Professional Documents
Culture Documents
Karakterler
ALICE: Köylü bir genç kız; 20 yaşlarında
SUSAN: Alice’in evli arkadaşı; 20 yaşlarında
JOAN: Alice’in fakir, yaşlı ve dul annesi; 50 yaşlarında
MARGERY: Joan’un bir çiftçinin eşi olan komşusu; 40 yaşlarında
JACK: Margery’nin müstecir (kiracı) bir çiftlik sahibi olan
kocası; 40 yaşlarında
BETTY: Toprak sahibinin kızı; 16 yaşlarında
ELLEN: Şifacı bir kadın; 35 yaşlarında
GOODY: Packer’ın asistanı; 45 yaşlarında bir kadın
PACKER: Bir cadı avcısı; 35 yaşlarında
ADAM: Bir adam; 30 yaşlarında
DOKTOR: Bir uzman; 50 yaşlarında
BELLRINGER: Bir yerli; Herhangi bir yaşta
KRAMER ve SPRENGER: On yedinci yüzyılın ikinci yarısında yazıldığı tahmin
edilen, üç bölümden oluşan “Malleus Maleficarum” adlı,
Türkçesi “Cadıların Tokmağı” olan kitabın yazarı olan
iki rahip… Rahipler, bir müzikholde performans
sergileyeceklermiş gibi görünmekteler. Silindir şapkaları
ve kuyruklu frakları vardır.
Bu oyun, 17. Yüzyılda küçük bir köyde geçmektedir ve birkaç haftayı anlatmaktadır.
Şarkılar ise çağımızın tınısı, rengi ve müziği olmalıdır.
EKŞİ TOM
Yazan: Caryl Churchill
SAHNE 1
Bir yol kenarı…
Adam: Şeytanın ta kendisi… Ben miyim?
Alice: Efendim tatlım?
Adam: Şeytanın ta kendisi benim… Simsiyah giyimli, esrarengiz bir adam… Yani tüm
inananlar aynı şekilde tarif eder, bilirsin. O simsiyah giyimli esrarengiz adam,
gecenin karanlığında beni çalılığın içine kadar sürükledi ve bana asla
anlatamayacağım korkunç şeyler yaptırdı. Pis ve korkunç şeyler…
Alice: Rahipler ve centilmenler de siyah giyerler. Yani onlar da şeytanın ta kendisi
mi?
Adam: (Kızı kendine doğru çekerek) Benim harika, ateşli bakışlarım yok mu?
Alice: Yeterince parlak gözlerin var.
Adam: Vücudum sert ve kıllı değil mi?
Alice: Pürüzsüz vücudu olan, kılsız erkekleri sevmem.
Adam: Buz gibi soğuk bir adam olduğumu düşünmüyorsun değil mi?
Alice: Ancak Kasım ayında soğuk suyla dolu bir hendekte kalırsan, buz gibi soğuk bir
adam olursun.
Adam: Seni kendime doğru o kadar şiddetle çektim ki nefesin kesildi. Nefes alış
verişini duyabiliyorum. Bedenimin bu muazzam yapısı ve büyüklüğü seni
korkutuyor değil mi?
Alice: Diğer erkekler kadarsın. Adil ve normal bir büyüklükte…
Adam: Canını acıtmadım mı?(Kızı kendine doğru daha sert çekerek) Yani bana canını
acıtamadığımı mı söylemek istiyorsun?
Alice: (Kolu, adam tarafından acıtılmıştır) Şeytan olmana gerek yok. İnan bana.
Birçok normal erkek tarafından defalarca canım acıtıldı. Lütfen şimdi bırak
beni. Omzumu acıtıyorsun.
Adam: Bu daha başlangıç…(Kızı bırakarak) Hem daha ayaklarımı bile görmedin.
Alice: Ayakkabılarını çıkardığını hiç görmedim. Cesur ol ve ayakkabılarını çıkar da
görelim ayakların neye benziyormuş. Ayrık parmaklı mı yoksa düztaban mı?
Adam: Eğer benimle gelirsen ve ruhunla birlikte bedenini de bana verirsen, bu
dünyadan isteyeceğin ufacık bir dilek bile kalmayacak. Bana kendini sun.
Alice: Bunu gerçek bir erkek olarak mı söylüyorsun?
Adam: Bunu gerçek bir şeytan olarak mı söylüyorum?
Alice: Eğer gerçek bir erkek olarak söylüyorsan, seninle gelirim ve sana sunarım
ruhumu, bedenimi… Bu küçük ve sıkıcı yerde, benimle evlenmek isteyecek bir
kişi bile duymadım. Fakirliğe çare bulmanın tek yolu da evlenmek… Ama
bilmeni istediğim önemli bir şey var. Benim çocuğum var ve onu asla tek
başına bırakamam.
Adam: Bir babası var mı peki?
Alice: Hayır, hiçbir zaman olmadı.
Adam: Bırak şimdi bunları… Sence yaptığımız o harika şey, günah mı?
Alice: Günahsa bile umurumda değil.
Adam: Böyle söylememelisin.
Alice: Burada, bu sıkıcı ve karanlık yerde yaşasaydın sen de böyle söylerdin. Ne
zaman mutlu olsam, ne zaman gülümsememle kendimi çok güzel hissetsem,
beni mutlu eden şeyin günah olduğunu söylüyorlar.
Adam: Londra’da günahın var olmadığına inananlar var. Herkesin kendine ait bir
inanışı ve dini var. Kimilerinin de yok. Yüksek sesle konuşabilen kadınlar bile
var. Sigara içip, tavernalarda bağıra çağıra lanet okuyan kadınlar… Onlara göre
aniden öfke duymak ve lanet okumak hatta şehvet duymak bile günah değil.
Kendilerini Tanrı zanneden bu kadınlar, Tanrıların günah işlemeyeceğini
bildikleri için, istedikleri herkese şehvet duygusu besleyebiliyorlar ve kendi
inanışlarına göre günah işlemiyorlar. O kadınlar ve tabii ki erkekler
birbirlerine, yaptıklarının cennetten gelen kutsal bir mutluluk olduğu yalanını
ve bunun asla günah sayılamayacağını bağıra çağıra söyleyip duruyorlar. Bu
tür önlenemez değişimler var ve ben buna inanıyorum.
Alice: Londra’ya gitmek ve onlarla olmak, onları uzun uzun dinlemek isterdim.
Adam: Fakat hemen sonra, Hollanda kilisesinin bile vaazlarına yol gösterici olan aziz
Calvin’i düşünüyorum ve tamamen lanetlendiğimi anlıyorum. Sonra yine
düşünüyorum ve diyorum ki eğer çoktan lanetlendiysem, lanetime yakışır
günahlar işlemeliyim. Fakat sonra yine düşünüyorum ve ölmekten çok
korktuğumu anlıyorum. Ölümden sonra gelecek işkenceleri düşünmek bile
istemiyorum. Ailem Katolik olduğu için yakılmıştı, ardından herkes Protestan
oldu. Sonra biri Protestan olduğu için yakılınca, keşke Katolik olarak
kalsaydım diye düşünmüştüm. Keşke Katolik olsaydım ve günahlarımı mum
ışığı ile uzaklaştırabilseydim. Bütün anlattıklarıma sırasıyla inanıyorum.
Hepsine birden ve tüm gücümle…
Alice: Beni Londra’ya götürebilir misin? Buraya ait olmadığımı hissediyorum.
Annem dışında hiçbir şeye… Ancak beni Londra’ya götürtürsen onu bile terk
edebilirim.
Adam: Şeytan tarafından gönderildiğime inanmıyor musun hala? Zaman zaman
şeytanın bana tamamıyla sahip olduğunu düşünüyorum. Sonra şeytanın var
olmadığını da düşünüyorum. Fakat sonra şeytanın beni, şeytanın var
olmadığına inandırdığını hissediyorum.
Alice: Eğer beni de götürmezsen, buradan asla uzaklaşmam.
Adam: Peki söylediğim her şeyi yapacak mısın? Buna beni inandırman gerekir. Tıpkı
efendisi olan şeytanın sadık hizmetkârı olan bir cadısı gibi…
Alice: Tıpkı efendisi olan kocasının sadık bir eşi gibi… Ve inan bana bu sadakat bir
şeytan için de yeterlidir, gerçek bir erkek için de…
Adam: Efendisi olan şeytanın cadılarının, şeytanın kıçını öptüğü gibi, kıçımı öper
misin?
Alice: Bize zevk veren her şeyi yapacağım. Cevabım tatmin etti mi seni?
Adam: İskoçya’da bir cadının yakılışına tanık olmuştum.
Alice: Gerçekten mi? Gerçek bir cadı mıydı? Yani gerçek olan cadılardan biri miydi?
Adam: O kadın yani o cadı yakıldı. Gözlerimin önünde. Cayır cayır…
Alice: Siyah yarasalar gibi ruhu dört bir yana dağıldı mı? Peki, şeytan gökyüzünü
karanlığa çevirdi mi? Cadılarla ilgili hikâyeler duymuştum. Hatta biri bizim
yanımızdaki köyde yaşıyor. Bazıları ona cadı diyor, ama bazıları da cadı
olduğuna inanmıyor. Fakat yapacak bir şey yok. Senin cayır cayır yanan cadın,
gece yarısı bir sopa ile uçuyor muydu? Onu uçarken gördün mü?
Adam: Onu cayır cayır yanarken gördüm.
Alice: Lütfen anlat. Yanarken ne söylüyordu?
Adam: Bence konuşamıyordu. Öfkeli kalabalık onu, ağızlarından köpükler çıka çıka
çoktan sorgulamıştı zaten. Bir çelik tel ile kafasını ve kollarını yerinden
sökercesine işkenceler yapılmış. Kocaman ve korkunç bir kazığa kadar onu
taşımak zorunda kaldılar. Tüm kemiklerinin kırık olduğu ve bu yüzden onu
taşıdıklarını anlamak zor değildi.
Alice: Ve sonra çevresini odunlarla mı kapladılar? Sıradan bir ateş yakılır gibi mi
yaktılar? Ben orada olsaydım kesin çığlık atardım. Ya da en azından ağlardım.
Adam: O da çığlık attı zaten.
Alice: Aslında o an orada olmayı çok isterdim. Fakat gözlerimi kapamam gerekirdi.
Sen gözlerini kapadın mı?
Adam: Hayır, her anını izledim.
Alice: Peki, gördüğün ateşler, ateşler içindeki o kadın ve yanık kokusu hoşuna gitti
mi?
Adam: Ben bile yapmış olabilirdim.
Alice: Beni de Londra’ya, İskoçya’ya, buradan çok uzaklara götür. Burada hiçbir şey
olmuyor. Her şey aynı…
Adam: Seni götürmemi mi istiyorsun?
Alice: Lütfen… Sana söz hiçbir sorun çıkarmam.
Adam: Bir fahişe… Bir fahişeyi de beraberimde sürükleme mi istiyorsun?
Alice: Ben fahişe değilim.
Adam: Ne olduğunu sanıyorsun? Kendini nasıl tanımlarsın peki? Sen sadık bir eş ya
da namuslu bir dul değilsin. Bakire de değilsin. O halde nasıl bir sıfat yakışır
sana? Söyle haydi. Ne olduğunu bilmek istiyorum.
Sessizlik…
Alice: Hemen gitme. Lütfen biraz daha kal.
Adam: Çok uzun zamandır buradayım zaten. Hem burası çok soğuk… Şeytan üşümeyi
sevmez. Ateşime geri dönmeliyim değil mi?
Alice: Benimle kal.
Adam: Defol git başımdan.
Alice: Yalvarırım kal. Biraz daha…
Adam: Uzaklaş ve beni rahat bırak fahişe.
Centilmen iter ve Alice yere düşer.
Alice: O halde durma. Dön şeytanına. Cehenneme kadar yolun var. Şeytanın pis,
iğrenç, kokuşmuş ayak takımı… Defol…
Adam: Bana lanet mi okuyorsun yoksa yanlış mı anladım? Lanetimin tadına bakmak
ister misin pis fahişe.
Alice: Seni iğrenç şeytan… Piç kurusu. Aptal, pis, kokuşmuş, çürük şeytan. Tanrı
belanı versin.
Adam: Fahişe… Git şeytana becerttir kendini. Pis fahişe. Lanetli fahişe. Cadı!
Alice: Geri dön… Özür dilerim. Yemin ederim seni bir daha lanetlemeyeceğim. Sen
de bela okuma. Lütfen…
Adam: Bana karşı daha nazik davranman gerekirdi.
Alice: Seni bir daha görebilecek miyim?
Adam: Ben istemedikçe olmaz.
Alice: Fakat seni yeniden görmek istiyorum. Seni nasıl bulabilirim?
Adam: Beni çağırman yeterli…
Alice: Nasıl? Nerede? Seni nasıl çağırabileceğimi söyle.
Adam: Lanet okumayı çok iyi beceriyorsun. Lanet okuyabilen kadın, şeytanı da nasıl
çağıracağını bilir.
Alice: Benimle oyun oynama. Sen elbette şeytan değilsin. Adın ne?
Adam: Lucifer. Ve tabii ki cehennemi Lucifer ile yöneten böcekler tanrısı Beelzebub.
Nasıl buldun?
Alice: Adını öğrenmek istiyorum. Gerçek adını…
Adam: Sevgili konulmuştu adım ve de tatlı elma derlerdi bana. Ta ki bebeğim, sen
bana şeytan diye seslenene kadar.
Alice: Sana bir daha şeytan demeyeceğim. Lütfen adını söyle. Geri dön.
Adam: Adımı bilmene gerek yok. Beni bir daha göremeyeceksin.
SAHNE 2
Jack ve Margery’nin evi…
Jack: Nehrin kenarındaki çimenlik, bizim için yeterince uygun. Oraya gidelim.
Margery: Ben de tepedeki geniş otlağın uygun olacağını düşünmüştüm.
Jack: Hayır diyorum sana. İnekler için çimenlik daha uygun.
Margery: Fakat Jack ya mısırlara ne olacak? Buğday ile dolup taşan geniş bir otlak…
Harika olmaz mı?
Jack: Adam iki yıldır kötü mahsul topluyor. Bu yüzden kirasını bile ödeyemiyor
unuttun mu?
Margery: Fakat onun inekleri yok Jack. Geniş otlak bizim için en uygun yer…
Jack: Ama her iki araziyi de alabilirsek.
Margery: Gerçekten mi? İkisini de mi alacağız?
Jack: Sahip olduklarımızın daha da, çok daha fazla artması gerekiyor ki gücümüz o
toprakları almaya yetsin.
Margery: Ve Tanrı’ya ışığını bize göndermesi için bir an önce dua etmeliyiz Jack.
Jack: Nehrin aşağısında biri mi var Margery?
Margery: Bakayım. Bu Alice. Ortalıkta aylak aylak dolaşıyor işte.
Jack: Annesinin kirayı nasıl ödeyebildiğine şaşıyorum doğrusu.
Margery: Küçücük, izbe bir kulübenin kirası çok olmasa gerek.
Jack: Onları bir gün kapı dışarı ederlerse ne olur, çok merak ediyorum.
Margery: Hala burada nasıl kalabildiklerini anlamıyorum. Jack, eğer hepimiz onlar gibi
yaşıyor olsaydık -Tanrı korusun- saygınlığımız yerle bir olurdu. Ve Alice…
Jack: Alice’i suçlamamak gerekir.
Margery: Alice’i suçlaman gerekir Jack. Hem bunda şaşılacak bir şey yok. Joan Noakes
gibi basit bir kadının yetiştirdiği de Alice gibi oluyor işte.
Jack: Eğer her iki araziyi de kiralayabilirsek, hasat zamanında bize yardımcı olacak
bir adam gerekebilir.
Margery: Bir yardımcı tutmaktan mı söz ediyorsun?
Jack: Nehrin aşağısındaki Alice değil.
Margery: Dolaşan Alice değilse… Küçük hanım Betty’mi yoksa? Yine kendi başına
oradan oraya yürüyüp duruyor.
Jack: Bütün bu arazilere sahip olmak uğruna bile, bu kızın babası olunmaz.
Margery: Bu harika bir fikir. Yardım için bir erkek tutmak…
Jack: Küçük Hanım bu tarafa doğru geliyor.
Margery: Ne yapacağız şimdi?
Jack: Saygılı ol.
Margery: Hayır, yani onu evine götürmeye ikna etmeli miyiz demek istedim. Bu kız
burası için yaratılmamış Jack. Herkes Küçük Hanım’ı hala odaya kapattıklarını
konuşuyor. Saatlerce, sus pus, öylece oturuyormuş.
Jack: Onu böyle başıboş görmek hoşuma gitmiyor Margery.
Margery: Ben onu gördüğüme sevindim. Jack… Küçükken kucağında ne kadar da sakin
otururdu hatırlıyor musun? Bizim gibi hayata bu kadar sert ve köşeli
bakmıyordu. Onun saçının kokusunu duymak için bütün öğleden sonrayı
yanında geçirirdim. Fakat artık bir çocuk değil. Hemen Küçük Hanım’ın
yanına gitmeli ve başının belada olup olmadığını kontrol etmelisin. Zaten evle
başı belada… Biz onu doğru yola çevirmek için elimizden geleni yapmalıyız.
Jack: Eğer içeri kadar girerse onu durduramam değil mi?
Bir süre beklerler ve Betty içeri girer.
Margery: Bayan Betty… Sizi görmek ne kadar güzel…
Betty: Sizi ineklerden süt sağarken izlemeye geldim.
Jack: Süt sağma işi çoktan bitti Küçük Hanım. İnekler de ahırda…
Betty: O kadar geç oldu mu?
Margery: Bence karanlık bastırmadan evinize dönmelisiniz.
Betty: Hayır, bunu yapmayacağım. Karanlıkta dışarıda olmak istiyorum. Hem daha
çok geç de değil. Hem bazen gündüz bile karanlık oluyor. Off. Yaz olsaydı
saatlerce dışarıda kalabilirdim.
Jack: Küçük Hanım… Eğer çiftliği görmek isterseniz, babanızdan, arazileri teftiş
edeceği bir sabah sizi buraya getirmesini rica edebilirsiniz.
Betty: Hoşlandığım yerlere gitmeme iznim yok.
Jack: Ben babanız için çalışıyorum, biliyorsunuz.
Margery: Küçük Hanım. Nehrin oradaki çimenliği, hayvanlarımız için almayı
düşünüyoruz.
Jack: Ve tepedeki geniş otlağı…
Betty: Eskiden burada her gün oyun oynardım. Değişen bir şey yok. Küçük Betty’nin
kupası hala sizde mi?
Margery: Bu kesinlikle doğru. Küçük Hanım’ın çok özel bir kupası var.
Betty: Bir gün saatler boyunca kırmızı ineği sağmaya çalışmıştım. Tam başardım
derken, gözüme süt kaçmıştı.
Jack: Maalesef kırmızı ineğimiz öldü Küçük Hanım. Ancak tam dört tane yeni
ineğimiz var ve siz bu inekleri daha önce hiç görmediğiniz.
Margery: Bizim ineğimiz geçen hafta öldü. Bu yakınlarda ölen üç ya da dört inekten
daha söz edildiğini duydum.
Betty: Keşke ölmeseydi…
Jack: Bir inek kaybetmek önemli değil Küçük Hanım. Daha fazlasına sahip olmayı
becerebiliyoruz.
Margery: Siz de daha iyisiniz galiba. Öyle duydum Küçük Hanım.
Betty: Ne?
Margery: Daha iyi bir gelecek için burayı terk edeceğiniz konuşuluyor.
Betty: Hayır. Yok öyle bir şey.
Margery: Daha dün bizim küçük Betty’mizin artık genç bir leydi olduğunu
konuşuyorduk ve kendi evinin hanımı olmasının zamanı…
Betty: Beni odama kilitliyorlar. O adamla evlenmeyeceğimi onlara defalarca
söylememe rağmen beni o odaya kilitleyip duruyorlar. Bunu biliyor muydunuz
peki?
Margery: Yani… Bir şeyler duymuşluğum var.
Betty: Ben de pencereden kaçtım işte.
Margery: Belki o adamla evlenmeniz sizin için daha güzel bir geleceğin kapısını
açacaktır Küçük Hanım. Herkesin tek umudu sizin mutlu olmanız. Ve herkes
düğünlere bayılır.
Betty: Margery, bu gece burada kalmama izin verir misin?
Margery: Aileniz sizin için endişelenebilir.
Betty: Kalabilir miyim? Lütfen Margery.
Jack: Size layık bir yatağımız yok maalesef Küçük Hanım.
Betty: Yol üstünde bir ağaç görmüştüm. Gelirken ona tırmanıverdim. Bütün arazi
ayaklarımın altındaydı. Nehrin diğer yakasını bile görebildim. İnanabiliyor
musunuz? O nehre doğru atlamak istedim. Uçmak istedim.
Margery: Küçük Hanım, dilerseniz evinize kadar Jack size eşlik etsin. Hava iyiden iyiye
kararmaya başladı.
SAHNE 3
Joan’ların evinde...
Joan: Alice?
Alice: Uyanmana gerek yok anne.
Joan: Bu havada bütün gece dışarıda kalırsan, üşütebilirsin.
Alice: Söylenip duracaksan, hiç kalkma.
Joan: Kiminle birlikteydin?
Alice: Uyandı mı?
Joan: Yok, fazla sesi çıkmadı.
Alice: Artık daha iyi uyuyor galiba. Hem kötü rüyalar da görmüyor.
Joan: Gel Alice… Akşamdan artan et suyu çorba var biraz.
Alice: Yemeyeceğim.
Joan: Gece yarılarına kadar oturuyorsun. Hiç de mutlu görünmüyorsun. Oğlunla daha
fazla vakit geçirmeyi neden denemiyorsun? Kimseyle konuşmadan ateşin
başında saatlerce oturabilirsin fakat yakında bizim yaşlı kedicik ekşi Tom’dan
başka konuşacak kimsen kalmayacak. Off… Ben dışarı çıkıyorum.
Alice: Dışarı mı çıkıyorsun?
Joan: Eğlenceli olurdu değil mi? Dışarı çıkıp ne yapacağım ki?
Alice: İstersen seninle vakit geçirebilirim.
Joan: Yaşlı bir bunak ile kim zaman öldürmek ister ki…
Alice: Seninle beraber bir şeyler yapabiliriz.
Joan: Yaşlı ve bunamış bir kadın, bu soğukta ne yapabilir ki?
Alice: Biraz çorba ister misin?
Joan: Bu kez kiminle birlikteydin? Tanıdığım biri mi bari?
Alice: Anne… Kendimden nefret ediyorum. Bıktım usandım artık.
Joan: Eğer ikimizin de bir kocası olsaydı, daha mutlu olabilirdik.
Alice: Sen kesinlikle daha mutlu olmazdın anne. O öldüğü için memnun olduğunu
söyleyip duruyorsun. Seni öldüresiye dövdüğü günleri unuttun mu?
Joan: Daha çok yiyeceğimiz oluyordu. Bu da bir şey…
Kimsenin Şarkısı
Sabah uyandım
Çarşafta kan vardı
Sokaklarda dolandım
Ve bütün kadınlara baktım
Ama kimse bununla ilgili şarkı söylemiyor
Ama bu hep oluyor
Hayatımı değiştirebilseydim
Mutlu olabilirdim
Eğer herkesin hayali olsaydı hayatın senin
Bunu değiştirmek ister miydin
Ama kimse bununla ilgili şarkı söylemiyor
Ama bu hep oluyor
Joan: Bana birazcık maya ödünç verip veremeyeceğini sormaya geldim. Ben de hiç
kalmadı. Son mayayı da az önce tükettim. Evde hiç ekmek de kalmadı ve
düşündüm ki Margery… Birazcık ekmek ve belki biraz da bira mayalamak iyi
olabilir. Sonra maya almaya gittim ama maya kalmamıştı. Bunu kim hayal
edebilir ki zaten? Hiç maya yok Margery.
Joan: İki küçücük ekmek için fazla maya gerekmez. Senin gibi iyi bir adamla evli
olup, muhteşem hayatı olan bir kadının… Ve çok güzel ve verimli arazileri…
Ve beş ineği… Ve aynı zamanda üç domuzu… Ve en güzeli elma şarabı
yapmaya yetecek kadar elması olan… Ve rahatı yerinde bir kadının… Tanrı
seni kutsasın Margery… Komşusu olan yaşlı bir kadından ufacık ekmekler
yapması için küçücük bir mayayı esirgemesi söz konusu olamaz değil mi? Bu
yaşlı kadına bir garezin yoktur değil mi Margery?
Margery: Durumun o kadar da kötü değil Joan Anne. En azından papazın bölgesinde
değilsin.
Joan: Eğer papazın bölgesinde yaşıyor olsaydım en azından karnım doyardı. Bana
yardım ederlerdi ve bir maya kırıntısına bile muhtaç olmazdım. Hem Tanrı
onları kutsardı hem de senden hiçbir şey istemek zorunda kalmazdım Margery.
Elimde avucumda hiçbir şey yok anlamıyor musun?
Joan: Eğer benim yaşadığım hayatı yaşıyor olsaydın Margery, inan bana içmek
hayatının bir parçası olurdu. Ama Tanrı’ya şükür ki sen benim hayatımı
yaşamıyorsun. Ve şimdi nazik ve yardımsever bir kadın olarak bana şu maya
kırıntılarını ver. Hemen…
Joan: Mayan olduğunu çok iyi biliyorum. Gözlerim yeterince görmeyebilir ama
etrafımda dönen dolapları göremeyecek kadar da kör değilim. Sen çok soğuk
ve çekilmez bir kadınsın ve öldüğün zaman kilisede senin için dua edecek bir
tane bile arkadaşın olmayacak. Eğer şu lanet maya kırıntılarını vermiş olsaydın,
bu yaşlı kadına yardım ettiğin için herkes sana dua edebilirdi Margery.
Margery: Beni lanetleyen kimse yok. Bunu çok iyi biliyorum Joan Anne. Seni buram
buram içki kokan, ayyaş bunak… Şimdi mandıramdan çık dışarı. Hemen…
Her gün buraya gelip dilenmenden ve gizlediğini sandığın hırsızlıklarından
bıktım usandım artık.
Margery: O aptallar abidesi ahmak kedin de buraya gelip kaymaklarımdan çalıyor. Hem
de her gün… Aynı senin gibi… Derhal mandıramdan dışarı çık.
Joan: Böyle konuştuğun için pişman olacaksın Margery. Her zaman arkadaşın
olmaya çalıştım, fakat bundan sonra -göreceksin ki- arkadaşın olmayacağım.
Margery: Çalışmak zorundayım. Dışarı çık ve beni rahat bırak. Tereyağ yapmam lazım.
Seninle mi uğraşacağım. Zaten bir sürü işim var.
Joan: Seni lanetliyorum. Şeytan seni de, erkeğini de ve hatta arazilerinizi de ve lanet
yağınızı da ve hatta mayanızı da ve biranızı da, ekmeğinizi bile ve elma
şarabınızı da ve hatta hatta o mendebur, soğuk suratınızı da cehenneme
sürükleyecek Margery.
Margery: Gel yağ gel… Gel yağ gel… Johnny yağlı kek ister. Bekler de bekler. Gel yağ
gel… Gel yağ gel… Johnny kapıda oturup keki ister. Bekler de bekler. Gel yağ
gel… Gel yağ gel… Gel yağ gel… Gel yağ gel… Gelmiyor bir türlü işte.
Delireceğim.
Jack girer.
Jack: Ne demek gelmiyor? Hala olmadı mı? Çok tembel bir kadın olduğunu
biliyorsun değil mi? Zaman çok kötü zaten. İşler bir türlü yoluna girmiyor.
Küçük siyah ineğin de durumu hiç iyi değil.
Margery: Tereyağ bir türlü olmuyor. Joan Anne “tereyağının cehenneme kadar yolu var”
dedi.
Margery: Gel yağ gel… Gel yağ gel… Gel yağ gel… Gel yağ gel… Joan Anne yine
dilenmek ve bir şeyler ödünç almak için geldi. Çok fakir olduğu zamanlarda
ona muazzam bir kâsenin içinde, birazcık yumurta vermiştim. O kâsem bile
onlarda hala. Bir de ona karşı nazik olmadığımı söylüyor. Bilmem kaç yıldır
çok iyi bir komşu oldum onlara. Karşılığında ne istedim, hiç… O kâseyi ondan
geri almalıyız. Jack, duyuyor musun beni? Joan Anne’nin evine git ve kâsemi
geri al. At nalını kızdırıp, yağın olması için sütün içine atarız.
SAHNE 5
Joan’ın evinin dışı…
Susan: Erkekler hakkında sürekli konuşman doğru değil.
Alice: Ne yaptığını gayet iyi biliyordu.
Susan: Birkaç ay içinde onun gerçekte ne yapmak istediğini sen de anlayacaksın.
Alice: Hayır, bu asla olmayacak. Şifacının içirdiği büyülü iksir her şeyi çözecek.
Susan: Birden fazla iksir alman gerekirdi. Off… Benim için de bir iksir gerekiyor
artık.
Alice: Yine mi? Biliyor mu?
Susan: O bunu çok istiyordu. Olduğu geceyi gayet iyi hatırlıyorum. “Nihayet güzel bir
çocuk geliyor, ne dersin” demişti bana.
Alice: Ve sen ne demiştin?
Susan: Şeytan götürsün onu.
Alice: Bunun üzerine o ne dedi?
Susan: Küfür etmemden hoşlanmıyor.
Alice: Fakat bebeğin daha bir yaşına bile basmadı.
Susan: İki hafta geciktim. Bu demek oluyor ki…
Alice: Daha bebeğin sütten bile kesilmedi.
Susan: Bir büyüğü içime düştüğünde de oğlum sütten kesilmemişti.
Alice: Şifacı kadına görünecek misin?
Susan: Ne için?
Alice: İyi bir ebedir, biliyorsun.
Susan: Bir ebeye ihtiyacım yok. Annem daha hayatta… Her neyse… Bunları
düşünmek istemiyorum. Sonuncuda az kalsın ölüyordum. İki gün boyunca
hayatta kalmaya çalıştım. İnanabiliyor musun?
Alice: Git ve şifacı kadın ile konuş. Sadece görünsen yeter.
Susan: Ne için dedim sana?
Alice: Sana şüphelerin hakkında doğruyu söyler en azından.
Susan: Kesin. Biliyorum. Hamileyim.
Alice: İstersen sana bir büyü bile önerebilir. Belki de bir iksir ile seni hemen
kurtarabilir.
Susan: Diyorlar ki, kadınların yaşadığı acıların kaynağı, bu şifacı kadının
günahlarıymış. Günah çıkarmaya kiliseye gittiğimde, bana bu günahı dünyaya
getiren Havva’yı düşünmem gerektiğini söylediler. Kadınların erkekleri nasıl
cezp ettiklerini, baştan çıkardıklarını ve Havva’nın Tanrıya karşı
sorumluluğunu, acı çekerek doğurduğu çocuğunda nasıl yerine getirdiğini
düşünmeliymişim. Eğer acıdan kaçmaya çalışırsak, Tanrı’yı da karşımıza
alırmışız.
Alice: Bedenimden nefret ediyorum.
Susan: Böyle söylememelisin. Tanrı seni çektiğin acının sonunda oğlunla müjdeledi.
Alice: Her ay kanıyoruz. Bundan kaçışımız yok. Hastalanıyoruz ve her tarafımız
kocaman oluyor. Bu dayanılmaz acılardan da kaçış yok. Yaşlanana kadar bütün
bunlardan asla kaçışımız olmayacak ama yaşlanmak daha da feci bir durum.
Yaşlı annemin giysilerini değiştirmesine tahammül edemiyorum. Eğer bir
erkek olsaydım, Londra ya da İskoçya’ya giderdim ve bir daha asla geri
dönmezdim. Çalılıklara bir kız atardım ve yoluma kaldığım yerden devam
ederdim.
Susan: Şifacı kadına aslında senin gitmen gerekiyor.
Alice: Ne için?
Susan: Büyü…
Alice: Ne büyüsü?
Susan: Onu sana geri getirecek olan büyü…
Alice: Onu istediğimi de kim söyledi?
Susan: Daha önce hiçbir yerde görmediğin kadar harika bir erkek sanırım. Seni bu
hale getirdiğine göre buradakilere hiç benzemiyor olmalı.
Alice: Karanlıktı. Tekrar hatırlayabileceğimi bile sanmıyorum.
Susan: Nasıl göründüğü değil, sana neler hissettirdiği önemli değil mi?
Alice: Sana şunu söyleyebilirim ki bunu tekrar yapabilirim. Arazinin içinde uzun bir
yürüyüş yapabilir ve onu daha önce bulduğum yerde tekrar bulabilirim.
Canımın istediği zaman sahip olacağım bir erkek hayal ediyorum. Böyle
gecelerden birinde, kötü niyetli bir adamla karşılaşmamak için dua etmeliyim.
Susan: Ama evlenmek istemediğini söyleyip duruyorsun.
Alice: Elbette evlenmek istemiyorum. Kendine hiç uzaktan baktın mı? Seni
evlendikten sonra ve bu haldeyken kim arzular ki…
Susan: Kocam beni dövmüyor ama…
Alice: Kocan seni dövmüyor ama…
Susan: Bir kere ben senden daha iyi durumdayım. Bence ortada yanlış ya da kötü bir
şey yok.
Alice: Üç çocuk ve galiba iki… Hayır, tam üç tane kanlı ve sancılı düşük… Ama sen
benden iyi durumdasın. En azından dayak yemiyorsun.
Susan: Hiç kimse seninle evlenmek istemiyor çünkü burada herkes seni tanıyor.
Evlenmek istemediğini söylerken aslında seninle evlenecek kimseyi
bulamadığını söylemek istiyorsun. Kimse senin etrafında evlenmek için
dolaşmıyor çünkü herkes Alice’i tanıyor.
Sırt sırta dönerler. Jack bir süredir arkada oyalanmaktadır. Şimdi Alice’e doğru yanaşır.
Jack: Seni görmeye geldiğimi sanıyorsan yanılıyorsun.
Alice: Öyle olduğunu hiç düşünmedim.
Jack: Düşünsen iyi edersin Alice.
Alice: Neden?
Jack: Nedenini biliyorsun.
Alice: Buraya annemi görmeye geldin, değil mi?
Jack: Evet, annenle halletmemiz gereken ufak bir mesele var. İşte bu yüzden buraya
geldim.
Alice: Buralarda bir yerde olmalı. Gidip çağırayım.
Jack: Yok canım, acele etmene gerek yok. Birazcık beklemekten zarar gelmez. Hiç
konuşmuyorsun ama…
Alice: Konuşacak bir şey yok.
Jack: Ha unutmak üzereydim. Sana ufak bir hediye getirdim.
Jack Alice’e iki tane elma verir.
Alice: Teşekkür ederim ama bunları niye getirdin?
Jack: Sana göre yeterince yakışıklı değilim diye mi istemiyorsun beni?
Alice: Başım belaya girsin istemiyorum.
Jack: Alice… Kimse bilmeyecek. İnan bana.
Alice: Eğer yeterince yakışıklı olmadığını söylersem, peşimi bırakacak mısın?
Jack: Alice lütfen. Seninle ilgili hayallerim var.
Alice: Sen evli bir adamsın, hatırlatırım.
Jack: Karımla aram iyi değil. O iş de olmuyor. Yapamıyorum. Yalnızca seni hayal
ettiğim zaman ya da şimdiki gibi seninle konuştuğumda…
Alice: Anne. Burada seni görmek isteyen biri var.
Jack: Alice… Acı bana yalvarırım.
Alice: Anne. Duymuyor musun? Birazdan seni görmek için dışarı çıkar.
Alice uzaklaşır ve Joan içeri girer.
Joan: Ne vardı?
Jack: Kâsemizi geri almaya geldim.
Joan: Kâse? Hangi kâse?
Jack: Yaşlı cadı. Hatırlamıyormuş gibi yapma. Karımın sana acıyıp içine yumurta
koyduğu kâse…
Joan: Haaa… Sen kâseyi soruyorsun. O aptal kâseyi sana geri vermeyeceğimi mi
sanıyorsun. Kâsenizi çaldığımı mı düşünüyorsun? Daha önce hiç size ait bir
şeyi sakladım ya da çaldım mı? Kâseni getirmeye gidiyorum… Artık o aptal
kâseni tepe tepe kullanabilirsin.
Jack: Çabuk ol yaşlı bunak. Bir an önce getir o kâseyi yoksa kocaman ellerimin
tadına bakarsın.
Joan çıkar. Alice girmiştir.
Alice: Anneme neden böyle kaba davranıyorsun?
Jack: Benimle konuşma. Kasemi alıp gideceğim zaten.
Alice: Bir daha da geri dönme.
Jack: Alice… Seninle aramın iyi olmasını istiyorum. Bak, ben fakir bir adam
değilim. Oğlun için ve senin için bir şeyler yapabilirim.
Alice: Cehenneme kadar yolun var.
Joan geri döner.
Joan: Al kâseni ve şeytanlarla beraber evini yolunu tut Jack. Umarım benim içinde
bulunduğum cehennemden daha büyüğü ile cezalandırılırsınız.
Jack: Benimle bir daha böyle konuşursan boynunu kırarım yaşlı bunak.
Joan: Bana elini mi kaldırıyorsun korkak Jack. Hemen indir o elini. Şeytanlar elini
koparıp önüne düşürsün ahmak herif.
Alice: Cehennemine dön pis herif.
Jack sinirle çıkar.
Joan: Cehenneme kadar yolları var. Bu adamı oldum olası sevmedim. Karısı olacak
zebaniyi de…
Alice: Sen bunları düşünme anne. Düşünerek zaman harcamaya bile değmez. Haydi,
ateşin önüne git de biraz kemiklerin ısınsın.
Joan çıkar. Susan ve Alice yeniden baş başa kalır.
Alice: Hiç kimse annemden hoşlanmıyor. Galiba kimsenin beni istememesinin en
büyük nedeni bu…
Susan: Az önce söylediklerimden dolayı bağışla beni Alice.
Alice: Şifacı kadına gitmenin tam sırası Susan.
Susan: Aşk büyüsü için mi gideceksin?
Alice: En azından harekete geçmeli değil mi? Beklemekten ve hayal ettiklerinin
olmasını düşlemekten daha iyidir. Büyü yaptırsaydım hemen şu anda karşımda
belirmesini isterdim. Ona istediğim her şeyi yapabilirdim. Susan… Sen de
gelecek misin?
Susan: Seni yalnız bırakmamak için geliyorum ama… Bu arada benim sıkıntımdan da
gizlice bahsedersin olur mu? Yani… Bir zararı olmaz.
Doktor
Toprak sahibinin evi… Betty bir sandalyede elleri ayakları bağlı oturmaktadır… Doktor
Betty’nin kolunu kanatmak üzeredir.
Betty: Beni neden bağladınız? Kan kaybından ölmek üzereyim. Neden kanıyorum?
Çünkü delicesine bağırdım değil mi? Peki neden bağırıyordum? Çünkü
gerçekten kötüydüm. Peki, neden kötüydüm? Çünkü bir zamanlar mutluydum.
Peki, neden mutluydum? Çünkü tek başıma her şeyden kaçabilmiştim. Peki,
neden çığlık atıyordum? Çünkü çok kötüydüm. Neden o kadar kötüydüm?
Çünkü sıkıca bağlanmıştım. Peki, neden sıkıca bağlanmıştım? Çünkü çok
mutluydum. Neden o kadar mutluydum? Çünkü çığlık atıyordum.
Doktor: Histeri kadınsal bir zayıflıktır. Aşırı kan kaybı insan bünyesinde dengenin
kaybolmasına yol açar. Her ay açığa çıkan zararlı gazlar beynin içine işler ve
hastaların gerçek duyguları dışında hareket etmesine neden olur. Kan akışı, bu
karmaşık durumundan seni kurtaracaktır. Bu gece arınacak ve iyileşeceksin.
Yakında evlenmeye bile hazır hale gelebilirsin.
Doktor
Evet yapabilirsin
Evet yapabilirsin
Jack bırakır.
Jack: Ver o halde. Haydi, bekliyorum.
Susan: Biraz sakin ol Jack. Baksana hareket bile edemiyor. Rahat bırak onu.
Jack: Aaaaahhh geri geldi. Teşekkürler Alice. Bu zamana kadar senin cadı
olduğundan emin değildim. Ama artık eminim. Yaşasın.
Jack gider.
Alice: Bir şey yok. Delirmiş. Offf boynum Susan. Her yerim ağrımasa gülmekten
ölebilirdim.
Susan: Dokunma bana… Bir cadının bana dokunmasına asla izin veremem.
SAHNE 14
Meydan
Bellinger: Aranızdan herhangi birinin, bir kadının cadı olduğu hakkında endişeleri varsa,
derhal belediye binasına gitmeli ve şikâyetini dile getirmelidir. Büyük bir
memnuniyetle duyururuz ki, kasabanın dört bir yanında dolaşarak, yaklaşık
otuz cadı kadını astıran ünlü cadı avcısı ayağımıza kadar gelmiştir. Bu meşhur
cadı avcısı, kadınların gerçekten cadı olup olmadıklarını anlayacak ve yaptığı
deneylerle kafanızdaki şüphelere son verecektir. Herhangi birinizin bir kadının
cadı olduğuna dair şüphesi varsa, belediye binasına…
Margery: Tereyağımız onun yüzünden bir türlü olmuyor.
Jack: İneklerimizi öldürdü.
Margery: Kafamın içine ağır darbeler indirdi.
Jack: Ellerime lanetler yağdırdı. Bakın ne hale geldi.
Margery: Mideme dayanılmaz ağrılar soktu.
Jack: Aletime büyü yaptı.
Margery: Sidiğimi kaynatırken çıka geldi.
Jack: Ondan kan akıtılabilirse, elim de normale dönecektir.
Margery: O darmadağın ve bitli saçlarını yakalım.
Jack: Ve Susan… Zavallıcık… O cadının kızının arkadaşı… Delicesine çığlıklar
atıyor ve durmadan ağlıyormuş. İki gündür hiç konuştuğu görülmemiş.
Margery: Susan’ın mavi bir bebeği olmuş ve tüm uzuvları büklüm büklümmüş. Sonra da
o yaratık ölmüş.
Jack: Bir oğlan onlara taş fırlattıktan sonra “cadı, bunlar cadı” diye bağırıyordu.
Daha sonra öğrendik ki, oğlan iğne ve saman kusuyormuş.
Margery: O iğrenç kokuşmuş kedisi de işin içinde, her akşam onla yatıyormuş. İnsanların
mandırasına gönderip bir şeyler çaldırıyormuş.
Margery: Dün geceki fırtınayı hatırlayın. Kocaman bir ağaç yola devrildi. Tertemiz ve
berrak bir havada sizce kim böylesi bir fırtına çıkarabilir?
Packer: Bana ihtiyaç duyan bu sadık kullarının yanına beni sürüklediği için, Tanrıya
minnetlerimi sunuyorum. Kaderimi yaşıyorum ve bunun için binlerce kez
şükürler olsun. Hiçbir şeyden korkmayın evlatlarım. Duyduklarım beni
derinden yaraladı. Çok büyük felaketler atlatmışsınız. Ancak unutmayın ki
şeytan, sadık dindarlara asla yanaşamayacaktır. Tanrının adaleti için buraya
çağırıldım ve Tanrı tarafından bana gösterilen cadı avlama yöntemlerini
uygulamaya geldim. Şeytan, cadıların bedenindeki acıya duyarsız yerlerde
yaşar. Eğer o yeri bulup iğne sokarsanız, hiç acımaz ve hiç kanamaz. Cadı da
hiçbir şey hissetmez.
Packer and Goody, Joan’ı alırlar, Packer eteğini kaldırıp bacaklarına iğne sokarken Goody
Joan’ı tutar. Bütün bunlar olurken Joan lanetler okuyup bağırır. Packer ve Goody onu taciz
eder. Yüksek bir çığlık kopar ve karmaşa olur.
Goody: Sabit dur bunak cadı. Artık şeytan sana yardım edemez. Onu çağırman da
hiçbir işe yaramaz. Yaşına göre oldukça güçlüsün ama biliyorum ki bu şeytanın
gücüdür. Görüyor musunuz? Şeytanın gücü bu bunağın içinde… Durduğun
yerde dur, seni iğrenç pis cadı.
Packer: Kapa çeneni cadı. Sana ne yaptığımızı söyleyeceğimizi mi sandın? Ah, ah…
İşte şeytan burada… Bu yaşlı cadının içinde… Kan akıyor. Kan… Nasıl da
akıyor. Nerede saklıyorsun şeytan? Aaa, bu kadının şeytanı sakladığı bölgesi
neresi? Ama merak etme, seni bulacağız. Seni mutlaka ortaya çıkaracağız iblis.
Joan: Cehenneme kadar yolunuz var. İsa yalvarırım kurtar beni. Canımı
yakıyorsunuz. Ahhh… Bırakın beni lanetli şeytanlar. Ah Tanrım. Dayanacak
gücüm kalmadı. Pis şeytanlar. Şeytan sizsiniz. İblisler, cehenneme sürüklesin
sizi.
Packer: İşte burada, işte burada hiç kan yok, Goody Haskins. İşte burası... Şeytanı
sakladığı bölgesi burası… İşte seni bulduk şeytanın dölü.
Goody: Pis yalancı nasıl da canı acıyormuş numarası yapıyor.
Packer: Bunu asıyoruz, bir kenarda bekletin. Sorgulamamız gereken daha çok cadı var.
Bir sonrakini getir, Goody.
Goody Alice’i getirir. Packer ona yardım eder. Alice’in eteğini başına geçirip onu
iğnelemeye başlarlar. Alice bağırmamaya çalışır.
Goody: Neden bu kadar çok kan akıyor?
Packer: Şeytanın kurnazlığı olsa gerek.
Goody: Çok fazla da ağlamıyor. Demek ki acıyı hissetmiyor.
Packer: Neresi? Şeytanın saklandığı noktayı bulduğumu mu düşünüyorsun? Hangi
bölge? Neresi? İşte burası olabilir. Tam burası. Yine bulamadım. Yine kan
akıyor. Ne kadar yorucu bir işimiz var değil mi? Bunu da bir kenara ayır. Belki
diğer cadılar, onun cadı olduğunu doğrular da yaptığımız işten emin oluruz.
Packer: Eğer aranızda bu kadının neden cadı olabileceğine dair bir şeyler bilen varsa
Tanrı’nın adına konuşması için onu göreve çağırıyorum. Bu gerçeği
gizleyenler, büyücülüğün pis ve lanet suçluluk duygusu ile cezalandırılacaktır.
Jack: Tanrıya şükür ki böylesi bir cezadan son anda kurtuldum. Bana neler yapardı
kim bilir…
Susan: Şeytanla buluştuğunu söylemişti. Siyahlar giyinmiş bir adam gibi görünen bir
şeytanmış. Gece yarısı o şeytanla buluşmuş ve şeytan ona çok kötü şeyler
yapmış. O da şeytanla çok kötü ve ağza alınamayacak saatler geçirmiş. O siyah
giyimli şeytanla buluştuğu geceden beri kendini kaybetmiş gibiydi. Tekrar
şeytanla bir araya gelmek için can atıyordu. Beni bir şifacı kadına götürdü.
Rahmimdeki bebeğimi öldürmek için bana iksir içirdiler. Bebeğim paramparça
oldu. Ve şifacı kadın, şeytani gücüyle Alice’i etkiledi ve ona herkesin
öğrenemeyeceği şeyleri öğretti. Artık Alice’in de gizli güçleri vardı. Ve Alice
bir cadı olduğu için şeytani güçleri nasıl kullanması gerektiğini çabucak
öğrendi. Ve şifacı kadın ona şeytanı çağırması için bir şeyler verdi. Ve o
şeytanı çağırmaya başladı. Çamurdan büyülü bir bebek yaptı. Ve ona defalarca
iğneler batırdı. Ve o çamurdan bebeğin şeytan olduğuna beni inandırmaya
çalıştı. Ama o şeytan değildi, benim bebeğimdi. Ertesi gün bebeğim hastalandı,
masmavi kesildi ve eklemleri büklüm büklüm oldu. Sonunda öldü. Ve onun
yüzünü bir daha asla görmek istemiyorum.
Packer: O şifacı kadın, duyduğum en şeytani cadılardan biri olmalı… Zarar veren
cadılardan herkes nefret eder fakat cadılar, şifacı kadınlara gidip, yardım
isterlerken, şeytanın kontrolüne istemeden de olsa girerler. Eğer bu mikrobu
durdurmazsak bütün ülke bu şeytani oyundan etkilenecek. Evet, bütün cadılar
ölümü hak eder. Ama şifacı cadılar en kötü ölümle cezalandırılmak zorundadır.
Yüce Tanrım, krallığını şeytanın kontrol etmesine izin verme. Ve sen evladım,
sen bu şifacı cadıya gittin ve rahmindeki çocuğu paramparça ettin ve bu ağır
bedelleri olan bir günahtır. Ve sen o büyülü çamurdan bebeğe büyülü iğneler
batırırken de oradaydın ve kendi çocuğunun ölümüne rıza gösterdin. Değil mi?
Susan: Hayır ben yapmadım. Ben razı gelmedim. Ben karşı çıktım. Bakın, ona hiçbir
zaman zarar gelmesini istemedim. Bazen öfkeli olurdum ve ağlarken ona lanet
okurdum ama asla onun için kötü hiçbir şey düşünmedim. Eğer zamanı tersine
çevirebilseydim onu çekip alırdım. Onun üzülmesini istemiyorum. Ona zarar
vermeyin.
Packer: Beddualarını, lanetlerini geri alamazsın. Onu ölüme sürükledin. Sen çocuğunu
öldürdün. Başka neler yaptın? Şaşırmış gibi bakma öyle. Nasıl olsa
konuşacaksın. Bebeklerine nasıl iğne batırdıysan biz de sana öyle iğne
batıracağız.
SAHNE 15
Meydan
Goody Susan’ı getirir, Packer eteğini açar.
Goody: Bu dünyada Henry Packer’ın üstüne cadı avlayabilen kimse yoktur. Bugüne
kadar yazılmış bütün kitapların ağzından konuşabilir fakat Henry Packer
bundan daha fazlasıdır. Bütün inanışları öğrenmiş ve dünyayı bu inanışların
rotasında dolaşmıştır. Henry Packer der ki “İngiltere’de büyücülüğün çok fazla
yaygın olmasının nedeni, İngiltere’nin büyücülüğün karanlık gücü karşısında
zayıf ve narin kalıyor olmasıdır”. İnanabiliyor musun? Zayıf ve narin
İngiltere… Henry Packer, cadıları bir bakışta tanıyabilir. Ne kadar ilahi bir güç,
değil mi? Avrupa ve İskoçya’da o pis cadılar avlanıp, asılıp, yakılıyorlarmış.
Eğer suçlarını itiraf etmezlerse canlı canlı yakıldıkları bile oluyormuş. Burada
İngiltere’de ise sadece asılıyorlar. İngiltere’de cadı avlama yöntemleri henüz
diğer ülkelerin seviyesine ulaşamadı maalesef. Diğer gelişmiş ülkelerde sanığın
önce giysileri çıkarılmakta, sonra da tırnak sökme, çarmıha germe, kemik
kırma, susuz bırakma, dayak atma gibi yöntemler kullanılmakta… Onların
“kelebek” adı verdikleri parmakları sıkıp, tırnakları yerinden söküp atan ve
ortalığı bağrışmalar ve kan gölü ile donatan icatları varmış. Ayrıca kadınları
çırılçıplak bıraktıktan sonra, ayaklarından astıkları ve beynine kan gitmeye
başlayana kadar salladıkları ve ağzından kan gelince, cinsel organlarından
testere ile kesmeye başladıkları bir makineleri de varmış. Ya da bazen
ellerinden ve ayaklarından bağlayıp onları çekip uzattıkları raylı sistemleri…
Bazen dizleri ve ayak bilekleri birbirine bağlanır ve diz üstü oturtulup,
bacaklarındaki en küçük kemik paramparça olana ve içindeki tüm ilikler kan ile
boşaltılana kadar sıkıca ezilirmiş ve o kanlarla cadı temizlenene kadar, bu
arınma devam edermiş. Bazen parçalanıyorlar ya da ölüyorlar tabii… Bu da
işin doğası… Bu duruma gelmiş bir cadının, suçunu itiraf etmemesi kaçınılmaz
oluyor. İngiltere’deki cadı avlama yöntemlerimiz sıradan ve kusursuz değil ve
sonucu kısa sürede alamıyoruz. Ancak Henry Packer gibi üstatlar oldukça,
bizim yolumuz onların bilgisi ışığında aydınlanacaktır. Henry Packer ve bilgisi,
en azından 20 shilling (Şili-Eski İngiliz gümüş parası) eder. Ben de aynı ücreti
alıyorum çünkü ısrarım sonucunda yumuşak kalbi dayanamıyor. Bazı çatlak
sesler de çıkmıyor sanmayın. “Bu ücretle bir inek alabiliriz ve sadece bir cadı
avlamak için size neden bu kadar parayı verelim?” Ben de o zaman diyorum ki
“bir cadının size nelere mal olabileceğini düşünün”. Belki 1 ya da 2 pound
eden ineğinizi anında öldürebilir ya da 4 pound eden atınızı öbür tarafa
yollayabilir ya da bütün bunların dışında domuzlarınızı ve koyunlarınızı, birkaç
shilling zamanı kadar sürede yok edebilir ya da 6 penilik tavuklarınızın tüm
tüylerini didik didik edebilir. Bir de eklemem gerekir ki, yatacağımız hana
ödenecek 2 poundcuk ücret var ama tüm bunların karşılığında öylesine büyük
bir tasarruf ediyorlar ki… Aniden gelen ölüm ve hastalık tehdidine karşı
korkusuzca yaşamlarına devam ediyorlar. İşimizin garip göründüğünün
farkındayım ama cadı avcılığı bana bu dünyadaki en büyük nimetleri bir arada
sunuyor; hem maddi, hem manevi tatmin… Evde dul annemle yaşamaktan
daha iyi bir hayat değil mi? Ülkeyi pisliklerden temizleyerek ben de temiz ve
sağlıklı kalıyorum. Böyle muhteşem ve profesyonel bir adamla çalışmak benim
için bir onurdur.
SAHNE 16
Ellen’ın Kulübesi
Betty: Artık buraya gelmemeyi düşünüyorum. Çok korkuyorum. Benim de cadı
olduğumu düşünebilirler.
Ellen: Yüzüme karşı bunları söyleyecek kimse çıkmadı daha, sen merak etme tatlım.
Betty: Fakat ben bunu istemiyorum. Sadece beni rahat bırakmalarını istiyorum. Ne
istediğimi senden iyi kimse bilemez.
Ellen: Niçin yalnız kalmak istiyorsun? Hayalin, bir gün benim gibi olmak mı tatlım?
Hem beni cadılık dedikodularından kurtaracak bir doktorum bile yok. Yalnız
kalabilmeni sağlayacak ve şansını yeniden kazanacağın tek yol, zengin bir
beyefendi ile evlenmektir çünkü o zengin adamlar hiçbir şey yapmayan bir
karılarının olması ile övünüp dururlar. Kocaman evleri vardır; gül bahçeleri ve
içinde alabalık olan yapay nehirleri de… Onlar sadece bu resmi tamamlayacak
bir eş isterler. Eş olma görevini de senden daha iyi yapacak kimse yoktur
tatlım. O yemyeşil çimlerin üzerine oturursun ve şarkılar söylersin ve akşam
yemeği vakti gelince üzerini değiştirmeye gidersin. Hayatta yapabileceğin en
iyi şey, o zengin adama yapacağın kadınlıktır. Senin için en iyisi bu. Hayattan
başka ne isteyebilirsin ki? Fakir biriyle evlenip bütün gün çalışmak mı? Ya da
böyle devam edip istenmeyen bir ucube gibi yaşamak mı? Bu hiç güvenli değil.
Kızlar genellikle senin hissettiğin gibi hisseder… Çok kısa bir süre boyunca
böyle hissetmeye devam ederler. Sonra bu kötü duygular geçip gider tatlım.
Bunu sakın unutma.
Ellen: Merak etme, her şey geçecek tatlım. Sen de kısa bir zaman sonra evlenecek ve
çocuklarına cadılar hakkında duyduğun masalları anlatacaksın.
Ellen: O masmavi sulara atılmayı isteyebilirim sizden. Siz de dersiniz ki, saf su kötü
bir cadıyı içinde barındırmaz. İsa’nın vaftizi onuruna su cadıyı dışarı atıverir.
Bir kadın suyun üzerinde kalıyor ve yüzüyorsa, o kadın aşağılık bir cadıdır,
değil mi? Eğer o kadın suyun dibini boylarsa, sizin tarafınızdan serbest bırakılır
çünkü o kadının masumiyeti kanıtlanmıştır. Beni de o buz gibi suya atsanız
batabilirim. Herhangi bir aptal o suyun dibini boylayabilir. Buradaki mesele
boğulmadan dalmayı becerebilmekte… Ama onlar seni sudan dışarı çıkarabilir
değil mi? Hayır, hayır, neden dalarken boğulma ihtimalini seçeyim ki… Ben
masumum. Onlara masum olduğumu kanıtlarım. Ben sadece şifa dağıtırım,
kimseye zararım dokunmaz, bunu herkes bilir. İçimde bana sahip olan bir
şeytan yok. Yaptığım işte de şeytanlık yok. Sakin olmalıyım ve her şeyi olduğu
gibi anlatmalıyım. Böylelikle bana asla zararları dokunmaz. Değil mi?
Eğer Batmazsan
Sen bir cadısın eğer suda batmazsan
Sen bir cadısın eğer çığlık atarsan
Sen bir ölüsün eğer suda batarsan
Sen bir cadısın eğer ilaç yaparsan
Ve sen bir cadısın eğer iffetsiz olursan
Yaptığın her neyse bir bedel ödemelisin
Seni işaret ederler ve yumruk olurlar kapında
Bir anne, bir çocuk ya da bir sürtük olsan da
Sen bir cadısın eğer şikâyetçi olursan
Tabii ki bir cadısın eğer sen sakatsan
Bedeninde leke ya da iz varsa yok dönüşün zaten
Sen bir cadısın eğer büyük memeliysen
Sen bir cadısın eğer parçalanıyorsan
Adam bizden hoşlanır
Genç, şehvetli ve fakir olduğumuzdan
Seni işaret ederler ve yumruk olurlar kapında
İşte geliyorlar seni almak için
Peki biliyor musun niçin
Bu yüzden nakışından vazgeçme
Zavallı küçük fahişe
Eğer yapabildiğin büyüyse
En iyisini dene
Eğer kötüysen inkâr et
Ya da deliysen itiraf et
Ama sakın hiçbir şey söyleme
Yollayacaklar seni cehenneme
SAHNE 17
Bir hapishane
Alice bağlı bir vaziyette yerde oturuyor. Goody bir şeyler atıştırıp esniyor.
Goody: İtiraf etmek senin yararına olur güzelim. Çünkü üstat seni gece gündüz sürekli
inceleyecek ve seni asla uyutmayacak. Senin gibi güzel bir bedene sahip bir
kadına yapabileceğin en büyük kötülük, onu uykusuz bırakmak olacaktır. Ben
gerçekten yoruldum bebeğim. Biliyorsun, bütün çabamız senin o kara büyüden
ve şeytandan bir an önce kurtulman ve iyi olman için… Seni olduğun halinle
bırakırsak, sonsuza kadar lanetli biri olabilirsin. İnan bana, seni öldürmeyen bu
masum acılar, sonsuza kadar lanetlenmenden iyidir.
Alice’in uyumak üzere olduğunu fark eder ve bir davul alıp onu yüksek sesle çalar. Alice’in
uyumasını engellemek için kulağının dibinde çalar. Packer gelir.
Goody: Çok küçük ve inatçı bir cadı var karşımızda. İkinci gecesinde ve hala ceset
olmamak için direniyor.
Packer: Git ve güzel bir uyku çek Goody. Bu küçük cadıya bir süre ben göz kulak
olabilirim.
Goody: Çok düşüncelisiniz Mr. Packer. Nihayetinde biz bu işten para kazanıyoruz.
Goody çıkar.
Packer: Zalim ve zor bir adam değilimdir. İtiraf etmen benim için çok önemli. Doğru
yolda olduğumu bilmem gerekiyor küçük kız.
Alice: Oğlum nerede?
Packer: İyi insanların yanında ve güvende…
Alice: Bana ihtiyacı vardır.
Packer: Senin şu anda olmadığın yerde yani şeytandan uzakta ve güvende…
Alice: Onu görmek istiyorum.
Packer: Neden itiraf edip, işimi kolaylaştırmıyorsun?
Alice: Ben cadı değilim. Bu yüzden itiraf edecek bir şey yok.
Packer: İşbirlikçilerinden bahsetmeni istiyorum. İblislerinin ismini söyle. Onları kara
vebalarda ölmeye mahkûm edeceğim. Eğer tövbe edersen, Tanrı seni hem
vebalı iblislerden hem de şeytanlardan korumuş olacak.
Alice: İblisim falan yok.
Packer davul çalar.
Alice: Oğlumu görmek istiyorum.
Packer: Oğlunu gerçekten görmek isteseydin, gece yarıları evinde oğlunla oturur ve
şeytanların peşinde dolaşmazdın.
Alice: Oğlumu istiyorum.
Packer: Nasıl bir anne, pis bir cadıya dönüşmeyi ve oğlunu tehlikenin tam ortasına
atmayı ister, anlam veremiyorum.
Alice: Ben masumum.
Packer: Her gece şeytanların peşindeydin. Bunu nasıl açıklayacaksın?
Alice: Ne yapacaksınız ona? Bu dünyada sahip olduğu tek şey benim. O daha masum,
küçücük bir çocuk.
Packer: Bir annesi varsa, bir babası da olmalı değil mi? Babasının kim olduğunu söyle.
Konuş. Babası kim?
Alice: Bilmiyorum.
Packer: Söylemek zorundasın.
Alice: Bilmiyorum.
Packer: İtiraf etmeye mecbursun.
Packer davul çalar.
Alice: Ahhh… Kafamın içinde çalınıyor sanki. Lütfen vurma. Her yerde davul sesleri
dolaşıyor. Ahh…
Packer: Seni izleyeceğim. İblislerin nasıl olsa seni görmeye gelecek.
Packer: Neler görüyorum? Bir örümcek. Kocaman ve simsiyah bir örümcek… Kutsal
bir adamı görür görmez kaçan korkak bir örümcek. Bu örümcek iblislerinden
biriydi, öyle değil mi?
Alice: Hayır!
Packer: Söyle bakalım. Neden geldi buraya o zaman?
Alice: Oğlumu görmek istiyorum.
Packer: Neden devamlı oğlundan bahsediyorsun. Neden? Babası kim söyle. Şeytanın
çocuğu mu yoksa? Çabuk söyle. İtiraf et.
Alice: Hayır, hayır, hayır…
Packer: Sabah oğlunla görüşeceğim. Eğer şeytanın oğlu değilse, senin cadı olduğunu
doğrulayacaktır.
Alice ağlar.
Packer: Seni izleyeceğim. Bir sürü cadıyı izledim, hepsini de astım sonunda. Eğer geri
gelirse o örümceği de yakalayacağım. Onu da öldüreceğim. Hepsini öldürdüm
sonuçta.
SAHNE 18
Bir hapishane
Goody Susan’ın koltuk altını tıraş ediyor.
Goody: İşte oldu. İkinci kolunu da tamamladım. Ve hala şeytana ait en ufak bir iz bile
bulamadım. Şeytan pis izini herhangi bir yere bırakmış olabilir. En gizli ve
ulaşılamayacak yerler, onun çok ama çok hoşuna gider. Bir keresinde
hatırlıyorum, bir cadının omzunda ve boynunda kocaman pembe bir leke
görülmüştü. Bu pembe leke o cadıyı hemen ele vermişti. Geçen hafta da bir
cadının memesinde garip bir yumru vardı. İblislerine süt emzirdiği diğer meme
ucu gibiydi. Bir şişenin içinde, biri beyaz, biri siyah olan küçücük iblislerini,
yüne sarılmış bir şekilde saklıyordu. O yumruyu sıktım ve süte benzeyen, irin
gibi, bembeyaz bir sıvı çıktı. Sonra da kan akmaya başladı. O korkunç
yaratıkları, önce sütle sonra da kanla besliyormuş. Gece çökünce de en gizli
bölgelerini emdiriyormuş onlara. Şimdi senin gizli bölgelerine bakmanın
zamanı geldi güzelim. Bakalım şeytan neler yapıyormuş o bölgelerde…
Susan’ı yere yatırır. Eteğini kaldırır. Tam traş edecekken Packer içeri girer.
Goody: Diğerini tıraş etmeye gerek yok Mr. Packer. Gizli bölgesinde neredeyse 2,5
santimetre boyunda, üç büyük lekesi var. Meme ucuna benzeyen üç tane leke…
Şeytanın beslendiği yerler bu meme uçları. Şeytan kanını buradan emiyor ve
her zamanki gibi bu korkunç memelerden besleniyor. Meme ucundan bir
tanesini bize fark ettirmeden kesmiş. Benim bulamayacağımı sanmış ama
şeytanın saklandığı gizli yerleri benden daha iyi bulabilen olamaz, değil mi?
Packer: Böyle yaşlı bir cadıya bakmaya bile dayanamıyorum. Midem bulanıyor. Bunda
bir şey bulabildin mi?
Goody: Şimdiye kadar temiz görünüyordu ama tıraş etmeye devam ediyorum. Neleri
sakladığını yakında bulacağım. İnanın bana.
Packer: Bir işaret bulursak kesin cadıdır. Ama bir işaret bulamazsak, bu durum cadının
masum olduğu anlamına gelmez. Şeytanlar işaretlerini anında saklayabilir.
Joan: Onu gördüğümde bütün mutluluklar benim olacak. İtiraf ediyorum, on yıldır
ben bir cadıyım. Çocuklar durmadan arkamdan bağırıp dururlardı. Bir gün
çocuklardan birine dedim ki ‘Çocuk, hey küçük çocuk, bana cadısın deyip
durma, yoksa şuracıkta kıçını kaşındırırım senin.’ O da korktu ve hızla kaçıp
gitti yanımdan. Sonra gri ve küçük bir kedicik gördüm. Kedicik benimle
konuştu, ‘benimle gelmen gerekiyor’ diyordu. Önce inanmadım ona. ‘Uzaklaş
buradan şeytanın uşağı’ dedim. O da dedi ki ‘Bütün mutlulukların seninle
olmasını istiyorsan, bedenini ve ruhunu ait olduğu yere vermelisin’. Sözünü
tuttum ve verdim. Her gün acılar içinde akıttığım kanımla besledim onu. O
küçücük kediyi merak ediyor musunuz? O kedicik, benim ekşi Tom’um… John
Peter’ın oğlunu o topal bıraktı ve oğlan hala sakat olarak hayatına devam
ediyor. Bundan tam on sene önceydi. İki tane daha iblisle şereflendirildim.
Geceleri yatağıma giren iblisler… En gizli bölgelerimi sertçe emen ve
mutluluktan deliye çeviren iblisler… Kovdum ama gitmediler. Yapılacak en
iyi şey, onlardan bunun karşılığını istemek olacaktı. Yaptım. Mary Johnson’ı
öldürmelerini istedim, beni kızdırmıştı çünkü. Herkes Anne’nın sara krizleri
geçirdiğini gördü. Dişlerini sımsıkı birbirine kenetlediğini ve ağzından
köpükler çıktığını gördü. Ve yine gördüler ki o dişleri ayırmak için en az altı
tane güçlü adam gerekiyordu. İtiraf ediyorum. Sara nöbetlerinin de sorumlusu
bendim. Benim iblislerim dört bacaklıdır, kuyruksuz ve siyah köstebekler gibi
yaratılmıştır. Onları gece nöbetlerine gönderirdim. Önce en gizli yerlerimi
emerler sonra da emirlerimi yerine getirirlerdi. Ve sonra Jack… Onu asla
öldürtmek istemedim. Ve sonra Margery… Bir zamanların sevimli komşusu…
Onu asla kirletmek istemedim. İtiraf ediyorum. Geçen sene iblislerime tam on
tane inek öldürtmüştüm. Ve Jack ile Margery… Onların da ineğini köstebekler
gibi sinsice dolaşan iblislerime öldürttüm. Ben istersem fırtına kopartırım.
İstersem ağaçları yerle bir ederim. Ama şimdi ölmek üzereyim. İtiraf ediyorum.
Gücüm ve iblislerim yanımda olsaydı hepinizi şimşeklerle boğar, cesetlerinizi
bağırsaklarınızla sarardım. İtiraf ediyorum. Ölmek üzereyim. Ve itiraf
ediyorum. Ölmek istemiyorum.
Joan: Hamileyim.
Alice: Annem bir cadı değildi. Nasıl cadı olunacağını bile bilmiyordu.
Alice: Şifacı kadının cadı olduğunu düşündüğüm zamanlar oldu. O yüzden yaşadığı
zamanlar ondan korkuyordum. Şimdi de korkuyorum.
Susan: Ben bir cadıymışım ve bunun farkına varamayacak kadar kör olmuşum.
Bebeklerimi öldürdüm. Bunca kötülüğü yaptığımdan habersizdim. Bu kadar
lanetli olduğumu ve şeytanın işaretini her zerremde taşıdığımı bilmiyordum.
Alice, Tanrı’ya dua edelim de ruhumuzdaki lanet kalksın. Asılırsak ruhumuz
kurtulur Alice ve biz de korkmak zorunda kalmayız. İnan bana, bize yardım
etmek için bizi asıyorlar. Aman Tanrım, ne denli günahkâr bir lanetli olduğumu
bilmiyorum. Bay Packer ne kadar kötü ve lanetli olduğumu gösterdi bana. Ama
artık biliyorum. Lütfen affet beni Tanrım. Cehennemine gönderme ve de
sonsuza kadar yanmama izin verme.
Susan: Cadı olduğunu biliyorsun. Tanrım, lütfen onu önemseme. Yalvarırım Tanrım,
onu bağışla.
Alice: Ben bir cadı değilim. Ama keşke bir cadı olsaydım. Yeniden dünyaya gelme
şansım olsaydı, bana bir şans daha verselerdi, tekrar cadı olarak doğmayı
dilerdim. Bütün bu yapılanların hesabını sormak için gerçek bir cadı olmayı
isterdim. Mumdan adamlar yapıp onları ateşte eritirdim. Hayvanlarını
öldürürdüm. Ürünlerini mahvederdim. Evlerini başlarına yıkabilen fırtınalar
çıkarırdım. Bütün dünyada gezinip duran gemileri yakardım. Ellen’dan da
korkmamayı öğrenirdim. Ah keşke ondan bir şeyler öğrenebilseydim. Ahh,
keşke şimdi karşılaşabilseydim şeytanla, ondan bana ait olan gücümü geri
isterdim. Bize şeytandan başka çıkış yolu yok. Eğer gerçekten bir sihir gücüne
sahip olsaydım, gerçekten cadı olsaydım, tüm bu acıları onlara da yaşatırdım.
Bizim yaşadığımız acıları, onlara da tattırırdım. Keşke bir cadı olsaydım…
Cadıya Ağıt
Cadılar nereye gitti
Peki kim cadı şimdi
İşte buradayız biz
Kramer: Neden cadıların büyük bir kısmı, erkeklerden daha kırılgan olan kadın
cinsinde var oluyor?
Spranger: Neden cadıların büyük bir kısmı, erkeklerden daha kırılgan olan kadın
cinsinde var oluyor?
Kramer: Kadınlar çok ama çok saftır. Şeytan çabucak kandırılabilen kadınlara
saldırır çünkü başlıca amacı inancı yok etmektir. İkincisi;
Sprenger: Şimdiye kadar erkekleri böylesi iğrenç ve sapkın bir günahtan koruyan
Ulu Tanrıma şükürler olsun.
Şeytan Kadınlar
Şeytan kadınlar
Bu mu istediğin
Görmeyi düşlediğin
Televizyon ekranında
Ya da ıslak rüyalarında
Şeytan kadınlar
Şeytan kadınlar
Şeytan kadınlar
Ve kadınlar