Professional Documents
Culture Documents
Nedim Şener
~~~~~~~~~~~~~~
Nedim Şener
1992 yılında Dünya gazetesinde başladığı profesyonel gazetecilik mesleğini 1994 yılından bu
yana Milliyet gazetesinde sürdürüyor. Milliyet gazetesinde kendi halinde bir ekonomi muhabiri
olarak çalışırken, 1999 yılında başlayan operasyonlar ile birlikte yolsuzluk konusunda haberler
yapmaya başlayan Nedim Şener 1998, 1999, 2000 Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC)’nin
"Yılın Ekonomi Muhabiri" ödüllerini aldı. 1998 Metin Göktepe Gazetecilik Ödülü’ne layık
görülen Nedim Şener, bugüne kadar TÜSİAD (1993), MÜSİAD (1998), İzmir Ticaret Odası
(1998) ve İstanbul Muhasebeciler Odası (İSMMMOB) (2002) gibi meslek örgüden tarafından
da haber dalında ödüllendirildi.
1994 yılında Dünya'da ve Türkiye'de Altın (Dünya Yayınlan 1994) aldı kitaba imza atan Nedim
Şener’in 2001 yılında da Tepeden Tırnağa Yolsuzluk (Metis Yayınlan) adlı kitabı yayınlandı.
Şener, 2002 yılında yayınlanan Naylon Holding (OM Yayınlan) kitabıyla2002 yılı "SEDAT
SİMAVİ GAZETECİLİK ÖDÜLÜ"nü kazandı.
İmar Bankası yolsuzluğu ortaya çıkmasaydı dahi bir gün Uzanlar hakkında kitap yazılacaktı.
Onlar, Türkiye'nin en "gizemli" ama "en hızlı yükselen" sonuçta da "en hızlı düşen" ailesiydi.
İş dünyasından bile kimsenin tanımadığı bu ailenin "gizemli yapısı" bile kitap konusu olacak
kadar ilgi çekici. Keşke topluma yükledikleri fatura 8.5 katrilyon lira gibi (5.7 milyar dolar)
büyük bir rakam olmasaydı. Faturayı ödeyenler, bu kitapta ortaya konulan gerçekleri öğrenme
hakkına sahip. Çünkü Türkiye'de yaşayan herkes İmar Bankası'nın faturasını bugün ve gelecek
on yıllarda daha az eğitim olanağı, daha az sağlık hizmeti ve daha düşük bir hayat standardı
olarak ödeyecek.
İşte bu nedenle kitabı, İmar Bankası, el konulan 22 banka ve kamu bankalarında oluşan
zararın neden olduğu 77 milyar dolarlık faturayı sırtlanmak zorunda bırakılan Türk vergi
mükelleflerine adıyorum.
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ / UZANLAR: İmparatorluğa Giden Yol
EK 1: CEM UZAN’IN AYDIN DOĞAN İLE 2001 YILINDA YAPTIĞI GİZLİ KAYIT
Türkiye’nin en büyük holding sahipleri tarifeli uçaklarla seyahat ederken, onlar özel uçakların
en pahalısına sahip oldular. Yatların en büyük ve gösterişli olanı, boğazın sırtlarında lüks villa,
kenarında ise yalı olmazsa olmazlar arasındaydı. Ağızlarındaki pahalı purolar gazete
sayfalarındaki fotoğraf çerçevelerinden taşıyordu. Turgut Özal’uı yarattığı sınıfa, 1990’lardaki
koalisyon hükümetleri döneminde her partinin "adamları" eklendi. Onlar da oldukça açık olan
arayı kapatmak için ellerinden ne geliyorsa yaptılar.
Üreterek sermaye birikim alışkanlığı olmayan bu sınıfın önemli isimleri, soyulabilecek bir
devlet kaynağı kalmadığından, devletin imkânlarını kullanarak servetlerine servet kattılar.
Haksız olarak teşviklerden yararlanma, hayali ihracat, banka lisansı alma, yasa ve
yönetmelikleri kendi çıkarlarına göre düzenletmeye kadar varan ayrıcalıklar bu sınıfın
zenginliklerini katmerledi.
Yeni bin yılın eşiğine kadar hak edilmemiş ultra-lüks bir yaşam, "dokunulmazlık" zırhı sağlayan
medya gücü ile birleştirilince kolay erişilemeyecek "Fildişi kuleler" oluştu.
Bugün gelinen noktada, son 20 yıla damgasını vuran bu gösteriş ekonomisinin tüm faturası,
halkın sırtına yüklenmiş durumda. El konulan bankalardan doğan 55 milyar dolara, kamu
bankalarına elini sokan siyasilerin yol açtığı 22 milyar dolarlık maliyet de eklendiğinde,
ayrıcalıklı sınıfın yol açtığı fatura toplamı 77 milyar dolara ulaştı.
Bu kitabın yazılışına İmar Bankası yolsuzluğunun tüm boyutlarını anlatmak için çıkmıştım.
Ama İmar Bankası olayım anlatmak aslında Uzan Grubu’nu anlatmaktı. Ben de öyle yaptım;
Uzanlar’ın var olduğu günden bugüne kadar ne yaşanmışsa anlatmaya çalıştım.
1960'lann sonundan bugünlere kadar Uzanlar’ın yanında çalışmış birçok kişiyle görüştüm.
Binlerce sayfa rapor ve resmi yazı okudum. Altı ayı aşan bir süre içinde elinizde tuttuğunuz bu
çalışma ortaya çıktı. Kitabın içindeki bilgiler asla hakaret amacıyla bir araya getirilmedi.
Tamamıyla resmi evraklarda yazıldığı biçimiyle Uzan Grubu hakkındaki bilgiler aktarıldı.
Sonunda, İmar Bankası dahil toplam 77 milyar dolarlık banka yolsuzlukları faturasını ödeyen
Türkiye halkına gerçekleri öğrenmesi için bu kitap ortaya çıktı.
Bu çalışma için teşekkür etmem gereken o kadar çok isim varki, buna bir de isimlerini
yazmamam gerekenler eklenince, toplam 50 kişilik bir liste ortaya çıkıyor.
O nedenle bu çalışma sırasında bana yardım eden herkese burada "toptan" bir teşekkür
yolluyorum. Ve artık sözü kitaba bırakıyorum.
— Nedim Şener
UZANLAR: İmparatorluğa Giden Yol
Uzan Ailesi Nereden Koşuyor
**********
Ali Sami Yen Stadı'nın açılışı 22 Aralık 1964 tarihinde Türkiye-Bulgaristan maçı ile
yapılacaktır. Resmi rakamlara göre bilet alan 48 bin 600 seyirci başlama düdüğünün çalmasını
sabırsızlıkla beklemektedir. Maç başlamadan yapılan tezahüratlara, bir anda "tribün çöküyor"
nağralan eklenir.
Yaşanan izhidam nedeniyle 22 bin kişinin toplandığı açık tribünde bulunan seyirciler, demir
parmaklıkları da parçalayarak bir alt katta oturanların üzerine düşer.
Herkesin yüreğini ağzına getiren olayda ölen yoktur, ama 84 kişi yaralanır. İlk telaş atlatılır
atlatılmaz stat yetkilileri fazla seyirci almakla, polis görevini yapmamakla suçlanır.
Resmi makamlar ise gözlerini stat inşaatını yapan müteahhide çevirir. Gazete manşetlerinde
artık onun adı vardır. O müteahhit Kemal Uzan’dır.
Daha sonra inşaatın ruhsatsız yapıldığı, inşaatın bitiminden sonra alınması gereken iskan
müsaadesinin de olmadığı ortaya çıkar.
Kemal Uzan basın toplantısı yapıp durumu açıklamaya çalışsa da, artık çok geçtir. 84 kişi ile
birlikte müteahhit Kemal Uzan’ın işadamı itibarı da ilk yarasını almıştır.
Ama talihsizlik bir türlü Kemal Uzan’ın yakasını bırakmaz; 1971 yılında da İzmir’de Akdeniz
Oyunlan’nın yapılacağı tesislerin tribünlerinde yangın çıkar.
Onarım için inşaatı yapan müteahhit aranıp bulunur, masraf inşaat maliyeti kadar tutacaktır
ama başka çare akla gelmez. Kemal Uzan’ın tamirat için verdiği teklif çaresiz kabul edilir.
Kemal Uzan bir kez daha gazete haberlerine konu olur.
Artık Uzan soyadı belleklere kazınmıştır. Baba Kemal Uzan’ın temellerini attığı Uzan Krallığı,
daha sonraki yıllarda büyük oğlu Cem, ardından küçük oğlu Hakan’ın katılımıyla Uzan
İmparatorluğu haline gelecektir.
İnşaat müteahhidi olarak iş yaşamında boy gösteren ve ardından basına giren Kemal Uzan’ın
yanında hep kardeşi Yavuz Uzan vardır.
Diğer kardeşi Bahattin Uzan ise, kendi deyimiyle "işin hamaliyesini" yapmaktadır.
Birinci kuşak Uzan Grubu’nun ilerleyişi ikinci kuşak yani Cem ve Hakan’ın katılımıyla kural
tanımaz bir yükselişe dönüşür.
Holding patronu her Türk işadamının temel amacı olan banka sahibi olma isteğine, 1980’lerin
ilk yarısında kavuşan Kemal Uzan’dan sonra Cem Uzan’ın 1980’lerde sekizinci Cumhurbaşkanı
Turgut Özal’ın oğlu Ahmet Özal ile yasal izin olmadan ilk Özel televizyon yayınlarına
başlaması, artık Türkiye’de bir Uzan olgusunun herkes tarafından kabul edilmesine neden
olur.
Diğer yandan devletin sattığı çimento fabrikalarına sahip olmaktaki tutkuları, elektrik
şirketlerindeki imtiyazları sadece kendi çıkarlarına göre kullanmaları, yerli ya da yabancı
olsun, iyi başlayan her ortaklığın sonunda yaşanan kavgalı ayrılıklardan hep kazançlı
çıkmaları, bunun için de mevcut hukuki düzenlemelerin en küçük açıklarından bile
yararlanmaları, Uzan olgusunun negatif algılamasındaki başlıca etkenlerdi.
İş dünyasından hiç kimseyle ya da dernek ve kuruluşlarla yakın olmayan, kendi içine kapalı,
ancak lüks otomobiller, yatlar, villalar, yalı, köşk, uçak ve helikopterlerden oluşan gösterişli bir
yaşam, bunların çevresindeki olağanüstü güvenlik ağı, aileyi hiç kimsenin erişemeyeceği bir
koruma altınaalırken, dışarıdan bakanların da ilgi odağı haline getiriyordu.
Uzan ailesini şöyle formüle etmek mümkündü: Uzanlar: [Para+Güç+Tehdit Algılaması] -
Merhamet
Ellerindeki medya gücü, yaşanan tecrübeler nedeniyle siyasetçi, bürokrat ya da işadamı, kim
olursa tehdit unsuru olarak algılanırken, ekonomik güçleri, her şeyi ve kişiyi, hatta bir siyasi
partiyi bile satın alabilecek imkân yaratıyordu.
Devletin temel fonksiyonları olan yasama, yürütme ve yargının her alanı içindeki etkilerinin
verdiği "güç" onları, "dokunulmaz" bir noktada tutuyordu. Hangi alan olursa olsun, girdikleri
tüm sektörlerde hiç kimseye merhamet ya da acıma yoktu.
Kemal Uzan ise bu hırs ve güç imparatorluğunun başlangıcını Adapazarı - İstanbul treninde
çiklet satışıyla açıklamaya çalışırken, bugün yaşanan olaylar, Uzan olgusunu daha da açmak
gerektiğini ortaya koyuyor.
Kemal Uzan’ın kayıtlara giren iş yaşamı tam 48 yıl önce 1956’da kurduğu inşaat şirketi ile
başladı. Ailesi 1910 Balkan Savaşı sırasında Saraybosna’dan Türkiye’ye göç eden Kemal Uzan,
İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Bölümü'nü bitirmesinin ardından iş hayatına
girdi.
Kemal Uzan, 1956’da başladığı müteahhitlikten birkaç yıl sonra gazetecilik alanına da girdi ve
Yeni İstanbul gazetesinin sahibi oldu.
Gençliğinde İstanbul-Sakarya tren hattında sakız sattığı söylenen Kemal Uzan hakkında iş
aleminde pek çok rivayet dolaşıyor. Örneğin bir iddiaya göre, Yugoslav Mareşal Tito’nun
servetinin bir bölümünü yıllarca o işletti. Bir diğer iddiaya göre, Sovyet Merkez Bankası’na ait
külçe altınları İstanbul Kapalıçarşı’da paraya çevirme işini yıllarca o yaptı.
İTÜ İnşaat Mühendisliği Bölümü mezunu olan Kemal Uzan, 1960’larda Türkiye’ye gelen
göçmenlerin konut ihtiyacı nedeniyle açılan ihalelerle devletten iş almaya başladı.
Stat işleri yanında, Afşin - Elbistan Santrali’nin kule inşaatı Uzan’ın yaptığı önemli işler
arasındaydı. Libya ve Suudi Arabistan’da aldığı işler sektöründe bir ‘ilk’e imza atılmasına
neden oluyordu. Suudi Arabistan herkesten istediği devlet garantisini Uzanlar'dan istemiyor,
gruba duyulan bu güven, genelkurmay binasının inşaatının yapımına kadar da varıyordu.
Kemal Uzan’ın adı Libya'nın silah ihtiyacının karşılanmasında da geçti.
Kaddafi’nin de güvenini kazanan Kemal Uzan, Libya liderinin elinden altın madalya bile
almıştı. Ancak Libya macerası da olayı bitti. İş, Kemal Uzan’ın Tefa adlı şirketinin mal
varlıklarına el konmasına kadar vardı.
Ekonomi Politika dergisinin 28 Mart 1993 tarihli sayısında yayınlanan ‘Uzan Ailesi Nereden
Koşuyor?’ başlıklı yazıya göre; özelleştirme yoluyla aldığı çimento fabrikaları, televizyon, radyo
şirketleri ve bankaları ile toplam 33 şirketi bulunan Uzan’ların serveti 1 milyar dolardı.
Dergide Kemal Uzan’ın Araplardan ihale almak için yaptığı işlerden ilginç örneklerde
verilmişti.
Örneğin, Uzanlar’a ait Hayat Mecmuası’nda, Ortadoğu’yla ilgili haberlerde Filistin Kurtuluş
Örgütü (FKÖ) hiçbir zaman FKÖ diye yazılmadı. Hep İngilizce orijinaliyle "PLO" (Palestine
Liberation Organization) diye ifade edildi. Kemal Uzan, örgüt için PLO diye yazılmasını isterdi,
çünkü Arapların İngilizce kısaltmayı anlayıp, Uzan’ın Filistin davasını desteklediklerini
düşünmelerini isterdi.
1960’larda çıkardığı Yeni İstanbul gazetesine birçok ünlü ismi çağıran Kemal Uzan, basındaki
promosyon olayının da mimarı olur.
Gazetesinde yayınladığı kuponla çekilişe katılacaklara bir ev vereceğini açıklayan Kemal Uzan,
100 bine çıkan tiraja sevinir, ancak sıra ev vermeye geldiğinde bundan bir yolunu bulup
sıyrılmayı da kafasına koyar.
Gazete çalışanlarından birisinin boy boy resimlerini Yeni İstanbul gazetesinde yayınlayan
Kemal Uzan, böylece vermediği evi sanki vermiş gibi göstererek promosyon konusunda da ilk
şüphenin yaratıcısı olur.
Yeni İstanbul gazetesinin Uzanlar tarihinde ayrı bir yeri vardır. Güçlü olmanın yolunun
basından geçtiği, bilen Kemal Uzan gazetesinde, Bab-ı Ali’nin güçlü kadrolarından birisini
kumaya karar verir.
Yıl 1968’dir; Cumhuriyet, Milliyet ve Hürriyet gazetesinden önemli isimleri yüksek ücret ve
transfer paraları ile gazete kadrosuna katar.
Gazetenin başına o zaman 38 yaşında olan Cumhuriyet’tin tepesindeki Erol Dallı getirilir.
Uzanlar’ın yönetim anlayışından, Babıâli’de fiyaskoyla biten ilk promosyon olayına birçok şeyi
en iyi bilen isim olan Dallı’nın, Türkan Şoray ismi ile günlerce tefrika edilen Buruk Acı adlı
roman ile ilgili olarak anlattıkları, hem komik hem de düşündürücüdür.
Zamanın en popüler ismi Türkan Şoray’ın adıyla yayınlanan, ama aslında Cumhuriyet
gazetesindeki bir müsahih (düzeltmen) tarafından kaleme alınan Buruk Acı romanı hakkında
samimi itiraflarda bulunan Erol Dallı, Cumhuriyet'in başından Yeni İstanbul'a gidişini biraz
pişmanlık biraz da üzüntüyle anlatıyor.
Şimdi Erol Dallı ile 1968 yılma gidiyoruz. Ve Yeni İstanbul Gazetesi Yazı İşleri Müdürü o
günleri anlatıyor:
"Uzanlar Yeni İstanbul’u Habib Edip Törehan’dan aldılar. Gazete tamamen bitmiş, Törehan
İsviçre’ye yerleşmişti. Kemal Uzan okul arkadaşı Süleyman Demirel’in himayesinde belli bir
yere gelmiş, Ali Sami Yen Stadı ve İzmir Halkapınar Olimpiyat Stadı’nı onlar yapmıştı.
1953 yılında Cumhuriyet gazetesine girdim ve 16 yıl çalıştım. Benim Cumhuriyet'ten ayrılmak
gibi bir niyetim yoktu.
O zamanlar Uzanların güçlü bir medyaya ihtiyacı vardı. Ben de Cumhuriyet'in başında tek
adam durumunda gerçekten iyi bir konumdaydım. Yerimden de çok memnundum. O zamanlar
Akis’te çalışan Kurtul Altuğ bana geldi, kendisinin Yeni İstanbul'un Ankara Büro Şefliği’ni
aldığını söyledi. Bana da İstanbul’da yazı işleri müdürlüğü teklifi yapıldı.
Bana teklif getirdiği zaman araştırmaya başladığımda çok iyi bir müteahhit olduğu
söyleniyordu.
Beni illa ki almak isteğini öğrendim. Çok güvendiğim bir arkadaş olan Kurtul Altuğ’un ısran ile
Kayhan Sağlamer diye bir arkadaşımla Yeni İstanbul’a, gittik. Kurtul geldi dedi ki: ‘Yepyeni bir
sermaye çok da paraları var.’ ‘Valla,’ dedim ‘kusura bakma ben para yönünden çok mutluyum.'
Hakikaten Cumhuriyet’te para çok azdır. Aylık 3 bin lira alıyorum, ayrıca bana ek para
versinler diye okuyucu mektuplarını cevaplandırıyordum. Bunun için de toplam 750 lira
alıyordum. Yani toplam gelirim 3 bin 750 lira idi. Ama Uzanlar bana 15 bin lira teklif etti.
Ben Kemal Uzan ile ilk kez Hilton’da tanıştım. Eşimle beraber Hilton’a davet etti. Ben teklifi
geri çevirmiştim, ama anormal derecede ısrar ettiler.
Ancak arkadaşım Kayhan Sağlamer kendisine yapılan teklifi kabul etmiş. Fakat bir şart
koymuş: ‘Erol gelmezse ben de gelmem,’ demiş.
Hilton’da yaptığımız konuşmadan sonra karım (Tanju Dallı) bana dedi ki: ‘Dikkat ediyor
musun, hiç adamın gözlerini görmedin sen, ben de göremedim,’ dedi. Kadınların içinde bir
sezgileri var ya...
‘Gözünü kaçıran adamdan kork, ben sana bu kadar söylüyorum kararında serbestsin,’ diye de
ekledi.
Gözlüğün arkasından konuşmayı tercih eder ve yeşil gözleri ortaya çıktığı zaman size hiç
itimat vermez ve kaçırır gözlerini. Neyse ertesi gün Kurtul, Kayhan ve Yavuz Uzan çıktı ortaya.
Cem o zamanlar ortalarda dolaşan şımarık bir çocuktu. Bahattin, Kemal ve Yavuz Uzan
kardeşler gazetedeydi.
Yavuz hep gülen bir tiptir. Neyse, bunlar Turhan Selçuk’a bir teklif götürmüşler.
Turhan: ‘Erol’un olduğunu duydum var mı yok mu?' diye sormuş, ‘Eğer Erol varsa ben de
varım’ demiş.
Baktım iş ciddileşiyor. Ben o zaman Kemal Uzan’ın atak birisi olduğunu anladım.
Bana dedi ki: ‘Öyle bir kadro kur ki, bize 15 yıl gitsin; ‘Nasıl’ dedim?
Kemal Uzan ‘Mesela yardımcılığına Hasan Yılmazer’i al. Kimi alırsan al, ben sana bir şey
demiyorum iyi para vereceğim transfer ücreti de vereceğim,’ dedi.
Turhan Selçuk Milliyet’te 2 bin 500 lira alırken Yeni İstanbul'a gelmek için 10 bin lira istedi.
Hasan Yılmazer ona yakın. Spor servisinin başı için Halit Kıvanç ile konuşmuşlar.
Kemal Uzan peşimi bırakmadı, ben de son olarak: ‘15 değil 20 bin lira versen de gelmiyorum,’
dedim. Ben gitmemek için olmayacak iki şeyi söyledim. Ev ve tekne istedim.
Bana bir telefon etti. 50 bin lira transfer ücreti vereceğini söyledi.
Bunu duyan Halit Kıvanç da -o zaman Esentepe’de oturuyordu- ‘Evimi yaptıracağım,’ dedi. O
da 10 bin lira maaşla gelmişti. ‘Bir senelik peşin isterim,’ dedi. Sonunda 30 bin lira transfer
ücreti aldı. Ayrıca Ömer Sami Coşar 25 bin lira transfer 10 bin lira maaşia geldi. Turhan
Selçuk da 10 bin lira maaş ve 30 bin lira transfer ücreti aldı.
Nail Güreli 10 bin lira maaş ile başladı. Cumhuriyet’ten sonra Milliyet'in de elamanlarını
alıyorduk. O zamanlar Yeni İstanbul 40 bin satıyordu. Sadece ekonomi gazetesiydi ve 20 bini
abone satışıydı. Yeni İstanbul mavi başlıklı, soluk, tatsız bir gazeteydi.
Ben arkadaşlara dedim ki: ‘Kemal Uzan hiçbir şeyden kaçınmıyor ona göre.’
Yani şunu demek istiyorum; hiçbir gazete adam göndermezken, biz gidiyorduk."
Kemal Uzan demiş ki: ‘Ben bu işe çok para veriyorum, bundan sonra matrisleri özel araç değil,
havayollarının Şişhane’den kalkan otobüsü götürsün.’
Bunun üzerine araba gidişi iptal edilmiş. Ardından matrislerin Ankara’ya gidişlerinde
gecikmeler yaşanmış. Ankara büroda da Kurtul Altuğ ile AA'dan geçen yardımcısı Güneri
Civaoğlu feryat ediyor:
Ben olayı araştırınca gerçeği öğrendim ve gittim Kemal Uzan’ın yanına. ‘Bu ne rezalettir,’ diye
sordum.
Bana ‘Hiç haberim yok,' dedi. İndim aşağı: ‘Adamın bir şeyden haberi yok,’ diye çıkıştım.
‘Abi’ dediler ‘emri bizzat kendisi verdi.’ Ben de şimdilik idare edin, birkaç gün sonra yine
matrisleri arabayla göndermeye devam edersiniz,’ dedim. Bu çok küçük bir ayrıntı ama bizim
gazetecilik için kendimizi parçaladığımız günlerdi."
Ona dedim ki: ‘Cihat abi bir roman düşünüyorum, ama kime yazdırayım bilemiyorum. Sen ne
tavsiye edersin, bir romanla patlama yapmak istiyorum.'
O zamanlar da Türkan Şoray Türkiye’de bir numara olmuş. Herkes ondan bahsediyor.
‘Nasıl yani’ diye sorduğumda: ‘Senin adınla bir roman yayınlamak istiyoruz de,’ dedi.
‘Olur mu, biz söyleyince Türkan Şoray roman yazar mı, ayrıca yazabilir mi?’ dedim.
‘O kadar çok ben bir roman yazdım da bir yayınlansa diyen adam var ki, alır onlardan birisini,
üstüne de Türkan Şoray’ın adını koyar yayınlarsın,’ dedi.
İsmini vermek istemiyorum Cumhuriyet’te bir arkadaş (Adnan Özyalçıner, N.Ş.) vardı. Hemen
o geldi aklıma tashih servisinde çalışıyordu. Hep roman yazar yayınlatmaya çalışırdı.
‘Gel sana birkaç kuruş para verelim tutsun bu roman. Senin isminle de başka bir roman
yayınlarız,’ dedim. Tamam da bunu Türkan’a nasıl söyleyeceğiz mesele bu. O zaman da aklıma
Türkan ile beraber olan Rüçhan Adlı geldi.
‘Ağabey’ dedim ‘Türkan’ın paradan puldan haberi yok. Sen ne yaparsan o, sen bilirsin, sen
alırsın,’ dedim.
‘Ya deme öyle,’ dedi ve sonunda 10 bin liraya anlaştık. Anlaştık da ben ‘patrona soracağım,’
dedim.
Kemal Uzan, ‘Aman nasıl buldun bu fikri harika bir şey,’ dedi.
Oturduk romana bir de Buruk Acı diye bir isim koyduk. Hem buruk hem acı nasıl olur derken
İstanbul ve Türkiye genelinde çok büyük tanıtım yapıldı. Afişler kentin her yerine asıldı. Allah
var, ben hu kadar güzel reklam görmedim.
Yeni İstanbul’da 1968 yılı sonunda yayınlandı ve biz tam onbin tiraj aldık. O zaman rakip
gazete Tercüman’da. Murat Sertoğlu pehlivan tefrikaları yayınlıyordu.
Hatta Yeni İstanbul' da iken Uzanlar alınca Yeni İstanbul'dan oraya geçmiş, giderken oraya 40
bin tiraj götürmüş, Ondan sonra da Çetin Altan gelirdi. O da gittiği gazeteye 25-30 bin tiraj
götürürdü.
Rüçhan abi geldi. ‘Türkan romana olan ilgiyi çok beğendi, hatta filmini de yapmak istiyor,’
dedi.
Gittim Kemal Uzan’a: ‘Yazara 5 bin, Türkan Şoray'a da 10 bin lira vereceğiz,’ dedim.
Dedi ki: ‘Valla ben ne yazara ne de Türkan Şoray’a para vermek taraftarı değilim. Yat üstüne
gitsin, bunlar sanatkâr geçinmiyorlar mı? Bunlar hayat boyu bize mecburlar. Ne parası
vereceksin yat üstüne gitsin,’ dedi.
Bunu Rüçhan abiye nasıl söylerdim. Adamın belki 10 bin liraya ihtiyacı yoktu, ama prensipleri
vardı. Ben de Rüçhan abinin parayı istemesini bekledim.
Gittim Kemal Uzan’a durumu anlattım. Tam o sırada Es Es’ler yani Eskişehir Spor ortalığı
kavuruyor. Fenerbahçe Eskişehir’e gidiyor. Halit Kıvanç da harcırah olarak 50 lira istemiş.
Kemal Uzan da ‘Bugün de Halit 50 lira istedi yahu. TRT’de maç anlatıyor TRT’den alsın bizden
almasın,’ dedi ve onu geri çevirdi.
Ben de ‘Bunun gibi bir iki olay daha yaşanırsa ben olduğu gibi, bütün kadromla birlikte istifa
ederiz,’ dedim.
Baktım Türkan Şoray’ın parasını ödemedi. Ay başında ben cebimden parayı ödedim.
Ve Rüçhan abiye söyledim önce inanmadı, ama sonra parayı geri yolladı. ‘Sen adi bir herifin
yanında çalışıyorsun sana bu sıkıntı yeter,’ diyerek.
O zamanlar karakter belirleyen şeyler bunlardı. O sırada gazete dolayısıyla Süleyman Bey’le
(Demirel) çok iyi ilişkileri vardı.
Gazetenin batışının sebebi Yavuz Uzan’dır. Kasa oydu. Hepimizin maaşı cebindeydi ödemeleri
o yapardı. 6 ay sonra maaşlar aksamaya başladı. Üste maaşlar verilir altkesim alamazdı.
Halit Kıvanç’ın Ankara'da yapılacak bir maç için istediği harcırah yine reddedilmişti. Ben
gittim çocuklara dedim ki: ‘Ben bunu bu şekilde devam ettiremem. Bize verilen yazılı
mukavelede ‘ne zaman istifa ederse bir yıllık maaş peşin olarak ödenir,’ diye hüküm vardı.
Çocuklar ben istifa ediyorum dediğimde arkadaşlar yapma ya da yap demediler. Kemal Uzan’a
mukaveledeki maddeyi hatırlattım ve dedim ki: ‘O maddeye rağmen bir yıllık peşin maaş size
hediyem olsun.’ Şimdi olsa böyle bir laf söylenir mi?
Ama o zaman gençlik vardı. Benle gelen 11 kişi aynı gün istifa etti."
Buruk Acı romanı Yeni İstanbul gazetesinde yayınlandığında büyük bir ilgi görmüştü. İlginin
büyüklüğü, 1969 yılında aynı adla bir sinema filmi çekilmesine vesile oldu. Özyalçıner o
günleri şöyle anladı:
"Erol Dallı ile Yeni İstanbul'un yazı işleri müdürlüğünü yapan Kayhan Sağlamer, bir gün bana
geldi ve ‘Brigitte Bardot roman yazsa nasıl olur?’ diye sordu. Ben de ‘İyi olur' dedim.
‘Peki Türkan Şoray roman yazsa nasıl olur,’ diye devam etti.
Benim yanıtım ‘O da iyi olur’ oldu. ‘Ama Türkan Şoray’ın romanını sen yazacaksın’ dedi.
‘Valla gazetenin tirajını artıracağız onun için böyle bir kampanyaya giriyoruz. Ben Rüçhan Adlı
ile konuyu görüştüm,' dedi.
Benim tek muhatabım yazı işleriydi ve romanı yazıp verdim; ardından da Türkan Şoray adıyla
yayınlandı. Romanın akışı için de Buruk Acı adlı bir şarkının sözleri vardı. Bilirsiniz ünlü Buruk
Acı şarkısı;
Romanı yazıyordum, ama şiir yazmadığım için arkadaşım Sennur Sezer’den rica ettim. O da
sağ olsun beni kırmadı ve bilinen meşhur Buruk Acı adlı şarkının sözlerini yazdı ben de
romanın içine aldım. Yani yalnız roman değil, herkesin bildiği o şarkı Burak Acı da Türkan
Şoray’m değildir."
Danışıklı Piyango
Yıllardır yürekleri titreten bu şarkı, hep Türkan Şoray’a mal edildi. Sözer ünlü bestekâr
Teoman Alpay tarafından da bestelenmişti. Ve 33 yıldır bu şarkının güftecisi olarak Türkan
Şoray bilinmektedir. Zaman zaman yapılan nostalji kasetlerinde şarkıcıların okuduğu Buruk
Acı şarkısının güftesi Türkan Şoray’ın değil, Sennur Sezer’indi.
Erol Dallı’nın anlattığı konulardan birisi de, Yeni İstanbul gazetesinde yapılan ve çok tartışılan
danışıklı çekilişti.
Kemal Uzan, gazete satışlarını artırmak için promosyon dönemini başlatanlardan birisi olarak
anılmaktadır.
Erol Dallı, yıllardır dillerden düşmeyen meşhur promosyon olayını da şöyle anlattı:
"Cumhuriyet 110 bin, biz 140 bin tiraja sahiptik. Kemal Uzan bir gün bana geldi dedi ki;
'Benim Bahçelievler’de yaptığım 100 dairelik bir inşaat var. Bunun 10 tanesini kuponla
okuyuculara verelim, tiraj alırız.’
Ben de bu işleri bilmediğim için bir pazarlamacı bulundu ve kuponlar verildi. Sonra hiç
ilgilenmedim. Gazetenin başındayım, ama bundan anlamadığım için ilgilenmedim. Daha o
günlerde promosyon diye bir şey bilinmiyordu.
En büyük promosyon ilaveydi. Cumhuriyet Bayramı ilavesi gibi işleri de Cumhuriyet gazetesi
verirdi. Sonra Abdi İpekçi Milliyet'te hafta sonu ilavelerine başladı.
Bu kupon işleri bitti. Ben de Divan’ın barında Erol Simavi ile karşılaştım. Dedi ki: "Ulan millete
kupon biriktirtiyorsunuz halka veriyoruz diye de yutturuyorsunuz. Evi sizin makine
dairesindeki Salim Usta’ya vermişsiniz." Gerçekten de ne olup bittiğinden haberim yoktu, ama
yediremediğim için sesim çıkmadı, 10 evin iki tanesi, belki halktan birilerine verildiyse
verilmiştir. Bir tanesi bizim Salim Usta'ya verildi. Bir de gazeteye kocaman resmini basmışlar.
İki tanesi de Kemal Uzan’ın yakınındaki yalaka adamlara çıktı, ama evleri aldılar mı emin
değilim. Geri kalan beş evin verilmediğini sanıyorum.
Gazeteye gelen arkadaşlarımdan belki eski çalıştıkları yerlerde rahatsızlıkları olanlar vardı
ondan gelmişlerdi, ama benim Cumhuriyet’te hiçbir rahatsızlığım yoktu. Sonuçta para ağır
basmış gibi bir durum ortaya çıkabilir; ama ben Cumhuriyet'teyken de geçiniyordum. Bunları
biraz da buruk anlatıyorum. Cumhuriyet’in başında olmak büyük işti. Eski bir arabam vardı,
her gün iterek çalıştırırdım ama çok keyifliydim, yani onu demek istiyorum. Kemal Bey’e
geldim dedim ki: ‘Evi Salim Usta’ya vermişsiniz, bu doğru mu?’
‘Ne var yani Salim Usta Türk vatandaşı değil mi?’ diye karşılık verdi.
‘Bunun Babıâli’de çok çalkantısı olur,’ dediğimde de ‘Babıâli beni ilgilendirmez, ben aldım
başımı gidiyorum,’ dedi.
Bundan bir ay sonra istifa ettim. O zaman da söyledim: ‘Bu kadro size 10 sene giderdi, ama bir
günde içine okudunuz’ dedim. Bunun içinde her türlü şey var.
Bir kere güven sarsıldığı zaman artık gerisi olmuyor. Konu 50 lira ya da başka bir şey değil.
Gazetenin satışı bir sene sonra 60 bine ikinci sene dolmadan da 10 binin altına geriledi ve
Basın İlan Kurumu ilanları ile çıkmaya başladı.
Kemal Uzan, sözünde durmayan menfaati için her şeyi yapabilen bir adamdı.
Kemal Uzan güçlü bir gazeteye sahibi olmak istiyordu. Medya patronluğunun ona büyük şeyler
getireceğini biliyordu ve bu amacından hiç vazgeçmedi. Hatta Star’ı çıkarması da bundandır.
Basını hep bir köprü olarak kullanmak istedi. Özellikle siyasetçilere uzandı mı, her şeye
uzanıyordu.
Stat yapımı konusunda tecrübeli olan Kemal Uzan, 1971 yılında İzmir’de yapılacak Akdeniz
Olimpiyatları için gerekli Atatürk Stadı inşaatına talip olur. Uzan 1968 yılında ihaleyi 56
milyon liralık keşif bedeliyle ve yüzde 15 eksiltmeyle alır. 1970 yılında Mimarlar Odası stat
inşaatındaki yolsuzlukları bir rapor halinde kamuoyuna açıklamıştır.
Buna göre Kemal Uzan, bu ihaleyi politik çevreler ve güçlü çıkar çevrelerinin desteğiyle
almıştır. Stadyum inşaatından fazladan ve haksız çıkar elde etmiştir. İlk başta 56 milyon liraya
ihale edilen inşaat, yeni keşif bedeliyle 80 milyona daha sonra da 112 milyona çıkmıştır.
Sonunda da 160 milyon liraya tamamlanabilmiştir.
İnşaat sırasında ise ilginç bir tesadüf sonucu beton direk kalıpları yandı. Akdeniz Oyunlarına
bir yıl kala yaşanan bu olay, vali başta olmak üzere İzmir’in yöneticilerini endişelendirdi.
Kemal Uzan konuyla ilgili olarak düzenlediği basın toplantısında, gazetecilerin ilginç
sorularıyla karşılaşır: "Acaba kalıplar kendiliğinden mi tutuşmuştur, yoksa bir kasıt mı vardı?
Gazetecileri hem bunu hem de ek ödenek isteyip istemediğini sorunca Kemal Uzan: "Seni
patronuna söyler attırırım," diyerek soruyu soran gazeteciyi tehdit eder. (Uzan Ailesi’nin bir
başka ferdi Genç Parti Başkanı Cem Uzan’ın korumaları, 3 Kasım 2002 seçimleri öncesinde
Adapazarı Akyazı’da yapacağı miting izlemekte kararlı olan Kanal 7 muhabiri Turgay Güler’in
omzuna elini atarak kameradan uzağa götürmüş ve herkesin gözü önünde, genç televizyon
muhabirine: "Kafana sıkarım," demişti. N.Ş.)
Uzanlar, Tanrının önlerine koyduğu fırsatları iyi kullanan bir aile olarak tanınıyor. Bunda
Türkiye’ye has ticari dehaya sahip Kemal Uzan önemli bir rol sahibi.
İş hayatında karşı karşıya gelmiş kişiler Kemal Uzan’ın çok zeki, fırsatları iyi değerlendiren bir
kişi olarak tanımlıyorlar.
Ancak her olayda, hukuki bir çıkış yolu bulunmadan da o işe girilmiyor. Aleyhte gelişecek bir
duruma karşı Uzanlar ellerinde avukat ordusu tutuyorlar dense yeridir. İmar Bankası
yolsuzluğunun gösterdiği gibi, Uzanlar yüzlerce avukatla çalışıyorlar.
Ancak toplam 6 milyar dolar zararla devlete geçen İmar Bankası yolsuzluğu ise "aileyi" dünya
yolsuzluk literatürüne geçirecek cinsten.
1980 askeri darbesi Türkiye siyasetinde olduğu gibi sosyal ve ekonomik yaşamında da bir
donemin kapandığı, bir başka dönemin açıldığı milat oldu.
Uzan Ailesi 1984 yılının Ekim ayında İmar Bankası’nı Doğuş Grubu’nun başkanı Ayhan
Şahenk’ten 21 milyon dolara satın alırken, bu gelişme Uzanlar’ı, bankası olan birkaç şanslı
gruptan birisi haline getirmişti. Kemal Uzan bir yıl sonrada Adabank’ı kurdu. Uzan aynı
dönemde Kambiyo ve Dış Ticaret adında bir başka banka kurmak istediyse de, Hazine’den
gerekli izni alamadı.
1980’lerin sonu 1990'ların başında artık sahnede Cem Uzan figürü iyice belirginleşmeye
başlar.
Alman Lisesi’nin 1979-1980 yıllığında yazılanlara göre Cem Uzan birçok arkadaşının gözünde
"... bencil, ukala ve şımarıktır."
1960, 1970 ve 1980 yılındaki askeri darbeye kadar Uzanlar’ın uğurlu kişisi Süleyman
Demirel’di. Darbenin arkasından siyasi yasaklar Demirel'i yönetimden uzak tutar. Uzan
Grubu’nun 1980’lerdeki talih kuşu Turgut Özal’ın oğlu Ahmet Özal olur.
Magic Box Yönetim Kurulu Başkanı olan eski TRT Genel Müdürü Tunca Toskay, Özal ile Cem
Uzan’ın Amerika’dan arkadaş olduklarını, ancak televizyonda ortak olmadıklarını belirtirken,
herkes, 1990 yılında yurtdışından yayın yapmaya başlayan Magic Box adlı televizyon kanalının
Özal-Uzan ortaklığı ile kurulduğunu biliyordu.
Bu ortaklık sayesinde midir; bilinmez, 1987 yılından beri Bankalar Kanunu’nun 64’üncü
maddesi gereği Hazine’nin gözetimi altında bulunan İmar Bankası, gözetimden çıkartılıp,
KIT’lere bolca kredi vererek, kazancına kazanç eklerken, şirket üstüne şirket kurdu.
Özal'larla İlişki
Sekizinci Cumhurbaşkanı Turgut Özaİ’ın oğlu 1954 doğumlu Ahmet Özal, 1971 yılında gittiği
ABD’de 1978 yılma kadar ekonomi öğrenimi gördü.
1978 yılında Türkiye’ye döndü ve Türkiye Sınai Kalkınma Bankası’nda çalışmaya başladı.
Aldığı teklif üzerine yeniden ABD’ye dönen Özal, 1987 yılında tekrar Türkiye’ye döndü. Bu kez
Uzan Ailesi’nin İmar Bankası’nda danışmanlık yapmaya başladı. Ama Ahmet’in planları
büyüktü ve ileride Türkiye’nin en büyük ekonomik gruplarında birisi olma yolunda adımlar
atıyordu.
Hem Uzan hem de Özal, Özel televizyonların önemini ve kazancını yaşadıkları ülkelerde
görmüşlerdi. Ama Türkiye’de özel televizyon kurulmasını isteyen kişi baba Turgut Özal en
büyük şanslarıydı... Kemal Uzan’ın Libya işlerinde olduğu gibi Suudi Arabistan’da da ilk
zamanlarda sahip olduğu iyi ilişkiler nerdeyse kalmamıştı.
Riyad yönetimi, Uzan’ın bir inşaat işinden alacağını ödememiştir. Devreye Uzan’ın isteğiyle
Turgut Özal girer ve Kral Fahd’a mektup yazar. Mektubunda Uzan’ın alacağının ödenmesini
isteyen Özal başarılı olmuştur. Özal bunun ardından eski yayıncı Kemal Uzan’dan özel
televizyon kurmasını istemiştir. Söylentiye göre bu iyiliği karşısında kuracağı televizyon
kanalına oğlu Ahmet Özal hiç sermaye koymadan ortak edilmiştir.
Yurtdışından uydu kanalıyla yapılacak yayın için şirket kuruluşu da yine yurtdışında
gerçekleştirilir. Magic Box (Sihirli Kutu) adlı şirketin temelleri paravan firma merkezlerinin
adresi olan Lichtenstein’da atılır.
3 Ağustos 1989 tarihinde Cem Uzan ve Kuno Firck tarafından "H-86-24" sayı ile kurulan Magic
Box Incorporated isimli şirkete Ahmet Özal, 19 Aralık 1989 tarihinde yüzde 50 hisse ile ortak
oldu.
Cem Uzan, Ahmet Özal, Yekta Okur ve Erol Hürbaş, 1 Aralık 1989 günü İstanbul’da bir şirket
daha kurarlar. Adı M.I.B Reklamcılık ve Filmcilik A.Ş. dikkat çekmesin diye Ahmet Özal’ın
ortaklık payı yüzde 1 gibi düşük bir düzeyde tutulmuştur. Yönetim kurulu ise Özal ile birlikte
onun adamı olarak bilinen Mehmet Tevfık Metin, Cem Uzan ve onun adamı olarak bilinen Erol
Hürbaş yanında, bağımsız bir kişi olarak Yekta Okur’dan oluşmaktadır.
Aynı ortakların kurduğu bir başka şirketin adı ise Test Reklamcılık Sanayi ve Ticaret A.Ş.’dir.
Türkiye’nin ilk özel televizyonunu Ahmet Özal’ın önerisiyle kurdular. Tekfen Holding’in
sahiplerinden Feyyaz Berker, Cem Uzan’m kayınpederiydi ve Ahmet Özal’ın da Tekfen
Sitesi’ndeki evinin sahibiydi.
Berker, Özal Ailesi ile iyi ilişkiler içinde büyük otoyol ihalelerine imza atıyor ve Emlakbank’ın
itibarlı müşterileri arasında yer alıyordu. Cem Uzan, Ahmet Özal ile ortak olmayı başardığında,
Tekfen Sitesi'nde eşi Aslı’nın villasında oturmak istediklerini söylüyordu.
Oysa villada Türk Merchant Bank’ın Genel Müdürü Vural Akışık kiracı olarak oturuyordu...
Cem Uzan, sitesinin girişinde oturduğu daireden villaya geçerek, Ahmet Özal’ın oturduğu
villaya komşu olmuştur. O günlere ait gazete arşivleri Ahmet Özal’ın, iktidarın tüm
nimetlerinden yararlandığını ortaya koymaktadır.
Kaçak da olsa Türkiye’nin ilk özel televizyonundan bir havayolu şirketine varan ortaklık,
neredeyse ABD’de ünlü bir film stüdyosunu almaya kadar gidecektir.
Turgut Özal’m Cumhurbaşkanı olması ise Ahmet Özal’ın, arkasındaki rüzgârın iyice artmasını
sağlıyordur.
Fakat 1991 yılındaki seçimler çok şeyin değişmesine neden olur. Özellikle Ahmet Özal için.
Cem Uzan Star 1 televizyonun başarısından memnundur. Ahmet Özal ise yakında başına
geleceklerden habersizdir.
Cem Uzan yurtdışında yaygın olan televizyondan ürün pazarlama yöntemini Star 1 kanalına da
sokmak istemektedir.
Bu amaçla gazeteler için Uzakdoğu’dan promosyon ürünleri ithal eden Mehmet Cansun’la
görüşme yapar.
Galatasaray üyesi olan Uzan, Mehmet Cansun ile bu konuyu görüşür ve ortak şirket kurmayı
teklif eder. Ahmet Özal’da şirketin ortağı olacaktır. Cem Uzan bu yolla Galatasaray yönetimi ile
de ilişkilerini sıkılaştırır. Mehmet Cansun ile sabah ikilere üçlere kadar Swiss Otel’de
görüşmeler yapar. Uzan tuttuğu ve üyesi olduğu Galatasaray Spor Kulübü yönetimine girmek
hatta, birgün imkân olursa başkan olmak istediği fikrini Cansun ile paylaşır.
Cansun, kulüp için para harcamak isteyen "olağanüstü hırslı ve zeki" Cem Uzan’a umut verir.
Elbette kulübe hizmet etmek isteyen herkesin istediği yere gelmesi mümkündür.
Mehmet Cansun, Star Televizyonu’nun ortağı Ahmet Özal’ı hem Cumhurbaşkanı’mn oğlu
olması hem de Galatasaray Spor Kulübü’nün üyesi olması nedeniyle yakından tanıyordur.
Cansun o günleri şöyle anlatıyor:
"Ortak şirket kurma fikrini tartıştığımız bir gün, Uzan’ın Ahmet Özal’a davranışlarından bir
şeyler olacağını sezinleyerek, Özal’a: ‘Dikkat et bir iki aya kadar seni buradan postalarlar,’
dedim.
Ahmet Özal, hırsını gizleyen bir sakinlikle: ‘Yok bana bir şey olmaz, ben cumhurbaşkanı
çocuğuyum, bir şey yapamazlar;’ diyerek karşılık verdi.
Ben iki ay demiştim, ama o konuşmadan on beş gün sonra Ahmet Özal’ın koruması beni aradı.
‘Mehmet bey, Ahmet Özal sizinle acil bir toplantı yapmak istiyor. Mümkünse Etiler girişindeki
ofisinde görüşmek istiyor, ama isterseniz sizin yerinize de gelebiliriz,’ dedi. ‘Yok ben gelirim
oradan da eve (Yeniköy'de) giderim,’ dedim.
Toplantıya gittiğimde: ‘Abi sen haklı çıktın, Star binasına gittiğimde odamın ve masamın
boşaltılmış, eşyalarımın kapının önüne konmuş olduğunu gördüm, beni de binaya sokmadılar,’
dedi."
Elbette Ahmet Özal’ın uzaklaştırılması, yukarıda kısaca belirttiğimiz kadar kolay olmadı.
O güne kadar ANAP’ın propoganda aracı olarak görülen Star Televizyonu’nda da önemli
değişiklikler olmaya başladı.
Bütün koşullar Cem Uzan’ın Ahmet Özal’dan kurtulması için uygun hale gelmişti.
Bahane hazırdı. Uzanlar önce ANAP’tan seçim kampanyasındaki reklamların parasını istediler.
Ama kimsenin para ödeyecek durumu yoktu. Zaten bu talebin bahane olduğunu da herkes
biliyordu.
Ahmet Özal’ın Star Televizyonu binasında bir odası ve notlarını alan bir sekreteri vardı.
Daha sonra Ahmet Özal’ın avukatı olan Münci İnci o gergin günleri şöyle anlatıyor:
"Baştan reddedilen ama herkesin bildiği bir gerçek vardı ki; Ahmet Özal, Star’ın yüzde 50
ortağıydı. Televizyon binasında da odası vardı. Uzanlar Ahmet Özal’dan kurtulmak istedikleri
dönemde bir gün kendisini binaya sokmadılar.
Turgut Özal’ın ricası üzerine Ahmet Özal’m avukatlığını üstlenen Münci İnci, o günleri
anlatırken:
"Aslında, Ahmet Özal ve Cem Uzan arasında yaşanan kavganın arkasında Turgut Özal ve
Süleyman Demirerin bilek güreşi vardı," diyecektir.
Kemal ve Cem Uzan 24 Aralık 1991 tarihinde Çankaya Köşkü’nde yapılan görüşmeye katılırlar.
Bazı kaynaklara göre Baba Özal, Cumhurbaşkanlığı Köşkü’ne çağırdığı Uzanlara tehdite varan
sözler sarf eder. Ancak olayın şahidi Münci İnci’nin anlattıkları biraz farklıdır:
‘Turgut Özal yaşanan gerilimden rahatsızdı. Ya Uzanların Ahmet’e hisselerini devretmesini ya
da Ahmet’in hisselerini Uzanlara devretmesini istiyordu.
Bir uzlaşma yolu bulmak için Kemal ve Cem Uzan’ı Çankaya Köşkü’ne çağırdı. Köşkte onlarla
ben görüştüm, Turgut bey hiç görüşmedi.
Kemal Uzan, olur diyor, olmaz diyor tam net bir şey söylemiyordu.
Sonradan yaptığımız araştırmada Köşk’ten çıkan Uzanlar soluğu Güniz Sokak’ta Süleyman
Demirel’in evinde almışlar.
Artık olayı hukuki yoldan çözmekten başka yol kalmamıştı. Biz de üç gün sonra Star
Televizyonu hakkında haciz kararı aldık."
Ahmet Özal imza yetkilisi olarak ortak olduğu şirket adına Turgay Aksoylu adlı kişiye 20 milyar
liralık senet imzalayıp vermişti. Senedin üzerindeki ikinci imza ise Mehmet Tevfik Metin’e
aitti.
"Haciz kararı aldık ve televizyon binasının Cağaloğlu'ndaki yerine gittik. İki avukat
arkadaşımla ben kamyonlar eşliğinde alacağımızı haczedecektik. Yanımızda bizi korumakla
görevli polisler vardı ve tek güvencemiz onlardı.
Çünkü Uzanlar binayı MHP’lilerle doldurmuş, kazayla birisinin omuzuna değsek orada
başımıza olmadık işler gelebilirdi.
O dönemde İstanbul Emniyet Müdürü Mehmet Ağar’dı ve İstanbul’a gelişinde Semra Özal’ın
da katkısı olmuştu. Haciz akşamı, hava oldukça soğuktu ve biz binaya giremiyorduk. Gece
yarısını geçtikten sonra Mehmet Ağar’ın emri ile polisler geri çekildi.
Kamyonlar ve biz avukatlar ortada kaldık. Daha sonra öğrendik ki, polislerin geri çekilmesini
İstanbul Valisi Hayri Kozakçıoğlu istemişti.
Demirel: ‘Bu bir siyasi meseledir siz oradan polisleri çekin,’ demiş.
O gece Yekta Okur bizi binaya sokmamıştı. Aslında Cem Uzan’da o akşam oradaymış ve olayı
yönetiyormuş. Haciz işlemini durdurmak için teminat olarak belli bir miktar para getirmeleri
gerekiyordu.
Fakat bize teminat olarak küçük parçalar halinde döviz altın gibi şeyler getirebildiler. Kendi
bankalarından teminat mektupları bile yoktu. Oradan ayrılırken gazetecilerin soruları üzerine
durumu anlattım. Ertesi gün gazetelerde Uzanlar’ın -sanırım 560 milyon lira idi- hacizi
kaldıracak parayı denkleştiremediğinin yazılması üzerine ‘İmar Bankası batıyor mu?’ diye
söylenti çıkmış ve bankanın önünde kuyruklar oluşmuştu. Herkes vadesinden önce parasını
istiyordu. Şunu biliyoruz ki, o günlerde yurtdışından İsviçre'den bavullarla paralar getirilip
insanlara ödeme yapıldı. Bugün yaşananlara bakıyorum da benim için, hiç de sürpriz değil.
Çünkü o günlerde bile Uzanlar halkın parasını bankada tutmuyorlardı. O zamanlar da fiktif
hesap ve çifte kayıt gibi usulsüzlük iddiaları vardı. Hatta bu konuda TBMM’de soruşturma bile
yapıldı."
Bu konudaki takdir, zamanın Hazine Müsteşarı Namık Kemal Kılıç tarafından yapılınca, daha
bir ciddiyet kazanıyor. Kılıç 1993 yılında o günleri anlatırken şunları söylüyordu:
"Geçen yıl çıkan ‘İmar Bankası batıyor’ dedikodusu üzerine on binlerce tasarrufçu İmar
Bankası’ndaki parasını çekti. Bence bu dedikodu doğrudan doğruya Uzan Ailesi tarafından
çıkarıldı. Kabul etmek gerekir ki adamlar gayet güzel bir numara çekerek kendilerini
kurtardılar. Bankacılık termometre gibidir. Kötü bir intiba yayıldığı zaman, herkes kapının
önüne dikilir. Ama 1992 yılının Ocak ayında adamlar gayet iyi bir numara çektiler. Onu kabul
etmek lazım. Bütün millet geldi vadeli mevduatını çözdü, faizlerinden vazgeçti. Esas 1992 yılı
kurtardı onları."
Nitekim Kemal Uzan o dönemde gazetelere yaptığı açıklamada hesabını bozmaları nedeniyle
tasarruf sahiplerine 700 milyar lira ödediklerini açıklamıştı. O tarihte yüzde 80 faiz ile para
toplayan İmar Bankası, vadeleri bozup panik nedeniyle paralarım bankadan çekenlere faiz
ödemekten kurtulmuştu. Toplam faiz yükü 560 milyar lira olan İmar Bankası'ndan yapıları
ödeme, 70 milyar lira ile sınırlı kalmıştı. Uzanlar’ın paniği kendileri lehine çevirmeleri
sonucunda kazancı 500 milyar lira olarak hesaplanmıştı.
Cem Uzan, Ahmet Özal’ı biç beklemeden mahkemeye verirken, eski ortağının 20 milyar liralık
senedi, şirketi zor durama düşürmek için imzalayıp arkadaşı Aksoylu'ya verdiğini iddia
etmektedir.
Ahmet Özal hakkında açılan emniyeti suistimal davası, İstanbul 5. Asliye Ceza Mahkemesi’nde
görülür.
Ahmet Özal, mahkemede yurtdışından yayın yapan Magic Box şirketine yüzde 50 ortak
olduğunu açıklar.
M.B.I Şirketi’nin de birinci dereceden imza yetkilisi olduğunu söyler. Uzan’ın Yekta Okur ve Ali
Rıza Tansu’yu etkileyerek kendini şirketin yönetiminden uzaklaştırdığını iddia eden Özal,
Turgay Aksoylu’ya senedin değişik zamanlarda aldıkları borç karşılığında verildiğini belirtir.
Aslında bunlardan bazılarının yanıtlanın kendileri de bilmekte ama Ahmet Özal’ı köşeye
sıkıştırmak için gündeme getirmektedirler.
Sorulardan birincisi: "20 milyar liralık senedi nerede ve ne zaman imzaladınız?" İkincisi ise
"Bu senet 24.12.1991 tarihinde Çankaya’da yapılan toplantıdan sonra mı düzenlendi?"
şeklindedir.
Senet, Uzan ve Özal ailelerinin Çankaya Köşkü’nde yaptıkları toplantıdan yalnızca üç gün
sonra (27.12.1991) icraya verilmişti. Ve bu da onlara göre senedin aslında Çankaya
görüşmesinden sonra imzalandığını ortaya koyuyordu.
Nitekim Aksoylu, Özal’ın daha sonra kurduğu Kanal 6 Televizyonu’nun büyük hissedarı
olacaktır. Aynı zamanda Ahmet’in de asker arkadaşıdır.
Ahmet Özal, ortağı Cem Uzan’m kendi imzasını taklit ederek ortak hesaptan yurtdışına para
kaçırdığı iddiasıyla mahkemeye başvurur.
Magic Box’ın İmar Bankası Gayrettepe Şubesi’inde 1769150110 numaralı döviz hesabı vardır.
İmza sirkülerine göre 100 bin dolar ve üzerindeki para hareketlerinde Özal ve Uzan’ın imzası
gerekmektedir.
Davanın bilirkişisi hazırladığı raporda, gerçekten de Ahmet Özal’ın imzasının taklit edilerek
yurtdışına para çıkarıldığını belirledir.
Raporda, İmar Bankası Gayrettepe Şubesi Müdürüne, 12.4.1991 tarihinde 103 bin 912 doların
yurtdışmda bir şirkete havalesi için yazılı talimat verildiği, bu mektubun sol tarafındaki imza
sanık Cem Uzan’a ait olduğu tespit edilirken, sağ tarafında Ahmet Özal’a ait olması gereken
imzanın ise taklit olduğunu belirlendi.
Özal kendisinden habersiz biçimde Cem Uzan’ın Magic Box Şirketi’nin hesabından 200 milyar
lirayı yurtdışına kaçırdığını iddia etmektedir.
Star 1 Televizyonunu elinde tutan Cem Uzan, bununla da kalmayıp, eski ortağı Ahmet Özal
aleyhine yayın yaptırır. Konuyla ilgili olarak açılan hakaret davasında sorumlunun Yekta Okur
olduğunu söyler.
Kendisinin yayınlarla ilgisi olmadığını, sorumlunun Yetka Okur olduğunu ve haberlerin uzman
bir kadro tarafından hazırlandığını belirtir. (2003 yılında da Star gazetesinde rakipleri
aleyhinde yayınlanan haberlerle ilgili olarak topu gazetenin yayın yönetmenlerine atacaktır.
N.Ş.).
Karşılıklı olarak 24 dava açılır. 11 tanesi Ahmet Özal tarafından Uzan aleyhine açılan ceza
davasıdır.
Ahmet Özal, Star 1 Televizyonu'nun lisansını iptal ettirmek için Almanya’ya gider.
Bir gecede Star 1 olan televizyon kanalının adını Interstar olarak değiştirirler. Ve yurtdışmdaki
uydu şirketi ile de yeni bir anlaşma yaparlar.
Tekfen Sitesi’ndeki villaya karlı bir gecede giren meçhul kişi Uzan’ın eşi Aslı ve iki çocuğunun
korkmasına neden olur. Aslı ve çocukları İsviçre’ye kaçmak zorunda kalırlar. Kısa bir süre
sonra da Uzan çifti ayrılır.
Cem Uzan, Bebek Arif Paşa Korusu’na taşınır. Uzan o günlerde kendisini sıkı koruma altına
aldırırken kameralarla sokağın giriş ve çıkışını da kontrol ettiriyordur. Cumhurbaşkanı Özal,
araya giren "hatırlı bir kişiye" telefon ederek: "Zor durumdaki Ahmet’in Cem’le sorunun
çözümüne yardımcı olmasını" rica eder.
Bu arada 17 Nisan 1993 tarihinde Turgut Özal’ın ölümü üzerine "hatırlı kişinin" çabasıyla
Ahmet Özal ve Cem Uzan barışır.
Barışma töreni 4 Eylül 1993’te Cenajans’ın sahibi Nail Keçili’nin evinde gerçekleştirilir.
Ertesi gün iki dost, karşılıklı olarak açtıkları davaları geri alırlar. Ve Ahmet Özal, yurtdışındaki
ortaklığını "1 dolar" karşılığında devrederek, Star defterini kapatır.
Cumhuriyet Olayı
20 Ağustos 1991 tarihinde Nadir Nadi’nin ölümünden sonra önemli bir sarsıntı geçiren
Cumhuriyet gazetesinde ekonomi yazarı Osman Ulagay’ın 20 Ekim 1991 seçimlerinden sonra
hükümet arayışlarında DYP-SHP yerine DYP-ANAP koalisyonunun yerinde olacağına ilişkin
yazısı, yönetimde yaşanan tartışmaları da su üstüne çıkarır. İlhan Selçuk 24 Ekim 1991 tarihli
yazısında Ulagay’ı SHP’nin iktidar olmasına engel olmak isteyen bir komplonun parçası
olmakla suçlar. Bu tartışma gazetede ayrılığa kadar varacak boyutlara ulaşır. Daha sonra
aralarında İlhan Selçuk, Uğur Mumcu, Oktay Akbal, Ali Sirmen ve Hikmet Çetinkaya gibi
isimlerin bulunduğu 80 kişi gazeteden ayrılır. Kalanların başını ise Hasan Cemal ve Okay
Gönensin çekmektedir.
Gazete 8 Kasım’dan 29 Kasım’a kadar büyük bir sarsıntı yaşar ve tirajı 106 binden 62 bine
kadar geriler. Gazetenin borçları 44 milyara kadar yükselir. Tiraj 1992 Şubat’ında 41 bine
kadar düşer. Emine Uşaklıgil, borçlu olduğu İmar Bankası’nın sahibi Kemal Uzan ile uzlaşma
yollan ararsa da Uzanlar’ın Cumhuriyet Gazetecilik Matbaacılık Şirketi’ne haciz koydurmasını
engelleyemez.
O günlere ilişkin anılarını anlatan Hikmet Çetinkaya, 8 Nisan 1992’de İlhan Selçuk ve 80
kişinin gazeteye döndüğünü söylerken, Uzanlar’ın İmar Bankası’na olan kredi borcunun
ödenememesinden ötürü iflas kararı aldırdığını belirtiyor. Çetinkaya, gazetenin masasından
sandalyesine, bilgisayarından kâğıdına ve hatta santraline kadar her şeyine haciz koyan
Uzanlar’ın asıl amacının, Cumhuriyet’i ele geçirmek olduğunu belirtirken şunları anlatıyor:
"Uzanlar Cumhuriyet’ı iflas etmiş bir şirket haline getirmeye çalıştılar. İflasa sürükleyebilseler,
sahibi de olacaklardı. Ancak biz haciz yapmaya gelenlere karşı etlen duvar örerek onları
buradan kovduk."
İmar Bankası’na tanınan ayrıcalıklar ve devlet tarafından sağlanan kolaylıkla hakkında Meclis
Soruşturması açılması sonucunda: bunun yolunu açar eski Başbakanlar Yıldırım Akbulut,
Mesut Yılmaz Devlet Bakanları Hüsnü Doğan, Güneş Taner ile Maliye ve Gümrük Bakanı
Adnan Kahveci hakkında, Anayasa’nın 100’üncü maddesi gereği Yüce Divan’da yargılanmaları
istenir.
İmar Bankası "Mali Güçlükler" nedeniyle 1980’li yıllarda Bankalar Yasası’nın 64'üncü madde
kapsamında hazine gözetimine alınmıştır. Ancak Nisan 1990’da, durumu aynı kapsamdaki
bankalardan hiç de iyi olmadığı halde, hatta çok daha tartışmalı olduğu halde banka, hazine
gözetiminden çıkarılmıştır. İmar Bankası’nm Bankalar Yasası'nın 64’üncü maddesi
kapsamından çıkartılması normal bir bankacılık işlemi sayılmaz. Bu siyasi içerikli bir karardır.
Anılan bankanın Yönetim Kurulu adına görev yapan hazine yetkilisinin bu gelişme üzerine
emekliliğini isteyerek İmar Bankası ve iştiraklerinde kendisine yer kapması da bu durumu
kanıtlamaktadır.
İmar Bankası’na tanınan bu ayrıcalığın, bankanın iştiraklerinden "Star 1" adlı gayri yasal
televizyon istasyonunda devrin ANAP iktidarının propagandasının bedeli olduğu açıktır.
İmar Bankası, Bankalar Yasası’nın 64’üncü madde kapsamında olduğu 1987 ve 1988 yıllarında
Merkez Bankası kaynağından "Özel Kredi" kullanmıştır.
İmar Bankası’na, Merkez Bankası kaynağından 1991 yılı içinde 39.9 milyar liralık Reeskont
Kredisi kolaylığı tanınmıştır.
Bir, İmar Bankası’nın düşük faizli "reeskont kredisini" kullandığı tarihte bu kolaylık, diğer
bütün bankalar için "para politikası gereği" gerekçesiyle kapalı tutulmuştur. Buna rağmen
İmar Bankası’na ayrıcalık yapılmıştır.
İki, İmar Bankası aracılığı ile "reeskont kredisi" ayrıcalığından yararlandırılan sekiz kuruluşun
tamamında bu bankanın ya da sahiplerinin büyük hissedar oldukları görülmektedir.
İşlem bu yönüyle de yasalara ve Merkez Bankası’nın olağan uygulamalarına aykırıdır. Yanı sıra
kredi, anılan kuruluşların mali yapılan incelenmeksizin ve yalnızca "reeskont kredisi"
kolaylığından yararlanmak için suni olarak kurulup kurulmadıklan irdelenmeksizin açılmıştır.
İmar Bankası'na, Merkez Bankası kaynağından sağlanan önemli bir ayncalık da 1990 yılının
"Swap" işlemleri olmuştur.
Swap işlemi, bütün bankalar için döviz teminatı karşılığı düşük faizli kredi anlamına
gelmektedir. Ancak, İmar Bankası için yapılan uygulama, bu kolaylık, diğer bankalar olduğu
bir zamanda gerçekleşmiştir.
2 Mayıs 1990-6 Ağustos 1990 tarihleri arasında İmar Bankası’na 5 milyon dolar karşılığında
12 milyar 634.7 milyon liralık bir kredi, yüzde 40 faizle sağlanmıştır.
Bu arada teminat gösterilen dövize de Merkez Bankası yüzde 8.68 faiz tahakkuk ettirmiştir.
Bu işlem 6 Ağustos 1990-6 Kasım 1990 aralığı için temdit edilmiştir (uzatılmıştır). Böylece
döviz teminatına Merkez Bankası bu kez yüzde 7.75 faiz tahakkuk ettirirken, İmar Bankası’na
yüzde 40 faizle açılan kredinin limiti 13 milyar 323 milyon liraya yükselmiştir.
İmar Bankası, Şubat 1990’da mevduat sahiplerinin bankadan aldıkları faizlerin üzerinden
stopaja tabii tutulan yüzde 10 Menkul Sermaye İradı Vergisi ile faiz üzerinden binde 5
Savunma Sanayi Destekleme Fonu kesmiş, ancak bu paralan vergi dairesine yatırmamıştır.
Toplam İmar Bankası şubeleri itibariyle 1 milyar liraya yakın olduğu tahmin edilen bu
usulsüzlük, Maliye ve Gümrük Bakanlığı’na belgeli olarak ihbar edildiği halde inceleme konusu
yapılmamıştır.
İmar Bankası’ndan olmayan kişiler ve hayali adresler yaratılarak vadesiz mevduat hesaplan
açılmıştır. Bu hesaplara yatan paraların tutarları milyarları bulmaktadır.
Burada amaç, disponibilite olarak tutulması gereken nakiti kâğıt üzerinde tutturmuş
görünmektir. Oysa bu paralar banka kasasında yoktur. Bir örnek 31 Ocak 1991 günü Karaköy
Şubesi'nde Nedim Göksel adına açılmış olan 3 milyar liralık hesaptır. Bu hesap kısa bir süre
sonra kapatılmıştır. Bu yöntem bankanın özellikle Kadıköy, Ankara, Sirkeci ve Gayrettepe
şubelerinde yaygın olarak kullanılmaktadır,
İddiaların bir kısmının bugün 8 katrilyon liralık yani 6 milyar dolarlık dünyanın en büyük
yolsuzluk olayı olarak anılan İmar Bankası’rıın yolsuzluğuna ışık tutacak nitelikte olması
dikkat çekicidir.
TBMM'de kurulan Soruşturma Komisyonları’ndan hiçbir sonuç elde edilmediği artık bilinen bir
gerçektir.
İmar Bankası ile ilgili olarak 1992 yılında kurulan Soruşturma Komisyonu raporunun
sonuçlarına değinmeden bu fikri birkaç rakamla desteklemekte fayda var.
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde 1961 yılından 2002 yılı sonuna kadar çoğunluğu yolsuzluk
olayları olmak üzere toplam 1536 konuda Meclis Araştırma Komisyonu kurulması hakkında
önerge verildi.
40 yıl içinde bunlardan yalnızca 162 tanesi hakkında komisyon kuruldu ve görüşme yapıldı.
217 önerge ise reddedildi. Altı tanesi genel görüşmeye, bir tanesi yazılı soruya çevrildi.
22 tanesi geri alınırken, bir tanesi iade edildi; 16 tanesi de işlemden kaldırıldı.
12 Eylül darbesi ardından iş başına gelen ANAP hükümetleri döneminde Meclis Araştırması
önergeleri ağırlıklı olarak reddedildi.
Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı (TESEV)’in 2000 yılında yaptığı yolsuzluk anketi bu
konuda siyasete olan güvensizliği çok iyi ortaya koymaktadır.
Anket sonuçlarına göre 0’dan 10’a kadar verilen puan sıralamasında en az dürüst bulunanlar
2.2 puan ile milletvekilleri oldu. En dürüst bulunan meslek grubu ise 7.6 puan ile öğretmenler
olarak belirlendi.
Yolsuzluğun demokratik değerlere olan güveni sarsan boyutu ise kumrulara duyulan güven ile
ilgili soruda ortaya çıktı.
En az güven duyulan kurum 2.1 puan ile siyasi partiler çıkarken, TBMM 3.2 puan, merkezi
yönetim 3.9 puan ile en az güven duyulan kurumlar olarak sıralanmıştı.
Önerge metninde yapılan usulsüzlüklerin belgesi olmasma rağmen, DYP milletvekili Haluk
Müftüler başkanlığındaki komisyon, siyasiler hakkında cezai işlem yapmayı gerektirecek bir
durum olmadığı sonucuna varır.
Komisyonun kuruluşu da, çalışması gibi oldukça ilginç ayrıntılarla doludur. Uluç Gürkan
komisyon çalışmaları ile ilgili olarak TBMM’de yapılan görüşmede bunlara dikkat çekmektedir.
2- Nedense Komisyon çalışmak için salon bulamamış ve çalışmaların başlaması 5 Mayıs 1992
tarihli TBMM karan ile mümkün olabilmiştir. Komisyonda 12 Mayıs 1992 tarihinde Başkanlık
seçimi yapılabilmiştir. İki ayda çalışmasını bitiremeyen komisyon, ek 2 ay süre daha
kullanmıştır.
3- Önce Komisyon Başkanı olan Atilla Hun, üyesi olduğu siyasi partiden istifa ederek
başkanlık görevini bırakmıştır.
4- Ardından 24.6.1992 tarihinde Bolu milletvekili Tevfik Türesin, 13.10.1992 tarihinde Aydın
milletvekili Ali Rıza Gönül, 15.10.1992 tarihinde İzmir milletvekili Nevzat Çobanoğlu komisyon
üyeliğinden istifa etmiştir.
5- Soruşturma Komisyonu ilk olarak önerge sahibi olan UIuç Gürkan’ın ifadesine
başvurmuştur. Bu da ancak Soruşturma Komisyonu’nun görev süresinin dolmasına bir ay kala
21 Ekim 1992 tarihinde gerçekleşebilmiştir.
6- Komisyon bir ay gibi kısa bir süre içinde yalnızca iki kişinin daha ifadesine başvurmuştur.
Onlar da dönemin Hazine Müsteşarı Namık Kemal Kılıç ile Banka ve Kambiyo Genel Müdürü
Selçuk Demiralp’dir.
7- Nedense İmar Bankası 64’üncü madde kapsamından çıkabilir diye raporunu değiştiren
Bankalar Yeminli Murakıbı Muhittin Bilgit dinlenmemiştir.
9- Siyasetçileri aklayan raporu hazırlayan Komisyon Başkanı Haluk Müftüler basına yaptığı
açıklamada şunları söylemektedir:
"İmar Bankası’nın, bir bakanın şahsından kaynaklanıp, 64. maddeden erken kurtulmasıyla
belini doğrulttuğu ve bugün de hakikaten güçlü bir konuma geçtiği aşikâr. Ancak, kesin olarak
bakanı suçlayacak, gerek görevi kötüye kullanma, gerekse ihmalden dolayı yargıya sevk
edecek bir delil ve kanun maddesi yok."
11- Komisyon üyelerinin önemli bir kısmı İmar Banka-ı’nın hazine gözetimi altındayken,
birden bire gözetimden çıkarılması konusunda ikna olmamıştır.
12- Nitekim raporun oylanacağı son toplantıya 11 kişilik üyelerden üçü katılmamıştır.
Biz de 1992 tarihli İmar Bankası Soruşturması Raporu’nun tespitlerinde en can alıcı nokta
olan "Acaba İmar Bankası’na bir ayrıcalık mı yapıldı?" sorusunun yanıtını aramaya devam
edelim.
1980’li yıllarda İmar Bankası mali zorluk içindeyken, Nisan 1990’da hazine gözetiminden
çıkartılarak kaynlmış mıydı?
1928 yılında kurulmuş olan İmar Bankası 1984 yılının kasım ayında Doğuş Grubu’ndan Uzan
Grubu’na geçerken içinde bulunduğu mali güçlükler nedeniyle hazine tarafından yakından
izlenmektedir.
1985 yılında Bankalar Yeminli Murakıbı Abdullah Soydaş tarafından yapılan inceleme
sonucunda düzenlenen 15.1.1986 gün ve 1 sayılı raporda, banka mali yapısının sıhhatli bir
yapı arz etmediği, yeni yönetimin birtakım adımlar atmasına rağmen verilecek altı aylık süre
içinde durumun iyileşmemesi halinde Bankalar Kanunu’nun 64/2 maddesi hükümlerinin
uygulanması istenmişti.
Bankalar Yeminli Murakıbı Muzaffer Sayım tarafından hazırlanan 28 Haziran 1987 tarihli
raporda ise Uzan Ailesi’nin banka sermayesini bile ödemediği, banka kredilerinin neredeyse
tamamının düşük faizle Uzan Ailesi tarafından kullanıldığı belirtiliyordu.
Murakıp, Uzanlar’ın kredileri usulsüz biçimde kullanılmasını önlemek için hâzinenin hesaplara
el koyması gerektiğine dikkat çekerken, İmar Bankası’na yeni şube ve döviz bürosu açma
yasağı konmasını istemektedir.
Aynı murakıp 30 Kasım 1987 tarihli raporunda, banka yönetiminde bulunan üç kişiye usulsüz
biçimde kredi açıldığı, bankanın durumunun daha da kötüye gittiği, bankanın kamuoyuna
açıkladığı kâr rakamının da sahte olduğunu belirlemişti.
Bankalar Yeminli Murakıbı Sayım’ın tespitine göre, 1986 yılında 174 milyon lira kar açıklayan
İmar Bankası, gerçekte 13 milyar lira zararda idi.
Daha sonraki raporlar ve Merkez Bankası’nın 2.11.1987 tarihli yazısı ile, İmar Bankası’nın
64/2 maddesi kapsamına alınması istenmişti.
Ve 8 Şubat 1988 tarihli bakan oluruyla İmar Bankası artık resmen hazine gözetimine girer.
Bankalar Yeminli Murakıbı Nejat Özeroğlu ile Mustafa Tosun tarafından 27 Haziran 1988
tarihinde düzenlenen raporda oldukça ağır talepler sıralanmaktadır:
"Mevzuata aykırı işlemlerden sorumlu yönetim kurulu üyeleri ile banka personelinin işlerine
son verilsin.
Aynı murakıplar 2 Eylül 1988 tarihinde hazırladıkları raporda ise bankada olumlu bir gelişme
görülmediği ve 1988 yılının ilk altı ayında kümülatif zararın 64.2 milyar liraya çıktığını
belirtiyorlardı.
Öneri olarak da Uzan Grubu’nun hisselerinin en alt düzeye indirilecek biçimde bankanın yeni
ortaklara devri tavsiyesinde bulunuldu. Sonunda 1 Mayıs 1989 tarihinde hazine adına
bankanın yönetimine Erol Hürbaş atandı.
Burada mevduata sirayet eden 51.6 milyar liralık zarar nedeniyle yetersiz olan öz kaynakların
artırılması, bankayı kârlı göstermeye yönelik kayıt düzeninden vazgeçilmesi, Uzan Grubu’na
açılan kredilerde imtiyazlı davranılmaması istenir.
Aradan geçen dört ayda ne olduysa aynı murakıp 9.4.1990 tarihinde yazdığı raporda, bankanın
bilançosunda olumlu değişiklikler olduğunu ve İmar Bankası’nın 64. madde kapsamından
çıkartılabileceğini bildirir.
Bu arada Ahmet Özal ile Cem Uzan arasında özel televizyon kanalı kurma konusundaki
görüşmelerin tamamlanmış olmasına ve Cem Uzan Kuno Firck ile ile 3 Ağustos 1989 tarihinde
Lichtenstein’da "H-86-24" sayı Magic Box Incorporated isimli şirketi kurmuş olmasına dikkat
çekmek gerekiyor. Ahmet Özal şirkete 19 Aralık 1989 tarihinde yüzde 50 hisse ile ortak
olmuştu. Daha önce de belirttiğimiz gibi Cem Uzan, Ahmet Özal yüzde 50 ortaklıkla 1 Aralık
1989 günü İstanbul’da da M.I.B Reklamcılık ve Filmcilik A.Ş. adlı bir şirket daha kurmuşlardı.
Sonunda banka 16.4.1990 tarihinde zamanın Devlet Bakanı Güneş Taner oluruyla hazine
gözetimden çıkartılır.
Erol Hürbaş banka gözetimden çıkar çıkmaz, Maliye Bakanlığındaki görevinden emekliliğini
isteyerek ayrıldı. Ardından soluğu İmar Bankası Yönetim Kurulu üyesi olarak Uzun Grubu’nda
aldı.
Erol Hürbaş, o tarihten bu yana aynı görev yanında, Uzan Grubu şirketlerinde de ortak
sıfatıyla görev yapmıştır. Hürbaş 2003 yılındaki İmar Bankası yolsuzluğu nedeniyle
tutuklanarak Kartal Cezaevi'ne konmuştur.
Komisyon bunu zamanın Hazine Müsteşarı Namık Kemal Kılıç’a sorar. Turgut Özal’ın
cumhurbaşkanı olmasından sonra cumhurbaşkanlığı başdanışmanı olarak Çankaya’ya çıkan
Kılıç "menfi yönler şifahi olarak bildirilmiştir," der.
Komisyon, olur yazısında olumsuzluklara yer verilmemesini bakanın isteyip istemediğini sorar
ve "Herhangi bir baskı oldu mu?" diye sorar. Kılıç bu soruya: "Hayır olmadı," yanıtını verir.
Ancak Hazine Müsteşarı Kılıç, Bakan Güneş Taner’e gönderdiği İmar Bankası’nın gözetimden
çıkartılabileceği yönündeki "olur" yazısında, bu koşul yerine getirilmeden bankanın 64/2’inci
madde kapsamından çıkartılmasının ve sermayenin 75 milyar liraya yükseltilmesinin ayrıca
müsteşarlıkça izlenmesinin uygun olacağı belirtilmiştir.
Kılıç’ın hazırladığı onay yazısında, bankanın tümü ile 64’üncü madde kapsamında izlenmesine
gerek olmadığı ve Erol Hürbaş’ın da görevden alınmasının uygun olacağı ifade edilir.
Soruşturma Komisyonu ifadeler arasındaki bu çelişkiye de dikkat çekerken, hazine adına İmar
Bankası Yönetim Kurulu Üyeliği’ne atanan Erol Hürbaş’ın banka gözetimden çıktıktan sonra
emekliliğe ayrılarak bankada görev aldığı tespitinde bulunur.
Çok kısa çalışma süresi ve kısıtlı görüşmeler yapmasına rağmen komisyon, İmar Bankası’nın
hazine gözetiminden çıkarılmasından sorumlu tutulan Devlet Bakanı Güneş Taner için şu
sonuca ulaşır:
Zaten üç üyesi son toplantıya katılmayan Soruşturma Komisyonu’nun iki üyesinin de raporun
bu bölümüne muhalefet şerhi koymaları sonucu değiştirmeyecektir.
Önerge sahibi Uluç Gürkan TBMM kürsüsünden tepkisini şöyle dile getirir:
"Buna belki siyasi spekülasyon denilebilir; ama çok açıktır ki, o günlerde -bugün de-
cumhurbaşkanının oğlunun, bu bankayla birlikte ortak bir televizyon şirketi sahibi olmasının
ciddi bir etkisi olduğu kuşkuları vardır; ama bunlar da maalesef Soruşturma Komisyonu
tarafından tetkik edilmemiştir, araştırılmamıştır.
Bankalar Yeminli Murakıbı’nın, açık açık, hangi koşulların yerine getirilmesi halinde, bu
bankanın 64. madde kapsamı dışına çıkarılmasının mümkün olabileceğini ortaya koymasına
rağmen, hiçbir koşul aranmadan, hiçbir koşula gidilmeden, bankanın 64. madde kapsamı
dışına çıkarılması, açık bir siyasi kayırmadır.
Sayın Komisyon Başkam’nın da soruşturmaya gerek raporunu yazdıktan sonra basına yaptığı
açıklamalarda söylediği gibi, bu bankaya haksız avantaj sağlanmıştır.
Ancak komisyon bu siyasi kayırmayı "Yasa bakana yetki veriyor" mantığı ya da anlayışı ile
geçiştirmiş ve herhangi bir sorumluluğa bağlamama yoluna gitmiştir. Oysa hepimizin çok iyi
bildiği gibi, takdir yetkisi keyfilik değildir, kayırmacılık değildir, olmamalıdır."
Stopaj
Şimdi kısa bir süre için 2003 yılına 8 katrilyon liralık parasal boyutu ile dünyanın en büyük
yolsuzluğu olarak ifade edilen İmar Bankası olayına gidiyoruz.
Uzan Grubu’nun yönetimindeki İmar Bankası’nda yüksek faizin cazibesi ile 8 katrilyona yakın
mevduatın çifte kayıt sistemi ile devletin gözetiminden kaçırdığı ortaya çıkarıldı.
Çifte kayıt yöntemiyle mevduatlar gizlendiği için, tasarruf sahiplerinden kesilmiş de olsa
stopajlar devlete ödenmemişti.
Maliye Bakanlığı Hesap Uzmanlan Kurulu tarafından yapılan ilk inceleme, devletten gizlenen
stopaj tutarının 813 trilyon lira olduğunu ortaya koymuştur.
Bunun üzerine gecikme faizi ve cezası ile Uzan Gurubu şirketlerine toplam 6.5 katrilyon liralık
ihtiyati haciz uygulanmıştır.
Şimdi yeniden 1992 yılındayız ve TBMM’de oluşturulan İmar Bankası ile ilgili Soruşturma
Komisyonu’nun satır aralarına dönüyoruz. Raporda, halktan kesilen stopajların devlete
ödenmemesi alışkanlığının 1990 yılına dayandığı olgusuyla karşılaşınca hayret etmemek
mümkün değil.
21 Mayıs 1992 tarihinde de Ahmet Tuna Sözer, muhbir ikramiyesi için Maliye Bakanlığı’na
başvuruda bulunur.
Sözer’in ihbar ikramiyesini alıp almadığı meçhul ama Hesap Uzmanı Murat İnan’ın
çalışmasının sonucunda, sekiz şubede yapılan incelemede, 3 milyar 921 milyon liralık matrah
farkı tespit edilir. Yani Uzanlar’ın tasarruf sahiplerinden kestikleri vergileri devlete
ödemedikleri ortaya çıkarılır. Hesap Uzmanları, ihbarın doğru olduğunu, ülke çapındaki 54
İmar Bankası şubesinde inceleme ile yapılması gerektiğini, bu incelemelerin ise bir iki merkezi
denetim elemanının yapmasının mümkün olmadığını belirtirler. Soruşturma Komisyonu ise
bunu raporuna aynen geçirmesine rağmen, gereği konusunda aktif olmaz.
1 Temmuz 1992 tarihinde Bankalar Yeminli Murakıpları hayali hesap konusunu incelerler.
Buna göre Uzan Grubu, İmar Bankası’nın Karaköy Şubesi’nde Nedim Göksel adına, Gayrettepe
Şubesi’nde Mükerrem Aktif adına ve Kadıköy Şubesi’nde de İlhan Özger adına fiktif-hayali
hesaplar açmış daha sonra da kapatmıştır. Murakıplar, hesapların açıldığı günlerde fiili kasa
sayımı yapılamadığından, gerçek durumun tespitinin zor olduğunu belirterek, raporlarını
tamamlarlar.
Komisyonun da tespit ettiği usulsüzlüklere rağmen, İmar Bankası’na tanınan ayrıcalıklar
konusunda eski Başbakanlar Mesut Yılmaz, Yıdırım Akbulut ile Güneş Taner ve Hüsnü
Doğan’ın da aralarında bulunduğu bakanları aklayan bir sonuç çıkması, önergeyi veren Uluç
Gürkan’ı oldukça etkiler. Gürkan, Uzan-Özal kavgasında Uzanlar’dan yana tavır takınan
Başbakan Süleyman Demirel başkanlığındaki DYP’li milletvekillerinin oylarıyla İmar Bankası
usulsüzlüklerinin üzerinin örtüldüğünü ima eden konuşmasında şunları söyler:
"Değerli milletvekilleri bütün bu olaylar, Ahmet Özal-Magic Box ortaklığıyla sağlanan bir siyasi
ayrıcalıktır. Bugün Ahmet Özal ile İmar Bankası sermayesinin arası bozuldu. İmar Bankası
sermayesinin İnterstar’ı bugün işimize yarıyor diye, bunun hesabının sorulması görmezden
gelinmek istenirse, hesap sorma iddiası da, bütünüyle boşa gider.
Üç senelik anlaşmanın yıllık tutarı 800 bin dolardır. O dönemde GS Genel Sekreteri olan
Mehmet Cansun bu paranın büyüklüğünü ve önemini anlatmak için, kulübün bütçesinin 3.2
milyon dolar olduğunu belirtiyor.
Cem Uzan sahip olduğu güç ile kendisini artık her şeyin üzerine çıkmış gibi görüyordu. Buna
Galatasaray Kulübü başkanı da dahildi.
Zaman zaman kontrolden çıkan bu güç, onu kulüpten olaylı bir şekilde atılmaya kadar
götürecektir.
Olayın gerisini o dönemde Galatasaray Spor Kulübü Genel Sekreteri olan Mehmet Cansun’dan
dinleyelim:
"O tarihte naklen maç yayınları için henüz havuz uygulaması yoktu. Her kulüp yayın haklarını
kendi satıyordu. Biz de Star'la anlaştık; yıllık 800 bin dolar, üç yıllık bir anlaşmaydı. Bu
anlaşma yurtiçi maçlan kapsıyordu. Ancak Verder Bremen ile Almanya’da bir maç yapılacaktı
ve Alp Bey kulüp için gelir arayışına girmişti.
O dönemde yurtiçinde maçlarda sanırım Türkbank reklamı ile çıkıyoruz, yurtdışı için bir
maçlık forma reklamı arıyoruz. O maç için istenen para da 75 bin dolardı.
Arandı tarandı Erol Aksoy’un Show TV’si ile anlaşıldı. Almanya’da ve Türkiye’deki bir maç için
göğüs reklamı karşılığında 75 bin dolar alınacaktı.
O günlerde Erol Aksoy aslında Galatasaray’ın yayın haklarını almak istiyordu, ama Star ile
kontrat olduğu için alamıyordu. Alp Bey de Uzan’a haber verdi: 'Erol Aksoy 75 bin dolar verdi.
Bu parayı sen ver, Star reklamı ile çıkalım maça’ diye.
Cem Uzan tabii kabul etmedi. Bunun üzerine Almanya’da oynanan maçta takım Show TV
göğüs reklamı ile sahaya çıktı. Cem bunu görünce çıldırdı tabii. Bir anlamda kendi kanalından
yayınlanan maçta rakibi olan televizyon kanalının reklamım yapıyordu.
Hatta yayın odasına müdahale edip oyuncuları önden görüntüsünü vermeyin falan diye
talimatlar vermiş. Ama mümkün değil tabii.
Bu belli bir süre devam etti. Sonunda Galatasaray Adası’nda yönetim kurulu toplantısı yapıldı.
Orada ‘ihtarname çekelim üç gün süre verelim, ödemezse Show TV ile anlaşalım,’ fikri ortaya
çıktı.
‘Ben bu adamla arkadaşım. Müsaade ederseniz olunla telefonla ben konuşayım. Eğer öderse
devam ederiz, halledemezsem o zaman gerekeni yapanz,’ dedim.
Cem Uzan’a: ‘Bir ricam var, böyle bir olay var. Ben GS Yönetim Kurulu’na girdim, sen de benim
dostum, arkadaşımsın. Benim de içinde bulunduğum bir yönetim kurulunda böyle bir olay
olması ağrıma gidiyor. Eğer paran yoksa bana müsaade et 435 bin dolar borcunu senin adına
ben ödeyeyim, sen bana istediğin zaman geri verirsin,’ dedim.
O da şu karşılığı verdi:
‘Ben sizin o maymun suratlı başkanınız orada olduğu müddetçe beş kuruş ödemem. Ama istifa
etsin, söz veriyorum 40 milyar liralık çek yazacağım ve hemen göndereceğim. İstifa ettiğini ve
bir daha da dönmeyeceğini basına açıklasın, hemen vereyim,’ dedi.
Tabii o zamanların 40 milyar lirası sanırım 4 milyon dolar civarında büyük bir para.
Alp Bey: ‘Tamam ben istifa etmeye hazırım, göndersin çeki,’ dedi.
Oğuz Emregün çıktı: ‘Kimse GS başkanına maymun suratlı falan diyemez. Bu iş bitmiştir. Para
da verse gereğini yapmamız lazım,’ diyerek tepki gösterdi.
İhtarname çekildi ardından da Show TV ile anlaşma yapıldı. Yönetim Kurulu’ndan iki kişi de
Haysiyet Divam’na rapor yazarak durumu anlattı, iki üç ay içinde Cem Uzan kulüpten ihraç
edildi".
GS yönetimine olan kinini uykuya yatırdı ve gidip 4 milyon dolara Emin Cankurtaran’dan
Istanbulspor hisselerini satın aldı.
Amacı yalnız üç büyüklere rakip bir takım yaratmak değil, Avrupa’da adını duyuran bir marka
yaratmaktı. Bu anlamda kendisine örnek aldığı kişi ise İtalya liglerinin iddialı takımı Milan’ın
da sahibi olan işadamı Silvio Berlusconi idi.
Bu fikrini paylaştığı kişi ise Uzan yönetimindeki İstanbulspor’da Şenol Güneş’ten sonra teknik
direktör olarak görev yapan Adnan Dinçer’di.
Daha sonra kendisi de Cem Uzan’ın gazabına uğrayan kişilerden birisi haline gelecek olan
Adnan Dinçer o günleri şöyle anlatıyor:
"1992-1993 sezonunda takımı Şenol Güneş (A Milli Takım Teknik Direktörü) çalıştırdı. Takım
sondan ikinci idi. Genel müdür Özcan Ertuna beni çağırdı, konuştuk anlaştık ve 1993-1994
sezonunda İstanbulspor’u ben çalıştırdım.
İlk görüşmeye gittiğimde yanımda Rıza Çalımbay’da vardı. İlginç bir transfer teklifiydi. Cem
Uzan takımın kötü gidişinden dolayı takımdakilere karşı küskündü.
Ertuna ‘Bizden oyuncu isteme, büyük harcamalar yapıldı eğer takım iyi giderse Cem Uzan
sizinle görüşecek,’ dedi. 600 milyon lira transfer ücreti ve maaş karşılığı bir yıllık sözleşme
yaptık. Yardımcı olarak da şimdi Malatyaspor’u çalıştıran Ziya Doğan’ı aldım.
Hatta İstanbulspor adına mekân bile göstermediler. Adı var ama tesis adına hiçbir şeyi yoktu.
Tesis olarak Holiday Inn Oteli’nden iki oda kiraladık ve birisini malzemeci odası yaptık. Para
olduğu için bir telefonla oda tutulmuştu.
Takımı hazırladık ve lig başladı. Hâlâ Cem Uzan ile görüşemedik. Üçüncü maç da galibiyetle
sonuçlanınca Star binasında beni kabul etti.
Çok ciddi bir sekreterya var, tek başınıza aşmanız mümkün değil, her zaman takip
ediliyorsunuz, özgür de çalışsanız hakkınızda raporlar gidiyor.
Cem Uzan ile odasında buluştuk bana: ‘Hoca takım iyi gidiyor, Bu işi yalnız sizin
yapabileceğinizi söylemişlerdi zaten’ dedi. Daha konuşmaya yeni başlamıştı ki: ‘Benim hayatta
iki tane hedefim var,’ diye sürdürdü sözlerini: ‘Biri Berlusconi gibi olmak ve başbakanlık
mertebesine erişmek. İkincisi de takımın Milan gibi olmasını sağlamak.’ Ben de: 'Başbakan
olmanız konusunda bir şey yapamam,İstanbulspor’u şampiyon yapabilirim ama İstanbulspor
bir Milan olamaz,’ dedim.
Cem Uzan bu sözlerime kızdı ve: ‘Neden Milan olamaz,’ dedi.
‘Olamaz çünkü İtalya ile Türkiye arasındaki en büyük farkı unutuyorsunuz. Türkiye’de üç
büyükler gerçeği var. İtalya’da böyle bir büyükler olgusu yok,’ sözlerime karşılık: ‘Hayır bunu
kabul etmiyorum,’ deyince ben de: ‘Daha seyircimiz bile yok,' dedim.
‘Onların hepsini halledeceğiz, seyirci çekmek için ne yapmamız lazım,’ diye sordu.
O günlerde de Avrupa Gol Kralı olarak bilinen, ama kaçak Mercedes’i yüzünden mahkemelik
olan Tanju Çolak aklıma geldi. ‘Hukukçu dostlarım kanalıyla araştıralım, bu sene sezon sonuna
kadar Tanju hapse girmiyorsa, Tanju’yu alalım; çünkü bize seyirci getirir,’ diye görüşümü ifade
ettim.
Cem Uzan, ‘Tanju’yu buraya alamazsın, çünkü zamanında benim bir davetime gelmedi o
buraya giremez,’ diye tepki gösterdi.
Çünkü Cem Uzan’ın şöyle bir huyu var, ağzından çıkanı geri alacak adam değil, ama düşünür
ama düşünmez fakat geri almaz, öyle bir karakteri var.
Zaman içinde bana güvenmeye başladı ve yumuşak bir anında Tanju fikrini ona kabul ettirdim.
Fenerbahçe ile görüşmeler başlayacak, ama: ‘Ben Fenerbahçe’nin ayağına gitmem,
Fenerbahçe benim ayağıma gelsin,’ dedi. Kimseyi görüşmeye göndermedi.
Sonunda Fenerbahçeliler Star binasına geldi. Cem Uzan kendisi de görüşmedi. Yöneticiler
düzeyinde görüşmeler yapıldı. Tanju’yu aldığımız hafta Gaziosmanpaşa ile maçımız vardı:
Tanju’ya karşı büyük bir ilgi doğdu. Oynayacağımız yer olarak anlaştığımız Bayrampaşa Stadı,
hınca hınç doldu.
6-0 yendiğimiz maçta 4 golü Tanju attı. Maçtan sonra Alp Yalman soyunma odamıza geldi ve
beni tebrik etti. ‘Çok vefakâr adamsın. Öğrencilerine sahip çıkıyorsun, senin gibi adam fazla
yok, onun için buraya geldim’ dedi.
Ama kızgın biçimde: ‘Neden o adamı odana aldın,’ diye sordu. Ben de: ‘Tebrik etmeye gelmiş
elimi sıktı, ayrıca Galatasaray başkanı için böyle düşünmemelisiniz,’ dedimse de: ‘Hayır,’ dedi.
‘O adamın elini sıkmayacaksın’ derken bana bir eksi koymuştu bile. İşte o zaman Uzan bana şu
olayı anlattı:
‘Galatasaray Kosecki’yi transfer edecekti. Akşama kadar parasını yatıracak durumda değil.
Yalman bana telefon açtı. Ben de İsviçre’den parayı tamamladım, kulübe parayı saat 17.00’ye
kadar gönderdim.
‘Kosecki Türkiye’ye getirildi ve Avrupa Kupası maçında oturdum, bir de baktım ki Galatasaray
takımı, göğsünde SHOW TV reklamı ile sahaya çıktı. Ben o kadar destek verdiğim halde Star
ismine yer vermediler, ben de onun üzerine hakaret ettim; birbirimize girdik ve Haysiyet
Divanı’na verilip ihraç edildim. O yüzden Alp Yalman’a kırgınım.'
Ona: ‘İstanbulspor’un kendi stadı olmalı deyince,' yanımızda Hakan Uzan’da olmak üzere
beraber Çatalca’ya gittik. O zaman Çatalca Belediye Başkanı Gülay Atığ (Şişli Belediyesi
başkanlığı dönemindeki yolsuzlukları nedeniyle hakkında kırmızı bülten çıkartıldı ve halen
Londra’da yaşamaktadır.) ile Çatalca Tren İstasyonu karşısında 5 antrenman sahası ve 25 bin
kişilik stat inşaatı projesi konusunda anlaşma yapıldı. Hedeflerimiz büyüktü; birinci lige
çıkacak ve ertesi yıl Guliit, Kuma gibi oyuncuları alacaktık.
600 milyon liraya anlaşuk ama o güne kadar 44 milyon lira para almıştım. Takım iyi idi, ama
Star Grubu ile hakemlerin arası iyi değildi. Takım aleyhine haksız kararlar veriyorlardı. Fakat
başarı yıpratılmayı da beraberinde getirdi. Derken başka sorunlar çıkmaya başladı.
Örneğin futbolcu alacaklarını aylara böldük. Peşin para verme taraftarı değildim. Anonim
Şirket olduğu için ödemeler her ay itibariyle belliydi.
Fakat son zamanlarda primler verilmiyor, biriktiriliyordu. Örneğin ödemelerin yarısını vermeye
başladılar. Ödemeler bizzat Cem Uzan’dan geçiyordu ve 100 milyon lira verilecekse çeki yırtıp
50 milyon lira verdirtiyordu.
Huzursuzluğa rağmen takım iyi gidiyordu, ama beni görevden almaya hazırlandıklarını
hissettim. Takımın durumu bunun için yeterli gerekçe değildi.
Devre oldu ve Antalya’ya gittim. Takım da oraya gelecekti. Özcan Ertuna arayıp: ‘Acele
İstanbul’a gel,’ dedi. Ziya’ya sordum: ‘Bir terslik mi var?’ diye ‘Evet’ dedi. ‘Görevinize son
verildi.’
İstanbul’a geldim kimseyle görüşemedim. Cem Uzan’la görüştürmediler beni. Ben de, ‘O
zaman sözleşmenin şartlarını yerine getirin,’ dedim. Takım liderdi.
Paramı alamıyordum, hatta onların televizyonunda program yapan sanatçı Nurseli İdiz bile
parasını alamıyordu ve bana da: ‘Alamazsın uğraşma,’ dedi. Ve oradan ayrıldım. Kapıdan içeri
giremiyorsun, avukatlarla konuştum, onlar da: ‘Bu davayı alamayız,’ dediler. Olayı Allah’a
havale ellim. ‘Bir gün manevi olarak ödeşiriz’ diye düşündüm.’
"Bir gün Cem Uzan beni yukarı çağırdı. ‘Takım koşmuyor,’ dedi. Baktım yanında uzun boylu bir
zenci oturuyor, Tayfun Gündoğar da yanında Özcan Ertuna ile beraber.
Uzan: ‘Takımın kondisyonu yok, takım koşmuyor, iyi değil. O yüzden Amerika’dan bir
kondisyoner getirttim, takımı o koşturacak,' dedi.
O aslında bir tezgâhtı. Benim işime kimseyi karıştırtmayacağımı bildikleri için karşı çıkacağımı
da tahmin ediyorlardı. Ben olmaz deyince de kapıyı göstereceklerdi.
Ben de zenciye döndüm: ‘Daha önce nerede top oynadınız? Diplomanızı görebilir miyim?’ diye
sordum.
Ben de sinirlendim: ‘Boksör adamın ne işi var futbol takımı kondisyonu çalıştırıcılığında:
Burada Türk futbolu adına kavga veririm böyle maskaralık olmaz,' dedim ve vurdum kapıyı
çıktım dışarı. İnanılmaz hakaret ettim.
Ayrılırken de bana geçmiş olsun diyenler arastnda Özcan Ertuna ile birlikte eski
Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in damadı olan ve o zaman Star Grubu’nda danışman olarak
çalışan Erkan Gürvit’te (Erkan Gürvit, Kenan Evren’in Cumhurbaşkanlığı döneminde Milli
İstihbarat Teşkilatı’ndan biri olarak Çankaya’da görevliydi.) bulunuyordu.
Ertesi gün Ataköy’de antrenman sahasında çalışırken baktım bu zenci ve Tayfun Gündoğar
sahaya girdi.
Tayfun o zaman yönetici, bu geliş bana tecavüz gibi geldi. Tuttum adamı sürükleyerek sahadan
attım ve hakaret ettim. ‘Gidip Cem Bey’e söyleyin ne karar verirse versin ben kimseyi sahaya
sokmam,' dedim.
Bu anlaşmaya yıllık 8.5 milyon değer biçilir. Oldukça iyi bir paradır, ama bunda yönetimi
destekleme amacı da vardır.
Fakat bu saadet günleri, Faruk Süren hakkında hayali ihracat ve vergi kaçakçılığı olayları ile
kesintiye uğrar.
2002 yılı Mart ayına kadar görev süresine sahip Galatasaray Spor Kulübü yönetimi, köklü
geleneğe sahip ‘Galatasaray Camiası’nın baskısıyla erken kongreye gitme kararı alır.
‘Galatasaray Camiası’ artık Süren’i istemez; ama adı yine başkan adayları arasında
anılmaktadır.
Süren ile aynı yönetim kurulunda görev yapan Mehmet Cansun’da başkan adayıdır.
Bu durum Cem Uzan’ın hoşuna gitmez ve Cansun’u adaylık fikrinden vazgeçirmeye çalışır.
"Cem Uzan, ben GS Başkanı olmadan seçimlerden önce beni Star binasına çağırdı. Gittim saat
14:00 gibi buluştuk. Dedi ki: ‘Abi ben senin başkan olmanı istemiyorum,’
Ben de ‘Faruk benim düşmanım değil, dört sene beraber çalıştık, bir tek gün aramızda kötü bir
olay yaşanmadı. Ben Faruk’a çekil falan da demedim. Ama Faruk’un GS dışında kendi
problemleri var. Ve bu durum Faruk Süren dışında hepimizi bütün GS camiasını kötü bir
noktaya götürecek. Onun için bunun olma şansı yok. Ama beni tutmak zorunda değilsin, başka
birini destekleyebilirsin,’ dedim.
‘Biraz sonra Özhan Canaydın’da gelecek onunla da konuşacağım. Sen bir kere daha düşün,’
diye tavsiyede bulundu. Ben de ‘Bak, Berlusconi Milan’ın sahibi ama senelik 100 milyon dolar
harcıyor takım için. Eğer sen böyle bir şeye hazırsan, ben de toplarım camiayı: ‘Beyler bu
adam her sene 100 milyon dolar para vereceğini söylüyor,’ derim. O zaman biz senin belki de
patronajını kabul ederiz. Sen de buna ‘olur’ dersen biz de seni patron biliriz. Ama sen
‘Jardel’in parasını vereceğim,’ dedin vermedin. Davet verdin yemek parasını biz ödedik. Yani
bu sözleri söylemeye senin hakkın yok,’ dedim
O dönemde bizim camiadan Ateş Ünal Erzen Star gazetesinde çalışıyordu ve Uzan onun
başkan olması için bastırıyordu. Bursa’dan arkadaşı olan Özhan Canaydın da Erzen’den yana
destek veriyordu.
Ayrıca bir gün Cem’in genel müdürünün telefonunda birisiyle yaptığı görüşmeye tanık oldum.
Cem’in genel müdürü, karşısında konuştuğu kişiye: ‘Biz Federasyonun açtığı havuz ihalesine
talip olmak istiyoruz’ dedi.
Karşısındaki kişi de: 'Futbol camiasında kimse size böyle bir işi vermez. Futbol camiasında
Mehmet Cansun çok sevilen bir adamdır. Siz ona bu yanlışı yaparak kendinizi bitirdiniz,’ dedi.
Bu sözler üzerine genel müdür: ‘Ama o da bizim patrona büyük yanlış yapmış,’ dedi.
Genel Müdür:
‘Bunu Faruk Süren anlattı Cem Bey'e; Mehmet Ali Yalçındağ (Doğan Grubu Başkanı Aydın
Doğan’ın damadı) Mehmet Cansun’un çok yakını. Cansun, GS Sportif A.Ş.’nin hisselerini
AIG’den geri alacak Doğan Grubu’na satacakmış.’
Benim ya da başka birinin böyle bir işlem yapmaya yetkisi olmadığı gibi AIG’de ortaklıktan
memnun ve kârını alıp cebine koyuyor. Niçin satsın hisselerini.
Evet Doğan Grubu’ndan şirkete ortaklık için teklif gelmişti; ama o da Faruk Bey dönemindeydi.
Kaldı ki böyle bir şeyi ben kimseyle de görüşmüş değildim.
Dolayısıyla Cem Uzan’ın bütün bu olaylar içinde kızdığı anda yapamayacağı şey olmadığını
gördüm."
Uzan’ın uykuya yatırdığı kini ortaya çıktı ve Mehmet Cansun’u köşeye sıkıştırmak için kolları
sıvadı. Cansun, Uzan’ın hırsının, kendi evine ve mallarına haciz koydurma noktasında
olabileceğini aklına getirmiyordu. Ama Cansun’un aklına gelmeyen başına geldi ve Cansun
başkan seçilir seçilmez, evine ve diğer gayri menkullerine mahkeme kararı ile ihtiyati tedbir
koydurur.
"Faruk Süren döneminde Galatasaray ile fazla bir ticari ilişkisi olmadı. Sadece UEFA Kupası'nı
aldığımız dönemde Telsim ile ilgili üç yıl süreli forma reklamı anlaşması yapıldı.
‘GS, bu anlaşmadan doğan haklarını kullanırken, kendi tek taraflı isteğiyle ve haksız olarak
anlaşmayı fesh ederse veya Telsim’in bir rakibi ile anlaşma yaparsa, Telsim’e 5 milyon dolar
tazminat öder. Ve bu tazminata göre de bir garanti senedi verir.’
Biz de GS olarak 5 milyon dolarlık garanti senedi imzaladık, senedin arkasında da kefil olarak
Faruk Süren ve benim imzam var.
Bunun dışında biz kendisine, bu kontratları Vakıfbank'a teminat gösterip kredi alacağımızı
söyledik.
Bunun için Vakıfbank bizden Telsim’in onay vermesi gerektiğini söyledi. O dönemde de Cem
Uzan bize ‘Jardel’i getirin parasını ben vereceğim,’ diye söz vermişti.
Fakat daha sonra Fatih Terim bizden ayrıldı; Cem Uzan’da: ‘Eğer Fatih kalsaydı Jardel’in
parasını öderdim,’ diye çark etti.
Yük böylece bizim kulübün üzerine kaldı. Biz de: ‘Bari kredi atalım Jardel’in parasını ödeyelim,
bunun için de Telsim’in kontratlarım teminat olarak kullanalım’ dedik.
2000 yılının Ağustos ayında yapılan bu kontrata bir madde daha konmuştu: ‘2002 yılının Şubat
sonuna kadar GS kulübü başka yerlerden başka temlikler bulup bunları da Telsim’e iade eder,
etmediği takdirde, diğer madde de olduğu gibi 5 milyon dolar tazminat öder.’
Telsim bu kontratlardan doğan haklarından GS’ye 13 milyon dolar ödememişti. Ben başkan
olduğum zaman yani 2001yılının Temmuz ayında Cem Uzan mahkemeye gidiyor ve bizim
garanti senedini verip evimize malımıza ihtiyati tedbir koyduruyorlar, icra memurları Star TV
kameramanları eşliğinde evimize haciz koydurdular. İki gün sonra tedbiri kaldırdık, ama hâlâ
davalarımız sürüyor.
Telsim anlaşmasından dolayı 11 milyon dolardan fazla parayı biz mahkeme yoluyla kazandık.
Bunun 5 milyon doları senet karşılığı düşüldü. Geriye kalanı Uzan ödemek zorunda kaldı.
Hatırlarsanız, Star gazetesinde Özhan Canaydın aleyhine yayın yapılmıştı. ‘Vergi borcu var
vergi kaçakçısı,’ denildi. İşte bizim mahkemeyi kazandığımız o dönemdir. Haber göndermiş:
‘Anlaşalım, ben GS’ye futbolcu vereyim,’ falan diye teklifte bulunmuş,’ ama Canaydın, kulübün
alacağını: ‘Ben sende bırakamam’ diyerek parayı almıştı. Tabii biz 2001 yılında başka bir şey
daha yaptık. Cem Uzan, 1996 yılında Faruk Süren döneminde yeniden kabul edildiği kulüpten
bu kez ömür boyu hak mahrumiyeti cezası aldı. Yani üyeliği donduruldu oy kullanma ya da
aday olma gibi hakları elinden alındı. Onun Galatasaray macerasının sonu da bu oldu."
ÖZELLEŞTİRMEDE ‘UZAN MODELİ’
Devlet Malıyla Zengin Olmak
**********
Çimentonun Kralları
Özelleştirme, Türkiye’de zaman zaman mafyanın da devreye girdiği ve yolsuzlukların kok
saldığı alanlardan birisi haline geldi. Özellikle bankacık sektöründeki satışlar, bir anlamda
kamudan rant aktarma aracı olarak görüldü. Türkiye genel olarak özelleştirme alanında
istediği performansı bir türlü yakalayamadı. Türkiye’nin şansızlığı Uzanlar için geçerli değildi.
Bunlardan beşi çimento, ikisi elektrik, biri de traktör üreten Türk Otomotiv Endüstrisi adlı
şirketlerdi.
Nitekim Uzanlar’ın sahip olduğu en büyük şirket olan GSM şebekesi Telsim ile ilgili lisans
anlaşması da 2 Temmuz 1993 tarihinde Çiller’in başbakan olduğu DYP-SHP Koalisyonu
zamanında imzalandı.
Zaten mevcut yasaların olağanüstü girişimci özelliğe sahip Uzan Ailesi’nin önüne geçmesi
imkânsızdı.
Nitekim çimento sektöründe tekelci bir yapı ortaya çıkınca yeni ihalelere girmenin yolunu
paravan şirket kurmakta bulmuşlardı. Uzan’ı çimento alanında tekel konumuna getirecek bu
girişim ile amaç Kurtalan, Kars, Ergani, Elazığ, Van ve Lalapaşa Çimento fabrikalarını satın
almaktı.
Katsan ve Sema adlı şirketlerle çimento fabrikaları için özelleştirme teklifi veren Uzanlar,
kullandıkları paravan şirketlerle rekabet yasalarının getirdiği sınırlamaları aşmayı
amaçlıyorlardı.
Devlet, Uzanlar’ı Çukurova Elektrik Anonim Şirketi’ni sıcak para musluğu olarak görmesi ve
diğer şirketlerine para aktarmasını önlemek için çeşitli önlemler almaya çalıştıkça, olay
mahkemelere yansıdı.
Şirkete el koymaya kadar giden tartışmaların yaşandığı ÇEAŞ’ta, kavgayı yaratan ise, 2003 yılı
itibariyle 1 milyar dolara yakın ciro rakamıydı.
ÇEAŞ olayı Türk sermayedarlarından önemli bir aktörün özelleştirmeye bakış açısını da
yansıttığı için konuyu ayrıntılı olarak ele almak gerekiyor. ÇEAŞ aynca "Uzan düğümünün"
atılmasında olduğu gibi "çözülmesinde" de önemli bir konu olarak ortada duruyor.
Çukurova Elektrik A.Ş. (ÇEAŞ) Seyhan Barajı üzerinde tesis edilen Seyhan Hidroelektrik
Santralı’nı işletmek üzere kuruldu. Şirkete 1953 yılında kuruluş amacına uygun olarak,
tamamıyla devlet tekelinde olan elektrik üretim, iletim, dağıtım ve ticareti konusunda yapılan
İmtiyaz Sözleşmesi ile Çukurova Bölgesi’nde İmtiyaz Hakkı verildi.
ÇEAŞ başlangıcından beri gerçek anlamda halka açık bir anonim şirket olarak varlığını
korudu. En büyük pay sahibi olan kamu kurumlarının (başlangıçta Etibank, daha sonra
TEDAŞ) yanında özel bankalar, bölgedeki özel sanayi kuruluşları, büyük-küçük çiftçiler, özel
emekli ve tasarruf sandıkları, şirketin sermayesine katıldı. Bu hissedarlar şu ya da bu ölçüde
yönetimde temsil edildi. Şirketin sağladığı gelirden ve yarattığı refahtan pay almıştı.
Şirketin kuruluş amacında ve ruhunda yer alan ortaklık yapısı, uzun yıllar değiştirilmeden
kaldı.
Hisselerin yüzde 51’i Etibank’ta (daha sonra TEK), yüzde 49’u ise sayılan diğer kuruluşlarda
idi.
Üç gruba ayrılan paylardan A grubu (Kurucu hisseler) 3 yönetim kurulu, 1 denetim kurulu
üyesi, B grubu (TEK) 3 yönetim kurulu, 1 denetim kurulu üyesi, C grubu (diğer ortaklar) 3
yönetim, 1 denetim kurulu üyesi seçme hakkına sahipti.
Şirketin kârlı bir kuruluş olması ve yarı kamu kurumu olma özelliği, siyasilerin ve büyük
sermaye gruplarının her zaman iştahını kabartmıştı. Özellikle 12 Eylül 1980 darbesi
sonrasında siyasi partilerin paylaşamadıkları bir kurum haline gelen ÇEAŞ’ın, o zamana kadar
oldukça sağlıklı işleyen demokratik yapısı bozulmaya başlamıştı!.
Başlangıçta yüzde 51 olan kamu payı, sermaye artırımı sırasında rüçhan hakkı
kullandırılmayarak, yüzde 26’lara düşürülmüş, bu payların bir kısmı da 1980’li yılların
sonunda Özelleştirme İdaresi (önceleri Toplu Konut İdaresi) vasıtasıyla satılarak, yüzde 11-12
civarına kadar geriletilmişti.
ÇEAŞ yıllık 450 milyar liralık kârı ile sahipsiz biçimde ortada dururken, İstanbul Menkul
Kıymetler Borsası’nda üzerinde en fazla spekülasyon yapılan şirket niteliğindeydi.
Sonunda 6 Aralık 1992 günü gazetelere verilen ilanla ÇEAŞ’ın yüzde 11.2’lik hissesinin
özelleştirileceği duyurulmuştu.
İhale doğal olarak Sabancı Grubu ’nun ilgisini çekmişti. Aynca Koç Grubu’da ÇEAŞ’ın peşine
düşmüştü. Ancak önemli bir rakipleri vardı: rekabette sınır tanımayan Uzan Ailesi...
Üç yönetim kurulu ve bir denetim kurulu üyesi ile temsil edilme kabiliyeti olan bu B grubu
hisseler için yapılan satış ihalesini, 1993 yılında 81 milyon dolara Uzan Ailesi kazandı.
İşte o andan itibaren ÇEAŞ’ta 2003 yılında devletin el koymasına kadar geçecek UZAN
DÖNEMİ başlamış oldu.
Kamu Ortaklığı İdaresi’nin hisselerini satışından sonra şirketin ortaklık yapısı aşağıdaki
gibiydi:
1977 yılından bu yana şirketin yönetiminde yüzde 4.29 ile en büyük hisse oranını elinde
bulunduran Çukurova Elektrik Emeklilik Sandığı söz sahibiydi. Özelleştirme sonrası artık en
büyük hissedar Uzanlar olmuştu. Uzanlar’a göre şirketin yönetimi de kendilerine geçmeliydi.
30 Mart 1993 tarihinde Genel Kurul toplantısı vardı ve o güne kadar çoğunluk hisselerin
temsil haklarını almaları gerekiyordu.
Uzan mantığı burada devreye girdi ve gazete ilanlarıyla hisse senedi sahiplerine bir çağnda
bulunuldu. 2 Mart 1993 tarihli gazetelerde yayınlanan "Çukurova Elektrik A.Ş. Hisse Senedi
Sahiplerine Duyuru" ilanında, 30 Mart 1993 tarihinde yapılacak genel kurul ile daha sonra
yapılacak genel kurullarda, hisse senetlerinin oy haklarını devredenlere yüzde 20 net ilave
prim verileceği belirtiliyordu. ÇEAŞ hissedarları nominal değeri 500 lira olan ÇEAŞ hisse
senetlerini, oy haklarını noter aracılığı ile Uzanlara devretmeleri halinde 50 lirasını peşin 50
lirasını da genel kurul toplantısı sonrası alacaklardı.
Uzanlar’ın bu iş için 23 milyar lirayı gözden çıkardığı belirtiliyordu ki, gazete ilanlı bu girişim
SPK tarafından durdurulmuştu.
Sabancı Grubu ve yüzde 20’lik hisse senedini temsil eden diğer ortaklar Uzanlar’a karşı ortak
hareket etme kararı almışlardı. Ancak Uzanlar kendi hisseleri ile birlikte toplam yüzde 29
oranında hissedan temsile yetecek oy toplamışlardı. Fakat Uzanlar 30 Mart’taki genel
kuruldan istedikleri sonucu alamamışlar, yönetime adamlarını sokamamışlardı. Toplantı 30
Nisan’a ertelenmişti. Amaç yedi kişilik yönetim kuruluna dört kişi yerleştirmekti.
Fakat nisan aymda ilginç bir gelişme oldu. Sabancı Grubu elindeki 36 milyon adet ÇEAŞ
hissesini 474 milyar lira karşılığında Uzanlar’a sattıklarını açıkladılar.
Böylece Uzanlar KOİ’den aldıklan yüzde 11.2’nin üzerine, İş Bankası’nın yüzde 2.16, Global ve
Altay Menkul Kıymetler’den aldıklan yüzde 1.4, vekaletle toplanan yüzde 8.5’in ardından
Sabancı’mn yüzde 6 hissesini de alarak toplamda yüzde 32.21 ağırlığa kavuştular.
Uzan Ailesi’nin bu hisse oranına çıkmak için ödedikleri toplam para ise 1 trilyon 927 milyar
lira idi. Yani o günkü kurlarla yaklaşık 200 milyon dolardı.
Uzanlar’ın, ÇEAŞ hisseleri için Sabancı’ya ödedikleri para gözlerini karartmış mıydı, bilinmez
ama ÇEAŞ’ın Yönetim Kurulu Başkanı İbrahim Günay, haberi duyunca tansiyonu çıkmış, geçici
körlük yaşamıştı.
Aynı yıl Kepez Elektrik’teki yüzde 25.39’luk kamu hissesi de 31.1 milyon dolara Uzanlar’a
geçti.
Yönetim kurulundan gelen diğer istifalar da gösteriyordu ki; ÇEAŞ artık Uzanlar’ın
kontrolündeydi.
Nitekim 18 Mayıs 1993 günü yapılan Genel Kurul toplantısında Divan Başkanı Kemal Uzan'dı
ve "Uzan tarzı" o andan itibaren görülmeye başlandı.
Saat tam 10.00’da salonun kapılarını kapattıran Kemal Uzan, böylece "çatlak ses
çıkartabilecek" bazı hissedarların da içeriye girmesini önlemiş oluyordu.
Artık ÇEAŞ’ın yüzde 40'a yakın hissesi Uzanlar'ındı ve 18 Mayıs 1993 tarihinde yapılan
olağanüstü Genel Kurul Toplantısı sonucunda, özelleştirildiği tarihten yalnızca beş ay sonra
ÇEAŞ’ın kontrolü tamamen Uzan Grubu’nun eline geçtiği tescilleniyordu.
Enerji Bakanlığı ÇEAŞ’ı ele geçiren Uzanlar’a bir iyilik daha yapıyor, beş aydır beklettiği zam
tarifesini hemen onaylıyordu. Böylece üç ayda 77 milyar lira kâr eden ÇEAŞ’ın kârı, nisan ayı
sonunda 269 milyar liraya yükseliyordu.
25 Haziran 1993 tarihinde SHP ile 1. Çiller Hükümeti kuruldu. 1. Çiller Hükümeti’ndeki bakan
isimleri, kabinede Demirel’in etkisini hissettiriyordu.
Enerji Bakanlığı koltuğunda da ANAP’tan istifa ederek DYP’ye geçen Veysel Atasoy
oturuyordu. Uzan Grubu, Demirel ile yakaladığı uyumu ise Çiller ile sağlayamıyordu.
1993 yılı sonu kârı 353 milyar lira olan ÇEAŞ, Uzan Ailesi’nin bir yıllık dönemi altında, yani
1994 yılının ilk altı ayındaki kâr rakamını eksi 554 milyar lira olarak açıklamıştı. Yani şirket
554 milyar lira zarar etmişti.
Bu şok rakamlar doğal olarak SPK’nın da dikkatini çekti. Çünkü ÇEAŞ borsanın lokomatif
kâğıtlarından birisiydi.
Uzanlar zararı karşılamak için tarifelerinin artırılmasını istiyorlardı, ama SPK Başkanı Ali
Ihsan Karacan yaptırdığı incelemede, ÇEAŞ’ın parası ile Uzan Grubu’nun çimento şirketleri
hisse senetleri satın aldıklarını ortaya çıkarıyordu.
"Şirketinizin SPK tebliğimiz uyarınca yaptığı açıklamalardan 29-30 Aralık 1994’te 2 trilyon 692
milyar 337 milyon lira tutarında iştirakte bulunduğu, iştirak hisselerinin aşağıda tablosu
verilen şirketlerden ve fiyatlardan satın alındığı anlaşılmıştır:
Şirketiniz tarafından SPK’ya iletilen 30 Eylül 1994 tarihli mali tablolara göre: 500 milyar lira
ödenmiş sermayesi, bu ödenmiş sermayeyi de aşan 510 milyar lira tutarında dokuz aylık zararı
mevcuttur.
30 Eylül 1994 itibariyle faaliyet sonucu zararlı olan şirketinizin 5 trilyon 403 milyar lira
tutarındaki net satış hasılatının yüzde 48’ine varan oranda, 2 trilyon 629 milyar liralık iştirakte
bulunarak, bedellerinin peşinen ödenmesi, şirketinizin sermayesinin azaltılması ve kaybı
sonucunu doğurmaktadır."
Karacan yazısında, sermayeyi azaltan ve zarara neden olan bu iştiraklerin düzeltilmesini, yani
paranın şirkete geri konmasını istemektedir. Ardından yaptığı uyanda, çimento işiyle uğraşan
şirketlere iştirak edilmesinin, ÇEAŞ ile imzalanan sözleşmelere aykın olduğuna dikkat
çekmektedir.
Aynı tarihlerde Tempelton Fonu Gelişmekte Olan Piyasalar Müdürü Mark Mobius da Başbakan
Çiller’e bir mektup yazarak, birden bire zarar etmeye başlayan ÇEAŞ’tan Uzan Grubu’nun
sermaye aktardığı iddialarım dile getirir.
Tempelton Fonu, o günlerde Türkiye için önemlidir ve Fon 20 trilyon lirasının 3 trilyon lirasını
İstanbul’daki hisse senetlerine yatırmıştır. ÇEAŞ’ın yüzde 10’dan fazla hissesi de bu fonun
elindedir.
Yalnız Ali İhsan Karacan değil, haklı haksız Başbakan Tansu Çiller ile eşi de Uzanlar’ın
hedefindedir. Uzanlar sahip oldukları İnterStar Televizyonu’ndan Çiller Ailesi hakkında
günlerce süren baskı amaçlı yolsuzluk haberleri yapmışlardır.
Bu arada başbakanlık düzeyinde ÇEAŞ'e el koymaktan, imtiyazın iptal edilmesine kadar bir
çok önlem tartışılır.
Bu arada Çiller’in hükümet ortağı SHP, 9 Eylül 1992 tarihinde yeniden açılan CHP ile 18 Şubat
1995 tarihinde yapılan 26’ıncı Kurultay’da birleşme kararı alır. Hikmet Çetin oy birliği ile
CHP’nin Genel Başkanı seçilir. 9 Eylül 1995 tarihinde yapılan 27’inci Kurultay’a yine Genel
Başkanlık tartışmaları arasında girilir.
Hikmet Çetin’in aday olmadığı kurultayda Murat Karayalçın ile Deniz Baykal çekişir.
İpi, Baykal göğüsler ve CHP’nin yeni Genel Başkanı olur. SHP’nin CHP çatısı altında
bileşmesiyle, DYP-SHP Koalisyon Hükümeti artık DYP-CHP ortaklığı şekline bürünür.
Baykal’ın CHP Genel Başkanlığı’na seçilmesinden sonra iktidarda olan DYP-CHP Koalisyon
Hükümeti, Çiller ile Baykal arasında koalisyonun sürdürülmesi yönünde anlaşmaya
varılamaması üzerine 20 Eylül 1995 tarihinde bozulur.
Bu anlatılanların ÇEAŞ ile ilgisi yokmuş gibi görünse de gerçek öyle değildir.
Daha sonra 5 Ekim 1995 tarihinde azınlık hükümetini kurar ve Enerji Bakanı Veysel Atasoy’un
yerine Zonguldak milletvekili Şinasi Altıner’i getirir.
Bunun nedenine gelince: Çiller önceden arasında gerilim olan Uzan Ailesi’nin elindeki ÇEAŞ’ı
bir şekilde geri almak istemektedir.
Elbette yalnız Çiller’in bunu istemesi yetmezdi. Uzan Ailesi de el koyma için her türlü hukuka
aykırı işleme imza atıyordu.
Ömeğin: Abonelerine Enerji Bakanlığı’nın fiyat tarifesi yerine kendi belirledikleri fiyattan
elektrik satıyordu.
Uzanlar alana kadar milyonlarca dolar kâr eden şirketler, nedense birden bire zarar etmeye
başlamışlardı. Yapılan incelemeler elektrik dışında bir yatırım yapmaması gereken ÇEAŞ’ın
paralarıyla çimento şirketlerinin hisselerini aldığım gösteriyordu.
ÇEAŞ bir imtiyaz şirketiydi ve kendine ait gayri menkul ve menkul mal edinmemesi
gerekiyordu. Bütün gayri menkulleri Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı adına tapu
edilmeliydi. Çünkü imtiyaz hakkının sona ermesi ile bütün mal varlığı bedelsiz olarak kamuya
devredilecekti.
Ancak görüldü ki, ÇEAŞ’ın aldığı bazı gayri menkuller anlaşmaya aykırı biçimde bakanlık
yerine şirketin üzerine tapulandınlmıştı.
Çiller, konuyu Başbakanlık Müfettişleri’ne de incelettirmiş, çıkan rapor, gereği yapılması için
Enerji Bakanlığı'na gönderilmişti.
Enerji İşleri Genel Müdürlüğü Hukuk Müşavirliği konuyu incelemiş, Uzan Ailesi’nin
sözleşmelere aykırı davrandığı sonucuna varılmıştı. Yasalar böyle bir durumda sözleşmenin
iptaline imkân veriyordu. Bütün imzalar tamamlandı, karar hayata geçirilmesi için dosya
Bakan Veysel Atasoy’un önüne konuldu.
Tüm bürokratların imzaladığı kararın altında bakan için ayrılan imza yeri ise boştu ve boş
kalacaktı.
Veysel Atasoy karan imzalamadığı için ÇEAŞ’a el koyma girişimi sonuçsuz kalmıştı. Hazırlanan
evrak Enerji İşleri Genel Müdürlüğü Hukuk Müşavirliği’nde kilitli bir çekmeceye kaldırıldı.
Bu nedenle olsa gerek, 5 Ekim 1995 tarihinde kurduğu azınlık hükümetinde Veysel Atasoy’a
görev vermemişti.
Yerine Şinasi Altıner’i atadı; ancak bu hükümet, 15 Ekim’de TBMM’den güvenoyu alamamıştı.
16 Ekim’de bir araya gelen Çiller ve CHP lideri Baykal, erken seçim koşuluyla DYP-CHP
Hükümeti’nin kurulması konusunda anlaşmışlardı. 26 Ekim’de TBMM’den, 24 Aralık’ta erken
seçim yapılması kararı çıkmıştı.
2. Çiller Hükümeti 5 Ekim ile 30 Ekim 1995 tarihler arasında yalnızca 25 gün görev
yapabilmişti. Çiller bu kadar kısa süreye önemli bir işi de sıkıştırmak niyetindeydi: ÇEAŞ’e el
koymak. Çiller olayı bu kez kökünden halletmek niyetindeydi.
Çünkü kararnameyle verilmiş bir görevin iptali de ancak başka bir kararnameyle olabilirdi.
Baykal ile yaptığı anlaşma gereği 26 Ekim’de TBMM’den 24 Aralık 1995 tarihinde erken seçim
yapılmasına dair karar çıkartan Çiller Hükümeti, 27 Ekini tarihinde 95/7471 Sayılı Bakanlar
Kurulu Karan’nı onay için Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e göndermişti.
Hükümetin kararname hazırlaması için gerekli hazırlıklar da 27 Ekim 1995 günü Enerji
Bakanlığı’ndan başbakanlığa gönderilmişti. Kararname hazırlanmış, tüm bakanların imzası
adeta jet hızıyla tamamlanıp onay için Çankaya’ya gönderilmişti.
27 Ekim 1995 tarih 95/7471 Sayılı Bakanlar Kurulu Kararnamesi onaylanırsa, Demirel
Uzanlar’a kendi başbakanlığında satılan ÇEAŞ’ı yine kendisi kamulaştırmış olacaktı.
İade gerekçeleri Cumhurbaşkanlığı Köşkü Genel Sekreteri Necdet Seçkinöz imzasıyla 2 Kasım
1995 tarihinde hükümete bildirilmişti.
Böylece aslında, 1993 yılında başlayan ÇEAŞ’taki Uzan dönemi, 1995 yılında
kapanabilecekken, kamu açısından problemin, 2003 yılında el konmasına kadar geçen sürede
de yaşanmasına yol açıldı. 2 Kasım 1995 günü kararnameyi hükümete iade eden Demirel, iade
gerekçesinde hükümetin el koyma gerekçelerinden yeterince ikna olmamış bir görüntü
sergiliyordu. Adeta ‘Uzanlar’a bir şans daha verin,’ diyen Demirel, görüşlerini şu dört
maddede topluyordu:
2- Sonuçta ihtilafın çözümlenmesi için yargı mercilerine intikal edeceği mutlak olan bu
konuda, bakanlar kurulunca alınacak kararın son derece kesin ve geçerli belge ve delillere
dayandırılmasının devletin güvenilirliği açısından son derece önemli olduğu:
3- Sözleşmenin bütünüyle iptali sonucunu doğuracak böyle bir kararın alınmasından önce bir
defa daha şirkete tebligat yapılarak vecibelerini yerine getirmesinin istenmesi, aksi takdirde
sözleşmenin iptali yoluna gidileceğinin bildirilmesi:
4— Bütün bunlara rağmen, kararnamede ısrar edilecekse, sağlıklı bir neticeye varabilmek için
bu konudaki iddiaları kanıtlayacak olan belgelerin de kararname ile birlikte gönderilmesiniarz
ederim.
Buna göre, Uzanlar’ın ÇEAŞ’ı aldıktan sonra 450 milyar liralık Enerji Fon borçlarını ısrarla
ödemekten kaçındığı bu olayın mahkemelere yansıdığı belirtiliyordu.
Yine TEAŞ’ın sözleşme hükümlerine göre hazırlamış olduğu faturalardan 22 Nisan 1995 tarihi
itibariyle 1.6 trilyon lira birikmiş alacağının ÇEAŞ tarafından ödenmediği açılan davanın
daTEAŞ lehine sonuçlandığı ve icra takibine başlandığı ifade ediliyordu. Sözleşme
hükümlerine aykırı biçimde ÇEAŞ’ın edindiği gayri menkullerin bakanlığın adına kayıt
ettirilmesinden kaçırıldığı ve abonelerine, bakanlığın belirlemiş olduğu tarifeler yerine kendi
tarifelerini uyguladığı belirtiliyordu.
Aynca, zarar ettiği gerekçesiyle enerji satış tarifesinin artırılması talebinde bulunan şirketin
durumunun, SPK tarafından incelenmesi sonucu, şirketin faaliyet konusunun elektrik üretimi
ve dağıtımının dışına çıktığı ve bir finansman şirketi hüviyetine büründüğü ifade ediliyordu.
Çiller başkanlığında 30 Ekim 1995’den 6 Mart 1996 tarihine kadar görevde kalacak olan DYP-
CHP Hükümeti (52. Hükümet) kurulmuştu.
Seçimler 24 Aralık 1995 tarihinde yapılacak, hükümet de istifa edecekti. Daha sonra yaşanan
Refahyol tecrübesi gösterecekti ki, DYP-CHP Koalisyonu Çiller’in başbakanlık koltuğuna
oturduğu son hükümet olacaktı. 24 Aralık tarihine kadar süresi olan Çiller Hükümeti’rıin boş
geçirecek tek bir dakikası yoktu.
30 Ekim günü yeni hükümette de yerini koruyan Enerji Bakanı Şinasi Altıner, görevlendirmesi
çıkar çıkmaz soluğu bakanlıkta almıştı.
Bürokratlar Kanada’da
Ancak onu bir sürpriz bekliyordu. Ne TEAŞ’ın ne de TEDAŞ’ın üst düzey yöneticileri ortada
yoktu.
Her iki kurumda birer genel müdür yardımcısı nöbetçi bırakılmış, genel müdür ve diğer
yardımcıları Kanada’ya gitmişlerdi. Heyet olarak bir nükleer enerji şirketinin davetlisi olarak
orada bulunuyorlardı.
Altıner: "Derhal kim varsa bulunsun, gerekiyorsa evlerinden çağrılsın," diye talimat vermişti.
Bulunan yöneticiler bakanlığa geldiklerinde. Altıner sinirli bir şekilde: "Buraları böyle mi
yönetiyorsunuz, ÇEAŞ ve Kepez’de dünyanın malını götürüyorlar, beyler Kanada’da geziyor,"
diye söyleniyordu.
Gelenlerle tanışırken Eneıji İşleri Genel Müdürlüğü Hukuk Müşaviri’ne dönerek: "Ne yaptın
bugüne kadar?" diye sormuştu.
"Bana bir dakika müsaade eder misiniz sayın Bakanım, odama gidip geleceğim," diye izin
isteyen deneyimli hukukçu, elinde daha önce çekmeceye kitlediği ÇEAŞ ve Kepez ile ilgili
hazırlanmış metinlerle geriye dönmüştü.
Aslında sorunun yanıtını odadaki herkes biliyordu, el koyma karan bakanlık makamına kadar
çıkmış, ama Bakan Veysel Atasoy imzalamamıştı.
Odada Enerji İşleri Genel Müdürlüğü yetkilileri de bulunuyordu. Çalışmalar gece 01.30’a
kadar sürmüştü: ÇEAŞ’a el konulacaktı.
Raporlar ve el koyma yazılan hazırlanıp, el koyma işlemini yapacak kişiyle ilgili görev emri
yazılmıştı.
Emniyet Genel Müdürlüğü ile şirketlerin genel müdürlüklerinin bulunduğu yerdeki Emniyet
Müdürlüklerine fakslar çekilmişi; ertesi gün yaşanacak olaylardan Milli İstihbarat Teşkilatı’ı da
haberdar edilmişti.
Enerji İşleri Genel Müdürü Mehmet Koyuncu başta olmak üzere diğer iki bürokrattan sonra
Eneıji Bakanı Şinasi Altıner altı sayfalık karar metnine el yazısıyla "İşletmeye (ÇEAŞ) el koyma
hususunda gereği uygundur," yazarak imzasını attığında altındaki tarih 2 Kasım 1995’ti.
Evet 2 Kasım 1995 Cumhurbaşkanlığı Genel Sekrterliği’nden ÇEAŞ’a el konması ile ilgili
kararnamenin iade edildiği tarihti.
Yani Çiller, Demirel kararnameyi iade eder etmez Enerji Bakanlığı eliyle ÇEAŞ’a el konması
için harekete geçmişti.
Şinasi Altıner 2 Kasım 1995 tarihinde imzaladığı ve 3 Kasım 1995 tarihinde uygulamaya
konulan el koyma kararında Uzanlar’ın, ÇEAŞ’ta belirlenen usulsüzlüklerini tek tek
sıralıyordu:
1- Kanun gereği ÇEAŞ’ta, diğer görevli şirketler gibi Enerji Fonu ödemesinde bulunuyordu.
Ancak ÇEAŞ’ta yönetim Uzanlar’a geçtikten sonra bu kesinti ödemeleri durmuş, ödemelerin
taksitlendirilmesi konusunda Uzan yönetimiyle 5 Mayıs 1993 tarihinde bir protokol
imzalanmıştı. Şirket borçlarım ödemeye başlamış ise de daha sonra ödemekten yine
vazgeçmiştir, 1 Ocak 1994 tarihinden itibaren bugüne kadarki (3 Kasım 1995) fon alacaklarını
ödememekte ısrar eden ÇEAŞ aleyhine 389 milyar liralık alacak davası açıldı. Kepez ile birlikte
Uzan Grubu’nun Enerji Fonu borçlan 490 milyar lirayı buluyordu.
2- ÇEAŞ, TEAŞ’ın sözleşme hükümlerine göre hazırlanmış olduğu faturaların bir kısmını
ödememekte direnmekte, gerekçe olarak da TEAŞ’ın enerji satış fiyatını tespitinde hata
yaptığını iddia etmektedir.
Bu nedenle TEAŞ’ın 22 Nisan 1995 itibariyle birikmiş alacağı 1.6 trilyon liradır ve mahkeme
idare lehine sonuçlanmıştır.
3- Görev sözleşmesinin 7’inci maddesine göre, ÇEAŞ’ın edindiği gayri menkulleri kendi
adına değil bakanlık adına tescil ettirmesi gerekirdi. Buna rağmen ÇEAŞ taşınmazların
tapularını kendi adına kaydettirirken, bu durumun düzeltilmesi konusunda şirket, Adana, İçel,
Hatay ve Kahramanmaraş Valiliklerine 12 Haziran 1995 tarihinde yazılan yazılara yanıt
alınamadı.
5- Uzanlar, zarar ettiği gerekçesiyle ÇEAŞ’ın elektrik kilovat saatinin 6 cente çıkartılmasını
istedi. Enerji Bakanlığı da zararın nedeninin araştırılması için konuyu SPK’ya havale etti. SPK
19 Ekim 1995 tarihinde bakanlığa gönderdiği yazıda, ÇEAŞ’ın 30 Haziran 1995 tarihli
bilançosuna göre, 14.5 trilyon liralık aktifinin 7.6 trilyon lirasının iştiraklerden oluştuğu, bu
iştiraklerin Kepez Elektrik dışında kalan 8 tanesinin, elektrik üretimi, iletimi, dağıtımı ve
ticareti konularının dışında olduğunun belirlendiği bildirildi.
SPK’nın tespitlerine göre ÇEAŞ, Uzan Grubu’nun şirketlerini finanse eden bir görünüme
bürünmüştü ve Enerji Bakanlığı’nı uyarıyordu. Bu durum Görev Verme Sözleşmesi’nin 24’üncü
maddesine aykırıdır ve sözleşme gereği bakanlığın, imtiyaz sözleşmelerini iptali etme ve
işlemlere el koyma hakkı bulunmaktadır.
Ve karar 3 Kasım 1995 günü uygulamaya konur. Kemal Uzan başkanlığındaki yönetim ve
denetim kurulu üyeleri azledilir.
SPK’nın bu karan 25 Haziran 1995 tarihli 558 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile
gerçekleştirilmişti.
Kemal Uzan’ın yerine idari bir kararla Hüseyin Özbek Yönetim Kurulu Başkanı olarak atanır ve
üst yönetim tümüyle değiştirilir.
Hüseyin Özbek 16 Kasım 1995 tarihinde yaptığı açıklamada, eski yönetim (Uzanlar) tarafından
şirketin ana bilgisayarının şifrelenerek kapatıldığını, ancak yeni yönetim olarak bunu
açabildiklerini belirtir.
Özbek şifrelerin çözülerek bilgisayarın açılmasına rağmen, tüm bilgilerin Uzanlar tarafından
silinmiş olduğunu kamuoyuna duyurur. (Uzanlar aynı yöntemi İmar Bankası’na el konmasından
sonra bankanın kayıtlarının yok edilmesinde de kullanacaklardır.
Ancak birkaç hafta geçmemişti ki, kulislerde Çillerlerle Uzanlar’ın anlaştığı haberleri
dolaşmaya başlar.
SPK yeni yönetim atamıştır, ama Anayasa Mahkemesi 25 Temmuz 1995 tarihinde ana
muhalefet lideri ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz’ın yaptığı 558 Sayılı KHK’nin iptali
başvurusunu 13 Kasım 1995 tarihinde sonuçlandırır. SPK’nın yönetim kurulu atamasından
yalnızca bir hafta sonra gelen 558 Sayılı KHK’nın iptal karan, Uzanlar’ın elini güçlendirir.
Ancak Anayasa Mahkemesi iptalin yürürlüğe girmesi için dört aylık süre tanır. İktidar, bu dört
ay içinde yeni Sermaye Piyasası Kanunu’nu hazırlaması gerekirken, bu konuda adım atılmaz.
Uzanlar 558 Sayılı KHK’nin iptal edilmesi üzerine İdare Mahkemesi’ne başvurarak SPK’nın
atadığı yönetim kurulunun iptalini isterler. Ancak istedikleri sonucu alamazlar.
Dedikodular, bu anlaşma için 2 trilyon liranın döndüğü yönündedir. Bir de bir bakanın tehdit
edildiği kulaktan kulağa fısıldanır. İddiaya göre, bu işin üzerine giden bir bakan el koyma
kararının geri çekilmemesi konusunda ısrarlıdır. Ancak onun üzerinde olan kişi ise artık
şartların değiştiğini ve el koyma karannın geri alınarak şirketin yeniden Uzanlar’a
devredilmesi gerektiğini söyler. Hatta: "Bu işi halledin de nasıl hallederseniz halledin,"
demektedir. İlgili bakan direnince, "İki aylık sinir tedavisi gördüğüne dair rapor var, fazla ısrar
edersen bunu açıklarım," tehdidi üzerine, çaresiz o bakan da geri adım atmak zorunda kalır.
Elbette bunların hepsi dedikodu ve kimseyi itham altında bırakmak için buraya taşınmış değil.
Fakat Uzanlar'a karşı birdenbire değişen bu tutumun nedenleri olmalıydı.
CHP Devrede
Bu arada ilginç bir gelişme ortaya çıkar. ÇEAŞ’ın ana sözleşmesinde bulunan bir maddeye
dayanarak, CHP’li Sanayi ve Ticaret Bakanı Fuat Çay tarafından şirkete özel murakıp atanır.
Hüseyin Ülgen adlı murakıp, göreve gelir gelmez genel kurul toplantısı yapar. 24 Ocak 1996
tarihinde yapılan Genel Kurul ile SPK’nın atadığı yönetim kurulu görevden alınır ve ÇEAŞ
yönetimine Uzan Ailesi yeniden hâkim olur. Bu uygulamaya en sert tepki de SPK Başkanı Ali
İhsan Karacan’dan gelir;
"Hak, hukuk, adalet ve devletin güvenilirliği konusunda SPK’nın sergilediği tutum, devlet ve
halk adına gurur verici iken bazı siyasetçilerin ve bazı bürokratların tutumu kaygı vericidir.
Gelinen noktanın ileriye yönelik bazı önemli kaygı yaratıcı sonuçları vardır.
Birincisi, devletin güvenilirliği, devletin hak ve adalet yanında yer alması, birkaç kişinin
yüzünden zedelenmiş ve geleceğe olan umutlarına darbe vurulmuştur.
İkincisi, daha yeni gelişmekte olan sermaye piyasalarına birkaç dar görüşlü siyasetçi yüzünden
darbe vurulmuştur. Üçüncüsü, merkez sağ ve sol siyasetçilerin ileriye yönelik dürüst çözümler
üretme ve icraat yapmalanna yönelik kuşkular artacaktır. 24 Ocak (1996) ileride yalnızca 24
Ocak İstikrar tedbirleriyle anılmayacak. Devletin güvenilirliğine, küçük hesaplar peşindeki
birkaç siyasetçinin darbe indirdiği gün olarak da hatırlanacaktır."
SPK’nın başvurusu üzerine mahkeme kararı ile Hüseyin Ülgen’in topladığı Genel Kurulu’da
alman kararların tamamı iptal edilir. SPK yeniden ÇEAŞ yönetimindedir. Ancak Anayasa
Mahkemesi’nin 558 Sayılı KHK’nin iptali yönündeki kararda verdiği dört aylık süre mart
ayında dolmuştur. Bu sırada hükümet yeni SPK Kanunu’nu çıkarmadığı için ÇEAŞ yönetimi
mart ayından itibaren yeniden Uzanlar’a geçer.
Uzanlar yüzde 67’ye karşılık gelen hisselerin oy birliği ile aldığı genel kurul kararlarının
geçerli olduğunu, SPK ise geçersiz olduğunu belirtiyordu.
Nasıl oldu da Uzanlar'ın lehine hareket eden oy oranı yüzde 67’ye çıkmıştı. Bunun yanıtı daha
sonra ortaya çıkacaktı.
Uzanlar, ÇEAŞ üzerindeki kavga sürerken bir yandan da kendi adlarına çalışan iki kişi aracılığı
ile 23 Kasım ve 1 Aralık 1995 tarihleri arasında borsada yoğun biçimde hisse toplamaya
başladılar.
28 yaşındaki Uğur Soyata ve 37 yaşındaki H. Engin Saydam adlı iki kişi toplam, 2.9 trilyon lira
nakit parayla piyasadan ÇEAŞ hisseleri satın almıştı.
Uğur Soyata, Eczacıbaşı Menkul Kıymetler aracılığı ile 747 milyar liralık, Engin Saydam ise
Yapı Kredi Bankası aracılığı ile 2 trilyon 153 milyar liralık, Ziraat Bankası aracılığı ile de 90
milyar liralık hisse senedi almıştı.
Bu operasyonla bedelleri kamyonetlerle taşınan 2.9 trilyon liralık ÇEAŞ hisselerinin yüzde 15’i
daha Uzan Ailesi’nin kontrolüne geçmişti.
Cem Uzan’ın Alman Lisesi’nden sınıf arkadaşı, daha sonra iş hayatında sağ kolu ve Genç Parti
İstanbul 3. Bölge birinci sıra milletvekili adayı olan H. Engin Saydam, Uzanlar’ın Star
gazetesinin İcra Kurulu İkinci Başkanlığı görevini yürütecekti. Telsim’de de bir dönem Yönetim
Kurulu Üyeliği yapmış olan Saydam, İmar Bankası yolsuzluğu kapsamında mallarına ihtiyati
tedbir konan isimlerden biriydi. İşte o günlerde ortaya çıkarılamamış bir ilişkiyi İmar Bankası
yolsuzluğu gözler önüne sermişti.
Uğur Soyata ise yine yıllar sonra Uzanlar’ın Digital Telefon Pazarlama A Ş. ile Fontek
Elektronik A.Ş.’nin Yönetim Kurulu Üyesi olarak karşımıza çıkacaktır.
Sanayi Bakanlığı’nın bağlı olduğu CHP, Uzanlar’a karşı yeterince mücadele etmemekle
suçlanıyor, Deniz Baykal ise ÇEAŞ olayının Çiller ile Uzanlar arasında bir siyasi kavga konusu
olduğu noktasında duruyordu.
Sonunda ÇEAŞ Genel Kurul Toplantısı, 27 Mart 1996 günü İstanbul Yeşilköy’deki Çınar Otel’de
yapılmıştı. Toplantı salonunda, hissedarlardan çok koruma vardı. Kemal Uzan, Hakan Uzan ve
şirketlere bağlı çalışanlar sandalyeleri doldurmuştu.
Toplantı 15 dakika sürmüş, Genel Kurul ile ÇEAŞ Yönetim Kurulu Başkanlığı’na Cem Uzan
getirilmişti. Şimdi ÇEAŞ'ta ikinci perde açılıyordu.
İkinci perdede neler yaşandığını görmek için SPK’nın 2 Ekim 2000 tarihli raporunun çıkması
gerekecekti.
SPK aynı tarihte Kepez Elektrik ile ilgili de bir rapor hazırlamış ve Uzanlar’ın elektrik
şirketlerindeki uygulamalarını adliye koridorlarına taşımıştı.
"Uzanlar’ın bir devlet meselesi olduğunu o günde söylemiştim. Son yaşanan gelişmeler de
bunun öyle olduğunu ortaya çıkarmıştır. 1995-1996 yıllarında neden belli sonuçlar alınamadığı
sorulursa, yanıt da bu cümlede gizlidir. Çünkü biz SPK olarak üzerimize düşen bütün görevleri
yapsak da, siyasetçiler ve yargı, hatta devletin en tepesindekiler, olaya aynı çerçeveden
bakmazsa sonuç almak mümkün değildir. Ancak o yılların bir analizini yapmak gerekirse şu
noktalar ortaya çıkar:
1995-1995 yılları Uzan Ailesi’nin iş yapma biçimine ilişkin kodların deşifre edildiği bir
dönemdi.
Biz yaptığımız çalışmalarla Uzanlar’ın çalışma biçimlerini ortaya koyduk. Ondan sonra bu
grupla iş yapan devlet ya da özel sektör bunları dikkate almalıydı. Ama öyle mi olmuştur? O
yıllardan sonra bu gruba cep telefonu lisansı verilmiştir. İtirazlarımıza rağmen METAŞ bu
aileye verilmiştir. Değişik alanlarda devlet ile iş yapmıştır. Sonuçlarını ise bugün görmek
mümkün. Özel sektörde de aynı şeyi Motorola dikkate almalıydı. Bu şirketin Türkiye’deki
avukatları en azından onları uyarmalıydı. Bütün bunların kodları SPK tarafından yıllar önce
çözülmüştü."
ÇEAŞ, 1953 yılındaki imtiyaz kapsamında, Kadıncık I-II, Yüreğir, Sır ve Seyhan-II Hidroelektrik
Santrati’ni inşa etmişti. Şirket, Seyhan Hidroelektrik Santrali’ne ilaveten söz konusu
santralleri de işletmektedir. Söz konusu santrallerin kurulu gücü 483 MW olup, yıllık üretim
kapasitesi yaklaşık 1,75 Milyar kWh’dır.
Kepez Elektrik ise 18 Ağustos 1956 tarihli Bakanlar Kurulu Karan ile Kepez Hidroelektrik
Santrali’nin işletilmesi ve üretilecek enerjinin 500 kW’ı aşan müşterilere satış imtiyazını 60 yıl
süre ile almıştır. KEPEZ, 1956 yılındaki imtiyaz kapsamında. Kepez II, Manavgat ve
Karacaören Hidroelektrik Santralleri’ni inşa etmiş, Kepez I Santrali’ne ilaveten halen bu
santralleri işletmektedir. Söz konusu santrallerin kurulu gücü 126,8 MW olup, yıllık üretim
kapasitesi 596 Milyon kWh’dır.
3096 Sayılı Kanunun 3. ve geçici 2. maddesi çerçevesinde; 26.08.1988 tarih, 88/13314 Sayılı
Bakanlar Kurulu Kararı ile Çukurova Elektrik A.Ş., 1 No.lu görev bölgesinde 70 yıl süre ile, 07
Ekim 1998 tarih, 88/13344 Sayılı Bakanlar Kurulu Karan ile Kepez Elektrik T.A.Ş., 2 No.lu
görev bölgesinde 70 yıl süre ile, elektrik üretimi, iletimi, dağıtımı ve ticaretini yürütmek üzere
görevlendirilmiştir. Bakanlar Kurulu Kararlan çerçevesinde, Enerji ve Tabii Kaynaklar
Bakanlığı ile Şirketler (ÇEAŞ ve Kepez) arasında 19.10.1988 tarihinde Görev Verme
Sözleşmeleri imzalanmıştır. O dönemde imtiyaz sözleşmesi yapmak için yasal alt yapı olmadığı
için böyle bir yol seçilmişti.
Danıştay Başkanlığı’nın, 3096 Sayılı Kanun kapsamında imzalanan sözleşmelerin imtiyaz teşkil
ettiği ve Anayasa’nın 155. Maddesi’ne göre Danıştay Onayı’ndan geçmesi gerektiği yönündeki
karan doğrultusunda, bakanlık ile şirketler arasında imzalanan 19 Ekim 1988 tarihli Sözleşme,
1996 yılında Danıştay incelemesine sunulmuş ve Danıştay Onayı’ndan geçen imtiyaz
Sözleşmeleri, 9 Martl998 tarihinde, Eneıji Bakanlığı ile ÇEAŞ ve KEPEZ arasında
imzalanmıştır.
Ancak adı ister Görev Verme Sözleşmesi ister İmtiyaz Sözleşmesi olsun, Uzanlar'ın kamuya
olan yükümlüklerini yerine getirmede değişen bir şey olmamıştı. Yaşanan olumsuzluklar
nedeniyle Sermaye Piyasası Kurulu’nun yakın gözetiminde olan ÇEAŞ ve Kepez Elektrik
şirketlerinin hisse senetleri 21 Mayıs 1999 günü İstanbul Menkul Kıymetler Borsası’nda Ulusal
Pazar’dan Gözaltı Pazan’na alınmıştu. Özelleştirme öncesi borsanın birinci liginde olan ÇEAŞ
ve Kepez’in, bir anlamda hisseleri küme düşmüştü.
Örneğin Kepez Elektrik’de 6.6 trilyon liralık kâr azaltımı görünüyor, ama bunun neden
doğduğu öğrenilemiyordu. Şirketlerin açıkladıklan mali tablolarında, aktif toplamının yüzde
10’u, duran varlıklarının da yüzde 25’i oranında değişiklikler oluyordu. Bu oranlardaki
değişikliklerden SPK’nın haberdar edilmesi gerekiyordu, ama Uzanlar’ın çalışma şeklinde bu
kurala yer yoktu.
Daha önce ÇEAŞ’taki payı yüzde 10’u bile bulmayan Kemal Uzan, 1998 yılı içinde şirketin
yüzde 37.3’nün sahibi görünüyordu. Böylesi önemli bir ayrıntıdan, SPK’nın haberdar
edilmesine gerek duyulmuyordu.
Mengitürk’ün işi daha zordu. Çünkü şirketlerine daha önce de el konulan Uzanlar, resmi
görevlileri şirkete sokmama konusunda oldukça tecrübe sahibi olmuşlardı. Ellerindeki koruma
gücü de buna imkân tanıyordu. Olay, zaman zaman devletin resmi görevlilerinin
tartaklanmasına kadar varıyordu. Yapılan çalışmalar sonucunda 2 Ekim 2000 tarihinde SPK
uzmanlarının hazırladığı raporlar, ÇEAŞ ve Kepez’deki usulsüzlükleri gözler önüne sermeye
yetmişti,
SPK, ÇEAŞ’ın 1998 ve 1999 yıllarına ilişkin kayıtlarım denetlemek istiyordu. Bu amaçla şirket
nezdinde 28 Şubat 2000 ve 20 Mart 2000 tarihlerinde yapılmak istenen denetimler, Uzanlar’ın
adamları tarafından engellenmişti.
İstenilen belge ve bilgiler verilmemişti. Gerekçe ise ilginçti: 18 Aralık 1999 tarihinde
yürürlüğe giren ve Sermaye Piyasası Kanunu’nda değişiklik yapılmasını sağlayan 4487 Sayılı
Kanun gereği, bu tarihten önceki belgelerin denetlenmesinin SPK’nın yetkisinde olmadığı
iddia ediliyordu.
Devlet bir kez daha Uzanlar'ın kanunu kendi lehlerine yorumlaması dunumu ile karşı
karşıyaydı. Aralık 1999 tarihinden önceki kayıtları SPK, denetimine açmak niyetinde
değillerdi. Bunun üzerine SPK şirket ortak ve yöneticileri hakkında suç duyurusunda
bulunurken, ÇEAŞ’a mahkeme karan ile girmeye karar verilmişti.
28 Haziran 2000 tarihinde Adana Nöbetçi 2. Ceza Hâkimliğince verilen arama kararı ile
ÇEAŞ’a girebilen SPK uzmanları aradıkları 1997, 1998 ve 1999 yıllarına ilişkin yasal defter ile
yönetim kurulu karar defterini yerlerinde bulamamışlardı.
Mali Polis eşliğinde yapılan aramada şirketin bazı işlemlerinin muhasebeleştirilmesine yönelik
kayıtları gösteren mahsup fişlerinin (Örneğin Berke Barajı'nı yapan Yapı Ticaret firmasına
yapılan ödemeleri gösteren mahsup fişleri) dosyalarında yer almadığı görülmüştü.
Bunun üzerine ÇEAŞ'a baskın yapan SPK yetkilileri, şirketin bilgisayarlanna da el koymuştu.
SPK mahkeme kararıyla IBM-Türk’den destek istemişti. Çünkü Uzanlar şirketin
bilgisayarlarını şifrelemişlerdi. IBM’den gelen teknik ekip, Uzanlar’ın şifrelerini kırarak
verilere ulaşmıştı. Ancak SPK’yı 1995 yılında olduğu gibi yine bir sürpriz bekliyordu.
Bilgisayarlarda 1991, 1992, 1993, 1998 ile 1999 yılı Aralık ve 2000 yıh ilk altı aylık bilgiler
mevcut iken, asıl incelenmek istenilen, 1994, 1995, 1996, 1997 ve 1999 yılının ilk 11 ayına ait
muhasebe kayıtları yer almıyordu.
1995 yılında el koyduğunda da ÇEAŞ’ın şirket bilgilerinin bulunduğu bilgisayarları silmiş olan
Uzanlar, 2000 yılında da aynı taktiği uygulamışlardı. Bu 2003 yılında ortaya çıkartılan 8.5
katrilyon liralık İmar Bankası yolsuzluğunda da karşımıza çıkacaktı.
Bilindiği gibi ÇEAŞ’ın elektrik dışında herhangi bir alanda iştirekte bulunması yasak ve bu
durum sözleşmelerin de fesihi için geçerli nedenlerden birisini oluşturuyor. Yalnızca eski SPK
Başkanı Ali İnsan Karacan dışında, devletin en üst yöneticileri bu duruma seyirci kalarak bu
tutumları ile Uzanlar’ı teşvik etmişlerdi.
Tespitlere göre, Uzanlar yönetimindeki ÇEAŞ, 1994 yılı ile Haziran 1995 tarihinde kadar geçen
dönem içinde, yine Uzan Grubu şirketleri olan Ladik, Şanlıurfa, Trabzon, Gaziantep, Bartın
Çimento şirketlerinin yüzde 30-45 arasında değişen oranlardaki hisse senetlerini almış, bunun
için toplam 132 milyon dolar ödeme yapmıştı.
ÇEAŞ bu hisseleri 1997, 1998 ve 1999 yıllan arasında toplam 66 milyon dolara yine Uzan
Grubu'na ait başka şirketlere satmıştı. Böylece ÇEAŞ bu alış ve satışlardan 66 milyon dolar
zarara uğratılmıştı.
Ladik Çimento ve Şanlıurfa Çimento’nun 16 Aralık 1998 tarihli Genel Kurulu’nda sermaye
artırım kararı alınmıştı. Doğal olarak elinde bu şirketin hisselerini bulunduran ÇEAŞ’ın
sermaye artırımına katılarak, hisse oranını koruması beklenir. Ama hayır, ÇEAŞ’ın yönetimini
elinde tutan Uzanlar, şirketin Ladik ve Şanlıurfa Çimento’nun sermaye artırımına katılmasını
engellemişlerdir.
Uzanlar ÇEAŞ’a kullandırmadıkları rüçhan haklarını yine kendilerine ait Rumeli Çimento’ya
altın tepsi içinde sunarlarken, Rumeli Çimento’ya 28.7 milyon dolar kâr aktarımı yapmışlardı.
Raporlar, Uzanlar’ın çıkarları uğruna Enerji Bakanlığı sözleşmelerine aykın ne varsa yaptığını
ortaya koyuyordu.
ÇEAŞ’ın parasını çimento şirketlerine iştirakte kullandıkları yetmezmiş gibi, bu kez sahibi
oldukları GSM operatörü Telsim’e de aktarıyorlardı.
Hem de elektrik işi dışında iştirakte bulunamayacaktan daha önce sözleşmeye bağlanmış
olmasına rağmen.
1994 ve 1995 yıllan dömeninde Uzanlar, o tarihte değeri 300 milyon dolar olarak tahmin
edilen Telsim’in yüzde 15.69 hissesini 50 milyon dolar karşılığında ÇEAŞ’a satmışlardı. Ne
sözleşmeyi yaptığı Enerji Bakanlığı'na ne de SPK’ye haber vermeden gerçekleşen bu satış,
aslında imzalanmış sözleşmenin de fesih nedeniydi.
Elbette Uzan yöntemi burada da devreye girdi. 22 Ağustos 1998 tarihinde yapılan Telsim
Genel Kurul Toplantısı’nda sermayenin 2.1 trilyondan 12.9 trilyona çıkartılması kararlaştırıldı.
Uzanlar burada da ÇEAŞ’ın sermaye artırımına katılmasına izin vermediler. ÇEAŞ’ın hisse
oranının koruması için ödemesi gereken tutar 7.4 milyon dolardı.
Onun yerine rüçhan haklarını Uzan Grubu’nun diğer bir şirketi olan Rumeli Telefon A.Ş.’ye
kullandırdılar. ÇEAŞ’ın Telsim’deki hisse oranı da yüzde 15.62’den yüzde 2.62’ye düştü.
SPK, kullandırılmayan rüçhan haklarından dolayı, 317 milyon dolar toplam değeri olan şirketin
42 milyon dolar kaybı olduğunu belirlemişti. Bu ÇEAŞ’ın kaybıydı ama aslında Uzanlar’ın
kazancıydı. Rapor tarihi itibariyle 3 milyar dolara yakın bir değeri olan Telsim’de ÇEAŞ’ın
hisse oranı korunabilmiş olsaydı, yüzde 15.62 hisse oranıyla 500 milyon dolar değerinde
hissenin sahibi olacaktı.
Uzanlar, ÇEAŞ için kendi bankaları olan İmar Bankası ile KKTC’de kurulu olan İmar Bank off-
shore’dan 1998 ve 1999 yıllan arasında kredi kullanmışlardı.
SPK’nın üzerinde durduğu konu ise Uzanlar’ın ÇEAŞ’a açtıkları kredilere çok yüksek faiz
uygulayıp uygulamadığıydı.
SPK, 1998 yılında ÇEAŞ’tan yüksek faiz uygulaması yoluyla kaynak aktarımı olmadığını
belirlemişti.
Ancak 1999 yılı hesapları o kadar iç açıcı değildi. Uzanlar 1999 yılında kendi bankalarından
açtıkları krediler nedeniyle ÇEAŞ’tan yüksek faiz yoluyla 6.3 trilyon, yaklaşık 11.8 milyon
dolar kaynak aktarmışlardı.
Uzanlar bir yandan ÇEAŞ’a kredi açıyor, şirketin parasını da yine kendi bankalarında
değerlendiriyorlardı. Buradaki soru ise: Acaba ÇEAŞ’ın paralarına düşük faiz mi
uygulanıyordu? Yanıt, ‘evet’ti; 1997 yılında Alman markı hesaplarına uygulanan düşük faiz
nedeniyle 382 bin dolar, 17 Temmuz 1998 tarihinden sonra açılan vadeli dolar hesabında da
aynı yöntemle 637 milyar lira, yani 2 milyon dolar, 1999 yılında açılan vadeli hesaplara
uygulanan düşük faiz nedeniyle de 2.8 milyon dolar, gelir kaybı olduğu ifade ediliyordu.
SPK’nın tespitlerine göre, ÇEAŞ, Uzanlar’a ait İmar Bank off-shore’den 1998’de 116.5 milyon
dolar, 1999’da 265.6 milyon dolar ve 2000 yılının ilk altı ayında 175.8 milyon dolar kredi
kullanmıştı.
Bu krediler ile ilgili olarak ÇEAŞ’tan bankaya, 1998 yılı için 15 trilyon, 1999 yılı için 55 trilyon
ve 2000 yılı içinde 36 trilyon lira olmak üzere, toplam 106 triyon lira faiz ödenmişti.
İncelemede İmar off-shore’dan kullanılan kredilerin ÇEAŞ’ın TEAŞ’a yaptığı enerji bedeli
ödemelerinde kullanıldığı saptanmıştı.
Oysa ÇEAŞ, TEAŞ’a yapacağı ödemelerin bedellerini abonelerden 15 gün önceden tahsil
ediyordu.
Peki ÇEAŞ’ın tahsil ettiği enerji bedelleri nerede kullanıyordu? Yanıt: Berke Barajı’ydı.
Dolayısıyla ÇEAŞ’ın abonelerinden tahsil ettiği ve aldığı elektrik karşılığında TEAŞ’a ödemesi
gereken parayı Berke Barajı yapımında kullanan Uzanlar, ÇEAŞ’a kendi bankalarından
açtıkları kredilerle de TEAŞ’a yapması gereken enerji bedeli ödemelerini yapıyorlardı. Böylece
faiz yükü ÇEAŞ’ın sırtına biniyordu.
SPK’yı şaşırtan konulardan birisi de daha önce ÇEAŞ’ta yüzde 10 bile hissesi olmayan Kemal
Uzan’ın 4 Mart 1999 tarihinde yapılan genel kurul toplantısında yüzde 37.41 oranındaki
hisseyi temsil etmesiydi. Hisselerin yüzde 11.37’si de Uzanlar’ın Rumeli Elektrik adlı şirketinin
elinde bulunuyordu.
1998 yılı başında Uzan Grabu’na ait şirketler ÇEAŞ hisselerinin doğrudan yüzde 47.35’ine
hâkim iken 1999 yılında sermayenin yüzde 76.51’ni temsil ediyorlardı. Bütün bu gelişmelerden
SPK haberdar edilmemişti.
Berke Barajı
Uzan Ailesi’nin çok övündüğü 510 MW (Megavat) kurulu güçteki Berke Barajı’nın temeli 12
Ekim 1992’de atılmıştı.
Dünya Bankası’nın 270 milyon dolar kredi vereceği ve 486.8 milyon dolara mal olacağı
açıklanan projenin 1996’da bitirilmesi planlanmıştı.
Baraj 16 Mart 2002’de bir Uzan kuruluşu olan Yapı Ticaret tarafından tamamlanabildi.
Santralın yıllık üretimi 1,7 milyar KWh (Kilovatsaat) olarak şirket yetkililerince açıklandı.
Tesisin yaklaşık beş yıl geciktiği göz önüne alınırsa, üretilmeyen enerji: 8.5 milyar KWh’tır.
Ayrıca dünyada hidroelektrik santral maliyetleri; KW maliyeti anahtar teslim 750-1000 dolar
mertebesinde iken, Berke yaklaşık 1.800 dolara mal olmuştu.
Berke Barajı ile ilgili önemli bir sorun da, inşaatçı firmanın Uzan Grubu’nun iştiraklerinden
Yapı Ticaret A.Ş. olmasıydı. SPK, yaptığı baskında ele geçirdiği belgeler üzerinden, hangi iş
için ne kadar para ödendiğini, yani Berke Barajı’nın mali yapısını görmesi mümkün değildi.
Berke Barajı’mn giderleri ÇEAŞ’ın kasasından yapılıyor, ama ÇEAŞ’ın devlete yapacağı
ödemeler Uzan bankalarından finanse ediliyordu.
Böylece Berke Barajı aslında bankalardan finanse ediliyor ve ÇEAŞ’ın faaliyet kârını olumsuz
etkileyen faiz giderleri bilançoya yansıtılıyordu.
Mart 1993’te Uzanlar’a satılmadan bir yıl önceki yılı sonu itibariyle 65 milyon dolar kâr
açıklayan ve finansal bir sorunu bulunmayan ÇEAŞ, 2000 yılında bankalara 446.7 milyon dolar
borcu olan ve 61 milyon dolar zarara açıklayan bir şirket haline dönüşmüştü.
Bir dönem hisseleri ile borsanın lokomotifi olan ÇEAŞ 2001 yılı itibariyle Gözaltı Pazarı’na
düşmüştü ve bilançosunda 1.157 katrilyon borç ve 213 trilyon zarar görünüyordu.
Sonunda SPK, Maliye Bakanlığı'ndan ÇEAŞ ile ilgili vergi incelemesi yapmasını istemişti.
SPK’nın talebi üzerine yapılan vergi incelemesinde, gider yazılan bazı kredilerin aslında
yatırım maliyeti olduğu ve kârdan düşülmemesi gerektiği tespit edilmişti.
1998-2001 yıllan arasında aslında yatırım maliyetine katılması gereken harcamalar, işletme
kredisi faiz gideri olarak muhasebeleştirildiği için, şirket üst üste zarar açıklıyordu. ÇEAŞ’ın
abonelerinden elektrik bedellerini tahsil edip, bu paralar, Berke Barajı’nın yapımına
harcarken, ÇEAŞ’ın ödemeleri için Uzan Grubu bankalarından ÇEAŞ’a krediler açılıyordu.
Böylece aslında ÇEAŞ’ın parasıyla finanse edilen Berke Barajı nedeniyle şirket, gereksiz yere
faiz yükü ile karşı karşıya bırakılıyordu.
Toplam 502 trilyon 785 milyar liranın yatırım maliyetine eklenmesine karar verilmişti.
1999 yılındaki 22 trilyon 22 milyar lira, 2000 yılında 35 trilyon 763 milyar lira ve 2001 yılında
209 trilyon 143 milyar lira olmak üzere toplam 266 trilyon 929 milyar lira zarar dikkate
alınmadan, 2002 yılı hesaplan kapatıldı. Vergi inceleme memurlann yaptığı denetimde, 1998-
2001 yıllan arasında 502 trilyon zarar açıklayan ÇEAŞ’ın hesaplarından kredi faizi giderleri
çıkartıldıktan sonra, toplam 224 trilyon 420 milyar lira kâr rakamı elde edildiği sonucu ortaya
çıktı.
İncelemenin sonunda da kârı gizlemek ve vergi kaybına neden olmak suretiyle yüksek bir ceza
ve gecikme faiziyle karşı karşıya kalacak Uzanlar’ın imdadına, AKP Hükümeti’nin çıkardığı ve
27 Şubat 2003 tarihinde yürürülüğe giren Vergi Affı (4811 Sayılı Vergi Banşı Kanunu) yetişti.
Uzanlar da borcunu taksitlere yayarak ödemek için Maliye’ye başvurmak yolunu seçtiler.
18 Kasım 1998 tarihinde Kepez Elektrik’te yapılmak istenen denetim yine Uzanlar’ın taktiği ile
engellenirken, yöneticiler hakkında suç duyurusu ile yetinilmek zorunda kalındı.
Uzanlar, ÇEAŞ’ta olduğu gibi Kepez ile ilgili bilgileri SPK yetkililerine vermekten kaçındılar.
Fotoğraf aynıydı. Belgeler yerinde yoktu ve SPK uzmanlarına verilmiyordu.
Biz de burada SPK’nın, ÇEAŞ ’dan farklı olarak Kepez ile ilgili olarak yaptığı tespitlere
değinelim.
Uzanlar’ın kontrolündeki Kepez Elektrik, yine Uzanlar’a ait İmar off-shore’dan 1999 yılında
129 milyon dolar kredi kullanmıştı.
Kredi faizleri de ABD doları bazında yıllık yüzde 13.55 olarak tespit edilmişti. Sözleşmede
faizin, Türkiye’de en son 3 aylık hazine bonosu ortalama faizine 12 puan ilavesiyle bulunacak
Türk Lirası faiz oranından düşük olamayacağı, böyle bir durumun varlığı halinde ise bankanın
3’er aylık devreler sonunda hesap edilecek döviz faizinin, (en son üç aylık hazine bonosu faizi
+12 puan) tahakkuk ve tahsilini isteyebileceği maddesine de yer verilmişti.
Kullanılan kredilerin ödemeleri 30 Haziran 1999, 30 Eylül 1999 ve 18 Ekim 1999 tarihlerinde
yapıldı. Üç ödeme döneminde hazine bonosu faizi olarak yüzde 108, yüzde 156 ve yine yüzde
156 oranları esas alındı.
Oysa İMKB’de gerçekleşen üç aylık bono ortalama faiz oranlan yüzde 78.49, yüzde 70.46,
yüzde 66.79 olarak gerçekleşmiştir.
O günkü kurlar üzerinden yapılan hesaplamaya göre fazla ödeme tutarı 2 milyon dolara
karşılık geliyordu.
1996-2000 yılları arasında Kepez’in paraları Adabank off -shore ile İmar Bank off-shore’da
tutuldu.
Uzanlar, 1997 yılında İmar Bank off-shore’da bir yıl vadeli açılan Alman markı hesabı için
Kepez'e yüzde 3.5 faiz verirken, aynı tarihte piyasadaki ortalama faiz yüzde 8.1 idi.
Aynı bankada açılan vadeli TL hesabına verilen faiz ise yalnızca yüzde 10 idi. Oysa piyasadaki
vadeli TL hesaplara verilen faiz tam yüzde 92.2 düzeyindeydi.
Kepez’in paralarını kendi bankaların düşük faiz ile yatıran Uzanlar, şirketin 7.7 milyon dolar
tutarında faiz kazancından mahrum kalmasına neden olmuşlardı. Diğer bir deyişle bu
tutardaki kazanç, Kepez’den Uzanlar ’ın şirketlerine aktarılmıştı,
Uzanlar’ın yönetimindeki Kepez Elektrik 1998, 1999 yıllarında ilginç biçimde yine Uzanlar’ın
yönetimindeki ÇEAŞ şirketinin hisselerini alıp satmıştı. Ama nedense Kepez, ÇEAŞ hisselerinin
fiyatları yüksek iken alım yapmış, düşükken de satmıştı.
Bu yolla Kepez’e 1998 yılında 6 trilyon 616 milyar lira, 1999 yılında da 6 trilyon 498 milyar
443 milyon lira olmak üzere toplam 13 trilyon 114 milyar 838 milyon lira, yani o günkü kurla
54.5 milyon dolar zarar ettirmişti.
Kepez, hisse senedi alımlarının büyük bölümünü Merkez Çimento, Teknik Yapı, Güven Nakliyat
gibi şirketlerden borsa dışında yapıyordu. Satışların ise küçük bölümünü borsada, asıl büyük
miktarı ise yine borsa dışında Panel Reklamcılık, DTK Denizcilik, Pak-El Gıda ve Kalite Yapı
gibi şirketlere satıyordu. İncelemeler Kepez’in, hisse senedi alım satımı yaptığı şirketlerin de
yine Uzanlar’ın kontrolünde olduğunu ortaya çıkarmıştı.
Kepez, ÇEAŞ hisselerini Uzanlar’ın şirketlerinden yüksek olduğu dönemlerde satın almış,
fiyatlar düştüğü zaman da yine Uzanlar’a ait başka şirketlere satmıştı.
Bir anlamda emme basma tulumba örneğindeki gibi Kepez’in parası Uzan Grubu şirketlerine
pompalanmıştı.
Kepez’in Uzan şirketlerinden aldığı hisse miktarı ile yine o şirketin sattığı miktarın bile aynı
olması gösteriyordu ki, ortada ne iş ahlakına ne de yasalara uygun bir işlem vardı.
Uzanlar, Kepez’e ÇEAŞ hissesi aldırırken şirketin, kendi off-shore bankalarında bulunan vadeli
hesaplarını bozdurtup ödeyecekleri faizden de kurtulmuş oluyorlardı.
Hisse senedi alımları için şirkete kullandırılan krediler Kepez’i, bir de faiz yükü ile karşı
karşıya bırakmıştı.
Kemal Uzan, Cem Uzan ve Hakan Uzan başta olmak üzere, gerçekte Uzanlar’a ait şirketlerin
yöneticileri hakkında, SPK kanununa muhalefet ile suçlanıyorlardı. Bir diğer suçlama ise Türk
Ceza Kanunu’nun 508’inci maddesinde düzenlenen "emniyeti suistimaldi." TCK’nın 510’uncu
maddesi gereği de suçlanan kişilerin 5 yıla kadar hapis istemiyle yargılanmaları istemişti.
1995’ten bu yana haklarında açılmış tam 58 kamu davası bulunan Uzan Ailesi, bu davaların bir
kısmından "Rahşan Affı" olarak bilinen 4616 Sayılı Erteleme Yasası’na girerek, ertelendi.
Halen, SPK’nın daha önceki yıllarda açılmış 58 davadan 23’ü devam etmektedir.
Sarı, sözlerini Berke Barajı açılışı nedeniyle yaşanan ilginç bir olayla da örneklendiriyor:
"Uzanlar, ÇEAŞ’ta çalıştırdığı elemana 300 milyon lira veriyorsa, kurdukları taşeron şirketler
üzerinden bunu şirkete 3 milyara fatura ediyorlar.
Yani giderlerini şişiriyorlardı. Türkiye’nin büyük holdinglerinde bile var olan taşeronluk
sistemini iki üç basamaklı hale getirmişlerdi. Bunun için de çok değişik şirketler kurmuşlardı.
Böylece hem şirketin giderleri şişirilirken, çalışanların sendikal örgütlenmeleri ve tazminatları
da sınırlanmış oluyordu.
Komik bir olay ama genel müdüre tanınan harcama limiti 50 milyon lira idi. Onun üzerinde bir
harcama yapılacaksa, Kemal Uzan’dan izin alması gerekiyordu.
Bir mühendis arkadaş anlatmıştı: ‘Berke Barajı’nın devreye alınması nedeniyle çalışanlara
baklava dağıtmak istenmişti. Ama baklava satın almaya genel müdürün yetkisi yoktu. Ancak
Kemal Uzan’dan izin alınıp çalışanlara tatlı dağıtıldığını söylemişti. Günlük cirosu 1.5 milyon
dolar olan bir şirkette çalışanların geldiği noktaya bakın. Şirket İstanbul’dan telefon ve faksla
yönetiliyordu.
Eleman politikası da oldukça ilginçti. ÇEAŞ’ta 1992 yılında 1.461 kişi çalışıyordu. 2002’de ise
460 ÇEAŞ personeli, 500 de taşeron personeli vardı.
1992 yılındaki kapasite 4 milyar kilovat saatti, Berke Barajı’nın açılışı ile birlikte kapasite 9
milyar kilowattsaate ulaştı. Personel sayısı ikiye katlanması gerekirken tam tersi oldu."
PTT ile Telekom Finland, Ericsson, Penta, Çukurova Grubu ve Kavala Grubu’nun oluşturduğu
Turkcell konsorsiyumu ile 1 Temmuz 1993 tarihinde, Detecon, AlcatelCell, Siemens, Teletaş ve
Simko'nun oluşturduğu Telsim konsorsiyumu ile 2 Temmuz1993 tarihinde sözleşmeler
imzalanmıştı.
Hükümleri aynı olan sözleşmeler, 2983 Sayılı Kanun ve 233 Sayılı KHK hükümlerinde
tanımlanan "Gelir Paylaşımı" esas alınarak hazırlanmıştı.
1994 yılında önce Turkcell, sonra da Telsim konsorsiyumları Türkiye’de cep telefonu hizmeti
vermeye ve abone kaydetmeye başladılar.
"Yasal düzenlemelerle daha sonra lisansa dönüştürmek üzere" ibaresinin de yer aldığı
sözleşmelere göre tesis ücreti, aylık sabit ücret ve mobil orjinli aramalardaki konuşma
ücretlerinden elde edilecek gelirler paylaşılmış, gelirlerin katma değer vergisi ve haberleşme
vergisi düşüldükten sonra kalan net tutarının yüzde 32.9’u Turkcell’e ve Telsim’e ödenecek,
yüzde 67.1’i de PTT’de kalacaktı.
Gelir Paylaşımı Sözleşmeleri, 27 Mart 1998 tarihinde Lisans Anlaşması’na dönüşürken o sırada
Başbakan olan Mesut Yılmaz ve Bayındırlık Bakanı Necdet Menzir’in kamu hakkını korumadığı
iddia edildi.
Çünkü, Gelir Paylaşımı Sözleşmesi 15 yıllık iken, Lisans Anlaşması’nın süresi 25 yıl olarak
düzenlenmişti. Hem de abone sayısının her yıl katlanarak büyüdüğü bir dönemde.
Abone sayısı 1994 yılında 168 bin iken, 1995 yılında 320 bin, 1996 yılında 700 bin, 1997
yılında 1 milyon 300 bin ve 1998 yılında da 2 milyon 600 bine çıkmıştı.
Lisans anlaşmaları için Telsim ve Turkcell'den talep edilen ücret 500 milyon dolar gibi oldukça
mütevazı bir rakamdı.
Nitekim 2000 yılında abone sayısı 15 milyona çıkmış, Turkcell firmasının değeri için 19 milyar
dolar gibi rakamlar telaffuz edilmeye başlanmıştı.
Lisans anlaşmaları ile 500 milyon dolar karşılığında cep telefonu pazarına, çoğunluğu Uzan
Ailesi’ne ait Telsim ile Çukurova Grubu, Murat Vargı, Ericsson, Kavala Grubu ve Telecom
Finland’ın ortak olduğu Turkcell hâkim olmuştu.
1998’de imzalanan Ara Bağlantı Sözleşmesi’ne göre, cep telefonundan sabit telefon
arandığında GSM firması, gelirin yüzde 92’sini, Türk Telekom yüzde 8’ini; sabit telefondan cep
telefonu arandığında GSM yüzde 83’ünü, Telekom yüzde 17’sini alacaktı.
Bu orantısız dağılım kamu aleyhine bir durum yarattığı için, Elektrik Mühendisleri Odası
(EMO), Ankara 9’uncu İdare Mahkemesi’ne başvurarak bu uygulamanın düzeltilmesini
istemişti. Dava 7 Kasım 2000’de neticelenmiş; mahkeme, EMO’nun talebini haklı bularak
yapılacak görüşmelerdeki ücretlendirmelerde paylaşımın yüzde 50 - 50 oranında olmasına
karar verdi.
Hem Gelir Paylaşımı Sözleşmesi, hem de Lisans Anlaşmasında devletin abone sayısı 400 bine
ulaşana kadar cep telefonu lisansı ihalesine çıkmayacağı hükme bağlanmıştı.
Buna göre abone sayısı 400 bini aştıktan sonra yeni bir ihale gündeme gelebilirdi.
Ama nedense abone sayısı 2000 yılında 14 milyon 970’e ulaşana kadar yeni ihaleye çıkılmadı.
Bu uygulama için teknik gerekçeler bulunmuştu, ama sebep ne olursa olsun, hızla büyüyen
pazarda ilk işletme hakkını elde etmiş olan iki firmanın korunduğu gerçeğini ortadan
kaldırmıyordu.
Nitekim 2000 yılında yapılan GSM ihalesinde İş Bankası ve Telecom Italia’nın verdiği 2 milyar
595 milyon dolarlık fiyat, devletin nasıl bir kazançtan mahrum kaldığını da gösteriyordu.
Hükümet üyelerinin ihmalleri yalnız bununla da kalmıyordu; hiçbir gerekçe gösterilmeden, iki
şirketten 150 milyon dolar tutarındaki KDV’nin tahsil edilmemiş olması da önemli bir kusurdu.
Yukanda saydığımız tüm iddialar nedeniyle eski Başbakan Mesut Yılmaz ve Ulaştırma Bakanı
Necdet Menzir hakkında Meclis Soruşturması açılması istendi.
Türkiye’de sahip olunan nüfus ve güç, birçok olayın üzerinin örtülmesini sağladığı
bilinmektedir.
Nitekim önceki bölümde anlattıklarımız da tozlu raflardaki yerini aldı. Uzanlar, hukukun
kendilerine verdiği her imkândan fazlasıyla yararlanarak, bir anlamda "işlerini sorunsuz"
yürütebildiler.
Fakat, usulsüzlük dünyanın en büyük şirketlerinden Motorola ve Nokia’ya yönelik olunca işin
rengi değişti.
Ne de olsa bu kez karşılarında Türkiye Cumhuriyeti değil Motorola ve Nokia gibi dünya devi
vardı.
Telsim ile Motorola'nın ticari ilişkileri resmiyette 24 Nisan 1998 tarihinde başlamıştır.
1998 yılında Telsim ile Motorola arasında Türkiye’deki cep telefonu sistemini kurmak ve
malzeme için 560 milyon dolarlık malzeme için "satıcı kredisi" anlaşması yapılmıştı.
Ardından Motorola, 19 Ağustos 1999 tarihinde 123 milyon dolar, 20 Eylül 1999 tarihinde 380
milyon dolar, 1 Şubat 2000 tarihinde 270 milyon dolar ve 29 Eylül 2000 tarihinde de 700
milyon dolarlık "satıcı kredisi" verilmişti.
Bu içinde makine ve teçhizat alımını da kapsayan ve toplam 2 milyar 33 milyon dolarlık bir
yatırım demekti.
Türkiye’deki iki cep telefonu lisansından birisinin sahibi olan Uzan Grubu’nun hem ülke içinde
hem de Türki Cumhuriyetler ve Ortadoğu ülkelerine yönelik planları, Motorola ve Nokia’nin
gözünü karartmıştı. Kredi aşamasında Kazakistan'da cep telefonu lisansı alan ve krala
yakınlığı nedeniyle Ürdün’de telekomünikasyon şirketi kurmaları, iki dünya devi şirketinin
iştahını kabartmıştı. O nedenle Uzanlar ne kadar kredi isterse, hemen karşılıyorlardı.
Ancak 2001 yılının Nisan ayında borcun 728 milyon dolarlık bölümünün geri ödenmesine sıra
gelince her şey ortaya çıkmıştı
Motorola, Telsim yanında dünyanın başka ülkelerindeki GSM operatörlerine satıcı kredisi
vermiş, bunun bilançodaki tutannı ise 2.7 milyar dolar olarak açıklamıştı.
Genel Kurul’da üç katına artırılan sermaye ile Motorola’nın elindeki yüzde 66 olan hisse oranı
yüzde 22’ye, Nokia’nın elindeki yüzde 7.5 oranındaki hisse oranı da yüzde 2.5’e inmişti.
Toplam alacakları 2.7 milyar dolara çıkan Motorola ve Finlandiyalı Nokia firması, aradan
geçen süre içinde paraların ıanlaşma yoluyla alamayacaklarım anlayınca, Güney New York
Eyalet Mahkemesi’ne yaptıkları başvuru ile Uzanlar’ın organize suç örgütlerinin de
yargılandığı dolandıncılık, şantaj ve yolsuzluk suçlarını içeren RICO (Dolandırıcılığa ve
Yolsuzluğa Karışmış Şirketlere İlişkin Yasa) ile yargılanmalarım istemişlerdi.
Şirketler, Uzanlar’ın aslında ödeme niyeti olmadığı halde kendilerini kandırarak anlaşma
imzaladıklarını iddia ediyor ve borçlarını ödememek için de tehditte bulunduklarını
belirtiyorlardı.
Motorola ve Nokia dava öncesi ABD’li Kroll adlı dedektiflik şirketiyle anlaşmış ve Uzanlar’ı
Türkiye’de de takibe aldırmıştı.
(Dedektifler Forbes dergisinin dünyanın 500 zengin işadamı listesinde 1.3 milyar dolarlık şahsi
serveti ile 351’inci sırada olan Kemal Uzan ile oğulları Cem ve Hakan’ın peşindeydi.
• Göcek’te ada.
• Dağ evi.
• Kemal Uzan’a ait 100 Birleşmiş Milletler Plaza’da (100UN Plaza) 45A nolu daire.
• Hakan Uzan’a ait 100 Birleşmiş Milletler Plaza'da 40E ve 46PHB nolu daireler.
• Cem Uzan’a ait 100 Birleşmiş Milletler Plaza’daki 29C nolu daire.
• Cem Uzan’a ait 845 Birleşmiş Milletler Plaza’daki 80B nolu daire.
• Melahat Uzan’a ait 100 Birleşmiş Milletler Plaza’da 26A ve 23B nolu daireler.
Davada konu edilen gayri menkullerden birisi de Uzanlar’ın New York’ta ünlü Trump World
Tower’da aldıkları dünyanın en pahalı dairesi idi.
Gökdelenin en pahalı dairesi olan 510 metrekarelik penthouse katını almak istenen zenginler
arasında Bili Gates de bulunuyordu. Daha sonra daireyi 38 milyon dolara satın alan kişinin
Cem Uzan olduğu ortaya çıkacaktı.
Mahkeme Uzanlar'ın, 9 dairesi ile lüks daire için verdikleri kaparo olan 8 milyon dolarlık
maddi varlıklarına ihtiyati tedbir koyma karan almıştı.
Davanın ilerleyen aşamalarında Uzanlar ilgili ilginç bir ayrıntı ortaya çıkacaktı.
23 Ekim 1999 tarih ve 4388 Sayılı Ürdün Resmi Gazetesi’nde yayınlanan vatandaşlık
kararında şöyle deniliyordu:
"Kraliyet kararnamesi ve Ürdün Bakanlar Kurulu’nun 21.9.1999 tarih ve 1850 Sayılı kararına
göre 1954 tarihli 6 no’lu Ürdün Vatandaşlık Kanunu ve tadilatlarının 12,13/2 maddesine
istinaden Türk Uyruklu Cem Cengiz Kemal Uzan’a Ürdün Vatandaşlığı verilmesine muvafakat
edilmiştir."
Mahkemede her iki kardeşin de Ürdün pasaportuna sahip oldukları açıklanmıştı. Motorola ve
Nokia avukatlarının 25 Haziran 2002 tarihli duruşmada mahkeme heyetinde sunduktan
pasaport fotokopileri için Hakan Uzan kendisini "Kral, arkadaşımdır," diyerek savunmuştu.
Bu olay üzerine Türkiye’de hükümet Cem ve Hakan Uzan’ın vatandaşlıktan çıkarılmaları için
19 Temmuz 2002 tarihli ve 1212 Sayılı Karamame’yi hazırlamıştı. Cem Uzan’ın adı
vatandaşlıktan çıkartılacak 29 kişi arasındaydı.
Biraz Pilav Biraz Döner Bol Milliyetçilik
İşte bu dönem Cem Uzan’ın daha sonra Genç Parti adını alacak siyasi hareketinin de miladıydı.
Önce şirketlerinin kuruluşunun 46’ıncı yılı kutlama etkinlikleri adı altında konser ve
arkasından Cem Uzan’ın yaptığı 15 dakikalık konuşmalarla başlayan toplantılar Genç Parti’yi,
3 Kasım 2002 tarihindeki genel seçimlerde 2 milyon 285 bin 598 kişinin oyunu alarak, yüzde
7.2 oranı ile beşinci sıraya oturtacaktı.
Cem Uzan konuşmalarında 2001 yılında yaşanan ekonomik krizden sorumlu tutulan iktidar
yanında muhalefet partilerini de eleştiriyordu.
Ferdi Tayfur, İbrahim Tatlıses, Ebru Gündeş gibi şarkıcıların konseri öncesi verilen pilav ve
döner, stadyumları dolduranların karınlarını tam olarak doyurmuyordu ama aşırı milliyetçi
nutuk, gururlarını okşamaya yetiyordu.
Yaşamının hiçbir anında halka bu kadar yakın olmamış, şirketlerinde çalışanların bile belli bir
mesafeden sonra yaklaşamadığı, çocuklarını vatandaşı oldukları ABD'de okutan, yılın belli bir
bölümünü bu ülkede geçiren Cem Uzan’ın ağzından çıkan milliyetçilik söylemi, dağıtılan on
binlece Türk bayrağı arasında finalde söylenen 10. Yıl Marşı ile hiç mi hiç yadırganmıyordu.
O stadyumlarda binlerce kişiye toplarken Motorola olayı yalnızca New York mahkemelerinde
değil, devlet bakanları düzeyinde de ele alınıyordu.
Üst düzey ABD'li yetkililer, elçilik düzeyinde de konuyu ele alıyorlardı. Hatta Başkan Bush bile
her görüştüğü Türk yetkiliye Motorola konusunun çözülmesi dileklerini iletiyordu. Bu konunun
Türkiye’ye gelebilecek ABD yatırımlarının önünde engel oluşturduğunu belirtiyorlardı.
Motorola, yalnızca New York’taki mahkemeye başvuru ile yetinmemiş Cem Uzan’ın
İngiltere’deki 50 milyon dolar tutarındaki mal varlığına da ihtiyari tedbir kararı alınmasını
sağlamıştı.
Motorola’nın avukatları biraz geç de olsa müvekkillerinin başına gelen olayı Çukurova Elektrik
(ÇEAŞ) ile ilişkilendiriyorlardı.
New York’ta açılan dava dosyasında yer alan bilgilere göre SPK, 1997 ile 1999 yıllan arasında,
Uzanlar'ın, Çukurova’da şu usulsüzlüklerini belirlemişti:
Çukurova, 4.7 milyon dolan Ladik Çimento Sanayi’ne, 24 milyon dolan Şanlıurfa Çimento
Sanayi’ne, Telsim hisselerini de Rumeli Telefon Sistemleri’ne aktarmıştı. Çukurova, imar
Bankası ve İmar off-shore’a yüksek faiz ödemişti. Mevduatlarına da çok düşük faiz almıştı.
SPK’nın bulguları, Çukurova içinde yapılan operasyonun, Motorola ve Nokia’nın Telsim’deki
hisselerinin düşürülmesine çarpıcı bir biçimde benzediğini ortaya koyuyordu.
Dünya Bankası, Berke Barajı için Çukurova’ya verilen 270 milyon dolarlık kredinin, başka bir
amaç için kullanıldığını SPK’ya ihbar etmiş, verilen borcun geri ödenmediğini bildirerek
yardım istemişti.
Bütün bu gelişmeler bir tek eski SPK Başkanı Ali İhsan Karacan’ı şaşırtmıyordu. Çünkü
gelinen nokta itabiriyle gelişmeler, Karacan’ın bulgularını teyit etmekten öteye gitmiyordu.
Samuel’in Raporu
Motorola Davası’nın kritik aşaması, mahkemeye sunulan bilirkişi raporuydu. Ünlü dedektiflik
şirketi Kroll elemanlarının topladığı bilgilerle, eldeki belgeler üzerinden değerlendirme
yapması istenilen kişi Londra’daki Pricewaterhouse-Coopers’ın Adli Hizmetler İşletmesi’nin
ortaklarından Antony Samuel’di.
Raporda verilen detaylara göre, Telsim ile Motorola ilişkisi uzun görüşmeler sonrasında 24
Nisan 1998’de imzalanan bir anlaşmayla başlamıştı.
Bu anlaşmaların içinde, Telsim'in lisans bedeli olan 500 milyon doların 200 milyon dolarlık
kısmı da bulunuyordu. Uzanlar Tesim’in lisansını Türk hükümetinden 500 milyon dolara
alırken, 200 milyon dolarını Motorola'dan, 300 milyon dolarını da UBS’ten, şirketleri adına
açılmış olan hesaplardaki mevduatı teminat göstererek, kredi olarak almışlardı.
Uzanlar, Nokia ile de 800 milyon dolarlık anlaşma imzalamıştı. Ancak kredi geri ödeme dönemi
geldiğinde büyük gürültü kopmuştu. Daha önce de belirttiğimiz gibi iddia şuydu: Uzanlar,
1998-2001 yılları arasında hile ile kandırdıkları Motorola ve Nokia’dan aldıkları fonları diğer
şirketlerine aktarmış ve kişisel harcamaları için kullanmıştı.
Raporda, toplam 2.6 milyar dolar, para, mal ve hizmet verilen Uzanlar’ın, bu paranın 583
milyon dolarını Uzan Grubu'nun diğer şirketlerine aktanldığı tespiti yapılmıştı.
Telsim tarafından "giderler" kalemi 202 milyon dolar "satış giderleri" kalemi de 300-350
milyon dolar olarak gösterilmişti. Samuel raporunda, yeterince kanıtlanmamış olmasına
rağmen toplam 552 milyon dolar paranın şüpheli işlemler adı altında Uzanlar’a aktarıldığını
vurguluyordu.
Uzanlar’ın doğrudan şirketlerine aktardığı belirlenen 583 milyon doların 87.5 milyon doları
Hollanda Antilleri’ndeki Curaccao’da kurulu üç şirkete; Brampton N.V, Novabrands ile
Kingsbury ve bunların yanı sıra Hollanda’da kurulmuş olan Klamava B.V’ye aktarılmıştı.
Bu para daha sonra Uzanlar’ın başka şirketlerine oradan da doğrudan şahsi hesaplarına
geçmişti.
Paranın 2.8 milyon dolarlık bölümünün de Motorola Davası sanıklarından olan ve Hakan
Uzan’ın arkadaşı Antonio Luna Betancourt’a aktarıldığı belirlenmişti.
Off-shore şirketlerden Uzan şirketlerine ve bağlı kişiler adına aktarılan para miktarı ise 24.3
milyon dolar olarak belirlenmişti.
Rapora göre, Telsim’den aktarılan para doğrudan Uzanlar’a transfer edilirken, kişisel
varlıkların satın alınması veya bakımı için, yine off shore şirketleri kullanılarak harcanmıştı.
Bunun yanında Uzanlar ve Antonio Luna Betancourt, Nisan 1998 ile 2001 yılı arasında Uzan
Grubu tarafından kontrol edilen diğer şirketlerden 107.1 milyon dolar daha almışlardı.
"Belli ki Brampton N.V ve daha düşük düzeyde Novabrands ve Kingsbury, Uzan kontrolündeki
fonların Uzan Şirket İmparatorluğu’nun her yanında Uzanlar’in kişisel yararına dolaştırılması
için araç olarak kullanılmıştır.
Sadece 2000 yılı zarfında Brampton N.V Uzanlar’dan Uzan kontrolündeki şirketlerden 200
milyon dolardan fazla para almış ve Uzanlar’a, Uzanlar’ın yararına veya Uzanlar’a bağlantılı
bireylere, 215 milyon dolar ödeme yapmıştır.
Telsim’den ve Uzan kontrolündeki diğer şirketlerden aktarılan fonların Uzan kontrolündeki
kuruluşların yararına bazen birden fazla olan para transferleri, genelde kara para aklama
faaliyetleri arasında yer alan katmanlama ve birleştirme yöntemlerine uygundur."
Samuel’in hazırladığı raporda, Uzanlar’ın New York’ta satın aldığı gayri menkullerin
bedellerinin bir kısmının Motorola ve Nokia’dan aktarılan paralarla karşılandığı belirtilmişti.
Toplam dokuz gayrimenkul için 44 milyon 257 bin dolar ödendiği anlatılan raporda,
belgeleriyle para trafiğine yer verilmişti.
1999 yılında denize indirildiğinde, 1930’lardan beri ABD’de inşa edilen en büyük özel yat olan
M.V. Frequency, 23 Ekim 2000 tarihinde Uzanlar’ın Hollanda Antileri'ndekurdukları off-shore
şirketlerinden Wisteria Ltd. tarafından satın alınmıştı.
Bedelinin 14 milyon 999 bin 950 dolarlık kısmı önce Güray Elektronik'ten Uzanlar’ın diğer bir
off-shore şirketi Kingsbury’e, bir gün sonrada diğer bir off-shore şirketi Brampton N.V’ye
transfer edilmişti. Ayrıca 9.5 milyon dolar da yine off-shore şirketlere gönderilmişti. Son olarak
15 milyon dolarlık bölüm de 20 Ekim günü Güray Elektronik'ten off-shore şirketin aktarıldı.
Tüm paralar Visteria Bay Ltd. şirketine aktarılmıştı. Frequency adlı yat için toplam 35 milyon
dolar buradan ödenmişti.
Raporda, Uzanlar’ın sahip olduğu Be Mine adlı yatın bakımı için 200 bin dolarlık ödemenin de
off-shore şirketler üzerinden aktarılan paralarla gerçekleştirildiği belirtilmişti.
Uzanlar’ın Airwaves adlı yatı 1999 yılında Alman tersanesi Abeking und Rasmussen tarafından
inşa edilmişti. The Economist dergisinin 18 Ağustos 2001 tarihli sayısında değeri 35 milyon
dolar olarak belirtilen yatın sahibi ise Utterton Ltd. şirketi olarak görünüyordu. Utterton, 1999
yılında Virgin Adaları’nda Uzanlar tarafından kurulmuş bir başka off-shore şirketiydi. Airvaves
B ise off-shore şirketlerden aktarılan paralarla bakımı ve sigortası yapılan yatlardan bir
tanesiydi.
Uçaklar ve Helikopter
Uzanlar off-shore şirketlerinin kaynaklarını, kişisel kullanımlarına yönelik olarak Bombardier
Aerospace Corporation tarafından imal edilmiş iki özel jet uçağı dahil olmak üzere, uçak satın
alınması amacıyla da kullanmışlardı.
Bombardier Challenger 604 uçağı 4 Ekim 1999 tarihinde Uzanlar’ın kontrolü altındaki AUoy
Aircraft üzerine alınmıştı. Yeni uçak, Uzanlar’ın Bombardier 601 uçağının takası ile alınmıştı.
Eski uçakları 13 milyon 400 bin dolara sayılan Uzanlar yeni uçağı, 16 milyon 49 bin doların
farkı olan2 milyon 649 bin doları ödeyerek Challenger 604’ün sahibi olmuşlardı.
Burada para, off-shore şirketlerden Uzanlar’ın adamı Luna’nın hesabına geçilmiş, o da şirkete
ödemeyi yapmıştı. Luna’nın hesabına aktarılan paralardan anlışıldığı kadarıyla Bombardier
604 için yapılan toplam ödeme 21.4 milyon dolardı.
Uzanlar’a ait ikinci Bombardier uçağı, bir Global Express. BD-700, Challenger 604 gibi 4 Ekim
1999 tarihinde sözleşmeye bağlanmıştı. 41 milyon dolar değerinde olan Global Ekspres için
yapılan ödemelerin 6.6 milyon doları da yine bir off-shore şirketi olan Brampton N.V adlı
şirketten yapılmıştı. Aynca 10.3 milyar dolarlık bir meblağ da yine aynı şirket üzerinden satıcı
firmaya ödenmişti.
Hakan Uzan’ın özel ulaşımı için Sikorsky helikopter alımı için Kingsbury şirketinden 9 Kasım
2000 tarihinde 1.4 milyon dolar peşinat aktarılmıştı. 26 Ocak 2001 tarihinde de Brampton
şirketinden 2.2 milyon dolar gönderilmişti.
Off-shore şirketlerden kredi kartı ödemeleri de gerçekleştirilmişti. Hakan Uzan’ın kredi kartı
ödemeleri için 3.5 milyon dolar, kimliği bilinmeyen bir kişi adına düzenlenmiş bir kredi kartı
için de 1.3 milyon dolar olmak üzere toplam 4.8 milyon dolarlık ödeme gerçekleştirilmişti.
Samuel’in 13 Ocak 2002 tarihli raporunun ardından hazırladığı 30 Ocak 2001 tarihli ek
raporda ise, Uzanlar’la ilişkisi olan kişi ve kuruluşlarla ilgili tanıtım bilgilerine yer verilmişti:
Brampton Holding and Investment N.V: 11 Şubat 1999 tarihinde Hollanda Antilleri’nde
kurulan Brampton N.V’nin murahhas azalarından birisi Intertrust N.V şirketiyle Antonio Luna
Betancourt olarak görünüyordu. 1999-2002 yıllarına ilişkin kayıtlar bu şirketin, Uzanlar’a ve
Uzanlar’ın kontrolündeki diğer şirkete fon aktarmada kullanıldığını gösteriyordu. Cem Uzan’a
2000 yılında ödenen 20 milyon dolar ile Hakan Uzan'a ödenen 41.2 milyon dolar, mücevher
şirketi Cartier’e ödenen 6 milyon dolar ile Christie adlı müzayede kuruluşuna ödenen 1.7
milyon dolar ile Uzanlar’a ait yatların bakımım için yapılan ödemeler de bunların arasında
bulunuyordu.
Novabrands: 14 Nisan 1997 tarihinde Hollanda Antilleri’nde kurulan Novabrands adlı şirkette,
yine Uzanlar adına fon akışı sağlayan off-shore şirketlerinden birisiydi. Uzanlar’ın Motorola
için hazırladıktan 2000 yılı mali raporunda varlığını açıkladıkları şirketten lüks mal ve hizmet
alımları için ödemeler yapıldığı belgelenmişti. Örneğin, Hakan Uzan’ın Novabrands’a uçak
alımı için ödettiği ve Luna Betancourt’a gönderdiği 1.3 milyon dolar, kredi kartı ödemeleri için
576 bin dolar ve 5 Eylül 2001 tarihinde Cem ve Hakan Uzan hesaplarına gönderilen 1'er
milyon dolar bunlardan bazıları olarak gösterilmişti,
Brampton B.V: Hollanda’da tescil edilmiş olan Brampton B.V yönetim kurulu üyeleri arasında
bir Telsim personeli olan Maher Shamieh de bulunmaktadır.
Alpha International Co. Limited: Alpha International Co. Limited, Uzanlar’ın inşaat şirketi
Yapı’dan 1997 yılında "Ürdün, Amman’da 2 umumi ankesörlü telefon lisansı satın almak için"
kredi alan bir şirket olarak görünüyordu. Raporda yer verilen bilgilere göre, 14 Nisan 2000
tarihinde Rumeli Telekom’dan Aslı Atalay tarafından gönderilen bir e-mail’e göre şirketin
sermaye yapısı şöyle belirtilmektedir:
Raad Al Rifai Telsim ya da Rumeli personeli olarak görünüyordu. Alpha, Aqaba Hotel Coral
Beach şirketini ve Asria Diary şirketini kontrol ediyordu. Hakan Uzan ve Raad Al Rifai, Şubat
2000’den beri Aqaba Hotels Coral Beach şirketinin başkanlığı ve başkan yardımcılığı
görevlerinde bulunmuşlardı.
Uzanlar, Telsim’den aktardıkları paralarla Alpha Int Ltd. aracılığıyla büyük yatırımlar
yapmışlardı. Örneğin 2000 yılının Haziran ve Ekim aylarında Hakan Uzan, Alpha şirketine 18,8
milyon dolar aktarırken, Ekim 2000’de Alpha Coral Beach Hotel’e 22 milyon doların üzerinde
para ödemişti.
Jordan Public Pay Phone Services: 1997 yılında Ürdün’de kurulan şirketin yönetiminde
Uzanlar’ın kontrolündeki Alpha ve Yapı şirketi ile Raad Al Rifai’nin adı görünüyordu.
Utterton Ltd.: 1999 yılının Ocak ayında British Virgin Islands’da kurulan Utterton Ltd.
Uzanlar’ın Airwaves adlı lüks yatının üzerine kayıtlı olduğu şirketin adıydı.
Yatın alınması için Hakan Uzan’a UBS bankasından açılan kredinin aktarıldığı Utterton Ltd.
Şirketi’ne, Brampton ve Novabrands’dan birçok kez ödeme yapılmıştı.
Wisteria Bay Ltd.: British Virgin İsland’da kurulmuş olan şirket, Uzanlar’ın Frequency adlı
yatının sahibi görünüyor.
23 Ekim 2000 tarihinde Telsim, Rumeli Telekom, Rumeli Hava Taşımacılık ve Güray
Elektronik’ten Brampton adh şirkete, oradan da Wisteria adlı şirkete aktarılan 32.5 milyon
dolar ile Frequency adlı lüks yatın bedeli ödenmişti.
IsaacLimited: Uzanlar’ın uçaklarının kayıtlı olduğu Alloy Aircraft ile aynı adreste bulunan
Isaac Limited, ailenin Londra’daki gayrimenkullerinin üzerine kayıtlı olduğu bir şirketti. Şubat
2000’den itibaren Uzanlar’ın kontrolündeki Brampton ve Novabrands adlı şirketlerden Isaac
adlı şirkete 40 milyon dolar ödeme yapılmıştı. Ayrıca şirket 22 Ocak2002 tarihinde Cem
Uzan’a da 2.3 milyon dolar ödemede bulunmuştu.
Incidentally Limited: 31 Aralık 1991 tarihinde Guernsey’de kurulan şirketin 1 Ocak 2001
tarihindeki hisselerinin tamamına yakını Cem Uzan’a ait görünüyordu. 1 Ocak 2002 tarihinde
ise Cem Uzan hisselerini eşi Alara Koçibey’e devretmişti. Şirket Cem Uzan’ın Be Mine adlı
yatının sahibi olarak görünüyordu.
Clear Cut Limited: Merkezi British Virgin İsland olarak görünen şirket, Airwawes B adlı yatın
sahibi olarak görünüyordu. Şirketin Uzanlar’a ait olduğunu gösteren kanıt ise yat için yapılan
harcamaların Uzan Grubu şirketlerine fatura edilmesiydi.
Raporda ayrıca Klavama B.V, ERI (UK) Limited ve Hürriyet International’ın Uzanlar’a da ait
olduğu anlatılıyordu.
Raporda Uzanlar’la ilişkisi olan kişilere de yer verilmişti. Özellikle para transferlerinde adları
geçen Antonio Luna Betancourt, Maher Shamieh ve Raad Al Rifai’nın üzerinde duruluyordu.
Antonio Luna Betancourt: Brampton N.V. ve Novabrands’ın Yönetim Kurulu Üyesi olan
Betancourt’un kartvizitinde de adres olarak Rumeli Uluslararası Yönetim Kurulu Üyesi diye
yazıyordu. E-posta adresi olarak da "antonio.luna@telsim.com.tr" görünüyordu. Alloy
Aircraft’ın Genel Müdürü olarak görünen Luna, uçak alımlan için hesabına para aktarılan bir
kişi olarak tanımlanıyordu. Yat alımlarında ve New York’taki dairelerin alımlarında da devreye
giren isim yine Luna, olarak karşımıza çıkıyordu.
Uzanlar için güvenilir bir dost olarak ifade edilen Luna, yine Uzanlar’ın kontrol ettiği
Brampton adlı şirketten de para almış bir kişiydi.
Maher Shamieh: Brampton adına hareket eden ve Telsim’de adresi bulunan Maher Shamieh,
Uzanlar’ın Ürdün de kurduğu şirket ile bağlantılı isimlerden birisiydi.
Raad Al Rifai: Raad Al Rifai, Alpha International Co.Ltd adlı şirketin yüzde 10 hissedarı olarak
görünüyordu. Uzanlar’ın Ürdün’deki otelleri Aqaba Hotels Coral Beach Company aldı şirketi
ve JPPS adlı şirketleriyle ilgileniyordu. E-posta adresi olarak Telsim görünen Rifai, Mart
2000’den bu yana Uzanlar’ın kontrolündeki Brampton N.V'dan nedeni açıkça belli olmayan bir
şekilde, 6 milyon 870 bin doların üzerinde nakit para almış görünüyordu.
Mahkeme 2.7 milyar dolar alacağı bulunan Motorola ve Nokia’nın şikâyeti üzerine Uzanlar’ı
4.2 milyar dolar para cezasına çarptırmıştı.
Ayrıca, aileden Kemal Uzan, Cem Uzan, Hakan Uzan, Melahat Uzan (Kemal Uzan’m eşi) ve
Ayşegül Akay (Kemal Uzan’ın kızı) hakkında, Bölge Mahkemesi’nin yetki alanı içinde geçerli
olmak üzere tutuklama karan verilmişti.
Uzan Ailesi’nin ortağı Antonio Luna Betancourt hakkında da tutuklama karan çıkartılmıştı.
Bölge Mahkemesi’nin yetki alanı, federal düzeyde ABD’yi değil, New York’un Manhattan ve
Bronx bölgeleriyle kentin bazı banliyölerini kapsıyordu.
Mahkemenin halen geçerli olan kararına göre; adı geçen altı kişi, bu yetki alanına ayak
bastıklan takdirde tutuklanacaklar.
Telsim’in sahibi Uzan Ailesi’ni Motorola ve Nokia’ya karşı işledikleri "büyük sahtekârlıktan"
dolayı 4.26 milyar dolar ödemeye mahkûm eden New York Güney Bölge Mahkemesi hâkimi Jed
S. Rakoff, 173 sayfalık gerekçeli kararında Uzanlar’ın, "para aklamadan, yalan, tehdit ve diğer
sahtekârlık" eylemlerine kadar pek çok "entrikalarını" belgelemişti.
Amerika Birleşik Devletleri New York Eyaleti Güney Bölgesi Mahkemesi Bölge Hakimi Jed.
S.Rakoff’un 31 Temmuz 2002 tarihli gerekçeli karan hem davacı (Motorola ve Nokia) hem de
davalılan (Uzan Ailesi) tanımıştır.
Buna göre, Uzanlar’a milyarlarca dolar krediyi açan Motorola Credit Corporation (MCC),
uluslararası bir telekomünikasyon ekipman tedarikçisi olan Motorola Inc’nın sahip olduğu bir
yan kuruluştur.
MCC ve Motorola Inc’nin her ikisinin de merkezleri ABD Illinois’dedir. MCC, Motorola Inc’nin
ve bağlı şirketlerin bazı müşterilerine finansman sağlamaktadır. Motorola Ltd. ise merkezi
İngiltere’de olan ve Uzanlar'ın Telsim şirketinin cep telefonu şebekesinin inşası için satın
alınan cep telefonu alt yapısını imal etmiştir. Nokia ise yine dünyaca ünlü bir
telekomünikasyon şirketi olup, Telsim’e anahtarlama donanımı ve hizmet satmıştır.
Sanıklar Hakan ve Cem Uzan, TC ve Ürdün vatandaşı olup kendilerine bağlı birçok şirketin
sahibi ve yöneticisidir. Uzan şirketlerinin en tepedeki yöneticisi Kemal Uzan’m ABD’de sahip
olduğu gayrimenkuller sıralanırken, bir İsviçre bankası olan UBS’in New York şubesinin
müşterisi olan Kemal Uzan’ın, 22 Mart 1999 tarihi itibariyle 200 milyon dolarlık hesabı
bulunduğu belirtilmiştir.
Kararda, Kemal Uzan’ın Türkiye'de 1998 yılında sahip olduğu cep telefonu lisansı bedeli
olarak ödeyeceği 500 milyon doların 300 milyon dolarlık bölümü için UBS New York ile bir dizi
görüşme yaptığı ifade edilmiştir.
Kemal Uzan’ın 1997 yılından bu yana ABD'ye 20 defa giriş yaptığı bilgisine de yer verilmiştir.
Hakan Uzan’ın birçok gayrimenkul yanında New York sürücü belgesine sahip olduğu
belirtilirken, Nisan 1999’da ağabeyi Cem ile birlikte Trump Tower’de 31 milyon dolara iki
daire satm aldıkları ve 2001 yılına kadar da 3 milyon dolar ödemede bulundukları ifade
edilmiştir.
Cem Uzan’uı aldığı lüks dairenin fiyatı 17 milyon dolar, Hakan Uzan’ın aldığı lüks daire ise 14
milyon dolar değerindeydi. Hakan Uzan da babası gibi 1997 yılından 2001 yılına kadar ABD’ye
yirmi kez giriş yapmıştı. Verilen bilgiye göre Hakan Uzan’ın ağabeyi Cem ile birlikte ortak
banka hesapları bulunmaktadır.
Hem TC, hem de Ürdün vatandaşı olan Cem Uzan’ın eşi ve çocuklarının ABD’de ikamet ettiği,
yine çocuklarının burada okula gittikleri belirtilen karar metninde, Cem Uzan’ın Tnımp
Tower’in en üst katını 17 milyon dolara satın alma girişiminden bahsediliyor. New York’ta
sürücü belgesine sahip olan Cem Uzan’m, 1997-2002 arasında 26 kez ABD’ye giriş yaptığı
ifade edilmektedir.
"Hakan Uzan itiraz duruşmasında, Cem Uzan ve kendisinin New York’ta aldıkları lüks
apartman dairelerine depozito vermek için şirketlerinden 8 milyon dolar aldıklarını ifade
etmiştir. Hakan Uzan, Motorola Inc ve MCC yöneticilerinden Telsim adına 35 milyon dolar
nakit para talep ettiğini, ama aslında bu parayı Uzanlar’ın New York’ta satın aldıkları
apartman dairesinde kullanmak için istediklerini itiraf etmiştir. Edward Hughes (Motorola
yöneticilerinden) şöyle anlatıyor:
‘Hakan Uzan’la İstanbul’da görüştük. Ona geçenlerde bir gazete makalesi, yanılmıyorsam
Washington Post’da yayınlanmış, okuduğumu ve Uzanlar’ın 35 milyon dolarlık apartman
dairesi aldıklarını yazdığını söyledim. Hatta makalenin yanılmıyorsam 38 milyon dolar ve
apartmanın da New York’ta olduğunu yazdığını söyledim. Bunun arzu edilen tutardaki borçla
hemen hemen aynı olmasının büyük bir rastlantı olduğunu vurguladım.’
Hakan, mahçup bir gülümseyişle bana: ‘Bizde sizin bunu keşfedemeyeceğinizi umut
ediyorduk,’ dedi."
Mahkeme, Kemal Uzan’dan 10 bin pound üzerindeki mal varlığının listesini istemişti. Kemal
Uzan ise yargıca oldukça şaşırtıcı şu karşılığı veriyordu:
Ve bu yüzden, bunlardan 10 bin poundun üzerindekileri tek tek doğru olarak listelemem için
benim, 3-4 kişiyi 6-9 ay süre ile sadece bu iş için çalıştırmam gerekir."
Telsim ile Motorola’nın ilişkisi ilk olarak 29 Kasım 1994 tarihli 52.5 milyon dolarlık küçük bir
bayilik anlaşmasıyla başlamıştı. Uzanlar bu borçlarını zamanında öderken Motorola ile
aralarında bir güven ilişkisi de doğmuş oluyordu.
Mahkemenin gerekçesinde, Türkiye’de Turkcell ve Telsim adlı iki şirketin cep telefonu
alanında lisans almış olmasının pazarın büyüyeceğine ilişkin umutları artırdığını, bunun da
şirketlerle Uzanlar’ın ilişkilerinin gelişmesinde etken olduğuna dikkat çekilmişti.
1998 yılında başlayan görüşmeleri yürüten kişi Hakan Uzan olmasına rağmen, telefonla
olumlu görüşü alınan kişi Cem Uzan, nihai olarak, onayı gerekli kişi ise Kemal Uzan’dı.
Nisan 1998’da Hakan Uzan, Antonio Luna Betancourt ve Fatih Azami anlaşma yapmak üzere
Motorola yetkilisi Edward Hughes ve diğer MCC yetkililer ile buluşmuştu.
Bu arada Kemal Uzan, sahibi olduğu Yapı ve Rumeli Çimento Şirketleri’nin vadeli
mevduatlarını teminat olarak kullanarak UBS ile 300 milyon dolarlık bir kredi ilişkisine
girmişti.
Motorola yetkililerinin ise Türkiye’deki iki GSM lisansından birisinin sahibi ve komşu ülkelere
ilişkin hedefleri olan Uzanlar’a karşı yaklaşımı oldukça sıcaktı.
Görüşmeler 24 Nisan 1998 tarihinde Telsim ile MCC arasında Ekipman Finansmanı
Sözleşmesi ve Lisans Finansmanı Sozleşmesi’yle somutlaşmıştı.
Kredi karşılığında Motorola Telsim hisselerinin çoğunluğunu elinde bulunduran yine Uzanlar’a
ait Rumeli Telefon şirketi, Hisse Senedi Rehin Anlaşması ile verdiği krediyi de teminat altına
almıştı.
24 Nisan 1998 tarihli Ekipman Finanslama Anlaşması ile MCC Telsim’e 360 milyon dolar kredi
vermişti.
Lisansın finansmanı ise 19 Ağustos 1998 tarihinde MCC ile yapılan anlaşmayla sağlanmıştı.
Telsim’in garantörlüğünde Uzanlar’ın Kazakistan’da satın aldıkları lisans için 60 milyon dolar
kredi açan MCC, ekipman için de 13.7 milyon dolar verilmişti.
Yani Uzanlar, Kazakistan’da sahip oldukları ve aylık 3-4 milyon dolar ciro yapan şirketin
parasını da yine Motorola’dan almışlardı.
Motorola, 360 milyon dolar ekipman finansmanı sağlarken, Türk devletine ödenecek 500
milyon doların 200 milyon dolarını da Lisans Finansman Sözleşmesi karşılığında Uzanlar’a
aktarmıştı. Ekip Finansmanı ve Lisans Finansmanı karşılığında Telsim’in hisselerini elinde
bulunduran Rumeli Telefon şirketi ile Hisse Senedi Rehin Anlaşması yapılmıştı. Rumeli Telefon
şirketi, verilen krediler karşılığında Telsim hisselerinin yüzde 51’ini iki anlaşmanın teminatı
olarak göstermişti.
19 Ağustos 1999 tarihinde MCC ile Telsim arasında Ekip Finansman Sözleşmesi yenilenerek
kredi 360 milyon dolardan 483 milyon dolara çıkartılmıştı. 20 Eylül 1999 tarihindeki
yenilemeyle de anlaşmanın yeni tutarı 683 milyon dolara yükseltilmişti. 1 Şubat 2000 tarihinde
yapılan bir düzenleme ile 450 milyon dolar artınlan kredi tutan 1 milyar 133 milyon dolara
çıkmıştı. Son olarak 29 Eylül 2000 tarihinde MCC ile Uzanlar arasındaki kredi taahhüdü 700
milyon dolarlık artışla 1 milyar 833 milyon dolara kadar çıkmıştı.
Bunlara karşılık, 1 Şubat 2000 tarihinde yenilenen Hisse Senedi Rehin Anlaşması ile Telsim’in,
Rumeli Telefon aracılığı ile rehin tuttuğu hisse senedi oranı da yüzde 51’den, yüzde 66’ye
kadar yükselmiş oldu.
Motorola şirketi, işlerin büyümesine rağmen açılan kredilerin geri ödenmemesi karşısında
alacaklarını talep etmeye başlamıştı. Mahkeme karanna göre, Uzanlar bu talebe karşılık
Telsim hisselerine birçok uluslararası şirketin talip olduğunu, bunların satılarak, hisselerine
düşen payı ödeyeceğini söylemişlerdi.
Hakan Uzan, Motorola yetkililerine Telsim'i France Telekom’un birkaç milyar dolara satın
almak istediğini bildirmişti. Mahkeme kararında Fransız şirketinin böyle bir teklifinin
bulunmadığı belirtilirken, Hakan Uzan’ın MCC yetkililerine, satış için babası Kemal Uzan’ı da
ikna ettiklerini söylediği ifade edilmişti.
29 Kasım 1999 tarihinde İstanbul’da yapılan bir toplantıda ise Hakan Uzan, Telsim’deki
hisselerinin yüzde 40’ını satacağını, şirketin cazip hale gelmesi için 450 milyon dolar yatırım
yaparak kapsama alanının genişletilmesi gerektiğini bildirmiştir. 1 Şubat 2000 tarihindeki 450
milyon dolarlık MCC kredisini böylelikle sağlayan Hakan Uzan, şirket yetkililerine 9 Mart 2000
tarihinde gönderdiği bir e-mail’de ise, ellerinde biri 12 milyar dolar, diğeri 14 milyar dolar
olmak üzere iki alıcı teklifinin bulunduğunu belirtmiştir.
Telsim’in alıcıları arasında Deutsch Telekom, Telefonica, Mannesmann gibi şirketlerin adı
geçse de, bu tekliflerin gerçek dışı oldukları ya da deneme niyetinden başka bir şey
olmadıkları davanın karar aşamasında ortaya çıkacaktır.
Böylece 28 Eylül 2000 tarihinde son 700 milyon dolarlık kredi dilimini alan Uzanlar, MCC’ye
yapacakları 700 milyon dolarlık geri ödeme için Nisan 2001 tarihini vermişlerdir. 15 Şubat
2001’de Motorola yetkililerine bir e-mail gönderen Hakan Uzan, Telsim ile, Vodaphone
şirketinin ilgilendiğini ve görüşmelerin olumlu geçtiğini bildirmiştir.
Bu arada Motorola, Goldman Sach adlı kuruluşa Telsim’in bağımsız denetimini yaptırmak
istemiş ama girişim Uzanlar tarafından engellenmiştir.
Bu oyalama taktiklerinden sonra Nisan ayına gelindiğinde Uzanlar’ın taahhüt ettiği 700 milyon
dolan ödemeyeceği açıklık kazanmaya başlar. Mayıs ayında Motorola artık dolandırıldığını tam
olarak anlamaya başlamıştır. Mahkeme kararında, Nokia’nın da benzer şekilde dolandırıldığına
hükmetmiştir 1997 yılında küçük bir meblağda başlayan işbirliği, Mayıs 2000’e gelindiğinde
800 milyon dolara çıkmıştır.
1999-2000 yıllara arasında MCC ve Nokia’dan alınan 2.7 milyar doların 1 milyar 135 milyon
dolarının Uzanlar’ın kişisel harcamaları ve diğer şirketlerinin ihtiyaçları için off-shore
şirketleri üzerinden aktarıldığı belirtilmiştir. 133 milyon dolarının off-shore kurum ve kişilere
aktarıldıktan sonra, doğrudan ferdi davalılara nakden 90.1 milyon doların ve ferdi davalıların
şahsi menfaatlerine yönelik, en azından kısmi olarak Telsim’in fonları ile karşılanan en az dört
yat, Trump World Tower’da iki lüks daire, iki adet jet uçağı, bir helikopter, şahsı kredi kartı
hesapları vs. dahil varlıkların ödenmesi ve/veya korunması için 77.9 milyon doların
transferinde kullandığı ifade edilmiştir.
Aynca Uzanlar’ın şirketlerine abartılı ve şüpheli olarak 552 milyon dolar aktarılırken, banka
kayıtlan üzerinden yapılan incelemede sanıkların şahsi hesaplarına 296 milyon dolar para
aktardıkları belirtilmiştir.
Hisse Oyunu
Mahkemenin dolandırıcılık suçunda karara varmasında asıl etken, Uzanlar’ın gizli bir genel
kurul toplantısıyla Telsim’in sermayesini üç kat artırmaları olmuştu. 24 Nisan 2001 tarihinde
Motorola’ya yapılacak 700 milyon dolarlık geri ödemenin öncesinde, MCC ve Nokia
yetkililerine haber verilmeden gerçekleştirilen Telsim hissedarları toplantısında, şirketin
dolaşımdaki hisselerinin üçe katlanarak 12 milyon 924 binden 38 milyon 772'ye çıkartılması
kararlaştırılmıştı.
Rumeli Telefon şirketinin yüzde 96’sı Cem, Hakan ve Kemal Uzan ile Ayşegül Akay’ın
üzerindeydi. Toplantıdan önce Rumeli Holding ve Rumeli Telefon, Telsim hisselerinin yüzde
21.99’una ve yüzde 73.63’üne sahiptir. Rumeli Telefon aldığı krediler karşılığında MCC
hisselerinin yüzde 66’sını rehin olarak vermiştir. ABN-AMRO Bank da Nokia adına Telsim
hisselerinin yüzde 7.5’ini elinde tutmaktadır. Uzanlar düzenledikleri gizli toplantı ile Rumeli
Telefon şirketinin Telsim’in sermaye artırımına katılma hakkından feragat etmişler; böylece
Rumeli Telefon’un Telsim’deki payı yüzde 73.63 iken yüzde 24.54'e gerilemiştir. Bunun
sonucunda Telsim’in dolaşımdaki sermaye hisselerinin yüzde 66’sından oluşan MCC’nin
teminatı, yüzde 22’ye geriletilmiştir. Aynı şekilde Nokia’nın da payı yüzde 7.5’den yüzde 2.5’e
geriletildi.
Peki artırılan sermayeye kim katılmıştır? Şirketin hisselerinin çoğunluğu kimin eline
geçmiştir? Elbette Uzanlar’ın yönetimindeki bir başka şirket olan Standart Telekom’a. Cem ve
Hakan Uzan ile Ayşegül Akay’ın bu şirketteki paylarının toplamı yüzde 98.8’e karşılık
gelmektedir.
Bu operasyon sonucunda Standart Telekom’un Telsim’de yüzde 0.32 olan payı yüzde 66.48 ’e
yükselirken, bunun yüzde 49’u Rumeli Telefon şirketinin sermaye artırımına katılım hakkından
feragat etmesinden kaynaklanmıştır.
Uzanlar’ın toplantı kararlarının 5 Nisan 2001 tarihinde Ticaret Sicil Gazetesi’nde yayınlanarak
duyurulduğu yönündeki savunmaları ise, mahkeme tarafından samimi bulunmamıştır.
Mahkeme bunu davalıların dolandırıcılık niyetinin bir başka kanıtı olarak değerlendirmiştir.
Artık çaresiz kalan Motorola ve Nokia, dünyaca ünlü Kroll Associates adlı dedektiflik kuruluşu
ile anlaşarak Uzanlar’ın Türkiye’deki faaliyetleri ile ilgili bilgi toplamaya başlamıştır. Hakan
Uzan ve Cem Uzan’ın buna karşılığı Motorola ve Nokia yetkilileri aleyhine "açıkça ve silah
kullanarak öldürülmekle tehdit edildiklerine" dair dava açmak olmuştur.
Kaçırılan kurbanları kurtarma, çalınan varlıkların izini sürme ve suçlulan açığa çıkarma
konusunda dünyaca üne sahip dedektiflik şirketi görevlilerini, adam kaçırma uzmanları olarak
tanıtan Uzanlar, bir zamanlar alışveriş yaptıkları kişilerle ciddi anlamda mahkemelik
olmuşlardır.
Davanın karar metninde maddi kayıplara da yer verilmiştir. MCC kandırılarak, Telsim ve
KarTel’e 1998 ve 2001 yılları arasında 1 milyar 975 milyon dolar tutarında avans vermesi
sağlanmıştır.
Mahkeme MCC’nin toplam zararını 1 milyar 803 milyon dolar olarak hesaplarken, Nokia’nın
faizler hariç, toplam zararını 711 milyon dolar olduğunu bildirilmiştir.
New York Eyaleti Güney Bölge Mahkemesi 31 Temmuz 2003 tarihinde verdiği kararda,
MCC’nin dolandırıcılık, taahhüt sahtekârlığı ve yasaklanan bir fiilde bulunma iddialannı haklı
bulunmuştur.
Faiziyle birlikte MCC’nin 2.1 milyar dolar zaran olduğunu belirleyen mahkeme, Uzanlar’a bir
kat da cezai tazminat uygulanmasına karar verilmiş; böylece Uzanlar’ın MCC’ye ödeyecekleri
toplam tutar, 4.2 milyar dolara yükselmiştir.
Mahkeme, Telsim’in yüzde 73.5 hissesinin MCC’nin sahipliğinde olduğuna karar verirken,
Nokia'nın faiziyle birlikte 853 milyon dolar zararı olduğunu belirtmiştir. Kararda ayrıca
mahkemenin kararlarına itaatsizlik eden sanıkların, yetki sınırlan içinde tutuklanmalarını da
istenmiştir.
Yukarıda anlatılan gelişmeler Hakim Jed S. Rakoff’un 31 Temmuz 2001 tarihli gerekçeli
kararının ikinci bölümünde yer almaktadır. Kararın birinci bölümü ise teknik açıklamaların
ötesinde olayın ruhuyla ilgilidir.
Birinci bölümde Uzanlar’ın amaçlan ve yöntemleri ağır bir dille eleştirilmektedir. Rakoff
kararında şöyle demektedir:
"Uzan Ailesi bireyleri, büyük bir sahtekârlık işlemişlerdir. Uzanlar bir Türk telekomünikasyon
şirketini finanse etmek maskesi altında hareket ederek, davalıların 1 milyar dolardan fazla
parasını hortumlayarak kendi ceplerine veya kendi kontrolleri altında bulunan başka
şirketlerin kasalarına aktarmışlardır. Bu kredileri sahtekârlık yoluyla elde ettikten sonra, bu
sahtekârlığı daha da ileri düzeye götürmek ve saklamak amacıyla neredeyse sonu gelmeyen
bir dizi yalan, şantaj ve aldatma taktikleri uygulamışlar ve buna ek olarak Amerikalı ve
Finlandiyalı üst düzey yöneticiler aleyhine aslı olmayan suç duyurularında bulunmuşlardır.
Alman krediye teminat olarak verilen hisselerin değerleri büyük oranda sulandırılmış (yeni
hisse senedi çıkartmak suretiyle hisse başına düşen değer düşürülmüş) veya değeri
düşürülmüş ve mahkeme kararlarına aykırı davranmışlardır.
Bu davadaki davalılar ise, Uzan Ailesi'nin Kemal Uzan, Cem Cengiz Uzan, Murat Hakan Uzan,
Melahat Uzan ve Ayşegül Akay adlı önde gelen beş üyesi (bu davada "Uzanlar" olarak
geçeceklerdir.) onların tanıdıkları olan Antonio Luna Betancourt ve Uzanlar tarafından kontrol
edilmekle olan Unikom İletişim Hizmetleri Pazarlama, Standart Pazarlama, Standart
Telekomünikasyon adlı üç şirkettir.
Uzan Ailesi Nisan 1998 ile Eylül 2000 tarihleri arasında sahtekârlık yoluyla Motorola Credit
Corporation (MCC) ve Nokia’yı aldatarak Telsim’in faaliyetlerinde büyük çapta büyüme
sağlamak gerekçesiyle Telsim’e aşağı yukarı 2.7 milyar dolarlık bir tutarın transfer edilmesini
sağladılar. Halbuki Uzanlar, bu fonların büyük bir kısmını kendi kontrolleri altında olan diğer
şirketlere aktarmak veya ceplerine atmak ve böylece sahip oldukları özel jetlerin, yatların,
helikopterlerin ve New York’ta ve başka yerlerdeki multi milyon dolar değerindeki
apartmanlarının masraflarını karşılamak amacıyla kendi şahsi imparatorluklarına taşımak
amacıyla transfer etmişlerdi.
Davalılar mahkeme tarafından talep edilen delilleri sunmayı reddetmelerinden dolayı söz
konusu sahtekârca aktarımın gerçek boyutlarını tam olarak anlamak mümkün değilse de, bu
miktar 1 milyar dolardan aşağı değildir. Bu miktara Telsim'den Uzanlar’ın kontrolündeki
şirketlere doğrudan aktarılan 450 milyon dolar, Telsim tarafından Hollanda Antilleri’ndeki bazı
şirketlere ayrıca 133 milyon dolar ve tekrardan Uzanlar tarafından kontrol edilen şirketlere
yapılan şişirilmiş masraf ödemeleri olarak gerçekleştirilen 522 milyon dolar dahildir. Nihayet,
300 milyon dolarlık miktar da Uzanlar’ın şahsi banka hesaplarına gitmiş görünmektedir."
Telsim CEO’su Hakan Uzan, "Telsim’in, Motorola ve Nokia ile sorunlarını İsviçre
mahkemelerinde çözmeye ve yeni bir ödeme planı üzerinde anlaşmaya hazır olduğunu"
bildirmiştir. Uzan, New York Bölge Mahkemesi’nin kararının, 10 Temmuz 2003 itibarıyla
Cenevre Adalet Mahkemesi tarafından aynı iddiaların reddi ile tezat oluşturduğunu iddia
ederek; temyize başvuracaklarını belirten Uzan, Telsim ile Motorola ve Nokia arasındaki
sözleşmenin, ihtilafların İsviçre’de tahkim yoluyla çözülmesini beyan ettiğini vurgulamıştır.
Ancak Motorola'nın, İngiltere ve İsviçre’deki açtıkları davalarda da Uzanlar’ın mallarına tedbir
karan çıkmıştır.
Kimseyle ortaklık kurmadıklan için de, şirketleri hakkında bilgi sahibi olan yoktur. Herhangi
bir mesleki örgüte de üye olmadıkları için elde ettikleri bu kapalı kutu olma özelliği Uzanlar’ın
yolsuzluklarının ortaya çıkmasını da engellemektedir.
İş ilişkilerinde bu ketumiyeti özel hayatlarında görmek ise mümkün değildir. Uçaklar, yatlar,
helikopterler, villa, yalı ve çiftlikler ile yaz aylarındaki lüks yaşamları objektiflerden
gizlenemeyecek kadar gösterişlidir.
1998 yılının Haziran ayında York Düşesi Sarah Ferguson’un da katıldığı toplantı bunlardan
birisidir.
Alara Koçibey-Cem Uzan çiftinin Çırağan Sarayı’nda verdiği özel baloya Mustafa-Caroline Koç,
Cem-Betina Hakko, Bülent-Oya Eczacıbaşı gibi tanınmış isimler katılmıştır.
Davetten elde edilen 50 milyar lira, Cerrahpaşa Çocuk Sağlığı Vakfı’na bağışlanmış. Uzanlar’ın
davetlisi olarak Türkiye’ye gelen York Düşesi Sarah Ferguson da, 20 milyar lira değerinde bir
küvözü vakfa bağışlamıştır. Star TV’nin sahibi Cem Uzan ve eşi Alara Koçibey, Türkiye’ye
davet ettikleri Sarah Ferguson’un rahatı için her şeyi planlamışlardı. Uzanlar, Düşes’e BMW
7.50 model otomobillerini tahsis etmişler ve Alara Koçibey, Sarah Ferguson’la birlikte
İstanbul’u gezdi. Cem Uzan ise son model Ferrari’siyle onları takip etmişler. Ancak
Sultanahmet Meydanı’nı gezmek isteyen Sarah Ferguson’un aracı, otel çıkışında küçük bir
kaza atlatmıştı. Cem Uzan’ın aracı, Ferguson’un içinde bulunduğu BMW’ye hafifçe çarpmıştı.
Şoförünün dikkatsizliği nedeniyle meydana gelen kazadan sonra Cem Uzan, çok sinirlenmiş ve
çevresindekilere hırsla bağırarak takipten vazgeçip otele geri dönmüştü.
Ancak asıl gürültü Alara Koçibey-Cem Uzan çiftinin 2001 yılında İngiltere Veliaht Prens
Charles’in verdiği bir yemeğe katılmasıyla kopmuştu. Türk sosyetesi'nden Avrupa sosyetesine
transfer olan Cem Uzan, 2000 yılında Londra’daki bir halkla ilişkiler firmasıyla anlaşarak
Britanya’daki sosyal ilişkilerini geliştirmeye karar vermiştir. Prens Charles’ın kurduğu yardım
demeklerine yaptığı 603 bin dolarlık bağış, işadamı ve eşi Alara’nın Prens’in yanında oturduğu
malikânelerdeki yemeklere ‘giriş bileti’ olmuştur.
İngiltere’nin saygın gazetelerinden The Sunday Times, Cem Uzan ve eşinin Prens Charles’ın
vakıf yararına verdiği, biletleri 20 bin sterlinden başlayan yemeklere katıldığını belirtilirken,
Sunday Times, Uzanlar’ın bunu İngiltere’nin önde gelen işadamları ve "seçkin" tabakasıyla
tanışabilmek için yaptığını yazmıştır.
Uzan’ın tavrı, "ince planlanmış uzun süreli bir kampanyanın sonucu" şeklinde yorumlanmıştı.
Uzan’ın Motorola ve Nokia’yı dolandırdığı bir anda borçlarını ödemek yerine yüz binlerce
dolar ödeyerek Avrupa sosyetesinin içine girmesi eleştiriliyordu. Davetin ayrıntıları gazeteye
şöyle yansımıştı:
"Doğu Londra’daki bir mekânda Prens Charles ve partneri Camilla tarafından verilen bir
yemekte top modeller, dünyanın en zenginleri ile prensin yanına yaklaşabilmek için yarışırken,
sarışın, genç ve güzel bir Türk kadını yemekte onun yanına oturtulmak üzere kalabalığın
arasından alelacele masaya getirtildi. Amerikalı varlıklı bir aileye mensup Betsy Bloomingdale
ve altın kuyruklu bir denizkızı kıyafeti içindeki Donatelle Versace’li bir masada, Prens
Charles’ın yanına oturtulan bu kadın 42 yaşındaki ünlü Türk işadamı Cem Uzan’ın karısından
başkası değildi. Alara Uzan’ın Prens’in yanına oturması, kocası Cem Uzan’ın iyi planlanmış bir
kampanyasının sonucu."
Motorola ve Nokia’nın New York Bölge Mahkemesi’nde Uzanlar aleyhine açtıklan davada,
mahkemenin Uzanlar’ın ABD’deki malvarlıklarını dondurmasının ve ihtiyati karar almasının
ardından Londra Yüksek Mahkemesi de Cem Uzan’ın İngiltere’deki malları hakkında
dondurma kararı almıştı. Uzan Ailesi açılan davalara gitmeyince İngiliz yargıç Uzan Ailesi’nin
fertlerini yargıyı engellemekten suçlu bularak haklarında çeşitli hapis cezaları vermişti.
Cem Uzan’ın 90’ların sonlarına doğru dünyaya açılmayı planladığını yazan The Times,
Londra’da şu andaki değeri 7.5 milyon sterlin olan "Halkin Gate" adlı evi satın aldığını da
yazmıştı. Uzan’ın seçkin İngilizlerin arasına girebilmek için ünlü halkla ilişkiler firması Bell
Pottinger’le anlaştığını öne süren gazete haberi şöyle devam ediyordu: "Uzan, Prens Charles’ın
kurduğu vakfa, dört yılda eşit taksitlerle 200 bin sterlin ödemeyi taahhüt etti; ancak 100 bin
sterlin verip, ödemeleri 2 yıl sonra durdurdu. Ayrıca başka şirketleri tarafından 2000 ve 2001
yılı içinde 300 bin sterlin daha verildi. Bu taahhütler Uzan Ailesi’ne, Prens’in davetlerinde bir
araya gelen seçkinlerin ve ultra zengin işadamlarının çevresine girmesini sağladı. Uzanlar’ın
geçmişine de yer veren gazete: "Uzanlar Saraybosna’dan Türkiye’ye gelerek müteahhitlik
yapmaya başladı. Turgut Özal sayesinde stadyumlar ve baraj ihaleleri alarak zengin olan Cem
Uzan, aynca yabancı düşmanlığı propagandası yapan siyasi bir partinin lideri olduğunu da
yazmıştı."
Telsim’deki "Hain"
Uzanlar’ın, Motorola ile mahkemelik olmalarından beri söyledikleri şey: "Anlaşmazlık halinde
yetkili olan yer İsviçre mahkemeleridir."
Bu yolla Motorola ve Nokia ile davalarından bir çıkar yol bulunabileceğini umuyorlardı, ancak
İsviçre’deki tahkim mahkemesi de Nokia’nın başvurusunu haklı bularak Uzanlar’ın şirkete
olan 800 milyon dolar borcunu ödemesine karar vermişti. Mahkeme Motorola’nın alacağı için
de ara karar vermiş ve yine Uzanlar’ın ABD’li şirkete olan borcunu ödemesini istemişti.
Uluslararası ölçekteki bu sorunların yanında Uzanlar’ın Telsim'i çalıştırma biçimleri ise ayrı
bir inceleme konusu.
Uzanlar’a yakın olan ve şirket içinden bir kişi Telsim’deki usulsüzlüklere ışık tutmuştu. Bu kişi,
Uzanlar konusunu araştıran devletin değişik birimlerine yazdığı mektupla isim isim bütün
yolsuzlukları anlatmıştı.
Bu kitabın hazırlığı aşamasında tesadüfen bize de ulaşan kişi: "Devletin değişik birimlerine
gönderdiğim mektubu belgeleriyle size de gönderiyorum. Araştırsanız gerçeklerin bu
mektubun içinde saklı olduğunu göreceksiniz" diyordu.
Birkaç gün sonra postadan çıkan zarfta ise Telsim’deki usulsüzlükleri anlatıyordu. Hem de
belgeleriyle.
Bir kısmı basına da yansımış iddiaların doğruluğunu araştırmak için, ihbarcının "gönderdim"
dediği yerlerde küçük bir araştırma sonrasında söylediklerini doğru olduğu ortaya çıkmıştı.
Gerçekten de İmar Bankası soruşturmasını yapan kurumların bazılarında bu belge vardı. Bir
anlamda operasyonlarda iz sürmeyi sağlayan "yol haritası" özelliği de taşıyordu.
İçerisindeki bazı bilgiler suç duyurusu niteliği taşıyan iddialar olsa da, İmar Bankası
yolsuzluğunun toplam 8.5 trilyon liralık faturasını sırtlayan Türkiye vatandaşlarının bu bilgileri
görmesi gereğine inanarak, Uzanlar’ın Telsim’i nasıl işlettiğini anlatan mektubu noktasına
dokunmadan yayınlamayı uygun görüyoruz. İleriki sayfalarda da aynı kişinin Uzanlar’ın Genç
Parti’yi kurma amaçları ile siyasi kampanyalarının şirketler üzerinden finanse ederken yapılan
usulsüzlükleri anlattığı mektuba da yer vereceğiz.
Telsim’deki usulsüzlüklerin anlatıldığı, 8.12 2003 tarihinde yazılan ve "Sayın Yetkili" diye
başlayan mektupta çarpıcı şu iddialara yer alıyordu:
Uzanlar’a ait şirketlerin yapılanmalarına bakıldığında, 3 ana birimin aktif olarak görev yaptığı
ve bu görevlilerin de Türkiye’nin kendi alanlarında en iyi kişilerden seçildiği görülecektir.
1- Kamu Hukukunu, Türk Ticaret Kanunu, Borçlar Kanunu, Şirketler Kanunu, Ceza Kanunu,
Vergi Usul Kanunları ve ayrıca uluslararası kanunları çok iyi bilen hukukçular,
3- Türkiye içi üretilen mal ve hizmetlerin pazarlanması ve satışında çok iyi yetişmiş
pazarlama elemanları,
4- Yine kendi alanında yetişmiş teknik konulardan anlayan çok iyi mühendisler ile zaman
zaman devlet kadrolarında çalışarak teknik tecrübeler edinmiş çok uzman teknik personeller.
İşte Uzan Grubu şirketlerinde yapılan usulsüz işlerin ortaya çıkarılmasının çok zor olması,
yanında çalıştırdıkları bu personellerin zeki, kurnaz ve ülkenin en iyi yetişmiş elemanları
olmasından ve bunlara maddi olarak çok iyi destek sağlanmasından kaynaklanmaktadır.
Ancak, Kemal Uzan, şirketlerin kontrollerini avucunun içinde tutması için kendisine bağlı icra
kurullarını oluşturmuş ve bu kurulların başına da Cem Uzan, Hakan Uzan veya Uzan Ailesi’ne
maddi ve manevi olarak çok yakın kişiler atanmış, bunların haricinde hiç kimse önemli
kararların verilmesinde etkili olmamaktadır.
Diğer yandan, çok güvendiği, sevdiği insanları şirketlere ya genel müdür yaptılar, ya da hiçbir
vasıf vermeyerek sadece gayri resmi imza yetkisi vererek şirketlerin kontrolünü sağlamayı
amaçladılar.
Ancak uygulamada tamamen resmi çalışanlar kullanılıyor, karşı çıkanlar ise işten atılıyordu.
Bu illegal işleri itiraz etmeden yapan çalışanlar, görevlerinden uzaklaştırılarak başka görevlere
verilip, önceki yaptıklarının üzerinden zaman geçtiği için önceki yapılanlar unutturuluyordu.
Yine, şirketlerin denetimini sağlayan ve tamamen bağımsız olarak çalışan direk Cem Uzan,
Hakan Uzan veya Kemal Uzan’a bağlı iç denetim uzmanları mevcuttu. Bu uzmanlar yapılan
yolsuzluk ve dolandırıcılıkların şirketlere nasıl yansıyıp yansımadıklarını, şirket içi çalışanların
ne kadar emirlere itaat edip etmediklerini denetliyorlardı. Bu uygulamalar tamamen Uzan
Grubu’nun icra kurullarında karara bağlanmış bir politika idi, bu politikaya uyulup
uyulmadığının üst denetimini ise Kemal Uzan başta olmak üzere Cem Cengiz Uzan ve Murat
Hakan Uzan yapıyordu.
Türkiye’de GSM operatörlüğü Telsim ve Turkcell’in kuruluş aşaması, altyapı faaliyetleri, ANAP
döneminde dönemin Bakanı Güneş Taner tarafından bizzat yapılmış ve yaptırılmıştır. Özellikle
Güneş Taner’in Cem Uzan ile ilgili samimiyeti Telsim’in Uzan Ailesi’ne verilmesinin en büyük
sebeplerinden bir tanesidir.
Güneş Taner ile Cem Uzan’ın dostlukları eskiye dayanmakta olup, o dönemde Güneş Taner
bizzat Cem Uzan’ı arayarak: ‘Ya Cem şu işi al da, bu dertten beni kurtar’ dediği, Cem Uzan’ın
da buna karşılık: ‘Bu işte kâr yok, bize biraz imkân sağlaman gerek, istenilen fiyat altyapı
imkânları olmadığı için çok yüksek,’ dediği, bunun üzerine Güneş Taner’in de: ‘Siz hele alın da
gerisini düşünmeyin, gerekeni biz yaparız,’ diyerek sözlü olarak prensipte anlaşmaya
vardıkları, Uzan Grubu içerisinde konuşulan bir konu idi.
Bunun üzerine Murat Hakan Uzan, işin teknik ve ticari anlamdaki mantıklarını çözmek
amacıyla, dünya üzerinde kurulu bulunan GSM operatörleri ile irtibat kurarak, özellikle Alman
Deutsche Telekom'a böyle bir düşüncelerinin olduğunu aktarmış, Deustsche Telekom
tarafından ise, bu konuda Uzanlar’a gereken finansın ve altyapının (baz istasyonları,
santraller, antenler ve bununla ilgili teknik malzeme donanımı) desteğinin sağlanacağı
konusunda görüş bildirmiştir.
Lisans sözleşmesinin imzalanmasına karar verilip, Turkcell ihalesinden sonra, 500 milyon
dolara devlet ile anlaşma yapılmış ve faaliyete geçilmiştir. Yapılan anlaşma sadece kâğıt
üzerinde olup, devletin Turkcell ve Telsim’e herhangi bir altyapı ve hizmet vermediği bir
anlaşmadır. Kısaca sadece isim hakkı satışı anlaşması yapılmıştır. Bu çalışmalar ve faaliyetler
Turkcell ve Telsim’in kendi para kaynaklarından altyapı yapmaları ile mümkün olacak idi.
Anlaşma sağlandıktan sonra Telsim ticari ve pazarlama anlamında Türkiye genelinde bayilikler
oluşturmaya başlamıştır. Bu bayilikler tamamen yasal çerçevede olup, edinilen ve kazanılan
bayiler sözleşmelerini direk olarak Telsim Telekomünikasyon Hizmetleri A.Ş. ile yapmıştır.
Devlet ile GSM operatörleri arasında yapılan anlaşma gereği satılan bir telefon hattının
görüşmeye açılabilmesi için, Telsim’in veya Turkcell’in tarafından müşterilerden (abonenin)
gerekli evrakları ile devlete ödenecek vergiler tahsil edilir, sonra da bu kayıtlar postaneye
teslim edilerek hatlar konuşmaya açılırdı. Bu bir zorunluluk idi. Bu yüzden gerek Telsim’in
gerekse Turkcell’in devlet açısından devleti herhangi bir vergi kaybına uğratması söz konusu
değildi.
Abonelik yöntemi bu şekilde işlerken, Telsim ve Turkcell bu durumdan sıkılmış olacaklar ki,
kâr edemeyecekleri düşüncesi ile bu mekanizmayı bozmak için işbirliğine gitmişlerdir.
Sonuç olarak siyasi baskılar, şantaj ve rüşvetlerle dönemin Telekomünikasyon Üst Kurulu
Başkan ve üyelerini ikna etmeyi başararak, bu iki GSM operatörü yetkilileri yaptıkları
abonelere ait postaneden aldıkları hatları kendileri açmaya başlamışlar ve bu aşamada
usulsüzlükler baş göstermeye başlamıştır. Şöyle ki, Telsim çeşitli teknolojik teknikler
kullanarak açılan hatları iki ayrı hesapta toplamıştır. Daha sonra bunların büyük bir kısmını
Türk Telekomünikasyon’a bildirmemiştir. İşte devletin büyük kayıplan bu noktada başlamıştır.
Çünkü devlet bildirilmeyen hatlardan vergi alamaz hale gelmiştir.
Devlet, Telsim ile lisans sözleşmesini imzaladıktan sonra bayilikler edinmiş, altyapı ile ilgili
(baz istasyonu, anten, santral vb. teknik donanımlarla) anlaşmalar için Ericsson (daha sonra
Sony Ericsson oldu), Alcatel ve Motorola ile görüşmeye başlamıştır. İlk önce altyapı olarak
Alcatel ve Ericsson firması ile anlaşılmış, çok küçük-bir altyapı faaliyeti gerçekleştirmiştir.
Ancak, Kemal Uzan, Cem Uzan ve Hakan Uzan bu altyapı işlerinin maliyetinin kendi Uzan
Grubu’na getireceği külfetin 2 - 2.5 milyar dolar olduğunu anlayınca, çok büyük bir
dolandırıcılık organizasyonu içine girmeye karar vermişlerdir. Bu esnada, gerekli altyapı
maliyetlerinin Alman Deutsche Telekom tarafından karşılanmasına rağmen, Uzanlar Motorola
ile anlaşmaya karar vermişlerdir.
O sırada Amerikan Motorola Telsim’le temasa geçerek: ‘Bu işleri bize verin,’ demiş, Uzanlar da
ortamı kızıştırarak uygun şartlarda Motorola ile anlaşmaya varılmıştır. Telsim ilk olarak
Motorola ile 500 milyon USD’lik altyapı hizmeti karşılığında anlaşma yapmıştır. Ancak, Uzan
şirketi hiçbir zaman Amerikan Motorola’dan aldığı kredileri yerinde kullanmadı ve kendi grup
şirketlerine aktardı. Kısaca, Motorola ile yapılan kredi anlaşma maddelerine aykırı davrandı.
Telsim ile Amerikan Motorola arasında sözleşme imzalandıktan sonra, Uzanlar, Telsim’i
Amerikan Motorola’ya kaptırmamak amacıyla ilk aşamada Türkiye’deki mevcut bayiler ile
anlaşmasını değiştirip, fason olarak kurduğu Unicom A.Ş.’yi devreye sokarak bayilik
sözleşmelerini bu firma üzerinden yenilediler.
Burada önemli gözden kaçırılmaması gereken bir husus vardır: Lisans anlaşması ve Rekabet
Kurulu’nun kararları gereği, Telsim hiçbir şekilde bayilik ağı kurup sözleşme imzalamayacak,
kendi ürünlerini sattıramayacaktı.
Telsim kuruluş aşamasında bayileri ile ilgili sözleşmeyi Telsim ve muhatap bayi arasında
yapmıştı. İlk başta yaptığı bu hatayı fark edip bayileri ile yaptığı anlaşma metinlerini tek tek
geri toplayarak, anlaşmalar, kurduğu fason şirketler arasında yapıldı ve ürünler bu firmalar
üzerinden pazarlandı, bu şekilde yasal zorunluluk aşılmaya çalışıldı.
Bu uygulamaları yıllardır bilen Telekomünikasyon Üst Kurulu bunlara göz yummaktadır. Şöyle
ki, devlet Telsim ile anlaşma imzalıyor, devletin muhatabı Telsim’dir. Ancak, Telsim kendi mal
ve hizmetlerini sattırabilmesi için bayilikler bulmak zorundadır. Bayilik oluşturulması zaten
anlaşmalara aykırıdır. Telsim’in üst düzey yöneticileri bu işi formüle etmek amacıyla
kendilerine bağlı pazarlama şirketleri kurarak, bayilerini bu şirketler ile sözleşme yaptırmak
zorunda bırakmaktadırlar. Doğal olarak bayiler ise, yapmış olduğu alışveriş, mal ve hizmetleri
bu şirketler ile yapmak zorundadır. Nitekim Telsim ürünlerini satıp para kazanabilmeleri için
bu şirketlerden mal almakzorundadır.
Her ne kadar kanun ve hukuka aykırılık yoksa da, Telsim hesapları incelense bile herhangi bir
usulsüzlük bulunamasa da, bayilere satılan mal ve hizmetler devletin lisans sözleşmesi yaptığı
şirketler ile yapılmamaktadır. Bu durum karşısında bir malın, bir hizmetin Telsim’den veya
Telsim’e yasal olarak ne kadar, neyin girdiğini bulmak mümkün değildir. Nedenine gelince,
temelinde Telsim ürününü bayisine satıyor, ama faturası fason kurduklan şirket tarafından
gelmektedir. Bunun ne kadarının Telsim’de gösterildiği, ne kadarının gösterilmediği, devletin
kasasına ne kadar verginin girip girmeyeceğini kendileri hesaplamaktadır. Telsim’in kurmuş
olduğu Unicom A.Ş. bu amaçla kurulmuştur. Bayilere ilk sözleşme imzalatma 1998’li yıllara
yıllarına rastlamaktadır. Bu aynı zamanda büyük gelir kayıplarının başlaması anlamına
gelmektedir.
Tansu Çiller’in Başbakan olduğu Refah-Yol Hükümeti döneminde Uzanlar’ın Tansu Çiller ile
aralarındaki anlaşmazlıktan dolayı Tansu Çiller yaklaşık olarak 9 ay Telsim'e verilen hizmetleri
kesmiş olup, lisansını dondurmuştur. O yıllarda Uzan Grubu 9 ay boyunca Türkiye’deki pazar
payını ciddi anlamda kaybetmiş, GSM sektöründe devamlılığını sağlamak için gruba bağlı
şirketlerinden sürekli paralar akıtmıştır. Amerikan Motorola ile yapılan sözleşmenin altındaki
imza Telsim adına şu anki Genç Parti Başkan Yardımcısı Ahmet Oğuz Özcü’ye aittir. Ahmet
Oğuz Özcü, ailenin en güvenilir, en saygın, en sözü geçen kişisidir. Telsim'in kurulmasından bir
yıl sonra çağrı cihazlarının Türkiye distribütörü olan Ahmet Oğuz Özcü, Hakan Uzan’in teklifi
ile Telsim’in başına genel müdür olarak gelmiştir. Ahmet Oğuz Özcü, Uzanlar’a çok sadık bir
insandır. Ancak, Amerikan Motorola ile yapılan anlaşmanın altında imzası olmasından dolayı
sorumluluğu büyüktür. Bu ağır yükten her zaman kurtulmak istemektedir. Bunu da yakın
çevresine zaman zaman belirtmiştir. Her ne kadar Uzanlar’ın yanından ayrılmak istese de bu
büyük sorumluluk ve ağır yükten dolayı ayrılamamaktadır. Telsim ile ilgili tüm yolsuzlukları en
ince ayrıntısına kadar bilen tek kişidir.
Tansu Çiller, Telsim’e verilen hizmetleri durdurduktan sonra kan kaybeden Uzanlar, Motorola
ile ilgili yapmış olduğu anlaşmaların taahhütlerini yerine getirememiş olup, Amerikan
Motorola bunu sık sık dile getirmiş ve büyük bir baskı altına almıştır. 1999 yılının sonu
itibariyle dünya borsasında hızla değer kaybeden Telsim, 1999 sonundan 2000 yılı sonuna
kadar piyasada eski gücüne kavuşmak amacıyla, aynı zamanda sıcak paraya sahip olmak
maksadıyla, Star gazetesi vasıtasıyla, Türkiye’de ilk defa "kontorlü hat" kampanyasını
başlatmıştır. Amerikan Motorola, Telsim’in dünya borsasında değerinin düştüğünü anlayınca
Uzanlar’ı uyararak bu durumun derhal düzeltilmesini istemiştir. Çünkü, bir GSM operatörünün
dünya borsasındaki değeri abone sayısı ile orantılıdır. Eğer, bir GSM operatörünün abone
sayısı yüksekse, dünya borsasında yüksek anlamını taşımaktadır. Her abonenin bir borsa
değeri vardır. Kredi veren şirketler, bu kredilerin yerinde kullanılıp kullanılmadığını, aktif
(konuşan) abonelerden anlar, 1999 yılına kadar Motorola’mn Uzanlar’a vermiş olduğu kredi
1.5 milyar dolar civarındaydı, fakat, yapılan hizmetlerin bu verilen kredilerin altında kalması
sebebiyle Motorola bu işe müdahale etmiştir.
1999 yılından itibaren çok sistemli bir şekilde hâlâ görevde olan Coşkun Çöroğlu, Ahmet Oğuz
Özcü, Ufuk İlkiz ve Hasan Pilav kullanılarak Motorola’dan alınan kredilerin nasıl geri
ödenmeyeceği konusunda araştırmalaryapmak için görevlendirilmişlerdir.
Coşkun Çöroğlu’nun genel müdürü olduğu Unitel Pazarlama A.Ş. kurulmuştur. Burada amaç,
Unitel yurtdışından gümrük kaçakçılığı yaparak cep telefonu getirerek, bunları bayilere
dağıtmak, sattırmak, aynı zamanda sıcak para olan kontor yükleme kartlarının gayri resmi
basımını sağlayıp, basılan kontörlerin adetlerini tam olarak bildirmeyip, el altından sattırmayı
hedeflemekti.
Unitel, Motorola’ya yakınlaşarak: ‘Biz, sizin Motorola cihazlarınızı Türkiye’ye getirip burada
pazarlamak ve satmak istiyoruz, bize distribütörlüğünüzü verin’ demiştir.
Motorola ise Telsim ile olan anlaşmasını devam ettirmek, şirketin içine sızarak hak sahibi
olabilmek için Unitel'e çok ağır yaptırımlar getirerek, anlaşmayı imzalamışlardır.
Ancak, Uzanlar'ın amacı paralan ödemek olmadığı için bunu seve seve kabul etmişlerdir.
Uzanlar, Güray A.Ş. şirketini faaliyete geçirerek Star gazetesi vasıtasıyla çok ucuza kontörlü
hat ile beraber birer cep telefonu verme kampanyası düzenlenmiştir.
Şöyle ki, Motorola’dan alınan bir cihazın bedeli o dönemlerde 300 ile 400 dolar arasıydı,
kontörlü hattın devlete ödenen vergisi ise 4,5 milyon TL idi. İkisinin toplam karşılığı bugünkü
rakamlarla bu malların fiyatı 500 milyon TL’yi bulmaktaydı. Ancak, Uzanlar 500 milyon TL olan
cep telefonu ve kontörlü hattı 30 milyon TL ile 50 milyon TL arası satmaktaydı. Aradaki farkın
her ne kadar Uzanlar’ın cebinden çıkıyormuş gibi görünse de, alınan cep telefonları bedelleri
Motorola’ya daha sonra Nokia’ya ödenmemiş, diğer yandan, bu kampanyalarla kaydı yapılan
2.5 milyon abonenin devlete kaydı verilmediğinden, devlete vergi de verilmemiştir.
Yasal olarak düzenlenen kampanyalarda Güray A.Ş. kampanyaya katılan abonelerin adına
mutlak suretle fatura düzenlemek zorundadır. Ancak, 2.5 milyon abonenin tamamına fatura
düzenlenmemiştir. Her ne kadar Güray A.Ş.’nin resmi belgeleri incelense de, incelenen
belgelerde aboneye kesilen faturalar görünecektir. Şirket yetkilileri ise: ‘Biz bu kampanyadan
bu kadar abone edindik, edindiklerimize de zaten yasal olarak faturalarını verdik’
diyeceklerdir. Ancak, işin doğrusu bu değildir. Kampanyaları yürüten Star bölge bayileri
kayıtları incelendiğinde kampanyaya katılan ve abone sözleşmesi imzalayan okuyuculara
faturaların kesilmediği anlaşılacaktır. Bunun yanında fatura kesilmediği için aboneye verilen
sözleşmelerdeki kontörlü hat numaraları aynı zamanda devlete bildirilmediği için gereken
vergilerinin de ödenmediği anlaşılacaktır.
Bu kampanyalar esnasında Telsim Genel Müdürü Ahmet Oğuz Özcü, Nokia’nın Türkiye
temsilcisi Başarı Elektronik ile, Motorola ile ilgili cep telefonlan alımına benzer bir anlaşma
imzalamıştır. Çünkü, kampanyaların içerisinde Nokia cep telefonları da bulunmaktadır.
Nokia'dan alınan cep telefonlarının paraları da ödenmemiştir. 2000 yılında Motorola’nın
Uzanlar’a bastırmasından dolayı Uzanlar, Ankara Pursaklar’da Telsim Telekomünikasyon
Hizmetleri A.Ş. ile ilgili olağanüstü şirket kongresine gitme kararı vermiştir.
Olağanüstü şirket kongresinin yapılmasının amacı; ilk başta devlet ile imzalanan sözleşme
ortaklarının hisselerini düşürerek, yerlerine kendi şirketlerini Telsim’in içerisine ortak olarak
göstermek, bu şekilde amaç, hisse hakkını başka şirketlere geçirerek Amerikan Motorola’yı
etkisiz hale getirmektir. Çünkü, Amerikan Motorola Telsim ile anlaşma yaparken şirketin o
günkü ortaklan ile anlaşma yapmıştır. Şirket ortakları değişince Amerikan Motorola içeride söz
hakkının tamamına yakın bir bölümünü kaybetmiştir. 2000 yılında Pursaklar’da yapılan
olağanüstü toplantıda Telsim’in en büyük şirket ortağı Standart Telekom A.Ş. olmuştur. Yapılan
işlem tamamen yasal gözükse de devlet ile Telsim arasında yapılan lisans sözleşmesine aykırı
davranılmıştır.
Şöyle ki, anonim şirketlerde hisse devirlerinin yapılmasını bildirme zorunluluğu yoktur. Ancak,
bu durumun Telsim için yani devlet ile yapılan anlaşmada geçerli olmaması gereklidir.
Devletin ilk lisans sözleşmesini imzaladığı ortaklar başka, şimdiki ortaklar başka olmuştur. Bu
yüzden Telekomünikasyon Üst Kurulu bu duruma sessiz kalmış ve görevlerini yerine
getirmemiştir. Bu durum, 2000 yılında Telsim'in lisansının iptal edilmesi anlamına gelmektedir.
Bu durumu gören Amerikan Motorola dava açmıştır. Aynı zamanda Telsim’de ortakların
değişmesi ile beraber bayiler arasında Unikom ile imzalanan sözleşmeler iptal edilmiş, bu
şirket küllendirilmeye başlanmış olup, yerini Standart Pazarlama A.Ş. almıştır. Bu arada
Amerikan Motorola ile anlaşmazlığa düşen Uzanlar, Motorola 3690 cep telefonlarını kampanya
okuyucularına yaklaşık 1 yıl gecikmeli teslim etmiştir. Cihazlar gümrüklerde uzun bir müddet
bekletilmiş olup, gayri resmi olarak gümrükten çekilmiştir. 2000 yılı sonu ve 2001 yılı
ortalarında gerçekleşen bu olayda gümrük kayıtları incelendiğinde durum ortaya çıkacaktır. Ya
kayıtlar bulunamayacak, ya da kayıtlar bulunsa bile telefon adet ve miktarlarının çok az
olduğu görülecektir.
Telsim altyapısını oluşturup, abonelerin hatlarının görüşmeye açılması yetkisini aldıktan sonra
çifte kayıt dediğimiz yöntemi seçmiştir. Şöyle ki, bir abone hattını Telsim Shop’tan alır. Telsim
Cep Shop bu hattı Telsim’e bağlanarak görüşmeye açar, eskiden görüşmeye açma yetkisi
postaneye aitti, yani devlete, bu yetki Telsim’in yetkilendirdiği bayilere verilmiştir. Görüşmeye
açılan hattın faturası usul olarak Telsim bayisi tarafından kesilir. Görüldüğü gibi hiçbir
usulsüzlük yokmuş gibi davranılır. Ancak, Telsim bu görüşmeye açılan hatları bir havuzda tutar
istediğini devlete bildirir, istemediğini bildirmez. Telsim bayisine normal şartlarda bir hattın
faturası Telsim’den gelme zorunluluğu vardır. Ancak, bu faturalar fason olarak kurulan
Standart Pazarlama A.Ş. veya Telsim’in belirlediği firmalardan kesilir.
1- Telsim’in gerek Standart Pazarlama’ya gerekse belirlediği firmalara ne kadar hat faturası
kestiği hiçbir zaman bilinemez. Olup biten her şey Telsim’in kendi bünyesinde gerçekleşir.
Özellikle kontörlü hatlar aynı numaraları ile çeşitli zaman aralıklarında başkalarına satılarak
ikinci defa veya üçüncü defa vergi ödenmesine gerek kalmaz. Telsim bayisinin hiçbir
muhataplığı Telsim’in kendisi ile olmaz. Gerek Telsim’in kayıtları, gerekse fason Standart
Pazarlama veya daha önce kurulan Unikom’un resmi kayıtlan incelendiğinde çok doğal bir yapı
ile karşılaşılır. Kontörlü satılan hatlar abone tarafından 3 ay görüşme yapmaz ve kontör kartı
yüklemez ise sistem bu numarayı otomatik olarak kapatır. Bu numara havuza alınır. Belli bir
süre sonra bu numara tekrar piyasaya sürülerek satılır ve devlete büyük bir gelir kaybına yol
açtırılır.
2- Faturalı hatlarda durum daha farklıdır, özellikle Telsim’in abone sayılarındaki düşmelerden
dolayı Telsim hattını görüşmeye kapattıracak abonenin işlemlerini yapmamaya, geciktirmeye
veya ikna yöntemi seçilmesini ister. Buradaki amaç abone sayılarını düşürmeden benim abone
sayım yüksek, görüşmeye kapatılan hatlarım yoktur, benim değerim dünya borsalarındaki
gerçek değerdedir mesajını vermek ister, faturalı hat ilk başta Telsim tarafından görüşmeye
açılmıştır. Gerekli tüm vergiler ödenmiştir. Abone faturalı hattını görüşmeye kapatmak için
müracaat ettiğinde ve bu başvuruyu kabul ettiğinde müşterinin hattını görüşmeye kapatır.
İptal etmez. İptal etmediği için hat sadece sistemden görüşmeye kapatılır, devlete bu durum
bildirilmez.
Hattı görüşmeye kapatılan abone, hattının iptal edildiğini düşünür Ancak hattı görüşmeye
kapatılmıştır. Abonenin eline de, ‘al arkadaş biz senin hattını askıya aldık görüşmeye kapattık,’
der ve belgesini verir. Gerçekten hat iptal edilmez. Görüşmeye kapatılan ancak hattı iptal
edilmeyen numaralar, ya Uzanlar’ın kendisine ait şirketlerinin üzerine veya bu işler için
geçmişte kullandığı Promo-bil Ltd. Şti.’nin üzerine devredilir. Hat artık başkasının üzerine
devir olmuştur. Ancak görüşmeye kapatılmıştır. Yasal bekleme süresinin tamamlanmasından
sonra hat tekrar satışa çıkar satılır ve gerçek sahibini bulduktan sonra devir işlemi gerçek
sahibine yapılır. Kısaca buradaki amaç hattın iptal edildiğini göstermemek, daha sonraki
satışlarda da devlete vergi ödememektir.
Şu anki son operasyonlardan sonra, Soner Çokbilgin, Coşkun Çoroğlu, Bülent Kurnaz, Müştak
Ayvaz, Faruk Öner, Tayfun Güngör ve Hasan Pilav isimli şahıslar bu işlerin devam etmesi için
Uzanlarca görevlendirilmişlerdir.
IMF programına sıkı sıkıya bağlılık her şeyden fazla önemsenirken, toplumda büyüyen
tepkileri yeterince temsil edebilecek bir parti ortalarda görünmüyordu.
Terör örgütü PKK lideri Abdullah Öcalan, Kenya’da yakalanarak Türkiye’ye getirilmiş, ömür
boyu hapse mahkûm edilmişti. Ancak toplum verilen cezanın azlığını siyasetçilere yüklemişti.
Özellikle MHP’nin koalisyon içindeki tutumu, ona oy veren kitle tarafından eleştiriliyordu.
Mevcut siyasi partilerden bazıları toplumun şikâyetlerini dile getiriyordu, ama artık geçmiş
tecrübeler onlara olan güvenin de zayıflamasına neden olmuştu.
Bütün bu şikâyetleri arkasına alabilecek yeni bir siyasi partinin temelleri ise Uzan Grubu’nun
kuruluşunun 46’ıncı yılı şenliklerinde atıldı.
Şirketler kuruluş yıldönümlerini sonu sıfır ya da beş ile biten yıllarda kutlarlar. 10, 15, 20 ya
da 25’inci yıl gibi.
Türkiye’de ilk kez 46’ıncı yılını kutlayan bir grup vardı. Ve ilginç bir tesadüf, kutlamalar bu
grubun uluslararası dolandırıcılık davasının sonuçlanma aşamasına geldiği ve sonuçlandığı
tarihlerde tam bir karnavala dönüştü.
Yine büyük bir tesadüf ki; Cem Uzan bu kutlamaların sonunda yönünü siyasete doğru
çevirecekti.
Kafalardaki soru; Cem Uzan bu yolu, yurtiçinde kendi hakkında açılabilecek davalardan
kurtulmak için "dokunulmazlık zırhı" edinmek için mi seçmişti?
Evet, siyasetçi ve milletvekili olmak, belli bir oranda dokunulmazlık zırhı sağlayabilirdi. Ama
Parti Başkanı olmak dokunulmazlık zırhını uluslarararası girişimlere karşı da dayanıklı hale
getirirdi.
Cem Uzan, yalnız kişisel olarak dokunulmazlık peşinde olsa, bir partiden milletvekili olabilir ya
da bağımsız aday olarak meclise girebilirdi.
Motorola’nın alacağını tahsil etmesi gündeme geldiği gün, onun karşısına bir kamuoyu gücü
çıkarmak, Uzanlar için tek çıkar yol olabilirdi. O yüzden "yerli sermaye tehlikede" söylemi ile
kamuoyunda önemli bir destek bulabilir, hatta böyle bir girişimin önünü kesebilirdi.
Böyle bir girişimin kararı iktidardaki siyasi partiye bağlı olduğu için de, Uzan Grubu’na
yapılacak herhangi bir operasyon, kolaylıklı siyasi platforma çekilebilirdi.
Cem Uzan’ın Parti Başkanı olarak siyasete girmiş olmasından şüphe duyanlar böyle bir
girişimin "milliyetçi ya da halkçı" söylemle açıklanamayacağını belirtiyorlardı.
Bu söylemin işaretini Baba Kemal Uzan Berke Barajı’nın açılışında IMF karşıtı bir dil
kullanarak yapmıştı.
Oğlu Cem Uzan, kendi grubuna bağlı şirketlere çalışan ünlü şarkıcılara stat konserleri
verdirip, ardından da milliyetçi duygulan okşayan bir nutuk atıyordu. Tabii siyasi tecrübesi
yeterli olmadığı için konuşmasını, önünde metinlerin yer aldığı yansıtıcılar kullanarak
yapıyordu.
Uzan Ailesi o tarihlerde 100 dolayında şirketi olan, serveti milyarlarca dolan bulan, ulaşım için
helikopteri kullanan ve güce dayalı bir imparatorluk sahibi bir aile olarak biliniyordu.
Ve Cem Uzan bir yandan ülke içinde yaşadığı sorunlar diğer yandan da Motorola davası
nedeniyle uluslararası alanda daralan çemberin ortasında, 10 Temmuz 2002 tarihinde siyasete
girdiğini açıkladı.
Maalesef bir şirket ya da İstanbulspor’da olduğu gibi, hisse senetlerini satın alarak partiye
sahip olunmuyordu.
Hele seçime girme hakkı olan bir partiye sahip olmak ise oldukça zor bir olaydı. Ama Cem
Uzan her şeyin olduğu gibi bunun da kolayını bulacaktı.
Önce Genç Parti adıyla örgütlenen Uzan, 3 Kasım’da yapılması kararlaştırılan genel seçimlere
girememe tehlikesine karşın, daha önce kurulmuş bir partiye gözünü dikti.
Hasan Celal Güzel’in Genel Başkanı olduğu Yeniden Doğuş Partisi’nin 23 Ağustos 2002
tarihinde yapılan 3’üncü olağanüstü kongresinde Cem Uzan Başkan seçildi.
Partinin Genel Başkan Vekili ve delegeler Güzel’i ortada bırakmış ve Uzan’ı desteklemişlerdi.
Güzel, Cem Uzan’ın YDP’yi ele geçirmek için Genel Başkan’la birlikte beş parti yöneticisine
önce 35 milyar, daha sonra 100’er milyar verildiği yönünde kendilerine bilgiler geldiğini
söylüyordu. Güzel, diğer delegelere de 3’er, 5’er milyar dağıtıldığını öne sürüyordu.
Uzan, meydanlardaki otoriter tavrını parti içinde de sağlarken, milletvekili adaylarını kendine
has yöntemlerle seçiyordu.
Örneğin Telsim Ege Bölge Müdürü Veli Demirel, aynı zamanda Genç Parti İzmir İl
Başkanlığı’nı, İzmir 1. Bölge 1. sıra milletvekili adayı Koray Özkay, Telsim Ege’de bankacılık
danışmanlığı görevini yürütüyordu. Şirketlerinde kendisine yakın isimler, Genç Parti
milletvekili adayları yapılıyordu.
Ama Türk seçmeni açısından bunun önemi yoktu. Çünkü, statlara gelenler, önce pilav ve
döneri yiyor, ardından ünlü şarkıcılardan konser dinliyorlardı.
Hristiyanlık inancında dünyanın kurtarıcısı "mesih"in gökten ineceğine inanıldığı gibi, Cem
Uzan helikopteri ile stadın ortasına iniyor, koruma ordusu eşliğinde konuşacağı platforma
koşar adımlarla gidiyordu. Miting alanına kendi televizyon ve gazeteleri dışmda hiçbir basın
kuruluşunu sokturmayan Cem Uzan, beyaz gömleği ile kitlelere seslenirken, bedava arazi, 250
il sözü ve ücretsiz okul gereçleri "vaat sever" Türk seçmeni tarafından kıyasıya alkışlanıyordu.
Bütün bu etkinliklerde en büyük pay, elbette Ali Taran adlı reklamcıya aitti.
Bazı yazarlar Ali Taran’ı Alman Nazi Diktatörü Hitler’in propaganda çalışmalarını yürüten
Göbels’e benzetiyorlardı. Bu yakıştırma Cem Uzan’ın ultra-milliyetçi söylemi nedeniyle de
yapılıyordu. Çakar çakmaz çakan çakmak (Tokai), Ali Desidero (Derby traş bıçağı), Fatih
Terim’li Tadelle reklamıve Mavi Jeans’ın "Artık çok oluyoruz" reklamları ile hatırlanan Taran,
reklam dilinde oldukça milliyetçi bir söylem taşıyordu.
Genç Parti reklamlarında da buna dikkat etti. Bu dil, Uzan’ın Genç Partisi’ne Kasım 2002
seçimlerinde 2 milyondan fazla oy kazandırdı. Yüzde 7’nin üzerinde oy alan Uzan ile Taran
arasındaki ayrılık da, yine Uzan yöntemiyle oldu.
Taran Creative Workshop’un medya sorumlusu Ali Balım, 8 Eylül 2003 günü yaptığı
açıklamada, ‘Artık Genç Parti ile çalışmıyoruz,’ dedi.
Taran'la Cem Uzan’ın arasının açılmasına alacak-verecek meselesinin sebep olduğu dile
getirildi. Uzan'ın kampanya mimarı Taran’ın BDDK tarafından el konulan İmar Bankası’na 3
milyon dolar kaptırdığı savunuluyordu.
Cem Uzan’ın, kendisinden parasını isteyen Taran’a: "Bugüne kadar aldıklarına say" karşılığını
verdiği ileri sürüldü.
Bunun üzerine, Taran’ın bir zamanlar aralarından su sızmayan Uzan’la ilişkilerim kestiği ifade
edildi. Oysa Cem Uzan, 3 Kasım seçimlerinden sonra Taran’a 135 bin dolar değerindeki bir
Hummer cip hediye etmişti.
Rapor, daha önce anlattığımız ÇEAŞ ve Kepez’deki usulsüzlüklerin bir kısmına değinirken,
şirketlerin genel durumu hakkında özet bilgiler veriyordu.
ÇEAŞ ve KEPEZ’in durumu 20 Şubat 2001 tarihinde kabul edilen, 4268 Sayılı Elektrik Piyasası
Kanunu’na göre aykırılıklar içeriyordu.
Aslında Enerji Bakanlığı’nın 12 Mayıs 2003 günü el koyduğu ÇEAŞ ve KEPEZ ile ilgili sürecin
önemli bir dönemeci olarak, Elektrik Piyasası Kanunu’nun yasalaşması kabul edilebilir.
Yolsuzlukları Araştırma Komisyonu raporuna göre, ÇEAŞ ve KEPEZ, elektrik üretimi ve iletimi
alanında faaliyet gösteriyordu. Yasa bunların ayrılmasını emrediyordu.
"Mevcut sözleşmeleri kapsamında iletim faaliyetini sürdürmekte olan özel hukuk tüzel kişileri,
işletmekte oldukları iletim tesislerini tüm hak ve yetkileri ile birlikte bu yönetmelik hükümleri
uyarınca TEİAŞ’a devretmekle yükümlüdür," denilmekteydi.
Yani iletim sisteminin işletilmesine ilişkin tüm hak ve yetkilerin TEİAŞ tarafından
kullanılmasını teminen, iletim tesislerinin devrinin en geç 31 Aralık 2002 tarihine kadar
gerçekleştirilmesi zorunluluğu bulunuyordu.
Bakanlığın Davetine İcabet Etmediler
Devir işlemleri için Uzanlar’a davetiye çıkartılıyor ancak, davete icabet etmiyorlardı. Enerji
Bakanlığı 2 Aralık 2002 ve 11 Aralık 2002 tarihinde Çukurova ve Kepez Elektrik ile Türkiye
Elektrik İletim A.Ş.’yi iki kez yazılı olarak toplantıya çağırmıştı.
Ancak bu çağrılara ÇEAŞ ve Kepez Elektrik tarafından icabet edilmemişti. Bakanlık yazılarına
herhangi bir cevap da verilmemişti.
Çukurova Elektrik A.Ş. ve Kepez Elektrik’in mevzuat hükümlerine uymamaları nedeniyle, her
iki şirkete de, yürürlükteki mevzuata 28 Şubat 2003 tarihine kadar uyulması, aksi takdirde
İmtiyaz Sözleşmesi uyarınca gerekli işlemlerin tesisedileceği, Ankara 26. Noteri kanalıyla
keşide edilen 10 Şubat 2003 tarih, 3470 ve 3471 Sayılı ihtarnameler ile bildirilmişti.
Ancak, Çukurova Elektrik A.Ş. ile ilgili Adana Asliye 4. Hukuk Mahkemesi’nin ve Kepez
Elektrik T.A.Ş. ile ilgili Ankara Asliye 7. Hukuk Mahkemesi’nin vermiş olduğu tedbir kararlan
neticesinde bakanlıkça iletim tesislerinin devri ile ilgili bir işlem yapılmamıştı.
Söz konusu ihtiyati tedbir kararlarına, Türkiye Elektrik İletim A.Ş. ve Enerji Piyasası
Düzenleme Kurumunca itiraz edilmişti. Ancak; söz konusu mahkeme kararlan nedeniyle her iki
şirketin işletmekte olduklan iletim tesislerinin Türkiye Elektrik İletim A.Ş.’ye devri yeni bir
yargı süreci nedeniyle kesintiye uğrayacaktı. Uzanlar, yine olayı mahkeme koridorlarına
taşıyacaklardı.
Bu yolla şirketlerin elinde bulunan tapu sayısı 60 bini aşıyordu. Kafalara akılan soru ise:
"Uzanlar neden tapuları şirketlerin üzerine yapmıştı ve tapuların şirketlerin üzerinde
olmasının sakıncası neydi?"
Bir gün şirkete el konması gündeme gelirse ki usulsüzlüklerden dolayı her zaman böyle bir
olasılık vardı; o zaman Uzanlar, kamuyu tapuların bedelini ödemek durumuyla karşı karşıya
bırakmak niyetindeydiler.
Daha önce 2001 yılında 209 trilyon zarar ettiğini açıklayan ve mâliyenin yaptığı inceleme
sonucunda da 224 trilyon kâr rakamı beyan etmek zorunda kalan ÇEAŞ’ın imtiyaz
sözleşmesinin iptali konusunda Danıştay’a açılan davanın 24 Mart 2003 tarihli duruşmasında
davasından feragat edilmesiyle bir buçuk aylık bir sessizlik yaşanmıştı.
Bir buçuk aylık bir sessizliğin ardından yaklaşan kasırganın ilk esintileri duyulmaya başlandı.
3 Haziran 2003 tarihinde TBMM Yolsuzlukları Araştırma Komisyonu’nun daveti üzerine, enerji
sektöründeki yolsuzlukları anlatmaya giden Enerji Bakanı Hilmi Güler, ÇEAŞ ve Kepez ile ilgili
sorulara da muhatap olmuştu. Güler, ÇEAŞ ve Kepez’deki usulsüzlüklere rağmen el koyma
karan uygulanamamasından yakınmıştı.
"Kanunu Tanımıyorlar"
TBMM Yolsuzlukları Araştırma Komisyonu üyesi bir milletvekilinin "ÇEAŞ ve Kepez’deki son
durum nedir? " şeklindeki bir sorusuna Güler’in verdiği yanıt şoyleydi:
"Bu bizim şu anda en temel konularımızdan birisi. Hassas bir konu. Şimdi EPDK’nın 4628 Nolu
Kanuna göre 31 Aralık (2002) günü bunların iletimi bize devretmeleri gerekiyor. Biliyorsunuz
bunların bir üretimi, bir dağıtımı, bir de satışı var. İletim hatlarını bize devretmeleri lazım.
Bunlara yazı yazdık, devredin diye ihtar çektik, olmadığı takdirde anlaşmayı feshedeceğiz diye.
İki mahkemeden birer gün arayla yürütmeyi durdurma kararı aldılar ve şu anda
görüşmelerimiz sürüyor. Aslında üretim ve dağıtım mı hangisini tercih ettiğini bildirmesi
lazım. Bunlar şeyi dinlemiyorlar, kanunu saymıyorlar. 4628’e tabii değiliz diyorlar. Dolayısıyla
Akdeniz, Antalya, Adana, Osmaniye o bölgede böyle bir durumla karşı karşıyayız. Ancak
dediğim gibi 2058’e kadar da, 1998 yılında yapılan anlaşmayla daha evvelki var tabii, eskiye
dayanıyor. Fakat bunlar 2058 yılına kadar barajların sahibi konumunda bizden aldıkları
elektriği satıyorlar. Yani yüzde 85 bizden alıyorlar, aldığı elektiriği dağıtıyorlar. İletim
hatlarıyla devlet uğraşıyor."
Komisyon üyesi milletvekili Nimet Çubukçu, helkesin merak ettiği soruyu sorar:
"Devletten ÇEAŞ’a kaynak aktarılmış mıdır? Elektrik satış anlaşması imzalanmış mıdır?
Elektrik satış anlaşması yoksa bir el koyma gündeme gelebilir mi?"
Hilmi Güler gayet temkinli ama belli mesajlar taşıyan şu yanıtı verir:
"En fazla ağrıyan noktalardan birine dokundunuz. Bu biraz önce söylediğim konular kadar
büyük bir konu ve senelerdir hiçbir hükümet bilerek ya da bilmeyerek hep burayı by-pass
yapmış. Gelmiş atlamış, gelmiş atlamış. Görüyor ama gelmiş sağından gitmiş, solundan gitmiş,
hiç dokunmamışlar. Bu halının altındaki toz falan değil, bu halının üstündeki bir toz; ama,
herkes sağından solundan geçiyor, hani sobanın kenarından geçer gibi. Şimdi bu bizim
elimizde, elektrik satış anlaşması ve tarife dediğimiz şeyler imzalanmadığı halde devam ediyor.
Bizim elektriğimizi alıyor, satıyor ve bizim TEDAŞ gibi yapmıyor, özel yerlere satıyor. Arızasız,
problemsiz, büyük yerlere satıyor ve bizim gibi TEDAŞ gibi yapmıyor, özel yerlere satıyor. Biz
küçüklerle uğraşıyoruz ve çoğu şeyi de sıkıntıya sokuyor. Mesela, diyelim ki, siz o bölgede
otoprodüktör yaptınız, bir santral kurdunuz elektriğinizi kendi hatlarına bağlamıyor ve
hukuken yapması gereken çoğu şeyi yapmıyor. Hep zamana oynuyor, hep uzatmalarla, hep
hukukun incelikleriyle ona paralel sürdürüyor şeyini ve şöyle söyleyeyim; şu anda aslında 31
Aralık’ta bize teslim etmeleri lazımdı, o kanunu tanımıyorlar; o el koyma şeyini de gündeme
getirdik, ancak el atmayı önleyecek bir kararla mahkemeden yürütmeyi durdurma kararı
aldılar. Çalışmalarımız sürüyor, çok mühim bir konu; fakat olayın başka boyutlara çekilmesini
de istemiyoruz. Olay sadece hukuki zeminde yürümeli. Fakat başka tarafa çekilebilir. Yaygara
koparacak, diyecek ki: ‘İşte yükseliyoruz o nedenle bize mani olmaya çalışıyorlar.’ "
Bu sözlerin üzerinden bir hafta geçmişti ki; 12 Mayıs 2003 tarihinde ÇEAŞ ve Kepez’e el
konduğu haberi ortalığı karıştırmıştı. Hemen şirketlerin borsadaki hisseleri işleme kapatılmış,
ardından Eneıji Bakanlığı’nın aşağıdaki açıklamayı yapmıştı:
"3096 Sayılı kanuna göre istihsal edilen Bakanlar Kurulu Kararları çerçevesinde 9.3.1998
tarihinde Bakanlığımız ile Çukurova Elektrik ve Kepez Elektrik arasında imzalanmış olan
Görev Verilmesine İlişkin İmtiyaz Sözleşmeleri, anılan şirketlerin mevzuat ve sözleşme
hükümlerini sürekli ihlal etmeleri nedeniyle feshini düzenleyen maddeler uyarınca fesih (iptal)
edilmiştir. Mülkiyeti kamuya ait olup iptal edilen İmtiyaz Sözleşmeleri kapsamında anılan
şirketler tarafından işletilen tesislere ilişkin şirket kusuru nedeni ile sözleşmelerin feshi
(iptali) neticesinde Bakanlığımız tarafından el konulmuş olup, bu nedenle şirketlerin görev
bölgelerinde faaliyet göstermeleri bundan böyle hukuken mümkün bulunmamaktadır."
El koymayla ilgili Bakanlar Kurulu Karan (Karar Sayısı 2003/9800), beş gün sonra 17 Haziran
2003 tarihli Resmi Gazete’de yayınlandı.
"II. Dünya Savaşı’nın sonrası dünyada sanayileşme ve liberalleşme süreci 1950’li yıllarda
Menderes’in iktidarı döneminde ülkemizde de etkisini göstermiş, Dünya Bankası'nın
30.000.000 TL kredisiyle yapımına 1950 yılında başlanan Seyhan I Hidroelektrik Santrali
(3x20 MW kurulu güçtekinin) Çukurova’nın elektriklendirilmesinin saptanması ülkemizde
enerji sektöründe liberalleşmenin (serbestleşmesinin) başlangıcı olarak Adana Belediyesi,
Sabancı, Akbank, Çukobirlik, Türk Ticaret Bankası, Pamukbank ve İş Bankası bölgedeki küçük
ve orta ölçekli sanayi ve ticaretle uğraşanların da ortak olduğu Çukurova Elektrik Türk
Anonim Ortaklığı 30.000.000 TL sermaye ile kurulması ve Bayındırlık Bakanlığı’mn 26.08.1953
tarih 3/14482 Sayılı kararı ile Seyhan-İçel vilayetlerinin enerji üretim ve dağıtımı (500 KW
üzeri) toptan satışı imtiyazı verilmiştir. İmtiyazın süresi 49 yıldır. Normal koşullarda imtiyaz
25.08.2002 tarihinde sona erecekti. 50 yıllık imtiyaz bu imtiyazın 10 yıllık Uzan dönemi
Türkiye ve dünya kamuoyunu meşgul etmiştir.
Eğer siyasal iktidarlar bu süreçte daha tutarlı davranmış olsalardı 26.08.1953 yılında
Çukurova Elektrik Türk Anonim Ortaklığı’na 49 yıllığına verilen (Adana ve İçel) illerinde
elektrik üretim ve dağıtım hizmetleri 25.08.2002 tarihinde sona erecekti. Çünkü imtiyaz süresi
içerisinde 09.03.1998 tarihinde Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı ile Görev Sözleşmesi yine
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı ile Bakanlar Kurulunun 25.09.1988 gün ve 88/13314 Sayılı
kararı ile Adana, Mersin, Hatay, Osmaniye illeri ile Kahramanmaraş ilinin üç köyünde elektrik
üretim, iletim dağıtım ve ticareti hizmetlerinin yapılması için görev verilmesine İlişkin İmtiyaz
Sözleşmesi imzalanmıştır.
26.08.1953 yılındaki ilk İmtiyaz Sözleşmesi’nin 12. maddesinde belirtilen imtiyazın son 15 yılı
olan 1988 yılında neden yeni bir imtiyaz sözleşmesi yapılmış ve 70 yıllık yeni bir imtiyaz süresi
sağlanmıştır. Eğer bu sözleşme yapılmamış olsaydı, 25.08.2002 tarihinde Enerji ve Tabii
Kaynaklar Bakanlığı Çukurova Elektrik A.Ş. devralacaktı. Hiç bu kadar gürültü
koparılmayacak ama sudan ürettiği elektriğin kWh’ni 0,4 Cent’e mal edip 7,5 Cent’e toptan
fiyatla satan her yıl 1 milyar dolar cirosu olan böylesi kârlı bu kurum, gelmiş geçmiş tüm
siyasal iktidarların iştahını kabartmıştır. Ve kabartmaya devam edecektir."
Kalleş...
Recep Tayip Erdoğan başbakanlığındaki hükümet üyelerinin imzasını taşıyan kararname
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından da imzalanmış, artık geri dönülmez bir yola
girilmişti.
Cem Uzan, bu operasyon hakkındaki görüşünü ertesi gün Star gazetesinin manşetinden dile
getirdi.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın boy resminin yanına: "Buna mı gücün yetiyor KALLEŞ"
diye yazıldı.
Altına da: "Cumhuriyet tarihinde böyle bir kalleşlik görülmedi" denilirken, bugüne kadar hiçbir
siyasi partinin, rakibini bu şekilde yok etmeye çalışmadığı vurgulandı. Bu yaklaşım Uzan’ın
siyasete giriş nedenini; şirketlerinin başına bir şey gelmesi halinde, bu kararı veren iktidarı
"siyasi rakibini yok etmekle" suçlayacağı tahmininde bulunanları haklı çıkartıyordu.
Bu manşetin yayınladığı 13 Mayıs günü Bursa’da Genç Parti mitinginde konuşan Cem Uzan,
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan için daha ağır bir laf edecektir: "ALLAHSIZ."
"Şimdi ne diyorlar biliyor musunuz? ‘Biz hükümetiz ama iktidar değiliz,’ diyorlar. Başbakanlık
makamında oturan zatın kendi ifadesi bu.
Lafa bakın: ‘Hükümetiz ama iktidar değiliz...’ Yani bunlar iktidarsız iktidar. Aslında doğru
söylüyorlar. AKP hükümet ama iktidar IMF. Bu 365 milletvekiliyle tek başına hükümet olan
iktidarsız hükümet var ya, bunları bir Genç Parti korkusu sardı ki sormayın? Aslında millet
korkusu sardı bunları. Genel başkanları kendi ağzıyla: ‘Bizim tek rakibimiz Cem Uzan ve Genç
Parti’dir’ diyor. Bu lafı söylemesinin üzerinden iki gün geçmiyor ki: 'ÇEAŞ ve Kepez’i gasp
edin,’ diye emir çıkartıyor, işgal ettiriyor. Senin bu yaptığına eşkıyalık denir, eşkıyalık... Bugün
‘El koydum’ dediğin, ‘İşgal ettim’ dediğin ÇEAŞ ve Kepez 65 bin adet tapusu, 11 adet barajı, 5
bin kilometre enerji iletim hattı, 400 trilyon lira kârı, piyasa değeri 6 milyar dolar olan bir
varlıktır. Bu varlığın bedelini ödemeden neyi alıyorsun? Neye el koyuyorsun? Bütün bunları
bedavaya mı alacaksın, a dinsiz, a kalleş herif...
Sen devleti düpedüz hırsız yerine koyuyorsun. Bulunduğun makamı siyasi ihtiraslarına alet
ediyorsun. Devleti kanun tanımaz duruma düşürüyorsun. Devleti iki paralık ettin, devleti
hukuk bilmez duruma düşürdün.
Ey kalleş adam, sana tapulu malım olan ÇEAŞ ve Kepez’i yedirirsem bana da adam demesinler.
Hele hele bu yaptıklarınla millet düşmanı, bir IMF uşağı olduğunu bas bas bağırmamızı
engelleyeceğini zannediyorsan, ümitlenme...
Bak kalleş adam... Sen ne biçim bir Müslümansın be adam. Müslüman haram yemez.
Müslüman kul hakkına tecavüz etmez. Sen devletin tapusunu çiğnemeye, haneye tecavüz
etmeye hiç mi çekinmedin? Senin gözünü korku ve ihtiras bürümüş. Kalleş adam, sen yoldan
çıkmışsın, sen iflah olmazsın, sen de Allah korkusu kalmamış. Sen Allahsız olmuşsun, Allahsız
herif... ÇEAŞ ve Kepez’de benim ortaklığım var ya. Aklınca beni yıldıracak, aklınca beni
sindirecek. Ey kalleş adam, bilmezsin ki benim malım da bu vatana feda, canım da bu vatana
feda... Kalleş adam beni iyi dinle. Bak, bu üzerimdeki beyaz gömlek var ya, bu beyaz gömlek.
Bu benim kefenim. Hadi gel canımı da al ala-biliyorsan, hadi gel canımı da al."
Kemal Uzan, BDDK Başkanı Engin Akçakoca’yı ziyarete onbir kişiyle gitti. Engin Akçakoca,
sözü fazla uzatmadan konuya girerek: "ÇEAŞ ve Kepez'e el kondu, banka için ne
düşünüyorsunuz, para koyacak mısınız, ne yapacaksınız, kararınız nedir?" diye sorar.
Kemal Uzan’ın kafasında ise ÇEAŞ ve Kepez vardır. Kemal Uzan, Akçakoca’nın sorusuna
karşılık vermek yerine "ÇEAŞ ve Kepez’e el konunca beni ilk arayıp geçmiş olsun diyen kim
biliyor musunuz?" diye sorar.
Yanıtı yine kendisi verir: "Beni ilk arayıp geçmiş olsun diyen Cumhurbaşkanı Süleyman
Demirel oldu," der. Gerçekten de, 1960’lı yıllardan beri yakın ilişkide olduğu söylenen ve 1991
yılında Ahmet Özal, Star 1 Televizyonu'na haciz koydururken, polislerin geri çekilmesinde
zamanın İstanbul Valisi aracılığı ile Emniyet Müdürü Mehmet Ağar’a talimatı iletilen, 1995
yılında ÇEAŞ’a el konması ile ilgili karamameyi zamanın Çiller Hükümeti’ne iade eden
Demirel, Uzan Grubu’na vefasını bir kez daha göstermiş, zor gününde geçmiş olsun dileğini
iletmiştir.
Ve ardından 26 Mayıs günü Kemal Uzan başta olmak üzere yönetim kurulunun topluca istifa
ettiği, piyasalara bomba gibi düşmüştür.
ÇEAŞ ve Kepez’e el koymayla başlayan sarsıntı artık Türkiye Hazine’sini zora sokacak bir
yıkıma dönüşmek üzeredir.
Yolsuzluk Milenyumu
Daha öncede söylediğimiz gibi, İmar Bankası yolsuzluğu değil Türkiye, dünya tarihine de
geçecek özellikler taşımaktadır. Türkiye, bu olay ile rakamsal boyutu, organizasyonu,
teknolojinin son imkânlarından yararlanılması ile BDDK’ya göre ortaya çıkarılması imkânsız
derecede zor bir yolsuzluk yöntemiyle tanışacaktır.
Bu olaydan birkaç yıl Önce Türkiye yeni milenyuma, tarihinin en büyük krizi ve yolsuzlukları
ile boğuşarak girmiştir.
1999 yılında beş bankaya el konmasının ardından, BDDK’nın raporlarıyla, 2001 ve 2002
yılında el konulan 20’nin üzerindeki bankada 50 milyar dolara yakın zararın ortaya çıkığı
gözler önüne serilmiştir.
Türk halkı bu döneme kadar bankaların sahipleri tarafından içlerinin boşaltılması olayını bu
kadar çarpıcı biçimde yaşamamıştır. 1994 yılında yaşanan ekonomik kriz sırasında TYT Bank,
Impexbank ve Marmarabank’ta da bu sorunlar ortaya çıkmıştır; ancak o günün koşullarında
fotoğraf bu kadar net değildir.
a) İnançlı krediler,
b) Back to back krediler, (İki banka sahibinin karşılıklı aynı miktarda kredi açmaları işlemi,
diğer bir adı da "Al gülüm ver gülüm kredileri"),
Bu yolsuzluklar yapılan incelemeler sırasında kolayca tespit edilebiliyordu. Yani açılan bir
kredinin nereye kullanıldığı kolayca ortaya çıkıyordu.
İmar Bankası’na el konulana kadar, devlet yönetimine geçen bankalarda devir tarihi itibariyle
toplam zarar 17 milyar 273 milyon dolardı. Bu zararın 11 milyar dolarlık bölümü, hâkim
ortakların bankalardan yasal limitlerin üzerinde kaynak kullanmasından, yani yaygın adıyla
"hortumlamasından" kaynaklanıyordu. Halkın paralarını riskli olduğunu bilmesine ya da
sezmesine rağmen, gidip de bu bankalara yatırmasındaki en önemli etken, devletin mevduata
verdiği sınırsız güvenceydi. Bu güvencenin faturası ise 26 milyar dolar olarak gerçekleşti.
2000 yılı Kasım krizinden sonra hükümetin, el konulan bankaların tüm yükümlülüklerinin
üstlenileceğini açıklaması, bu faturanın kabarmasında etkili oldu.
Ancak İmar Bankası tek başına 6.5 milyar dolarlık yolsuzluk olarak tarihe geçerken, yolsuzluk
yöntemi üzerinde de ayrıntıları ile durmak gerekiyor.
İmar Bankası olayının, bankaya el konulmadan ortaya çıkarılabilmesi mümkün olmayan bir
boyuta ulaşmasında, Uzan Grubu’nun sahip olduğu teknolojik altyapı oldukça etkiliydi.
Nitekim BDDK’nın Ekim aymda yayınladığı rapor durumu bütün çıplaklığı ile gözler önüne
seriyordu.
İmar Bankası reklamlarındaki ifadeyle söylersek: "Dövize ve Türk Lirası’na Yüksek Faiz İmar
Bankası’ndan" herhangi bir riske karşı yüzde 100 güvence ise devlettendi.
Daha öncede belirttiğimiz gibi, İmar Bankası 1991 yılı sonunda çıkan "batıyor" söylentileri
sonucunda, mevduat rakamı 2.7 trilyon lirada kalmıştı.
1992 yılı sonu itibariyle mevduat, ancak 2.9 trilyon lira olabilmişti.
İmar Bankası’dakı mevduat tutan 1993 yılında 5 trilyonken, 1994 kriziyle birlikte Çiller
Hükümeti’nin mevduatlara getirdiği sınırsız güvence ile 1994 sonu itibariyle 12 trilyon liraya,
1995 sonu itibariyle de 40 trilyon liraya çıkmıştı.
"Dövize, Türk Lirasına En Yüksek Faiz Sloganı" bu rakamı 1996 yılında 125 trilyon liraya, 1997
yılında 208 trilyon liraya yükseltmişti.
1998 yılında da 344 trilyona kadar yükselen mevduat, İmar Bankası’na el konduğu 3 Temmuz
2003 tarihi itibariyle 750 trilyon düzeyindeydi.
Bir yandan ÇEAŞ, Kepez ve Telsim’den akan sıcak para, diğer yandan yüksek faizin cazibesine
koşup milyon dolarları banka şubelerine götürenler, Uzanlar’ın yıkılmayacakmış gibi duran
imparatorluğunu günden güne büyütmüştü. Nitekim 6 Haziran 2003 günü yapılan Petkim
İhalesi’ne 605 milyon dolarla en yüksek teklifi yine Uzan Grubu vermişti.
Türkiye’de finans tarihi göstermiştir ki; diğerlerine göre yüksek faiz veren her banka, mutlaka
birtakım eksikliklerini gizliyordur ve her zaman risk altındadır.
El konulan bankalara baktığımızda yüksek faiz, bankaların zayıf mali bünyesi olduğu gibi,
sahibi tarafından hortulamlanan paraların da peçelemesinde önemli bir işleve sahipti.
İmar Bankası da, arkasında sağlam nakit kaynaklan olan çok büyük bir gruba bağlı olarak
çalışıyordu.
Piyasada çek’ine rastlanmayan bankanın en büyük riski de yine sahibi olan Uzan Grubu’na
verilen kredilerdi. Bir de öz sermaye sorunu vardı.
"Kredilerinin tamamına yakın kısmının hâkim hissedar olan Uzan Grubu’na kullandırılması,
bankacılık işlevlerinden uzaklaşması, risk yoğunlaşması yaşaması, gelir-gider dengesinin
bozulması, kârlılığın düşmesi ve likidite sıkışıklığının artması..."
Banka 1999 yılında Hazine Müsteşarlığı tarafından hazırlanan ve "Türk Bankacılık Sistemi,
Sorunlu Bankalar ve Alınması Gereken Tedbirler Hakkındaki Not"ta da yakın gözetim altında
tutulan bankalar arasında sayılıyordu.
O tarihte birkaç banka ile birlikte İmar Bankası ve Adabank’m yapılarındaki en önemli sorun
grup kredilerinin yüksekliği olarak gösteriliyordu.
Nitekim Türkiye Büyük Millet Meclisi Yolsuzlukları Araştırma Komisyonu, bankalarla ilgili
incelemesi sırasında ortaya çıkan bir belge Uzan Grubu bankaları ile ilgili olarak alınabilecek
önlemlerin çok daha erken devreye sokulabileceğini gösteriyordu.
Ancak her iki kurum tarafından gönderilen yazılı yanıtta oıjinalin kendilerinde olmadığı,
belgenin Hazine Müsteşarlığı tarafından düzenlendiği, dolayısıyla adresin BDDK olabileceği
belirtilmişti.
Çünkü sorunlu bankalarla ilgili Not'ta bir sorun vardı. Yakın gözetim altında tutulan Etibank,
Bayındırbank, Kıbrıs Kredi Bankası, Türkbank, Interbank ve Bank Ekspres ile ilgili alınması
gereken önlemler tek tek sıralanırken, üzerleri daksil ile silinmiş olan İmar Bankası ve
Adabank için sahibi olan grupların mali bünyelerinin kullanılan grup kredilerini karşılamaya
yeteceği bilgisine yer veriliyordu.
Bu bankalardan İmar ve Adabank ise 2003 yılına kadar durumunu korurken, kaderleri ÇEAŞ
ve Kepez’e el konmasıyla birlikte yaşanan mevduat çekilişlerini karşılayamadığı için,
diğerlerinden farklı olmadı.
Bankayı yakından takip eden BDDK, KKTC’de kurulu İmar off-shore nezdinde bulunan
depoların tasfiye edilmesi, sermayenin artırılması da dahil olmak üzere, duran varlıklarının
elden çıkarılması suretiyle kaynak sağlanmasına yönelik tedbirlerin alınmasını istiyordu.
Aynca 2000 yılı faaliyetleri sonucunda elde edilen kârın dağıtılmayarak bünyede bırakılması
dahil, öz kaynakların güçlendirilmesine yönelik tedbirler alması, grup kredilerinin azaltılması
ile İmar off-shore’a yapılan depoların makul seviyeye çekilmesi hususunda gerçekçi ve
uygulanabilir planlar sunulması bekleneniyordu.
Ancak Uzan Grubu, grup kredilerini tasfiye edememesi üzerine, BDDK 12 Temmuz 2001
tarihinde, Bankalar Kanunu’na göre, İmar Bankası Yönetim Kurulu’na bir üye atanması ve bu
üyenin imzalamadığı kararların icra edilmemesi doğrultusunda bir karar almıştı.
Yani bankanın yönetiminde BDDK etkili bir rol almıştı. BDDK, 26 Aralık 2001 tarihinde, veto
hakkı olan üyenin yanına İmar Bankası’na ikinci bir yönetim kurulu üyesi atamıştı.
BDDK’nin iki üye atayarak içerden denetimi ile birlikte yapılan dış denetimler sonucunda İmar
Bankası bilançosu üzerinde olumlu gelişmeler tespit edilmişti.
Yerinde denetimlerde, 31 Aralık 2001 tarihi itibariyle Uzan Grubu’nun nakdi kredilerinin
reeskontlar dahil toplam tutarının 924,748 milyar TL (642.5 milyon ABD dolan), İmar off-shore
depolarının tutarının ise reeskontlar dahil 384.302 milyar TL (267 milyon ABD dolan)
düzeyinde gerçekleştiği (toplam grup riski 909.5 milyon ABD doları) belirlenmişti.
Diğer taraftan, denetimlerin devam ettiği süreçte grubun bankadan kullandığı kredilerin
reeskontlarından 3 Haziran 2002 tarihi itibariyle 237.190 milyar TL (yıl sonu kuru ile 164.8
milyon ABD doları), Nisan 2002 itibarıyla İmar off-shore depolarından 171.834 milyar TL (yıl
sonu kuru ile 119,4 milyon ABD dolan) tahsilat sağlanmıştı. Grup firmalarına kullandırılan
kredilerin faiz borçlarınm karşılığı olmak üzere Çukurova Elektrik A.Ş.’nin tahsilatlarından
yaklaşık 50 trilyon TL temlik ile diğer grup firmalarından muhtelif teminatlar alınmıştı.
Banka ortaklarınca sermayenin 70 trilyon TL’den 140 trilyon TL’ye çıkarılmasına ilişkin
ödemeler yerine getirilmişti.
31 Aralık 2001 tarihinden 17 Temmuz 2002 tarihine kadar geçen süreçte yaşanan olumlu
gelişmeler üzerine BDDK, yönetim kuruluna atadığı üyenin görevine devam etmesine gerek
olmadığına, yönetim kurulundaki diğer üyenin ise mali bünyeyi yakından izlemek üzere
görevine devam etmesinin uygun olduğuna karar vermişti. Bu süreçte banka, özellikle 2002
yılından itibaren grup kredilerinin anapara ve birikmiş faiz alacağından önemli miktarlarda
tahsilat sağlamış, ancak BDDK tarafından öngörülen geri ödeme planındaki hedefleri yerine
getirilmekte zorlanmıştı.
İmar Bankası ile ilgili son olarak 5 Haziran 2003 tarihinde Seydi Uğurlu ve Nazım Demirtaş
adlı Bankalar Yeminli Murakıpları tarafından hazırlanan R-2, R-4 Sayılı İmar Bankası Mali
Bünye Raporu’nda, bankanın likiditesinin, Uzan Grubu’nun taahhütlerini vadesinde yerine
getirmesine bağlı olduğu belirtmişti.
Rapora göre önemli bir sorun görünmüyordu. İmar Bankası’ndaki gözetim, bankaya el
konduğu 3 Temmuz 2003 tarihine kadar da sürmüştü. Gözetimde bulunduğu süre içinde
bankaya mali bünyesinin iyileştirilmesi için talimatlar verilmişve özellikle Uzan Grubu’na ilave
kaynak aktarılmaması ve grup risklerinin tasfiyesi istenmişti.
Ancak bu saadet dönemi ÇEAŞ ve Kepez’e el konmasıyla bitmişti. Banka bilançosunun vade
yapısının uyumsuzluğu ve elektrik şirketlerine el konularak para akışının durması, İmar
Bankası’nı iyice yönetilemez hale getirmişti.
ÇEAŞ ve Kepez’e el konmasıyla İmar Bankası ile İmar off-shore’dan mevduat çekilişleri
hızlanmaya başlamıştı. Oysa aynı şirketlere 1995 yılında da el konmuştu, ama o zaman böyle
bir sorun ortaya çıkmamıştı.
Toplu İstifa
Acaba, bu olayın yalnız ÇEAŞ ve Kepez’e el konmasıyla sınırlı kalmayacağını düşünenler mi
vardı? O günlerde böyle bir düşünceye kapılanlar arasında Kemal Uzan da olmalı ki; birçok
şirkete ilişkin belge ile şirket bilgilerini içeren bilgisayarları gizlemek ve bir anlamda yeni bir
merkez oluşturmak için, Florya Şenlikköy’de bir bina tutulması emrini vermişti.
Kötüye gidiş durdurulamaymca 26 Haziran 2003 tarihinde BDDK’nın atadığı üye hariç, Kemal
Uzan ve tüm İmar Bankası Yönetim Kurulu bir anda bankayı kaderine terk etmiş, Kemal Uzan
dahil tüm yönetim istifa etmişti.
ÇEAŞ ve Kepez’e el konması ile istifaların yaşandığı iki hafta içinde Türk Lirası mevduattan 89
trilyon 8 milyar TL, döviz tevdiat hesaplarından ise 24 milyon ABD doları çekiliş yaşanmıştı.
Bu kritik dönemde Uzan Grubu, İmar Bankası aracılığı ile İmar off-shore’a yaptıkları depo
miktarını azaltmak yerine, 89 trilyon arttırmıştı. 12 Haziran günü 145 trilyon olan depo
rakamı, 26 Haziran’da 234 trilyona çıkmış; bankanın likiditesi 35 trilyondan 6 trilyona inmişti.
Bankanın yüzde 35 hissesinin de sahibi olan Kemal Uzan ve diğer yönetim kurul üyelerinin
istifaları o kadar ani ve hızlı olmuştu ki, banka teşkilatından bile gizlenmişti.
Talihsizlikler
İmar Bankası halatları kopmuş bir gemi gibi belirsiz bir rotada ilerlerken, Uzanlar, ani istifa
kararlan ile onları yıllarca istediği limana taşıyan İmar Bankası’nı kaptansız bırakmışlardı.
Yönetimi boşalan İmar Bankası’na atama yapmak için karar gerekiyordu ve karar yeter sayısı
ise beşti. Yani karar almak için beş üyenin oyu lazımdı.
Ancak BDDK Kurul üyelerinden ikisi 13 Haziran tarihi itibariyle yasada öngörülen görev süresi
dolduğu için ayrılmıştı.
Sonunda boş bulunan üyeliğe atama ancak 1 Temmuz 2003 tarihinde yapılabildi. Yeni üyeler,
yemin işlemlerinin ardından, 2 Temmuz 2003 tarihinde göreve başladı ve topluca istifa eden
İmar Bankası Yönetim Kurulu Üyelerinin yerine yenileri atanabildi.
Böylece devlet, bilançoda görülen 750 trilyon lirayı ödeyecekti. Bankanın yükümlülüklerinin
ise Uzan Grubu şirketlerinin teminat mektuplarından oluştuğunu gören BDDK, bunları
ödemekten kurtulmak için Bankalar Kanunu’nun 16’ıncı maddesinin l’inci Fıkrasına göre İmar
Bankası’nın yönetim ve denetimini fona almıştı.
5 Temmuz 2003 tarihinde de BDDK’nın başvurusu üzerine Ankara 1. Asliye Ticaret Mahkemesi
yönetimi, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na geçen İmar Bankası’nın ortakları, yönetim kurulu
üyeleri ve yöneticilerinin malvarlığına ihtiyati tedbir karan koymuştu. Malvarlığına tedbir
konan isimler arasında Cem Uzan ile babası Kemal Uzan ve eşi de bulunuyordu.
Bankaya el konmasından sonra BDDK karan ile İmar Bankası’na 3 Temmuz 2003’de yeni
yönetim kurulu üyeleri atanmıştı ki, Uzan döneminden kalan üst düzey yöneticilerin de
aralarında bulunduğu 42 kişi yeni yönetime istifalarını sunmuştu.
İstifaların Uzanlar’ın bankayı terk etmesinden sonra değil de, BDDK’nın yeni yönetim kurulu
atamasından sonra yaşanması oldukça ilginç bir gelişmeydi.
İstifa edenler arasında Genel Müdür Yardımcıları, Teftiş Kurulu Başkanı, İç Kontrol Müdürü,
altı adet birim müdür ve yardımcısı ile hukuk birimindeki avukatların tamamı bulunuyordu.
Yani bir anlamda İmar Bankası’nın beyni veya yaşayan hafızası ortadan kaybolmuş, silinmişti.
1- Bankanın sonuç itibariyle tasfiye edileceğinden hareketle, ücret ve diğer mali haklarının
uzun sürede ödenmeyeceği kaygısı,
Özellikle kaynağı belli olmayan yerden gelen istifa telkinlerinin adresi Uzanlar mıydı?
Eğer bu istifalar bir organize hareketin parçası ise bankanın "yaşayan hafızası" siliniyordu.
İncelemeler sonucunda Uzanlar’ın yalnız insanlara dayalı hafızayı değil, bankanın bilgisayar
hafızalarını da tamamen sildiği ortaya çıkacaktı. Bu iki operasyon birleştirildiğinde, istifaların
aslında önceden planlanmış bir hareket olduğunu izlenimini de doğuyordu.
4 Temmuz itibariyle 1.520 personeli bulunan İmar Bankası’ndan istifa eden personel sayısı 30
Eylül 2003 tarihi itibariyle 169 kişiye ulaşacaktı.
Ancak Uzanlar yalnız bir kişiyi değil, ikisi döviz bürosu olmak üzere toplam 171 İmar Bankası
şubesinin 115’inin müdürünü lise mezunları arasından seçmişti.
Uzanlar’ın kurduğu sistemin anahtarı da işte bu noktada gizliydi: Uzan usulü personel
yönetimi.
Sağlanan sınırsız sağlık güvencesiyle tam bir aidiyet duygusu yaratılan İmar Bankası’nda
yönetici düzeyinde bulunan personelin ailesinin bir ferdi de, diğer bir Uzan Grubu şirketinde
istihdam ediliyordu.
Personel, mevduat kabul etme ve verme dışında diğer bankacılık işlemlerini yerine getirmede
eksik, imza yetkisi olanların bile inisiyatiflerinin yok denecek kadar az ve bankacılık işlemlerini
yerine getirmek için gerekli elektronik aletleri kullanma konusunda yetkisizdi.
Çalışanların cep telefonlarında Uzanlar’a ait Telsim hatlarını kullanmalan teşvik ediliyordu.
Banka içinde kişisel ve profesyonel iletişim yakından takip ediliyordu. Çalışanlar arasında,
kurumla ters düşülmesi durumunda "başıma bir iş gelir" yönünde kişisel zarar görebileceği
doğrultusunda tehdit algılaması da bulunuyordu.
Yapılan araştırmalarda bilgi-işlem adına mevcut uygulamalarla ilgili tek bir sayfa doküman,
prosedür, iç-dış yazışma, fatura, iş akış şeması, iş emirleri bulunamıyordu.
Bu durum, yazılı bilgilerden bir yerlere ulaşma şansını ortadan kaldırdığı gibi, bilgi almak için,
bilgi-işlem bölümünde çalışanları da ortadan kaldırmıştı.
İmar Bankası’nın otomasyon hizmetleri, yine Uzan Grubu’na bağlı Merkez Yatırım ve Ticaret
A.Ş. tarafından sağlanıyordu. Ancak bankaya el konmasından bir gün sonra, 4 Temmuz 2003
günü yeni İmar Bankası yönetimine gönderilen yazılı ile, verilen otomasyon hizmetlerinin
tümüyle durdurulduğu bildirilmişti.
Bu yetmezmiş gibi Merkez Yatınm A.Ş. geçmişe yönelik bankaya ait bilgilerin yeni yönetime
verilmesinde de imtina ediyordu.
Hem insan kaynağını yitiren, hem de teknolojik olarak işleyemez hale getirilerek adeta komaya
giren İmar Bankası ile ilgili hafızayı ele geçirmek isteyen BDDK, Şişli Cumhuriyet
Savcılığı’ndan aldığı izinle Mali Polis eşliğinde Merkez Yatırım A.Ş.’nin merkezine 4 Temmuz
günü bir baskın düzenlemişti.
Bu baskında elde edilebilen, yalnızca altı kartuş olmuştu. Bu kartuşların alacaklı/borçlu cari
vadeli mevduat listelerini içeren verileri taşıdığı tespit edilmişti. Baskında ısrarlı sorular ve
talepler engellenirken, herhangi bir arama yapılamamıştı. 15 Ağustos 2003 tarihine kadar tüm
çalışmalar bu liste üzerinden yapılabilmişti.
10 Temmuz 2003 tarihinde Merkez Yatırım şirket merkezinde yapılan ikinci baskında, şirkette
yalnızca teknik açıdan yetersiz bir personel ile karşılaşıldı. Bu girişim de sonuçsuz kalmıştı. Bu
kez 14 Temmuz 2003 tarihinde bilirkişi ile birlikte yapılan üçüncü baskında da hiçbir sonuç
elde edilememişti. Bilirkişi ve BDDK yetkilileri, daha önce elde edilen kartuşlardaki karartma
ve silintilerin tespitini yaparak mekândan ayrılmak zorunda kalmıştı.
O gün Merkez Yatınm’ın tüm personeli şirket merkezindeki yerlerinde hazırdı. Genel Müdür
Mustafa Akar da görevinin başında ancak Şişli Cumhuriyet Savcılarından Mecit Ceylan ile
birlikte BDDK ve mali polis ekiplerini karşısında görmekten dolayı şaşkın bir hali vardı.
BDDK yetkileri ve savcının sorularının karşılıksız kalması üzerine Sanmaz Demirtaş bilgi
almaya çalıştı.
Mustafa Akar ile Demirtaş arasında geçen şu konuşma ise herkesi güldürecekti:
S.D: Mustafa Bey siz şirketin genel müdürüsünüz. Saklamakla yükümlü olduğunuz bilgisayar
kartuşlarının yerini söyleyin.
M.A: Bilmiyorum.
M.A: Bilmiyorum.
S.D: Sonra?
M.A: Oradan da bir ofis boy alıp gidiyordu. Ondan sonrasını bilmiyorum.
O sırada Sanmaz Demirtaş, kartuşların üzerine konduğu belirtilen masaya doğru yaklaşıp, üç
kez vurur: tık, tık, tık.
Sonra Mustafa Akar’a döner ve "Mustafa Bey bak sen de bilmiyorsun. Masa da bir şey
söylemiyor. Lütfen bizi uğraştırmayın kartuşların yerini söyleyin" der.
Aslında uğraş boşunadır. Masanın ifadesi alınamadığı gibi, Mustafa Akar da ısrarla hiçbir şey
bilmediğini söylecektir.
Daha sonra iki kez Merkez Yatırım A.Ş’ye gidilecektir, ikinci gidişte şirkette hiçbir şeyden
haberi olmayan yalnız bir kişi bulunur. Son gidişte ise fişleri sökülmüş bilgisayarlar, tahrip
edilmiş masa ve sandalyeden başka bir şey bulunamaz.
Banka şubelerinde çalışanlar arasında "eski sistem" adıyla anılan 102 adet 1987 model TMX
tower’lar ile, "yeni sistem" adıyla anılan 69 adet 1998 yılında NCR tarafından teknolojik
desteği sona ermiş sistem olarak ilan edilmiş olan NCR Unix server kullanılıyordu.
Bu durum Uzan Grubu’nun hâkim olduğu teknolojik bilgi seviyesiyle oldukça büyük çelişki
oluşturuyordu.
169 şubenin tamamının şube root (superuser) şifresi hiç kimsede bulunamazken, sadece
Merkez Yatırım ve Ticaret A.Ş.’nin elinde bulunduğu tespit edilmişti. Ancak şifreler bankanın
yeni yönetimine teslim edilmemişti.
Şubelerin bilgi-işlem altyapısı 1980’li yılların teknolojisinde off-line olarak çalışan ve şubede
sınırlı sayıda bilgi tutabilen bir yapıdaydı. Şirketlerinin her yönünü takip eden Uzanlar’ın, İmar
Bankası ile genel müdürlük arasındaki telefon görüşmelerini de Telsim üzerinden yaptırdığı
ortaya çıkmıştı.
BDDK’nın atadığı yeni yönetimin, banka bilgilerine ulaşmasını önleyen bu yapılanmada,
şubelerin kullanıldığı faks, fotokopi gibi ofis makinelerinin ekonomik ömürlerini tamamlamış
olduğunu görmek kimseyi şaşırtmamıştı.
Uzanlar’ın İmar Bankası’nda kurduğu teknolojik altyapı, Merkez Yatırım A.Ş. ile şubelerin
gerektiğinde bağlantılı, gerektiğinde de bağlantısız çalışması esasına dayanıyordu.
Bu data hatları, istisnai data hattı problemlerindeki sorunlar dolayısıyla, ama çoğunlukla
merkezde yapılan ve şubelerce fark edilmesi istenmeyen birtakım çalışmalar nedeniyle
kapatılarak, şubeler off-line’a alınarak çalıştırılıyordu.
Off-line konumda oluşan işlemler, merkez ile kesik olan data hattı açılır açılmaz ana sisteme
aktarılmakta ve şube-merkez bilgi akışı sağlanmaktadır.
Bankanın üst düzey yöneticileri gibi, bankanın mali kontrol ve muhasebe birimlerinde azami
tecrübesi 6 ayı geçmeyen, dolayısıyla mali kontrol ve muhasebe konusunda yeterli bilgiye
sahip olmayan 5 personel dışındaki tüm personel istifa etmişti.
Bankada, 2003 yılına ait resmi defterlerin hiçbirinin işlenmediği gibi, birimdeki tüm
bilgisayarların silindiği, kayda değer hiçbir belgenin bulunmadığı bir ortam ile karşılaşılmıştı.
Birimde sadece dönemsel olarak kamu otoritesine bildirilen, ancak herhangi bir başka belge
ile karşılaştırma imkânı olmayan bir kısım raporlara ulaşılabilmişti. Bunun yanında Bankalar
Kanunu, Vergi Usul Kanunu ve Türk Ticaret Kanunu çerçevesinde tutulması gereken resmi
kayıtlar, banka eski yönetimi ve ortaklar tarafından teslim edilmemişti.
Ama söz konusu İmar Bankası olduğunda, Mevduat Birimi’nin bankanın mevduat rakamları ve
yapısı ile ilgili hiçbir bilgiye sahip olmadığı ortaya çıkacaktır.
Uzanlar mevduat bilgilerini, Mali Kontrol Birimince takip ediyorlardır, daha önce söylediğimiz
gibi bu birimde tecrübesiz beş kişi dışında herkes de istifa etmiştir. Elde edilen bilgilerden
bankada ne kadar mevduat olduğunu öğrenmenin imkânı yoktur. BDDK hazırladığı raporda,
mevduatının ne kadar olduğunu bilmeyen şubeler ve mevduat müdürlüğü gerçeği ile
karşılaşıldığını belirtecektir. Daha sonra da söz konusu rakamları bilen ve raporlayan kişilerin
raporlarla birlikte ayrıldığı anlaşılacaktır.
Bilinen 750 trilyon lira dolayında mevduat olduğudur. Ancak gerçeğin hiç de öyle olmadığı, çok
geçmeden anlaşılacak, İmar Bankası olayının yumuşak karnını da bu rakam oluşturacaktır.
Banka, Sermaye Piyasası Kurulu tarafından 25 Ekim 1990 tarihinde aracılık faaliyetlerinin
durdurulmasına karar verilmesi nedeniyle, aracı kuruluş niteliğini ve hazine bonosu alım satım
işlemleri gerçekleştirme yetkisini kaybetmiştir.
Ancak yeni yönetimi bu konuda da bir sürpriz bekliyordur. Yetkisi olmadığı halde, hem de
BDDK temsilcilerinin gözleri önünde trilyonlarca liralık hazine bonosu satışı yapıldığıortaya
çıkartılmıştır.
4 Temmuz 2003 tarihi itibariyle yapılan sayımlar sonucu bankanın genel müdürlük muhasebe
kasası, şube kasaları ve muhabir hesaplarda, toplam 589 milyar 281 milyon TL, 5 milyon 119
bin dolar ve 2 milyon 495 bin euro, 20 milyar TL’lik hazine bonosu ile 162,400 adet Eczacıbaşı
İlaç, 145,387 adet İzmir Demir Çelik, 259,740 adet Arçelik 797,122 adet YKB, 18,000 adet
ÇEAŞ hisse senedi bulunmuştur.
İmar Bankası’nda krediler birimi personelinin tamamına yakınının istifa etmiş olduğundan, 4
Temmuz 2003 tarihinde bankanın kredileri ile ilgili hiçbir bilgisine de ulaşılamamıştı.
Bu nedenle inceleme yalnızca 2003 yılına ilişkin bilgi-işlem sistemi dökümleri ile şubelerde
bulunabilen daha önceki yıllara ait kayıtlar incelenerek yapılabilmiştir.
Tüm bankalar yasal düzenlemeler gereği tek tip hesap planı ve muhasebeleştirme esaslarına
uygun kayıt tutmak zorundadırlar. Ancak her bankanın kendine özgü bir bilgi-işlem altyapısı ve
bunun üzerine kurulu bir kayıt, muhasebeleştirme ve raporlama sistemi bulunmaktadır.
Oldukça fazla sayıda bulunan ve torbalar halinde saklanan fişler dışında, şubelerin
gerçekleştirdikleri bankacılık işlemlerine ilişkin olarak, örneğin belli bir tarihte yatırılan
mevduat bilgileri gibi, bilgi-işlem sisteminden döküm alması mümkün olamamıştır.
Şubede kanunen tutulması zorunlu defterlerden sadece Damga Vergisi defteri şube çalışanlan
tarafından doldurulmuştur.
Özetle; söz konusu defterler her ne kadar şubeler tarafından notere tasdik ettirilmiş sayfalar
içermekte ve şubelerde saklanmakta ise de, içerik olarak tamamen genel müdürlük tarafından
hazırlanmaktaydı.
Yıl sonları itibariyle hazırlanması gereken, tutulması zorunlu defterlerin sonuncusu ise
"envanter defteri"dir. Bu defterin de Türk Ticaret Kanunu (TTK) hükümleri uyarınca notere
tasdik ettirilmesi gerekmektedir.
İmar Bankası şubelerinde, "envanter defteri", genel müdürlük tarafından yıl sonunu takip eden
günlerde posta ile gönderilen mizanlar kullanılarak düzenlenmiştir.
Yani defterikebir, yevmiye defteri ve envanter defterinin tamamının içeriği, fiilen genel
müdürlük tarafından oluşturulmuş durumdadır.
Şubelerin tek fonksiyonu defterleri notere tasdik ettirmek ve saklamak olmuştur. Öte yandan,
şube teftişine giden müfettişlerin incelemelerine esas teşkil etmek üzere, banka genel
müdürlüğünün talimatı ile Merkez Yatırım ve Ticaret A.Ş. tarafından ayrı bir muavin defter
gönderilmektedir.
Şube İşlemleri
İmar Bankası şubelerinde gerçekleştirilen temel bankacılık işlemleri, mevduat kabulü, hazine
bonosu satışı, İmar off-shore’a havale yapılması ve Uzan Grubu şirketlerine (Telsim, ÇEAŞ
gibi) ilişkin fatura tahsilatıydı.
Kredi işlemleri, tüm şubelerde olmayıp, belli şubelerde toplanmıştı. Diğer bir ifade ile, banka
şubelerinin önemli bir bölümünün temel fonksiyonu mevduat toplamaktan ibaretti.
Bunlar dışındaki şube kayıtlarının hemen hemen tamamı genel müdürlük tarafından
oluşturularak gönderilmekteydi.
İmar Bankası şubelerinde asgari 2 milyar TL veya 1000 USD/EUR tutarlarında vadeli mevduat
hesabı açılırken, 50 milyar TL’nin üzerinde mevduat hesabı açılabilmesi için ise, genel
müdürlükten onay alınması gerekiyordu.
- Banka şubelerine ait muavin defter, skont cetveli, mizan, bilanço ve benzeri defter ve
kayıtların dökümleri şubelerden çıktı olarak alınamamaktaydı. Bunların bir kısmı Merkez
Yatırım ve Ticaret A.Ş. tarafından çıktı olarak alınmakta ve şubelere yollanmaktaydı. Bir kısmı
ise şubelere bilgiişlem aracılığı ile gönderilerek şubelerce çıktı alınması sağlanmaktaydı.
Banka üst yönetimi tarafından, şube yönetici ve çalışanlarının minimum bilgiye sahip olması
amacıyla, şube bilgiişlem sisteminden alınabilecek raporlamalar sınırlandırılmıştı.
- Banka üst yönetimi tarafından, şube yönetici ve çalışanlarına minimum yetki devri esası
benimsenmişti. Bu çerçevede birçok işlemin gerçekleştirilmesi, katı bir onay sistemine tâbi
tutulmuştu.
- Bankada, niteliği ve eğitim düzeyi görece düşük personel istihdam edilirken, personele
düşük maaş verilmekteydi. Böylece, bankaca gerçekleştirilen işlemlerin personel tarafından
sorgulanması engellenmek istenmişti.
- Bankanın, şubelerde gerçekleştirdiği usulsüz işlemlere, genel müdürlük binasının giriş
katında bulunan Gayrettepe Şubesi’nde (Merkez Şube) yer verilmemekte veya minimum
düzeyde yer verilmekteydi.
Örneğin, bankanın diğer şubelerinde, gerçek mevduat ile fiili mevduat tutarları arasında
önemli bir eksiklik tespit edilmişken, Gayrettepe Şubesi’nde bu farkın, 04.07.2003 tarihli
skont karşılaştırma cetveli dikkate alındığında düşük olduğu görülmüştü. Aynı şubenin 2003
yılında müşteri hesaplarından kesmiş olduğu menkul sermaye iradı gelir vergisi ve fon payı
stopaj tutarlarının, aynı döneme ilişkin muhtasar beyannamelerdeki tutarlar ile uyumlu olduğu
tespit edilmişti.
Bu yolla, Banka Genel Müdürlüğü’nde incelemede bulunan denetim elemanlarının, örnek şube
incelemesi gerçekleştirmesi durumunda bankalarda genellikle en büyük ve en fazla işlem
çeşidi barındıran şubeler olan merkez şubeyi seçmesi ihtimalinin yüksekliği düşünülerek,
bankanın merkez şubesi olan ve fiziki konum olarak da Banka Genel Müdürlüğü’ne en yakın
şube olan Gayrettepe Şubesi’nde kayıt usulsüzlükleri diğer şubelere oranla minimum düzeyde
tutulmuştu.
GM04 Programı
Banka işlemlerine ilişkin bilgiişlem sistemi hizmetleri Uzan Grubu’na dahil olan ve bankanın
ortakları arasında yer alan Merkez Yatırım Ticaret A.Ş. tarafından sağlanmıştı. Merkez Yatırım
ve Ticaret A.Ş. bankaya yalnızca donanım desteği sağlamamakta, aynı zamanda bankanın
talepleri doğrultusunda programlar yazmaktaydı. Böylece, banka personeli ile bilgiişlem
personeli arasındaki bağ, organizasyonel olarak ayrıştırılmış olunuyordu.
Şubelerin gerçekleştirdiği bu işlemlerin ardından, bazı işlemler için her bir şube bazında genel
müdürlük tarafından hesap bakiyelerine etki edecek fişler tanzim edilirken, bazı işlemlerin
yine genel müdürlük nezdindeki muavin kayıtlarından silinerek çıkarıldığı, müşteri hesaplarına
doğru şekilde girilen bazı işlemlerin ise vergi işlemlerinde olduğu gibi sadece belli bir oranda
muavin kayıtlara yansıtıldığı tespit edilmiştir.
Böylece bankanın mevduat toplamı, faiz giderleri, vergi kesintileri, hazine bonosu ve devlet
tahvili satışı tutarlarına ilişkin bilgiler mizan, skont cetveli, bilanço, gelir tablosu gibi mali
tablolarında gerçekte olduğundan çok daha düşük yer almıştır.
Bankanın yetkili mercilere gönderdiği ve kamuya açıkladığı mali tablo ve raporlamalar da,
manipüle edilmiş ve gerçeği yansıtmayan kayıtlar üzerinden düzenlenmişti.
Bankanın bilgiişlem sisteminde GM04 adında bir işlem ekranı oluşturulurken, bu ekran
aracılığı ile yetkili kullanıcılar tarafından şubeler adına fiş kesilebiliyordu. Böylece mevduat
rakamları üzerinde gerçek durumu gizlemek yolunda gerekli işlemler yapılabilmişti.
Öte yandan İmar Bankası şubelerince müşterileri adına hazine bonosu veya devlet tahvili
satım ve geri alım işlemleri bilgiişlem sisteminde oluşturulmuş programlar aracılığı ile
siliniyordu. Bankanın bilgiişlem sisteminde müşteriler ile gerçekleştirilen hazine bonosu ve
devlet tahvili İşlemlerinin muavin kayıtlan üzerinde çalışan 11 adet silme amaçlı program
yazılmış olduğu tespit edilmişti.
Resmi rakamlara göre toplam mevduatı 750 trilyon lira olan İmar Bankası’na el konulmasıyla
birlikte, mevduat güvencesi yeniden yüzde 100'e çıkarıldı.
Ödemeler için incelemeler ilerledikçe; resmi makamlara bildirilen, mevduat rakamları dışında,
bazı bilgisayar kayıtlarında ve şubelerde farklı hesapların tutulduğu ve bu hesapların resmi
kayıtlardan değişik rakamları içerdiği ortaya çıkmaya başlamıştı.
30 Nisan 2003 veya 30 Mayıs 2003 tarihli müşteri fihristleri şube kayıtları ile karşılaştırılmıştı
ve şubelerin mevcut mudi listesi çıkarılmıştı. Ancak gelen ihbarlarda, sahte hesaplar veya çifte
hesap gibi usulsüzlükler olduğu bildirilmişti.
Eldeki bilgilerin hak sahiplerinin başvurulan ile karşılaştırılmasma karar verilmişti. Gerekli
belgelerle Pamukbank şubelerine başvurulardan da İmar Bankası’nın en son 25 Haziran 2003
tarihinde düzenlediği ve BDDK ile diğer kurumlara gönderdiği özet bilançoya göre 746.9
trilyonu sigortaya tâbi tasarruf mevduatı olmak üzere, 753.5 trilyon olan toplam mevduat
rakamının, gerçek mevduat rakamını yansıtmadığı tespit edilmişti.
Nitekim, Merkez Yatırım ve Ticaret A.Ş.’den Mali Polis marifeti ile yapılan girişim sonucu elde
edilen 3 Temmuz 2003 tarihli müşteri verilerinin kısmen de olsa çözümlenmeleri ile yapılan
dökümlere göre tasarruf mevduat toplamının Türk Lirası 5 katrilyon 683 trilyon lira, yabancı
para 783 milyon USD ve 1 milyar 46 milyon euro olmak üzere, toplam 8 katrilyon 465 trilyon
TL olduğu belirlenmişti. Ancak bu kayıtlı bilgiler, inceleme yapan elemanlar açısından da
inanılmaz bulunuyordu. Onun İçin Uzanlar’ın sahte isimlere hesap açmış olabileceği gibi
olasılıklar tartışılıyordu.
Fakat incelemeler Uzanlar tarafından BDDK’ya bildirilen en son tarihli mevduat tutan olan 746
trilyon TL ile tespit edilen gerçek mevduat bakiyesi toplamı olan 8 katrilyon 465 trilyon TL
arasında on kattan fazla bir fark bulunduğu gerçeğini ortaya çıkarmıştı.
Mudilerin başvurusu hayali hesap ya da sahte hesap söylentilerini ortadan kaldırmıştı. Şimdi
ortada çifte kayıt yolsuzluğu vardı. Bu yapılırken teknolojinin imkânları kullanılmıştı. Uzanlar
Merkez Yatırım A.Ş. adlı otomasyon şirketi aracılığıyla resmi makamlara 750 trilyon mevduat
bildirmişler, oysa gerçekte 8.5 katrilyon para toplamışlardı. Ortaya, bilançoda olmadığı için,
paranın nereye gittiği ayrı bir sorun olarak çıkacaktı.
3 Temmuz 2003 tarihli banka bilançosunun resmi olarak çıkartılamaması nedeniyle, mevduat
ve diğer kalemlerin bilanço bilgisi görülememiş, anılan tutarın bankanın gerçek mevduat
tutarı olduğunun kabul edilmesi halinde; arada oluşan büyük farkın nasıl gizlendiği tespit
edilememişti.
4 Ağustos 2003 ve 1 Eylül 2003 arasında 444 bin 207 hesap için başvuru yapılmıştı.
Başvuruların toplam tutan 8 katrilyon 145 trilyon TL idi. Belge Toplama Merkezlerine
başvuran 336 bin 030 kişiden, 332 bin 342’si Türk vatandaşı, 3 bin 688’i ise yabancı
uyrukluydu. Yani Uzanlar’ın yüksek faiz çağrısı, yalmz Türk vatandaşlarından değil, 4 bine
yakın yabancıdan da karşılık bulmuştu.
UZAN YASASI
Kanunların Çaresiz Kaldığı An
**********
"Genç Parti Hesap Cüzdanı Dağıttı" Maddesi
1999 yılından bu yana el konulan tüm bankalardaki İşlemler 4389 Sayılı Bakanlar Kanunu’na
göre yapıldı. Çünkü bankalar farklı olsa da, bankacılık sistemindeki sorun aynıydı ve tek
reçete ile sorun çözülebiliyordu. Ancak İmar Bankası yolsuzluğu bilinenlerin aslında nasıl
yetersiz olduğun ortaya koyuyordu.
Çünkü, gerçek mevduat ile resmi makamlara bildirilen mevduat arasında, bilgisayar programı
aracılığı ile fark olabileceği, ancak olsa da bu rakamın 10 kat daha büyük çıkabileceği en
yetkili kişilerin bile aklından geçmezdi.
Nitekim Başbakan Tayyip Erdoğan yaptığı bir konuşmada, BDDK Başkanı Engin Akçakoca’nın
bankaya el konmadan önce faturanın 700 trilyon olduğunu, ama bundan 10 kat daha büyük bir
rakamın karşılarına çıktığını belirtiyordu.
İşte bu nedenle 31 Temmuz 2003 Perşembe günü, gece saatlerinde AKP Grup Başkan Vekili
Salih Kapusuz ve arkadaşları tarafından önerge verilerek, Bankacılık Kanunu'nda dört
maddelik bir değişiklik yapıldı. Önerge kısa sürede TBMM’de yasalaştı. 4696 Sayılı Yasa,
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından da onaylanarak 12 Ağustos 2003 tarihinde
yürürlüğe girdi.
Yasa değişikliğinin ilk maddesi bankacılık işlemleri yapma izni kaldırılan bankalarla ilgili
ödemeler konusunda bakanlar kurulunu yetkilendirirken, ikinci maddede: "Bir banka
tarafından yetkili mercilere beyan edilen sigortaya tâbi tasarruf mevduatı tutarı ile Tasarruf
Mevduatı Sigorta Fonu tarafından tespit edilen tasarruf mevduatı tutarı arasında bir fark
bulunması halinde" denilerek İmar Bankası yolsuzluğu tarif ediliyordu.
Çünkü İmar Bankası aslında gerçek mevduatın resmi makamlardan gizlenmesi olayıydı. Bunun
ikinci ayağı ise gizlenen paranın nereye harcandığıydı.
Yasa ile gerçek mevduat ve resmi mevduat arasında belirlenen fark (7.5 katrilyon ) oranında,
yalnız bankanın yönetim kurulu başkan ve üyeleri ile genel müdür ve yardımcılarının değil,
şube müdürleri ve imza yetkisine sahip memurlar ve onların eş ve çocuklarının da her türlü
varlığına tedbir konması hükme bağlandı.
Aynı maddede, tedbire ilişkin taleplerin hâkim veya mahkeme tarafından, evrak üzerinde
yapılacak inceleme sonucu derhal ve nihayet yirmi dört saat içinde sonuçlandırılacağı,
gecikmesinde sakınca görülen hallerde de cumhuriyet başsavcılıklarının da hak ve alacakların
dondurulmasına karar verebileceği hüküm altına alındı.
Yasanın üçüncü maddesi oldukça ilginçti. BDDK’ya gelen ihbarlar, İmar Bankası’nda sahte
hesapların açıldığı şeklindeydi.
Genç Parti’ye katılanlara Uzanlar’ın hesap cüzdanı dağıttığı yönünde yapılan ihbarlar üzerine,
yasa metnine sahte hesaplarla ilgili bir madde kondu. Üçüncü madde aynen şöyleydi:
"Faaliyeti durdurularak izni kaldırılan bir banka nezdinde tasarruf mevduatı hesabı
bulunmamasına rağmen sahte olarak düzenlediği belgeler veya sahte olduğunu bildiği
belgeleri ibraz ederek veya ettirerek, kendisine veya bir başkasına ödeme yapılmasını talep
eden kişilere, fiilleri daha ağır bir cezayı gerektirmediği takdirde, dört seneden sekiz seneye
kadar ağır hapis cezası verilir. Kendilerine veya gösterdikleri yahut hak sahibi kıldıktan
kişilere ödeme yapıldıktan sonra bu fıkradaki yazılı fiilleri işledikleri ortaya çıkan kişilere, bu
fıkrada yazılı cezanın yanısıra ödenen tutarın on katı kadar ağır para cezası verilir. Bu kişiler
hakkında ikinci fıkra hükümleri uygulanır."
Tekne: 900 bin dolardan oluşan mal varlığı, BDDK avukatlarının dikkatini çekmiş, bir
şarkıcının kazancı ile bu kadar varlığı edinemeyeceği izlenimi doğmuştu. Bu nedenle mallarına
tedbir konulan Salkım, yaptığı başvuru sonucunda 16 Ekim 2003 tarihinde malları üzerindeki
tedbir kararını kaldırabilmişti.
Yeşim Salkım’ın itirazı üzerine, Şişli 3. Asliye Ceza Mahkemesi’nin tedbir kararını
kaldırmasına İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesi’ne itiraz eden TMSF avukatlarının koyduğu 30
sayfalık bir "delil" listesi ilginç bilgiler içeriyordu.
Uzan Ailesi’nin fertlerinin karşı olmasına rağmen, 23 Temmuz 1998 tarihinde Hakan Uzan ile
evlenen Salkım, 19 Kasım 2001 tarihinde boşanmıştı.
Dosyaya konan deliller, Yeşim Salkım’ın, "Yeşim Uzan" olduğu dönemde, 6 Şubat 1999’dan, 2
Ekim 2001’e kadar yaptığı harcamaları gösteren kredi kartı ekstreleriydi. Dökümlerdeki
rakamlar, dudak uçuklatan cinsten çıktı. Çünkü Salkım, o tarihler arasında toplam 1 trilyon
480 milyar 624 milyon 725 bin liralık harcama yapmıştı.
Yeşim Salkım, Vakıfbank, Toprakbank, Egebank ve Demirbank’a ait toplam 6 kredi kartıyla
gönlünce alışveriş yapmıştı. Yeşim Salkım’ın alışveriş listesindeki en yüksek kalemi ise 729
milyar 249 milyonla mücevherler oluşturmuştu.
Salkım, 1999’da 70 milyar 486 milyon, 2000’de 494 milyar 371 milyon, boşandığı yıl olan
2001’de ise 164 milyar 392 milyonluk mücevher almıştı. El yakan harcamalar ise şöyle
sıralanıyordu: Gilan: 347.9 milyar, Ege Takı: 309.9 milyar, Bvlgari: 30.6 milyar, Sait Koç: 8.8
milyar. Yeşim Salkım, ayrıca 7 Şubat 2001’de, Uzan’ın Demirbank kartıyla Bvlgari-France’tan
365 bin franklık (52.8 bin dolar) alışveriş yapmıştı.
Boşandıktan sonra, "Uzanlar’dan 1 kuruş elde etmedim. Evliliğimde hiçbir mal sahibi olmadım.
Tersine benden gidenler oldu. Pılımı pırtımı topladım, bavulumu alıp çıktım" diyen Yeşim
Salkım'ın, 26 Ekim-19 Kasım 2001 arasında, Demirbank’ın kredi kartıyla yaptığı alışverişin
tutarı da 55 milyar 163 milyon 150 bin liraydı. Kartın hesap kesim tarihi de, Salkım’ın
boşanma tarihiyle aynıydı.
İmar Bankası soruşturmasını yürüten bir üst düzey emniyet yetkilisi Salkım’ın mal varlığı
hakkında şu yorumu yapacaktır:
"Uzanlar’la iş yapan kim varsa bir şekilde ilişkisinden kayıpla çıkmış. Buna Motorola ve Nokia
gibi dünyanın büyük şirketleri dahil; ancak bir tek Yeşim Salkım Uzanlar’la ilişkisinden
kazançlı çıkan kişi olmuş."
Yapılan ilk tespitte Uzanlar’ın resmi olarak beyan ettiği 750 trilyon lira mevduatın aslında 8.4
trilyon olduğu ortaya çıkarılmıştı. Hesap sahiplerinin başvuruları ile kayıtların üzerinde
yapılan detaylı inceleme bazı hesapların usulüne uygun açılmadığı, bazı hesapların açılış
tarihlerinin valör tarihinden sonra olduğu, bazı hesapların off-shore hesaplarından yurtiçi
hesaplarına aktarıldığım ortaya çıkarılmıştı. Bu tür hesaplar gerçek tasarruf mevduatı olarak
kayda alınmazken, son olarak gerçek tasarruf mevduatı büyüklüğünün yaklaşık 7,8 katrilyon,
faiziyle birlikte ise 8 katrilyon lira olduğu sonucuna varılmıştı.
490 Kişi ve Kuruma Tedbir
İmar Bankası’nda ortaya çıkan ‘çifte kayıt’ skandalinin ardından yürürlüğe giren ve ‘Uzan
Yasası’ olarak bilinen 4969 Sayılı Yasa kapsamında Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’nun istemi
üzerine bankanın eski yöneticilerinin eş ve çocuklarının da aralarında bulunduğu 113 kişinin
mallarına mahkeme tarafından ihtiyati tedbir konmuştu. TMSF mahkemeye başvurarak yasa
gereğince eş ve çocukların mal varlıklarına da ihtiyati tedbir konulmasını talep etmişti.
TMSF’nin talebini inceleyen Şişli Nöbetçi 2'inci Sulh Ceza Mahkemesi aralarında Yavuz
Uzan’ın kızı Ayla Uzan, Cem Uzan’ın eşi Alara Uzan, çocukları Dilara, Renç, Özlem Uzan,
Hakan Uzan’ın eşi Özlem Uzan, çocuğu Ali Kemal Uzan, Ayşegül Akay’ın çocukları Melis Akay,
Melahat Akay’ın da bulunduğu 110 kişi ile İmar Bankası’nın Taşra Müdürü Nedim Çokçok,
Hisse Servisi Müdür Yardımcısı Gülşen Yalçın ve Adana Şube Müdürü Nihat Tugen’in
mallarına ihtiyati tedbir konulmasına karar vermişti. Başvuru üzerine malları ve hesapları
üzrerine tedbir konulan toplam kişi ve kurum sayısı 490’ı bulmuştu.
BDDK’nın el koyma karan ile birlikte kayıtlarda görünmeyen 8 katrilyon liraya yakın mevduata
ödenen faiz ile ilgili verginin de kaçırıldığı ortaya çıkarılmıştı.
Nitekim İmar Bankası ile ilgili vergi incelemesini yapan Hesap Uzmanlan Kurulu, Uzanlar’ın
1999-2003 yılları arasında mevduat sahiplerinden kesip de devlete ödemedikleri stopaj
tutarını 813 trilyon lira olarak hesaplamıştı.
Konuyla ilgili olarak hazırlanan ön raporun İstanbul Defterdarlığı'na gönderilmesi üzerine 813
trilyon liralık vergi kaçakçılığı için Uzan Grubu’na yönelik olarak, üç kat ceza ve gecikme
faizinin hesaplanmasıyla toplam 6.5 katrilyon liralık ihtiyati tahakkuk ve ihtiyati haciz
uygulaması yapılmıştı.
Böylece Uzanlar’ın tüm şirketleri üzerine BDDK’nın koyduğu tedbirlere bir de mâliyenin
koydukları eklenmiş oldu.
Bu arada yapılan incelemede tespit edilen toplam 250'ye yakın şirketten önemli bir bölümünün
devlete vergi ödeme alışkanlığı olmadığı ortaya çıkmıştı.
Aslında İmar Bankası’na el konmasından sonra Uzan Grubu’na bağlı şirket sayısı 90 olarak
biliniyordu. Ancak Mali Polisin 16 Ağustos 2003 tarihinde bastığı Şenlikköy’deki işyerinde ele
geçirilen belgeler sonucunda bu rakamın 90 değil, 250’yi aştığını ortaya çıkarmıştı.
Çünkü Uzanlar kendileri ile bağlantısı olan diğer şirketlerin tüm belgelerini de buraya
taşımışlardı. Baskından önce 90 dolayında şirkete tedbir konmuşken, baskın sonrası bağlantılı
kişilerle birlikte tedbir konulanların sayısı 490’a çıkmıştı.
Şenlikköy'de ele geçen belgelere göre, Uzanlar'ın bir vergi incelemesine karşı hazırlık
yaptığını da ortaya çıkartılmıştı. Uzan Grubu’nun tepe yöneticilerinden Cem Uzan’ın okul
arkadaşı Engin Saydam için 15 Ağustos 2003 tarihinde Şenlikköy’deki işyerinde hazırlanan bir
not bu konudaki hazırlıkları belgeler nitelikteydi. Meltem İşgördü yönetimindeki
Şenlikköy’deki işyerinde, Engin Saydam’a gönderilen notta hesapların düzeltilmesi için
yapılması gerekenler tek tek sıralanmıştı. Ama asıl önemli bilgi şu idi:
ŞU ANDA SAP EKİBİNİN YETKİSİNDE OLAN KAYIT SİLME İŞLEMLERİNİN, SAP ÇALIŞMA
GRUBUNDAKİ SİRKÜLASYON (İŞTEN AYRILMALAR) VE GİZLİLİK SEBEBİYLE MUHASEBE
TARAFINDAN YAPILMALIDIR"
Yani genellikle bilgiişlem servislerinin yetkisinde bulunan muhasebe kayıt programı SAP
sisteminden, kayıtların silinmesi için yetki isteniyordu. Bu Uzanlar’ın ÇEAŞ ve İmar Bankası
kayıtlarını silmesi olayını hatırlatan bir nottu. Bu kayıtları silmeye zamanlarının yetip
yetmediği bilinmez, ama 16 Ağustos günü yapılan operasyonda tüm belgeler mali polisin eline
geçmişti.
Öte yandan defterdarlık yaptığı incelemede Uzanlar’ın Telsim’den dolayı toplam 358 trilyon
528 milyar liralık vergi borçları olduğunu tespit ederek, mal kaçırmaya karşı yeni ihtiyati
tedbir uygulamaları başlatmıştı.
Bunun için Telsim’in şirket merkezinde makine ve teçhizatına da tedbir konmuştu. Telsim
yönetiminde görev almış, Cem, Hakan, Kemal Uzan ile Ayşegül Akay ve Engin Saydam’ın da
aralarında bulunduğu toplam 12 kişinin malları için ihtiyati haciz ve kendileri için de
yurtdışına çıkış yasağı getirilmişti.
Bu arada Telsim’in abone tahsilatlarına da tedbir konurken, Uzanlar’la maliye arasında bir
kovalamaca başlamıştı.
Defterdarlık Telsim’in hasılatına el koymaya uğraştıkça, Uzanlar tüm önlemlere rağmen yeni
çalışma şekilleri geliştiriyorlardı. Bunun bir örneği maliyecilerin deyimiyle "Çantacılar" oldu.
Bir yandan sabit abonelerini MYCEP adı verilen kartlı abone haline getirmeye çalışan Uzanlar,
kart satışlarını da çantacı tabir edilen kişilere yaptırmaya başlamışlardı. Çantalarının içindeki
kartları Telsim bayileri başta olmak üzere satış noktalarına götüren çantacılar, parayı da nakit
olarak o anda tahsil ederek kazancın mâliyenin eline geçmesini engelliyorlardı. Ne yaparsa
yapsın, Telsim hasılatını kontrol altına alamayan maliye, Şişli Cumhuriyet Savclığı’ndan bir
talimat çıkartarak tüm satış noktalarına, kart satışlarım Telsim’in abone gelirlerinin toplandığı
Vakıflar Bankası’ndaki hesaba yatırılmasını istemişti.
Uzan Grubu’na yönelik mali inceleme ise Hesap Uzmanları Kurulu, Maliye Müfettişleri ve
Gelirler Kontrolörleri olmak üzere üç merkezi denetim birimi tarafından üstlenilmişti. İmar
Bankası ile ilgili inceleme Hesap Uzmanları’na düşerken, Cem Uzan’ın seçim harcamalarım
finanse ettiği iddia edilen şirketler ise Gelirler Kontrolörleri tarafından incelenmişti.
Maliye Bakanlığı, Genç Parti (GP) ile Uzan Grubu şirketleri arasındaki iç içe geçmiş ilişkileri
belgeleriyle saptamıştı. Bakanlık, 450 trilyon lirayı aşkın fatura ve harcama usulsüzlüğünün
yer aldığı önemli tespitlerde bulunmuştu.
Maliye dosyasında, Uzan Grubu'ndaki Mavi Ulaştırma A.Ş.’mn, Canlı Limited Şirketi’ne kestiği
trilyonluk faturaların gerçeği yansıtmadığı (fiktif belge olduğu), gerçekte her iki şirket
arasında mal veya hizmet alımına-satımına dayalı ticari bir ilişki bulunmadığı belirtilmişti.
Böyle faturalaşmanın GP adına, grup şirketleri ve Mavi Ulaştırma A.Ş. tarafından yapılan
harcamaların grup dışında görünün bir başka firmaya fatura edilerek, harcamaların niteliğinin
gizlenmesi amacının taşıdığı kaydedilmişti. GP’ce, Canlı Ltd. Şirketi'ne ödenmiş görünen 12
trilyon 40 milyar liranın da gerçeği yansıtmadığı belirtilerek: "Gerçekte adı geçen parti
tarafından Canlı Ltd’ye ödemede bulunulmadığı" ifade edilmişti.
Mâliyenin, Uzan şirketlerinde yaptığı denetimler sonucu GP ile ilgili 29 Aralık 2003 tarihli
tespit raporunda belirtilen konular özetle şöyle:
2002’de GP’ye ilişkin KDV dahil 23.9 trilyon liralık harcama belgesini kanuni defterlerine gider
kaydettiği, Aralık 2002 tarihinde GP’ye "seçim ve propaganda organizasyon bedeli"
açıklamasıyla KDV dahil 23.9 trilyon lira tutarında fatura düzenlediği belirlenmişti. Adı geçen
partiye verdiği hizmete ilişkin herhangi bir sözleşmenin bulunmadığı, 2002’de GP’den tahsilat
makbuzlarıyla 12 trilyon lira tahsil etmiş göründüğü, defter kayıtlarına göre elden tahsil
edildiği görünen bu paranın 11.7 milyar lirasının şirket ortağı Barış Mahmut Turgay’a borç
olarak verildiği ortaya çıkarılmıştır.
Uzan Grubu’na ait Mavi Ulaştırma ve Haberleşme Hizmetleri A.Ş.’nin 2002’de GP adına
yapılan harcamaları kanuni defterlerine gider kaydettiği, bu harcamaların bir kısmını
aktifleştirerek kendi kayıtlarına geçirdiği, bir kısmını grup şirketlerine aktardığı belirlenmiştir.
Şirketin (Mavi A.Ş) Ekim ve Kasım 2002’de GP adına 7.2 trilyon liralık fatura düzenlediği,
ancak 01.12.2002’de kestiği faturalar toplamı olan 7.2 trilyon lirayı satış iadesi olarak ters
kayıtla düzeltmesine rağmen, incelemeye ibraz ettiği belgeler arasında satılan malın veya
yapılan hizmetin iade edildiğine ilişkin herhangi bir belge bulunmadığı görülmüştür.
Canlı Telekomünikasyon Film ve Kaset Hizmetleri Tic. Ltd. Şti.’ne GP adına yapılan
harcamalarla ilgili olarak "seçim ve propaganda harcama bedeli" açıklamasıyla toplam 20.7
trilyon lira tutarında beş adet fatura düzenlendiği, ancak faturaların içeriğinde söz konusu
harcamaların hangi kalemlerden oluştuğuna ilişkin bilgi bulunmadığı, 2002 sonu itibariyle
mükellefin Canlı Ltd. Şti.’nden herhangi bir para tahsilatının olmadığı belirlenmiştir.
Parti adına yapılan harcamaların Mavi Ulaştırma A.Ş. ve grup şirketleri aracılığıyla cari hesap
yoluyla Mavi Reklamcılık ve Filmcilik A.Ş. hesabına aktarıldığı, bir kısım parti harcamalarının
gruba bağlı diğer şirketlerce yapıldığı, daha sonra bu harcamaların grup şirketleri tarafından
Mavi Ulaştırma A.Ş. adına fatura edildiği, grup şirketlerinin kestiği faturalarda harcamaların
neye ilişkin olduğunun belli olmadığı, bu yöntemle harcamaların gerçek niteliğinin gizlendiği
ortaya çıkarılmıştır.
Uzanlar’ın Kriptoları
Mali Polisin İstanbul Şenlikköy’de yaptığı baskında ele geçirilen şeylerin arasında çok önemli
belge ve bilgilerin olduğunu belirtmiştik. Bunların arasında polisin deyimiyle "Uzanlar’ın
kriptoları" da vardır. Uzan Grubu üst düzey yöneticileri, Lotus-Notes adı verilen bir program
aracılığı ile özel haberleşmelerini e-mail üzerinden ve şifreli olarak yapıyorlardı.
Sınırlı sayıdaki yöneticinin yetkisinde olan bu haberleşme sistemi için, her bir kişiye elde
taşınabilen bir şifre çözücü verilmişti.
Yetkili kişiler programı, şifre çözücü cihazın üzerinde yazılı olan ve iki saniyede bir değişen 16
haneli rakamı bilgisayara girerek kullanabiliyorlardı. Mesaj Türkçe yazılsa da program
aracılığıyla sayısal hale getiriliyor yani bir anlamda kriptolanıyordu.
Mesajı alan kişi de elindeki cihazda o anda görünen 16 haneli rakamı bilgisayara girerek
mesajları yazıldığı gibi Türkçe olarak okuyabiliyordu. Yetkisiz birisi bir şekilde girse bile
mesajı, ancak bir süre rakamlarlardan ibaret bir metin halinde görebiliyordu.
İşte Mali Polisin Şenliköy’deki baskında ele geçirdiği şeylerden birisi de bu mesajların
bulunduğu bilgisayarlardı. Polis, uzun süre uğraş verdikten sonra bu kriptolar aşama aşama
çözülmüştü. Sonunda çok özel haberleşmenin bu yolla yapıldığı ortaya çıkarılmıştı. Buna Genç
Parti ile ilgili işler de dahildi.
Genç Parti ile ilgili olarak çözülen şifreli e-mail’ler, mâliyenin de tespit ettiği gibi, yapılacak
harcamaların nerelerden karşılanacağı, faturaların hangi şirketler adma düzenleneceği gibi
bilgiler içeriyordu.
Parti kurucularının nasıl belirlendiği, mitingiler sırasında dağıtılacak yağmurluk, tişört, bayrak
ve çimentoların nerelerden karşılanacağı, miting düzenlecek illerde yapılacak harcamalarla
ilgili ödeme talimatları, yine seçim mitingilerinde görev alacak Uzan Grubu çalışanlarının
dökümü bu mesajlarda yer alıyordu.
Mesajlardan öğrenildiği kadarıyla Başkanı Cem Uzan olan Genç Parti ile ilgili harcamaları
Hakan Uzan yönlendirirken, birçok konuda da Kemal Uzan’dan onay almıyordu.
3 Kasım 2002 seçimlerinde 2 milyondan fazla oy alan Genç Parti’nin nasıl yönetildiğini
anlamak için Uzan Ailesi ve bazı grup çalışanlarının birbirlerine gönderdiği bu elektronik
mesajların içeriğine değinmek gerekiyor.
Tarih 10.06.2002
Caner Sipahi tarafından, Cem Uzan’ın talimatıyla Ankara-Balgat’ta kiralanan genel merkez
binasının 2 aylık kira bedeli ve depozitosu karşılığında 110 bin dolar ödenmesi gerektiği, 55
bin dolarlık depozito bedelinin Adabank’tan teminat mektubu olarak verilmesi teklif ediliyor.
Hakan Uzan tarafından bu teklif kabul edilerek Adabank teminat mektubu kullanılması
talimatı veriliyor.
Tarih 03.07.2002
Metin Öner tarafından 03.07.2002 tarihi itibariyle toplam 52 parti kurucusunun listesi
hazırlanarak Cem ve Hakan Uzan’a gönderiliyor.
Genç Parti için Sabah ve Fotomaç’a verilen ilanların 131 milyar lira tuttuğu ve bu miktar için
13.09.2002 tarihli Mavi Reklam Firması çekinin verilmesi gerektiği belirtiliyor. Hakan Uzan
tarafından Mavi Reklam çeki verilmesi onaylanıyor.
400 il, ilçe ve genel merkez kuruluş çalışmaları için 8 trilyon 124 milyar TL bütçe hazırlandığı
belirtiliyor.
Cem Uzan’ın talimatıyla Genç Parti merkezi güvenlik müdürlüğü kurulduğu, burada çalışacak
tüm personelin Mavi A.Ş. kadrosunda olacağı ve bunun için de Genç Parti ile Mavi A.Ş.
arasında bir hizmet sözleşmesi imzalanacağı belirtiliyor.
Cem Uzan’in talimatı gereği 750 bin euro’ya 4 otobüs ve 4 minibüs alınacağı belirtiliyor. Konu
Hakan Uzan tarafından onaylanıyor.
Hakan Uzan’a grup şirketlerinden bir kısım personel ile şirketlere ait araçların parti il ve ilçe
teşkilatlarına tahsis edilmesi fikri sunuluyor.
Tüm personelin bu konuda seferber edileceği belirtiliyor ve Yeşim Akaya tarafından Telekom
ve Medya Grubu genel müdür, yardımcıları, koordinatörleri ve icra kurulu üyelerine bildirim
yapılıyor.
Hakan Uzan’ın talimatıyla şirketlerde çalışan personelin yüzde 10’unun şoför, sekreter,
propaganda çalışmaları için idari elaman olarak parti il ve ilçe teşkilatlarında
görevlendirileceği belirtiliyor.
Çağdaş Ergin’le bayrak konusu konuşulduğu ve 10 bin adet bayrağın yeterli olacağı
belirtiliyor.
Hakan Uzan tarafından, Ali Taran’a Çağdaş Ergin’in konuyu takip ettiği ve en kısa zamanda
ajanslarla temasa geçerek üretim yapılacağı belirtiliyor.
Genç Parti logolu birim fiyatı 39 milyon lira olan 1.000 adet rüzgârlık siparişinin verilme
aşamasında olduğu belirtiliyor.
Tarih 10.09.2002 Mehmet Şibik tarafından hazırlanan Telsim, Medya Grubu, Mavi ve Güvenlik
grubundan toplam 81 kişilik milletvekili aday listesi hazırlanarak Hakan Uzan’a sunuluyor.
Genç Parti için İstanbul dışında çalışacak ekibe 3 ay için 1.5 maaş taltif verilmesi Enis
Zaimoğlu’na belirtiliyor. Zaimoğlu bu konuyu Hakan Uzan’a aktarıyor.
Hakan Uzan tarafından bu teklif kabul edilmeyerek: ‘‘Ya yaparlar ya da işsiz olan on binlerce
kişi var" denilerek tepki gösteriliyor.
Genç Parti için dağıtılacak tişört, şapka ve yağmurluğun toplam 709 milyar 500 milyon lira
tuttuğu belirtiliyor. Harcama için Hakan Uzan onay veriyor.
15 Ağustos 23 Eylül tarihleri arasında seçim harcamaları için toplam 5 trilyon 811 milyar lira
ödeme yapıldığı, açık olan avans kapatmalarının Mavi Ulaştırma şirketi üzerinden yapıldığı
Hakan Uzan’a bildiriliyor.
Genç Parti teşkilatlan için 40 bin, el bayrakları için 200 bin adet toplam 234 milyar liralık
sipariş verildiği ve ödeminin Mavi Ulaştırma tarafından yapılması gerektiği belirtiliyor.
İstanbul seçim ofislerine ek maddi destek gerektiği belirtiliyor. Hakan Uzan tarafından 20 bin
dolar gönderiliyor.
Hakan Uzan tarafından ise bu bilgi ve isteğin Kemal Bey’e fakslanması isteniyor.
Hakan Uzan’a başarılı sandık müşahitlerine verilmek üzere planlanan 1500 adet Motorola
telefonun yetmediği, bu nedenle Mustafa Orhan Fıratlı’nın Pursaklar’daki deposuna 300 adet
daha telefon gönderilmesi gerektiği belirtiliyor.
Hakan Uzan tarafından bu istek uygun görülerek, gerekirse Sertaç Akyüzyol tarafından
piyasadan temin edilebileceği belirtiliyor.
Hakan Uzan’a Genç Parti seçim organizasyonlarında çalışmak üzere, Telekom ve Medya Grubu
şirketlerinden 1360, diğer grup şirketlerinden 2752, grup dışı taşeron ve Telsim shoplardan
930 personelin hazır olduğu belirtiliyor.
Hakan Uzan’a İstanbul'da 7000, Ankara’da 5000, İzmir’de 5000, Adana’da 3000 paket erzak
dağıtımına başladığı ve bu dağıtımın 1.11.2002 tarihine kadar devam edeceği belirtiliyor.
Hakan Uzan tarafından ise Yavuz Onursal ile görüşülerek Bursa'da 3000-5000 adet dağıtıma
başlanması isteniyor.
Ayşe Aksel’e, bugüne kadar yapılan Genç Parti çalışmaları raporu, tüm İmar ve Adabank’ın
ilave maliyeti ve rakamların toplam banka ve off-shore bakiyesi İmar Bankası ve Adabank’taki
teminat riski ve çek listeleri konularında çalışma yapılması isteniyor.
Hakan Uzan’a, Ergani'den gelen 1000 torba çimentonun Mardin’de Tahir Ozmen'e, Ladik
Çimento’dan gelen çimentonun Tokat’ta Ahmet Adıyaman’a, yine Ladik’ten gelen 1000 torba
çimentonun Kastamonu’da Yücel Yılmaz'a teslim edilmesi konusunda talimat isteniyor.
Hakan Uzan’a, üç İmar Bankası avukatının seçimle ilgili verilen görevi partili olmadıkları ve
görevin kendilerini ilgilendirmediğini belirterek yakışıksız bir şekilde reddettikleri belirtiliyor.
Hakan Uzan’a Genç Parti için yapılan harcamalarla ilgili halen ödenmeyen 37.5 trilyon lira
borç bulunduğu belirtiliyor.
Hakan Uzan'a Genç Parti Doğu Projesi ödemelerinde yer alan Staras isimli firmanın 61 milyar
liralık ödemesinin iki adet çekle yapılabileceği belirtiliyor. Hacı Mehmet Baş tarafından Genç
Parti mitinglerinden dolayı Staras firmasına 147 milyar lira borç olduğu, fiyat alırken
adamların korkutulup yarı parasının düşürüldüğü belirtiliyor. Hakan Uzan tarafından ise
paranın ödenmesi talimatı veriliyor.
Hakan ve Cem Uzan’a seçim ve propaganda çalışmalarında Mavi Ulaştırma A.Ş., Rumeli
Tanıtım, Rumeli Havacılık A.Ş. tarafından faturalı faturasız 31 trilyon harcandığı, bu
harcamaların bilanço ve defterlerde resmileştirilirken 2002 üye bağışları, 2003 yılı devlet
yardımı, giriş ve üyelik aidatları olarak kayıtlara geçirildiği, 6.3 trilyon liranın kayda
alınamadığı, geçmiş harcamaların çek veya banka havalesi ile yapıldığı için izlerinin
silinemediği, 2002 Ekim ve Kasım aylarında Mavi Ulaştırma ve diğer firmalara kesilen
faturaların geri alınarak, Aralık 2002 faturası olarak Erol Köse grubu şirketlerinden birine
fatura düzenleneceği belirtiliyor.
Hakan ve Cem Uzan’a, Genç Parti için 2002 yılında Mavi A.Ş. ve Canlı A.Ş. vasıtasıyla 25.5
trilyon TL masraf yapıldığı, bunun 2 trilyonun bağış yoluyla karşılanmasının planlandığı, 23.5
trilyon liranın ise sorun olarak durduğu, bu sorunun giderilmesi için:
1- Genç Parti'de gelir yaratılması ve parti hesaplarına aktarılması için Uzan Ailesi tarafından
bu paranın Genç Parti’ye tahsilat makbuzu ile ödenerek partiye 23.5 trilyon tutarında giriş ve
üyelik aidatı geliri yaratılması,
2- Parti kongresinde, ibraya konu gelir tablosunun gelir ve gider tahakkukları hesabı adı
altında suni hesaplar açılıp gelir gider hesaplarının denkmiş gibi gösterilerek, gerçek
denkleştirme işlemlerinin daha sonra yapılması, her iki yolun da sakıncalı olduğu, bu
harcamaların risksiz hale getirilmesinin mümkün olmadığı, yapılacak mali incelemelerde
zorluklar yaşanacağı: Birinci durumda Canlı A.Ş.'ye ödenmiş gibi yapılan 23.5 trilyon liranın
onun tarafından da Mavi Ulaştırma’ya ödenmiş gibi yapılarak bu hesabın kapatılmasının
zorunluluk olacağı;
İkinci durumda ise Genç Parti’de mali denetim olacağının dikkate alınması gerektiği, tahakkuk
hesapların kafa karıştıracağı ve doğrudan dava açılmasına neden olabileceği belirtiliyor.
Genç Parti’nin 2002 yılı sonu itibariyle Canlı A.Ş.’ye 11.9 trilyon lira borç bakiyesi olduğu, bu
bakiyenin 13.01.2003 tarihinde 4.7 trilyon liralık hazine yardımı ödemesi ile 7.1 trilyon liraya
indiği, ancak 2003 yılının ilk üç ayında Mavi A.Ş. tarafından ödenerek Canlı A.Ş. kanalıyla
Genç Parti’ye fatura edilen KDV dahil 891 milyar lira ile borç tutarının 8 trilyona yükseldiği;
Aynca Genç Parti hesaplarında 2003 yılı ilk üç ayında 878 milyar lira gider olduğu, bu giderler
için de ayrıca gelir oluşturulması gerektiği, bu nedenlerle 1050 üyeden giriş aidatı olarak 1
trilyon 7575 milyar, 660 üyeden 2003 yılı yıllık üyelik aidatı olarak 4 trilyon 620 milyar lira
olmak üzere toplam 6 trilyon 195 milyar lira gelir oluşturulmasının planlandığı, oluşturulacak
bu gelirin Canlı A.Ş.’ye borcun kapatılmasında kullanılacağı, diğer borçların kapatılmasında da
bu gibi İşlemlerin kullanılacağı belirtiliyor.
Cem Uzan’a Genç Parti Genel Başkanı olması nedeniyle kayıtlarda ve şirket defterlerinde açık
şekilde gözüken mal haraketinin sorun yaratmasına fırsat verilmemesi gerektiği belirtiliyor.
Cem Uzan ise, Metin Öner’e, kendi mal bildiriminin verilmesi konusunda fazla aceleci
davranılmaması, devletten çok devletçi olmaması gerektiği belirtiliyor.
Cem Uzan’a, Genç Parti Genel Başkanı olması nedeniyle, Yargıtay’a verilen mal beyanında
Telsim ve Medya şirketlerinden aldığı maaşların, Medya Park A.Ş.’deki hisselerin, holding ve
Telekom grubunda yaptığı devirler karşılığındaki peşin ödemelerin gösterilmediği ve bu
konuların sorun yaratabileceği belirtiliyor.
Kaçakçılık Soruşturması
Yukarıdaki elektronik postalardan da anlaşılacağı üzere Genç Parti’nin çalışma düzeni ve kayıt
sistemi ile Uzan şirketleri arasında bir paralellik bulunuyor. Her adım için patronlara bağlı sıkı
bir onay sistemi, mali kayıtlarda usulsüzlük ve şirket çalışanlarını -gerekirse tehditle- amaç
dışı kullanım.
Seçmen gönlünü almak için binlerce ton çimento, bedava tişört, şapka ve milli duyguları
uyandırmak için yüz binlerce bayrak, bunların yanında verilen bedava telefonlar.
Özellikle bedeva telefonlar konusunda gelen bir ihbar Uzanlar’ı bu kez kaçakçılık
soruşturmasıyla karşı karşıya bırakacaktı.
Seçim kampanyası döneminde binlerce cep telefonunu bedava dağıtan Uzanlar’ın, bunları
kaçak olarak ülkeye soktuğu ihbar edilmişti. Yapılan araştırmada Uzanlar’ın Ünitel adlı şirketi,
yurtdışından getirdiği telefonları yıllardan beri kaçak olarak iç pazara sokuyordu.
Ancak ortada bir sorun vardı. Her telefonun elektronik hafızasında onu tanımlayan bir IME1
numarası bulunuyordu. Ayrı ayrı kişilere verilen her bir telefonda ayrı bir IEMI numarası
bulunmalıydı. Numaraları ayrı olan telefonların nasıl olup da gümrükten geçirilebildiği ise ayrı
bir sorundu.
Uzanlar bunun da çaresini bulmuştu. Bir bilgisayar yazılımı ile binlerce telefona aynı IEMI
numarası verilmişti. Böylece tek numara altında binlerce telefon Türkiye’ye giriş yapılmıştı.
Uzanlar’da böylece önemli tutarda vergi ödemekten kurtulmuştu. Olayın ortaya çıkması
üzerine bir gümrük müfettişi konuyu soruşturmakla görevlendirilmişti.
"Sizlere, Uzanlar’ın siyaset sahnesine girişleri ve bugünlere kadar bu alanda yürüttükleri bir
kısım usulsüz faaliyetleri ile ilgili bildiğim kadanyla bir kısım şeyleri söylemek ve
söylediklerimi destekler mahiyette bazı belgeleri de vermek istiyorum.
İkincisi ise, Uzan Grubu’nun ticarette yaptığı usulsüzlüklerin ortaya çıkmaması için hiçbir
sermaye grubu ile ilişkiye girmemesi ve bu konuda ülkede bağımsız hareket etmesinden
kaynaklanmaktadır. Eğer ülkedeki herhangi bir sermaye grubu ile sıkı ticaret yapmış olsalar,
ticarette yaptıkları usulsüzlükler ortaya çıkacak ve haklarında yasal işlem yapılacaktır. İşte bu
iki sebepten dolayı kendilerine siyaseten destek olmak amacıyla politikaya soyunmuşlardır.
Kemal Uzan büyüyen, gelişen işlerini kontrol altında tutmayı başaramayınca, özellikle
Uzanlar’ın yurtiçinde dürüst ticaret yapmamaları ve ilişkilerinde şantaj metodunu
kullanmalarından dolayı, sermaye piyasasından tamamen dışlanmışlardır.
Diğer yandan. Amerikan Motorola’nın Telsim’e dava açarak uluslararası bir krize yol açacağını
düşünen Kemal Uzan, 2004 genel seçimleri için bir parti kurmaya karar vermiştir. Başına da
genel başkan olarak oğlu Cem Cengiz Uzan'ı getirecektir. Uzanlar parti kurarak milletvekili
transferi yoluyla meclis içerisine girmeyi düşünmüşler, tartışmışlar, ancak tercih
etmemişlerdir. Çünkü transfer edecekleri milletvekillerini hiçbir zaman avuçları içerisinde
tutamayacaklarını ve gereken kontrolleri yapamayacaklarını düşünmüşlerdir. Bu yüzden
mutlaka parti kurulması gerektiği, partinin kurulması ile ilgili organizasyonu gerçekleştirme
görevinin de, kendilerine çok sadık olan, o dönemde Telsim'in Genel Müdürü olan Ahmet Oğuz
Özcü’ye verilmesi gerektiği kararını almışlardır. Oğuz Özcü Telsim’in büyümesinde,
organizasyonlarında ve Uzanlarca Telsim içerisinde yapılan bir kısım kanunsuz gizli işlemlerde
tek yetkili sadık isimdir.
2001 yılının yaz aylarında görevi alan Özcü, her zamanki kurnaz zekâsı ve organizasyonu
sayesinde tüm Türkiye’deki Telsim bayilerini 2001 yılının sonunda Kıbrıs’ta toplantıya çağırdı,
toplantı 01-04 Şubat 2002 tarihinde Kıbrıs'ta yapıldı. Bu arada 2001 yazında Telsim’in yeni
gelecek yönetim kadrosu belirlendi. Çünkü parti kurulduğunda Telsim’in kadrosunun büyük
çoğunluğu parti üst yönetiminde görev alacaktı. Şubat 2002 başlarında yapılan toplantıda
Oğuz Özcü: ‘Artık ben dinlenmeye çekiliyorum, sizinle ileride başka işler için buluşacağız,’
diyerek partinin kurulacağı işaretini verdi. Kıbrıs’taki toplantıda konaklanan odalara ses kayıt
cihazları yerleştirmişler ve arkadaşlarımızın gece, acaba parti mi kuruyorlar şeklindeki
konuşmaları dinlenmiş ki, ertesi gün Genel Müdür Oğuz Özcü, yok siyasete girmiyoruz,
şeklinde beyanlarda bulundu. Toplantıya katılanlar tarafından odalarda yapılan aramalarda,
odalardaki abajurların içerisine ses kayıt cihatları yerleştirildiği tespit edildi.
Uzan Şirketler Grubu, Kuruluş Şenlikleri adı altında ilk 2002 Mart veya Nisan ayında
Bursa’daki mitingi ile parti kurma sürecini başlattı. Bursa Almira Otel’de bu konu ile ilgili
Ankara’da parti binasının tutulduğu, çalışmaların başladığı ifade edildi. İşi bizzat Kemal
Uzan’ın yönettiği ve yönlendirdiği direk olarak söylendi. İlk aşamada seçimler 2004 yılında
olacağı için son derece kaliteli yönetimler ve değerli isimlerin göreve getirileceği ifade edildi.
Ancak erken seçim kararı alınmasından sonra Cem Cengiz Uzan ve Ahmet Oğuz Özcü parti
teşkilatlarının çabuk kurulmasını, kurulurken teşkilatın mutlaka güvenilir Telsim bayilerinden
yoksa, Star gazetesi ana bayilerinden seçilmesi kararı alındı. Star ana dağıtım işini organize
eden Medya Pazarlama A.Ş. Genel Müdür Yardımcısı Şükrü Karadağ görevinden alınarak,
partinin teşkilatlandırmadan sorumlu genel başkan yardımcısı yapıldı.
"Buradaki amaç, partinin kuruluşunda görev almak istemeyen Star ana bayilerini şantaj
yaparak parti çalışmalarına katmaktı. Partinin genel yönetimi ağırlıklı olarak Telsim yönetim
şemasının aynısıdır. Ancak gruba bağlı bazı şirketlerin üst yönetiminden de parti yönetimine
bazı şahıslar alınmıştır. Partinin il ve ilçelerdeki yönetim şekillerinin belirlenmesi 15-16
Ağustos 2002 tarihinde parti yönetimlerine katılacak bayilere tebliğ edilmiştir. Yönetim
kurullarının oluşması, bildirilmesi, yerlerinin tutulup kiralanması, 28 Ağustos 2002 yılında
bitirilmesi gerektiği açıklanmıştı.
Bunun denetimi gazete dağıtımını yapan Medya Pazarlama A.Ş. bölge müdürlüklerine ve
bunlara bağlı müfettişler ile sağlanmıştır. Bu müfettişler Türkiye’deki tüm bölgelere çıkarak
yönetim kurullarının oluşmasını sağlamışlardır. Bu denetimden sorumlu olanlar ise, Telsim
bölge müdürlükleriydi. Sürenin kısa olması, çoğu bayilerin geçmişte hiçbir siyasi partide görev
almaması, partiyi sıkıntıya düşürmüştü. Yönetim kurullarının oluşmasında gecikmeler olması
üzerine, Medya Pazarlama müdürlerince bölge bayilerine: ‘Yönetim kurullarına kayıt olacak
insan bulamıyorsanız geçen sene yürüttüğünüz cep telefon kampanyalarından abone isim ve
kimliklerini bulun, bunu da yapamıyorsanız size en yakın mezarlığa gidin oradan isim yazın,
doğum tarihleri zaten taşların üzerinde onları kaydedin,’ şeklinde talimatlar verilmiştir.
5 Eylül 2002 tarihinde yayımlanan Resmi Gazete’de Genç Parti’nin seçimlere katılmasının
ilanının ardından, 11 Eylül 2002 tarihine kadar tüm milletvekili aday sıralamaları Genel
Başkan Cem Uzan tarafından bire bir olarak yapılmıştır. Özellikle 1. ve 2. sıra milletvekilleri
kendisi tarafından, Uzan Grubu şirketlerinde üst düzey yöneticilik yapan şahıslarla şirket
bayilerinden kendisine sadık kişiler arasından seçilmiştir. Hatta yıllardır kendi korumalıklarını
yapan özel korumalar da güvendikleri için milletvekili aday listelerine yazılmıştır. Buradaki
amaç, eğer seçilirse ve meclise girerse tüm milletvekillerine hâkim olmak ve bugüne kadar
yaptığı usulsüzlüklerin önüne geçmektir.
Bu arada seçim süresi içerisinde yapılan tüm masraflar Mavi Ulaştırma Hizmetler A.Ş.’ye
fatura edileceği talimatı seçim çalışmalarını yürüten bölge sorumluları tarafından Genç Parti
logolu antetli kâğıtlar kullanılarak resmi olarak gönderilmiştir.
Ayrıca, seçim sonrasında Uzanlarca görevlendirilen bazı kişiler tarafından şirket muhasebe
kayıtlan ve parti kayıtları incelenerek, parti harcamalarının Uzan Grubu’na ait şirketlerce
yapıldığı hissini uyandıracak tüm bilgi ve belgeler kayıtlardan yok edilerek, bu harcamalar
çeşitli usulsüz yollarla muhasebeleştirilmiştir.
Yani Genç Parti adına Hazine’den çok az miktarda yardım alınmasına rağmen, seçimlerde çok
aşırı harcamalar yapılmış ve bu harcamalar da sanki şirketlerin genel giderleri gibi
gösterilmişti. Bu Mavi ile başlayan grup şirketlerinin kayıtlarında detaylı incelemeler
yapılması durumunda, bu durum her ne kadar silinmiş olsalar da ortaya çıkarılabilecektir.
Yine de ben sizlere Genç Parti’nin kuruluşundan beri sahte kişilerden yönetim kurulları
oluşturulması dahil, izlenilen strateji harcamalarınm muhasebeleştirilmesi ile ilgili ekteki
dosya içerisindeki belgeleri sunuyorum. Kimliğimin kesinlikle ve kesinlikle açıklanmasını
istemiyorum, çünkü bu grubun ne zaman ne yapacağını düşünemez ve tahmin edemezsiniz."
BDDK Gözlüğüyle Usulsüzlükler
BDDK tarafından İmar Bankası'nda tespit edilen parasal konulardaki usulsüzlükler özetle
şöyleydi: Öncelikle değişik tarihlerde BDDK tarafından bankaya, İmar off-shore’a ilave depo
yapılmaması, mevcut depoların tasfiye edilmesi, İmar off-shore mevduatının banka mevduatına
dönüştürülmemesi ve bu yolla bankanın yükümlülüklerinin artırılmaması talimatlarına aykın
davrandığı belirtiliyordu. Uzanlar, 12 Haziran2003 tarihinde ÇEAŞ ve Kepez’e el konulmasıyla,
4 Temmuz 2003 tarihinde İmar Bankası’na yeni yönetim atanana kadar geçen süre içinde
bankanın yükümlülüğünü, 616 trilyon 442 milyar TL, 17 milyon 571 bin dolar ve 9 milyon 377
bin euro artırmıştı.
Bizim burada ilginç bir tesadüf olarak değerlendirdiğimiz olay, başbakanlık tarafından aynı
şekilde yorumlanmış ve Teoman Kerman bu nedenle görevinden alınmıştır. Hakkında da
Başbakanlık Teftiş Kurulu inceleme başlatmıştır.
BDDK’nın İmar Bankası’nda tespit ettiği usulsüzlüklerden birisi olan, yetkisiz bono satışı
işlemleri, yoğun olarak 21 Ekim 2002 tarihinde başlamıştır.
BDDK’nın suçlandığı konulardan birisi, nasıl olup da, İmar Bankası’nın hazine bonosu satışı
yaptığı gözden kaçırılmıştır!
Burada hangi kurumun ihmalinin olduğu yapılan incelemeler sonucunda ortaya çıkacaktır.
Ancak bir gerçek vardır ki, 3 Temmuz 2003 tarihi itibariyle 728 trilyon liralık açığa bono satışı
yapılmış olduğudur. Buna karşın İmar Bankası ’mn hazine bonosu portföyünün değeri ise, yani
elindeki gerçek hazine bonosu miktarı ise, yalnızca 15 milyar lira seviyesindedir.
Gerçekte yalnızca 15 milyar liralık hazine bonosu sahibi olan Uzanlar’ın, 728 trilyon tutarında
bononun açığa satışı ilgi ilgili olarak Türk Ceza Kanunu’nun 508’inci maddesine göre nitelikli
dolandırıcılık olduğu iddiasıyla, suç duyurusunda bulunulmuştur.
Bu farkın, ayrıntıları GM04 isimli işlem ekranı kullanılarak mevduatın büyük bölümünün
kayıtlarda gösterilmemesi nedeniyle oluşturulduğu belirlenmiştir.
BDDK da nerede olduğu bilinmeyen bu farkın, zimmet suçu olduğunu belirterek, bu konuda da
suç duyurusunda bulunmuştur.
İmar Bankası ile Merkez Yatırım ve Ticaret A.Ş. nezdinde yürütülen incelemeler sonucu
ulaşılabilen bilgi ve belgeler esas alınarak yapılan hesaplamalarda, zimmet rakamı:
Amaç bankanın bilgilerine ulaşmaktı. Merkez Yatınm’daki çalışmalara geceli gündüzlü olarak
Şişli Cumhuriyet Savcılarından Mecit Ceylan nezaret etmişti.
2002 yılından elinde 2 bin dosyası bulunan ve 2003 yılında da bunların üzerine 5 bin dosya
eklenen Mecit Ceylan’ın işi oldukça zordu.
Önüne gelen 5 bin dosyadan bir tanesi olan İmar Bankası soruşturmasını Mali Şube ekiplerinin
başında geceli gündüzlü çalışmaları takip eden Mecit Ceylan, olayın her boyutuyla ortaya
çıkarılması için polisle yakın bir çalışma yapmıştı.
Yaklaşık bir ay banka kayıtlarının olabileceği yerleri arayarak geçmişti. Özellikle Merkez
Yatırım’a yapılan baskınlar tamamen sonuçsuz kalmıştı. Yolsuzluğun tam olarak ortaya
çıkarılması için belge ve bilgiler yanında, bilgisayar kayıtlarının bulunması çok önemliydi.
Uzanlar’a yönelik operasyon sırasında gelen ihbarlardan boğulan polis, en küçük bir ipucunu
bile ciddiye alıyordu.
Ağustos ayının başında İstanbul Mali Şube Müdürü Mustafa Aktaş’a gelen bir ihbar fazla
önemsenmeyecek cinstendi.
Uzanlar’la ilgisi kurulmayacak cinsten bir ihbar için arayan telefondaki ses: "Burada
(Şenlikköy'de) üzerinde Kök İnşaat A.Ş. yazan bir şirket var. Yeni taşındılar. Pek giren çıkan
yok, büyük büyük kasaları vinçle içeri soktular. Çalışanlar geç geliyor, gece boyunca sabaha
kadar çalışıyorlar. Sürekli pahalı yiyecek alışverişi yapıyorlar. Ne iş yaptıklarına anlam
veremedik" diyordu.
O günlerde her ihbarı ciddiye alan Mali Şube hemen bir personelini gönderip bilgi toplamaya
çalışmıştı. Ardından bir eleman daha derken, şube müdürünün kendisi de Şenlikköy’e gitmişti.
Fazla giren çıkanın olmadığı binadaki en dikkat çekici şey, güvenlik kameralarıydı.
Derken Hakan Uzan'ın asistanı olan Meltem Rapayadziç İşgörür’ün binaya girdiği tespit
edilmişti. Takip geceli gündüzlü on gün sürmüştü. Bu arada Şişli Cumhuriyet Savcısı Mecit
Ceylan da konudan haberdar edilmişti.
Gelen ihbar ve yapılan araştırma sonuçlarından edilinen izlenim artık buranın Uzanlar’ın yeni
merkezleri olduğuydu.
İşlerin buradan kontrol edildiği birçok bilgi ve belgenin burada saklandığına emin olunmasının
ardından uygun, operasyon günü beklenmeye başlandı. Yugoslav asıllı ve Uzanlar’a sadakati
ile dikkat çeken Meltem Rapayadziç İşgörür’ün Kadıköy’deki evi de takip altına alınmıştı.
İşe gidiş gelişleri yakından izleniyordu. Meltem İşgörür, izlenmediğinden emin olmak için taksi
ile geldiği Şenlikköy’de binanın bulunduğu yerin iki alt sokağında inip yaya olarak yola devam
ediyor; hatta bazı zamanlar Kök İnşaat’ın binasını geçip yeniden geri dönerek izlenmediğinden
emin bir şekilde binaya giriş yapıyordu.
On günden fazla süren takip, bir yandan da endişe yaratıyordu: Ya belgeler yok edilirse...
Operasyon hafta içinde yapılacaktır, ancak 16 Ağustos Cumartesi günü Meltem İşgördü’nün
işyerine gitmeyişi şüphe uyandırır.
Asıl istenen Meltem İşgördü’nün de binada olduğu bir zamanda operasyonu yapmaktır. Ancak
İşgörür’ün evden çıkmayışı operasyonun o gün yapılması kararına neden olur.
Binanın etrafındaki güvenlik kameraları operasyon için önemli bir engeldir. Kapıyı çalıp içeriye
girilmek istenmesi halinde, güvenlik görevlilerinin polis ekiplerini içeriye almayacakları
kesindir. İçeride bulunan kâğıt kıyma makinaları ile önemli bazı belgelerin yok edilmesi, hatta
binanın ateşe verilmesi tehlikesi bile vardır.
Polis belgeleri tehlikeye atmamak için Amerikan filmlerini aratmayacak bir taktik uygular.
Öncelikle kameraların açıları hesap edilerek Mali Şube ekipleri, içeri girmek için uygun
pozisyon alırlar.
Mali Şube Müdürü Mustafa Aktaş’ın planı, kapının içeriden açılmasını sağlamak üzerinedir.
Ekibi toplayan Aktaş bir kişinin bir şişe bira alarak Kök İnşaat binasının merdivenlerinde
oturmasını ister.
Böylece binanın önünde elinde bira şişesiyle birinin oturduğunu gören güvenlik elamanı onu
uyarmak için kapıyı içeriden açacak, o anda çevrede tertibat alan Mali Şube ekipleri ani
baskınla binanın içine gireceklerdir.
Plan başarılı olur ve güvenlik görevlisi kapıyı açar açmaz, kapı önündeki kişiyi uyarmaya vakti
kalmadan yere yatırılır.
Ekip binanın içindeki Uzanlar’a bağlı personeli de çok kısa sürede etkisiz hale getirip
kelepçeler. Mali Şube görevlilerinin ilk izlenimi, burasının bir "örgüt evinden" farksız olmadığı
şeklindedir.
Her taraftaki kâğıt yığınları, bilgisayarlar, masaların hemen arkasındaki uyumak için kurulmuş
yataklar ve içleri boşalmış yemek kapları ve ağzına kadar dolu buzdolabı ilk dikkat çeken
şeylerdir. Kısa süre içinde, çok önemli bir yerin basıldığı anlaşılır. Şişli Cumhuriyet Savcısı
Mecit Ceylan yanında, başından beri işleri bizzat takip eden İstanbul Emniyet Müdürü Şanmaz
Demirtaş da olay yerine gelerek, incelemeler yapar. Sürpriz ise Ankara’dan gelen üst düzey bir
emniyet görevlisidir; Kaçakçılık Organize Suçlarla Mücadele Dairesi Başkanı Hanefi Avcı da
basılan yeri görmek için Ankara’dan gelmiştir.
Binada yapılan incelemede art arda dizilmiş masalar dikkat çekiyordu. Atölyelerdeki üretim
bantlarını çağrıştıran masaların her birinde, şirket devirleri ile ilgili bir işlem yapıldığı hemen
anlaşılır. Evet, bu işyerinde geçmişe dönük olarakşirket devir işlemleri yapılmıştır.
Özellikle Uzan Ailesi fertleri ile grup şirketlerinde adli makamlarla başı belaya girmesi
istenmeyen kişilerin şirket ortaklıkları üzerinde değişiklikler yapılmıştır.
Birinci masada bir şirkete ait hisse senedi satış sözleşmesi, diğerinde alım sözleşmesi
hazırlanıp sonraki masada hisse devri yapılan şirketin karar defterine hisse devri ile ilgili
karar yazılıyordu. Bir sonraki masada ise değişen ortaklık yapısı pay defterine işleniyordu.
Yani birkaç dakika içinde bir şirketin ortaklık yapısı hem de geçmişe dönük olarak
tamamlanıyordu. Bir diğer masada da noter işlemleri gerçekleştiriliyordu. Dolayısıyla baskında
ele geçirilen şeyler arasında yüzlerce damga ve mühür de vardı.
Konunun yabancıları şunu düşünebilir: "Hisse senedi alım satımı gibi önemli bir yönetim
kurulu kararı, resmi makamlara tescil edilmeden yürürlüğe girebiliyor mu?"
Türk Ticaret Kanunu limited şirketlerde ortaklık yapılarının değişimi için Ticaret Sicil
Müdürlüğü’ne tescili şart koşarken, anonim şirketlerde böyle bir kayıt sistemi gerekli
görülmüyor. Dolayısıyla masa başında geriye dönük olarak da pay defterlerine yeni kayıtlar
yapılarak, ortaklık yapılarını değiştirmek mümkün.
Baskın sırasında Meltem İşgörür’ün masasının üzerinde hisse devri yapılan 99 şirketin adı ile
hisse devri yapan kişilerin listesi de bulunmuştu. Ayrıca Uzanlar’a ait şirketlerin tam listesi de
bu baskında ele geçirildi.
Yasa ile savcılık harekete geçmiş, mal varlıklarına tedbir konmasının yanında sorumlulukları
belirlenen kişiler hakkında da gözaltına almma talimatları verilmişti.
Hakan Uzan’ın, kapısında "Rumeli Telekom A.Ş. Konukevi" yazısı bulunan Yeniköy sırtlarındaki
villası, gece saat 02.00’den itibaren Sarıyer İlçe Emniyet Müdürlüğü ekiplerince gözetim
altına alınmıştı.
Mali Şube Müdürlüğü'ne bağlı iki komiser, Uzanlar’ın avukatlarıyla birlikte saat 10.00
sıralarında villaya girmişti. İçeride yaklaşık üçbuçuk saat kalan polisler, öğle saatlerinde
villadan ayrılmıştı.
Bu arada İmar Bankası hesap kayıtlarının bulunduğu Merkez Yatırım Ticaret A.Ş.’deki
incelemeler Şişli Cumhuriyet Savcısı Mecit Ceylan nezaretinde, o gün de sürmüştü.
On araçlık konvoyla Uzan Çiftliği’ne giden polis ve jandarma, güvenlik kameralarıyla korunan,
çevresi üzerinde "elektrik çarpar" uyansı bulunan tellerle çevrili çiftlikte aradığını bulamadan
ayrılmak zorunda kalmıştı
Baskın yapılan yerler arasında Ulus, Mecidiyeköy’deki evler ile Uzanlar’a ait Zeytin Adası da
bulunuyordu. Aramalara rağmen Uzanlar 'ın izine rastlanamamıştı.
O gün işe gitmediği için evine yapılan baskınla gözaltına alanan Meltem İşgörür’ün
ikametgâhında geniş çaplı arama yapılmıştı.
Giriş kapısının önünde duran iki adet çok lüks ve şifreli çanta, arama yapan polislerin dikkatini
çekmişti.
Florya Şenlikköy’deki işyerine yapılan baskında da aynı çantalardan iki adet bulunmuştu.
Evde İmar Bankası ile ilgili belge ve kayıtları arayan polisler çantaların içinde ne olduğunu
sorduğunda. İşgördü: "Bilmiyorum, bugün holdingten getirdiler" demişti.
Masanın üzerindeki pasaportu gören polisler Meltem İşgörür’e "Yurtdışına mı gidecektiniz?"
diye sorduğunda, o soğukkanlı biçimde "hayır" karşılığım vermişti.
• Havada frekans yakalayarak, telefon, telsiz ve diğer küçük vericilerden gelen sinyalleri
dinlemekte kullanılan bir adet cihaz.
• Cem Uzan’ın, Fatih Çekirge (Star Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni) ve Yeşim Salkım’la
(Hakan Uzan’ın eski eşi) yaptığı telefon kayıtlarının bulunduğu 22 adet mikro kaset, 2 adet
CD.
• Gülben Ergen ve tanınmayan 4 ayrı bayanın değişik erkeklerle cinsel ilişkilerini gösteren 7
adet kaset ve CD.
Uzanlar’a asıl ağır darbe, Florya Şenlikköy’deki işyerine yapılan baskında vurulmuştu.
Uzan Grubu şirketlerinin birçok dokümanı buradan çıkarmıştır. Evdeki çelik kasada şirketlerle
ilgili belgeler yanında şunlar ele geçirilmiştir:
• Çeşitli ev ve eğlence yerlerinin çıkışlarında çekilmiş 16 değişik yerle ilgili gizli kamera ve
güvenlik kamerası görüntüleri, (Bu görüntülerdeki şahıslar henüz tanınmamıştır. ANAP eski
lideri Mesut Yılmaz’ ın oğlu Yavuz Yılmaz’ın bar çıkışı görüntüleri bulunmaktadır.)
• Gülben Ergen ile İlyas isimli şahsın cinsel ilişkilerini gösteren kaset.
• Çeşitli kişilere ait 28 adet kaset ve CD’den oluşan ve içerisinde çok sayıda telefon
görümesinin olduğu ses kayıtları. Bu ses kayıtlarında adı geçen şahıslar: Korkmaz Yiğit-
Alaattin Çakıcı, Güneş Taner (Eski Devlet Bakanı)-Oğuz Gedik-Mehmet Ali Yalçındağ, Yargıtay
Üyesi Ahmet Köksal, ismi henüz tespit edilemeyen müsteşar ve isimleri henüz tespit
edilemeyen çok sayıda bay ve bayan telefon ses kayıtları. Telefon görüşmelerinin genel olarak
bankacılık, teşvik primleri ve medya grubu hakkında geçen konuşmalar olduğu anlaşılıyor.
Hürriyet gazetesinin santralinden yapıldığı tespit edilen Güneş Taner’in konuşmalarının
olduğu 26 adet görüşme, bu görüşmelerden dördü, içişleri Eski Bakanı Meral Akşener
tarafından basına verilmişti.
• Cem Uzan-Aydın Doğan arasında yapılan ikili görüşmelere ait gizli ses kayıtlarının olduğu
7 adet CD'ye çekilmiş ses kayıtlan.
• Uzan Grubu şirketlerine ait özet bilgilerin bulunduğu çok sayıda disk ve CD’ler.
• Palmiye evlerinde ise, açık alanlardaki konuşmaları dinleme ve kaydetmeye yarayan 1 adet
cihaz ele geçirilmişti.
Gülben Kasetleri
Toplam 8.5 katrilyon liralık İmar Bankası yolsuzluğu kapsamında Türkiye gündemine oturan
en magazinel konu Show TV’de iken Uzanlar’ın Star Televizyonu'na geçen Dadı dizisinin baş
kadın oyuncusu ve şarkıcı Gülben Ergen’in İlyas Atak ile cinsel ilişkilerini gösteren kasetler
olmuştu.
Kasetler onu çeken İlyas Atak’ta olduğu sürece yaşananların yalnız iki kişiyi ilgilendirdiğini de
bir gerçek. Ancak aniden Show TV’den Star TV'ye geçen Dadı dizisinin transferinde söz
konusu kasetlerin Uzanlar tarafından tehdit unsuru olarak kullanılıp kullanılmadığı ise adli ve
toplumsal bir olaydır. Hemen belirtelim ki: Şarkıcı Gülben Ergen olayın savcılık soruşturması
aşamasında Uzanlar’dan herhangi bir tehdit almadığını belirtmiştir.
Ö zaman İlyas Atak’ın kasasında bulunan kasedin nasıl ve ne amaçla Uzanlar’ın kasasından
çıktığı sorusu gündeme geliyor.
Peki bunun için para ödenmiş midir? Ödenmişse miktarı nedir ve böyle bir kaset ne için satın
alınmıştır?
Bu ve buna benzer soruların yanıtlan için başvuru kaynağımız Şişli Cumhuriyet Savcılığı’nın
konuyla ilgili olarak yaptığı soruşturma dosyası olacak.
Kasedin nasıl Uzanlar’a sızdığına ilişkin en açık ifadeyi İlyas Atak’ın yeğeni Burhan Yıldırım
vermişti. Yıldırım 14 Eylül 2003 günü A Takımı adlı programa katılarak, kasedi dayısı İlyas
Atak’ın 100 bin dolara sattığını söyledi.
Bu sözleri üzerine savcılık tarafından ifadesi alman Yıldırım, bu konudaki soruya şu karşılığı
vermişti:
"Ben dayım İlyas Atak’ın Şişli Maslak Atatürk Oto Sitesi Nazmi Akbacı İşmerkezi’nde bulunan
Erbaa Endüstriyel Pazarlama Şirketi’nde çalışıyorum. Bu işyerinde çalıştığım sırada işyerinin
para kasasına ben bakıyordum. Aynı kasada dayıma ait video film kasetleri vardı. Dayım İlyas
Atak bu işyerine gelen bazı arkadaşları ile Gülben Ergen isimli sanatçı ile sevişme
görüntülerinin bulunduğu film kasetini seyrediyorlardı. Ben işyerinde kimsenin olmadığı
zamanlar bu kasedi zaman zaman seyrettim. Bu kaset içerisinde açıkça dayım İlyas Atak’ın,
Gülben Ergen ile cinsel ilişkiye girdiği gözüküyordu. 2001 yılında dayımın işyerine Star
gazetesinde çalışan Gülsen Ahıska isimli şahıs, Gülben Ergen’in görüntülerinin bulunduğu
video kasedini 100 bin dolar karşılığında satın almak için pazarlık yaptılar. Dayım ile Gülsen
Ahıska kaset pazarlığını yaptıktan sonra işyerinden birlikte çıkıp gittiler.
Dayım tekrar işyerine geldi. Bana kasada bulunan Gülben Ergen kasedini almamı ve işyerinin
alt katındaki fotoğraf stüdyosuna gitmemi ve videoda film oynarken bazı fotoğraflarını
çektirmemi istedi. Ben kasedi alarak fotoğrafçıya götürdüm. Film videoda oynadığı sırada
yaklaşık olarak 20-25 tane televizyondan fotoğrafını çekti. Daha sonra çekilen fotoğrafların
negatiflerini almak için beklediğim sırada dayım, cep telefonundan arayıp fotoğrafların çekilip
çekilmediğini sordu. Ben de çekildiğini ve negatiflerini almak için beklediğimi söyledim. Dayım
fotoğrafçıya yanıma geldi ve kaseti alarak yanımızdan ayrılmadan önce negatifleri kasaya
kitlememi söyledi. Dayım benim yanımdan Star gazetesi çalışanı Gülsen Ahıska’yla buluşmak
üzere ayrıldı.
Dayım işyerine elinde sarı renkli, içerisinde ABD doları dolu olan bir zarfla geldi. Dayım bu
zarfta bulunan paradan 1.000 ABD doları parayı bana harçlık olarak verdi. Zarfta bulunan
diğer parayı da işyerinde çalışan Funda Babaoğlu ile Garanti Bankası’mn Maslak şubesine
yatırmak üzere gittik. Ancak ben paranın hangi hesaba yatırıldığını bilmiyorum."
Yıldırım’a, 4 Ekim 2003 tarihinde Asayiş Büro ekiplerince İlyas Atak’ın elinde başka şahıslara
ait gizli çekim yapılmış kasetler olup olmadığı sorulmuştu. Yıldırım'in yanıtı soyleydi:
"Gulit lakaplı Rana isimli Turnike programında hosteslik yapan bayanın, Sibel Gökçe isimli
bayanın, Rumen uyruklu Kaimen isimli bayanla dayım İlyas Atak ve onun arkadaşı olan Kayhan
soyismini hatırlamadığım ve Özlem Savaş isimli bayanın, Emel Yıldırım isimli bayanın, Evrim
Solmaz isimli bayanın, ayrıca isimlerini bilmediğim iki ses sanatçısının daha kasetleri vardı."
Polis, Yıldırım’a dayısından ölüm tehditi alıp almadığını sorduğunda da şu yanıtı almıştı:
"Ben A Takımı programında kasetlerden bahsettikten sonra dayım İlyas Atak’ın adamı olan
sadece ismini Reşit olarak bildiğim şahıs cep telefonumdan aradı ve bana akıllı olmamı, her
şeyin benim üzerimde kalacağını, kasetleri benim fotoğrafçıya götürdüğümü, bu işin benim
üzerimde kalacağını söyledi."
5 Ekim 2003 günü polisin ifadesini aldığı kişi ise, Star gazetesi magazin servisi çalışanı Gülsen
Ahıska’ydı. 25 yıldan beri gazetecilik yaptığını söyleyen magazin servisinde görevli Gülsen
Ahıska, işi gereği İlyas Atak’ı tanıdığını belirtirken, Atak’ın işyerine gidiş gelişlerde Burhan
Yıldınm'ı gördüğünü söylemişti.
Gülben Ergen’in cinsel ilişki kasedini 100 bin dolar karşılığında istemediğini ve hatta böyle bir
kasetten haberdar olmadığını söylemişti. İfadesinde, bir yıl önce karşılaştığı Gülben Ergen’in
kendisine, İlyas Atak ile çekilmiş bir kasedinin olup olmadığını sorduğunu söyleyen Gülsen
Ahıska, ifadesini şöyle sürdürmüştü: "Yok olsa haber yaparız, ne kasedi deyince, benim kasetle
ilgili bilgim olmadığını anlayınca, ‘yok öylece sordum’ dedi ve geçiştirdi."
Burhan Yıldırım’ın ifadesinde adı geçen ve kaset karşılığı alınan parayı bankaya yatırdığı iddia
edilen Funda Babaoğlu, yanında Burhan Yıldırım olduğu halde değişik tarihlerde bankaya para
yatırmaya gittiğini, ancak bunun yüzde 50 ortak olduğu Erbay Endüstriyel Ürünler’in paraları
olduğunu söylemişti.
Babaoğlu, İlyas Atak'ın, kendisi ve Şenol Kahraman adlı arkadaşının ortak olduğu ve makine
yedek parça mümessilliği yapan Erbay adlı şirkette önce danışmanlık, sonra da genel
müdürlük yaptığı bilgilerini verirken, Burhan Yıldırım’ın da dayısı Atak’a kini olduğunu
söylemişti.
Babaoğlu, sebep olarak da, Burhan Yıldırım’ın dayısı İlyas Atak’dan istediği başlık parası için
aradığı desteği bulamamasını göstermişti.
Babaoğlu ifadesinde, kalacak yeri olmadığı için işyerinde yatan Yıldırım’ın burada kalmamasını
istediği için kendisine de kızgın olduğunu ve adını bu işe karıştırdığını söylemiştir.
Gülben Ergen’de 7 Eylül 2003 tarihinde Mali Şube Müdürlüğü’nde verdiği ifadede cinsel
ilişkiyi gösteren kasetteki kişinin kendisi olduğunu ve çekimlerin 1993-1994 yıllarında yapılmış
olabileceğini söylemişti. Ergen konuyla ilgili şunları söylüyordu:
"Benim o dönemde Zorba Taverna'nın sahibi olan İlyas Atak isimli şahısla, arkadaşlığım vardı.
Bu arkadaşlık, bu şahıs tarafından kötüye kullanılarak, aramızda geçenler benim asla haberim
olmadan kayda alınmış, ben bu kasedi ilk defa görüyorum. Bu kasete ilişkin bugüne kadar ne
Uzan Ailesi fertleri tarafından, ne de başka kişilerce tehdit veya şantaja maruz kalmadım."
Olayı soruşturan Şişli Savcılığı’na çağrılan İlyas Atak’a yapılan inceleme sonuçlan
gösterilmiştir. "Şenlikköy 1-3 no'lu Video Kasedi" başlığıyla düzenlenen raporda Atak’ın,
değişik bayanlarla cinsel ilişki sırasında çekilmiş video görüntüleri ile ilgili bilgiler yer
alıyordu. Bayanların tamamının çekimlerden haberdar olduğu belirtilen raporun
değerlendirme bölümünde de: "Gülben Ergen’in odada kameranın olduğunu bilmediğine,
sevişme görüntülerinin İlyas'ın evi ya da garsoniyeri gibi bir yerde olabileceği kanaatine
varılmıştır" ifadesi yer alıyordu.
Bütün bunları okuyan İlyas Atak, savcılık ifadesinde olayı kabullenme yolunu seçti.
"A Takımı programında konuşan BurhanYıldırım benim yeğenim olur, onu konuşmalarında
dinledim. Benim 1992-1993 yılları arasında Gülben Ergen isimli bayanla zaman zaman
birlikteliğim oldu. Zaman zaman benim Kanlıca’daki evimde geceleri birlikte kalırdık, bu arada
kendisi ile sevişirken sevişme durumlarını fantezi olsun diye açık kameradan çeker ve sonra
birlikte izlerdik, birçok kez bu şekilde sevişme sahnelerimizi kasete çektik.
İfadelerdeki çelişkilere rağmen bu kasetin Uzanlar’ın kasasına nasıl girdiğini yanıtı, tehdit ya
da şantaj boyutu ise tam olarak açıklığa kavuşturulmamıştı.
Burhan Yıldırım, Erbaa şirketi dayım İlyas Atak’ın diyor, Funda Babaoğlu şirketin kendisine ait
olduğunu ve İlyas Atak’ın önce danışman sonra genel müdürlük yaptığını söylüyor, Burhan
Yıldırım kasetlerin işyerindeki kasada olduğunu belirtiyor, İlyas Atak Kanlıca’daki evden
çalındığını ifade ediyor. Burhan Yıldırım: "Kaset için alınan 100 bin doları Garanti Bankası’na
yatırdık" diyor, Funda Babaoğlu ise bu para şirketin parası diye belirtiyor.
Burhan Yıldırım başka kadınlarla dayısının çekilmiş seks kasetleri olduğunu söylüyor, Atak:
"Başka kaset yok" diyor. Bu konudaki soruları çoğaltmak mümkün; ancak Uzanlar’ın
kasasından İlyas Atak’a ait diğer seks kasetlerinin de çıkmış olması şüpheleri haklı çıkacak
boyutta. Çünkü polisin tespitlerine göre İlyas Atak’ın yalnızca Gülben Ergen ile değil, beş ayrı
kadınla cinsel ilişkilerini gösteren görüntüler ele geçirilmişti.
Acaba bir şantaj koleksiyonu mu oluşturulacaktı? Gülben Ergen’in kasetiyle ilgili detaya
girmemizin de nedeni bu.
Çünkü İstanbul Mali Polisi’nin Florya Şenlikköy’de Uzanlar’ın kiraladığı işyerinde ele geçirilen
e-mailler; ‘Acaba bir şantaj koleksiyonu-arşivi peşinde miydiler?" sorusuna ciddiyet katacak
nitelikte.
Gülben Ergen’in kasetinin 100 bin dolar karşılığında Uzanlar’ın eline geçmesine aracılık
yaptığı iddia edilen gazeteci Gülsen Ahıska’nın, Hakan Uzan’a gönderdiği e-mailler çok ünlü
işadamları ve onların çocukları ile ilgili olarak önemli bir arşiv çalışması yapılmak için uğraş
verildiğini, belki de yapıldığını gösteriyor.
Hakan Uzan'a doğrudan temas kurabilen ayrıcalıklı gazeteci Gülsen Ahıska, 18.11.2002
tarihinde saat 11.36’da HAKANUZAN/USTYONETİM/TELSİM@TELSİM adresine şu mail’i
göndermişti.
HAKAN BEY...
SAYGILARIMLA
GÜLSEN AHISKA
Birisi Hülya adlı bir kadına ait, diğeri ise kim olduğunu bilmediğimiz birisine ait iki kaseti
isteyen Hakan Uzan ve gazeteci Gülsen Ahıska işbirliğinin, Türkiye’nin çok önemli
işadamlarını ve onların çocuklarını takibe kadar vardığı ortaya çıkacaktır.
İş dünyasındaki kişilerin özel yaşamları ile ilgili Hakan Uzan’a istihbarat toplayan gazeteci
Gülsen Ahıska, patronuna 28.11.2002 saat 16.17’de önemli bir işadamı ile ilgili olarak
elektronik postayla şu mesajı gönderiyordu:
HAKAN BEY......
SAYGILARIMLA.....
GÜLSEN AHISKA
İş dünyasında çok önemli bir ailenin çocuklarının Amerika ve Londra’ya kadar uzanan
takibiyle ilgili olarak Hakan Uzan ve Gülsen Ahıska’nın mesajları, bir şantaj koleksiyonunun
parçalarını bir araya getirme çabasını ortaya koyar niteliktedir.
Bu konuyla ilgili gazeteci Gülsen Ahıska, Hakan Uzan’a 23.12.2002 saat 12.10’da şu mesajı
gönderiyordu:
HAKAN BEY
SAYGILARIMLA
Gülsen Ahıska adlı gazeteci 21.12.2003 tarihinde saat 14.00’de ise yine Hakan Uzan’a aynı
ailenin fertleri ile ilgili şu e-mail’i gönderiyordu:
HAKAN BEY,
SAYGILARIMLA
Dedektif gibi, aynı ailenin izini süren Gülsen Ahıska İki gün sotıra yani 26.12.2003 tarihinde
saat 10.53’de yine Hakan Uzan’a şu mesajı gönderiyordu:
HAKAN BEY,
KUSURA BAKMAYIN SİZE BİLGİ YAZMAM GEÇ OLDU. GARANTİ OLSUN DİYE ÇOK
ARAŞTIRDIM........AMERİKA’DA..........'DE BUGÜNLERDE ORAYA GİDİYOR,
ÇÜNKÜ...................’NİN KARDEŞİ ...’NA GIRTLAK KANSERİ TEŞHİSİ KONMUŞ. NEW
YORKTAYMIŞ. ÇOK ÜZGÜNLERMİŞ. DAYILARINI ZİYARET ETTİKTEN
SONRA.......VE........ASPEN’E GİDECEKLERMİŞ. NASIL YOL ÇİZMEMİ İSTİYORSANIZ
EMRİNİZDEYİM. AYRICA N...........’NIN TARKAN’LA DUDAK DUDAĞA ÇEKİLMİŞ RESMİ DE
VAR.
SAYGILARIMLA
Aynı gün saat 17.46’da Gülsen Ahıska yaptığı araştırmaların hangi aşamada olduğunu patronu
Hakan Uzan’a şöyle rapor ediyordu:
HAKAN BEY,
SAYGILARIMLA
Hakan Uzan Gülsen Ahıska’dan gelen mail’e saat 18.52’de şu yanıtı veriyor:
BEN SANA YAKIN GEREKLİ FON DESTEĞİNİ YAPARIM. BİLET VE MASRAFLARI ŞİRKETTEN
YAPMA. VİZEN VAR MI? ONUN KALDIĞI YERDE KAL Kİ KOLAY TAKİP VE BİLGİ SAHİBİ OL,
2 KİŞİLER İKİNCİSİNİN TAKİBİNİ DE BİRİNE TAŞERONLAŞTIR VEYA YANINA GÜVENDİĞİN
BİRİNİ AL. EŞCİNSEL OLANI ZIMBALAMAK ÇOK İYİ OLUR
Gülsen Ahıska’nın yanıtı 10 dakika sonra saat 19.02’de Hakan Uzan’a gidiyor:
HAKAN BEY VİZELERİMİZ VAR ÇOK GÜVENDİĞİM BİR ARKADAŞIMI ALIYORUM YANIMA
AMA ERKEK. SİZE DAHA ÖNCE BAHSETMİŞTİM. GİZLİ KAMERA GÜZEL KULLANIYOR.
BİRİMİZ BİRİNE BİRİMİZ BİRİNE TAKILRIZ. YALNIZ ERKEK OLDUĞU İÇİN YANIMDAKİ
ARKADAŞ ÇOK MASRAF OLUR DİYE DÜŞÜNÜYORUM. TABİİ AYRI AYRI ODA TUTACAĞIMIZ
İÇİN. HAKAN BEY SİZE VE AİLENİZE HAYIRLI SENELER DİLER, HER ŞEYİN GÖNLÜNÜZCE
MUTLU VE SAĞLIKLI OLMASINI CANI GÖNÜLDEN DİLERİM.
SAYGILARIMLA.
Bu elektronik postalar gösteriyor ki; İlyas Atak’ın yeğeni Burhan Yıldırım’m verdiği ifadede
haklılık payı vardır. Yukarıdaki mail’lerden de anlaşılacağı gibi birçok kişinin özel yaşamı ile
ilgili kaset ya da görüntü peşinde olan birisinin Gülben Ergen’in kasedinin Uzanlar’a satışına
aracılık edebileceği akla yatKın gelmektedir.
Nitekim polisin Şenlikkoy’deki evde ele geçirdiği bu mail’lerle ilgili olarak Şişli Cumhuriyet
Savcılığı’nın açtığı soruşturma da bu gerekçeye dayanıyordu.
Çünkü kendi ellerinde bulunan Telsim hatlarından yapılan görüşmelerin dökümleri de ele
geçirilen evraklar arasındaydı. Bu durum yasaya aykırıydı. Çünkü hangi telefonun hangi
telefonla görüştüğüne ilişkin dökümler ile konuşma dinleme tamamen mahkeme kararı ile
mümkündür. Öte yandan, bazı kişilerin ses kayıtlan veya cinsel hayatlarına ilişkin çekimleri
neden bulundurduktan sorusunun yanıtı savcılık dosyalan sonucunda yapılacak yargılamalar
ile aydınlığa kavuşacaktır.
Acaba bu kasetler şantaj için kullanılıyor muydu? Buna evet yanıtım verememenin nedeni,
yeterli zamanlarının olmayışına bağlanmalı. Ve dediğimiz gibi bu sorunun yanıtını da ancak
adli makamların sonışturmalan ortaya çıkaracaktır.
Ancak kesin olan bir şey vardı ki, Uzanlar dinleme konusunda oldukça ileri bir noktadaydı.
İmar Bankası yolsuzluğu ile yakından ilgilenenlerden birisi de Kaçakçılık ve Organize Suçlarla
Mücadele Dairesi Başkanı Hanifi Avcı İdi.
Avcı, zaman zaman Ankara’dan İstanbul’a gelip operasyon hakkında bilgi alıyordu. Avcı, bu
ziyaretlerinin birisinde Uzanlar’ın sahip olduğu dinleme teknolojisi konusunda geçmişten bir
örnek vermişti.
1994 yılında İmar Bankası’m teftişe gelmiş olan bir müfettiş, tesadüf sonucu masasının altında
bir dinleme cihazı bulmuştu. Uzanlar aleti yerleştirmiş ama kamuflaj konusunda titiz
davranmamışlardı. Belki de buna ihtiyaç duymamışlardı. Çünkü, cihaz o güne kadar Türk
istihbaratının bile görmediği küçüklükteydi.
Cihazı yerinden söken müfettiş, o dönemde İstanbul Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Daire
Başkanı olan Hanifi Av-cı’ya gitmişti. Avcı eline aldığı cihazın dinlemeye yaradığını anlamıştı,
ama İstanbul polisinin elinde bu kadar nitelikli cihazların bulunmadığını da söylemeden
edememişti. Tutanakla cihazı teslim alan Avcı, bu cihazı yıllarca kullanmıştı. Son olarak İmar
Bankası operasyonunu yapan meslektaşlarına şunu sormuştu: "Altı yıl önce bir dinleme cihazı
gelmişti Uzan-lar’dan ben yıllarca kullandım halen duruyor mu?"
Telsim’i elinde bulunduran Uzanlar, mahkeme karan ile yapılacak dinlemeler için kendilerine
başvuran emniyetçilere kök söktürmüşlerdi.
Dinleme için Telsim’e gelen emniyet istihbarat görevlilerine, binaya giriş çıkıştan, çalışma
ortamına kadar her yerde zorluk çıkartılmıştır. O dönem Telsim’e giden emniyetçilerden biri:
"Korumaların disiplini o kadar yüksekti ki; bizi bile kıskandıracak düzeydeydi. Hatta biz de
şaka yollu kendi aramızda böyle bir sistem kurabilsek diye söylediğimiz olurdu" demiştir.
Bu disiplinin arkasındaki isim emekli Kurmay Albay Mehmet Şibik’ti. Genç Parti Merkez
Disiplin Kurulu üyesi de olan Mehmet Şibik, aynı zamanda Uzan Grubu şirketlerindeki
ortaklıklarından dolayı mallarına tedbir konulan kişiler arasındaydı. Şibik’in başında olduğu
koruma ordusu içinde ordudan atılan, subay astsubaylar da vardı. Korumalarda taviz
verilmeyen en önemli şey ise disiplindi.
4 Ocak 2004 tarihinde kendi yönetimindeki Star 7V’de yayınlanan Objektif adlı programda
ÇEAŞ-Kepez ve İmar Bankası olayı ile ilgili soruları yanıtlayan Cem Uzan, Mehmet Şibik için
oldukça olumlu görüş belirtiyordu.
Sunucunun: "Uzan Ailesi’nin etinde bir telefon şirketi var. Uzan Ailesi bu telefon şirketi ve
onun dışında üstün teknolojiyi kullanarak insanları dinliyor. İşte bir emekli albaydan söz
ediliyor, daha önce emniyette bu işleri yapmış kişilerin sizin bünyenizde olduğundan söz
ediliyor. Ve bu insanlar birlikte siz..." şeklindeki sorusuna Cem Uzan şu karşılığı vermişti:
"Bunlar deli saçması, hayal ürünleri. Bakın o emekli albay dediğiniz kişi, emekli bir kurmay
albaydır. Bizim şirketlerimizin güvenlik müdürüdür. Benim şahsi güvenliğimi de sağlayan
kişidir, benim canımı emanet ettiğim, son derece de güvendiğim bu ülkenin yetiştirmiş olduğu
bir insandır."
Şenlikköy’deki baskın emekli Albay Mehmet Şibik ile Hakan Uzan arasındaki ilginç ilişkiyi de
ortaya koyacaktır. Elektronik postalarda da görüleceği gibi Mehmet Şibik ve ekibi Uzanlar
adına çalışan bir istihbarat örgütü biçimine dönüşmüştür.
(...............)
"MEVCUT BİLGİLER
1. EV: ÇENGELKÖY’DE SİTE İÇİNDE BAHÇELİ HAVUZLU VİLLA, EVİNİ BİLİYORUZ, TAM
ADRESİNİ TEYİT EDECEĞİZ
2. YAKIN KORUMASI: 2 KİŞİ (BİRİSİ İLE TEMAS VARDI, TEKRAR MÜMKÜN
OLABİLİR)+ŞOFÖR
3. EV KORUMASI: 3 KİŞİ
RESİM, VİDEO, TEMAS MÜMKÜN. SON DURUM TESPİT EDİLECEK, YENİ BİLGİLER TEMİN
EDİLECEK.
SAYGILARIMLA."
Eski bir bürokrat ise yine Uzanlar’ın takibine girer. Görev Mehmet Şibİk ve ekibinindir:
Hakan Uzan 29.07.2002 tarihinde bu kez Motorola adına lobi yaptığını düşündüğü söz konusu
eski bürokratı takibe aldırır. Bu konuyla ilgili olarak saat 09.07’de Mehmet Şibik’e şu
elektronik postayı gönderir:
Mehmet Şibik ise sadece 90 dakika içinde yani 29.07.2002 tarih saat 10.32’de doğru bilgileri
Hakan Uzan’a yine elektronik posta ile iletir:
"EFENDİM,
SAYGILARLMLA."
2. FAALİYET ÖZEL
C- C.D RUMELİ HİSARI KONSER BİLETİ (FAZIL SAY KONSERİ İÇİN 6 ADET) TALEP ETTİ.
TEMİN EDİP VERDİK.
G- AVRUPA BİRLİĞİ: WESTERN EUROPA UNION VİYANA’DA 3 YIL DAİMİ GÖREV YAPMIŞ
BİR KİŞİ C.D İÇİN PROJE BAZINDA-DANIŞMAN OLARAK ÇALIŞMAK İÇİN MÜRACAAT
YAPTI. GÖRÜŞMESİ OLUMLU GEÇMİŞ SONUCU BEKLİYORUZ.
3. AYRICA: C.D'NİN İSTANBUL ŞUBESİNİN OLDUĞU KATTA BiR OFİS BOŞALDI. AYLIK KİRA
BEDELİ OLARAK 2450 DOLAR 1 YILLIK PEŞİN TALEP EDİYORLAR. FİYAT VE ÖDEME
KONUSUNDA PAZARLIĞA DEVAM EDİYORUZ. İSTANBUL ŞUBESİNİN BULUNDUĞU
BİNADA ÇOK SAYIDA OFİS VAR VE BUNLARDAN İKİ TANESİ KONSOLOSLUK BU NEDENLE
ÇOK SAYIDA YABANCI ZİYARETÇİ GİRİP ÇIKIYOR. SINIRLI SAYIDAKİ ELEMANI DOĞRU
KİŞİLERE YÖNELTMEK VE HEDEF OFİS İÇİNDEKİ FAALİYETLERİ İZLEMEK DİNLEMEK
İÇİN BU OFİSİ BİZİM ÇALIŞMAMIZDA BİR ŞİRKET ADINA KİRALAYARAK KULLANMAMIZ
ÇOK ÖNEMLİ AVANTAJLAR SAĞLAYACAKTIR. FAALİYETİN AÇIĞA ÇIKMAMASI İÇİN KADRO
DIŞI FARKLI ELEMAN KULLANIMI YAPIYORUM, AÇIKTAN-BELGESİZ ÖDEMELER İÇİN
KULLANILMAK İÇİN10 MİLYAR LİRA AVANS TAHSİSİNİ
Mehmet Şibik’in gece yansı gönderdiği elektronik postaya Hakan Uzan sabahın erken saatinde
07.51'de şöyle yanıt verdi:
Uzan Grubu’nun Cem Duna üzerindeki takibinde ise bir azalma yoktu. Sait Selahattin Sakarya
adlı kişiden Cem ve Hakan Uzan’a 18.12.2002 tarihinde saat 18.36’da gönderilen mesajda
şunlar yazıyordu:
"EKTE BİRAZ AKGRUP HAKKINDA BİLGİ TOPLADIM. BUNLAR BİRAZ LOW KEY
"INVESTIGATIVE" CONTACTST ANDIRIYOR. (US ISRAEL, TURKEY RELATIOANSHİP) İ.E,
"KROLL-CIA KALDIRIM TİPLERİ" CHARLES JONSTON’UN ŞİRKETİN LEGAL COUNSEL
ROLÜNÜ ÜSTLENMİŞ OLMASI İLGİNÇ!"
Hakan Uzan 19.12.2002 tarihinde saat 12.51 ’de olayı gönderdiği elektronik posta ile Mehmet
Şibik’e havale ediyor:
Bunlar amerikan ajanları! Eski büyükelçilik de onlar adına çalışan Türkler. ön araştırma yapar
mısın. Gizlilik maximum...
Mehmet Şibik 13.07’de cevabi olarak gönderdiği mesajda şunları dile getiriyor:
SAYGILARIMLA"
Mehmet Şibik ve ekibi boş durmaz. Akgrup’un şirket merkezini gözetim altına alan Şibik ve
ekibi, işyerinde çalışanların tek tek takibe alırlar. 27.12.2002 tarihinde Mehmet Şibik'in Hakan
Uzan’a geçtiği ön bilgilerde iki kez ofise girildiğini, ancak resimleri kendilerine gönderilen üç
kişinin ofiste olmadığı bildirilir. Ellerinde resimlerle Akgrup’a giren çıkanları takip eden
Mehmet Şibik elektronik mesajında ilginç bilgiler de vermektedir:
Şirket merkezi sürekli gözetim altında tutmaktadır: Fakat dün akşama kadar isim ve resimleri
olan şirket yöneticileri bölgede görülmemiştir. Bugün itibarı ile Fehmi Sait Hürol’un saat
09.00’da büroya geldiği tespit edilmiş olup, ofis gözlem altında tutulmaya devam edilmektedir.
Şirket merkezinin olduğu sokakta Ankara Valisi'nin evi bulunmakta, sokak sürekli olarak
güvenlik personeli tarafından kontrol altında tutulmakta, bu da sürekti bir noktadan gözlem
yapma imkânını ortadan kaldırmaktadır. Fakat gözleme faaliyetine devam edilmekte olup
özellikle isimlen belirtilen şahısların ev ve mııtat kullandığı yerlere ilişkin bilgiler tespit
edilmeye çalışılmaktadır.
Şirket merkezinde çalışmış ve yaklaşık 2-3 ay önce işten ayrılmış bir şoför olduğu tespit
edilmiş olup, bu şahsın şu anda nerede bulunduğuna ilişkin bir çalışma yapılmaktadır. Tanıyan
bir arkadaşı ile irtibat kurulmuş olup, hafta sonunda bir görüşme ayarlanmaya çalışılmaktadır.
Buluşulduğu takdirde çalışmıyorsa iş temin edilerek ya da gerektiği takdirde maddi çıkar
sağlanarak adı geçen şirket yöneticilerine ilişkin kapsamlı bilgilere ulaşılmaya çalışılacaktır.
Tarih 29 Ocak 2003’ü gösterdiğinde Hakan Uzan’ın araştırılmasını istediği Akgrup ile ilgili
oldukça önemli detaylar ele geçirilmiştir.
Mehmet Şibik 29 Ocak 2003 tarihinde saat 17.17’de gönderdiği mesajda şirketin bulunduğu
binanın sahibinin Süleyman Demirel’in kayınbiraderi Ali Şener’e ait olduğundan, Aydan
Kozluca, Murat Akay ve Fehmi Sait Hürol ile işleri konusunda ve görüştükleri siyasilere kadar
varan bilgileri Hakan Uzan’a gönderir.
08.01.2003 tarihinde Hakan Uzan, Mehmet Şibik’e gönderdiği bir mesajla bu kez bir isteğini
iletir;
"ANKARA BİNA GP'DE CEM BEYİN OFİSİNDE Kİ TÜM KAPILARI DEĞİŞTİRMENİZİ RİCA
EDİYORUM. ÇİFT KAPILI SES İZOLASYONLU. AYRICA BİR EKİP KURMAK
ZORUNDAYIZ. BİZİM ODALARI OFİSLERİ OTELLERDEKİ ODALARI TELEFONLARI VE
TELEVİZYONLARI RUTİN BİR ŞEKİLDE KONTROL EDECEK BİZİM KALDIĞIMIZ ODALAR
KONTROL EDİLMELİ BUG? (Dinleme cihazı) FİLAN"
"EFENDİM
B. MUSCLE MAN STUN GUN (ELEKTRİK ŞOKLU DEMİR ÇUBUK):30 ADETX65 USD=1950
USD
C. ADVANCED AİD TASER (ELK.ŞOK TABANCASI): 30ADETX340 USD=10200 USD
{600.000 VOLT)
Nevruz kutlamalarına denk gelen Çorum mitinginde 13 tanesi silahlı olmak üzere her birinde
cop ve birer adet göz yaşartıcı ya da bayıltıcı sprey, toplam 119 koruma, 20 kelepçeve 25 sis
bombası bulunduruluyordu.
Şibik’in Hakan Uzan’a 19.03.2003 tarihinde gönderdiği mesajda bu konuyla ilgili şunlar
yazıyordu:
ÖRNEK OLARAK:
• 18 MART: ÇORUM GRUBUNDA 4’Ü YAKIN KORUMA PERSONELİ 2’Sİ YÖNETİCİ OLMAK
ÜZERE 6 SİLAHLI PERSONEL VARDI.
• 19 MART İZMİR GRUBUNDA: TOPLAM 32 KİŞİ, 5'İ YAKIN YAKIN KORUMA 3’Ü
YÖNETİCİ OLMAK ÜZERE 8 SİLAHLI PERSONEL OLACAK.
• 3 ADET MEGAFON
• 15 ADET KELEPÇE
• 3 ADET MEGAFON
• 20 ADET KELEPÇE"
Kendisi ve ekibi Uzan Grubu için istıhbari çalışmalarda bulunan Mehmet Şİbik, Uzan
Grubu’nun dinlenmesine karşı da önlemler planlanmıştır. Bu nedenle 09.04.2003 tarihinde
Hakan Uzan’a bir elektronik posta gönderen Şibik, toplam 61 bin dolarlık bir proje önerir.
Polisin Şenlikköy’deki Uzanlar’a ait işyerine yaptığı baskında ele geçen elektronik postalardan
bir tanesi buna ilişkin ayrıntılarla doludur.
09.04.2003 saat 01.58’de Hakan Uzan’a bir mesaj gönderen Şibik şöyle yazmaktadır:
"EFENDİM
SAYGILARIMLA
GÜVENLİK SİSTEMLERİ:
B. KULLANIM YERLERİ:
BDDK İmar Bankası ile ilgili olarak bu nitelikte hiçbir belgeye ulaşamamıştı.
Bankadaki belgelerin ve bilgilerin yok ediliş süreci nasıl organize olarak gerçekleşmişse,
yüzlerce şirketin hisselerinin yaşa dışı devrinin de aynı biçimde tamamlandığı ortaya çıkacaktı.
Buna ilişkin belgeler polisin yaptığı aramada Uzanlar’ın Florya’daki yeni kiraladıkları
binasında ele geçmişti.
Hakan Uzan’ın asistanı Meltem İşgörür’ün çekmecesinden üst düzey yöneticiler (Kemal,
Hakan, Yavuz Uzan) için hazırlandığı belirlenen bir not çıkmıştı. Daha sonra ele geçen CD’ler
için de aynı nota rastlanacaktı. ÇEAŞ ve Kepez’den sonra İmar Bankası’na da el konmasıyla
Uzanlar’ın tüm mal varlığına tedbir konulmuş oldu. Bu ilk tedbir kararını ardından Uzanlar,
organize biçimde şirketlere ait hisseler ile mal varlıklarını başkalarının üzerine geçirmeye
başlamışlardı. Bunun için grup şirketlerinde çalışan personelden yararlanılmıştı. Özellikle de
emir-komuta anlayışı içinde çalışan koruma görevlileri bunun için iyi bir kaynak oluşturmuştu.
Daha sonra polise verdikleri ifade de: "Silah ruhsatı için hazırlanan evrakları imzaladık" diye
savunma yapan korumalar ile birlikte bu konuda toplam 200 kişinin ifadesi alınmıştı.
Uzanlar hızla mal kaçırıyor, devlet bunu takip edemediğinden, Adalet Bakanlığı aracılığı ile
Türkiye genelindeki tüm noterlere, Uzan Grubu şirketleri ile bu grupta görev alan kişilerin
isimleri bildirilerek, hisse devirlerini önlemeye çalışıyordu.
Çünkü 31 Temmuz’da TBMM1 den geçen ve Uzan Yasası olarak adlandırılan 4969 Sayılı Yasa
ile birlikte grup şirketleri ile yöneticilerin eş ve çocuklarının mal varlıklarına da tedbir
konulması kararlaştırılmıştı.
Yasa çıkmıştı, ama cumhurbaşkanı henüz onaylamayıp yürürlüğe girmediğinden, belki bir
şansları daha vardı. Onun için Uzanlar, tedbir kararı genişlemeden mal ve hisseleri
başkalarının üzerine aktarma planına hız vermişlerdi.
İşte bütün bunun ipuçları 10 Ağustos 2003 tarihinde hazırlandığı anlaşılan ve Meltem
İşgörür’ün masasının çekmecesinde ele geçen notta belirtiliyordu. Bu notta TAŞINACAK
KRİTİK DEPARTMANLAR LİSTESİ içinde "Mehmet Şibik’in ekibinden (özel işleri yapan
bölümler)" diye söz ediliyordu. Ele geçen belgeler, Uzanlar’ın hem gazetecileri hem de
kendisine bağlı güvenlik departmanını kullanarak, birçok kişinin iş ve özel hayatına ilişkin bilgi
ve belgelerinden oluşan şantaj koleksiyonu yaptığını ortaya çıkarmıştı.
Şenlikkoy’de ele geçirilen ve tedbir kararına aykın biçimde mal kaçırma iddiasıyla haklarında
suç duyurusunda bulunulmasına neden olacak söz konusu notta ise birbirinden ilginç bilgiler
yer almaktadır.
"A-YAPILANLAR:
I-HİSSE İŞLEMLERİ
1- Standart Telekomünikasyon.
5- Rumeli Tanıtım.
6- Banko Müzik (Prime Prodüksiyon ve İnter Televizyon şirketi EZA (Enis Zaimoğlu) ve
(Meltem İşgörür ) hissedarlıktan çıktı).
1-Telsim’de HU (Hakan Uzan) ve CU (Cem Uzan) yönetimden istifa etti ve yerine Hasan Pilav
ve Sertaç Akyüzyol getirildi.
2-Ceps, Star Digital, Sistem Direk Pazarlama ve Trendi’de yönetim kurulundan HU (Hakan
Uzan) istifa etti ve yerine Müştak Ayvaz getirildi. Yönetim Kurulu üyelerine sembolik hisse
devredildi.
R. Telekom’da bulunan araçların tamamının noter satışları yapılmıştır. 11 adet aracın ruhsat
değişimi henüz yapılmamıştır. Bu hafta tamamlanmaya çalışılacaktır. Gecikme nedeni ise
ruhsatlarda tedbir nedeniyle sorunlar yaşanmasıdır. Ancak aşılacağı düşünülmektedir.
3-Diğer İşler:
Şirketlerin taşınması için Mecidiyeköy’de bir yer tutulmuştur. (7 katlı bir iş hanı) Levent
bölgesinde ikinci bir yer aranmaktadır.
B-YAPILACAK İŞLER:
1-HİSSE SENEDİ BASIMI İÇİN GENEL KURULLAR Şirketlerin birbirleri ile olan bağlantısının
koparılması yönünde gelen istek üzerine genel kurul işlemleri genel kurulun yapılacağı
günden bir gün önce durdurulmuştur. Genel kurul yapıldığı zaman hazirun cetveli
kesinleşeceğinden beklenmiştir.
(Şirketlerin birbirleri ile bağlantısını koparmak biraz zor olacak. Çünkü tamamen bağımsız
yapmak istersek çok fazla ortağa ihtiyacımız olacak. Örneğin EZA 26, HPİ 26, CU (Cem Uzan)
16, siz 20 şirkete ortaksınız. Bu nedenle tamamen bağlantısız hale getirmek çok zordur, (Şahıs
ve şirketlerin ortak listesi ektedir. Ayrıca inceleme halinde bulunan yeni ortakların bazı
şirketlerin sermayesi nedeni ile hisse alım bedeline kaynak göstermesi gerekebilir.) Ancak
işlem yapılan şirketlerin genel kurulları yapılabilir. Ekte genel kurulları yapılması düşünülen
şirketlerin hazirun cetvelleri vardır.
Telsim’in hamiline hisse senedi çıkarılması ile ilgili genel kurul ise Detecon hisselerinin
devralınması sonrasında yapılacaktır.
2-BİLİRKİŞİ RAPORU
İlk tedbirlerle ilgili olarak mahkemeye başvurmak için şirketlerin ortaklık yapısı ile ilgili
bilirkişi raporu hazırlanmaktadır. 09.08.2003 tarihinde Av. Turgut Bey’le yapılan son görüşme
sonucunda pazartesi günü Turgut Bey’e rapor ve evraklar teslim edilecektir,
Ekli listede yer alan şirketlerin merkez nakilleri yapılacak. Mecidiyeköy’de yeni tutulan yer
Fırtına Lojistik adına yapılmıştır. (Ancak hepsinin bir yerde toplanması riskli olabilir.) Rumeli
Hava’nın merkez nakli daha önce R. Hava tarafından tutulan Florya’daki adres yapılacak.
Semra Çıplak
5-FONTEK
Kurulması düşünülen on yeni şirketle ilgili olarak ortakların kimler olacağı belli olmadığından,
şirketlerin kuruluş işlemleri henüz yapılmamıştır. Hepsi ayrı kişiler olması halinde ortak sayısı
da buna göre artacaktır."
27 Haziran 2003 tarihinde Kök İnşaat adına Şenlikköy’de tutulan işyerine polisin 16 Ağustos’ta
yaptığı baskında ele geçen belgeler arasında yer alan raporun arkasından yapılan
soruşturmada ifadesi alınan korumalar, hiçbir şeyden haberleri olmadığını söylüyorlardı.
Beş ay kadar önce kendisini arayan kişilerin bir adet nüfus cüzdanı sureti ve bir adet
ikametgâhı alarak Star TV binasına gelmesini istediklerini anlatan Gedik, daha sonra
okumadığı birçok evraka imza atarak şirketlerin ortağı haline getirildiğini söylemiştir.
Rumeli Telekom firmasına ait Kemal Uzan’ın ikametinde güvenlik elamanı olarak görev yapan
Sezgin Alçın ise, 17 Eylül 2003 tarihli polis ifadesinde şunları anlatıyordu:
"Haziran 2003 yılına kadar üzerime kayıtlı bir şirket yoktu. 2003 Haziran ayında ismini
bilmediğim bir erkek şahıs bana İstanbulspor A.Ş. unvanlı şirketin devir teslimi ile ilgili
birtakım evrakları imzalamam gerektiğini söyledi. 10 gün sonra yine aynı şahıs Hayat
Yayıncılık A.Ş. ile ilgili de devir teslim işlemleri ile ilgili belgeleri imzalattı.Bir hafta sonra da
Prime Medya A.Ş. ile ilgili belgeleri imzalattı. Benim üzerime hisse devreden şahısları
tanımıyorum. Onlara devir için de herhangi bir ödemede bulunmadım."
Polisin ortağı olduğu şirketlerin yönetim kurulu üyelerini tanıyıp tanımadığını sorması üzerine
Sezgin Alçın şu karşılığı vermişti:
"Adı geçen firmaların yönetim kurulu üyelerini ve diğer ortaklarını tanımıyorum. Yönetim
kurulu üyesi ne iş yapar bilmem, bu şirketlerin yönetim kurulu toplantılarına hiç katılmadım."
Hakan Uzan’ın yakın korumalığını yapan Murat Muslu, kendi üzerinde 4-5 şirketin hisseleri
bulunduğunu ama bunlar hakkında bilgisi olmadığını söylemiştir:
"Fatma Sarı adlı şahıs temmuz ayında beni çağırarak, bana imzalamam gereken evraklar
olduğunu söyledi. Ben de işimi kaybetmemek için imzaladım.
Bir hafta sonra yeniden çağırdıklarında da içinde Star TV ve Süper FM geçen evrakları
imzalattırdılar. Bu kez beni firmalara ortak ettiklerini anladım. ‘Neden beni ortak
ediyorsunuz?’ dediğimde de, Murat isimli şahıs: ‘Siz Uzan Ailesi’nin yakın korumalarısınız,
sizden daha güvenilir insan yok. Aynca bu durumun size de faydası olur. Yakın koruma
olduğunuz halde silahınız yok, bu sayede taşıma ruhsatı almanız kolay olur’ dedi."
İmzaladığı evraklarla Star TV’nin Vahit Alpata üzerinde görünen 148 bin adet hissesini 1
trilyon 480 milyar lira bedelle üzerine almış görünen Muslu’ya bu tutarda bir parayı ödeyip
ödemediğini sorulduğunda Muslu’nun yanıtı ise şöyle olmuştu:
"Vahit Cüneyt Alpata’yı tanımıyorum. Hisseleri almış olsam da bir bedel ödemedim. Bugüne
kadar en çok 10 milyar lirayı bir arada görebildim. Yapılan tüm işler benim iradem dışında
gerçekleşti."
Murat Muslu’ya yöneltilen sorulardan birisi de Cem Uzan’ın eşi Alara Koçibey ile ilgiliydi.
Asem Güzellik ve Solaryum A.Ş. ortakları olarak görünen Murat Muslu, Doğan Becerik ve
Mustafa Avcı 8.4.2003 tarihinde Bakırköy 29'uncu Noteri Akın Yarbuz tarafından düzenlendiği
iddia edilen vekaletnameyle şirket adına tüm yetkileri Alara Koçibey’e devretmişti. Polisin:
"Yetkilerinizi neden Koçibey’e devrettiniz?" sorusuna şöyle cevap vermiştir.
"Ben bugüne kadar hiç Bakırköy 29'uncu Noteri’ne gitmedim. Bana göstermiş olduğunuz
evrakı ilk defa burada görüyorum. Ancak Fatma Sarı’nın bana imzalatmış olduğu evraklar
arasında bunlar da olabilir. Yapılan bütün bu işler benim ve Uzan Grubu’nda şoförlük yapan
Mustafa Avcı ile Doğan Becerik’in bilgisi dışındadır. Alara Koçibey’i de yalnızca Cem Uzan’ın
eşi olduğundan sadece ismen tanıyorum."
"Bütün bu işlemler benim bilgim dışında gerçekleştiği için yeterli bilgiye sahip değilim. Bana
kimse evrakları imzalamam için zorlamada bulunmadı. Ancak özel sektörde söyleneni
yapmamak işten atılmaya eş değerdir. Bu yüzden bu evrakları imzalamam gerektiğini,
imzalamazsam işten atılacağımı biliyordum."
1999 yılından beri Rumeli Telekom firmasında güvenlik görevlisi olarak çalışan Melih Reşat ise
2003 yılı Haziran ayında Star TV Mali İşler Müdürlüğü’ne çağrıldığını belirterek sayısını
bilmediği ve yalnızca imza yerleri görünen birtakım evraklara imza attığını söylemiştir.
Böylece Uzanlar’ın Boyut Prodüksiyon A.Ş. şirketinin 12 bin adet hissesinin sahibi olan Reşat,
hisseleri devraldığı Meryem Buldu’yu tanımadığını belirtmiştir.
Hisseler karşılığında 120 milyar lira ödemesi gereken Reşat, polislere "500 milyon lira aylığım
var belirtilen rakamı ödemem mümkün değil. Zaten şirket nasıl alınır satılır onu da bilmem"
şeklinde ifade vermiştir.
İfadelerden de anlaşılacağı gibi tedbir gelecek endişesiyle haziran ayında yüzlerce grup
çalışanı üzerine şirket hisselerini devreden Uzanlar, mallarını devletten kaçırmak için ciddi
uğraş vermiştir.
Cem Uzan, 3 Kasım seçimlerinde Genç Parti’den milletvekili adayı gösterilen Ali Cenap
Ermutlu ile Kemal Uzan'ın asistanı Rumeli Hayat Sigorta A.Ş. Yönetim Kurulu Üyesi Gülsen
Yalçın’ı savcılığa şikâyet etmişti.
Uzan, noter ihtarıyla görevlerinden aldığı iki ismin, hizmet sebebiyle emniyeti suiistimalden
cezalandırılmalarını istemişti.
Avukatı Şaylan Çığgın aracılığıyla Şişli Cumhuriyet Başsavcılığı’na başvuran Cem Uzan, grup
şirketlerinde üst düzey yöneticilik yapan Ali Cenap Ermutlu ile üst düzey yönetici (Kemal
Uzan) asistanı Gülsen Yalçın'ı, İmar Bankası’na yönelik soruşturmalar sırasında fırsatçı
davranmakla suçluyordu.
Başvuruda, Ermutlu ve Yalçın için: ‘Uzan Grubu'na ait şirketlerin hisse senetlerini hiçbir hak
ve yetkileri olmadığı halde kendilerine mal etmişler, şirketlerin pay defterleri, yönetim kurulu
karar defterleri ve sair tutulması zorunlu ticari defterleri yine haksız olarak uhdelerinde
tutmuşlar ve birkaç kez talep edilmiş olmasına rağmen yetkili ve görevli kişilere teslim
etmekten kaçınmışlardır" demişti.
Yalçın ve Ermutlu’ya 19 Kasım 2003 tarihinde İstanbul 10’uncu Noterliği aracılığıyla iki ayn
ihtarname gönderildiği, kendilerine tevdi ve emanet edilmiş olan tüm değerlerin teslim
edilmesi istendiği halde ihtarların gereğinin yerine getirilmediği bildirilmişti.
İki ismin, Uzan Grubu’na ait 11 çimento fabrikasının çalışması vasıtasıyla elde edilen
gelirlerini hiçbir yetkileri olmamasına rağmen uhdelerinde tuttukları, bu durumun, çimento
fabrikalarının müfettişleri ve finans elemanları tarafından teyit edilebileceği kaydedilmişti.
Aynı fabrikalar üzerinde halen Şişli Sulh Ceza Mahkemesi tarafından verilen ihtiyati tedbir
karan bulunduğu hatırlatılan dilekçede, Ermutlu ve Yalçın hakkında hizmet nedeniyle emniyeti
suistimal suçundan kamu davası açılması istenmişti. Ortaya çıkan fikir uyuşmazlığı nedeniyle
gruptaki görevlerine son verilerek yetkilerinin ellerinden alındığı vurgulanan Ermutlu ve
Yalçın’a, keşideci Cem Uzan adına çekilen ihtarnamenin son bölümünde şöyle denilmişti:
"Uzan Grubu’na bağlı şirketler adına hiçbir işlem yapmamanızı ve tasarrufta bulunmamanızı,
Uzan Grubu şirketleri ve/veya Uzan Ailesi’nden herhangi bir kişi tarafından şirketlerin işleri
için kullanılmak üzere size tevdi ve emanet edilmiş olan elinizdeki tüm değerleri iş bu
ihtarnamenin tebliğinden itibaren 12 saat içinde Basın Ekspres Yolu, Star Sokak, No: 2,
İkitelli/İstanbul adresinde Av. Şaylan Çığgın veya Av. Fadime Çek’e teslim etmenizi, aksi
takdirde hakkınızda her türlü hukuki ve cezai işlemin başlatılacağını ve yasal yollara
başvurulacağım ihbar ve ihtar ederiz."
"Hakan Uzan’ın ortadan kaybolmasından sonra Cem Uzan kardeşinin yakınındaki bütün
elemanları tasfiye etti. Bizimle yaptığı ilk toplantıda, bundan sonra talimatları kendisinden
alacağımı söyledi."
Erol Köse ile Cem Uzan arasındaki asıl kavga şirket hisse devriyle ilgiliydi. Uzan, Köse’den
hisselerini devretmesini istiyordu, Köse ise buna direniyordu. Erol Köse Prodüksiyon A.Ş.’nin
yüzde 55’i, BİS Organizasyon A.Ş.’nin yüzde 45’i ve FilmTürk Film Prodüksiyon A.Ş.’nin ise
yüzde 25’i Erol Köse üzerine görünüyordu.
Köse, tehdit edildiğini belirtirken Cem Uzan ve yanında çalışan Müştak Ayvaz’ı sorumlu
tutuyordu:
"Benim ve ailemin başına gelebilecek herhangi bir şeyden Cem Uzan sorumludur. Yardımcısı
Müştak Ayvaz aracılığıyla, telefonda beni sürekli tehdit edip, sonumun kötü olacağını
söylüyor."
Köse, içinde bulunduğu durumu Süsoy’a 29 Aralık günü bu sözlerle anlatmıştı. 30 Aralık günü
İse saat 18.00’de 30 yaşlarındaki bir kişinin silahlı saldırısı sonucu bacağından yaralanmıştı.
Saldırganın attığı altı kurşundan biri Köse’nin sol bacağına, biri de kalçasına isabet etmişti.
Olayın ardından Rumeli Holding Yönetim Kurulu Üyesi olan Müştak Ayvaz polis tarafından
gözaltına alınmıştı. Asayiş Şube Müdürlüğü Cinayet Büro Amirliği’ndeki sorgulamadan sonra
Şişli Cumhuriyet Savcılığı’na sevk edilen Müştak Ayvaz, Cumhuriyet Savcısı Tunç Onat
tarafından sorgulanmasının ardından delil yetersizliği sebebiyle serbest bırakılmıştı.
ÜRDÜNLÜ UZANLAR
Krallık Sancağı Altında Koruma
**********
"Jordanian citizenship’imi çıkartın"
Yapılan baskında ele geçen bilgisayarlarda önemli e-mailler bulunuyordu. Bunların bir kısmı
çok özel ve açılması son derece güç "kriptolanmış mesajlardı." Bu tür mesajların açılması için
Milli İstihbarat Teşkilatı’ndan bile yardım istendi.
Buna karşın açılan elektronik posta (e-mail) mesajları Meltem İşgörür’ün, yapılan ve yapılacak
işler için gerekli talimatları grubun üst yönetiminden aldığını ortaya çıkarıyordu.
Uzanlar’ın tepe yöneticilerinin temel haberleşme yöntemi e-mail’lerdi, İmar Bankası ile ilgili
polis baskınlarının art arda geldiği günlerde Cem Uzan, Hakan Uzan’a gönderdiği mesajda:
"Benim Jordanian citizenship’imi çıkartın, sen de çıkartsan yerinde olur" demişti.
İşgörür’ün Kadıköy’deki evine yapılan baskında ele geçen belgeler, bu isteğin kısmen yerine
getirildiğini gösteriyordu.
Cem Uzan’m Ürdün vatandaşlığına ilişkin yalnızca pasaport ve diğer evrakların fotokopileri
bulunurken, Hakan Uzan’a ait orijinal belgeler ele geçiyordu.
Bu belgeler Hakan Uzan’ın Belize ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti vatandaşı olduğunu da
ortaya çıkaracaktı. Ele geçirilen belgelere göre Hakan Uzan ayrıca tabela şirketi diye
adlandırılan off-shore şirketi merkezlerinden Lichtensteinvatandaşı olduğu da öğrenildi.
Uzan kardeşlerin Ürdün ile ilişkileri 1990’lı yılların ortasına dayanıyordu. Bugün Ürdün kralı
olan Abdullah ile Hakan Uzan George Washington Üniversitesi’nden arkadaştılar. Her ikisi de
uluslararası iş eğitimi görürken, aynı evi paylaşmışlardı. Hakan Uzan 1996 sonu 1997 başında
Türkiye’ye dönmüştü. Kral Abdullah iki kez Türkiye’ye geldiğinde Hakan Uzan’la buluşmuştu.
Hakan Uzan’ın yatında kalmıştı. Bir keresinde Etiler’de Hakan Uzan bir sinema kapattırmıştı.
Eşleri de yanlarında olduğu halde Kral Abdullah ve Cem Uzan ile birlikte film izlemişlerdi. Kral
Abdullah ile Hakan Uzan arasındaki bu ilişki, 1999 yılında Uzan kardeşlere hemÜrdün
vatandaşlığı hem de pasaportu sağlamıştı.
Baskında polisin ele geçirdiği Uzan kardeşlerin Ürdün vatandaşı olduğunu gösteren belgeler
arasında pasaport, başvuru dilekçesi, vatandaşlığa kabul edilmeyle ilgili resmi gazete
kupürleri de vardı.
Daha sonra tercümesi yapılarak Şişli Cumhuriyet Savcılığı’na gönderilen belgeler arasında
Cem Uzan’ın Ürdün kralına bağlılığını ifade eden şu metin bulunuyordu:
Ekselansları Sayın Hüseyin oğlu Kral II. Abdullah ve tebasının mülkünü (Allah) daim eylesin.
Türk vatandaşı olan ben Cem Cengiz Kemal Uzan, Haşimi Ürdün Krallığı’nda ikamet etmek ve
(vatandaşlıktan) yararlanmak istiyorum.
Ürdün Vatandaşlığı verilmesi ile ilgili olarak, sancağınızın, soylu sancağınızın altında bir asker
olmayı haşmet mahaplarınıza söz vererek yüceiradenizi onaya koymanızı şevketli
kudretinizden rica ederek (bu dilekçeyi) takdim ediyorum.
Uzan’ın bu talebi Ürdün Krallığı tarafından olumlu karşılanır ve vatandaşlığa kabul edilir.
Hakan Uzan için düzenlenen vatandaşlık belgesinde şunlar yazmaktadır.
İçişleri Bakanlığı, Ürdün Vatandaşlığı Kanunu’nun 12’inci maddesine göre Yüce Ürdün
Krallığı'na ve Ürdün Anayasası’na sadakat yemini eden ve ilişikte resmi bulunan 1967 İstanbul
Doğumlu Murat Hakan Kemal UZAN’ın vatandaşlığına tanıklık etmektedir.
Vatandaşlık No.967-1/04265
İMZA: Avni YERFAS, İçişleri Bakanı - Pasaportlar ve Medeni Haller Genel Müdürü
8 Eylül 1999 tarihli Ürdün Resmi Gazetesi (No.4276) ise Hakan ve Cem Uzan kardeşlerin
Ürdün vatandaşlığını kazandığını ilan eder:
"Kraliyet kararnamesi ve Ürdün Bakanlar Kurulu’nun 21.9.1999 ve 1850 sayılı kararına göre
1954 tarihli 6 nolu Ürdün Vatandaşlık Kanunu’nun ve Tadîlatlarının 12,13/2 maddesine
istinaden Türk uyruklu Cem Cengiz Kemal Uzan’a Ürdün vatandaşlığı verilmesine muvafakat
edilmiştir."
Ardından Hakan Uzan adına 30 Eylül 1999 tarihinde 9671042657 numaralı ve 29.08.2004
tarihine kadar süresi olan Ürdün pasaportu düzenlenir. Cem Cengiz Uzan adına 16 Ekim 1999
tarihinde düzenlenen pasaportun numarası 96010332332’dir. 15.10.2004 tarihine kadar suresi
olan pasaporta ilişkin bilgiler 2002 yılının Haziran ayında, ilk kez Motorola Davası’nda ortaya
çıkar.
Ardından konu Türkiye’de basına yansıyınca, daha önce de belirttiğimiz gibi Uzan kardeşlerin
izinsiz olarak başka vatandaşlığa geçmelerinden dolayı Türk vatandaşlığından çıkarılmaları
gündeme gelir. Bu konuda hazırlanan Bakanlar Kurulu Kararı, koalisyon hükümetinin MHP
kanadı tarafından imzalanmaz.
İşte o günlerde Türk hükümeti ile Ürdün devleti arasında yazışmalar yapılır. Ürdün resmi
makamları ısrarla Uzan kardeşlerin kendi vatandaştan olmadığını belirtir. Bu yazışmaların
yanında, Hakan ve Cem Uzan’ın Ürdün resmi makamlarına yazdığı yazılar da polis baskınında
ele geçmiştir.
Türkiye’de genel seçimlerin hemen öncesinde genel başkanı olduğum partinin balansını
engellemeye çalışan bazı kişi ve gruplar, birtakım gazete ve televizyon kuruluşlarına baskıda
bulunarak, Türk makamlarına haber vermeden ve yetkili makamlardan izin almadan Türk
vatandaşlığımın yanında Ürdün vatandaşı da olduğuma dair hakkımda bazı iddialar
yayınlamıştır ki bu iddiaların gerçekle hiçbir ilgisi yoktur. Bu nedenle Türk Adalet Bakanlığı
hakkımda tahkikat yapmaktadır.
Aynı içerikte bir yazı yine aynı tarihte Hakan Uzan tarafından Ürdün yetkililerine gönderilir.
Hakan Uzan, ağabeyi gibi siyasi değil, grubunun başarısını hazmedemeyenlerin kendisiyle
uğraştığım belirtmektedir.
Ürdün Dışişleri Bakanlığı ise Türk Dışişleri Bakanlığı’na gönderdiği 08.08.2002 tarihli yazı ile
Uzan kardeşlerin vatandaşları olmadığını belirtiyordu.
Ürdün Dışişleri Bakanlığı dost Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığına en derin saygılarını
sunar.
Son zamanlarda Türk basınında Türk vatandaşları Cem UZAN ve kardeşi Murat Hakan
UZAN’ın Ürdün vatandaşlığı aldıklarına dair iddialar yayınlanmıştır. Bilgilerinize arz etmek
isteriz ki, adı geçen kişiler Ürdün vatandaşlığına geçmek için hiçbir talepte bulunmamışlardır
ve her ikisi de Ürdün vatandaşı değillerdir. Daha önce bu durum MK/2/28/1072 sayı ve
2/7/2002 tarihli bakanlık yazısıyla Türkiye Amman Büyükelçiliği’ne bildirilmiştir.
Türkiye tarafı da 2002 yılının Temmuz ayında Ürdün Büyükelçiliği nezdinde bir inceleme
başlatır. İlk inceleme doğal olarak konsolosluk kayıtları olacaktır. Cem ve Hakan Uzan
Türkiye’deki resmi makamlardan izinsiz Ürdün vatandaşı oldukları için şirketlerin bilgilerinde
Uzanlar’ın Ürdün vatandaşı olduklarına ilişkin bölümler olmalıdır. Konuyu araştıran Ticaret
Müsteşan, Uzanlar'ın Ürdün’deki ortaklıklarına ilişkin kayıtlarda bu ülkenin vatandaşı
olduğuna dair ibareye rastlayamamıştır. Çünkü elçilikteki kayıtlar silinmiştir. Yani Uzanlar’ın
Ürdün’deki Büyükelçilikte köstebekleri vardır.
Bu büyük skandal, Uzanlar’ın kontrol ettiği Alpha Int. adlı şirketine bağlı bir kişi olan Cenk Ali
Türkkan’ın 12.08.2002 tarihinde saat 10.4l’de ÜRDÜN-GİZLİ konusuyla gönderdiği elektronik
posta mesajında açıkça ifade ediliyordur. Hakan Uzan da kendisine gelen aşağıdaki mesajı
ağabeyi Cem Uzan’a aynı gün saat 12.24’te iletmiştir:
Geçen hafta içinde büyük ihtimalle Türkiye’den gelen istek üzerine Amman Büyükelçiliği
Ticaret Müsteşarı konsolosluk kayıtlarında Sn. Hakan Uzan ve Sn. Cem Uzan ve Türkiye’deki
diğer firmalarımızın Ürdün’deki ortaklıkları konusunda özellikle Ürdün vatandaşlığı
konusunda araştırma yapmıştır. Alpha Int.’in yeni sermaye düzeni ve sermaye artışları hukuk
departmanımıza gönderilmiştir. Fakat konunun açığa çıkmasından sonra konsolosluktaki
kayıtlar -Ürdün vatandaşlığı ibarelerinin olduğu bölümler- 3 hafta önce yok edilmiş
olduğundan Ticaret Müsteşarı herhangi bir bilgiye ulaşamamışlardır.
"Bu belgelerin kopyaları Telsim Hukuk Departmanı’na (Sn. Meltem Rapayadziç) ve Rumeli
Telekom Hukuk Departmanı’na (Sn. Bilge Kiraz)'a daha önce gönderilmişti,
"Bunun yanında Resmi Gazete’ye herkesin rahatlıkla ulaşabileceği, hatta senelik ciltlenmiş
resmi gazetenin değerinin sadece 8 JOD =11 USD olduğu öğrenilmiştir. Fakat Resmi Gazete'de
kayıtlarınızın rahatlıkla bulunması pasaport kopyalarının da veriliş yılının yazılı olması ve
araştırmanın öncelikle bu yıl için yapılıp 2 gün içinde bilgiye ulaşmalarını kolaylaştırmıştır.
Şirket kayıtları içinse, her ne kadar da konsolosluktaki bilgilerini değiştirmiş olsak da Ticaret
Sicil Gazetesi’nden bilgiye aynı Resmi Gazete’den bilgiye ulaşılabileceği gibi kolaylıkla
ulaşılabilecektir.
Aynca duyumlarımıza göre Ürdün’e yapılan transferlerin ve şirket ortağımız olan Rumeli
Telekom’un da Türkiye'de incelemesinin yapılması için de çalışmaların başladığı bildirilmiştir."
Türk makamları, 3 Kasım seçimleri öncesinde, Cem Uzan’ın gizlice Ürdün vatandaşı olduğu
haberini araştırtırken, vatandaşlığına ilişkin dosyanın, Ürdün’de sadece istihbarat generaline
açık dosyaya kaydedildiği ortaya çıktı.
Dışişleri Bakanlığı’nın İçişleri’ne gönderdiği 25 Temmuz 2002 tarihli ve 170 - 326 sayılı "gizli"
yazıda, Cem Cengiz Uzan ve Murat Hakan Uzan kardeşlerin Ürdün vatandaşlığının
araştırılmasıyla ilgili ilginç bilgilere yer verilmişti:
"... Uzan kardeşlerin Ürdün vatandaşlığı konusuyla ilgili olarak Ürdün resmi makamlarının
bilgi vermedeki isteksizlikleri göz önünde bulundurularak, büyükelçiliğimizle yakın ilişkileri
bulunan, Ürdün’de ağırlığı olan etkili bir hukukçudan yardım istendiği bildirilmektedir. Söz
konusu kişinin bir - iki günlük araştırmadan sonra büyükelçiliğimize aktardığı bilgiler aynen
aşağıda sunulmaktadır: ‘Benden istediğiniz bilgileri bulabilmek için Nüfus ve Pasaport İdaresi
ile görüşmeye çalıştım. Bana cevap veren olmadı. Bunu İdarenin kötü çalışmasına bağladım.
Bunun üzerine emniyette iyi tanıdığım rütbeli bir şahsı aradım. Kısa bir incelemeden sonra
bana bu konuyu istihbaratla konuşmamı tavsiye etti. Şaşırdım, şaka yapıyor sandım. Daha
sonra istihbarattan albay rütbesindeki başka bir tanıdığımı aradım. O da gerekli araştırmayı
yaptıktan sonra bana, sorduğum kişinin bilgisayar kayıtlarında ‘kırmızı nokta’ bulunduğunu,
bunun, söz könusu kişiyle ilgili her türlü bilginin dışarıya verilirken İstihbarat Başkanı
General’den izin alınmasını gerektirdiği anlamına geldiğini söyledi. Dolayısıyla bu girişimim
sonuçsuz kaldı.
Cem Uzan’a Ürdün vatandaşlığı verilmesine muvafakat edildiğine dair Bakanlar Kurulu
Kararı’nın yayımlandığı Resmi Gazete’den sonra Hakan Uzan’a da Ürdün vatandaşlığı
verilmesine onay verildiğini gösterir kararın yayımlandığı 11 Eylül 1999 tarihli ve 4377 Sayılı
Ürdün Haşimi Krallığı Resmi Gazetesi’ne Amman Büyükelçiliğimizce ulaşılmış olup, bu
gazetenin ilgili sayfalarıyla bunların Türkçe çevirileri ilişikte sunulmaktadır. Cem Uzan ve
Hakan Uzan ile ilgili kararın yayımlandığı resmi gazetelerin onaylı örnekleri Amman
Büyükelçiliği’mizden alındığında bakanlıklara iletilecektir.’ "
Hakan Uzan’ın Belize vatandaşlığını 23 Aralık 1999 tarihli bir mektupla kutlayan ve kendisine
bildiren kişi ise Jose Shoman adlı bir hâkimdir.
Lütfen sizin yeni Belize vatandaşı olmanızı kutlamama izin verin. DHL ile yollanan paket içinde
pasaportunuz, vatandaşlık karneniz ve Belize ile ilgili bilgiler ve video kasetiniz bulunuyor.
Lütfen sizin ikamet yeriniz olarak Belize City olarak belirttiğimize dikkat edin. Bu
yolculuklarınızda size yardımcı olacaktır. Eğer başka bir şey sormak istiyorsanız lütfen beni
aramaktan çekinmeyin. Belize’yi seçtiğiniz için teşekkür ederim.
Saygılarımla
Nedense Hakan Uzan 1999 yılında yalnız Belize vatandaşı değil, aynı zamanda KKTC
vatandaşı da olmuştur. Türkiye’den gidenlere tanınan KKTC yurttaşı olma imkânından
yararlanan Hakan Uzan için gerekli belgeler, 10 Mayıs 1999 tarihinde düzenlenmiştir. KKTC
İçişleri Bakanlığı Muhaceret Dairesi tarafından 10 Mayıs 1999 tarihinde düzenlenen
vatandaşlık belgesi de yapılan baskında polisin ele geçirdiği belgeler arasında yer almıştır.
Mali Şube polislerinin yaptığı baskında ele geçen ve 25 Eylül 2003 tarihinde tercümesi
yapıldıktan sonra Şişli Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilen belgeler arasındaki mesajda,
Uzanlar’ın, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın ABD’nin terörist ilan ettiği Afgan lider Gülbeddin
Hikmetyar ile ilişkisini araştırması için bir kişiyi Kazakistan’a gönderdikleri anlaşılmıştır.
Bir adım geriye gidersek: 10 Temmuz 2003 tarihli Star gazetesi, 1985 yılında Türkiye’ye gelen
Hikmetyar ile Tayyip Erdoğan’ın beraber çekilmiş fotoğrafını yayınlanmıştı. Erdoğan’ın,
Hikmetyar’ın önünde dizlerinin üzerinde oturması "Koltuktaki Terörist, Diz Çöken Başbakan"
başlığı ile duyurulmuştur. Kazakistan kaynaklı mesajın tarihinin 21 Temmuz olduğu dikkate
alındığında, Tayyip Erdoğan-Hikmetyar fotoğrafının yayınlanmasından sonra haberi, gazeteleri
Star’dan devam ettirmek istedikleri anlaşılmaktadır.
Gönderilen:hakan. uzan@telsim.com.tr
Merhaba Hakan
Kazakistan ilginç bir yer ama burada çalışmak zor, Almaty’i yeniden gördüğüm için sana
teşekkür ediyorum.
Neamat ile bu akşam konuştum, Türk (Erdoğan)/Hikmetyar arasındaki ilişki hakkında bilgi
almaya çalışıyor. Bir arkadaşı da Peşaver’deki bilgi merkezinde ek bilgi kaynağı aramak için
araştırıyor. Umarım Star gazetesinde Türkiye ile Hikmetyar ilişkilerini bilen bir çalışan vardır.
Eğer yoksa Neamat ve ben bu durumu değerlendirmeye çalışacağız ama daha fazla belgeye
ihtiyacımız var. Bunlar gelecek hafta gelebilir. Neamat’a ne düşündüğünü e-posta ile
yollamasını söyledim.
Sevgiler, Bruce"
İlginç e-mailler
Uzanlar’ın haberleşmesinde e-mail’ler oldukça önemli. Üst düzey yöneticilerin kullandığı bir
özel elektronik posta sitemi yanında alışılmış biçimde kullanılan e-mail’ler de yapılan
baskınlarda ele geçirilmişti.
Mali Şube Müdürlüğü ekipleri, 24 Ağustos 2003 tarihinde jandarmayla birlikte Star İcra
Kurulu Üyesi Engin Saydam’ın Büyükçekmece Alkent 2000’de bulunan villasına baskın
düzenlemişti. Evde bulunan iki dizüstü bilgisayardan birinde: "Teslim olmaktan korkmayın.
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) avukatlarından görüşmeye açık bir
adamımız var. Aynca BDDK Başkanı Engin Akçakoca hakkında iyi bir dosyamız var" mesajının
yer aldığı bir e-mail bulunmuştu.
Polisin verdiği bilgiye göre, diz üstü bilgisayarda bulunan mesajın sahibi bir gazeteci. O
gazetecinin adının daha sonra Star Ankara Temsilcisi olan Hayrullah Mahmud olduğu ortaya
çıkacaktır.
Mali Şube ekiplerinin el koyduğu iki dizüstü bilgisayarda kullanılan özel bir modemin,
Türkiye’de sadece Uzan Ailesi’nde bulunduğu öne sürülmüştü. Cep telefonu transferiyle şifreli
iletişimi sağlayan ve İsviçre’de yapıldığı kaydedilen bu modemle iletişimin, sadece on kişi
tarafından kullanıldığı da iddia edilmmişti.
Otuz saniyede bir karşılıklı olarak şifre değişikliği sağlayan sistem, iki defa üst üste yanlış şifre
girildiğinde bilgisayarı bloke ediyor; üçüncü hatalı şifrede de kayıtlar siliniyordu.
Engin Saydam’ın villasında yapılan aramada ayrıca eski Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın oğlu
Ahmet Özal’a ait 12 milyon dolarlık bir senet ile bir şirkete ait 1-2 milyon dolarlık hisse senedi
bulunmuştu. Yatak odasında bulunan 500 bin euro, çalışma odasındaki 300 bin euro ve 173
milyar lira ile yaklaşık 120 bin dolar, tespit yapıldıktan sonra, bir süre gözaltında tutulan
Saydam’a teslim edilmişti.
Gazeteci Hayrullah Mahmud’un Engin Saydam’a gönderdiği e-mail’ler yalnızca yukarıdaki ile
sınırlı değildir. Mahmud, bir sivil toplum kuruluşu ve siyasetçiyle görüşmelerinin sonuçlarını
da Star üst yönetimine göndererek, ÇEAŞ ve Kepez konusunda çözüm arayışlarının bir parçası
haline gelmiştir.
Hayrullah Mahmud’un üst yönetimden, Cem Uzan’ın sınıf arkadaşı ve sağ kolu olan Engin
Saydam’a 20 Ağustos 2003 saat 11.09’da geçtiği mesajda, oldukça kritik bir konuya
değinilmiştir.
Hakkında arama karan çıkartılan Kemal Uzan ve Uzan Grubu’nun kurtuluşu için Sesar adlı bir
kuruluş ile temasa geçen Mahmud, bu görüşmeyi üst yönetime şöyle bildirmiştir:
"HAYRULLAH
20.08.2003 11:09
Subject: MESAJ 2
ENGİN BEY,
ANCAK...
AYNEN TEKRARLIYORUM:
ÇEAŞ ve KEPEZ Elektrik’e el konulmasından çok önce, bazı çalışma arkadaşlarınız (Hayrullah
Mahmud, Can Ataklı, Coşkun Çoroğlu) aracılığıyla, Uzan Grubu’na yönelik bir operasyon
başlatılacağını ve bu işin takvimini size iletmeye çalıştık.
Ancak, ortaya koyduğumuz takvim adım adım gerçekleşirken, anlaşılmaz bir şekilde
tavsiyelerimizin tam tersinin yapıldığını ve bu tutumun ısrarla sürdürüldüğünü gördük.
Ne Uzan Grubu Türkiye'nin en büyük sermaye gruplarından birine uygun, ne de Genç Parti
yüzde 15’lere tırmanmış bir partiye yakışır bir strateji izleyemedi.
İttifakın hiçbir türüne tenezzül etmediniz ve sürekli düşmanlarınızı çoğalttınız. Buna bir de
yurtdışı boyutu ilave ettiniz.
Hiç kimseyle, hiçbir mahfille, hiçbir güç odağıyla hiçbir ortak paydası olmayan bu yalnızlık
politikasına, bir de son derece agresif ticari geçmişiniz ve zatıalinizin buna uyan uslubu
eklendiği zaman sonucun böyle olması kaçınılmazdı...
Şimdi ne olacak?
1- Her şeyi olduğu gibi başa döndürecek bir mucize beklemeyiniz. Size mucize vaat edenlere
de kanmayınız. Hiç değilse bu aşamadan sonra gerçekçi olunuz.
2- Uzan Grubu her şeyini, hatta hürriyetini kaybedebileceği gibi, onurunu ve malvarlığının çok
önemli bir kısmını kurtarabilir. Bu tamamen size bağlı...
3- Uzan Grubu ile Genç Parti’nin kaderi aynileşti. Uzan Grubu bu saldırıyı atlatabilirse Genç
Parti'nin de yekden önü açılır. Şu prensibi lütfen aklınızdan çıkarmayınız: ‘Sizi öldürmeyen
darbe sizi güçlendirir!’
4- Tutumunuzu ve stratejinizi aynen devam ettirmeniz halinde akibetiniz yok olmaktır. Tayyip
Erdoğan’ı tanımıyor ve ciddiye almıyorsunuz. Oysa son derece tehlikeli bir adam. Atacağı bir
adımın sonuçlarını daha fazla düşünmeyen bir siyasetçi. Teenni sahibi değil. Onu kavgaya
kışkırttınız ve meseleyi şahsileştirmesini sağladınız. Kendi haline bırakılması durumunda
Tayyip Erdoğan’ın geri dönme veya bir noktada durma ihtimali yok. Üstelik bu operasyonda
dışarıdan ciddi destek alıyor. Yeri gelmişken ifade edelim ki, bu bir ABD operasyonu olarak
başladı, başlatıldı. Hükümetin meseleyi içselleştirmesini sağladınız.
5- Size destek olması beklenebilecek unsurlar, sizi korumak yerine iki gücün birbiriyle
çarpışarak birlikte yara almasını tercih ettiler. Neler yapılabilir:
Denilebilir ki, Uzan Grubu'na yönelik operasyon aynı anda, birbirinden bağımsız üç ayn
konsepte hizmet ediyor.
B- Hükümet’in konsepti...
C- ABD konsepti...
Bu imkânımız var...
Çünkü hadiseyi anlama biçimimiz itibariyle hem devleti sizin yanınıza çekebiliriz, hem de
hükümetin kendi kalesine gol atmakta olduğunu onlara gösterebilirsiniz. Zira sonuçta bu
operasyon sadece Motorola’nın işine yarayacak. Onun dışında herkes kaybedecek...
AK Parti, karşısında yükselen bir parti olacaksa, bunun Genç Parti olmasını ister.
Bu konuda bize güvenmelisiniz...
ÖNCELİKLİ KONU:
Bizce bu mümkün. Zira eşyanın tabiatı, Kemal Uzan'ın dışanda olmasını gerektiriyor.
Başka bir ifadeyle, dışarıdaki bir Kemal Uzan’a Tayyip Erdoğan'ın bile ihtiyacı var...
Bu hükümet hiçbir aşamada ipleri elinden kaçırmak ve olayın kontrolünü kaybetmek istemez.
Kemal Uzan’nın tutuklanması demek, hükümetin hadisenin kontrolünü kaybetmesi demektir.
Bu bağlamda neler yapılabileceğini ancak sizi temsilen hadisenin içine girdikten sonra ortaya
koyabiliriz.
Saygılarımızla..."
20.08.2003 16:17
Subject: MESAJ 3
ENGİN BEY,
"BÖYLE GİDERSE TELSİM’İ DE ELLERİNDEN ALACAKLAR MEDYA ZATEN KAR EDEN BİR
SEKTÖR DEĞİL. ORADA DA KÜÇÜLECEKLER GERİYE ÇİMENTO FABRİKASI FALAN KALIR.
İŞTE O KADARLA İDARE ETMEYE ÇALIŞIRLAR. GELİNEN NOKTA HİÇ DE HOŞ BİR NOKTA
DEĞİL!"
"ŞU ANKİ SÜREÇTE BU SORUNUN CEVABINI VERMEK ÇOK ZOR. ÇÜNKÜ, DEVLET
KOMPLE ÜZERLERİNE GELİYOR. CHP’NİN ÜZERİNE GELSELER NE YAPILABİLİR Kİ?!
FAKAT BEN DEHAP DEĞİL AMA REFERANDUM SÜRECİNDEN UMUTLUYUM, 2 B ORMAN
ARAZİLERİ İLE İLGİLİ REFERANDUMUN OCAK AYININ ORTASI YA DA SONLARINA DOĞRU
YAPILACAĞINI ZANNEDİYORUM.
"BİLİYORSUN HAYRULLAH, SEZER İYİ BİR HUKUKÇU VE NEV-İ ŞAHSINA MÜNHASIR BİR
ADAM. NEDEN ONAYLADIĞINI ANLAMADIK, ONAYLAYIP ANAYASA MAHKEMESİ’NE
YOLLAYABİLİRDİ, ONU DA YAPMADI. BİZDE GEÇMİŞTE BİRÇOK KONUYU İLGİLİ ANAYASA
MAHKEMESİ’Nİ YORDUK. ONUN İÇİN İNCELEMEYE DEVAM EDİYORUZ."
"BU KONUYLA İLGİLİ NET BİR CEVAP VERMEK MÜMKÜN DEĞİL. YALNIZ, CEM UZAN
SİYASETTEN ÇEKİLİRSE TAMAMEN BİTER. ONUN DAYANIP, MÜCADELE ETMEK
ZORUNDA" DEDİ...
BAYKAL’IN UZAN GRUBU NEDEN BU DURUMA DÜŞTÜ ANALİZİNİ FAZLA YER TUTMASIN
DİYE BURAYA ALMADIM...
SEVGİLER...
HM"
Kemal ve Hakan Uzan’m her gün helikopterle İkitelli'deki şirket merkezine geldiğini belirleyen
polis ekipleri, karadan takibe geçiyorlardı. İstanbul’un yüksek olan belli noktalarından ve
yerden dürbünlerle takip edilen Uzanlar’ın helikopterlerden inişleri tespit ediliyordu. Aynı
şekilde akşam eve dönüşleri de yakından izlenen Uzanlar, karayolunu kullandığında polis
ekipleri üçe bazen dörde bölünerek izlemeyi sürdürüyordu.
Bu takip tam bir hafta sürmüştü. O ana kadar savcılığa yapılmış tek suçlama belge ve bilgi
saklamaydı. Buna rağmen savcılık, Uzanlar’ın tutuklanmasını istemişti. Tam operasyon
başlayacaktı ki, savcılıktan gelen ikinci bir emir üzerine tutuklama kararı askıya alındı.
Gerekçe ise belge ve bilgi saklama suçlamasının şu an için tutuklamayı gerektirecek düzeyde
olmadığı şeklindeki görüştü. Onun için Bankalar Yeminli Murakıpları’nın gerçek mevduat
rakamını gizlemekten dolayı zimmet suçlamasını içeren raporunun beklemesine karar
verilmişti.
Bundan sonra Uzanlar’ın yakın takibinden vazgeçilmişti. Daha sonra öğrenildi ki, bu olaydan
sonra Kemal, Yavuz ve Hakan Uzan ile Melahat Uzan Türkiye’yi terk etmişlerdi.
Zimmet konusundaki rapor çıkmasının ardından Ağustos ayının ilk haftasından itibaren polis
her yerde Uzanlar’ı aramaya başlamıştı.
Gayrimekuller için tedbir kararları alınırken, otomobil, nakit para, uçak ve yat gibi varlıkların
da peşine düşen polis, Uzanlar’ın Adapazarı Pamukova’da bulunan 1000 dönüm arazi
üzerindeki çiftlik evine yapılan baskında iki Hummer ve bir Mercedes cip ile çok sayıda
bilgisayar ve dokümana el koymuştu.
Adada 25-30 kişi çalışıyordu. Kendilerine ekmek parası sağladığı düşüncesiyle bir kısım Göcek
halkı, özellikle Kemal Uzan’a sempati besliyordu.
Kemal Uzan yine adanın dörtte bir ölçüsüne karşılık gelen alanı da 1997 yılında, yıllığı 50
milyon liraya kiralamıştı.
Zeytin Adası’nı çok seven Kemal Uzan, yabani zeytinleri aşılatarak bu işin ticaretini de yapıyor,
sık sık adada kalmaya geliyordu.
Bu bilgileri edinen polis, son olarak 15 gün önce buraya gelmiş olan Kemal Uzan’ın halen
adada saklanabileceğini düşünüyordu, ama yapılan baskından sonuç alınamamıştı.
Soruşturma Uzanlar’la ilgili ilginç gerçekleri de ortaya çıkartıyordu. Polis, Hakan Uzan’ın
üzerine kayıtlı 27, Cem Uzan'ın ise 5 ruhsatlı silaha sahip olduğu bilgisine ulaşmıştı.
Her iki kardeşin ortak özelliklerinden birisi de suikast silahı olarak bilinen Calico adlı
tabancaya sahip olmasıydı. 9 mm’lik 50 ya da 100 mermi atabilen şarjörleri bulunan
Calico’nun taşınması 1997 yılında yasaklandığı için, Hakan Uzan’ın ruhsatı "taşıma"dan
"bulundurma"ye dönüştürülmüştü.
İstinye’deki evinin bodrum katını atış poligonu haline çeviren Hakan Uzan’nı silah
koleksiyonunda, 357 magnum mermi atabilen dünyadaki tek şarjörlü silah olan, İsrail yapımı
Desert Eagle markalı tabancadan tam üç adet bulunmuştu. Koleksiyondaki diğer silahlar ise
şöyleydi: 1 Heckler Koch, 3 Colt, 5 Beretta, 3 Smith Wesson, 1 Walther, 1 Astra, 2 Sig Sauer, 1
Glock, 1 Browning, 1 S.I.G tabanca, 1 Marfin, 1 Re-mîngton, 1 Winchester yivli tüfek, 1 Ruger
av tüfeği.
Calico marka silahını kaybettiğini beyan eden Cem Uzan, ayrıca, ruhsatını 10 Ekim 1997
yılında Eminönü İlçe Emniyet Müdürlüğü’nden aldığı Cold Python, 23 Eylül 1998 tarihinde
Şişli Emniyet Müdürlüğü’nden ruhsat aldığı Beretta, 7 Mayıs 1996 tarihinde Eminönü İlçe
Emniyet Müdürlüğü’nden ruhsat aldığı Smith Wesson ile 16 Mayıs 2003 tarihinde yine
Eminönü İlçe Emniyet müdürlüğü’nden aldığı Beretta 92F taşıma ruhsatlı tabancası
bulunuyordu.
Savcılık bilgisayar kayıtlarını getirmeleri için Uzanlar’a 13 Ağustos 2003 tarihine kadar süre
vermişti. Avukatlarının kayıtları teslim etme sözü vermesi üzerine Uzanlar hakkındaki gözaltı
talimatı askıya alınmıştı. Ancak istekler yerine getirilmediği için soruşturmayı yürüten Şişli
Cumhuriyet Savcısı, BDDK yönetimine İmar Bankası’yla ilgili istenen bilgi ve belgeleri teslim
etmedikleri gerekçesiyle Hakan Uzan, Kemal Uzan, Yavuz Uzan ve 10 yönetici hakkında
gözaltı talimatı vermişti. Şişli Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 13 kişilik gözaltı listesinde Hakan
Uzan, Kemal Uzan, Yavuz Uzan, Erol Hürbaş, Yaşar Avni Güral, Gürol Demirkol, Birol Çilingir,
Hilmi Başaran, Sadık Karagöz, Mehmet Koray Özkaya, Nuray Özalp, Yeşim Öztürk ve Çiğdem
Karakoç bulunuyordu. Cem Uzan ise, Genç Parti’yi kurarken İmar Bankası’nın yönetim
kurulundan çıkması nedeniyle gözaltı listesi dışında bırakılmıştı. Cem Uzan konuyla ilgili
olarak kendisine yöneltilen soruya annesi Melahat Uzan'ı da kapsayan gözaltı karan için: "deli
zırvası" diye tepki göstermişti.
Aramalar sürerken 23 Ağustos’ta Uzanlar’a ait olduğu belirlenen 5 yata, Şişli Cumhuriyet
Savcılığı’nın talebi üzerine 1’inci Asliye Ceza Mahkemesi, el koyma kararı almıştı.
Arama kararı çıkartılan 26 kişiden 10’u, kendi istekleriyle Şişli Cumhuriyet Başsavcılığı’na
başvurarak ifade vermek istediklerini bildirmişlerdi.
İmar Bankası’nın eski Yönetim Kurulu üyesi Yaşar Avni Güral, eski Genel Müdür Hilmi
Başaran, Genel Müdür Yardımcısı Sadık Karagöz, Mali Birim Müdürleri Nuray Özen, Çiğdem
Karakoç ve Nedim Çokçok sabah saatlerinde avukatlarıyla birlikte adliyeye gelmişlerdi.
Savcılığa ifade vermek isteyen bu kişiler: "Sayıları az olduğu ve çoğunluk sağlanamadan ifade
vermeleri halinde bütünlük sağlanamayacağı" gerekçesiyle bekletilmişti.
Birinin elinde "cezaevine girme ihtimaline karşı" valiz bulunan toplam 10 kişi, adliye
garajından üç polis otosuna kelepçesiz halde bindirilmiş, Mali Şube’ye gönderilmişti.
Arananlar arasındaki en önemli isimler; Kemal, Yavuz, Hakan ve Bahattin Uzan ise ortada
yoktu. 27 Ağustos tarihine kadar süre verilen Uzanlar teslim olmayınca haklarında Ceza
Muhakemeleri Usul Kanunu’nun (CMUK) 104. Maddesi gereğince "gıyabi tutuklama" karan
çıkartılmıştı.
İfadeler
Mali Polis savcılık talimatı ile iki konu üzerinde durmuştu. Birisi izinsiz hazine bonosu satışı,
diğeri İmar Bankası’na ilişkin belge ve bilgilerin gizlenmesi olayıydı.
Polisin sanıklardan aldığı ifadelere geçmeden, İmar Bankası’ndan usulsüz hazine bonosu
satışıyla ilgili iddiaları kısaca hatırlatmakta yarar var.
İmar Bankası’na SPK’nın 4 Ocak 1985 tarihli toplantısıyla İMKB üyelik belgesi verilmişti. 21
Kasım 1990 tarihinde de bu belge iptal edilmişti. Banka 1992 yılında da repo, ters repo yetki
belgesi almak için müracaat etmişti. Başvuru SPK’nın 5 Kasım 1992 tarihli toplantısında
reddedilmişti. 12 yıl başka bir çaba içinde olmayan İmar Bankası yönetimi, izinsiz olarak 21
Ekim 2002 tarihinde hazine bonosu ve devlet tahvili satış işlemlerine başlamıştı.
Bankaya el konmasından sonra yapılan incelemede 21 Ekim 2002 ile 4 Temmuz 2003 tarihleri
arasında toplam 728 trilyon 353 milyar lira tutarında ve 1 katrilyon 23 trilyon lira nominal
değerli açığa bono satışı yapıldığını saptamıştı. Gerçekte bankanın sahibi olduğu bono miktarı
15 milyar lira civarındaydı. Yani İmar Bankası elinde bulunmayan bonoların satışını yapmış,
bunları alan 19 bin 334 kişinin adını da İMKB’ye tescil ettirmişti. Yani İmar Bankası yönetimi,
sahibi olmadıkları bonoları satarak trilyonlarca lira toplamıştı. Kısacası BDDK’nın
saptamalarına göre, 19 bin 334 kişi dolandırılmıştı.
SAMI BULUT: Ben banka yöneticilerinin 25.06.2003 tarihinde istifa ettiklerini bilmiyorum.
Yeni yönetim atandıktan sonra çalışmaya devam ettim. 7.07.2003 günü Genel Müdür
Yardımcısı Tacettin Pak da istifa ederek ayrıldı, öğleden sonra da benimle birlikte çalışan
Mevduat Müdür Yardımcısı Halil Durmuş’u cep telefonundan aradı. Halil Durmuş’u yeni Genel
Müdür Cumhur Doğan çağırdığı için cep telefonunu ben açtım. Bana tüm personelin istifa
etmesini, bütün personelin aynı koşullarda başka grup firmalarına aktarılacağını, hiçbir
kayıplarının olmayacağını söyledi. Ben de kendisine düşüneceğimi söyledim ve diğer personele
bu durumu ilettim. Daha sonra biri Halil Durmuş’u telefonla aradı ve ona tekrar aynı şeyleri
söyledi. Bu görüşmelerden sonra yetkili olmayan yeni işe girmiş altı memur arkadaş istifa
ederek bankadan ayrıldı. Ben dahil 11 kişi Mevduat Müdürlüğü olarak göreve devam edip,
yeni yönetime yardımcı olduk. Banka ile ilgili belge ve kayıtlar bilgi işlem desteği ile Mali
Kontrol Müdürlüğü, Bilanço ve Raporlama Müdürlüğü tarafından tutulmaktaydı. Yeni yönetim
geldikten sonra Genel Müdür Yardımcısı Sadık Karagöz’e bağlı birimlerdeki personelin
tamamına yakını istifa ettiği için kimseden bilgi alınamadı. Bu kayıtlar bulunamadı. Daha
sonra ne tür belgelerin bulunduğunu bilmiyorum. Belge ve kayıtların kimler tarafından alındığı
ve saklandığını bilmiyorum.
SAMI BULUT: İmar Bankası’nın devlet tahvili ve hazine bonosu satış izni olmadığını ve
yetkisinin kaldırıldığını bilmiyorum, 21.10.2002 tarihinde Genel Müdür Hilmi Başaran ve
Genel Müdür Yardımcısı tarafından imzalı ekinde hazine bonosu müşteri sözleşmesinin
bulunduğu bir yazıyla şubelere hazine bonosu ve devlet tahvili satış işlemlerine başlanacağı
bildirildi ve şubelerce bu işlemlere başlandı. Ancak herhangi bir izin olup olmadığını
bilmiyorum.
Hatırladığım kadarıyla 1999 yılında kısa bir süre hazine bonosu ve devlet tahvilleri alım ve
satımı işlemlerine başlandı, ancak daha sonra vazgeçildi.
Soru: İmar Bankası’nda hazine bonosu ve devlet tahvillerinin alım ve satımına ilişkin
uygulanan genel prosedür nedir, açıklayınız?
SAMİ BULUT: ...Genel Müdür Hilmi Başaran ve Genel Müdür Yardımcısı Tacettin Pak
tarafından 21.10.2002 tarihinde gönderilen talimatta bu işlemin Mevduat Müdürlüğü
tarafından yapılacağı belirtilmişti. Bu tarihten daha önceki dönemde hazine bonosu ve devlet
tahvilleri ile ilgili herhangi bir görevimiz yoktu. Devlet tahvili ve hazine bonosu işlemleriyle
ilgili birim Menkul Kıymetler Müdürlüğü’dür. Bu birimin şu anda müdürü yoktur, sadece şef
olarak görev yapan Dilek Atıcı ve Şef Yardımcısı Serap Şahin isimli personel bulunmaktadır.
Bu birim Genel Müdür Yardımcısı Tacettin Pak’a bağlıdır. Daha önce bu birimin müdürü
Mehmet Bulat isimli şahıstı. Yaklaşık iki yıl kadar önce BDDK tarafından İç Kontrol Merkez
Başkanlığı Birimi kurulacağı tebliğ edildiğinden bu göreve getirildi. Ancak resmiyette olmasa
da fiilen Menkul Kıymetler Müdürü olarak hareket etmektedir.
Soru: Yapılan incelemelerde, ‘Şube Yetkililerinin Dikkatine’ başlıklı 23.01.2003 tarihli Gen.
Müd. Yrd. Tacettin Pak ve Müdür Vekili Sami Bulut imzasıyla şubelere gönderilen yazıda,
yatırım hesabı açtırmak suretiyle hazine bonosu ve devlet tahvillerinin alım ve satımını yapan
müşterilerin, hesabın açıldığı şubenin müşterisi olmayıp, Gen. Müdürlük - Menkul Kıymetler
Müdürlüğü müşterisi olduğu ve bu maksatla ‘İşbu hesap Menkul Kıymetler Müdürlüğü
nezdinde açılmıştır’ kaşesinin kullanılacağının bildirildiği tespit edilmiştir, bu yazıda ne
amaçlandığını açıklayınız?
"Daha sonraki tarihlerde bu işlemler yazıya döküldü, belirtilen yazıda da Hukuk İşleri’nin
bildirdiği hususlar benim ve Genel Müdür Yardımcısı Tacettin Pak tarafından imzalanarak
şubelere gönderilmiştir. Bu konu ile ilgili Hukuk İşleri’nden mütalaa alınması çalışmalarını
Mehmet Bulat yürüttüğü için,onun imzalamasını istedim. Normalde Menkul Kıymetler
Bölümü’nden bir yetkilinin imzalaması gerekiyordu. Hukuki olarak bu yazının ne anlama
geldiğini bilmiyordum. Ancak imzalamak zorunda bırakıldım.
Bunun kanıtı da, Bankanın Mali Kontrol Müdürlüğü yetkilileri, Müdür Yeşim Öztürk ve ikinci
Müdür Handan Ertargın imzasıyla 22 Ocak 2003 tarihinde tüm şubelere "Şubede Muhafaza
Edilen Bono Satış Makbuzlarının Genel Müdürlük Mali Kontrol Müdürlüğü’ne Gönderilmesi"
konulu bir talimat yazısıydı.
Talimatta, o tarihe kadar yapılmış tüm hazine bonosu satışlarına ilişkin belgelerin, bir hafta
içinde yani 31 Ocak 2003 tarihine kadar genel müdürlüğe gönderilmesi, bundan sonra hazine
bonoları satışlarına ilişkin belgelerin artık şubece muhafaza edilmeyerek 15 günde bir her
cuma günü Mali Kontrol Müdürlüğü’nde olacak şekilde gönderilmesi isteniyordu. Böylece
şubelerde hazine bonosu alım satımlarının olası bir denetimde ortaya çıkmaması, yani
gizlenmesi ve geriye dönük olarak iz bırakılmaması için mi bu yönteme başvurulmuştu. Sami
Bulut bunun yanıtını şöyle veriyordu:
"Bu yazıda istenilen satışlara ilişkin belgelerin şubelerde değil de Genel Müdürlük Mali
Kontrol Müdürlüğü'nde klase edilmesinden neyin amaçlandığını bilmiyorum. Ben bu yazıyı,
bankaya yeni yönetim atandıktan sonra gördüm. Yazıda imzası bulunan şahıslardan Yeşim
Öztürk isimli şahıs bankada Mali Kontrol Müdürü olarak görev yapıyordu, aynı zamanda
bankanın Yönetim Kurulu Başkanı Kemal Uzan’ın da akrabasıydı, Gül Handan Ertargın da
Yeşim Öztürk’ün yardımcısı yani Mali Kontrol Müdür Yardımcısı’ydı."
İmar Bankası yetkilileri, yetkisiz hazine bonosu satışı konusunda o kadar organizeydiler ki: 17
Aralık 2003 tarihli bir yazı ile tüm şubelerden: "Sıfır bakiyeli olsa dahi açık olan yatırım
hesaplarına ait hesap cüzdanlarının fotokopilerinin kesinlikle alınmaması ve şubede muhafaza
edilmemesi" isteniyordu.
El konulduğu 3 Temmuz 2003 tarihine kadar, devlet iç borçlanma portföyünün 15 milyar lira
düzeyinde olmasına rağmen, 30 Haziran 2003 tarihinde net 551 trilyon 132 milyar lira, 1
Temmuz 2003 tarihinde net 3 trilyon 459 milyar lira ve el konmadan bir gün önce 2 Temmuz
2003 tarihinde de, net 16 trilyon 834 milyar lira tutarında hazine bonosu ve devlet tahvili
satışı yapılmıştı.
Ortada bir kanunsuzluk ve usulsüzlük vardı. Mali Şube ekipleri Sami Bulut’a bunun Türk Ceza
Kanunu’nun 504’üncü maddesi gereği "Nitelikli Dolandırıcılık" suçu kapsamına girdiğini
hatırlatırken: "Yapılan tüm bu kanunsuz ve usulsüz işlemlerden sizin bir menfaatiniz oldu mu?
Bu işlemlerin kimler tarafından gerçekleştirildiğini açıklayınız" diye sormuştu. Sami Bulut
şöyle yanıtlamıştı:
"Bu işlemler hakkında Yönetim Kurulu Başkanı Kemal Uzan, Genel Müdür Hilmi Başaran ve
konuyla ilgili diğer Genel Müdür Yardımcısı Tacettin Pak, Sadık Karagöz ve Mali Kontrol
Müdürü Yeşim Öztürk’ün bilgisi olacağını düşünüyorum."
Yeminli banka murakıplarınca İmar Bankası’nın tüm şubelerinde hazine bonosu ve devlet
tahvili satışlarına ilişkin yapılan incelemelerde; 30 Temmuz 2003 tarihi itibariyle şubelerce
bilgilerine ulaşılabilen satışı yapılmış olup açıkta bulunan hazine bonosu ve devlet tahvili
tutarının 1 katrilyon 23 trilyon 672 milyar lira olduğu görülmüş ve yapılan bu usulsüz
satışlarla toplam 19 bin 334 mudinin İmar Bankası aracılığıyla dolandırıldığı tespit edilmişti.
Takasbank’ın (İMKB Takas ve Saklama Bankası A.Ş.) 11 Temmuz 2003 gün ve 2003/03/6093
Sayılı ve T.C. Merkez Bankası’nm 11 Temmuz 2003 tarihli yazılarında ise İmar Bankası adına
saklamada herhangi bir hazine bonosu ve devlet tahvili olmadığı bildirilmişti.
Merkez Bankası’mn 903 kodlu İnterbank hesabında 28 Nisan 2004 vadeli ve 20 milyar TL
bedelli devlet tahvili olduğu bildirilirken, bu şekilde bankanın müşterilerine satıp, banka
tarafından saklamada tutulması gereken menkul kıymetlerin T.C. Merkez Bankası'nda mevcut
olmadığı ortaya çıkmıştı.
Mali Şube ekiplerinin 25 Ağustos 2003 tarihinde gözaltına aldıklan Karagöz’ün verdiği ifade
ise, fazla tatmin edici değildi. İşte Karagöz’e sorulan sorular ve yanıtlardan bazıları:
Soru: Bankanın 2002 yılı Ekim, Kasım ve Aralık aylarına ait ATM Merkez Birimi Muavin
Defterleri’nde bulunan hazine bonosu ve devlet tahvili satış tutarları ile bu döneme ait
İMKB’ye yapılan bildirimler incelendiğinde; toplam gerçek satış tutamın 213 trilyon 967
milyar TL iken kayıtlara yansıtılan satış tutarlarının 18 trilyon 28 milyar ve tescil ettirilen
tutarların da 18 trilyon 888 milyar TL olduğu tespit edilmiştir. Bu durumun, bankanın
müşterilerine satışını yaptığı hazine bonosu ve devlet tahvili işlemlerinin cüzi bir kısmını
kayıtlarına yansıttığını, tüm satış fişlerinin içlerinden bir kısmının seçilerek imzalandığını ve
bu seçilenlere göre eksik kayıt yapıldığını göstermekledir. Bu durumun nereden
kaynaklandığını açıklayınız?
SADIK KARAGÖZ: Bana sormuş olduğunuz hazine bonolarının gerçek satışları ile kaydedilen
tutarlar arasında fark bulunduğu doğrudur. Ancak soruda sorduğunuz kadar mı, yoksa daha az
veya daha fazla mı bilmiyorum ve bilemem de. Ancak şunu belirtebilirim ki, İmar Bankası
serbest depo hesaplarında her zaman İMKB’ye tescil ettirileren belirli bir tutar vardır,
müşterilere yapılan hazine bonosu alış satışları tutan bu meblağı aştığında, aradaki fark
bilançoda gösterilmemiştir; aradaki farkın sebebi budur. Ancak ben bu tutarların tamamını
bilemiyorum, çünkü bu işlemler günlük olarak yapılmaktaydı.
SADIK KARAGÖZ: Öncelikle şunu belirtmek isterim ki, ben bu işlemleri yaparken hiç kimseden
talimat almadım. Ben bu işlemlerin bilançoya eksik yansıtılmasına ilişkin Mali Kontrol Müdürü
Yeşim Öztürk’e talimat vererek yaptırdım. Ancak Yeşim Öztürk’ün bu işlemleri kime veya
kimlere talimat vererek yaptırdığım bilemem.
Soru: Yine yukanda belirtmiş olduğunuz beyanlarınızda, yapılan bu usulsüz işlemleri yaparken
hiçbir kimseden talimat almaksızın kendi inisiyatifinizle gerçekleştirdiğinizi beyan ettiniz.
Yapılan bu usulsüz işlemlere ilişkin motivasyonunuz neydi, yaptığınız bu usulsüz işlemlerden
işlem başı komisyon mu alıyordunuz, açıklayınız?
SADIK KARAGÖZ: İmar Bankası’nda 1989 yılından beri bilançolar hazırlanırken uygulanagelen
benden de önce zımni bir gelenek oluşmuştur. O gelenek de şudur: Banka sadece mevduat
bankacılığı yaptığından ve en yüksek faizi verdiğinden normal verilere göre bilanço tutulmuş
olsa idi, bankanın her zaman büyük zararlar ettiği gözükürdü. Bu da zarar etmiş bir bankanın
mudilerinin artık paralarını İmar Bankası’na yatırmama ve bankadan paralarını çekme süreci
olarak karşımıza çıkacaktı. Ben bankanın mudiler ve kamuoyu nezdinde prestijini devam
ettirmek ve mudilerin menfaatini kollamak için bu işlemleri gerçekleştirdim. Yaptığım bu
işlemlerden dolayı hiç kimseden talimat almadım ve yine yaptığım bu işlemlerden dolayı en
ufak bir menfaat temin etmediğim gibi, herhangi bir kimseye de menfaat sağlamak kastı ile
yapmış değilim. Bu hususlara ilişkin belgeler banka kayıtlarında mevcut olup, araştırıldığında
söylediklerimin doğruluğu anlaşılacaktır.
Soru: Yeminli Banka Murakıplarınca İmar Bankası’nın tüm şubelerinde hazine bonosu ve
devlet tahvili satışlarına ilişkin yapılan incelemelerde: 30.07.2003 tarihi itibariyle şubelerce
bilgilerine ulaşılabilen satışı yapılmış olup açıkta bulunan hazine bonosu ve devlet tahvili
tutarının brüt 1.023.672.664.900.000 TL görülmüş ve yapılan bu usulsüz satışlarla toplam 19
bin 334 mudinin İmar Bankası aracılığıyla dolandırıldığı tespit edilmiştir. Bu konu hakkında
bildiklerinizi açıklayınız.
SADIK KARAGÖZ: Bu işlemleri gerçekleştirirken iddia edildiği gibi mudileri dolandırmak kastı
ile değil, sadece banka bilançosunu bilanço tekniği açısından aktif bir hesabın terse
dönemeyeceğini düşünerek bu bir işlemi gerçekleştirdim. Bu elde edilen tutarlarda aynen kâr
zarar hesaplarına yansıtılmıştır, ancak bu miktarın bana yukarıda sormuş olduğunuz kadar
olup olmadığını bilmiyorum."
"Bizim Hazine bonosu satışlarında herhangi bir yetki belgesine ihtiyacımız yoktur. Çünkü
yapılan işlem repo işlemi değil, direkt bono satışı işlemidir. 1990 yılında bizim bankamızda
menkul kıymetler biriminde çalışan borsada görevli bir elemanımız, şahsi alışverişlerine
bankanın adını karıştırdı. Bu yüzde İMKB ile mevcut zararın tazminine ilişkin hukuki ihtilafa
düştük, bu sebepten yetki belgemiz iptal edildi. 1993 yılındaki müracaatımızı şu an
hatırlayamıyorum."
Ardından ilginç bir soru geldi. Madem yetki belgesine gerek yoktu, neden 1990 yılından 2002
yılı Ekim ayına kadar hazine bonosu satışı yapılmamıştı. Genel Müdür Hilmi Başaran bu
soruya daha da ilginç bir yanıt vermişti:
"Hazine bonosu alış satışları ticari kâr güdülen işlemlerdir. Son yıllara gelindiğinde devletin
nakit ihtiyacı çerçevesinde iç borçlanmaya yönelmesinden dolayı tüm bankalar yoğun olarak
hazine bonosu portföylerini artırdılar. Biz banka olarak yıllarca bu işlemlerden uzak durduk.
Ancak diğer bankalarla rekabet edebilmek için, biz de hazine bonosu satışına başladık. Ben
hazine bonosunun satışı için yetki belgesine son yıllarda gerek olmadığını belirttim, geçmiş
yıllardaki mevzuat hakkında da bilgi sahibi değilim. Ayrıca, bono satışları ve yapılan tüm
işlemlerde herhangi bir usulsüzlüğüm bulunmamaktadır."
"Bankamızdan bu nakit çıkışını engelleyecek yeni bir para politikası geliştirmek için
müzakereler yaparken, Yönetim Kurulu Başkanımız Kemal Uzan hazine bonosu satışı yapma
talimatı verdi. Akabinde hafta sonu medyada İmar Bankası’nın hazine bonosu satışlarına ilişkin
reklamları başladı."
Başaran’ın İmar Bankası’ndaki olayları savunduğu polis ifadesindeki bazı somlara verdiği
yanıtlar şöyleydi:
Soru: Banka ile müşterileri arasında imzalanan ‘Sermaye Piyasası Araçları Alım Satımına
İlişkin Aracılık Sözleşmesi'nin 4/1 maddesindeki 23.01.2003 tarihinde, ‘Banka, müşteriye
satmış olduğu hazine bonosu veya devlet tahvilini vade bitimine kadar müşteri adına saklar.
Müşteri vade bitiminden önce bu kıymetlerin kendisine verilmesini talep edemez. Bankadan
satın alınan bonolar bir başka bankaya transfer edilemez,’ düzenlemesi getirilmiştir. Ancak,
bankanın 20.06.2003 - 30.06.2003 tarihleri arasında, İmar Bankası’nın sermayedar grubuna
dahil olan Adabank A.Ş.’ye toplam 98.3 trilyon TL tutarında hazine bonosu ve devlet tahvili
satışı gerçekleştirdiği ve vadesi dolmadan satılan bu hazine bonosu ve devlet tahvillerinin
birçoğunun müşterilere ait olduğu tespit edilmiştir. Gerçekleştirilen bu usulsüz işlemler ile
ilgili bildiklerinizi ve bu işlemleri kim/kimler vasıtasıyla gerçekleştirdiğinizi anlatınız.
Soru: İmar Bankası Genel Müdür Yardımcısı Sadık Karagöz’ün 25.08.2003 tarihinde vermiş
olduğu ifadesindeki samimi ikrarında: hazine bonosunun açığa satışını kendisinin
gerçekleştirdiğini, yapılan tüm hazine bonosu satışlarını Merkez Bankası depolarındaki
önceden belirlenen cüzi miktara uydurduklarını ve bu şekilde bankanın bilançolarında gerçeği
yansıtmayan rakamlarla işlem yaptıklarını beyan etmiştir. Bu konu ile ilgili bildiklerinizi
anlatınız.
Soru: Yine İmar Bankası Genel Müdür Yardımcısı Sadık Karagöz’ün 25.08.2003 tarihinde
vermiş olduğu ifadesindeki samimi ikrarında: İmar Bankası’nda 1989 yılından günümüze kadar
bilançolar hazırlanırken gerçek verilere göre hazırlanmadığını, bankanın sadece mevduat
bankacılığı yaptığından ve en yüksek faizi verdiğinden normal verilere göre bilanço tutulmuş
olsaydı, bankanın çok büyük zarar ettiği bilançolarda da görülecekti. Kendisinin bankanın
zararda gözükmemesi için her zaman bilançolardaki zararları azalttığını beyan etmiştir.
Yukarıda özgeçmişinizi belirtirken 1988 yılından beri bankanın genel müdürü olduğunuz da
göz önünde bulundurulduğunda, bu konudan haberdar olmamanız düşünülebilir mi?
Açıklayınız.
Bankanın Personel ve İdari İşlerden Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Tacettin Pak,
görevinden 7 Temmuz günü istifa etmişti. Uzanlar’ın diğer bankası Adabank A.Ş.’ye el
konulmadan önce yönetim kurulu üyeliği görevini yürüten Pak, polisin: "Bankanın bilanço,
mizan, defterikebir ve diğer yasal defterleri kimin uhdesinde bulunmaktaydı, resmi mercilere
periyodik olarak gönderilmesi gereken doküman örnekleri kim tarafından muhafaza
edilmekteydi?" sorusuna şu karşılığı vermişti:
"Bilanço, mizan, defterikebir ve diğer yasal defterler bankanın Genel Muhasebe Bölümü ve
Mali Kontrol Bİrimi’nde bulunmaktaydı. Genel Muhasebe Müdürü Nuray Özel’dir. Mali Kontrol
Birimi Müdürü Yeşim Öztürk isimli şahıstı. Periyodik olarak ilgili birimlere gönderilmesi
gereken belgeler hangi birimin konusuna giriyorsa bu birimlerin sorumluluğundadır, tüm bu
birimler Genel Müdür Yardımcısı Sadık Karagöz’e bağlıydı."
1991 yılı Şubat ayında imar Bankası’na memur olarak giren ve daha sonra İmar Bankası’nın
Bütçe - Bilanço Raporlama Bölümü’nde Müdür olarak çalışırken BDDK’nın el koymasından
hemen önce 3 Temmuz 2003 tarihinde istifa eden yöneticiler arasında bulunan Çiğdem
Karakoç, Bütçe - Planlama Müdürü olarak Genel Müdür Yardımcısı Sadık Karagöz’e bağlı
olarak çalışıyordu.
"Bankanın bilanço ve mizanları bağlı bulunduğum Genel Müdür Yardımcısı Sadık Karagöz
uhdesinde olmakla birlikte çalıştığım departmanda bulunmaktadır. Defterikebir ve diğer yasal
defterler ise, bildiğim kadarıyla yine Genel Müdür Yardımcısı Sadık Karagöz uhdesinde Mali
Kontrol Müdürlüğü’nde bulunmaktadır. Resmi mercilere gönderilmesi gereken doküman
örnekleri, müdürlüğüm tarafından muhafaza edilmektedir."
Karakoç, 26 Haziran’da yönetim kurulu ile birlikte değil de, BDDK bankaya el koymadan
hemen önce istifayı tercih edenler arasındaydı. Bunun gerekçesini de Mali Polise şöyle
açıklamıştı:
"Benim istifa ettiğim tarih 03.07.2003 günüdür. Ben uzun yıllar beraber çalıştığım amirlerimin
bankadan ayrılması ve banka hakkında haftalardır yapılan spekülasyonlarda ruhsal olarak
etkilenip daha verimli olamayacağıma inanmam nedeniyle özgür irademle istifa etmiş
bulunmaktayım. 03.07.2003 günü bankaya BDDK tarafından yeni yönetim atandığında, aynı
gün istifamı vermiş olduğumdan, çıktım ve doğru evime gittim. Bir daha da bankaya ne
uğradım ne de çağrıldım. Bankadan ayrılırken banka ile ilgili yanıma hiçbir belge, bilgi ve
herhangi bir kayıt almadım. Görev alanım içerisinde sorumluluğumla ve bankayla ilgili her
türlü, bilgi, belge ve kayıt müdürlüğümün dolaplarında, dosyalarında, çalışma odamda ve
bilgisayarlarda mevcuttur. İmar Bankası’yla ilgili yönetim kurulu karar defteri, defterikebir ve
diğer yasal defterlerin şu anda nerede olduğu ve kimler tarafından ne maksatla alındığı
hakkında bilgim bulunmamaktadır. Bu yöndeki suçlamaları kabul etmiyorum."
İmar Bankası’na belge ve bilgi vermeyen Merkez Yatırım A.Ş. yetkilileri bunu talimatla mı
yapıyorlardı? Bundan da öte bir türlü bulunamayan kayıtlar neredeydi?
Ne Çiğdem Karakoç ne de Genel Muhasebe Müdürü Nuray Özel bu soruya doyurucu yanıt
vermiyorlardı. İşlerin odağındaki Sadık Karagöz belki bir şeyler söyleyebilirdi. Hazine bonoları
konusunda da ifade veren Karagöz, bilgi ve belgelerin saklanması konusundaki ifadesinde:
"Bugüne kadar Merkez Yatınm A.Ş.’de herhangi bir görevde bulundunuz mu?" sorusuna: "Ben
bugüne kadar Merkez Yatınm A.Ş.’nin hiçbir kademesinde görevde bulunmadım," karşılığını
vermekle yetinmişti.
Genel Müdürlük tarafından tutulan yasal defterlerin kendisine bağlı genel muhasebe
müdürlüğü bünyesinde tutulduğunu belirten Karagöz, bankanın Yönetim Kurulu Karar Defteri
ile bankanın, belgelerin saklanmasında olduğu gibi yetkili kişilerin istifa etmesinin ardından
da resmi makamların bilgi ve belge taleplerinin yerine getirilmemesi konusunda da
sorumluluğu bulunduğunun hatırlatılması üzerine Karagöz, ifadesini alan görevlilere şu
karşılığı vermişti:
"Benim 18.06.2003 tarihinde yine aynı sermayedar gruba ait Kıbrıs’ta kurulu bulunan Rumeli
Bank’a Genel Müdür olarak tayinim çıktı. Bunun üzerine Kıbrıs’a taşınmak ve yeni görevim
için gerekli hazırlıklan yapmak üzere 25.06.2003 tarihinde bankadaki genel müdür
yardımcılığı görevimden istifa ederek ayrıldım. Bundan dolayı diğer üst yönetimle birlikte
topluca istifa etmedim, benim istifamın sebebi tayin nedeniyledir. Bu yüzden bankaya 3
Temmuz 2003 tarihinde el konulması döneminde bilgi ve belge saklama iddiası ile ilgili
sorumluluğum yoktur."
1988 yılında İmar Bankası’nda çalışmaya başlayan Yaşar Avni Güral bir süre görev yaptıktan
sonra, 1998 yılı Eylül ayında Kemal Uzan tarafından aynı gruba bağlı Adabank A.Ş.’ye genel
müdür yardımcısı olarak atandı. 2000 yılı Nisan ayında ortaklar genel kurulunca İmar Bankası
Yönetim Kurulu Üyeliği’ne seçildi.
"26.06.2003 günü sabahı Adabank A.Ş.’de odamda bulunduğum sırada İmar Bankası Genel
Müdürü Hilmi Başaran beni odasına çağırdı, yanında İmar Bankası Genel Müdür Yardımcısı
Sadık Karagöz vardı; bana Yönetim Kurulu Başkanı Kemal Uzan ve Yönetim Kurulu Başkan
Vekili Yavuz Uzan’ın istifa ettiklerini, bankanın önemli nakit kaynakları olan ÇEAŞ ve KEPEZ
kurumlarına devlet tarafından el konulması nedeniyle para gelişi olmadığını, bu el konulma
işlemi nedeniyle yüksek miktarda mevduat çekildiğini, bunu karşılamaya çalıştıklarını, Genel
Müdürlük olarak BDDK'ya başvurarak kısa vadeli nakit sıkıntısını gidermek için fon tahsisi
talebinde bulunduklarını, ancak bir cevap alamadıklarını belirtti.
Ben de yönetim kurulu üyesi olarak nasıl yardımcı olabileceğimi sordum. Para ihtiyacı
olduğunu, benim yapabileceğim bir şey olmadığını söyledi. Ben de bunun üzerine istifa edeyim
dedim ve istifa dilekçemi verdim. Aynı gün yönetim kurulu üyeliği görevimden de istifa ettim.
İmar Bankası’na el konulduktan 20 gün kadar sonra benim çalıştığım Adabank A.Ş.’ye BDDK
tarafından yeni yönetim atandı; yeni yönetim göreve başladıktan sonra yönetim kurulu üyeleri
beni yanlarına çağırarak aldıklan yönetim kurulu kararı ile genel müdür yardımcılığı
görevimden alınarak genel müdür danışmanı görevine getirildiğimi tebliğ ettiler. Ben de aynı
gün 2 Eylül 2003 tarihine kadar izine ayrıldım."
Bankanın defterlerinin yeni yönetime verilmemesi konusunda ise Güral şunlan söylüyordu:
"Ben kendi isteğimle ve herhangi bir yönlendirme olmadan görevimden istifa ettim, toplu
olarak istifaya katılmadım. Kaybolan bilgi ve belgelerden benim haberim yoktur. İmar
Bankası’ndaki görevimden istifa ettikten sonra, bir daha bu bankaya uğramadım. Yönetim
Kumlu Üyesi olduğum süreçte Yönetim Kurulu Karar Defteri’ni hiç görmedim. Yönetim Kurulu
olarak aldığımız kararlar antetli kâğıtlarda Yönetim Kurulu karan başlığı altında hazırlamış
olarak ve genel müdürün ayn bir sunuş yazısıyla tarafımıza imzaya sunulurdu. Biz yönetim
kurulu üyeleri de karan uygun görüyorsak adımızın bulunduğu bölüme İmzamızı atardık. Bu
yönetim kurulu karar yazılan ve tahminimizce Yönetim Kurulu Karar Defteri, Yönetim Kurulu
sekreteri olan Gülsen Yalçın tarafından muhafaza ediliyordu..."
İmar Bankası’na otomasyon hizmeti veren Merkez Yatırım A.Ş.’de bulunan kayıtlara
ulaşılamadığından, hesaplarla ilgili tam bir tespit yapılamamıştı.
Güral, Merkez Yatınm A.Ş.’nin başında Mustafa Akar isimli şahsın bulunduğunu ve kayıtların
kaybolmasıyla kendisinin ilgisinin bulunmadığını söylemişti.
1994 yılından beri bankanın genel müdürü olan Hilmi Başaran ise bu konuda en az bilgiye
sahip olan kişiydi.
Merkez Yatırım A.Ş.’nin İmar Bankası'na yaklaşık 4-5 yıldır otomasyon hizmeti sunduğunu
anlatan Başaran, kaybolan defterler ve belgelerin Genel Müdür Yardımcısı Sadık Karagöz’e
bağlı birimlerin uhdesinde bulunduğunu "İmar Bankası T.A.Ş, ile ilgili kayıtların bankanın yeni
yönetimine teslim edilmemesi, İmar Bankası T.A.Ş.’ye otomasyon hizmeti veren ve kayıtlarının
tutulduğu Merkez Yatınm A.Ş.’nin aynı sermayedar gruba ait olmasından kaynaklandığı
sonucu ortaya çıkmaktadır, eğer böyle değilse sadece bankaya otomasyon hizmeti veren firma
yetkilileri veya personelinin böyle bir tutum göstermesi normal karşılanabilir mi? sorusuna da:
"Bu konuda yorum yapacak bir durumda değilim, sorulması halinde yargılama safhasında
görüşlerimi bildireceğim" karşılığını vermekle yetinmişti.
Kadın tutuklular Bakırköy Kadın ve Çocuk Tutukevi’ne, diğerleri Kartal Özel Tip Kapalı
Cezaevi’ne gönderilmişti. Nöbetçi mahkeme aynca iki savcının da istemi doğrultusunda
bankanın yönetim kurulu başkanı Kemal Uzan hakkında nitelikli dolandırıcılık, zimmetle
birlikte bilgi-belge saklamak suçlarından ifadesi alınamadığı için iki gıyabi tutuklama karan
vermişti. Mahkeme, Yavuz Uzan hakkında ise yalnızca nitelikli dolandıncılık ve zimmet suçu
nedeniyle tek gıyabi tutuklama karan almıştı. Daha sonra hakkında gıyabi tutuklama karan
çıkartılan kişiler arasına Hakan Uzan’da katılmıştı.
Konuyla ilgili ilk dava da 12 Eylül 2003 günü 9 yıl hapis istemiyle açılmıştı. İmar Bankası’nın
bilgi işlem kayıtlarının tutulduğu Merkez Yatırım ve Ticaret A.Ş.’nİn bilgi ve belgelerini
yetkililere vermedikleri gerekçesiyle haklarında soruşturma başlatılan, aralarında Kemal
Uzan, Hakan Uzan, Yavuz Uzan, Bahattin Uzan’ın da bulunduğu yirmi iki eski yönetici
hakkında Şişli Cumhuriyet Savcılığı tarafından yürütülen soruşturma tamamlanmıştı. Şişli
Asliye Ceza Mahkemesi’ne açılan davanın iddianamesinde sanıkların üç yıldan dokuz yıla
kadar hapis cezası ve 1 milyar liradan 3 milyar 50’şer milyona kadar para cezasına
çarptırılmaları talep edilmişti.
Soruşturmayı yürüten Savcı Mecit Ceylan tarafından hazırlanan iddianamede, Merkez Yatırım
ve Ticaret A.Ş.’nin yönetim kurulu üyesi olan Bahattin Uzan, Hakan Uzan ve Kemal Uzan’ın
yaptıkları eylemlerden ötürü soruşturma açılması ihtimalini göz önüne alarak bu şirketteki
görevlerinden istifa etmiş gibi işlem yaptıkları, ancak bu değişikliği 15 gün içerisinde tescil
ettirmedikleri öne sürülmüştü. İstifalarını bir ay sonra tescil ettirmeleri nedeniyle yapılan
görev değişikliğinin hukuki bir anlamının bulunmadığı belirtilirken, geçerliliği olmadığı ifade
edilmişti. İddianamede şirket yönetimini devralan kişilerin, kendilerinin hangi görevi dahi
aldıklarını bilmeden önlerine gelen belgeleri imzaladıklarım itiraf ettikleri kaydedilmişti.
İddianamenin sonunda dokuzu tutuklu beşi gıyabi tutuklu 22 sanığın bankanın içinde
bulunduğu zor durumu bildikleri için, kendi bankalarında soruşturma yapılması ihtimalini göze
alarak, gerek hazine bonosu satışından, gerekse mevduattan elde ettikleri paraları
zimmetlerine geçirmeleri nedeniyle, bu suçların açığa çıkmasına engel olmak gayesiyle suç
teşkil etmesi ihtimali olan bilgi ve belgeleri imha ettikleri ve sakladıkları öne sürülmüştü.
Zimmet Suçlaması
Bu arada BDDK Bankalar Yeminli Murakıpları, Uzanlar hakkında 22 Eylül 2003 tarihli "nitelikli
zimmet" suçlaması içeren elli iki sayfalık raporunu Şişli Cumhuriyet Savcılığı’na göndermişti.
Raporda suçlanan isimler arasında Kemal Uzan, Hakan Uzan ve Yavuz Uzan ile birlikte İmar
Bankası ve bankanın otomasyon hizmetini sağlayan Merkez Yatırım A.Ş.’nin yöneticileri de
bulunuyordu.
Banka tarafından toplanan mevduatm eksik gösterilmesi konusunu ortaya koyan raporda
toplam 444 bin 126 adet hesabın bulunduğu ve mevduatın da 8 katrilyon 144 trilyon lira
olduğunun belirlendiği ifade edilmişti. 25 Haziran 2003 tarihinde banka tarafından BDDK’ya
gönderilen günlük izleme formunda ise, banka mevduatının 735 trilyon 544 milyar lira olarak
göründüğü belirtilen raporda, Uzanlar’ın İmar Bankası'ndaki mevduatın yüzde 90’ının resmi
makamlardan gizlediği ifade edilmişti.
Diğer bankalarda bankanın otomasyon hizmetlerinin yine banka içinde görüldüğüne dikkat
çekilirken, İmar Bankası’nda bu durumun farklı olduğu belirtilmişti. Raporda altı çizilen
konulardan birisi, şube bazında kayıtların usulsüz olmadığı şeklindeydi. Usulsüzlük, Merkez
Yatırım A.Ş. tarafından gerçekleştirilmişti. Rapora göre, Merkez Yatırım A.Ş., Adabank A.Ş.,
İmar Off Shore Ltd, Adabank Off Shore Ltd., Rumeli Bank ve Uzan Grubu’na dahil bazı
firmalara da otomasyon hizmetleri sunmaktaydı. Bu sayede banka ve firmalarınpara
transferleri ile nakit ihtiyaçlarının tek bir sistem üzerinden kontrol edilmesi mümkün olmuştu.
Banka, otomasyon hizmetlerini Merkez Yatırım’dan almasındaki asıl amaç ise, yapılan işlemler
ve bu işlemlere dayanılarak üretilen yasal defterler ve mali tablolar arasındaki uyumsuzluğun,
işlemleri yapan personel tarafından anlaşılmasını güçleştirmek olarak ifade edilmişti.
Merkez Yatırım, yalnız halktan toplanan mevduatın değil, aynı zamanda bankanın topladığı bu
paraların nasıl kullanıldığının gizlenmesini de sağlamıştı. Yani banka bilançosunda mevduatın
bulunduğu pasifler bölümü düşük gösterilirken, bu paraların nerelerde kullanıldığı da (kredi
vs) muamma idi.
Bilgilerin gizlenmesinden dolayı banka tarafından toplanan mevduatın 31.12.2003 itibariyle
6.8 katrilyon lirası, 28.2.2003 tarihi itibariyle 6.9 katrilyon lirası, 31.3.2003 tarihi itibariyle 7.1
katrilyon lirası, 30.4.2003 tarihi itibariyle 7.0 katrilyon lirası ve 31.5.2003 tarihi itibariyle de
6.9 trilyon lirasının aktifte, herhangi bir karşılığı görünmüyordu. Raporda, banka sahiplerinin,
mudilerin bankaya yatırdıkları parayı karşılıksız bırakması ve aktifteki varlıklarla
karşılamayacak duruma getirmesi, mevduat karşılığında toplanan paraların amacı dışında
kullanıldığını gösterirken; bunun Bankalar Kanunu’nun 22’inci maddesinin 3’üncü fırkasında
belirtilen zimmet suçunun özel ve ağırlaştırılmış bir halini temsil eden "nitelikli zimmet"
durumunu oluşturduğu sonucuna varılmıştı.
Bankanın gerçek varlıklarının borcunun onda birini dahi karşılamaktan uzak olduğu belirtilen
raporda, bankanın karşılamayacağı borçlan için kullanılacak fonların sonunda vergi
mükellefleri tarafından üstlenilmesinin doğal bir sonuç olacağı belirtilmişti. Gerçekten de daha
sonra çıkartılan yasa ile İmar Bankası mudilerinin paralarını ödemek için Hazine’ye Devlet İç
Borçlanma Senedi çıkarma yetkisi verilmişti.
İnceleme 1 Aralık 2003 tarihine kadar sürmüştü. Dokuz Bankalar Yeminli Murakıbı’nın
hazırladığı Kara Para Aklama Raporu adım adım Hazine bonosundaki usulsüzlüğü ortaya
koymuştu.
Rapora göre;
*1990 yılında aracı kurum izni iptal edilen İmar Bankası 1992 yılında SPK’ya başvurarak
yeniden aracılık belgesi ister. SPK bu talebi reddeder. 12 yıldır sermaye piyasası işlemleri
yapmayan İmar Bankası, SPK izni olmadan Kemal Uzan’ın talimatıyla 21 Ekim 2002 tarihinde
hazine bonosu satışına başlar.
*İmar Bankası’na otomasyon desteği veren Merkez Yatırım A.Ş. Bankacılık Destek Müdürü
Salih Bora ve Grup Müdürü Mustafa Akar imzasıyla 21 Ekim 2002 tarihinde tüm şubelere
hazine bonosu satışına başlanacağına dair yazı gönderir.
* İlk gün, yani 21 Ekim 2002 tarihinde 78 milyar 464 milyon liralık bono satan İmar Bankası,
hazine bonosuna yüksek faiz sloganlı reklamlarla 25 Ekim günü 2.3 trilyon, 28 Ekim günü 5.9
trilyon 10 Ekim günü ise 10 trilyon lira ile ilk haftada 20 trilyon lira para toplar.
*Olası bir kontrole karşı önlem almaya başlayan Uzanlar, şubelerde hazine bonosu satışıyla
ilgili evrak bulundurmamaya dikkat eder. Bu amaçla 17 Aralık 2002 tarihinde de şubelere
gönderilen bir yazıda: "Açık olan yatırım hesaplarına ait (sıfır bakiyeli bile olsa) hesap
cüzdanlarının fotokopileri kesinlikle alınmayacaktır" talimatı geçilir.
*23 Ocak 2003 tarihinde gönderilen yazıda, hazine bonosu satışıyla ilgili olarak yatırım hesabı
sahiplerinin, hesap cüzdanlarına şube değil Genel Müdürlük Menkul Kıymetler Müdürlüğü
müşterisi olduğuna dair kaşe vurulması istenir. Böylece hazine bonosu alıcıları bir mühürle
İmar Bankası Menkul Kıymetler Müdürlüğü müşterisi haline getirilecektir.
*Gerçekte var olmayan bonoları açığa satış yöntemiyle tasarruf sahiplerine satan Uzanlar, bu
durumun ortaya çıkmaması için Aracılık Sözleşmesi’nde de değişiklik yaparlar. 23 Ocak 2003
tarihinde şubelere gönderilen bir yazı ile Aracılık Sözleşmesi’nde, bankadan satın alınan
bonolar bir başka bankaya transfer edilemez maddesi eklenir. Böylece gerçekte açığa satışı
yapılan bonoların gerçekte var olmadığının da anlaşılması önlenmiş olur.
*22 Ocak 2003 tarihinde Müdür Yeşim Öztürk ve ikinci Müdür Handan Ertagun imzasıyla
şubelere gönderilen bir başka yazıda da, şubelerde o güne kadar yapılmış olan ve vadesi
dolanlar dahil, tüm hazine bonosu satış makbuzlarının 31.12.2002 tarihi itibariyle sayımının
yapılması ve (bir hafta içinde) 31 Ocak 2003 tarihine kadar Genel Müdürlük Mali Kontrol
Müdürlüğü'ne gönderilmesi istenir.
*Aynı yazıda şubeler tarafından düzenlenen bono satış makbuzlarının bundan sonra şubelerde
tutulmaması ve 15 günde bir; cuma günleri Genel Müdürlüğü’ne gönderilmesi istenir.
Şubelerde bono satışıyla ilgili hiçbir kayıt bırakmamaya özen gösterilirken, bono satışıyla ilgili
olarak, satışı yapan şubelere makbuzların fotokopilerinin bile gönderilmeyeceği bildirilir.
*2 Şubat 2003 tarihinde İç Kontrol Merkezi Başkanı Mehmet Bulat imzasıyla gönderilen yazıda
ise, sermaye piyasası faaliyetlerinde aracılık yapacak kurumların SPK’dan izin almasının
zorunlu olduğu belirtilirken, yetki belgesi olmayanların ya da iptal olanların sermaye piyasası
aracılık hizmeti yapmasının mümkün olmadığı belirtilmektedir. Bulat imzalı yazı, şubelerin
saklamaları gereken belgeleri sıralarken, müşteri emirlerinin bir yıl, diğer belgelerin ise 10 yıl
süre ile saklanması gerektiği belirtilir.
*Toplam 1 katrilyon 20 trilyon liralık bono satışı yapan Uzanlar, İMKB’ye bunun 65 trilyon
liralık kısmını tescil ettirerek, mevduatlarda olduğu gibi bonoda da çifte kayıt sistemi uygular.
İmar Bankası tarafından el konulan 3 Temmuz günü dahi 3 trilyon liralık bono satışı yapılır. El
konmadan bir gün önce 2 Temmuz günü satılan bono tutarı 10 trilyon liradır.
Murakıplar, hazine bonosu satışıyla ilgili olarak Türk Ceza Kanunu’nun 503’üncü
maddesindeki dolandırıcılık ve 508’inci maddesindeki emniyeti suiistimal suçlarının işlendiğini
belirterek şu saptamayı yaptılar:
"Ekibimizce, banka tarafından müşterilere hazine bonosu veya devlet tahvili satışı yapılıyor
gibi gösterilmek suretiyle para toplanmasının Türk Ceza Kanunu’nun 503 ve 504
maddelerinde yer alan tipe uygun eylemi oluşturduğu kanaatine ulaşılmış olup bu bağlamda,
müşterilere açığa devlet iç borçlanma senedi satışı yapılarak elde edilen her türlü menfaatin
4208 Sayılı Kanunun 2. maddesi gereğince "Kara para" olarak değerlendirilmesi gerektiği
kanaatine ulaşılmıştır."
Rapor, Şişli Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilirken, daha önce hazırlanmış olan elli iki
sayfalık rapor ise, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına ulaşıyordu.
İddianame: Uzanlar’a 145 Bin Yıl Hapis İstemi
Şişli Cumhuriyet Savcılığı kendilerine gelen raporlarla ilgili soruşturmaları tamamladıktan
sonra, hazırladıkları fezlekeleri 19 Kasım 2003 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Savcılığı’na
göndermişlerdi.
Savcılar Rasim Işıkaltın ve Erol Canözkan, Şişli Cumhuriyet Başsavcılığı’nca, İmar Bankası
soruşturması kapsamında hazırlanan fezlekeye ilişkin incelemeyi tamamlayarak 3 Aralık 2003
tarihli 82 sayfalık iddianameyi hazırlamışlardı. Suçlama: "Cürüm işlemek amacıyla teşekkül
oluşturmak, bankalar yasasına aykırı davranmak, banka parasını zimmete geçirmek, bankayı
vasıta kılmak suretiyle dolandırıcılık ve banka zimmeti suçuna iştirak" olmak üzere beş başlık
altında toplanmıştı.
İddianamede, sanıklar Kemal Uzan, Yavuz Uzan, Erol Hürbaş, Yaşar Avni Güral, Birol Çilingir,
Gürol Demirkol, Hilmi Başaran, Sadık Karagöz, Tacettin Pak ve Mehmet Koray Özkaya’nın, "İki
kez nitelikli zimmet", "19 bin 334 kez dolandırıcılık", "off-shore hesaplardan mevduat
kaydırarak BDDK’nın ikazlarına uymamak" ve "cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak"
suçlarından, toplam 87 bin 12 yıl ile 145 bin 24 yıl arasında ağır hapis cezasına çarptırılmaları
istenmişti. İddianamede, Nedim Çokçok, Dilek Atıcı, Gül Handan Ertargın, Sami Bulut, Yeşim
Öztürk, Çiğdem Karakoç ve Mehmet Bulat’ın da benzer suçlardan 87 bin 10 ile 145 bin 19 yıl
arasında ağır hapis cezasına çarptırılması istenmişti. İddianamede ayrıca Murat Hakan Uzan,
Bahattin Uzan, Azmi Yılmaz, Suat Gusinali, Mustafa Akar, Nuray Özel ve Nurettin Sivlim’in de
"zimmet" ve "cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak" suçundan 7 ile 14 yıl arasında ağır
hapis cezasına çarptırılması isteniyordu. Mustafa Say’ın da "Bankacılık Kanunu’na muhalefet"
suçundan, 2 ile 4 yıl arasında hapisle cezalandırılması istenilen iddianamede, sanıklar için
rekor düzeyde hapis cezası istemi olmasına rağmen, Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 77.
maddesi, "aynı neviden hürriyeti bağlayıcı hapis cezalarının birleştirilmesi halinde
uygulanacak cezanın 36 yılı geçemeyeceğini" hükme bağlamıştı. Ancak 19 Ocak 2004
tarihinde yapılan ilk duruşmada davanın görülmesinin kurulma aşamasında olan ihtisas
mahkemesine bırakılması kararlaştırılmıştı.
Nerede Bu Uzanlar?
İmar Bankası yolsuzluğunun ortaya çıkışından itibaren ifadesi alınamayan en önemli kişiler,
Kemal, Hakan ve Yavuz Uzan’dı.
Gıyabı tutuklama kararının çıkmasından sonra her yerde aranmaya başlanan Uzanlar’ın
Ağustos ayının ikinci yarısında yurtdışına çıktığına kesin gözüyle bakılıyordu.
Polis, eylül ayından itibaren Yavuz Uzan’ın Amerika Birleşik Devletleri’ne gittiğine emin
olmuştu.
Yavuz Uzan’ın ABD'de yaşayan kızı Ayla Uzan’ın yanına gittiği belirlenmiş, ama Kemal ve
Hakan Uzan’ın nerede olduğu ortaya çıkarılamamıştı.
İmar Bankası soruşturmasını yürüten İstanbul Emniyet Müdürlüğü teknik takip birimleri,
Kemal Uzan ile kardeşi Yavuz Uzan’m izini bulmak için 2003 yılı Ağustos ayında ABDve
İstanbul arasında yapılan telefon görüşmelerine odaklanmışlardı.
Kardeş Uzan’ın Amerika’da yaşayan kızı Ayla Uzan, o günlerde İstanbul’daki hizmetçilerini
arayıp, babasına ait Nazilli usulü çizgili pijamaları, çok sevdiği güneş gözlüğü, numaralı
gözlüğü ile bazı dokümanlar ve bazı özel eşyalarını Amerika’dan Türkiye’ye gelecek kız
arkadaşına verilmesini istemişti.
Telefon trafiğini takibe atan ve Uzanlar’ın evinin önünde pusu kuran ekipler, beklenen
misafirin eve geldiğini tespit etmişlerdi.
Uzan’a ait çizgili pijama, gözlük ve kişisel eşyalarının bulunduğu bavulu alan Ayla Uzan’ın
arkadaşı evden çıkmış fakat polis, bavulları incelemek yerine takip kararı almıştı. İstanbul
Emniyet Müdürlüğü ve Emniyet Genel Müdürlüğü Organize Suçlar ve Kaçakçılık Daire
Başkanlığı ile yapılan görüşmeler sonunda rütbeli bir polisin Amerika’ya gitmesine karar
verilmişti.
Polis şefi, Yavuz Uzan’a ait eşyalarla dolu bavulla 17 Ağustos günü Amerika’ya doğru
havalanan kadının bir iki koltuk arkasındaki yerini almıştı. İsmi açıklanmayan kadın
Amerika’ya indiktan sonra takibi devam ettiren polis, bavulun Ayla Uzan’a teslimini tespit
etmişti. Bavulları aldıktan sonra babasının kaldığı New York, Manhattan’daki dolar milyoneri
konuklarıyla ünlü Waldorf Astoria Oteli’ne gittiğini tespit eden polis şefi, Ankara ile temas
kurarak Yavuz Uzan’ın son adresini bildirmişti. Bunun üzerine hemen Uzan’ın Türkiye’ye
iadesi için işlemlere başlanmıştı.
Yavuz Uzan'ın adresinin belirlenmesi çalışmaları, emniyet içinde çok gizli tutulmuştu. Uzan’ın
adresinin belirlendiği birbirini çok iyi tanıyan ve güvenen üst düzey üç polis şefi tarafından
bilinirken, haberin basına yansımamasına dikkat edilmişti. Hatta Yavuz Uzan, bulunduğu
yerlerde fotoğraflanmıştı.
Fakat Uzan’ın, Amerika’da kaldığı adresin bir süre sonra özel bir televizyon kanalında
yayınlanması, yine ortadan kaybolmasına yol açmıştı. Haberin yayınlanmasının ardından Yavuz
Uzan, kaldığı oteli gizlice terk ederek bilinmeyen bir adrese gitmişti.
Kemal Uzan ve Hakan Uzan içinse en iyi saklanma yerinin Ürdün olabileceği üzerinde
durulmuştu. Çünkü Ürdün Kral'ı, Hakan Uzan’ın yakın arkadaşlarından birisiydi. Ayrıca bu
ülkedeki yatırımları Uzanlar’ın bu ülkede olabileceği olasılığını güçlendiriyordu.
Uzanlar’ın Kuryeleri
Uzanlar’ın, İmar Bankası’ndan zimmetlerine geçirdiği iddia edilen paraların nerede olduğuna
dair değişik varsayımlar mevcut. İsviçre bankalarındaki gizli hesaplardan, Ürdün’deki
şirketlerine, Türkiye’de güvendikleri kişilerin adlarına açılan hesaplardan, yeri bilinmeyen özel
kasalara kadar her olasılık değerlendiriliyor.
Ancak paraların nerede olduğunu ilişkin olarak bilinenlerden birisi, Uzanlar’ın yurtdışı
transferleri için kuryeler kullandığı.
Mali Polis’in yaptığı baskınlarda dört yabancının ismi dikkat çekiyor. Bu kişilere verilen yüksek
limitli kredi kartı dökümlerine ulaşan Mali Polis, Uzanlar’ın uçakları ile de sık sık yolculuk
yapan bu dört kişinin çok kısa aralıklarla bir ülkeden diğerine yolculuk yaptığını tespit
etmişlerdir.
Bunlardan ikisi tanıdık. Hakan Uzan’ın arkadaşı olan ve Uzanlar’ın ABD’deki işlerinin takipçisi
olan Antonio Luna Betancourt ile Ürdün’deki elemanları Raad Al Rifai.
Bunların dışında Marc Christopher Colomb ve Gerard Corrad adlı kişiler de Uzanlar’ın
kuryeleri olarak dünyanın değişik ülkelerine seyahat etmişlerdir. Bir gün Zürih, aynı gün
Londra ertesi gün ABD rotasını takip eden kuryeler, bir başka zaman da Güney Asya
ülkelerinde görülmüşlerdir.
Telefon Kayıtları
İzinsiz bono satışı ve banka mevduatının gizlenmesi konusunda soruşturma ve davalarla
uğraşan Uzan Ailesi’nin fertlerinden Hakan Uzan için, bir de "Özel Hayatın Gizliliğini İhlal"
nedeniyle bir başka dava açılmıştır.
Hakan Uzan’m asistanı Meltem İşgörür’ün evinde ve Mali Şube ekiplerinin Florya
Şenlikköy’de tutulan işyerinde ele geçiriği kasetlerin çözümünün yapılmasının ardından, bu
belgeler hemen savcılığa gönderilmişti. Şişli Cumhuriyet Savcısı Mecit Ceylan'ın hazırladığı
31.12.2003 tarih ve 2003/14716 Esas Numaralı iddianamede, şikâyetçiler arasında, Doğan
Holding Başkanı Aydın Doğan ile holding üst düzey yöneticileri Ertuğrul Özkök (Hürriyet
Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni), Doğan Holding yöneticilerinden Mehmet Ali Yalçındağ,
Soner Gedik ile Hakan Uzan’ın eski eşi Yeşim Salkım ve arkadaşı Celal İyriboz bulunuyordu.
Yeşim Salkım’ın telefonlarının dinlenmesi ise oldukça ilginç bir durumdur. Çünkü ailenin gelini
olan Salkım’a eşi Hakan Uzan tarafından 0542 216 08 18 - 595 98 35 ve 210 0002 nolu
telefonlar verilmiştir. Salkım kendisine eşi tarafından verilen telefonların yine eşinin başında
olduğu Telsim üzerinden dinlenebileceğini aklına getirmemiştir. Oysa akla gelmeyen başa
gelmiş; Hakan Uzan eşinin ve arkadaşının telefonlarını kayda aldırmıştır. Şişli Savcısı Mecit
Ceylan imzalı iddianamede de yer verilen bu değerlendirmelerin yanında Yeşim Salkım ile Cem
Uzan arasında geçen ve 1998 yılında Salkım’ın kaydettiği bir ses bandı ise olaya "hakaret"
boyutunu da katıyordu.
1998 yılının ilk yansında filizlenen Yeşim Salkım-Hakan Uzan aşkı temmuz ayında evlilik ile
daha ileri bir boyuta taşınmıştır. Ancak Yeşim Salkım’ın, 13 Ekim 2003 tariflinde Savcı Mecit
Ceylan’a verdiği ifadeye göre, 1998’in Nisan-Mayıs ayında kendisinin kaydettiği bantta Cem
Uzan bu beraberliğe şiddetle karşı çıkmaktadır.
Ağır hakaretler içeren sözler sarf eden Cem Uzan, yengesi olacak Yeşim Salkım’dan,
kardeşinden uzak durmasını bunun için de, başka birisiyle kamuoyu önünde yeni bir ilişkiye
girmesini istemektedir. Cem Uzan, böylece Hakan Uzan’ın kendisinden soğuyacağını
belirtirken, söylediklerini yapmaması halinde ünlü şarkıcıyı herkesin önünde rezîl edeceğini
söylemektedir.
Defişresi yapılan kaset emniyet tarafından "Şenlikköy 1 Etiket No:26(l Adet Mikro Kaset)"
olarak başlıklandınlırken, bant çözümlerinin tam metni şoyleydi:
Cem Uzan: Benim adım Hakan değil, Cem dedim ama sende hâlâ jeton düşmedi.
Yeşim Salkım: Tamam.
Cem Uzan: Bilge’nin ve senin büyülerini ... (ses kesiliyor)
Yeşim Salkım: ...Hocaya gidelim beraber.
Cem Uzan: Ben bunu kamuoyuna duyuracağım.
Yeşim Salkım: Tamam birlikte gidelim o zaman ben hazırım.
Cem Uzan: Sen bunu kamuoyu önünde seyretmeye hazır mısın?
Yeşim Salkım: Tamam ben hazırım.
Cem Uzan: Çamaşırlarını yıkamaya hazır mısın Yeşim Hanım?
Yeşim Salkım: Cem lütfen bak biraz beni dinler misin?
Cem Uzan: Ben hiç dinlemek istemiyorum.
Yeşim Salkım: İstediğin büyücüye gidelim. İstediğin yere götür beni.
Cem Uzan: Kirli çamaşırlarının yıkanmasına hazır mısın? Onu söyle.
Yeşim Salkım: Bir şey söyleyeceğim benim kirli nelerim var.
Cem Uzan: Ben bir şey söylemek zorunda değilim, çamaşırların yıkanmasına hazırsan
kamuoyunda yıkarız bunları.
Yeşim Salkım: Cem eğer benim kirli çamaşırlarım varsa bunları yaptıysam tamam beni
istediğin yere rezil et.
em Uzan: Peki.
C
Yeşim Salkım: Ama sana tek bir şey söylüyorum. Bak senden rica ediyorum insan olarak, rica
ediyorum. Ben seni hiç böyle tanımadım, ben yani bambaşka bir insan var şu an karşımda.
Cem Uzan: Ben senden daha şeytanım unutma.
Yeşim Salkım: Beni öyle görüyorsan tamam.
Cem Uzan: Sen şeytanın ağa babasıysan ben B babasıyım, kare babasıyım, ona göre.
Yeşim Salkım: Bir şey söylüyorum bak iki insan gibi konuşalım, beni al istediğin hocaya,
büyücüye götür.
Cem Uzan: Onlar beni ilgilendirmiyor. Sen ya bu çocuğun yakasından düşeceksin. Düşmezsen
ben bu işi başkalarına havale ederim, onu unutma.
Yeşim Salkım: Neden yapıyorsun bunu Cem?
Cem Uzan: Gayet basit nedir senin istediğin, para.
Yeşim Salkım: Hayır para falan istemiyorum. Hiçbir şey istemiyorum.
Cem Uzan:...
Yeşim Salkım: Ama ben onu seviyorum.
Cem Uzan: Bırak bunları Yeşim, ufak at da civcivler yesin.
Yeşim Salkım: Cem bak çok sinirlisin.
Cem Uzan: Bütün aile seni istemiyor, bu kadar basit. Herkes seni istemiyor unut bunu.
Yeşim Salkım: Peki Cem bak.
Cem Uzan: Sen bu çocuğun peşini bırak.
Yeşim Salkım: Ben onun peşinde değilim, o beni arıyor.
Cem Uzan: Senin Bilge Hanım’ın sen biliyor musun? Çok enteresan bir şey var.
Yeşim Salkım: Ne o Cem?
Cem Uzan: Bizim bütün bahçedeki bütün hareketler kameraya çekilir Yeşim.
Yeşim Salkım: Evet biliyorum, hepsini biliyorum kameraların.
Cem Uzan: Onların hepsi saklanır biliyor musun o kasetler.
Yeşim Salkım: Tamam o kameradaki banklar neyse.
Cem Uzan: O şişko patates arkadaşının ortaya sürdüklerinin hepsi kamerada var.
Yeşim Salkım: O bir şey sürmedi.
Cem Uzan: Bantta var.
Yeşim Salkım:Onları bana seyrettir.
Cem Uzan: Ben sana şunu söyleyeceğim. Sana son defa söylüyorum. Yarından tezi yok
kamuoyunun önünde ya yeni bir ilişkiye girersin, bu iş biter.
Yeşim Salkım: Hakan’dan böyle mi soğutayım kendimi. (...Görüşme bir süre kesiliyor.)
Cem Uzan: Sen bu konuyu banda alıyorsun?
Yeşim Salkım: Ben bir şeyi banda almıyorum. Gerek de yok, beni yanlış tanıyorsun.
Cem Uzan: Ben senin ne olduğunu gayet iyi biliyorum.
Yeşim Salkım: Nereden sen beni tanıyorsun? Dışarıdan duyduğun insanın söylediği laflarla mı
beni yargılıyorsun?
Cem Uzan: Benim adım Hakan Uzan değil, ben bunları yemem. Sen süper profesyonel bîr
orospusun.
Yeşim Salkım: Teşekkür ederim.
Cem Uzan: Bir şey değil.
Yeşim Salkım: Başka hakaretin var mı?
Cem Uzan: Hiçbir hakaretim yok. Sen bu çocuğun peşinden düşeceksin. Ya da seni
düşürtürüm... Bu benim sana son ikazımdır.
Yeşim Salkım: Sen yine beni tehdit mi ediyorsun?
Cem Uzan: Ben seni hiçbir şekilde tehdit etmiyorum.
Yeşim Salkım: Yani sen beni öldüreceksin falan mı?
Cem Uzan: Hayır, hiç öyle bir şey yok.
Yeşim Salkım: Sen bana ne yapacaksın Cem?
Cem Uzan: Ben sana hiçbir şey yapmayacağım.
Yeşim Salkım: Kimlere ne yaptıracaksın?
Cem Uzan: Ben kimseyle bir şey yaptırmayacağım.
Yeşim Salkım: Beni ekranda rezil mi edeceksin?
Cem Uzan: Hayır öyle bir şey de yapmayacağım.
Yeşim Salkım: Peki ne istiyorsun?
Cem Uzan: Sen bu çocuğun yakasından düşeceksin.
Yeşim Salkım: Ben mi onun yakasındayım, öyle mi düşünüyorsun?
Cem Uzan: Bu çocuğun yakasından dü - şe - cek - sin.
Yeşim Salkım: Cem beni dinlesene tamam konuşuyoruz şurada. Dinle sadece.
Cem Uzan: Ben seni dinlemek zorunda değilim.
Yeşim Salkım: Mahkemeye çıkan insana bile savunma hakkı verirler.
em Uzan: Burası mahkeme değil, kusura bakma. Burası yargısız infaz.
C
Yeşim Salkım: Ha sen yargısız infaz yapıyorsun şu anda.
Cem Uzan: Evet.
Yeşim Salkım: Peki bu adalet mi?
Cem Uzan: Hayır. Adalet yok.
Yeşim Salkım: Niye adalet yok.
Cem Uzan: Sen üç kuruşluk bir orospusun ve para peşinde koşan bir orospusun başka bir şey
yok.
Yeşim Salkım: Ben para peşinde olsaydım, Hakan’ın çocuğunu doğurmazdım.
Cem Uzan: Bırak 150 bin mark istedin arınene ev almak için Hakan’dan.
Yeşim Salkım: Ne istedim?
Cem Uzan: 100 küsur bin mark para istedin Hakan’dan, arınene ev almak için.
Yeşim Salkım: Ben öyle bir şey yapmadım. Hayır Hakan bana çalışmayacaksın dedi. Ben altı ay
boyunca oturdum hiç param kalmadı.
Cem Uzan: Kardeşim bak, ben sana bir şey söylüyorum. Sen beni iyi dinle. Ben seninle orospu
muhabbeti yapacak değilim.
Yeşim Salkım: Sen bana orospu diyemezsin.
Cem Uzan: Sen orospusun. Senin orospuluğunu bütün piyasa biliyor.
Yeşim Salkım: Öyle mi?
Cem Uzan: Evet.
Yeşim Salkım: Senin hakkında da çok şey söylüyor piyasa.
Cem Uzan: Tabii.
Yeşim Salkım: Yani senin öyle mi olduğunu gösteriyor.
Cem Uzan: Ben ne diyorlasa oyum. Tamam mı?
Yeşim Salkım: Senin öyle olduğunu ben düşünmüyordum.
Cem Uzan: Senin ne düşündüğün beni hiç ilgilendirmiyor. Senin Cem Uzan hakkında
düşündüklerin hiç si..mde değil.
Yeşim Salkım: Ne istiyorsun peki söyle?
Cem Uzan: Ben sana bir şey söyledim. Bundan üç hafta evvel söyledim. Sen bu piyasada
yaşamak istiyor musun Yeşim? Sen kaset çıkarmak istiyor musun? İstemiyor musun?
Yeşim Salkım: Kaset falan umurumda değil.
Cem Uzan: Sen sahneye çıkmak istiyor musun? İstemiyor musun?
Yeşim Salkım: Bunlar umurumda bile değil artık.
Cem Uzan: Sen diyorsun ki, ben bütün büyük paraların peşine gidiyorum artık.
Yeşim Salkım: Hiç böyle bir şey söylemiyorum. Hayır.
Cem Uzan: Ha sen büyük aşkının peşine mi gidiyorsun?
Yeşim Salkım: Ben Hakan’ı bırakıyorum. Tamam Cem.
Cem Uzan: Sen Hakan’ı bırakmazsan.
Yeşim Salkım: Sen istiyorsun diye bırakmıyorum. Ben bırakıyorum?
Cem Uzan: Niçin bırakıyorsan bırak. Hakan’ı bırak.
Yeşim Salkım: Sen istiyorsun diye değil.
Cem Uzan: Bırak da neden bırakıyorsan bırak.
Yeşim Salkım: Peki o beni bırakacak mı?
Cem Uzan: Sen bıraktıracaksın ona sen bu işi iyi bilirsin.
Yeşim Salkım: Ha ben bıraktıracağım ona.
Cem Uzan: Tabii.
Yeşim Salkım: Öyle mi peki neden ben bıraktırıyorum Hakan’ı?
Cem Uzan: Ben öyle söylüyorum diye bıraktıracaksın.
Yeşim Salkım: Sen söylüyorsun diye hiçbir şey yapmayacağım ben.
Cem Uzan: Yeşim hazır mısın savaşa?
Yeşim Salkım: Hazırım Cem.
Cem Uzan: Bak seni 48 saat sonra sokağa çıkamaz hale getiririm.
Yeşim Salkım: Ağzımı, burnumu mu kırdırırsın?
Cem Uzan: Hayır.
Yeşim Salkım: Ne yaptırır, öldürtür müsün beni? Aileme mi zarar verirsin. Ekranda beni rezil
mi ettirirsin? Ne yapacaksın?
Cem Uzan: Bilmem.
Yeşim Salkım: O zaman beraber rezil olalım.
Cem Uzan: Ne yapacaksın, sen beni rezil edecek misin?
Yeşim Salkım: Hayır, sen de otomatik sen de rezil olursun. Sana yakışan bir şey olmadığını
düşünür herkes.
Cem Uzan: Ben kaşarım, ben senden üç misli kaşarım kızım unuttun mu?
Yeşim Salkım: Bilmiyordum ki.
em Uzan: Sen ters kayaya çarptın tamam mı. Ben senden on misli kaşarım.
C
Yeşim Salkım: Peki bırak o zaman Hakan beni bıraksın. Ben ona öyle bir şey yapayım ki beni
bıraksın.
Cem Uzan: Yarından itibaren yeni bir ilişkiye gireceksin, bu ilişki...
Yeşim Salkım: Ben öyle bir ilişkiye girmem.
Cem Uzan: Peki Yeşim.
Yeşim Salkım: Peki Cem Uzan.
Cem Uzan: Bak ben sana bir laf söyleyeceğim. Senin ananın a...na beton dökerim. Baban bile
si...mez diye.
Yeşim Salkım: Sen çok terbiyesiz bir insansın.
Cem Uzan: Sen bu küfrü hiç duydun mu?
Yeşim Salkım: Hiç duymadım.
Cem Uzan: Duymuşsundur. Piyasada olan bir insanın duyması lazım. Bu piyasada olan bir
küfürdür.
Yeşim Salkım: Ben halkın sanatçısıyım, piyasa orospusu değilim.
Cem Uzan: Sen birinci sınıf orospusun.
Yeşim Salkım: Yok ya nereden biliyorsun? Parayla mı çağırdın daha önce?
Cem Uzan: Çağırtanlar var ama.
Yeşim Salkım: Öyle mi o çağırtanlan getirsene benim karşıma.
Cem Uzan: Yarın görürsün TV’de.
Yeşim Salkım: Ben de çıkar bir kadın olarak.
Cem Uzan: Sen Dinç Bilgin’e mi inanıyorsun. Sen Kenan denen çocuğuna mı inanıyorsun.
Onların hepsini ben katlar katlar tıpaç yaparım senin gö...ne tamam mı? Bak kızım bu iş ya
bitecek ya bitecek.
Yeşim Salkım: Tamam kardeşim, bitirsin o zaman kabul ediyorum. Kardeşin bitirsin bu ilişkiyi.
Cem Uzan: Sen yarından itibaren şovunu seyret bakalım.
Yeşim Salkım: Sen TV’ne mi güveniyorsun. Parana mı güveniyorsun? O para senin değil ki,
babanın. Ben benim olmayan hiçbir şeyi istemem.
Cem Uzan: Ben senin suratına akıtacağım spermime güveniyorum.
Yeşim Salkım: Öyle mi. Neyi merak ediyorum biliyor musun?
(Görüşme kesiliyor.)
Yeşim Salkım’ın, Cem Uzan ile yaptığı ve ona haber vermeden kaydettiği kaset de bunların
arasındaydı. Önceki sayfalarda tam metnini verdiğimiz konuşma bir anlamda YeşimSalkım’ın
kurduğu bir "tuzak"tı.
Şenlikköy kasetlerinin birçoğunda bu tuzak havası zaten vardı. Yeşim Salkım Cem Uzan’a,
Hakan Uzan eşi Yeşim Salkım'a, gazetelerinin yayın yönetmeni Fatih Çekirge’ye ve
işadamlarına; Cem Uzan, Doğan Grubu Başkanı Aydın Doğan’a tuzak kuruyordu.
Şimdi ele alacağımız kaset ise Hürriyet ve Milliyet, Kanal D ve Crın Türk gibi medya
kuruluştan başta olmak üzere Doğan Şirketler Grubu Başkanı Aydın Doğan’a, Cem Uzan
tarafından kurulan bir tuzak ile kaydedilmiştir.
2001 yılı yaz aylarında Aydın Doğan’ı ziyaret eden Cem Uzan, görüşmeye giderken cebinde
gizli bir kayıt cihazını da beraberinde götürmüştür. Polisin ele geçirdiği ses kayıtlan konuyla
ilgili olarak açılan dava dosyasına şu başlıkla girmiştir:
"Aydın Doğan Cem Uzan görüşmesi, anlaşıldığı kadarıyla görüşme bir odada geçiyor. Cihazla
gizli ses kaydı yapılmış."
Bu kayıtların yayınlanması basın tarihinde yaşanan önemli bir tartışmanın açıklığa kavuşması
için önemlidir.
Çünkü Uzan grubu, gazete ve televizyonlarında Aydın Doğan’ın, gazetelerindeki Uzan aleyhine
yayınlan kesmesi için bu görüşme sırasında Cem Uzan’dan 50 milyon dolar rüşvet istediği
şeklindeydi.
Hürriyet yazarı Fatih Altaylı köşesinde: "BDDK’da adamı olan temsilci" başlığıyla şu satırları
yayınlamıştı:
"Star gazetesi ve Uzan Grubu İcra Kurulu Üyesi Engin Saydam’ın evine yapılan operasyonda
ele geçirilen laptop bilgisayarda bir mail bulunur. Bu mail, hisseleri BDDK’nın elinde olan bir
gazetede çalışan bir köşe yazarı tarafından yazılıp, Saydam’a yollanmıştır. Mail’de "BDDK’nın
avukatı adamımız. Engin Akçakoca hakkında da elimizde dosya var. Size karşı bir hareket
yapılırsa önceden haberimiz olacak. Merak etmeyin" gibisinden bir şeyler yazmaktadır. Vaat
edilen destek tam bu olmayabilir ama kesin olan bölüm bu yazarın BDDK’nın bir avukatının
adamları olduğunu söylediği ve Engin Akçakoca hakkında ellerinde dosya olduğunu iddia
ettiğidir.O sırada tam doğrulatamadığımız için, bu mail’in kim tarafından yazıldığını haberde
söyleyemedik. Fakat mail’i yazıp Uzanlar’ın sırdaşı Engin Saydam’a yollayanın kimliğini dün
öğrendik: Hayrullah Mahmud. İddialara göre bu maili yazdığı sırada Sabah gazetesinde
çalışıyormuş. Uzanlar’ın ‘Bana inanmayan istifa etsin’ demesinden sonra Star gazetesi
boşalınca, Hayrullah Mahmud efendi de Star’ın Ankara temsilcisi yapılmış.Hayırlı uğurlu
olsun"
Fatih Altaylı 1 Eylül günü ise: "Çiş değil kaka" başlıklı yazısında şunları yazmıştı:
"Cumartesi günü bu köşede Hayrullah Mahmud adlı ‘sözde gazeteci’ tarafından Uzanlar’ın
İcra Kurulu üyesi Engin Saydam’a gönderilen bir mail’i aktardım. Mail gazetecilik adma bir
utanç abidesiydi. Adının başında ‘gazeteci’ sıfatı olan birinin böyle bir mail kaleme almış
olması büyük utançtı. Ben yazımda mail’in içeriğini mealen verirken şöyle yazdım: ‘BDDK’nın
avukatı adamımız, Engin Akçakoca hakkında elimizde bir dosya var. Size karşı bir hareket
yapılırsa önceden haberimiz olacak. Merak etmeyin.’
Ve altına da şöyle eklemişim: Vaat edilen tam olarak bu olmayabilir ama kesin olan bölüm
yazarın BDDK’nın bir avukatının adamları olduğunu söylediği ve Engin Akçakoca hakkında
ellerinde dosya olduğunu iddia ettiğidir. BDDK içinden adam bulan, Engin Akçakoca hakkında
elinde dosya olan ve bunları gazeteci olarak ‘yazmak’ için değil, Uzan Ailesi’nin emrine
vermek için edinen ‘haysiyetli’ gazeteci Hayrullah Mahmud, dün çeşitli internet sitelerine
‘Fatih Altaylı yalan yazıyor’ diyerek işin doğrusunu anlatmış.
Benim yalan yazdığımı iddia eden Hayrullah Mahmud yazdığı mail’i şöyle aktarmış:
‘Engin Bey,
BDDK içinden bir avukat bizimle işbirliğine açık. Anlaşma sağlanırsa bilgi ve belge verebilirim
diyor. Elinde Engin Akçakoca ile ilgili de bir dosya var.
Bilgilerinize...
Hayrullah Mahmud’
Hayrullah Mahmud diyor ki: 'Altaylı yalancıdır. Ben bu mail’i yazdığım zaman Sabah’lan
ayrılmış, Star'a geçmiştim.’
Aman ne önemli.
Yazısının bir bölümü rüşvet isteyen patron ara başlığını taşıyordu. Oldukça ağır bir iddiaya yer
veren Hayrullah Mahmud şöyle yazıyordu:
"Altaylı’ya birkaç sorum olacak...
Birincisi, Uzan Grubu’ndaki bir üst düzey yöneticinin laptop’unda ele geçirilen, o nasıl
oluyorsa, e-mail mesajını Doğan Grubu’na sızdıran Emniyet İstihbaratı, Uzan Grubu’na yapılan
bir baskında ele geçirilen ses bantlarını neden sızdırmadı?
Diğer kasette ise Doğan Grubu’nun Motorola’yla ilgili yaptığı yayınlan kesmek için Uzan
Grubu’ndan istediği rüşvetle ilgili ses kayıtlan var... Fatih Altaylı’nın tetik düşürmek için
talimat aldığı patronu Aydın Doğan, Uzanlar’dan 50 milyon dolar rüşvet istiyor...
‘50 milyon doları ver, yayınları keseyim’ diyor... Kasette her şey apaçık ortada..."
Evet suçlama Motorola ile ilgili yayınları kesmek için Aydın Doğan’ın Cem Uzan'dan 50 milyon
dolar istemesiydi. Bu iddia Cem Uzan’ın ağzından da dile getirilmişti. 29 Eylül 2003 tarihinde
Zaman gazetesinden Nuriye Akman’la bir röportaj yapan Uzan, başına gelen olaylardan Aydın
Doğan’ı sorumlu tutrken aynen şu cümleleri kullanıyordu: "Aydın Doğan'a rüşvet verseydim
bunların hiçbiri olmazdı."
Cem Uzan: "Aydın Doğan benden rüşvet istedi" diyor, Aydın Doğan ise yaptığı açıklamaların da
bunu yalanlıyordu.
Kitabın eklerinden birisi olan görüşmenin tam metninin satır aralarında, 50 milyon dolar
lafının geçtiği doğru, ama bu, yayınların kesilmesi için değil, sahibi olduğu Star gazetesinin
dağıtım, için istenilen bir para olduğu ortaya çıkıyor.
Türkiye Büyük Millet Meclisi de olaya el atmıştı. İstanbul Milletvekili Bihlun Tamaylıgil ve
yirmi milletvekili, BDDK’nın İmar Bankası yönetimine el konulması sürecindeki
sorumluluğunun araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasa'nın
98’inci, içtüzüğün 104 ve 105’inci maddeleri uyarınca bir meclis araştırması açılmasına ilişkin
önerge (10/127) vermişti. 21 Ekim 2003 günü TBMM’de kabul edilen Araştırma Komisyonu
kurulması yönündeki karar üzerine 17 Mart 2001 tarihinden beri BDDK Başkanlığında
bulunan Engin Akçakoca, 5 Kasım 2003 günü istifa etmişti.
12 Kasım 2003 günü ise ilginç bir gelişme yaşanmıştı. Bir hafta önce BDDK Başkanlığı’ndan
istifa eden Engin Akçakoca’nın kurumdan ayrılırken yanına aldığı evrakların bulunduğu iddia
edilen adreslere Mali Polis ekipleri tarafından bir baskın düzenlemişti.
Operasyonun nedeni, kimliği belirsiz birisinden gelen ihbar telefonuydu. Kimliği belirsiz kişi,
İmar Bankası’na ait kayıp evrakın vereceği dört adreste olduğunu ihbar etmişti. Polis, Şişli
Adliyesi’ne başvurarak, Nöbetçi 1. Sulh Ceza Mahkemesinden arama izni çıkarmıştı. 12 Kasım
saat 16.00’da da adreslere baskın yapılmıştı. Adresler Akçakoca’nın asistanı, şoförü,
arkadaşları Zafer Yıldırım ve Zümrüt Abra’ya aitti. Yıldırım ve Abra’ya ait adresler,
Akçakoca'nın da oturduğu Etiler Alkent Sitesi’nde bulunuyordu.
Polis Yıldırım’ın deposundaki belgeleri toplarken, yan binada oturan Akçakoca olayı duyarak
gelmişti. Polis hemen Şişli Cumhuriyet Savcısı Mecit Ceylan’ı arayarak durumu bildirmişti.
Savcı Ceylan da kısa sürede baskın yapılan adrese gitmişti. Sonra tutanakla teslim alınan
belgeler, 61 koli içinde incelenmek üzere Mali Şube Müdürlüğü’ne götürülmüştü. Ardından
teslim alınan evraklar bilirkişiler tarafından incelenmişti.
Yapılan incelemede, belgeler arasında İmar Bankası ile ilgili olanlar yanında BDDK
kurulmadan önceki döneme ilişkin belgelerin bulunduğu tespit edilmişti.
Bunun üzerine Engin Akçakoca hakkında "emniyeti suistimal" suçundan işlem yapılması için
suç duyurusunda bulunulmasını kararlaştıran Şişli Cumhuriyet Savcısı Mecit Ceylan, konuya
ilişkin hazırlıkları tamamlamış ve dosyayı BDDK merkezi olduğu için Ankara Cumhuriyet
Başsavcılığına göndermişti. 61 koli içinde Engin Akçakoca’ye ait olanlar kendisine verilirken
ele geçen belgeler BDDK’ye teslim edilmişti.
Bankalar Kanunu’nda yapılan değişikliklerle İmar Bankası Hakkında Tesis Edilecek Bazı
İşlemler hakkındaki 5021 Sayılı Kanun ile toplam 444 bin 207 hesap için 380 bin hesap
sahibine ödeme yapılması karara bağlanır.
Bu kanun ile İmar Bankası’nın tüm yükü Türk vatandaşlarının sırtına yüklenmiştir. Çünkü 5021
Sayılı Kanun’un 2'inci maddesi Hazine Müsteşarlığı’na 8 katrilyon 500 trilyon lira Özel Tertip
Devlet İç Borçlanma Senedi ihraç etme yetkisi tanımaktadır. Bu rakam kasım ayı sonunda
183.1 katrilyon lira olan Türkiye'nin iç borcunun yüzde 4.6’sına karşılık gelmektedir. İmar
Bankası ödemeleri ile ilgili yasa görüşmeleri sırasında Hazine’den sorumlu Devlet Bakanı Ali
Babacan, ise 8.5 katrilyon liralık borçlanma rakamının iç borcun gayri safi milli hasıla
oranında bir defaya mahsus 2-3 puanlık artış getirebileceğini söylemektedir.
Yasada tepki çeken iki düzenleme yer alır: Birincisi Uzanlar’ın açığa bono satışı yaptıkları
kişilere ödeme yapılmaması yönündeki karardır. İkincisi de bankaya el konmasından itibaren
bir ay içinde off shore’da bulunan ancak yurtiçi mevduat haline getirilen mevduatlara, ödeme
yapılmamasıdır.
Tespitlere göre İmar Bankası’ndaki 400 binin üzerindeki hesabın 200 bini 10 milyar liranın
altındadır. Hükümet konuyla ilgili olarak hazırladığı kararname İle 10 milyara kadar olan
ödemeleri 17 Ocak 2003 tarihinden itibaren ödenmeye başlar. Hesaplamaya göre toplam 364
bin 355 kişi için toplam2.6 katrilyon lira ödeme planlanır.
Vadeli mevduat hesaplarının,
10 milyar lirayı aşan bakiye alacak tutarının 5 milyar liraya kadar (5 milyar dahil) olan kısmı
üç ay;
5 milyar liradan 15 milyar liraya kadar (15 milyar dahil) olan kısmı 12 ay;
15 milyar liradan 30 milyar liraya kadar (30 milyar dahil) olan kısmı için 18 ay;
30 milyar liradan 60 milyar liraya kadar (60 milyar dahil) olan kısmı 24 ay;
60 milyar liradan 170 milyar liraya kadar (170 milyar dahil) olan kısmı 30 ay;
170 milyar liranın üzerindeki kısmı için 36 ay vade yapılması planlanır.
Buna göre, 200 milyar lira hesabı olan bir mudi için Ziraat Bankası nezdinde ayrı vadelerde
toplam altı adet vadeli hesap açılmış olacaktır. Uygulanacak faiz oranı, ilgili faiz tahukkuk
dönemi sonunda Devlet İstatistik Enstitisü’nce (DİE) en son açıklanan Tüketici Fiyat Endeks
(TÜFE) sayısının tahakkuk dönemi başlangıç tarihinde en son açıklanan TÜFE sayısına
bölünmesi ile bulunan oran olup, üç ay vadeli hesaplar vade sonunda tahakkuk etmiş faizi ile
birlikte ödenecektir. Diğer vadeli hesaplara altışar ayda bir faiz tahakkuk ettirilecek ve
tahakkuk ettirilen faiz ilgililere nakden veya hesaben ödenecektir.
5021 Sayılı İmar Bankası ile ilgili yasa gereği, banka sermayesinin yüzde 10 ve daha fazlasına
sahip ortakları ile yönetim kurulu veya yönetim kurulu başkan ve üyelerine, genel müdür ve
yardımcılarına, kredi açmaya yetkili memurlarına, denetçilerine ve bunların ana, baba, eş ve
çocuklarına ait mevduatlar ile İmar Bankası’nın bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul
etme izninin kaldırıldığı tarihten geriye doğru bir ay içinde (3 Haziran 2003 tarihi ile 3
Temmuz 2003 tarihleri arasında), gerçek bir nakit hareketi sağlamaksızın ‘off-shore’
hesaplardan yurtiçi kayıtlara almdığı tespit edilen mevduatlar ödenmeyecektir.
Aynı şekilde 3 Temmuz 2003 tarihinden sonra açılan hesaplar, banka tarafından karşılığında
devlet iç borçlanma senedi bulunmamasına rağmen ikincil piyasada devlet iç borçlanma
senedi satışı adı altında toplanan tutarları Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) tarafından
sağlanan mevduat güvencesi kapsamına almak amacına matuf olarak, 3 Haziran 2003 tarihi ile
3 Temmuz 2003 tarihleri arasında tasarruf mevduatına aktarıldığı tespit edilen hesaplar,
TMSF’ye herhangi bir sebeple borçlu olanların borç tutarları ile ödeme tarihinden önce kamu
kurum ve kuruluşları tarafından yazılı olarak bildirilmiş diğer amme alacakları ile yukarıdaki
konular dışında kalan ancak muvazaalı olduğu TMSF tarafından tespit edilen hesaplar da
ödenmeyecektir.
Paniğin önlenmesi ve zararın azaltılabilmesi için gizlice yeniden yapılandırılmaya çalışılırsa da,
sızan haberler nedeniyle Temmuz 1991’de kapatılır ve banka tasfiye sürecine sokulur.
Alacaklılar bugüne kadar mevduat sigortası sistemlerinden ve tasfiye masasından her bir
dolarlık alacakları karşılığında 70 cent alabildiler.
Eski banka sahipleri bankayı kapatmadan önce kendilerine danışmadığı ve bankaya içinde
bulunduğu yeniden yapılandırma programında kendini kurtarma şansı vermediği için İngiltere
Merkez Bankası'nı suçlarlar.
1995 - Barings
BFS’nin başındaki Nicholas Leeson tarafından BFS’de yaratılan zararlar hayali bir hesapta
(#88888) fiktif işlemler yardımıyla gizlenir. Leeson bilgisayar yazılımlarına müdahale ederek
hayali 88888 numaralı hesaptaki açık pozisyondan kaynaklanan zararın raporlara yansımasını
önler.Hatalı işlemlerin saklanabilmesi imkânı bir gevşeme yaratarak daha fazla hata
yapılmasına zemin hazırlar.
1995 Ocak ayındaki Kore Depremi’nin Uzakdoğu piyasalarında neden olduğu düşüş zararın
artmasına neden olur. Piyasadaki gelişmelerin etkisiyle zararı 1,4 milyar dolara ulaşan
Barings’in faaliyetleri 24 Şubat 1995 tarihinde durdurulur.
Barings’in Çözümlenmesi:
1997 yılındaki bir dizi forward işlemi Allfirst bünyesinde bazı kayıplara neden olur. John
Rusnak tarafından bu kayıpların gizlenmesi ve telafisi için fiktif opsiyon işlemleri aracılığıyla
banka kayıtlan ve dokümanlan üzerinde sistemli olarak sahtecilik yapılmaya başlanır.Şirketteki
"zayıf kontrol mekanizmaları sayesinde" usulsüzlükler Şubat 2002’ye kadar gizlenir.
Banka 691 milyon dolar seviyesinde bir kayba uğrar. AIB’nin uğradığı zarar, bankanın iflasına
ve üst yönetimin istifasına neden olmaz, ancak Bankanın 2001 yılı kârının yüzde 60’ı
kaybedilir.
Banka sermayesi erozyona uğrarken, durumun ortaya çıkmasıyla birlikte AIB’in hisse senetleri
borsada yüzde 16 oranında değer yitirir. Bankanın ve üst yönetimin itibarı önemli ölçüde
sarsılır.Allfirst 3.1 milyar dolar karşılığında başka bir Amerikan bankasına satılır.
Mevduat usulsüz kredilere kanalize edilir. Kredilere ilişkin bilgisayar kayıtlan silinir.
Hesaplardan usulsüz para çekilir. Hesapların gün sonunda tutturulması için özel hesaplardaki
paralar kullanılır. Fiilen gayri resmi ikinci bir defter sistemi kurulur.
Yolsuzluklar başka bir banka ile birleşme sürecinde yapılan incelemeler sonucunda ortaya
çıkarılır. Başlayan mudi hücumu karşısında merkez bankasınca bankaya el konulur (Nisan
2003).
Banka yönetim kurulu başkanı tutuklanırken grubun diğer firmalarına da el konulur. Mevduat
sigortası sistemi bulunmamasına karşın bankanın yükümlülüklerini karşılayabilmesi için
bankaya nakit ve bono enjeksiyonu yapılır. Hükümet tarafından bankanın süratle
çözümlenmesi hedeflenmekte, bu amaçla bankayı devralabilecek potansiyel yatırımcılar
aranmaktadır.
BDDK’nm saptamalarından birisinin yerinde olduğu gerçek; evet İmar Bankası olayı dünya
yolsuzluk tarihine kalın harflerle geçecektir. "Peki bu yolsuzluk önlenebilir miydi?" sorusuna
ise "Evet mümkün olabilirdi" yanıtını vermek olasılığı görünmektedir.
Bunun dayanağı ise eski bir İmar Bankası Teftiş Kumlu Müfettişi olan Gürsel Gürel’in yanıtları.
İnternette Kuyavi Milliye Hareketi adlı bir oluşumu başlatan Gürel, Uzan Grubu ile ilgili
yolsuzluklan ihbar eden bir elektronik postayı toplam 1.5 milyon adrese gönderen isim olarak
biliniyor. Gürel, 23 Temmuz 2003 tarihli ve "İmar Bankası 5. Büyük Banka mı?" başlıklı
elektronik posta mesajında ilginç bir anısını anlatıyor.
Gerçek mevduat ile kayıtlı mevduat arasındaki farkın büyüklüğünü göstermesi ve bankadaki
usulsüzlükleri anlatması bakımından önemli olan mesaj şöyleydi:
"Biz müfettişlerde bir âdet vardır; bir banka teftişe girdiğinde teftişe girdiği çevredeki diğer
bankaların müdürleri müfettişi ziyarete gelirler. Bazen bu ziyaretler akşam yemeğine kadar
varabilir. Müfettişler de elbetteki bu ziyaretlere teftiş bitiminde iade-i ziyaret ile karşılık
verirler. Hiç unutmuyorum, 1998 yılında İmar Bankası Zonguldak Şubesi’nin teftişini
yapıyorum. Bir banka müdürü hoş geldin ziyaretine gelmiş. Müdür ve müfettişler düzeyinde
bir akşam yemeğine çıktık. Tabii ki konu mevduatlarımızdan açıldı. İlgili bankanın müdürü
dedi ki: 'Gürsel bey benim bankam Zonguldak’ta birinci.’ Ben de sordum. Ne kadar
mevduatınız var? diye. Banka müdürü o zaman 2,5 trilyon civarında bir mevduattan
bahsettiğinde ben gülümsemiştim. Zira o zaman İmar Bankası’nın mevduatı off-shore dahil
Zonguldak’ta 15 trilyon lira civarında idi. Kısacası Sayın Kudret Tamerler’e şunu
söyleyebilirim; 5. banka değil, belki 2, belki 3. banka."
Raporlara göre 1997 yılında Adana İmar Bankası Şubesi’nin mevduat toplamı 6.9 trilyon lira,
Ankara Merkez Şube’nin mevduat toplamı 8.6 trilyon lira ve Mersin Şubesi’nin mevduat
toplamı 3.5 trilyon lira olarak görünüyor. Yani bu üç şubenin toplam mevduatı 19 trilyon lirayı
buluyor.
1997 yılı sonu itibariyle İmar Bankası’nın resmi makamlara bildirdiği toplam mevduatı ise, 208
trilyon TL.
Yani İmar Bankası'nın mevduatının yaklaşık yüzde 10’u bu üç şubede toplanmış görünüyor.
Eğer Bankalar Yeminli Murakıpları acaba önlerine konan maniple edilmiş bilgilerle yetinmek
yerine, İmar Bankası Teftiş Kurulu’nun hazırladıkları raporlardan mevduat rakamlarını
öğrenme yoluna gitmiş olsalardı, belki de bu yolsuzluk yıllar önce ortaya çıkarılabilirdi gibi
geliyor.
Gerçekten de bu tespitler yerinde mi diye bu kez Gürel ile sohbet etmek yolunu seçtik.
Gürel’ın bu konuda sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle oldu:
"Soru: Uzan Grubu’nda ne zaman çalışmaya başladınız, hangi yıllar arasında hangi şirketlerde
hangi pozisyonlarda görev aldınız?
Gürel: 1996 yılının Eylül ayında İmar Bankası Teftiş Kurulu'nda göreve başladım. Burada 1998
yılı sonuna kadar müfettiş yardımcılığı görevinde bulundum. Daha sonra Demaş isimli şirketin
mali ve idari işlerinden sorumlu genel müdür yardımcılığına geçtim. Orada 2000 yılı Haziran
ayına kadar görev yaptım.
Soru: İmar Bankası’nda müfettiş (veya yardımcısı olarak) kaç şubenin denetimini yaptınız?
Gürel: Şu an hatırlamıyorum, ama yetkisiz olarak yani yetkisiz müfettiş yardımcısı olarak 20’ye
yakındır. Yetkili olarak ise sanırım 15 civarındadır.
Soru: Bugün ifade edilen, mevduatın gizlenmesi olayı ile ilgili olarak sizin çalıştığınız dönemde
de kuşku uyandıran durumlar görmüş ya da sezmiş miydiniz?
Gürel: Mevduatın gizlenmesi olayının anlaşılması teftişte mümkün değildir. Çünkü biz gerçek
belgeler üzerinden teftiş yapmaktaydık. Ancak bankanın bilançosuna bakılarak bizim teftişini
yaptığımız şube raporları karşılaştırılsaydı elbette ki bu durum ortaya çıkardı. Kuşku
uyandıran durum veya sezme, teftiş raporları ile bilançoların birbirini tutmamasıydı.
Soru: Bankanın bilançosunda açıklanan mevduat rakamı ile denetim yaptığınız şubelerdeki
mevduatı karşılaştırdığınızda, gerçek mevduat rakamlarının kamuoyundan ya da resmi
makamlardan gizlendiği gibi bir izlenim doğuyor muydu?
Gürel: Aslında teftiş kurulu olarak bizler bankanın bildirdiği bilançolar ile pek ilgilenmeyiz. Bu
bilançoları genel müdürlük mali işler yetkilileri yaparlardı. Ancak mevduat rakamları ile (teftiş
raporlarındaki) bilanço üzerindeki mevduat rakamları karşılaştırıldığında, elbetteki kafamızda
bir kuşku oluşuyordu. Ancak İmar Bankası’nda dolar ve mark hesabı (o yıllarda) yoğun olduğu
için kur zararlarının rakamları aşağıya çektiği yönünde yorum yapmaya çalışıyorduk.
Soru: BDDK İmar Bankası’ndaki yolsuzluğu ortaya çıkarmak imkânsızdı; murakıplar üzerlerine
düşen görevi yaptılar diyor. Siz buna katılıyor musunuz?
Gürel: Hayır buna katılmıyorum. Belki BDDK ve murakıpların bir rapor formatı vardır ve ona
göre bakmaları gereken evraklara bakıyor olabilirler, ama neden teftiş raporlarına bakılmadı?
Zira teftiş raporları içindeki genel durum raporları üst üste konup o zamanki 115 şubenin
mevduatı toplansaydı, bilançoda gösterilen mevduatın doğru olmadığı ortaya çıkardı. BDDK
yetkilileri ve murakıplar mutlak surette her bankada teftiş raporlarına bakmalıdırlar.
Baksaydılar, bu durum ortaya çıkmaz, meseleyi çözerlerdi. Açıkçası ben yetkim olmadığı için
bilanço ile teftiş raporları arasındaki mevduat farkını doğru düzgün sorgulayamadım. Zaten
beni kısa sürede teftiş kurulundan uzaklaştırdılar. Sanırım fazla akıllıydım...
Soru: Denetim yapanların ya da onların bağlı olduğu kurumların ihmali mi ya da kastı mı söz
konusudur?
Soru: Teftiş kurulunda hazırladığınız raporlarda İmar Bankası’nın topladığı geçek mevduat
rakamı görünüyordu... Murakıplar bu raporları kontrol etseler, gerçekle resmi mevduat
arasında bir orantısızlık olduğunu görebileceklerdi. O zaman akla şu soru geliyor Murakıplar
sizlerin hazırladığı raporları hiç kontrol etmediler mi?
Gürel: Evet büyük ihtimalle kontrol etmediler. Veyahut onlar içinde genel durum raporu
olmayan raporlar gösterildi veya verildi yani gerçek gizlendi.
Soru: İmar Bankası’ndaki usulsüzlükleri Genç Parti propagandalarının yoğunlaştığı 2002 Ekim
ayında 1.5 milyon adrese e-mail olarak gönderdiniz. Bu konuda resmi hiçbir makamdan yanıt
alamadınız mı?
Gürel: Hayır hiçbir resmi makamdan herhangi bir kişi benimle görüşmedi. Bana ulaşılmaya
çalışılmadı. Ancak Uzanlar hakkımda Şişli Cumhuriyet Savcılığı aracılığı ile suç duyurusunda
bulunmuşlar. Savcı hakkımda dava açmış, ben bu davadan yeni haberdar oldum. Mail’imde
belirttiğim "hortumculukları" sözünü savcı hakaret kabul ederek hakkımda dava açmış. Dava
sürüyor beni yargılıyorlar...
Soru: Maillerinize Uzan Grabu’ndan bir yanıt ya da tepki geldi mi? (Dava, tehdit v.s)
Gürel: Evet, Şişli Cumhuriyet Savcılığı’na yapılan suç duyurusu ile hakkımda savcılık hakaret
suçundan dava açmış. Bu dava sürüyor. Tehdit edilmedim...
Gürel: BDDK’ya Bankalar Yeminli Murakıplarına ve milletimize hayırlı olsun diyorum. İmar
Bankası’ndan hortumlanan paraları bizler vergilerimizle öderiz. Devletimizin beceriksizliğinin
canı sağ olsun."
TMSF tarafından şirketlerine el konulan Cem Uzan, 14 Şubat günü Mali Şube Müdürü
Mustafa Aktaş'ın yönetimindeki polis barikatnı aşarak 'ilk kez' kudretinin simgesi olan
holdingine giremiyordu.
Tarih 14 Şubat 2004 Cumartesi. Saat 09:00. Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu yetkilileri, İmar
Bankası mudilerine yapılan ödemelerin karşılığı olarak Uzan Grubu şirketlerinin yönetimine el
koymak için yaptıkları bir haftalık hazırlığı polis eşliğinde bir eyleme dönüştürdüler. O gün
Uzanlar’in aralarında Star Televizyonu ve gazetesi ile Telsim’in de aralarında bulunduğu 210
şirketinin yönetimine el konuldu.
TMSF’nin atadığı yeni yöneticilerin yüzlerce polis eşliğinde Star Televizyon ve gazetesinin de
bulunduğu Rumeli Holding binasına girişi, Türkiye açısından bir devrin bittiğini haber
veriyordu.
13 Aralık 2003 günü TBMM’den geçen ve Bankalar Kanunu’nda önemli değişiklikler yapan ve
kamuoyunda "hortumcu yasası" olarak bilinen 5020 sayılı yasal değişiklikler gereği, TMSF
yetkilileri, adına ödeme yaptıkları Uzanlar’ın şirketlerinin yönetimine el koymuştu.
14 Şubat tarihi Türkiye için önemliydi; çünkü, bugüne kadar batık banka patronlarından bu
şekilde bir tahsilat yolu uygulanmamıştı. Bu yönüyle operasyon çok çarpıcıydı.
Bu tarih, asıl Uzanlar için özel bir önem taşıyordu; çünkü yıllarca şantaja ve korkuya dayalı
olarak ayakta tuttuklanrı imparatorluklarının çöküş günüydü.
Bir zamanlar yanına yaklaşılamayacak kadar güçlü olan Cem Uzan, önüne geldiği Rumeli
Holding binasına giremiyor, çok güvendiği güvenlik elemanları polis kordonunu kıramıyordu.
Operasyonla yalnız Uzan Grubu değil Türkiye şok olmuştu. 15 Şubat tarihli gazeteler bu şoku
birinci sayfalarına şöyle yansıttı:
MİLLİYET: Oyun Bitti / "Hortum" yasası işletildi. Uzan’ın 219 şirketine el konuldu. Villasını
boşaltması için süre verildi.
SABAH: Bir Devrin Sonu / Bir zamanların banka-sanayi-medya devi Uzanlar’ın şirketlerinin
tümüne 7.5 katrilyon borcu ödemedikleri gerekçesiyle el kondu.
HÜRRİYET: Yolun Sonu / Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu Uzanlar’a ait Star Televizyonu ve
Gazetesi dahil hakkında ihtiyari tedbir kararı bulunan 219 şirketin yönetimine el koydu.
FİNANSAL FORUM: Uzanlar’a altın vuruş / Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu, imar
Bankasından doğan 7.5 katrilyon liralık alacağın tahsilatı için Uzan Grubu’nun 219 şirketinin
yönetimine el koydu.
RADİKAL: Uzanlara büyük operasyon / Fon Kurulu, imar Bankası alacaklarının tahsilatı için
Uzan Grubu’na ait olan şirketlere el koyarak kayyum atadı. Gerekçe: Mal ve para
kaçırılıyordu.
AKŞAM: Bir partisi kaldı / Uzan Grubu’nu bitiren darbe. TMSF, Star TV, Telsim ve çimento
fabrikalarının da aralarında olduğu 380 şirkete el koydu. İşadamı Cem Uzan artık sadece
politikacı.
TERCÜMAN: Devlet Uzandı / Şok Operasyon, TMSF aralarında Star TV, Star gazetesi ve
Telsim’in de bulunduğu Uzan Grubu’nun sahibi olduğu 219 şirketin yönetimine el koydu.
ZAMAN: Uzanlar’ın 380 şirketine el kondu / TMSF, devletin İmar Bankası’ndan kaynaklanan
7.5 katrilyonluk alacağı için Uzan Grubu’na bağlı şirketlere el koydu. 380 şirkete yeni
yöneticiler atandı. İş dünyası olayı "beklenen bir gelişme" oarak değerlendirdi.
VAKİT: Çekirgenin Sonu / Star televizyonunun diğer ortağı Ahmat Özal’ı saf dışı bıraktı...
Çukurova'da Sakıp Sabancı’nın gözünü korkuttu... ABD firmaları Motorola ve Nokia'ya olan
borcunu ödemedi. Hep zıpladı... Ama dün, Star TV ve gazetesi ile Telsim dahil 219 şirketine
TMSF tarafından el kondu.
TMSF yetkilileri, kapısında "Medya Group Konuk Evi" yazan ev ile ilgili tespitte bulunmak
istiyorlar, Cem Uzan da buna direniyordu.
Mali Şube ekiplerinin işlemlerini tamamlamasının ardından, villa çevresinde bekletilen 3 resmi
polis ekibi de sitenin girişinde bulunan güvenlik noktasına çekildi.
Polisin çekilmesinin ardından Cem Uzan bazı partili ve yakınlarıyla birlikte basın
mensuplarının bekletildiği güvenlik noktasına gelerek açıklama yaptı. Uzan, ATV muhabirinin
mikrofonunu eline alarak, "Bunları yayınlayabilecek misin ATV? Bunları yayınlayabilecek misin
İHA? Ya sana Star? Sana yayınlatacaklar mı bunları?" dedikten sonra, taraftarlarının:
"Başbakan Cem Uzan" sloganları arasında şöyle devam etmişti:
"Hoşgeldiniz Taliban Türkiye’sine. Tayyip Erdoğan, seninle sandıkta hesaplaşacağız. Seni
iktidardan indirmeyeceğim sadece. Seni Yüce Divan’da da yargılatacağım. Ey vicdansız
Taliban. Ne yaparsan yap. Bak ben sana Bursa’da da söylemiştim. Bu beyaz gömlek kefenim.
Ey Taliban, benim canımı alamadığın sürece, ben senin ensendeyim."
Bankaya yapılan uyarılara rağmen gerekli tedbirleri almayan İmar Bankası yönetimine
Bankalar Kanunu’nun 14’üncü maddesinin 3'üncü fırkasına göre, aynı yasaya göre de bu kez
şirketlerin yönetimine el konduğu belirtilirken şunlar ifade ediliyordu:
"1- Söz konusu kararın ardından İmar Bankası’nın toplam mevduat yükümlülüğünün tesbiti
amacıyla yapılan incelemelerde, daha önce İmar Bankası’nda yapılan denetimlerde ve
bankanın resmi kayıtlarında görünen mevduatının on katından daha fazla mevduat
yükümlülüğünün olduğu, böylece dünya fınans tarihinde eşine ender rastlanan bir para ve mal
kaçırma operasyonunun gerçekleştirildiği tespit edilmiştir.
2- Kayıt dışı mevduat sahiplerinin elerindeki belgeler ile çeşitli operasyonlar sonucunda tespit
edilen bankanın gizli bilgisayar kayıtlarının karşılaştırılması ve gerçek hak sahiplerinin
belirlenmesi amacıyla aylar süren çalışmalar sonucunda hesaplanan yaklaşık 7.5 katrilyon
liralık tasarruf mevduatının hak sahiplerine peşin ve/veya vadeli olarak ödenmesi için gerekli
kaynak TMSF tarafından Ziraat Bankası’na aktarılmıştır.
4- Kamu adına 7.5 katrilyon liralık bu alacağın takip ve tahsili ile görevli bulunan TMSF’nin
bugüne kadar yaptığı çalışmalara, mevcut ve yeni çıkarılan yasalar gereği uygulanan muhtelif
müeyyidelere rağmen İmar Bankası'nın hakim ortaklan bu borçlan nasıl ve ne zaman
ödeyeceklerine dair herhangi bir plan sunmadıklan gibi mutat zeminlerde bir araya gelip
konuyu müzakere etmeye bile yanaşmamışlardır.
5- İmar Bankası’nın hâkim ortaklarından kamu alacağının tahsili için uygulanan yasal
müeyyideler bahane edilerek ve bazı insani duygular sömürülerek kamu alacağının takip ve
tahsil ile görevli kişi ve makamlara ücret ödemelerinin sorumluluğunu kamu görevi yapan kişi
ve or-ganların omuzlarına yüklemeye çalışırken, ücret dışındaki bazı büyük ödemeleri (RTÜK
payları gibi) yapacak kaynağı rahatlıkla bulabilmektedirler. Görevliler tarafından tesbit edilen
buna benzer sayısız olay, kamu alacağının tahsili için uygulanan müeyyidelere rağmen
şirketlerden mal ve para kaçırıldığını göstermektedir."
19 Şubat günü mahkeme karan Çubuklu’daki villasına yapılan baskında ele geçirilen 4 milyona
yakın Telsim kontörlü kartı kadar bunların ele geçirildiği yer de herkesi şaşırttı.
Villanın zemin katında bulunan havuzu çelik konstrüksiyonlarla bir depo haline getiren Cem
Uzan, tavanını da önce çelik, daha sonra ahşap malzemeyle kapladığı görülmüştü. Ahşap
zeminin üzerine halı örtülürken, üzerine konulan masa tenisi ve bilardo masası ile kamuflaj
tamamlanmıştı. Havuzdan elde edilen depoya, merdivenlerin bulunduğu yerden sürgülü
biçimde açılan bir kapakla girilebiliyordu. TSMF ve Mali Polis yetkililerinin eşliğinde girilen
depoda ele geçirilen 3 milyon 897 bin adet kontörlü Telsim kartının değerinin 100 trilyona
yakın olduğu tahmin ediliyordu. Ele geçirilenler arasında 12 adet değerli yağlı boya tablo da
bulunuyordu.
Star Grubu üst düzey yöneticileri, avukatları ve ailesiyle evde bulunan Cem Uzan’ın, çok
güvendiği zulasının ortaya çıkmasının verdiği şaşkınlıkla, uzun süre yığıldığı koltuktan
kalkamadığı görülmüştü.
Cem Uzan ele geçirilen Telsim kartları ile ilgili olarak ilginç bir savunma yapmıştı:
"Telsim bana ait bir şirket. Malımı istediğim yerde, istediğim şekilde muhafaza ederim."
Oysa Cem Uzan, 25 Aralık 2002 tarihinde üç yıllığına seçildiği Telsim Yönetim Kurulu
üyeliğinden, 24 Temmuz günü istifa etmişti. Kanuni olarak şirketin hissedarı da olmayan Cem
Uzan, bu istifa kararı ile kanuni temsilcilik haklarını da kaybetmişti. Dolayısıyla Telsim kartlan
için söylenebilecek en hafif söz "tedbir kararına aykırı biçimde mal kaçırmak" olabilirdi.
Oysa Cem Uzan’ın evine baskına giden Mali Şube ekipleri bunun "hırsızlık" olduğu
görüşündeydi. Nitekim Beykoz Cumhuriyet Savcısı ile yapılan görüşmede, Cem Uzan’ın
gözaltına alınması konuşuldu.
Daha önce ağır küfür ettiği halde tutuklanmaktan kurtulan Cem Uzan için bu kez de, "kartlarla
ilişkisinin tam tespit edilmesine kadar" gözaltına alınmamasına karar verildi.
20 Şubat günü arama yapılan yer ise Kemal Uzan'ın Yeniköy, Kirazlıbağlar Sokak, 20
numaradaki villasında bulunan girişi gizlenmiş mahzen de ise, 3 bin 348 çok değerli şarap ve
şampanyalar ele geçirilmişti. Değerli oluşları ise şaraplarının bazılarının 150 yıl önce üretilmiş
olmalarından geliyordu. Aralarında 175, 150 ve 100 yılık şarapların da bulunduğu trilyonluk
mahzen yanında Kemal Uzan’a ait yalıda ise, beş bin adet ünlü Cohiba marka purolar ele
geçirilmişti.
Rumeli Holding binasında Cem ve Hakan Uzan’ın bulunduğu yönetim katına da giren TMSF ve
Mali Şube ekiplerini çok şaşırtan şeylerden birisi, ağzına kadar içki dolu buzdolaplarıydı.
Ancak Uzanlar’ın çok yakın çalıştıkları kişilere güvenmediklerini gösteren şey ise, her tarafa
yerleştirilmiş gizli kameralardı.
Cem ve Hakan Uzan ile yönetim kurulu üyelerinin odaları, misafir odaları, Pamukova’daki
çiftliklerini ve yatlarını kapsayan gizli kamera sistemi dünyanın her yerinden izlenebiliyordu.
Yerleştirmesi bile 6 ay alan gizli kamera sistemi İnternet üzerinden izlenebiliyordu. Buna göre
Cem ya da Hakan Uzan dünyanın neresinde olursa olsunlar internetten odalarını ya da
yatlarını gizli kamera ile kontrol edebiliyorlardı.
Bu sistemin tespit edilmesi Uzanlara yakın çalışan sekreterleri bile şok etmişti.
Bu bilgi üzerine harekete geçen TMSF ve İstanbul Mali Şube ekipler mahkeme karan ile
yapılan kazılarda altın aramışlardı. Hatta Türksat 2A araclığıyla ile toprakaltı fotoğrafları bile
çekilmişti. Ancak sonuç olumsuzdu. Buna karşın çiftlikteki kasalarda 25 tabanca, 10 uzun
namlulu silah ve 12 bin 500 mermi ele geçirilmişti. Silahlardan 31'inin Hakan Uzan adına
olduğu tespit edilmişti. Ele geçirilen silahların tasnifinde ilginç bilgiler ortaya çıkmıştı. İsrail
yapımı "Uzi" marka tam otomatik silahı 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in hediye ettiği,
ancak ruhsatının "hileli" olduğu belirlenmişti. Demirel'in hediye ettiği Uzi’nin, "hediye silah"
olarak ruhsatlandırıldığı tespit edilmişti. Gerçekte tam otomatik olduğu için taşıma ruhsatı
verilmesi mümkün olmayan Uzi marka silahın, ruhsat alabilmek için "yarı otomatik silah" gibi
gösterildiği belirlenmişti. Bu durum ise Uzanlar’ın polis laboratuarında bile hileli belge
düzenletebilecek adamları olduğu sonucunu ortaya çıkarıyordu.
Fakat ahırda boğa, inek ve keçilerle birlikte saman balyalarının altında saklanmış olarak
bulunan Ferrari marka otomobil ise herkesi şaşırtmıştı.
Aslında Cem Uzan’m oturduğu evin depo haline getirilmiş yüzme havuzunda milyonlarca
kontör bulanlar açısından şaşırtıcı olmayan Ferrari, İmar Bankası ödemelerini karşılamak için
TMSF yetkililerine devredilmiştir.
Şirketlere el konması, yapılan baskınlar Uzanlar dosyasının soruşturma ayağında önemli bir
aşamayı işaret ediyor.
Yeni ortaya çıkacak deliller ile birlikte mahkeme aşaması da oldukça olaylı geçecek gibi
görünüyor. Evinin altındaki havuzdan çıkan Telsim kartlan ve izinsiz Ürdün vatandaşlığı ise
Cem Uzan’ın başını ağrıtabilecek konulardan.
ve
1999 yılından bugüne kadar el konulan 22 banka sahibinin ismi alt alta yazıldığında, bir-iki
istisna dışında bunların kim olduklarına ilişkin bir liste ortaya çıkacaktır. El konulan
bankalardan doğan 55 milyara, kamu bankalarına elini sokan siyasilerin yol açtığı 22 milyar
dolar da eklenince hortum, yolsuzluk ve suiistimallerle Türk halkının sırtına bindirilen yükün
tutarı 80 milyar dolara yaklaşıyor.
Onlar 50 yıla yakındır iş dünyasında olduklarını söylüyorlar, ama asıl yükselişlerini son 10-15
yıldaki "ilişkileri"ne borçlular.