İşte,» dedi. Helikopterin aktif sonarının sesi teknede yankılandı. «Sancak alabanda. Bir
'gürültücü' atılsın.»

Komutan denizaltısmı doğuya doğru çevirerek hızı düşürdü. Şansları yardım ederse Ruslar 'gürültücü'nün
hedeflen olduğu-.nu sanarak ona saldıracaklardı. Chicago da o sırada uzaklaşa-bilecekti.

«Komutan, burası sonar. Bir destroyer yaklaşıyor. Kerteriz: Üç-üç-dokuz. Bir Sovremenny'e benziyor...
Suda torpil! Kıç tarafında! Suda bir torpil. Kerteriz: İki-altı-beş.»

«Sancak yirmi, her iki makine yarım yol ileri. Rota bir-yedir beş olacak.»

«Komutan, sonar. Yeni hedef. Çift uskur. Belki bir Udolay. Pervane dönüşünden hızının yirmi beş mil
olduğu anlaşılıyor. Kerteriz: Üç-beş-bir. Torpil rotası değişiyor. Kıç tarafa doğru gide>-rek uzaklaşıyor.»

•257 —

F.: 17

«Tamam.» McCafferty başını salladı. «Helikopter 'gürültücüyü' yakaladı. Bu bakımdan endişelenmemize


gerek yok. Üç yüz metreye inelim. Makineler ağır yol ileri.»

Komutan Sovremenny için fazla endişelenmiyordu. Ama Udolay ondan farklıydı. Yeni Sovyet
destroyerinde alçak frekanslı bir sonar, iki helikopter ve uzun menzilli roketli bir torpil vardı.

Ba-vaa! Alçak frekanslı sonarın sesiydi bu. Onları hemen yakalamıştı. Chic ıgo'nun yerini Udolay'a
bildirebilecek miydi? Yoksa denizaltının lastik kaplaması bunu engelleyecek miydi?

Sonar, «Hedef!» diye bildirdi. «Kerteriz: Üç-bes-bir. Uskur dönüşü yavaşladı. Hızın on mil olduğu
anlaşılıyor.»

«Tamam. Bizi bulabilmek için ağırlaştı. Sonar, bu ses ne kadar güçlü?»

«Çok hafif. Bizden yankı alamadığını sanıyorum. Hedef manevra yapıyor. Şimdi Kerteriz: Üç-beş-üç.
Sonarı çalışıyor ama bizden uzak bir kesimi, batıdan doğuya kadar olan bölümü arıyor.»

«İkinci komutan, bizi batıya doğru götür. Yanlarında dolaşmayı ve amfibi araçlara batıdan yaklaşmayı
deneyelim.» McCafferty sonar bölmesine gitti. Udolay'a saldırmayı çok istemişti ama bu kadar derinden
torpil almaya kalkarsa o çok değerli basınçlı havayı fazla harcamış olacaktı. Zaten ona komuta gemilerini
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

batırması görevi verilmişti, refakatçileri değil.

Sonar astsubayı içini çekti. «Tanrım! Ne kargaşa! Ama düzeliyor. Ya asıl rotalarına döndüler ya da
uzaklaşıyorlar. Hangisi olduğu anlaşılmıyor. Ah! Yine sonar şamandıraları atılıyor.» Ekrandan bunların
Chicago'ya yaklaştıkları anlaşılıyordu. «Bundan sonraki çok yakınımıza düşecek, efendim.»

McCafferty başını saldırı merkezine uzattı. «Güneye dönelim. Makineler yarım yol ileri.»

Ondan sonraki sonar şamandırası tam tepelerine düştü.

«Bizi bu kez yakaladılar, komutan!»

McCafferty oradan uzaklaşmak için hızı arttırdı ve batıya dönmelerini emretti. Üç dakika sonra torpil
suya daldı. Bunu ya

— 258 —

Bear atmıştı ya da Udolay. Torpil bir mil öteden onları aramaya başladı. Ama sonra döndü. Ses emici
lastik kaplama denizaltını kurtarmıştı. Artık oradan uzaklaşmaktan başka yapabilecekleri bir şey yoktu.

Chisago ancak iki saat çabaladıktan sonra Ruslardan kurtu-Jabildi. Oradan uzaklaşırlarken McCafferty
kendi kendine söylenip duruyordu. Uygun olan her şeyi yapmış, Sovyet gemilerinin arasına da girmişti.
Ama biri ondan önce davranarak saldırıya geçmişti. Ve belki de Chicago'nun hedefi olan Kirov'u
batırmıştı.

STORNOWAY, İSKOCYA

Avcı uçağının pilotu, «Yol uzun dedi.»

Toland başını salladı. «Evet. Son rapora göre suüstü grubu bir denizaltı saldırısından kurtulmak için
güneydoğuya doğru gidiyormuş. Herhalde artık tekrar eski rotasına döndü. Güneye. Ancak grubun
nerede olduğunu bilmiyoruz. Norveçliler Rusları araması için son RF-5'lerini yollamışlar. Ve uçak
kaybolmuş. Onları Bodo'ya ulaşmadan durdurmamız gerekiyor. Bunu yapabilmek için de yerlerini
öğrenmek zorundayız.»

«Uydulardan haber yok mu?»

«Yok.»

«Keşif uçuşuna çıkacağız. Gidiş geliş dört saat. Üç yüz mil ötede yakıt ikmali yapmamız gerekecek.»

Grup komutanı, «O kolay,» dedi. «Dikkatli olun. Sizin Tom-cat'lerin hepsi de yarınki baskın için bize
gerekli. Refakatçi olarak.»

«Bir saate kadar hazır oluruz.» Pilot uzaklaştı.

Sovyetler'in Norveç'te Bodo'yu almalarının önlenmesi şarttı. Ruslar oraya yerleştikleri takdirde
uçaklarıyla İskoçya'ya saldırır, Alman cephesindeki kaynakları kurutur ve Atlas Okyanusuna giren
bombardıman uçaklarının durdurulmasına da engel olurlardı. Toland başını salladı.

•259-
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

25

Yolculuk

İZLANDA

Arkalarında yanmakta olan ev, bir tepeciğin gerisinde gözden kayboldu. Olan tek iyi şey de buydu.
Edwards ve deniz piyadeleri son derecede yorgundular. Her adımda dizleri bükülüyor, sırt çantalarının
kayıştan omuzlarını kesiyordu. Durmadan ayakları burkuiduğu için bilekleri sızlıyordu. Ruslar yangının
incelenmesi için henüz o taraflara helikopter göndermemişlerdi. Taşıtlar da. Bu çok iyiydi ama ne kadar
sürecekti? Devriyenin dönmediğini ne zaman anlayacaklardı? Hepsi de bunları düşünüyordu.

Vigdis dışında tabii. Edwards kızın birkaç metre ilerisinde yürüyor, onun soluklarını, hıçkırıklarını
dinliyordu. Bir şeyler söylemek istiyor ama ne diyeceğini bilemiyordu. Kendi kendine, doğru olanı mı
yaptım, diye soruyordu. Bu bir cinayet miydi? Yoksa gerekli bir şey mi? Ya da adalet mi? Bu önemli mi?
Önemli olan yaşamamız.

«On dakika dinlenelim,» dedi.

Oavuş Smith diğerlerinin nerede olduklarına baktı, sonra da komutanının yanına oturdu. «Epey ilerledik,
komutanım. Son iki saatte altı, yedi kilometre sanırım. Artık biraz gevşeyebiliriz.»

— 260 —

Edwards keyifsizce güldü. Altı günden beri yoldaydılar. Yağmur yine başlamıştı. «Burada kalıp bir ev
yapmaya ne dersin?»

Smith alacakaranlıkta bir kahkaha attı. «Anlıyorum, komutanım.» Sonra sırtını kayaya dayayarak oturan
Vigdis'e döndü. «Nasılsınız, efendim?»

«Yorgunum.» Sesi son derecede cansızdı Vigdis'in. Duygusuz.

Edwards, «Bu bölgeyi iyi tanır mısın?» diye sordu.

«Babam burada balık avlardı. Onunki sık sık gelirdim.» Sarışın kız başını önüne eğerek sessizce
hıçkırmaya başladı.

Edwards kolunu onun omzuna atmak istiyordu ama bu davranışı durumun daha da kötüleşmesine yol
açabilirdi. «Yiyecek durumu nasıl, çavuş?»

Smith, «Dört günlük yiyeceğimiz var,» diye fısıldadı. «Konserve. Evi iyice aradım. İki olta buldum. Biraz
zaman ayırırsak karnımızı doyurabiliriz. Buralardaki çaylarda bol balık olmalı. Belki de gideceğimiz yerde
de öyle. Som ve alabalık. Babanız da balıkçıydı, değil mi, efendim?»

«İstakozcu. Balıkçılığa yakın sayılır...» Edwards bir an durdu. «Yola çıkma zamanı geldi. O dağa
ulaştığımız zaman bir süre yatarız. Herkes dinlenme fırsatı bulur.»

«İşte bunun şerefine içerdim, komutanım. Ama gecikirsek...»

«Aldırma! Gecikirsek gecikiriz! Kurallar biraz değişti. Rusların bizi aramaya çıkmaları olasılığı var.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Bundan sonra daha ağır ilerleyeceğiz. Radyoyla konuştuğumuz dostlarımız bundan hoşlanmazlarsa canları
cehenneme! Oraya geç ulaşacağız. Ama ulaşacağız.»

«Tamam, komutanım! Garcia, sen öne. Rodgers, sen arkaya gözkulak ol! Beş saat daha yürüyeceğiz,
deniz piyadeleri. Ondan sonra yatıp uyuyacağız.»

— 261

«USS PHARRIS»

Köpüklerin suratına sıçraması Morris'in hoşuna gidiyordu. Konvoy kırk mil hızla esen fırtınada
ilerlemekteydi.

«Kahve içer misiniz, komutanım?» Porsun Clarke kaptan köşkünden çıkmıştı. Elinde bir fincan vardı.
İçine tuzlu su kaçmaması için tabağı ağzına kapatmıştı.

«Teşekkür ederim.» Morris fincanı alarak kahvenin yarısını çabucak içti. «Mürettebat ne durumda?»

«Konuşamayacak kadar yorgunlar.» Porsun güldü. «Bebekler gibi uyuyorlar. Bu fırtına daha ne kadar
sürecek, komutanım?»

«On iki saat. Ondan sonra hava açacak ve iki hafta boyunca çok güzel olacak. Tabii biz de fırtınada
dağılan şilepleri toplamak zorunda kalacağız. Ne harika değil mi?»

STORNOWAY, İSKOÇYA

«Andoya. Aslında Bodo'ya gitmiyorlarmış. Uçaklarımız bu yüzden onları bulamadılar.» Toland Norveç'in
uydudan alınmış olan fotoğraflarını inceliyordu.

«Kaç asker çıkarmışlar?»

«En aşağı bir tugay. Şurada sürüyle tekerlekli taşıt var. Çok sayıda SAM da. Avcı uçakları orada
üslenmeye başlamışlar bile. Tabii ondan sonra da bombardıman uçakları gelecek. Belki oraya
ulaşmışlardır bile. Bu fotoğraflar üç saat önce çekilmiş.»

Grup komutanı, «Blinder hafif bombardıman uçakları oradan bize ulaşabilirler,» dedi. «Onları durdurmak
çok zor olur.»

Amerikalı, «Oraya erişebiliriz,» diye cevap verdi. «Ama bunun için de saldırı kuşlarımızın yarısı gerekir.»

— 262 —

«Onların yedek kuvvetlerden çıkarılmalarına hiçbir zaman izin vermezler.» Grup komutanı başını salladı.

Toland, «O zaman Faroes üzerinde devriye uçuşları yapılması gerekir,» dedi. «Tabii o yüzden izlanda'ya
fazla baskın yapamayız.» Masada etrafına bakındı. Avcı uçağı pilotları bu konuşmayı sessizce
dinliyorlardı. «Ne güzel değil mi? Andoya'ya baskın yapamazsak n© yaparız başka? Burada oturup
Iskoçya' yi nasıl savunacağımızı mı düşüneceğiz?»

«İvan'ın havada bizden üstün olmasına göz yumarsak...»


Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Toland, «Ivan konvoyları batırırsa.» diye hatırlattı. «Bütün savaşı kaybederiz.»

Grup komutanı, «Doğru. Çok haklısın, Bob,» dedi. «Bir çaresini bulmalıyız.»

IZLANPA

Smith, «Hiç dağcılık yaptınız mı, üsteğmenim?» diye sordu.

«Hayır. Hele böyle dimdik yamaçlardan hiç inmedim. Ya sen?»

«İndim, ama talimde bizi daha çok dağlara tırmandırırlardı. Bu iş daha kolay olmalı. Kayacağınızdan fazla
korkmayın. O botlar yere sıkıca basıyor. Sadece sağlam bir taşa basmaya çalışın. Tamam mı? Ve ağır
ağır inmeye bakın. Garcia öne çıksın. Burası şimdiden hoşuma gitti, komutanım. Şu çağlayanın dibindeki
gölcüğü görüyor musunuz? Orada balık var. Ve bizi hiç kimse o çukurda bulamaz.»

«Pekâlâ. Sen hanımla ilgilen.»

«Tamam. Garcia, öne! Rodgers, arkamızı koru!» Smith, Vig-dis'e doğru giderken silahını sırtına astı.
«İnebilecek misiniz, efendim?» Elini uzattı.

«Buraya daha önce de geldim.» Kız az kalsın gülümsüyor-du. Sonra onu buraya kimin getirmiş olduğunu
anımsadı. Hem de kaç kez gelmişlerdi! Çavuşun elini tutmadı.

— 263 —

«İşte bu çok iyi, Miss Vigdis. Belki bize bir, iki şey öğretebilirsiniz. Şimdi dikkatli olun.»

Bir saat sonra aşağıdaydılar. Edwards saatine bir göz attı. Elli altı saat hemen hiç durmadan ilerlemişlerdi.
Her biri gölgelik bir yer bularak oturdu. Önce yemek yediler. Yediklerinin ne konservesi olduğuna
bakmak zahmetine bile katlanmadılar. Smith önce iki erin uyumalarına izin verdi. Kendi uyku tulumunu da
Vigdis'e uzattı. Kız erler gibi hemen uykuya daldı. Çavuş hızla etrafı dolaştı. Edwards onu seyrediyordu.
Adamın hâiâ enerjisi olması onu şaşırtıyordu.

Çavuş, üsteğmenin 'yanına çöktü sonunda. «Burası iyi bir yer, komutanım. Sigara içer misiniz?»

«Ben sigara içmem. Sigaralarının bittiğini sanıyordum.»

«Bitmişti. Ama küçük hanımın babası da benim gibi tirya-kiymiş anlaşılan.» Smith filtresiz bir sigara
yakarak derin bir nefes çekti. «Tanrım! Ne güzel!» /

«Burada bir gün kalıp iyice dinlenebiliriz.»

«Harika!» Smith arkasına yaslandı. «Çok iyi dayandınız, üsteğmenim.»

«Hava Akademisindeyken yarışlara katılırdım. On bin metre maraton.»

Çavuş öfkeyle baktı. «Yani ben bir koşucuyu geçmeye mi ça-lışiyordum?»

«Sen bir maratoncuyu ezip geçtin.» Edwards omuzlarını ovuşturdu. Kayışların yeri sızlıyor, ona sanki biri
bacaklarına sopayla vurmuş gibi geliyordu. Ağır ağır arkaüsîü uzandı. Sonra da aklma bir şey geldi.
«Birinin nöbet tutması gerekmiyor mu?»
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

«Bunu ben de düşündüm.» Smith de yatmış, miğferini gözlerine doğru çekmişti. «Ama bir seferlik bunu
unutabiliriz... Bizi ancak bir helikopter tam tepemize geldiği takdirde görebilirler. En yakın yol buradan on
beş kilometre ötede. Ne dersiniz, komutanım?»

Edwards bu soruyu duymadı bile.

•264-

KİEV, UKRAYNA

du.

Aiekseyev, «Ivan Mihaitovich, bavulların hazır mı?» diye sor-

«Evet. yoldaş general.»

«Batı Cephesi Başkomutanı kaybolmuş. Üçüncü Ordudan ilerideki karargâhına dönüyormuş. Onun bir
hava saldırısı sırasında ölmüş olabileceğini düşünüyorlar. Biz onun yerini alacağız.»

«Hemen, öy!e mi?»

Aiekseyev öfkeyle, «Ne münasebet!» dedi. «Generalin ölmüş olduğuna ancak otuz sekiz saatte karar
verebilmişler. O manyak Üçüncü Ordunun komutanını görevden almış, sonra da ortadan kaybolmuş.
Yardımcısı ne yapacağına karar verememiş. Programdaki saldırı yapılamamış. Bizim askerlerimiz emir
beklerlerken Almanlar karşı saldırıya geçmişler.» Başını salladı ve daha sakin bir tavırla ekledi. «Bundan
sonra saldırıyı gerçek askerler yönetecek. Siyasi bakımdan güvenilir bir çapkın değil.»

Yüzbaşı, «Görevimiz?» dedi.

«General komutayı ele alırken, sen ve ben cephedeki durumu anlamak için teftişe çıkacağız. Üzgünüm,
İvan Mihailovich, bu babana söz verdiğim gibi güvenli bir görev olmaktan çıktı artık.»

Ivan, «İngilızcem de iyidir,» diye açıkladı. «Ne zaman gidiyoruz?»

«iki saat sonra uçakla yola çıkacağız.»

«Gündüz vakti mi?» Yüzbaşı buna hayret etmişti.

«Gündüz uçak yolculuğunun daha güvenli olduğu anlaşılıyor. NATO gece göklerine hakim olduğunu iddia
ediyor. Bizimkiler bunun aksini söylüyorlar ama bizi gündüz uçuracaklar. Artık sen kendince bir sonuç
çıkar, yoldaş yüzbaşı.»

— 265 —

SKULAFOŞS, İZLANDA

Edwards daha nedenini anlayamadan doğrulup oturdu. Smith ve deniz piyadeleri daha da hızlı
davranmışlardı. Ayağa fırlayıp silahlarını ellerine almışlar, hızla güvenli yerlere doğru koşuyorlardı. Vigdis
durmadan haykırırken tepeleri araştırıyorlardı. Edwards silahını bırakarak kızın yanına gitti. Deniz
piyadeleri Vigdis'in bir tehlike gördüğü için bağırdığını sanmışlardı. Ama Edwards öyle olmadığını
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

biliyordu. Yanına geldiği sıra do kız da susmuştu. Edwards, Vigdis'i omuzlarından tutarak yüzünü
kendisininkine yaklaştırdı.

«Güvendesin, Vigdis, artık güvendesin.»

«Ailem...» Kız soluk almaya çalışıyordu. «Bütün ailemi öldürdüler. Sonra...»

«Ama sen yaşıyorsun.»

«O askerler... onlar...» Vigdis, Edwards'dan uzaklaşarak üstünü başını düzeltti. Genç adam uyku
tulumunu kızın omuzlarına sardı.

«Sana bir daha kötülük edemeyecekler. Daha sonra olanları unutma. Sana bir daha dokunamayacaklar.»

Vigdis onun yüzüne 'baktı. Edwards kızın ifadesinden bir anlam çıkaramadı. Yüzünde acı ve kederden
başka bir şeyler daha vardı. «Ailemi öldüren adam. Sen onu... öldürdün.»

Edwards başını salladı. «Hepsi de öldü. Sana zarar veremezler.»

«Evet.» Vigdis gözlerini yere dikti.

Smith, «İyi misiniz?» diye sordu.

Ona Edwards cevap verdi. «Evet. Sadece kötü bir rüya gördü.»

Vigdis, «Geri gelecekler,» dedi. «Tekrar gelecekler.»

«Bir daha dönmeyecekler, size de zarar veremeyecekler, efendim.» Smith, uyku tulumunun üzerinden
kızın kolunu tuttu.

— 266 —

«Biz sizi koruyacağız. Biz buradayken kimse size zarar veremez. Tamam mı?»

Kız başını salladı.

«Pekâlâ, Miss Vigdis, neden artık yatıp biraz daha uyumuyorsunuz? Biz buradayken kimse size
dokunamaz. Bize ihtiyacınız olursa sadece seslenin, yeter.» Smith uzaklaştı.

Edwards da doğruluyordu ama Vigdis onun kolunu yakaladı. «Lütfen gitme. Korkuyorum... Yalnız
kalmaktan korkuyorum.»

«Tamam, yanında kalacağım. Sen yatıp biraz uyu.»

Vigdis beş dakika sonra uykuya daldı. Edwards ona bakmamaya çalışıyordu. Kız birdenbire uyanıp
onun baktığını görürse kimbilir neler düşünürdü? Edwards, ya onun evine gitmeye karar vermeseydik,
diye düşündü birdenbire. Annesiyle babası gibi onu da öldürürlerdi. Herhalde biri birkaç gün sonra onları
bulurdu... Sandy'i buldukları gibi... Edwards Rusları, özellikle subayı bu yüzden öldürdüğünü biliyordu.

Smith ona el salladı. Edwards usulca ayağa kalkarak çavuşun yanına gitti. «Garcia nöbette, komutanım.
Galiba yine deniz piyadeleri gibi davranmamız iyi olacak. Eğer gerçek bir tehlike olsaydı, çoktan
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

ölmüştük.»

«Henüz buradan ayrılamayacak kadar yorgunuz.»

«Evet, efendim. Küçük hanım iyi mi?»

«Çok7 kötü anlar geçirdi. Uyandığı zaman... Kahretsin! Bilmiyorum. Kriz geçirmesinden korkuyorum.»

«Olabilir...» Smith bir sigara yaktı. «Ama çok genç. Ona bir şans verirsek kendini toplayabilir.»

«Ona bir görev vermemizi mi istiyorsun?»

«O da bizim gibi çalışmalı, komutanım. Siz bir şeyler düşünün.»

Edwards saatine baktı. Yine de altı saat kadar uyumuştu. Bacak kasları sertleşmişti ama kendini
umduğundan daha iyi hissediyordu. Ne çare ki, bunun bir hayal olduğunu da biliyordu. Yola çıkacak hale
gelebilmek için en aşağı dört saat kadar uyuması ve güzel bir yemek de yemesi gerekiyordu.

— 267 —

«On birden önce yola çıkmayız. Herkesin biraz daha uyumasını istiyorum. Doğru dürüst yemek de
yemeliyiz.»

«Çok mantıklı. Dostlarımızla ne zaman konuşacaksınız?»

«Bunu çok daha önce yapmam gerekirdi. Ama o lanet olasıca kayalara tırmanmak istemiyorum.»

«Üsteğmenim, ben ahmağın biriyim. Ama yukarı tırmanacağınıza neden yedi yüz elli metre kadar aşağıya
inmiyorsunuz? O zaman anteni uyduya doğru çevirebilirsiniz. Öyle değil mi?»

Edwards kendi kendine, neden bunu düşünemedim, diyerek öfkeyle başını salladı. Radyo çantasını
alarak yamaçtan indi.

Köpek Kulübesi hemen, «Çok geç kaldın, Tazı,» dedi. «Durumunu bildir.»

«Köpek Kulübesi, her şey felaket. Bir Rus devriyesiyle karşılaştık.» Edwards iki dakika içinde olanları
özetledi.

«Kahretsin! Tazı, sen çıldırdın mı? Sana düşmanla karşılaşmaman emredildi. Tekrarlıyorum. Emredildi.
Orada olduğunu öğrenmediklerini nereden biliyorsun? Tamam.»

«Adamların hepsi de öldü. Taşıtlarını uçurumdan yuvarlayarak tutuşturduk. Olaya bir kaza süsü verdik.
TV oyunlarında olduğu gibi. O olay sona erdi, Köpek Kulübesi. Artık endişelenmenin hiçbir yararı yok.
Olay yerinden uzaklaştık. Adamlarım akşama kadar dinlenecekler. Sonra kuzeye doğru yola çıkacağız.
Bu iş tahmin ettiğinden daha uzun sürebilir. Arazi çok engebeli ama elimizden geleni yapıyoruz.
Bildirilecek başka bir şey yok. Bulunduğumuz yerden fazla bir şey göremiyoruz.»

«Pekâlâ. Emirler değişmedi. Ve tekrar beyaz atlı şövalye rolü oynamaya kalkma lütfen. Tamam.»

«Tamam.» Edwards radyoyu çantaya koyarken gülümsedi. Geri döndüğü zaman Vigdis uykusunda
dönüp duruyordu. Genç odam onun biraz uzağına yattı.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

— 268 —

İSKOCYA

«'Kahraman kovboy! John Wayne çiftçileri kızılderililerirt elinden kurtarıyor.»

Tek gözlü adam, «Biz orada değildik,» diye hatırlattı. «Bin kilometre öteden yargıya varmak hatalı olur.
Tazı oradaydı ve olanları gördü. Şimdi... bu olay bize Rus askerleri hakkında neler açıklıyor?»

İlk adam, «Sovyetler'in sivillere karşı örnek olacak bir biçimde davrandıkları söylenemez ki,» dedi.

Diğeri. «Sovyet Hava Birliklerinin çok disiplinli olduklarr bilinir,» diye karşılık verdi. «Ama böyle 'bir
davranış disiplinin sanıldığı gibi olmadığını gösterir. Bu daha sonra önem kazanabilir. Daha önce de
söylediğim gibi bu çocuk başarılı.»

•268-

26

izlenimler

Başkomutan, Alekseyev'e, «E, Pasha?» dedi.

«Hemen cepheye gitmem gerekiyor! Üç saldırı başlattık. Onların nasıl geliştiğini görmeliyim.»

«Ne zaman gitmek istiyorsun?»

«Bir saat içinde. Yüzbaşı Sergetov da benimle gelecek.»

«Şu Parti üyesinin oğlu mu? Pasha, o yaralanırsa...»

«O Sovyet Ordusunun bir subayı. Babası ne olursa olsun, bu böyle. Ona ihtiyacım var.»

«Pekâlâ. Bulunduğu yeri bana bildir.»

Alekseyev teftiş için yeni bir Mi-24 saldırı helikopterine el koydu. Yola çıktılar. Ağaçların hemen
yukarısından uçan helikoptere MiG-21 avcı uçakları refakat ediyordu.

Yüzü toza bulanmış bir Kızıl Ordu albayı, «Hoşgeldin, yoldaş general,» dedi.

«Tümen komutanı nerede?»

«Komutan benim. General önceki gün düşman top ateşi sırasında öldü.»

Alekseyev kısaca, «Durumunuz?» diye sordu.

«Askerlerim yorgun ama hâlâ savaşabiliyorlar, Yeteri ka-

— 270-
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

dar hava desteğimiz yok. NATO avcı uçakları gece rahat vermiyor. Savaş gücümüz yarısına indi. Topçu
kuvvetlerimiz ise üçte 'birine.»

«Şimdi ne yapıyorsunuz?»

«Bir saat sonra iki alayla saldırıya geçeceğiz. Bieben adlr köye. Düşmanın, tank ve topçu desteğinde iki
piyade taburu olduğunu sanıyoruz. Köy ihtiyacımız olan bir kavşağa bakıyor. Orayı dün gece de ele
geçirmeye çalıştık. Bu saldırı başarılı oiacak. Görmek ister misin, yoldaş general?»

«Evet.»

«O halde seni ön saflara gönderelim. Helikopteri unut. Ölmek istiyorsan o başka. Ayrıca...» Albay
gülümsedi. «O helikopteri saldırıda destek olarak kullanabilirim. Sana bir piyade taşıtı vereceğim. Ama ön
saflar çok tehlikeli, yoldaş general.»

«İyi. Sen bizi korursun. Ne zaman gidiyoruz?»

«USS FHARRIS»

Bir denizci, «O da nesi?» dedi. Alçak irtifada beyaz dumandan oluşan bir izi işaret ediyordu.

Vardiya subayı, «O bir roket,» diye cevap verdi. «Savaş; yerlerine. Komutan, bir mil ilerimizde bir roket
var.»

Morris koltuğunda doğrularak gözlerini kırpıştırdı. «Konvoya işaret verin. Radarı çalıştırın. Bir radar
karıştırıcı CHAFF mermisi atın.» Merdivenden hızla savaş harekât merkezine çıktı. Alarm düdükleri
çalmaya başlamıştı bile. Kıçta iki Süper-RBOC füzesi havaya fırlayarak patladı. Fırkateyn'in etrafı ince
alüminyum parçacıklarından oluşan bir bulutla sarıldı.

Bir radarcı, «Beş füze saydım,» diye açıkladı. «Biri bize doğru geliyor. Rotası: Sıfır-sıfır-sekiz. Mesafesi:
Yedi mil. Hızı: Beş yüz mil.»

Taktik harekat subayı, «Köprü, sancak alabanda,» diye em-

— 271 —

retti. «Rota sıfır-sıfır-sekiz olacak. Tekrar CHAFF atışına hazırlanın. Silah kullanmak serbest.»

Beş pusluk top döndü ve ateşe başladı. Ama yaklaşan füzeye isabet ettiremediler.

«Dört CHAFF daha atılsın.»

Morris füzelerin atıldığını duydu. Radarda geminin etrafını saran parçacıklar bulanık bir bulut gibi
gözüküyordu.

Bir gözcü, «Savaş harekât merkezi,» dedi. «Onu görüyorum. Sancak tarafında, pruvaya doğru. Bize
isabet etmeyecek. Rotası değişiyor. Evet! Kıçın açığından geçti.»

Alüminyum parçaları füzeyi şaşırtmıştı. Bu yüzden buluttan sıyrıldıktan sonra radarı başka bir hedef
aramaya başladı. On beş mil ilerideki bir gemiyi farkederek ona doğru gitti.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Morris, «Sonar,» diye emretti. «Sıfır-sıfır-sekiz tarafını tara. Orada roketli bir denizaltı yar.»

«Arıyorum, efendim. O yönde hiçbir şey gözükmüyor.»

«Deniz üzerinden beş yüz mil hızla uçan bir füze. Orada bir denizaltı olmalı. Belki otuz mil ötede. Ben
yukarı çıkıyorum.» Komutan köprüye ulaştığı sırada ufuktaki patlamayı gördü. Füze bir savaş gemisini
yakalamış olmalıydı.

Bütün aramalarına rağmen denizaltıyı bulamadılar.

BIEEEN, FEDERAL ALMANYA

Yüzbaşı taretin hemen arkasmdaydı. «Bayağı açıktasın.» Çavuş Maçkall, «Doğru,» dedi. M-1 Abrams
tankı bir tepenin yamacında, aşağıya doğru duruyordu. Topu ağaçların arasındaydı. Maçkall vadiye 'baktı.
Bin beş yüz metre ilerideki ağaçların -arkasındaydı Ruslar. Güçlü dürbünleriyle tepeyi inceliyorlardı.
Çavuş onların savaş tankının o tehlikeli, enli ve alçak biçimini farketmeyecekierini umuyordu. Maçkall
hazırlanmış olan üç atış noktasından birinde bekliyordu.

Çavuş, «Herhalde Ruslar bu havadan memnun,» dedi. Yu-

— 272 —

karıda bulutlar vardı. «Bize nasıl bir destek sağlayacaksınız, efendim?»

Hava yüzbaşısı, «Dört A-10,» diye cevap verdi. «Belki birkaç Alman kuşu da. Ve üç helikopter
gelecek.»

Maçkall hem şaşırdı, hem de endişelendi. Ne biçim bir saldın bekliyorlardı?

«Pekâlâ.» Yüzbaşı doğrularak zırhlı komuta aracına döndü. «'Zulu Zulu Zulu' sözlerini duyduğun zaman
asıl saldırının başladığını anlarsın. SAM füzeleri ya da hava topları görürsen onları yok etmeye çalış.»

«Tamam, yüzbaşı.» Genç adam uzaklaşırken çavuş, herhalde Ruslar çok kayıp verdiğimizi biliyorlar, diye
düşündü.

Albay alçak bulutları işaret etti. «Amerikalılar bunlara bayılıyor olmalılar. Lanet olasıca uçakları çok
alçaktan geldikleri için radarla yakalayamıyoruz,. O yüzden de ancak ateşe başladıkları zaman
farkediyoruz.»

«Ne kadar zarar verdiler?»

«İşte.» Albay çarpışma alanını işaret etti. On beş tank parçalanmış ya da yanmıştı. «Bunu Amerikan
Thunderbolt'ları yaptı. O alçaktan uçan avcı uçakları. Askerlerim onlara, 'Şeytan Haçı' adını taktılar.»

Sergetov itiraz etti. «Ama dün iki uçak düşürdünüz.» «Evet. Ama bu yüzden dört topdan üçünü
kaybettik.» Albay saatine baktı. «Beş dakika kaldı, yoldaşlar. Adamlarım yerlerini aldılar. Lütfen benimle
gelin.»

Tankçı er, «Bunlar galiba ciddi, çavuş,» diyerek kapağı sıkıca kapattı.

Maçkall mikrofonunu ayarlayarak miğferini düzeltti. Dışarıya bakıyordu. Kalın zırh fazla gürültü duymasını
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

engelliyordu. Ama yer ayaklarının altında sallandığında tank da sarsılıyordu,

— 273 —

F.: 18

O zaman herkes altmış tonluk 'bir tankı devirmek içirt ne kadar güç gerektiğini düşünüyordu.

Mackall'ın tankının iki yanında çoğu orta yaşlı olan Alman bölge askerleri dar ve derin siperlere
büzülmüşlerdi. Kâh korku, kâh onlara ve ülkelerine... ve evlerine olanlar yüzünden •öfke duyuyorlardı.

Alekseyev, «İyi bir borbardıman planı bu, yoldaş albay,» "dedi. Yukarıdan çığlığı andıran bir ses geldi.
«İşte senin hava desteği.»

Dört Rus uçağı ilerleyerek napalm bombalarını attılar. Tekrar Rus hatlarına doğru dönerlerken bunlardan
biri havada pat-4adı.

«Neydi o?»

Albay, «Herhalde bir Roland,» diye cevap verdi. «Bizim SA-8 roketlerinin bir benzeri. Tamam. Bir
dakika var.»

Beş kilometre geride iki roketatar bataryası harekete geçti.

Mackall'ın kesimine otuz roket düştü. Önünde uzanan vadiye de. Tank şiddetle sarsıldı. Ama çavuşu
ileriden yükselen duman endişelendiriyordu. Rusların saldırıya geçeceğini gösteriyordu bu. Otuz yerden
fışkıran durranlar etrafı kapladı. .Mackall ve topçusu termal-gözleyicileri çalıştırdılar.

Komutan radyoyla, «Buffalo,» dedi. «Burası Sekiz. Kontrol •ediyorum.»

Mackall dikkatle dinledi. Derin çukurlarmdaki on bir ta-.şıta da bir şey olmamıştı.

Topçu, «Düşman gözüktü,» diye haber verdi.

Termal-gözleyici ısı farklarını ölçüyor ve bir buçuk kilometre kalınlığındaki sis perdesini yarabiliyordu.
Rüzgâr da onlardan yanaydı. Sisi doğuya doğru sürüklüyordu. Çavuş Terry Mackall derin bir soluk
alarak harekete geçti. «Hedef •tank. Saat on yönünde. Ateş!»

— 274 —

Topçu nişan aldı ve lazer düğmesine bastı. İnce bir ışın hedeften sekti. Kadranda uzaklık belirdi: 1310
metre. Atış kontrol bilgisayarı uzaklık ve hızı saptadı. Ana topun namlusunu havaya kaldırdı. Rüzgârın hızı
ve yönünü, hava yoğunluğunu ve nem derecesini ölçtü. Havanın ve tank mermilerinin ısılarını da. Topçuya
sadece hedefe nişan almak kalıyordu. Bütün operasyon iki saniye bile sürmedi. Topçu düğmelere bastı.
Tankın 105 mm. topu şiddetle geri tepti. Mermi havada ikiye ayrıldı. Sabot denilen kısım yere düşerken
tungsten ve uranyumdan oluşan bir 40 mm.'lik mermi saniyede hemen hemen bir mil hızla havada uçtu ve
bir dakika sonra hedefe çarptı. Ortasındaki uranyum çekirdek yanarak koruyucu çelik tabakayı deldi.
Rus tankı patladı.

Mackall, «Tam isabet,» dedi. «Hedef tank. Saat on iki yönünde. Ateş!»
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Rus ve Amerikan tankları aynı anda ateş etti. Ama Rus mermisi biraz yukarıdan gitti. Amerikalınınki
hedefi buldu.

Mackall, «Gitme zamanı geldi,» diye açıkladı. «Geri. Bir numaraya gidiyoruz.»

Tank sağa döndü ve elli metre ilerideki yine önceden hazırlanmış olan sipere doğru gitti.

Sergetev, «Bu dumanı da allan kahretsin,» diye söylendi. Rüzgâr sisi yüzlerine çarpıyordu. Bu yüzden
neler olduğunu göremiyorlardı. Savaş şimdi yüzbaşı, teğmen ve çavuşların elindeydi. Sadece patlayan
taşıtlardan fışkıran turuncu alevleri görebiliyorlardı. Ama onların kimlere ait olduklarını anlamalar»
imkânsızdı.

Mackall yeni yerine bir dakika geçmeden ulaştı. Bu siper tepelere paralel olarak kazılmıştı. Çavuş şimdi
piyadeleri görebiliyordu. İnmişler, zırhlı personel taşıyıcılarının önünden koşu-

— 275 —

yorlardı. Alman ve Amerikan topçuları onlara ateş ediyorlardı. Ama yeteri kadar hızlı değil...

«Hedef! Antenli tank. Ağaçların arasından çıkıyor.»

Rus tankını tecrübeli bir çavuş kullanıyor, düzlükte zikzaklar çiziyordu. Topçu düğmeye bastı. Rus tankı
şiddetle çarpan mermi yüzünden sarsıldı.

«Tam isabet! Aferin, Woody!»

Mermi Rus tankının arka tekerleklerinin arasına gelmiş ve dizel motoru parçalamıştı. Askerler dışarı
atlarken etraflarında mermi parçaları uçuşuyordu.

Mackall sürücüye tekrar hareket etmelerini söyledi. Yeni atış pozisyonuna girdikleri sırada Ruslarla
aralarında artık beş yüz metre kalmıştı. İki kez daha ateş ettiler. Ve bir piyade aracını havaya uçurdular,
bir tankın paletlerini parçaladılar.

«Buffalo, burası Altı. Bravo Hattına doğru gidin.»

Mackall takım komutanıydı. Onun için yerinden en son o ayrıldı. Tanklar hızlanmıştı. Otuz mille gidiyor,
Ruslar terk ettikleri tepeye yerleşemeden yeni savunma hattına ulaşmaya çalışıyorlardı.

«Zulu Zulu Zulu!»

Alekseyev, «Bana bir taşıt bulun,» diye emretti.

«Buna izin veremem. Bir general...»

Alekseyev tekrarladı. «Bana bir taşıt bulun. Kahretsin! Harekâtı izlemeliyim.»

Bir dakika sonra o ve Sergetov albayla 'birlikte zırhlı komuta aracına binmiş, NATO birliklerinin yeni
boşalttıkları hatta doğru hızla gidiyorlardı.

Sergetov arkaya bakıyordu. «Tanrım! Burada yirmi tank kaybetmişiz!»


Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Topçu, «Bu bir mitralyöz olmalı,» diye alay etti. Tepede bir Rus uçaksavar taşıyıcısı belirmişti. Bir dakika
sonra bir

— 276 — .

HEAT füzesi tankı sanki plastikten yapılmış bir oyuncakmış gibi patlattı. Amerikalı bu kez ayrıldıkları
tepenin yamacından inen bir Rus tankına nişan aldı.

«Yaşasın! Dost uçaklar geliyor!» Mackall olduğu yerde büzüldü. Pilotun koyunlarla keçileri birbirinden
ayırabileceğini umuyordu.

Alekseyev çift motorlu uçağın vadiye doğru dalışını izledi. Dört tank gözlerinin önünde havaya uçtu.
Thunderbolt batıya doğru döndü. Peşinde bir roket vardı. Ama bu uçağa erişemedi.

General, «Şeytan Haçı bu mu?» diye sordu. Albay başım salladı.

«Evet. Yedek alayı çağırdım. Düşmanı püskürtebiliriz.»

Alekseyev kendi kendine hayretle, başarılı saldırı bu mu, diye sordu.

NATO birlikleri beş yüz metre daha çekildi. Artık savundukları köyü görebiliyorlardı. Çavuş Mackall
tankıyla beş hedefi uçurmuş ama kendisi isabet olmamıştı. Tabii bu devam etmeyecekti.

İlerideki tepede elli tank belirdi. Bir A-10 ön sırayı taradı ve iki tankı havaya uçurdu. Sonra bir SAM
onu gökyüzünde yakaladı. Yanan uçak Mackall'un üç yüz metre ilerisine düştü.

«Hedef tank! Saat bir yönünde. Ateş!» Ateş edilirken Ab-rams tankı yine geriye doğru sallandı.
«Vurduk!»

Komutan, «Uyarı! Uyarı!» dedi. «Kuzeyden düşman helikopterleri yaklaşıyor.»

On Mi-24 Hint helikopteri gecikmişti ama bir dakikadan daha kısa bir süre iki tankı uçurarak 'bunu telafi
ettiler. Sonra Alman Phantom jetleri gözüktü. Helikopterlerle müthiş bir çarpışmaya giriştiler. Gökyüzünde
dumandan izler bırakıyorlardı. Sonra birdenbire hava bomboş kaldı.

—, 277 —

Alekseyev, «Yavaşlıyoruz,» dedi. Önemli bir şeyi öğrenmiş-ti. Saldırı helikopterleri düşman avcı
uçaklarına karşı koyamıyordu.

Altay, «Ne münasebet!» diye bağırarak radyoyla sağ kanattaki birliklere emirler verdi.

«Tepede bir komuta aracına benzeyen bir şey var. Yön saat on. Orta ulaşabilir misin?»

«Bir hayli uzak. Ben...»

Güm! Bir mermi taretin yüzeyinden sekti.

«Tank. Yön: Saat üç. Yaklaşıyor...»

Topçu kontrolleri çevirdi ama hiçbir şey olmadı. Er hemen el mekanizmasına uzandı. Mackall birdenbire
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

ortaya çıkarak onlara yaklaşan T-80'e makineliyle ateş ediyordu. Zırha tekrar bir mermi çarparken topçu
kolu telaşla çevirdi. Sürücü ona yardım etmeye çalışarak tankı döndürdü. Ateşe karşılık verebilmeleri için
dua ediyordu.

Bilgisayar sarsıntı yüzünden bozulmuştu, Topçu nişan aldığı sırada T-80 bin metre kadar ötedeydi.
Mermi hedefi 'buldu.

Topçu uyardı. «Gerisinde bir tane daha var.»

Mackall, «Buîfalo-Altı, burası üç-bir.» diye haber verdi. «Sağ kanadımızda kötü adamlar. Yardıma
ihtiyacımız var.» Sonra sürücüye emir verdi. «Sol palet. Hızla gerile.»

Tank hızla geri geri gitti. Topçu başka bir hedefe nişan almaya çalışıyordu. Ama otomatik denge
mekanizması da bozulmuştu. Uygun biçimde ateş edebilmek için hiç kımıldamamaları gerekiyordu. Ve bu
da ölüm demekti.

Başka bir Thunderbolt alçaktan uçarak Rusların üzerine bombalar attı. İki Sovyet tankı daha durakladı.
Ama avcı uçağı uzaklaşırken arkasından dumanlar çıkıyordu. Topçular Sovyet manevrasını durdurmak
için tekrar ateşe başladılar.

Tanktaki er, «Tanrı aşkına,» diye haykırdı. «Durun da şun-îardan birini uçurayım.» Tank bir an durdu. Er
ateş etti ve bir

— 278 —

tankın paletlerini kopardı. «Tekrar doldur!»

Bir başka tank Mackall'ınkine katıldı. Solda, yüz metre ötedeydi. Hiç yara almamıştı. Arka arkaya üç
kez ateş etti ve iki hedefi vurdu. Sonra bir Sovyet helikopteri belirdi ve bir füzeyle komutanın tankını
patlattı. O sırada bir Stinger füzesi de helikopteri parçaladı. O arada Alman piyadesi yeniden yayılıyordu.
Mackall tanksavar HÖT roketlerinden ikisinin taretin yanlarından geçtiğini gördü. İkisi de hedefi buldu.

«Tam ileride antenli tank!»

«Onu görüyorum. Ateş!» Taret sago döndü. Topçu ateş etti.

Tümen komutanı mikrofona, «Yüzbaşı Alenxandrov!» diye bağırıyordu. Tabur komutanının sözleri yarıda
kesilmişti. Albay mikrofonu çok fazla kullanıyordu. On beş kilometre ötede bir seyyar Alman topçu
bataryası radyo işaretlerini izledi ve arka arkaya yirmi defa hızla ateş etti.

Alekseyev yaklaşan mermilerin gürültüsünü duyarak yakındaki bir çukura atladı. Sergetov'u da birlikte
sürükledi. Beş dakika sonra etraf toz duman ve gürültüden geçilmiyordu.

General bir an başını uzattı. Albay hâlâ ayakta duruyor ve radyoyla emirler veriyordu. Arkasında komuta
aracı alev alev yanıyordu. Beş kişi ölmüştü. Diğerleri ise can acısıyla haykırıyor-lardı. Alekseyev elinin
üzerine bulaşmış olan kana öfkeyle baktı.

Mackall bir tankı da h o ortadan kaldırdı. Ama saldırıyı Almanlar durdurdu. Bunun için sonuncu HÖT
füzelerini de kullandılar. Ruslar geri dönerek güneydeki tepenin arkasına çekildiler. Topçular arkalarından
ateş ediyorlardı. Çarpışma bir süre için sona ermişti.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Birlik komutan yardımcısı, «Mackall, senin tarafta neler oluyor?» diye sordu.

«Altı nerede?»

— 279-

«Solunda.»

Mackall döndü ve komutanın tankını gördü. Yanıyordu. «Burada biz varız, efendim. Geride ne kaldı?»
«Dört tank saydım.» Çavuş, Tanrım, diye düşündü.

Albay ısrarla, «Bana tank tümeninden bir alay verin,» dedi. «Bu işi başarırım. Düşmanın hiçbir şeyi
kalmadı.» Kan içindeydi ama yarası derin değildi.

Alekseyev, «Bunu yaparım,» diye cevap verdi. «Ne zaman saldıracaksın?»

«İki saat sonra. Bfrlikleri toplamak için bu kadar süreye ihtiyacım var.»

«Pekâlâ. Ben karargâha dönüyorum. Düşman tahmin ettiğinden daha şiddetle karşı koydu, yoldaş albay.
Askerlerin çok başarılı oldu. İstihbarat bölümüne daha fazla çalışmalarını söyle. Tutsakları topla ve onları
sıkıca sorguya çek.» Alekseyev peşinde Sergetov'la uzaklaştı.

Taşıtlarına biner binmez yüzbaşı, «Durum sandığımdan daha kötü,» diye fikrini açıkladı.

«Herhalde karşımızda hemen hemen bir alay vardı.» Alekseyev omzunu silkti. «Sık sık bu tür hata
yaparsak başarılı olmayı bekleyemeyiz. İki saatte dört kilometre ilerledik. Ama bunun bedeli çok ağır
oldu. Ya o havacılar! Geri döndüğümüz zaman bizim cephe hava generallerine söyleyecek bir çift sözüm
olacak!»

Teğmen, «Sizin grup başarılı oldu,» dedi. Çarpışmadan geride dört değil beş tankın kurtulduğu
anlaşılmıştı. Beşincinin radyo aygıtı bozulmuştu. «Gerçekten çok başarılı oldunuz.»

Mackalî yeni komutanına, «Almanlar ne durumda?» diye sordu.

«Yüzde elli kayıp verdiler. Ve Ruslar bizi dört kilometre geriletti. Böyle bir duruma daha fazla
dayanamayız. Ama bir saate

— 280 —

kadar takviye gelebilir. Alayı, Rusların burayı gerçekten istediğine ikna edebildim sanıyorum. Bize yardım
gelecek. Almanların durumu da aynı. Gece oluncaya kadar bir tabur yollayacaklar. Şafağa kadar da belki
bir ikincisini. Gidip yakıt ve cephane ikmali yap. Dostlarımız yakında gelebilirler.»

«Köye karşı bir küçük, iki büyük saldırıda bulundular, efendim. Ama orayı alamadılar.»

«Bir şey daha var. Alaya senden söz ettim. Albay artık senin bir subay olduğunu söyledi.»

«Yaralanmışsın, Pasha.» İvan Sergetov başını salladı.

«Helikopterden inerken elim sıyrıldı. Beceriksizliğim yüzünden kendimi cezalandırmak için onun bir süre
kanamasına aldırmayacağım.» Başkomutanının karşısında oturan Alekseyev bir matara suyu başına dikti.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

O hafif yara yüzünden utanıyordu. Onun için yalan söylemeye karar vermişti.

«Saldırı?»

«Düşman şiddetle karşı koydu. Bize karşımızda iki piyade taburu ve tanklar olduğu söylenmişti. Ama
bence karşıda sayısı biraz azalmış bir alay vardı. Yerlerini iyi hazırlamışlardı. Yine de neredeyse onları
yarıp geçecektik. Komutan albayın planı iyiydi. Askerleri de ellerinden geldiği kadar çabaladılar. Onları
hedefimizin yakınına kadar püskürttük. Yeni saldırı için bir tank aiayı göndermek istiyorum.»

«Bunu yapmamıza izin yok.»

«Ne?» Alekseyev şaşırmıştı.

«Harekât manevra grupları, düşman hatları yanlıncaya kadar bölünmeyecek. Moskova'nın emri bu.»

«Bir alay yeter. Hedefi ele geçirmek üzereyiz. Buraya kcdar ilerleyebilmek için motorize bir topçu
tümenini feda ettik. Diğer bir tümenin erlerinin yarısını kaybettik. Bu çarpışmayı kazanır ve NATO
hatlarını ilk kez yarmayı başarabiliriz. Ama hemen harekete geçmemiz şartıyla!»

«Emin misin?»

— 281 —

«Evet. Çok hızla hareket etmemiz gerekiyor. 30. Muhafız Tank Tümeni cepheden bir saatlik mesafede.
Onları otuz dakika içinde harekete geçirebilirsek, yeni saldırıya katılırlar. Hatta bütün tümeni
göndermeliyiz. Bu fırsat her zaman ele geçmez.» «Pekâlâ, izin almak için STAVKA'yı arayacağım.»
Alekseyev arkasına yaslanarak gözlerini yumdu. Plandan sapmak için bir cephe komutanı bile izin almak
zorundaydı. Mos-kova'daki dâhiler bir saatten fazla bir süre haritalarını incelediler. Sonra da izin verdiler.

Teğmen Terry Mackall terfi ettiğini düşünemeyecek kadar yorgundu. Kendi kendine komutanların bu
küçük tank çarpışmasını ne kadar ciddiye aldıklarını soruyordu. İki Alman taburu geldi. Ve bitkin haldeki
bölge askerlerinin yerini aldılar. Onlar da geride, köyün etrafındaki siperlerine çekildiler. Bir Leopard tank
bölüğü ve iki M-1 takımı destek sağlayacaklardı. Hepsinin başında bir Alman albayı vardı. Albay bir
helikopterle gelip ü-tün savunma noktalarını inceledi. Ufak tefek ama sert bir adamdı. Yüzü sargılıydı ve
hiç gülmüyordu. Mackall, Ruslar bu hatları yarıp geçerlerse Hannover'in dışındaki NATO güçlerini
sorabileceklerini anımsadı. O nedenle bu çarpışma Almanlar için önemliydi.

Alekseyev savaş alanında olmayı çok istiyordu. Tümenle radyo bağlantısı kurmuş, konuşmaları
dinliyordu. Albay fazla beklemek zorunda kaldıklarından şikâyetçiydi. Alekseyev saldırı başarılı olursa
onu generalliğe yükseltmeyi düşünüyordu. Albay düşman gücünün artmış olmasından korkuyordu ama
elinde kanıt yoktu. Bu yüzden daha fazla beklemesi ya da takviye alması imkânsızdı.

— 282 —

Mackall da savaş alanını uzaktan seyrediyordu. Son tepe-ler bir buçuk kilometre ötedeydi. Teğmenin
kuvvetleri üçer tank-lık iki takıma ayrılmıştı. Bir komutan olarak geride beklemek ve onlara radyoyla emir
vermek zorundaydı.

Radyonun kalabalık Rus birliklerinin harekete geçtiklerini bildirmesinden yirmi dakika sonra harekât
başladı. Alman zırhlı personel taşıtları tepeden köye doğru indi. Kuzeyde birkaç Rus helikopteri belirdi.
Ama bu kez köyde saklanmış olan bir Roland bataryası atışa geçti. Üç helikopter patladı, diğerleri geri
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

döndü. Sonra Alman Leopard tankları gözüktü. Mackall bunları sayınca üçünün eksik olduğunu anladı.
NATO topçuları tepeleri dövmeye başladılar. Sovyetler de Amerikan tanklarının etrafına mermiler attılar.
Sonunda Rus askerleri ortaya çıktı.

Komutan radyoyla, «Buffalo,» dedi. «Ateş edilmesin. Tekrarlıyorum. Ateş edilmesin.»

Mackall çekilen Almanların köyden geçtiklerini gördü. Demek o Alman albayı bunu planladı, diye
düşündü. Çok güzel...

Albay Alekseyev'e radyoyla, «Kaçıyorlar!» diye haber verdi.

En öndeki Sovyet tanklarıyla köy arasında sadece beş yüz metre kalmıştı artık. Alman albay Amerikan
subayına emir verdi.

«Buffalo! Burası sekiz! Ateş!» On iki tank birden ateş etti ve hedeflerden dokuzunu vurdu.

Mackall topçusuna, «Woody, antenlileri bulmaya çalış,» dedi, «işte orada bir tane var! HEAT doldurun.
Hedef tank. Mesafe...» Tank yanlamasına yalpaladı.

«Vurduk!»

M-1'lerle ikinci kez ateş edildiği zaman da sekiz tank yaralandı. Diğerleriyse köyden atılan tanksavar
füzeleri yüzünden patlamaya başladı. Alman albayı hareket halinde bir pusu kurmuş, Ruslar da bu tuzağa
düşmüşlerdi. Leopard tankları Rusları açıkta yakalamak için köyün arkasından, iki yandan çıkıyordu.
Hava kontrol subayı avcı uçaklarını tekrar Sovyet toplarına sal-dırttı. Sovyet avcıları onları durdurmaya
çalıştılar. Ama bu yüzden karadaki çarpışmaya katılamadılar. Sonra Almanların Gazelle tipi füzeli
helikopterleri işe karıştı. Sovyet tankları sis püskür-

— 283 —

terek çaresizce düşmanla savaşmaya çabaladı. Ama Amerikalıların yerleri sağlamdı. Köydeki Alman
füzecileri ise her atıştan sonra ustalıkla yer değiştiriyorlardı.

Sonunda Ruslar dönerek tepelere doğru gerilediler. Almanlar peşlerindeydi. Mackall'a hareket etme emri
verildiği sırada ilk savunma hatları yine dostların elindeydi. Çarpışma ancak bir saat sürmüştü. İki Sovyet
motorize topçu tümeni Bieben yolunda ezilmişti.

Erler tarete hava girmesi için kapakları açtılar. Atış kontrol bilgisayarı yine bozulmuş ama Woody dört
tank daha vurmuştu. Bunlardan ikisinde Sovyet subayları vardı. Komutan cip-Je tankların yanına geldi.

Mackall, «Üç tank yara aldı,» diye bildirdi. «Onarım için onları çekerek götürmemiz gerekecek.»
Neşeyle güldü. «Bu köyü bizden alamayacaklar.»

«Başarı Almanların.» Teğmen başını salladı. «Tamam. Cephane ikmali yapın.»

«Geçen sefer beş eksik verdiler.»

«Cephane sayısını azaltıyorlar, Mackall. Malzemeyi bize umduğumuz kadar çabucak yollayamıyorlar.»

Mackall bu sözleri düşündü ve vardığı sonuç hiç hoşuna gitmedi. «Onlara söylesinler. Konvoyları çabuk
gönderirlerse düşmanları durdurabiliriz.»
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

«USS PHARRIS»

Morris, Hampton Road rıhtımının bu kadar kalabalık olduğunu hiç görmemişti. En aşağı altmış şilep
vardı. Pharris yakıt iskelesine bağlamıştı. Hem kazanları, hem de helikopteri için yakıt alıyordu. On iki
saat sonra yola çıkacaklardı. Bu kez Fransa'ya. Le Havre ve Brest limanlarına ağır donanım ve cephane
götüreceklerdi.

•284 —

İZLANDA

Durmadan tırmanmışlardı. Hepsi de çok yorgundu.

Edwards, «Biraz dinlenelim,» diyerek yere çöktü. Sırtını bir kayaya dayadı. Vigdis'in yaklaşması onu
şaşırttı. Kız ondan biraz uzağa oturdu.

Edwards, «Bugün nasılsın?» diye sordu. Vigdis'in bakışları

biraz canlanmıştı.

«Hayatımı kurtardığın için sana teşekkür etmedim.» Edwards, «Seni öldürmelerine seyirci kalamazdık,»
dedi.

Sonra da gerçeği söylemeye karar verdi. «Ben bunu senin için

yapmadım. Yani sadece senin için değil.»

«Anlayamadım.»

Edwards arka cebinden çıkardığı cüzdanı açtı. İçinde beş yıl önce çekilmiş olan bir fotoğraf vardı. «Bu
Sandy. Sandra Miller. Onunla aynı mahallede büyüdük. Aynı okulda okuduk. Belki iie-ride bir gün
evlenecektik. Ben Hava Akademisine girdim. Sandy de Hartford'a, Connecticut Üniversitesine gitti. İkinci
yılın ekim ayında ortadan kayboldu. Ölüsünü bir hafta sonra bir hendekte buldular. Biri ona saldırmış,
sonra da öldürmüştü. Bunu yapan adam iki kıza daha tecavüz etmişti. O şimdi akıl hastanesinde. Onun
deli olduğunu ve yaptıklarından sorumlu tutulamayacağını söylediler. Tabii ileride bir gün iyileştiğine karar
vererek onu salıverecekler. Ama Sandy dirilmeyecek.» Edwards gözlerini kayalara dikti. «Bu konuda
hiçbir şey yapamadım. Ben polis değilim. Zaten üç bin kilometre uzaktaydım. Ama bu sefer...» Sesi
ifadesizdi. «Bu sefer durum farklıydı.»

Vigdis, «Sandy'e'âşık miydin?» diye sordu.

Edwards Sandy'nin ölümünden üç gün önce çektirdiği fotoğrafa baktı. O eline geçtiği sırada kız ölmüştü
ama onun bundan haberi yoktu. «Evet.» Şimdi sesi duyguluydu.

«Her şeyi onun için yaptın. Öyle mi?»

— 285 —

Edwards, «Evet,» diye yalan söyledi ama için için de gerçeği itiraf etti. Bunu kendim için yaptım..,
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

«Adını bilmiyorum.»

«Mike. Michael Edwards.»

«Bunu benim için de yaptın, Michael. Hayatımı kurtardığın için teşekkür ederim.» Vigdis ilk kez hafifçe
gülümseyerek ovucunu Edwards'm elinin üzerine koydu. Eli sıcak ve yumuşaktı.

— 286 —

27

Kayıplar

KEFLAVIK, İZLANDA

«Önce onların yoldan çıkarak uçuruma yuvarlandıklarını sandık. Taşıtta bunu bulduk.» Askeri polislerin
komutanı olan binbaşı kırık bir votka şişesini havaya kaldırdı. «Ama eşyalarını toplamaya gelen sıhhiye
erleri bir şeyi farkettiler.»

Binbaşı cesetlerden birinin üzerine atılmış olan muşambayı çekti. Taşıt kayalara çarptığı sırada Rus askeri
dışarı fırlamıştı. Göğsündeki bıçak yarası çok belirgindi.

KGB albayı alayla mırıldandı. «Ve sen izlandalıların koyunlar kadar uysal olduklarını söyledin, yoldaş
general.»

Binbaşı konuşmasını sürdürdü. «Olanları kesinlikle anlamak olanaksız. Biraz geride bir çiftlik var.
Oradaki ev yanmış. Enkaz arasında iki ceset bulduk. Onları vurmuşlar.»

General Andreyev, «Kim onlar?» diye sordu.

«Cesetleri teşhis etmek imkânsızdı. Vurulduklarını ancak göğüs kemiğindeki kurşun deliklerinden anladık.
Yakından ateş edilmiş olduğu belliydi. Operatörlerimizden biri cesetleri inceledi. Ölülerin bir erkekle bir
kadın olduklarını söyledi. Orta

— 287 —

yaşlı olduklarını tahmin ediyordu. Yerel hükümet memuru o çiftlikte evli bir çiftle kızlarının oturduğunu
bildirdi. Kız...» Binbaşı notlarına baktı. «Yirmi yaşındaymış. Onu bulamadık.»

«Ya devriye?»

«Onlar ortadan kayboldukları sırada kıyı yolundan güneye doğru gidiyorlarmış...»

KGB albayı sert sert, «Alevleri kimse farketmemiş mi?» diye sordu.

«O gece şiddetli yağmur yağıyordu. Yanan taşıtla ev, gözetleme devriyelerinin göremeyecekleri kadar
alçak bir bölgedeydi. Bildiğiniz gibi buradaki yolların durumu devriye programlarımızı aksatıyor. Dağlar da
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

radyo iletişimine engel oluyor. Bu yüzden devriye geri dönmekte geciktiği zaman buna fazla önem
verilmemiş. Taşıt yoldan gözükmüyormuş. Onu ancak helikopterle üzerinden geçerken farketmişler.»

General öğrenmek istedi. «Diğerleri nasıl ölmüşler?»

«Taşıt yanmaya başladığı zaman elbombaları patlamış. Sonuç belli. Burada yatan çavuş dışında nasıl
öldüklerini söylemek imkânsız. Görebildiğimiz kadarıyla silahlarını almamışlar. Bütün makineliler taşıttaydı.
Sadece birkaç şey kaybolmuş. Bir harita ve başka önemsiz bir iki eşya. Belki de bombalar patlarken
etrafa saçılmıştır. Ama sanmıyorum.»

«Sonuç?»

«Yoldaş general, elimizde fazla ipucu yok ama bence devriye çiftlik evini ziyaret etti. Bu votka şişesini
'özgürlüğüne kavuşturdular.' Evde oturan iki kişiyi vurdular. Sonra da evi yaktılar. Kız ortada yok.
Cesedini bulmak için bu bölgeyi arıyoruz. Bütün bu olaylardan sonra herhalde silahlı bir grup baskın yaptı
ve onları öldürdü. Sonra da olaya kaza süsü vermeye çalıştılar. Burada en aşağı bir grup direnişçi
olduğunu kabul etmemiz gerekiyor.»

KGB albayı, «Ben aynı fikirde değilim,» diye açıkladı. «Bütün düşman askerleri yakalanmadı. Bence
senin o direnişçiler bir grup NATO personeli. Biz Keflavik'i aldığımız zaman kaçtılar. O gece devriyemizi
pusuya düşürdüler, sonra da halkı

— 288 —

aleyhimize kışkırtmak için çiftliktekileri öldürdüler.»

General Andreyev'le binbaşı usulca bakıştılar. İkisi de devriyenin başında bir KGB teğmeni olduğunu
Biliyorlardı. Chekisti devriyelerde kendi adamlarının da bulunmasında ısrar etmişti. General, zaten bir bu
eksikti, diyp düşündü. Demek o mağrur KGB subayı o gece eğlenmeye karar verdi. Zaten azametli
olmayan bir tek KGB'ci görmedim ki. Çiftçinin kızı nerede acaba? Bu esrarı o çözebilir.

KGB albayı, «Çiftçinin komşularını sorguya çekmeli ve bildiklerini öğrenmeliyiz,» dedi.

Binbaşı, «Komşuları yok ki, yoldaş,» diye cevap verdi. «Haritana bak. Bu çiftlik ıssız bir yerde. En yakın
komşu yedi kilometre ötede.»

«Ama...»

General, «Bu zavallıları kimlerin ve neden öldürdükleri önemli değil,» dedi. «Şuralarda bir yerde silahlı
düşmanlarımız var. Bu askeri bir sorun. KGB'deki iş arkadaşlarımıza göre bir şey değil. Bir helikopter
göndererek çiftliğin etrafını aratacağım. O grubu bulduğumuz takdirde onlara silahlı düşmanlarımıza karşı
yaptığımız gibi davranacağız. Yakalayacağımız tutsakları sorguya çekebilirsin, yoldaş albay. Ayrıca şu ara
devriyelerimize refakat eden KGB subayları komutanlık etmeyecekler. Adamların çarpışmalar için
eğitilmemişler, yoldaş. Onların kendilerini tehlikeye atmalarını istemiyorum. Harekât subayımla
araştırmanın nasıl yapılacağını konuşacağım. Yoldaşlar, olaya dikkatimizi çekmekle çok iyi ettiniz.
Gidebilirsiniz.» KGB albayı Andreyev'in yanında kalmak istedi. Ama KGB' den de olsa 'bir albaydı.
Andreyev ise general.

Bir saat sonra bir Mi-24 saldırı helikopteri çiftliğin etrafını araştırmak için havalandı.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

— 289 —

R: 19

STORMGWAY, İSKOÇYA

Toland, «Yine mi?» diye sordu.

Grup komutanı, «İki Backfire alayı yirmi dakika önce üslerinden havalandı,» dedi. «Yakıt uçaklarını
yakalamak istiyorsak hemen harekete geçmeliyiz.»

Birkaç dakika sonra düşman radar ve radyo sinyallerini bulacak ve bozacak biçimde yapılmış olan iki
EA-6B alandan havalandı. Uçaklar iki saat sonra avlarını buldu. İşaretlerin yönünü üsse bildirdiler. Ve
dört Tomcat savaşa hazırlandı.

doğru gittiler. Bir pilot füzeleri farketmedi bile. Ve uçağı ateşten bir top halini aldı. Diğer pilot gördü ve
füze patlamadan bir saniye önce dönmeyi başardı. Roketten kurtulacaktı ama parçaları sol kanadını
kopardı. Uçak düşerken pilot ona hakim olmaya çalışıyordu hâlâ.

Yakıt uçakları ikiye ayrıldılar. Bir grup kuzeye doğru döndü, diğer ikisi güneye. Lider Tomcat kuzeye
dönen gruba saldırdı ve onları geri kalan iki Phoenix füzesiyle havaya uçurdu. Kuzeyden yaklaşan ikinci
uçak hızla saldırıya geçti. İki füze ottı ve bunlardan biri bir yakıt uçağına çarptı. Ama diğeri Badger'in
şaşırtma mekanizması yüzünden açıktan geçti. Bunun üzerine Tomçat uçağa sokularak bir füze daha attı.
Bu kez daha yakındaydı ve füze Badger'in tanklarmdaki yakıtın patlamasına neden oldu.

Tomcat'lerin harekâtı başarılı olmuştu.

NORVEÇ DENİZİ

Pilot radyoyla, «İki, ben Lider,» diye açıkladı. «Dört yakıt uçağı ve iki avcı göründü. Kırk mil batıda.
Yönleri: Sıfır-sekiz-beş. Saldırıya geçiyoruz. Tamam.»

«Tamam, Lider.» İki dönüş yaptı.

Lider'in radarı çalışmaya başladı. Artık iki avcıyla dört yakıt uçağ: iyice belirginleşmişti, ilk iki Phoenix
füzesi avcılara atılacaktı.

«Ateş!»

İki füze kanatlardan düşerek yola çıktı.

Rus yakıt uçakları Tomcat'in AWG-9 radarını farketmiş, kaçmaya çalışıyordu. Refakatteki avcı uçakları
kendi füze radarlarını çalıştırdılar ama Tomcat'ler henüz menzile girmemişti. Dalıp yükselerek
Amerikalılara sokulmaya çalıştılar. Sonunda" roketlerini atmayı 'başarabileceklerini umuyorlardı.
Kaçmaları imkânsızdı. Bunun için yeterli yakıt yoktu. Görevleri avcıların yokıt uçaklarına sokulmalarına
engel olmaktı.

Phoenix füzeleri arkalarından alevler saçarak hedeflerine

— 290 —
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

STENDHAL, DEMOKRATİK ALMANYA

Sovyet Cephe Hava Kuvvetlerinden olan general, «Korkunç kayıp verdik,» diye açıkladı.

Alekseyev soğuk 'bir tavırla, «Bunu motorize topçu birliklerimize anlatırım,» dedi.

«Kaybımız tahmin edilenin iki katı.»

«Bizim de öyle. Ama hiç olmazsa bizimkiler savaşıyorlar. Bir saldırıyı izledim. Sen sadece dört avcı uçağı
gönderdin. Dört!»

«O saldırıyı biliyorum. Tam bir alay gönderiyorduk. Ama NATO avcı uçakları cepheden on kilometre
içeride bize saldırıyorlar. Pilotlarım tanklarınızın bulunduğu yere erişebilmek için savaşmak zorunda
kalıyorlar. Çoğu zaman da sizin füzelere kurban oluyorlar. Çünkü füze üniteleriniz yaklaşan uçakların dost
mu, yoksa düşman mı olduğunu anlamak için fazla beklemiyor.»

•291

Başkomutan söze karıştı. «Yarın 06'do Hannover'in güneyine saldıracağız. Cephede iki yüz uçak
bulunmasını ve tümenlerimi desteklemelerini istiyorum.»

Hava generali başını salladı. «Onları göndereceğim.»

İZLANDA

Helikopter üç kilometre 'batıda belirdiği sırada grup kayalık bir yamaçtan iniyordu. Deniz piyadeleri
kendilerini hemen yere attılar ve sürünerek gölgeli yerlere doğru gittiler. Edwards birkaç adım attı ve
Vigdis'i hızla yere çekti. Kızın arkasında kolaylıkla gözükebilecek beyaz bir kazak vardı. Edwards savaş
ceketini çıkararak Vigdis'i buna sardı. Kukuletayı da san saçlarının üzerine geçirdi.

«Hiç kımıldama. Bizi arıyorlar.» Üsteğmen adamlarının nerede olduklarını anlamok için bir an başını
kaldırdı. Smith hemen elini sallayarak ona yatmasını işaret etti.

Gelen helikopter bir Hint'ti. İki yandaki küt kanatlarından füzeler sarkıyordu. Yolcu bölümünün kapıları
açıktı ve içerisi asker doluydu. Silahları ellerinde aşağıya bakıyorlardı. Burunda ise bir makineli vardı.

Edwards, «Kahretsin,» diye fısıldadı. «Haydi, geri dön!» Silahını sıkıca kavrayarak emniyeti açtı.

Vigdis sordu. «iNe yapıyor?»

«Sen endişelenme. Hiç kımıldama.» Edwards, ah, Tanrım, bizi görmesinler, diye dua ediyordu.

Makineli tüfeğin başındaki asker, «İşte,» dedi. «Saat bir yönünde.»

Pilot, «Demek boşuna zahmet etmiş olmayacağız,» diye cevap verdi. «Haydi.»

Rus eri nişan alarak beş kez ateş etti. «Tamam!»

— 292 —
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Edwards gürültü yüzünden irkildi. Vigdis ise hiç kımıl-damamışiı. Üsteğmen silahını hafifçe kaldırarak
güneye doğru giden helikoptere çevirdi. Helikopter bir tepenin arkasında gözden kayboldu. Deniz
piyadeleri başlarını kaldırdılar. Ruslar neye ateş etmişlerdi?

Rus eri bir geyiği vurmuştu. Hayvanın eti onları doyurmaya yetecekti. Üç hofîadan beri ilk kez taze et
yiyeceklerdi. Bu da zahmete katlanmaya değerdi. Geyiği helikoptere yüklediler. İki dakika sonra tekrar
havalanıp Keflavik'e doğru uçmaya başladılar.

Grup uzaklaşan helikopterin arkasından bakıyordu.

Edwards çavuşa, «Ne oldu?» diye sordu.

«Hiçbir şey anlamadım, komutanım. Buradan hemen uzaklaşmamız daha iyi olur. Bir şey aradıkları
kesindi. Ve bizim peşimizde olduklarına, iddiaya girebilirim. Artık gizlenebileceğimiz yerlerden gitmeliyiz.»

«Tamam, Jim. Haydi.» Edwards, Vigdis'in yanma döndü.

«Artık güvende miyiz?»

«Gittiler. O ceketi çıkarma, daha iyi. Böylece seni kolay kolay göremezler.»

Ceket Vigdis için biraz büyüktü. Kız kollarını uzattı ve ilk kez neşeyie güldü.

«USS PHARRIS»

Gözcü tetaşla, «Köprü!» dedi. «Pruvada, iskele tarafında periskop izleri.»

Morris dürbününü kaptı ama bildirilen yerde hiçbir şey göremedi. ,

— 293 —

İkinci komutan, «Savaş yerlerine,» diye emretti. Bir saniye sonra alarm çaldı ve yorgun denizciler tekrar
savaş nöbet yerlerine koştular.

Sonar astsubayı, «Hedef,» diye haber verdi. «Kerteriz: Üç-dört-beş. Uzaklık: Bin beş yüz metre. «Sonar
ekranında parlak bir nokta belirmişti.

Mcrris bağırdı. «Makineler tam yo! ileri! Sancak alabanda!»

«Törpüler! Kerteriz: Üç-beş-bir!»

Silah subayı hemen bir denizaltısavar torpili atılmasını emretti. Aynı yönde gidecek olan torpilin Rus
denizaltısını şaşırtacağını umuyordu.

Morris merdivenden hızla köprüye çıktı. Firkateyn yön değiştirerek denizaltıdan kaçmaya çalıştı.

İkinci komutan, «Bir torpil görüyorum,» diyerek pruvayı işaret etti. Sovyet torpili suyun yüzeyinde gözle
görülecek beyaz bir iz bırakıyordu. Firkateyn hızla bir dönüş yaptı.

Taktik subayı, «Köprü, iki torpil,» diye haberi verdi. Kerteriz: Üç-beş-sıfır. Yaklaşıyor.»
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Morris telefonu açtı. «Durumu refakat gemilerinin komutanına bildirin.»

Pharris yirmi mille ilerliyor ve gitgide hızlanıyordu. Helikopteri havalanmış, telaşla Sovyet denizaltısının
yerini bulmaya çelişiyordu.

Kıç tarafında bir patlama oldu. Sular havaya fışkırdı. Rus torpillerinden ilki Nixie'yle çarpışmıştı, Bu,
torpilleri avlamak için kullanılan bir aygıttı. Ama henüz bir Nixie atmışlardı ve denizde bir torpil daha vardı.

İkinci komutan, «Bize çarpacak,» diyerek başını salladı. İki yüz metre ilerideki beyaz izi işaret ediyordu.
Morris'in yapabileceği hiçbir şey yoktu. Komutan küpeşteden eğilerek sudaki ize öfkeyle baktı.

«Böyle açıkta durmanız doğru değil komutan.» Porsun Clarke, Morris'i omzundan yakalayarak çekti.
Aynı anda torpil ..gemiye çarptı.

•294-

Mcı ris'in ayakları yerden kesildi. Patlamayı duymadı ama bir saniye sonra çelik güvertede tekrar
savruldu. Denizden fışkıran bembeyaz bir su sötunuyla sırılsıklam oldu. Bir on denize düşmüş olduğunu
sondı. Ama sonra ikinci komutanı gördü. Kafası kopmuştu. Köprü üstü parçalanmış, camlar kırılmıştı.

Komutanın ondan sonra gördüğü daha da feciydi. Torpil firkateynin pruva altındaki sonar bölgesine
çarpmıştı. Pruva çökmüştü ve inlemeyi andıran madeni gürültü Morris'e burnun gemiden kopmak üzere
olduğunu açıklıyordu. Gemiyi durdurmalarını emretmek için sendeleyerek köprüye gitti. Makine
bölümünün makineleri çoktan durdurmuş olduklarının farkında değildi.

Burun gemiden koptu. Denizde cesetler yüzüyordu. Ama köprü üstü personeli sağdı. Uçan çamlardan
yüzleri kesilmişti, yine de hepsi yerlerindeydi.

Morris, Porsun Clarke'm kolunu tuttuğunu farketti. «Ne oldu?»

Clarke sağ koluna bakarak öfkeyle başını saladı. «Galiba kırıldı.»

Morris, «Koluna baktır,» diye emretti.

«Bırakın şimdi kolumu, komutan. Bana ihtiyacınız var.»

Bu doğruydu. Porsun ona gemideki zararı tespit için gerekliydi.

Morris daha sonra savaş harekât merkezine giderek çalışan bir radyo buldu. Komutanı aradı. «X-Ray
Alfa, burası Pharris.»

«Durumunuzu bildirin.»

«Pruvadan yara aldık. Burun koptu. Manevra yapamıyoruz. Fırtına çıkmazsa gemi suyun yüzünde
kalabilir. İki kazan da arızalı ama on dakika sonra durum düzelecek. Kaybımız var, ölü sayısını henüz
bilmiyoruz. Komutan, bize bir nükleer de-
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

nizaltı saldırdı. Belki bir Victor. Yanılmıyorsam size doğru geliyor.»

Komutan, «Onu kaçırdık,» dedi. «Bizden uzaklaşıyor.» Morris, «Onu içerlerde arayın,» diye ısrar etti.
«Savaş gücü üstün. Bize de güzel bir oyun oynadı. Bu denizaltı fazla uzak-iaşmayacak. Çünkü
kaçmayacak -kadar iyi.»

Komutan bir an düşündü. «Pekâlâ. Bunun üzerinde duracağım. Şimdi sizi çekmesi için bir römorkör
yolluyorum.»

— 296 —

Yarma Harekâtı

STENDHAL, DEMOKRATİK ALMANYA

«Dikkatli ol, Pasha.»

Alekseyev, «Her zamanki gibi, yoldaş general,» dedi gülümseyerek. «Gel, yüzbaşı.»

İkisi de bu kez koruyucu zırh giymişlerdi. Generalin sadece t>ir tabancası vardı. Ama artık resmen onun
muhafızlığına atanmış otan Sergetov omzuna Çek yapısı hafif bir makineli asmıştı. Bir hava albayıyla
birlikte helikoptere bindiler.

UUViyERSDORF, FEDERAL ALMANYA

NATO hava keşif uçakları Ren'in yukansmdaki yerlerinde-1erdi. AWACS diye tanınan E-3 radar
devriye uçağı ve daha kü-•çük olan TR-1 havada daireler çiziyordu. Uçakların verdikleri bilgi banda
alınmaktaydı.

Lammersdoffta Belçikalı bir teğmen altı saat önce gelmiş olan bir bandı inceliyordu. Sonra NATO
komutanlarına acele bir

— 297 —

rapor gönderdi. Sovyetler'in Bad Solzdetfurth'e sanıldığından daha'önce saldıracakları anlaşılıyordu.

Alekseyev, Kızıl Ordu ilerliyor, diye düşündü. NATO da bunun bedelim ödüyor.

Bir teğmen, «Yüz Kırk Üçüncü Muhafız Topçu Alayı Alman hatlarının yarıldığını bildiriyor,» dedi.
«Düşman birlikleri karmakarışık olarak çekiliyorlarmış.»

Onun yanındaki planlama subayı, «Yüz Kırk Beşinci Muhafızlardan haber,» diye açıkladı. «İlk Alman
hatları yarılmış. Birliklerimiz demiryolu paralelinde ilerliyorlar... Düşman birlikleri, kaçıyorlarmış.
Toplanmaya, dönmeye çalışıyorlarmış.»

Sekizinci Muhafız Ordusunun Komutanı Alekseyev'e zaferle baktı. «Tank tümeni harekete geçsin.»

Güçleri azalmış olan İki Alman tugayı çok zarar görmüştü. Pek çok saldırıyı durdurmak zorunda
kalmışlardı. Cephane azalmış, erler bitkin düşmüşlerdi. Gerilemek ve 243 numaralı karayolunun
gerisindeki ormanda yeni bir hat oluşturmaktan başka çare yoktu. O sırada dört kilometre ötedeki
Hackenstedt'te Rusların Yirminci Muhaftz Tank Tümeni harekete geçti.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Alekseyev, «İyi basardın, yoldaş general,» dedi. Haritadan. Alman hatlarının birkaç yerden yarılmış
olduğu anlaşılıyordu.

FASLANE, İSKOCYA

McCafferty birasından bfr yudum aldı. Dört kilometre ötede Ch;-cc«go malzeme yüklüyordu. Limanda
iki gün kalacaklardı. Boston'la başka bir denizaltı da aynı rıhtıma bağlanmıştı.

Boston'un komutanı Todd Simms, «Kraker yesene,» dedi., «Şuradakiler pek eğleniyorlar galiba. O
tarafa gidelim mi?» Simms birasını alarak salonun dibine doğru yürüdü.

Oraya denizaltı subayları toplanmışlardı. Aralarında Norveç-

— 298 —

fi i bir gemi komutanı vardı. Otuz yaşlarında sarışın bir adamdı. Birkaç saatten beri içtiği anlaşılıyordu.
Birasını bitirir bitirmez, •ona dolu bir dubleyi uzatıyorlardı.

Norveçli sarhoşça bir ısrarla, «Bizi kurtaran adamı bulmalıyım,» diyordu.

Simm, «Ne oluyor?» diye sordu.

HMS Oberon'un komutanı olduğu anlaşılan genç bir subay, «Kirov'u havaya uçuran kahraman bu,» dedi.

McCafferty bağırdı. «Sahi mi?» Demek onun hedefini batıran adam buydu? Sonra Norveçliye doğru
eğildi. «Manevramı ;mahvettin.»

Norveçli bir an ayıldı. «Sen de kimsin?»

«USS Chicago'dan Dan McCafferty.»

«Sen de orada miydin?»

«Evet.»

«Füze attın mı?»

«Evet.»

«Sen bir kahramansın!» Norveçli denizaltı komutanı McCaf-'îerty'i heyecanla kucakladı. «Adamlarımı
kurtardın! Gemimi de!»

Simms, «O da kim?» dedi.

Bir deniz albayı, «Sizi tanıştırayım,» diyerek güldü. «Kobben •Denizaltısı Komutanı Bjorn Johannsen.
USS Chicago'nun Komutanı Daniel McCafferty.»

«Sen .füze attın değil mi?» Johannsen'in gözleri pırıi pırıldı.

McCafferty, «Üç Harpoon,» dedi. «Bir Helix bunu farketti ve üzerimize geldi. Ondan kaçtık. Füzelerin
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

bir hedefi vurup vurmadıklarını da öğrenemedik.»

«Hah, vurmaz olurlar mı? Kirov havaya uçtu. Bir başka «destroyer de yara aldı. Ama batıp batmadığını
bilmiyorum.» Jo-"hannsen yine Amerikalıyı kucaklarken ikisinin de biraları döküldü. «O arada biz de
kaçtık. Mürettebatım senin sayende kurtuldu, Chicago. Sana içki ısmarlayacağım. Bütün adamlarına.»

«O tenekeyi batırdığımızdan emin misin?»

Johannsen, «Tabii eminim,» dedi. «Onu havaya uçurdun.»

McGafferty, eh, bu da bir şeydir, diye düşündü.

— 299 —

Sim, «Fena bir başarı değil bu, Dan,» dedi.

HMS Oberon'un komutanı, «Bazı insanlar çok şanslı oluyorlar,» diyerek başını salladı.

USS Chicago'nun komutanı, «Todd, biliyor musun, bu bira çok nefis,» diye mırıldandı.

«USS PHARRSS»

Firkateynde gömülecek iki ölü vardı. On dört gemici kayıptı, öldükleri sanılıyordu. Yirmi denizci de
yaralanmıştı. Ama Morris bütün bunlara rağmen kendini yine de şanslı sayıyordu.

Cenaze töreninden sonra köprüye gitti. İkinci komutanın öldüğü yerde hafif bir kan lekesi kalmıştı.
Herhalde orayı boyaya-caklardı. Morris bir sigara yakarak ufka baktı.

REYDARVATK, İZLANDA

Helikopter onlar için son uyarıydf. Edwards ve yanındakiler artık kuzeydoğuya doğru gidiyorlardı. Bir
bataklıktan geçiyorlardı şimdf. Bataklık yeni donmuştu. Birkaç dakika sonra herkesin bacakları sızlamaya
başladı. Ama bu açıya katlandılar. Aksi* takdirde daha yukarıdan ilerlemek zorunda kalacaklardı. Etrafta
düşman helikopterleri dolaşırken düşünülecek bir şey değildi; bu.

Vigdis'in dayanıklılığı hepsini de şaşırtıyordu. Kız geride kalmadan, şikâyet etmeden deniz piyadelerine
ayak uyduruyordu. Edwards, tam bir çiftçi kızı, diye düşündü. Çocukluğunda koyunları kovaladıği ve o
kahrolasıca tepelere tırmandığı anlaşılıyor...

«Tamam,» diye seslendi. «On dakika dinlenelim.» Herkes çökmek için kuru bir yer aramaya başladı
hemen. Ancak kayalar

— 300 —

bulabildiler. Edwards, bataklığın ortasında kayalar, dedi kendi kendine. Garcia, Ruslardan aldığı
dürbünle nöbet tutmaya başladı. Smith bir sigara yaktı. Edwards döndü ve Vigdis'in yanına oturmuş
olduğunu gördü.

«Nasılsın?»

Kız hafifçe gülümsedi. «Çok yorgunum. Ama senin kadar değil.»


Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

«Öyle mi?» Edwards güldü. «Belki daha hızlanmamız gerekiyor.»

«Nereye gidiyoruz?»

«Hvammf jördu'r'a.' Bana bunun nedenini açıklamadılar. Dört, beş gün sonra oraya ulaşacağımızı
sanıyorum. Mümkün olduğu kadar yollara yaklaşmamaya çalışıyoruz.»

«Beni korumak için değii mi?»

Edwards başını salladı. «Hepimizi korumak için. Kimseyle savaşmak istemiyoruz. Etraf Rus dolu.»

Vigdis, «Yani... önemli bir işinize engei olmadım, öyle mi?» diye sordu.

«Tabii ölmedin. Yanımızda olduğun için memnunuz.» Edwards nezaketle ekledi. «Kim güzel bir kızla
kırlarda dolaşmak istemez?»

Vigdis ona garip bir tavırla baktı. «O... olanlardan sonra hâlâ... güzel olduğumu mu düşünüyorsun?»

«Vigdis, sana bir kamyon çarpsaydı... Evet, çok güzelsin. Hiçbir erkek bunu değiştiremez. Başına
gelenler senin suçun değildi. Bunun neden olduğu değişiklikler içinde, dışında değil. Ve ben birinin senden
çok hoşlandığını da biliyorum.»

«Bebeğimi mi kastediyordun? O bir hataydı. Sevgilim başka bir kız buldu. Bu önemli değil. Bütün
arkadaşlarımın bebekleri var.» Vigdis omzunu silkti.

Edwards, o adam ne aptalmış, diye düşündü, izlanda'da babasız çocukların ayıplanmadığını anımsamıştı.
Evlenmemiş genç kızlar çoeuk dünyaya getiriyor ve onlara bakıyorlardı. Ama kim Vigdis gibi bir kızı
bırakırdı?

— 301 —

«Ben şimdiye kadar senin gibi güzel bir kızla hiç karşılaşmadım, Vigdis.»

«Doğru mu söylüyorsun?»

Edwards kızın karmakarışık ve pis saçlarının berbat halde olduğunu kendi kendine itiraf etti. Yüzüyle
elbisesi toz ve çamur içindeydi. Ama sıcak bir duş bunu birkaç dakika içinde değiştirir ve kızın bütün
güzelliği ortaya çıkardı. Ama güzellik insanın içinden dışarıya sızardı.Ve Edwards, Vigdis'in kişiliğini yeni
yeni takdir etmeye başlıyordu. Elini kızın yanağına sürdü.

«Bunun aksini iddia eden bir adam ahmak demektir.» Edwards başını çevirdi. Smith onlara doğru
geliyordu,

«Gitme zamanı geldi, üsteğmenim. Tabii bacaklarınızın kaskatı kesilmesini istiyorsanız, o başka.»

«Pekâlâ, on dört, on beş kilometre daha ilerlememizi istiyorum. Bu dağın diğer tarafında çiftlikler ve
yollar var. O bölgeyi •aşmadan önce etrafı iyice incelemeliyiz.. Oradan dostlarımızı ararım.»

«Tamam, komutanım. Rodgers, öne geç. Biraz batıya doğru gidelim.»


Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

BODENBURG, FEDERAL ALMANYA

İleriye doğru yapılan yolculuk hiç kolay olmadı. Sekizinci Muhafız Ordusu Komutanı merkezini mümkün
olduğu kadar ön saflara yaklaştırmaya çalışıyordu. O da Alekseyev gibi göz ve kulaklarının cepheye yakın
olmasını istiyordu. Zırhlı araçla yapılan yolculuk kırk dakika sürdü. Helikoptere binmek çok tehlikeli
olacaktı. Alekseyev, Rus birliklerine karşı iki defa vahşice saldırıya geçildiğine tanık oldu.

Alman ve Belçika takviye kuvvetleri de savaşa katılmıştı. Dinlenilen radyo haberleri Amerikan ve İngiliz
birliklerinin de yolda olduklarını açıklıyordu. Alekseyev de Rus birlikleri istemişti. Motorize birliklerin
ilerlemesi gibi oldukça basit bir harekât,

— 302-

önemli bir çarpışmaya dönüşmeye başlıyordu. Ama Alekseyev'e göre iyi bir işaretti bu. NATO durumu
tehlikeli bulmadığı takdirde takviye gönderemezdi.

Yirminci Muhafız Tank Tümeninin Komutanı olan general karargâhtaydı. Bir okul binasına yerleşmişti.
İçerisi genişti. Bir yeraltı sığınağı hazırlanıncaya kadar orada kalacaklardı.

Sekizinci Muhafız Ordusu Komutanı tankçıya, «Bu yoldan doğruca Sack'e gideceğiz.» dedi. «Siz
gelinceye kadar motorize topçu birliklerim orayı ele geçirirler.»

«Alfeld dört kilometre ötede. Nehri aşarken bizi desteklemeyi unutmayın.» General miğferini giyerek
dışarı çıktı.

Alekseyev, evet, diye düşündü. Başarılı olacağız. Bu general çok iyi çalışmış ve birliğini cepheye hemen
hiç zarar görmeden ulaştırmış...

Sonra bir patlama duydu. Camlar kırıldı, tavandan sıvalar döküldü. Bir şeytan Haçı gelmişti yine.

Alekseyev dışarı fırladı. On iki zırhlı araç yanıyordu. Askerler yepyeni bir T-8 tankından dışarı
fırlıyorlardı. Bir an sonra tank bir yanardağ gibi patladı.

Bir çavuş, «General öldü! General öldü!» diye bağırdı. Hiç kimsenin kaçamadığı bir piyade zırhlı aracını
işaret ediyordu.

Alekseyev Sekizinci Muhafız Ordusunun Komutanının yanında küfrettiğinin farkına vardı. «Tank birliğinin
komutan yardımcısı yeni albay olan biri.»

General Pavel Leonidovich Alekseyev çabucak karar verdi. «Hayır, yoldaş general. Ben varım ya!»

Komutan hayretle ona baktı. Sonra da Alekseyev'in bir tank komutanı olarak yaptığı ünü anımsadı.
Babasının ününü de. O da çabucak kararını verdi. «Yirminci tank senin, yoldaş. Görevi biliyorsun.»

Bir piyade zırhlı aracı geldi. Alekseyev'le Sergetov bindiler Araç tümen komuta merkezine doğru hızla
ilerledi. Yarım saat sonra karargâhtaydılar. Alekseyev araçların arasında tankların durduğunu gördü.
Düşman bombardımanı yakındı ama buna aldırmadı. Alay komutanları biraradaydılar. Alekseyev hedefler
ve

_303 —
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

zamanlama konusunda çabucak emirler verdi. Herkesin görevini bilmesi daha öleli bir saat geçmemiş
olan komutanın başarılı olduğunu gösteriyordu.

Alekseyev'in ilk muharebede merkezi yüksek bir ağacın göl-gesmdeydi. Babası da bundan daha iyisini
isteyemezdi. Alekse-yev gülümsedi. Tümen istihbarat subayını çağırttı. «Durum nasıl?»

«Bir Alman tank müfrezesi Sack'in doğusundan uzanan bu yoldan saldırıyor. Onların durdurulmaları
gerekir. Zaten bizim araçlarımız onların gerisinden güneybatıya doğru gidiyor. Öndeki motorize topçu
birliği kente girdi ve hafif bir direnmeyi© karşılaştı. Şimdi diğer birlikler harekete geçtiler. Bir saat sonra
oraya ulaşmaları gerekir.»

«Hava savunma subayı?»

«SAM'lar ve uçaksavar toplarımız birliklerimizin hemen ge-rteinde. Hava kuvvetlerimiz de bizi


destekliyor. İki MİG-21 alayı istediğimiz takdirde biz havadan savunacaklar. Ancak henüz bize avcı
uçakları verilmedi. Bu sabah büyük kayıp verdiler. Ama karşı taraf da öyle. Öğleden önce on iki NATO
uçağmı düşürdük.»

Alekseyev artık işi iyice kavradığı için bu sayıyı üçe böldü.

«Yoldaş general, ben Albay Popov'um. Sizin tümenin siyasi subayı.»

«Çok iyi, yoldaş albay. Parti aidatımı ödedim. Bu yılın sonuna kadar hiç borcum yok. Şansım yardım
ederse yine ödeyeceğim. Söyleyeceğin önemli bir şey varsa çabuk ol.»

«Alfred'i ele geçirdikten sonra...»

«Alfeld'i ele geçirebilirsek sana kentin anahtarlarını veriyorum, yoldaş. Şimdilik bırak da görevimi
yapayım. Gidebilirsin!» Alekseyev, herhalde faşist olduğundan şüphelendiği kimseleri kurşuna dizmek için
izin isteyecekti, diye düşündü. Aiekseyev dört yıldızlı bir generaldi. O yüzden de siyasi subayları
önemsemezlik edemezdi. Ama hiç olmazsa general rütbesinde olmayanlara aldırmayabilirdi.

Karargâha gelen haberler Alekseyev'i sevindirdi, «iki kilo-

304-

metre. Öncüler Sack'tan iki kilometre uzaklıktalar. Sadece topçu karşı koyuyor. Kenti ele geçiriyoruz.
Keşif kollan Alfeld'e giden yolun açık olduğunu bildirdiler.»

Alekseyev, «Sack'e girmenize gerek yok,» dedi. «Asıl hedefimiz Leine üzerindeki Alfeld.»

ALFELD, FEDERAL ALMANYA

Bir kilisenin kulesindeki gözcü telsizle, «Düşman gözüktü,» diye haber verdi. Az sonra topçular öndeki
Rus birliklerine ateşe başladılar. Tanksavar füze atıcıları hazırlıklarını yaptı hemen. Saatler boyunca
savaşmak zorunda kalacaklarını biliyorlardı, Kraliyet Üçüncü Tank Alayının Challenger'ları kapaklarını
sıkıca kapatarak hendeklerine yerleşti. Uzaktaki hedeflere nişan aldılar. Bir karmaşa vardı. Burada henüz
kesin komuta zincirini oluşturamamışlardı. Önce 'bir Amerikalı ateş etti. Bir TOW-2 füzesi hızla uçtu.
Arkasından sürüklenen kontrol telleri örümcek ağına benziyordu. Füze dört. kilometre ötedeki bir T-80
tankını buldu.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Taktik panodaki subay, «Düşman füze timleri ön saflara ateş ediyor,» diye haber verdi.

Alekseyev topçu komutanına, «Onları ezin,» diye emretti. Bir dakika sonra tümenin roketatarları
gökyüzünü tutuşturdu sanki. Diğer toplar da ön saftaki çarpışmaya katıldı. Sonra NATO topçular! işe
ciddi bir biçimde karıştılar.

«Öndeki alayımız kayıp veriyor.»

Alekseyev sessizce haritaya baktı. Burada şaşırtıcı bir manevra yapmak için yer yoktu. Zaman da.
Adamlarının Leine' in üzerindeki köprüleri ele geçirebilmek için düşman saflarını hızla yararak ilerlemeleri
gerekiyordu. Bu yarma harekâtının bedeli ağır olacaktı. Ama bu bedeli ödemek zorundaydılar.

305 —

F.: 20

On iki Belçika F-16 avcı uçağı beş yüz mil hızla ön saflara doğru dalışa geçti. Tonlarla bomba attılar.
Müttefik hatlarından bir kilometre içeride hemen hemen otuz tankı ve on piyade aracını havaya uçurdular.
Onların peşinden roketler fırlatıldı. Tek motorlu avcı uçakları batıya döndü. Füzelerden kaçmak için çok
alçaktan uçuyorlardı. İçlerinden üçü yere, NATO birliklerinin arasına çakıldı. İngiliz tanklarının komutanı
Rus saldırısını durdurmak için yeteri kadar cephanesi olmadığının farkındaydı. Taburu hâlâ savaşacak
durumdayken oradan ayrılmaları doğru olacaktı. Komutan bunu yakındaki birliklere bildirmeye çalıştı.
Ama Alfeld'in etrafındaki askerler dört ayrı ordudan gelmişlerdi. Dilleri ve telsizleri farklıydı. Hepsini
birden kimin yöneteceğini kararlaştıracak zaman olmamıştı. Almanlar oradan gerilemek istemiyorlardı.
Kent henüz tümüyle boşaltılmamıştı. Almanlar vatandaşları sağsalim nehrin karşı kıyısına geçmedikçe kenti
terketmek niyetinde değillerdi. İngiliz albay haber verdiği zaman Amerikalılar ve Belçikalılar gerilediler.
Ama Almanlar yerlerinden kımıldamadılar. Bu yüzden NATO hatlarında karışıklık başladı.

«Öndeki gözlemciler düşman birliklerinin kentin kuzeyinden geriye çekildiklerini bildiriyorlar.»

«ikinci alayı kuzeye yollayın. Bir kavis çizsin ve mümkün olduğu kadar hızla köprülere doğru gitsinler.
Kayıplara aldırmayın. O lanet olasıca köprülere saldırın.» Alekseyev genç yüzbaşıya döndü. «Sergetov,
benimle gel. Ön saflara gitmem gerekiyor.»

Saldırı sırasında en öndeki alay büyük kayıp vermişti. Ama Alekseyev buna değdiğini düşünüyordu.
General ve Sergetov paletli araçla güneydoğuya gittiler. Manevra yapan alayı izleyeceklerdi.

Nehrin karşı yakasında, beş kilometre içeride bir Alman topçu bataryası böyle bir fırsat kolluyordu.
Radyo uzmanlarının tümen karargâhının yerini kesin olarak tespit etmelerini ses-

— 306 —

sizce beklemişlerdi. Şimdi atış kontrol bilgisayarları çalışmaya) başlamıştı. Hızla ateşe başladıkları zaman
yer sarsıldı.

İki dakikadan daha kısa bir sürede tümen karargâhına yüz mermi düştü. Kurmayların yarısı öldü, diğer
yarısı da yaralandı.

Alekseyev'in ölümle üçüncü kez karşılaşmasıydı bu. General, suç bende, diye düşündü. Radyo
vericilerinin yerlerini kontrol etmeliydim. Bir daha bu hatayı yapmamalıyım. Kahretsin!
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Alfeld'in sokakları sivil taşıtlarla doluydu. Amerikalılar Bradley tipi paletli araçlarıyla kente girmediler.
Leine'in sağ kıyısından hızla inerek karşı tarafa geçtiler. Orada nehre bar kan tepelerde mevzilenerek
diğer müttefik kuvvetlerini korumaya hazırlandılar. Onları Belçikalılar izledi. Tanklarının ancak üçte biri
kalmıştı. Bunlar da nehrin karşı yakasına doğru dönmüştü. Rusların Leine'in diğer kıyısına geçmelerini
engelleyeceklerini umuyorlardı. Alman polisi sivil trafiği durdurarak zırhlı birliklerin geçmelerini sağladı.
Ama sonra, Sovyet topçuları1 nehrin yakınlarını dövmeye başladıkları zaman durum değişti. Ruslar bunun
trafiği engelleyeceğini umuyorlardı. Öyle de oldu. Evlerinden ayrılma emrine çok geç uyan siviller bu
hatalarının bedelini ödüyorlardı şimdi. Birkaç dakika sonra Alfeld" in sokakları yanan araçlar yüzünden
tıkandı. Halk köprülere doğru koşmaya başladı. Nehre ulaşmaya çalışan tankların önü kapandı. Ancak
insanları çiğneyerek bunu başarabilirlerdi. Tankçılar toplarını geriye doğru çevirerek kente girmeye
başlamış olan Ruslara ateş açtılar. Sonunda Alfeld asker ve sivillerin öldüğü bir mezbaha halini aldı.

Sergelov, «İşte, oradalar!» diye işaret etti. Üç köprü nehri aşıyordu. Alekseyev emir vermeye başladı
ama buna gerek yoktu. Alay komutanı batı kıyısından yukarı çıkılmasını emretmişti bile.

, —307 —

Nehrin diğer kıyısındaki Amerikan savaş araçları füzeatar-Jarı ve hafif toplarıyla ateşe başladı. Altı tankı
vurdular. A!ök-seyev tepelerdeki topçulara aşağıya inmelerini emretti.

Alfeid'de çarpışma duraklamıştı. Alman ve İngiliz tank-iarı dörtyol ağızlarında parçalanmış araba ve
kamyonların arkasında yer aldı. Sivillere kaçma fırsatı sağlamak için savaşarak ağır ağır gerilediler. Ruslar
füze ateşine başladılar ama çoğu zaman yollardaki yıkıntılar bunların uçuş kontrol tellerini kopardı.

Alekseyev 'birliklerinin ilk köprüye yaklaşmalarını seyrediyordu. Güneyde ön saflardaki alayın komutanı
kayıpları yüzünden küfrediyordu. Tanklarının ve saldırı araçlarının yarısından çoğu parçalanmıştı. Zafere
ulaşmak üzereydi ama şimdi de askerleri tıkalı yollar ve öldürücü ateş yüzünden duraklamışlardı. NATO
tanklarının ağır ağır gerilediklerini gördü. Kaçtıkları için fena halde kızarak topçulara emirler yağdırdı.

Alekseyev topçular kentin merkezini dövmekten vazgeçerek nehrin kıyısına ateş etmeye başladıkları
zaman şaşırdı. Sonra atılanların füze olduğunu farkederek şok geçirdi. Onları durdurmak için çok geçti
artık. Önce en uzaktaki köprü yıkıldı. €ç roket isabet etmişti. İki füze de ortadaki köprüye düştü. Köprü
çökmedi ama üzerinden tankların geçmesi artık imkânsızdı. Alekseyev, budalalar, diye düşündü. Bunun
sorumlusu kim?

Sergetov'a döndü. «İstihkâmcıları çağır. Köprücüler ve saldırı tekneleri gelsin. Sonra bulabildiğin her
yerden hava roketatarı ve uçaksavar bataryasını istiyorum. Onlara engel olmaya kalkan herkesi kurşuna
dizdiririm. Trafik kontrol subaylarına bunu bildir.»

Sovyet tankları ve piyadeleri geride kalan tek köprüye ulaşmışlardı. Üç piyade aracı hızla karşı kıyıya
geçti. Belçikalı ve Amerikalılar onları havaya uçurdular. Onları bir tank izledi. T-80 karşıya ulaştı ve bîr
füze isobetiyle patladı. Onu bir baş-

— 308 —

1<ası izledi. Sonra da bir üçüncüsü. İkisi de batı kıyısına ulaşmayı basardı. Birdenbire bir İngiliz Chiftain'i
tor binanın arkasından çıkarak iki Sovyet tankının arasına girerken Alekseyev hayretle bakıyordu. Rus
tankları İngilizi farketmedi. Sıranın gerisine bir Amerikan füzesi düştü ve yerden tozlar kalktı. İki Chiftain
daha köprünün başında 'belirdi. Biri bir T-80'in ateşi yüzünden parçalandı. Diğeri ateş etti ve bir saniye
sonra Rus tankını ortadan kaldırdı. İngiliz iki Sovyet tankını a'aha uçurdu, sonra isabet aldı. Beş Sovyet
tankı daha hızla köprüden geçti.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

General Sekizinci Muhafız Tank Ordusu karargâhını aradı. «Ben Alekseyev. Bir bölük Leine'i aştı.
Destek istiyorum. Alman hatlarını yardık. Tekrarlıyorum. Hatları yardık. 439 numaralı köprünün kuzey ve
güneyindeki NATO birliklerini ezmek için hava desteği ve helikopter istiyorum. Birliklerin nehri
geçmelerine yardım etmeleri için iki piyade alayı gönderin. Bana bu desteği sağlayın. O zaman tümenim
gece yarısına kadar karşı kıyıya ulaşır.»

«Elimizdeki her şeyi yollayacağız. Köprü timlerim yola çıktı.»

Aiekseyev aracının yanına yaslanarak matarasından su içti. Sonra da kendi kendine, köprüme ateş eden
o köpeği yakalayacağım, dedi.

Sergetov, «Tekneler ve köprüler yolda, yoldaş general,» diye haber verdi. «Sektör trafik kontrol
subaylarına da durum bildirildi. İki SAM bataryası yola çıktı. Üç kilometre geride motorize uçaksavar
topları buldum.»

«Çok iyi çalıştın, İvan Mikhailovich. Artık bir binbaşısın. Bana teşekkür etme. Bu senin hakkın.»

STORNOWAY, İSKOÇYA

«Onları beş dakika önce görseydik, birkaçını düşürürdük. Ama...» Tomcat'in pilotu omzunu silkti.

— 309 —

Toland başını salladı. Avcı uçaklarına Sovyet radar alar-nına girmemeleri emredilmişti.

«İşin garibi onlar bizi hiç farketmediier. Uçakları TV sistemimle elli kilometre uzaklıktan yakaladım.
Onları üslerine kadar izleyebilir, Almanların vaktiyle oynadıkları oyunu tekrarlayabilirdik. Baskından
dönen uçakların peşinden bir kuş yolla.. Onlar üsse inerlerken birkaç bomba atıver.»

Toland çay fincanını masaya bıraktı. «İyi bir fikir bu.» Bunu Doğu Atlantik Komutanına bildirmeye karar
verdi.

LAMMERSDORF, FEDERAL ALMANYA

Durum kesindi. Hannover'in güneyinde NATO hatları yarılmıştı. İki tugay Alfeld'e doğru gönderildi. Bu
durum düzeltil-mezse, Hannover'i ve onunla birlikte Almanya'nın Weser'in doğusundaki bölümünü
kaybedeceklerdi.

— 310 —

29

Çareler

FEDERAL ALMANYA

Alekseyev'in karargâhı nehre bakan bir fotoğrafçı dük-kânındaydı. Vitrinin kalın çamı çoktan kırılmıştı.
General dolaşırken ayaklarının altında çam parçacıkları çatırdıyordu. Alekseyev dürbünle nehrin diğer
kıyısını inceliyor, askerlerinin yuka-rılarmdaki tanklar ve erlerle savaşmaya çalışmalarını kaygıyla izliyordu.
Birkaç kilometre ötede Sekizinci Muhafız Ordusunun bütün topları tank tümenini desteklemek için hızla
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

ilerlemekteydi.

Bir teğmen, «Düşman uçağı!» diye bağırdı.

Bir uçak dalış yaparak iki bombasını atarken Alekseyev söylendi. Sonra da kendini yere attı. Şok
dalgalan da, gürültü de korkunç oldu.

Gürültüden kulakları duymayan Sergetov bağırdı. «Neydi bu?» Başını kaldırdı. «Yaralanmışsın, yoldaş
general.»

Alekseyev yüzünü yokladı. Parmaklarına kan bulaştı. General mataradaki suyu yüzüne dökerek kanlan
akıttı. Binbaşı Sergetov generalinin alnına gazlı bezi tek eliyle yapıştırdı.

«Sana ne oldu?»

— 311 —

«Camların üzerine düştüm, yoldaş general. Kımıldama.\a-ran fena kanıyor.»

Bir korgeneral içeri girdi. Sekizinci Muhafız Ordusundan Victor Beregovoy'du. «Yoldaş general, genel
karargâha dönmen emredildi. Buraya yerini almaya geldim.»

Alekseyev avaz avaz bağırdı. «Olmaz öyle şey!»

«Bu Bati Cephesi Başkomutanının emri, yoldaş. Ben tank birlikleri generaliyim. Bundan sonra savaşı
sürdürebilirim. İzninle... parlak bir başarı kazandın. Ama sana başka yerde ihtiyaçları var.»

«Buradaki işi tamamlamadıkça bir yere gitmem.»

Beregovoy mantıklı bir tavırla, «Bu harekâtın başarılı olması için daha fazla desteğe ihtiyacımız olacak,»
dedi. «Bu-desteği en iyi kim sağlayabilir, yoldaş general? Sen mi, ben mi?»

Alekseyev öfkeyle soludu. Adam haklıydı.

«Tartışmak için zaman yok. Senin bir görevin var, yoldas-generai, benim de öyle.»

«Durumu biliyor musun?»

«Bütün ayrıntılarıyla. Seni genel karargâha götürmek içirv 'bir araç bekliyor.»

Alekseyev araca biner binmez bir sıtıhiye eri yarasıyla ilgilenmeye başladı. Araç uzaklaşırken general
savaş gürültüsünün gerilerde kaldığını farketti. Duyduğu en hüzün verici sesti bu.

LANGLEY HAVA ÜSSÜr VIRGiNiA

Hiçbir şey insanı uçmak konusunda bir madalya kadar sevindirmezdi. Binbaşı Amy Nakpmura, acaba bu
nişanı alan ilk kadın pilot ben miyim, diye düşündü. Ama 'bu da önemli değil.

Şimdi yeni bir görevi vardı onun. Amy uçuşa hazırlandı.

— 312 —
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Kosmos 1801 uydusu Atlas Okyanusunun üzerinden geçmek için Macelfan Boğazının yukarısında bir
dönüş yapıyordu. Karadaki kontrol istasyonunda uzmanlar, uydunun güçlü deniz gözetleme radarını
çalıştırmaya hazırlanıyorlardı.

Havada yakıt ikmali yapmış olan Nakamura mikrofona, «Gulliver,» dedi «Burası Bir-Sıfır-Dört.
Tamam.»

On iki bin metre yükseklikten uçan bir Lear Jeî'in yolcu bölümünde bekleyen bir albay, «Bir-Sıfır-Dört,»
diye cevap verdi. «Burası Gulliver. Tamam.»

«Point Siera'mn üzerinde dönüyorum. Yakalama tırmanışına geçmek üzereyim. Tamam.»

«Tamam, Bir-Sıfır-Dört.»

Uzay komuta merkezindeki radarlar Sovyet uydusunun yerini buldu. Bir bilgisayarın verdiği emir
Learjet'e aktarıldı.

«Bir-Sıfır-Dört. lki-dörtjbeşe dön.»

«'Dönüyorum.»

«Hazır ol... başla!»

«Tamam!» Eagle mahmuzlanmış bir at gibi ileri fırladı. Hız-îa yükselmeye başladı. «Silahım izliyor!
Tekrarlıyorum. Silahım izliyor! Otomatik fırlatma mekanizması çalışıyor.» Nakamura ağır roket düşerken
uçağının sarsıldığını hissetti. Hemen dönerek alçalmaya başladı. Üsse doğru giderken birdenbire, roketi
izleyemedim, diye düşündü. Ama önemli değil.

Learjet'te bir kamera, yükselmeye başlayan roketi izliyordu. Roket yükseldi, yükseldi. Ve sonra avını
yakaladı.

Learjet'teki albay gözlerini kırpıştırarak TV ekranından döndü. «Tanrrm! Uydu paramparça oldu.»

LEMSMSK.. KAZAKiSTAN

Kosmos 1801 uydusundan sinyal alınmadığı, gökyüzünden silinmesinden birkaç saniye sonra farkedildi.
Ama Rus uzay uz-

manian tuna şaşmadılar. Kosmos manevra gücünü kaybetmişti ve düşmana kolaylıkla hedef olacak
durumdaydı. Ayrıca iki saat sonra başka bir uydu yörüngeye oturtulacaktı. Ama o ana dek Sovyetlerin,
konvoyların ve filoların yerini bulmaları kolay olmayacaktı.

STENDHAL, DEMOKRATİK ALMANYA

Batı Cephesi Başkomutanı söylenip duruyordu. «Lanet oi-sun! Dört yıldızlı yardımcımı buraya tümen
komutanlığı yapması için getirtmedim, Pasha! Şu haline bak! Ya kafan kopsaydı?»

«Hatları yarmamız gerekiyordu. Tank komutanı öldü, yardımcısı ise çok gençti. Hatları yarmamızı
sağladım.»
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

«Yüzbaşı Sergetov nerede?»

Alekseyev, «Binbaşı Sergetov,» diye düzeltti. «İyi çalıştı. Şu anda doktorun yanında. Eli kesildi de.
Şimdi... Sekizinci Muhafız Ordusuna nasıl bir takviye gönderildi?» İki general haritaya gittiler.

«Şu iki tank tümeni yola çıktı bile. On, on iki saat sonra orada olurlar. Sen cepheden ayrıldıktan sonra
NATO uçaklarını gönderdi. Bizimkiler onları püskürtmeye çalışıyorlar. Ama NA-TO'nun havada üstün
olduğu anlaşılıyor.»

«Geceyi bekleyemeyiz. Gece gökyüzü onların.»

«Şimdi mi gidelim?»

Alekseyev evet der gibi başını salladı.

«Aldığımız bilgiye göre iki tugay yola çıkmış. Bir İngiliz, bir Belçikalı.»

«Daha fazlasını da yollayacaklar. Bu durumdan yararlanmazsak neler yapacağımızı biliyorlar. Birinci


Muhafız Ordusu yedekte bekliyor...»

«Yani buradaki yedek gücümüzün yarısını oraya mı yol-fayalım?-,>

Alekseyev haritayı işaret etti. «Bundan daha iyi bir yer

— 314 —

düşünemiyorum. Şansımız yardım ederse Birinci Muhafız Ordusuyla düşmana geriden saldırabiliriz. O
zaman hiç olmazsa Weser'i ele geçiririz. Hatta Ren'i de.»

Başkomutan soluğunu tuttu. «Bu büyük bir kumar, Pasha. Ama... pekâlâ. Emir vermeye başla.»

«USS PHARRIS»

Sea King helikopteri firkateynin güvertesine zor bir iniş yapmıştı. Şimdi ağır yaralıları buna bindiriyorlardı.
Helikopter havalanarak karaya doğru giderken Morris arkasından baktı.

Porsun Clarke ona yaklaştı. «Özür dilerim, komutanım, ama bitkin bir haliniz var.»

«Eh... Yakında hepimiz de iyice dinleneceğiz.»

SUNNYVALE, CALIFORNIA

Nöbetçi subay Kuzey Amerika Hava-Uzay Savunma Komutanlığına, «Bir kuş havalandı,» diye bildirdi.
«Bir RORSAT bu.»

Yeni Sovyet radar-okyanus gözetleme uydusu Deniz Kuvvetleri için bir sorun olacaktı. Ama dünyanın
sonu gelmiş sayılmazdı. Sunnyvale'dekiler nöbeti sürdürdüler.

İZLANDA

Yamaçtaki bir patikadan ilerliyorlardı. Vigdis onlara turistlerin buraya sık sık geldiklerini söylemişti.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Smith, «Acaba şu ne tip bir radyo istasyonu?» dedi. On iki kilometre batıda bir kule vardı.

__o-ıc .

--- O l \J ---

Edwards, Vigdis'e baktı ama kız omzunu siikti. Radyo dinie-mezdi. «Bu uzaklıktan anlaşılmıyor,» diye
mırıldandı Edwards. «Amq herhalde içeride Ruslar var.» Dürbünüyle batıyı taradı ve çift motorlu bir yolcu
uçağının küçük bir alandan havalandığını gördü. Bunu unutmuştun, değil mi, dedi kendj kendine. Ruslar
birliklerini göndermek için o uçakları kullanıyorlar... Sonra, «Çavuş, ne diyorsun?» diye sordu. Bir
profesyonelin fikrini alması daha iyi olacaktı.

Smith yüzünü buruşturdu. Tehlikeyle bitkinlik arasında bir seçim yapması gerekiyordu. «Herhalde aşağida
devriyeler var, üsteğmenim. Pek çok yol geçiyor oradan. Sivil halkı kontrol için karakollar da
oluşturmuşlardır sanırım. Radyonun bir işaret kulesi olarak kullanıldığını düşünelim. Bu durumda etrafta
nöbetçilerin olması gerekir. Normal radyo istasyonun etrafında da. Sonra şu çiftlikler... Bunlar ne çiftliği,
Miss Vigdis?»

Kız, «Koyun,» diye cevap verdi. «Süt. Patates.»

«öyleyse Ruslar boş zamanlarda taze yiyecek bulmak için bu çiftliklere gidecekler. Konserveden
bıktıkları için. Biz de aynı şeyi yapardık. Bu durum pek hoşuma gitmiyor, komutanım.»

Edwards başını salladı. «Pekâlâ. Doğuya doğru gidelim. Ama yiyeceğimiz bitmek üzere.»

«Balık çok.»

FASLAME, 3SKOÇYA

Chicago en öndeydi. McCafferty'nin arkasından Boston, Pittsburgh, ProvMence, Key West ve Groton
geliyordu. Gemilerin aralarında iki millik bir açıklık vardı.

McCafferty, «Dalalım,» diye emretti. Sonra da verilen talimatı kafasından geçirdi. Yetmiş dört saat sonra
buzula erişeceğiz. Ve doğuya döneceğiz. Kırk üç saat sonra Svyatana'da olacağız. Ve güneye ineceğiz.
İsin zor yanı ondan sonra başlayacak...

— 316 —

STENDHAL, DEMOKRATİK ALMANYA

Alteld çarpışması insanları ve tankları yutan bir canavar halini almıştı. Alekseyev artık kendisinin saydığı
tank tümeninden iki yüz kilometre uzakta olduğu için öfkeleniyordu. Alnındaki sargıya dokundu. Başı
korkunç ağrıyordu. Doktor yarayı kapayabilmek için on iki dikiş atmak zorunda kalmıştı. Yaranın izi
kalacaktı. Ama Alekseyev'in babasının da böyle birkaç yarası vardı. Onlarla her zaman gururlanmıştı. O
da bu savaşın izlerini taşıyacaktı.

Yirminci Tank Komutanı, «Köprü kurulmak üzere,» diye haber verdi. «Bizi on dakika rahat bırakırlarsa
o lanet olasıca tankları karşıya geçirebilirim. Takviye ne zaman gelecek?»

«İlk -birlikler güneş batarken orada olacak.»


Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

«Çok iyi! Şimdilik bu kadar. Tankları geçireceğimiz zaman haber vereceğim.»

BRÜKSEL, BELÇİKA

NATO karargâhında da kurmaylar aynı haritaya bakıyorlardı. Yedek kuvvetleri tehlikeli denilecek kadar
azalmıştı. Ama başka çareleri de yoktu. Alfeld'e çok sayıda asker ve silah gönderilmeye başlandı.
>

PANAMA

Daha önce kanaldan hiç bu kadar çok sayıda Amerikan gemisi geçmemişti. Deniz Kuvvetleri gemilerinin
aceleleri vardı ve geçiş on iki saatte tamamlanabildi. Filo yirmi iki mil hızla kuzeye doğru ilerledi.

— 317 —

30

Yaklaşmalar

BOSTON, MASSACHUSETTS

Römorkör, PhOıris'i ustalıkla rıhtıma yanaştırdı. Bir subay telaşla firkateyne çıkarak köprüye geldi. «Ben
Binbaşı Anders, komutan. Bunu size gönderdiler, efendim.» Morris'e resmi görünüşlü bir zarfı uzattı.

Morris zarfı açtı. İçinde kısa bir emir vardı. Hemen Norfolk'a gitmesi isteniyordu,

«Araba bekliyor, yarbayım. Washington'a gidecek uçağa yetişebilirsiniz. Oradan da Norfolk'a uçarsınız.»

«Gemim ne olacak?»

«Bu benim görevim, komutan. Ben sizin adınıza onunla ilgileneceğim.»

Morris, demek böyle, diye düşündü.

STORNOWAY, İSKOÇYA

Toland, izlanda'deki dört havaalanının uydudan çekilmiş olan fotoğraflarını inceliyordu. Nedense Ruslar
artık Keflavik'te-

— 318 —

ki eski alanı kullanmıyorlardı. Onun yerine avcı uçakları KeyKja-vik ve yeni NATO üssüne
göndermişlerdi. Arada sırada bir uçak yakıt almak ya da onarım görmek için Keflavik'e iniyordu, ama işte
o kadar.

Toland, «Burada bir alay var sanırım,» dedi. «Yirmi dört, yirmi yedi kadar uçak. Hepsi de MİG-29
Fulcrum.»

«O halde MİG'lerin havalanmalarını sağlayıp içlerinden bazılarını düşürmemiz gerekecek.» Tomcat


filolarının komutanları da Toland'ın yanındalardı. Haritaları inceliyorlardı. «Ama o SAM'la-ra
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

yakalanmamaya çalışmalıyız. Almanya'dakilerin söylediklerine göre SA-11 felaket bir şeymiş.»

STENDHAL, DEMOKRATİK ALMANYA

Alekseyev işin kolay olacağını sanmamıştı. Ama NATO'nun geceleri gökyüzüne hakim olacağını da
düşünmemişti.

Şimdi bir tümeni Leine'i geçmişti. General düzeltti. Bir tümenden geri kalanlar... İki takviye tank tümeni
şimdi nehri aşmaya çalışıyordu.

Aiekseyev, «Daha iyi bir yer seçmeliydik,» diye mırıldandı.

Sergetov, «Efendim?» dedi.

«Alfred'e giden bir tek düzgün yol var.» Aiekseyev alaycı bir tavırla güldü. «Hatları, hiç olmazsa üç yolu
olan bir kentten yarmaya çalışmalıydık...»

Gelen haberler de içaçıcı sayılmazdı pek.

General, «Yirminci tank ciddj zarar görmüş...» diyerek içini çekti.

Sergetov,güvenle, «İki takviye tümeni manevrayı tamamlayacak,» dedi.

Aiekseyev onun haklı olduğunu düşündü. Tabii başka bir aksilik daha olabilirdi.

— 319 —

NORFOLK, VIRGINIA

Morris, ABD Atlantik Filosu Suüstü Kuvvetleri Komutanının karşısında oturuyordu. Üç yıldızlı bir
amiraldi'komutan.

«Ruslar taktik değiştirdi. Hem de umduğumuzdan daha büyük bir hızla. Artık refakat gemilerine
saldırıyorlar. Senin firkateynine de mahsus saldırdılar. Sen bir rastlantı sonucu o denizaltının karsısına
çıkmadın. Hatta belki de seni bekliyordu...» «Yani refakatçileri batırmaya mı çalışıyorlar?» «Evet.
Denizaltı kuvvetlerine zarar verdik. Yeteri kadar değil ama yine de ağır bir darbe indirdik sayılır. Şimdi...
sana madalya verilmesi için başvurdum, Ed. Çok başarılı oldun. Senden daha başarılı olan üç komutanım
var. Onlardan biri dün öldü. Phar-ris'in şu anda sana ihtiyacı yok. Burada harekât uzmanlarımla birlikte
çalışmanı istiyorum. Biz de taktik değiştirmek zorundayız. İstihbarat ve harekât raporlarını incelemeli ve
bana fikir vermelisin.»

«Başlangıç olarak o Backfire'ları durdurabiliriz.» «Bu konudaki çalışmalar başladı bile.» Bu cevapta hem
güven vardı, hem de kuşku.

VIRGINIA BEACH, VIRGINIA

Morris'in evinde kimse yoktu. Karısı onun önerisi üzerine çocukları alarak Kansas'a, ailesinin yanına
gitmişti. Morris şimdi bu teklifi yüzünden pişmanlık duyuyordu. Dostluğa, onları kucaklamaya ihtiyacı
vardı. Çocuklarını görmek istiyordu. Kansas'a telefon ederek önce karısıyla, sonra da çocuklarıyla
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

konuştu. Onların eve dönmeleri imkânsızdı. Yolcu uçakları Avrupa'ya asker ve malzeme taşıyordu. Yolcu
taşıma işine ayrılanlarda ise

— 320 —

ağustos ortasına kadar yer yoktu. Ailesiyle vedalaşmak Morris'e zor geldi.

Ama ondan sonra yapacağı iş daha da zordu. Komutan Edwards Morris beyaz üniformasını giydi ve
cüzdanından ölenlerin listesini çıkardı. Durumu onların ailelerine bildirmek zorundaydı.

İZLANDA

Edwards çavuşu ilk kez kendi oyununda yendi. Smith bütün iddialarına rağmen bir saat çabaladı ve bir
tek balık bile tutamadı. Öfkeyle oltayı üsteğmene verdi. Ve Edwards on dakika içinde iki kiloluk bir
alabalık yakaladı.

Smith, «Şu işe bak,» diye homurdandı.

Son on kilometreyi on bir saatte aşabilmişlerdi. Geçmeleri gereken yol çok kalabalıktı. Birkaç dakikada
bir, bir araç ya kuzeye ya da güneye doğru gidiyordu. Ruslar bu çakıl döşeli yolu izlanda'nın kuzey
kıyısına ulaşmak için kullanıyorlardı. Edwards ve grubu yine bir lavlardan oluşmuş düzlükte kayaların
ar-kasma girerek altı saat saklanmak zorunda kaldı. Yclu gözetliyor ve karşıya güvenle geçebilmek için
fırsat kolluyorlardı. İki defa Mİ-24 helikopterlerinin bölgede devriye uçuşuna çıktıklarını gördüler. Ama
neyse ki, ikisi de onlara yaklaşmadı. Yoida dolaşan devriye yok'cu. Edwards izlanda'nın Sovyet
birliklerinin kontrol edemeyeceği kadar büyük olduğuna karar verdi. Bir ara Rusların haritasını çıkararak
işaretleri çözmekle ilgilendi. Sovyet kuvvetleri Reykjavik yarımadasının kuzeyinden güneyine uzanan bir
kavis üzerinde yoğunlaştırılmıştı, Edwards bunu İskoçya'ya bildirdi.

Hava kararırken yolda trafik azaldı. Onlar da koşarak karşı tarafa geçtiler. Ve kendilerini yine göller ve
derelerin arasında buldular. Artık yiyecekleri bitmişti. Edwards, bu kadarı da yeter, diye düşündü.
Dinlenmeleri ve balık tutmaları gerekiyordu. Ondan sonra kimsenin yaşamadığı ıssız yerlerden
geçeceklerdi.

— 321 —

F.: 21

Edwards silahıyla eşyalarını bir kayanın yanına bırakmış, üzerlerine kamuflaj ceketini örtmüştü. Vigdis
yanındaydı. Bütün gün yanından hemen hiç ayrılmamıştı. Smith ve deniz piyadeleri kendilerine uygun yerler
bulmuşlardı. Edwards avlanırken onlar da dinleniyorlardı.

Üsteğmen, «Bir tane daha,» diye bağırdı. Smith öfkeyle ba-şım kaldırdı. Sonra tekrar yattı. Elli metre
kadar ötedeki ağaçların arasına uzanmıştı. Edwards, «Bu da büyük,» dedi. Vigdis'e baktı. Kız gülüp
duruyordu. Balığı kıyıya yaklaştırırken da eğilip onu yakaladı.

«Üç kilo ver.» Balığı havaya kaldırdı. Edwards, yirmi dakikada beş kilo balık, diye düşündü. Sanırım
karnımızı doyurmakta zorluk çekmeyeceğiz.

Helikopter birdenbire gözüktü. Rüzgâr batıdan esiyordu. Helikopterin gürültüsünü ancak bir kilometre
yakına geldiği zaman duyabildiler.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Smith, «Kımıldamayın!» diye bağırdı. Deniz piyadelerinin seçtikleri yerler iyiydi. Ama Edwards'la Vigdis
açıklıktaydı

Edwards, «Ah, Tanrım,» diye fısıldayarak oltayı sudan çekti. «Vigdis, sakin ol. Balığı oltadan çıkar.»

Kız helikopter yaklaşırken Edwards'a baktr. Dönüp helikop>-tere bir göz atmaktan korkuyordu.
Çırpınan alabalığın ağzından iğneyi çıkarırken elleri titriyordu.

«Her şey düzelecek, Vigdis.» Edwards kolunu kızın beline dolayarak ağır ağır suyun kıyısından uzaklaştı.
Vigdis onu kendine çekti. Bu davranışı Edwards'i Rus helikopterinden daha çok etkiledi. Kız sandığından
daha güçlüydü. Edwards'm beline doladığı kolu cnu ısıtıyordu sanki.

Helikopter en fazla beş yüz metre ötedeydi. Burnunu aşağıya doğru çevirmiş, üzerlerine geliyordu. Çok
namlulu silahıyla ikisine nişan almıştı.

Edwards silahına hiçbir zaman erişemeyeceğini anladı. Makinelisi elli adım ileride, kamuflaj ceketinin
altındaydı. Hızla o tarafa doğru atılırsa Ruslar durumu anlayacaklardı. Edwards ölümün yaklaşmasını
seyrederken dizlerinin gücü kesildi.

— 322 —

Vigdis balığı tuttuğu elini ağır ağır, dikkatle hareket ettirdi. İki parmağıyla genç adamın belindeki elini
tutarak yukarıya çekti. Sol göğsüne doğru. Sonra balığı havaya kaldırdı. Edwards oltayı elinden atarak
diğer alabalığı almak için eğildi. Vigdis, onun bu hareketini izledi. Genç adamın parmaklarının göğsünden
kaymaması için de elinden geleni yaptı. Mİ-24 saldırı helikopteri elli metre ötede beklerken Edwards
balığı havaya kaldırdı.

Gülümserken dişlerinin arasında, «Defol, git,» dedi.

Rus üsteğmen düğmelere basarak, «Babam balık avlamayı çok sever,» diye açıkladı.

Yanındaki, «Boşver balığı,» dedi. «Ben de öyle bir şeyi yakalamak isterdim. Şu piçkurusunun el' nerede
görmüyor musun?» Sonra, herhalde olanların farkında bile değiller, diye düşündü. Ya da farkındalar ama
akıllılık ediyor, bir şey yapmaya kalkışmıyorlar. Dünyayı saran çılgınlığın bazılarına bulaşmamış olduğunu
görmek insanın hoşuna gidiyor...

«Zararsıza benziyorlar. Otuz dakikalık yakıtımız kaldı. Artık dönelim.»

Helikopterin kuyruğu yere doğru uzandı. Edwards korkunç bir an onun yere ineceğini sandı. Ama
helikopter sonra havada döndü ye güneybatıya doğru gitti. Arkada oturan askerlerden biri onlara el
salladı. Vigdis de ona karşılık verdi. Kızla Edwards helikopter uzaklaşırken yerlerinden kımıldamadılar.
Sonra ellerini indirdiler. Ama hâlâ el eleydiler. Genç adamın sol eli yanıyordu sanki.

Sonra Vigdis döndü ve başını onun omzuna dayadı. Edwards elindeki 'balığı atarak kıza sarıldı. Onu
kendine çekti.

«İyi misin?»

Vigdis başını kaldırarak ona baktı. «Evet. Öyle sanırım.»

Edwards'm kollarındaki kıza karşı hissettiği duygular bir


Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

— 323 —

tek kelimeyle anlatılabilirdi. Genç adam zamanın da, yerin de uygun olmadığını biliyordu. Ama ne o
bakışı, ne de o yakınlığı unutabilecekti. Eğilerek Vigdis'i usulca yanağından öptü. Buna cevap veren
gülümseyiş Edwards'm giriştiği o ihtiraslı ilişkilerin hepsinden daha değerliydi.

Çavuş Smith bir adım öteden, «Özür dilerim,» dedi.

«Evet.» Edwards kollarını indirdi. «Onlar geri dönmeye karar vermeden buradan gidelim.»

«USS CHİCAGO»

Her şey yolundaydı. Amerikan P-3C Orion'ları ye İngiliz Nimrod'ları buzula giden rotayı araştırıyordu.
Bir Rus denizaltısı bulunduğundan şüphelenildiği için biraz doğuya doğru gitmek zorunda kalmışlardı ama
hepsi o kadar. Sovyetler'in gemilerinden çoğunu güneye gönderdiği anlaşılıyordu. Norveç Denizinin
kontrolünde olduğundan emindi.

Chicago denizaltılardan oluşan sıranın önünden gitme görevini tamamlamış ve hızını kesmişti.

İkinci komutan, «Yanımızdan geçen Boston'du, komutanım,); dedi.

ıMcCafferty haritaya baktı. Her şey yolundaydı ama yine de ayrıntıları inceledi. Pek çok denizaltı aynı
rota üzerinden gittikleri için çarpışma tehlikesi vardı. Seyir astsubayı Chicago' nün yanından geçen
denizaltıların listesini okudu.

Komutan o zaman, «Her iki makine yarım yol ileri,» diye emretti.

Dümenci emiri tekrarladı. Sonra, «Her iki makine yarım yol ileri çalışıyor,» dedi.

«Pekâlâ. İskele on, yeni rota üç-dört-sekiz olacak.»

Chicago'nun hızı on beş mile çıktı. Denizaltı hızla Kuzey Kutbuna doğru giden sıranın sonundaki yerini
aldı.

— 324 —

31

İblisler

VIRGINIA BEACH, VIRGINIA

Morris torpilin bıraktığı izi işaret ederek, «İskele alabanda,» diye bağırdı.

Dümenci buna karşılık, «Sancak alabanda,» dedi. Dümeni önce sancağa, sonra iskeleye aldı. Sonunda
ortaya getirdi.

Morris köprü üstünde durmuş, yaklaşan torpile bakıyordu. Törpü uçan bir balık gibi denizin üzerinde
sekiyordu.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Küçük bir kız, «Babam nerede?» diye sordu. «Babamı isterim.»

İkinci komutan, «Sorun nedir, komutan?» dedi. Konuşması saçmaydı/çünkü kafası kopmuştu...

Morris yatağında doğrulup oturduğu zaman yüzünden terler akıyordu. Başucundaki saat dördü elli dört
geçtrğini göstermekteydi. Ayağa kalkıp -titreyerek banyoya gitti. Yüzüne soğuk su çarptı. Bu kâbusu bu
gece ikinci kez görüyorum, diye düşündü. Bu yüzden o birkaç saatlik dinlenme süresi bir işe yaramamıştı.
Morris uykusunda bağırıp bağırmodığını düşündü.

Sonra aynadaki yüze, «Sen elinden gelen her şeyi yaptın,» dedi. «Suç sende değildi.»

— 325 —

Yüz, «Ama komutan sendin,» diye cevap verdi.

Morris kocalarının, 'babalarının ya da oğullarının öldüğünü haber verdiği aileleri düşünmemeye çalışarak
kahve yapmak için mutfağa indi.

Kırk dakika sonra ise üsteki birkaç harekât odasından bi-rindeydi.

Filo komutanı, «Günaydın, yarbay,» dedi. Onun da fazla uyumamış olduğu anlaşılıyordu. «Seni biraz daha
iyi gördüm.»

Morris kendi kendine, neden daha iyi, diye sordu.

«Neyse... Artık iyi bir haber aldık.»

KUZEY ATLAS OKYANUSU

B-52'nin mürettebatı çok sayıda avcı uçaklarının refakatinde elmalarına rağmen yine de sinirliydi. Bin beş
yüz metre yukarılarında F-14 Tomcat filosu uçuyordu. Tomcat'ler biraz önce yakıt ikmali yapmıştı. Güneş
ufukta yeni belirmiş, aşağıda okyanus hala kapkaranlıktı. Yerel saate göre 03'dü. İnsanların tepkilerinin en
zayıf olduğu zaman.

KEFLAVIK, fZLANDA

Alarm uyumakta olan Rus pilotlarının ranzalarından fırlamalarına neden oldu. Yer mürettebatı oh saniye
içinde hazırlıkları yaptı. Havacılar çelik merdivenlerden uçaklarına çıktılar ve ne olduğunu anlamak için
'fniğferlerindeki radyoları çalıştırdılar.

Alay komutanı. «Düşman batıda radar engellemesi yapıyor,» diye açıkladı. «Plan Üç. Tekrarlıyorum.
Plan Üç.»

Amerikalıların baskın yapmak üzere oldukları anlaşılıyordu. Belki de gelenler B-52'lerdi. Amerikan
uçakları biraz sonra \

— 326 —

iyice yaklaşacakları için yerdeki radarlar engeli aşabilecekti. O zamana kadar avcı uçakları düşmanla
üsten uzakta çarpışmaya girişmeyi deneyecekti. Böylece bombardıman uçaklarının soyısmı onlar hedefe
vurmadan azaltmaya çalışacaklardı.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Sovyet pilotları izlanda'ya geldikten sonra iyi talim- görmüşlerdi. İki dakika sonra ilk MtG-29 çifti
havalandı. Yedi dakika sonraysa hepsi yükseliyordu. Sovyet planına göre uçakların üçte biri Keflavik
üzerinde kalacak, diğerleri de batıya doğru uçacaktı. Füze nişan radarlarıyla hedefleri arayacaklardı.
Uçaklar on dakika ilerledi, o sırada radar engellemesi sona erdi. Bir tek MiG uzaklaşan bir uçaktan işaret
aldı ve bunu hemen üsse bildirdi. Ama yerdeki ekranlar üç yüz kilometrelik bir alanda hiçbir hedef
olmadığını gösteriyordu.

Bir dakika sonra engelleme tekrar başladı. Doğuda ve güneyde. MrG'ler bu kez ihtiyatla güneye doğru
döndü. Verilen emir üzerine radarlarını kıyıdan yüz mil uzaklaşıncaya kadar çalıştırmadılar. Engellemeyi
kim yapıyorsa, oldukça uzaktaydı. Yerdeki kontrol subayları ilk sefer üç, ikinci sefer de dört kay-n-ok
olduğunu bildirdiler.

Alay komutanı, çok sayıda kaynak, diye düşündü. Etrafta dolaşmamızı ve yakıt harcamamızı istiyorlar...
Sonra uçuş liderlerine emir verdi. «Doğuya doğru gidin.»

B-52'nin mürettebatının sinirleri daha gerilmişti artık. Refakatteki Prowler'lerden biri MrG'lerden telsizle
verilen emirleri yakalamıştı. Avcı uçakları da güneye doğru döndü. Artık Keflavik'ten yüz elli mil
uzaklıktaydslar ve izlanda kıyılarının üzerinden geçiyorlardı. Harekât komutanı durumu değerlendirerek
bombardıman uçaklarına kuzeye doğru dönmelerini em-rettf.

B-52'lerde bomba yoktu. Diğer bombardıman uçaklarının Sovyetler Birliği'ne girerek hedefleri
vurmalarını sağlayacak radar karıştırıcılarıyla donatılmışlardı. Aşağıda Tomcat'lerden bir grup Vatna
buzulunun doğu yamaçlarına doğru gidiyordu.

__007__

' UC, t ™

Yanlarında Deniz Kuvvetlerinden dört Prowler daha vardı. MiG" ier çok yaklaşırlarsa uçaklarını
roketlere karşı koruyacaklardı.

Bir Prowler, «Havadaki radar işaretlerini almaya başladım,» diye haber verdi. «Kerteriz- iki-beş-sekiz.
Yaklaşıyor.» Diğer bir uçok da aynı işaretleri alıyordu. Yapılan hesap sonucu kaynağın elli mi! ötede
olduğunu öğrendiler. Harekât komutanı da bir Prowler'daydi.

«Amber Ay. Tekrarlıyorum: Amber Ay.»

B-52'ler doğuya dönerek dalışa geçti. Bomba kapaklarını açarak tonlarca alüminyum parçacığı döktüler.
Hiçbir radar işareti bu bulutu delip geçemezdi. Amerikan avcı uçakları bunu görür görmez dış yakıt
tanklarını attılar. Prowler'lar ise bulutun hemen batısında dönmeye başladılar. Şimdi avcı uçakları hızla
ilerliyordu.

Harekât komutam, «Acayip-Tamam,» dedi.

VF-41'in komutanı, «Siyah-Tamam,» diye bildirdi.

VF-84'ün komutanı da, «Neşeli-Tamam,» dedi. Herkes yerini almıştı.

«Uygulayın.» Dört Prowler füzesavar mekanizmalarını engelleyecek aygıtlarını çalıştırdı.


Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

On iki Tomcat dokuz yüz metre yükseklikte sıraya dizilmişti.

Rus pilotlarından bazıları, «Amerikan avcı uçakları!» diye 'bağırdılar. Tehlike-alıcıları onlara radarların
uçaklarını bulduğunu haber veriyordu.

Sovyet avcı uçakları komutanı hiç şaşmadı. Amerikalıların ağır bombardıman uçaklarını refakatçi
yollamadan tekrar tehlikeye atmayacaklarından emindi. Avcı uçaklarına aldırmayacak, kendisine
öğretildiği gibi B-52'lere saldıracaktı. MiG ra-darlan iyice engelleniyordu. Mesafeleri yarıya inmişti. Henüz
hedefleri İzleyemiyorlardı. Pilotlarına yaklaşacak füzelere karşı tetikte bulunmalarını emretti. Gördükleri
roketlerden kaçabilecekleri kanısındaydı. Uçakların hızlanmalarını istedi. Sonra da

— 328 —

Keflavik'e iki uçak dışında diğerlerinin yardımına gelmelerini istediğini bildirdi.

Amerikalıların hedefe kilitlemeleri için birkaç saniye yetiyordu. Her Tomcat'te dört Sparrow ve dört de
Sidewinder ro-S<eti vardı. Önce Sparrcw'iar atıldı. Rusların on altı MiG'i havadaydı.

Sovyetlerin radarları engeli aştıkları sırada Sparrow'larm ilki yaklaştı ve hedefi olan MiG'i havada patlattı.
Sovyet uçaktan alçalıp yükselmeye başladı. Ama dört Sparrow daha hedeflerim buldular. Birkaç dakika
sonra üç uçak daha düştü. Ağır yara alan biri de dönerek üsse doğru kaçmaya başladı.

Amerikan uçakları füzelerini attıktan sonra kuzeydoğuya doğru kaçtı. Sovyetler peşlerindeydi. Rus
komutanı Amerikan •roketleri daha fazla zarar vermediği için rahatlamıştı. Ama beş uçağını kaybettiği için
de çok öfkeliydi. Artık sıranın kendisinde olduğunu düşünüyor ve uçaklarıyla kuzeydoğuya doğru
gidiyordu. Pilotlar kâh gözlerini kısarak güneşe kah radar ekranlarına bakıyorlardı. Aşağıya baktıkları
yoktu. Sonunda en •öndeki MiG bir hedef buldu ve iki füze attı.

Rusların altı bin metre aşağılarında on iki Tomcat pusudaydı. İki dağ, yerdeki radarların onları
yakalamalarını engei-Jiyordu. Tomeat'ler az sonra on altı füze attılar.

Aitı Rus pilotu uçaklarına neyin çarptığını anlayamadı bi-Je. On bir 'MiG'den sekizi birkaç saniye içinde
yara aldı. Komutanın şansı ona bir an yardım etti. Pilot uçağını döndürerek bir Sidewinder'den kurtuldu.
Ama artık ne yapabilirdi? Albay Tomcat'lere doğru dalışa geçmekten başka çare bulamadı, Ama iki
Sparrow kanadına geldi. MiG paramparça oldu.

— 329 —

Amerikalılar sevinecek zaman pek bulamadılar. Harekât komutanı ikinci bir MiG grubunun yaklaştığını
haber verdL Amerikan uçakları onları karşılaşmak için biraraya geldi. Yirmi, bir uçak âdeta bir duvar
oluşturdular. Rus komutanının yardımcısı ciddi bir hata yaptı. Arkadaşlarının tehlikede olduğu, onların
yardımına koşması gerektiğini düşünüyordu. Bir grup Tomcat geri kalon Sparrow'larmi fırlattı. Diğerleri de
Sidewinder' lerini. Otuz sekiz roket, sekiz Sovyet uçağına doğru gitti. Pilotlar neyle karşı karşıya
olduklarının pek farkında değillerdi. Yarısı durumu hiçbir zaman öğrenemedi. Üç uçak ise yara aldı.

Tomcat pilotları saldırıyı sürdürmek istiyorlardı ama komutan dönmelerini emretti. Yakıtları azalmıştı ve
Stornoway yedi yüz mil uzaktaydı. Doğuya doğru döndüler. Otuz yedi Rus uçağını düşürmüşlerdi.
MiG'lerden geriye sadece beş sağlam, uçak kalmıştı. İyice şaşıran üs komutanı kurtarma harekâtına
başladı. Kısa bir süre sonra saldırı helikopterleri havalanarak kuzeydoğuya doğru uçtu. Paraşütle atlamış
olan pilotları arı^ yorlardı.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

STENDHAL, DEMOKRATİK ALMANYA

Alekseyev, Alfeld'le Hameln arası otuz kilometre, diye düşünüyordu. Tankla bir saatlik uzaklıkta... Üç
tümenin birlikleri şimdi o tarafa doğru gidiyorlardı. Nehir aşılalı beri sadece on. sekiz kilometre
ilerlemişlerdi. Onları yan yolda bu kez de İngiliz tankları ve 21. Lancer'ler durdurmuştu. Ve artık on se~
kiz saatten beri yerlerinden kımıldamıyorlardı.

Durum gerçekten tehlikeliydi. Motorize birliklerin güvende olmaları için ilerlemeleri şarttı. Sovyetler
aradaki açıklığı birlikleriyle dolduruyor ama NATO da hava kuvvetlerini kullani;-yordu.

— 330 —

Alekseyev başkomutana, «Cepheye gitmem gerekiyor,» eledi.

«Peki. Ama ön saflara beş kilometreden daha fazla yak-laşmamalısm, Pasha Seni şu ara kaybetmem çok
kötü olur.»

BRÜKSEL, BELÇİKA

Avrupa Müttefik Kuvvetleri Başkomutanı elindeki belgeye îbaktı. Hemen hemen bütün yedek kuvvetleri
savaşıyordu. Rus-3arm sonsuz asker ve aracı vardı sanki. Onları durmadan cepheye doğru yolluyorlardı.
Haritada Hameln'in güneydoğusunda bir İngiliz tugayı olduğu görülüyordu. Aslında bu, takviye •görmüş
'bir alaydan başka bir şey değildi. Ve ancak uçaklar •ve topçuların desteği sayesinde ayakta
durabiliyordu. Malzeme gönderilmezse bu destek de yeterli olmayacaktı.

Sabah istihbarat brifingi başlamak üzereydi. NATO İstihbarat Şefi bir Alman generaliydi. Yanındaki
Hollandalı binbaşı tıir videoteyp kaseti getirmişti. İstihbarat subayı başkomutanın böyle önemli durumlarda
bir analizle yetinmediğini biliyordu.

Ekranda bir harita belirdi. Beş saatte toplanan bilginin ^gösterilmesi iki dakika sürdü.

«Generalim, Sovyetler'in Alfeld'e doğru altı tam tümen gönderdiklerini sanıyoruz.» ,

«Yani, sizce saldırı noktası o.»

«J«.» Alman general başını salladı.

Başkomutan kaşlarını çattı. Aslında savunma hattını kısalt-smok ve güçlerini yeniden düzenlemek için
Weser ırmağının gerisine çekilmesi gerekirdi. Ama o zaman Hannover'i terket-mek zorunda kalırdı.

Bir saat sonra NATO'nun geri kalan yedek kuvvetleri Os-nabrük'ten Wameln'e doğru yola çıktı.
Almanya için yapılacak çarpışma Weser'in sağ kıyısında kazanılacak ya da kaybedilecekti.

— 331 —

STORNCWAY, İSKOÇYA

Toland havadaki çarpışma sırasında çekilmiş olan video-bandlarını inceliyordu. «Onlara iyice zarar
verdiğimiz anlaşılıyor.»

Tomcat'lerin komutanı, «Tabii ya,» dedi. «Şimdi sorun şu:: Takviye alacaklar mı? Bu oyunu iyi oynadık.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Ama aynı oyuna ikinci kez gelmezler. Toland, söyle, düşürdüğümüz uçaklarıa yerine başkalarını
koyabilecekler mi?»

«Sanmıyorum. O kodar uzak bir yere gönderebilecekleri tek avcı uçağı MiG-28. Onların geri kalanı şu
anda Almanya'da. Orada da bir hcyli kayıp verdiler. Ruslar birkaç MİG-31 göndermeye karar verirlerse
bu uçaklar o kadar uzaklığa ulaşabilir. Ama Sovyetîer'in bu tür bir operasyon için av-önleme
bombardıman uçaklarını yollayacaklarını sanmıyorum.»

Komutan başını salladı. «Pekâlâ. O halde şimdi izlanda'ya Muharebe Hava Devriyesi göndermemiz
gerekir. O Backfire baskınlarına engel olmalıyız.»

Tcland onu uyardı. «Bizi bulmaya da kalkabilirler. Artık ne yaptığımız ve nereden yola çıktığımızı
öğrenmek zorundalar.»

«İyi ya. Bizimle kendf bahçemizde, kendi rador alanımızda; savaşmak istiyorlarsa bu hoşuma gider.»

ALFELD, FEDERAL ALMANYA

Aiekseyev helikopterini kentin dışında bırakarak yine bir zırhlı piyade aracına bindi. İki köprü çalışır
haldeydi. En aşağr beş köprünün parçaları nehrin kıyısına saçılmıştı. Etrafta sayısız yanmış tank ve
kamyon vardı. 20. Tankın komutanı da General Sergetov'un yanındaydı.

— 332 —

General Beregovoy, «NATO hava saldırıları korkunç.» dedi. «Şimdiye kadar böyle bir şey hiç
görmedim. SAM'larımıza rağmen yine de sokuluyorlar. Tabii biz de onların uçaklarını düşürüyoruz ama bu
yeterli değil. Cepheye yaklaştıkça durum daha da kötüleşiyor.»

«Bugün ne kadar ilerlediniz?»

«Şu anda bize İngiliz birlikleri karşı koyuyor. En aşağı bir tank tugayı var karşımızda. Şafaktan beri onion
iki kilometre gerilettik.»

Sergetov, «Orada bir Belçika birliğinin de olması gerekiyor,» diye hatırlattı.

«Onlar ortadan kayboldu. Nerede olduklarını bilmiyoruz. Evet, beni bu da endişelendiriyor. Yeni
tümenlerden birini sağ kanada yerleştirdim. Karşı saldırıya geçtikleri zaman bizi koruması için. Diğeri
bugün öğleden sonra tekrar saldırıya geçtiğimiz, sırado 20. Tanka katılacak.»

Aiekseyev, «Gücümüz ne kadar?» diye sordu.

General, «Yirmincide sadece doksan tank kaldı,» dedi. «Belki de daha az. Bu sayıyı bana dört saat önce
bildirdiler. Piyademiz daha iyi durumda. Ama tümenin gücü yüzde elliden fazla eksildi.»

Araç ince bir köprüden geçti. Uzaklardan top sesleri geliyordu.

«En fazla dayanan, geçtiğimiz bu köprü.» Beregovoy saatine baktı. «Yedi ssat.»

«Bana radyoyla bir binbaşının büyük kahramanlık gösterdiğini söyledin. Onun için bir altın yıldız istedin.
Nerede c?»
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

«Yaralandı. Ama yaşayacak.»

«Binbaşıya bunu ver. Belki bu iyileşmesini hızlandırır.» Aiekseyev elini cebine sokarak kan rengi bir
kurdeleye takıfı beş köşeli bir yıldız çıkarıp General Beregovoy'a verdi. İstihkâm binbaşısı artık Sovyetler
Birliği'nin kahramanlarından sayılıyordu.

— 333 —

«USS CHICAGO»

Bütün denizaltılar buzula yaklaştıkları zaman yavaşladılar. McCafferty buzulu periskopla inceledi. Etrafta
görünürde başka îıiçbir şey yoktu. Komutan sonra birdenbire, «O da nesi?» dedi. Periskopu tekrar
ayarladı. Bir an bir şey görmüştü. Bu bir periskop olabilirdi. Scnra yeniden belirdi. Bir erkek katil
balinanın kılıca benzeyen yüzgeci. Havaya püsküren sular balinanın soluk aldığını belirtiyordu. Onu
başkaları izledi.

«Sonar, bir-üç-dokuzda ne var?»

«On bir katil balina, komutanım. Üç erkek, altı dişi ve iki yavru. Çok yakındalar. Yönleri ağır ağır
değişiyor.» Sonar astsubayı hakarete uğramış gibi konuşmuştu. Çünkü ona biyolojik faktörleri
bildirmemesi emredilmişti.

McCafferty dayanamayarak güldü. «Pekâlâ.»

Bir saat sonra denizaltı konvoyu doğuya gidiyordu.

İZLANDA

Çavuş Smith, «Bütün gün bir tek helikopter bile görmedik,» -dedi.

Edwards, konuşursak belki balıkları çiğ çiğ yediğimizi unuturuz, diye düşündü. Saatine baktı. Bağlantı
kurma zamanı gel-mir.ti yine.

«Köpek Kulbesi, ben Tazı. Durum çok daha iyi olabilirdi. Tamam.»

«Anlıyorum, Tazı. Şimdi neredesin?»

Edwards, «Hedeften kırk sekiz kilometre uzaklıkta,» diye cevap verdi. «Bildirilecek bir şey yok. Sadece
bugün hiç helikopter görmedik. Bcşka uçak da.»

— 334 —

«Tamam, Tazı. Deniz Kuvvetleri şafak zamanı avcı uçakları yolladı ve onları çok zarara uğrattı.»

«Çok güzel! Helikopter bizi gördüğünden beri hiçbir Ruslo karşılaşmadık.»

«Kız arkadaşın nasıl?»

Edwards güldü. «Yavaşlamamıza neden olmuyor. Eğersordu_ ğun buysa? Başka?»

«Başka bir şey yok.»


Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

«Anlaşıldı. Bir şey görürsek haber veririm. Tamam.» Edwards radyoyu kapattı. «Dostumuz Deniz
Kuvvetlerinin bugüa Rus avcı uçaklarını düşürdüğünü söyledi.»

Smith, «Bunun zamanı gelmişti artık,» dedi, Çavuşun beş sigarası kalmıştı. Şimdi onlara bakıyor ve sayıyı
dörde indirip indiremeyeceğine karar vermeye çalışıyordu.

Vigdis, «Hvammsfjördur'a mı gidiyoruz?» diye sordu. «Neden?»

Edwards, «Biri orada neler olduğunu öğrenmek istiyor,» diyerek haritayı açtı.

KEFLAVIK, İZLANDA

«Kaç uçak?» Alay komutanını dikkatle helikopterden indirdi-diler. Kolu göğsüne bağlanmıştı. Parçalanan
uçağından fırlarken, omzu çıkmıştı. Paraşütüyle bir dağın yamacına inmiş, o sırada bileği burkulmuş, yüzü
çizilmişti. Ancak on bir saatlik bir araştırma sonunda onu bulabilmişlerdi. Albay, üstün bir gücün filomu
pusuya düşürmesine izin verdim, diye düşünüyordu. Bir budala için yine de şanslı sayılırım.

Ona, «Beş uçak sağlam,» diye açıkladılar. «Yara alanlardan» ancak ikisini onarabiliriz.»

Albay öfkeyle homurdandı. Sonra do, «Ya adamlarım?» dedi.

«Sen de dahil altı kişi bulduk, yoldaş aJbay. İkisinin yara-

— 335 —

si yok. Yeniden uçabilecek durumdalar. Diğerleri hastanede.»

Bir helikopter daha yakına indi. içinden çıkan paraşütçü general hızla yaklaştı. «Sağ olduğuna sevindim.»

«Teşekkür ederim, yoldaş general. Aramayı sürdürüyorsun değil mi?»

«Evet. Bu görevi iki helikoptere verdim. Ne oldu?» «Amerikalılar ağır bombardıman uçaklarıyla baskın
yaptılar.»

General avcı uçakları gönderilmesini istemişti ama pek umudu ycktu. Plana göre buna gerek olmayacaktı.
Ama yine plana göre hiç destek almadan bu adayı sadece iki hafta koruması gerekiyordu. General
Almanya'daki harekâtın da fazla başarılı olmadığını biliyordu. O çarpışma sona erinceye kadar burada,
böy_ 3e savunmasız durumda bekleyecekti.

-- 336

Yeni Yüzler Yeni Adlar

NORFOLK, VIRGINIA

«Günaydın, Ed.» Komutan masasının başında oturuyordu. Deste deste rapor vardı önünde. Aslında gece
yarısını otuz dakika geçiyordu.

«Günaydın, efendim. Sizin için ne yapabilirim?» Morris merkezden ayrılıp evine gitmemişti. Çünkü eve
dönerse yatıp uyuması gerekecekti.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Komutan açıkça, «Sefere çıkmak istiyor musun?» diye sordu.

«Hangi gemiyle?»

«Reuben James'in komutan,mın ülseri kanama yaptı. Onu bu sabah uçakla getirdiler. Gemi de bir saat
sonra burada olur. Onu konvoy görevine vereceğim. New York limanında büyük bir konvoy
oluşturuyoruz. Seksen gemi. Hepsi de büyük, hepsi de hızlı. Onlara Almanya'ya gidecek ağır malzeme
yükleniyor. Konvoy bizim ve İngilizlerin refakatinde dört gün sonra yola çıkacak. Tabii uçak taşıma
gemileri de var. Reuben jsmes bu akşam, HMS Bettleoxe'le birlikte New York'a hareket edecek. İsti-

— 337-

F.: 22

yorsan onu alabilirsin. Kendinde o gücü bulabiliyorsun.» Amiral Morris'i dikkatle süzdü. «Gemi senin. O
gücün var mı?» Mcrris kaçamağa saptı. «Eşyalarım hâlâ Pharrîs'te.» O cehenneme dönmeyi gerçekten
istiyor muydu? «Eşyalarını topladılar, Ed. Buraya yolluyorlar.» Morris, bu işi yapabilecek insan çok, diye
düşündü. Denize dönüp o tehlikeleri göze alayım mı? Yoksa her gece boş eve dönerek o kâbusla mı
boğuşayım? «İstiyorsanız o gemiyi alırım,» dedi.

FGLZ1EHAUSEN, FEDERAL ALMANYA

Ufuk top ateşiyle aydınlanırken ağaçlar birer siluet halinde gözüküyordu. Tümen karargâhı Alfeld'den
sadece on beş kilometre uzaklıktaydı. Ama şiddetli üç hava saldırısı ve yirmi ayrı topçu barajı bu sabahki
yolculuğu alacakaranlığa, hatta geceye kadar süren bir karabasana dönüştürmüştü.

20. Tankların karargâhı Hameln'e yapılan tüm saldırının merkezi halini almıştı. Korgeneral Beregovoy
şimdi hem 20. Tankların, hem de Operasyon Manevra Grubunun komutanıydı. OMG Sovyetler'in çok
değer verdikleri savaş öncesi taktiklerden biriydi. Cüretli bir hamle düşmanın gerisinde bir koridor
açılmasını sağlayacak ve Operasyon Manevra Grubu da bundan yararlanarak önemli ekonomik ya da
siyasi hedeflen ele geçirecekti. Zırhlı bir araca yaslanmış olan Alekseyev, işte plana uymayan bir şey daha,
diye düşündü. Sanki NATO planlarımızı uygulamamız için bize yardım edecekti.

Yukarıda bir sarı alev parladı. Alekseyev gözlerini kırpıştırdı ve ateşten topun bir kuyruklu yıldız halini
alarak birkaç kilometre öteye düşmesini seyretti. Onların mı, bizim mi? Geleceği parlak bir genç daha füze
yüzünden öldü. Artık gençler robotlarla öldürülüyor. Kim demiş, insanlık teknolojiyi iyi şeyler için
kullanıyor diye?

— 338 —

Bütün hayatı boyunca bunun için mi hazırlanmıştı?

Beş yüz metre öteye, ağaçların arasına bir seyyar hastane kurulmuştu. Rüzgâr yaralıların çığlıklarını
getiriyordu. Alekseyev doğruldu ve karargâha doğru gitti.

Beregovoy haritanın üzerine eğilmişti. İyi bir askerdi. Şimdi bütün bu olanlar hakkında ne düşünüyordu
acaba?

«Yoldaş, o Belçika tugayı tekrar ortaya çıktı. Sol kanattart bize saldırıyor. İki alayımızı yeni yerine
geçerken yakaladılar. Sorunumuz var.»
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Alekseyev, Beregovoy'un yanına gitti. «Yedek alayı yerinde tut,» diye emretti. «Şunu da kuzeydoğuya
yolla. Belçikalılar şu dörtyol ağzına yaklaşırlarken onlara yandan saldırmaya çalışırız.»

İZLANDA

«İşte, orası.» Edwards dürbünü Çavuş Smith'e verdi. Hvarrn-msjördur kilometrelerce ötedeydi yine.
Onu uzaktan ilk kez göV rüyorlardı.

Edwards radyonun başına geçti. «Köpek Kulübesi, ben Tazt Hedef göründü.» Aslında bunun budalaca
bir laf olduğunu biliyordu.

Ama bu sözleri İskoçya'doki adamı etkiledi. Edwards'm grubu son on saat içinde on beş kilometre
ilerlemişti. «Ne durumdasın?»

«Daha fazla ilerlememizi istersen, bu radyo bozulabilir, ahr bap.»

«Tamam, anlıyorum.» Binbaşı gülmemeye çalışıyordu. «Şimdi tam olarak neredesin?»

«578 numaralı tepenin yedi kilometre kadar doğusunda.» Edwards bir an durdu, sonra da ekledi. «Artık
buraya geldiğimize göre belki bize bunun nedenini açıklarsın.»

«Rus faaliyeti görürsen bize bildirmeni istiyoruz. Tekrarlıyo-

— 339 —

rum: Rus faaliyeti. Hemen! Bir tek adam bir kayaya yaslanmış. Bunu bile bilmeyi istiyoruz. Anlıyor
musun?»

«Tamam. Her ayrıntıyı öğrenmek istiyorsunuz. Henüz görünürde Rus yok. Sol tarafta bir harabe var,
aşağıda da bir çift-Jik. Ama hiç hareket yok. Gitmemizi istediğiniz belirli bir yer var mı?»

«Şimdi bununla ilgileniyoruz. Sıkı dur. Güzel bir yer bulup saklan ve bekie. Yiyecek durumu nasıl?»

«Bugün için balığımız var. İleride bir göl görüyorum. Belki tekrar balık tutabiliriz. Hatırlıyor musun.
Köpek Kulübesi, pizza göndermekten söz etmiştin? Şu onda bir pizza için adam öldürebilirim. Soğanlısı
için.»

«Balık senin için yararlı. Tazı, sinyallerinin gücü azalıyor. Pillerini dikkatli kullanmaya çalış. Başka bir şey
var mı?»

«Yok. Bir şey görürsek haber veririm. Tamam.» Edwards radyoyu kapattı. «Çocuklar, yuvamıza
geldik.»

Smith, «Bu çok güzel, komutanım,» dedi gülerek. «Yuvamız neresi?»

Vigdis, «Budhardalur dağının öbür yamacında,» dedi. «Helgi «amcam orada oturuyor.»

Edwards, herhalde orada doğru dürüst bir yemek yiyebiliriz, diye düşündü. Kuzu eti. Bir bira-ya da daha
sert bir içki. Ve bir yatak. Temiz çarşaflar serilmiş, gerçek yumuşak yatak. Izlan-da'lıların kullandıkları o
kuştüyü yorganlardan. Banyo. Traş olmak için sıcak su. Diş macunu... Edwards koktuğundan emindi.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Mümkün olduğunda derelerde yıkanmaya çalışmışlardı. Ama çoğu zaman bu fırsatı bulamamışlardı.
Herhalde teke gibi kokuyorum. Ama buraya kadar öyie budalaca bir şey yapmak için gelmedik.

«Çavuş, kendimizi güvene alalım.»

«Emredersiniz, komutanım. Rodgers, sen yat. Garcia, jlk nöbet ikimizde. Dört saat. Sen şuradaki
tepeciğe çık. Ben de sağa gideceğim.» Smith Edwards'a baktı. «Fırsat bulduğumuz zaman dinlenmemiz
doğru olur, komutanım.»

«Harika bir fikir. Önemli bir şey görürsen beni tekmele.»

— 340 —

Smith başım sallayarak yüz metre ileriye gitti.

Rodgers başını katladığı ceketine dayamıştı, uyumak üzereydi. Silahını göğsüne bastırmıştı.

Vigdis, «Burada mı kalacağız?» diye sordu.

«Amcana gitmeyi çok isterdim. Ama o kentte mutlaka Rus-4ar vardır. Nasılsın?»

«Yorgunum.»

Edwards, «Bizim kadar mı?» dedi gülümseyerek.

«Evet sizin kadar.» Vigdis, Edwards'm yanına uzandı. Üs-tübaşı pek pisti. Kazağı yer yer yırtılmış, botları
eskimişti. «Şimdi ne olacak'?»

«Bilmiyorum. Ama buraya gelmemizi istemelerinin bir nedeni var.»

Vigdis, «Ama nedeni sana söylemiyorlar!» dedi.

Edwards, işte akıllıca bir söz, diye düşündü.

Vigdis sordu. «Yoksa sana bunu bize açıklamamanı mı söy-iediier?»

«Hayır. Benim de sizin kadar bilgim var.»

«Michael, bütün bunların sebebi nedir? Ruslar niçin buraya geldiler?»

«Bilmiyorum.»

«Ama sen bir subaysın. Bilmen gerekir.» Vigdis dirseklerinin üzerine doğruldu. Gerçekten şaşırmış
olduğu anlaşılıyordu.

Edwards güldü. «Vigdis, ben bir meteoroloji uzmanıyım. Hava tahmincisi. Hava Kuvvetleri için havanın
nasıl olacağını önceden anlamaya çalışırım.»

Ama kızın aklı büsbütün karıştı. «Yani sen asker değil misin? Bir... deniz piyadesi?»

Teğmen başını salladı. «Evet, Amerikan Deniz Kuvvetlerinde subayım. Ama çavuş gibi gerçek bir asker
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

sayılmam. Benim görevim başka.»

«Ama sen benim hayatımı kurtardın. Bir askersin.»

«Evet, galiba öyle. Bir rastlantı sonucu.»

«Bütün bunlar sona erdiği zaman ne yapacaksın?» Vigdis merakla genç adama bakıyordu,

— 341 —

«Onu sırası gelince düşüneceğim.» Edwards artık günleri ya da haftaları değil, saatleri düşünüyordu.
Kendi kendine, yasaya-bilirsek, ne olacak, diye sordu. Ama bu düşünceyi bir yana bırak. Önce yaşamayı
başarmamız gerekiyor. «Savaştan sonra,», demeye başlarsan c- günü göremezsin... Sonra, «Bunu
düşünemeyecek kadar yorgunum, Vigdis,» dedi. «Artık uyuyalım.»

Vigdis bazı şeyleri öğrenmek istiyor, uyumamak için çabalıyordu. Ama itiraf ettiğinden daha da bitkindi.
On dakika sonra daldı. Hcrluyordu. Edwards bunu o zamana dek hiç farketme-mişti. Bu kız porselen bir
biblo değildi. Güçlü ve zayıf yanları vardı. İyi ve kötü yanları. Yüzü bir meleğinki gibiydi ve... birinden
hamile kalmıştı. Edwards kendi kendine, ne olmuş yani, dedi. Çok cesur bir insan. Helikopter geldiği
zaman hayatımı kurtardı. Bir erkek daha kötü bir seçim yapabilirdi... Haydi, haydi,, yat artık. Vigdis'j
düşünmemelisin şimdi, önce yaşamanız gerekiyor.

İSKOOYA

Binbaşı, «Ya bölge tahmin ettiğimiz gibiyse?» diye sordu, Edwards ve grubunun adadaki sekiz bin Rusa
yakalanmadan o-raya kadar gelebileceklerini sanmamıştı. O beş kişinin kayalara tırmanırken tepelerinde
Rus helikopterlerinin dönmeye başlayacağını düşünmüş ve tüyleri diken diken olmuştu.

Özel Operasyondan olan tek gözlü adam, «O çocuğa bir madalya vermelisiniz,» dedi. «Ben de aynı şeyi
yaşadım. Bu insanların başardıklarının ne kadar zor olduğunu bilemezsiniz. Üstelik peşlerinde Hint
helikopterleri de vardı. Ben her zaman sessiz ve sakin insanlardan korkulması gerektiğini söylerim.»

Kraliyet Deniz Piyadesinden bir binbaşı, «Her neyse,» diyerek başını salladı. «Artık profesyonellerin
onları desteklemelerinin zamanı geldi.»

Amerikalı binbaşı, «Yanlarına yiyecek almalarını da sağlayın,» diye atıldı.

— 342 —

LANGLEY HAVA KUVVETLERİ ÜSSÜ, VIRGINIA

Nakamura, «Ee, sorun nedir?» diye sordu.

Mühendis, «Roket motoru kaplamalarından bazılarında arıza var,» dedi.

«Yani patlıyorlar mı?»

Mühendis, «Olabilir,» diye itiraf etti.

Binbaşı Nakamura, «Harika,» dedi. «Bu canavarı on yedi •mil taşımam gerekiyor. Sonunda yörüngeye
kim oturacak? O mu, ben mi?»
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

«Bu tür bir roket patladığı zaman fazla bir şey olmaz. Roket birkaç parçaya ayrılır ve bunlar da kendi
kendilerine yanar.»

«Bu on yedi mil öteden o kadar kötü gözükmeyebilir. Ama F-15'imden altı metre ötede patlarsa ne
olacak?»

Taktik Hava Birliği Komutan Yardımcısı, «Onu götürmen ge-rekiycr, binbaşı,» dedi. «Karar senin.»

«Bu kuşu ben uzaklaşıncaya kadar patlamayacak bir biçimde ayariayamaz mıyız?»

Mühendis sordu. «Size ne kadar zaman gerekli?»

Nakamura o yükseklikteki hızını ve manevra gücünü düşündü. «On, on beş saniye.»

«ASAT'm programında ufak bir değişiklik yapmam gerekecek. Arria bunun zor olacağını sanmıyorum.
Söylediğiniz süre yeterli mi?»

«Hayır. Bunu bilgisayarın kontrol etmesi gerekiyor. Ne kadar zamanımız var?»

General, «En az iki, en çok altı günümüz,» dedi. «Bu Deniz Kuvvetlerine bağlı.»

«Güzel!»

— 343 —

STORIMOWAY, İSKOÇYA

Toland, «İşte size iyi bir haber,» diye açıkladı. «Hava'Kuv-vetlerinden bir F-15 Eagle Azorlar'ın
kuzeyindeki bir konvoyurs üzerinden uçuyormuş. iki Bear gemilere saldırmaya kalkmış amo Eagle onlan
düşürmüş. Son üç günde dört Bear'leri gitti. Backfire baskını yarıda kaldı sanırım.»

Grup komutanı, «Eagle'lar şimdi nerede?» diye sordu.

Toland parmağıyla haritadaki bir noktayı işaret etti. «Şurada. Tabii bu haber yirmi dakika önce geldi.»

«Buna göre iki saat sonra izlanda üzerinde olurlar.»

Deniz Kuvvetleri Avcı Uçakları Komutanı, «Ya yakıt uçakları?» dedi.

«Onları hemen göndermemiz imkansız.»

Komutan, «Yazık,» diye mırıldandı. «Demek vazgeçeceğiz.»

NORFOLK, VIRGINIA

Reuben James yepyeni, güzel bir gemiydi. Denize indirile-li daha bir ay olmuştu.

Morris gemiye çıkarak önce ikinci komutanla tanıştı. Frank Ernst adında bir gençti. Firkateynin
helikopter pilotu ise iriyaru Jerry Hammet O'Malley adlı tecrübeli bir havacı. Donanmada usta bir denizaltı
avcısı olarak tanınıyordu.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

O'Malley, ıMorris'e, «Yepyeni, pırıl pırı} bir firkateynimiz var, komutan,» dedi. «Harika bir
helikopterimiz de. Görevimizi başaracağımızdan eminim.»

«Bunu yakında göreceğiz. İki saat sonra New York'a hareket edeceğiz. Çarşamba günü de konvoyla
yola çıkacağız.»

O'Malley, «Yalnız başımıza mı?» diye sordu.

•344 —

«Kayır. New York'a giderken yanımızda bir İngiliz gemisi olacak. HMS Bottl&axe.» Ernst, «Bu iyi,»
dedi. Reuben James iki saat sonra limandan çıkıyordu.

FÖLZİEHAUSEN, FEDERAL ALMANYA

Beregovoy'la Alekseyev sekiz saat süren çok şiddetli bir çarpışmadan sonra Belçikalıların karşı saldırısını
durdurabildi-ler. Ama onları durdurmak yeterli değildi. Tanklar ve füzelerden oluşan bir duvarla
karşılaşmadan önce altı kilometre ilerlemişlerdi. Belçikalılar Hameln'e giden yolu devamlı top ateşine
tutuyorlardı.

Aiekseyev, yeni bir saldırıya hazırlandıkları kesin, diye düşündü. Önce bizim vurmamız gerekiyor. Ama
neyle? Hameln' in önünde bekleyen İngilizlere saldırmak için üç tümenine de ihtiyacı vardt.

Binbaşı Sergetov usulca, «Her yarma harekâtımızdan sonra bizi yavaşlatıyorlar,» dedi.,«Ve karşı saldırıya
geçiyorlar. Hani böyle olmayacaktı?» .......

Alekseyev, «Yerinde bir soru,» diye homurdandı. Sonra öfr kesini yenerek ekledi. «Bu saldırının
Almanlarla yaptığımız son savaş sırasında olduğu gibi başarı sağlayacağmı şpnıyorduk. Ama şimdi karşıda
yeni hafif tank avcısı roketatarlar var. Üç adam ve bir cip yolda ilerliyor. Durup bir iki füze atıyor. Biz
daha bir tepki gösteremeden aynı şeyi birkaç yüz metre ötede tekrarlıyor. Eskiden savunma silahları bu
kadar güçlü değildi. Ve biz bir avuç artçının ilerleyen birlikleri kolaylıkla yavaşlatabileceğim düşünemedik.
Güvenliğimiz hareket halindş olmamıza bağlı. Basit bir yarma harekâtı yeterli değil. Hatlarında büyük bir
gedik açmalı ve bu etrafta dolaşan füzecilerinden kurtulmak için en aşağı, yirmi kilometre; hızla
ilerlemeliyiz.»

«Yani kpzanamayacak mıyız?» Sergetov'un da kuşkuları-

•345-

vardı ama generalin aynı şeyleri açıklayacağı aklına bile gelmemişti.

«Dört ay önceki sözlerimi tekrarlayacağım. Bu bir yıpranma savaşı halini aldı. Şimdiki halde teknoloji
askerlik sanatını yendi. Onlarınkini de, bizimkini de. Artık önce kimin asker ve silahının biteceğini
anlamaya çalışıyoruz.»

Sergetov, «Daha çok askerimiz ve silahımız var,» dedi.

«Bu doğru, Ivan Mikhaüovich. Ziyan edecek genç çok.» Hastaneye yine yaralıları getiriyorlardı.

«Yoldaş general, babamdan bir mesaj aldım. Cephede durumun nasıl olduğunu öğrenmek istiyor.»
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Alekseyev bir an düşündü. «Ivan Mikhaüovich, Bakana NATO'nun tahmin ettiğimizden daha şiddetle
karşı koyduğunu bildir. Şimdi önemli olan malzeme. NATO'nun malzeme durumunu iyice öğrenmeliyiz.
Bu durumu daha da kötüleştirmeye çalışmalıyız. Bize, NATO konvoylarını ortadan kaldırma
operasyonları hakkında hemen hiç bilgi verilmedi. NATO'nun dayanma gücünü saptamak için bu bilgi
bana gerekli. Moskova'nın yollayacağı analiz raporlarını istemiyorum. Bana doğru dürüst bilgi lazım.»

«Moskova'dan gelen raporlardan memnun değil misiniz?»

«Bize NATO'da siyasi bakımdan birlik olmadığı, askerin koordine edilemediği söylendi, Sen olsaydın bu
raporu nasıl değerlendirirdin?» Alekseyev'ih sesi sertleşmişti. «Tabii askeri yollardan böyle bir istekte
bulunamam. Öyle değil mi? Moskova'ya git. Ama otuz altı saat sonra buraya dön. Herhalde biz hâlâ
burada olacağız.»

İZLANDA

«Yarım saat sonra orada olurlar.» Edwards, «Tamam, Köpek Kulübesi,» diye cevap verdi. eOediğim
gibi görünürde hiç Rus yok. Bütün gün bir tek uçak

— 346 —

bile görmedik. Altı saat önce batımızdaki yclda bir hareket görüldü. Cipe benzer dört taşıt geçti. Ama
çok uzakta olduklarından içlerinde ne olduğunu anlayamadık. Güneye doğru gidiyorlardı. Yol açık.
Tamam.»

«Pekâlâ. Oraya ulaştıkları zaman bize haber ver.»

«Peki. Tamam.» Edwards radyoyu kapattı. «Çocuklar, dost-ianmız geliyor.»

Smith hemen sordu. «Kimler? Ve ne zaman?»

«Kim olduklarını söylemediler. Ama yarım saat sonra burada olacaklar. Herhalde paraşütçü indirmeyi
düşünüyorlar.»

Vigdis, «Bizi götürmeye mi geliyorlar?» diye bağırdı.

«Hayır. Buraya uçak indirmeleri imkânsız. Çavuş, bu konudaki fikrin?»

«Sizinkinin aynı sanırım.»

Uçak daha erken geldi. Ve onu ilk gören de Edwards oldu. Dört motorlu C-130 Hercules kuzeybatıdan
yaklaştı. Grubun bulunduğu yamacın hemen yukarısından uçuyordu. Batıdan sert bir rüzgâr eserken
uçaktan dört kişi atladı. Hercules çabucak bölgeden uzaklaşmak için kuzeye doğru döndü. Edwards
bütün dikkatini aşağıya inmekte olan paraşütçülere vermişti. Aşağıdaki vadiye doğru sürüklenecekleri
yerde kayalık yamaca iniyorlardı.

«Ah, Tanrım! Rüzgârı iyi hesaplayamadılar! Gelin!»

Yokuştan koşarlarken paraşütçüler teker teker aşağıya indiler. Artık alacakaranlıkta gözükmüyorlardı.
Edwards ve yanındakiler adamların nereye indiklerini saptamaya çalışarak hızla yürüdüler.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

«Dur!»

Edwards, «Tamam, tamam!» dedi. «Sizi karşılamaya geldik.»

«Kendini tanıt.» Adam İngiliz aksanıyla konuşuyordu.

«Kot adım Tazı.»

«Asıl adın?» r

— 347 —

-icdwards. ABD Hava Kuvvetinden üsteğmen.»

«Ağır ağır yaklaş, ahbap.»

Edwards yalnız başına Herledi. Sonunda bir kayanın armasına yarı gizlenmiş olan gölgeyi seçebildi.
Paraşütçünün elinde bir hafif makineli vardı.

«Sen de kimsin?»

«Kraliyet Deniz Piyadesinden Çavuş Nichols. Bizi karşılamak için çok kötü bir yer seçmişsiniz,
üsteğmenim.»

Edwards, «Bu benim isim değil,» diye cevap verdi. «Geleceğinizi bize ancak bir saat önce bildirdiler.»

«Her şey karmakarışık.» Nichols ayağa kalkarak topallaya îopallaya yürüdü. «Paraşütçülük kayaların
arasına inmeden de zor zaten.»

Bir gölge yaklaştı.

«Teğmeni bulduk. Ölmüş sanırım.»

Edwards, «Yardım ister misiniz?» diye sordu.

«Bütün istediğim uyanıp kendimi evimdeki yatağımda bulmak.»

Bu paraşütçüler onu kurtarmaya mı gelmişlerdi, yoksa başka bir görevleri mi vardı? Edwards bunu
bilmiyordu. Ama bir aksilik olduğu kesindi. Grubun komutanı olan teğmen büyük bir kayanm tepesine
inmiş, bir diğerinin üzerine yuvarlanmıştı. Başı yere sarkmıştı. Nichols ayak bileğini kötü biçimde
inçft-mişti. Diğer iki paraşütçü yaralanmamış ama çok sarsılmışlardı. Bütün eşyalarını bulmak için bir saat
uğraştılar. Duygulara ayıracak zaman yoktu. Teğmeni paraşütüne sardılar ve üzerini taşlarla örttüler.
Edwards diğerlerini tepedeki yerlerine götürdü. Neyse hiç olmazsa radyosu için yeni piller getirmişlerdi.

«Köpek Kulübesi, ben Tazı. Geldiler. Tamam.»

«Neden geciktin?»

«O Hercules kuşunun pilotuna söyle, bir göz doktoruna gitsin. Buraya yolladığın deniz piyadelerinin
komutanı öldü. Çavuşun da ayağı burkuldu.»
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

«Sizi farketmediler mi?»

— 348 —

«Hayır. Kayaların arasına indiler. Hepsinin de ölmemiş olması bir mucize. Yine tepeye döndük. İzlerimizi
de örttük.»

Çavuş Nichols sigara tiryakisiydi. Smith'le sigara içmek için uygun bir yer buldular.

Nichols, «Senin üsteğmen çok heyecanlı,» dedi.

«Aslında meteoroloji uzmanı ama çok başarılı. Bileğin nasıl?»

«Burkuldu ama yine de yürümek zorundayım. Üsteğmen işini biliyor mu?»

«Komutan mı? Üç Rusu bıçakla öldürdüğünü gözlerimle gördüm.»

«Vay vay vay!»

•349-^

33

Hedef

«USS REUBEN JAMES»

«Komutan?»

Morris omzuna dokunulduğu için irkildi. Helikopter gece indirme manevralarından sonra kamarasında
birkaç dakika dinlenmek istemişti. Saatin© baktı. Gece yarısını geçmişti. Yüzü ter içindeydi. Kâbus
başlamıştı yine. Morris ikinci komutana baktı.

«Ne var?»

«Bizden bir şeyi kontrol etmemizi istediler. Belki bir yanlışlık var ama... bakın.»

Morris mesajı banyosuna götürdü. Cebine soktuktan sonra çabucak yüzünü yıkadı. Kurulanırken ikinci
komutano seslendi. «'Olağanüstü temas. Birkaç kez tekrarlandı. Yerini belirtmeyi başaramadık.' Bu da ne
anlama geliyor?»

«Anlayamadım, komutanım. Kırk derece otuz dakika kuzey. Seksen dokuz derece, otuz dakika batı.
Yert bulmuşlar amo hedefi tanımlayamamışlar.»

Morris saçlarını düzeltti. İki saatlik kestirme hiç uyumamak-tan iyiydi. Öyle değil mi? «Gidip bakalım.»

Taktik harekât subayı haritayı komutanın iskemlesinin yanma açmıştı. Morris, «Buradan çok uzakta,»
dedi. O nokta ko-

— 350 —
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

mutana yabancı gelmiyordu. Birdenbire, «Ah, anladım,» aıye eK-ledi. «Andrea Doria'nın battığı yer bu.
Herhalde bunu unuttular.»

«Hiç sanmıyorum.» O'Malley gölgelerin arasından çıktı. «Önce bir firkateyn bir ses almış. Gemi
Newport'a doğru gidiyormuş, garip bir pasif-sonar sinyali aldıklarını ama sonra bunun zayıfladığını
bildirmişler. Firkateyn sinyalin kaynağını hesaplamış ve helikopteri de o noktanın üzerinde dolaşmış.
Manyetik anormallik saptayıcısı Doric'n in üzerinde işaret vermiş. İşte o kadar.»

«Bunu nereden öğrendin?»

O'Malley elindeki kâğıdı uzattı. «Bu, ikinci komutan sizi uyandırmaya gittikten sonra geldi. Durumu
anlamak için bir Orion yollamışlar. Yine aynı şey olmuş. Garip bir şey duymuşlar, sonra kaybolmuş.»

Morris kaşlarını çattı. Olmayacak bir şeyin peşindeydiler ama emir Norfolk'tan gelmişti. «Helikopter ne
durumda?»

«On dakika sonra havalanabilirim. Bir torpil ve yedek yakıt deposu. Malzeme hazır.»

«Köprüye bizi yirmi beş mil hızla o noktaya götürmesini bildirin. Battteoxe'in bundan haberi var mı?»
Subay hayır der gibi başını sallayınca Morris ekledi. «Onlara durumu bildirin. Bana ihtiyacınız olursa
yemek salonundayım.»

O'Malley de o tarafa gidiyordu. Morris kendisine kahve ve sandviç aldı. O'Malley ise bir meyva suyu.

Morris, «Kahve içmiyor musun?» diye sordu. O'Malley başını salladı.

«Fazla kahve sinirlerimi bozuyor. İnsan karanlıkta helikopterini indireceği zaman ellerinin titremesinden
hoşlanmıyor.» Gülümsedi. «Bu iş için epey yaşlı sayılırım artık.»

«Çocuğun var mı?»

«Üç oğlum var. Ve hiçbirinin de denizci olmasına izin vermeyeceğim. Ya sizin, komutan?»

«Bir kızım ve bir oğlum var. Kansas'ta, kayınvalidemin ya-nmdalar.»

«Anlıyorum... Pharris'te çok başarılı olduğunuzu duydum »

«Yeteri kadar başarılı olamadım.»

— 351 —

O'Maiiey komutanı dikkatle süzdü. Gemide Vietnam'da bulunmuş olan tek tecrübeli asker oydu. Ve
Morris'in halinde Vietnam'dan beri rastlamadığı bir şeyler vardı. Havacı omzunu silk-ti. Bu onun üzerine
vazife değildi. Cebinden bir paket çıkardı. «Sigara içebilir miyim?»

«Ben de tekrar başladım.»

«Çok şükür! Salondaki bu temiz çocuklara bakarken gemide benden başka pis biri olmadığını
düşünmeye başladım.» Sesini yükseltmişti. Biraz ileride oturan iki genç teğmen bu sözleri duyunca
güldüler.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Komutan, «Şu işaretler hakkında ne düşünüyorsun?» diye sordu.

«Çok ilginç... Televizyonda Doria'yla ilgili bir program seyrettiğimi hatırlıyorum. Gemi sancak tarafına
doğru yatarak batmış. Dorsö altmış metre derinlikte yatıyor. Amatörler denize dalarak enkazı
araştırıyorlar. Geminin üzerine milyonlarca kablo sarılmış.»

Morris, «Kablo mu?» dedi.

«Tarak ağlarının. Orada bir hayli balık avlanıyor. Ağları Doda'ya takılıyor çoğu zaman.»

Morris, «Haklısın,» diye bağırdı. «Bunu hatırlıyorum. Sesin kaynağı anlaşılıyor. Sular kabloların arasından
geçerken birtakım sesler çıkıyor.»

O'Malley başını salladı. «Evet, olabilir. Ama yine de oraya bakmak istiyorum.»

«Neden?»

«Bir kere. New York'ton kalkan gemiler o noktadan geçecek. Sonra Ruslar mutlaka New York'ta
büyük bir konvoy oluşturulduğunu biliyorlar. KGB işi bıraktıysa başka tabii. Konvoyu izlemesi için oraya
bir denizaltıyı saklayabilirler. Bunu düşünün. Sinirleri sağlam bir denizaltıcı olsaydım öyle bir yeri
kullanmaktan kaçınmazdım.»

Morris, «Önler gibi düşünmeyi öğrenmişsin,» dedi. «Pekâlâ. Bir bakalım...»

— 352 —

Helikopter araştırmaya Dorics'nın mezarından iki mil ötede başladı. O'Malley helikopteri havada
durdurarak, «İndir, Willy,» dedi.

Arkada oturan astsubay sonar alıcısını suya indirdi. Beş dakika dinlediler ama olağan seslerden başka bir
şey duymadılar. Sonarı çekerek doğuya doğru gittiler. Yine bir işaret alamadılar. Pilot, sabır, dedi kendi
kendine. Ama sabretmekten hiç hoşlanmazdı.

«Sıfır-dört-sekiz yönünden bir sinyal alıyorum. Ne olduğundan emin değilim. Yüksek frekansta.» Emin
olmak için iki dakika daha beklediler.

«Yukarı al.» O'Malley helikopteri üç bin metre kadar ileriye götürdü. Üç dakika sonra sonarı tekrar
indirdiler. Bu kez hiç sinyal alamadılar. O'Malley tekrar yerini değiştirdi. Denizaltı avlamakla ilgili bir şarkı
yazarsam, diye düşünüyordu. Adını, «Tekrar, Tekrar ve TEKRAR» koyacağım. Ama bu sefer sinyali
yakaladılar. Hatta iki sinyal birden.

Reuben Jomes'teki ikinci komutan, «Bu çok ilginç,» dedi. «Doria'yo ne kadar yakın?»

Morris, «Çok yakın,» diye cevap verdi. «Ve aynı yönde.»

Helikopter iki dakika sonra başka bir noktada sonarı denize indiriyordu. Pilot yardımcısı Ralston,
«Burada da iki sinyal,» dedi. «Aralarında altı yüz metrelik bir uzaklık var.»

«Bana da öyle geliyor. Gidip yakındakine bakalım. Willy...» «Kablo sonuna kadar açıldı. Çekmeye
hazırım, komutan.» «Yukarı çek. Romeo, burası Çekiç. Yakaladıklarımızı duydunuz mu?»
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Morris, «Evet Çekiç,» diye cevap verdi. «Güneydekini kontrol edin.»

«Şu anda onu yapıyoruz. Bekleyin.» O'Malley hedeflerden yakındakine doğru giderken gözlerini kontrol
panelinden ayırmı-

— 353 —

F.: 23

yordu. Helikopteri durdurarak, «İndir,» diye emretti.

Astsubay bir dakikat sonra, «Hedef,» dedi. «Bu seslen bir nükleer denizaltının gürültüsü olarak
değerlendiriyorum. Kerteriz: İki-altı-iki.»

O'Maliey otuz saniye kadar dinledi. Sonra hafifçe gülümsedi. «Evet, bu gerçekten bir nükleer denizaltı.
Romeo, ben Çekiç. İki-a!tı-ikide bir denizaltı olduğunu sanıyoruz. Kesin sonuç için hareket eaiyoruz.»

On dakika sonra hedefi kesinlikle tespit ettiler. O'Maliey doğruca o noktaya giderek sonarını denizaltının
üzerine indirdi.

Firkateyndeki sonarcı, «Bu Victor sınıfından bir denizaltı,» dedi. «Şu frekans çizgisini görüyor musunuz?
Victor reaktörünü mümkün olduğu kadar az çalıştırıyor...»

O'Maiiey denize dumanlı bir işaret fişeği atmış, oradan uzak-laşryordu. Denizaltı normal gürültüler
yüzünden herhalde onları farketmemişti. Ya da farketmişti ama en emin yolun dipte hareketsiz beklemek
olduğunu biliyordu. Amerikan helikopterinde sadece hedeften aldığı sinyallere kilitlenen torpiller vardı. Ve
bunun deniz dibindeki bir denizaltıyı farketmesj olanaksızdı. Se-ahawk'm bir saatlik yakıtı kalmıştı.

«Battleaxe, burası Çekiç. Beni duyuyor musunuz? Tamam.»

Komutan Perrin hemen cevap verdi. «Bizi daha önce aramalıydınız!» İngiliz gemisi araştırmayı yakından
izliyordu.

«Sizde Mark-11'lerden var mı?»

«Onları on dakikada hazırlarız.»

«Bekleyeceğiz. Romeo, bu operasyonu onaylıyor musun?»

Morris, «Evet,» diye cevap verdi. Çok heyecanlı olduğu için O'Malley'in kendisine danışmadan
İngilizlerle konuşmasına kıza-mamıştı, «Ateş serbest.»

O'Maliey üç yüz metreye çıkarak beklemeye başladı. Çılgınca bir şeydi bu. Ruslar orada öylece duruyor
ve bir konvoyun

. — 354 —

geçmesini mi bekliyorlardı? Helikopterin gürültüsünü mutlaka duymuşlardı. Saldırabilmek için firkateynin


yaklaşmasın! mı bekliyorlardı?

«Çekiç, burası Balta.» İngiliz helikopteri havalanmıştı.


Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

«Tamam, Balta. Neredesin.»

«Senin on mil güneyinde. Yanımızda iki su bombası var.»

O'Maliey uçuş ışıklarını tekrar yaktı. «Tamam. Hazır olun.» Yardımcı pilotuna döndü. «Silahları hazırla.»

«Neden?»

«Torpil denizaltını ıskalarsa yumurtlama zamanı gelmiş bir sombalığı gibi dışarı fırlayacaktır.» O'Maliey
helikopteri döndürdü. İngiliz Lynx helikopterinin göz kırpan ışıklarını gördü. «Bata! Şu anda saat dokuz
yönündesiniz. Lütfen yerinizi değiştirmeyin. Willy, hedefte bir değişiklik var mı?»

«Hayır, efendim. Çok sakin.»

Dumanlı işaret fişeği sönmüştü. O'Maliey bir fişek daha attı. Sonra hedefin bin metre kadar doğusuna
gitti. Yüzeyden on beş metre kadar yukarıda durarak dalıcı sonarı indirdi.

Astsubay, «İşte orada,» dedi. «Kerteriz: İki-altı-sekiz.»

«Balta, ben Çekiç. Hazırız. Romeo radarla size yol gösterecek.» O'Maliey İngiliz helikopterinin
yaklaşmasını seyretti. Zaman zaman rüzgârın kendisini o noktadan sürükleyip sü-rüklemediğini kontrol
ediyordu. «Su bombalarını teker teker atacaksınız. Ben bildirdiğim zaman. Hazır olun.»

«Hazırız.» İngiliz pilotu doksan mil hızla yaklaştı.

«Birinci bomba! Tamam! İkinci bomba! Tamam! Uzaklasın.»

İngiliz pilotu daha ikinci bomba düşerken yukarıya doğru fırladı ve hızla kuzeydoğuya doğru gitti.

Dipte garip bir pırıltı görüldü. Bunu bir ikincisi izledi. Denizin yüzeyi yıldızlı gökyüzüne doğru fışkırdı.
O'Maliey yaklaşarak iniş ışıklarını yaktı. Yüzey çamur içindeydi, sular kaynıyordu. Galiba mazot da vardı.
O'Maliey, tipkı filmlerdeki gibi. diye düşünerek suya bir sonar şamandırası daha attı.

•355-

Denizin dibinden gürültüler geliyordu. Sonra cızırtıyı andıran bir ses duyuldu.

Willy, <<Bu nedir, komutanım?» diye sordu. «Şimdiye kadar böyle bir ses hiç duymadım.»

«Reaktör muhafazası çatladı. Kaçak var. Duyduğun ses bu.» O'Malley, Tanrım, diye düşündü. Kıyı da
çok yakın. Artık birkaç yıl Doria'nın enkazına dalamayacaklar. O'Malley radyoyu açtı. «Balta, ben Çekiç.
Gürültülerden hedefin yara aldığı anlaşılıyor.»

İki helikopter dönerek İngiliz ve Amerikan gemilerinin üzerinden geçti. Battleaxe'in ikinci zaferiydi bu.
Reuben Jomes'in köprü üstünün yanına ise yarım bir denizaltı silueti çizilecekti. Helikopterler gemilerine
indiler. İki firkateyn batıya, New York'a doğru döndüler.

MOSKOVA, SSCB

Mikhail Sergetov oğlunu Rus usulü kucakladı. Sonra İvan' m koluna girerek onu şoförlü Zil marka
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

arabasına götürdü. Moskova'ya onunla döneceklerdi.

«Yaralanmışsın, Vanya.»

İvan, «Gamlar elimi kesti,» diyerek omzunu silkti. Babasının uzattığı votka dolu küçük bardağı aldı. «İki
haftadan beri ağzıma içki koymadım.»

«Ya?»

İvan, «General karargâhta içki içilmesine izin vermiyor,» diye açıkladı.

«Düşündüğüm gibi iyi bir asker mi?»

«Belki düşündüğünden daha da iyi. Onu cephede harekâtı yönetirken gördüm. Gerçekten yetenekli bir
lider.»

«Öyleyse neden Almanya'yı ele geçiremedik?» 'Bakanın tavırları sertleşmişti.

«NATO bize söylediklerinden çok daha hazırlıklıydı, baba.

— 356 —

Gelmemizi bekliyorlardı. İlk operasyonları bizim için bir şok oldu. İvan «Hayalet uçaklarsın harekâtım
anlattı.

«Bize olaym bu kadar kötü olduğunu bildirmediler. Bundan emin misin?»

«Köprülerden bazılarını gördüm. Aynı uçaklar Stendnal'in dışındaki sahte bir karargâha da saldırdılar.
Daha biz onlann geldiklerini farkedemeden bombalarını atmaya başladılar. Eğer istihbaratları daha iyi
olsaydı ben şimdi burada olamazdım.»

«Demek bu işi engelleyen NATO'nun hava kuvvetleri?»

«En önemli neden bu. Onların yere saldırı için yapılmış avcı uçaklarmm bir tank kolunu buğday biçer gibi
biçtiklerine tanık oldum.»

«Ama bizim roketlerimiz...>»

«Bizim roketçilerimiz yılda bir yo da iki kez manevra yapıyor. Herkesin görebileceği bir biçimde bir sıra
üzerinde ilerleyen hedeflere ateş ediyorlar. NATO avcı uçakları ağaçların arasından uçuyor. Eğer iki
taraftaki uçak avcısı füzeler, yapımcılarının iddia ettikleri kadar etkili olsalardı, şimdiye kadar dünyadaki
her uçak iki defa düşürülürdü. En kötüsü ise, NATO' nün tank avcı roketleri. Onlar bizimkiler gibi. Ama
çok etkileyiciler.» İvan elleriyle işaret ett'r. «Bir araca üç kişi. Bir sürücü, bir doldurucu, bir nişancı. Yolun
dönemecindeki bir ağacın arkasına gizlenerek bekliyorlar. Bizim kol gözüküyor ve bize iki kilometre
kadar öteden ateş ediyorlar. Onları komuta tankını vuracak biçimde eğitmişler. Radyo anteni olana nişan
alacak biçimde. Çoğu zaman durumu ancak ilk tank havaya uçtuğu zaman anlıyoruz. Bir daha ateş edip
bir tankı daha parçalıyorlar. Biz topçulara ateş emrini verinceye kadar da kaçıyorlar. Beş dakika sonra
başka bir noktada aynı şey oluyor.» Komutanın sözlerini tekrarladı. «Bizi yiyip bitiriyorlar.»

«Yani savaşı kaybediyor muyuz?»


Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

İvan, «Hayır,» dedi. «Ama kazanmıyoruz da. Bizim için- bu aynı şey yani.» Komutanının istediklerini
babasına tekrarladı.

«Böyle olacağını biliyordum! Onları uyardım, Vanya. Budalalar!»

— 357 —

İvan başıyla şoförü işaret etti. Babası gülerek elini salladı. Şoför Viîaly yıllardan beri Sergetov'a hizmet
ediyordu. 'Bakanın himayesi sayesinde kız;< artık doktor çıkmıştı. Oğlu ise çoğu genç gibi askere
alınmamıştı, üniversiteye gidiyordu. Bakan ekledi. «Yakıt tüketimi tahmin edilenden yüzde yirmi beş daha
fazla. Yani Bakanlığımın tahminlerinden... Savunma Bakanlığının tahminlerindense yüzde kırk fazla.
NATO uçaklarının gizli petrol depolarımızı bulacağı kimsenin aklına gelmedi. Adamlarım şu anda bile
rezervleri tekrar değerlendiriyorlar. Etrafına bak, Vanya, Kendi gözlerinle de gör.»

Etrafta hemen hiç taşıt yoktu. Kamyon bile. Hiçbir zaman canlı bir kent olmayan Moskova şimdi Ruslara
bile kasvetli gözüküyordu. Yaya sayısı da azdı. Çoğu askere gitmişti. Vanya onlardan pek çoğunun geri
dönemeyeceklerini de biliyordu. Babası her zamanki gibi onun kafasından geçenleri okudu.

«Kayıplarımız?»

«Korkunç kayıp veriyoruz. Tahmin edilenlerden kat kat fazla. Bende tam sayılar yok. Ne de olsa ben
yönetimden değil, istihbarattanım. Ama kaybımız feci.»

Bakan usulca, «Bütün bunlar bir hata, Vanya,» dedi. «Artık yapılacak hiçbir şey yok, baba. NATO
malzemesi konusunda da bilgiye ihtiyacımız var. Cepheye ulaşan bilgi... 'fazla işlem görmüş oluyor'
diyelim. Tahminlerde bulunabilmek için daha esaslı bilgiye ihtiyacımız var.»

Mikhail Sergetov oğlunun sözlerini için için tekrarladı. «Cepheye ulaşan...» Duyduğu öfke oğlu yüzünden
hissettiği gururu yenemiyordu. Alekseyev kimseyi boşu boşuna terfi ettirecek bir komutan değildi. Bakcn
kendi kaynaklarından İvan' m generalle birlikte kaç kez ön saflara gittiğini öğrenmişti. Çocuk bir erkek
olmuştu artık. Ne yazık ki, bunu bir savaş sağlamıştı. Oğluna, «Elimden geleni yaparım,» dedi.

— 358-

«USS CHİCAGO»

Geçecekleri son derin yer Svyatana Anna .uçurumuydu. Hızlı saldırı denizaltılarından oluşan konvoy
buzula yaklaştığı zaman yavaşladı. Burada iki dost denizaltı bulacaklarını umuyorlardı. Ama «dost»
sözcüğü savaş hazırlıklarına uyacak bir kelime de değildi. Bütün Amerikan denizaltıları savaş durumuna
geçmişti. McCofferty saati ve yeri kontrol etti. O ana kadar her şey plana göre gelişmişti. Şaşılacak bir
şey bu, diye düşündü.

Chicago yine en öndeydi ve bu durum MoCafferty'nin hiç hoşuna gitmiyordu. Buzulun etrafında bir Rus
devriyesi varsa önce Chicago saldıracaktı. Ya da Rus devriyesi.

«Komutan, burası sonar. Hafif makine sesleri alıyorum. Kerteriz: Bir-dokuz-bir.»

«Kerteriz değişiyor mu?»

«Sinyalleri yeni aldım, komutan. Ama şu ara değişmiyor.»


Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

McÇafferty sonar-telefona uzandı. «Zulu X-Ray.»

Birkaç saniye hiçbir şey olmadı. Sonra cızırtılı bir ses duyuldu. «Hotel Bravo.» Cevap veren İngiliz HMS
Spectre'di. McÇafferty nefesini tutmuş olduğunu farkederek soluk verdi. Sonra, «Makineler ağır yol
ileri,» diye emretti. On dakika sonra sonar menziline girmişlerdi. Chicago haberleşmek için durdu.

İngiliz, «Sovyetler'in arka bahçesine hoşgeldiniz, dostum,» dedi. «Planlarda ufak bir değişiklik oldu.
Keyboard...» Bu diğer İngiliz gemisi HMS Suberb'in kod adıydı. «İki-sıfır mil güneyde. Rotanızı kontrol
ediyor. Son otuz saat düşman faaliyetiyle karşılaşmadık. Yol açık, Başarılı avlar.»

«Teşekkür ederiz. Hepimiz buradayız. Tamam.» McÇafferty telefonu kapattı. «Baylar, gidiyoruz. Her iki
makine yarım yol ileri!»

— 359 —

Nükleer saldırı denizcilisinin hızı on iki mile çıktı. HMS Spectre önünden gecen denizaltılar! saydı. Sonra
da devriye görevine döndü.

Komutan usulca, «Şansınız açık olsun, çocuklar...» diye mırıldandı.

«İçerilere girebilecekler.»

Komutan, «Beni endişelendiren içeriye girmeleri değil.» diye cevap verdi. «Zor olanı tekrar dışarı
çıkabilmeleri.»

STORNOWAY, İSKOÇYA

«Size bir teleks, yarbayım.» Çavuş Toland'a bir kâğıt uzattı.

«Teşekkür ederim.» Toland mesajı çabucak okudu.

Grup Komutanı Mallory, «Bizi terk mi ediyorsun?» diye sordu.

«Northwood'a uçmamı istiyorlar. Orası Londra'nın hemen dişmda değil mi?»

Mallory başını salladı. «Seni oraya kolaylıkla götürürüz.»

«Çok güzel. Burada 'hemen' yazılı.»

NORTHWQOD, İNGİLTERE

Doğu Atlantik Komutanı Amiral Sir Charles Beattie büyük bir haritanın önünde duruyordu. Sönük bir
pipoyu dişlerinin arasına sıkıştırmıştı. «Tomcat'leriniz İskoçya'da çok başarılı oldu.»

«Evet, efendim. Bunu sağlayan hava radarı.» «Geçen hafta bizim hava operasyonları subaylarına bir
mesai yollamış ve Tomcat'lerin Backfire'ları epey uzaktan izleyebildiklerini açıklamışsınız.»

— 360 —

«Ah, evet, efendim. Bunu da video-kamera sistemi sağlıyor, amiralim. Bu sistem avcı uçağı
büyüklüğündeki hedeflerin otuz mil kadar öteden tanınmasını sağlayacak biçimde geliştirilmiş. Backfire
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

kadar büyük bir hedefi ise elli mil öteden izleyebiliyor. Tabii hava iyi olduğu takdirde.»

«Ve Backfire'lar onun farkında olmuyor öyle mi?»

«Evet, efendim. Bu imkânsız.»

«Bir Tomcat, bir Backfire1! hangi mesafeye kadar izleyebiliyor?»

«Bu soruyu bir pilot daha iyi yanıtlayabilir, efendim. Yakıt ikmali yapılabilirse Tomcat havada dört saat
kalabilir. İki saat gidiş, iki saat dönüş.»

«Rusların havaalanlarıyla ilgili bilgileri ne dereceye kadar kesin?»

«Backfire'm kalktıkları alanları mı kastediyorsunuz, efendim? O uçaklar Kirovsk civarındaki dört alandan
havalanıyorlar. Herhalde sizde o bölgenin uydudan alınmış fotoğrafları vardır, amiralim.»

«İşte.» Beattie, Toland'a bir dosya uzattı.

Toland sanki rüyada gibiydi. Dört yıldızlı amiraller yeni terfi etmiş yarbaylarla uzun uzadıya
konuşmazlardı. Toland dosyayı açtı. «İşte tahkim edilmiş sığınaklar. Ve galiba üç uçak var. Bu fotoğraf
'bir baskın sırasında mı çekilmiş?»

«Evet. Kutlarım, yarbay. Backfire filosu uydu geçmeden üç saat önce alandan kalkmış.»

«Kamyonlar da var. Yakıt tankları da. Öyle değil mi?» Amiral bu soruya sadece başını sallayarak cevap
verdi. «Backfire1 lara alana iner inmez mi yakıt veriyorlar?»

«Biz öyle düşünüyoruz, yarbay. Uçakları sığınaklara sokmadan önce. Uçakların binaların içinde yakıt
almasından hoşlanmadıkları anlaşılıyor. Bu da mantıklı. Şu son birkaç yıl patlamalar yüzünden Sovyetler'in
başı derde girdi.»

Toland, «Onları bu anda yerde yakalamak çok iyi olurdu,» diye mırıldandı. «Ama oraya kadar
ulaşabilecek taktik uçağımız yok. B-52'ler bunu başarabilir ama sonra Ruslar hepsini

— 361 —

de düşürürler. Bunu izlanda'da öğrendik.»

«Ama bir Tomcat, Backfire'ları Rusya'nın eşiğine kadar izleyebilir. O zaman bu uçakların yere ne zaman
ineceklerini tahmin edebilirsiniz.» Sir Charles ısrarla konuşmuştu.

Toland haritaya baktı. «On beş dakikalık bir hata payıyla... Evet, amiral, bunu yapabileceğimizi
sanıyorum. Aca'ba bir Backfire'm yakıt alması ne kadar sürüyor?»

«Komutan, ilgili subayım size 'Operasyon Doolittle' hakkında brifing verecek. Şimdiki halde bu plan gizli.
Bir saat sonra tekrar gelin. Temel operasyon kavramını nasıl geliştireceğimizi bize söylemenizi istiyorum.»

«USS REUBEN JAMES»

New York limanındalardı. O'Malley yemek salonunda oturmuş, Sovyet denizaltısının batırılmasıyla ilgili
raporu hazırlıyordu. İskele bölmesine takılı telefon çalmaya başladı. O'Malley. etrafına bakındı. Salonda
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

ondan başka subay yoktu. «Ben Binbaşı O'Malley.»

«Burası Battleaxe. Komutanınızla görüşebilir miyim?»

«Dinleniyor. Ben yardımcı olabilir miyim? Yoksa önemli bir sorun mu var?»

«Fazla işi yoksa komutan onu yemeğe çağırmak istiyor. Yarım saat sonra. Gemidelerse ikinci
komutanınız ve helikopter pilotunuz da davetli.»

Piiot güldü. «İkinci komutan karaya çıktı. Ama helikopter pilotu gelebilir. Tabii Kraliçenin gemilerinde
hâlâ içki varsa.»

«Evet, var, binbaşı.»

«Peki. Gidip komutanı uyandıracağım. Birkaç dakika sonra sizi ararım.» O'Malley baş tarafa doğru
giderek komutanın kamarasının önünde durdu. Kapısı kapalıydı ama, «Rahatsız etmeyin» işareti
söndürülmüştü. Pilot kapıya vurarak içeri girdi. Gördüğü onu şaşırttı.

— 362 —

«Görmüyor musun?» Morris arkasıüstü yatıyordu. Yumruklarını sıkmıştı. Yüzü ter içindeydi, kesik kesik
soluyordu.

«Tanrım...» O'Malley durakladı. Aslında Morris'le yeni tanışmıştı.

«Dikkat et!»

O'Malley bu sesi dışarıdaki koridordan geçen birinin duymasından korktu. Morris'i omuzlarından
yakalayarak oturttu. «Uyanın, komutan.»

Morris hâlâ uyanamamıştı. «Görmüyor musun?» diye bağırıyordu.

«Kendinize gelin. New York limanında rıhtıma bağlısınız. Güvendesiniz. Gemi de öyle. Haydi, uyanın
komutan!»

Morris gözlerini kırpıştırdr, sonra Jerry O'Malley'in suratını gördü. «Burada ne işin var?»

«İyi ki gelmişim... İyi misiniz?» Piiot bir sigara yakarak komutana uzattı.

Morris işaretle sigara istemediğini belirtti. Kalkarak lavaboya gitti ve bir bardağa su doldurdu.
«Saçmasapan bir rüya görüyordum. Ne var?»

«Yarım saat sonra komşuya yemeğe davetliyiz. Herhalde denizaitıyı batırmalarını sağladığımız için bizi
ödüllendirmek istiyorlar. Doğrusu bir içki içmek hoşuma gidecek.»

Morris cansızca gülümsedi. «Gerçekten öyle. Bir duş yapayım. Seninle yemek salonunda buluşuruz.
Yirmi dakika sonra.»

Mcrris'le O'Malley İngiliz gemisindeki yemekten sonra karaya çıkarak bir bara girdiler. Yemekte epey
içmişlerdi.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Morris bir ara Pharris'in yara almasından söz etti. Sonra da, «Görevimi daha iyi yapsaydım, o adamlar
ölmezlerdi,» diye ekledi. Sarhoş olmaya başlamıştı.

«Ama karşınızdaki hedef şaşmayan bir torpilmiş. İnsan ondan kaçamaz ki.»

«Ama ben...»

«Bırakın bu laflan! Gemisini kaybeden ilk insan siz misi-

— 363 —

niz? Kahretsin! Bu işde iki taraf var. İkisi de kazanmaya çalışıyor.»

«Adamlarım...»

«Bazıları ölmüş. Ama çoğu hayatta. Ölenler için üzülüyorum. Ama onları siz öldürmediniz ki. Geminizi
kurtardınız. Mürettebatın çoğunu da.»

Morris içkiyi başına dikti. Onun ancak içini dökerse bu dertten kurtulacağını düşünen O'Malley bardağı
tekrar doldurdu. Morris, «Sorumlu bendim,» dedi. «Dinle... Norfolk'a gittiğim zaman... aileleriyle
konuşmam gerekti... Çünkü ben komutandım... Küçük bir kız... Tanrım, O'Malley, insan bir çocuğa ne
söyleyebilir?» Morris ağlamak üzereydi.

O'Malley bunun iyiye işaret olduğunu düşündü. «Evet, talimatlar bunu yazmıyor.»

«Küçük güzel bir kız. İnsan çocuklara ne söyleyebilir?» Morris'in gözlerinden yaşlar akıyordu. Pilot bunu
sağlayabilmek için tam iki saat uğraşmıştı.

«Küçük kıza babasının iyi bir adam olduğunu ve elinden geldiğini yaptığını söylersiniz. 'Ben de elimden
geleni yaptım,' dersiniz. Çünkü hepimiz de ancak bunu yapabiliriz.»

NORTHWOOD, İNGİLTERE

«E, yarbay?»

«Evet, efendim. Başarılı olacağını sanıyorum.»

«İlk planın fazla başarı şansı yoktu. Tabir onlara yine zarar verebilirdik ama bu sefer uçaklarını yok
edeceğiz.»

Toland haritaya baktı. «Zamanlama yine de zor olacak. Ama saldırı yakıt uçaklarına yaptığımızdan fazla
farklı değil.»

«Stornoway'e dönmenizi istiyorum. Hava harekât subaylarımdan birini sizinle çalışması için
gönderiyorum. Gelişmeleri size bildireceğiz. Unutmayın, bu gizli bir plan.»

«Biliyorum, efendim.»

«O halde yolunuz açık olsun.»

— 364 —
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

34

Yoklamalar

Jerry O'Malley saat yedide yataktan kalkmayı hiç istemedi. Ve ilk iş üç aspirin içti. Başı çatlayacak gibi
ağrıyordu. Gece fazla içmişti. Önce sıcak, sonra soğuk suyla bir duş yaptı ve ancak kendine gelebildi.
Kahvaltı için yemek salonuna gitti.

«Günaydın, Frank.»

İkinci komutan, «Günaydın, Jerry,» dedi. «Ben de komutanı kaldırmaya gidiyordum.»

«Uykuya ihtiyacı var. Frank.» Gece O'Malley Morris'i kamarasına götürmüş ve saatin zilini de
kapatmıştı.

Frank pilotun yüzüne baktı ve onun ne demek istediğini anladı. «Aslında on bire kadar ona ihtiyacımız
olmayacak.» Sonra sesini alçalttı. «Komutanın iyi olduğundan emin misin?» Bir gemide hiçbir şey gizli
kalmazdı.

«Savaşın ilk gününden beri çarpışmalara katılıyor. Biraz gevşemesi gerekiyordu. İşte o kadar.»

İZLANDA

İki günlük dinlenme herkese iyi geldi. Çavuş Nichols artık oldukça rahat yürüyebiliyordu. Balıktan nefret
etmeye başlamış

— 365— r

olan Amerikalılar, Kraliyet Deniz Piyadelerinin getirdikleri ek yiyeceklerle karınlarını doyurmuşlardı.

Edwards bakışlarıyla ufku tekrar taradı. İnsan gözü hemen hareket eden bir cisme takılırdı. Vigdis de
hareket ediyordu. Bakmamak olanaksızdı. Edwards kendi kendine, nöbet bekleyip etrafına bakmaman
mümkün değil, dedi. İngilizler sabun da getirmişlerdi. Beş yüz metre ötedeki gölü banyo yeri olarak
seçmişlerdi. Düşman bir ülkede kimse yalnız dolaşamazdı. Vigdis'e bekçilik etme görevi Edwards'a
düşmüştü. Sonra da o yıkanacak ve kız nöbet bekleyecekti. Genç adam Vigdis giyinirken çürüklerin
hafiflemiş olduğunu farketti.

«Tamam, Michael.» Havluları yo'ktu ama artık insan gibi kokacaklardı ya. Saçlarından sular akan kız
Edwards'a yaklaştı. Yüzünde muzip bir ifade vardı. «Seni utandırdım. Bağışla...»

«Suç sende değil.» Vigdis'e kızmak da imkânsızdı.

Vigdis, «Bebek beni şişmanlattı,» dedi. Oysa karnı pek de belli olmuyordu.

«Bence iyisin. Sen yıkanırken baktığım için özür dilerim.»

«Ne oldu?»
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Edwards uygun sözcükler bulmaya çalıştı. «Şey... başına gelenlerden sonra... yani sen çıplakken...
yabancı erkeklerin durup... sana bakmalarını herhalde istemezsin.»

«Michael, sen o adam gibi değilsin ki. Bana hiçbir zaman zarar vermeyeceğini biliyorum. O adamın
yaptıklarından sonra hâlâ güzel olduğumu söylüyorsun. Üstelik şişmanlıyorum da.»

«Vigdis, bebeğin olsun, olmasın şimdiye kadar gördüğüm kızların en güzelisin. Güçlüsün ve cesursun.»
İçin için ekledi. Ve ben sana âşık oldum ama bunu açıklamaktan korkuyorum... Sonra kıza baktı.
«Sadece uygunsuz bir zamanda karşılaştık.»

«Benim için güzel bir zamandı bu, Michael.» Vigdis genç adamın elini tuttu. Artık sık sık gülümsüyordu.
Sevecenlikle ve dostça.

«Beni tanıdığın sürece... beni her düşünüşünde aklına o Rus gelecek.»

«Evet, Michael. O olayı hatırlayacağım. Ama hayatımı kur-

tardığını da. Çavuş Smith'e sordum. Sana Ruslara yaklaşmama*-nı emrettiklerini söyledi. Senin için
tehlikeli olur diye Çavuş benim yüzümden Ruslara saldırdığını açıkladı. O sırada beni tanımıyordun bile.
Ama yine de yardımıma koştun.»

«Uygun olanı yaptım.» Edwards şimdi kızın iki elini birden tutuyordu. Kendi kendine, şimdi ne söylemem
gerekiyor, diye sordu. «Sevgilim, buradan sağ kurtulursak...» İşte kötü filmleri anımsatan bir laf... Sonra,
«Vigdis,» dedi. «Ben kızlarla nasıl konuşulacağını pek bilmem. Sandy'le durum başkaydı. O beni anlardı.
Kahretsin! Ben yalnız kızlarla değil, başkalarıyla konuşmayı da pek beceremem. Hava haritalarına bakar,
bilgisayarlarla oynarım. Ama duygularımı açıklayabilmek için önceden birkaç duble bira içmem gerekir...»

«Beni sevdiğini biliyorum, Michael.» Vigdis'in gözleri ışıl. ısıldı.

«Şey, evet.»

Kız genç adama sabunu uzattı. «Yıkanma sırası sende. So na fazla bakmamaya çalışacağım.»

FOLZIEHAUSEN, FEDERAL ALMANYA

Binbaşı Sergetov aldığı notları uzattı. Leine'i ikinci bir noktadan zorlamayı başarmışlardı. Alfeld'in on beş
kilometre kuzeyindeki Gronau'dan. Şimdi altı tümen Hameln'e doğru ilerlemeye çalışıyordu. Diğer
kuvvetler de gediği genişletmeye çabalamaktaydı. Ama yine de engeller vardı. Almanya'nın bu bölgesinde
nispeten yol azdı. Kantrollerindeki yollarsa durmadan hava ve topçu saldırılarına uğruyor, takviye kolları
daha çarpışmaya katlamadan yok oluyorlardı.

Alekseyev yakıtla ilgili bilgiyi inceledi. «Bir ay rnı?» İvan kısaca, «Evet,» dedi. «Bu tempoda gidersek.
Ve bunu sağlamak için ulusal ekonomiyi sakatladık. Babam cephedeki tüketimin azaltılıp
azaltılamayacağını sordu...»

— 366 —

— 387 •
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

General patladı. «Ah, tabii! Savaşı kaybedebiliriz! O zaman o değerli yakıtı da ziyan olmaz!»

«Yoldaş general, benden doğru ve kesin bilgi istedin. Ben de bunu yaptım. Ayrıca bu bilgiyi bana verdi.
İvan cebinden bir belgeyi çıkardı. On sayfalık dosya KGB istihbarat değerlendirme-siydi. Ve üzerinde de
«Sadece Politburo üyeleri görebilir» yazılıydı. «İlginç bir belge... Babam, sana bu dosyayı göndermekle
kendini ne büyük bir tehlikeye attığını da hatırlatmamı istedi.»

General yazıları çabuk okur, çoğu zaman duygularını da belli etmezdi. Raporda Batı Almanya
hükümetinin Hindistan'daki elçisi yoluyla Sovyetler Birliği'yle temasa geçtiği ve bir anlaşma olasılığı
bulunup bulunmadığının görüşüldüğü açıklanıyordu. KGB bunu NATO'nun siyasi bakımdan parçalanmış
olduğunun bir kanıtı gibi görüyordu. Ayrıca bunu cepheye malzeme yollanıl-masmda güçlük çekilmesine
de bağlıyordu. Bu açıklamayı KGB' nin NATO'nun cephane durumuyla ilgili değerlendirmesi izliyordu.
KGB, NATO'nun ancak iki haftalık malzemesi kaldığını hesaplamıştı.

«Babam özelükie Almanlarla ilgili açıklamanın önemli olduğunu düşünüyor.»

Alekseyev ihtiyatla, «İleride öyle olabilir,» dedi. «Siyasi liderleri anlaşma sağlamaya çalışırken savaş
çabalarını gevşetecek değiller. Almanlar ancak kabul edebilecekleri bir teklifte bulunursak NATO'dan
çıkarlar. O zaman amacımıza da erişmiş oluruz. Basra Körfezini rahatça ele geçiririz.»

«Evet!»

«Almanlara ne teklifte bulunmuşlar?»

«Buna henüz karar verilmemiş. Bizden savaştan önceki hatta çekilmemizi istiyorlar. Son şartlar
uluslararası gözetim aitm-da resmi bir biçimde görüşülecek. Tabii kesin anlaşmaya Almanya'nın NATO'da
çekilmesi şartı da konacak.»

«Bunu kabul edemeyiz. O zaman elimize bir şey geçmez ki! Acaba Almanlar neden görüşme
yapıyorlar?»

«Sivillerin yerlerinden uzaklaştırılmaları ve ekonomik kay-

•368 —

naklarm zarar görmesi yüzünden hükümet üyeleri arasında anlaşmazlık çıkmış.»

«Ah... Peki, bütün bunları neden bize bildirmediler?»

«Politburo bir anlaşma yapılması olasılığının Almanları fazla zorlamamızı engelleyeceğini düşünüyor.»

«Ahmaklar! Bu tür haberler bize nereye saldırmamız gerektiğini açıklar.»

«Babam da öyle söyledi. Senin fikrini öğrenmek istiyor, yoldaş general.»

«Bakana söyle, NATO hatlarında bir zayıflama görmüyorum. Alman morali hâlâ yüksek. Her yerde karşı
koyuyorlar.»

«Hükümet bunu ordusuna haber vermeden yapıyor olabilir. NATO müttefiklerini aldatıyorlarsa,
komutanlarını neden kandırmasınlar?»
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

«Olabilir, İvan Mikhailovich. Bir olasılık daha var.» Alekseyev tekrar dosyanın üzerine eğildi. «Bu bir
oyun olabilir.»

NEW YORK

Konvoyla ilgili brifing sona erdikten sonra Morris, O'Malley'i yanma çağırdı. «Jerry...»

«Evet, komutan?» Pilot uçuş gözlüklerini takıyordu. «Dün gece...»

«Komutanım, dün gece ikimiz de içkiyi biraz fazla kaçırdık, i Açıkçası ben olanları pek hatırlamıyorum.
Belki altı ay sonra

neler olduğuna karar verebiliriz. İyi uyudunuz mu?» •'. «Hemen hemen on iki saat uyudum. Saatim
çalmadı.»

«Belkj yeni bir saat almanız daha doğru olacak, komutanım.»

Konvoy üç saat sonra yola çıktı. O'Malley, ne çok gemi. diye düşünüyordu. Ve bu gemilerin Avrupa'ya
ulaşmaları gerekiyor...

— 369— F. :24

Galloway, «Durum nasıl?» diye sordu.

Morris, «Kötü sayılmaz,» dedi. «Fazla yalpalamıyoruz. Eğer istediğiniz bir şey olursa söyleyin.
Çekinmeyin.»

«Ayak altında dolaşmamaya çalışacağım.»

Morris, Reuter muhabirine dostça bir tavırla başını salladı. 'Galloway bir saat önce gönderilmişti gemiye.
Ama tam bir. profesyonel olduğu anlaşılıyordu.

«Amiraliniz sizin en iyi komutanlarından olduğunuzu söyledi.»

jyiorris, .«Bunu nasıl olsa anlayacağız.» dedi.

— 370 —

Hedefe Doğru

«USE REUBEN JAMES»

İlk iki gün iyi geçti. Sonra kıyı sularından çıkarak bilinmeyen bölgeye girdiler.

Galloway, «Haberlerimi bildirmek için...» diye başladı.

Morris, «Günde iki kez uydu vericimi kullanabilirsiniz,» dedi. «Tabii resmi haberleşmeye engel olmaması
şartıyla. Haberleriniz Norfolk'ta incelenecek. Hassas bir konuya değinip değinmediğinizi anlamak için.
Bunu biliyorsunuz değil mi?»

«Evet, biliyorum. Komutan, burada yanınızda olduğum sürece geminizi tehlikeye sokacak hiçbir şey
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

açıklamayacağım. Bu yıl Moskova'da yeterince heyecanlı saatler geçirdim.»

«Ne?» Morris dönerek dürbününü indirdi. Galloway baharda olanları anlattı.

«Associated Press'in muhabiri arkadaşım Patrick Flynn de Battleaxe'de. Herhalde şimdi bira içiyor.»

«Demek bu kıyamet başladığı sırada oradaydınız. Savaşın nedenini biliyor musunuz?»

Galloway başını salladı. «Bilseydim, bu haberi çoktan yazardım, yarbay.»

— 371 —

KİROVSK, SSCB

Rus uydusu hiçbir engelle karşılamadan yörüngesinde ilerledi. Kuzey Atlantik'in üzerinden geçerken yüz
kadar gemiyi far-ketti. Merkezdeki Rus analizcileri, «İstihbarat raporlarının bildirdiği konvoy olmalı bu,»
dediler. Ve konvoy kolaylıkla saldırabi-leçekleri bir yerdeydi.

Doksan dakika sonra Backfire bombardıman alayı Kirovsk civarındaki dört alandan havalandı.
Önlerinden Bear-D arama uçakları gidiyordu. Filo İzlanda üzerindeki radar boşluğuna doğru döndü.

«USS REUBEN JAMES»

Galloway, «Onlara hazırladığınız sürpriz bu mu?» diye sordu.

Morris düşünceli bir tavırla başını salladı. «Şimdiye kadar konvoyları EMCON, yani 'emisyon kontrolü'
altında yolladık. Radarlarının farkedilmemesi için onları karartıyorduk. Ama bu kez başka bir şey
yapıyoruz. Bu SPS-49 radarının ekranı...»

«Şu köprü üstünün tepesindeki kara canavar mı?»

«Evet. Bu semboller America uçak gemisindeki Tomcat'ler. Bu bir KC-135 tankeri. Bu bebek de radarlı
E-2C Hawkeye kuşu. Hawkeye'in radarı kapalı. Ruslar ortaya çıktığı zaman bu bölgede neler olduğunu
anlamak için yaklaşmak zorunda kalacaklar.»

Galloway, «Ama onlar bunu zaten biliyor,» diye itiraz etti.

«Hayır. Burada bir yerde bir konvoy olduğunu biliyorlar sadece. Bu da füze atmaları için yeterli değil.
Emin oldukları bir tek şey var: Bir SPS-49 radarının çalıştığı. Suyun üzerinde ne-

— 372 —

ler olduğunu anlamak için kendi radarlarını çalıştırmak zorunda kalacaklar. Bunu yaptıkları anda da avcı
uçakları onlar daha ne olduğunu anlayamadan saldırıya geçecek.»

«Ya Backfire'iar bugün gelmezse?»

«O zaman onlarla başka zaman karşılaşırız. Ama Bear'ler denizaltılaria da konuşurlar, Bay Galloway.
Onları yine de düşürmeye değer.»

İZLANDA
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

İlk kez canları sıkılıyordu. Edwards ve yanındakiler sık sık korkuya kapılmışlardı ama hiç içleri
sıkıimamıştı. Dört günden beri aynı yerdelerdi. Ve onlara harekete geçmeleri için hâlâ emir verilmemişti.
Önemsiz Rus faaliyetlerini gözlüyor ve haber veriyorlardı. Ama önemli bir işleri olmadığı için zaman
geçmek bilmiyordu.

«Üsteğmenim.» Garcia güneyi işaret etti. «Uçaklar güneye doğru gidiyor.»

Edwards dürbününü kaptı. Evet, gökyüzünde bir pırıltı vardı. «Nichols, sen ne diyorsun?» Dürbünü İngiliz
çavuşa uzattı.

Nichols kısaca, «Bu bir Rus Backfire'ı,» dedi.

«Emin misin?»

«Kesinlikle, üsteğmenim. Onları daha önce de sık sık gördüm.»

«Uçakları say.» Edwards radyoyu çıkardı.

«Ben dört uçak görüyorum, efendim. Hepsi de güneye doğru gidiyor.»

«Tazı, Köpek Kulübesini arıyor.» Nedense karşıdan cevap o gün biraz geç geldi. «Köpek Kulübesi, ben
Tazı. Senin için bir haberim var. Backfire tipi bombardıman uçakları güneye doğru gidiyor.»

Köpek Kulübesi, «Backfire olduklarını nereden biliyorsun?» diye sordu.

— 373 —

«Çünkü Kraliyet Deniz Piyadelerinden Çavuş Nichols bundan emin olduğunu söyledi. Dört uçak...»
Ediwards, Nichols'un beş parmağıyla işaret ettiğini farkederek ekledi. «Düzeltiyorum. Beş uçak.»

«Tamam. Teşekkürler, Tazı. Başka bir şey oluyor mu?» «Hayır. Bu tepede daha ne kadar bekleyeceğiz?
Tamam.» «Ne zaman gideceğinizi size bildireceğiz. Sabır, Tazı. Seni unutmadık. Tamam.»

KUZEY ATLANTİK

Bear'ler eğri bir hat üzerinden yaklaşıyorlardı. Mürettebat gözleriyle gökyüzünü tarıyor, radar ve radyo
frekanslarını arı- ı yordu. Çok geçmeden öndeki Bear bir Amerikan radarının işaretlerini almaya başladı.

«USS REUBEN JAMES»

«Mesaj, komutanım.» Haberleşme subayı kâğıdı Morris'e uzattı.

«Backfire baskını ihtimali, izlanda'nın üzerinden geçerek güneye doğru iniyorlar. 10.17 Zulu saati.»

Calloway, «Haber iyi mi?» diye sordu.

«İki saat kadar sonra Backfire bombardıman uçaklarını görebiliriz.»

«Konvoya mı saldıracaklar?» .
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

«Hayır. Önce biz refakatçilere saldıracaklarını sanıyorum. Konvoyu ortadan kaldırmak için tam dört
günleri var. Refakatçi leri aradan çıkardıkları takdirde işleri kolaylaşır.»

«Endişeli misiniz?»

Morris hafifçe güldü. «Bay Calloway, ben her zaman endi-seliyimdir.»

— 374 —

Bear'ler şimdi firkateynin radar sinyallerine uyarak kuzeyden güneye uzanan bir çizgi üzerinde
uçuyorlardı. Baskın komutanı sonra batıya dönmelerini ve alçalmalarını emretti.

Onların iki yüz mil batısındaki E-2Ç Hawkeye keşif uçağında bir teknisyen dikkat kesildi. Birinin Rusça
konuştuğunu duymuştu. Evet, adam şifreyle konuşuyordu ama kullandığı dil yine de Rusçaydı.

Birkaç dakika içinde bu bilgi bütün refakat gemilerine iletildi. Ve hepsr de aynı sonuca vardılar.
Backfire'lar o bölgeye ulaşmış olamazdı. Gelenler Bear'lerdi. Herkes Bear'leri düşürmek istiyordu.
America uçak gemisi avcılarını havalandırdı. Başka radarlı keşif uçaklarını da. Rus uçakları onu arıyor
olabilirdi.

«USS REUBEN JAMES»

Taktik harekât subayı, «Bize doğru geliyorlar,» dedi.

Morris başını salladı. «Öyle olduğu anlaşılıyor.»

Calloway, «Ne kadar uzaktalar?» diye sordu.

«Bunu bilemeyiz. Hawkeye bir ses almış. Herhalde uçak yakmındaydı. Ama bazen anormal atmosfer
şartları dünyanın öbür tarafında söylenilen bir sözü duymanıza neden olur. Bay Lenner, hava harekâtı için
savaş yerlerimizi alalım.»

Firkateyn beş dakika sonra hazırdı.

KUZEY ATLANTİK

«Günaydın, Bay Bear.» TomcatHn pilotu TV ekranına bakıyordu. Rus uçağı kırk mil kadar uzaktaydı.
Dev pervaneleri güneşte ışıldıyordu. Avcı uçağının pilotu o ara radarını kullanmamaya karar vererek
hızlandı ve roket kontrol mekanizmasını çalıştırdı.

Sonra, «Oalıştır,» diye emretti. Arka koltukta oturan radar subayı bir düğmeye bastı. Uçağın AWG-9
radarı çalışmaya başladı.

«Onu yakaladık!»

«Ateş!» İki füze kanatlardan aşağıya düştü. Sonra hızlandılar. Şimdi saatte üç bin mil hızla gidiyorlardı.

Sovyet ECM teknisyeni firkateynin arama radarının işaretini seçmeye çalışırken diğer alarm alıcısından bir
ses yükseldi. «Bip!» Adam ne olduğunu anlamak için döndü ve bembeyaz kesildi. Mikrofona, «Hava
saldırısı!» diye bağırdı.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Baskın komutanı, «Ne oluyor?» dedi.

Teknisyen, «Bir arama radarına yakalandık,» diye açıkladı. Korkuyordu ama sakindi.

Baskın komutanı haberleşme subayına döndü. «Bütün uçakları uyar. Bu yönde düşman avcı uçakları
faaliyeti görüldü.»

Ama zaman yoktu. Phoenix füzeleri mesafeyi yirmi saniyeden daha kısa bir sürede aştılar. İlk roket hedefi
şaşarak uçağın yanından geçti. İkincisi dalışa geçen bombardıman uçağının kuyruğunu parçaladı. Bear
denize düştü.

«USS REUBEN JAMES»

Olayı radardan izlemişlerdi.

Morris, «Tomcat başarılı oldu, baylar,» dedi. «Bir Bear düştü.»

Galloway, «Bunu nereden biliyorsunuz?» diye sordu.

«Tomcat dönerek batıya doğru gitti. Eğer Bear'i vurama-mış olsaydı böyle yapar mıydı? ESM.
sıfır-sekiz-sıfır yönünden hiç ses geliyor mu?»

Kamaranın sancak tarafındaki astsubay başını kaldırmadı. «Hayır, komutan. Hiç ses yok.»

Morris, «Kahretsin,» dedi.

Galloway durumu anladı. «Eğer bu Rus haber veremediy-se...»

— 376—

«O zaman bunu sadece biz biliyoruz demektir. Bütün saldırı filosunu pusuya düşürebiliriz.» Bir telefona
uzandı. «Köprü. Burası savaş harekât merkezL Battleaxe'e yaklaşmasını işaret edin.»

Battleaxe az sonra iskele tarafına dönerek Reuben Ja-mes'e doğru geldi.

Morris, «Helikopter havalanmaya hazır oisun,» diye emretti.

O'Malley helikopterde rahatça oturmuş, bir dergiye bakıyordu. Hemen doğruldu.

Sistem operatörü, «Ne yapmamızı istiyorlar, komutanım?» diye sordu.

O'Malley dostça bir tavırla, «Füzeleri çekmek için yem görevi yapmamızı, Willy,» diyerek helikopteri
kaldırdı.

KUZEY ATLANTİK

En öndeki Bear'le konvoy arasında sadece altmış mil kalmıştı. Ama pilotun bundan haberi yoktu.
Amerikalıların da. Çünkü uçak Reuben James'in radarının yakalayamayacağı bir alçaklıktan uçuyordu.
Bear'in pilotu ise yükselmeleri ve kendi radarlarını açmalarının zamanının geldiğini biliyordu. Ama baskın
komutanı hâlâ emir vermemişti. Etrafta bir sorun çıkacağını gösteren bir şey yoktu ama pilot yine de
endişeliydi. Önsezisi ona bir şeyler olduğunu fısıldıyordu.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Mikrofonla, «Amerikan firkateyni ne uzaklıkta?» diye sordu.

Seyir subayı, «Yüz otuz kilometre.» dedi.

Piîot kendi kendine, radyoyla konuşmayacağım, dedi. Öyle emredildi. Sonra yüksek sesle ekledi.
«Boşver emirleri.» Radyosunu açtı. «Martı İki'den Martı Bir'e. Tamam.» Bir cevap alamadı. Aynı şeyi iki
kez tekrarladı ama radyodan hiç ses çıkmıyordu.

— 377 —

Pek çok radyo alıcısı bu sözleri duymuştu. Bir dakikadan daha kısa bir sürede Bear'in yeri tespit edildi.
Konvoyun kırk mil güneyindeydi. Bir Tomcat dalışa geçti.

Pilot, baskın komutanı cevap vermedi, diye düşünüyordu. Ona bir şey oldu. Yoksa cevap verirdi.
Backfire'lar artık iki yüz kilometre ötedeler. Onları neye sürüklüyoruz?

Sonra, «Radarı çalıştır,» diye emretti.

Her gemi büyük radarın sinyallerini farketti. En yakındaki SAM füze avcısı Groves firkateyni hemen
roket radarlarını çalıştırdı. Ve yaklaşan Bear'e doğru bir füze fırlattı. Ama bir Tomcat de hızla Bear'e
doğru gidiyordu. Ve düşmana da çok yakındı. Firkateyn izleme radarını kapattı. Füzenin radarı hedefini
kaybetti ve kendi kendini patlattı.

Bear'de uyarılar birbirini izledi. Önce füze alarmı, sonra da hava engelleme radarınınki. Radarcı konvoyun
yerini buldu. «Kuzeybatıda çok sayıda gemi.» Radarcı bu bilgiyi seyir subayına iletti. O da Backfire'lara
bildirmek için yeri saptadı. Sonra Bear radarını kapattı ve haberleşme subayı yönü açıklarken, dalışa
geçti. Bütün uçakların radarları aydınlandı.

«USS REUBEN JAMES»

Ekranda sinyaller gözükürken, Taktik harekât subayı, «İşte Backfire'lar,» dedi.

Battleoxe, Amerikan firkateynine iyice yaklaştı. O'Malley' le İngilizlerin helikopteri .okyanusun üzerinde
saatte yirmi mille yan yana uçuyorlardı. İkisi de güçlendirilmiş radarlarını açmış-

— 373 —

lardı. Böylece düşman onları füze saldırısına uygun tek bir gemi sanacaktı.

KUZEY ATLANTİK

Hava harekâtı şimdi bir meyhane kavgasına dönüşmüştü. Konvoy yakınında devriye görevi yapan
Tomcat'ler üç Bear'e doğru gittiler. Bunlardan ilkine doğru bir füze uçuyordu zaten. Diğer iki Bear
konvoyu henüz farketmemişti. Hiçbir zaman da farkedemeyeçekti. Kaçmak için doğuya döndüler. Ama
çabalan boşunaydı. Pervaneli bombardıman uçakları süperso-nik avcılardan kaçamazlardı.

Önce Martı İki düştü. Pilot iki Sparrow kanatlarını tutuşturmadan önce durumu bildirmeyi başardı. Sonra
mürettebatla birlikte paraşütle atladı.

Yukarıda Tomcat'ler Backfire'lara doğru yarışıyordu. Sovyet bombardıman uçakları diklemesine


Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

yükseldi. Füze atacak hedef 'bulmak için radarlarını çalıştırdılar. Onlara refakat gemilerini bulup
batırmaları emredilmişti. Aradıklarını konvoydan otuz mi! ötede buldular. İki radar ekosu. Öndeki büyük
ekoya altı roket attılar. Gerideki daha küçüğüne ise dört.

STORNOWAY, İSKOÇYA

«Birkaç Backfire alayı baskın için havalandı. Kırk beş derece kuzey, doksan dokuz derece batı.» Toland
elindeki kırmızı teleks kâğıdına bakıyordu. Sonra pilota, «Hazır mısın?» diye sordu.

«Tabii hazırım!»

Odanın köşesindeki teleks çatırdamaya başladı. «Operasyon Doolittle başlasın.»

•379 —

«USS REUBEN JAMES»

«Vampir! Vampir! Füzeler geüyor!»

Morris, işte yine başlıyoruz, diye düşünerek telefonu açtı. «Köprü, ben komutan. Ayrılma manevrasını
yapın.»

İkinci komutan, «Ayrılma manevrası,» diye tekrarladı, «Makineler stop, tam yol tornistan.»

Reuben James çabucak hız kesti. Battleaxe de hızlanarak yoluna devam etti. Sonra da iskeleye doğru
döndü. Reuben James ise tekrar hızlandı ve sancağa doğru rota değiştirdi.

Yaklaşan AS-4 füzeleriyle bir tek işarete nişan alınmıştı. Ama şimdi iki işaret vardi ve bunlar
birbirlerinden uzaklaşı-yordu. Roketler ikiye ayrıldılar.

Morris görüntüyü dikkatle izliyordu. Battleaxe'le arasındaki uzaklık gitgide büyüyordu.

ESM operatörü, «Füzeler bizi izliyor,» dedi.

«Sancak alabanda, yüz seksen derece dön. Alüminyum CHAFF roketlerini atın.»

Dört roket geminin tam tepesinde patlayarak etrafa alüminyum parçacıkları saçtı. Böylece füzelerin
izlemesi için 'bir radar hedefi oluşturulurken firkateyn döndü. Geminin SAM avcısı yaklaşan füzelerden
ilkini yakalamaya hazırdı.

Silah subayı, «Tamam,» dedi.

Beyaza boyalı SM-1 füzelerinden ilki havaya fırladı. Aynı anda roketatar dönerek ikinci atışa geçti. Bunu
iki füze daha izledi.

O'Malley ilk dumanları gördüğü zaman, «Tamam,» diyerek güçlendirilmiş radarın düğmesine bastı.
«Balta, radarını durdur. Ve sola dön.» İki helikopter de hızlanarak çarpışma alanından uzaklaştı. Dört füze
birdenbire hedefsiz kalmıştı. Başka

— 380 —
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

hedefler aramak için batıya doğru gittiler. Ama bir şey bulamadılar.

Silah subayı, «Yakaladık,» diye bağırdı. İlk füze ekrandan kayboldu. Ama ikincisi hâlâ geliyordu. Onu
yakalaması için gönderilen roket hedefi bulamadı. Ondan sonraki de. Tekrar bir SAM avcısı atıldı.
Uzaklık altı mile inmişti. Beş. Dört. Üç.

«Hedef! Bir tek füze kaldı. Yana dönüyor. Alüminyum bulutunun peşinden gidiyor. Kıç tarafında.»

Füze Reuben James'ten iki bin metre geride suya dalarak patladı.

Galloway, «Modern çarpışmanın insanca yanı yok ama çok şiddetli oluyor,» diye fikrini açıkladı.

Morris arkasına yaslandı. «Evet. Öyle sanırım.» Mürettebata baktı. «Sizi kutlarım.»

Denizciler gülümsediler. Ama bu uzun sürmedi.

Taktik operasyon subayı başını kaldırdı. «Ruslar füzelerinin dörtte birini bize attılar, komutan. Gördüğüm
kadarıyla, altısı Tomcat'lere isabet etti. Geri kalanın çoğu da Bunker Hill gemisine. Üç şilep ve bir
firkateynin isabet aldıkları anlaşılıyor. Avcı uçakları dönüyor.» Kendini zorlayarak sakin sakin
konuşuyordu. «Backfire'ları vuramadıklarını bildiriyorlar.»

Morris, «Lanet olsun!» diye söylendi. Tuzak başarılı olamamıştı. Bunun nedenini de bilmiyordu.

Stornoway'dekilerin bunu pek başarılı bulduklarından haberi yoktu.

KUZEY ATLANTİK

Tomcat'ler izlanda'nın dağlarını gördükleri zaman birbirlerinden ayrıldılar. Radyoyla haberleşmemiş,


işaretlerle anlaşmışlardı. Radarların onlara erişemeyeceklerini biliyorlardı. Ko-

— 381 —

mutan Winters saatine baktı. Backfire'lar otuz dakika sonra orada olacaktı.

Backfire'ın pilotu yardımcısına, «Pek güzel bir ada bu,» dedi.

«Görünüşü güzel ama orada yaşamak isteyeceğimden pek emin değilim. Acaba kızlar söyledikleri kadar
güzel mi? İleride bir gün 'teknik bir arıza nedeniyle' oraya inmeliyiz.»

«Seni evlendirmemiz gerekiyor, Volodya.» Pilot radyosunu açtı. «Keflavik, burası Deniz Kartalı İki-altı.
Durumu bildirin.»

«Deniz Kartalı, sizin gruptan başka hiçbir işaret almıyoruz. Her şey normal.»

«Anlaşıldı. Tamam.» Backfire adanın ıssız orta bölgesinin üzerinden geçerek kuzeydoğuya doğru
ilerlemesini sürdürdü.

Pilot usulca, «Tamam,» dedi. «Saat bir yönünde ve alçaktan uçuyor.» Tomcat'in televizyon ekranında
Rus bombardıman uçağının tipik biçimi görülüyordu.

Arkada oturan subay dürbünle baktı ve ileride iki uçak daha olduğunu farketti. Tahmin edildiği gibi
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

kuzeydoğuya doğru gidiyorlardı. Winters saklanmak için bir buluta girdi. Görüş uzaklığı birkaç metreye
indi. Pilot, belki bir Backfire daha var, diye düşündü. Ve o da bulutların içinde uçmaktan hoşlanıyor.
Böyle bir şey operasyonu mahveder. Bir dakika sonra buluttan çıktı. Backfire'ların hepsinin uzaklaşmış
olmaları gerekirdi.

Arkadaki subay, «İşte,» dedi. «Saat üç yönünde birkaç uçak daha var.»

Pilot tekrar buluta dalarak on dakika kadar öyle ilerledi. Sonra, «Güneyimizde bir şey yok,» dedi. «Artık
uzaklaşmış ol-, maları gerekmez mi?»

«Evet. Bir bakalım.»

Dehşet dolu bir dakika sonra Winters, yoksa fazla uzaklaşmalarına izin mi verdim, diye kendine
soruyordu. TV sistemi gökyüzünü taramış, hiçbir şey 'bulamamıştı. Sabır, diyerek hızını arttırdı. Beş
dqkika sonra ekranda bir nokta belirdi. Sonra üç benek halini aldı. Pilot Backfire'ların kırk mil gerisinde
olduğunu saptadı. Güneş arkasında olduğu için Rusların onu farketmeleri olanaksızdı. Bir saat kadar böyle
uçtular.

Arkadaki subay, «Şimdi durum nazikleşiyor,» dedi. «İleride hava arama radarı var. Andoya'da sanırım.
Ama yine de yüz mil uzakta. Bizi iki, üç dakika sonra yakalayabilirler.»

«Çok güzel!» Hava arama radarı olan yerde, avcı uçakları da olurdu. «Yerlerini saptadın mı?»

«Evet.»

«Yayına başla.» Winters uçağını döndürerek denizin üzerinden uzaklaştı.

İki yüz mil ötede havada dolaşan bir İngiliz Nimrod'u işareti aldı ve bunu bir haberleşme uydusuna iletti.

«USS CHİCAGO»

Üç Amerikan denizaltısı Barent denizinin dibinde, Rus kıyılarının çok yakınında bekliyorlardı. Hepsine de
sanki yarı ömürlerini orado geçirmişler gibi geliyordu. Sonunda güneye inme emri geldi. McCafferty
rahatlayarak güldü. Üç İngiliz denizaltısı görevlerini yapmışlar, Rus-Norveç kıyılarında devriye gezen
Sovyet gemilerine torpillerle saldırmışlardı. Ruslar savunma hattını yarmak için ciddi bir saldırı olacağını
sanarak denizaltı avcılarını o tarafa yollamışlardı.

Böylece Chicago ve diğerleri için yol açılmıştı. Daha doğrusu öyle olduğunu umuyorlardı.

Denizaltılar yerlerini alırken McCafferty'nin elektronik teknisyenleri arka arkaya hesaplar yaptılar.
Füzelerini attıkları sırada tam bildirilen noktada olmaları gerekiyordu.

— 382 —

--383

Sonra Northwood onlara Zulu saatiyle 16.02'de saldırıya geçmelerini bildirdi.

Morris periskopla suyun yüzünü taradı. Görünürde hiçbir şey yoktu. Sonra, «ESM?» dedi.

Teknisyen, «Sürüyle radar işareti alıyorum, komutan,» diye cevap verdi. «On ayrı yayın kaynağı var.»
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Bildirilen an yaklaşıyordu.

«Ateşe hazır olun!»

Şalterler indirildi. Düğmelere basıldı. Baş tarafdaki on iki Tomahawk füzesinin hedef bulma sistemleri
çalışmaya başladı.

McCafferty, «Ateş!» diye emretti.

Arrtetis adlı firkateyn Sovyet Deniz Kuvvetlerinden değildi. Daha çok güvenlik operasyonlarıyla
ilgileniyordu. Bütün mürettebat KGB'dendi.

İlk Tomahawk füzesi saat 16.01'de sudan fırladı. Rus firkateyninden iki bin metre ötedeydi. Gözcü ancak
bir, iki saniye sonra tepki gösterebildi. Sanki midesinde kurşundan buz gibi bir gülle vardı şimdi.
«Komutan! Sancak tarafında füze!»

Komutan köprüye koşarak denizden fırlayan ikinci rokete hayretle baktı. Sonra da kaptan köşküne
daldı. «Savaş yerlerinizi alın! Telsiz kamerası! Filo üssüne 451/679 noktasında düşman füzeleri
görüldüğünü bildirin! Makineler tam yol ileri! Sancak on beş.»

Firkateynin dizel motorları homurdanmaya başladı.

Sonar astsubayı, «O da ne?» dedi. «Komutan, burası sonar. Sıfır-dokuz-sekiz kerterizinde bir hedef var.
Dizelli bir suüstü gemisi. Ve yakınımızda.»

«Periskop yukarı!» McCafferty Rus firkateyninin hızla döndüğünü gördü. «Ateşe hazırlanın! Satıhta
hedef! Kerteriz: Sıfır-dokuz-yedi. Kahretsin! Dönüyor. Kerteriz: Sekiz-dokuz-sıfır. Hız: Yirmi mil.»
Firkateyn füze atamayacakları kadar yakındı. Torpil

— 384 —

kullanmak zorundaydılar. «Periskopu indirin!» «Hazır! Torpil kovanları bir ve üç.» «Ateş bir! Ateş-üç!
Nereden çıktı bu gemi?» Füze teknisyeni, «Son kuşu da fırlattık,» diye haber verdi. «İskele alabanda.»

Ametist arkasından atılan füzeyi hiçbir zaman göremedi. Mürettebat savaş yerlerine koşuyorlardı.
Durumu anlamak için sonara ihtiyaçları yoktu. Denizaltının onlara ateş ettiğini biliyorlardı.

Komutan bağırdı. «Hazır olur olmaz oteş edin!»

Sovyet yüzbaşısı bir düğmeye bastı. On iki denizaltı avlama roketi fırladı.

Radyodan bir ses yükseldi. «Ametist! Mesajınızı tekrarlayın! Hangi füzeler? Ne tip füzeler?»

O sırada USS Providence denizaltısı son füzesini de atmıştı. Aynı anda firkateyn ona ateş etti. Komutan
denizaltının döndürülmesin! emretti. İki roket teknenin yakınında patladı ama ona bir zarar vermedi.
Sonuncu füze denizaltının yukarısında suya deldi. Bir saniye sonra da patladı.

Aynı anda Ametist firkateyninde sonar subayı kıçtan iki cismin yaklaştığını bildirdi. O sırada radyodan
hâlâ tiz sesler geliyordu.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

«İki balık da hedefe yakiaştı!»

'<Periskop yukarı!» McCafferty suyun yüzüne bakarken Ametist gözlerinin önünde havaya uçtu.
Komutan başkat düş-rnan gemisi olup olmadığını anlamak için etrafı taradı. «Tamam. Deniz bomboş.»

•385 —

F.: 25

«Bu fazla uzun sürmeyecek. O Provkfence'e ateş ediyordu, efendim.»


'

McCafferty periskopu hafifçe döndürdü. «Tamam! ProvKten-ce yüzeye çıkıyor. Tanrım!»

Denizaltının üst kısmı iyice hasar görmüştü. Komutan, «Sualtı telefonuyla Providence'le konuşmaya
çalışın,» diye emretti.

Altmış Tomahawk füzesi atılmıştı ve şimdi yere doğru dönüyorlardı. Sonra teker teker sağa doğru
dönerek rota değiştirdiler. Füzelerden biri kontrolden çıkarak yere çakıldı. Bir diğeri dönemedi ve güneye
doğru gitti. Diğerleri hedeflerine doğru ilerlediler.

DENİZ KARTAL] İKİ-ALTI

Son Backfire bombardıman uçağı inmek için havada dolaşıyor ve bekliyordu. Pilot yakıta baktı. Daha
otuz dakikalık yakıtı vardı. Acele etmesine hiç gerek yoktu.

Sonra kule, «Deniz Kartalı İki-A!tı,» dedi. «İnebilirsin.»

Pilot birdenbire, «O da nesi?» diye bağırdı. Alanda, önünde küçük beyaz bir cisim belirmişti.

İJk Tomahawk füzesi alana bombacıklar atmaya başlamıştı. On yedi Backfire alana inmişti bile.
Bunlardan onu ileride tankerlerden yakıt alıyordu. Diğerleriyse ikinci bir operasyona hazırlanıyorlardı.
Tomahawk bombacıklarmın hepsini de attıktan sonra yükseldi. Havada durakladı ve sonunda alana
düştü. Önce kalkışa hazır bir Backfire havaya uçtu.

[ki-Altı'nın pilotu yükseldi. Dehşetle gözlerinin önünde patlayan on bombardıman uçağına bakıyordu.
Dumanlar diğerlerinin de zarar gördüklerini açıklıyordu. Pilot kuzeye, diğer alana

— 386 —

doğru gitti. Ama oradan da dumanlar yükseliyordu.

Volodya, «On beş dakikalık yakıtımız kaldı,» diye uyardı. «Bize hemen inecek bir yer bulmalısın.»

Ama diğer iki alanda da durum aynıydı. Füzelerin hepsi de aynı zamanda dört hedefi vurmuştu.

«Afrikanda, ben Deniz Kartalı İki-Altı. Yakıtımız azaldı. Hemen inmemiz gerekiyor. Bize yer var mı?»

«Evet. Alan boş.»

«Pekâlâ. Geliyoruz. Tamam.» Pilot döndü. Voiodya'ya. «Neydi bu?» diye sordu.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

«USS CHİCAGO»

Provktence'in komutam telefonla, «Haberleşme mahvoldu,» diye bildirdi. «Atış kontrol sistemi de.
Gedikleri kapattık. Motorla bir şey olmadı. İlerleyebiliriz.»

«Tamam. Bekleyin.» Boston denizaltısı Chicago'nun yakınına gelmişti. McCafferty, «Todd,» dedi. «Ben
Danny. Ne diyorsun?»

«Yalnız başına gidemez. Diğerlerini gönderelim. Sen ve ben Providence's refakat edelim.»

«Tamam. Sen bir süre diğerleriyle git. Sonra buluşuruz.»

MOSKOVA, SSC3

Mikhail Sergetov, Politburo üyelerinin bembeyaz olan suratlarına baktı. Bir ara hepsi de füzelerin
hedeflerinin Moskova olduğunu sanmışlardı.

Parti Sekreteri, «Yoldaş Savunma Bakanı.» dedi. «Bize olanları anlatabilir misin?»

«Denizaltıiarın kuzeydeki bazı havaalanlarımıza Cruise fü-

— 387 —

zeleri attıkları anlaşılıyor. Amaçtan bizim Backfire bombardıman uçaklarından bazılarını ortadan
kaldırmak. Ne dereceye kadar başarılı olduklarını henüz bilmiyoruz.»

Pyotr Bromkovskiy, «Füzeleri nereden atmışlar?» diye sordu.

«Hurmansk'ın doğusundan. Kıyılarımızdan otuz kilometre öteden. Bir firkateyn füzelerin atıldığını görmüş
ve haber vermiş. Sonra sesi kesilmiş. Şimdi uçaklar onu arıyorlar.»

Bromkovskiy, «Harika!» diye 'bağırdı. «Onların burnumuzun dibine sokulmalarına nasıl izin verdin?»

«Kaçamayacaklar, Petya. Sana söz veriyorum.» Savunma Bakanının sesi heyecanlıydı.

Genel Sekreter öne doğru eğildi. «Böyle bir şeyin bir daha tekrarlanmamasına dikkat et.»

Batı Sl'de Çarpışma

— 388 —

MOSKOVA, SSCB

. KGB Boşkanı Boris Kosov, «Mikhail Eduardovich,» dedi. «Seninle gelebilir miyim? Arabam bozuldu
da.»

Sergetov'un kanı dondu sanki oma bir şey belli etmedi. O-nun gibi Leningrad'lt olan Kosov kısa boylu,
tıknaz bir adamdı. İstediği zaman neşeyle gülebilirdk

Arabaya bindikten sonra KGB'nin başı, «Seninle biraz do-faşalım mı, Mikhail Eduardovich,» dedi
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

gülümseyerek. «Belki konuşabiliriz.»

«Tabii, Boris Georgiyevich.» Sergetov şoförünü işaret etti. «Rahatça konuşabilirsin. Vitaty iyi bir
adamdır.»

Kosov, «Biliyorum.» diye cevap verdi. «On yıldan beri benim emrimde çalışıyor.» Şoförünün ensesinin
kıpkırmızı kesildiğini farkeden Bakan bu sözün doğru olduğunu anladı.

«Neden söz edeceğiz, yoldaş?»

«Mikhail Eduardovich, Amerikalıların havaalanlarınıtza sal-dırmakınnın önemini anlıyor musun?»

«Tabii üzücü bir gelişme bu ama...»

«Denizde birkaç NATO konvoyu var, yoldaş. Büyük bir konvoy birkaç gün önce New York'tan yota
çıktı. İki milyon ten hayati savaş malzemesi taşıyor. Bir Amerikan tümenini de Avrupa'

__oaa__

- \j\j& ^^

ya götürüyor. Bombardıman uçaklarımızın bir bölümünü uçurarak konvoyları ortadan kaldırma gücümüze
ağır bir darbe indirdiler. Ayrıca Sovyet topraklarına doğrudan doğruya saldırmak için yoiu da açmış
oldular.»

«Ama izlanda...»

«Etkisiz duruma getirildi.» Kosov, Keflavik'teki Sovyet ava uçaklarına olanları anlatü,

«Yani savaşın kötü gittiğini mi söylemek istiyorsun? O halde neden Almanya barış çağrısında bulunuyor?»

«Çok güzel bir soru.»

«Yoldaş, kuşkuların varsa bunu açıklayacağın kimse ben değilim.»

«Sana küçük bir hikâye anlatacağım. Ocak ayında bana by-pass ameliyatı yapıldığı zaman KGB'nin
kontrolü yardımcım Josef Lcrinov'a geçti. Küçük Josef le tanıştın mı?»

«Hayır. Politburo toplantılarında hiçbir zaman yer almadı.»

«İki hafta boyunca çok ağır hastaydım, iyileşmem de bir ay aldı. Savunma Konseyi üyeleri ise iyileşmeme
engel olmak istemediler. Onun için genç ve hırslı Josef ten KGB'nin istihbarat değerlendirme dosyasını
istediler. İşimizin niteliği ve geçmişte yapılan hatalar yüzünden bizde üç ayrı tim, değerlendirme üzerinde
çalışır. Üç dosya vardır: En iyi Olasılık, En Kötü Olasılık ve Normal Olasılıklar. Su adlardan dosyaların
nasıl şeyler oldukları anlaşılıyor değil mi? Politbüroya genellikle Normal OlasıJıklar dos yasını veririz. Ama
buna mclum nedenlerle diğer dosyalardan aldığımız bilgiyi de ekieriz.» •;

«Ve Josef ten değerlendirmeyi istedikleri zaman...» • •

«Evet. Genç Josef hırslı bir köpek. Gözü benim yerimde. Kuzuyu isteyen kürtün hırsıyla. Ve zekice
davranarak üç.raporu birden Savunma Konseyine götürdü; -Onların ne istediklerini sezer sezmez de
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

uygun dosyayı verdi.»

«Peki, yeniden işinin başına döndüğün zaman bu hatayı neden halletmedin?»

Kosov Bakana bakarak alayla güldü. «Misha, Misha, bazen öyle sevimli ve sof oluyorsun, ki! O köpeği
öldürmeliydim. Ama bu mümkün değildi. Josef'in sağlığı bozuk ama bunun farkında değil. Ve zaman da
uygun sayılmaz. KGB şu ara birkaç gruba ayrıldı. Bir grup Josef in kontrolünde. Benim grubum biraz
daha

— 390 —

Kalabalık. Ama durumu değiştirecek kadar değil. Genel Sekreter ve Savunma Bakanı Josef'ten yanalar.
Ben yaşlı, hasta bir ademim. Bana öyle söylediler. 'Savaş olmasaydı yerine çoktan başkasını geçirirdik,'
dediler.»

Sergetcv'un sesi yükseldi. «Ama Politbüroya yalan söyledi!»

«Ah, hiç de değil. Verdiği KGB dosyasının üzerinde benim ve bölüm şeflerimin adı vardı. Josef in aptal
olduğunu mu sanıyorsun?»

«Yani bana bütün bunların bir hata olduğunu mu söylemek istiyorsun.?»

Kosov. «Evet.» diye cevap verdi. «Petrol endüstrisi konusunda da yanlış karar verildi. Şansımız döndü.
Suç sende değil tabii. Buna Parîidekilerin korkularını ve yardımcımın hırsını, Savunma Bakanının kendini
beğenmişliğini ve Batının akılsızlığını ekle. İşte biz bu noktaya böyle geldik.» ; Sergetcv ihtiyatla, «Ne
yapmamız gerekiyor?» diye sordu.

«Hiç. Yalnız şunu unutma: Gelecek hafta savaşın kaderi bei-ii olacak.»

LANGLEY HAVA KUVVETLERİ ÜSSÜ, VIRGINIA

Binbaşı Nakamura alana inerken sevinçle, üç Badger bombardıman uçağını ve iki uyduyu düşürdüm, diye
düşünüyordu. Bunu yapan ilk kadın benim...

Komutan yardımcısı daha sonra, «İstihbarat Rusların bir RORSAT'ı daha yörüngeye oturtmaya
hazırlandığını bildirdi. Binbaşı Nakamura,» dedi. «Ama herhalde bunu yapmadan önce epey
düşünecekler.»

Kadın piiot, «Başka kuşlar da hazırlamışlar mı?» diye sordu.

«Evet, iki tanesinin üzerinde çalışıyorlar. Hafta sonund kadar onları tepemize dikebilirler. O zaman
kameralı keşif uydusunu düşürmek de sana düşer. Ama o zamana kadar asıl hedeflerin RORSAT'lar.»
General hafifçe gülümsedi. «Uçağının yanına beşinci yıldızı çizdirmeyi unutma, binbaşı.»

— 391 —

NORFOLK, VİRG1N5A

Konvoy nasıl oisa yoia çıkacaktı. RORSAT'm düşürülmesi işlerini biraz kolaylaştırmıştı, işte o kadar.
Altmıştan fazla gemi üç gruba ayrılarak deniz© açıldı.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

«USNS PREVAIL»

Geminin uzunluğu altmış metreden fazlaydı. Dalgalarla karşılaştığı zaman bir at gibi şaha kalkıyordu.
Mürettebat karışıktı. Deniz Kuvvetlerinden de sayılmazlardı, sivil de. Siviller gemiyi yönetiyor, denizcilerse
elektronik aygıtlarla ilgileniyorladt.

Prevail ve kardeş üç gemi Kuzey Atlantik'te dolaşıyordu. Prevail'deki harekât merkezinde bir oşinografi
timi, TV tipi ekranları izliyorlardı.

Astsubay bir sinyali gösterdi. «8u New York'tan gelen konvoy olmalı.»

Yanındaki teknisyen, «Evet,» drye cevap verdi. «Bu da onlarla karş-dcşmak isteyenler.»

«USS CHICAGO»

«Soner teması. Kerteriz: Üç-dört-altı.» McCcfferîy, buzula yedi yüz mü var, diye düşündü. Sonra da,
«Ne ver, astsubay'?» diye sordu.

«Dizelli bir gemi sanmm. Yakında. Ve ağır ağır ilerliyor.» Sonar astsubayı çok sakindi.

McCafferty İkinci komutana baktı. «Joe?»

«Sekiz bin metre uzaklıkta sanınm. Hızı dört mil;»

Komutan, çok yakın, dedi kendi kendine. Ama herhalde

— 392 —

henüz bizi duymadı. Sonra, «Onu vuralım!» diye emretti.

Mark-48 torpili kovandan çıktıktan sonra sola doğru döndü ve hedefe doğru gitmeye başladı. Chicago
atış yerinden ağır dğır uzaklaştı.

Sonar astsubayı birdenbire başını kaldırdı. «Torpili duydu! Hızlanıyor!»

Torpil de hızlandı. Foxtrot tipi gemi yakalandığını biliyordu. Komutanı hızı arttırarak sancak tarafına
döndü. O arada yaklaşan saldırgana karşı bir torpil attı. Sonra da balıktan kurtulma umuduyla derine
daldı.

Suiarm kaynaması Mark-48'i bir an şaşırttı. Ama sonra torpil hedefini tekrar buldu ve Foxtrot'u derinde
yakaladı.

Sonar astsubayı, «Attıkları torpil uzağımızdan geçecek.» diye bildirdi. «Tamam! Bizim torpil hedefi
vurdu!» Ses gemide gök gürültüsü gibi yankılandı.

Ancak Chîccgo'dakiler Rus komutanın her şey sona ermeden önce bir kurtarma şamandırası aîıverdiğini
fark etmediler. Şamandıra suyun yüzüne çıkarak durmadan mesaj vermeye başladı. Foxtrot'takilerin hepsi
ölmüştü. Ama kurtarma şamandırası filo üssündekilere nerede öldüklerini açıkladı. Birkaç denizaltı ve
suüstü gemisi o noktaya doğru yola çıktı.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

«USS REUBEN JAMES»

Seahawk helikopteri gemiden yirmi mil ileride havada daireler çiziyordu. Firkateynin pasif sonarında
farkettikleri bir hedefi arıyorlardı. Bu bir denizaltı olabilirdi.

«Tamam, Willy! At bakalım!»

Astsubay bir sonar şamandırası atmak için düğmeye bastı. Helikopter yoluna devam ediyordu. İki millik
aralarla dört şamandıra daha attılar. Böylece on millik bir engel oluştu. Sonra O'Malley havada daireler
çizerek denizi incelemeye başladı.

«Bir şey duyuyor musun, Willy?» \

«Henüz emin değilim, efendim. Bana bir, iki dakika izin verin.»

___ OQ-5 ,

—^ •J&'J -

«Pekâlâ.» Pilot göstergelere bir göz attı, sonra denizi taramayı sürdürdü.

«Komutan, dört numaradan zayıf bir işaret alıyorum.»

Yardımcı priot Ralston, «Bir mil,» diye haber verdi.

«Dört numaranın sinyalleri biraz güçlendi, efendim.»

«Romeo! Ben Çekiç. Burada bir şey bulduk sanmm. Dörtle beş arasına bir şamandıra daha indireceğim.
Willy, şimdi!» Altıncı sonar şamandhrası da denize atıldı.

Kontrolör, «Çekiç,» dedi. «Burası Romeo. Bize hedef o hattın kuzeyindeymiş gibi geldi.»

«Tamam. Ben de aynı fikirdeyim. Bir dakika sonra her şeyi anlarız.»

Willy, «Komuton,» diye seslendi. «Altı numaradan ses geliyor.»

«Romeo, ben Çekiç. Hedefin üzerine doğru dalıyorum.» O'Maliey hızı kesti. Willy sonarını denizin altmış
metre derinliğine indirdi. •

«Sonar teması, efendim. Denizaltı olabilir. Kerteriz: Üç -beş-sekiz.»

O'Maliey, «Sonarı çek,» diye emretti. Sonra bir mil kuzeye gitti. Sonar ikinci kez denize indirildi.

«Hedef! Kerteriz: Btr-yedi-beş. Çift uskur. Hız yaklaşık on mil.»

Pilot, «Onu yakaladık,» dedi.

Willy ekledi. «Kerteriz değişiyor. İskele tarafına dönüyor sanırım. Evet. iskeleye döndü.»

Ralston, «Acaba bizi mi duydu?» diye sordu.


Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

«Belki de konvoyu farketti ve yerini saptamak için dönüyor. Willy, sonarı çek. Romeo, ben Çekiç!
Manevra yapan bir hedef bulduk. Atış için izin istiyoruz.»

«Tamam, Çekiç. Atış izni verildi.»

Ralston ellerini düğmelerde dolaştırdı. «Torpil, birinci pozisyon.»

«İlk aramayı iki-elli derinliğe göre ayarla.» Ralston gerekeni yaptı. «O'Maliey, Willy, aktif sonar
aramasına hazır ol.» diye emretti.

«Hazırım, efendim. Hedef iki-sıfır-sıfır kerterizinde. Hızla sağdan sola dönüyor.»

«Onu vur!» O'Maüey sonarı açtı.

Willy, «Kesin temas,» dedi. «Kerteriz: Bir-sekiz-sekiz. Mesafe: Sekiz yüz metre.»

Ralston bu sayılan atış kontrol sistemine verdi.

Pilot düğmeye bastı. Bir Mark-46 torpili hızla aşağıya inerek denize daldı. «Torpil atıldı!»

Willy heyecanla bağırdı. «Yakaladı!» Torpil denizaltıya yaklaşırken sinyal gönderdi. Rus komutanı hızla
sancağa döndü «ama belik bu oyuna kanmayacak kadar yakındaydı.

Patlama gürültüsünün arasında Willy, «Vurdu!» diye bağırdı, ileride sular köpürerek havaya fışkırdı.

O'Maliey, «Eh...» ' dedi. «Romeo, onu öldürdük. Porsun'a boya fırçasını hazırlamasını söyleyin.»

İZLANDA

Köpek Kulübesi, «Tazı, hepiniz yemek yiyip dinlendiniz mi?» diye sordu.

«Öyle denilebilir.» Edwards da bu haberi .bekliyordu ama şimdi onlardan tehlikeli bir şey isteyeceklerini
düşünüyordu.

«Hvammsfjördur'un güney kıyısında keşfe çıkmanızı ve Rus faaliyeti görür görmez bize bildirmenizi
istiyoruz. Bizi özellikle Stykkisholmur kenti ilgilendiriyor. Sizin kırk mü batımzdaki küçük bir liman. Eskisi
gibi Ruslara gözükmemeniz, sadece gözlemeniz ve bildirmeniz emrediliyor.»

«Tamam. Ne kadar zamanımız var?»

«Bu soruna cevap veremeyeceğim, Tazı. Bilmiyorum. Ama hemen yola çıkmalısınız.»

«Pekâlâ. On dakika sonra buradan ayrılacağız. Tamam.» Edwards radyoyu çantasına yerleştirdi.
«Çocuklar, dağdaki bu güzel yerimizden ayrılmanın zamanı geldi. Çavuş Nichols?»

«Emredin, efendim.» Nichols'la Smith birarada yaklaştılar.

«Çavuş Nichols, sana yapacağımız şeyler hakkında bilgi verildi mi?» ; • , , ,. .


«Hayır, efendim. Bize grubumuza yardım etmemiz ve yeni emirleri beklememiz söylendi.»
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Edwards haritayı açarak batıya gidecekleri yoiu saptadı. «Çift çift gideceğiz. Çavuş Smith, sen yanına
yeni gelen dostlarımızdan birini a!. Nichols, sen Rodgers'la arkaya gözkulak ol. İkinizde de telsiz var.
Üçüncüsünü de ben alacağım. Geri kalanlar benimle birlikte gelecek. Gruplar birbirlerini gözden
kaybetmeyecekler. Mümkün olduğu kadar yüksek yamaçlardan ilerlemeye çalışacağız. İlk
karşılaşacağımız yol 'buradan on beş kilometre ötede. Bir şey görür görmez gizlenin ve bana haber verin.
Bize Ruslarla karşılaşmamamız emredildi. Kahramanlığa kalkışmayın. Tamam mı? iyi. On dakika sonra
yola çıkacağız.» Eşyalarını toplamaya başladı.

Vigdis, «Nereye gidiyoruz, Michael?» diye sordu.

«Stykkisholmur'a.»

«Ben de sizinle gelebilirim, değil mi?» Vigdis, Edwards'irr yanına oturdu. «Stykkisholmur'a vardığımız
zaman ne oiacak?»

Üsteğmen güldü. «Orasını bana söylemediler.»

«Neden sana bir şey söylemiyorlar?»

«Buna güvenlik deniliyor. Yani ne kadar az bilirsek^ bizim için o kadar iyi.»

Kız, «Bu aptalca bir şey,» dedi.

«Oraya ulaştıktan sonra normal bir hayat sürmeyi yeniden-düşünebiliriz sanırım.»

Vigdis'in yüzündeki ifade değişti. «Normal hayat nedir, Michael?»

Edwards, işte güzel bir soru, dedi kendi kendine. Ama bunu düşünecek halde değilim... Sonra kıza,
«Bakalım,» dedi.. «Göreceğiz.»

STENDHAL, DEMOKRATİK ALMANYA

Hamelrv ve Hannover çarpışmaları birbirine karışmıştı artık. İki saat önce NATO kuvvetleri batıya
çekilmişlerdi. Böylece hattı kısaltmış ve birlikleri toplamışlardı. Şimdi Sovyet birlikleri bir Alman
tuzağından korkarak ihtiyatla ilerliyordu. Başkomutan hqritamn üzerine eğilmiş, NATO'nun çekilme hare-

— 386 —

kâtının sonuçlarını çözümlemeye çalışıyordu.

Alekseyev, «Böylece en aşağı bir, hatta iki alaylarını yedeğe alabilecekler,» dedi.

Başkomutan, «Almanlar kaç defa isteyerek geri çekildiler?» diye sordu. «Bu işi istedikleri için yaptılar.
Hatları çok yayılmıştı. Asker sayısı azalmıştı.»

«Bizimki de öyle. Ş'rmdi ilerlememizin 'bedelini pahalı ödüyoruz.»

«Şimdiye kadar pahalı ödedik zaten! Şimdi başarısızlığa uğrarsak boşuna çabalamış oluruz. Pasha, bütün
gücümüzü toplayarak saldırmalıyız. Bütün bu kesim çökmeye hazır.»
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

«Yoldaş general, bence hiç de öyle değil. Bize canla başla karşı koyuyorlar. Almanların morali
kayıplarına rağmen hâlâ yüksek. Bizi fena ezdiler. Bunu da biliyorlar.» Alekseyev cepheden daha üç saat
önce dönmüştü.

«Harekâtı ön saflardan izlemek çok yararlı bir şey, Pasha. Ama bu insanın gentş tabloyu iyi görmesini de
engeller.»

Alekseyev kaşlarını çattı. 'Geniş tablo' genellikle bir hayaldi. Ve komutanı bunu ona kaç kez söylemişti.

«Bütün cephe boyunca saldırıya geçmeni istiyorum, Pasha.»

Alekseyev başkomutanı uyardı. «Bunu yapacak gücümüz yok. Ve böyle bir harekât sırasında fazla yakıt
da harcarız.»

Başkomutan bağırdı. «Duraklamanın zamanı değil!» Alek-seyev'e karşı ilk olarak sesini yükseltiyordu.
«Bütün hat üzerinden saldıracağız! Düşmanın zaytf noktasını bularak yaracağız!»

«USS REUBEN JAMES»

O'Malley, «Hemen at!» diye bağırdı. Sekizinci sonar şamandırası da denize düşerken pilot helikopteri
döndürdü ve doğuya doğru gitti.

O'Malley üç saat boyunca didinip durmuş, çok da yorulmuştu. Aşağıda bir denizaltı olduğunu biliyordu
ama onu bir

— 397 —

türlü kıstıramamıştı. Çekiç de aynı durumdaydı. Ama onun izlediği denizaltı dönmüş ve Battleaxe'e doğru
bir torpil atmışti. Neyse ki, hedefi bulmamıştı bu.

«indir.» Helikopter bir dakika havada bekledi. Yine bir sinyal alamadılar. «Hedef galiba güneye doğru
gidiyor. Willy, bir şey duydun mu?»

«Hayır, komutanım.»

«Sonarı çekmeye hazır ol.» Helikopter bir dakika sonra tekrar ilerledi. Ondan sonraki yirmi dakika
içinde sonarı altı kez daha indirdiler.

Sonunda astsubay, «İki yüz kırk metre derinlik,» dedi. «Ga-iiba bir ses alıyorum, efendim. Kerteriz:
Bir-sekiz-beş.»

«Sonarı yukarı çek.» O'Malley helikopteri üç bin metre güneye doğru götürdü. Artık kırk dakikalık yakıtı
kalmıştı. Hedefi çabuk yakalaması gerekiyordu.

«Komutanım, hedef kuzeyimizde. Kerteriz: Sıfır-bir-üç. Yön değişiyor. Şimdi sıfır-bir-beş.»

«Atışa hazırlan!» Artık otuz dakikalık yakıtları vardı. Şimdi zaman onların düşmanıydı. Ralston düğmelere
bastı.

«Willy! Durum nasıl?»


Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

«Sıfır-'bir-dokuz, Mesafe dokuz yüz metre.»

Ralston gerekli ayarlamaları yaptı. O'Malley düğmeye basarak torpili attı. Sonra da dikkatle dinlemeye
'başladı. Nükleer denizaltı aşağıda telaşla manevra yapıyor, dönmeye çalışıyordu.

Willy, «Şimdi ikisi de aynı yöndeler,» diye haber verdi. «Balık onu yakaladı!»

Arna denizaltı batmadı. Kaçan havanın gürültüsünü duydular. Sonra denizaltı kuzeye doğru gitti.
Yavaşlarken de sesler kesildi.

«Çekiç, burası Romeo. Ne oldu?»

«Hedefi vurduk ama batıramadık. Yakıt almaya geliyoruz. Beş dakika sonra oradayız.»

«Tamam, Çekiç. Hazır olacağız. Rusun üzerine bir helikopter daha yolluyoruz. Senin Balta'ya katılmanı
istiyoruz.»

Dört saat sonra Reuben Jomes'e inmek O'Malley'in hoşuna gitti. Helikoptere hemen yakıt verdiler. Artık
yine dört saat havada kalabilecekti. Seahawk tekrar havalandı.

— 398 —

«Bravo, burası Çekiç. Nereye gelmemizi istiyorsunuz? Tamam, a

«Çekiç, ben Bravo. Bir-üç-sıfır yönünden gel. Balta seni orada bekliyor.»

«Hemen gidiyorum.» O'Malley, Reuben James'in yanındaa dolaşarak güneydoğuya doğru gitti.

«Çekiç, burası Romeo. Sims'in gemisinin helikopteri şerrin adına o denizaltının işini bitirdi. Komutan
operasyonu başarılı buldu ve bizi kutladı. Tamam.»

«Komutana teşekkür ettiğimizi bildir... Bravo, ben Çekiç. Şimdi neyin peşindeyiz? Tamam.»

İngiliz Battleaxe gemisinin komutanı Perrin, «Bizim hedefin çift uskurlu bir denizaltı olduğunu sanıyorduk,
Çekiç,» dedi. «Ama artık bundan pek emin değiliz. Hedefe üç torpil attık. Hepsi de yerini buldu. Onun
bize attığı torpil zamanından önce gerilerde patladı.»

«Torpil size ne kadar yakındı?»

«Elli metre.»

Pilot, vay çanına, dedi içinden. «Pekâlâ. Balta'yı görüyorum. Bravo, bu sizin oyununuz. Şimdi ne
yapmamı istiyorsunuz?»

Ralston, «Biz neyin peşindeyiz, komutan?» diye sordu.

«Bir füze denizaltısına ne dersin?»

Yardımcı pilot itiraz etti. «Ama Ruslarda o denizaltılardan bir tane var.»

«Bu gemiyi müze için sakladıkları anlamına gelmez ki...»


Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Şimdi iki helikoptere başka bir gemiden kalkan bir üçüncüsü de katılmıştı. Sonar şamandıralarıyla Rus
denizaltısmı arıyorlardı.

O'Malley, «Amma da soğukkanlı,» diye homurdandı. «İzinde olduğumuzu biliyor ama yine de kaçmıyor.
Bizi yeneceğinden emin.»

Willy, «Dört saat uğraştık ama hâlâ ele geçiremedik,» diye hatırlattı.

— 383 —

«Kumarda en önemli nokta nedir biliyor musun? Oyundan ne zaman çekilmen gerektiğini bilmen.»

Komutan Perrin, «Şimdi üç şamandıradan ses geliyor,» dedi. «Çekiç yerini alıyor.»

O'Malley üç mil ötedeki çakıp sönen kırmızı ışıklara baktı. Balta yön bulan iki DIFAR şamandırası
atarak bekledi. O'Mal-ley'in ekranı aydınlandı. Hedef iki DIFAR'ın arasından geçti.

Balta, «Torpil!» dedi. Siyaha boyalı bir Stingray gölge gibi denize daldı. Yaklaşan denizaltının yanm mil
önündeydi. O'Malley dinlemek için kendi şamandırasını indirdi.

Birdenbire hızlanarak dönen denizaltının pervanelerinin gürültüsünü duydular. Sonra denizaltı balığı
şaşırtmak için biraz daldı ama bu manevranın yararı olmadı. Torpil müthiş bir gürültüyle patladı.

Balta, «Tam hedef!» dedi.

Willy birdenbire, «Denizaltı yüzeye çıkıyor,» diye haber verdi.

«Hazır ol! Willy, onu yakala.»

«Mesafe: Dört yüz metre. Kerteriz: Bir-altı-üç.»

Ralston, «Hazır,» diye bildirdi.

O'Malley torpilini hemen attı. «Şamandırayı çek!.. Bravo, torpil hedefi öldürmedi. Bir torpil daha attık.»

Ralston, «Belki mürettebatı kurtarmak için yüzeye çıkıyor,» dedi.

«Ama füzelerini atmak için de çıkıyor olabilir. Fırsat bulmuşken kaçmalıydı Ben öyle yapardım.»

İkinci torpil denizaltıyı batırdı. O'Malley hemen Reuben James'e döndü. Helikopterin indirilmesi işini
Ralston'a bıraktı. Bitkin haldeydi. Helikopterin tekerlekleri zincirlenir zincirlenmez güverteye atladı. Morris
onu hangarların arasındaki koridorda karşıladı.

«Çok başarılı oldun, Jerry.»

«Teşekkür ederim, komutan.» O'Malley miğferini helikopterde bırakmıştı. Saçları terden yapışmıştı.
Gözleri saatlerce denizi araştırmaktan yanıyordu.

Morris, «Böyle bir günde terle kaç kilo veriyorsun?» diye sordu.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

— 400 —

«Bir hayli. Biliyor musunuz, on yıldan beri helikopterlere daha büyük torpil verilmesi gerektiğini söyleyip
duruyorum. Belki lojistiktekiler artık beni dinlerler.»

«Başkomutan sana nişan verilmesini önerecek. Bu üçüncü olacak sanırım.»

O'Malley düşündü. Evet, ilk ikisini kurtarma operasyonu nedeniyle almıştı, insanları öldürdüğü için değil.

•401

F.: 26

37

Sakatların Yarısı

STENDHAL, DEMOKRATİK ALMANYA

Sabahın ikisi olmuştu. Bütün çabalarına karşın saldırı yine de dört saat sonra 'başlayacaktı. Alekseyev
üstünde müttefik kuvvetlerin simgeleri ve düşman kuvvetleriyle ilgili tahminler bulunan haritaya baktı.

Batı Cephesi Başkomutanı, «Surat asma, Pasha,» dedi. «Bizim çok fazla yakıt kullandığımızı
düşündüğünü biliyorum. Ama bu sayede onların kalan savaş stoklarını yok edeceğiz.»

«Onlar da yeniden stok yapabilirler ama.»

«Saçma. Aldığımız gizli raporlarda konvoylarının ağır hasar gördüğü belirtilmişti. Şimdi çok büyük bir
nakliyat ayarladılar. Ama Deniz Kuvvetlerimiz buna karşı elindeki bütün güçler» göndereceğini söyledi.
Zaten onların malzemesi çok geç gelecektir.»

Alekseyev amirinin haklı olabileceğini düşünüyordu. Ne de olsa bu adam başarılı meslek yaşamı
sayesinde bu rütbeyi elde etmişti. Yine de... «Nerede olmamı istiyorsun?»

«Yedek tank birlikleri karargâhına git. Cepheye daha fazla yaklaşmanı istemiyorum.»

Alekseyev bu durumun tuhaf olduğunu düşündü. İlk 20. Muhafız Tank Birliği sözümona hemen harekete
geçebilecek bir kuvvetti. Bu daha sonra iki ve üç tümene çıkarılmıştı. Za-

— 402 —

manla bu birliklerin hiç kullanılmayacağı kanısına varılmıştı. Şimdi saldırıyı destekleyecek olan yedek
kuvvetler cepheden çok gerideydi. Onların uygun noktaya ulaşmaları için saatler gerekliydi. NATO
kuvvetleri de gerektiğinde yarma harekâtını başarıyla uygulayarak kendi açıklarını kapatmakta usta
olduklarını göstermişti. Aiekseyev kafasındaki bu düşünceyi de diğerleri gibi kovarak başkomutanlıktan
ayrıldı. Sergetov'u da yanma alarak onları yine batıya götürecek bir helikopter buldu. Her zamanki gibi
refakatçi avcı uçakları pistte bekliyordu.

NATO hava kontrol subayları Stendhal'den kalkan tek helikoptere avcı uçaklarının refakat ettiklerini
daha önce de görmüşlerdi. Ama bu konuda bir şey yapacak uygun kuvvetleri yoktu. Ancak bu kez
durum farklıydı. Rhein üstündeki bir AWACS kontrol uçağı helikopterin refakatçi üç MiG'le havalandığını
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

farketmişti. Tümen kontrolörü bir çift F-4 Fantom'un Güney Berlin'deki bir karşı hava akınından
döndüğünü de biliyordu. Onları hemen kuzeye yolladı. Uçaklar Rus MtG'lerinin rotasını izleyerek güvenli
bir biçimde ilerlediler ve radar kontrolünden kaçmayı basardılar.

Alekseyev'le Sergetov Mİ-24 avcı helikopterinin arka tarafında oturuyorlardı. Aslında burada savaşa
hazır sekiz piyade için yer vardı. Onun için ikisi de uzanacak yer bulmuştu. Sergetov kestiriyordu. Onlara
refakat eden MiG'ler bin metre yukarıdan uçuyor, durmadan daireler çizerek alçaktan uçan NATO
avcılarını araştırıyorlardı.

AWACS, «Altı mil,» diye haber verdi.

Bir Fantom ortaya çıkarak radarıyla iki MiG'i yakaladı ve iki Sparrow füzesi attı. Diğeri de helikoptere
iki Sidewinder gönderdi.

— 403-

MiG'lerden biri hemen pike yaparak kendinr kurtardı. Pilot telsizle tehlikeyi haber verirken uçak havada
patladı. Aleksiyev yukarıdan gelen parlak ışığa hayretle bakarak gözlerini kırpıştırdı. Sonra helikopter
iskele tarafına doğru dönerek taş gibi yere inerken emniyet kemerini yakaladı. Ağaçların arasına
girerlerken. Sidewinder helikopterin kuyruğundaki pervaneyi götürdü. Sergetov uyanarak korku ve
hayretle bağırdı. Helikopter son on beş metreyi ağaçların arasında sarsıla sarsıla alarak yere indi. Ana
pervane birden parçalandı, soldaki kapı plastikten yapılmış gibi yerinden fırladı. Alekseyev, Sergetov'u da
sürükleyerek kapının ardı sıra aracı terk etti. İçgüdüsü sayesinde bir kez daha kurtulmuştu. İki subay yirmi
metre kadar uzaklaştıkları sırada yakıt depoları da patladı. İkisi de batıya dönüp güvene kavuşan
Fantom'ları görmemişlerdi.

General, «Yaralandın mı, Vanya?» diye sordu.

«Altıma kaçırmadım. Demek yıllanmış bir savaşçıyım.» Bu şaka bir işe yaramadı. Genç adamın sesi de
elleri gibi titriyordu. «Biz ne cehennemdeyiz şimdi?»

«Bu harika bir soru.» Alekseyev etrafına bakındı. Işık görmeyi umuyordu ama bütün ülkede karartma
vardı ve Sovyet kuvvetleri karayollarında far yakmanın bedelini ağır ödemişlerdi. «Bir yol bulmalıyız. En
iyisi şimdilik güneye doğru gidelim.»

«Güney nerede?»

«Kuzeyin karşı tarafında. Burası kuzey.» General bir yıldızı işaret etti. Sonra dönüp başkasını seçti. «Bu
bize yol gösterir.»

SEVEROMORSK, SSCB

Amiral Yuri Novikov çarpışmayı, ana donanma üssünden birkaç kilometre ötedeki yeraltı karargâhından
izliyordu. En ö-nemli uzun menzil silahı Backfire bombardıman uçaklarını kaybetmek onu sinirlendirmişti.
Ama Poiitbüronun füze saldırısı karşısındaki tepkisi onu büsbütün şaşırtıyordu. Politikacılar nedense aynı
bölgede bir roket saldırısının olası olduğuna inanmışlardı. Bütün tartışmalara karşın da fikirlerini
değiştirmemişlerdi. Oy- | sa Amerikalılar değerli roketatar denizaltılarmm bu sularda sı-

— 404 —

3<ışıp kaima tehlikesini göze almazlardı. Amiral kendi kendine hcmurciamp duruyordu. Amerikalılar hızlı
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

saldırı gemilerinden yararlanacaklardı. Bundan emindi. Oysa kendisi Amerikalıların kaçmasını önlemek
için filonun yansıyla oniarı kovalamak zorunda bırakiiiyordu. Böyle tehlikeye atacak fazla gemisi yoktu.

Sovyet Kuzey Filosu Başkomutanı o ana dek başarıiı olmuştu, izlanda'yı ele geçirme operasyonu
başarıyla yürümüştü. Sov-yeüer'in en kusursuz saldırışıydı! Ertesi gün de bir uçak gemi-siyie refakatçilerini
ortadan kaldırmıştı. Komutanın yönetimindeki kuvvetler için eşsiz bir başarıydı bu. Füze aîan uçaklarla
desteklenen denizaltılar! konvoylara karşı kullanma planı işe yaramıştı. Önce uçaklarla refakat gemilerini
ortaaan kaldırma kararı İSCL beîii olmuştu. O zamana kadar denizaltı kaybı fazlaydı ama bunu da
beklemişti zaten. NATO donanmaları kuşaklardır denizaltı savaşı manevraları yapmaktaydı. Onun için
kayıplar doğaldı. Novikov hata yaptığını da kendi kendine itiraf ediyordu. Daha önce refakat gemilerine
saldırması gerekirdi ama Moskova önce şileplerin yok edilmesini istemişti.

Ancak durum değişiyordu artık. Destek atışı yapan uçaklarını yitirmiş ve bu yüzden NATO kuvvetlerine
karşı denizaltıiarını yollamak zorunda kalmıştı. Dolayısıyla kaybı fazlaydı. Bear avcı uçaklarının çoğu da
düşürülmüştü. Novikov öfkeyle, bu Tanrının belası savaşın çoktan bitmiş olması gerekirdi, d[ye düşündü.

Yaveri, «Yoldaş amiral, uydu fotoğrafları geldi,» diyerek deri bir çanta uzattı. Donanma istihbarat şefi de
birkaç dakika sonra yanında fotoğraf uzmanıyla geldi. Resimler masaya yayıldı.

Uzman, «İşte şurada bir sorunumuz var,» diye açıkladı. No-vikov'un bu sözlere ihtiyacı yoktu.
Virginia'nın Little Creek'deki rıhtımları bomboştu. Amerikalıların amfibi güçleri bir deniz piyade tümeniyie
yola çıkmıştı.

İstihbarat şefi, «Nimitz hâlâ Southampton'da,» diye bildirdi. «Limana girdiğinde yana yatık durumdaymış
ve orada onarım görebileceği kadar büyük bir kuru havuz da yok. Şimdilik limana bağlı ve bir yere
gidecek durumda değil. Geriye Amerikalıların üç uçak gemisi kalıyor... Cora! Sea, America ve
Independence. Saratoga konvoyları korumakla görevli şimdi. Atlantik Donanmasının kalan uçak gemileri
de Hint Okyanusunda.»

— 405 —

Novikov, Hint Denizindeki kuvvetler için durumun hiç de fç<- I açıcı olmadığını düşündü. Ama bu onun
sorunu değildi. Yeterin- " ce derdi vardı. Donanmanın yarısını geri çekilen denizaltılanm peşinden
göndermesi de durumu büsbütün güçleştirmişti.

NORTHWOOD, İNGİLTERE

Toland, «Merhoba, amiral,» dedi.

Beaîtie eskisinden iyi görünüyordu. Duvarı kaplayan haritanın önünde dimdik duruyor, gözleri pırıl pırıl
parlıyordu. «İskoç-ya'a'a durumlar nasıl, yarbay?»

«İyi sayılır, efendim. Son iki saldırı püskürtüldü. Acaba Do~ olittle'dakf gemilerin nasıl olduğunu sorabilir
miyim? Gemilerden biri... Chicago arkadaşım Dan McCafferty'nin komutasında da.»

«Chicago ve diğerleri konvoyu koruyor/Bizimkiler Doğu Ba-rents'de kıyameti koparıyorlarmış.


Sovyetlerin onların peşinden hatırı sayılır bir kuvvet yolladıklarını sanıyoruz. Neyse, Back-fire'lan üslerine
kadar izlememiz için gönderdiğiniz teleks nedeniyle sizi buraya çağırttım. Size teşekkür etmek istiyordum.
Bu fikir çok işimize yaradı. Yedeksiniz sanırım. Donanma sizi naşı! bıraktı?»

«Destroyerimi bir kum tepesine oturtmuştum, efendim.»


Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

«Anlıyorum. Ne iyi ki, bu hatanızı onardınız, yarbay.» Beattie elini uzattı.

WACHERSLEBEN, DEMOKRATİK ALMANYA

Alekseyev, «Tanrının belası, kamyonu durdur!» diye 'bağırdî-Yolun ortasma çıkmış, kendisini ezmesini
bekler gibi kamyona bakıyordu. Taşıt durunca da sürücü yerine yaklaştı.

Onbaşı, «Sen kimsin be?» diye sordu.

«Ben General Alekseyev'im.» Sesi sakindi. «Sen kimsin, yoldaş?»

— 406 —

Asker generalin omzundaki yıldızları görünce ağzı açık kalmıştı. Güçlükle konuşabildi. «Ben Onbaşı
Vladimir İvan Maryak-îıin'im.»

«Şimdi emerlerimi dinleyecek ve yaverimle beni ilk trafik kontrol noktasına götüreceksin. Haydi kımılda.»

BRÜKSEL, BELÇiKA

«Bu büyük bir saldırı, komutanım. Seksen kilometre kadar geniş bir cepheden hareket ettiler.»

Müttefik Avrupa Cepheleri Başkomutanı ifadesiz bir tavırla haritaya baktı. Bunu beklememiş
sayılmazlardı. İstihbarat servisi on iki saat önce bunu bildirmişti. Bu mevkide kullanabileceği yedek dört
tugay vardı. Kendi kendine konuşur gibi sordu. «Onlara fazla zarar verdik mi?» İstihbarat subayları
düşman kuvvetlerinin uğradığı zararı saptamak için geceli gündüzlü çalışıyorlardı. Her gece ona rapor
veriliyordu. Beş gün önce cephede (B) sınıfı yedekler belirmişti. Bu da şaşılacak bir durumdu. Sovyetler'in
Güney Ukrayna'da en az altı (A) sınıfı yedek tümeni olduğunu biliyordu. Ama onların hareket ettiğine dair
bir belirti yoktu. Neden o kuvvetleri Alman cephesine göndermiyorlardı? Ama bu durumdan yakındığı
yoktu. O iki kolordu kendi cephesini tümüyle yarmaya yeterdi. «Karşı saldırı için uygun yer neresi
oJa-bilir?»

«Springe'de iki Alman tank tümeni var, komutanım. Saldıran Rus kuvvetleri şimdilik hafif silahlı iki
tümenden oluşuyor. Almanlar onlardan on kilometre uzaktalar. İki gün önce cepheden çekilmişlerdi. Pek
dinlenmiş sayılmazlar ve...»

Başkomutan subayının sözünü kesti. «Tamam. Hemen harekete geçsinler.»

FÖLZİEHAUSEN, FEDERAL ALMANYA

Beregoyov, «Bana öldüğünü söylemişlerdi,» dedi.

«Hayır, bu kez küçük bir yara bile almadım. Ama Vanya bu

— 407 —

yüzden derin uykusundan uyandı. Saldın nasıl gidiyor?»

«Başlangıç umut verici. Şurada altı kilometre ilerledik. Sprmge'de de öyle. Yarma kadar Hannover'i
kuşatabiliriz sanırım.»
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Alekseyev komutanının haklı olabileceğini düşündü. Belki de NATO hatları çok zayıflamıştı ve bu yüzden
geri çekiliyorlardı.

«Yoldaş general.» Gelen istihbarat subayıydı. «Eldagsen'de-ki Alman tanklarıyla ilgili raporu getirdim.
Oradaki radyo birden sustu.»

«Eldagsen hangi cehennemde?»

Beregovoy haritaya baktı. «Cepheden tam on kilometre geride. O rapor doğrulanmalı!»

Birden ayaklarının altında yer sarsıldı, bunu jet motorlarının Ve atılan roketlerin homurtusu izledi.

İrtibat subayı, «Telsiz istasyonunu bombaladılar,» diye haber verdi.

Alekseyev bağırdı. «Yedek aygıta geç!»

«Bu yedekti zaten. Asıl telsizi dün gece bombaladılar.» Beregovoy sakindi. «Şimdi yeni bir telsiz
yapmaya çalışıyorlar. Onun için burada ne varsa onu kullanıyoruz.»

Alekseyev, «Olmaz,» dedi. «Bunu yapacaksak hareket halinde olmalıyız.»

«Ama o zaman koordinasyonumuz iyi olamaz ve pek haber alamayız.»

«Ölürsen hiç haber alamazsın.»

«USS CHİCAGO»

Kıyamet kopuyordu. McCafferty bunun bir karabasana benzediğini düşündü. Ancak insan karabasan
görüp uyanırdı. En az üç Bear F tepelerindeydi ve durmadan sonar şamandırası atıyorlardı, iki Krivak tipi
firkateyn ve altı Grisha devriye gemisi sonarda belirmişti. Victor II tipi bir denizaltı da partiye katılmaya
karar vermişti.

Chicago durumu birazcık olsun değiştirmeyi başarmıştı. Son

birkaç saat içinde başarılı bir iş yaparak Victor ve bir Grisha'yı bgttrrmş, bir Krivak'rda yaralamışlardı.
Ama durum kötüye gi-djybfdu. Rusiar durmadan Chicago'ya saldırıyorlar ve artık ge-Hiidekîİer onları
uzakta tutmayı başaramıyorlardı. Victor'u bu-iup botırdtklorı sırada suüstü gemileri beş mil kadar yakına
gelmişti. Chicago karşı saldırıya devam edebildiği sürece avantajlı sayiiırdi,

McCafferty, Bosîon gemisinden Todd Simms'le konuşmak istiyordu. Böylece birlikte Hareket
edebilirlerdi. Ama bunu yapamıyordu, çünkü denizaltı telefonuyla o kadar uzağa erişilemi-yordu. Telsizle
temas kurmaya kalkması da yararsızdı. Bunun için Boston'un yüzeye yakın ve antenini çıkarmış olması
gerekirdi. Oysa Todd'un derinlerde olduğundan emindi. Amerikan de-nizcltı konseptine göre her gemi tek
başına hareket ederdi. Sovyetler birlikte taktik uyguluyorlardı ama Amerikalılar hiç bu ihtiyacı
duymamışlardı. McCaîferty'nin yeni fikirlere ihtiyacı vardı şu anda. Kstaba göre şimdi manevra yapıp
saldıracak yer araması gerekiyordu. Oysa Chicago belirli bir noktada sabit kaimış-tı ve kardeş
gemilerden fazla uzaklaşamazdı. Ruslar orada bir yaralı olduğunu anladıkları an bir kurt sürüsü gibi
Prcvscence'e saldıracak ve onun işini bitireceklerdi. Onlan durdurması da mümkün olmayacaktı.
Sovyetler bir 688'i batırmak için küçük gemilerinden bazılarını seve seve feda ederdi.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

McCafferty, «Bir fikrin var mı, ikinci komutan?» diye sordu.

«Onîarm dostlarırnızdün uzak kalmaları için tek yol bir süre bizi kovalamaları bence.»

«Yani doğuya gidip o gruba kıçtan mı saldıralım?»

İkinci komutan, «Bu bir kumar,» diye itiraf etti. «Ama ne değil ki?»

«Öyleyse dalalım. Dibe yaklaşalım.»

Chicago güneydoğuya dönerek hızını on sekiz mile çıkardı. ikinci komutan gemiyi dipten on beş metre
kodor yukarıda tutuyordu. Kırk dakika kadar böyle yol aldılar. McCafferty Barent denizine ilk
yolculuğunu anımsıyordu. Bu civarda destroyerler batırılmıştı. Onlardan birine böyle on sekiz mille
giderken çarpmak korkunç olurdu.

McCafferty daha fazla dayanamayarak, «Makineler ağır yol ileri!» diye emir verdi. Sonra da fış subayına
döndü. «Gemiyi periskop düzeyine çıkar.»

— 409 —

Hava patlamak üzereydi. Batıdan yağmur ve fırtına geliyordu. Bu yüzden sonar da gücünün yüzde onunu
yitirecekti. Mo-Cafferty gidip periskoptan baktı. Bir Bear'in eğri kanatlarıyla pervanesini gördü. «Aşağıya
inin!» diye bağırdı. «Yüz yirmi metreye inin. Tam yoi ileri!»

Bear onları fark etmiş miydi? Dönüp -bir bomba atması ne kadar sürerdi?

«İskele tarafımızda torpili Torpido sıfır-bir-beş derecede.»

«Sancak on beş. Tam yol ilerH» McCafferty böylece torpili kıç tarafına almış oldu. Kafası durumu
otomatik olarak incelemeye başlamıştı. Rus ASW torpili... Kırk santim çapında... Hızı ortalama otuz altı
mil... Dokuz dakika yol olabiliyor. Biz... Biz yirmi beş mil yapıyoruz. Torpil peşimizde... Bir mil
gerimizdeyse arayı kapatmak için yedi dakikası var. Bize çarpabilir. Ama dakikada on mil hız
arttırdığımıza göre... Hayır, bize isabet edemez.

«Sakin olun, çocuklar. Bizi yakalayabileceğini sanmıyorum.»

Sonar subayı, «Torpil yaklaşıyor, komutanım,» diye haber verdi. «Kıçtan yüksek frekansta sesler
geliyor.» Denizaltı kıçtan gelen şiddetli bir patlama yüzünden sarsıldı.

«Sancak on. Tam yol ileri. Yeni rota iki-altı-beş. Duymuş olduğunuz ses Rus balığının dibe çarpmasıydı.
Sonar, bana bilgi vermeye başla.»

En yakındaki Sovyet gemileri dönmüş, Chicago'ya doğru geliyorlardı.

«Böylece onları bir süre dostlarımızdan uzak tutarız, ikinci komutan.» ,,

«Çok iyi.»

«Güneye doğru yol alalım. Bakalım bizi geçmelerini sağlayabilir miyiz. Ondan sonra da kendilerine neyle
karşı karşıya olduklarını hatırlatırız.» '.....
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

İZLANDA

Edwards, bu kayadan sağ kurtulursam Nebraska'ya yerleşeceğim, diye düsünüyordu.O eyaletin


üstünden pek çok kez

— 410 —

uçtuğunu anımsıyorau. urası göz ataoııaıgıne auzuu. Mma ız-londa öyle değildi. Bununla birlikte
Keflavik'den ayrıldıklarından beri daha rahat ilerliyorlardı. Edwards ve adamları deniz seviyesinden yüz
elli metre yukarıda, böylece sahil yolundan da en az iki..mil uzaktaydılar. Şimdiye dek beklenenlerin
dışında bir hareket görmemişlerdi. Hareket halindeki her araçta Ruslar olduğunu sanıyorlardı. Belki de bu
doğru değildi ama Rus askerleri pek çok sivilin arabasına el koymuştu. Kuzuları keçilerden ayırmak
olanaksızdı. Bu yüzden hepsi de keçi sayılıyordu şimdi.

«İyi dinlendin mi, çavuş?» Edwards ve grubu Smith'e yetişmişlerdi. Yarım mil ileride bir yol vardı. İki
gündür ilk kez bir yol görüyorlardı.

Smith işaret etti. «Şu doruğu gördünüz mü? Yirmi dakika önce oraya bir helikopter indi.»

«Harika.» Edwards haritasını açarak yere oturdu. «Tepe 106... Doksan iki metre yüksekliğinde.»
Tepeye yeniden göz attı. «İyi bir gözetleme yeri. Acaba bizi oradan görebilirler mi?»

«On ya da on bir mil. Bu duruma bağlı, komutan. Bana kalırsa oradan suyun iki yanım gözetliyorlar.
Akılları varsa kaya-Irkları da gözden kaçırmazlar.»

Edwards, «Orada kaç kişi olduğu konusunda fikrin var mı?» dedi.

«Bilemem. Belki de kimse yok. Belki de helikopter gelip birini aldı. Ama bu keşin değil. Belki bir manga,
belki de bir takım. Herhalde güçlü bir dürbün ve bir telsizleri vardır.»

«Peki oradan nasıl geçeceğiz?» Etraf açıktı ve sadece birkaç bodur ağaç görülüyordu.

«Bu iyi bir soru, komutan. Yolu dikkatle seçmek gerek. Yere sürünerek ilerlemeli. Yalnız bu haritada
dört mil kadar yakınlarında bir koy görülüyor. Bunun öbür yanından dolaşsak bile anayola çıkarız. Bu da
olamaz tabii.»

Çavuş Nichols yaklaştı. «Sorun nedir?» Smith durumu an-laürken Edwards da radyoyu açtı.

Köpek Kulübesi, «Demek sadece tepede olduklarını biliyorsun,» dedi. «Güçleri, silahları belli değil ha?»

«Öyle.»

«Kahretsin. O tepede olmanı istiyorduk. Oraya çıkmaya imkân yok mu?»


:

— 411 —

«Yok. Hem de hiç. intihar etmenin daha kolay yo-Harmı düşünebilirim. Durumu biraz düşüneyim. Yine
ararım.»

«Pekâlâ, bekleyeceğiz.»
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Edwards çavuşlarını yanına çağırdı ve birlikte haritaları incelemeye koyuldular. «Burada kaç kişi ötebilir
dersiniz?»

Nichols, «Rusların bu adada bir paraşütçü tugayı var,» dedi. Diğerleri de cabası. Yani on bin asker
diyebiliriz. Bütün adayı bölümü kolayca tarayabilir. Hatta karşı taraftaki Kefiavik'e ka-digerlerinde bir
piyade takımı bulunduracaktır. Ya da çevreyi gözetleyen topçular. Onlar sizin kuvvetlerinizi
araştıracaklardır. Bence iyi bir dürbünü olan bir adam koydan kuzeye kadar olan bölümü kolayca
tarayabilir. Hatta karşı taraftaki Kefiavik'e kadar olan bölgeyi de görebilir. Hem Ruslar uçaklar! da
araştıracaklardır. Tepeye rahatlıkla ulaşabiliriz, sonra da geceyi bekleriz. Burada ne kadar gece olursa
artık... Sonra onların altından geçmeye çalışırız... Biliyorsunuz güneş onların gözünü alacaktır.
Üsteğmenim, sizin deniz piyadeleri buraya çıkacaklar. Bizi de çevreyi gözetlememiz için yolladılar
sanırrm.»

«Pekâlâ. Önce teker teker yolu geçeceğiz. Sonra grup halinde ilerleyeceğiz. Sanırım sen haklısın, Qavus
Nichols. Şimdi biraz dinlenelim. Harekete geçtikten sonra uzun süre duramayacağız.» Saatine bir göz attı.
«Bir saat sonra yofa çıkacağız.» Kalkıp Vidgis'in yanına gitti.

«Ee, Michael şimdi ne yapacağız?» Edwards anlatınca, «Yani durumun tehlikeli olduğunu söylemek
istiyorsun,» dedi. «Sizinle gelmemi istemiyorsun.»

Evet derse onun kalbini kıracaktı ama hayır derse de... Kahretsin!

«Daha fazla acı çekmeni istemiyorum.»

«Seninle kalacağım, Michael. Senin yanında güvendeyim.»

SOUTHAMPTON, ENGLAND

Nlmte'in iskele tarafına doğru yatmasına neden olan suları boşaltmak birkaç saat aldı. Catcombe ve
Vecta adlı güçlü römorkörler onu ağır ağır çekerek Solent'e soktular. Geminin uçuş

— 412 —

güvertesi Vosper doklarında onarılmış, bu isde iki bin kişi çalışmıştı. Amerika'dan gönderilen yeni
donanım ve elektronik aygıtlar da yerlerine yerleştirilmişti. Ama bunlar Rusların yok ettiği donanım kadar
iyi sayılmazdı. Römorkörler gemiye Calshot Castle'a kadar refakat ettiler. Sonra Nimitz tek başına
güneye. Thorn kanalına gitti. Portsmouth'da onu yeni refakatçiler bekliyordu. Küçük konvoy güneye,
sonra batıya dönerek Manş denizine çıktı. Uçuş harekâtına hemen başlandı. İlk gelenler Corsair
bombardıman uçaklarıydı. Onu daha ağır Intruders ve denizaltı avcısı Viking'ler izledi. ABD uçak gemisi
Nimitz yine işinin başına dönmüştü.

«USS CHİCAGO»

«Ateş!» Üç saatlik korkunç çatışmanın yarım saniye süren sonucuydu bu. Denizaltından çıkan bir çift
torpil Barent denizinin karanlık sularında ilerliyordu.

Rus komutan Chicago'nun battığına inanmış ve firkateyninin geri kalan iki Grisha'yı yakından izlemesini
uygun bulmuştu. Üç gemi de sonarla denizin dibini tarıyordu. İşi bitmiş bir denizaltıyı arıyorlardı. Rus
komutan onların kuzeye ya da doğuya doğru gidebileceklerini düşünmüş ama güney yönü hiç aklına
gelmemişti. McCafferty denizaltıyı Rus firkateyninin açığından dolaştırarak yaklaşmış, torpillerini de
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

atmıştı.

«Hedefin rotasında bir değişiklik yok, komutanım.»

Birden kulakları sağır edecek kadar güçlü bir patlama teknede yankılandı.

McCafferty, «Periskop yukarı!» diye emir verdi. Sonra yaklaşıp baktı. «Başardık! Firkateynin belini
kırdık. Tamam...» Bu kez en yakındaki Grisha'ya baktı. «Tamam iki numaralı hedef dönüyor... İşte
makineleri çalıştırdı. Hızını arttırarak iskele tarafına dönüyor. Kaç dakikamız var?»

«Dört dakika kaldı, komutanım.» Bu zaman içinde Grisha tam yo! alarak torpidonun isabet alanından
çıkacaktı.

«Lanet olsun! Onu kaçıracağız. Periskopu indir. Buradan uzaklaşalım. Bu kez doğuya gideceğiz. Ygz
yirmi metre derin-

— 413 —

(iKie seyredeceğiz. Makineler yarım yol ileri. Yeni rota sfFır-beş-beş olacak.»

McCafferty harita masasına yaklaştı. «Dostlarımız neredeler dersiniz?»

«Tam şurada olmalılar, efendim. Yirmi, yirmi beş mil ötede.»

«Şansrmız yaver gitti doğrusu. Şimdi o denizaltılarm nerede olduklarını bilmek istiyorum. O Victor'u
gözden kaybettik. Geri kalanlar neredeler?» McCafferty iyi is gördüklerini düşünüyordu. Üç devriye
gemisi, büyük boy bir firkateyn ve bir denizciliyi batırmak küçümsenecek bir iş değildi. Ama görev henüz
bitmemişti. Providence'! kurtarana kadar da bitmeye- ;| çekti

38 Kayalıklar

— 414 —

İZLANDA

Yolculuğun ilk aşaması sekiz millik düz bir yoldu. Ama ancak harita üstünde düz sayılabilirdi. Etraf taş ve
kayalarla doluydu. Büyük kayaların gölgelerine sığınıyorlardı, bu yüzden de her adımda sağa sola
dönmeleri gerekiyordu. Böylece sekiz mil on altıya çıkmış oluyordu. Edwards gözetlenebilecek-lerinin
farkındaydı. Belki de Rusların çevreyi araştıran başka bir grubu vardı. Belki de dürbünlü bir Rus çavuşu
onların tüfeklerini ve sırt çantalarını farketmişti. Portatif telsizine uzanarak silahlı bir helikopter istemiş bile
olabilirdi. Yürüyüş yüzünden nabızları hızlı atıyordu. Korku çarpıntılarını daha da arttırıyor, yorgunlukları
da kendini hissettiriyordu.

İngiliz Çavuş Nichols becerikli ve sert bir lider olduğunu ortaya koydu. Grubun en yaşlı üyesi olan ye
bileği ağrıyan bu adamın gücüne şaşan Edwards, benden en az on yaş büyük, diye düşünüyordu. Üstelik
ben koşucuyum. Onunla başa çıkabilirim değil mi?

Sonunda arkasında dinlenebilecekleri bir kayalık buldu-tar. Kraliyet Deniz Piyadesi çavuşu, «İyi bir
yürüyüş oldu değil mi?» diye sordu. Hiç terlememişti.

Edwards ona baktı. «Bir şey kanıtlamaya mı çalışıyorsun, çavuş?»


Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

— 415 —

«Özür dilerim, üsteğmenim. Dostlarınız bana formda olduğunuzu söylediler.»

«Demek istediğin buysa şimdilik kalp krizi geçirmeyece-ğim. Peki ne yapacağız?»

«Güneş daha alçalana kadar, yani bir saat bekleyelim. Sonra yola devam ederiz. Dokuz milimiz kaldı.»

Aman Tanrım, dokuz mil! Edwards sakin gözükmeye çalıştı. «Bizi farketmeyeceklerînden emin misin?»

«Emin mi? Hayır, emin değilim, üsteğmenim. Bununla birlikte alacakaranlıkta etrafı seçmek güçtür, Gözler
parlak gökyüzünden karanlık toprağa alışmakta güçlük çeker.»

«Pekâlâ. Bizi buraya kadar getirdin. Ben şimdi gidip o küçük hanımla ilgileneceğim.»

Nicholas onun arkasından baktı. «O küçük hanımı görmeye 'benim de itirazım yok.»

Smith, «Söylediğin hiç de hoş değildi, Nichols,» diye mırıldandı. «Haydi sen de onun nasıl bir...»

Smith, «Ondan saygıyla söz et,» diye çıkıştı. «Zavallıcık çok çekmiş. Komutan da bir centilmen. Bunu
anlıyor musun? Evet, ben de onun muhallebi çocuğu olduğunu sanıyordum oma yanılmışım. Ayrıca Bayan
Vigdis çok iyi bir insan.»

Edwards kızı bir kayanın yanında kıvrılmış yatarken buldu. «Nasılsın?»

«Öldüm, Michael, Çok yorgunum.»

«Ben de öyle...» Vigdis'in yanına oturarak ayaklarını uzatırken kaslarının kemiklerden ayrılacağını sandı.
Kızın saçlarını okşayacak gücü zor buldu. Saçlar terden yapış yapıştı ama genç adamın bu tür şeyleri
farkedecek hali kalmamıştı.

Vigdis, «Yeni tepemize ulaştığımızda ne yapacaksın?» diye sordu.

«Orada iyi insanları bekleyeceğiz.»

«Gelecekler mi?» Sesi hafifçe değişmişti.

«Öyle sanıyorum.»

«O zaman ayrılıp gidecek misin?»

Edwards bir an durdu. Çekingenliğini yenmeye çalışıyordu. Sonra, «Sensiz gitmem,» diyebildi. «Yani
bence...»

«Evet. Michael...»

Edwards onun yanına uzandı. O onda Vigdis'i istediğini

— 416 —
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

anlayarak şaşırmıştı. O artık bir ırza geçme olayındaki kurbarıY ya da başka bir erkekten gebe kalan bir
kadın veya bambaşka bir uygarlıktan biri değildi. Onun inancı ve adlandıramadığı şeyleri karşısında
hayranlık duyuyordu. «Haklısın,» diye mırıldandı. «Seni seviyorum.» İkisi de önlerindeki yorucu görev için
dinlenirlerken kızın ellerini tuttu.

«USS CHİCAGO»

«Sanırım bu onlardan biri, komutanım. Providence olabilir. Yalnız maden parçaları birbirine vururmuş gibi
tuhaf sesler alıyorum.»

İki saatten beri hedefi arıyorlardı. Her rastladıkları bir hedef sayılabilirdi. Usulca yaklaşarak ses kaynağını
dinliyorlardı. Patlayan fırtına yüzünden sonar sistemleri bir hayli etkilenmişti. Hedefin sinsiliği de uzun süre
bir tanımlama yapmalarına olanak vermemişti. Ses aldıkları kaynak, kendi hedefini arayan bir Rus
denizaltısı olabilir miydi? Sonunda hasar görmüş teknenin hafif tıkırtıları gemiyi ele verdi. McÇafferty sekiz
mil hızla yaklaşmalarını emretti.

Providence sonar sistemini onarabilmiş miydi? McÇafferty onarmaya çalışacaklarından emindi. Sonar
onarılmışsa kıçtan usul usul yaklaşan bir denizaltıyı da farkedeceklerdi tabii. Acaba gelenin eski dostları
Chicago olduğunu mu düşünürlerdi, yoksa başka bir Victor III mü? İşte bu yüzden Amerikan
deniz-altılörmın subayları tek başlarına hareket etmeye alıştırılmışlardı. Birlikte yapılan harekâtlarda
bilinmeyen pek çok etken oluyordu.

Sovyetler'in suüstü gemilerini geride bırakmışlardı. McÇaf-ferty'nin vurup kaçma manevrası onları
aldatmıştı. Orada düşman gemisi bulunmaması iyiye işaretti, ama çevrede hiç gemi olmaması da
McÇafferty'i tedirgin etmekteydi. O anda belki de denizaltılara ayrılmış bir bölgeye girmişti ve denizaltılar
çok daha tehlikeli rakiplerdi. Bir süre önce Victor'u batırması sadece bir şans eseriydi. Sovyet komutanı
kendi avını ararken

— 417 —

R: 27

kıçını korumayı akıl edememişti. McCafferty bir daha böyle bir yanılgıyla karşılaşacağını da sanmıyordu.

McCafferty, «Mesafe?» diye sordu.

«Ortalama iki mil, komutanım.»

Bu tehlikeli sayılabilecek bir mesafeydi ama McCafferty daha yakına gitmek istiyordu. Kendi kendine
sabırlı olması gerektiğini söyledi. Denizaltıcılar için yaşam sürekli sabır demekti. Yirmi dakika sonra
Providence'in üç yüz metre açığın-daydılar. McCafferty yakın mesafe telefonunu açtı.

«Chicago, Providence'! arıyor.»

«Doğrusu bizi epey beklettin, Danny.»

«Todd nerede?»

«iki saat önce bir şeyin peşine düşüp batıya doğru gitti. Onu kaybettik. O yönden hiç ses gelmiyor.»

«Durumun nedir?»
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

«Kuyruk çalışıyor. Sonarımızın kalanı kaput. Torpil bölmesi kontrol sisteminin içindeki suda balık
avlayabiliriz. Kontrol odasındaki sızıntı devam ediyor. Ama doksan metrenin üstünde kalmak şartıyla
yaşayabiliriz.»

«Peki hızınız nasıl?»

«Sekiz mil yapmayı denedik. Ama dayanamayacağımızı anladık. Periskopumuz parçalandı. Azami hız altı
mil olabilir.»

«Tamam. Madem kuyruk çalışıyor, birkaç mil ötede buluşuruz. Beş mil diyelim.»

«Teşekkürler, Danny.»

McCafferty telefonu kapattı. «Sonar, sen bir şey alabiliyor musun?»

«Hayır, efendim. Çevremiz boş.»

«Pekâlâ. Yarım yol ileri.» Komutan bir yandan da, Boston hangi cehennemde acaba, diye düşünüyordu.

ikinci komutan, «Etrafın bu kadar sessiz olması tuhaf,» dedi.

«Bana şu durumu anlat. Paranoyak gibi davrandığımı biliyorum.» McCafferty güldü. «Tamam. İlerleyip
kuzeye doğru gideceğiz. Hızı arttırıp on beş dakika ilerleyeceğiz. On dakika hız keseceğiz. Providence'in
beş mil ilerisine geçene kadar böyle devam edeceğiz. Sonra altı mille yol alarak görevimizi sürdüreceğiz.
Ben gidip yatacağım. Beni iki saat sonra uyan-

— 418 —

dirin. Vardiyadakiler dışında herkes biraz dinlensin. Fazla çalıştık. İçimizden birinin bayılmasını
istemiyorum.» McCafferty giderken yarım kalmış sandviçini aldı. Kamarası sekiz adım ilerideydi. Oraya
varana kadar sandviçi yuttu.

Gözlerini kapar kapamaz başının üstündeki hoparlör ça-. lışmaya başlamış gibi geldi ona. Kalkıp
kamaradan çıkarken saatine baktı. Doksan dakika uyumuştu. Bununla yetinmesi gerekiyordu.

İkinci komutana, «Ne oldu?» diye sordu.

«İskele tarafımızda bir denizaltı olabilir. Yerini saptadık. Çok yakınımızda. Kim olduğunu henüz
açıklamadı.»

«Boston mu?»

«Olabilir.»

McCafferty, keşke Todd böyle çekip gitmeseydi, diye düşündü. Acaba Providtence'e gürültüye
aldırmadan en son hızla uzaklaşmasını söylemesi daha mı uygun olurdu? Bu düşüncelere yorgunluğun
neden olduğunu biliyordu. Yorgun insanlar yanlışlıklar, özellikle karar verirken hatalar yaparlardı. Oysa
komutanların bu tür yanılgıya düşmeye hakları yoktu. Sonar odasına girdi.

«Nasılsın, astsubay?»
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

«idare ediyoruz, komutan. Orada bir denizaltı olduğunu saptadık. Ama temas kurmak çok güç.»

«Boston birkaç saat önce batıya doğru gitmiş.»

«Belki de geri gelen odur, efendim. Tanrı biliyor ya, hiç sesi sedası çıkmıyor. Belki de Tango'dur,
komutanım. Durumu anlayacak kadar güçlü sinyal alamıyorum. Üzgünüm ama bilemiyorum, efendim.»
Astsubay kanlanmış gözlerini ovuşturarak derin bir soluk verdi.

«Ne zamandan beri dinlenmedin?»

«Onu hiç bilemiyorum, efendim.»

«Şu işi halledince gidip yatacaksın.»

Hedef arama subayı seslendi. «Denizaltı bin beş yüz metre uzağımızda, komutanım. Sanırım rotası doğu.»

Sonar operatörü de atıldı. «Bu da ne? Birincinin ardın-

— 419 —

dan ayrı bir sonar sinyali alıyorum. Hem bu ilk denizaltıyı izliyor.»

«Kim olduğunu anlamamız gerekiyor.»

«Elimde yeterli bilgi yok, komutan. İkisi de usul usul yaklaşıyorlar.»

McCafferty haritada rota çizen adamlara yaklaştı. «İlki Providence's ne kadar yakın?»

«Bin iki yüz metre kadar bir şey var aralarında. İskeleden yaklaşıyor.»

Komutan, «Öyleyse Providence'! ele geçirdi demektir,» diye mırıldandı.

Birden sonar operatörü bağırdı. «Öndeki denizaltı ikinciye (bir torpil yolladı!»

McCafferty, «İskele on beş,» diye emir verdi.

«Torpil suda. İki-dört-dokuz derecede!»

«Makineler yarım yol ileri!» Bu kez emir yüksek sesle verilmişti.

«Öndeki denizaltıdan sinyaller alıyorum. İki uskurlu bir tekne. Pervane dönüşünden on mille gittiği
anlaşılıyor. İkincinin Tango sınıfı bir denizaltı olduğunu söyleyebilirim.»

«Gerideki Boston olmalı! Makineler ağır yol ileri. Haydi Todd, onun icabına bak. Todd!»

MçCafferty'nin isteği on beş saniye sonra bir patlamayla yerine geldi. Simms de Chicago'daki
arkadaşının taktiğini uygulamıştı. Hedefine birkaç yüz metre yaklaşmış ve ona manevra yapıp kaçma şansı
bırakmamıştı. Boston on beş dakika sonra sağlam kardeşiyle buluştu.

«Dört saattir çanımız çıktı! Doğrusu bizim Tango iyiymiş.» Simms telefondaydı. «Sen nasılsın?»
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

«İyiyiz. Biz öncü pozisyonundayız. Sen de bir süre kıçı korur musun?»

«Tabii, Danny. Görüşürüz.»

İZLANDA

«Başa geç. Çavuş Nichols.»

Rusların mevkii üç mil güneyde ve üç yüz metre yukarıday-

— 420—

di. Bir yarın yanından yukarıya, açık sayılabilecek araziye çıktılar. Güneşle Rusların bulunduğu mevkiin
arasındaydılar. Edwards, Nichols'un güneşin gözleri kamaştırmasıyla ilgili sözlerine inanmış olduğunu
biliyordu. Yine de üç mil ötede, açıkta duran birini görmenin çok kolay olduğunu düşünmekteydi.
Yüzlerini kamuflaj boyasıyla karartmışlardı. Üniformaları da bu toprakların rengine uyuyordu. Ama insan
gözleri daima hareket arardı. Onlar da hareket halindeydi. Edwards, benim burada ne işim var, diye
düşünüyordu.

Gürültü etmeden, ağır ağır yürüdü. Toz kaldırma. Ağır ağır ilerlemelisin. Ani hareketler yapma. Başmı
önüne eğ. Nichols' un söyledikleri kafasında yankılanıyordu.

Başını kaldırıp yukarıya bakmamasını kendi kendine emretmişti ama sonuçta bir insandı ve zaman zaman
dayanamayarak usulca göz atıyordu. Orada... hemen üstlerinde yükselen bir tepe vardı. Doruğu çok
sarptı. Acaba yanardağ mıydı? Dorukta hiç hareket görülmüyordu. Belki de kimse yoktu orada. Edwards
kendini zorlayarak doruğa bakmaktan vazgeçti.

Bastığı, etrafında dolaştığı kayalar bir süre sonra birbirlerine karışmaya başladı. Gruptakilerden hepsi de
tek basma gidiyordu. Kimse bir şey söylemiyordu. Yüzler ifadesizdi. Belki de her biri çok kararlıydı ya da
ifadesiz yüzler bitkinliği gizliyordu. Kayaların yanından güvenle geçebilmek büyük dikkat istiyordu.

Sonunda doruk geride kaldı. Edwards bu kez omzunun üstünde usulca bakmaya başlamıştı. Ama
nedense komando dolu Rus helikopteri gelmedi. Artık daha güvende sayılabilirlerdi. Nichols bu yüzden
daha hızlı yürümeye başladı.

Dört saat sonra o tepe volkan kayalarının gerisinde kalmıştı. Nichols durmalarını söyledi. Yedi saattir
yürüyorlardı. Çavuş, «Kolay oldu değil mi?» diye sordu.

Edwards, «Çavuş,» dedi. «Bir daha sefere bir uçaktan atladığında lütfen ayak bileğini kırıver.»

«İşin güç bölümü geride kaldı. Simdi bütün yapacağımız şu küçük tepeye tırmanmak.»

Smith, «Ama önce bize su gerek,» diye yüz metre kadar ilerideki dereyi işaret etti.

Nichols, «Bu iyi fikir, üsteğmenim,» diye mırıldandı. «Bir an önce şu tepeye tırmanmalıyız.»

«Kabul. Bu tırmanacağım Tanrının belası son tepe olacak!»

Nichols güldü. «Ben de bunu bir, iki kez söylediğimi hatırlıyorum, efendim.»
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

«Buna inanamam.»

«USS INDEPENDENCE»

«Gemiye hoşgeldin, Toland.» Atlantik Saldırı Filosu Komutanı Tümamiral Scott Jacobson yarbayı süzdü.
«Amiral Beattie'nin seni tanıtan mektubu çok güzel doğrusu.»

«O bu işi büyüttü doğrusu. Aslında ben başkasının fikrini gerekli yerlere duyurdum.»

«Pekâlâ. Sen torpillendiği sırada Nimitz'deydin değil mi?»

«Evet, efendim.»

«Kurtulabilen ikinci subay da Sonny Svenson muydu?»

«Evet, efendim. Albay Svenson.»

Jacobson telefonu açarak üç numaraya bastı. «Albay Spa-ulding'e buraya gelmesini söyle. Teşekkür
ederim. Toland, sen, 'ben ve harekât subayım o olayı yeniden yaşayacağız. Brifingimizde unutulan bir şey
olup olmadığını anlamak istiyorum. Kimse benim gemilerime delik açamaz, oğlum.»

Toland uyardı. «Onları küçümsemeyin, amiralim.»

«Onları küçümsemiyorum, Toland. Seni de bu yüzden buraya getirttim. Senin grup çok kuzeyde
sıkıştırıldı. Onlar Izlan-aa'yı almakla akıllılık ettiler. Böylece bizim planlarımız altüst oidu. Bu işin icabına
bakacağız, yarbay.»

«Bunu anlıyorum, komutanım.»

«USS REUBENS JAMES»

O'Malley bir sandviç ve içecek bir şey almak için subay salonuna girdiğinde, Calloway'in kendisini
beklediğini gördü. Mu-

•422-

habirle karşılaşmış ama pek bir şey konuşmamıştı.

«Helikopterini bu küçük oyuncak gemiye indirmek gözüktüğü kadar tehlikeli mi?»

«Bir uçak gemisinin güvertesi biraz daha geniştir. Benimle ilgili bir hikâye yazmayacaksın ya?»

«Neden olmasın? Bugün üç denizaltı batrrdm.»

O'Malley, «İki gemi,» diye cevap verdi. «Radar ve sonarla onları izleyenler bana yardım ettiler. Ben
sadece gönderildiğim yere giderim. Denizaltı avı öyle sanıldığı gibi kolay değildir. Herkesin görevini
yapması gerekir. Yoksa karşı taraf kazanır.»

«Dün gece de öyle mi oldu?»

«Bazen karşı taraf da gereken şeyleri yapar. Ben dört saat dolaşıp arandığımı ve bir şey yapamadan
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

döndüğümü bilirim. Dün hepimizin talihli günüydü.»

Galloway, «Onları batırmak seni rahatsız ediyor mu?» diye sordu.

«On yedi yıldır donanmadayım, Şimdiye dek insan öldürmekten hoşlanan birine rastlamadım. Biz gemi
batırırız ve bunların sadece gemiler olduğuna kendimizi inandırmaya çalışırız. Kahretsin, ilk kez gerçek
görevimi yaptım. Şimdiye dek savaş tecrübem arama ve kurtarma işinden ibaretti. Düne kadar bir
deniz-altıya ateş etmemiştim. Korkunç bir sesti. Derindeki bir tekneye isabet ettirdiğinde, içerideki ani
basınç değişikliği havanın tutuşmasına neden oluyormuş sözümoha. Gemideki herkes ya-nıyormuş. Doğru
mu bilmem, ama zamanında biri anlattıydı. Neyse, sen çıkan havanın sesini duyuyorsun. Bir çığlığa
benziyor. Sonra teknenin üstü uçuyor. Bunu parçalanan teknenin sesi izliyor. Evet, böyle işte. Yüz insan
öldü ve bu hiç de hoşuma gitmedi.»

LE HAVRE, FRANSA

Liman konvoy için boşaltılmıştı. İlk gelen gemiler büyük Ro-Ro'lar oldu. Bunlardan sekizi zırhlı bir tümeni
getirmişti. Onları hemen Bassın Theopile Ducrocq'a götürdüler. Gemiler teker teker kıçtaki rampalarını
indirdi ve tanklar karaya çıkmaya

— 423 —

başladı. Tümenin boşaltılması saatler alacaktı, ama gelenlerin hepsini birarada beş yüz kilometre ötedeki
cepheye gönderme kararı alınmıştı.

Dok işçileri ve trafik polisleri haftalardır çok çalışıp yoruldukları için gelenlere iigi göstermediler. Ancak
sıkı güvenlik önlemlerine karşın takviye birliklerinin geldiğini duyan sıradan vatandaşlar, önce küçük
gruplar, sonra kalabalık halinde rıhtıma indiler. Yeni gelenleri seyretmeye başladılar. Amerikan
askerlerinin yerlerinden ayrılmaları yasaktı. Kısa bir pazarlıktan sonra Küçük grupların askerlerle
konuşmalarına izin verildi. Bunda güvenliği tehlikeye atacak bir şey yoktu. Zaten NATO limanlarındaki
bütün telefon hatları dikkatle korunuyor, kontrol ediliyordu. Le Havre'lıların gösterdiği yakınlığın
beklenmedik bir etkisi oldu. Gelen askerler babalan ve büyükbabaları gibi Avrupa'nın uğruna savaşmaya
değer olduğunu gördüler. Genellikle Amerikalıların işsiz kalmasına neden olduğu iddia edilen bu insanların
da yüzleri, umutları ve düşleri vardı. Ve bütün bunlar tehlikedeydi. Onlar bir prensip, siyasi bir karar ya da
kâğıttan kalan bir anlaşma için savaşmıyorlardı. Onlar evde bıraktıklarından hiç de farklı olmayan bu
insanları ve diğerlerini savunmak için gelmişlerdi.

Tümen öğleden sonra limandan ayrıldı. Tanklar, zırhlı araçlar saatte elli kilometre hızla daha önceden
boşaltılmış bir karayolunda ilerlediler. Yolun iki yanma sıralanmış insanlar onlara el sallıyordu. Yolculuğun
bu kolay bölümü sona ermek üzereydi.

İZLANDA

Doruğa eriştiklerinde saat sabahın dördüydü. Oraya çıktıklarında bu dağın birkaç doruğu olduğunu
anladılar. Ruslar üç mil kadar ötede olan en yüksek tepedeydiler. Edwards'm grubu daha alçak olan iki
tepeden birini seçecekti. Sonunda küçük bir balıkçı limanı 'olan Stykkisholmur'a bakan tepede karar
kıldılar.

Nichols, «İyi bir gözetleme yeri, üsteğmen Edwards,» dedi.

«Buna sevindim, çavuş. Çünkü bir adım daha atacak deği-


Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

— 424 —

lim.» Edwards dürbününü doğuda kalan tepeye çevirmişti bile. «Ben bir hareket görmüyorum.»

Nichols, «Onlar oradalar,» diye mırıldandı.

Smith de başını salladı. «Evet, bundan eminim.»

Edwards doruktan aşağıya kayarak radyosunu çıkardı. «Köpek Kulübesi, ben Tazı. İstediğiniz yere
vardık. Tamam.»

«Bana tam mevkiini bildir.»

Edwards haritasını açarak koordinatları okudu. «Yanımızdaki tepede bir Rus gözetleme mevki
olduğundan eminiz. Buraya iyi gizlendik. İki günlük su ve yiyeceğimiz var. Stykkisholmur'a giden yolları
görebiliyoruz. Şimdi hava açık ve Keflavik'e kadar her yeri seçebiliyoruz.»

«Pekâlâ. Kuzeye bakıp bize ne gördüğünü ayrıntılarıyla anlat.»

Edwards radyonun antenini Smith'e verip dürbününü gözlerine götürerek kente baktı. «Arazi düz ama
deniz düzeyinden yüksek. Küçük bir yer. Sekiz kare bloktan oluşuyor. Küçük balıkçı tekneleri rıhtıma
bağlanmış. Dokuz tane saydım. Zırhlı araç ya da Rus askerleriyle ilgili bir şey göremiyorum... Bir dakika.
Yolun ortasında iki araba; var. Ama etrafta kimse yok. Yolda hareket eden bir şey de seçemedim. Hepsi
bu sanırım.»

«Tamam, Tazı. İyi bir rapordu. Sovyet askeri görürsen bize haber ver. Tek kişi de olsa bilmek istiyoruz.
Orada kal.»

«Biri gelip bizi alacak mı?»

«Tazı, neden söz ettiğini anlayamadım.»

«US3 INDEPENDENCE»

Toland savaş harekât merkezinde durmuş, gelen bilgileri inceliyordu. Onu en çok ilgilendiren de
denizaltılardı. Sekiz müttefik denizaltısı Danimarka boğazında, izlanda'nın kuzeyinde bir engel
oluşturmuştu. Oradan düşman denizaltıları pek geçemezdi. Sondrestom Gröland'daki Orion'Iar da onları
destekliyordu. Keflavik'deki Rus uçaklarının çoğu düşürüldükten sonra Orion' lar yardımcı olmaya
başlamıştı. Böylece düşmanın bu yönden

— 425 —

Atlantik Görev Kuvvetine saldırması olanaksızdı. Donanmanın rotasının paralelinde yine denizaltılar bir
kanat oluşturuyordu. Onları da güvertelerden havalanan S-3A Viking uçakları desteklemekteydi.

Pentagon basına Deniz Kuvvetlerinin Almanya'ya doğru yola çıktığını sızdırmıştı. Oradaki savaş, sonucu
belirleyecekti. Oysa yirmi mil ötede âdeta bir duvar oluşturan çıkarma gemileri, gerçek hedeften dört yüz
mil uzakta sifır-üç-dokuz rotasını izliyorlardı.

«USS REUBENS JAMES»


Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Galloway, «Artık kuzeye gitmiyoruz,» dedi. Yemekhanede toplanmışlardı. Subaylar akşam yemeğinde
gemideki son taze salataları yiyorlardı.

O'Malley, «Haklısın, sanırım,» diye cevap verdi. «Galiba batıya gidiyoruz.»

«Bana neler olduğunu anlatsan iyi edersin. Uydu vericilerine yaklaşmamı yasakladınız.»

«Biz Nimitz uçak gemisini koruyoruz. Ama yirmi beş mille yol alırken bu hiç de kolay değil.»

«Nimitz'e refakat edenlerin çoğu İngiliz değil mi?»

«Öyle. Ne olacak yani?»

«Bu hikâyeden yararlanarak durumun ne kadar önemli olduğunu ülkedekilere anlatabilirim ve...»

«Dinle Bay Galloway, hikâyeni gönderdiğini ve yerel gazetelerde çıktığını kabul edelim. Sonra bunu bir
Sovyet ajanının okuduğunu ve bilgiyi gereken yere verdiğini düşünelim...»

«Bunu nasıl yapabilir? Hükümet her tür haberleşmeyi yasakladı sanırım.»

«Sovyetler'in de bizim gibi pek çok haberleşme uyduları var. Şu küçük firkateynde bizim bile iki uydu
telsizimiz bulunuyor. On-ian sen de gördün. Hiç de pahalıya benzemiyorlar değii mi? Onlardan birini evinin
arka bahçesine, örneğin mazıların arasına gizleyebilirsin. Zaten bütün haberleşmeler yasaklandı. Şu anda
kimse telsiz kullanamıyor.»

— 426 —

Morris gelerek masanın başındaki yerini aldı.

Galloway, «Komutan nereye gidiyoruz?» diye sordu.

«Bunu demin öğrendim. Üzgünüm, size söyleyemeyeceğim. Biz Nimitz'i korumak için Battleaxe'le işbirliği
yapacağız.»

O'Malley, «Yardım edecek başka kuvvet var mı?»

«Bunker Hill de bu tarafa geliyor. Cephane alması ve HMS lllustrious'la buluşması gerekmiş. Bize
yetiştiklerinde yakın koruma yapacaklar. Biz de açılıp uzaktan korumaya geçeceğiz. Dört saat sonra asıl
görevimiz başlayacak. Ama o uçak gemisiyle aynı hızda gitmeye çalışmak çok zor oluyor.»

«USS CHİCAGO»

Sonarla üç sinyal almışlardı. Hepsi de on dakikanın içinde olmuştu. İkisi Chicago'nun ilerisinde pruvanın
iskele ve sancak tarafından, üçüncüsü de iskele vasattan gelmişti. McCafferty, Rusların batırdıkları
denizaltı sayısını bildiklerini anlamıştı. Herhalde bunu saptamak için sonar şamandırası kullanmışlardı. Bu
durumda taktiği boşa gitmiş sayılırdı. Başarıları sayesinde üç Amerikan denizaltısmı daha büyük tehlikeye
atmıştı.

«İki-altı-altı dereceden sinyal alıyoruz. Sonar şamandırası atılmış olabiür. Evet, üç... hayır, dört şamandıra
var.»
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

McCafferty, başka Ruslar mı, diye düşündü. Hepsi birleşip bizi avlamaya mı çıktılar?

Sonar astsubayı, «Baş tarafa gelseniz fena olmaz, komutan,» diye seslendi.

«Ne oluyor?» Görüntü ekranı birden kalabalıklaşmıştı.

«Komutanım, sancak tarafımızdan üç sinyal alıyoruz. Bence yukarıda en az üç uçak olmalı. Şu epey
yakınımızda, kıç tarafımızda. Belki de dostlarımızın tam üstündeler.»

McCafferty ekranda arka arkaya beliren sinyal hatlarına baktı. Herbiri Rusların attığı bir sonar
şamandırasıydı.

«Bizi kıstırmaya çalışıyorlar, astsubay.»

«Öyle gözüküyor, efendim.»

Her Rus gemisini batırışımızda onlara yerimizi belli ettik, diye düşündü McCafferty. Böylece bizim
rotamızı da, hızımızı

— 427 —

da pek çok kez saptadılar. Gemisini Svyataya Anna geçidine sokmayı başarmıştı. Burası yüz mil
genişliğinde ve üç yüz kulaç' derinliğindeydi. Ama orada kaç Rus denizaltısı vardı acaba? Sonar subayı ve
mürettebatı sürekli olarak atılan sonar şamandıralarını bildiriyorlardı.

Sonar astsubayı, «Şu Providence sanırım, efendim,» dedi. «Birden hızını arttırdı. Evet, şu gürültüye bakın.
Gerçekten hızlandı. O şamandıra çok yakınında olmalı. Ama Boston'u bulamıyorum.»

İleride iki düşman denizaltısı olduğu kesindi. Yalnız kendisi ya da onlar manevra yapmadıkça Chiocsgo
ateş edemezdi. İskele tarafına dönecek olursa üçüncü bir denizaltı onu avlayabilirdi. Sancak tarafına
dönerse Providence'e yaklaşmış olan denizal-tıdan kaçabilirdi. Bir şey yapmayacak oJursa eline bir şey
geçmezdi. McCafferty neye karar vereceğini bilemiyordu.

«Bir şamandıra daha, komutanım.» Yenisi, iki şamandıranın arasına atılmıştı. Ruslar Providence'in yerini
kesinlikle saptamaya çalışıyorlardı.

«İşte Boston. O... O evet, bir şamandıranın yanından hızla geçti.» Ekranda birden parlak bir hat
belirmişti. McCafferty, Todd gücünü arttırdı, diye düşündü. Onu izlemelerine izin verecek. Sonra derine
dalarak kaçmaya çalışacak. Bu duruma Rusların açısından bakmalıyım. Onlar karşılarında ne olduğunu
kesinlikle bilmiyorlar değil mi? Birden fazla denizaltı olduğunun farkındalar ama kaç tane? İşte bunu
bilemezler. Bu yüzaen de ateş etmeden önce avın ortaya çıkmasını sağlamaya çalışacaklar...

«Torpil attılar. Bir-dokuz-üç derece!»

Bir Rus Bear'i Boston'a saldırmıştı. McCafferty sonar ekranında Simms'in peşindeki torpille derine
dalmasını izledi. Simms daha derinlere inecek ve hızıyla rotasında ani değişiklikler yaparak kendini
balıktan kurtarmaya çalışacaktı. Boston manevra yaparken onu izleyen torpil ekranda parlak bir çizgi
halinde görülüyordu. Torpil üç dakika daha ses kaynağını kovaladı, sonra yakıtı bitti.

Ekran eskisine göre boş sayılırdı. Sadece sonar şamandıralarının sinyalleri vardı. Boston ve Providence
güçlerini azal-
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

— 428 —

tıp gözden kaybolmuşlardı. Ama Rus denizaltılarmdan ge!er> sinyaller de yok olmuştu.

Komutan kendi kendine, ne yapıyorlar, diye sordu. Planları nedir? Orada ne tip denizaltılar var? Tango...
Onların Tango olması gerekir. Elektrik motorlarını susturdular ve hızlarını azalttılar. Bu yüzden ekrandan
silindiler. Artık peşimizden gelmiyorlar. Uçaklar Providence ve Boston'u farkedince onlar harekâttan
vazgeçtiler. Yani Bear'lerle işbirliği yapıyorlardı! Bu durumda düşman denizaltılarmm sığ sularda oldukları
anlaşılıyor. Yüzeye yakın oldukları için de sonarları iyi çalışmıyor...

«Astsubay, o iki sinyal saatte on mil yapan Tango'lar olabilir. Bu durumda onları seçebilmek için
menzilimiz ne olmalı?»

«Bu su koşullarında... on ya da on iki mil. Ama bundan kesin emin olamayız, efendim.»

Chicago'nun kuzeyinde üç sonar şamandırasının çizgisi belirdi. McCafferty kıça giderek adamlarına atış
menzili hakkında bilgi verdi. İkinci komutan, «Pek de dikkatli davranmıyorlar değil mi?» diye mırıldandı.

«Buna gerek görmüyorlar sanırım. Bakalım şu şamandıraların arasından usulca geçebilir miyiz?»

«Dostlarımız ne yapıyorlar?»

«Onların da kuzeye doğru yol aldıklarını umalım. Bize başka nelerin saldırmaya hazırlandıklarını
düşünmek bile istemiyorum. Şimdi şu rotayı izleyeceğiz.»

İkinci komutan emirleri verdi. Chicago yine ileri gitmeye başladı. Şimdi teknenin üstünü kaplayan lastik
karoların sonar dalgalarını emip emmediğini anlayacaklardı. Bu arada Rus denizaltılarının son mevkileri
saptandı. McCafferty onların da ses duvarının ardında seyrettiklerini biliyordu. Onları yeniden
farkettiklerinde tehlikeli sayılacak kadar yakınlarında olacaklardı. Denizaltı üç yüz metre derinliğe dalarak
durmadan sinyal veren iki şamandıranın tam ortasındaki noktaya doğru gitti.

Geride yine bir torpil belirdi. McCafferty hemen kurtulmak için manevra yaparken hedefin başkası
olduğunu anladı. Torpilin gidişini birkaç dakika dinlediler. Sonra sinyaller kesildi.

Yaklaşınca iki şamandıranın arasında tam iki mil olduğu-

— 429 —

nü anladılar. Chicago dibe iyice yaklaşarak ağır ağır ilkinin altından geçti. Bu sonar şamandıraları teknede
rahatlıkla duyulan bir frekansta çalışıyordu, ikinci hat ilkinin üç mil gerisindeydi. Chicago hafifçe iskeleye
doğru dönerek yine geçecek bir boşluk aradı.

Hızlarını dört mile indirmişlerdi. Sonar ekranında bir çizgi belirip kayboldu. Belki bir Tango'ydu, belki de
değil. Denizaltı sürekli sinyal veren ikinci hatta gelene kadar bir saat geçti.

«iskele tarafımızdan torpil geliyor!»

«Makineler tam yol ileri!»

Chicago'nun uskuru sulan karıştırdı ve üç dakika son sürat yol aldılar.


Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

«Torpil nerede?»

«Hâlâ sinyal veriyor, efendim, ama güneye doğru gidiyor.»

McCafferty, «Makineler ağır yol ileri,» diye emir verdi.

«Brr torpil daha, komutanım. Sıfır-dört-altı derecede.»

McCafferty yine, «Makineler tam yol ileri,» diye emretti. Sonra ikinci komutana döndü. «Şimdi ne yaptı
biliyor musun? Bizi korkutup harekete geçirmek için bir balık attı. Kahretsin! Her kimse, çok iyi taktik
biliyor. Bir torpili görmezlikten gelemeyeceğimizin farkında tabii.»

«Burada olduğumuzu nasıl anladılar?»

«Belki sadece tahmin ettiler. Ama sonra hareket ederek yerimizi belli ettik.»

«Torpil sıfır-dört-bir derecede. Bize sinyal gönderiyor. Hedefi biz miyiz bilemiyorum, komutanım. Yeni
bir sinyal alıyorum. Sıfır-dokuz-beş dereceden. Makine sesine de benziyor. Belki denizaltı.»

McCafferty, başka ne olacak, diye fısıldadı. Rus torpili kıçını çevirerek dibe indi ve yirmi mil hızla
ilerlerken sonar da etkisiz hale geldi. McCafferty manevra yaparak peşi sıra da-Jan torpilden kaçmaya
çalışıyordu.

«Otuz metreye çıkalım. Bir gürültücü atın!»

Dalış subayı tanklardaki safranın birazını boşalttırdı. Gürültücüyle birleşen basınçlı su sesi denizde büyük
'bir karışıklığa neden oldu. Torpil gürültücünün peşine takılarak alttaki Chicago'ya çarpamadan uzaklaştı.
Bu iyi ve aynı zamanda

— 430 —

umutsuz bir manevraydı. Denizaltı hemen yukarıya çıktı. Çelik gövdenin üstündeki basınç azalınca üstteki
lastik kaplamalar gürültüyle ayrılmaya başladı. Orada bir düşman denizaltısı vardı ve Chicago'nun
gürültüsünü duymuştu. McCafferty'nin bütün yapabileceği kaçmaktı. Rus denizcilisinin kendisini
kovalayacağından emindi. Üstelik onu kovalayan bir de torpil vardu Ama diğer denizaltının orada
olmasına bir anlam veremiyordu. Chicago'nun hızını beş mile düşürdüğü sırada daha altta yol alan torpilin
yakıtı bitti. Sıra ikinci sorundaydı. Yani yakınındaki Rus denizaltısında.

«Bulunduğumuz yeri biliyor olmalı, komutan.»

«Bunda haklısın, ikinci komutan. Şimdi tam aktif aramo istiyorum. Ayrıca yangın ekibi de,hazır olsun.»

Chicago'nun pruvasındaki ender kullanılan güçlü sonar çalışmaya başladı. «Sıfır-sekiz-altı derece ve yüz
seksen metreden sinyal alıyoruz!»

«Torpiller atış için hazır olsun! Nişan alın!»

«Hazır, komutanım.»

«Ateş!» İki torpil saniye farkla fırlatıldı. «Telleri kesin. Aşağıya inin! Üç yüz metre dipte yol alacağız.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

İskele alabanda. Tam yol ileri. Yeni rotamız iki-altı-beş!» Denizaltı hızla dönerek kuzeye doğru giderken
torpiller de hedefe doğru yol alıyorlardı.

«Peşimizde torpil var, komutanım. Sıfır-sekiz-beş derece.»

McCafferty, «Sabırlı olun,» dedi. «Bizden bunu beklemiyorlardı değil mi? İyi iş başardınız çocuklar. Biz
torpillerimizi onlardan bir dakika önce attık. Hızımız nedir?»

Serdümen, «Yirmi dört mil ve artıyor, komutanım,» diye cevap verdi.

«Sonar, peşimizde kaç balık var?»

«En az üç, komutanım. Bizim aygıtlar ses veriyor. Sanırımı hedefe kilitlendiler.»

«Birkaç saniye sonra dönüp derine dalacağız. Dalarken on beş saniye arayla dört gürültücü atmanızı
istiyorum.»

«[Emredersiniz, komutan.»

McCafferty gidip serdümenin arkasında durdu. Gemici bir gün önce yirmisine basmıştı. Cesur ve
becerikliydi. Hızlarıma

— 431 —

otuz mile çıkmış olduğunu gördü. Gencin omzunu okşadı. «Şimdi iskele on.»

Chicago birden sarsıldı. Böylece balıklarının hedefi bulduğunu anladılar. İçerdekiler irkilerek yerlerinde
zıpladılar. Çünkü onların peşinde de balık vardı. İkinci komutan dört gürültücü atmıştı. İçinde basınçlı gaz
bulunan 'bu küçük tenekeler patlarken hem gürültü oluyor, hem de sular kaynıyordu. Bunlar çok iyi sonar
hedefleriydi. Chicago da bu sırada son sürat kuzeye doğru yol alıyordu. McCafferty, «Torpillerden
kurtulduk,» dedi. «Makineler ağır yol ileri.» Chicago yavaşladı. «Yine gözden kaybolmayı deneyeceğiz.
Ruslar henüz kimin kimi öldürdüğünü bilemiyorlar sanırım. Onlar düşünürken biz de bu durumdan
yararlanarak dibe inip sürünürcesine kuzeybat.ya gideceğiz. Doğrusu zor bir durumdan kurtulduk. Hepiniz
çok iyiydiniz, çocuklar.»

— 432 •

Stykkisholmıır Sahilleri

HUNZEN, FEDERAL ALMANYA

Karşı saldırıyı püskürtmüşlerdi sonunda. Alekseyev kendi kendine, hayır, dedi. Biz onları püskürtmedik.
Almanlar kendi istekleriyle geri çekildiler. Oysa zafer denilen şey, sadece bir savaş alanını ele geçirmek
değildir...

Durum daha da güçleşmişti. Berogoyev büyük bir çarpışmayı hareket halindeyken yönlendirmenin, belirli
bir karargâhtan yönetmekten çok daha zor olduğunu söylerken haklıydı. Komutan aracında daracık yerde
bir haritayı açmaya kalkmak bile zaman ve mekâna karşı bir savaş sayılırdı. Seksen kilometre
uzunluğundaki cephe için de pek çok harita gerekiyordu. Karşı saldırı, generallerin pek değerli (A) yedek
tümenlerinden birini kuzeye çekmelerine neden olmuştu. O sırada Almanlar da üç piyade (B) tümenini
hallaç pamuğu gibi atmışlar, eski silahlarla durumu idareye çalışan binlerce yedeğin paniğe kapılmasına yol
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

açmışlardı.

Sergetov generale, «Neden geri çekildiler?» diye sordu.

Alekseyev cevap vermedi. Kendi kendine birçok kez sorduğu ilginç bir soruydu bu. Belki de iki neden
var, diye düşünüyordu. Birincisi, başlattıkları saldırıyı sürdürecek güçleri yoktu. Bu yüzden bizim harekâtı
altüst etmek için saldırdılar. İkincisi, bizim saldırımızın amacı Weser'e ulaşmaktı. Bu harekâtla

— 433-

F.:. 28

ilgilenmeleri için onları geri çektiler.

Ordu istihbarat subayı yaklaştı. «Yoldaş general, bizim keşif uçaklarından birinden tatsız bir rapor aldık.
NATO güçleri hava sahasını kontrolünde tutarak çok önemli ünitelere <ağır hasar vermiş. iMiG-21'in
pilotu Osnabrück'ün güneyindeki E8 karayolunda büyük bir müttefik zırhlı birliğinin ilerlediğini de
görmüş.»

General hemen telefona uzandı. Amirine, «Neden 'bu bilgiyi alır almaz bize vermedin?» diye sordu.

«Bu doğrulanmamış bir rapordu.»

«Kahretsin, biz Amerikalıların Le Havre'a takviye kuvvetleri* çıkardıklarını biliyoruz.»

«Onların cepheye erişebilmeleri için en az bir gün ister. Şimdi Weser'in üstüne köprü kurmalısın.
İstihkâmcıları oraya yolla ve askerlerimizi karşıya geçir! O hayali tümenle uğraşma işini de bana bırak! Bu
bir emirdir, Pavel Leonidovich!»

Alekseyev telefonu kapattı. Askerleri Weser'den geçirince yüz kilometre kadar ilerleyebileceklerdi.
Orada ciddi bir engel yoktu. Almanya'nın endüstrisinin kalbi olan Ruhr'a gireceklerdi. Oraya zarar
verecek olurlarsa Almanlar siyasi bir çözüm arayabilirlerdi ve savaş kazanılırdı. Başkomutanın söylemek
istediği buydu işte.

İZLANDA

Garcia, «Ben birini görüyorum,» diye seslenince Ed-wards ve Nichols onun yanına gittiler.

Nichols alçak sesle, «Merhaba, İvan,» dedi.

Edwards üç mil ötedeki tepeye 'bakınca dorukta dolaşan birini seçti. Elinde tüfeği vardı, sonra
boynundaki dürbününü gözlerine götürerek Keflavik'e doğru baktı. Başka biri belire-rek ona yaklaştı.
Konuştular. İlk asker dürbünüyle güneyde bir şeyi işaretletti. Biri daha geldi. Üç paraşütçü orada durup
konuşmaya devam ettiler. Biri hızla uzaklaştı. Edwards doruğa sbakarken bir grup adam belirdi.
Alacakaranlıkta saymak güç-

__434__

tu ama en az on iki kişiydiler. Ellerinde silahtar, tepeden aşağıya iniyorlar, 'batıya gidiyorlardı.

Nichols, «Akıllı bir asker,» dedi. «Bölgenin güvenli olması için keşif kolu gönderiyor. Neyse bizi
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

görmeleri imkânsız. Orada en az bir takım olmalı.»

Edwards radyoya giderek durumu Köpek Kulübesine bildirdi.

«Bir takım mı?»

«Çavuş Nichols'un tahmini öyle. Üç mil öteden kafaları saymak zor.»

«Pekâlâ, bunu bildireceğiz. Bir hareket olursa haber ver.»

Binbaşı radyoyu kapatarak yandaki telsizin başında oturan arkadaşına döndü. «Onlara gerçeği
anlatmayıp böyle karanlıkta bırakmak hiç de hoş değil.»

İstihbarat subayı çayını yudumluyordu. «Ama bu operasyonu altüst etmek daha da kötü olur değil mi?»

Edwards radyoyu sökmeden bir kayaya dayayıp bıraktı. Vidgis yirmi metre kadar aşağıda, düz bir
kayanın üstünde uyuyordu hâlâ. Edwards için de o anda uyku kadar çekici bir şey daha olamazdı. Garcia,
«Bu yöne geliyorlar,» diyerek dürbünü ona uzattı. Smith'le Nichols biraz ötede konuşuyorlardı.

Edwards dürbünü Ruslara doğru çevirdi. Onların bulundukları yere gelmelerinin olasılık hesabına hiç de
uymadığını düşünüyordu.

Çavuş, «İşte yine o tepede bir pırıltı oldu, üsteğmenim,» diye haber verdi. «Hem o pırıltı hareket
ediyordu.»

«Belki de üstüne güneş vuran bir teneke kutudur. Dinle çavuş, sen bir yıl Afganistan'da savaşmışsın. Ben
de yeni teğmen olmuş biriyim. Ama ben Tanrının belası bir teğmenim ve sen de çavuşsun. Bence hayal
görüyorsun.» Ama çavuş hâlâ onun yüzüne bakıyordu ve pek az subay bu 'bakışa dayanabilirdi.

— 435 —

Sonunda üsteğmen mırıldandı. «Peki çavuş, onlara radyoyla haber ver. Gidip o tepeye de bir baksınlar.»

Edwards tepenin eteklerinde beliren Rusları görmüştü. Hepsi yüzlerini boyayla koyultarak kayaların
arkasına gizlenmişti. Yarım mil ötedeki askerlere bakıyorlardı şimdi.

«Köpek Kulübesi, ben Tazı. Beş, altı Rus bizim tepeye tırmanıyor. Keflavik'den de dumanlar yükseliyor.
Orada ne oluyor?»

«Bildiğim kadarıyla oraya havadan saldırdık. Yine haber ver, Tazı. Belki sana yardım gönderebilirim.»

«Teşekkürler. Tamam.»

Ruslar beş yüz metre kadar aşağıdaydılar şimdi. Altı kişiydiler. Daha dikkatli hareket ediyorlardı. İkişer
ikişer tırmanıyor, zikzaklar çizerek geliyorlardı.

Smith, «Bir sorunumuz var, üsteğmenim,» dedi. «Onlar burada olduğumuzu biliyorlar sanırım.»

«Sen ne diyorsun, Nichols?»

«Aramızda yüz metre kalana kadar bekleyelim. Yardım istemeniz iyi olur doğrusu.»
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Edwards radyoyu açtı. «Köpek Kulübesi, ben Tazı. Hemen yardıma ihtiyacımız var. En fazla beş dakika
sonra ateş 'başlayacak.»

«Bu kanalı açık bırak.»

Takım çavuşu radyoyu yakalayarak, «O dorukta birileri var,» diye haber verdi. «Markhovskiy, tuzağa
düşmek üzeresin. Tepede başında miğfer olan birini gördüm.»

Teğmen yerinde döndü. «Haklısın sanırım. Havan topunu hazırla.»

Edwards bir Rusun ortaya çıktığını gördü. Ama bir başkası bağırınca asker gözden kayboldu. Tekrar
göründüğünde tüfe-

— 436 —

ğini havaya kaldırmıştı. Islık gibi bir ses duydu ve elli metre ötede bir şey patladı.

«Tanrım!» Edwards yüzüstü yere kapanıp kayanın arkasında öylece kaldı. Sonra başını çevirip Vigdis'e
baktı. Epey uzakta olan kızın bir şeyi yok gibiydi. Bir gülle sağına düştü. Bunu makineli tüfeğin taraması
izledi. Radyoyu kaptı. «Köpek Kulübesi! Ben Tazı, saldırıya uğradık.»

«Tazı, bir uçak gemisiyle temastayız. Onlar da senin fre-kansındalar. Kodları Yıldız Üssü. Senin nerede
olduğunu biliyorlar. Onlarla konuş.»

«Yıldız Üssü, ben Tazı. Tamam.»

«Tamam, Tazı. Tepe 1064'ün kuzeyinde olduğunu anlıyoruz. Bize olanları anlat.»

«Yıldız Üssü. Rus piyadelerinin saldırısına uğradık. 1064 tepesindeki üslerinden ateş ediliyor. Hemen
yardıma ihtiyacımız var.»

«Tamam, Tazı. Bekle... Tazı, on, on beş dakika içinde sana yardım yollayacağız. Bekle, Tazı. Tamam.»

Edwards bir çığlık duyarak başını çevirdi ve Nichols'un saklandığı yerin yakınına bir gülle düştüğünü
gördü. Ruslar da en fazla yüz metre uzaktaydılar. Silahını kaptı ve boş eline de telsizi aldı. «Nichols,
Smith, ben Edwards. Durumu bildirin.»

«Ben Nichols, komutan. İki Rusun tepeden yuvarlandığını gördük. İki yaralım var.»

«Biz iyiyiz, üsteğmenim. Sizi koruması için Garcia'yı gönderdim,»

«Pekâlâ, çocuklar. Bize havadan yardım edecekler. Nichols, yardıma ihtiyacın var mı?»

«ikimiz hâlâ ateş edebiliyoruz. Korkarım sizin Rodgers öldü...» Telsiz bir an sustu. «Birini daha öldürdük.
Öbürü geriliyor. Dikkat edin, üsteğmenim, elli metre kadar ileride iki Rus var.»

Edwards dönüp baktı, o anda karşıdan ateş açıldı. Kendisi de buna karşılık verdi ama kimseyi vuramadı.

Garcia yanına atlayıp yere çöktü. «Merhaba, komutan.»


Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Edwards işaret etti. «Şurada iki düşman var. Er başını sallayarak kayanın arkasından sola doğru kaçtı. O
sırada bîr havan mermisi patladı, Garcia yere serilerek kaldı.

— 437 —

Edwards bunun haksızlık olduğunu düşündü. Hepsini buraya kadar getirdikten sonra bunlar olmamalıydı.

Telsizi açtı. «Smith, Garcia yerde. Buraya gel. Nichols, sen de.» Sonra radyoya uzandı. «Yıldız Üssü,
ben Tazı. Kuşlarınıza acele etmelerini söyleyin.»

«Tamam, Tazı. Dört A-7 yolda. Başkalarını da yolluyoruz ama onlar size daha önce ulaşacak.»

Edwards tüfeğini alarak Garcia'nın yanma gitti. Er hâlâ soluk alıyordu ama sırtı ve bacakları şarapnel
doluydu. Sürünerek doruğa yaklaşınca bir Rusun dokuz metre ötede çömelmiş olduğunu gördü. Tüfeğini
kaldırıp iki kurşun sıktı. Rus aşağıya yuvarlandı. Diğeri neredeydi? Etrafına bakmırken beyzbol topu
büyüklüğünde bir şeyin havada uçtuğunu farkederek hemen yana kaçtı. Şarapnel onun kaçtığı yerin üç
metre ötesinde patladı. Edwards yerde dönerek sağa gidip kayanın arkasına girdi.

Yukardaki Rus yine gözden kaybolmuştu. Ama diğerlerinin koşa koşa tepenin eteğine geldiklerini gördü.
Diğer Rus da oradaydı. Yaralı birini çekerek götürüyordu. Onun kaçmasını sağlamak için havan ateşi
yeniden başladı.

«Bir şeyiniz yok ya, üsteğmenim.» Gelen Smith'di. Kolundan yararlanmıştı. «Tanrının belası havan
topunun başındaki işini iyi biliyor doğrusu.»

Nichols da üç dakika sonra geldi. Ona bir şey olmamıştı ama yanındaki İngiliz deniz piyadesinin karnı
kan içindeydi. Edwards saatine baktı. «En fazla on dakika içinde yardım gelecek. Hepimiz dorukta bir
yere toplanırsak bizimkiler onları havadan vurabilirler.»

Adamlar üsteğmenin on beş metre ötesinde yerlerini aldılar. Edwards, Vidgis'i kolundan tutarak iki
kayanın arasına soktu.

«Michael ben...»

«Ben de korkuyorum. Ne olursa olsun burada kal!» Yine ıslık gibi bir ses duydu. Bu seferki çok
yakından gelmişti. Baldırına kızgın iğneler saplanır gibi oldu.

«Lanet olsun!» Yara tam botunun üstündeydi. Ayağa kalkmaya çalıştı ama bacağı ağırlığını çekmiyordu.
Topallaya topal-laya gidip radyoya uzandı. «Yıldız Üssü, biz tepenin üstündeyiz. Doruktan on beş metre
kadar aşağıdayız.» Başını uzatıp

— 438 —

baktı. «On beş kadar Rus da üstümüze geliyor. Aramızda belki iki yüz metre var. İlk saldırıyı atlattık ama
dört kişi kaldık. Üçümüz de yaralı. Tanrı aşkına, önce şu havan topunu susturun.»

«Tamam, Sakin ol, evlat. Yardım geliyor.»

Nichols, «Yaralanmışsınız, üsteğmenim,» dedi.

«Farkındayım. Uçaklar sekiz dakika sonra burada olacak. Önce havan topunu yok etmelerini söyledim.»
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

«Çok iyi. Ruslar bu pis şeylere bayılıyorlar.» Nichols pantolonu keserek yaranın üstüne bir tampon
koydu ve bacağı sardı. «Bir süre dans edemeyeceksiniz.»

«Onları yavaşlaştırmak için ne yapabiliriz?»

«Aramızda yüz elli metre kalınca ateşe başlayabiliriz. O zaman daha ihtiyatlı davranmak zorunda kalırlar
.Gelin.» Nichols onu kolundan tutarak doruğa yakın bir kayanın arkasına soktu.

Ruslar büyük ustalıkla ilerliyorlar, kayaların arkasından çıkıp koşuyor ve yine kayaların arkasına
gizleniyorlardı. Havan topu şimdilik susmuştu ama paraşütçüler son saldırı için yaklaşınca ateşe
başlayacaktı. Nichols makinelisini atmış, yarı otomatik tüfeğiyle nişan alıyordu. Arada yüz elli metre
kaldığı kanısına varınca dikkatle yine nişan aldı ve tetiği çekti. İsabet ettirememişti ama tepedeki bütün
Ruslar yere yattılar.

Edwards, «Ne yaptığını biliyor musun?» diye sordu.

«Evet, havan topunun tekrar çalışmasına neden oldum. Burada pek seçeneğimiz yok değil mi?»

«Michael, buna ihtiyacın olacak,» Vidgis onun yanına çö-melmisti.

«Sana olduğun yerde kalmanı söylemiştim.»

«Radyonu getirdim. Şimdi gidiyorum...»

«Yere yat!» On metre kadar öteye mermiler düşerken Edwards kızı yanına çekti.

Smith bağırdı. «İşte geliyorlar!»

Deniz piyadeleri ateş açınca Ruslar karşılık verdi. Edwards yine radyoya sarıldı. «Yıldız Üssü, ben Tazı.
Tamam.»

«Tamam, Tazı.»

«Şimdi saldırıya geçtiler.»

— 439 —

«Tazı, bizim A-7'ler menzile girdi. Tam yerini ve adamları- l nın pozisyonlarını bildir.»

«Yıldız Üssü, bu dağın iki alçak tepesi var. Biz tepe 1064' i ün üç mil kuzeyindeyiz. Kuzeydeki
tepedeyiz. Tekrarlıyorum: \ Kuzeydeki tepe. Kımıldayan herkes düşmandır. Biz hareketsiz bekliyoruz.
Tepe 1064'deki havan topunu da hemen sustur-malısınız.»

Uzun bir sessizlik oldu. «Tamam, Tazı. Yerini onlara bildirdik. Bir dakika sonra orada olacaklar.
Güneyden geliyorlar. Şansınız açık olsun. Tamam.»

Nichols, «İki yüz metre,» deyince Edwards onun yanına gitti ve M-16 tüfeğini kaldırdı. Üç Rus birden
ayağa kalkınca birlikte ateş ettiler. Edwards kimseyi vurup vurmadığını anlayamadı. Kurşunlar toprakları
ve kaya parçalarını havalandırdı. Yine havan topunun sesi duyuldu. Beş kişi tepeye çıkarlarken Edwards
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

sağ tarafta pikeye geçen grimsi renkli avcı bombardıman uçağını seçti.

A-7 Corsair uçağı üç mil ötedeki tepenin üç yüz metre kadar yukarısmdaydı. Dört tane bomba hızla
inerken kutuları havada açıldı. Rusların gözetleme mevkii duman içinde kaldı. İkinci uçak da yirmi saniye
sonra aynı şeyleri tekrarladı.

Saldıran Ruslar donup kaldılar. Kamplarına ne olduğunu anlamak için başlarını çevirip bakınca iki uçağın
daha yaklaştığını gördüler. Bu durumda sağ kalabilmek için tek çarenin Amerikalılara mümkün olduğu
kadar sokulmak olduğunu anladılar. Tek vücut gibi doğrulup ateş ederek doruğa doğru koştular. İki
Corsair daha yaklaştı ve hareketi seçerek birden dönüp alçaldı. Tepenin iki yüz metre kadar üstüne
gelince de yine iki bomba attı. Edwards 'bombaların kulakları sağır eden gürültüsü arasında yine de
çığlıkları işitti. Ama etrafı kaplayan toz duman arasında bir şey seçemiyordu.

«Tanrım, daha yakına bomba atamazlar.»

Nichols yüzündeki kanları sildi, «Gerçekten de atamazlar.»

Aşağıdan hâlâ silah sesleri geliyordu. Rüzgâr tozları uçu-runca en az beş Rusun ayakta olduğunu ve
kendilerine doğru geldiğini farkettiler. Corsair'ler yine tur atıp yaklaştılar ama kendi askerlerinin çok
yakınına bomba atamadılar. Birkaç sa-

— 440 —

niye içinde dönerek makineli toplarını kullandılar. Mermiler kayalardan sekiyordu. Biri Edwards'm
yüzünden üç metre ötede patladı.

«Nereye gittiler?»

Nichols, «Sola sanırım,» diye cevap verdi. «Avcılarla doğrudan doğruya konuşamaz mısınız?»

«Yanımdaki bu tür bir radyo değil, çavuş.»

A-7'ler tepede dönerken pilotları hareket eden birilerim araştırıyorlardı. Biri solo doğru pike yaparak
kayalıklara ateş etti. Bunu bir çığlık izledi, ama Edwards bir şey göremedi.

«Berabere kaldık.» Edwards dönerek radyoya baktı. Son top ateşinde sırt çantasına şarapneller
saplanmıştı.

«Yere yatın!» Nichols bir şarapnel havada uçarken üsteğmeni yakalayıp çekti. Mermi birkaç metre ötede
patladı. «İşte yine geliyorlar.»

Edwards dönerek silahına yeni bir şarjör taktı. On beş metre ötedeki Rusların üstüne mermi yağdırdı. Biri
yüzüstü düştü. Diğeri ateş ederek sola kaçtı. Birden bacaklarının üstünde bir ağırlık hissederek baktı ve
omzunda kırmızı üç delik olan Nic-hois'u yerde gördü. Son şarjörü de silaha takarak topallaya to-pallaya
sola doğru yürüdü.

«Michael!»

«Öbür yana kaç. Dikkat et!»

Edwards sadece bir yüz ve bir tüfek görebildi. Bunu bir ışık izledi. Sağa kaçacak oldu ama geç kalmış,
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

göğsünden yaralanmıştı. Sadece şok yüzünden acıya dayanabiliyordu. Yaklaşan adama engel olmak için
havaya birkaç el ateş etti. Herkes |ne-redeydi? Sağdan ateş ediliyordu. Neden kimse ona yardım
etmiyordu? Tepede daireler çizen A-7'lerin homurtularını duyuyordu. Ama bir şey yapamıyor, kanlan
akarken sadece küfrediyordu. Yaralı bacağı artık ona itaat etmez olmuştu. Sol kolu da işe yaramıyordu.
Tüfeğini kocaman bir tabancaymış gibi tutarak Rusun ortaya çıkmasını bekledi. Sonra onu omuzlarından
tutup çeken elleri hissetti.

«Beni bırak, Vigdis. Tanrı aşkına, beni bırak ve kaç.»

Kız bir şey söylemedi. Sendeleyerek onu çekiyor, kayaların üstünden geçirmeye çalışıyordu. Soluk
soluğa kalmıştı. Edwards kan kaybı yüzünden bayılmak üzereydi. Bir ara A-7'nin uzaklaş-

— 441 —

tığını görür gibi oldu. Bunu anlam veremediği bir ses izledi. Birden tepede rüzgârla birlikte kocaman yeşilli
siyahlı bir cisim belirdi. Etrafta tozlar uçuşurken bir makineli ateşe başladı. Adamlar o kocaman şeyden
dışarıya atladılar. Her şey bitmişti. Ruslar Keflavik'i ele geçirmişlerdi. Şimdi o merkezi desteklemek için
Mİ-24 gelmişti. Edwards tepki gösteremeyecek kadar bitkindi. İyi yarışmış ama kaybetmişti. Yine ateş
edildiğini duydu. Sonra helikopter uzaklaştı ve etrafa derin bir sessizlik çöktü.

«Adınız Tazı mı?»

Gözlerini açabilmesi için büyük güç harcaması gerekti. Başucunda duran karaderili adamı gördü.

«Siz kimsiniz?»

«Ben Sam Potter. İkinci keşif kolunda görevli bir teğmenim. Siz Tazısınız değil mi?» Döndü. «Adamlara
ihtiyacımız var.»

«Benimkilerin hepsi yaralı.»

«Bunun için üzülmeyin. Sizi beş dakika içinde buradan götüreceğiz. Biraz dayanın, Tazı. Burada işim
var.» Birilerine seslendi. «Tamam, o Ruslara bir bakalım. İçlerinde sağ kalan varsa hemen bu kayadan
alıp götüreceğiz.»

«Michael?»

Edwards hâlâ sersemdi. Bayıldığı sırada Vigdis'in yanında olduğunu anımsıyordu sadece.

Teğmen Potter beş dakika sonra, «Bu adam kim?» diye sordu.

«Meteoroloji uzmanı. Çok başarılıydı.» Smith acıyan yaraları yüzünden suratını buruşturdu.

«Peki buraya nasıl geldiniz?»

«Keflavik'den buraya kadar yürüdük, efendim.»

«Doğrusu çok güç bir yolculuk, çavuş.» Potter etkilenmişti. Radyoyla kısa bir emir verdi. «Helikopter
yola çıktı. Herhalde o hanım da sizinle gidecek.»

«Evet, efendim, izlanda'ya hoşgeldiniz, efendim. Sizi bekliyorduk.»


Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Potter eliyle batıyı işaret etti. «Bir bak çavuş.» Ufukta Stykkisholmur'a doğru giden gri benekler vardı.

•442 —

«USS CHİCAGO»

McCafferty onların civarda olduklarından emindi. Ama neredeydiler? Son Tango'yu da batırdıktan sonra
kalan iki Rus denizaltısıyla bağlantı kuramamışlardı. Kaçınma manevrası sayesinde sekiz sakin saat
geçirmişlerdi. Rusların ASW uçağı hâlâ yukarıdaydı ve hâlâ sonar şamandıraları atıyordu. Ama onlara da
bir şey olmuştu. Nedense pek yakına geliniyorlardı. Komutan bu fırsattan yararlanarak dinlenmiş ve
adamlarının da dinlenmesini sağlamıştı. Hepsi de bir ay yatakta yatmayı seve seve kabul edebilirlerdi. O
nedenle dört ya da altı saat uyku çöldeki bir adama verilen bir bardak sudan farksızdı. Bu sayede biraz
daha dayanabileceklerdi. Hepsi o kadar. Zaten biraz daha dayanmaları da gerekiyordu. Kuzey Kutbunun
keskin buzullarla kap h kıyısına kadar sadece yüz mil yollan vardı.

Chicago kardeş gemilerinden sadece beş mil ilerideydi. McCafferty her saat başı doğuya doğru bir rota
izleyip onların mevkilerini saptıyordu. Bu da kolay olmuyordu. Boston ve Provider ce'i bu mesafeden
bulabilmek zordu.

McCafferty Rusların neler düşündüklerini merak ediyordu. Krivak-Grisha grubunu bastırıp yok etme
taktiği işe yaramamıştı. Tango'ları eski tip teknelere karşı engel olarak kullanmak, uzak menzilli silahları ve
bilgisayara bağlı atış kontrol sistemi bulunan bir denizaltının peşinden gitmekten çok farklıydı doğrusu.
Onlar doğrudan doğruya sonar şamandıralarına güvenmişlerdi. Bu da ASW keşif uçaklarından yeterince
yararlanmalarını engellemişti. Aslında Tango sınıfı denizaltılar korkulacak rakiplerdi. Onların yerlerini
bulmak çok güçtü ama Ruslar iyice geliştirilmemiş sonarlarının cezasını çekmekteydiler. McCafferty
haftalardan beri ilk kez kendini böyle iyimser hissediyordu.

Harita subayına, «Eee?» dedi.

«Sanırım eskisi gibi yol alıyorlar, komutanım. Sekiz mil kadar gerimizdeler. Sanırım şu Boston. O daha
fazla manevra yapıyor. Providence düz bir hat üstünde ilerliyor. Onu bulduğumuzdan eminiz.»

— 443—

P Komutan serdümene emretti. «Yeni rotamız üç-beş-beş de-

rece. Sancak on.»

«Başüstüne. Dümen sancak onda, yeni rotamız üç-beş-beş derece, komutanım.»

«Tamam.» McCafferty sıcak kakaoyu yudumladı. O sırada Chicago ağır ağır kuzeye dönüyordu. Tek
kötü haber dışarıdaki fırtınaydı. Nedense dünyanın bu bölgesinde çok şiddetli rüzgârlar esiyordu. Sonar
personeli dört buçuk metre boyunda dalgalar olduğunu saptamıştı. Rüzgâr da kırk deniz mili hızla
esiyordu. Kuzey Kutbu yazı için bu olağanüstü sayılırdı. Bu yüzden sonarın etkisi yüzde onla yirmi
arasında etkileniyordu. Ama buzlara yaklaştıklarında bu koşulları ideal sayacaklarının farkındaydılar.
Denizin buzdağiarmı ufalayacağını ve bu gürültünün Amerikan denizaltıları bulmayı çok güçleştireceğini
biliyorlardı. McCafferty on altı saat sonra tehlikeyi geride bırakacaklarına inanıyordu.

«Sonar üç-dört-sıfır derecede bir eko saptadı. Ama şimdilik ne olduğunu bilemiyoruz.»
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

McCafferty baş taraftaki sonar ekranının yanına gitti. «Bana da göster.»

Astsubay ekrana vurdu. «İşte şurada, komutanım. Şimdilik bir şey söyleyemeyeceğim. Ama bana kalırsa,
nükleer başlıkları olan bir tekne.»

«Şunu biraz daha açıklasan.»

Astsubay bir düğmeye basınca ikinci ekran da aydınlandı. Ekranda cismin uzaklığı otuz bin metre olarak
belirtiliyordu. Bu arada buzulların oradan da sinyaller almaya başlamışlardı. Bu durumda buzların kırılırken
çıkardıkları sesler uzaktaki cisimden gelen sinyalleri zayıflatıyordu. Tıpkı parlak güneş ışınlarının elektrik
ışığının gücünü azaltması gibi.

«Şimdi ekonun mevkii değişti. İskeleden sancağa doğru dönüyor. Sinyaller hafifledi. Bu da ne?»
Astsubay ekranın alt kısmındaki titrek çizgiye baktı. «Yeni bir sinyal alıyorum. Sıfır-sıfır-dört derecede.»
Çizgi daha da hafifleyip kayboldu, sonra sıfır-sıfır-altı derecede yeniden belirdi.

McCafferty savaş durumuna geçip geçmemekte kararsızdı. Pek yakında bir hedefle ilgilenmesi
gerekebilirdi. Ama belki de yaklaşan düşman değildi. Personelin biraz daha dinlenmesine izin vermesi
gerekmez miydi? Beklemeye karar verdi sonunda.

— 444 —

«Sinyal güçleniyor. Bu durumda iki denizaltı olabilir. Biri üç-dört-sıfırda, ötekisi sıfır-sıfır dörtte.»

McCafferty serdümene doğuya dönmesini emretti. Böylece hem yeni hedefleri daha iyi seçebilecek, hem
de ateş menziline girmelerini sağlayacaktı. Ancak beklediğinden fazlasıyla karşılaştı.

«Boston batıya doğru dönüyor, efendim. Olağanüstü bir şey görmüyorum. Ama onun batıya gittiği
kesin.»

McCafferty, «Savaş yerlerini çalın,» dedi.

İnsanları böyle uyandırmanın hiç de hoş olmadığını biliyordu. Ranzalarda yatan adamlar hemen uyanıp
koşa koşa görev yerlerine gittiler. Böylece orada nöbet tutan denizcilerin de kendi görevlerine dönmelerini
sağladılar.

«Bütün istasyonlar savaş yerini aldı, komutanım.»

McCafferty harita masasının üstüne eğilerek durumu düşündü. Buzlara ulaşmasına engel olan iki denizaltı
vardı. Boston manevra yaptığına göre, onun da bir şeyle karşılaştığı anlaşılıyordu. Belki biri onu batıdan
ya da kıçtan izliyordu. Yirmi kısa dakika içinde McCafferty güvenini yitirmiş ve yine paranoya belirtileri
göstermeye başlamıştı. Neden tam rotasının üstünde iki denizaltı vardı?

«Gemiyi periskop düzeyine çıkarın.» Chicago iki yüz on metre derinlikten ağır ağır yukarıya çıktı. «ESM
su yüzüne çıksın.»

İnce direk yükselince elektronik savaş teknisyeni de çalışmaya başladı. «Komutanım, üç uçağın araştırma
aygıtlarından sinyal alıyorum.» Teknisyen bunların yerlerini de bildirdi.

Bunlar Bear ya da May olabilirdi. «Etrafa bir bakalım. Periskop çıksın. Dört yanı da görmeliyiz...
Tamam, ufukta alçakta bir-yedi-bir derecede bir May var. Batıya doğru gidiyor. Şamandıralar atıyor.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Periskopu indirin. Sonar, güneyden bir şey alabildin mi?»

«Sadece iki dost gemiden sinyal geliyor. Boston'un sinyalleri de kesiliyor, komutanım.»

«Yüz seksen metreye inelim.» Gemi dalar dalmaz McCafferty kuzeye dönmeleri için emir verip hızı beş
mile indirtti. Bir yandan da başka bir şey yapmanın mümkün olup olmadığını düşünüyordu. Bear odasıyla
Norveç'in kuzey burnu arasındaki batı yolu bir hayli genişti ama Sovyetler'in Kuzey Donanmasının yarı-

— 445 —

sı orada bir engel oluşturmaktaydı. Acaba Pittsburg ve diğerleri kaçıp güvenliğe kavuşabilmişler miydi?

McCafferty periskopun kaidesinin parmaklığına dayandı, işin iyi yanı sessizce hareket edebilmeleriydi.
Ruslar onları duymamış olabilirdi. Zaten duymuşlarsa kısa süre içinde bir torpil peşlerine takılacaktı.

«İlendeki gemilerin sinyalleri güçleniyor.»

Okyanusun engin sularında istedikleri derinliğe inip saklanabilirlerdi. Oysa burada sular sığ sayılırdı.
Üstelik fırtına da onlara engel oluyordu.

McCafferty, «Son durum?» diye sordu.

«Sonar iki-sekiz-iki derecede bir eko belirtiyor. Bir denizaltı olabilir. Uskur devrini anlamaya
çalışıyorum.»

«İskeleden üç-dört-sekiz dereceye gel. Hayır. Sancaktan sı-fır-bir-beşe gel.» McCafferty birden fikrini
değiştirmişti. Burada cesur değil, ihtiyatlı olmak işe yarayacaktı. Sonra geminin üç yüz metreye dalmasını
emretti. Yüzeyden ne kadar uzakiaşırsa sonardan da o ölçüde güçlü sinyal alacaklardı. Ruslar uçakla
haberleşmek için yüzeye çıkmışlarsa sonarları iyice etkilenecekti. Savaşa girmeden önce elindeki bütün
kozları oynayacaktı. Ama ya...

Belki de sinyallerden biri dost bir gemiden geliyordu. Sceptre ya da Superb, Providence'in yaralanması
üzerine yeni emirler almış olabilirlerdi. İki-sekiz-ikideki gemi de onlardan biri olabilirdi.

Kahretsin! Şimdi ne yapacaktı? İngilizler denizaltılar buzlara erişir erişmez oradan ayrılacaklarını
söylemişlerdi. Yapacakları başka işler olduğundan söz etmişlerdi. Ama mayısdan beri kaç kez emirler
değişmişti?

McCafferty kendi kendine, haydi aklını başına topla Danny. dedi komutan sensin. Ne yapacağını bilmen
gerekir...

Tek yapabileceği, sinyal veren gemilerin uzaklığını ve kimliğini saptamaktı. Sonarla on dakika daha onları
araştırdılar.

Sonunda astsubay, «Üçü de tek uskurdu,» dedi.

McCaffert/ kaşlarını çattı. Onların ne olduğunu anlayamamıştı. İngiliz denizaltılarının hepsi de tek
uskurluydu. Rusların Victor ve Alfa tipleri de öyle.

«Makineleri hakkında bilgi?»


Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

— 446 —

«Güçlerini iyice azaltmışlar, komutanım. Bu yüzden anlamaya imkân yok. Üçünden de stim sesi alıyorum.
Bu durumda nükleer olmaları gerekiyor. Ama ekrana bakacak olursanız başka sinyal almadığımızı
görürsünüz. Üzgünüm, ne yazık ki, elimden daha fazlası gelmiyor.»

McCafferty batıya gidecek olursa sonar sinyallerinin daha hafifleyeceğini biliyordu. Bu yüzden
güneybatıya doğru bir rota uygulamaya karar verdi. Serdümen emri yerine getirdi.

Hiç olmazsa menzile girmişti. Kuzeydeki hedefler on bir ve on üç mil uzaktaydı. Batıdakiyse sadece
dokuz mil ötede. Hepsi de torpil menzili içindeydi.

«Sonardan komutana... Bir-sıfır-beş dereceden çok hafif sinyal alıyoruz. Bir torpil olabilir. O çevrede
başka bir şey yok, efendim. Tek emin olduğum o patlama.»

Komutan yine sonar ekranının karşısına geçti. «Anlıyorum, astsubayım. Bu iş kolay olsaydı sana ihtiyaç
duymazdım zaten.» Dikkatle ekrana bakıyordu. .Torpil rotasırlı değiştirmeden yol alıyor, Chicago için bir
tehlike oluşturmuyordu. «Sen üç denizaltının durumuyla ilgilen.»

«Başüstüne, komutanım.»

McCafferty o kadar tecrübesine rağmen yine de sabırsız olabilmesine şaşıyordu.

Chicago güneybatıya doğru yol alırken, McCafferty batıdaki hedefleri inceliyordu. Onların dost
olabileceklerini pek sanmıyordu. Aralarındaki mesafe sekiz, sonra da yedi mile indi.

«Yarbayım, iki-sekiz-sıfır derecedeki gemiyi tanıdık. Alfaı sınıfından!»

«Emin misin?»

«Evet, komutanım. Aldığımız sinyaller Alfa tipi makinelerden geliyor. Bunu çok belirli olarak
kaydediyoruz.»

«Pekâlâ. Bir balığı derinden ve az hızla yollayacağız. Sonra gemiyi hemen dibinden vuracağız.»

Torpil bölümündeki adamları her gün daha başarılı oluyorlardı, yardımcı bilgisayardan daha hızlı çalışır
gibiydiler.

İkinci komutan, «Yarbayım,» dedi. «Bu kadar derinden ateş edersek yedek basınçlı havamızın büyük
bölümünü harcarız.»

«Haklısın. Torpili otuz metre derinlikten gönderin.» Bir yandan da böyle bir şeyi unutabilmesine
şaşıyordu.

— 447 —

«Otuz metre. Hazırız, komutanım.»

«Ateş!»
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

«İki torpil gönderdik, komutanım.»

Alfa, basınçlı havanın neden olduğu sesi duymuş olabilirdi. McCafferty bundan emin değildi. Torpil kırk
mil süratle gidiyor ve üç-beş-sıfır rotasını izliyordu. Yani hedefe paralel yol almaktaydı. Dokuz yüz metre
sonra güdümlü torpilin dönüp derine inmesini emretti. Kontrol mekanizması sayesinde bu emir de yerine
getirildi. McCafferty bu işte sinsice davranmıştı. Alfa yaklaşan balığı görerek karışık ateş açarsa
Chicago'yu o rotada bulamayacaktı. Yani torpil onların bulunduğu yere gelmeyecekti. Yalnız tek tehlike
kontrol mekanizmasının işe yaramaması ve torpilin boşa gitmesiydi. Bu arada Sovyet denizaltısı da kırk
milden fazla bir süratle yani torpil kadar hızla ilerliyordu. Chicago güneybatıya giderek kendisiyle torpil
arasındaki mesafeyi yeteri kadar açmaya çalıştı.

Sonar haber verdi. «Torpil verilen rotada gidiyor.» . «Hedefle arasındaki mesafe ne kadar?»

«Bin sekiz yüz metre kadar, komutanım. Bin iki yüz metreye gelince onu yukarıya çıkarıp hızını arttırmayı
öneririm, yarbayım.»

«Pekâlâ.»

İlgili subaylar torpille hedefinin rotasını çiziyorlardı.

«Sonardan komutana. Alfa motor gücünü arttırdı efendim.»

«Demek torpili duydu. Balığı yukarıya çıkarın ve son sürat gitmesini sağlayın. Sonardan izleyelim.»

Sonar astsubayı heyecanla, «Alfa derinlik değiştiriyor,» dedi. «Torpilin sinyallerini alıyorum. Bizim balık
da, hedef de ses veriyor.»

«Komutanım, mekanizma etkisi yok artık. Torpili kaybettik.» «Bunun önemi yok. Bana Alfa'nın uskur
devir sayısını verin.» «Kırk iki mil süratle dönüyor efendim. Boşluk sesleri alıyoruz. Galiba denizaltı
dönüyor. Belki de bir gürültücü kullandı.» İkinci komutan, «Şimdiye kadar Alfa vuran oldu mu?» diye
sordu.

«Hayır, bilmiyorum.»

«İsabet ettiremedik. Balık hedefin kıçının açığından geçti. Hedef doğuya doğru gidiyor sanırım. Balık da
hâlâ... yok, şimdi

— 448 —

dönüyor. Torpilden hâlâ ses alıyoruz, komutanım. Torpil de doğuya gidiyor. Yine döndü. Balık sanırım
gürültücüsünün peşinden koşuyor, yarbayım. Balıkla hedef arasında bir açıklık oldu.»

Torpili atan subay söylendi. «Kahretsin, isabet edeceğinden •emindik.»

«Atış noktasına ne kadar var?» «Yedi bin yüz metre, yarbayım.» «Alfa'nın kerterizi?»

«Üç-dört-sekiz derecede. Doğuya doğru gidiyor. Makine gürültüsü hafifledi. Uskur devir sayısı geminin
yirmi mil yaptığını gösteriyor.»

McCafferty, «Torpille arasındaki mesafeyi açacaktır,» diye mırıldandı. Torpil ilerlediği ve sinyal verdiği
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

sürece kimse yakınında bulunmak istemezdi. Balık yakıtı bitene kadar öyle dolaşacaktı. «Ya öbür iki
gemi?»

«Bir değişiklik yok komutanım. Onlar aynı rotayı koruyorlar.»

«Onların Rus oldukları anlaşılıyor.» Yarbay haritaya baktı, ingiliz olsalardı hemen manevra yapar ve
Alfa'yı duyar duymaz da torpil atarlardı. Zaten yirmi mil çapındaki bölgede herkes Alfa'nın sesini duymuş
olmalıydı.

McCafferty, Rus denizaltılarının durumu anladıklarından emindi. Kendisi de neyle karşı karşıya
olduğunu biliyordu zaten. Sonar güneyde başka bir cisim olduğunu haber verdi, Boston oiabiiirdi. Eğer
oradaki Boston değilse Providence bir şeyler yapmış olmalıydı. Chicago'nun güneye dönmesini emretti. •
JJç denizaltının engelini yarıp geçecekse yardıma gereksinmesi olacaktı. Bir saat sonra Boston'la buluştu.
«Bir Alfa'yı duydum.» «Biz onu kaçırdık. Sen ne öğrendin?» «Çift uskuru vardı ve şimdi hiç sesi
çıkmıyor,» diye cevap verdi Simms. Yakında oldukları için telefonla konuşuyorlardı.

«On dört mil kadar önümüzde üç gemi var. Biri o Alfa. Diğerlerini bilemiyorum.» McCafferty planını
kısaca açıkladı. On mil arayla kuzeye doğru gidecekler, hedefleri kıçtan vurmaya çalışacaklardı.
Hedeflere isabet etîiremeseler bile Ruslar takip için ayrılınca Providence aradan sıyrılıp yoluna devam
edebilirdi. Simms bunu kabul edince iki gemi ayrıldı.

_449 —

F.: 29

McCafferty buzlara varmasına henüz on altı saat olduğunu düşündü. Sovyet keşif uçakları da herhalde
yukarıda dolaşıyorlardı hâlâ. Bir torpili ziyan etmişti. Hayır, hayır, bu iyi planlanmış bir saldırıydı. Sadece
bazen olduğu gibi işe yaramamıştı.

Kuzeydoğusunda bir sıra sonar şamandırası belirdi. Hepsi çalışır durumdaydı. McCafferty öfkeyle,
«Neden Ruslar bir tek taktik seçip ona sadık kalmıyorlar,» diye söylendi. Kahretsin, bütün istediği oradan
uzaklaşmaktı! Sovyet topraklarına füzeler atmıştı. Belki de onlar hâlâ bu yüzden öfkeliydiler. McCafferty
kendini zorlayarak bu tür şeyleri düşünmekten vazgeçti. Zaten yeteri kadar derdi vardı.

Chicago kuzeybatıya doğru gidiyordu. Alfa hâlâ aynı .rotayı izlemekteydi. Makine sesi kâh duyuluyor
kâh kayboluyordu. Bu durumda onu vurabileceği söylenebilirdi. Ancak denizaltının hızını ve manevralarını
görmüştü. Mark-48 tipi bir torpilden kaçabilecek güçteydi. Acaba Alfa'nm komutanı ne düşünmüştü? O
yaklaşan torpilin rotasını saptayıp bir karşı, balık göndermemişti. Bu ne anlama geliyordu? Yoksa Alfa
çevrede dost gemiler olduğunu biliyor muydu? Ruslar hiç de kendilerinden beklenen şekilde hareket
etmiyorlardı doğrusu.

Kuzeybatı rotasını izlerken diğer denizaltılardan birine epey yaklaştılar. Aralarında on mil kadar bir
mesafe vardı şimdi. Hem hedefe nişan da almışlardı. Mesafe sekiz mile inince McCafferty sonar odasına
gitti yine.

«Bana bu gemi hakkında ne söyleyebilirsin?»

«Tip-2 Reaktörlerinin yeni türüne benzemeye başladı. Bir Victor-Ill de olabilir. Bana beş dakika zaman
tanırsanız durumu anlarım, yarbayım. Yaklaştıkça daha iyi sinyal alıyoruz.»

«Gücü ne kadar?»
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

«Çok düşük, komutanım. Bir dakika önce bir uskur sayıım yapabileceğimi düşündüm ama olmadı. Çok
ağır yol alıyor galiba.»

Yarbay yine sonar ekranına baktı. Victor lll'ün makinelerinden alınan sinyal hafifti. Çizgi belli belirsizdi.
Ama üç dakJ-ka sonra orada ışıktan düzgün bir çizgi oluştu.

«Komutanım, Sierra-2 hedefinin Victor-Ill tipi bir Rus deniz-altısı olduğunu anladım.»

McCafferty kıçdaki kontrol odasına gitti. «Hedefimiz olara

— 450—

Sierra-2'yle aramızdaki mesafe nedir?»

«On dört bin beş yüz metre, komutanım.»

«Atış kontrol hesabı tamam, komutanım. Birinci torpil için •emrinizi bekliyoruz.»

McCafferty, «Dümen sancak on,» dedi. Chicago torpilini «atmak için dönttü. O anda yüz seksen metre
derinlikteydi. Ateş eder etmez doğuya kaçıp üç yüz metreye dalacaktı. Denizaltı •altı mil yaparak ağır ağır
döndü. Vasatdaki torpil kovanları hazırlanmıştı. «Hesap sonu?»

«Tamam!»

«Drş kapağı açın.»

Görevli subay hemen uygun düğmeye bastı ve ışığın ren- • ginin değişmesini bekledi.

«Dış 'kapak açıldı, komutanım.»

«Hedefe nisan alın ye ateş edin!»

Torpil yuvasından fırlayınca yedi bin tonluk Chicago de-cıizaltısı sarsıldı.

«Bir numaralı torpil atıldı, komutanım.»

McCafferty rotayı ve derinliği değiştirip sürati de on mile çıkarmaları için emir verdi.

Yine sabırlı olması gerekiyordu. Balığın hedefe isabet et-jnesini ne kadar sonra duyacaktı? Bu torpil sığ
sularda gidiyordu. Onun sesi belki de yüzeydeki dalgaların gürültüsü arasında duyulmazdı. Bir yandan da
Viçtor'un sonarının nasıl olduğunu merak ediyordu. Gerektiği kadar hassas mıydı acaba?

«Bir dakika.» Görevli subayın elinde bir kronometre vardı. ;Mark-48 ayarlanan sürate göre şimdi bin üç
metre hızla (gidiyordu. Daha on dakikajık yolu vardı. Bu durumda yine sabretmesi gerekiyordu. «Üç
dakika,» Demek daha torpilin yedi dakikası vardı.

Chicago üç yüz metre derinlikte ilerlerken yarbay hızını •yine altı mile düşürülmesini istedi. Daha şimdiden
diğer iki 'hedefe ateş etmeyi düşünüyordu. Ama biraz daha beklemek gerekecekti.

«Beş dakika oldu. Beş dakika daha var.»


Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

«Sonardan komutana. Hedef Sierra-2 güç arttırdı. Uskur

— 451 —

devir sayısı yirmi milde olduğunu ve sürati daha da arttırdığım belirtiyor.»

McCcfferty, «Balığın hızını azamiye çıkarın,» diye emir verdi. Mark-48 kırk sekiz mil hızla ilerlemeye
t>aşladı. Yani dakikada bin altı yüz metre yol alıyordu.

«Hedef doğuya dönüyor. Devir sayısından otuz bir mil yaptığı anlaşılıyor. Hedefin kıçında bir yerden
tuhaf bir sinyal alıyorum, komutanım. Hedef üç-beş-sekiz derecede. Yeni sinyal üç-beş-altı dereceden
geliyor.»

«Gürültücü mi attılar dersin?»

«Ses pek ona benzemiyor. Daha değişik. Hedef dönmeye devam ediyor. Şimdi rotası üç-beş-yedi
derece. Sanırım geldiği yöne dönüyor.»

McCafferty, «Yüz seksen metreye çıkalım,» dedi.

Denizaltı yükselirken ikinci komutan onun ne yapmak istediğini düşünüyordu.

Sonar astsubayı, «Yeni sinyal hedefi gizledi, komutanım,» diye haber verdi.

«Balık güçlü sinyal vermeye başladı, komutanım.»

Yarbay, «Bir yem attıysa,» diye mırıldandı. «Bunu kendisiyle bizim balığın arasına yerleştirmiştir. Hemen
Sierra-2'ye bir torpil daha atılmasını istiyorum. Sierra-1 için de hazır olun.»

Hedefin uzaklığı, rotası, derinliği, vb. bilgisayar tarafından saptandı. Denizaltı üç yüz metre derinlikte
gidiyordu.

«Üç numaralı kovan hedef Sierra-2'ye ve kovan iki de hedef Sierra-1'e ayarlansın. Kerterizleri
karşılaştır. Ateş.» McCafferty emri sakin tavırla vermişti. Sonra denizaltının yine derine dalmasını istedi.
«Biz Victor-lll'ün kıçının yakınındaki cismi çekip taşıdığı makine aksamı sanmıştık. Belki o da şimdiki gibi
bir yemdi. Biz böyle numaralar yapmayız ama İvan bu tür şeylerden hoşlanıyor anlaşılan.»

«Yine de bizim balık o yeme aldırmayabilir.»

«Ivan öyle düşünmüyor. Bunun işe yarayacağına inanıyor. Sonra o patlamanın gürültüsünden yararlanıp
dönecek ve bize bir torpil sallayacak.» McCafferty harita masasına yaklaştı. Yeni gönderdiği balık belki
de Victor sınıfından bir denizaltının peşindeydi. İkinci hedef doğuda manevra yapıyordu şimdi. Alfa da
öyle. Onlar klasik taktiğe başvurmuşlardı. Yani tehlikeli böl-

— 452 —

geden kaçıp dönecek ve saldırıya geçeceklerdi. Böyle dönerlerken de yaklaşan torpil yüzünden sonarları
işe yaramayacaktı.

Sonar astsubayı, «Yarbayım,» diye seslendi. «Üç-beş-dört derecede bir patlama oldu. Hedef
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Sierra-2'yle irtibatı kaybettik. Balığın ona vurup vurmadığını bilemiyorum. Diğer iki balık rotalarında
gidiyorlar.»

McCafferty sabırlt olması gerektiğini düşünüyordu.

«Sonardan komutana. Kıç taraftan sonar şamandıraları atıldı. Bunların kerterizleri de saptandı.
Chicago'nun iki mil gerisinde kuzey ve güneydeydiler.»

ikinci komutan, «Belki de gemilerden biri diğerine bir haber verdi,» dedi.

«Bu olabilir işte. Eğer birlikte hareket etmeyi başarabilirlerse bizi çok zorlarlar doğrusu.»

«Sierra-2 geri döndü, efendim. Tip-2 makinelerden sinyal aîiyorum. Üç-dört-dokuz derecede. Teknenin
gövdesinden de sert sesler geliyor. Sierra-2 derinlik değiştiriyor.»

McCafferty bir kurşun kalem alarak ucunu dişlemeye başladı. «Peki. Belki de onun sonarı iyi işlemiyor.
Bu yüzden antenini uzatıp arkadaşına nereden ateş ettiğimizi haber vermeye çalışıyor. Makineler yarım yol
ileri.»

«Torpil atıldı. Rotası stfır-üç-bir!»

«Bu rotadan başka sinyal geliyor mu?»

«Hayır, komutanım başka bir şey yok.»

McCafferty haritaya baktı. Planı başarılı olacağa benziyordu. Rusları telaşlandırmış ve doğuya Boston'un,
Todd Simms' in bulunduğu yöne dönmelerini sağlamıştı.

. «Komutanım, kıçdan bir torpil geliyor. İki-sekiz-altı derecede!»

Yarbay hemen, «Üç yüz altmış metreye dalın,» diye emir verdi. «Sancak alabanda. Yeni rotamız
bir-aitı-beş derece. Dostumuz Victor arkadaşlarına haber yolladı anlaşılan.»

Torpido subayı, «iki balıkla da irtibatı kaybettik, komutanım,» diye haber verdi.

«Sierra-2'nin tahmini mesafesi?»

«Balık bin sekiz yüz metre uzakta olabilir. Bir dakika sonra sinyal vermek üzere programlanmıştı.»

— 453 —

«Victor'un komutanı bu kez yanıldı. Uçaklara haber vermek için suyun yüzüne çıkmadan önce poposunu
koruması gerekirdi. Sonar, kıçımızdaki torpilin pozisyonu nedir?»

«Gürültüler yüzünden sonar tam başarılı değil, yarbayım. Son sinyal aldığımızda Rus balığı iki-yedi-sekiz
derecedeydi.»

«Makineler ağır yol ileri!» McCafferty denizaltının ağır ve sessiz seyrini sağlamıştı. İki dakika sonra
havadan atılmış olan torpilin uzaktan geçtiğini anladılar. Victcr'a attıkları ikinci torpil de hedefine
yaklaşmıştı.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Bu arada sonar ekranında fazla hareket görülüyordu. Hedef Sierra-2 yaklaşan balığı geç farketmişti ve
tam yol ondan kaçmaya çalışıyordu. Diğer Victor'a atılan torpil de yoldaydı ama hedef Boston'un attığı
başka bîr balıktan kurtulmak için manevra yapıyordu. Alfa da tam yol kuzeye gidiyordu. Peşinde de
başka bir Mark-48 vardı. Yeni atılan iki Rus torpili doğuda yol alıyordu. Belki de onlar Boston'un
peşindeydiler. Ancak Chicago kardeş gemiyi sonar ekranında göremiyordu. Beş denizaltı ortalıkta
dönenip duruyordu. Dördü çok modern torpiller tarafından kovalanmaktaydılar.

«Komutanım, Sierra-2 bir yem daha attı. Sierra-1 de öyle. Bizim balık sinyal vererek 2'ye yaklaşıyor.
Başka birinin balığı da sinyal vererek 1'e doğru gidiyor. Rusların balıklarından biri de sıfır-üç-beş
derecede sinyal veriyor. Üç-üç-dokuz derecede bir patlama oldu.»

McCafferty, babam muhasebeci olmamı istiyordu diye düşündü. Belki bunu yapsaydım şimdi bu Tanrının
belası sayıların içinden çıkardım. Yine haritaya yaklaştı.

«Yarbayım, üç-üç-dokuz dereceden çok yüksek makine sesleri alıyorum. Bir şey hasar görmüş galiba.
Fazla madeni ses var. Şimdi de hava sesi alıyorum. Tanklarmdaki havayı dışarıya basıyor. Henüz
parçalanma sesi yok.»

«iskele alabanda. Yeni rotamız sıfır-bir-sıfır.»

«Yani Victor'u yok edemedik mi?»

«Dönüp buradan uzaklaşması koşuluyla ben küçük bir hasara razıyım. Şimdilik yaralandığını kabul
edelim. Diğer ikisinin durumları nasıl?»

«Sierra-1'in peşindeki torpil sesli sinyal veriyor. Boston' unki de öyle. Sanırım öbür balık Boston'un.»'

— 454 —

Sonar ekranındaki karışıklık on dakika kadar sürdü. İkinci hedef iki torpile de kıçını dönüp kuzeybatıya
kaçtı. Chicago' nün yolunca yine sonar şamandıraları belirdi. Havadan atılan bir torpilin de batıdan
geldiğini saptadılar. Ama bunun hangi hedefe atıldığını anlayamadılar. Ancak torpil endişe yaratacak kadar
yakında değildi. Victor sınıf: denizaltı peşine taktıkları torpilden kaçabilmek için tam yol gidiyordu. Fakat
tam karşıdan başka bir balık ona doğru geliyordu. Belki de Besten ateş etmişti; ayrıca Alfa'yo da bir
torpil sallamış olacaktı. Alfa .da torpilinki kadar büyük bir süratle kaçıyordu. McCafferty, Provicî«nce'le
sonar irtibatı kurduktan sonra kuzeye doğru yoluna devam etti.

Bu kargaşa onun lehineydi. Bundan da azami yararlanmıştı. Bu arada Boston'un da atılmış torpillerden
kendini koruyacağım umuyordu. Ancak o konuda bir şey yapamazdı.

«İki patlama oldu, komutanım. Mevki sıfır-sıfır-üç.»

Bu mevki ikinci Victor'un son saptandığı yerdi. Ne var ki, so nar başka bir sinyal almadı. Batık denizalîıyı
yok etmiş miydi? Yoksa iki torpil birbirine mi çarpmıştı?

Chicago hızını on mile çıkarıp zikzaklar çizerek sonar şamandıralarının arasından geçiyor, kuzeye giderek
yaralı Provi-tjance'le arasını mümkün olduğu kadar açıyordu. Torpido subayı ve görevlilerin sinirleri iyice
gerilmişti. Devamlı izleme ve vurmaya çalışma çabası komutan kadar onları da yormuştu. Savaştan önceki
manevralarda işin teknik yanını başarıyla halletmeye alışıktılar ama hiçbir şey gerçek silahlarla ateş etmeye
benzemezdi, Yarbay onlara çifter çifter izin verdi. Karınlarını doyuracaklar ve yarım saat dinleneceklerdi.
Görevlerinden ayrılmayanlar için de aşçı bir tabak sandviç getirdi. McCafferty periskobun altında
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

oturuyordu. Gözlerini kapatmış, başını madeni parmaklığa dayamış, jambonlu bir sandviç yiyordu.
Jambon tenekelerinin gemiye yüklenişini anımsıyordu. Donanma o yıl ünlü Polonya Jambonlarını iyi fiyata
kapatmıştı. Polonya jambonları diye düşündü. Bu delilik.

Bir saat sonra da savaş yerlerini paydos etti. Adamlarının yansı vardiyada kaldı sadece. Diğerleri
kuzineye gidip yemek yemediler. Hepsi de uyumak istiyordu. Yarbay da onlar kadar uykuya ihtiyacı
olduğunun farkındaydı. Kendi kendine, bıız-

— 455 —

lora erişir erişmez bir ay uyuyacağım, diye söz verdi.

Boston'u sonarla buldular. Kardeş denizaltı ekranda hafif bir çizgiyle onların doğusunda olduğunu
gösterdi. Provkfsnee de hâiâ kıç taraflarındaydı. Altı mille yol alıyor ve gördüğü hasar yüzünden de fazla
gürültü yapıyordu. Zaman daha hızlı geçiyordu artık. Yarbay oturduğu yerden kalkmadı. Verilen raporları
da pek duymuyordu.

Sonra birden irkilerek başını kaldırdı. Bileğine göz attı, orada yarım saat kestirmişti. Buzlara erişmelerine
beş saat kalmıştı. Buzları sonarla rahat rahat alabiliyorlardı şimdi. Denizaltının başının iki yanında otuz
dereceden güçlü sinyaller geliyordu.

McCafferty, «Alfa nereye gitti?» diye sorarak sonar odasına girdi. «Alfa'mn son kaydedilen mevkii
neydi?»

«Komutanım, biz onu üç saat önce kaybettik. Son sinyai aldığımızda kuzeydoğuya gidiyordu. Sonra
sinyaller kesildi ve bir daha da aynı mevkide belirmedi.»

«Peki buzların arasında saklanıp bizi bekliyor olabilir mi?»

«Bunu yaptıysa o bizi farkedemeden biz onun sinyallerini alırız, yarbayım. Hareket halindeyse makineleri
devamlı orta ve yüksek frekansta ses çıkaracaktır.» McCafferty bütün bunları biliyor ama yine de sonar
astsubayını dinliyordu. «Buzun alçak frekans sesleri bizi farketmesini uzun süre önleyecektir. Ama hareket
halindeyse biz hemen onu duyacağız.» Yarbay başını sallayıp çıktı ve kıça gitti.

«İkinci komutan, Aifa'nın komutanı ölseydin nereye giderdin?»

Subay gülümsedi. «Eve giderdim! Alfa'nm komutanı çevrede en az iki gemi olduğunu biliyor. Bu durumda
bizimle uğraşması zor olacak tabii. Biz bir Victor'u sakatladık. Boston d'a diğerini batırmış olabilir. Rus ne
düşünecek ki? İvan cesurdur ama deli değildir. Aklı varsa irtibatı kaybettiğini belirterek buradan
uzaklaşacaktır.»

«Bunu kabul edemeyeceğim. Bizim balıktan kaçabildi. Belki Boston'un balığını da atlattı.»

«Haklı olabilirsiniz, yarbayım ama sonarımızda görülmüyor.»

— 456 —

«Bunda da sen haklısın. Fakat buziara yaklaşırken çok •-dikkatli olmalıyız.»

«Kabul, efendim. Ama bu konuda fazla telaşlanıyoruz ifoence.»


Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

McCafferty o kanıda değildi ama bunun nedenini de bilemiyordu. Bir şeyi fark edememiş olduğunu
düşünüyordu.

Buzullarla kaplı kıyıyla ilgili son haritalar pek de geçerli sayılamazdı. Akıntılar ve rüzgârlar buzların birkaç
mil güneye inmesine yol açmış olabilirdi'.

Sonar Boston'un on beş mil doğuda ve Providence'i n sekiz mil güney doğuda olduğunu gösteriyordu.
Buziara varmalarına iüç saat vardı. On sekiz deniz milini aşınca güvende olacaklardı. Peki onu böyle
endişelendiren neydi? Ruslar onların peşin-•den bütün donanmayı gönderemezlerdi ya. Onların
ilgilenmeleri -gereken türlü sorunları vardı. McCafferty yine kestirmeye baş-Jadı.

«Sonardan komutana,» sözleriyle birden kendine geldi.

«Evet?» Konuşan ikinci komutandı.

«Providence hızını biraz arttırdı, efendim. Şimdi on mil ya-ıpr/or.»

«İyi.»

Yarbay, «Ne zamandan beri uyuyorum?» diye sordu.

«Bir buçuk saattir. Çok uzun süre uykusuz kaldınız, efendim. '•Hem kimseyi rahatsız edecek sesle de
hcrlamıyordunuz. Dostlarımız dışında sonar ekranında bir sinyal yok.»

IvlcCcıfferty ayağa kalkarak gerindi. Uykusunu alamamış olduğunun farkındaydı. Bitkin düşmüştü. Böyle
devam ederse ken-<li personeli için Ruslardan daha büyük bir tehlike oluşturacaktı.

«Buzla aramızda ne kadar var?»

«On iki bin metre keder.»

McCafferty gidip haritaya bakts. Providence onlara yetişmiş ti. Şimdi aynı sırada yol alıyorlardı. Bundan
hiç hoşlanmadı.

«Sürati on iki mile çıkar, sıfîr-dört-beş rotasına gidelim. Dostumuz fazla hevesli olmuş.»

İkinci komutan gereken emri verdikten sonra mırıldandı. «Haklısınız. Ama ProvJdence'i kim
suçlayabilir?»

«Ben suçlayabilirim. Bunca yolu aşmak için böyle uğraştıktan sonra birkaç dakika daha sabredebilirdi
değil mi?»

— 457 —

«Sonardan komutana... Sıfır-altı-üç derece bir eko var. Çok hafif sesler eliyoruz. Makine sesine
benziyor. Şimdi kayboldu^ Buz gürültüsü onu örttü.»

İkinci komutan, «Hızı keselim mi?» diye sordu.

«Hayır. Makineler yarım yol ileri.» Chicago hızını on sekiz miie çıkardı. McCafferty hâlâ haritaya
bakıyordu. Orada göremediği çok önemli bir şey vardı. Hâlâ üç yüz metre derinlikteydiler. Providence'in
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

kuyruk uskuru da çalışmaktaydı. Ancak yüzeye yakın gidiyor, bu da sonarını kötü etkiliyordu. Acaba
Boston da sığ sularda mıydı? Harita subayı iki Amerikan de-nizaltısının mevkilerini sürekli olarak
işaretliyordu. Chicago yarım saat sonra Providence'i n iskele tarafından geçerek ilerledi. McCafferty de
sürati yine altı mile düşürttü. Denizaltı ağırlaşırken cîıştan gelen dalga sesleri de kesildi ve sonarlar tam
kapasiteyle çalışmaya başladılar.

«Sonar sinyalleri alıyoruz. Sıfır-dokuz-beş derecede.»

iki subay hemen haritada o mevkiyi işaretlediler. Bu Bos-ton'Ia Prcvküence-'in ilerisinde ve tam
ortasında bir yerdi. McCafferty eğilip oradaki derinliğe baktı. Beş bin yea'i yüz metreydi derinlik. 688
sınıfı bir denizaltı orada dibe inemezdi ama bir Alfa bunu yapabilirdi.

«Kahretsin!»

Bu durumda o hedefe ateş de edemezdi. Hedef Providten-ce'e çok yakındı. Kontrol telleri kopacak
olursa balık Providen-ce'tn dost gemi olduğuna aldırmadan üstüne giderdi.

«Sonar, hemen sıftr-dokuz-beş derecede Amerikan gemilerini ara.»

Aktif sonarın sinyali ötmeye başladı. Bu kaim, derin ses, okyanusu sarstı. McCafferty dostlarına tehlikeyi
haber vermek, istemişti. Bu arada Alfa'yı da uyarmıştı.

«Sonardan kumanda kulesine. Sıfır-dokuz-beş dereceden tekneye çarpan daiga seslerini ve artan makine
gürültüsünü: eliyorum.»

Yarbay, «Haydi Todd, cevap ver,» dedi.

«Boston hızını arttırdı, efendim. Providence de, öyle. Suda. torpil var. Sıfır-dokuz-beş derecede.
Sıfır-beş-dokuz derecede fazla sayıda torpil var!»

«Tam yol ileri!» McCafferty sonar ekranına gitti. Alfa iki

— 458 —

denizaitıya çok yakındı. Provkience'in kaçmasına, derine dalmasına da imkân yoktu. Hiçbir şey
yapamazdı! McCafferty iki torpilin atışa hazırlanmasını seyretti. Alfa dört balık yollamıştı, iki Amerikan
gemisine iki torpil. Boston rota değiştirmiş, batıya gidiyordu. Providence de öyle. McCafferty ve ikinci
komutan yine sonar kamarasına döndüler.

Ekrandaki parlak çizgileri seyretmeye koyuldular. Kalın çizgiler denizaltılar! belirtiyordu. İnce ve daha
parlak olanlar da torpillere aitti. Providence'! hedef alanlar hemen yaklaştılar. Yaralı denizaltı hızını yirmi
mile yükseltmişti. Yol almaya çalışan çakıl yüklü bir kamyon gibi sesler çıkarıyordu. Attığı gürültücüler
ekranda belirdi ama torpiller onlara aldırmadılar. Hatlar t>ir noktada kesişti ve ekranda şiddetle parladı.

ikinci komutan hafif sesle, «Onu vurdular, komutanım,» dedi.

Boston'un kaçma şansı vardı. Simms tam yol gidiyordu şimdi. Torpiller de üç yüz metre kadar
gerisindeydi. O da gürültücüler attı. Rotasını ve derinliğini değiştirdi. Bir torpil bir gürültücünün peşine
takılıp gitti ve dipte patladı. Diğeri Boston'un peşini bırakmıyordu. Aradaki mesafeyi hızla yutuyordu.
Ekranda parlak bir nokta daha belirdi. Hepsi o kadar.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Sesi öfkeden titreyen McCafferty, «Sonar, Alfa'yı ara,» diye emir verdi. Denizaltı güçlü sonar sesleriyle
sarsıldı.

«Mevki bir-sıfır-dokuz. Mesafe on üç bin metre.»

«Torpiller hazır olsun!»

«Ateş!»

Alfa gelen torpillerin sinyalini bile dinlemeye gerek duymadı. Komutan orada üçüncü bir denizaltı
olduğunu biliyordu. Kendisini torpillemeye kalkacaklarının da farkındaydı. Sovyet de-ıfiizaltısı son sürat
doğuya döndü. Chicago'nun subayları torpilleri aynı rotaya oturttular ama bu torpiller Alfa'dan sadece beş
mil daha süratliydiler. Bu durumda da yakıtları bittiğinde deniz-«altıdan altı yüz metre gerideydiler. Ancak
McCafferty bir şeye aldıracak durumda değildi. Son sürat Rusun peşine takıldı. Onu yarım saat kadar
kovaladı. Yeniden torpil de attı ama bunlar denizaltıya erişemeden yakıtları tükendi. Alfa da son sürat
kaçıp kendini kurtardı.

«Pekâlâ. Bir kez daha deneyeceğiz.» Buzlarla aralarında

— 459 —

sadece üç mi! vardı artık. Chicago'nun sesi de çıkmıyordu. Mc-Cafferty'nin suboyîarı Alfa'nın rotasını
saptamak için bilgisayarın basındaydılar. Alfa batıya döndü. Bu bir notaydı işte. Rus* Chicago'nun buzlara
doğru koçtp kendini kurtarmayı deneyeceğini sanmıştı.

«Sonardan kumanda kulesine. Yeni eko sıfır-sıfır-üç derecede.»

Ne oluyordu? Yeni bir Rus tuzağıyla karşı karşıya mıydı?

«Bilgi istiyorum!»

«Sinyaller çok hafif ama rota değiştiriyor. Sıfır-sıfır-dört de^ recede şimdi.»

Seyir astsubayı başını kaldırıp baktı. «Menzil on bin metrenin altında komutanım.»

«Torpil atıldı. Kerteriz sıfır-sıfır-beş!»

«iskele alabanda. Tam yol ileri!»

«Torpil sıfır-sıfır-sekiz derecelik bir rotaya oturdu.»

McCafferty. «Eski rotaya dön!» diye haykırdı. Yeni geım Alfa'ya ateş ediyordu.

Sonar astsubayı, «Tanrım o ne olabilir?» diye sordu.

Alfa yeni balığı duymuş ve rotasını değiştirmişti. Yine Alfa* nın makinelerinin gürültüsünü duydular... Ama
torpil, aralaan-daki mesafeyi süratle kapatmaya başlamıştı.

«ingiliz torpili bu... Onların yeni Spearfish'ierinden biri. Bun^ îann donanmaya katıldıklarından haberim
yoktu.»
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Sonar astsubayı, «Sürati nedir?» dedi.

«Altmış ya da yetmiş deniz mili.»

«Tanrım! Biz de onlardan alalım bari.»

Alfa üç mil aynı rotayı izledikten sonra kuzeye dönüp buzlara doğru gidecek oldu. Amo kaçıp
kurtulamadı. Spearfish dönerek onu izledi. Ekrandaki çizgiler birleşti ve parlak bir nokta» belirdi.

McCafferty, «Kuzeye dönüyoruz,» diye emir verdi. «On sekiz mille gideceğiz. İngilizlerin kim
olduğumuzu, bilmelerini istiyorum.;;'

«Burası HW5S Torbay. Siz kimsiniz?» «Chicago.»

— 460 —

«Daha önceki kargaşayı duyduk. Ben Atbay Jcmes Little. Yalnız mısınız.»

«Evet. Alfa bizi pusuya düşürdü... Yalnızız.» «Size eşlik edeceğiz.»

«Anlaşıldı. Operasyon başarık oldu mu ac.aba?a «Evet, çok başarılıydı.»

.— 461 -

40

Ölüm Yeri

"STYKK1SHOLMER, İZLANDA

Yapılacak çok şey vardı ve zaman da azdı.

Teğmen Potter ve yanındaki askerler kentte sekiz Rus as-'keri buldular. Onları güneye giden tek yoldan
kaçmaya çalışır-'ken pusuya düşürmüşlerdi. İçlerinden besi yaralanmış ya da ölmüştü. Ufukta beliren
gemileri Keflavik'dekilere haber verebilecek de sadece onlar kalmıştı.

Önce helikopterle piyadeler geldi. Takımlar ve bölükler koya bakan bütün tepelere yerleştirildiler.
Uçakların Keflavik'de radar örtüsünün altından uçmasına özellikle dikkat edilmişti. •Çünkü burada bütün
çabalara karşın hâiâ bir Rus telsizi çalışıyordu. Bir CH-53 Süper Stallicn helikopteri bir radar vericisini
?getirip adanın kuzeybatı sahilindeki bir tepeye indirdi. İki ordu teknisyeni de hemen bunu çalıştırdılar.
Gemiler kayalarla doiu Stykkisholmur denilen karabasana girdiklerinde beş bin asker kente giden birkaç
yolda yerlerini almıştı bile.

Büyük bir tank çıkarma gemisinin komutanı Norfolk'dan ?bu sahile gelirken kayaları saymaya çalıştıysa
da beş yüze gelince bu işten vazgeçti. Kendi sorumluluk bölgesi olan ve Green-TW-Char!ie diye
acılandırılan yerle ilgilenmeye başladı. Gündüz olması ve suların çekilmesi de gemilere yardım etti.
!Böylece sığ sulardaki bütün kayalar ortaya çıktı. Erleri taşıyıp

— 462 —

radar reflektörleri ve işaret ışıktan attılar. Böylece sahile çık^ >mak epey kolaylaştı. Önce tank çıkarma
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

gemileri bu kayaların., arasından geçerek kıyıya yanaştı.

Teğmen Potter ve komandoları çıkcrma konusunda da yardımcı oldular. Ev ev dolaşarak balıkçı


teknelerinin kaptanlarını ve miçolarını buldular. Bu suları tanıyan adamları helikopterlerle baştaki gemilere
götürdüler. Böylece usta gemiciler kılavuzluk yaparak gri renkli dev amfibi gemilerin en dar geçitlerden,
ilerleyip karaya çıkmasını sağladılar, öğle üzeri ilk LST kapak rapmasını attı. İlk deniz piyade tankları da
karaya çıktı. Çelik levhalar, kenarları delikli özel kalaslar taşıyan kamyonlar da onları izledi. Bu malzeme
deniz piyadesi helikopterleri ve Harrier uçaklarının ineceği bir pist yapımı için doğuya gönderildi.

Donanma helikopterleri kayaları işaretledikten sonra yine asker tasıma işine döndüler. Askerleri taşıyan
gemilere Sea Cobra hücumbotları ve Harrier uçakları eşlik ediyordu.. Hvita Irmağına bakan tepelere
kadar olan bölgeye yerleştirildiler. Orada Rus gözetleme mevkileriyle karşılaştılar. Ve ilk gerçek çarpışma
da başladı.

KEFLAVİK, İZLANDA

General Andreyev, «Bizim istihbaratın raporlarına diyecek yok doğrusu,» diye söylendi. Karargâhından
yavaş yavaş ortaya çıkan dev gemileri görebiliyordu. Bunlar savaş gemileri Iowa ve New Jersey'di.
Yanlarında da hava savunmasını sağlayacak füze kruvazörleri vardı.

Topçu birliği komutanı, «Onları oyalamak için ateş açabiliriz,» dedi.

«Peki, öyle yap. Yani elinde fırsatı varken kullan.» İstihbarat subayına döndü. «Severomorsk'dan :bir şey
duydun mu?»

«Evet. Kuzey Filosunun uçakları bugün havalanacakiîuş. Ayrıca denizaltılar! da gönderiyorlar.»

«Onlara baş hedeflerinin Stykkisholmur'daki Amerikan anv-fibi gemileri olduğunu söyle.»

— 463 —

«Fakaî onların oraya varabildiklerinden emin değiliz. O liman çek tehlikeli ve...»

Andreyev, «Başka nerede olabilirler?» diye çıkıştı. «Oradaki •gözetleme üssünden ses çıkmıyor. Düşman
helikopterlerinin o yönden güneye ve batıya gittiklerini de haber aldık. Biraz düşün be adam!»

«Yoldaş general, donanmanın ilk hedefi düşman uçak gemileri olgça;ktır.»

«Öyleyse denizci yoldaşlarımıza uçak gemilerinin izlanda' yi elimizden alamayacaklarını ama kahrolasıca
deniz piyadelerinin bunu başarabileceklerini anlat.»

Andreyev ağır top bataryalarının birinden yükselen dumanları gördü. Bunu patlama izledi. İlk Amerikan
mermileri birkaç yüz metre yakma düşmüştü.

lowfl, Kore savaşından beri toplarını ateşlememişti. Ama simdi kırk santim çapındaki toplar ağır ağır
sancak tarafına doğru dönüyordu. Top kontrol istasyonunda bir görevli, bir Mas-tiff'in uzaktan kumanda
düğmelerine basıyordu. Birkaç yıl önce İsraillilerden satın alınan Mastiff, pilotsuz bir minyatür, uçaktı.
Şimdi Rus bataryalarının iki bin dört yüz metre üstünde daireler çiziyordu. Televizyon kameraları teker
teker tabyaları alıyordu.

«Altı top saydım. Daha çok bir elli beşe benziyorlardı. Yani on beş santim çapında olabilirler.»
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Rus bataryasının tam mevkii de saptandı. Daha sonra bilgisayar havanın yoğunluğunu, basıncını, nemini,
rüzgâr yönümü, hızını ve daha başka etkenleri inceledi. Topçu subayı kendi ekranına bakarak sonucu
bekliyordu.

«Ateşe başlayın.»

iki numaralı kuledeki orta namlu ateş etti önce. Her şey bilgisayar tarafından saptandığı için hedefine de
isabet ettirdi. Geriye kalan sekiz top durumlarını hafifçe değiştirdiler ve daha ilk mermiler hedeflerine
varmadan ateşe başladılar.

Andreyev, «Aman Tanrım!» diye fısıldadı. Turuncu pırıltılar bir an gemiyi gizlemişti. Solda biri haykırdı.
Belki de Rusların

— 484 —

hedefe isabet ettirdiklerini sanmıştı. Andreyev'in böyle boş bir düşe kapıldığı yoktu. Kendi topçuları
yeterince eğitim görmemişti. Daha hedefi tam saptayamamışlardı bile. Dürbününü dört kiiometre ötedeki
bataryaya çevirdi. «O bataryayı hemen geri. çekin,» diye emir verdi.

«Ateş!»

Topların tekrar doldurulması için otuz saniye gerekiyordu. Namlular temizlendi ve tehlikeli olacak kalıntı
olup/ olmadığına bakıldı. Cephaneliğin asansörleri çalışıyordu. Bunlar rampalara yanaştılar ve mermiler
bekleyen toplara yerleştirildi. Görevliler asansörleri aşağıya alırken toplar da kaidelerinin üstünde
yükseldiler. Taret personeli yükleme bölümlerinden ayrıldı ve elleriyle kulaklarını tıkadılar. Parmaklar
düğmelere basınca toplar yine mermi yağdırdılar. Aynı şey böyle yineleyip gidiyordu. Henüz yirmisine
gelmemiş gençler büyükbabalarının kırk yıl önce yaptıkları şeyleri tekrarlıyorlardı.

Andreyev dışarıya çıkarak büyülenmiş gibi baktı. Toplar durmadan ateş ediyorlardı. Sonra başını
çevirerek bataryaya göz attı. Kamyonlar topların yanına yanaşıyordu. Askerler son kez ateş ederek yer
değiştirmek için telaşla harekete geçtiler. Onları birden bir toz bulutu kapladı. Bunu üç patlama
izledi.Sonra dört patlama daha duydu. New Jersey de lowojya katılmış, ateşe; başlamıştı.

Bir teğmen havadaki bir beneği işaret etti. «O da ne?»

Topçu komutanı geriye kalan ağır silahlardan başını kaldırarak uzaktan kumandayla çalışan küçük uçağa
baktı. Onu tanımıştı. «Hemen vurdurup yere indirebilirim.»

Andreyev, «Hayır!» diye bağırdı. «Onlara son SAM füzelerimizin yerini belli etmek mi istiyorsun?»
General Afganistan'da havan topları ve roket ateşiyle karşılaşmıştı.

«Diğer bataryalarımı iyi gizledim.»

«Her top için en az üç değişik yedek mevzi seçeceksin. Hepsi de iyi kamuflajlı olacak.» General binaya
girdi. Amerikalıların Keflavik kentini top ateşine tutmayacaklarından emindi. Hiç

•465 —

F.: 30
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

olmazsa bunu hemen yapmazlardı. Yan edadaki büyük boy har; -talar izlanda'nın batı sahillerini
ayrıntılarıyla gösteriyordu. İstihbarat subayları Amerikalıların bulunduğu sanılan mevkilere küçük bayraklar
takıyorlardı.

Andreyev harekât dairesi başkanına döndü. «Hvita'da nefer oluyor?»

«Orada bir batarya, on BMD piyade aracı var. Geri kalan kam yonlar ve el konulan arabalardan ibaret.
Havan toplan, tanksavar lan ve elle atılan SAM'lan var. Bunları Bogarnes'in üstündeki kcrayol köprüsünü
korumak için kullanacaklar.»

«Amerikalılar onlara tepelerden bakıyorlar. Ne tür uçak gör-•dün?»

«Amerikalıların bizi vurabilecekleri menzilde birkaç uçak gemisi var. Her gemide yirmi dört GVCI ve
otuz dört bombard;-man uçağı bulunuyor. Eğer oraya bir deniz piyadesi tugayı da çıkardılarsa, karşımızda
hatırı sayılır bir helikopter gücü ve ayrıca Harrier'ler olacak. Bunlar uçak gemilerinden ya da bu •amaçla
kurulan hava üslerinden hareket edebiliyorlar. Bir deniz piyadesi tugayı bizim gücümüzün iki misli
demektir. Sonra bir tank müfrezesi. Topçu güçleri de fazla ama havan topları az. Beni onların hareket
yeteneği endişelendiriyor. Helikopterler ve çıkarma gemileri sayesinde askerleri istedikleri yere
götürebilirler, çevremizde dolaşabilirler...»

«Yani tıpkı buraya çıktığımızda bizim yaptığımız gibi. Evet.» General başını salladı. «Peki iyiler mj bari?»

«Amerikan deniz piyadeleri kendilerini seçkin kuvvet olarak kabul ediyorlar. Tıpkı bizim gibi yani.
Yüksek rütbeli bazı subay^ larla Kuzey Komutanlığının üst kademesindekilerin savaş dene-•yimleri var
kuşkusuz. Fakat bölük komutanları ve takım çavuşlarının çoğu hiç savaş görmemişler.»

«Durum çok mu kötü?» içeriye giren KGB bölge şefiydi.

«Seni namussuz chekistc! Bana deniz piyade tugayının Avrupa'ya gideceğini söylemiştin! Biz burada
konuşurken onlar adamlarımı öldürüyorlar.» Ağır topların gümbürtüsü Andreyev' in sözlerini vurgular
gibiydi. Savaş gemileri şimdi de bir cephaneliğe ateş ediyorlardı. Neyse ki, orada fazla malzeme
kalmamıştı.

«Yoldaş general ben...»

— 466 —

«Defol buradan! Yapılacak işlerim var.» Andreyev görevinin umutsuz olabileceğini düşünmeye başlamıştı.
Ama komandoları yönetmiş bir generaldi ve başarısızlığa da alışık değildi. Keflavik havaalanına baskından
sonra türlü yere dağıtıp-sakladığı on saldırı helikopteri vardı. «Su limancı göz atmak için birini yollama
olanağımız var mı?»

«Amerikalıların radar uçakları bizi devamlı gözlüyorlar. Helikopterlerimizin oraya gidebilmeleri için
düşman mevkilerinin-, üstünden uçmaları gerekiyor. Amerikalıların da silahlı helikopterleri ve jet uçakları
var. Bu bir intihar olur. Ayrıca adamımızın, oraya iyice yaklaşıp bir şeyler görebilmesi de bir mucize
sayılır. Hele onun bizlere yararlı bir şey söyleyecek kadar yaşayabilmesi daha da büyük bir mucize olur.»

«Öyleyse anakaradan kalkacak bir uçak bul ya da uydulardan yardım iste. Burada neyle karşı karşıya
olduğumuzu anlamalıyız. Onların işgal ettiği sahili yerle bir edersek askerlerini yenme fırsatı çıkabilir. Bu
arada onların uçak gemilerinin de Tanre belasını versin!»
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Bunu yapmak pek de kolay değildi. Ama Kuzey Donanma Komutanlığından gelen ivedi bir haber üzerine
gerçekten güçlü' plan iki Sovyet keşif uydularından biri manevra için ayrılmış yakıtının dörtte birini
harcayarak iki saat sonra izlanda üstünde be^-lirdi. Birkaç dakika sonra da Baikonor Kosmodrom'undan
sor» Sovyet RORSAT'ı atıldı. Bu, ilk dönüşünde izlanda'nın radar merv-ziline girdi. Andreyev'in
mesajından dört saat sonra da Ruslarr izlanda'deki kuvvetlerin durumunu açıkça görebildiler.

BRÜKSEL, BELÇİKA

Kuzey Müttefik Kuvvetleri Başkomutanı, «Hazırlar mı?» diye sordu.

«On iki saatimiz daha olsaydı mükemmel sonuç alırdık ama-hazır sayılırlar.» Harekât subayı saatine
baktı. «Her'saat başt on dakika haber alabileceğiz.» Yeni tümeni yerine yerleştirme^-

— 467 —

j\ başarmışlardı. Aynoa bazı cephelerden çekilen birkaç tugay da birleşmişti. Şimdi -ellerinde türlü dil
konuşan askerlerden oluşmuş iki tümen daha vardı. NATO, kuvvetlerini bütün Batı Avrupa'ya yaymış
saydırdı.

HUNZEN, FEDEPJU. ALMANYA

Bu cesaret veren bir hareketti. Alekseyev (A) kuvvetlerini ileriye sürerken bir (B) piyade tümeni Weser'i
geçmek için çabalamış ve epey kan dökülmüştü. General bu sırada endişeyle zayıf olan sağ kanadından
haber beklemiş, ama haber çıkma-tnıştı. Orta Avrupa Komutanlığı sözünü tutarak Hamburg'a saldırmış ve
NATO kuvvetlerini orada oyalamışîı. Böylece düşma-:nın Weser'e gitmesine de engel olmuştu.

Bu kolay bir manevra değildi. Başka cephelerden uçaksavar füzeleri ve toplan almak gerekmişti. NATO
durumu anladığında, Sovyetlerin Ruhr'a ulaşmalarına engel olmak için her türlü çareye başvuracaklardı.
Şimdilik fazla bir direnmeyle karşılaşmamışlardı. Belki de karşı taraf ne olduğunu anlamamıştı ya da toelki
de ellerinde fazla kuvvet yoktu.

İlk (A) kuvveti 120. ağır zırhlı birlik, yani ünlü Rogachev Muhafızları Ruhle'yi geçmekteydiler. Onların
hemen ardında da 8. tank tümeni vardı. İki tank tümeni de Ruhle'ye giden yoldaydı. Bu arada bir istihkâm
alayı yedi tane köprüyü kurmaya çalışıyordu. Alman haberlere göre onların karşısına iki ya da üç NATO
alayı çıkacaktı. Alekseyev bir kez bunun yeterli olmayacağını düşünüyordu. Onların hava kuvvetleri fazla
hasar görmüştü. Bu durumda belki de başkomutanı haklıydı.

Bir Hava Kuvvetleri istihbarat subayı, «Salzhemmendorf •da düşman havadan saldırıyor,» diye bildirdi.
«Hem epey güçlüler.»

Alekseyev 40. tank tugayının orada olduğunu biliyordu. (B) kuvvetleri de zaten saldıran Almanlar
tarafından epey hırpalanmıştı.

«Kırkıncı tank tugayı cephede büyük bir düşman saldırısı olduğunu haber veriyor, komutanım.»

— 468 —

«Büyükten kasıtları nedir?»

«Bu haberi başka kaynaktan aldık. Oradaki karargâha erişemiyoruz. Komutan yardımcısı Amerikan ve
Alman tanklarının •yaklaştıklarını söylüyor. Bir tank tugayı varmış.»
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Bu ne demek oluyordu. Yine yarma hareketine mi giriş-.mişlerdi?

«Dunsen'deki düşman saldırısı da sürüyor.»

«Dunsen mi? Orası Gronau'ya yakındır. Kahretsin, düşman oraya nasıl erişmiş?» Alekseyev sinirlenmişti.
«Raporun doğru olup olmadığını anla. Bu hava mı yoksa yer saldırısı mı?»

«Yüz yirminci zırhlı tugayın bir alayı Weser karşısınday-•mış. Onlar da Brökeln'e doğru ilerliyorlarmış.
Sekizinci tank alayı da tam Weser'in karşısında. SAM birlikleri de karşıya geçiş mevkiindeymiş.»

Bu tıpkı insanların aynı anda bir gazetenin değişik bölümlerini yüksek sesle okumalarına benziyordu.
General Berego-voy cephedeydi. Orada hava trafiğini yönetiyor ve karşıya geçme manevrası için sen
kararları veriyordu. Pasho aslında orasının kendi yeri olduğunu biliyor, eskisi gibi yine savaştan böyle uzak
kaldığı için sinirleniyordu. Bir komutan gibi savaşacak yerde bir parti ileri geleni gibi emir vermek ona
'göre değildi.

Bu arada arka kanadın çok zayıf oJduğunu da aklından çı-;karamıyordu.

«Yoldaş generaJ, Dunsen'deki saldırı düşman motorize birilikleri ve güçlü hava desteğinden oluşuyor.
Dunsen'deki alay komutanı karşıda bir tugay olduğunu bildirdi.»

Dunsen'de bir tugay ve Salzhemmendorf'da başka 'bir tu->gay. Bu nasıl olabilirdi?

«Bremke'de düşman saldırısı başlamış. Güçleri bilinmiyor.»

Alekseyev. orası karargâhtan sadece on beş kilometre uzakta, diye düşünerek haritalara uzandı.
Komutanlık aracının içinde hareket etmek çok güçtü. Bu yüzden dışarıya çıkarak haritaları yere yaydı.
İstihbarat subayı da yanındaydı.

«Kahretsin, burada ne oluyor?» Parmağıyla haritada bir ;bölgeyi işaret etti. «Bu durumda 'bize yirmi bir
kilometre uzun-Juğunda bir cepheden saldırıyorlar demektir.»

— 469 —

«Yeni düşman tümeni henüz yerini almamış, komutanım. Bildirildiğine göre, bu askerler kuzey cephesinde
belirli yerler» güçlendirmek için kullanılacakmış.»

«Fclziehausen'deki karargâh ağır hava saldırısını haber verdi ve sonra sesi çıkmadı!»

Bu son haberi vurgulamak ister gibi Bremke tarafında korkunç bir patlama oldu. Orada 24. tank birliğinin
yakıt deposu vardı. Birden ufukta uçaklar belirdi. Hareket halindeki komutanlık karargâhı küçük Hunzen
kentinin yanındaki ormanın içindeydi. Kent hemen hemen boşalmıştı. BirHğin radyo ve telsizleri a'e
oradaydı. NATO hava güçleri şimdiye kadar sivillere ait binaları bombalamaktan kaçınmıştı.

Fakat artık fikir değiştirmişlerdi anlaşılan. Dört bombardıman uçağı kentin ortasına geldi. Radyo-telsizler
ve patlayıcılar oradaki üsteydi. NATO kuvvetleri saldırıya geçmişti yine. Sonra başka uçaklar gözüktü.

Diğer uçaklar da tepeden geçip Alekseyev'in (A) birliklerinin Ruhle'ye doğru ilerledikleri 240. karayoluna
doğru gittiler. General işleyen bir radyo bularak Stendal'deki Batı Kuvvetleri Komutanlığını aradı.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

«Springe tarafından gelen uçakların saldırısına uğradık. Onların en az iki tümen gücünde olduklarını
tahmin ediyoruz.»

«Olamaz Pasha... Onların yedek iki tümeni yok!»

«Ayrıca Bremke'de düşman birlikleri olduğunu haber aldım. Salzhemmendorf ve Dunsen'de de öyle.
Bana kalırsa sağ kanadım tehlikede. Düşman kuvvetleriyle karşılaşmak için birliklerimin yerlerini
değiştirmeliyim. Ruhle'deki saldırıdan vazgeçerek bu tehlikeye karşı koymama izin vermenizi istiyorum.»

«İsteğin reddedildi.»

«Yoldaş general, savaş alanındaki komutan benim. Bancu yetki verilirse durumu düzeltebilirim.»

«General Alekseyev, senin hedefin Ruhr. Bunu başarmıya-caksan, hedefe vurabilecek başka komutan
bulurum.»

Alekseyev elindeki telefona inanmaz gözlerle baktı. Bu? adamın yanında iki yıl çalışmıştı. Üstelik
dosttular. Alekseyev'ire kararlarına her zaman güvenmişti.

«Düşman harekâtına aldırmadan saldırıya devam etmemi mi istiyorsun?»

— 470 —

«Pasha, onlar sadece bizi şaşırtmak için böyle saldırılar •yapıyorlar. Ortada önemli bir şey yok. Dört
tümenimizi We-•ser'in öbür kıyısına geçir.» Adamın sesi daha yumuşaktı. «Tamam..1) ,

Aiekseyev, «Binbaşı Sergetov,» diye seslendi. Genç subay biraz sonra karşısında belirdi. «Bir araç bul
ve Dunsen'e git. Orada neler olduğunu öğrenmeni istiyorum. Dikkatli ol Ivan Mikhailovich. İki saatten
daha kısa sürede burada olmalısın. Haydi git»

İstihbarat subayı, «Başka bir şey yapmayacak mısın?» diye sordu.

Pasha bir kamyona binen Sergetov'o bakıyordu. Kendi subayının yüzüne bakacak hali yoktu. «Bana
böyle emir verildi. Weser'i aşma operasyonu devam ediyor. Holle'de bir tanksavar müfrezemiz var.
Onlara kuzeye gitmelerini ve Bremke yolundaki düşman güçierine dikkat etmelerini söyle. General
Beregovoy yapması gerekenleri bilir.»

Alekseyev, ona tehlikeyi anlatıp uyaracak olursam tutumu değişecektir, diye düşünüyordu. O zaman
Beregovoy emirlere karşı gelmekle suçlanacaktır. Bu güvenli bir hareket. Kafamı kullanıp tehlikeyi
bildirdim ama emirlere karşı gelemem tabii. Başka birinin bunu yapmasına da neden olamam. Fakat ya
onlar haklıysa? Bu da sırf bizi şaşırtmak için düzenlenmiş bir saldırıysa? Ruhr çok önemli stratejik değeri
olan bir yer.

Alekseyev başını kaldırdı. «Savaş emirleri hâlâ geçerli.»

«Evet, yoldaş general.»

«Bremke'de düşman tanklarının gözüktüğü doğru değilmiş.» Genç bir subay gelmişti. «Gözlemci güneye
doğru gelen bizim tankları görerek yanlış değerlendirme yapmış.»

Alekseyev, «Yani bu iyi haber mi oluyor?» diye çıkıştı.


Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Subay güçlükle konuştu. «Tabii, yoldaş general.»

«Tanklarımızın neden güneye gittiklerini sormak aklına gelmedi mi? Lanet olsun, burada her şeyi ben mi
düşüneceğim?» Gerekli kimseye bağsramamıştı. Ve birine bağırmak zorundaydı. Subay karşısında
küçülüp ufaldı âdeta. Alekseyev için için utanıyordu ama bağırıp ferahlaması da gerekliydi.

— 471---

Diğerlerinden daha fazla savaş deneyimine sahip oldukları için bu görev onlara verilmişti. Fakat bu tür
operasyonu hiç bilmedikleri, bu konuda tecrübeleri olmadığı da kimsenin aklına gelmemişti. İlerliyorlardı.
Yerel karşı saldırılar dışında* hiçbir NATO birliği buna kalkışmamıştı. Ama yine de Teğmen MackalI
kendilerinin bu işe uygun olduğunu biliyordu. iM-1 tanklarının saatteki hızını kırk üç mil olarak sınırlayan
bir motor ayarlayıcısı vardı. Askerlerin tanklardan ilk söktükleri de buydu.

Kendi M-1'i elli mil hızla güneye gidiyordu.

Bu yolculuk kafatasının içindeki beynini zangırdatıyor,, ama ömründe böyle keyiflendiğini de bilmiyordu.
Yaşamı cesaret ve çılgınlıktan oluşan bir bıçak sırımdaydı sanki. Birliğinin ilerisinde siiahlı helikopterler
uçuyor, etrafı araştırıyorlardı. Oniar yolun Alfeld'e kadar açık olduğunu bildirmişlerdi. Rus-iar bu yola hiç
gelmemişlerdi. Aslında buna yol da denmezdi ya. Sadece ormandan geçen otuz metre eninde otluk bir
düzlüktü. Tanklar toprakları iki tarafa fırlatarak ilerliyorlardı.

Sürücü bir dönemeci almak için yavaşlarken, MackalI da etrafına 'bakındı. Helikopterlerin göremediği
düşman araçlarıne araştırıyordu. Hoş karşıda araç olması da gerekmezdi. Bir roketatarı bulunan üç adam
yeterliydi. O zaman Bayan Mackall'os oğlunun ölümünden dolayı başsağlığı dileyen bir telgraf
gönderirlerdi.

Otuz kilometre, diye düşünüyordu. Alman topçuları daha^ yarım saat önce Rusların hatlarında bir delik
açmışlardı. Bu delilikti ama savaşa ilk başladığından beri aynı şeyi düşünüyordu. Sağ kalabilmesi de yine
bir delilikti.

«Şuna bak! Tanklarımızın çoğu güneye gidiyor!» Serge-tov'un sesi sertleşti. «Kahretsin, ne oluyor?»

Sürücü, «Onlar bizim tanklarımız mı?» diye sordu.

Yeni binbaşı olan genç adam öfkeyle başını salladı. Başka* bir tank da ağaçların arasından geçti.
Taretinin üstü Sovyet tanklarınınki gibi kubbeli değil düzdü.

Bir helikopter birden ortaya çıkarak yükseldi. Sergetov-bunun Rus olmadığını hemen anladı. Gövdenin
iki yanındaki;

— 472 —

kanat işaretleri de onun silahlı bir saldırı helikopteri olduğunu açfklıyordu. Buruna takılmış makineli onları
tararken sürücü kamyonu sağa kaçırdı. Sergetov da araçtan atlayarak yerde yuvarlandı ve ağaçların altına
kaçtı. Ama yine de kamyonun arkasındaki yedek yakıt deposu ateş aldığında şiddetli sıcağı yüzünde
hissetti. Ayağa kalkarak koştu, sonra ağaçların arasında durup yola baktı. Amerikan helikopterinin
kamyonun birkaç yüz metre yakınma kadar gelip tekrar ateş ettiğini, sonra güneye doğru gittiğini gördü.
Radyosu da ters dönmüş yanan kamyondaydı.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

<'Buffalo Üç-Bir, burası Comanche. Tamam.» «Comanche, 'burası Üç-Bir. Rapor ver. Tamam.» «Bir
Rus kamyonunu yaktık. Burada her şey sakin gözüküyor. Yola devam edin, kovboy.»

MackalI helikopter pilotunun sözlerine güldü. Sonra kendi kendine bunun hiç de eğlenceli olmadığını
söyledi. Alman topraklarında pek çok sayıda tankçı dikkatsizlik yüzünden belaya çatmışlardı. İki dakika
ve üç kilometre daha geride kaldı. Artık işler zorlaşmaya başlıyordu.

«Buffalo Üç-Bir, tepede üç Rus aracı var ve silahlılar. Bra-vo-Tango Romeo'ya benziyorlar. Köprüde de
kamyonlardan başka taşıt yok gibi. Onarım yerleri de kentin kuzeyindeki doğu

kıyısında.»

Son dönemece geldiklerinde tank ağırlaştı. MackalI sürücüye emir vererek tankı yoldan çıkarıp ağaçların
arasından

geçirtti.

«Hedef BTR, on bir saat yönünde. İki-yedi-sıfır-sıfır

metre! Hazsr olduğunda ateş et Woody!»

Personeli civarda 'bir tartk olduğunu fark bile edemeden sekiz tekerlekli taşıtlardan ilki gözlerinin önünde
patladı. Onlar kırk kilometre gerilerinde düşman tankı değil tepelerinde düşman uçağı bekliyorlardı.
Sonraki ikisi de bir dakika içinde yok edildi ye Mackall'ın dört tanktan oluşan takımı hızla

ileriye atıldı.

Üç dakika sonra tepenin eteklerindeydiler. Dev Abrams tankları teker teker bir zamanlar küçük bir kent
olan yere ba-

— 473 —

kan tepeye tırmandı. Ama günlerce süren savaş ve hava saldırısı yüzünden ortada kent kalmamıştı. Dört
köprü çalışır durumdaydı. Oralardan kamyonlar geçiyor veya geçmek için sıra bekliyorlardı.

Tanklar önce tehlikeli gördükleri her şeyi yok etmekle işe başladılar. Makinelilerle kamyonları tararken
topları da kentin kuzeyindeki tarlalarda kurulan tank onarım atölyesini yerle bir etti. Bu sırada diğer
tanklar da gelmiş ve iki bölük olmuşlardı. 25 mm.'ük toplarla kamyonları uçurmaya başladılar. On beş
dakika içinde yüz kamyon yakıldı ve bir Rus tümenini bir gün besleyebilecek malzeme de yok edildi. Geri
kalan tank-Jar da öncülere 'katıldı. Şimdi görevleri destek gelene kadar buradaki Rus kuvvetlerini yerinde
tutmaktı. Almanlar Gronau'yu almışlardı bile. Leine'in doğusunda kalan Ruslar hiçbir yerden yardım
bekleyemezlerdi. Rusların yaptıkları köprülerden ikisi boştu. M-2 Bradley piyade araçlarından oluşan bir
takım hemen karşıya geçip kentin doğu kıyısında mevzilendi.

ivan Sergetov otlarla kaplı yolun yanında yüzüstü sürünerek ilerliyordu. Ne olduğunu bilemiyordu ama
geçen araçlara bakarken midesinin büzüldüğünü, buz gibi olduğunu hissediyordu. Amerikalılar en az bir
takımdı. Yanlarında kamyonlar yoktu. Akimi başına toplayarak geçen tank ve araçları saymaya çalıştı.
Ancak bu araçlar inanılmaz bir süratle gidiyorlardı. Özellikle sesleri insanı çok etkiliyordu. Türbinli
(M-1'ler dizel motorlu tanklar gibi gürültü yapmıyorlardı. Birkaç yüz metre yakma gelene kadar onların
orada olduklarını bile fark etmiyordu insan. Alçak ses ve yüksek süratten oluşan bu mükemmel tanklar
Alfeld'e doğru gidiyorlardı!
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Sergeîov kendi kendine bunu haber vermeliyim, dedi. Ama bunu nasıl yapacaktı? Radyosu gitmişti.
Sergetov bir an nerede olduğunu saptayabilmek için düşündü. Leine'den iki kilometre ötede, o küçük
ormanın içindeydi. Seçim yapması da güçtü. Karargâha dönmesi için yirmi kilometre yürümesi
gerekiyordu. Geriye koşacak olursa kendi askerlerini bulup daha çabuk gidebilirdi. Fakat böyle kaçmak
da korkaklık sayılmaz mıydı?

Korkaklık olsun olmasın doğuya gitmesi gerekliydi. Sergetov bu tehlikenin haber verilmediğini hissediyor
ve telaşla-

_474_

nıyordu. Ağaçların arasında durarak tankların arasında bir aralık belirmesini bekledi. Karşı tarafa
geçebilmesi için sadece otuz metreyi aşması gerekiyordu. Bunu da beş saniyede yapabilirdi.

Başka bir M-1 süratle önünden geçti. Sergetov sola bakınca gelen tankın üç yüz metre kadar geride
olduğunu gördü. Derin bir soluk alarak açıklığa çıktı. Tank komutanı onu gör-düyse de hemen
makinelisini kapıp ona doğru çeviremedi. Zaten elinde bir silah bile olmayan yaya bir adam için durmaya
da değmezdi. Gördüğünü radyoyla rapor ederek kendi işine döndü.

Sergetov ağaçların arasına girdikten sonra da yüz metre kadar koştu. Bu kadarcık bir yol onu yoramazdı
ama kalbi göğsünden fırlayacakmış gibi çarpıyordu. Oturup arkasını bir ağaca dayayarak biraz dinlendi.
Bir yandan da geçen tankları seyrediyordu. Ancak birkaç dakika sonra ayağa kalkabildi. Sarp tepeyi
tırmandı. Orada durarak Leine'e baktı.

Amerikan tanklarını görmek bir şok olmuştu. Ama burada gördükleri daha korkunçtu. Sovyet
Ordusunun tank onarım aîcyeleri yanıyordu. Zaten her yerde yanmakta olan kamyonlar vardı. Neyse artik
bayır aşağı gidecekti. Tepenin doğu yamacından koşarak ırmağın kıyısına indi. Silahını ve palaskasını
çıkararak kendini hızla akan sulara attı.

«Neydi o? Hey şurada bir Rus yüzüyor!» Bir asker makinelisini o yöne çevirdi.

Fakat komutanı ona engel oldu. «Mermilerini MiG'ler için sakla asker.»

Sergetov doğu kıyısına tırmanınca dönüp arkasına baktı. Amerikan araçları siperlerin arkalarına
giriyorlardı. Kendini gizleyerek ilerlerken yine düşman araçlarını saydı. Sack'da bir trafik kontrol noktası
olduğunu biliyordu. Oraya doğru koşmaya başladı.

— 475 —

Bir saat sonra etraf sakinleşmişti. Teğmen Mackall tankından inerek kendi takımının durumunu kontrol
etti. Konvoya katılan cephane kamyonlarından biri her tankın yanında kısa süre duruyordu. İçindeki
görevliler mermi dağıtıyorlardı. Verilenler harcadıklarından azdı ama yine de fena sayılmazdı. Yakında bir
hava saldırısı olabilirdi. Askerler ağaçları keserek" taşıtlarını kamufle etmeye çalışıyorlardı. Bu sırada
Amerikan uçakları da onların üzerlerinde dönüp duruyordu. Alınan bilgiye göre bu ırmağın batı kıyısında
sekiz Rus tümeni vardı. Mackali da onların malzeme yolunun tam üstünde duruyordu. Yani bu durumda
bu toprak parçası çok önemli bir arazi sayılabilirdi.

«USS INDEPENDENCE»

Toland durumun geçen seferkinden çok farklı olduğunu düşünüyordu. Hava Kuvvetleri donanmayı
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

korumak için Sond-restrom'dan E-3 uçaklarını yollamıştı. Ayrıca uçak gemisinden de dört Hawkeye
havalanmıştı, izlanda'da bir radar istasyonu da kurulmaktaydı. İki Aegis kruvazörü uçak gemilerinin
yanındaydı. Üçüncüsü de çıkarma kuvvetlerine refakat ediyordu.

Amiral Jacobsen, «Önce bize mi saldıracaklar yoksa amfibilere mi,» diye sordu. «Sen ne dersin?»

Toland, «Yazı tura atmaktan farksız bu,» dedi. «Emirleri kimin vereceğine bağlı. Donanma önce bizi yok
etmek isteyecektir. Kara ordusu da amfibileri batırmayı düşünecektir.»

Jacobsen kollarını kavuşturarak duvardaki tıaritaya baktı. «Çok yakındayız ve bu yüzden istedikleri
yönden gelebilirler.»

«Haklısınız, komutanım.»

Elliden fazla Backfire beklemiyorlardı. Ama yine de epey eski tip Badger vardı. Filo do Sovyet bomba
uçakları üssünden sadece bin beş yüz mil uzaktaydı. Düşman büyük güçle saldırıya geçebilirdi. Donanma
Rusları durdurabilmek için altı Tomcat filosu ve altı da Hornet filosuna güveniyordu. Yani

— 476—

Yüz kırk kadar avcı ve Domoaraiman UVUMUU VUIUL ^...^.ov... yirmi dördü şimdi tepelerindeydi.
Onları uçaksavarlar koruyordu. Bu orada diğer bombardıman uçakları da devamlı olarak Rus mevzilerini
dövüyordu. Savaş gemileri Keflavik'i top ateşine tuttuktan sonra Balina Körfezi adıyla da bilinen
Hvalfi-jördur'a gitmişlerdi. Bogarnes'in kuzeyinde kalan deniz piyadelerine destek ateş sağlıyorlardı şimdi.
Bütün operasyon Rusların hava ve yerden füzeyle saldıracağını düşünerek planlanmıştı.

Kuzey Norveç'i kaybetmek «Gerçek Zaman» operasyonunu yararsız hale getirmişti. Denizaltı yine de
belirtilen mevkide bekleyerek sinyalleri alıyor ve naklediyordu. Ancak saldıracak Rus bombardıman
uçaklarını haber vermek işi şimdi İşkoçya'da-ki İngiliz ve Norveç keşif uçaklarına bırakılmıştı. NoWec
uçaklarından biri, bir filo Badger'in güneybatıya doğru gittiğini görerek hemen radyoyla haber verdi. Rus
uçakları donanmadan •yetmiş dakika kadar uzaktaydılar.

Toland gemide uçuş güvertesinin altındaki görev yerindeydi. Birden havalanarak uçan jetlerin motor
gürültülerini dinliyordu ve epey sinirliydi. Savaşın ikinci gününe kıyasla durumun epey farklı olduğunu
biliyordu. Fakat kendisinin yine böyle bir kamaradan sağ çıkmayı başaran iki adamdan biri olduğunu da
unutmamaktaydı. Devamlı olarak haberler geliyor, karadaki radar 'üssü, Hava Kuvvetlerinin E-3'!eri ve
donanmanın E-2'leri aldıkları bilgileri uçak gemilerine veriyordu. Tomcat'ler İzlanda'nın kuzey sahillerine
varmışlardı. Orada daireler çizerek Rus bombardıman uçaklarını bekliyorlardı.

Amiral hafif sesle, «Neler düşünüyorsun Toland?» dedi. «Bana anlat. Yeni fikirlere ihtiyacım var.»

«Peşimizdeyseler doğudan yaklaşacaklardır. Ama amfibilere saldıracaklarsa doğrudan hücuma


geçeceklerdir. Stykkishol-•mur'a gidiyorlarsa kandırma taktiklerine gerek duymayacaklardır. Bunun
yararı olmaz.»

Jacobsen başını salladı. «Ben de böyle düşündüm.»

— 477 —

uçuş güvertesincieki gürültü devam ediyordu. Mevzileri, bombalayıp dönen uçaklar cephane alıyorlardı.
Onlar düşman mevzilerini sürekli tarıyor, bu şiddetli hava akınlarıyla Rus ko-mandolarrnın moralini
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

bozmayı umut ediyorlardı. Donanmanın Harrier'leri de saldırı helikopterleriyle birlikte ateş açmaktaydı.
Ruslar askerlerini gerektiği gibi yayamamışlardı ve bu yüzden de onların toplu halde bulundukları mevzileri
bombalamak daha kolaydı.

«Yıldız Üssü, Hawk-Mavi-Üç. Sinyallerimizi biraz önlüyorlar.-Ama sinyal alıyorum. İstihbarat bölümüne
kerteriz sıfır verildi. Diğer Hawkeye'ler de aynı haberi vurguladılar.»

Donanmanın hava harekât subayı hafifçe gülümseyerek. mikrofonu açtı. Güçleri yerlerindeydi ve bu
yüzden birkaç seçeneği vardı.

«Delta Planı.»

Hawk-Yesil-1'de ln<Jepend$nce'in hava kanadı komutanı vardı. Bir avcı uçağı pilotu olan adam bu
göreve kendi Tomcat'iyle gitmek isterdi ama yine de durumu kabullenmişti. Her filodan iki Tomcat
ayırarak Rusların haberleşmeyi engelleyen uçağını aramaya gönderdi. Yenilenmiş Badger'ler, füze atan
bombardıman, uçaklarını karşılamak için birbirlerinden uzaklaşıp geniş bir cephe oluşturdular. Hepsi de
beş yüz deniz mili hızla yaklaşıyordu. Tomcat'ler de beş yüz mil süratle onlara doğru gittiler,

«Delta, ateş!»

Tomcat'ler hedeflerinden kırk mil uzakta füzelerini attılar, Phcenix roketleri havada inanılmaz hızla yol
aldı. Her şey elli altı saniye içinde olup bitti. Radar sinyallerini engelleyen on altt Badger havada patladı.
Geri kalan dördü roketlerin dumandan izlerini görünce dönerek alçalmaya başladılar. Tomcat'ler de
onların peşindeydi.

«Fazla sayıda radar sinyali alıyoruz. Saldm-Bir elli uçaktan oluşuyor. Sıfır-sıfır-dokuz dereceyle
üç-altı-sıfır derece arasında yol alıyorlar. Saldırı-İki ise...» Tomcat uçağının pilotu düşman mevkilerini
haber vermeye devam etti.

«Badger'ler amfibilere saldıracaklar sanırım. Backfire'lar da

— 478 —

t>izim üstümüze -getecekler. Belki de uçaklarımızı yok etmek için uzaktan ateş edecekler.»

Jacobsen .harekât subayıyJa kısaca konuştu. Havvk-Yeşil-Bir filosu amfibilerin savunmasını kontrol
edecekti. Hawk-Mavi-Bir de uçak gemilerini koruyacaktı. Savaş uçakları yapılan pla-•na göre ayrılarak
harekete geçtiler.

Ruslar, Amerikan uçaklarının kuzeydeki mevzilerle ilgileneceklerini ve doğudan gelecek Backfire'lar


karşısında şaşalayacaklarını düşünmüşlerdi. Ama Amerikalıların radarlarını engelleyen kendi Bear'leri yok
edilmişti. Şimdilik kendi ı.aciar ekranlarında Amerikan filosunu göremiyorlardı. Eski uydu fotoğraflarına
bakarak roketlerini atamazlardı. Süpersonik Rus bombardıman uçakları radarlarını çalıştırmış, zamana ve
Amerikan avcılarına karşı yarışıyorlardı.

Bu tıpkı bir atari oyununu seyretmeye benziyordu. Ekranda Backfire'ları gösteren simgeler birden Rus
pilotlarının radardan korunma aygıtlarını çalıştırmaları üzerine değişti. Bu da Phoebix füzelerinin .etkisini
azalttı. Fakat Rusların kaybı bir hayli ağırdı. Tomcat'ler saldırıyordu. Ekrandaki ışıklı küçük işaretler teker
teker siliniyordu. Backfire'lar dakikada on yedi mil yaparak yaklaşıp umutsuzlukla Amerikan filosunu
aramaya başladılar.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Tomcat'ler bütün roketlerini atarak geri çekilmişler ve i-ior-net'lerin Sparrow ve Sidewider füzeleriyle
savaşa katılmaları için yer açmışlardı. Avcı uçaklarının hedeflerini yakalamaları güçtü. Backfire'lar
izlenmesi zor uçaklardı. Avcıların da yakıtı iyice azalmıştı. Yine de roketleri sayesinde başarı sağladılar.
Sonunda bir Rus uçağı, suüstü radarıyla temasa geçebildi. Mevkiini bildirdi. Geri kalan yedi Backfire
roketlerini atarak kuzeye dön-•dü. Ama o sırada üç jjçak daha füzelerin isabetiyle havada

patladı.

Ekranda savaşı izlerken birden radyo Vampir kodunu verdi ve Toliand, sırtının buz gibi olduğunu hissetti.
Yaklaşmakta oian yirmi füze vardı. Savunma radarları harekete geçti. Ayrıca füzelerin geldiği yöne karşıt
roketler gönderildi. Diğer SAM korunma silahlarına sahip gemiler de kendi roketlerini attılar. Onları Aegis
kruvazörJerindeki bilgisayarlar yönetiyordu. Yaklaşım -SAM'larda doksan tane SM2 olduğu saptanmıştı.
SAM'lardan

— 479 —

ancak üçü savunmayı yarabildi. Onlardan biri bir uçak gemisine doğru gitti. Americ<fnın üç yönlü
savunma topları füzeyi izleyip gemiden üç yüz metre uzakta yok etti. Diğer iki füze Woin-wright
kruvazörüne isabet etti ve gemi fnöependence'den dört mil ötede havaya uçtu.

Jacobsen'in yüz hatları gerilmişti. «Kahretsin! Onlardan kurtulduğumuzu sanıyordum. Haydi uçaklarımızı
kurtaralım. Bizimkilerden bazılarının yakıtı bitti.»

Herkes dönüp ekandaki Badger'lere baktı. Kuzeydeki Tomcat filoları eski bombardıman uçaklarının
menziline girmeye başlamıştı. Badger'lerin personeli koruyucu radarlarını çalıştırarak bir elektronik perde
arkasına gizlenmeyi umuyorlardı. Amerikalıların kendi radarlarıyla bunu yok ettiklerinin farkında değillerdi.
Durumu geç anladılar ve seçenekleri de yoktu. Karşıda beliren uçakların ateş menziline girmelerine hâlâ
beş dakika vardı. Badger'ler rotalarını değiştirmeden sürat arttırdılar. Böylece tehlikede oldukları zamanı
kısaltmaya çalışıyorlardı. Personel de telaşla karşıdan atılabilecek roketleri araştırıyordu.

Tomçat pilotları hedeflerinin rota değiştirmemesine şaştılar. Bunlar uçak değil uzaktan kumanda edilen
yemler olabilirdi. Bu yüzden hedeflerini toplayabilmek için yaklaştılar. Yemlere roket atmak istemiyorlardı.
Ruslar daha önceleri onları yemlerle kandırmış ve roketleri boşa harcamalarına neden olmuşlardı.

«Tamam. Onlar Badger! Tarn karşıda.» İlk Tomcat kırk mil uzaktan iki roket gönderdi.

Badger'ler yine de kendi roketlerini atarak teker teker döndüler ve oradan kaçmaya çalıştılar. Kaçma
manevraları sırasında yarısı düşürüldü. Radar istasyonu olan gemide düşen uçaklar saptanıyordu. Sovyet
uçakları çok büyük kayba uğramıştı.

«USS NASSAU»

Gemide savaş yerleri çalmaya başladığında Edwards hâlâ narkozun etkisinden kurtulamamıştı. Nerede
olduğunu hayal me-yal anımsıyordu. Bir helikoptere bindirilip götürüldüğünü biliyor-

— 480 —

tiu. Daha sonra bir ranzada yattığını anlamıştı. Vücudunun türlü yerine iğneler ve lastik tüpler takılmıştı. O
alarmın ne anlama geldiğini biliyordu. Korkması gerektiğinin de farkındaydı. Ancak etkisinde olduğu
ilaçlar buna izin vermiyordu. Vigdis yatağının yanındaki sandalyede oturmuş, Edwards'm elini sıkıca
tutmuştu. Genç adam da onun elini sıktı ama kızın uyuyup uyumadığını anlayamadı. Bir an sonra kendisi
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

de uykuya daldı.

Beş güverte yukarıda Nassau'nun komutanı köprü üstünde duruyordu. Savaşta onun savaş harekât
merkezinde olması gerekirdi. Ama gemi hareket halinde değildi ve buradan her şeyi daha iyi
görebiliyordu. Kuzeydoğudan yüzden fazla roket •atılmıştı. Gemi mürettebatı demirledikleri bu
sahildeki kayalara inmişler, yaktıkları duman kaplarını bunların üstüne yerleştiriyorlardı. En iyi
savunmanın bu olduğunu bilmekle birilikte komutan bu duruma bir türlü inanamıyordu. Uçuş güvertesinin
köşelerine ani hücuma karşı kullanılacak savunma silah-; tan yerleştirilmişti. R2D2 adı verilen bu
roketatarları kullanabilirdi. Ancak hava savunma uzmanları bunları kullanmanın yarar değil zarar
getireceğine karar vermişlerdi. Komutan omuz i silkti. Neyin yararlı ya da yararsız olduğunu nasıl olsa
beş da-kika sonra anlayacaktı.

Doğudaki kruvazör Vincennes'in denizde ağır ağır daireler '< çizdiğini görüyordu. Birden
roketatarlarından dumanlar yükseldi. Demek roket atma zamanı gelmişti. Kısa süre sonra kuzeydoğu
göğü yoğun gri bir dumanla kaplandı. Komutan dürbünüyle bakınca birden beliren kara duman toplarını
farketti. Onlar başarıyla engellenen roketlerdi. Şimdi bu duman topları daha yakınlarda belirmeye
başlamıştı. O zaman roketlerin de daha yakında olduklarını anladı. Elektronik radar perdesi de onlara
engel olamıyordu. Aegis kruvazörü bütün roketleri yok edemezdi. Vincennes roketlerini dört dakika
içinde attı, sonra tam yol ilerledi. Kayalardan oluşmuş iki küçük adanın arasından geçmeye çalışıyordu.
Komutan bunu görünce gözlerine inanamadı. Biri, bir milyar dolar değerindeki bir kruvazörü yirmi beş mil
süratle taşlık bir bahçeye sokmaya kalkmıştı. Guadalcanal' da bile böyle bir şeye tanık olmamıştı.

Bir patlamayla dört mil ötedeki Hrappsey adası sarsıldı. Bunu Seley'deki patlama izledi. Rus roketleri
yanılarak kayalara çarpmışlardı.

— 481— F.: 31

On mil kadar yukarıda Ruslar radarların basındaydılar. Ekrandaki hedef yerinden pek çok sinyal
verildiğini gördüler. Bu durumda en büyük ekranda kızılötesi sinyaller aradılar. Bu sinyallerin çoğu ısı
belirtiyordu. Roketatarlar en büyük hedefi seçerek son Maçh 3 pikesine geçtiler. Rus pilotları volkanik
kayalara saldırdıklarının farkında bile değillerdi. Bu sırada otuz SAM füzesi atıldı. Bunlardan sadece beşi
gemileri hedef almıştı.

Nassa-u'nun iki R2D2'si dönüp biraraya gelerek gözle görülmeyecek kadar hızla gelen bir rokete ateş
ettiler. Komutan namluların doğrultusuna bakınca üç yüz metre kadar yukarıdaki beyaz pırıltıyı seçebildi.
Bunu izleyen gürültü az kalsın kulaklarını sağır edecekti. Küçük parçalar yandaki kılavuz bölmesine
çarparak sekerken de açıkta durmakla aptallık ettiğini anladı. İki roket daha batıda kalan kente düştü.
Sonra dumanlar dağıldı. Batıdaki alevler en az bir geminin vurulduğunu açıklıyordu.

«Namussuzlar!» diye söylenerek telefonu açıp savaş harekât merkezini aradı. «SHM, ben komutan. İki
roket Stykkishol-mur'a düştü. Oraya bir bakalım. Yaralılar olacak.»

Toland bilgisayardan hızla çıkan kâğıtlara bakıyordu. Bunlar hava çarpışmasının sonuçlarını veriyordu.
Başka bir bilgisayar da yok edilen uçakları saptamaktaydı. Her şey elektronik aygıtlara bağlanmıştı artık.

Jacobsen, başını kaldırıp ona baktı. «Durum eskisi gibi değil, oğlum. Albay Spaulding, amfibilere ne
olduğunu bilmek istiyorum.»

«Haber şimdi geliyor komutanım. Charleston isabet almış ve ortadan bölünmüş. Guam ve Ponce'da hafif
hasar varmış. Hepsi bu kadar, amiralim.»
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

«Ve bir de Wainwright.» Jacobsen derin bir soluk aldı. İki değerli gemi ve bin beş yüz adam yitirilmişti ve
kendisi buna bir başarı demek zorundaydı.

«Saldırının artık sona ermiş olması gerek.»

Andreyev hemen haber beklemiyordu. Amerikalılar sonun-

— 482 —

da geri kalan tek radarı da işlemez hale getirmişlerdi. Bu yüzden hava savaşını izleyememişti. Radyo ve
telsizleri dinleyen personel pek çok konuşmayı kaydetmişlerdi fakat sesler çok hafifti ve bunlardan çıkan
tek sonuç da gerçekten bir çarpışma olduğuydu.

«Son habere göre bir NATO uçak gemisini batırmışız.» Harekât subayının sesi umutluydu.

Başka bir görevli de, «Bogarnes'in yukarısındaki askerlerimiz hâlâ ağır ateş altındalar,» diye bildirdi.
«Amerikan savaş gemileri bir saattir o mevzileri dövüyormuş. Bizimkiler fazla kayıp vermişler.»

«Yoldaş general... Bunu dinlemeniz daha uygun sanırım. Bu bizim komutanlık devremizde.»

Mesaj Rusça olarak dört kez yinelendi, «izlanda Sovyet Kuvvetleri Komutanı, ben Atlantik Müttefik
Donanması Vurucu Güç Komutanıyım. Beni duyamıyorsun başkası sana anlatacaktır. Bombardıman
uçaklarına gelecek sefer daha fazla şans dile. Yakında seninle görüşeceğiz. Tamam.»

SACK, FEDERAL ALMANYA

Sergetov sendeleyerek trafik kontrol noktasına geldiğinde bir tank takımının Alfeld'e doğru gittiğini
gördü. Ellerini dizlerine dayayıp öyle iki büklüm tankların geçmesini bekledi.

«Kendini tanıt.» Konuşan bir KGB teğmeniydi. Trafiği yönetme işini KGB üstlenmişti. Kurallara
uymayanları vurmak KGB için kolaydı.

«Binbaşı Sergetov. Hemen bölge komutanını görmeliyim.»

«Sen hangi birliktensin, Sergetov.»

İvan birden doğruldu. Adam ne yoldaş binbaşı, ne de yoldaş demeye gerek duymuştu. Sadece Sergetov.

«Ben Batı Bölgesi Komutan Yardımcısı Orgeneral Alekseyev' in yaveriyim. Şimdi beni hemen
komutanına götür!»

Soluk yüzünde küstah bir ifade beliren teğmen elini uzattı. «Belgelerin.»

Sergeîov hafifçe gülümsedi. Kimliği ve diğer belgeleri su

— 483 —

geçirmez bir plastik zarftaydı. En üstteki kartı KGB subayına uzattı. Babası savaş başlamadan önce bunu
sağlamayı başarmıştı.

«Birinci sınıf bir izinle ne yaptığını sorabilir miyim?» Teğmen durumdan kuşkulanmaya başlamıştı.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

«Kahretsin, sen kim olup da bana bunu soruyorsun?» Politburo üyesinin oğlu adama iyice yaklaştı. «Beni
hemen komutanına götür ya da bugün kimin vurulacağını görürüz!»

Chekist'in küstahlığı birden kayboldu. Sergetov'u bir çiftçi kulübesine götürdü. Trafik kontrol
karakolunun komutanı bir binbaşıydı.

Sergetov, «Hemen radyoyla başkomutanlığı aramanı istiyorum,» diye emretti.

«Bu radyo-telefonla ancak alayları ve tümeni arayabiliyoruz.»

«En yakın tümen karargâhı neresi?»

«Kırkıncı Tank Tümeni...»

«Orası yerle bir edildi. Bir araca ihtiyacım var. Hemen şimdi! Alfeld'e Amerikan kuvvetleri yerleşti.»

«Biz şimdi bir tabur gönderdik.»

«Biliyorum. Onları geri çağır.»

«Böyle bir yetkim yok.»

«Tanrının belası budala, askerler tuzağa düşecekler. Onları geri çağır!»

«Böyle bir yetkim...»

«Sen Alman ajanı mısın? Orada olanları görmedin mi?»

«Hava saldırısı oldu değil mi?»

«Alfeld'de Amerikan tankları var, ahmak! Karşı saldırı düzenlemeliyiz. Ama bir tabur yeterli değil. Biz...»
Uzaktan ilk patlamanın gürültüsü geldi. «Binbaşı iki şeyden birini istiyorum. Ya bana hemen bir araç
verilsin ya da seni gereken şekilde cezalandırmam için adını ve numaranı verirsin.»

İki KGB subayı hayretle bakakaldı. Kimse onlarla böyle konuşamazdı. Fakat konuşan olursa... Sergetov
getirilen araca binerek hızin uzaklaştı. Bir saat sonra Holle'deki lojistik karargâ-hındaydı. Orada bir radyo
buldu.

Alekseyev, «Sen neredesin binbaşı?» diye çıkıştı.

«Holle'deyim. Amerikalılar bizim hatlarımızı yardılar. Alfeld" de en az bir tank taburu var.»

— 484-

«Nee?» Radyodan bir an ses çıkmadı. «Emin misin?» «Yoldaş general, buraya erişebilmek için Tanrının
belası ırmağı yüzerek geçtim. Kentin birkaç kilometre kuzeyinde yirmi beş zırhlı araçtan oluşan bir konvoy
gördüm. Tank onarım atölyesini havaya uçurdular. Köprüdeki zırhlı kamyonlarımızı da yok ettiler.
Tekrarlıyorum, general. Alfeîd'de en az bir taburluk bir

kuvvet var.»
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

«Stendhal'e git ve durumu doğrudan doğruya Batı Cephesi

Başkomutanına rapor et.»

«USŞ INDEPENDENCE»

Toland hastane yatağının yanmdakt iskemleye oturarak, «İyi geçeler Binbaşı Chapayev.» dedi.
«Bacağınız nasıl? Size iyi bakıyorlar mı?»

«Şikâyetim yok. Rusçanız... iyi.»

«Rus vatandaşlarıyla konuşup pratik yapma fırsatını pek bulamıyorum. Belki siz bana yardım
edebilirsiniz.» Bilgisayarın verdiği bilgiye göre Binbaşı Alexandr Georgiyevich 30 yaşındaydı. Moskova
Hava Savunma Komutanı, Georgiy Kostantinovich Chapayev'in oğluydu. Bir Merkez Komite üyesinin
kızıyla evliydi. Üyenin adı da İlya Nikolayevich Govorov'du. Bu durumda binbaşı gizli bilgilere sahip biri
olabilirdi.

Chapayev, «Di! bilginize mi?» diye güldü. «Siz MîG'lerin komutanıydınız. Sakin olun, binbaşı. Uçakların
hepsi de düşürüldü. Bunu biliyorsunuz.» «Evet en yüksek rütbeli subay bendim.» «Sizi tebrik etmemi
söylediler. Ben havacı değildim ama söylendiğine göre Kefiavik üstündeki taktiğiniz olağanüstüymüş.
Sizin beş MİG'iniz varmış sanırım. Biz dün yedi uçak kaybettik. İkisini roketler, ikisini yerden açılan ateş
ve üçünü de MİG'ler düşürdü. Karşımızdaki güçlere bakınca bu bizim için tatsız bir sürpriz oldu.»

«Ben görevimi yaptım.»

«Da Hepimizin görevi var. Eğer size nasıl davranacağımız konusunda endişeiiyseniz içiniz rahat etsin. Her
bakımdan uygun

— 485 —

şekilde davranılacaktır. Size neler bekleyebileceğiniz konusunda söylenenleri bilemiyorum. Ama siz de
bir, iki kez olsun Partinin her söylediğinin doğru olmadığını farketmişsinizdir. Kimliğinizden esiniz ve iki
çocuğunuz olduğunu anladım. Benim de ailem var. İkimiz de onları tekrar görmek için yaşayacağız. Yani
belki.»

«Ya bizim bombardıman uçaklarımız size saldırdıklarında?»

«Üç saat önce oldu bu. Size haber vermediler mi?»

«Ha! İlk kez...»

«İlk defasında ben Ninmitz'deydim. İki yara aldık.» Toland «• saldırıyı kısaca anlattı. «Bu sefer işler
başka türlü gelişti. Şimdi kurtarma operasyonuyla meşgulüz. Sağ kalanların bazılarını ge--tlrdiğimizde
bundan kesinlikle emin olacaksınız. Hava Kuvvetleriniz bizim için bir tehdit olmaktan çıktı artık.
Denizaltılar başka konu tabii. Fakat bir avcı uçağı pilotuna bunu sormak anlamsız. Zaten benimkisi de bir
sorgulama değil.»

«Öyleyse neden buradasınız?»

«Size daha sonra bazı sorular soracağım. Sadece merhaba demek istedim. İstediğiniz bir şey var mı?»
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Chapayev bu duruma bir anlam veremedi. Amerikalıların kendisini hemen kurşuna dizmeleri dışında ne
bekleyebileceğini de bilmiyordu zaten. Kaçma konusunda pek çok şey duymuştu. Ama denizin ortasında
uygulanacak gibi değildi bunlar.

Sonunda, «Size inanmıyorum,» dedi.

«Yoldaş binbaşı, size MİG-29'ları sormamın anlamı yok çünkü izlanda'da bu uçaklardan kalmadı.
Diğerleri de Orta Avrupa' a'aki Sovyet Hava Kuvvetlerinde görev yapıyorlar ama biz oraya gitmiyoruz,
izlanda'deki mevzilerinizin korunması hakkında soru sormam da anlamsız. Siz pilot olduğunuz için bu
konuda bir şey bilemezsiniz. Aynı şey bizim için tek tehlike oluşturan denizaltılarınız için de söylenebilir.
Şimdi... denizaltılar hakkında ne biliyorsunuz ha? Düşünün binbaşı. Siz eğitim görmüş bir insansınız.
Zamanı gelince sizi kendi savaş tutsaklarımızla değişeceğiz. Bu da politikacı efendilerimiz için siyasi bir
sorun. O zamana kadar size iyi bakacağız.» Toland durdu. Asimda adamın konuşmasını istiyordu.

— 486 —

Chapayev bir an sonra, «Açım,» diye mırıldandı.

«Akşam yemeğinizi otuz dakika sonra verecekler.»

«Beni vatanıma göndermeden önce...»

«Bizim esir kamplarımız yok. Savaş tutsaklarını öldürmeyiz. Size kötü davranacak olsaydık, operatör
bacağınızdaki yarayı ameliyat edip size ağrı kesici ilaçlar vermezdi.»

«Yanımdaki fotoğraflar?»

«Neredeyse unutuyordum.» Toland, Rusun cüzdanını uzattı. «Bunu yanınıza almanız kurallara aykırı değil
mi?»

«Bunu yanımda uğur olarak taşıyorum.» Chapayev cüzdandan eşiyle ikiz kızlarının siyah beyaz fotoğrafını
çıkardı. Sizleri yine göreceğim, diye düşünüyordu. Belki aylar sonra ama yine göreceğim.

Tcland güldü. «Uğurunuz etkiliymiş, binbaşı. Bunlar da benimkiler.»

«Karınız biraz sıska ama siz de talihli bir adamsınız.» Cha-payev'in gözleri dolmuştu. «Bir içki istiyorum,»
diye mırıldandı.

«Ben de öyle ama gemimizde içki yasaktır.» Resimlere baktı. «Kızlarınız güzel, binbaşı. Onları
bırakmakla delilik etmişsiniz.»

Chapayev, «Görevimiz var,» deyince Toland, öfkeyle elini salladı.

«Bunun nedeni Tanrının belası politikacılar. Bize gitmemizi söylüyorlar ve... biz budalalar gibi gidiyoruz!
Kahretsin, bu Tanrının belası savaşın neden başladığını bile bilmiyoruz!»

«Gerçekten bilmiyor musunuz?»

İşte kazanmıştı. Kodein ve dostluk etkisini göstermişti. Cebindeki teyp çalışıyordu.


Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

HUNZEN, FEDERAL ALMANYA

Alekseyev, «Bu saldırıya devam edersem burada mahvoluruz,» diye itiraz etti. «Geri kanatta iki tümen
var. Amerikalıların Alfeid'de olduklarına dair de bir rapor aldım.»

Batı Cephesi Başkomutanı öfkeyle homurdandı. «İmkân-Siz!».

— 487 —

«Raporu Binbaşı Sergetov verdi. Onların geldiğini görmüş. Kendisine Stendhal'e giderek sana doğrudan
doğruya rapor vermesini emrettim.»

«26. motorlu piyade alayları şimdi Alfeld'e yaklaşıyor. Çevrede Amerikalı varsa onlar icabına bakarlar.»

Alekseyev gidenlerin C sınıfından yedekler olduğunu biliyordu. Hiçbiri modern silahlara sahip değildi ve
yıllar önce eğitilmişlerdi.

«Karşıya geçme operasyonu nasıl gidiyor?»

«İki alayı karşıya geçirdim. Üçüncüsü de hareket halinde. Düşman hava saldırıları sıklaştı. Arkamda da
düşman güçleri var!»

«Stendhal'e dön, Pasha, Beregoyov, Hunzen'e komuta ediyor. Sana burada ihtiyacım var.»

Alekseyev, beni yerimden alıyor, diy© düşündü. Görevden alındım.

Sonra, «Anlıyorum yoldaş general,» diyerek radyoyu kapattı. Fakat askerlerini böyle karşı saldırılara
karşı zayıf durumda bırakabilir miydi? Komutanlarına tehlikeyi bildirmeden uzaklaşabilir miydi? Alekseyev
yumruğunu masaya vurdu. «Bana general Beregovoy'u buluni»

ALFELD, FEDERAL ALMANYA

NATO hatlarından top destek ateşi sağlayamayacak kadar uzaktaydılar. Ayrıca kendi toplarını da geride
bırakmak zorunda kalmışlardı. Mackall dumanların arasından görmeye çalışarak dürbünüyle baktı. Rus
konvoyunun yaklaştığını gördü. Orada iki alay vardı herhalde. Neyse ortalıkta SAM roketatarlarına
benzer bir şey yoktu. Bir albay subaylarına emirler vermeye başladı. O sırada dost uçaklar belirdi.

Apache saldırı helikopterleri güneye doğru gittiler. Ruslara geriden saldıracaklardı. Kısa süre sonra
Hellfire roketlerini atmaya başladılar. Onları A-10'lar izledi. Çift motorlu, kaba biçimli uçaklar bu kez
SAM tehdidi olmadığı için iyice alçaldılar. Döner topları, Apache'lerin başlattığı işe devam etti.

— 488 —

Kentin doğu ufkunda beliren Bradley'ler de roketlerini fırlatıyorlardı. Sovyetler'in ön cephedeki kuvvetleri
daha nehrin oradaki tanklara erişemeden yok edildi. Rus tankları ateş etmek için durdular. Askerler nisan
alamadan mermi yağdırıyorlardı. Bir kaç mermi de Maçkall'in yakınma düştü. Düşman kuvvetleri kentten
iki kilometre ötede durdurulmuşlardı.

• l i Alekseyev radyoyu açarak, «Kuzeye git,» diye emir verdi. Pilot şaşırdı. «Yoldaş general kuzeye
gidecek olursak...» «Sana kuzeye dedim! Yalnız alçaktan uç.» Mİ-24 helikopteri birden pikeye geçti.
Alekseyev'in midesi ağzına geldi. Pilotun bu tehlikeli, budalaca emri verdiği için kendisinden intikam
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

almaya kalktığını biliyordu. Sıkıca emniyet kemerini tutargk yandaki kapıya doğru eğildi. Dışarıda neler
olduğunu görmek istiyordu. Helikopter hızla sağa sola gidiyor bir yükselip bir alçalıyordu. Pilotun
buradaki tehlikeyi bildiği belliydi.

Alekseyev, «işte orada!» diye seslendi. «Saat on yönünde de. Gördüklerim Amerikan mı Alman mı?
Saat onda tanklar.»

«Ben bazı roketatar araçlar da görüyorum.» Pilot aksi aksi, «Onlara da yakından bakmak ister misiniz,
yoldaş general?» diye sordu. Helikopteri iki yanı ağaçlıklı bir yola indirdi. General, «En az bir taburdu,»
dedi. «Bence daha fazlaydı.»

Alekseyev haritasını dizlerine dayayarak baktı. «Tanrım bu 1 kadar güneye gelebilmişler ha?»

Pilot da, «Size söyledim,» diye cevap verdi. «Bizi yarıp geç-! tiler.»

«Alfeld'e ne kadar yaklaşabilirsin?»

: «Bu generalin bu gece ne kadar sağ kalmak istemesine bağ-Mı.» Aiekseyev bu sözierdeki öfke ve
korkuyu sezdi. Sonra helikopter pilotunun savaşta gösterdiği başarıiardan dolayı iki kez ; madalya aldığını
anımsadı. Sovyeîîer'in bir kahramanıydı.

«Tehlikeye atılmayacak kadar yaklaşalım, yoldaş yüzbaşı. Düşmanların ne yaptıklarını kendi gözlerimle
görmek istiyo-

rum.»

«Anlıyorum. Öyleyse sıkı tutunun, yoldaş general. Çünkü bu

— 489 —

güç bir uçuş olacak.» Mİ-24 havalandı ve biraz yükseldikten sonra birden aşağıya indi. «Yukarıda
düşman uçakları var. Şeytanın Haçına benziyorlar. Dördü batıya gidiyor.»

Alekseyev aşağıdaki yolu gördü. Aslında bu yol sayılamazdı. Otlarla kaplıydı. Fakat otlar yer yer ezilmiş
ve topraklar ortaya çıkmıştı. Orada zırhlı araçlar vardı. Haritasına baktı. O yol Alfeld'e gidiyordu.

«Leine'in üstünden geçip Alfeld'e doğudan yaklaşacağım. Bu durumda saldırıya uğrarsak hiç olmazsa
aşağıda bizimkiler olur.» Heiikopter yine birden yükseldi ve sonra alçaldı. Aiek-seyev aşağıda tanklar
olduğunu farketmişti. Hem de çok sayıda. «Aşağıdakileri gördünüz değil mi, yoldaş general?» diye sordu
pilot. «Sayıları fazla. Bence bir alay olmalı. Tank onarım atölyeleri şurada..., Yani onlardan geri kalan...
Kahretsin! Güneyde düşman helikopterleri var!»

Helikopter havada durup birden döndü. Bir hava roketi korkunç bir homurtuyla helikopter pilotu
tarafından fırlatıldı. Mİ-24 yukarıya çıktı ve hemen indi. Zikzaklar çizmeye başladı. General o sırada
yukarıda dumandan bir iz gördü.

«Büyük tehlike atlattık.»

«Düşmanı vurdun mu?»

«General durup bakmamı ister mi acaba? Bu da ne? Bu daha önce burada yoktu.» Helikopter bir an
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

durdu, Alekseyev aşağıda yanan taşıtları ve koşan askerleri gördü. Tanklar eski T-55'lerdi. Kendisine
sözü edilen karşı saldırı buydu işte! Bir anda püskürtülmüştü. Bir dakika sonra aşağıdakilerin yem saldırı
için toplandıklarını da farketti.

«Yeterince gördüm. Şimdi mümkün olduğu kadar hızla Stendhal'e gidelim.» Alekseyev arkasına
yaslanarak gördüklerin den bir sonuç çıkarmaya çalıştı. Helikopter de yarım saat sonra aşağıya indi.

Odaya girer girmez Batı Cephesi Başkomutanı, «Sen haklıymışsın, Pasha,» dedi. Elinde havadan çekilmiş
üç fotoğraf vardı.

«Yirmi altıncı motorize piyade alayı düşman hatlarının iki kilometre gerisinde durduruldu. Epey kayıp
vermişler. Helikopterle oradan geçerken yeniden saldırı için hazırlanıyorlardı.

— 490-

Bu da başka bir hata olur. Eğer o mevziyi geri almak istiyorsak tam hazırlık yapıp saldırmalıyız.»

«O köprüler bir an önce elimize geçmeli.» , Alekseyev, «İyi,» diye mırıldandı. «Beregovoy'a iki tugayı
ayırıp doğuya doğru gitmesini emret.»

«Weser'den ayrılamayız!»

«Yoldaş general, ya o kuvvetleri geri çekeceğiz ya da NA-TO'nun onları oldukları yerde yok etmesine
izin vereceğiz. Başka seçeneğimiz yok.»

«Hayır, Alfeld'i geri aldıktan sonra kuvvetlerimize destek yollayabiliriz. Böylece o kanattan yapılan karşı
saldırıyı da durdurabiliriz. Bu sayede rahatlıkla ilerleyebiliriz.»

«Alfeld'e hangi güçlerle saldıracağız?»

«Üç tümen yolda ve...»

Alekseyev haritadaki birliklerin yerlerine baktı. «Ama hepsi de (C) sınıfı onların!»

«Evet. Elimdeki (B) sınıfı güçlerin hemen hepsini kuzeye gönderdim. NATO Hamburg'da da karşı
saldırıya geçti. Surat asma Pasha. Cepheye gelecek çok (C) yedeğimiz var.»

Alekseyev, harika, diye düşündü. O yaşlı, şişko, yeni savaş yöntemlerinden haberi olmayan adamlar, iyi
yetiştirilmiş askerlerin karşısına çıkacaklar.

«Üç tümen de yerlerini alana kadar bekle. Önce topçular yerlerini alacaklar. Böylece NATO mevzilerini
dövebileceğiz. Gronau'da durum nasıl?»

«Almanlar orada Leine'i geçtiler. Fakat onların ilerlemelerine engel olduk, iki tümen de saldırmak üzere
oraya gidiyor.»

Alekseyev gidip büyük haritanın önünde durdu. Buraya en son geldiğinden beri olan değişiklikleri
anlamak istiyordu. Kuzeydeki çarpışma hatlarında fazla 'bir değişiklik yoktu. NA-TO'nun Alfeld-Ruhle'ye
yaptığı karşı saldırı da henüz şimdi belirtiliyordu. Gronau ve Alfeld'de mavi bayraklar vardı. Hamburg'a da
saldırılmıştı.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

İnsiyatifi kaybetmişlerdi. Eski duruma dönebilmek için ne yapmalıydılar?

Sovyet Ordusu savaşa Almanya'da bulunan yirmi (A) sınıfı tümene eklediği on tümenle başlamıştı. Daha
sonra devamlı takviye yapılmıştı tabii. Şimdi onların hepsi de savaş-

— 491 —

taydılar. Bazıları fazla kayıp vererek geri çekilmişti. Son güvenilir birlikler Ruhle'deydi ve onlar da tuzağa
düşmek üzereydiler. Beregovoy durumu anlasa bile emirlere karşı gelmeyecek çok iyi bir askerdi.

«Bu saldırıdan vazgeçmeliyiz. Devam edecek olursak o birlikler bir değil iki ırmağın gerisnde sıkışıp
kalacaklar. Tuzağa düşürülecekler.»

Batı Cephesi Başkomutanı, «Bu saldırı siyasi ve askeri bir ihtiyaç,» diye cevap verdi. «İlerleyecek
olursak NATO Ruhr'u korumak için çaresiz Alfeld'deki güçlerinin büyük bölümünü geri çekecektir. O
zaman da onları yeneceğiz.»

Alekseyev tartışmanın boşuna olduğunu anlamıştı. Birden içi buz gibi kesildi. Acaba yeniliyorlar mıydı?
Bir hata mı yapmışlardı?

«USS INDEPENDENCE»

«Amiralim, MAF'dan birini görmem gerekiyor.»

«Kimi?»

«Chuck Lowe'u... Kendisi alay komutanıdır. 'Daha önce is tihbaratta birlikte çalışmıştık.»

«Neden başkası değil de...»

«Kendisi çok başarılıdır, amiralim. Bu işi iyi bilir.»

Jacobsen, «Aldığın bilgi bu kadar önemli mi?» diye sordu.

«Gerçekten öyle sanıyorum, komutanım. Ancak başka birinin de fikrini almak istiyorum. Bence bu
konuda Chuck iyi karar verebilir.» Toland cebinden teypi çıkardı. Minik aygıtı çalıştırdı.

Bir süre sonra Jacobsen telefonu açtı. «Bana hemen General Emerson'u bulun... Billy? Ben Scott.
Yanında Chuck Lowe adında bir albay var mı? Nerede? Tamam, Billy. Kendisi on dakika sonra orada
olacak.» Amiral telefonu kapattı. «O teypin kopyasını çıkardın mı?»

«Evet, efendim. Zaten bu da kopyalardan 'biri. Orijinali kasada.»

«Seni sevinçle karşılayacaklarından eminim.»

— 492 —

Stykkisholmour'a helikopterle gitmek bir saatlik zaman aldı. Toland, Chuck Lowe'u bir çadırda haritalara
bakarken buldu.

«Doğrusu sen dokuz canlısın. Nîmitz'de olanları duydum, Bob. Kurtulduğuna sevindim. Ne var?»
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

«Şu bandı dinlemeni istiyorum. Yirmi dakikanı alacaktır.» Toland, Rusun kim olduğunu anlatarak küçük
Japon teybini uzattı. İki subay çadırdan çıkarak sessiz sayılabilecek bir yere gittiler. Lowe son bölümü
tekrar dinlemek için teypi iki kez sardı.

Bant sona erince de, «Namussuz,» diye mırıldandı.

«Yüzbaşı Chapalyev bunu bildiğimizi sanıyordu.»

Albay Lowe yerden bir taş alarak ileriye attı. «Neden olmasın? Biz KGB'nin yetenekli olduğunu
düşünüyoruz. Onlar da bizi öyle sanıyorlar! Bu bilgiyi biz epey zaman önce elde etmiştik... Ama değerini
anlayamamışız!» Sesinde hayret ve öfke vardı. «Bunun palavra olmadığından emin misin?»

«Chapalyev'i sudan çıkardığımızda bacağından yaralıydı. Doktorlar yarasını dikip sardılar. Sonra ona ağrı
kesiciler verdiler. Yanına gittiğimde kan kaybı ve aldığı kodein yüzünden sarhoş gibiydi. Sarhoş
olduğunda da yalan uydurman güçtür değil mi? Chuck, sen ne diyorsun. Senin düşüncen önemli.»

«Beni yine istihbarata mı çekmek istiyorsun?» Lowe gülümsedi. «Bence bu doğru. Bunu hemen
yukarıdakilere bildirmek gerekir.»

«Başkomutanlığa haber vermeliyiz. Bandın orijinalini Was-hington'a göndereceğim. CIA bunun üstünde
oynanmamış bir bant olup olmadığını anlamak isteyecektir. Fakat 'ben adamın gözlerini gördüm, Chuck.»

«Kabul ediyorum. Hemen yollamalısın bandı. Başkomutanlık da bundan kısa süre içinde yararlanabilir
sanırım.»

«Teşekkürler albay. Helikopteri nasıl çağıracağım?»

«Onu ben hallederim. Bu arada İzlanda'ya hoşgeldin.»

Toland albayın peşi sıra çadira girdi. «Durum nasıl?»

«Karşımızdakiler iyi askerler ama burayı savunmaları güç ve elimizde gereken her tür silah da var. Onları
fe-

— 493 —

na kıstırdık.» Albay bir an durdu. «İyi iş başarmışsın. Bob.» Toland iki saat sonra Heathrow'a giden bir
uçaktaydı.

MOSKOVA, SSCB

Mareşal Fyordr Borissovich Bukharin önce bir brifing verdi. KGB, Mareşal Shavyrin ve Rozkhov'u bir
gün önce tutuklanıştı. Bu olay Bakan Sergetov'a briflingden çok daha fazla şeyler anlattı.

«Kuzeyden yapılan saldırı Batı Cephesi Başkomutanının kötü planlama ve kararlan yüzünden başarısızlığa
uğradı. Eski basarımızı kazanmak zorundayız. Neyse Alfeld'e gönderecek kuvvetlerimiz var. Hem
NATO'nun büyük kayba uğradığı gerçeğini de hiçbir şey değiştiremez.»

«Ben Batı Cephesi Komutanının ve maiyetinin değiştirilmesini öneriyorum...»


Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Sergetov, «Durun,» dedi. «Bir şey söylemek istiyorum.»

«Konuşabilirsin, Mikhail Eduardovich.» Savunma Bakanının sesinden sinirlendiği belliydi.

«Mareşal Bukharin, sen oradaki komutanlığın tümüyle değişmesini istiyorsun değil mi? Oğlum Batı
Cephesi Başkomutan Yardımcısı General Alekseyev'in yaveridir. Alfeld'in alınması için saldırıyı planlayan
ve Runle'ye birliklerimizi yollayan da o general. Kendisi iki kez yaralandı ve bindiği helikopteri düşman
uçakları düşürdü. Tanıdığım işe yarayan tek general de o. Şimdi onun yerine o cephedeki durumu hiç
bilmeyen birini yollamak istiyorsun.» Öfkeyle, «Bu ne biçim çılgınlık?» diye ekledi.

İçişleri Bakanı kaşlarını çattı. «Oğlun yaveri olduğu için...»

Sergetov'un yüzü kıpkırmızı kesildi. «Oğlum için uğraştığımı mı sanıyorsun? Oâlum cephede vatanına
hizmet ediyor. Oğlum generalle birlikte cephedeyken yaralandı ve ölümden kıl payı kurtuldu. Bu masada
oturaniardan kim aynı şeyleri söyleyebilir? Yokkışlör sizin oğullarınız nerede?» Büyük bir hiddetle masayı
yumrukladı. Meslekdaşlarmı gereken şekilde yaraladığını bildiği için de doha yumuşak sesle devam etti,
«Buradaki

— 494 —

komünistlere ne oldu? Nerede onlar?»

Derin 'bir sessizlik oldu. Sergetov o anda siyaset yaşamının sona erebileceğini düşündü veya çok büyük
başarılar kazan* mak üzereydi. Ondan sonra konuşacak kimse kaderini tayin, edecekti.

Pyotr Bronkovskiy yaşlı adamlara özgü bir saygınlıkla,. «Büyük Savaşta Politburo üyeleri cephede
yaşadılar,» dedi. «Çoğu oğullarını yitirdi. Hatta Yoldaş Stalin bile çocuklarım devlete verdi. Onlar da
sıradan işçi ve köylülerin oğullarının yanında savaştılar. Bence Yoldaş Mikhail Eduardovich doğru
söylüyor. Yoldaş Mareşal, General Alekseyev hakkında ne düşünüyorsun. Yoldaş Sergetov sözlerinde
haklı mı?»

Bukharin rahatsız olmuştu. «Alekseyev genç, parlak bir subay. Evet Batı cephesinde başarılı oldu.»

«Fakat onun yerine kendi adamlarından birini geçirmeyi düşünüyorsun.» Bronkovskiy cevap beklemedi.
«Öğrendiğimiz ve unuttuğumuz şeylere şaşıyorum doğrusu. Bütün Sovyet vatandaşlarının 'bu yükü birlikte
taşımaları gerektiğini unutuyoruz ama 1941'de yaptığımız hataları anımsıyoruz. O zamanlar da amirleri hata
yaptığı için iyi subayları tutuklamıştık. Onların yerlerine bizi felakete sürükleyen siyaset arkadaşlarımızı
geçirmiştik! Alekseyev akıllı, becerikli, savaşmasını bilen genç bir subaysa neden yerine başkasını
geçirmeyi düşünüyorsun?»

Savunma Bakanı masadakilerin düşüncelerinin değiştiğini sezerek, «Belki de acele ettik,» diye mırıldandı.
İçinden de, senin çanına okuyacağım Mikhail Eduardovich, diyordu. En yaşlı üyemizle işbirliği yapmaya
karar verdiysen sorun yok. O sonsuza dek yaşayacak değil ya. Sen de yaşayamayacaksın.»

STENDHAL, DEMOKRATİK ALMANYA

Asker üniformalı iki KGB subayı gece hava karardıktan sonra geldiler. Alekseyev yeni (C) sınıfı
birliklerin gönderileceklerf yerleri saptıyordu. Onların Batı Cephesi Başkomutanının bürosuna girdiklerini
bile görmedi. Beş dakika sonra kendisini çağırdılar.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Amiri sadece, «Yoldaş General Alekseyev,» dedi. «Artık sen Batı Cephesi Başkomutanısın. Başarılar
dilerim.»

Alekseyev generalin sesinin tonunu duyunca çok tuhaf oldu. Birden sırtı buz gibi kesildi. Generalin iki
yanında paraşütçü üniforması giymiş iki KGB albayı duruyordu. Yüzlerinden de küstahlıkları
okunmaktaydı.

Bu durumda ne söyleyebilir, ne yapabilirdi. Onların tutukladığı kişi arkadaşıydı. Batı Cephesinin eski
Başkomutanı onun yerine de konuştu. «Elveda, Pasha.»

İki albay onu dışarıya çıkardılar. Alekseyev onların arkasından bakarak kapıda durdu. Yapabileceği
hiçbir şey yoktu. Son gördüğü generalin belindeki boş tabanca kılıfı olmuştu. Geri dönünce masadaki
teleks mesaimi farketti. Bu yeni durumunu doğruluyordu. Partinin, Politbüronun ve Rus halkının kendisine
güvendiğini belirtiyorlardı. Kâğıdı buruşturarak karşı duvara savurdu. Daha birkaç hafta önce aynı sözleri
aynı tür kâğıt üstünde görmüştü. O zaman da şimdi bir arabada doğuya doğru giden o adamı
kutlamışlardı.

Acaba onun ne kadar zamanı vardı. Alekseyev yaverlerinden birini çağırdı. «Bana General Beregovoy'u
bul!»

BRÜKSEL, BELÇİKA

Müttefik Kuvvetler Avrupa Cepheleri Başkomutanı yemek yiyordu. Savaş başladığından beri sandviç ve
kahveyle yetinerek beş kilo vermişti. General, Büyük İskender'in pek gençken ordular yönettiğini
düşünüyordu. Belki de genç olduğu için bu işlere dayanabilmiş ve başarılı olmuştu.

Durum iyiye gidiyordu. Alfeld'de düşmanı durdurmuşlardı. Almanlar Gronau ve Brüggen'i kontrollerine
almışlardı. Ruslar ça bucak hareket etmezse Weser'deki birlikleri pek acı bir sürprizle karşılaşacaklardı.

«Özür dilerim Herr General. Deniz Kuvvetlerinden bir istihbarat subayı sizi görmek istiyor.»

«Önemli miymiş, Joachim?»

«Ja.»

— 496 —

Komutan tabağına baktı. «Peki söyle gelsin.»

General pek etkilenmemişti. Gelen adamın sırtında gemide giyilen türden haki üniforma vardı. Sadece
pek keskin bir göz pantolonun bir zamanlar ütülü olduğunu anlayabilirdi.

«General ben Yarbay Bob Toland. Birkaç saat öncesine kadar Atlantik Görev Kuwetindeydim ve...»

«izlanda'da durum nasıl?»

«Hava saldırısında düşman uçakları epey hasar gördü, komutanım. Ama yine de denizaltı sorunumuz var.
Ancak deniz piyadeleri de ilerliyorlar. Bu savaşı kazanacağımızdan eminim, generalim.»

«Onlar uçak gemilerinin peşinden ne kadar fazla denizaltı gönderirlerse benim konvoylarımla uğraşacak o
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

kadar az gemileri kalır.»

Bu da bir düşünce tarzıydı tabii. «Amiralim, biz bir Rus avcı pilotunu yakaladık. Kendisi önemli bir
aileden. Onu sorguya çektim. İşte bant da burada. Savaşın neden başladığını biliyoruz sanırım.»

«Joachim bu bilgiyi inceledin mi?»

«Hayır, komutanım. Kendisi durumu istihbarata bildirmiş. Amiral Beattie de bilginin doğrudan doğruya
size verilmesini istemiş.»

Adamın gözleri kısıldı. «Anlat bakalım, oğlum.»

«Sadece petrol.»

— 497 —

F.: 32

41

Fırsatlar ve Hedefler

BRÜKSEL BELÇİKA

Toland'ın getirdiği bandın üç kopyası çıkarıldı. Bunlardan birini Başkomutanlık İstihbarat Dairesine
gönderdiler. Böylece Toland'ın konuşmayı doğru çevirip çevirmediği anlaşılacaktı. İkincisi elektronik
analiz için Fransız İstihbarat Servisine verildi. Üçüncüsü de anadili gibi Rusça bilen bir Belçikalı
psi-kiyatrist tarafından incelendi. Bütün 'bunlar olurken NATO karar gâhındaki istihbarat personelinin
yarısı Sovyet petrol tüketi-miyle ilgili bilgileri tekrar gözden geçirdiler. CIA ve diğer ulusal istihbarat
örgütleri de Sovyet petrol üretim ve tüketimi konusunu iyice araştırdılar/Sonunda Rusların ancak birkaç
aylık petrolleri bulunduğu, hatta petrolün çoktan tükenmiş olabileceği ortaya çıktı!

Bu gerçeği ilk ka'bul eden Hava Kuvvetleri oldu. Çünkü düşmanların yakıt ikmal depolarının
beklenenden daha küçük olduğunu görmüşlerdi. NATO hava saldırılarında daha çok uçak alanları,
cephanelikler, tren ve karayolları, her tür askeri taşıt üzerinde duruluyordu. Küçük yakıt depolarına önem
verilmiyordu.

Müttefik Kuvvetler Avrupa Cepheleri Başkomutanı, kendi Hava Kuvvetleri komutanıyla on beş dakika
konuştuktan sonra her şeyi değiştirdi.

— 498 —

STENDHAL, DEMOKRATİK ALMANYA

Alekseyev artık başarı ya da yenilgiden yalnızca kendisinin sorumlu olduğunu biliyordu. Hata kendi
hatası, başarısızlık da kendi başarısızlığı olacaktı. Eskiden daha rahat olduğunu düşünüyordu. O da tıpkı
selefi gibi emirlere uymak zorundaydı. Bu emirler imkânsız da olsa kendisinden beklenen buydu.
Kendisine kuzeydoğudan Weser'i aşması, yaklaşan düşman güçlerinin yolunu kesmesi ve Ruhr vadisine
kesin bir saldırı düzenlemesi istenmişti. Bu emirleri veren ya durumu bilmiyor ya da imkânsız olmasına
aldırmıyordu.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Ama NATO biliyordu. Müttefiklerin hava güçleri Ruhle ve Alfeld arasındaki bütün konvoyları darma
duman etmişti. Bere-goyov'un kuzey kanadını koruyan iki tank tugayına ani saldırı düzenlenmiş ve çok
ağır hasar verdirilmişti. NATO komutanları Alfeld'deki alayı da takviye etmişlerdi. Şimdi düşman onun
karşıya geçmesini ve kuzeyden saldırıya kalkmasını bekliyordu. NATO böylece galip gelecekti.

Başını kaldırıp yaverine baktı. «Binbaşı Sergetov. Hemen Moskova'ya giderek onlara doğrudan doğruya
rapor vermeni ve ne durumda olduğumu anlatmanı istiyorum. Alfeld'e ancak iki yönden birden saldırırsak
başarı kazanabiliriz. O zaman rahatça Weser'den karşıya geçebiliriz.»

Binbaşı umutla mırıldandı. «Bu başarılı bir oyun olabilir!»

İşte duymadığı bir bu kalmıştı!

MOSKOVA, SSCB

İki saatten kısa süre içinde jet uçağıyla Stendhal'den Moskova'ya gelmişti. Askeri havaalanında onu
babasının şoförü Vi-taly karşıladı ve doğru bakanın kent dışındaki huş ağacı orma-nındaki daça'sına
gittiler. Genç adam oturma odasına girince babasının yanında bir yabancı olduğunu gördü.

— 499 —

«Demek Sovyet ordusunda binbaşı olan ünlü İvan Mikhai-lovich Sergetov bu.»

«Özür dilerim yoldaş. Daha önce karşılaştığımızı sanmıyorum.»

«Vanya, bu Boris Kosov.»

Genç subay KGB'nin başkanıyla tanıştırılınca bir an afallar gibi oldu. Sonra koltukta arkasına yaslanarak,
Kremlin'i bombalatan adamı incelemeye koyuldu. Kosov'un sadık ya da sadık sayılan KGB görevlileri
dışarıda nöbet tutuyorlardı. Böy-.lece bu buluşmanın gizli kalması sağlanıyordu.

Kosov dost bir tavırla, «İvan Mikhailovich,» dedi. «Cephedeki durum hakkında ne düşünüyorsun?»

Genç subay yardım ister gibi babasına bakmamak için kendini güç tuttu. «Ben sadece küçük bir subayım.
Durumu değerlendirecek deneyime sahip değilim. Ama bu durumda iki taraf da kazanabilir sanırım.
NATO'nun askeri bize kıyasla az fakat çok fazla malzemeleri var.»

«O malzeme onlara ancak iki hafta yeter.»

Sergetov, «Belki daha da az bir süre,» diye kabul etti. «Cephede malzemenin sanılandan çok daha çabuk
kullanıldığını öğrendik. Akaryakıt, cephane ve her şey âdeta anında tükeniyor. Sanırım donanmadaki
dostlarımız da NATO konvoylarını yok ediyorlar.»

Kosov kaşlarını çattı. «Bunu eskisi gibi başarıyla yapacak .güçte değiliz artık. Doğrusunu istersen
donanma yenildi. Izianda kısa süre sonra NATO'nun eline geçecek.»

Baba Sergetov itiraz etti. «Fakat Bukharin bunu söylemedi!»

«Kendisi Kuzey Hava Filomuzun uzun menzilli silahlarının •yok edildiğini de söylemedi. Budala bunu
öğrenemeyeceğimi sandı! Amerikalılar izlanda'ya bir tümen çıkardılar. Donanmaları da onları destekliyor.
Denizaltılarımız bu gemileri batıramazlarsa Jzlanda'yı bir hafta içinde kaybedeceğiz. Denizaltılar da
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

konvoylara pek saldıramıyorlar tabii. Bu durumda ne olacak dersin?»

İvan Sergetov koltukta kımıldandı. Çok rahatsız olmuştu. Konuşmanın nereye gittiğini anlamıştı. «Bu
durumda kaybedeceğiz herhalde.»

«Herhalde mi?» Kosov dudak büktü. «O zaman mahvolduk demektir. NATO karşısında yenik
düşeceğiz. Zaten yakıtımız tü-

— 500 —

kenmek üzere. Silahlı kuvvetlerimiz eskisine göre berbat durumda. O zaman Politburo ne yapacak?»

«Ama Alfeld baskını başarılı olursa...» Babası da. KGB Başkanı da bu sözlere aldırmadılar.

KGB Başkanı bir bardağa maden suyu doldurdu. «Politburo sekiz saat sonra toplanacak ama ben orada
olmayacağım. Kalbim hasta ve bir kriz geçirmek üzere olduğumu anlıyorum.»

«Bu durumda raporu Laronov okuyacaktır.»

«Evet.» Kosov güldü. «Zavallı Joseph. İşlerin planlandığı gibi gitmediğini belirtecektir. NATO'nun yeni
saldırısının Alfeld' de ilerlememizi engellemek için umutsuzca bir girişim olduğunu iddia edecektir.
Almanlarla anlaşabileceğimizden de söz edecektir. Binbaşı onun adamlarından birinin sizin karargâhta
olduğunu bilmelisin. Adını bilemiyorum ama raporlarını gördüm. Eski komutanın tutuklanması ve senin
generalin onun yerine geçirilmesi için gerekli bilgileri de o sağlamış olabilir.»

Binbaşı şaşırdı. «Peki ona ne olacak?»

Kosov soğuk bir sesle, «Bu seni ilgilendirmez,» diye cevap yerdi. Son otuz altı saat içinde üst düzeyden
yedi görevli tutuklanmıştı. Onlar şimdi Lefertovo hapishanesindeydiler. Kosov isteseydi bile onları
kurtaramazdı.

«Baba, yakıt durumunu bilmek istiyorum.»

«Rezervlerimiz tükenmek üzere. Size bir haftalık akaryakıt yolladık hemen ya da yollanıyor.
Almanya'deki kuvvetlerimiz için daha fazlasını sağlayamayacağız. İran Körfezine gidecek kuv vetlerimiz
için de yine bir haftalık akaryakıt ayrıldı.»

Kosov, «Onun için git komutanına savaşı kazanabilmesi için sadece iki haftası kaldığını söyle.» dedi.
«Bunu başaramazsa kellesi gidecektir. Laronov istihbarat servisinin hatalarını gizleyip orauyu sorumlu
tutacaktır. Senin hayatın da tehlikeye girecek, delikanlı.»

«Karargâhımızdaki KGB casusu kim?»

«Savaş harekât subayı. Kendisini yıllar önce KGB'ye aldılar. Yalnız onun kontrol subayı Laronov'un
emrinde çalışıyor.»

Genç adam dayanamadı. «General Alekseyev diğer cepheden birkaç alay çekerek Alfeld'e yolluyor.
Böylece emirlere karşı geliyor. Ancak bu sayede başarılı olabiliriz belki.»

— 501 —
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

«Öyleyse başı dertte ve ben de ona yardım edemem.» Kosov o ara taraf tutmamaya kararlıydı.

«Vanya sen artık cepheye dönmelisin. Yoldaş Kosov'la benim konuşacak başka şeylerimiz var.»
Sergetov oğlunu kucaklayıp öptü ve kapıya kadar götürdü. Sonra arabanın stop lambalarının huş
ağaçlarının arasında kaybolmasını seyretti.

«Bu işde oğlumu kullanmak istemiyorum!»

«Başka kime güvenebilirsin, Mikhail Eduardovich? Anavatan mahvolabilir. Parti yönetimi adeta çıldırdı.
Artık KGB'yi de tam anlamıyla kontrol edemiyorum. Görmüyor musun?.. Biz kaybettik! Artık geri kalanı
kurtarmaya çalışmalıyız.»

«Ama elimizde düşman toprakları var...»

«Dünün değeri yok .artık. Bugün de öyle. Önemli olanı gelecek hafta. Yenilgiye uğradığımızı anladığında
Savunma Bakanımız ne yapacaktır sanıyorsun? Bunu düşündün mü? Yenildiğini anlayan ve elinde atom
silahları bulunan adamlar ne yaparlar?»

Sergetov, gerçekten ne yapabilirler, diye düşündü. Ben... biz, bu konuda ne yapabiliriz?

STENDHAL, DEMOKRATİK ALMANYA

Aiekseyev harekât subayına bakarak, «Harekete geçmeleri fazla zaman aldı,» diye homurdandı.

«Şu anda üç tümen de yolda.»

Savaş harekât subayı Alekseyev'e bir kıskaç harekâtı uygulamamasını önermişti. Fakat general onu
dinlememişti. Bere-goyev'in (A) tank tugayı şimdi batıdan saldırmak için mevzilen-mişti. Yedek üç (C)
tümeni de doğudan saldıracaktı. Oraya gönderilen yedek ağır topları yoktu. Acele yola çıktıkları için
topları götürememişlerdi, yine de üç yüz tank ve altı yüz zırhlı araç hatırı sayılır bir güçtü. Ama
karşılarındaki düşman ne durumdaydı? Ayrıca cepheye yaklaşırlarken Amerikalıların uçak saldırılarında
kaç araç havaya uçmuş ya da hasar görmüştü?

Sargetov içeriye girdi. Üniforması yolculuk sırasında buruş-muştu.

— 502 —

Alekseyev, «Moskova nasıldı?» diye sordu.

«Karanlık, yoldaş general. Saldırı nasıl oldu?»

«Daha yeni başlıyor.»

«Ya!» Binbaşı bu gecikmeye şaşmıştı. Harita masasının üs-lüne eğilmiş saldırının yapılacağı bölgeyi
izleyen harekât suba-•yma dikkatle baktı.

«Yoldaş general, başkomutanlıktan bir mesaj getirdim.» Sergetov resmiye benzeyen bir belgeyi uzattı.
Alekseyev buna ixıkarken yüz hatları gerildi. Kendini güçlükle topladı.

«Büroma gel.» General kapı kapanana kadar konuşmadı. «Bundan emin misin?»
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

«Bunu bana Boris Kosov söyledi.»

Alekseyev masasının kenarına ilişti. Bir kibritle kâğıdı tutuşturdu. «Ahlâksız sansar. Stukach! Demek
adamlarımın arasında bir muhbir var. Başka ne duydun?»

Sergetov öğrendiklerini anlattı. Generalin bir süre sesi çıkmadı. Elindeki yakıtın ne kadar sürede
bitireceğini hesaplıyordu.

«Bugünkü saldırı başarısız olursa... biz... biz...» Ayağa kalkarak arkasını dönüp durdu. Bu sözleri yüksek
sesle söyleyememişti. Yıllar süren eğitim ve çalışmaları başarısızlıkla sonuç-lanamazdı. Baştakiler onu
dinlememişlerdi. NATO kuvvetlerini şaşırtacak ani saldırılar düzenlenmemişti. NATO kuvvetlerinin
malzeme ve destek almalarını engellemek için Kuzey Atlantik'i tutmalarını önermişti. Bunların hiçbirini
başaramamışlardı. Şimdi arkadaşı bir KGB hapishanesina'eydi. Başarısızlığa uğrarsa kendi hayatı da
tehlikeye girecekti. Aslında savaşın başından beri haklı olduğu için kötü duruma düşecekti.

Savaş harekât subayı başını kapıdan uzattı. «Askerlerimiz harekete geçti.»

Alekseyev dost bir tavırla, «Teşekkür ederim Yevgeny Jlych,» diye cevap verdi. Sonra masasından
uzaklaştı. «Gel binbaşı bakalım NATO hatlarını ne kadar zamanda yaracağız.»

— 503 —

ALFELD, FEDERAL ALMANYA

Woody topun başındaki yerinde dönerek, «Savaş hızlandı,» dedi.

Mackall başını salladı. «Öyle görülüyor.»

Onlara iki ya da üç yedek Sovyet tümeninin saidırabileceği söylenmişti. Şimdi o birlikler ırmağın iki
yakasmdaydılar ama Rusların atışları pek de isabetli olamıyordu. Yalnız NATO kuvvetlerine destek
sağlayan uçak sayısı da azdı. Etraf toz duman içindeydi ve dostu da düşmanı da seçmek güçtü.

Woody silahın termal görüş dürbününden baktı. Bununla dokuz yüz metre kadar ileriyi görmek olasıydı.
Taretin solunda oturan top doldurucu ayağını cephane bölmesinin kapağını kontrol eden pedala hafifçe
dayamış bekliyordu. Ana topun altında, tabut büyüklüğündeki bölmede sürücü de parmaklarını sinirli sinirli
fren koluna vurup duruyordu.

Mackall adamlarına, «Dostlar geliyor,» diye haber verdi. «Doğuda bir hareket olduğu bildirilmiş.» -

Woody de mırıldandı. «Onları görüyorum.» Birkaç piyade ilerideki dinleme noktalarından dönüyorlardı.
Mackall onların sayısının eskisine oranla az olduğunu düşündü. Son günlerde çok kayıp vermişlerdi.

Woody, «Bir hedef,» dedi. «Tank,» Hemen tetiklere asıldı. Mermi hızla toptan fırlarken tank sarsıldı.

Soldaki asker topu hemen doldurdu. «Hazır!»

Woody başka bir hedef bulmuştu bile. Mackall bütün takımın önünü korurken o tek başına avlanıyordu.

O sırada karşıdan Rusların destek kuvvetleri belirdi. Sovyet tankları dar bir cephe oluşturmaya
çalışıyorlardı. Woody onların artık kullanılmayan 100 mm.lik topları bulunan eski T-55'ler olduğunu
farketti. Ruslar daha NATO mevzilerini göremeden üç tank vurdu. Ruslar telaşla duman bombalarını
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

atarak gizlenmeye çalıştılar. Ama elektronik dürbünlü NATO zırhlı araçları onları yine de gördü. Birkaç
tank daha isabet aldı. Ruslar da ateşe başlamışlardı.

— 504 —

Ama arka arkaya düşen mermiler ve tanklardaki patlamalar yüzünden Ruslar birden ateşi kestiler. Çok
kısa süre içinde ağır kayıplar vermişlerdi. Birkaç tank dönüp kaçmayı başardı.

Mackall takımına, «Ateşi kesin,» diye emir verdi. «Rapor verin.»

Bir tank, «Paletimde hasar var,» diye haber verdi. Diğerleri istihkâm duvarının gerisinde oldukları için
yara almamışlardı.

Woody de, «Dokuz şarjör harcadık,» diye açıkladı. Mackall ve doldurucu üst kapakları açarak içerideki
dumanların çıkmasını sağladılar. Topçu başındaki deri miğferi çıkardı. Sarı saçları çok pisti. «Biliyor
musunuz,» dedi. «Eski M-60'larm bir yanını arıyorum.»

«Neymiş o Woody?»

«Bu tankın alt kapağı yok. Dışarıya çıkmadan su dökmek iyi oluyordu.»

Sürücü inledi. «Bunu söylemen gerekir miydi yani!»

Mackall güldü ve sonra neden güldüğünü anladı. İlk kez Rusları böyle sıkıştırmışlar ve geri çekilmelerine
de gerek katmamıştı. Moralleri yüksekti. Adamları da neşelenmişti ve şaka yapıyorlardı.

«US3 REUBEN JAMES»

O'Malley tekrar havalandı. Günde en az on saat uçuyordu. |. Son dört gün içinde üç gemi torpillenmiş,
ikisi de yara almış-^ ti. Ancak Ruslar bunun bedelini ağır ödemişlerdi, izlanda sula-f rina gönderdikleri
yirmi denizaltıdan sekizi filonun dış savunma hattını oluşturan denizaltılar tarafından yok edilmişti. Bu hattı
aşanların çoğunu da helikopterler batırmıştı. Cesur bir Tango komutanı uçak gemilerinin yakınına kadar
gelerek America'nın bordasına bir torpil sallamıştı. Ancak teknenin çok sert ve sağlam olması yüzünden
torpil yalnızca hasar vermiş ve geri tepmişti. O denizaltıyı da Caron destroyeri batırmıştı. America uçak
gemisi artık ancak yirmi beş mil yol yapabiliyordu, ve güvertesinden uçaklar güçlükle kalkabiliyorlardı.
Ama yine de batmamış ve kurtulmuştu. Reuben James, Battleaxe ve

— 505 —

Illustrious, güneye çıkarma için yine bir grup çıkarma gemisine refakat ediyorlardı. Ruslar fırsat bulur
bulmaz amfibilere saldıracaktı. O'Malley üç yüz metre yükseklikten Nassau'yla diğer üçünü görebiliyordu.
Keflavik'den dumanlar yükselmekteydi. Rus askerlerinin hiç dinlenemedikleri anlaşılıyordu.

O'Malley, «Rus askerlerinin radyoları var mıdır dersin?» diye sordu.

Ralston «Tabii,» dedi.

«Yani bizleri o tepelerden görüp bir denizaltıya radyoyla durumu bildirebilirler mi?»

Er, «işte bu hiç aklıma gelmemişti,» diye itiraf etti.


Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

«Ama Rusların düşünmüş olduğundan eminim.» O'Malley yine kuzeye baktı. O amfibilerde üç bin deniz
piyadesi vardı. Deniz piyadeleri Vietnam'da onu birkaç kez ölümden kurtarmışlardı.

«Wiiiy, şimdi at!»

Sonar şamandıraları denize atıldı. Birkaç dakika içinde diğer helikopterlerle birlikte altı şamandıra attılar.
Açık denizlerde gemi aramak için kullanılan pasif sonar-şamandıraldrı buraya uygun sayılmazdı. Ruslar
denizaltılarma NATO gemilerinin yerlerini bildiriyorlarsa onları açıkça korkutmak daha doğru olurdu.

O'Malley üç saat kaldığını düşünüyordu.

Morris firkateynden haber verdi. «Hammer, burası Romeo. Bravo ve India iki-dokuz mil iki-dörî-yedi
derecede bir hedef olabileceğini söyiüyoriar.»

«Tamam Romeo.» O'Malley ere baktı. «Namussuz bizim roket menzilimizde. Bu da deniz piyadelerini
mutlu eder sanırım.»

Willy, «Üç-sıfır-üç dereceden aktif sonar sinyali alıyorum,» dedi. «Menzil iki, üç sıfır sıfır metre.»

O'Malley'in sonar ekranına bakmasına gerek yoktu. Denizaltı kendisiyle amfibilerin arasındaydı.

«Hammer, burası Romeo, burada bir hedef olabilir.» Arkadaşına haber verirken denizaltını da uyarmıştı.
Ama böyle olması kaçınılmazdı.

«Tamam anlaşıldı.» Morris ekrana bakıyordu. Sonra firkateynin hızını arttırmasını söyledi. Bu iyi bir taktik
değildi amo

— 506 —

denizaltıya amfibilere yaklaşmadan önce saldırmak zorundaydı. «Nassau'ya sinyal verin. Çevrede bir
hedef olabilir.»

O'Malley, radyoyla Morris'i arayarak torpil atmak için izin istedi. Ralstnon da torpili daireler çizecek
şekilde aramaya ayarladı. Pilot torpili denize attı. Kısa süre sonra torpil uskurunun sesini de aldılar. Bunu
hedefi gördüğünü belirten sonar ekoları izledi. Torpil beş dakika daireler çizdikten sonra devamlı ses
vermeye başladı ve patladı.

Willy Ralston, «Patlamada bir tuhaflık vardı, komutanım,» dedi.

«Hammer'den Romeo'ya. Sanırım bir kaya parçasını yok ettik.» O'Molley bir an durdu. «Romeo burada
bir denizaltı var ama henüz bulamadım.»

«Neden böyle düşünüyorsun. Hammer?»

«Çünkü burada gizlenebileceği çok yer var.»

«Haklısın.» Morris, O'Malley'in sezgisine güvenmeyi öğrenmişti. Nossau'daki çıkarma birlikleri


komutanını aradı. «November, burası Romeo. Yakında bir hedef var sanıyoruz. Biz onunla ilgilenirken siz
kuzeye doğru dönün.»

«Hayır, Romeo,» diye cevap verdi komutan. «India bir füze gemisi gibi hareket eden bir hedefle
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

uğraşıyor. Biz de tam yol hedefin üstüne gidiyoruz. Denizaltını bizim için avla Romeo.»

«Tamam.» Morris telefonu kapattı. Taktik harekât subayı, «Bir denizaltının peşinden koşması tehlikeli
değil mi?» diye sordu. «Onları uzakta tutmak için helikopterlerimiz yok mu?»

«İyi öğreniyorsun, Bay Galloway. Bu gerçekten tehlikelidir. Ama savaşta böyle şeyler olur.»

İki jet türbini de düzgün çalışıyordu. Fırkateyinin bıçak gibi ince pruvası suları otuz milden fazla bir süratle
yarmaktaydı.

«Romeo, burası Hammer. November'in rotasını taktik ekrana geçirip bana bilgisayarla gönder lütfen.»

Bunu yapmak bir dakikayı aldı. O'Malley, Seahawk'm taktik bilgisayarına bu ilaveyi de yapan adını
bilmediği mühendise içinden teşekkür ediyordu. Ekranda Nassau'nun rotası ışıklı çiz-

— 507 —

gi halinde görülüyordu. Denizaltı yirmi, yirmi beş mille gidiyorsa... Binbaşı öne eğilerek ekranda bir
noktaya parmağını bastı.

«Namussuz işte burada!»

Ralston, «Nereden bildiniz?» diye sordu.

«Çünkü onun yerinde olsaydım ben de o noktayı seçerdim! Bu Rus bizi yendiğini sanıyor. Fakat kimse
Hammer'i yene-mez!» O'Malley seçtiği noktanın üstünde dönmeye başladı.

«Sonarla aramaya devam et Willy.»

«Otuz metre derinliği dinliyorum, komutanım.» Saniyeler dakikalara dönüştü. Pilot aracı yerinde
tutabilmek için elini kontrol panelinden hiç ayırmıyordu. «Bir-altı-iki derecede bir şey olabilir. Torpili
bırakayım mı?»

«Biraz bekle.»

«Kerteriz değişiyor. Şimdi bir-beş-dokuz derecede.»

«Romeo, burası Hammer. Bir denizaltı bulduk galiba.» Helikopterin gemiye bağlı bilgisayarı yeni
ayrıntıları Reuben Ja-mes'e nakletti. Sonra mevkiyi işaretlemek için bir sonar şamandırası attı. Firkateyn
şimdi helikopterden sadece dört mil uzaktaydı.

Bir dakika daha beklediler. Ralston, «Hedef bir-dokuz-yedi derecede,» diye haber verdi.

«Seni yakaladık namussuz! Hemen gidip onun icabına bakalım!»

O'Malley hedefin hemen arkasına geçmek için güneye doğru giderken Ralston da saldırı sisteminin
başındaydı. Son torpillerini altmış metre derinlik ve yılan kavi seyre göre ayarladı.

«Hedef tam iki-dokuz-sekiz derecede.»

«Ateş!» Pilot baş parmağını düğmeye basınca yeşilimsi renkli torpil suya indi.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Ama bir şey olmadı.

«Komutanım, torpil harekete geçmedi. Bozukmuş.»

Küfredecek zaman bile yoktu. «Romeo, ben Hammer. Hedefe bir balık attık ama bozuk çıktı.»

Morris telefon alıcısını kıracakmış gibi sıktı. Hemen rotayı ve süratini değiştirdi. «Hammer, burası Romeo,
hedefi izlemeye devam edebilir misin?»

— 508 —

Ruebert James şimdi denizaltıdan altı bin metre uzaktaydı. Gemiler de birbirlerine yakındılar. Yani
birbirlerinin atış menzili içindeydiler.

Morris bir emirle hızı önce beş ve sonra üç mile indirtti.

Galloway de dayanamadı. «Yarbay Morris, bu durumda çok kolay avlanabiliriz değil mi?»

Morris başını salladı. «Evet. Ama biz ondan daha kısa sürede durabiliriz. Denizaltının sonarı ancak şimdi
çalışmaya başlamıştır. Biz de duyulabilecek bir ses çıkarmıyoruz. Sonar koşulları herkes için kötü bu ara.
Bunun bir kumar olduğunu itiraf ediyorum.» Hemen bir helikopterin havalanması için haber yolladı.
Illustrious on beş dakika içinde bir tane yollardı.

Morris, O'Malley'in helikopterinden naklettiği bilgiyi inceliyordu. Rus denizaltısı ağırlaşmış ve daha derine
dalmıştı.

Radar teknisyeni, «Vampir, vampir!» diye seslendi. «Havada iki roket var...»

Morris sakindi. «Bu iş gitgide karışıyor. Silahlar hazır olsun.»

«Bravo roketlerden birini patlattı komutanım. Diğeri India' ya doğru gidiyor.»

Morris büyük ekrana baktı. Işıktan bir nokta HMS lllustro-;us'a doğru yol alıyordu.

«Romeo, burası Hammer. Namussuz tam altımızda. Tornistan etti.»

«Sonar, bir-bir-üç dereceyi araştır!» Radyo telefonu açtı. Nassau'ya «November hemen kuzeye dön!»
diye emir verdi.

«India yara aldı efendim. Vampir İndia'ya isabet ettirdi... Bir dakika,.. India hedefe bir torpil daha
gönderdiğini bildiriyor.»

Morris bundan böyle IIKıstrous'un kendi başının çaresine bakması gerektiğini düşündü.

«Bir-bir-sekiz dereceden sonar ekosu alıyoruz, komutanım. Mesafe dört yüz elli metre.»

Morris, «Hazır oSun,» dedi. Sonra emir verdi. «Ateş!»

Firkateynin sancak tarafındaki üçlü torpil kovan grubu dönerek ortaya çıktı ve suya bir balık attı. Morris
tam yol gitmelerini emretti.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

«Romeo, burası Hammer. Hedef size bir balık yolladı.»

— 509 —

morns auroKiaai. i-inxateyn sürat yaptığı için sonar iyi'ça-lışmıyordu. Elini cebine atıp bir paket sigara
çıkardı. Sonra paketi çöp sepetine attı.

Bir subay haber verdi. «Suda bir balık ve diğeri de yeni atıldı.»

«Demek öyle.»

«Romeo, burası Hammer. Hedef çift motorlu tipten. Sanırım bir Victor olacak. Şimdi tam yol kuzeye
dönüyor. Sizin torpil hedefin peşinde, eko veriyor. Denizaltının size yolladığı torpili kaybettik.»

«Tamam. Sen denizaltının peşini bırakma Hammer.»

«Komutanım, torpil devamlı eko veriyor. Hem sinyal araları da kısaldı. Sanırım hedefe iyice yaklaştı.
Tekne seslen de var. Denizaltı yukarıya doğru çıkıyor galiba.»

O'Malley suda bir karışma olduğunu gördü. Birden Vic-tor'un yuvarlak pruvası ortaya çıktı. Denizaltı
balıktan kaçmaya çalışırken derinlik kontrolünü kaybetmişti. Denizaltı yine suya dalarken başının ilk
görüldüğü yerde sular sütun gibi yükseldi.

«Romeo, burası Hammer, bu bir isabetti. O namussuzu gördüm. Evet, isabet kaydettiniz!»

Morris sonar subayına döndü. Rus torpilinin yaklaşma sinyallerini almamışlardı. Balık uzaktan geçmişti.

Albay Perrin gözlerine inanamıyordu. Düşmana üç törpü isabet etmişti ve yine de parçalanma seslerini
duymamışlardı. Fakat makine sesleri kesilmişti. Denizaltıyı büyük sonar ekranında da görmüştü. Battteaxe
on beş mil sürat yaparak yaklaştığı sırada yüzeyde su kabarcıkları arasında siyah bir şekil belirdi. Albay
köprü üstüne koşarak dürbünle Rus denizaltısı-na baktı, bir mil kadar ilerideydi. Teknenin güvertesine
çıkmış bir adam deli gibi ellerini, kollarını sallıyordu.

Perrin, «Ateşi kesin! Ateşi kesin!» diye haykırdı. «Hemen denizaltıya yaklaşalım.»

Buna inanamıyordu. Denizaltının üst gövdesinde iki yarık

— 510 —

vardı ve sintine tankları delindiği için otuz derece yana yatmıştı. Adamlar telaşla güverteye fırlıyorlardı.

«Bravo, burası Romeo. Bir denizaltıyı kıyıya yakın yerde avladık. Lütfen durumunuzu bildirin.»

Perrin telsiz telefonu açtı. «Romeo, biz de su üstünde birini yakaladık. Mürettebat gemiyi terk ediyor. İki
torpil atmıştı. Bizim Deniz Kurtları birini yok etti. Diğeri İndia'nın baş tarafına isabet etti. Novemfoer'a
seyretmeye devam etmesini söyleyebilirsin.»

«Harika Bravo! Tamam.» 'Morris kanal değiştirdi. «November, burası Romeo. Bravo'nun son raporunu
aldınız mı?»
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

«Evet, Romeo. Artık bizimkileri sahile çıkaralım.»

General Andreyev gözetleme istasyonunun verdiği raporu dinleyip telefonu harekât subayına verdi.
Amerikan çıkarma gemileri Akranes fenerinin beş kilometre açığındaydılar. Hvalf-jördur'daki eski balina
limanına gidip fırsat kollayacaklardı herhalde.

KGB albayı, «Sonuna kadar dayanacağız,» dedi. «Onlara Sovyet askerlerinin nasıl savaştıklarını ve
öldüklerini göstereceğiz!»

«Cesaretine hayranım, yoldaş al'bay.» Andreyev köşeye giderek bir tüfek aldı. «İşte bununla cepheye
gidebilirsin.»

«Ama...»

«Teğmen Gasporonko, albaya bir araç bul. Kendisi cepheye giderek Amerikalılara Sovyet askerlerinin
naşı! savaştıklarını ve öldüklerini gösterecek.» Andreyev alayla adama bakıyordu. Cheokist sözünden
dönemezdi artık. O gidince tümen muhabere subayını çağırdı. İkisi dışında bütün uzun menzilli radyo verici
istasyonları tahrip edilmişti. Andreyev henüz teslim olamayacağını biliyordu.

Önce askerlerinin kanlarıyla bir faturayı ödemeleri gerekiyordu. Kendisi de akan her damla yüzünden
azap duyacaktı. Ancak yakında direnmenin anlamsız olacağını biliyordu. Adamlarını bir hiç uğruna feda
etmek niyetinde de değildi.

•511

STENDHAL, DEMOKRATİK ALMANYA

42

«General Beregovoy, kuzeyden, Alfeld tarafından büyük bir | karşı saldırı başladığını haber verdi.»

Alekseyev bu haberi sakin yüzle dinledi. Oynadığı kumarda yenilmişti. Peki şimdi ne olacaktı?

Harita odası pek sessizdi. Dost ve düşman kuvvetlerin harekâtını haritada belirleyen küçük rütbeli
subaylar fazla konuş-1 mazlardı. Şimdi hiç seslen çıkmıyordu. Hatta diğer haritalara bile bakmıyorlardı.
Artık kimin kazanacağını anlamak için uğraştıkları bir yarış da kalmamıştı.

General savaş harekât subayının yanında durdu. «Yev- f geny llych, her türlü öneriye açığım.»

Subay omuz silkti. «Dayanmalıyız. Askerlerimiz yorgun. Ama onlarınki de öyle.»

«Tecrübesiz askerlerimizi bu işte yetişmiş kimselere karşı yolluyoruz. Bu durumu değiştirmemiz gerekiyor.
Şimdi cephe gerisinde olan (A) birliklerimizden alacağımız askerlerle yoldaki (C) grubu yedek
birliklerimizi destekleyeceğiz. Yedeklere, başlarında bulunacak savaş görmüş deneyimli askerler cesaret
vereceklerdir. Yoksa onları boğazlanacak hayvan gibi kesilmeye yollamış oluruz. Son bir saldırı için yeterli
gücümüz var. Bu da benim uygun bulduğum zaman ve yerde olacak. Berego-voy'a askerlerini toplayarak
oradan çekilmesini söyleyeceğim. Bu emir için radyolarımıza güvenemiyorum. Yevgeny llych, senin
helikopterle Beregovoy'un karargâhına gitmeni istiyorum.»

Alekseyev böylece KGB muhbirini karargâhından uzaklaş-tırmış oluyordu. Subay bir araç bulmak için
çıkarken Alekseyev de Sergetov'u bürosuna götürdü.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

«Yine Moskova'ya gideceksin.»

Anlaşmazlıkların Çözümlenmesi

BRÜKSEL, BELÇİKA

«Eldeki bir çift koz çok işe yorarmış meğer.» İstihbarat subayı, «Ne dediniz, generalim?» diye sordu,
Müttefik Kuvvetler Avrupa Cepheleri Başkomutanı cevap vermeyerek başını salladı, ilk kez güven
duyarak haritaya bakıyordu. Almanlar batıda ağır ateş altında kalmışlar, ama yine de gerilememişlerdi.
Hem destek kuvvetleri de yola çıkmıştı. Bir tank tugayı Almanlara yardıma gidiyordu. Cepheye yeni gelen
bir zırhlı tümen de yeni Rus tümeninin Weser'e erişmesini önlemek için güneye doğru ilerliyordu. En ileri
teknolojiye sahip Rus tümenleri hava roketlerinin hepsini harcayıp bitirmişlerdi. NATO hava Kuvvetleri de
şimdi onların mevzilerini devamlı bombalıyordu.

Hava fotoğrafları, Alfeld'in doğusundaki arazinin yanmış tanklarla dolu olduğunu gösteriyordu. Oraya da
destek birlikleri gönderilmişti. Ruslar geri gelebilirdi ama durum tümüyle değişmişti. NATO'nun hava
kuvvetleri ağırlıklarını ortaya koyuyorlardı şimdi.

«Joachim, sanırım onları durdurduk.»

«Ja, Herr General! Artık onlan püskürteceğiz.»

— 512 —

— 513 —

F.: 33

MOSKOVA, SSCB

«Baba, General Alekseyev, NATO'yu yenmemize imkân olmadığını sana bildirmemi emretti.»

«Bundan emin misin?»

«Evet 'baba.» Genç adam Bakanın odasında bir koltuğa: oturdu. «Biz ani saldırılarla stratejik başarı elde
edemedik. Ayrıca NATO'nun hava kuvvetlerini de hafife aldık. NATO'nun lojistik nakliyat yollarını
kesemedik. Son karşı saldırı başarılı olabilirdi belki... Şimdi son bir şansımız var. General son bir saldırı
hazırlığı yapıyor. Bu yüzden çarpışmaları durdurdu. Bunu yapmak...»

«Her şeyi kaybettiğimizi söyledin. Şimdi ne demek istiyorsun?»

«Eğer NATO kuvvetlerine yeterli kayıp verdirip büyük bir karşı saldırıyı önlersek kazançlı duruma
geçebiliriz. Böylece» sen... Politburo güçlü durumda ateşkes konuşmalarına başlayabilir. Bu bile pek emin
değil, ama general en iyi seçeneğin bu olduğunu söylüyor. Politbüroya diplomatik bir anlaşmanın, gerekli
olduğunu anlatmanı istiyor. Bunu da NATO kuvvetlerini toplayıp saldırıya geçmeden, yani çabucak
yapmak gerek.»

Bakan bir süre düşündü. «Fakat biz bunu sağlayamadan-onlar Alekseyev'i tutuklattıracaklardır.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Tutuklattırdıkları diğerlerine ne olduğunu biliyorsun değil mi?»

Oğlu şaşırmıştı. «Bunu yapamazlar!»

«Dün gece içlerinde senin eski başkomutanın da bulunduğu yedi kişi idam edildi.»

«Fakat o yetenekn Dır komutandı...»

Sergetov, «Ama başarısızlığa uğradı, Vanya,» dedi. «Devlet başarısızlığı kabul edemez. Ben de senin
hatırın için Alekseyev'i destekledim...» Birden sustu. Başka seçeneğim yok,, diye düşünüyordu.
Namussuz Kosov'la işbirliği yapmak zorundayım. Bu arada senin hayatını da tehlikeye atacağım Vanya.
Oğluna baktı. «Vitaly seni daça'ya götürecek. Üstünü değiş».

— 514 —

Üniforma giyme. Dışarıya da çıkma. Beni bekle. Kimse seni görmemeli.»

«Fakat seni gözetliyorlar herhalde.»

«Tabii.» Babası hafifçe gülümsedi. «Kosov'un adamları beni gözetliyor.»

«Ya Kosov sana da kalleşlik ederse?»

«O zaman öldüm demektir, Vanya. Sen de öyle. Beni affet. Böyle 'bir şey olabileceği aklımdan
geçmezdi. Son haftalarda seninle büyük gurur duydum.» Kalkıp oğlunu kucakladı. «Şimdi •git. Bana
güvenmelisin.»

Sergetov oğlu gidince telefonu açıp KGB merkezini aradı.

Bakanın istediği gizli görüşme güneş battıktan sonra yapıldı. Gece yarısı İvan Mikhailovich yine
Almanya'ya giden bir uçaktaydı.

STENDHAL, DEMOKRATİK ALMANYA

«Boris Kosov o haini böyle cezalandırmanı çok beğendi. Öldürmenin, hatta bir kazanın kuşku
uyandırabileceğini söyledi. Fakat o şimdi düşman hatlarının gerisinde görevini yapıyor. Ölürse kimse bir
şeyden kuşkulanmayacaktır.»

«O namussuzu gördüğünde tarafımdan teşekkür et.»

Sergetov, «Arkadaşın otuz altı saat önce kurşuna dizilmiş,» dedi.

General birden irkildi. «Ne?»

«Batı Cephesi Bcşkomutanıyla Mareşal Shavyrin, Roskov ve dört kişi daha idam edilmiş. Kosov bu
konuda yapabileceği bir şey olmadığını söyledi. Başsağlığı diliyor.»

Alekseyev öfkelenmişti. Bir gün gelip de Kosov'la karşılaşmayı düşünüyordu. O zaman o namussuz...

Sonra başını kaldırdı. «Şimdi de sıra bende tabii.»


Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

«Babamla Kosov ateşkes yapma önerisi yüzünden hemen tutuklanacağına inanıyorlar. Politburo hâlâ
zafer kazanacağımızdan emin. Bu inancı yitirdiklerinde her şey olabilir.»

__c-ıc__

——• \J l O -—-•

«Devam et.»

«Senin yeni geien yedek C tümenlerine deneyimli askerler verme fikrini kim olsa beğenir. Böyle tümenler
hergün Moskova'da geçit töreni yapıyorlar.»

General, titredi. Durumu sezmişti. «Vanya sen vatan hainliğinden söz ediyorsun.»

«Vatanımızın geleceğinden söz ediyoruz...»

«Kendi hayatının önemiyle vatanımızın önemini birbirine karıştırma! Sen de benim gibi bir askersin, İven
Mikhailovich.»

«Yoldaş general, senin görevin sadece mahva neden olacak emirleri uygulamak mı? Biz devleti yok
etmek istemiyoruz. Biz devleti kurtarmak istiyoruz.»

«Herhalde başarısızlığa uğrayacağız.» Alekseyev bu sözlerden tuhaf bir zevk'aidi. Masasının başına
oturdu. «Fakat öle-ceksem bir köpek gibi değil bir insan gibi ölmek isterim.» General bir bloknot ve bir
kalem aldı. Başarısızlığa uğramamalarım sağlayacak bir plan yapmaya başladı. Son bir şeyi
tamamlamadıkça ölmeyecekti.

TEPE 914, İZLANDA

Albay Lowe orada iyi askerler olduğunu biliyordu. Tümenin hemen hemen bütün topları tepeyi
dövüyordu. Ayrıca havadan da saldırıyorlardı ve savaş gemilerinin topları da saldırıya yardım ediyordu.
Geri kalan Rusların açtığı ateş altında bu dik tepeye yaklaşan kendi askerlerine baktı. Deniz piyadeleri
ağır silahlarıyla tepedekilere cevap veriyorlardı. Toplar birkaç dakika susuyor ve o zaman uçaklar napalm
ve diğer bombalarını atıyorlardı. Rusiar yine de savaşmaktaydılar.

Lowe, «Şimdi helikopter saldırsın!» diye emir verdi.

On dakika sonra da on beş helikopterin karargâhının üstünden uçarak doğuya gittiklerini ve tepeye doğru
döndüklerini gördü. İki bölük asker tepenin güney yamacına çıkınca albay top ateşinin kesilmesini istedi.
Sea Cobra helikopterleri tepenin kuzeyindeki Rus mevzilerine saldırdılar.

Rus komutan yaralanmıştı. Onun yerine komutayı eline alan

— 516 —

subay arkasında düşman askerleri olduğunu geç anladı. O zaman bu umutsuz durum bir felâkete dönüştü.
Rus radyolarının çoğu tahrip edilmişti. Bazı askerler haber alamamış ve siperlerde öldürülmüşlerdi.
Tepedeki çarpışma dört saat sürmüştü.

«Tepe 814 cevap vermiyor yoldaş general.»


Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Andreyev, «Durum umutsuz,» diye mırıldandı. Topları yok edilmiş, SAM'Ian gitmişti. Kendisine bu adayı
birkaç hafta efinde tutmasını emretmişlerdi. Alaylarından biri Reykjavik'de ortadan kaldırılmıştı. Şimdi de
Amerikalılar Tepe 914'ü almışlardı. Oradan adanın başkentini de görebilirlerdi. Bin adamı ölmüş ya da
kaybolmuştu. Bin asker de yaralanmıştı. Bu kadarı yeterdi.

«Bak bakalım radyoyla Amerikan komutanını bulabilecek misin? Ateşkes istediğimi ve kendisiyle
seçeceği yerde konuşmaya hazır olduğumu söyle.»

«USS NASSAU»

«Demek Tazı sensin?»

«Evet generalim.» Edwards yatakta doğrulup oturmaya çalıştı fakat kolundaki lastikten ve bacağındaki
alçı buna izin vermedi. Çıkarma gemisinin hastanesi yaralılarla doluydu.

«Bu da Miss Vigdis olmalı. Bana güzel olduğunuzu söylemişlerdi. Sizin yaşınızda bir kızım var.»

Genç kadına vücuduna uyan bir kılık bulmuşlardı. Bir doktor onu muayene ederek gebeliğin normal
seyrettiğini ve sağlıklı olduğunu söylemişti. Dinlenmiş ve banyo da yapmıştı.

«Michael olmasaydı ölecektim.»

«Bunu duydum. İstediğiniz bir şey var mı küçük hanım?»

Vigdis yalnızca Edwards'a baktı ve böylece soruya cevap vermiş oldu.

«Bir meteoroloji uzmanı için çok •boşanhydm, üsteğmen.» «Komutanım, ben sadece kimseye
gözükmemeye çalıştım.» «Hayır, sen bize Rusların o kayada olduğunu söyledin. Sen

— 517 —

ve adamların göze gözükmemekle kalmadınız oğlum, bize yararlf bilgi verdiniz.» General cebinden küçük
bir kutu çıkardı. «Aferin deniz piyadesi!»

«Generalim, ben havacıyım.»

«Ya öyle mi? Bu nişan senin bir deniz piyadesi olduğunu söylüyor.» General savaş onur madalyasını onun
yastığına iğneledi. Bir binbaşı generale yaklaşarak bir kâğıt uzattı. Adam bunu cebine sokarak sıra sıra
hastane yataklarına baktı.

«Bunun tam zamanıydı,» diye mırıldandı. «Bayan Vigdis, iüî-fen bizim adımıza bu genç adamla ilgilenir
misiniz?»

MOSKOVA, SSCB

Genel Sekreter, «Neden saldırmıyoruz?» diye sordu.

Bukharin, «General Alekseyev büyük bir saldırıya hazırlandığını bildirdi,» dedi. «Ama birliklerini
toplaması için zaman gerekiyormuş.»

Savunma Bakanı atıldı. «Yoldaş General AJekseyev'e söyle. Biz boş sözler değil hareket bekliyoruz!»
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Sergetov, «Yoldaşlar,» dedi. «Kendi askerlik günlerimden anımsıyorum. Asker ve silah bakımından
avatanjlı olmadıkça saldırmamak gerekir.»

Savunma Bakanı onu süzdü. «Şimdi de savunma konularında uzman mı kesildin? Ne yazık ki, kendi
alanında öyle değilsin. Yoksa bu durumlara düşmezdik!»

«Yoldaş Bakan, sana cephedeki akaryakıt kullanımıyla ilgili tahminlerinin fazla iyimser olduğunu
söylediğimde haklıydım. Sen, 'Bize akaryakıt ver. Bunu gereken şekilde kullanacağız,' dememiş miydin?
İki, en fazla dört haftada başarıya ulaşmayacak miydin?» Sergetov masadakilere baktı. «İşte bizi felâkete
sürükleyen böyle tahminler oldui»

«Yenilmeyeceğiz! Batıyı yeneceğiz!»

«Yoldaşlar.» Kosov salona girmişti. «Geç kaldığım için t>eni affedin. Izlando'daki birliklerimizin teslim
olduğuna dair haber geldi. O bölgenin komutanı yüzde otuz kaybı olduğunu ve durumun da umutsuz
olduğunu bildirdi.»

— 518 —

Savunma Bakanı kükredi. «Onu hemen tutuklat! Vatan haininin ailesini de tutuklat!»

Sergetcv alayla, «Bizim yoldaş Savunma Bakanı düşmanı yenmekten çek kendi adamlarımızı
tutuklatmakta usta,» diye mı-rıltiandı.

Savunma Bakanı öfkeden bembeyaz kesildi. «Seni köpek yavrusu seni!»

Genel Sekreter araya girdi. «Mareşal Bukharin, NATO'nun gücü ne olabilir?»

«Pek çok asker ve malzeme yitirdiler. Orduları da yorgun. Öyle olması gerekir. Aksi halde şiddetle karşı
saldırıya geçerlerdi.»

Savunma Bakanı, «Bir saldırı gerek,» diyerek destek bekler gibi masadakilere baktı. «Belki de
Alekseyev haklı. Onların hat-iannı yarmak için bütün gücümüzle saidırmalıyız.»

Sergetov onun umutsuzluktan başkalarının önerilerini benimsemeye kalktığını düşündü.

Genel Sekreter, «Savunma Kurulu bunu gizlice görüşecek,» diye fikrini açıkladı.

Sergetov itiraz etti. «Bu bütün Politbüroyu ilgilendiren bir sorun. Ülkenin kaderini sadece beş kişi
saptayamaz.»

«İtiraza hakkın yok, Sergetov. Bu masada oy sahibi değilsin.» Sergetov, Kosov'un bu sözlerini duyunca
sarsıldı.

Sonra masadaki adamlara baktı. Şimdiye kadar hiç kimse konuşmaya cesaret edememişti. Pclitbüronun
güç dengesini bozmayı başaracak gibi olmuştu ama artık hangi grubun daha güçlü olduğu antaşılana kadar
eski koşullar geçerli olacaktı. Toptantı sona erdi. Savunma Kuruluna üye olan beş kişi ve Bukharin
dişında herkes dışarıya çıkıyordu.

Sergetov dışarıda durarak müttefik aradı. Adamlar önünden geçiyorlardı. Hepsi de gözlerini ondan
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

kaçırmaktaydılar.

«Mikhail Eduardovich?» Konuşan Tarım Bakanıydı. «Yiyecek dağıtabilmemiz için ne kadar akaryakıt
verebileceksin?»

«Ne kadar yiyecek olacak?»

«Sandığından daha fazla. Rusya'deki özel tarlaları üç katına çıkarmıştık.»

«Elimden geleni yapacağım, Filıp Moiseyevich.»

— 519 —

«İyi konuştun, yoldaş. Birinin dinleyeceğini umarım.»

«Teşekkür ederim.»

«Oğlun iyi mi?»

«Son haber aldığımda iyiydi.»

«Oğlumun cephede olmaması beni utandırıyor.» Tarım Bakanı bir an durdu. «Bizler... Neyse buna
zamanımız yok. Bana yakıtla ilgili bilgileri bir an önce vermelisin.»

O bir müttefik miydi, yoksa bir muhbir mi?

STENDHAL, DEMOKRATİK ALMANYA

Alekseyev mesajı elinde tutuyordu. HEMEN GÖRÜŞMEK ÜZERE MOSKOVA'YA GEL Bu ölüm
fermanı mıydı? General, «Moskova'ya gideceğim,» derken komutan yardımcısının yüzündeki endişeyi
gördü. «Üzülme Anatoly. Henüz idam edilecek kadar uzun süre başkomutanlık yapmadım. Yirmi dört
saat sonra döneceğimi sanıyorum. Binbaşı Sergetov'a harita çantamı alarak on dakika sonra benimle
dışarıda buluşmasını söyle.»

MOSKOVA, SSCB

KGB Başkanı, «Sen genç bir budalasın,» diye söylendi. «Seni korumak için elimden geleni yaptım
Mikhail Eduardovich. Lütfen beni pişman etme. Konseyin karar vermesi gerekliydi. Polit-büronun açık
açık karar vermesini sağlasaydm kaybederdin ve belki de kendini mahvederdin.» Kosov sırıttı. «Oysa;
şimdi sana kararı açıklamamı ve desteğini sağlamamı istediler. Onlar çıldırmış. Savunma Bakanı nükleer
savaş başlıklarını -kullanmak istiyor. Alekseyev'i de bunun için Moskova'ya çağırdılar. Şimdi yolda
olmalı.»

«Peki onlara NATO'nun tepki göstereceğini söylemedin mi?»

«Söyledim tabii. NATO'nun şaşalayacağını ve tepki gösteremeyeceğini belirttim.»

«Yani onları destekledim...»


Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

«Onlar Savunma Bakanını destekleyecekler. Yalnız Bron-&ovsky ve belki de Tarım Bakanı bunu veto
edecektir. Senin de kararın lehinde konuşmanı istiyorlar.»

«Sunu asla yapamam!»

«Ama yapmalısın. Alekseyev de öyle.» Kosov kalkıp pencereden baktı. «Korkma, nükleer bombaları
kullanacak değiliz. Bu ülkede nükleer silahları kim kontrol ediyor sanıyorsun? Ordu mu? Evet onlar
silahları koruyorlar ama nükleer başlıkları kontrol eden benim adamlarım. Bu işe Josef Laronov da
karışmıyor. Bu yüzden bize uymalısın.»

«Pekâlâ. Öyleyse Aiekseyev'e durumu bildirmeliyiz.»

«Dikkatli olmalısın. Kimse oğlunun birkaç kez Moskova'ya ıgeldiğini farketmedi. Fakat onlarla
buluşmadan önce General Alekseyev'ie görülürsen...»

«Bunu anlıyorum.» Sergetcv düşünmeye başladı. «En iyisi "Vitary'i bir 'haberle alana yollayayim.»

«Mükemmel. Bu gidişle iyi bir chekist olacaksın.»

Alekseyev'i Moskova Askeri Bölgesine ait şoföriü bir araba »inekliyordu. General ve yaveri biner
binmez hızla yola çıktılar. Alekseyev uçaktan inerken bir hayli korkmuş ve KGB'nin -adamlarının
kendisini tutuklayacağını sanmıştı. Oysa lüks arabayla boş sayılacak caddelerden geçiyorlardı şimdi.
General de Sergetov da konuşmuyordu. Otomobilde mikrofon ciması oia-•sılıği güçlüydü. Bu ıssızlık,
yiyecek satan dükkânların önündeki kısa kuyruklar ülkenin savaşta olduğunu açıkça belirtiyordu.

Araba kısa süre sonra Kremlin kapısının önüne geldi. Bakanlar Konseyi binasının yanında durdu. Bir
çovuş kapıyı açarak saygıyla selam verdi. Alekseyev de selamı alarak basamakları çıktı. Gerçek bir asker
gibi yürüyordu. Sırtı dimdik, kaşları çatıktı. Yeni cilaladığı çizmeleri pırıl pırıl parlıyordu. Genera!
••asansöre binmeyi reddederek konferans salonunun merdivenlerini tırmandı. -..-..

Tarnan Muhafızlarından bir yüzbaşı onu karşılayarak konfe-trans salonunun çift kanatlı kapısına kadar
eşlik etti. Alekseyev, yaverine dışarıda beklemesini emrederek salona girdi.

— 520-

— 521 —

«Yoldaşlar General P.L. Alekseyev emredildiği şekitde hu-zurunuzdadır.»

Savunma Bakanı, «Moskova'ya hoşgeldin, yoldaş general,» dedi. «Almanya'da durum nasıl?»

«İki taraf da bitkin ama hâlâ savaşıyoruz. Bizim daha fazla? askerimiz var. Silah da sağladık ama
yakıtımız çok az.»

Genel Sekreter, «Kazanabilecek misin?» diye sordu.

«Evet, Yoldaş Sekreter! Kuvvetlerimi yeniden düzenlemem ve gelen yedekleri de yararlanabilecek


duruma sokmam koşuluyla kazanmayı umuyorum.»

Savunma Bakanı kaşlarını çattı. «Umuyor musun? Neden;; emin değilsin?»


Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Alekseyev, «Savaşta emin olunamaz,» diye cevap verdi. «Yoldaşlar biz başlangıçta düşmanı şaşırttik ama
bu avantajımızı koruyamadık. Savaşta şaşırtma en önemli etkenlerden biridir. Bunu bir kez daha
yapabilseydi k, iki üç hafta içinde kazanırdık.»

«Şimdi kazanabilmek için ne istiyorsun?»

«Yoldaş Savunma Bakanı, halkın ve Partinin desteğini, bu arada biraz da zaman istiyorum. Gerçek bir
zafer için NATO hatlarından otuz kilometre genişliğinde ve yirmi kilometre derinliğinde bir delik
açmalıyım. Bunu başarmak için de bana deneyimli askerlerden oluşmuş on tümen ve güçlerimi
haz^lamam» için de birkaç gün gerek.»

«Taktik nükleer silahlara ne dersin?»

Alekseyev'in kılı kıpırdamadı ama içinden, sen delisin. Yoldaş Genel Sekreter, diyordu.

«Bu epey tehlikeli.»

Savunma Bakanı, «Ya NATO'nun karşılık vermesine engeli olursak?» diye sordu.

«O zaman şansımız iyice artar.» Adamların yüzünden okuduğu şeyler kanını dondurmuştu. Onlar cephede
taktik nükleer silahları kullanmak istiyorlardı. NATO da buna aynı şekilde karşılık verince kendi askerleri
de ölecekti. Fakat onlara deli olduk-larmı söyleyecek olursa kendi yerine başka bir general bulacaklardı.

Dışişleri Bakanı, «Öyleyse nükleer silah kullanma kararımıza destekliyorsun,» dedi.

— 522 —

Hayır! Yine de yalanlar dudaklarından dökülmeye devam etti. «Eğer NATO'nun karşılık vermesine engel
olursanız sorun dalmaz. Ancak bu durumda silahların kontrol ve kumandasının txı n a verilmesini
isteyeceğim.» İşte bu son istek onların caymasını sağlardı belki.

Genel Sekreter, «Neden?» diye sordu.

Alekseyev, «Böylece onları kullanmam, budala!» diye ba-ğırmamak için kendini güç tuttu. «Karşımıza
hedefler çıkacaktır. Bunlar sık sık yer değiştirebilirler. NATO hatlarında atom ^silahlarıyla bir delik
açmamı istiyorsanız, bunları kullanmak için sizin onayınızı almaya zamanım olmayabilir.»

Alekseyev bu koşulunun bile onları caydırmadığını anlayarak dehşete kapıldı.

Savunma Bakanı, «Kaç tane istiyorsun?» diye sordu.

«Bu yarma harekâtının gelişmesine 'bağlı. Ancak beş - on kilotonluk, otuz silahın yeterli olacağına
inanıyorum. Onları ibizim topçuların roketatarlarında kullanabiliriz.»

Savunma Bakanı memnun kalmıştı. «Mükemmel, Yoldaş ^General. Seni daha fazla tutmayacağız. İki gün
sonra ayrıntılı yarma harekât planlarını görmek isterim.»

Savunma Konseyinin beş üyesi, selam verip topuklarının üstünde dönerek uzaklaşan Alekseyev'in
arkasından baktılar. Kosov, Mareşal Bukharin'e döndü. «Bir de bu adamın yerine •^başkasını atamak
istemiştin.»
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Genel Sekreter de kabul etti. «Yıllardır ilk kez gerçek bir cısker görüyorum.»

Alekseyev yaveriyle arabaya binince, «Yoldaş,» dedi. «Moskova'ya geldiğimize göre cepheye
dönmeden önce Bakan ba-«banı görmek ister misin?»

«Çek iyisin, yoldaş general.»

«Bunu hak ettin, yoldaş binbaşı. Ayrıca bize verilecek ya-!fcıt miktarını da öğrenmek istiyorum.»

Arabanın sürücüsü duyduklarını rapor edecekti tabii.

— 523 —

KEFLAVİK, İZLANDA

«İyi günler, ben Tümgeneral William Emerson. Bu da Albay Lowe. Kendisi tercümanlık yapacak.»

«Ben Tümgeneral Andreyev. İngilizce bilirim.»

Emerson, «Teslim olmayı mı öneriyorsunuz?» diye sordu.

«Bu konuda anlaşmamızı söyleyecektim.»

«Güçlerinizin hemen savaşmaktan vazgeçerek silahlarım teslim etmeleri şart»

«Peki askerlerime ne olacak?»

«Savaş tutsağı sayılacaklar. Doktorlarımız yaralılarınızla ilgilenecekler. Adamlarınıza da bilinen uluslararası


kurallara göre davramlacaktır.»

«Doğru söylediğinizi nereden bilebilirim?»

«Bunu bilemezsiniz.»

Andreyev bu dürüst fakat sert cevap yüzünden sarsıldı. Ancak başka seçeneği yoktu ki. Saatine baktı.
«Öyleyse saat on beşte ateşkes öneriyorum.»

«Kabul.»

BRÜKSEL, BELÇİKA

Müttefik Kuvvetler Avrupa Cephesi Başkomutanı, «Kaç;

gün?» diye sordu.

«Üç yeter. Böylece dört tümenle saldirabiiiriz.» Başkomutan kendi kendine, yani dört tümenimizden gerî,

kalan askerlerle, dedi. Düşmanı durdurduk. Fakat onları geri

püskürtmek için elimizde ne var?


Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Her şeyden önce güvenleri vardı. NATO savaşa sadece teknolojideki avantajıyla başlamış, bu durum
şimdi daha belirgin hal almıştı. Rusların yeni tank ve silahlarının hemen hepsi yok edilmişti. Şimdi cepheye
gelenler yirmi yıl önce eski ka^

— 524 —

bul edilip servisten alman tanklardı. Bununla birlikte Rusların hala fazla askeri vardı. Başkomutanlığın
saldırıyı çok dikkatli planlayıp uygulaması gerekiyordu. Sadece havada çok avantajlı duruma geldiğini
biliyordu. Ancak hava kuvveti bir savaşı kazanmak için yeterli değildi. Almanlar karşı saldırıya geçmeye
çalışıyorlardı. Topraklarının ve vatandaşlarının büyük bölümü cephenin düşman taraîmdaydı.
Buratesrvwohr daha şimdiden birkaç cephede saldırı düzenlemeye yelleniyordu ama beklemeleri
gerekiyordu. Alman Ordusu tek baştna saldıracak kadar güçlü değildi. Sovyet kuvvetlerini durdurma
görevini yaparken büyük kayıplar vermişlerdi.

FASLANE, İSKOÇYA

Chicago rıhtıma yanaşmış, gelecek görevinde kullanacağı torpil ve roketleri alıyordu.

Chicago Barent denizindeki görevi dolayısıyla büyük bir üne kavuşmuştu. Bu yüzden de hazırlıklar
tamamlanır tamamlanmaz şimdi Norveç denizinde olan uçak gemilerine refakat edecek ve onların Kola
yarımadasındaki Sovyet üslerine yaklaşmasını sağlayacaktı.

McCafferty kamerasında yalnızdı. Hâlâ sonu felâketle biten bir görevin neden başarılı sayıldığını
düşünüyordu. Bir daha göreve yollanmayacağını umuyor, ve bunun imkânsız olduğunu da biliyordu.

MOSKOVA, SSCB

Bir albay Aiekseyev'in çalışmak için seçtiği odanın kapısından başını uzattı. «İyi haberim var, yoldaş
general. Adamlarınız Kazan'da 77. tümene erişmişler.»

«Teşekkür ederim.» Albay çıkınca Alekseyev yine haritalarına döndü.

-525 —

«Şaşılacak şey.» . •

«Ne var Vanya?»

«77. içirt seçtiğin adamlar, o yazışmalar, emirler,., her :şey çabucak hallediliverdi.»

General, «Bu sıradan bir personel nakli,» diye cevap verdi. •«Neden hemen sonuç alınmasın? Politburo
bu planımı onayladı.»

«Fakat o uçakla yollanan tek grup. Bu ilk kez oluyor.»

«Çünkü en uzakta olan da onlardı.» Alekseyev yeni yazdığı «emri uzattı. 76. Hava Tümeninden
Yüzbaşı... hayır Binbaşı Arkady Semyonovich Sorokin'e hemen Moskova'ya gelmesi emrediliyordu. O
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

da uçakla gelecekti tabii. Binbaşının bazı adamlarını yanında getirmesi çok iyi olurdu ama onlar hiçbir
Sovyet ıgeneraünin ulaşamayacağı bir yerdeydiler.

«Mikhail Eduardoviçh, General Alekseyev'in planı nedir?»

Sergetov bazı notları uzattı. Kosov bunları hemen gözden 'geçirdi.

«Başarılı olursa bizden en az bir Lenin Madalyası alır.» Bir yandan da generalin fazla akıllı olduğunu
düşünüyordu, ileride 'bunun icabına bakacaktı.

«Şimdi bunun sırası değil. Zamanlama ne olacak? Bu konuda sana güveniyoruz.»

«Bu işlerde uzman sayılan bir albayım var.» Kosov, durdu. «Yapacağımız diğer, şeyleri de anlatayım.»
Birkaç dakika konuştu Sergetov o çıkınca Aiekseyev'in yolladığı notları yırttı ve Vitaly'e verip yaktırdı.

Tehlike ışığı ve sinyalini hemen farketti hareket memuru. Kazan istasyonunun üç kilometre doğusundaki
Elektrozavods-%aya köprüsünde bir şey olmuştu. «Hemen oraya bir kontrolör yoflatm,» diye emretti.

Yardımcısı atıldı. «Yarım kilometre ötede bir tren var.»

«Ona da hemen durmasını söyle.» Hareket memuru kule •sinyallerini kontrol eden kolu çekti.

Yardımcısı da telefonu açtı. «Bin yüz doksan bir sayılı tren. Burası Kazan Genel Hareket Dairesi. İleride
köprüde arıza var, .Hemen dur.»

— 526 —

Makinist, «Sinyali gördüm,» dedi. «Ama başaramayacağız.»

Makinist gerçekten de treni durduramadı. Zırhlı taşıtlar ve cephane yüklü treni köprüden önce
durdurabilmek için hız kesmesi de işe yaramadı. Dikkatle ileriye bakarken bir sinyal hatası olabileceğini
umuyordu. Oysa köprünün batı tarafında bir ray yerinden çıkmıştı. Makinist personele bağırarak durumu
söylerken lokomotif ray olmayan bölümün üstünden geçerek durdu ve yana doğru yattı. Fakat bu
durmanın arkadaki vagonlara bir yararı olmadı. Onlar da raysız bölümü atladılar ve devrildiler. Vagonların
Yakuza nehrine yuvarlanmalarına köprünün korkulukları engel oldu. Demiryolu kontrolörü bir dakika
sonra geldi. Telefona giderken küfrediyordu. «İki enkaz kaldırma ekibine ihtiyaç var.»

Hareket memuru, «Durum çok mu kötü?» diye sordu.

«Ağustostaki son kaza kadar kötü değil. On iki veya on altı saatte köprüyü açabiliriz.»

«Yaralanan var mı?»

«Sanmıyorum... Pek hızlı gitmiyorlarmış.»

«Oraya on dakika içinde bir ekip yollayacağım.» Hareket memuru kara tahtadan yazılı gelecek trenler
listesine baktı-

«Kahretsin! Bunları ne yapacağız?»

«Gelenlerin vagonlarını ayıramayız. Bir trende bir tümen asker var. Onları güneye de gönderemeyiz.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Novodanilovskiy köprüsü saatlerce dolu.»

«Öyleyse askeri treni Kursk istasyonuna yolla. Ben de Rzh-hevskaya hareket memurunu arayacağım.
Bakalım trenleriıt oradan dönmesini sağlayabilir mi?»

Trenler yedi buçukta geldiler. Onları teker teker Kursk istasyonunun yan hatlarına aldılar. Vagonlardaki
askerlerin çoğu Moskova'yı hiç görmemişti. Ancak yan hatlarda beklerken-bütün görebildikleri de asker
dolu vagonlar oldu.

KGB albayı, «Devlet demiryollarına yapılan kesin bir sabotaj girişimi,» diye söylendi.

— 527 —

Kazan hareket memuru mırıldandı. «Belki de raylar aşın-enıştı sadece, yoidaş. Fakat dikkatli
davranmakta haklısın.»

Albay, «Aşınmış ray mı?» diye hırladı. Aslında kazanın «nedeninin bambaşka olduğunu da biliyordu.
«Sanırım sen bu işi pek ciddiye almıyorsun.»

Bu sözleri duyan hareket memurunun kanı dondu. «Benim de sorumluluklarım var. Şimdi o enkazı
köprüden kaldırtıp trenlerimi yine yola çıkarmam gerek.»

«Haritandan gördüğüm kadarıyla kentin kuzey bölümündeki •-trafiği yönetmek sadece bir tek şaltere
bağlı.»

«Evet öyle ama bu Rzhevskaya hareket memurunun so-•rumluiuğuna giriyor.»

«O sabotörün başka bir bölgede de girişimlerde bulunabileceği hiç aklına geldi mi? O kolu kontrol eden
oldu mu?»

«Bilmiyorum.»

«Öyleyse git öğren! Yok, yok, siz demiryolu 'budalaları başka şeyleri de tahrip etmeden kendi
adamlarımı yollayıp bunu kontrol ettireceğim.»

«Ama gelecek trenler...» Hareket memuru gururlu bir •adamdı ama fazla ileri gittiğinin de farkındaydı. Bu
yüzden sustu.

Alekseyev, «Moskova'ya hoşgeldin,» dedi.

Binbaşı Arkady Semyonovich Sorokin paraşütçülerin çoğu *gibi kısa boyluydu. Açık kahverengi saçlı
yakışıklı genç bir adamdı. Mavi gözleri Alekseyev'in çok iyi bildiği bir nedenle yanıyordu. İzlanda'da
Keflavik'e yapılan hava saldırısında bacağına iki kurşun isabet ettiği için topallamaktaydı. Tuniğinin
göğsünde Kızı! Bayrak Nişanı vardı. Adamlarıyla düşman hatlarını yardığı için almıştı bu nişanı. Sorokin
ve ilk yaralananların çoğu uçakla tedavi için Moskova'ya getirilmişlerdi. On-Jann tugayı İzlanda'da teslim
almdığj için hepsi de yeni görev bekliyorlardı şimdi.

Sorokin, «Generale nasıl hizmet edebilirim?» diye sordu.

«Yeni bir yavere gereksinmem var ve savaş deneyimi olan subayları tercih ediyorum. Daha da önemlisi
çok nazik bir işi de lıalletmem gerekiyor. Fakat bunu açıklamadan önce sana an-
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

— 528 —

latmam gereken bir şey var. Lütfen otur. Bacağın nasıl?»

«Doktorlar bir hafta daha koşmamamı söylediler. Onlar haklıymış. Dün eskisi gibi on kilometre koşmak
istedim ve ikb kilometre sonra topallamaya başladım.» Gülümsemedi. Alekseyev onun mayıstan beri hiç
gülmediğini biliyordu. Bu düşüncesini de genç adama anlattı. Beş dakika sonra Sorokin dert. koltukta sağ
elini oynatıyor, yumruğunu sıkıp açıyordu. Eli tabanca kılıfına gidiyordu.

Alekseyev, «Binbaşı bir askerin temelinde disiplin vard;r,» dedi. «Seni buraya bir nedenle getirdim. Ama
emirleri olduğu gibi yerine getireceğinden de emin olmalıyım. Bunu yapamam, dersen anlayışla karşılarım.»

Adamın yüzü ifadesizdi ama eli gevşemişti. «Evet, yoldaş general. Ayrıca beni buraya getirttiğin için çok
teşekkür ederim. Her şey dediğin gibi olacak.»

«Öyleyse gel. İşimiz var.»

Generalin arabası bekliyordu. Alekseyev ve Sorokin, Kursfe tren istasyonuna doğru yola çıktılar?

77. zırhlı piyade tümeninin komutanı kestiriyordu. Şimdi yeni bir yardımcısı vardı. Yanındaki yaşlı albayı
alarak cepheden bir tuğgeneral yollamışlardı. Onunla on saat NATO taktiklerini konuşmuşlardı. Şimdi
general fırsattan istifade uyuyordu.

«Kahretsin ne oluyor!»

77.'nin komutanı gözlerini açıp dört yıldızlı bir generalin kendisme baktığını görünce bir askeri okul
öğrencisi gibi hazır-ola geçti. «Günaydın, yoldaş general. Trenler gitmiyor. Demiryolunda bir şey varmış.»

Alekseyev geri zekalı bir çocukla konuşur gibi açıkladı. «Bir tümen böyle oturup kalamaz. Hepiniz
vagonlardan inin. Zırhlı araçlarınızı da indirin. Sizi Moskova'ya götüreceğiz.» Sesi sertleşti. Şimdi
uyanmaya bak. Yoksa tümeni yönetecek başka birini bulurum.»

Alekseyev bağırmanın büyük etkisine daima şaşardı. Tümen komutanının haykırarak alay komutanlarına
emirler yağdırmasını seyretti. Yirmi dakika sonra da ilk BTR-60 zırhlı aracı va-

— 529 —

F.: 34,

gonlarm birinden indirildi. Piyadeler gelip taşıtlarına binmeye başladılar. Hepsi de üstlerinde savaş
kılıkları, ellerinde tüfekleriyle pek tehlikeli, korkunç gözüküyorlardı.

Alekseyev, «Yeni muhabere subayları geldi mi?» diye sordu.

Tümen komutanı başını salladı. «Evet yeni subaylar eski •adamlarımın yerlerini aldılar.»

«İyi. Biz cephede muhabere güvenliğini öğrenene kadar çok kayıp verdik. Yeni subayların sana iyi hizmet
edecekler. Ya yeni piyadeler?»

«Her alayda bir bölük savaş görmüş asker var. Ayrıca deneyimli piyadeler de diğer bölüklerime
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

dağıldılar.» General şimdi, savaş görmüş, üstün subaylardan oluşan yardımcılara sahip olduğuna
seviniyordu. Alekseyev ona gerçekten en iyi subay ve askerleri yollamıştı.

«Tamam. Yola çıkacağız yoldaş. Bu insanlara bir şeyler gös-iterelim. Onlara Sovyetler'in bir tümeninin
nasıl olduğunu gösterelim. Böyle bir şeye gereksinmeleri var.»

«Kentte nasıl ilerleyeceğiz?»

«KGB'nin bazı sınır muhafızları trafiği kontrol edecekler. As_ ^keri düzen içinde ilerle. Kimsenin
kaybolmasını istemiyoruz!»

Bir binbaşı koşarak yaklaştı. «Yirmi dakika sonra harekete ^hazırız.»

Komutan, «On beş,» diye diretti.

Alekseyev başını salladı. «Çok iyi komutan. Seninle gele-c'eğim. Askerlerinin araç ve silah konusunda ne
kadar bilgili -.olduklarını anlamak istiyorum.»

Mikhail Sergetov her zamanki gibi Politburo toplantısına •erken geldi. Orada Kremlin1! koruyan
muhafızları gördü. Hafif silahlı bir piyade bölüğü vardı. Onlar pek çok tören kıtası gibi •daha çok geçit
törenleriyle ilgileniyor, çizmelerini parlatıp şık üniformalar giyiyorlardı. Fakat Alabino'da bir tümen
bulunmaktaydı. Onlara her tür silah ve tanklar da verilmişti. Kremlin'! asıl koruyanlar KGB muhafızları ve
Moskova dışındaki garnizonda kalan MDV askerleriydi. Üç ayrı gücün üç ayrı bakanlığa sadık olması da
Sovyet sistemine özgü bir şeydi. Taman tümeninde ..«en iyi silahlar ve fazta eğitim görmemiş subaylar
bulunuyordu.

•530 —

En iyi eğitilenler KGB'deydi ve onlara sadece hafif silahlar verilmişti. İçişlerinin emrindeki MDV'nin de
fazla silahı yoktu.

«Mikhail Eduardovich?» Gelen Tarım Bakanıydı.

«Günaydın Filip Moiseyevich.»

«Çok endişeliyim yoldaş. Savunma Konseyi atom silahlarımı kullanmayı düşünüyormuş.»

«Bu kadar umutsuz olamazlar.» Sergetov, senin karşı tarafın ajanı olabileceğin söylendi, diye
düşünüyordu. Şimdi ne; olduğunu anlamam gerek.

Ademin duygularını yansıtan yüzünde bir değişiklik olmadı. «Haklı olduğunu umarım. Ben biri ortadan
kaldırsın diye yıllardır bu ülkeyi beslemiyorum. Buna izin veremem!»

Sergetov onun bir müttefik olduğu kanısına vardı. «Bunu oylamaya koyduklarında ne yapacaksın?»

«Bilemiyorum Misha. Keşke bilseydim. Çoğumuz olayların; akışına kapılıp gidiyoruz.»

«Bu çılgınlık aleyhinde konuşacak mısın?»

«Evet! Torunum doğmak üzere. Çanımı da alsalar onun ya* sayacağı bir ülke var olmalı!»
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Beni offet yoldaş. Senin hakkında kötü şeyter düşünmüşüm,

«Daima erken geliyorsun Mikhael Eduardovich.» Kosov'te Savunma Bakanı beraberdiler.

«Filip'le yiyecek dağıtımı için akaryakıt ayırma işini konuşuyorduk.»

«Yiyecekler bekleyebilir! Sen tanklarımı düşün!» Savunma-Bakanı geçip toplantı salonuna girdi.
Sergetov ve Tarım Bakamı birbirlerine baktılar. On dakika sonra da toplantı başladı.

Genel Sekreter oturumu açtı ve sözü Savunma Bakanına' bıraktı. «Bu kez Almanya'da etkili bir karşı
saldırı yapılacak. General Alekseyev bir saat sonra buraya gelip yaptığı planı açıklayacak. Şimdi nükleer
silahların kullanılmasını konuşalım.»

Sergetov ifadesiz bir yüzle oturuyordu. Masa etrafına toplananlardan dördünün dehşete kapıldığını da
farketmişti.

Alekseyev birkaç kilometreyi komutanın aracıyla geçti. Bu aslında haberleşmede kullanılan sekiz
tekerlekli bir araçdı. Komutanın tümeni buradan yönetebilmesi için de altı muhabere su-

1 —' OO l ILLL1~1*

bayı arkada oturuyordu. Onlar kendilerini cepheden buraya getiren harekât subaylarına sadıktılar. Bu
yollarda fazla hız yapa-mıyoriardı. Onlar geçerken gruplar halinde toplanan Moskova' lılar bağırıyor ve el
sallıyorlardı. Cepheye giden askerleri görmek onları coşturmuştu.

Nogina Alanına gelince Alekseyev topçu kapağını açıp ayakta durdu. «Adamlarını iyi eğitmişsin. Şimdi
inip diğer askerlerinin ne durumda olduklarına bakacağım. Seninle Sîendhai'le görüşürüz.» Sonra sürücüye
durmasını emretti. Komuta aracından genç bir çavuş gibi çeviklikle atladı. Caddede durarak gururla
araçlarında oturan subayları selamladı. Ancak beş dakika sonra ikinci alay onun yanma gelebildi. Sorokin
alay komutanı aracındaydı. Eğilip generali elinden tuttu ve araca çekti.

Sorokin, «Senin gibi yaşlı biri burada yaralanabilir, yoldaş general,» dedi.

«Seni küstah genç küheylan!» Alekseyev atletik yapılı vücuduyla gururlanırdı. Dönüp Alay Komutanına
baktı. O da cepheden yeni gelmiş bir subaydı. «Hazır mısın?»

«Hazırım, yoldaş general.»

«Emirleri unutma ve adamlarını kontrol et.» Alekseyev tabancasının kılıfını açtı. Sorokin'in elinde bir
AK-47 tüfeği vardı.

St. Basii'i görebiliyordu artık. Taşıtlar teker teker eski katedralin önünden geçtiler.

Alekseyev kendi kendine, işte, dedi. Korkunç İvan'ın yaptırdığı kapıdan Bakanlar Konseyi binasına
gidiliyordu. Saat kulesinin altındaki kapıdan geçmek yeterliydi. Politbüroyla olan randevusuna on dakika
erken gelmişti.

Alekseyev, «Şimdi!» dedi. Komuta taşıtındaki muharebe su-

"baylan tümen radyolarını açarak Kremlin'de bir patlama olduğunu bildirdiler. General Alekseyev'in
emrindeki bir tabur piyade durumu araştırmaya gidecekti.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Alekseyev harekete geçmişti. Üç BTR, parçalanmış bahçe kanısından geçerek Bakanlar Konseyi
binasının önünde durdu.

Alekseyev, Taman Muhafızlarının komutanına, «Burada ne oluyor?» diye bağırdı.

— 532 —

«Bilmiyorum... Buraya gelemezsiniz... İzin verilemez...»

Sorokin, ona birkaç kurşun sıktı. Araçtan atlamış ve sakat bacağına aldırmadan koşuyordu. General de
peşindeydi. Kapıda durarak, «Çevreyi kuşatın!» diye emir verdi. «Politburo üyelerim öldürmek için bir
komployla karşı karşıyayız.» Bu emir gelen <jskeriere de tekrarlandı. Tannan Muhafızları eski cephane
binasından çıkmış koşarak geliyorlardı. Onlara birkaç uyarı kurşunu gönderildi. Askerler durakladı ve bir
yüzbaşı onlara ateş açtı. Böylece Kremlin duvarları içinde çarpışma başladı. Bu sırada Politburo üyeleri
pencerelerden durumu seyrediyorlardı.

Alekseyev, Sorokin'in başta olmasına üzülmüştü. Fakat binbaşı kimin hayatının daha önemli olduğunu
biliyordu. İkinci «kat sahanlığında rastladığı bir muhafız yüzbaşısını öldürerek ilerledi. Aiekseyev ve albay
komutanı da onun peşindeydiler.

Dördüncü katta bu kez karşılarına tüfekli bir binbaşı çıktı, ve ateşe kalktı. Fakat komando binbaşısı
yerde yuvarlanıp kendisini kurtardı ve onu hemen öldürdü. Konferans salonunun yirmi metre ilerisinde
elleri havada bir KGB albayı gördüler.

O, «Alekseyev nerede?» diye sordu.

General elinde tabancasıyla yaklaştı. «Buradayım!»

Chekist, «Bu katta muhafız kalmadı,» diye haber verdi. Kısa süre önce dördünü tuniğinin altındaki
susturuculu tabancay-ia öldürmüştü.

Aiekseyev, Sorokin'© işaret etti. «Kapı.» Bunu kırmaya gerek yoktu çünkü kapı kilitli değildi.

İçeriye önce Sorokin girdi.

Yirmi bir yaşlı ve orta yaşlı adamın pencerelerin önünde durmuş çarpışmayı seyrettiğini gördüler. Bu da
hemen sona erdi. Kremlin'deki Taman Muhafızları bu tür saldırıya karşılık verecek şekilde
eğitilmemişlerdi.

Alekseyev tabancasını kılıfına sokarak Sorokin'i izledi.

«Yoldaşlar, lütfen yerlerinize dönün. Kremlin'i ele geçirmek için bir komplo olduğu belli. Neyse talihimiz
varmış randevuma geldiğim sırada şu askerler geçiyorlardı.» Birden emir verdi. «Oturun yoldaşlar!»

Savunma Bakanı söylendi. «Kahretsin, neler oluyor?»

Alekseyev, buz gibi bir sesle, «Otuz dört yıl önce askeri oku-\a girdiğimde devleti ve Partiyi bütün
düşmanlarından koruyaca-

___ CQO ___


Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

^^ wOO ^^

ğıma dair yemin etmiştim,» dedi. «Yapacak başka bir şey bilemedikleri için ülkemi mahvetmeye kalkanlar
da onların arasındaydı. Yoldaş Sergetov?» Bakan eliyle iki kişiyi işaret etti. «Siz yoldaşlar ve Yoldaş
Kosov burada kalacaklar. Diğerleri birkaç, dakika sonra benimle gelecekler.»

İçişleri Bakanı, «Alekseyev kendi ölüm emrini imzaladın,>. diyerek telefona uzandı. Binbaşı Sorokin
tüfeğini kaldırıp bir kurşunla telefonu parçaladı.

«Bir a'aha bu hatayı yapmayın. Hepinizi rahatça öldürebiliriz. Bu düşündüğümüz şeyden çok daha kolay
olur.» Alekseyev durup bir an bekledi. Başka bir subay odaya girerek başını salladı. «Şimdi gidiyoruz
yoldaşlar. Biriyle konuşmaya kalkarsanız: hepinizi hemen öldüreceğiz. İkişer ikişer yürüyün bakalım!»
İkinci Kremlin bombasını da patlatan KGB albayı ilk grubu çıkardı..

Hepsi gidince Sergetov ve Kosov generale yaklaştılar. KGB Başkanı, «İyi basardın,» dedi.
«Lefertovo'da her şey hazır. Görev başındakilerin hepsi de benim adamlarım.»

Alekseyev, «Lefortovo'ya gitmiyoruz,» diye cevap verdi» «Plan değişti. Eski havaalanına gidecekler.
Sonra helikopterle-güvendiğim birinin komutasındaki askeri karargâha götürülecekler.»

«Fakat ben her şeyi ayarlamıştım.»

«Bundan eminim. Bu yeni yaverim Binbaşı Sorokin. Binbaşı Sergetov da şimdi o karargâhta son
hazırlıkları yapıyor. Söyle yoldaş Kosov, Sorokin sana tanıdık geldi mi?»

Kosov onun kendisine yabancı gelmediğini düşünüyor ama* kim olduğunu çıkaramıyordu.

«Kendisi yüzbaşıydı, cesaretinden dolayı terfi etti. 76. Muhafız Hava Tümeninden.»

Kosov tehlikeyi sezmiş ama nedeni anlayamamıştı. «Yani?»

«Binbaşı Sorokin'in kızı da Ekim Gençleri arasındaydı. Yetmiş altıncı tümenin karargâhı Pskov'dadır.
Kremlin'deki ilk patlamayı ve ölen çocukları hatırla.»

Sorokin de, «Küçük Svetlanam için,» dedi. «O öldüğünde yüzü yoktu.» Kosov'un bütün görebildiği bir
tüfek ve beyaz bir pırıltı oldu.

Sergetov yana kaçarak dehşetle Alekseyev'e baktı.

«Sen o chekist'e güvenmekte haklı olsan bile ben onlardan

birinden emir alamazdım. Yanında sadık askerlerden oluşan bir tabur bırakıyorum. Şimdi ordunun
yönetimini ele geçirmeliyim. 'Senin görevin de Parti yönetimini kontrol etmek.»

Tarım Bakan" şaşkındı. «Şimdi sana nasıl güvenebiliriz?»

«Şimdiye kadar haberleşme hatlarını kontrol etmemiz gere-ikirdi. Her şey planımıza göre yapılacak.
Hükümeti düşürme girişiminin sadık askerler tarafından engellendiği haber verilecek. Bugün biriniz
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

televizyona çıkacaksınız. Gitmem gerek. Talihiniz açık olsun.»

KGB rehberleri tarafından yönetilen zırhlı birlikler teievizyon ve radyo istasyonlarına, telefon santrallerine
gittiler. Artık rejim aleyhtarı kimselerden kurtulmak için hızla hareket ediyorlardı. Askerlerin hiçbiri ne
olduğunu bilmiyordu. Sadece dört yıldızlı bir generalden aldıkları emri yerine getirmekteydiler. Muharebe
subayları görevlerini başarıyla yapmışlardı. Kremlin'i korumakla görevli tümenin siyasi subayı Bakanlar
Konseyi binasına geldiğinde dört Politburo üyesinin telefonlarla emirler vermekte olduğunu gördü. Durum
eskisi gibi değildi ama Parti üyeleri her şeyi kontrol altına almışlardı anlaşılan. Diğer üyelerin Kremlin
muhafızlarının acımasız saldırısı sırasında yaralandıklarını ya da öldüklerini de öğrendi. KGB'nin başkanı
komployu sezerek sadık askerleri çağırmayı başarmış fakat saldıranlara karşı kahramanca savaşırken
ölmüştü. Bunlardan pek de bir anlam çıkaramamıştı tümen z<Hnpolit'i. Ama buna gerek yoktu. Aldığı
emirler çok makuldü. Hemen durumu radyoyla tümen komutanına bildirdi.

Sergetov bu işin bu kadar kolay olmasına şaşmıştı. İşin içyüzünü bilenlerin sayısı iki yüzden azdı.
Çarpışma Kremlin duvarları içinde kalmıştı. Patlamaları duyan çoktu ama şimdilik herkes o hikâyeye
inanmıştı. Merkez Komitesinde birkaç arkadaşı vardı. Onlar da bu durumda gerekenleri yaptılar. Günün
sonunda yönetim dizginleri üç Partilinin elindeydi. Diğer Politburo üyeleri kent dışında tutukluydular.
Onları Binbaşı Sorokin' in emrindeki askerler hapsetmişlerdi.

İçişleri Bakanı olmadığı için MDV askerleri emirlerini Po-Jitbürodan alıyorlardı şimdi. KGB de lidersiz
kalmış bocalıyordu. Politbüronun Sovyet yaşamının her yönünü kontrol etmesi yüzünden vatandaşlar
olanlarla ilgili sorular da soramıyorlardı.

— 534 —

— 535 —

Her geçen saat Sergetov ve arkadaşlarının güçlenmesini sağlıyordu. Yaşlı ama eski bir kahraman sayılan
Pyotr Bromskovs-kiy, Politbüronun basma geçirilmişti. Savunma Bakanına da vekâlet ediyordu. Orduda
askerlerini çok seven bir komutan olarak, anımsanan Petya da, Alekseyev'i Savunma Bakanlığı
Müsteşarlığına ve Genel Kurmay Başkanlığına atamayı başarmıştı. Fiiip Moiseyeviçh Krylov hâlâ Tarım
Bakanıydı ve İçişlerinden de sorumluydu. Sergetov de geçici Genel Sekreterdi. Üç adam bir troyka
kurmuşlardı. Onlar halk tarafından beğenilen kimselerdi. Kendi adamlarını Politbüroya atayana kadar
böyle devam edeceklerdi. Sadece bir tek önemli görev kalmıştı.

— 536 —

43 Ormanda Bir Gezinti

BRÜKSEL, BELÇİKA

Bilinmeyenden korkmak kadar doğal bir şey daha olamazdı. Müttefik Kuvvetler Avrupa Cephesi
Başkomutanı, bir uyduyla verilen haber sayesinde Moskova'da bir çarpışma olduğunu öğrenmişti. Ama
devlet televizyon ve radyosu on iki saat bundan söz etmemişti. Sonra sabah beşte durum açıklanmıştı.

NATO dinleme istasyonları Son Stalin'ci diye tanınan Pyotr Bromkovskiy'in kısa bir konuşmasını
kaydetmişlerdi. Adam herkesten sakin davranmalarını ve Partiye güvenmelerini istemişti.

Bunun anlamı neydi? Başkomutan kıdemli istihbarat subayına, «Bilgi istiyorum,» dedi. «Rusların komuta
zinciri hakkında ne biliyorsun?» .
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

«Yeni Batı Cephesi Başkomutanı Alekseyev karargâhında yok. On saat sonra saldıracağımız için de bu
iyi haber sayılır.»

Telefon çaldı. «Sana kimseyi bağlamamanı söylemiştim... Kim Franız... Sen misin? Devam et. Dört saat
sonra mı? Pots-dam'da ha? Şimdilik cevap yok. Seni biraz sonra ararım.» General telefonu kapattı.
«Biraz önce Ruslar bize radyoyia mesaj vermişler. Sovyetler'in Genel Kurmay Başkanı benimle acele
Poîsdam'da buluşmak istiyormuş.»

«Acele mi Herr Genera!?» ;

«Haber öyle. Helikopterle gidebilirmişim. Buluşma yerine

— 537 —

kadar da eşlik edecek helikopterler sağlayacacaklarmış. Böyle başarılı bir iş gördüğüm için beni vurup
düşürmek mi istiyorlar dersin?»

İstihbarat başkanı, «Gitmeyin komutanım,» dedi. «Bir temsilci yollayın.»

Başkomutan şaşkındı. «Neden temsilci istemedi? Bu işler genelde böyle yapılır.»

Uoachim, «Kuvvetlerinin Hannover'i kuzeydoğusunda toplandıklarını biliyoruz,» diye mırıldandı. «Fakat


savaşı da kazanamadılar. Rusun acelesi var. Şimdilik pek bir şey kaybetmiş sayılmazlar. Ama
ilerlemelerine engel olduk ve hâlâ yakıt sorunları var. Ya Moskova'da yepyeni bir blok yönetime sahip
çıktıysa? Onlar durumlarını güçlendirirlerken televizyon ve radyoyu kontrol etmiş olabilirler ve şimdi de
savaşı sona erdirmek isteyebilirler. İçişlerle uğraşırken savaşmak durumlarını güçleştirebilir. Tam
saldırmanın zamanıdır bence.»

Başkomutan, «Umutsuz durumdalarken mi?» diye sordu. «Onların çok sayıda nükleer silahı olduğunu
unutma. Peki Sovyet kuvvetlerinde olağanüstü bir hareket var mı?»

«Yeni gelen birkaç yedek tümenden başka bir şey yok.»

«Ben gidiyorum.» Başkomutan telefonu açarak Kuzey Atlantik Konseyi Genel Sekreterine kararını
bildirdi.

PODSDAM, DEMOKRATİK ALMANYA

Alekseyev sinirli sinirli dolaşıyordu. Yeni Parti patronları işleri düzene koymaya çalışırken Moskova'dan
uzakta olması kötüydü. Bir de o budala da kendisine nasıl güveneceklerini sormuştu! Sonra NATO'daki
karşıtıyla ilgili bilgiyi düşünmeye başladı yine. General elli dokuzundaydı. Büyükbabası ve babası askerdi.
Babası İkinci Dünya Savaşında Almanlar tarafından öldürülmüştü. Dört kez Vietnam'da bulunmuştu.
Kuzey Vietnam'lı-lar onun olağanüstü tehlikeli bir taktisyen olduğunu söylemişlerdi. Alekseyev adamın
bunu kanıtladığına da tanık olmuştu. Evliydi ve iki oğluyla bir kızı vardı. Dörtte torun... Az içiyordu. Seks
hayatında bir bozukluk yoktu. Bunları düşünürken gülümsedi.

İkisi de böyle saçmalıklara kolktşamayacak kadar yaşlıydılar. Zaten kimin seksle ilgilenmeye zamanı
vardı?

Ağaçların arasından bir helikopterin homurtusu yankılandı. Afekseyev kendi helikopterinin durduğu
düzlüğe çıkarak bekledi. Helikopter personeli ve bir piyade takımı ağaçların aralarına gizlenmişlerdi. Ama
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

NATO'nun saldırıp öldürmeye kalkışacağını sanmıyordu. Ne kendileri, ne de onlar bu kadar çılgın


olabilirlerdi.

Yeni tip Blackhawk helikopter zarif bir hareketle yere kondu. Yukarıda iki Mİ-24 tur atıyordu. Pervane
durdu ve bir kapı «çılarak general dışarıya çıktı,

Alekseyev kasketsiz adama bakarken bir paraşütçü için fazla uzun boylu olduğunu düşündü.

Müttefik Orduları Avupa Cephesi Başkomutanı, kendisine Vietnam'da armağan edilen kemik kabzalı
45.lik Colt'u yanına alabilirdi. Fakat savaş üniformasıyla silahsız giderek Rus komutanı etkilemek istemişti.
Yakasında dört siyah yıldız vardı. Sol göğsünde de usta paraşütçü ve savaş piyadesi işaretleri takılmıştı.
Sağ göğsüne de isim plakasını iliştirmişti: ROBINSON Gösteriş yapmama gerek yok, diye düşünüyordu.
Ben kazandım.

Birbirlerini selamlamışlardı ama ikisi de ilk el uzatan olmak istemiyordu.

General Robinson, «Siz Alekseyev'siniz,» dedi. «Ben başkasını bekliyordum.»

«Mareşal Bukharin emekli oldu. Rusçanız mükemmel, General Robinson.»

«Teşekkür ederim General Alekseyev. Yıllar önce Che-kov'la ilgilendim. İnsan bir oyunu ancak yazıldığı
dilde okuya-bilirse anlıyor. O zamandan beri de epey Rus eseri okudum.»

Alekseyev başını salladı. «Düşmanınızı daha iyi tanımak için.» ingilizce devam etti. «Çok akıllısınız. Biraz
dolaşalım mı?»

«Ağaçların arasında kaç adamınız var?»

«Bir takım piyade.» Alekseyev ana diline döndü. Robinson'

— 538 —

— 539 —

un Rusçası kendi İngilizcesinden iyiydi. Pasha düşmanın dilini bildiğini de kanıtlamıştı zaten.
«Helikopterden ne çıkacağını nasıl bilebilirdik?»

Amerikalı, «Haklısınız,» diye cevap verdi. «Peki neden söz edeceğiz?»

«Düşmanlıkların sona erdirilmesini konuşabiliriz belki.»

«Dinliyorum.»

«Bu çılgînSığm başlatılmasında bir rolüm olmadığını biliyorsunuz tabii.»

Robinson ona baktı. «General hangi askerim rolü olur ki? Biz sadece kan döker ve suçlanırız. Babanız da
'bir askerdi de-ğii mi?»

«Tank subayıydı. Sizinkinden daha talihliydi.»

«Genellikle önemli olan bu değil mi? Talih.»


Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

«Siyasi liderlerimize bunu söyîemiyelim,» diyen Alekseyev gülümseyecekti ama Robinson'a bir fırsat
verdiğini anladı.

«Liderleriniz kimler? Anlaşmaya yaracak olursak ben de baştakiiere ülkenizi kimin yönettiğini
söyleyebilecek durumda olmalıyım.»

«Sovyetler Birliği'nin Genel Sekreteri Mikhail Eduvardovich Sergetov'dur.»

Amerikalı komutan bu adı hiç duymamıştı. Bildiği Politburo üyelerini düşündü ama 'bu ad onların arasında
yoktu. Durumu idareye çalıştı, «Ne oidu?»

Alekseyev onun yüzünden şaşkınlığını okudu. Böylece durumu bilmediğini anladı. «Siz Amerikalıların
söylediği gibi değişiklik yapma zamanı gelmişti.»

Robinson içinden, sana poker oynamayı kim öğretti oğlum, diyordu. «Ama bütün kozlar benim elimde.
Ful asım var. Ya sende ne var? Önerin nedir?»

«Ben diplomat olmasını beceremem,» dedi Alekseyev. «Sadece bir askerim. Hemen ateşkes öneriyoruz.
Kuvvetlerimiz iki hafta içinde savaş önceki mevkilerine çekileceklerdir.»

Robinson soğuk sesle konuştu. «İki haftada bunu ateşkes almadan da sağlayabilirim.»

Alekseyev kaşını kaldırdı. «Büyük bir bedel ödeyerek tabii.» «Yakıtınız olmadığını biliyoruz. Ekonominiz
altüst olur.»

— 540 —

«Evet, General Robinson. O zaman da devleti korumak için tek bir çaremiz kalır.»

Amerikalı, «Bize, NATO'ya durup dururken saldırdınız,» dedi. «Şimdi hiçbir şey olmamış gibi sizin eski
durumunuza dönmenize izin vereceğimizi mi sanıyorsunuz? Bana Kremlin bomba olayından da söz
etmeyin. Bu işle ilgimiz olmadığını biliyorsunuz.»

«3u işde rolüm olmadığını söyledim. Ben emirlere uydum. Ama Politbüronun ekonomimiz altüst olurken
hareketsiz kalacağını mı sanıyorsunuz? Yakıt darlığını da bildiğinize göre bize baskı uygulayabilirdiniz.»

Robinson cevap verecek yerde, «Neden yakıt sıkıntınız olduğunu bize söylemediniz?» diye sordu.

«Bunu bize verir miydiniz? Buna inanacak tadar aptal değilim.»

Robinson, «Bize saldırdınız,» diye yineledi. «Bu yüzden kaç

kişi öidü?»

«Bu kararı verenler tutuklandı. Devlete karşı işledikleri suçların hesabını Halk Mahkemesinde verecekler.
Yoldaş Sergetov savaş aleyhinde konuştu. Tıpkı benim gibi o da savaşı sona erdirmek için hayatını
tehlikeye attı.»

«Onları istiyoruz. Nürnberg'de olduğu gibi Savaş Suçluları Mahkemelerinde onları insanlığa karşı
işledikleri suçlarla yargılayacağız.»
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

«Biz onları yargıladıktan sonra yapabilirseniz bunu.» Artık diplomat gibi değil iki asker gibi
konuşuyorlardı. «Sizin ülkelerinizin zarar gördüğünü mü düşünüyorsunuz? Bir gün size bu kokuşmuş
insanların yüzünden neler çektiğimizi anlatırım!»

«Sizin cunta bütün bunları değiştirecek mi? Yeni ve sallantıdaki bir hükümetin temsilcisi olarak büyük bir
güvenle konuşuyorsunuz.»

«Biz elimizden geleni yapacağız. Siz de iki hafta önce yenilginin eşiğine gelen biri için fazla güvenle
konuşuyorsunuz yoldaş general. Talih hakkında söylediğinizi anımsıyor musunuz? isterseniz bize baskı
yapın. Sovyetler artık kazanamaz ama iki taraf da kaybedebilir. Size ateşkes öneriyorum. Bu yakın
zamanda hatta bu gece yarısı başlayabilir. İki hafta içinde de savaştan önceki yerlerimize döneriz.»

— 541 —

«Ya savaş tutsaklarının değişilmesi?»

«Bunu dona sonra hallederiz. En uygun yer Berlin olabilir. Berlin'e savaş pek ilişmedi.»

«Ya ha'tlarınızm gerisindeki Almanlar?»

Alekseyev bunu düşündü. «Onlar da ateşkesten sonra istedikleri yere gidebilirler. Daha da uygunu
hatlanmızm gerisine onlara yiyecek yollayacağız. Alman sivillerine ilişilmiyecek. Bu karara karşı gelenler
de savaş divanına verilecekler.»

«İki hafta içinde yeni bir saldırı hazırlamayacağınızdan nasıl emin olabilirim?»

Alekseyev, «Sizin yarın sabah için planladığınız karşı saldırıya geçmeyeceğinizi nereden bilebilirim,» diye
cevap verdi.

«Biz aslında birkaç saat sonra saldırmaya kararlıydık.» Robinson öneriyi kabul etmek istiyordu. «Siyasi
liderleriniz sizin koşullarınıza uyacaklar mı?»

«Evet. Ya sizinkiler.»

«Durumu onlara bildirmem gerekiyor fakat ateşkes anlaşması yapmaya yetkim var.»

«Öyleyse karar sizin General Robinson.»

«Kabul ediyorum.»

. Alekseyev arka cebinden yarım litrelik bir votka şişesi çıkardı. «Birkaç aydır içki içmedim ama Ruslar
içmedikçe anlaşma yapamazlar.» '

Robinson bir yudum alıp şişeyi geri verdi. Alekseyev de aynını yapıp şişeyi bir ağaca doğru savurdu,
kırılmayınca iki adam yüksek sesle güldü. İkisi de verdikleri karar yüzünden rahatlamışlardı.

«Biliyor musunuz Alekseyev, biz asker değil diplomat olsaydık...»

«Evet zaten bu yüzden buradayım. Savaşı anlayan erkeklerin bunu engellemeleri de daha kolay olur.
Söyleyin Robinson...» Alekseyev durdu ve Amerikalı komutanın adını düşündü. Adı Eugene, baba adı
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Stephen'di. «Söyle bana, biz Al-feld'de yarma harekâtına giriştiğimizde yenilgiye ne kadar yaklaşmıştın?»

«Çok yaklaşmıştık. Orada sadece beş günlük malzememiz kalmıştı. Neyse bir konvoy bize erişti ve
böylece kendimizi toplayabildik.» Robinson durup ona baktı. «Ülkende neler yapacaksın?»

«Söyleyemem. Çünkü bilmiyorum. Yoldaş Sergetov da bilmiyor. Fakat Parti halkımıza cevap vermek
zorundadır. Liderlerin birine karşı sorumlu olmaları gerek. Bunu öğrendik.»

«Gitmeliyim. Talihinin açık olmasını dilerim, Pavel Leoni-dovich. Belki daha sonra...»

«Evet, daha sonra...» Yine el sıkıştılar.

Alekseyev, Amerikalının yaverini çağırmasını seyretti. İki yaver de el sıkıştılar. Sonra Generalle yaveri
helikoptere bindi. Türbinler çalıştı ve helikopter yükseldi. Blackhawk orada bir tur atıp eşlik edecek
helikopterlere hazırlanmaları için fırsat verdi Sonra batıya gitti.

Alekseyev gülümseyerek, «İşin aslını hiçbir zaman büemi-yeceksin, Robinson,» diye mırıldandı. «Kosov
öldüğünde nükleer silahlarımızı kontrol eden özel şifrelerini bulamadık. Bunları kullanabilmek için en az bir
gün daha beklememiz gerekecekti.» General ve yaveri oradaki komutanlık aracına gittiler. Alekseyev,
Moskova'ya durumu kısaca bildirdi.

SACK, FEDERAL ALMANYA

Albay Ellington, Eisly'nin ağaçların arasından geçmesine yardım etti. İki adam da kaçma ve gizlenme
eğitimi görmüşlerdi. Ellington çok güç olan kurs yüzünden yorulmuş ve bir daha böyle bir eğitim
önerirlerse kanatlarını iade edeceğini de söylemişti. Ama bu işe yaramıştı işte. Bir tek yolu geçebilmek için
sabırla on dört saat beklemişlerdi. Bir haftadır ormanda saklanıyor, hayvanlar gibi derelerden su içip
ağaçtan ağaca koşuyorlardı. Şimdi açıklığa yaklaşmışlardı ve etraf karanlıktı. Acaba buradaki Ruslar geri
çekilmiş miydi? Eisly, «Bir kez daha deneyelim, Dük,» diye mırıldandı. Sırtının durumu kötüydü ve
güçlükle yürüyebiliyordu.

«Pekâlâ.» Mümkün olduğu kadar hızla ilerlediler ve yüz metre gitmeden etraflarında gölgeler belirdi.

Eisly, «Kahretsin!» dedi. «Üzgünüm Dük.»

«Ben de öyle.» Albay tabancasına uzanmayı bile düşünmemişti. Burada tüfekli en az sekiz adam vardı.
Etrafları sarılı-

verdi.

— 543 —

Biri Almanca, «Kimsin sen?» diye sordu,

«Amerikalıyım...» Ellington onların Alman olduğunu anlayarak Tanrıya şükretti ve sonra miğferlerin
biçiminden yanıldığını anladı. Oraya kadar geldikten sonra yakalanmak ne acıydı.

Rus teğmeni bir el feneriyle onun yüzünü inceledi. İşin garibi Ellington'un silahını da almadı. Teğmen
birden sarılarak ikisini de öptü. Eliyle batıyı işaret etti. «Buradan gidin. İki kilometre.»

Eisly, «Aman tartışma,» diye fısıldadı. Oradan uzaklaşırlarken Rusların gözlerini sırtlarında hissediyorlardı.
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Bir saat sonra dost hatlara gelen iki havacı ateşkes ilan edildiğini öğrendiler.

NORFOLK, VIRGINIA

O'Malley, Reuter muhabirini alarak helikopterle gemiden ayrılmış ve karaya inmişti. Muhabirin savaş
sonrasıyla ilgili başka bir göreve gitmeden önce son hikâyelerini gazetesine vereceğini umuyordu. Reuben
James, onarım görmek için Norfolk'a giden yaralı Amerîca'ya eşlik etmişti. Şimdi geri dönerken çok iyi
tanıdığı limana bakıyordu. Bir yandan da bütün bu olanların ne anlama geldiğini düşünmeye çalışıyordu.

Birçok gemi yok olmuş, dostlar gitmişti. Pek çok ölüme neden olmuş ve ayrıca pek çok ölüm de
görmüştü.

Morris, «Dümeni ortala,» diye emretti. Hafif bir güney rüzgârı Reuben James'in rıhtıma yaklaşmasına
yardrm etti.

Kıçtaki gemici rıhtımdaki adamlara bir halat attı. Vardiyadaki astsubay, daha küçük rütbeli birine işaret
etti. Adam son bildiriyi okumak için mikrofona gitti.

Morris, «Bütün bunlar,» dedi. «Sadece her şeyin bittiğini gösteriyor.»

Hoparlörlerden önce parazitin, sonra astsubayın sesi yükseldi.

«Sancaktan aborda olmaya hazır olun.»

SON

xxxxxx

•HM I L «i

xxxxxxx

Tom Clancy

Cüretkâr, heyecanlı ve dramatik...

Sovyetler Birliği'nde ayrılıkçı bir grup, ana petrol

tesislerini havaya uçurunca, petrol sıkıntısı kısa sürede

felaket halini alır.

Bu krizi atlatabilmek ve ülkenin savunmasını

sürdürebilmek için Sovyetlerin, Basra Körfezindeki

petrolü ele geçirmesi gerekmektedir. Ama yöneticiler,

NAîö'nun buna engel olacağını bilmektedir.

Tek çıkar yol kalmıştır: SAVAŞ..,


Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

Sovyet birlikleri Avrupa'ya doğru ilerlerken, dünya kendini yeni bir savaşın içinde bulacaktır.

Her an çıkabilecek 3. Dünya Savaşının insanlığa getireceği felaketi sergileyen muhteşem roman...

ISBN-975-405-002-3

10500

Tom Clancy _ KIZIL FIRTINA _ RED STORM RISING

www.kitapsevenler.com

Merhabalar

Buraya Yüklediğim e-kitaplar Aşağıda Adı Geçen Kanuna İstinaden

Görme Özürlüler İçin Hazırlanmıştır

Ekran Okuyucu, Braille 'n Speak Sayesinde Bu Kitapları Dinliyoruz

Amacım Yayın Evlerine Zarar Vermek Değildir

Bu e-kitaplar Normal Kitapların Yerini Tutmayacağından

Kitapları Beyenipte Engelli Olmayan Arkadaşlar Sadece Kitap Hakkında Fikir Sahibi Olduğunda

Aşağıda Adı Geçen Yayın Evi, Sahaflar, Kütüphane, ve Kitapçılardan Temin Edebilirler

Bu Kitaplarda Hiç Bir Maddi Çıkarım Yoktur Böyle Bir Şeyide Düşünmem

Bu e-kitaplar Kanunen Hiç Bir Şekilde Ticari Amaçlı Kullanılamaz

Bilgi Paylaştıkça Çoğalır

Yaşar Mutlu

Not: 5846 Sayılı Kanunun "altıncı Bölüm-Çeşitli Hükümler " bölümünde yeralan "EK MADDE 11. -
Ders kitapları dahil, alenileşmiş veya yayımlanmış yazılı ilim

ve edebiyat eserlerinin engelliler için üretilmiş bir nüshası yoksa hiçbir ticarî amaç güdülmeksizin bir
engellinin kullanımı için kendisi veya üçüncü

bir kişi tek nüsha olarak ya da engellilere yönelik hizmet veren eğitim kurumu, vakıf veya dernek gibi
kuruluşlar tarafından ihtiyaç kadar kaset, CD, braill

alfabesi ve benzeri 87matlarda çoğaltılması veya ödünç verilmesi bu Kanunda öngörülen izinler alınmadan
gerçekleştirilebilir."Bu nüshalar hiçbir şekilde
Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html

satılamaz, ticarete konu edilemez ve amacı dışında kullanılamaz ve kullandırılamaz. Ayrıca bu nüshalar
üzerinde hak sahipleri ile ilgili bilgilerin bulundurulması

ve çoğaltım amacının belirtilmesi zorunludur." maddesine istinaden web sitesinde deneme yayınına
geçilmiştir.

T.C.Kültür ve Turizm Bakanlığı Bilgi İşlem ve Otomasyon Dairesi Başkanlığı Ankara

Bu kitaplar hazırlanırken verilen emeye harcanan zamana saydı duyarak

Lütfen Yukarıdaki ve Aşağıdaki Açıklamaları Silmeyin

Tarayan Yaşar Mutlu

web sitesi

www.yasarmutlu.com

www.kitapsevenler.com

e-posta

yasarmutlu@kitapsevenler.com yasarmutlu@yasarmutlu.com

mutlukitap@hotmail.com kitapsevenler@gmail.com

Tom Clancy _ KIZIL FIRTINA _ RED STORM RISING

You might also like