You are on page 1of 12

DERS: MÜZİK TARİHİ VI, 2019 – 2020 BAHAR DÖNEMİ VİZE

ÖĞRETİM GÖREVLİSİ: FİLİZ KAMACIOĞLU

OKUL NO: 125717005

CUMHURİYET DÖNEMİ TÜRK MÜZİĞİ VE TÜRK BEŞLERİ

ZEYNEP BÜYÜKÇINAR

ÖZET

Ödevimin amacı: Cumhuriyet dönemi boyunca gelişen sanat dallarından biri olan
müziğin, dönem boyunca ilerlemesinde etki gösteren Türk Beşleri’nin hayatları, aldığı
eğitimler, yaptıkları çalışmalar ve ülkeye müzikal anlamda katkılarının ne olduğunu, gelecek
dönemdeki bestecilere ne şekilde katkı bıraktıklarını anlatmaktır.

GİRİŞ

23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılması ile yeni bir Türk devleti
kurulmuştu. Millet egemenliğine dayalı ve demokratik bir yapıya sahip olması nedeniyle, bu
devletin isminin “Cumhuriyet” olması gerekiyordu. Ancak, o günkü tarihî ve siyası ortamın
uygun olmaması sebebiyle rejimin adı açıklanmamış; iç ve dış düşmanların bunu bölücü
amaçla kullanmalarına meydan verilmek istenmemişti. Bu nedenle, devletin ismi olmadığı
gibi, hükümetin adı da “TBMM Hükümeti” idi. TBMM başkanı, elçi kabul etme ve tayin
etme, yasaları uygulatma, devleti temsil etme yetkilerine sahip olduğu halde, kendisine
“devlet başkanı” anlamına gelecek bir unvan verilmemişti. Bu nedenle devlet başkanlığı boş
gibi görünüyordu.

Lozan Konferansı sırasında, devlet sisteminin geliştirilmesi ve Türkiye’nin barıştan


sonra izleyeceği iç siyaset hakkında milletvekilleri arasında görüş ayrılıkları kendini
göstermeye başladı. Bu görüş ayrılıkları, Meclis'te çetin tartışmalara sebep oldu. 2 Ekim
1923'te İtilâf Devletleri’nin askerleri İstanbul'dan ayrıldılar ve 6 Ekim 1923 günü Türk
ordusu İstanbul'a girdi. İstanbul, İtilâf Devletleri tarafından boşaltılınca, bu defa, yeni Türk
devletinin hükümet merkezinin neresi olacağı konusu ortaya çıktı. Ankara'da çıkan Yeni Gün
gazetesi, 9 Ekim 1923 günü, “Yakında Cumhuriyet ilân edilecektir'' başlığı ile bir makale
yayımladı. 28/29 Ekim gecesi Mustafa Kemal Paşa, yakın arkadaşlarıyla görüşerek, “Yarın
Cumhuriyeti ilân edeceğiz” dedi. Aynı gece, İsmet Paşa ile birlikte 1921 Anayasası'na bazı
maddeler ekleyen ve bazılarım değiştiren kanun ta- sarısı hazırladılar. 29 Ekim günü parti
grubunda görüşe sunulan tasanda şu hükümler yer alıyordu:

• Türkiye Devleti'nin hükümet şekli cumhuriyettir.

• Türkiye Devleti, yönetim birimlerini bakanlar kurulu aracılığıyla yönetir.

• Cumhurbaşkanı, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kendi üyeleri arasından


bir seçim dönemi için seçilir. Başbakanlık görevi, yeni cumhurbaşkanının seçimine kadar
devam eder, tekrar seçilmek mümkündür.

• Cumhurbaşkanı, devletin başkanıdır. Bu sıfatla gerekli gördükçe Meclis ve Bakanlar


Kurulu’na başkanlık eder.

• Başbakan, Cumhurbaşkanı tarafından ve Meclis üyeleri arasından seçilir. Diğer


bakanlar başbakan tarafından, yine Meclis üyeleri arasında seçildikten sonra, Bakanlar
Kurulu, Cumhurbaşkanı tarafından Mec- lis’in güvenoyuna arz olunur. Meclis toplantı
hâlinde değilse, güven oylaması, meclisin toplanmasına kadar ertelenir.

Parti grubunda görüşülüp kabul edilen tasarı, aynı gün 29 Ekim 1923 saat 20.30’da
Büyük Millet Meclisi tarafından da aynen kabul edilerek, yeni Türk devletinin bir cumhuriyet
olduğu ilân edildi. Cumhuriyet yönetiminin ilân edilmesinden sonra meclis, cumhurbaşkanı
seçimine geçti. Gazi Mustafa Kemal Paşa, seçime katılan 158 milletvekilinin oy birliğiyle,
Cumhurbaşkanı seçildi. Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Paşa, ilk cumhuriyet
hükümetini kurma görevini İsmet Paşa’ya verdi. Fethi Bey (Okyar) de TBMM Başkanlığına
seçildi. Cumhuriyet’in ilânı ile, devlet rejiminin adı konularak, bu konudaki tartışmalar
ortadan kalktı. Devlet başkanlığı sorunu çözümlendi. Meclis tarafından seçilen hükümet
yerine, anayasa gereği “Kabine Sistemi"ne geçildi ve Cumhuriyet’in ilânı ile birlikte, daha
uyumlu çalışan hükümet oluşumu sağlandı.

Parti grubunda görüşülüp kabul edilen tasarı, aynı gün 29 Ekim 1923 saat 20.30’da
Büyük Millet Meclisi tarafından da aynen kabul edilerek, yeni Türk devletinin bir cumhuriyet
olduğu ilân edildi. Cumhuriyet yönetiminin ilân edilmesinden sonra meclis, cumhurbaşkanı
seçimine geçti. Gazi Mustafa Kemal Paşa, seçime katılan 158 milletvekilinin oy birliğiyle,
Cumhurbaşkanı seçildi. Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Paşa, ilk cumhuriyet
hükümetini kurma görevini İsmet Paşa’ya verdi. Fethi Bey (Okyar) de TBMM Başkanlığına
seçildi. Cumhuriyet’in ilânı ile, devlet rejiminin adı konularak, bu konudaki tartışmalar
ortadan kalktı. Devlet başkanlığı sorunu çözümlendi. Meclis tarafından seçilen hükümet
yerine, anayasa gereği “Kabine Sistemi"ne geçildi ve Cumhuriyet’in ilânı ile birlikte, daha
uyumlu çalışan hükümet oluşumu sağlandı.

Atatürk müzik sanatı ve kurumlarıyla yakından ilgilenmiş, güzel sanatlar içinde


müziğe öncelik vermiştir. Cumhuriyetle birlikte açı lan ilk kültür ve eğitim kurulularının
başında Musiki Muallim Mektebi'nin gelmesi, bu durumu açıkça kanıtlar. O, büyük
sıkıntılara ve güçlüklere karşın devlet yapısında gerçekleştirdiği yenilikleri sanat alanında da
sürdürüyordu. Müzikle ilgili değişik sözlerinin yanı sıra, O ’nun 1925 yılında İzmir Kız
Öğretmen Okulunda öğrencilere müzi ğin önemini anlatırken de görüyoruz. Orada şöyle
diyor: ‘Musiki ile ilgisi olmayan yaratıklar insan değildir. Musiki hayatın neşesi, ruhu,
sevinci ve her şeyidir.’

Türk müziğini canlandırmak, özellikle halk müziğinin çağdaş teknik ve araçlarla


işlenmesi, Batı müziği yöntemlerinin benimsenmesi, böylece ulusal Türk musikisinin kısa
yoldan evrensel düzeye ulaşması, onun önde gelen istekleri arasında yer alır. Atatürk, şen ve
hareketli müzikten yanadır. Aslında kendisinin hoşlandığı müzik alaturka, fakat inandığı Batı
müziği idi. Batı müziği deyince yalnız yöntemleri değil, müziğin dayandığı ve onu yaşatıp
yürüten örgütle Atatürk müzik sanatı ve kurumlarıyla yakından ilgilenmiş, güzel sanatlar
içinde müziğe öncelik vermiştir. Cumhuriyetle birlikte açı lan ilk kültür ve eğitim
kurulularının başında Musiki Muallim Mektebi'nin gelmesi, bu durumu açıkça kanıtlar. O,
büyük sıkıntılara ve güçlüklere karşın devlet yapısında gerçekleştirdiği yenilikleri sanat
alanında da sürdürüyordu. Müzikle ilgili değişik sözlerinin yanı sıra, O ’nun 1925 yılında
İzmir Kız Öğretmen Okulunda öğrencilere müzi ğin önemini anlatırken de görüyoruz. Orada
şöyle diyor: ‘Musiki ile ilgisi olmayan yaratıklar insan değildir. Musiki hayatın neşesi, ruhu,
sevinci ve her şeyidir.’

Türk müziğini canlandırmak, özellikle halk müziğinin çağdaş teknik ve araçlarla


işlenmesi, Batı müziği yöntemlerinin benimsenmesi, böylece ulusal Türk musikisinin kısa
yoldan evrensel düzeye ulaşması, onun önde gelen istekleri arasında yer alır. Atatürk, şen ve
hareketli müzikten yanadır. Aslında kendisinin hoşlandığı müzik alaturka, fakat inandığı Batı
müziği idi. Batı müziği deyince yalnız yöntemleri değil, müziğin dayandığı ve onu yaşatıp
yürüten örgütleri de anlıyordu. Bu yaklaşımın bir sonucu olarak da, kurumlaşma
çalışmalarına ağırlık vermiştir.

Değişik yerlerdeki çeşitli konuşmalarının dışında Atatürk, 1932 yılından ölümüne


kadar yaptığı Türkiye Büyük Millet M eclisi’ni açış konuşmalarında kültür-sanat ve müzik
konularına önemle eğilmiştir. 1 Kasım 1934’teki M eclis'i açış konuşmasında müziğe ayrı bir
önem ve öncük verir. Bu konuşma, sanat eğitim kurumlan açısından bü yük önem taşır. Daha
sonraki Meclis konuşmalarında da «Milli musiki» üzerinde durur, müzik alanında yapılan
çalışm aları anlatır. Onun tutumu ve sözleri. Cumhuriyet döneminde müziğe resmi
yaklaşımın en özlü belgeleridir.

GELİŞME

Türk Beşleri özellikle Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş döneminde eserleriyle


kendilerinden söz ettirmiş aşağıdaki beş Klasik Batı Müziği bestecisini bir arada tarif etmek
için kullanılan uluslararası bir deyimdir. Türk müziği için çok önemlidirler. Bu kişiler:

 Ahmet Adnan Saygun


 Ulvi Cemal Erkin
 Cemal Reşit Rey
 Hasan Ferit Alnar
 Necil Kazım Akses
Hepsinin ortak özelliği 1900’lerin başında doğmuş olmalarıdır ve Atatürk'ün eğitim
için yurtdışına gönderdiği sanatçılardır. Farklı ailelerde, farklı kültürlerde ve farklı ortamlarda
yetiştirildiler. Doğdukları dönem Osmanlı’da padişahlık dönemiydi. Cumhuriyetin ilanı ve
tekkelerin kapatılmasıyla birlikte, Türk müziği yapılmak istendi. Bu beş kişi devlet tarafından
eğitim için yurt dışına gönderildi ve gelip Türk halk şarkılarını yeniden yorumladılar. Bu
konuda bu uygulamayı daha önce yapan Rusya, Macaristan ve İspanya örnek alındı.

Ahmet Adnan Saygun 7 Eylül 1907 yılında İzmir'de dünyaya geldi. Babası İzmir
Milli Kütüphanesinin kurucularından olan Matematik öğretmeni Mahmut Celalettin Bey'dir.
Ahmet Adnan Saygun 5 yaşında iken İzmir Hadika-i Subyan ilkokulunda eğitim almaya
başladı.Oldukça kaliteli bir soprano sesine sahip olan Saygun duyduğu ezgileri tek seferde
söyleyebiliyordu. 1918 yılında İzmir İttihat ve terakki lisesine başladı. Öğretmeni İsmail
Zühtü Kuşçuoğlu tarafından kurduğu dört sesli koroya alındı.

Ahmet Adnan Saygun 13 yaşında iken piyano öğretmeni Rossati'den dersler almaya
başladı. Piyano Virtüözü Macar Tevfik Bey'den dersler almıştır. 1923 yılında ise müzikolog
olan Hüseyin Sadettin Arel'den armoni dersleri aldı. Adnan Saygun Fransa'da yayımlanan 31
ciltlik La Grande Encyclopedie müzik ansiklopedisinden yaptığı çevirileri ile Musiki
Lugatı'nı oluşturdu.1926 yılında İzmir Lisesine müzik öğretmeni olarak atandı.

Re Majör Senfoniyi besteledi. 1925 yılında gitmeye hazırlık yaptığı sırada annesinin
vefatı ile gidemediği Avrupa'ya Milli Eğitim bakanlığının açmış olduğu sınav ile burslu
olarak Paris'teki büyük okullarda dönemin ünlü müzik hocalarından dersler aldı. İlk eseri olan
Divertissement'i Paris'te bestelemiştir. Ahmet Adnan Saygun 1931 yılında Türkiye'ye
dönerek Musiki Muallim Mektebinde öğretmenliğe başladı. 1934 yılında Cumhurbaşkanlığı
Senfoni Orkestrasında şeflik yapmıştır.

Mustafa Kemal Atatürk'ün özel isteği ile Türkiye'ye gelecek olan İran devlet başkanı
Şah Rıza Pehlevi şerefine ülkemizin ilk operası olan Özsoy operasını 1 ay kadar kısa bir
sürede yazdı. Bu opera Türk Milletinin doğusunu ve Türk- İran kardeşliğini anlatmaktaydı.
Özsoy operası 1 perde ve 12 tablodan oluşmaktadır.

Ahmet Adnan Saygun ödülleri;

 1948 İnönü Armağanı


 1949 Fransız Milli Eğitim Bakanlığı Akademik Nişanı
 1950 Akademik Madalyası
 1951 İtalya Devlet Nişanı
 1951 Uluslararası Müzik Sosyetesi Sibelius bestecilik Madalyası
 1981 Atatürk Sanat Armağanı

Adnan Saygun 1971 yılında çıkarılan Devlet Sanatçılığı Kanunu ile Türkiye'nin ilk
Devlet Sanatçısı unvanını almıştır. 1985 yılında Sanatçı profesör unvanını almıştır. Adnan
Saygun 6 Ocak 1991 yılında Pankreas Kanseri nedeni ile hayatını kaybetmiştir.

Ulvi Cemal Erkin 1906 yılında İstanbul’da doğan besteci ilk müzik eğitimini çok
küçük yaşta annesinden aldı. Ulvi Cemal yedi yaşındayken Adinolfi’nin yanında piyano
derslerine başladı.Galatasaray Lisesini bitirince burs kazanarak devlet hesabına Paris’te
müzik öğrenimine gönderildi. Paris konservatuarında ve ecole Normale de musique’te Gallon
Baulanger gibi hocalardan kompozisyon dersleri aldı. 1930’da yurda dönünce Ankara Musiki
ve muallim mektebinde armoni ve piyano öğretmeni olarak atandı. 1936’da Devlet
Konservatuarı kuruluncaya kadar bu görevini sürdüren Erkin o tarihte yine piyano öğretmeni
olarak Konservatuar’da çalışmaya başladı ama piyano ve konser çalışmalarını yavaş yavaş
ikinci plâna çıkarmış artık iyiden iyiye besteciliğe yönelmişti.

1942’de Cumhuriyet Halk Partisi büyük ödülünü aldı. Ulvi Cemal Erkin kendi
bestelerinden oluşan ilk konserini 1946 yılında verdi. 1949’dan 1951’e kadar devlet
konservatuarının müdür olarak yöneten besteci, ölümüne kadar piyano bölümü şefi ve piyano
öğretmeni olarak aynı yerde görevini sürdürdü.Eserlerindeki ortak nokta ustalıklı bir
orkestralama sezgi ve kullanışı, titiz bir istif kuşkusu özden ve içten gelen bir esindir. Ulvi
Cemal Erkin 1973’te Ankara’da öldü.

Cemal Reşit Rey 25 Ekim 1904'te Kudüs'te doğdu. Sarayla yakın ilişkileri olan, son
Osmanlı ailelerinden birinin oğluydu. Babası Ahmet Reşit Bey, o dönemde Kudüs'e
mutasarrıf olarak atanmıştı. Cemal Reşit'in müziğe yeteneği o yıllarda ortaya çıktı. Diğer
çocuklar sokakta oynarken o bulduğu bir akordiyonu çalmaya ve ondan çıkan sesleri taklit
etmeye çalışıyordu. Beş yaşındayken ailecek İstanbul'a geldiler. Burada bir yandan ilkokula
giderken, bir yandan da piyano çalışmaya başlar. Galatasaray Lisesi'nde okumaya başladığı
yıllarda babasının politik durumu nedeniyle 1913 yılında zorunlu olarak Paris'e taşınırlar.
Burada özellikle Fransa Cumuhurbaşkanı Raymond Poincare aileye sahip çıkar. Birinci
Dünya Savaşı'nın başlamasına çok az zaman vardır ve Ahmet Reşit Bey ve ailesi dünyanın
kültür başkenti Paris'te yaşamaya başlarlar.

Cemal Reşit Bey daha çocuk yaşlarında Mahler'i orkestra yönetirken görecek,
konservatuvarda onu müdür ve ünlü besteci Gabriel Faure dinleyecektir. Faure onu
dinledikten sonra ünlü pedagog Marguerite Long'a telefon açar ve "Madam size bir Türk
çocuğu gönderiyorum ve hiçbir şey söylemiyorum, kendiniz göreceksiniz" der. Sonra
babasına dönerek "Oğlunuz hayatta müzikten başka hiçbir şey yapamaz" diye onun müzik
dehasını hemen keşfeder. Debussy'nin öğrencisi, Ravel'in en yakın dostlarından ve eserlerini
en iyi yorumlayan piyanistlerden biri olan Marguerite Long, 19 yaşına kadar hiç para
almadan Cemal Reşit'in eğitimi ile yakından ilgilenecektir.

Cemal Reşit, cumhuriyetin ilanından iki ay önce Paris Konservatuvarından mezun


olur. Bu arada İstanbul Belediyesi Darülelhan'a (ilk konservatuvar) batı müziği bölümü
açılmasına karar verilir ve hoca olarak genç Cemal Reşit çağrılır. Bu onun için dünyanın en
büyük mutluluğudur. Henüz 19 yaşındadır, onu Avrupa'da büyük bir kariyer beklemektedir
ancak hocalarının tüm engellemelerine karşın İstanbul'a döner. Belki Batı'daki büyük
kariyerini bırakmıştır ama, Cemal Reşit Rey Türkiye'de klasik müziğin kuruluşuna öncülük
etmiş, pek çok öğrenci yetiştirmiş ve yaşamı boyunca müzik dünyasının hep bir numarasında
yaşamıştır. Türkiye'ye döndükten sonra yaşamı boyunca artık kendi ülkesinden hiç
ayrılmayacak, çeşitli orkestralar kurup, bunlarla yurt içi ve dışında konserler yönetecek,
dünyanın en ünlü sanatçılarını şef olarak Türkiye'de ağarlayacak, Türkiye'de bir yandan
klasik müziğin yaygınlaşması için çalışırken, öte yandan yazdığı operetlerle tiyatro
dünyasında unutulmayacak eserlere imza atacaktır.

Ankara ve İstanbul radyolarında uzun yıllar görev yapan Rey, yurtdışında sayısız
konser verdi. Çoksesli Türk müziğini geniş kitlelere yaymak amacıyla, Türk halk müziği
ezgilerinden yararlanarak, Lüküs Hayat (1933), Deli Dolu (1934), Saz-Caz (1935), Hava-
Cıva (1937) gibi çok sevilen operetler besteledi. Bunların dışında konçertoları, senfonik
şiirleri ve başka orkestra yapıtları da olan Rey Onuncu Yıl Marşı'nın da bestecisidir.

Cemal Reşit Rey'in yaşamı sürekli çalışarak, üreterek geçti. Ailesiyle birlikte
oturdukları Nişantaşı'nda Şair Nigar Sokak'taki konutta anne babası, ağabeyi Ekrem Reşit, kız
kardeşi Semine ve eşi Semih Argeşo ile birlikte yaşıyorlardı. Semih Argeşo Cemal Bey'in
kurup yönettiği İstanbul Senfoni Orkestrası'nın baş kemancısıydı. Semine Hanım da
orkestrada keman çalıyordu. Konakta hem ciddi klasik müzik çalışmaları yapılıyor, hem de
ağabeyi Ekrem Reşit'le birlikte müzikaller üzerine çalışıyorlardı. Cemal Bey'in müzikalleri
zevk almasının ötesinde yapacağı klasik müzik çalışmalarında özellikle yurt dışı
konserlerinde değerlendirmek için para kazanmaya yönelik olarak da yaptığı oluyordu.
Çünkü özellikle o yıllarda Türkiye'de klasik müzik yapmak bir misyoner gibi çalışmayı
gerektiriyordu.

Babasının ölümü, ardından Semine Hanım ve eşinin ayrı bir eve çıkarak konaktan
ayrılmaları, Ekrem Reşit Bey'in ve 1962'de annesinin ölümü ile Cemal Bey'in konak yaşamı
son buldu. Koca İstanbul'da tek başına kalmıştı. Yanında ağabeyine çok iyi baktığı için aile
emektarı olan Rıfkı Ergün ve ailesiyle birlikte Serencebey'de bir apartman dairesine taşınır.
Orkestradan emekli olan Cemal Bey, piyano dersleri vermekte, yine evi eski dostları ve
öğrencileri ile dolup taşmaktadır ama artık o eski depdebeli günler geride kalmıştır. Bir
zamanlar şık giysileri ile her yerde dikkat çeken Cemal Reşit Rey üzerinde eski kıyafetleri,
mütevazı evi ile onu eskiden tanıyanların içlerini acıtmaktadır. Giderek Rıfkı Ergün'ün
ailesini kendi ailesi gibi görmeye başlar. Hele içlerinde sağır dilsiz olan Melek'i özel bir
ihtimamla büyütür.

1970'lerde Cemal Reşit Rey, Haldun Dormen'in sahneye koyacağı bir müzikalin
siparişini alır. Ağabeyinin ölümünden sonra müzikal yazmamaya karar veren Rey, Erol
Günaydın'ın yazacağı metinleri müzikleyebileceğini söyleyerek herkesi şaşırtır. Erol
Günaydın'la kısa süre içinde çok iyi dost olurlar ve Yaygara 70 büyük başarı kazanır.
Ardından Uy Balon Dünya isimli ikinci bir müzikal yapılır ama aynı başarıyı yakalayamaz.
1980'lerde Cemal Bey iyice kendi dünyasına çekilir. 1985'de Lüküs Hayat 51 yıl aradan sonra
yine aynı sahnede İstanbul Şehir Tiyatrosu'nda sahnelenecektir.

Cemal Bey, gala gecesi için özel olarak hastaneden çıkarılır ve Harbiye Muhsin
Ertuğrul Tiyatrosu'na getirilir. Eser yıllar sonra yine büyük bir başarı kazanmıştır. Haldun
Dormen ve Gencay Gürün onu alkışlar arasında sahneye çıkarırlar. Anlatılmaz derecede
mutludur. Seyirci onu dakikalarca ayakta alkışlar. Bu onun son sahneye çıkışı olacaktır.
Ertesi gün tekrar hastaneye yatırılır ve buradan ikinci çıkışında Edirnekapı'daki aile
mezarlığına defnedilecektir. (7 Ekim 1985)
10. YIL MARŞI

Cumhuriyet'in 10. yıl kutlamaları için 1933'de bir marş yarışması düzenlenir. Cemal
Reşit Rey, güftesi Behçet Kemal Çağlar ve Faruk Nafiz Çamlıbel'e ait olan şiir üzerine bir
beste yapmaya karar verir. Uzun süre uğraşıp, herkesin coşku ile birlikte söyleyeceği bir marş
oluşturmaya çalışır. Ancak ağabeyi Ekrem Reşit'e yaptığı çalışmayı bir türlü beğendiremez.
Sonunda mehter ritmi gelir aklına Cemal Bey'in besteyi yapar ve herkesin rahatlıkla
söyleyebileceği bir eser çıkar ortaya.

Hasan Ferit Alnar 11 Mart 1906 tarihinde İstanbul’da doğmuştur. Hasan Ferit
Alnar’ın babası Hüseyin Bey dönemin PTT Genel Müdürü’dür. Alnar’ın annesi Saime Hanım
kanun ve ud çalan bir ev hanımıdır. Hasan Ferit’in amcası da ud çalmaktadır. Sanatkar bir
ailede dünyaya gelen Hasan Ferit’in müziğe ve sanata ilgisi de bu sayede çocukluk çağlarında
başlamıştır.

Hasan Ferit 8 yaşına geldiğinde yabancı dil öğrenmesi için ailesi tarafından Alman
Okulu’na gönderilmiştir. Bu okulda çok sesli müzik ile tanışmıştır. İyi derecede kanun ve
klasik kemençe çalan Hasan Ferit Alnar henüz 13 yaşında iken ilk eserini ortaya koymuştur.
Kanuni Ferit Efendi olarak ünlenen Ferit Alnar, pek çok yer gezerek konserler vermiştir.
Konser verdiği yerler arasında Berlin ve Kahire de bulunmaktadır. Bu sırada bestecilik
yeteneğini geliştirmiş 10 Saz Semaisi’ni bestelemiş ve 1923 yılında bastırmıştır.

1927 yılında annesi ve kardeşi ile birlikte Viyana’ya yerleşen Hasan Ferit 1932
yılında Türkiye’ye dönmüştür. İstanbul Şehir Tiyatrosu’nda Orkestra Şefliği yapan Hasan
Ferit, aynı zamanda Müzik Tarihi Öğretmenliği de yapmıştır. 1936 yılında Cumhurbaşkanlığı
Senfoni Orkestrası Şefi görevine getirilmiştir. Hayatı boyunca müzik alanında eserler
vermeye devam eden Hasan Ferit Alnar 27 Temmuz 1978 tarihinde hayata gözlerini
yummuştur. Tek Sesli Türk Müziği alanında yetişmiş olmasına rağmen kendisini geliştiren ve
çok sesli müzik alanında da önemli bir kariyere sahip olan Hasan Ferit Alnar Türk Beşleri
arasında bulunmaktadır. Hasan Ferit Alnar’ın en önemli eseri “Kanun ve Yaylı Sazlar
Orkestrası İçin Konçerto” olarak bilinir. Ayrıca Hasan Ferit müzikli komedi yazan ilk Türk
olarak kayıtlarda yer almaktadır.
Necil Kazım Akses 6 Mayıs 1908 tarihinde İstanbul’da dünyaya gelmiştir. Babası
Mehmet Kazım Bey dönemin Dışişleri Bakanlığı Posta Müdürleri arasında yer almaktaydı.
Annesi Emine Hanım Edebiyat Öğretmeni olup, sonrasında Kandilli Kız Lisesi Müdiresi
olarak görev yapmıştır. Necil Kazım Akses çocukluktan itibaren sanata ve müziğe ilgi
duymuş, eğitimini de ailesinin bu durumu fark etmesi üzerine sanat ve müzik üzerine
almıştır.

1926’ya kadar öğrenimini ülkemizde tamamlayan Akses, 1926’da Avusturya’ya


gitmiş, Viyana Devlet Müzik ve Temsil Akademisi’nde öğrenim görmüştür. Buradan Prag’a
geçmiş ve orada da hem öğrenim görmüş hem de sonrasında müzik öğretmenliği yapmıştır.
Necil Kazım Akses 1934 yılında Türkiye’ye dönmüştür. Yurda döndükten sonra öğretmenlik
yapmaya başlamış, bu sırada müzik eserleri meydana getirmeye de devam etmiştir.

Soyadı Kanunu çıktığında “Akses” soy ismini alan Necil Kazım, Ankara Devlet
Konservatuarı’nın kurulmasında öncü rolü üstlenen isimler arasında bulunmuştur.
Üniversitelerde müzik bölümü başkanlıkları yapmıştır. 1971 yılında Devlet Sanatçısı unvanı
verilen ilk 11 isimden birisi de Necil Kazım Akses olarak kayıtlarda yer almaktadır. Necil
Kazım Akses 16 Şubat 1999 tarihinde hayata veda etmiştir.

Necil Kazım Akses’in 1931’den beri tasarladığı ve ancak 1946’da tamamladığı ilk
dörtlüsü ilk kez Ankara Radyosu’nda çalınmış sonra Prag’da seslendirilmiştir.İki keman,
viyola ve viyolonsel için yazılmıştır. Ankara Kalesi adlı eseri İstiklal Savaşı’nı anlattığı için
besteci tarafından Senfonik Tarih olarak tanımlanmıştır. Necil Kazım Akses ilk senfonisini
TRT’nin siparişi üzerine bestelemiştir. Necil Kazım Akses çağdaş Türk Müziği öncüleri
arasında bulunmaktadır. “Türk Beşleri” arasında gösterilen Necil Kazım Akses “senfonik
müzik bestecisi” olarak tanınmaktadır. Ankara Devlet Konservatuarı’nın kurulmasında rol
alan Necil Kazım Akses özellikle; Ankara Kalesi, Minyatürler, “Konçerto” ve “Ballad” isimli
eserleri ile tanınmaktadır.

SONUÇ
Sonuç olarak Atatürk’ün musiki devrimi ve sonrasında Türk Beşleri’nin ortaya
çıkması kültür-sanat kazanımlarıdır. Cumhuriyet’in kurulduğu 1923 yılından sonra birçok
yetenekli müzisyen yurt dışına gönderilmiştir. Yaptıkları çalışmalar genel olarak yurtdışında
gördükleri eğitim ile kendi ülkelerinin ritim ve müziğiyle harmanlanması sonucu oluşmuştur.
Beşlerin her üyesi, “ulusalcı” bir kavrayıştan yola çıkmış, yerel müziğimizin renklerinden
yararlanmışlardır. Bu bir ortak yöndür. İlk kuşak için halk ezgilerinin derlenmesi ve notaya
aktarılması, incelenip değerlendirilmesi önemli bir kaynak oluşturmuştur.

Türk Beşlileri döneme çok sesli müzik ve kültürel anlamda yenilik getirerek kendi
ritim ve müziğimizi harmanlayarak milli bir müzik algısını oluşturmuştur. Türk beşlilerinde
aksak ritim çok kullanılmıştır. Radyolarda eserler seslendirilmeye başlanmıştır. Dönemde
ülkeye ait farklı enstürmanlara eserlerde yer verilerek yeni bir akım da oluşturulmuştur,
örneğin Hasan Ferid Alnar kanun konçertosu da yazmıştır. Avrupa’nın pek çok ülkesinde 19.
yüzyıl sonu ortaya çıkan ulusal kaynaklara yönelme akımının bir uzantısıdır bu başlangıç.
Türk halk ezgileri ve geleneksel sanat müziğimizin modal (makamsal) karakteri, aksak
ritimler içindeki yapısı, yalnız bizim bestecilerimizin değil, giderek dünyanın uzak
köşelerindeki müzisyenleri ilgilendirmektedir.

KAYNAKÇA

 http://www.almanaktr.com/index.php/turkiye-den-olaylar/turkiye-1920-1929/57-
turkiye-1923/158-29-ekim-1923-cumhuriyet-in-ilani
 file:///Users/ugur/Downloads/5691-34871-1-PB%20(2).pdf
 https://kidega.com/yazar/ahmet-adnan-saygun-092233
 http://www.kimkimdir.net.tr/kisiler/ulvi-cemal-erkin
 http://www.kimkimdir.gen.tr/kimkimdir.php?id=1125
 https://turkceodevim.com/hasan-ferit-alnar-kimdir/
 http://besteci.kim/unlu-besteci-kimdir/klasik-bati-muzigi-bestecileri/turk-besleri-necil-
kazim-akses-kimdir-muzik-hayati-eser-bilgileri/

You might also like