You are on page 1of 32

AÇIKLAMA VE ÖRNEKLERİYLE MECELLE'NİN İLK 100 MADDESİ

Madde Örnek ve İstisna


‫ اﻟﻌﻠﻢ ﺑﺎﻟﻤﺴﺎﺋﻞ اﻟﺸﺮﻋﯿﺔ اﻟﻌﻤﻠﯿﺔ اﻟﻤﻜﺘﺴَﺐ ﻣﻦ أدﻟﺘﮭﺎ اﻟﺘﻔﺼﯿﻠﯿﺔ‬:‫اﻟﻔﻘﮫ‬
1
İlm-i fıkh, mesâil-i şer’iyye-i ameliyyeyi bilmektir.
Bir şahıs luḳaṭa, yani yolda veya sâir bir yerde sahibi belli olmayan bir mal bulsa bu
‫اﻷﻣﻮر ﺑﻤﻘﺎﺻﺪھﺎ‬
luḳaṭayı sahibi ortaya çıkınca ona vermek üzere yerden kaldırmaya (almaya) şerʿan
Örnek meʾzûndur. Bu fiili mübahtır. Luḳaṭayı bu niyet ile aldıktan sonra kusuru olmaksızın
Bir işten maksat ne ise hüküm ona göredir.
yedinde zayi ve telef olsa onu bulan şahıs tazmin etmez. Ancak luḳaṭayı kendisine mal
2
olmak kastıyla aldığı surette gâsıp olup yedinde telef ve zayi olsa kendisinin kusuru olmasa
(Yani mükellef olan bir failin yaptığı bir iş üzerine terettüp edecek şer’î
bile tazmin eder.
hüküm, mükellefin o işten maksadı ne ise ona göre vaki ve maksadın
ihtilafıyla hüküm de muhtelif olur. Bu madde "Ameller niyetlere Bu kaide yalnızca mübahlarda geçerlidir. Bir kimse yolda uyuyan birini görse, onun malını
İstisna
göredir", hadisinden çıkarılmıştır ve kapsama alanının genişliğinden bu zayi olur endişesiyle alsa, onu tazmin etmesi gerekir. Çünkü bu durumda gâsıb olur.
maddeye aslu’l-asîl denilmiştir.)

Bey’ bi’l-vefa, geri alım şartıyla satım sözleşmesi demektir. Yani bir kimse semenini geri
‫اﻟ ِﻌ ْﺒﺮَة ﻓﻲ اﻟﻌُﻘﻮد ﻟﻠﻤﻘﺎﺻﺪ و اﻟﻤﻌﺎﻧﻲ ﻻ ﻟﻸﻟﻔﺎظ و اﻟﻤﺒﺎﻧﻲ‬ verdiği takdirde geri almak üzere bir malı birine satmaktır ki bu satımda rehin hükümleri
uygulanır.
Ukûdda itibar, mekâsıd ve meâniyedir, elfaz ve mebâniye değil. Bu akid, her ne kadar tarafların “sattım” “aldım” demeleriyle kurulur ise de bu sözlerden
Örnek
anlaşıldığı gibi satım konusu malın müşteriye temliki kast edilmeyip belki tarafların gerçek
(“Ukud” akdin çoğuludur. Akd, iki tarafın bir hususu iltizam ve taahhüt maksatları, malı satanın müşteriye olan borcunu teminata ve yazılı bir belgeye bağlamak
3 etmeleridir ki icap ve kabulün irtibatından ibarettir. olup, satılan malın geri alınması mümkün olacak şekilde bulundurmaktan ibaret
“Makasıd”, maksadın ve “maani” mananın ve “elfaz” lafzın ve olduğundan ve bu ise rehin demek olduğundan, bu sözleşmede rehin hükümleri uygulanır.
“mebani” mebnanın çoğulu olup maani makasıdın ve mebani elfazın
atıf ve tefsirleridir.
Yani satım ve kira ve kefalet ve havale gibi şer’î akidlerde itibar Bir kişi iâ’re (ödünç) kastıyla “bu sevimi sana ücretsiz kiraladım” dese, sözünden maksadı
İstisna
sözleşmeyi yapanın maksat ve meramınadır. Akdi inşa etmek için ödünç vermek bile olsa bu sözü iâ’reye hamledilmez.
kullandığı sözlere değildir. )

1
Abdest aldığını kesin olarak bilen bir kişi abdestinin bozulup bozulmadığı konusunda
‫ﻚ‬
ّ ‫اﻟﯿﻘﯿﻦ ﻻ ﯾﺰول ﺑﺎﻟﺸ‬ Örnek tereddüt etse daha önce abdestin varlığını kesin olarak bildiği için bu tereddüde itibar
etmez, çünkü yakîn olarak bilinen abdestin varlığıdır, şek ise olup olmadığıdır.
Şek ile yakîn zâil olmaz. Müşteri, satın alıp teslim aldığı şeydeki aybı iddia ederek malı satıcıya geri vermek istese,
4
davalaşma işi ayıp hakkında neticeye varıncaya kadar müşteri, parayı vermekle
(Varlığı yakîn ile ispatlanmış olan şeyin, hilafına delil olmadıkça sadece zorlanamaz. Eğer aybın satıcı yanında olduğu sabit olursa, hakim alışverişi fesh eder. Eğer
İstisna
şek ile yokluğuna hükmedilmez. 5-12 maddeler bu maddeden müşteri aybı isbat etmekten aciz kalırsa, bu durumda (müşteri) satıcıya parayı vermekle
çıkarılmıştır.) zorlanır. Burada, sırf şek (yani: sabit olmaya ve olmamaya ihtimali olan eski bir ayıbın
bulunması) ile, hemen ücretin verilmesini gerektiren yakin zail olmuştur.
Nerede olduğu, diri ve ölü olduğu belli olmayan kimseye şerʿî ıstılahta mefḳûd denir.
Mefḳûd kendi hakkında diri kabul edilir. Çünkü kaybolmadan önce mefḳûdun hayatı
‫اﻷﺻﻞ ﺑﻘﺎءُ ﻣﺎ ﻛﺎن ﻋﻠﻰ ﻣﺎ ﻛﺎن‬ yakînen bilinip aksi sabit olmadıkça geçmiş zamanda mevcut olan hayatının devamına
Örnek hükmedilir. Bu sebeple mefḳûdun gerçekten veya doksan yaşını tamamlamasıyla hükmen
Bir şeyin bulunduğu hal üzere kalması asıldır. ölümü sabit olmadıkça mirasçılarının ihtimal ki ölmemiştir diyerek malını aralarında taksim
etmeye ve bir adama vedia olarak vermiş olduğu malını vedia alandan geri alarak
5
(Yani bir şey bir zamanda ne hal üzere bulunmuş ise o halin değiştiğine paylaşmaya hakları yoktur ve mefḳûdun eşi de başka bir adamla evlenemez.
delil olmadıkça o şeyin bulunduğu hal üzere kalması asıldır ve tercih Emanet olarak bir şeyi alan kişi emaneti yerine ulaştırdığını veya emanetin elinde iken
edilendir. O şeyin bulunduğu hal gerek varlık ve gerek yokluk olsun, bu kendi kusuru olmadan helak olduğunu iddia etse, emaneti veren kişi de aksini iddia etse;
asla “istishab” denilir.) İstisna burada istishab kaidesine göre emanetçinin, emaneti geri vermesi ile sorumlu tutulması
gerekirdi. Zira mazideki hali, emanetin mevcudiyyetini bildirmektedir. Fakat emanetçi bir
şey ödemez çünkü emanetçinin zimmeti borçtan beridir.
‫اﻟﻘﺪﯾﻢ ﯾُﺘﺮك ﻋﻠﻰ ﻗِﺪﻣﮫ‬ Bir vakfın vakfiyesi mevcut ve şartı belli olmayıp ancak kadimden beri gallesinin (gelirinin)
yarısı o vakıftan olan medresenin müderrisine ve dörtte biri mütevelliye ve kalan dörtte
Kadîm kıdemi üzere terk olunur. Örnek biri medresenin talebelerine verile gelmiş iken mütevelli o medresenin müderrisine
6 “vakfedenin şartının böyle olduğunu ispat et, yoksa gallenin yarısını tamamen sana
(Kadim evvelini kimsenin bilmediği şeydir. Kadim ve meşru olan şey vermem” diye kadim uygulamayı değiştiremez.
karşı delil olmadıkça o hal üzere kabul edilir. Kadim, evvelini bilen 7. madde, bu maddeyi sınırlar. Nameşru yapılmış olan şeyin kıdemine bakılmaz. Zarar
İstisna
kimse olmayan şeydir.) kadim olsa bile izale edilir.

2
‫اﻟﻀﺮر ﻻ ﯾﻜﻮن ﻗﺪﯾﻤًﺎ‬ Bir evin pis suları kadimden beri umumi yola aksa ve aktığı yerlere fahiş zarar verse,
kıdemine bakılmayıp zararı giderilir.
Örnek
Zarar kadîm olamaz. Bunun gibi umumi yola doğru inşa olunan alçak çıkıntılar ve cumbalar gibi gelip geçenlere
7
fahiş zarar veren şeyler kadim olsa bile kıdemine bakılmayıp kaldırılır.
(Aslında hukuka aykırı olarak yapılmış olan şeyin kıdemine itibar
İstisna 6. maddenin örneği bu maddenin istisnası kabul edilebilir.
edilmez, kadim olsa bile fâhiş zarar varsa giderilir)

‫اﻷﺻﻞ ﺑﺮاءَةُ اﻟ ﱢﺬ ّﻣ ِﺔ‬


Mesela, davacı mahkemeye gidip “falan kimse benim 30 kile kızılca buğdayımı telef etti;
Beraêt-i zimmet asıldır. emsalinin tazminini isterim” diye dava etse davalı da “ben bunun ancak 10 kile buğdayını
telef ettim” diyerek sadece 10 kile buğdayı telef ettiğini ikrar ve kalanını inkâr etse, söz
8 (Bir şahsın zimmetinin (nefis ve zatı) bir şeyin vücub ve lüzumundan Örnek yeminle birlikte telef edenin olur. Eğer davalı fazlasını ispat edebilirse ya da davalı
uzak olması asıldır. Zimmetin bir hak ile meşgul olması, aslına yeminden dönerse davalının 30 kilenin emsalini tazmin etmesine kârar verilir. Eğer davacı
aykırıdır. 76 ve 77. maddeler ile ilişkili -dava delil sahibi, yemin inkar fazlayı ispat edemeyip davalı yemin ederse ancak 10 kilenin tazmini ile ve fazlasından
edenindir; asıl durumun aksini iddia edenin ispat yapması gerekir: davalının zimmetinin beraatına hükmolunur. Çünkü beraat-ı zimmet asıldır.
çünkü beraet-i zimmet asıldır.)

İstenilen bir sıfata sahip olarak satılan bir malın o sıfatın bulunup bulunmadığında taraflar
anlaşmazlığa düşerlerse; eğer o sıfat, ârızî sıfatlardan ise yokluğu esas olduğu için satıcı
satım sırasında satılan o sıfata sahip olduğunu ispata muhtaç olur. İspat edemediği halde
söz yeminle birlikte (77. madde) müşterinindir. Mesela sağılmaktadır diye satılmış olan bir
‫ت اﻟﻌﺎرﺿ ِﺔ اﻟﻌﺪ ُم‬
ِ ‫اﻷﺻ ُﻞ ﻓﻲ اﻟﺼﻔﺎ‬ ineğin o sıfata sahip olup olmadığında taraflar görüş ayrılığına düşseler söz yeminle birlikte
Örnek müşterinindir. Çünkü inekte sağılmak sıfatı, ârızî sıfatlardan olduğu için yokluğu asıl
Sıfat-ı ârızada asl olan, ademdir. olduğundan söz yeminle birlikte bunun yokluğunu iddia eden müşterinin olur. Ve satıcı
9
satım sırasında ineğin o vasfa sahip olduğunu ispata muhtaçtır. Ancak sağ ve salim olmak
(Ârızî sıfat ticaret, kâr, ayıp gibi malın aslıyla ilgili olmayan, sonradan üzere satılan bir ineğin sağlığında görüş ayrılığı olsa, sağlık asli sıfatlardan olduğundan
ârız olan haldir. Aslolan ârızî sıfatldarın yokluğudur. Yok olduğunu varlığı asıl olduğundan söz yeminle birlikte satıcının olup müşteri ineği kabzetmeden önce
söyleyene itibar edilir, var olduğunu söyleyenin ispatlaması gerekir.) hayvanın sakat olduğunu ispata etmelidir.
Bir koca, karısı öldükten sonra onun malını onun izniyle kullandığını iddia etse ve karısının
İstisna varisleri de itiraz edip, izinsiz kullandığı için tazminat ödemesini isteseler, söz kocanındır.
Halbuki "izin" ârizî bir sıfattır, yokluğu esas alınır.

3
‫ﻣﺎ ﺛَﺒﺖ ﺑﺰﻣﺎنٍ ﯾُﺤﻜﻢ ﺑﺒﻘﺎﺋِﮫ ﻣﺎ ﻟﻢ ﯾﻮﺟﺪ دﻟﯿ ٌﻞ ﻋﻠﻰ ﺧِ ﻼﻓﮫ‬

Bir zamanda sabit olan şeyin, hilafına delil olmadıkça bekasıyla Bir zamanda bir şeyin bir kimsenin mülkü olduğu delil ya da ikrar ile sabit olursa, aksine
10 hükmolunur. Örnek delil olmadıkça, yani satım ve hibe gibi o kimsenin o şeydeki mülkiyetini izâle edenbir hal
olmadıkça, mülkiyetin şimdiki halde bekâsıyla hükmolunur.
(Geçmişte var olduğu sabit olan bir şeyin, aksine delil olmadıkça var
olduğuna hükmedilir. 5. madde ile aynı anlama gelir, uygulama
açısından istihaba benzer.)

Ölenden sâdır olan ikrarın zamanı hakkında, lehine ikrar yapılan (kocası tarafından ölüm
hastalığındayken boşandığını iddia eden kadın) ile diğer mirasçılar arasında anlaşmazlık
‫ب أوﻗﺎﺗﮫ‬
ِ ‫ث إﻟﻰ أﻗﺮ‬
ِ ‫اﻷﺻﻞ إﺿﺎﻓﺔُ اﻟﺤﺎد‬ Örnek olsa ikrarın zaman-ı ba'îde yani ölenin sağlıklı olduğu zamana nispeti ispat olunmadıkça (ki
diğer mirasçılar boşamanın sağlıklı zamanda yapıldığını iddia etmektedirler), akreb olan
Bir emr-i hâdisin akreb-i evkatine izâfeti asıldır. ölüm hastalığı zamanına (yani kadının beyanına) nispet olunur.
11
Bir kişi, bir iş için olan ikrarının bülûğa ermeden önce olduğunu söylese, ikrar lehine olan
(Sonradan ortaya çıkan bir olay hakkında ihtilaf vuku bulduğunda ne kişi de, bu ikrarın bülûğa erdikten sonra olmuş olduğunu söylese burada çocuğun dediği
zaman meydana geldiği ispat edilemezse, iki iddiadan zaman kabul edilir. Hâlbuki bu kaideye göre, en yakın olan zaman olan bülûğa ermesinden
açısından yakın olanınki esastır.) İstisna
sonraya izafe edilmesi gerekirdi. Ama berâet-i zimmet asıldır kaidesi gereğince hüküm
bunun aksinedir.
Bu ve bunun gibi istisna örneklerinde istisnanın sebebi berâet-i zimmet asıldır maddesidir.
Bir kişi bostanındaki ürünleri bir başkasına vasiyet etse, bundan vasiyet esnasında var olan
‫اﻷﺻﻞ ﻓﻲ اﻟﻜﻼم اﻟﺤﻘﯿﻘﺔ‬ ürünler anlaşılır, sonraki senelerin ürünleri anlaşılmaz. Kelamdaki asıl mana bunu
gerektirir. Ama bu sözün mecazı diğer senelerin ürünlerine de kabildir. Ama bir lafızda
Örnek
Kelamda aslolan mânâ-yı hakîkîdir. hem hakikatin hem mecazın hükmünün sabit kılınması câiz olmadığından dolayı burada
12 hüküm hakiki manaya göredir. Ama vasiyet eden “bundan sonraki ürünler” gibi bir kayıt
(Bir söz söylendiğinde o sözde asıl olan ve tercih edilen gerçek getirerek söyleseydi o vakit buna hükmedilirdi, çünkü asıl olan hakiki manadır, mecaz
manadır. Gerçek manaya yorulması mümkün oldukça mecaz manaya değildir.
Bir kimse satın aldığı malda bir ayıp bulsa, sonra bu ayıbına razı olduğuna delalet edecek
yorulamaz. Zira mecaz, gerçek mananın dışındadır.) İstisna şekilde malı kullansa, fakat kendisi açıkça ayba razı olmadığını söylese, bu sarahatine
bakılmaz ve bey' geçerli olur. Zira geri vermeye mani olan bir istifade mevcut olmuştur.

4
Bir kimse diğerinin izniyle evine girerse, meydanda ya da masa üzerinde duran bardak ile
‫ﻻ ﻋِﺒﺮة ﻟﻠﺪّﻻﻟﺔ ﻓﻲ ﻣﻘﺎﺑﻠﺔ اﻟﺘﺼﺮﯾﺢ‬
su içmeğe delalet ile izinli sayılır. Apaçık söz bulunmayan yerde delalet muteber
olduğundan, yani delalet ile izin, apaçık söz ile izin gibi olduğundan, su içerken bardak kaza
Tasrîh mukâbelesinde delâlete itibâr yoktur.
ile elinden düşerek kırılsa tazmin etmesi gerekmez. Zira cevâz-ı şerʿî żamâna mânidir.
13 Örnek
Fakat ev sahibi “masa üzerinde duran kadehe dokunma” diye yasaklayıp da yasağa karşı o
(Delalet ile açık söz birbirine uymazsa açık söze göre hareket edilir.
bardağı eline alarak kaza ile bardak elinden düşüp kırılsa tazmin eder. Çünkü bunda
Ancak birbirine uymama söz konusu değilse delalete, açık söz gibi
“dokunma” diye açık bir söz ile yasaklama vardır. Ve açık söz karşılığında delalete itibar
itibar edilir ve bu durumlarda delalet açık sözün hükmünü alır.)
yoktur.

ّ‫ﻻ ﻣﺴﺎ َغ ﻟﻼﺟﺘﮭﺎد ﻓﻲ ﻣَﻮرِد اﻟﻨﺺ‬


Muamelatta delilin iddia sahibine ve yeminin de inkâr edene ait olması ve kul haklarında
Mevrid-i nassta içtihâda mesâğ yoktur. şahit sayısı iki erkek ya da bir erkek ile iki kadın olması nasla tespit edilmiş olduğundan bu
14 Örnek
meselelerde içtihada gerek yoktur ve nasla belirlenmiş bir meselede yapılan içtihada itibar
(Hakkında nass olan bir meselede müçtehidin içtihadına lüzum edilmez.
görülmez.)

‫ﻣﺎ ﺛَﺒﺖَ ﻋﻠﻰ ﺧِ ﻼف اﻟﻘﯿﺎس ﻓﻐَﯿﺮه ﻻ ﯾُﻘﺎس ﻋﻠﯿﮫ‬

Alâ hilâfi'l-kıyâs sabit olan şey sâire makîsun aleyh olmaz. Bir konunun hükmü kıyasa aykırı olarak sabit olmuşsa, bu hüküm ona benzer konuların
kıyas edilmesi için “asl”, yani “makisun aleyh” olamaz. Kıyasa aykırı olarak sabit olan nass,
Örnek
(Bir konunun hükmü kıyasa aykırı olarak sabit olmuşsa, bu hüküm ona kendi konusu ile sınırlı tutulur.
benzer konuların kıyas edilmesi için “asl”, yani “makisun aleyh”
olamaz. Kıyasa aykırı olarak sabit olan nass, kendi konusu ile sınırlı
15 tutulur.)

‫اﻻﺟﺘﮭﺎد ﻻ ﯾُﻨﻘﺾ ﺑﻤِﺜﻠﮫ‬ Bir müçtehidin kendi içtihadına göre ettiği hüküm, ona muhalif olan diğer müçtehide arz
olunsa, o hükmü bozmaya gücü yetmeyip imzalaması gerekir. Mesela içtihadla ilgili
İçtihâd ile içtihâd nakzolunmaz. Örnek meselelerden bir mesele hakkında Şafii bir hakimin verdiği hüküm, Hanefi hakime arz
olunsa ve o hüküm Hanefi mezhebine aykırı bulunsa Hanefi hakim o hükmü bozamayıp,
16
(Birbirine aykırı olan içtihatlardan biri diğerinin üzerine tercih edilemez uygular ve imza eder.
ve biri diğeriyle bozulamaz. Bu sebeple bir müçtehid bir hadisede kendi
içtihadıyla hükmettikten sonra müçtehidin o olay hakkında içtihadı
değişse, önceki içtihadına göre vermiş olduğu hüküm bozulmaz. Ancak Bir içtihadın bozulmasından genel bir maslahat hâsıl olacak ise, o içtihat yeni bir içtihatla
gelecekte ortaya çıkacak olaylar hakkında, ikinci içtihadına göre İstisna
bozulabilir.
hüküm verir.)

5
‫اﻟﻤﺸﻘّﺔ ﺗَﺠﻠِﺐ اﻟﺘﯿﺴﯿﺮ‬
Açlık sebebiyle ölmesinden korkulan adamın, leşten başka yiyecek bulamadığı takdirde
Örnek
Meşakkat teysîri celbeder. ölmeyecek kadar leş yemesi câizdir.

17 (Bir şeyde şu'ûbet ve güçlük görülmesi sebeb-i teshil olur. Fukahânın Hakkında nas olan meselelerde meşakkat teysîri celbedemez. Mesela, ʿumûm-u belvâ
ahkâm-ı şer'iyyede gösterdikleri ruhas ve tahfifat hep bu kaideden hafifletme sebeplerinden olduğu ve insanın küçük abdestini yapmasında belvâ daha genel
istihraç olunmuştur. 17. madde gibi bu maddenin hükmü de nas yani İstisna
ve daha kapsamlı olduğu halde, insanın küçük abdestinin pis olduğu nasla belirlenmiş
delil olmayan yerlerde geçerlidir. Açık bir delil varsa bu kural olduğundan onda bu kural geçerli değildir.
uygulanmaz.)

Bir adamın borcunu ödemeye gücü olmaz ve kefili de bulunmazsa, geniş vaktinde borcunu
‫اﻷﻣﺮ إذا ﺿﺎق اﺗّﺴﻊ‬
Örnek ödemek üzere serbest bırakılır. Veya tek seferde borcunu ödemeye gücü olmayan
borçluya taksitle borcunu ödemesi için izin verilir.
18 Bir iş zîk oldukta müttesi' olur.

(Bir işte meşakkat görülünce ruhsat ve vüs'at gösterilir. Bu madde 17. 17. madde gibi bu maddenin hükmü de nas yani delil olmayan yerlerde geçerlidir. Açık bir
maddeden çıkarılmıştır.) İstisna
delil varsa bu kural uygulanmaz.

‫ﻻ ﺿﺮر و ﻻ ﺿِ ﺮار‬ Zarar yoktur: Satıcının, ayıplı bir malı müşteriye ayıbını söylemeden satması câiz değildir.
Örnek Çünkü bu, müşteriye zarar verir. Zarara zararla karşılı vermek yoktur: Bir kimse aldanıp da
Zarar ve mukaâbele bi'z-zarâr yoktur. başka bir kimseden sahte para alsa o parayı başkasına vermeye yetkili değildir.
19
(Zarar vermek caiz olmadığı gibi bir ceza ve karşılık olarak da zarar
vermek caiz değildir. Yani bir kimse diğer kimseye zarar verdiğinde, Bazı zararların icrası câizdir. Mesela bir adamın evinde bir ağaç olsa, o adamın komşusu da
zarara uğrayan kimsenin karşılık olarak o kimseye zarar vermeye hakkı İstisna o ağacın gölgesinden yararlanıyor olsa, o ağacın kesilmesi komşu için zarar kabilinden
olmayıp, hâkime müracaatla zararını hukûkî yollarla gidermelidir.) olmasına rağmen ev sahibinin o ağacı kesmesi câiz olur.

6
‫اﻟﻀَﺮر ﯾُﺰال‬ Mutlak satımla satılan bir malın eski bir ayıbı ortaya çıkarsa müşteri muhayyer olur; dilerse
satılanı kararlaştırdıkları semenle kabul eder, dilerse geri verir. Eğer müşteri için ayıp
20 Zarar izâle olunur. Örnek
sebebiyle muhayyerlik sabit olmayıp da geri vermeye hakkı olmasaydı, razı olmadığı bir hal
ile satılanı kabul etmeye mecbur olurdu ve bu şekilde zarara uğraması lazım gelirdi.
(Zarar meşru bir surette giderilmelidir.)
Eğer haramlık ikinci türden ise, yani mesela açlıktan ölmek derecesine gelmiş olan bir
adamın leş yemek yasak ve haram olduğu halde bir yerde leşten başka yiyecek bir şey
‫اﻟﻀﺮورة ﺗُﺒﯿﺢ اﻟﻤﺤﻈﻮرات‬ bulamazsa, hayatını koruması için leş yemesi mübahtır ve haramlık düşer. Üçüncü türden
ise, yani mesela bir kimsenin malına saldırmak yasak olduğu halde bir kimse aç kalıp da
Örnek
Zarûretler memnû' olan şeyleri mübah kılar. telef olma derecesine gelmişse, başkasının malını rızası olmasa bile zorla alarak yiyebilir.
Fakat 33. maddede açıklanacağı gibi ıżtırâr gayrın hakkını iptal etmeyeceğinden bu zaruret
(Zaruret, bir kimsenin yasaklanmış olan bir şeye başvurmadıkça kul hakkını düşürmeyip yediği malın bedelini vermesi veya mal sahibinden helallik alması
helakına sebep olacak haldir. Haram ve yasak 3 çeşittir: Birincisi asla lazımdır.
21
düşmeyen, ruhsatı olmayan haram (birini öldürme, bir organını kesme
fillleri gibi); ikincisi zaruret ile düşen haram; üçüncüsü düşmeyip ama Birinci tür haram ve yasaklar zaten düşmediğinden bu maddenin istisnası
zaruret halinde işlenmesine izin verilen ancak hukuki sorumluluğun konumundadırlar. Mesela bir kimseye diğerini öldürmek veya bir organını kesmek üzere
ortadan kalkmadığı haramdır. Bu 3 çeşitten birincisinin asla düşme ikrah olunsa yani diğerini öldürmediği ya da bir organını kesmediği takdirde kendisinin
İstisna
ihtimali olmadığından bu kuralın manası zaruretler yasak olan her şeyi öldürüleceği tehdidinde bulunulsa her ne kadar zaruret gerçekleşse de yasak olan adam
mübah kılar demek değildir.) öldürme veya bir organı kesme mübah olmayıp haramlığı devam eder. Şu kadar ki ikrah
sebebiyle, kısas kâtilden düşer ve cebirde bulunan kimseye lazım gelir.

‫ ﻣﺎ أُﺑﯿ َﺢ ﻟﻠﺼﺮورة ﯾُﻘﺪّر ﺑﻘﺪرھﺎ‬/ ‫اﻟﻀﺮورة ﺗُﻘﺪّر ﺑﻘَﺪرھﺎ‬


Mesela, açlıktan ölmek derecesine gelen bir kimse leşi veya bedelini tazmin etmek veya
Zarûretler kendi miktarlarınca takdîr olunur. helallik istemek üzere başkasının malını yiyebilirse de ancak kendisini ölümden kurtaracak
22 Örnek
kadar yiyebilir. Fazlasını yiyemez. Çünkü ölümden kurtulacak kadar yemek ile zaruret
(Zaruretler için caiz görülen şeyin ancak zarureti defedecek kadar ortadan kalkar. Fazlasında zaruret yoktur.
yapılması caiz olur.)

7
‫ﻣﺎ ﺟﺎز ﻟﻌﺬ ٍر ﺑَﻄَﻞ ﺑﺰواﻟﮫ‬ Mesela, abdest almak için su bulamayan ya da hasta olup da abdest almaktan bedenine
zarar isabet edeceği muhakkak olan kimse için teyemmüm ile namaz kılmaya ruhsat
23
Bir özür için câiz olan şey, o özrün zevâliyle bâtıl olur. Örnek vardır. Fakat teyemmümden sonra abdeste yetecek kadar su bulur ya da hastalıktan
kurtulup iyileşirse, su bulamama veya hastalık özründen dolayı câiz olan teyemmüm bâtıl
(Bir özür sebebiyle caiz sayılan şey, o özür ortadan kalktığında artık olup abdest almak gerekir.
caiz olmaz.)
Mesela bir çocuk, mümeyyiz iken taşıdığı bir maddeye çocukluğunda veya bir âmâ gözü
görürken şahit olduğu bir husûsa âmâlığında şehâdet etse, bunların şehadetlerinin
kabulüne engel olan küçüklük ve âmâlık mevcut olduğundan şahitlikleri kabul olunmaz.
‫ع‬
ُ ‫إذا زال اﻟﻤﺎﻧ ُﻊ ﻋﺎد اﻟﻤﻤﻨﻮ‬ Ancak çocuk bülûğa erdikten sonra ve âmâ körlükten kurtulduktan sonra şehadet etseler
mâni olan küçüklük ve âmâlık ortadan kalktığından yasak olan şey geri dönerek şahitlikleri
Mâni' zâil oldukta memnû' avdet eder. kabul edilir.
24 Örnek Bunun gibi, mutlak satım ile satılan bir malın eski ayıbı ortaya çıktığında müşteri
(Bir emrin sabit olmasına veya sıhhat ve caizliğine engel olan şey muhayyerdir. Dilerse geri verir ve dilerse kararlaştırılmış olan semen ile kabul eder. Fakat
ortadan kalktığında, yasaklanan yani o mâninin yasakladığı şey, geri satılanın müşteri yanında bir ayıbı ortaya çıktıktan sonra eski ayıbı ortaya çıksa müşterinin
döner.) yanında yeni ortaya çıkmış olan ayıp redde engel olduğundan satıcı razı olmadıkça
müşterinin satılanı satıcıya geri vermeye yetkisi yoktur. Fakat semenin eksiltilmesi
iddiasına yetkisi vardır. Ancak geri vermeye engel olan sonradan ortaya çıkan ayıp ortadan
kalksa yasaklanmış olan geri verme hakkı geri döner. Eski ayıp yine geri vermeyi gerektirir.
Bir kimse birnin evinin camını kırarsa diğeri de onun evinin camını kırarak karşılık veremez.
Bir kimse bölünebilen müştrek mülkünü tamir etmek isteyip de ortağı geri dururken, kendi
başına tamir etse bağışta bulunmuş olur. Yani ortağına hissesiyle rücu’ edemez
(hissesinden yaptığı harcamayı alamaz). Eğer o kimse ortağının bu şekilde uzak durması
‫اﻟﻀﺮر ﻻ ﯾُﺰال ﺑﻤﺜﻠﮫ‬ üzerine hakime müracat etse bir zarar kendi misliyle giderilemediğinden tamire
zorlanamaz. Fakat zorla ortak mal palaşılabilir. Paylaşmadan sonra o kimse kendi payında
Bir zarar kendi misliyle izale olunamaz. istediğini yapar. İşte bu maddede ortağın tamire zorlanamaması, bir zararın kendi misliyle
25 Örnek giderilemediğindendir. (Ben harcama yaptım zarar ettim, sen de zarar et hissenden ödeme
(Her ne kadar zararın izalesi lazım gelirse de kendi gibi diğer bir zarar yaparak benim zararımı karşıla, denilemez.)
ile izale olunmayıp, belki zarar olmaksızın veya mümkünse kendisinden Değirmen ve hamam gibi paylaşılamayan bir müşterek malda ise, tamire ihtiyacı olup da
daha hafif bir zarar ile giderilir. Zarar gören zarar ile misillemede sahiplerinden biri tamir etmek isteyip de ortağı uzak dursa hakimin izniyle kendi
bulunamaz) tarafından belli miktarda para harcayarak tamir eder ve masrafında ortağının hissesine
isabet eden miktarı kendisinin onda alacağı olur. O ortak mülkü kiraya vererek, kira
ücretinden sözkonusu alacağını alabilir. Çünkü zarar misliyle izale olunmaz, belki daha
hafif olanıyla ve mümkün olduğu kadar giderilir. (1313. madde)

8
Ana yola eğilmiş, yaşlanmış veya boyuna ve enine yarılmış bina ve duvarların, sahipleri razı
olmasalar da yıktırılması gerekir. Çünkü bu gibi bina ve duvarların bir gün kendi kendine
‫ﯾُﺤﺘَﻤَﻞ اﻟﻀﺮ ُر اﻟﺤﺎصﱡ ﻟﺪﻓﻊ ﺿﺮ ٍر ﻋﺎ ﱟم‬ birdenbire yıkılmasıyla enkaz altında bir hayli kimse ve birçok mal kalarak telef olması gibi
genel bir zarar söz konusu olup bunu defetmek için özel bir zarar tercih edilir ve bu gibi
26 Zarâr-ı âmmı def' için zarâr-ı hâs ihtiyâr olunur. Örnek
bina ve duvarlar yıktırılır.
Bunun gibi, bir yerde yangın sırasında, bir evin yıkılmasıyla bir hayli evlerin yangından
(Toplumsal zararı savmak için bireysel zararlar göze alınır.) kurtulacağı anlaşılırsa, genel zararı defetmek için özel bir zarar ihtiyar olunarak o ev
yıktırılır.
‫اﻟﻀﺮر اﻷﺷ ﱡﺪ ﯾُﺰال ﺑﺎﻟﻀﺮر اﻷﺧﻒﱢ‬

Zarar-ı eşed zarar-ı ehafla izale olunur. Bir kimsenin tavuğu diğer bir kimsenin incisini yutsa, eğer tavuğun değeri incinin
değerinden fazla ise tavuk sahibi incinin değerini verip inciyi temellük eder. Eğer incinin
27 (Bu madde, "zarar izâle olunur" maddesini takyit ve tahsis eder. Yani Örnek
değeri tavuğun değerinden fazla ise inci sahibi tavuğun değerini verip tavuğu alır. Zira
her ne kadar zarar izâle olunursa da kendi misli ve kendinden büyük şiddetli zarar hafif zararla giderilir.
bir zararla değil belki zararsız bir şekilde veya eğer zararsız bir şekilde
giderilmesi mümkün değilse kendisinden daha hafif olan bir zararla
izâle olunur.)
Bir yerde yangın çıksa ve bir kimse bir evi sahibinin izni olmaksızın yıkıp da yangını
‫إذا ﺗﻌﺎرض ﻣﻔﺴﺪﺗﺎن رُو ِﻋ َﻲ أﻋﻈﻤُﮭﻤﺎ ﺿﺮرًا ﺑﺎرْ ﺗِﻜﺎب أﺧﻠﻔﱢﮭﻤﺎ‬ durdursa, eğer yetkili makamların izni ile yıkmışsa tazmin gerekmez (Aksi halde tazmin
etmesi gerekir). Çünkü o kimse söz konusu evi yıkmasa idi yangının etrafa yayılmasıyla
28
İki fesat teâruz ettikte ehaffı irtikab ile a'zamının çaresine bakılır. Örnek doğacak zarar, ev sahibinin evinin yıkılmasıyla doğacak zarardan daha şiddetlidir. Bunun
için etrafa yayılan yangın fesadıyla evin yıkılıp da ev sahibinin zarara uğraması fesadı
(Biri büyük, diğeri küçük olan iki fesat karşılaştığında küçük olanı karşılaştığında ikinci fesat daha hafif olduğundan onu işleyerek daha büyük olan birinci
işlenip büyük olanın çaresine bakılır.) fesadın çaresine bakılır.
Bir dağdaki bir bahçe kayıp alt tarafta kalan diğer bir bahçenin üzerine düşüp onu kaplasa,
‫ﯾُﺨﺘﺎر أھﻮن اﻟﺸﺮّﯾﻦ‬ değeri yüksek olan bahçenin sahibi değeri düşük olan bahçenin parasını ödeyip orayı
temellük eder.
29 Ehveni'ş-şerrayn ihtiyâr olunur. Örnek Bir adamın boğasının kafası, başka bir adamın kuyusuna sıkışsa ve ikisinden birine zarar
vermeden kurtarılamayacak durumda olsa hangisinin daha değerli olduğuna bakılır. Eğer
(Karşılaşılan iki kötülükten hafif olanı tercih etmek esastır.) boğa daha değerli ise kuyu yıkılıp boğa kurtarılır, eğer kuyu değerli ise boğanın kafası
kesilir. Çünkü iki kötülükten hafif olanı seçmek esastır.
Not: 27, 28, 29. maddeler birbirleriyle aynı manadadırlar. Bu yüzden her birinin öğrneği diğerine kullanılabilir.

9
Bir binanın biri alt katında diğeri üst katında yaşayıp birinin zemini diğerinin tavanına
bitişik olan iki komşunun birbirleri üzerinde hakları olduğundan dolayı birisi diğerinin izni
olmadıkça ona zarar verebilecek bir şey yapamaz ve kendi katını yıkamaz. Çünkü
‫دَرْ ءُ اﻟﻤﻔﺎﺳﺪ أَوﻟﻰ ﻣﻦ َﺟﻠْﺐ اﻟﻤﻨﺎﻓﻊ‬ Örnek mutasarrıf, mülkünde istediği gibi tasarruf edebilirse de başkasının hakkı olan bir mülkte
mâlik, tek başına tasarruftan menedilmiştir. Zira onun tek başına tasarrufu kendi hakkında
Def-i mefâsid celb-i menâfi'den evlâdır. bir menfaati celp ise de başkası hakkında bir zararı doğurduğundan ve def-i mefasid celb-i
30
menafiden evlâ olduğu için yukarıdaki gibi bir tasarruftan menedilir.
(Bir şeyde zarar ve menfaat karşılaştığında zararın def'i (giderilmesi) Bir kimse meşru olarak mülkünde tasarruf etmekte iken başkası onun yanında bina inşa
menfaatin celbinden (elde edilmesi) önce gelir.) eder ve kendisi zarara uğrarsa zararını ancak kendi defetmelidir. Mesela bir evin eski
İstisna pencerelerinden diğer kimsenin sonradan yapılmış evinin kadınlara ait bölümü görülse
sonradan yapılan evin sahibi kendi zararını kendisi defetmelidir. Eski evin sahibinden bir
hak talep edemez.
Bir malı gasbeden gasbettiği malı aynen gasbettiği yerde sahibine geri vermelidir. Fakat
‫اﻟﻀﺮر ﯾُﺪﻓﻊ ﺑﻘﺪر اﻹﻣﻜﺎن‬
gasbeden gasbettiği malı harcamış veya mal telef olmuşsa, o mal mislî mallardan ise
mislini ve kıyemiyâttan ise gasp zamanındaki değerini ödemesi gerekir. Çünkü gasbedilen
31 Zarar, bi-kaderi'l-imkân defolunur. Örnek
telef olduğundan aynen geri verilmesi mümkün olmayıp ancak mislî eşyalarda mislini ve
kıyemî mallarda kıymetini tazmin ederek zararın defi mümkün olabildiğine ve zarar imkân
(Zarar, imkânların elverdiği ölçüde kaldırılır.)
dairesinde izâle olunacağına binaen o şekilde tazmin eder.

ً‫ﺻﺔ‬
ّ ‫اﻟﺤﺎﺟﺔ ﺗُﻨﺰّل ﻣﻨﺰﻟﺔ اﻟﻀﺮورة ﻋﺎ ّﻣﺔً أو ﺧﺎ‬
Hamamda ne kadar süre kalınacağı ve ne kadar su döküleceği bilinemediğinden, kıyasa
32 Hâcet, umûmî olsun husûsî olsun, zarûret menzilesine tenzîl olunur. Örnek göre hamama ücret ile girmek câiz değildir. Ancak insanların ihtiyacı sebebiyle kıyasın
hilafına câiz görüldü.
(İhtiyaç, kamuyu ilgilendirsin veya kişiye özel olsun, zaruret
çerçevesinde değerlendirilir.)
Çölde bulunan bir adam aç kalıp da ölmek derecesine geldiğinde ve arkadaşında yiyecek
bulunduğu halde arkadaşının ona yiyeceği ücretiyle vermemesi halinde 21. maddeye göre
‫ﻖ اﻟﻐﯿﺮ‬
ّ ‫اﻻﺻﻄﺮار ﻻ ﯾُﺒﻄﻞ ﺣ‬ ölümden kurtulmak için arkadaşının, ölümden kurtulacak kadar ekmeğini ya da yiyecek
başka bir şeyini izni olmaksızın yese, bu şekilde başkasının malını rızası olmaksızın alıp
33 Iztırâr, hayrın hakkını iptal etmez. Örnek yediğinden dolayı o adama ceza verilmez. Çünkü zaruretler, memnûʿ olan şeyleri mübah
kılar. Fakat ıżtırâr gayrın hakkını iptal etmeyeceğinden sırf ıżtırâr sebebiyle alıp yemesi,
(Bir limsenin bir başkasının hakkından yararlanma zorunluluğu onun bedelini vermekten kurtulması anlamına gelmeyip, ıżtırâr ortadan kalktıktan sonra o
hakkını iptal etmez, hakkını ödemesi gerekebilir.) adamın yediği şey kıyemiyâttan ise kıymetini ve mislî eşyalardan ise mislini sahibine
vermesi lazım gelir. Eğer sahibi helal ederse o halde tazmini gerekmez.

10
Örnek Rüşvet almak alana yasak olduğu gibi verene de yasaktır.
‫ﻣﺎ ﺣﺮُم أﺧْ ﺬُه ﺣﺮم إﻋﻄﺎؤه‬
Zaruret halleri bunun dışındadır. Hakkını rüşvet vermeden kurtaramayan bir kimse,
34 Alması memnû' olan şeyin verilmesi dahî memnû' olur. vereceği rüşvet, hakkından daha az değerli ise zaruretten dolayı rüşveti verebilir. Mesela,
İstisna
bir kimse dağda teröristlere rastlayıp o kimseden rüşvet isteseler ve vermediği takdirde
(Bir şeyin alınması yasaksa verilmesi de yasaktır.) kurtulması mümkün olmasa, rüşvet vermesi câiz olur.
Bir kimseye başkasına zulüm etmek, rüşvet almak ve yalan yere şahitlik etmek şerʿan
yasak olduğu gibi başka bir adama “falana şöyle zulüm et” ya da “falandan şu şekilde
Örnek rüşvet al” veya “falan işe yalan yere şahitlik et,” diye şerʿan câiz olmayan şeyi ondan
istemek ve o fiile teşvik etmek de yasaktır. Nasıl ki o fiili kendisi yapmaktan menolunmuş
ise başkasına yaptırmasına da izin yoktur.
‫ﻣﺎ ﺣﺮُم ﻓﻌﻠﮫ ﺣﺮُم طﻠﺒﮫ‬ Bir adamın yalan yere yemin etmesi câiz olmadığı halde kendisinin haklı olduğu davasını
davalı inkâr edip de ispatlayamazsa, davalıdan yemin istemesi yasak değildir. Hâlbuki
35
İşlenmesi memnû' olan şeyin istenmesi dahî memnû' olur. davacı davasında haklıdır ve davalı da doğru davayı inkâr ettiğinden dolayı yemin edecek
olursa yalan yere yemin edeceği bellidir. Yalan yere yemin etmek câiz olmadığı gibi yalan
(Bir şeyin işlenmesi yasak ise o şeyin yapılmasını başkasından istemek yere yemin etmesini talep etmek de câiz olmamalı iken bu meselede câiz olmuştur. Zira
ve o şeyin yapılmasına aracı olmak da şer'an yasaktır.) İstisna yemin, yeminden dönmenin ümit edilmesi sebebiyle yapılır. Yani belki davalı yeminden
döner de davacının hakkı yerine gelir ümidine dayanır. Eğer bu şekilde yemin câiz olmazsa
davacının hakkını zayi etmesi kuvvetli ihtimaldir. Bu sebeple 17 ve 21. maddelerde
açıklandığı gibi “meşakkat teysîri celbeder” ve “zaruretler memnûʿ olan şeyleri mübâh
kılar” kurallarına göre davacı davasını ispattan aciz olursa davalıdan yemin etmesini
istemesi câiz olur.

ٌ‫اﻟﻌﺎدةُ ﻣﺤ ﱠﻜ َﻤﺔ‬ Bir şahıs, “Vallahi filanın evine ayak basmam!” (‫)وﷲ ﻻ أﺿﻊ ﻗﺪﻣﻲ ﻓﻲ دار ﻓﻼن‬yemin etmişse, o
kişinin evine yürüyerek de girse binek üzerinde de girse yeminini bozmuş olur. Ama eğer
Örnek
Âdet muhakkemdir. ayağını kapının eşiğine koysa ama içeri girmese yeminini bozmuş olmaz, çünkü örfte “ayak
basmak,” girmek manasında kullanılır.
36 (Hükm-i şer'îyi ispat için örf ve adet hakem kılınır. Gerek âmm olsun ve
gerek hâss olsun. Âdet, insanlar arasında düzenli olarak uygulanan ve
selim tabiatlı kimseler yanında makbul olan işlerdir. Örf, akıllıların
şahitliğiyle meşhur olup selim tabiatlı kimselerin kabul ettikleri şeydir. İstisna Âdet, açık bir nas ile çelişiyorsa âdet terk edilir ve nasla amel edilir.
Bu maddede âdet, örf üzerine atfedilmiş olup, ikisi de aynı anlamda
kullanılmaktadır.)

11
‫اﺳﺘﻌﻤﺎل اﻟﻨﺎس ﺣ ّﺠﺔٌ ﯾَﺠِ ﺐ اﻟﻌﻤ ُﻞ ﺑﮭﺎ‬ Bir şahıs, bahçesinde bir günlüğüne çalışması için bir işçi kiralarsa günün hangi saatlerinde
Örnek
çalışacağı o ülkedeki insanların âdetine göre belirlenir.
Nâsın isti'mâli hüccettir ki onunla amel vâcib olur. Taraflar âdet hükümlerini konuşarak iptal etmişlerse âdetle amel edilmez, üzerinde
37
anlaşılan ilkelere göre amel edilir. Mesela, bir adam, bir işçiyi belli bir ücret karşılığında
(İnsanların şer'e muhalif olmayan örf ve âdetleri bir delildir ki ihtiyaç İstisna bahçesinde öğleden ikindiye kadar çalışması için kiralamışsa, sonradan o ülkede âdetin
anında ona öüracaat ve onunla amel vacib olur. Bu madde "Adet sabahtan akşama kadar çalışmak olduğunu söyleyip işçinin sabahtan akşama kadar
muhakkemdir" maddesiyle anlam olarak birdir.) çalışmasını isteyemez.

ً‫اﻟﻤُﻤﺘﻨِﻊ ﻋﺎدةً ﻛﺎﻟﻤُﻤﺘﻨِﻊ ﺣﻘﯿﻘﺔ‬


Bir kimse kendisinden yaş olarak büyük ya da nesebi bilinen bir kimse hakkında, bu benim
Âdeten mümteni' olan şey hakikaten mümteni' gibidir. oğlumdur, diye iddia etse davası dinlenmez. Çünkü kendisinden yaş olarak büyük bir
adamın kendisinin oğlu olması akıl olarak ve nesebi belli kimsenin kendi oğlu olması adet
38 (İmtinâ', imkansızlık demektie. İmkânsızlık ya âdet ile ya hakikaten Örnek olarak imkansızdır. Adet ile imkansız olan şey de hakikaten imkansız gibidir.
olur. Hakîkî imkansızlık bir şeyin yokluğunun aklen zarûri olmasıdır. Bunun gibi fakirliği ile meşhur bir kimse külliyetli bir meblağı bir kere diğerine borç veren
Âdet ile imkansızlık ise bir şeyin varlığının âdet olarak (yani tabiat ya da büyük bir malın kendisinden gasp edilidiğini iddia etse bu da adet ile imkansız
kanunlarına göre) imkansız olmasıdır. Şer'î hükümlerde âdet olarak hallerden olduğu için davası dinlenmez.
imkansız şey, hakikaten de imkansız sayılır.)
Eski hukukçulara göre satın alınacak evin bir odasını görmek yeterli olup, ondan sonra
satın alan diğer odaları gördüğünde görme muhayyerliği yoktur. Sonraki hukukçulara göre
ise evin her odasını görmek gerekir, her odasını görmedikçe görme muhayyerliği devam
eder. Bu, delile bağlı bir ihtilaf olmayıp, evlerin inşaat tarzındaki değişimden
‫ﻻ ﯾُﻨﻜﺮ ﺗﻐﯿﱡ ُﺮ اﻷﺣﻜﺎم ﺑﺘﻐﯿﱡﺮ اﻷزْ ﻣﺎن‬ kaynaklanmaktadır. Eskiden inşa edilen evlerin bütün odaları birbirine denk olduğundan
Örnek
bir odayı görmek diğerlerini görmeye gerek bırakmamıştır ancak daha sonraları evlerin
Ezmânın teğayyürü ile ahkâmın teğayyürü inkâr olunamaz. inşa tarzı değişip bir evin odaları değişik şekillerde yapıldığından evin bir odasını görmek
39 yeterli olmamış, her odasını görmek gerekmiştir. Aslında satın alma amacının
(Zamanın değişmesiyle değişecek olan şer’i hükümler, örf ve adete gerçekleşmesine yetecek seviyede bir bilgi sahibi olmak gerektiğinden, şerʿî kural asıl
dayalı olan hükümlerdir. Yani zamanın değişmesiyle insanların halleri, olarak değişmeyip bunun olaylara uygulanması zamanın değişmesiyle değişmektedir.
örf ve adetleri de değişeceğinden bunların üzerine kurulu olan
hükümler de değişir.)
Edille-i şerʿiyyeye müstenit olup örf ve âdetlere mebni olmayan hükümler zamanın
İstisna
değişmesiyle değişmez. Kasten adam öldürmenin cezasının değişmemesi gibi.

12
‫اﻟﺤﻘﯿﻘﺔُ ﺗُﺘﺮك ﺑﺪﻻﻟﺔ اﻟﻌﺎدة‬

Âdetin delâletiyle mânâ-yı hakîkî terk olunur.


Bir şahıs, “Vallahi filanın evine ayak basmam!” (‫)وﷲ ﻻ أﺿﻊ ﻗﺪﻣﻲ ﻓﻲ دار ﻓﻼن‬yemin etmişse, o
(12. maddede açıklandığı üzere hakikat asıl, mecaz ise onun fer'idir. Bu kişinin evine yürüyerek de girse binek üzerinde de girse yeminini bozmuş olur. Ama eğer
40 Örnek
sebeple bir söz söylendiğince hakiki manaya yorulur. Hakiki mananın ayağını kapının eşiğine koysa ama içeri girmese yeminini bozmuş olmaz, çünkü örfte “ayak
istenmesine engel bir karine bulunmadıkça mecaza yorulmaz. Fakat basmak,” girmek manasında kullanılır.
hakiki manaya yormaya engel bir durum yahut âdet veya şer'
açısından sınırlanmış ya da terk edilmiş olmak gibi bir karine var ise
mecaz manaya yorulur.)

ْ‫إﻧّﻤﺎ ﺗُﻌﺘﺒﺮ اﻟﻌﺎدةُ إذا اطّﺮدتْ أو ﻏﻠﺒﺖ‬

Âdet ancak muttarid yahut galib oldukta muteber olur.


Semenin cins ve miktarı zikrolunup tür ve sıfatı açıklanmayarak pazarlık yapılığında
(Şer'î bir hükmü ispatta hakem olacak âdet devamlı veya çoğunlukla sözleşme hangi bölgede ise o bölgede yaygın olarak kullanılan para ile ödeme yapılır.
41 Örnek
uygulanır olmalıdır. Devamlı ve yaygın bir şekilde kullanılmayan, az Mesela, Osmanlı altınının diğer altınlardan fazla kullanıldığı bir memlekette türünü
rastlanılan örf ve âdet şer'î bir hükmü ispatta hakem olamaz. Bir örf ve belirtmeksizin şu kadar altına bir mal satın alan kimse Osmanlı altını vermeye mecbur olur.
âdet her zaman bir bölgede uygulanıyor ise muttarîd ve her zaman
uygulanmayıp çoğunlukla uygulanıyorsa gâlibtir. Bu ve bundan
sonraki maddeler "adet muhakkemdir" kuralını sınırlarlar.)

‫اﻟﻌِﺒﺮة ﻟﻠﻐﺎﻟﺐ اﻟﺸﺎﺋﻊ ﻻ ﻟﻠﻨّﺎدر‬


Mefḳûdun doksan yaşını tamamlama halinde ölümüne hükmolunması bu asıldan doğar.
İtibâr, gâlib-i şâyi'a olup nâdire değildir. Şöyle ki mefḳûd doğumundan itibaren doksan yaşını tamamladığında gerçekten ölümü
42 Örnek
sabit olmasa bile hâkim vefatına hükmederek mallarını mirasçıları arasında paylaştırır. Zira
(Toplumda herkesçe bilinen ve yaygın olan şeyler esas alınır, az vuku galip ve şayi olan insanların bu yaşa ulaşmadan ölmeleridir.
bulan şeyler hükme esas teşkil etmez.)

‫اﻟﻤﻌﺮوف ﻋُﺮﻓًﺎ ﻛﺎﻟﻤَﺸﺮوط ﺷﺮطًﺎ‬


İşçiye yemek vermek iş sahibi için bir borç değildir. Meğerki o bölgenin örf âdetinde işçiye
Örfen ma'rûf olan şey, şart kılınmış gibidir. yemek vermek var ise iş sahibinin işçiye yemek vermesi gerekir. Mesela, İstanbul’da uşağa
43 Örnek
yemek vermek örf âdetten olduğundan, yemek verip vermeyeceğini açıklayamayan bir
(İnsanlar arasında bilinen ve alışkanlık haline gelen şey, şer'e göre kimse İstanbul’da bir uşak tutsa yemek vermesi gerekir.
açıkça şart kılınmış gibidir.)

13
‫اﻟﻤﻌﺮوف ﺑﯿﻦ اﻟﺘﺠّﺎر ﻛﺎﻟﻤﺸﺮوط ﺑﯿﻨﮭﻤﺎ‬
Mesela, peşin veya veresiye sözü geçmeksizin tüccarın biri başka bir tüccardan bir şey
Beyne't-tüccâr ma'r'uf olan şey, beynlerinde meşr'ut gibidir. satın alsa parasını peşin vermelidir. Ancak satın alınan şeyin semeninin tamamı veya bir
miktarı hafta veya ay başında ödenmiş olması o bölgede tüccarlar arasında örf ve âdet ise
44 Örnek
(Bir tüccar diğer bir tüccarla alışveriş ettiğinde aralarında örf ve âdet satıcı semeni müşteriden hemen isteyemez. Yani sanki müşteri malı aldığında satıcıya,
olan şeyi açıkça belirtmeseler de söylenmiş gibi olur. Bu sebeple o “ben bu malı şu kadar fiyat ile hafta veya ay başında ödemek üzere aldım” demiş ve satıcı
şeyin îfâsı gerekir. Yukarıdaki madde bu maddeyi de kapsıyor olsa da da ona göre satmış gibidir.
ayrıca zikredilmesi ticari faaliyetlerin önemi sebebiyledir.)

ّ‫اﻟﺘﻌﯿﯿﻦ ﺑﺎﻟﻌﺮف ﻛﺎﻟﺘﻌﯿﯿﻦ ﺑﺎﻟﻨﺺ‬ Ariyet veren, ariyeti zaman, mekan ve bir tür faydalanma şekli ile sınırladığı halde, ariyeti
ariyet alan dilediği zaman ve yerde dilediği gibi kullanabilir. Fakat örf ve adet ile sınırlar.
Örf ile tayîn nass ile tayîn gibidir. Mesela, bir kimse atını o şekilde mutlak olarak ariyet verdiğinde ariyet alan ona dilediği
45 Örnek
zaman biner ve dilediği yere gider. Fakat adet üzere iki saatte gidilecek yere bir saatte
(Yani bir şeyi nas ile ve açıkça belirlemek ne hüküm ifade ederse, örf ve gidemez. Bunun gibi mutlak olarak ariyet verilen bir han odasında ariyet alan, dilerse
âdet ile belirlemek de o hükmü ifade eder. Mutlak ariyetin örf ve adet oturur, dilerse malını depo eder. Fakat örf ve adetin aksine içinde demircilik edemez.
ile sınırlanması bu maddeden doğmaktadır.)
Bir kimse borcu karşılığında rehin vermiş olduğu malı satmak istediğinde bunu yapamaz
çünkü borca karşılık vermiş olduğu teminat buna engeldir. Malın kendisine ait olması
‫إذا ﺗﻌﺎرض اﻟﻤﺎﻧ ُﻊ و اﻟﻤﻘﺘﻀﻲ ﯾُﻘﺪﱠم اﻟﻤﺎﻧﻊ‬ satabilmesini gerektirirken rehin bunu engellemektedir. Mâni ile muktezi tearuz ettiğinde
mâni takdim olunduğundan burada da satışı engelleyen rehin durumu öncelenir ve malın
Mâni' ve muktezî teâruz ettikte mâni' takdîm olunur. satımına izin verilmez.
46 Örnek
Bunun gibi, şahitliğine başvurulan kişi için yapılan güvenilirlik soruşturmasında (tezkiye)
(Bir şeyin hem engeli hem de gerekeni bulunyor ve bu ikisi karşı karşıya müzekkîlerden bazısı şahitleri cerh ve bazısı tadil etse cerh tarafı tercih edilir ve hâkim
geiyorsa engel tercih edilir ve ona göre hareket edilir.) onların şahitliğiyle hüküm vermez. Çünkü tadil, şahitliklerinin kabulünü gerektirdiğinden
ve cerh ise şahitliklerinin kabulüne engel olduğundan engel takdim ve tercih edilir.
Müzekkî: Şahitlerin, şehadete ehil olup olmadıklarını haber veren zat.
‫اﻟﺘﺎﺑﻊ ﺗﺎﺑ ٌﻊ‬
Gebe bir hayvan satıldığında ya da hibe edildiğinde karnındaki yavrusu vücutta ona tabi
47 Vücutta bir şeye tâbi olan, hükümde dahî ona tâbi olur. Örnek olduğundan hükümde dahi ona tabi olarak her ne kadar satış sözleşmesinde veya hibede
yavru açıkça belirtilmemiş ise de tebʿan satılmış yahut hibe olunmuş olur.
(Varlığı itibariyle bir şeye bağlan olana ayrıca hüküm verilmez.)

14
Gebe bir hayvanın karnındaki yavrusu, o hayvan satılmadan ayrıca satılamaz yahut
Örnek
bağışlanamaz. Ancak hayvan doğurduktan sonra sözleşme tecdit edilse sahih olur.
‫اﻟﺘﺎﺑﻊ ﻻ ﯾُﻔﺮد ﺑﺎﻟﺤﻜﻢ‬
Cenin, vücutta annesine tabi olduğu halde ayrıca cenin için vasiyet sahihtir. Şöyle ki bir
48 kimse, “vefatımdan sonra malımın üçte birinden falan kadının karnındaki cenine şu kadar
Tâbi olan şeye ayrıca hüküm verilemez.
lira verilsin” diye vasiyet etse lehine vasiyet edilen cenin, vasiyet anında o kadının
İstisna
karnında mevcut ise vasisinin hükmü ile vasiyet edilen paraya müstahak olur. Ceninin
(Bir varlığa tabi olana ondan ayrı hüküm verilmez.)
vasiyet sırasında mevcut olması vasiyet vaktinden itibaren altı aydan önce doğmasıyla
bilinir.
‫ﻣَﻦ ﻣﻠَﻚ ﺷﯿﺌًﺎ ﻣﻠَﻚ ﻣﺎ ھﻮ ﻣﻦ ﺿﺮوراﺗﮫ‬
Bir haneyi satın alan kimse onun zaruri kısımlarından olan abdesthanesine, kilerine ve
Bir şeye mâlik olan kimse o şeyin zarûriyâtından olan şeye dahi malik mutfağına malik olduğu gibi ona mûṣil olan ṭarîḳa dahi malik olur. Bunun gibi, bir yere
49 olur. Örnek malik olan kimse üstüne ve altına da malik olur. Bu sebeple mülkü olan arsada istediği
binayı yapmak ve dilediği kadar çıkma ve zemini kazmak yoluyla mahzen yapmak ve
(Bir şeye sahip olan ona bağlı ve onun ayrılmaz parçası konumunda dilediği kadar derin kuyu kazmak gibi tasarruflara muktedir olur.
bulunan şeylere de sahip olmuş olur.)

‫ع‬
ُ ‫إذا ﺳﻘﻂ اﻷﺻ ُﻞ ﺳﻘﻂ اﻟﻔﺮ‬
Alacaklı, borçlunun zimmetini ibra etse kefilin zimmeti de beri olur ve alacaklının söz
50 Asıl sâkıt oldukta fer' dahî sâkıt olur. Örnek konusu meblağı kefilden istemeye hakkı ve yetkisi kalmaz. Çünkü asıl sakıt olduğunda fer'
de sakıt olur.
(Asıl olan düştüğünde ona bağlı olan ne ise o da düşer.)

‫اﻟﺴﺎﻗﻂ ﻻ ﯾﻌﻮد‬ Bir kimse diğer bir kimseyi bin lira üzerine dava edip de bir miktarı üzerine sulh etseler,
davalı alacağının bazısını alıp kalanını düşürse, kalanında o kimseyi ibra etmiş olur. Bu
Sâkıt olan şey avdet etmez. sebeple bu iki şekilde iki taraf razı olsalar bile sulhu fesih ve nakzedemezler. Zira sakıt olan
51 Örnek
avdet etmez.
(Giden geri gelmez. Yani bir kimse düşebilecek olan bir hakkını Kölesini azat eden kimse kararından dönemez. Bunun gibi karısını boşayanın bu hakkı
düşürdüğünde artık düşen o hak geri gelmez.) gider ve bu hak geri gelmez.
Mesela bir kimse satın aldığı bir malın kusuru sebebiyle satıcıyla bir başka mal ile sulh
‫إذا ﺑَﻄﻞ ﺷﻲء ﺑﻄﻞ ﻣﺎ ﻓﻲ ﺿِ ﻤﻨﮫ‬ etmiş olsalar, sonra da müşterinin çabası dışında maldaki kusur kendiliğinden düzelmiş
Örnek
olsa sulh geçersiz olur. Çünkü sulh, kusura binaen yapılmış idi, kusur gidince sulh da
52 Bir şey bâtıl oldukta onun zımnındaki şey dahî bâtıl olur. geçersiz olmuş oldu.
Şüfʿa hakkı sahibi, şüfʿa hakkını bir mal karşılığında satsa söz konusu satım bâtıl olur ise de
(Bir şey bâtıl ise ona dâhil olan diğer şey de bâtıl olur.) İstisna
onun altındaki şüfʿanın ıskatı bâtıl olmaz ve şüfʿa hakkı sahibinin şüfʿa hakkı düşer.

15
Gasbedilen malın, malı gasbedilen kimseye aynen geri verilmesi asıl olduğundan aynen
‫إذا ﺑﻄﻞ اﻷﺻﻞ ﯾُﺼﺎر إﻟﻰ اﻟﺒﺪل‬
mevcut oldukça gasbedilene aynen geri verilmesi gerekir. Buna usülcüler, edâ-yı maḥż-ı
kâmil derler. Fakat gasbedilen mal telef veya zayi olup da aslın îfâsı yani sahibine aynen
53 Aslın îfâsı kabil olmadığı halde bedeli îfâ olunur. Örnek
geri verilmesi ve teslimi kabil olmadığı halde bedeli îfâ edilir. Şöyle ki 891. maddede
açıklandığı gibi eğer gasbedilen mal tartılanlardan ise gasbedenin gasp zamanı ve
(Îfâsı gereken bir borcun aslı ödenemez ise bedeli ödenir.)
yerindeki değerini ve eğer mislî mallardan ise mislini vermesi gerekir.
Bir kimsenin görmediği şeyi satın alıp da onun kabzı için vekil tayin ettiği kimse, ben
müvekkilimin görme muhayyerliğini ıskat ettim, dese vekilin bu şekilde müvekkilinin
görme muhayyerliğini kasten ıskatı sahih olmaz. Ancak vekil,söz konusu satılanı görerek
‫ﯾُﻐﺘﻔَﺮ ﻓﻲ اﻟﺘﻮاﺑﻊ ﻣﺎ ﻻ ﯾُﻐﺘﻔَﺮ ﻓﻲ ﻏﯿﺮھﺎ‬ kabz etse müvekkilin görme şartını İmam Ebu Hanife hazretlerine göre zımnen ve teban
sakıt olur.
Bizzât tecvîz olunmayan şey bittab' tecvîz olunabilir. Bunun gibi bir malın satılmasına vekil olan kimse tarafından diğer bir kimse o malı satmaya
54 Örnek
vekil tayin edilemez. Ancak satıma vekil olduğu malı birisi fuzuli olarak satsa, fuzulinin
(Bizzat kendisi câiz olmayan şey bir başka şeye bağlı olarak câiz satımına icazet vermesi sahih olur. Her ne kadar fuzulinin satımına icazet vermek
olabilir.) başlangıçta vekalet verme hükmünde ise de bizzat caiz görülmeyen vekalet verme,
fuzulinin satımına icazet vermenin altına ve ona tabi olarak caiz görülebilir.
Su hakkını satmak veya vakfetmek caiz değildir, ancak su hakkının ait olduğu arazi satılırsa
veya vakfedilirse, ona tabi olarak su hakkı da satılmış veya vakfedilmiş olur.
Mesela, hisse-i şayiayı hibe etmek sahih değildir. Amma bir mal-ı mevhubun hisse-i
şayiasına bir müstahak çıkıp da zapt etse hibe batıl olmayıp hisse-i bakiye mevhubun lehin
‫ﯾُﻐﺘﻔﺮ ﻓﻲ اﻟﺒﻘﺎء ﻣﺎ ﻻ ﯾُﻐﺘﻔﺮ ﻓﻲ اﻻﺑﺘﺪاء‬ malı olur.
Mesela bir kimse bir arsayı müstakil olarak kendi malı olmak üzere diğer kimseye
55 İbtidâen tevcîz olunmayan şey bekâen tecvîz olunabilir. Örnek
tamamen hibe ve teslim ettikten sonra bir şahıs çıkıp bu hibe edilen arasının ortak
hissesinin yarısı kendi malı olduğunu dava ve müddeasını ispat ederek ortak hissenin
(Başlangıcı itibariyle câiz olmayan şey sonu itibariyle câiz olabilir.) yarısını zapt etse hibe batıl olmayıp arsanın diğer ortak hissesinin yarısı kendisine hibe
edilende kalır.
‫اﻟﺒﻘﺎء أَﺳﮭﻞ ﻣِﻦ اﻻﺑﺘﺪاء‬
Yukarıdaki örnekte olduğu gibi yukarıda yazıldığı şekilde tamamen ve müstakil olarak hibe
Bekâ, ibtidâdan esheldir. ve teslim ettikten sonra bir parçasında mesela yarısında hibesinden dönse, hibe batıl
olmayıp hibe edilen şeyin yarısı kendisine hibe edilenin, diğer yarısı da hibe edenin olur.
56 Örnek
(Bir şeyin devam ettirilmesi, ilk defa yapılmasından kolaydır. Bu kural Her ne kadar bu iki şekide ortaklık hasıl olursa da hibenin başlangıçta kurulmasında
önceki maddenin aslı ve delilidir. Yani başlangıçta cevaz vermeyen mevcut olmayıp sonradan ortaya çıktığından ve başlangıçta caiz görülmeyen ortaklık,
şeye devamlı olma halinde cevaz verilebilir. Zira bekâ, ibtidâdan devamlı surette caiz görülebileceğinden hibe batıl olmaz.
esheldir.)

16
Mesela, bir adam birine bir şey hibe, hediye ya da tasadduk etse kable’l-kabz hibe, hediye
‫ﻻ ﯾﺘ ﱡﻢ اﻟﺘﺒﺮّع إﻻ ﺑﻘَﺒﺾ‬ ya da sadaka tamam olmaz. Yani kendisine hibe edilen kimse hibe edilen mala, kendisine
hediye edilen kimse hediyeye ya da kendisine sadaka verilen kimse sadakaya malik olmaz.
Teberru' ancak kabz ile tamam olur. Örnek
Zira teberru kable’l-kabz tamam olsa yani sadece teberru sözleşmesi ile teberru edilen mal
kendisine teberru yapılan kimsenin mülkünde sabit olsaydı, teberru eden kimse o şeyin
(Teberru'; Bağış, bağışlama, iʿâne, karşılıksız kazandırma işlemlerinin teslimini de teberru etmemiş olduğu halde, teslimin de onun üzerine olması gerekirdi.
57 ortak adı. Bir şeyi bedelsiz başkasına temlîk etme. Vakıf, hibe, sadaka,
ibrâ', âriyet ve bir vakfın tamiri gibi akit ve muameleler teberru'
sayılmaktadır. Vasiyet de teberru kabilinden olduğu halde kabz aranmayıp vasiyet eden kimsenin
Bir şeyin karşılıksız olarak temlîk olunması ancak o şeyin kendisine İstisna vefatından sonra vasiyet edilen kimsenin kabulüyle mülk sabit olur. Bunun sebebi,
teberru' yapılan kimse tarafından kabzedilmesiyle tamam olur, yani vasiyette mülkün sabit olması, vasiyet edenin vefatından sonra olmasıdır.
mülkiyet ifade eder.)

‫اﻟﺘﺼﺮف ﻋﻠﻰ اﻟﺮﻋﯿّﺔ ﻣَﻨﻮطٌ ﺑﺎﻟﻤﺼﻠﺤﺔ‬ Hâkimin birine üzerine bina yapması için bir yolu vermesi halka zarar vermiyorsa câizdir,
Örnek eğer halka zarar veriyorsa bu yolu veremez. Bunun gibi, sultanın bir adamın arsasını yol
Râ'iyye yani teb'a üzerine tasarruf maslahata menûttur. yapmaya halkın ihtiyacı durumunda hakkı vardır.
58
Katîlin velisi olan çocuğun vasisi, kâtili öldürtemez ve affedemez. Ancak noksan olmamak
(Devletin, bütün tebaası üzerinde velayet ve nezareti olduğu için,
kaydıyla diyet üzerine mal karşılığında sulh edebilir. Hâkim ise kâtili kısâsen idam
reayanın işlerine ilişkin hususlardaki tasarrufu halkın maslahatına İstisna
ettirebilir. Burada umumi velayet sahibi olan hâkim, hususi velinin kâdir olamadığı şeye
uygun olmasına bağlıdır.)
muktedir olmuştur.

‫اﻟﻮِﻻﯾﺔ اﻟﺨﺎﺻّﺔ أﻗﻮى ﻣﻦ اﻟﻮِﻻﯾﺔ اﻟﻌﺎﻣّﺔ‬


Örnek Bir yetimin vasisi var iken hâkimin o yetimin malında tasarrufu nafiz olmaz.
Velâyet-i hâssa velâyet-i âmmeden ekvâdır.
59
(Şahsî, mâlî işleri yürütmekle görevli olanlar arasında özel velayete
sahip olanın yetkisi, genel velayete sahip olandan daha güçlüdür. Mütevelli ve vasinin hıyanetleri sabit olur ise hâkimin velayet-i ammesi olması hasebiyle
Velayet; ister razı olsun ister olmasın, başkası üzerinde tasarruf İstisna
onları azledip yerlerine adaletli ve yeterli kimseleri mütevelli ve vasi nasbedebilir.
etmenin nâfiz olmasıdır.)

17
‫إﻋﻤﺎل اﻟﻜﻼم أوﻟﻰ ﻣﻦ إھﻤﺎﻟﮫ‬

Kelâmın i'mâli ihmâlinden evlâdır. Vakfeden kimse, vakfının gallesini evladına şart etmiş olursa sulbî evladı var ise sözün
gerçek manaya yorulması mümkün olduğundan söz konusu vakfın gallesi münhasıran
(Bir kelamın hakiki veya mecazi bir manaya hamli mümkün oldukça evladına verilip evladının evladına galleden bir şey verilmez. Eğer sulbî evladı olmayıp da
ihmâl edilmemeli yani manasız itibar olunmamalıdır. Ancak bir sözün evladının evladı var ise sözün gerçek manaya yorulması mümkün olmadığından mecaz
60 Örnek
gerek gerçek ve gerek mecaz anlama yorulması mümkün olmazsa, manaya yorularak, söz konusu vakfın gallesi evladının evladına verilir. Zira kelamın imali
zaruri olarak ihmal edilir, yani bir anlam verilmez. 12. madde ihmâlinden evladır.
gereğince sözde asıl olan gerçek mana olduğundan akıldan çıkan bir Galle-i vakf: Vakfın varidâtı, gelirleri. Buna “rey-i vaḳf” da denir. Vakıf bahçelerinin
sözün ilk olarak gerçek manaya yorulması mümkün olursa oraya meyveleri, vakıf akarlarının kiraları, vakıf paralarının kârları gibi.
yorulur. Eğer olmazsa mecaz manaya yorulur. O da mümkün olmazsa
ihmâl edilir.)
Bir adam, “ben şu ağaçtan yemem” diye yemin ettiği zaman eğer o ağaç şeker kamışı gibi
aynen yenilen ise, gerçek mana müteʿazzir olmadığından bu söz gerçek manaya yorularak
yemin o ağaca edilmiş sayılır. Bu sebeple şeker kamışını yer ise yeminini bozmuş olur. Eğer
‫إذا ﺗﻐﺬّرت اﻟﺤﻘﯿﻘﺔ ﯾُﺼﺎر إﻟﻰ اﻟﻤﺠﺎز‬
aynen yenmeyen portakal, hurma ve zeytin ağaçları gibi meyvesi yenenlerden ise yemin
meyvesi için kullanılmış sayılır. Şayet servi ağacı gibi meyvesi de yoksa yemin ağacın
Mana-yı hakiki müte'azzir oldukta mecâza gidilir. Örnek
61 gelirine yorulur. Bunun gibi “şu çömlekten yemem” diye yemin eden kimse o çömleğin
içindeki şeyi yememeğe yemin etmiş olur. Çünkü bu üç şekilde gerçek mana müte'azzir
(Bir söze hakiki anlamını yükemek imkansız olduğunda mecazi anlamı
olduğundan söz mecaz manaya yorularak, yemin eden ağacın meyvesini veya meyvesi
dikkate alınır.)
olmayan ağacın semeniyle yiyecek bir şey alıp da yer ise ve çömleğe konan yiyecekten yer
ise yeminini bozmuş olur. Hatta mesela portakal veya servi ağacının kendilerini yese
yeminini bozmuş olmaz.
‫إذا ﺗﻌﺬّر إﻋﻤﺎل اﻟﻜﻼم ﯾُﮭﻤﻞ‬

Bir kelâmın i'mâli mümkün olmaz ise ihmâl olunur. Bir adamın kendi oğlu için onun yaşça kendisinden büyük olduğunu iddia etmesi bu
62 Örnek kabildendir. Ya da bir adamın vasiyetinde hem efendiye hem köleye muhtemil bir lafız
(Bir kelamın hakiki ve mecazi bir manaya hamli mümkün olmazsa o olan “mevlâ” kelimesini kullanması da böyledir.
halde mühmel yani manasız bırakılır. Ya da kişinin birden fazla
manaya delalet eden bir sözünün hangi manaya yorulacağına dair bir
karine olmaması durumu da böyledir.)

18
Bu sebeple kısası gerektiren adam öldürme ile öldürülenin tek varisi olan kimse, katilin bir
‫ذﻛﺮ ﺑﻌﺾ ﻣﺎ ﻻ ﯾﺘﺠﺰّأ ﻛﺬﻛﺮ ﻛﻠّﮫ‬ kısmını kısastan affetse, kısas tamamen düşer. Çünkü kısas bölünme kabul etmez. Yani
katilin hayatının bir kısmını alma ve diğer kısmına dokunmama olmaz. Bölünemeyen bir
Mütecezzi' olmayan bir şeyin ba'zını zikretmek küllünü zikretmek şeyin bazısını zikretmek ise tamamını zikretmek gibidir. Bu şekilde mirasçı, “katilin
gibidir. Örnek
tamamını kısastan affettim” demiş gibi olmakla tamamen kısas düşer.
63 Talakta da böyledir. Mesela, bir kimse zevcesine, “seni yarım talakla boşadım” demiş olsa
(Şer'de bölünemeyen bir şeyin tamamını zikretmek ne hüküm ifade zevcesi bir talakla boşanmış olur. Çünkü talak bölünme kabul etmediğinden, bazısını zikir,
ederse bazısını zikretmek de o hükmü ifade eder. Çünkü bu gibi tamamını zikir gibidir.
şeylerin bazısının zikri tamamının zikri gibi olmazsa, akıllı bir kimsenin
Ancak bölünebilen şeyin bazısını zikr etmek küllünü zikir gibi değildir. Mesela, bir kimse
söylediği bir sözü ihtimâl ve ilga etmek gerekir. Hâlbuki 60. maddede
İstisna diğerine, “evimin üçte birini sana sattım” dese evinin tamamı satılmış olmayıp, ancak üçte
açıklandığı gibi sözün imali ihmalinden evladır.)
biri satılmış olur.
Mutlak: Mesela bir kimse bir elbiseyi şu kadar liraya terzinin kendi eliyle dikmesi üzerine
pazarlık ettiğinde terzi onu başkasına diktirmeyip kendisi dikmelidir. Başkasına diktirdiği
takdirde elbise bir zarar görse zararı tazmin eder. Ancak bizzat dikmek kaydıyla
kayıtlandırmadığı durumda terzi o elbiseyi mesela kalfasına diktirebilir. Kasıtsız olarak telef
ً‫ﺼًﺎ أو دﻻﻟﺔ‬
ّ ‫اﻟﻤﻄﻠﻖ ﯾَﺠﺮي ﻏﻠﻰ إطﻼﻗﮫ إذا ﻟﻢ ﯾَﻘُﻢ دﻟﯿﻞ اﻟﺘﻘﯿﯿﺪ ﻧ‬ olsa tazmin gerekmez.
Bunun gibi, yemin kefaretinde “köle azat etme” emri mutlak gelmiştir (Maide, 89).
Eğer nassan yahut delâleten takyîd delili bulunmazsa mutlak, ıtlâkı Yeminini bozan Müslüman olsun, gayrimüslim olsun dilediği herhangi bir köleyi azat
64 üzere cârî olur. Örnek edebilir. Ancak hataen adam öldürmede kefaret “müʾmin köle” şeklindeki ifadeyle
“müʾmin” olarak kayıtlandığından (Nisa, 92) gayrimüslim köle azadı kefaret yerine geçmez.
(Kayıtsız ve şartsız söylenmiş olan sözler içine aldığı her bir fert için Mukayyed: Mesela bir kimse bahar mevsiminde bir elbise alması için diğer bir kimseye
geçerlilik arz eder. Şâyet açıkça veya delalet yoluyla bir kayıt konulmuş vekalet verse, o bahar giymek üzere bir elbise alması için vekalet vermiş olur. Mevsim
ise o kayıt geçerlidir.) geçtikten sonra ya da gelecek senenin baharında alsa müvekkil hakkında nafiz olmayıp,
vekilin aldığı elbise kendi üzerinde kalır. Çünkü her ne kadar açıkça kayıtlandırıcı bir delil
yoksa da delalet yoluyla kaytılandırıcı bir delil bulunduğundan, mutlak ıtlakı üzere cari
olmaz.

19
‫اﻟﻮﺻﻒ ﻓﻲ اﻟﺤﺎﺿﺮ ﻟﻐْﻮ و ﻓﻲ اﻟﻐﺎﺋﺐ ﻣﻌﺘﺒﺮ‬ Mesela, bâyi' meclis-i bey'de hâzır olan bargir (gri renkli) atı satacak olduğu halde hem ata
işaret hem de cins ve vasfını açıklayarak, “şu yağız (siyah renkli) atı şu kadar bin kuruşa
Hâzırdaki vasıf lağv ve gâibteki vasıf mûteberdir. sana sattım” dese, işaret edilen at belirtilen cinsten olduğundan icabı muteber olup vasıf
yani yağız tabiri lağvolur. Çünkü hâzırdaki vasıf lağvdır. Bu sebeple satıcının bu icabı
(Vasıf, bir nesneyi sıfatlamak yani sıfat ve alametlerini açıklamak ve üzerine müşteri icap meclisinde kabul ederse satım sözleşmesi lazım olur. Alıcı sonradan
saymaktır. Sıfat, bir şeyin zatıyla kaim olan halidir. Lağv, bâtıl söz yani “sen bana bu at siyah demiştin, ama bu gri” diye itiraz ederse, bu itirazı geçersizdir. Çünkü
söylenmesi ve söylenmemesi eşit olan sözdür. Bir şeyin belirli olması at satış esnasında mevcut bulunduğu ve alıcıya gösterildiği için satıcının vasfı lağv yani
veya o şeyi diğerinden ayıran şekilde belirlenmesi ve vasıflandırılması geçersiz olur.
65 yani cins, tür ve sıfatını açıklamakla ya da o şey hazır ise ona işaret ile Örnek
Amma meydanda olmayan yani satım meclisinde mevcut olmayıp gaip bulunan bargir (gri
olur. Bu sebeple bir şeyi tanımlamak için onun cinsi ile beraber vasfı da renkli) atı yağız (siyah renkli) diye satsa, gaipteki vasıf muteber olmakla bey' mün'akit
zikrolunduğunda bakılır. Eğer mevsuf hazır olup da işaretle belirleme olmaz. Zira yukarıda açıklandığı gibi meydanda olmayan bir şeye işaret mümkün olmadığı
birlikte yapılmış ise yani o şeyin cins ve vasfı açıklanmakla beraber için gaip hakkında her halde belirlemek ve vasıflandırmak muteberdir. Satım kurulmuş
işaret de edilmiş ise, cinsi belirlemek muteber ise de, vasfı belirlemek olmaz demek satım lazım olarak kurulmuş olmaz demektir. Yani satıcının rağbet edilen bir
lağvolup ancak işaret muteber olur. Eğer mevsuf gaip yani meydanda vasıf ile vasıflanmış olmak üzere satmış olduğu mal o vasfa sahip olmasa müşteri
değil ise işaret mümkün olmadığından sadece cinsi ve vasfını muhayyerdir. Dilerse satımı fesheder, dilerse kararlaştırılan semenin tamamı ile satılanı
belirleyebilir. Bu şekilde gaipte hem cinsi belirlemek hem de vasfı kabul eder. Buna hıyâr-ı vasıf derler.
belirlemek muteber olur.)

‫اﻟﺴﺆال ﻣُﻌﺎ ٌد ﻓﻲ اﻟﺠﻮاب‬ Bir kimse hâkimin huzurunda birine, “benim senden satmış olduğum şu şeyden dolayı şu
kadar lira alacağım vardır, isterim” diye dava açsa, hâkim davalıya, “ne dersin, bu kimsenin
Su'âl, cevâpta i'âde olumuş addolunur. sende o şeyden dolayı şu kadar lira alacağı var mıdır?” diye sorduğunda davalı cevabında,
66 Örnek “evet” ya da “vardır” dese dava konusunu ikrar etmiş, yani “davacı olan bu kimseye şu
(Cevap veren kimse tarafından tasdik olunan bir sualde ne denilmiş ise meseleden zimmetimde şu kadar lira borcum vardır” demiş olur. Yani kabul için tüm
mucîb yani cevap veren kimse tasdik etmekle o şeyi aynıyla söylemiş lafızları tekrardan söylemesine gerek yoktur. Fakat cevap veren tasdik etmeyi reddederse
hükmündedir.) sorusunda ne denilmiş ise cevap veren onu söylemiş olmaz.
ٌ‫ﻻ ﯾُﻨﺴﺐ إﻟﻰ ﺳﺎﻛﺖ ﻗﻮ ٌل و ﻟﻜﻦّ اﻟﺴﻜﻮت ﻓﻲ ﻣَﻌﺮِض اﻟﺤﺎﺟﺔ ﺑﯿﺎن‬
Birinci fıkra: ʿÂriyet verenin susması kabul sayılmaz. Bu sebeple bir kimse birinden bir şeyi
Sâkite bir söz isnâd olunmaz. Lâkin ma'rız-ı hâcette sükût beyândır.
ʿâriyet olarak isteyip de sahibi sustuğu halde alsa, o şeyi gasbetmiş sayılır. İkinci fıkra:
Kendisine hibe edilen kimse hibe edilen malı ya da kendisine sadaka verilen kimse
(Sükût eden kimseye "şu sözü söylemiş oldu" denilmez. Lakin
sadakayı kabzederken, mal sahibinin görüp de susması, kabza izin verdiği anlamına gelir.
67 söyleyecek yerde sükût etmesi ikrar ve beyan addolunur. Burada Örnek
Bunun gibi, evlilik çağındaki bakire kıza, evlilikten önce evliliğe razı olup olmadığı
aslında iki kural açıklanmış olmaktadır. Birisi susan kimseye söz isnat
sorulduğunda, soran babası ise susması veya evlendirildiği haber verildiğinde sükût etmesi
olunmaz ve diğeri ihtiyaç anında susmak beyandır. İkinci kural,
halinde nikâhlayan babası ise bu sükûtu evliliğe rıza sayılır. Babası varken dedesinin bu
birinciyi kayıtladığından, ihtiyaç haricinde susan kimseye söz isnat
şekildeki evlendirmesi onun rızasına delalet etmez.
olunmaz, denilebilir. Fakat ihtiyar yerinde susmak ikrar ve beyan kabul
edilir demektir.)

20
‫دﻟﯿﻞ اﻟﺸﻲء ﻓﻲ اﻷﻣﻮر اﻟﺒﺎطﻨﺔ ﯾﻘﻮم ﻣﻘﺎﻣﮫ‬
Lukaṭayı bulan kimse, lukatayı alırken başkalarını şahit tuttuğunda veya tarif ederek
Bir şeyin 'umûr-u bâtınede delili, o şeyin makâmına kâim olur.
insanlara ilan ettiğinde sahibine geri vermek kastıyla aldığına hüküm verilir. Kasıt, kalpte
68 Örnek
ve gizli olup, aslına vâkıf olmak zor olduğundan görünürdeki delil olan şahit gösterme ve
(Hakikatine ıttılâ' müte'assir olan 'umûr-u bâtınede delîl-i zâhirîsi ile
ilan etme, onun makamına kaim olur. Yani adama gâsıp denemez.
hükmolunur. İşin iç yüzü bilinemediği durumlarda onu gösteren
emarelere itibar olunur.)
Bağdat’ta bulunan bir kimse İstanbul’da bulunan diğer bir kimseye yazdığı mektupta,
‫اﻟﻜﺘّﺎب ﻛﺎﻟﺨِ ﺘﺎب‬ “İstanbul’da falan yerde, falan sokakta, falan numarada, sınırları şu olan evimi şu kadar
liraya sana sattım” diye yazıp mektup İstanbul’daki kimseye ulaştığı yerde o kimse hemen
Mükâtebe muhâtaba gibidir. eline kalemi alıp Bağdat’ta bulunan kimseye hitap ederek ve ona cevap niteliğinde, o evi o
69 Örnek kadar liraya satın aldığını ve kabul ettiğini yazarsa ikisi de sözlü olarak bir şeyi
(Mükatebe, yazışma; muhataba ise yüz yüze konuşma demektir. Yani söylemedikleri halde satım sözleşmesi kurulmuş olur. Bunun gibi İstanbuldaki kimseye
ismini belirterek iki kimsenin birbirine bir şey yazması, yüz yüze mektubun ulaştığı mecliste sözlü olarak kabul etse yine satım sözleşmesi kurulmuş olur.
konuşmak gibidir.) Aynı şekilde bir kimse eşine “Seni boşadım!” diye yazsa, o andan itibaren kadın boşanmış
olur.
Satım, kira, hibe, rehin, nikah, talak, ibra, ikrar, yemin ve vasiyet konularında muteberdir.
Zira dilsizin belirli işaretleri geçerli olmasa, hiçbir muameleye muktedir olamayıp
ihtiyaçlarını karşılamaktan aciz olması gerekir. Bunun gibi dilsizin işaret-i ma’hudesiyle bir
Örnek
malını birine hibe etmesi, bir kadını evlendirmesi, eşini boşaması, bir şahsı ibra etmesi ve
vasiyet etmesi muteber olur. Kuvvetli görüşe göre dilsizin işaret-i malumesi kısasta da
geçerlidir.
‫اﻹﺷﺎرة اﻟﻤَﻌﮭﻮدة ﻟﻸﺧﺮس ﻛﺎﻟﺒﯿﺎن ﺑﺎﻟﻠﺴﺎن‬
Hadlerde ittifak ile ve kısasda bir rivayete göre geçerli olmaz. Yani dilsiz işaret-i malumesi
Dilsizin işâre-i ma'hûdesi lisân ile beyân gibidir. ile kısası gerektiren bir öldürmenin kendisinden südurunu ikrar etse kuvvetli görüşe göre
bu ikrarı geçerli olur, diğer görüşe göre olmaz. Ancak haddi gerektiren bir şeyin
70
(İşaret, vücut harekerleriyle bir şey göstermektir. Mâhûd, erbabı kendisinden çıkmasını işaret-i malumesi ile ikrar etse ittifakla geçerli olmaz. Zira had,
yanında bilinen demektir. Yani dilsizin gerek baş ve gerek kaş ve gerek önemli bir mesele olduğundan şüphe ile kalkar.
göz ve el ile olan belirli işareleri ihtiyaç ve zaruret sebebiyle dil ile Dilsizin belirli işaretleriyle şahitliği geçerli olmaz. Zira şahitliğin şartı, şehadet ederim, sözü
İstisna olduğundan konuşmaktan mahrum olan dilsizin işaretlerinde şahitliğin şartı
söylemek gibidir.)
bulunamayacağından geçerli olmaz. Bu maddenin mutlak olmasından anlaşılabileceği gibi
dilsiz gerek yazı bilsin gerek bilmesin belirli işareti yukarıda bahsedilen hususlarda
geçerlidir.
Yazı bildiği takdirde de yazısı da belirli işaretleri gibi dil ile söylemek hükmündedir.
Dilsizin yazısı geçerli olacağı geçen maddeden anlaşıldığından bu maddede açıklamaya
lüzum görülmemiştir. Çünkü geçen maddedeki yazışma mutlak olup gerek konuşan ve
gerek dilsizin yazışmasına şamildir.

21
‫ﯾُﻘﺒﻞ ﻗﻮل اﻟﻤﺘﺮﺟﻢ ﻣﻄﻠﻘًﺎ‬

Tercümanın kavli her hususta kabul edilir.

(Yargılama sırasında hakim taraflar arasında birinin ya da şahitlerin Tercümanın sözü her hususta yani sözleşmeler, yemin, yeminden dönme, borç ile aynı,
dilini bilmezse tecüman aracılığıyla muhakeme eder ve tercümanın hadleri ve kısası ikrarda kabul edilir. Hadler ve kısası ikrarda tercümanın sözünün kabul
71 Örnek
sözünü kabul eder. Şeyheyn (İmamı Azam ve Ebu Yusuf) hazretlerine olunması, bedeliyet yoluyla değil belki asalet yoluyladır. Yani tercümanın sözü, asıl
göre adil olduğu halde bir tercüman yeterlidir. İmam Muhammed konuşan kimsenin sözü gibidir.
hazretlerine göre iki tercüman olmalıdır. Bu sebeple tercümanın iki
olması daha uygundur. Tercümanın sözü her hususta yani sözleşmeler,
yemin, yeminden dönme, borç ile aynı, hadleri ve kısası ikrarda kabul
edilir.)
Bir adam birisine borcum vardır, diye bir şey verse ve borcu olmadığı anlaşılsa verdiğini
geri alabilir. Zira kendisine vacip olmayan bir şeyi kim verirse onu geri almaya hakkı vardır.
Ancak hibe oluyla verip kendisine hibe edilen kimse onu harcamış veya kullanmış ya da
sadaka yoluyla vermiş ise geri alamaz.
Bunun gibi kefil, asilin eda ettiğini bilmeyerek kefil olduğu borcu halen bakidir zannıyla
‫ﻻ ﻋِﺒﺮة ﺑﺎﻟﻈﻦّ اﻟﺒﯿّﻦ َﺧﻄَﺆه‬ Örnek alacaklıya eda ettikten sonra asilin borcu eda veya alacaklının asili borcundan ibra ettiğini
anlasa kefil verdiğini geri alabilir. Bunun gibi kefilin eda edildiğini bilmeyerek halen
Hatası zâhir olan zanne itibâr yoktur. borcum var zannıyla eda ettikten sonra borcunu kefilin eda ettiği anlaşılsa asil verdiğini
72
geri alabilir. Bunun gibi bir kimse diğerinden bir hak dava edip de inkâr edilmesi üzerine
(Bir zannın hatalı olduğu açıksa ona itibar edilmez. O zan muteber belirli bir bedel üzerine sulh olduklarından sonra davacının hakkı olmadığı açığa çıksa
olmadığından, o zanna dayanılarak yapılan şeylere de itibar olunmaz.) davalı sulh bedelini geri alabilir.
Bir kişi bir başkasından hayvan alsa, satan kişinin komşusu şüfʿa hakkı olarak onu almak
istese ve satın alan adam da şüfʿa hakkının gayrimenkullerde olduğu gibi menkullerde de
İstisna geçerli olduğunu zannetse ve hayvanı kendi rızası ve tercihiyle komşuya teslim etse,
bundan sonra hatasını anlasa bile hayvanı geri istemeye hakkı yoktur. Çünkü hayvanı
komşuya teslim etmesiyle birlikte aralarında akit geçerli olmuş sayılır ve geri isteyemez.

22
Mesela, bir kimse veresesinden birine şu kadar kuruş borcu olduğunu ikrar ettiği takdirde
eğer o kimsenin ikrarı maraz-ı mevtinde ise diğer verese tasdik etmedikçe bu ikrarı hüccet
‫ﻻ ﺣﺠّﺔ ﻣﻊ اﻻﺣﺘﻤﺎل اﻟﻨﺎﺷﺊِ ﻋﻦ دﻟﯿﻞ‬ değildir. Zira diğer vereseden mal kaçırmak ve onların haklarını iptal etmek ihtimali senede
yani maraz-ı mevte müsteniddir. Fakat diğer mirasçılar tasdik ederlerse kendi haklarını
Senede müstenid (yani delilden kaynaklanmış) olan ihtimal ile kendileri iptal etmiş olacaklarından mezkur ikrar sahih ve geçerli olur.
hüccet yoktur. Örnek Amma senede müstenid yani delilden kaynaklanmış olmayan ihtimal, sırf tevehhüm
olmakla hüccetin delilliğine engel olmaz.
73 (Gerçekle ilgisi olan ihtimalin kuvvetli olması durumunda delile itibar Bu sebeple mirasçılarından birine borç ikrar eden kimsenin ikrarı hal-i sıhhatinde ise o
edilmez. Bu madde daha ziyade hakimin takdir hakkını ilgilendirir. Bir ikrarı muteber olur ve o halde yani sağlıklı halinde olan ihtimal yani mirasçılarından mal
hususun ispatı için verilen ifadeler, ifade konusu hakkında delil kaçırmak ihtimali mücerret bir nevi tevehhüm olduğundan ve gelecek madde hükmünce
hükmündedir. Buna rağmen hakim ifade verenlerin anlaşarak veya tevehhüme itibar olmadığından ikrarın hücciyyetine mâni olmaz.
menfaat temin ederek ifade verdiklerine kanaat getirirse bu ifadelere Ama ölüm hastalığındaki kişinin bir yabancıya borcu olduğu yönündeki ikrarı sahih ve
itibar etmeyebilir.) muteberdir. Çünkü bu adamın zaten yabancıya malından vasiyet etmesi mümkün
İstisna
olduğundan, bu ikrarda varislerine yaptığı ikrardaki mal kaçırma ihtimali yoktur. Bu
sebeple buradaki ikrar geçerlidir.
Mesela, bir adam birisinden bir mal satın alıp kabz ettikten sonra “şayet başkasının malı
‫ﻻ ﻋِﺒﺮة ﻟﻠﺘﻮھّﻢ‬ ise, sonra benden alır, nefsine kefil ver” diye satıcıyı kefil vermeye zorlayamaz.
Bunun gibi 1203. maddede açıklandığı gibi birisinin insan boyundan yüksek yerde bir
74 Tevehhüme itibâr yoktur. Örnek penceresi olup ihtimal ki merdiven koyarak komşusunun kadınlara ait bölümüne bakar
diye komşusu o pencereyi kapatamaz. Zira geçen meselede satın alınan mal başka
(Delile dayanmayan ihtimale itibar yoktur.) kimsenin malı olması ve bu meselede merdiven koyarak kadınlara ait bölüme bakması
ihtimalleri senede dayanmayıp, tevehhümdür. Tevehhüme de itibar yoktur.

ِ‫اﻟﺜﺎﺑﺖُ ﺑﺎﻟﺒﺮھﺎنِ ﻛﺎﻟﺜﺎﺑ ِﺔ ﺑﺎﻟﻌِﯿﺎن‬ Davalı, dava konusunu hakim huzurunda ikrar ettiğinde Mecelle’nin 1817. maddesi
hükmünce hakim onu ikrarıyla ilzam eder.
75
Burhân ile sâbit olan şey, 'iyânen sâbit gibidir. Örnek Bunun gibi davalının dava konusunu daha önce ikrar etmiş olduğu adaletli bir delil ile veya
kurallarına uygun olarak hazırlanmış bir senet ile sabit olduğu durumda da hakim davalıyı
(Burhan, adalete uygun delil anlamındadır. Adalete uygun bir delil ile ikrarıyla bağlı kabul eder.
sabit olan şey, görerek ve şahit olarak sabit olmuş gibidir.)

23
Davacı tarafından iddia olunan şeyi davalı ikrar ederse hâkim onu ikrarı ile bağlı tutar. Eğer
‫اﻟﺒﯿّﻨﺔ ﻟﻠ ُﻤﺪّﻋﻲ و اﻟﯿﻤﯿﻦ ﻋﻠﻰ ﻣﻦ أﻧﻜﺮ‬ inkâr ederse davacıdan delil ister. Davacı delil getirerek davasını ispat ettiği takdirde hâkim
davalı aleyhine hüküm verir. Davacı davasını ispat edemediği takdirde, davacının talebiyle
Beyyine, Müdde'î için ve yemin münkir üzerinedir. hâkim davalıya yemin teklif eder. Davalı masum olduğuna dair yemin ederse hâkim onun
lehine hüküm verir. Yeminden kaçınırsa suçunu ikrar etmiş sayılır. Davalı, kendisine yemin
Örnek
(Fıkıh ıstılahında beyyine, davacının davasını ispat eden kuvvetli teklif edildiğinde, “eğer davacı yemin ederse dava konusunu ona teslim ve îfa ederim”
hüccete denir ki kendisiyle hüküm verilen sebeplerden birisidir. Fıkıh diye davacının yemin etmesini talep ederse sözü nassa aykırı olduğu için dikkate alınmaz.
76
ıstılahında yemin ise 2 türlüdür: Birincisi kasem olup haberin iki Çünkü delil davacı için ve yemin inkâr eden üzerinedir.
tarafından birini Cenâb-ı Hakk'ın şerefli ismi ile takvie etmektir. İkincisi Not: Bu kaide, Hz. Peygamber’in ‫ اﻟﺒﯿّﻨﺔ ﻋﻠﻰ اﻟﻤﺪّﻋﻲ و اﻟﯿﻤﯿﻦ ﻋﻠﻰ ﻣَﻦ أﻧﻜﺮ‬hadisinden istihraç
ise taliktir. "Falan şeyi yaparsam şu kadar sadaka borcum olsun" edilmiştir.
demek gibi. Buna göre davacı, davasını beyyine ile ispat emtek Ancak bazı davalar vardır ki iki taraftan her biri bir yönden davacı ve başka yönden inkâr
zorundadır. İspat edemediği takdirde yemin, inkâr eden taraf edendir. Böyle olan yerlerde hangi tarafın delili üstün ise hakim ilk olarak o tarafdan delil
üzerinedir.) İstisna
talep eder. Üstün taraf, delil getirmekten acze düşerse diğer taraftan delil istenilir. İspat
ederse ona göre hüküm verilir. İspat edemezse kendisine yemin ettirilir.
Mesela, bir kimse kullanılmak üzere birisinden ariyet almış olduğu bir at, ariyet alan
kimsenin elinde telef olsa ve atı veren kimse, “ben sana bir hafta kullanmak üzere ariyet
olarak vermiş idim, sen ise on gün kullanarak elinde telef ettiğinden tazmin edeceksin”
‫اﻟﺒﯿﺎن ﻹﺛﺒﺎت ﺧﻼف اﻟﻈﺎھﺮ و اﻟﯿﻤﯿﻦُ ﻟﺒﻘﺎء اﻷﺻﻞ‬ diye dava etse ve hayvanı alan kimse de, “yok sen öyle belirli bir süre ile
Örnek
sınırlandırmamıştın, mutlak olarak ariyet vermiştin” diye dava etse ariyet alanın delili
Beyyine hilâf-ı zâhiri isbât için ve yemin aslı ibkâ içindir. tercih edilir. Ariyet alan davasını ispat edemediği ve ariyet veren delili olmadığı takdirde
söz, yeminle birlikte ariyet verenindir. Çünkü ariyette mutlak olmak, asıl durumun aksidir.
77 (Delil, asıl ve görünürdeki duruma aykırı olan şeyi ispat etmek için; Delil ise görünüdeki durumun aksini ispat ve yemin ise asıl durumu devam ettirmek içindir.
yemin ise görünürdeki durumu devam ettirmek içindir. Bu sebeple asıl
Emanet veren kişi, emaneti alandan emanet verdiği şeyi taleb etse, emanet alan kişi de
ve görünür durumun aksini iddia eden kimse davasını delil ile ispat
emaneti geri verdiğini iddia etse veya kendi kusuru olmaksızın emanetin helak olduğunu
etmelidir. Asıl ve görünürdeki durumu iddia eden kimseye yemin
iddia etse, söz yeminle beraber emanet alanın dediğidir; halbuki geri vermek veya
verilir.) İstisna
emanetin helak olması arizi bir iştir, asıl olan arizi hallerin olmamasıydı. Bu kaideye göre
emaneti alanın, geri verdiğine veya helak olduğuna dair beyyine getirmesi gerekirdi, zira
bunlar aslın ve zahirin hilafıdır.

24
Mesela bir kimse ölen kimsenin terekesinden alacak dava edecek olsa mirasçılardan yalnız
‫اﻟﺒﯿّﻨﺔ ﺣﺠّﺔ ﻣﺘﻌﺪّﯾﺔ و اﻹﻗﺮار ﺣﺠّﺔ ﻗﺎﺻﺮة‬ birisinin huzurunda dava edebilir. Gerek o mirasçı elinde terekeden mal bulunsun ve gerek
bulunmasın. Böyle bir mirasçının huzurunda alacak dava edip de o mirasçı da borcu ikrar
Beyyine hüccet-i müteaddiye ve ikrar hüccet-i kasıradır. ettiği takdirde alacaktan onun hissesine ne kadar isabet eder ise yalnız o miktarı vermesi
Örnek emredilir. Ve onun ikrarı diğer mirasçıları etkilemez. Eğer ikrar etmeyip de davacı yalnız o
(Müteaddiye; geçen, sirayet eden, tecavüz eden demektir. İkrar; bir mirasçının huzurunda davasını ispat ederse bütün mirasçılar aleyhine hüküm verilir.
kimsenin hak sahibine lehine ikrar yapılan denir. Kasıra, Davacı ona göre dava konusu olan alacağı terekeden aldığında diğer mirasçılar davacıya “o
müteaddiyenin zıddıdır. Beyyine-i hüccet müteaddiyedir, yani bir şey alacağı tekrar bizim huzurumuzda ispat et” diyemezler. Zira delil hüccet-i müteaddiye ve
78 delil ile sabit olup da gereğince hüküm verildiğinde o hüküm yalnız ikrar hüccet-i kasıradır.
kendi üzerine delil dinlenilen şahsa munhasır olmayıp başkasına da
etki eder. Zira delil, ancak hakimin hükmüyle hüccet olur. Hakimin
genel velayeti olduğundan hükmü taraflar dışındaki kimselere de etki
Kiraya veren kişi, borcunun olduğunu ikrar ederek kiraya verdiği şeyin satılmasını taleb
eder. Ancak ikrar hüccetği kâsıradır, yani ancak ikrar edene münhasır
İstisna edip icare aktini fesh edebilir. Bu durum ancak, borcunu ödemek için başka bir malı
olup, başkalarına etki etmez. Bir olayda kim hakkında hüküm
olmadığı zamanda mümkün olur. Burada ikrar, başkasına teaddi etmiştir.
verilecekse o olaydaki delil ile verilen hüküm onların hepsine etki eder.
Ancak haklarında hüküm verilmeyecek şahıslara etki etmez.)

‫اﻟﻤﺮء ﻣُﺆاﺧ ٌﺬ ﺑﺈﻗﺮاره‬

Kişi ikrârı ile muâheze olunur.


Bir kimse “falan kimseye şu kadar lira borcum vardır” dedikten sonra “ikrarımdan
79 Örnek
(Şer'e göre sahih. ve muteber olan ve hakim tarafından döndüm” demesine bakılmayıp ikrarıyla bağlı olur.
yalanlanmayan ikrar ile ikrar eden kimse bağlı olur. Çünkü ikrar da
beyyine gibi bağlayıcı hüccetlerdendir. Bu sebeple kul haklarında
ikrardan dönmek sahih olmaz.)

Şahitler şahitlik ettikten sonra hüküm verilmeden önce hâkim huzurunda şehadetlerinden
‫ﻻ ﺣﺠّﺔ ﻣﻊ اﻟﺘﻨﺎﻗﺾ ﻟﻜﻦ ﻻ ﯾُﺨﺘ ّﻞ ﻣﻌﮫ ﺣﻜﻢ اﻟﺤﺎﻛﻢ‬ rücû ile tenakuz ettiklerinde şehadetleri hüccet olmaz. Yani ‫ ﻛﺄن ﻟﻢ ﯾﻜﻦ‬hükmünde olup
hâkim bu şahitliklerle hüküm veremez. Çünkü ilk olarak şahitlik etmeleriyle ikinci olarak
Tenâkuz ile hüccet kalmaz. Lâkin mütenâkızın aleyhinde olan hükme rücû etmeleri arasında tenakuz (çelişki) bulunmakla, çelişik olan iki sözden hiçbirine itibar
halel gelmez. edilmez ve hâkim çelişik kelam ile hüküm veremez. Fakat şahitler taʿzîr olunur. Lakin
80 Örnek evvelki şehadetleri üzerine kadı hükmetmiş ve şahitler hâkimin hükmünden sonra rücû
(Tenakuz (çelişki), iki sözden her birinin diğerine aykırı olması yani etmişler ise bu hüküm dahi bozulamayıp mahkûmun bih’i şahitlerin tazmin etmesi lazım
birinin diğerini nakz ve iptal etmesidir. Çelişik iki sözden hiçbirisi hüccet gelir. Hükmün bozulmaması, hal-i hazırda verilmiş bir hükmün yok sayılmasının mümkün
olamaz. Çelişki delili geçersiz kılar ancak hâkimin çelişik delil ile verdiği olmamasından kaynaklanmaktadır. Şahitlerin hüküm verildikten sonra şehadetlerinden
hüküm geçerliliğini korur.) dönmeleri sebebiyle ortaya bir zarar çıkmışsa bu zararın temini ve tespiti de önceki verilen
hüküm ile sağlanacağından verilmiş hüküm bozulmaz, açılırsa yeni dava açılır.

25
Mesela, bir kimse “falanın falana şu kadar kuruş borcu vardır, ben dahi ona kefilim” dese
‫ﻗﺪ ﯾُﺜﺒﺖ اﻟﻔﺮع ﻣﻊ ﻋﺪم ﺛﺒﻮت اﻷﺻﻞ‬ ve asilin borcu inkârı üzerine dâʾin (alacaklı) asilin borcu olduğunu ispat edemeyip asile
yemin verdirilerek zimmetinin aklanmasına hüküm olunduktan sonra alacaklı, alacağını
Asıl sabit olmadığı halde fer'in sabit olduğu vardır. kefilden iddia etse meblağ-ı mezbûru (mezkûru) kefilin vermesi lazım gelir. Burada asilin
81 Örnek borcu asıl ve kefilin borcu ferʿ olup asilin borcu sabit olmadığı halde kefilin borcu sabit
(Bu madde "asıl sâkıt oldukta fer' sâkıt olur" kuralının olmaktadır. Çünkü kefilin kendisi aleyhinde ikrarı şerʿî hukuka göre muteber olmakla
tamamlayıcısıdır. Fer', asla bağlı olarak varlığını sürdürür. Ancak bazı ikrarıyla sorumlu tutulur ve kefil olduğu borcu alacaklıya ödemesi gerekir. Fakat 78.
durumlarda asıl sabit olmasa da fer' sabit olabilir.) maddede açıklandığı gibi ikrar hüccet-i ḳâṣıra olduğundan kefilin ikrarı kendi aleyhine
maḳṣûr bir hüccet olup asili etkilemez.

‫اﻟﻤﻌﻠّﻖ ﺑﺎﻟﺸﺮط ﯾﺠﺐ ﺛﺒﻮﺗُﮫ ھﻨﺪ ﺛﺒﻮت اﻟﺸﺮط‬ Bir kimse “eğer falan adam senin malını çalarsa ben zararını tazmin ederim” dese kefâlet-i
muʿallaḳa olur. Yani “ben zararını tazmin ederim” cümlesinin anlamı olan tazmin ve
82 Şartın sübûtu indinde ona mu'allak olan şeyin sübûtu lazım olur. Örnek kefaletin meydana gelmesini “falan adam senin malını çalarsa” cümlesinin anlamı olan o
adamdan çalma fiilinin meydana gelmesine bağlamış olur. Şartın yani çalmanın meydana
(Şarta bağlanmış bir şey, o şartın tahakkukuyla sabit olur.) gelmesi yanında ona ilişkin olan şeyin yani tazmin ve kefaletin sabit olması gerekir.

‫ﯾﻠﺰم ﻣُﺮاﻋﺎةُ اﻟﺸﺮط ﺑﻘﺪر اﻹﻣﻜﺎن‬

83 Bi-kader'il-imkân şarta murâ'ât olunmak lazım gelir. Örnek Parası peşin şartıyla satılan bir malın parası peşinen ödenmelidir.

(Şer'e göre muteber olan şarta riayet, yani o şarta uygun hareket
etmek mümkün olduğunca gereklidir.)

26
Vaat iki türlüdür: Mücerret ve ertelenmiş. Mücerret vaat ile bir şey gerekmez. Mesela, bir
adam “falan kimsenin borcunu ben öderim” dese böyle demesiyle o borca kefil olmuş
‫ﺻ َﻮ ِر اﻟﺘﻌﺎﻟﯿﻖ ﺗﻜﻮن ﻻزﻣﺔ‬
ُ ‫ب‬
ِ ‫اﻟﻤﻮاﻋﯿ ُﺪ ﺑﺎﻛﺘﺴﺎ‬ sayılmaz. Ancak ertelenmiş vaatte, ertelenen olay gerçekleşirse vaatlerin de yerine
getirilmesi gerekir. Mesela, “sen bu malı falan adama sat, eğer akçesini vermez ise ben
Vaatler suver-i ta'lik-i iktisa ile lazım olur. Örnek veririm” dese ve malı alan akçeyi vermese bu vaadi eden kimsenin akçeyi vermesi lazım
gelir. Çünkü “ben veririm” demesi vaattir. Ancak mücerret değildir, bu adamın
(Vaat, bir kimsenin bir şeyi gelecekte yapacağını açıklamasıdır ki söz vermemesine ertelenmiştir. Eğer vermezse böyle söyleyen kimsenin vermesi gerekir. Bu
84 vermek demektir. İktisa', ifti'âl babından mastar olup elbise giymek ve sözü kefalet sözlerinden sayılır. Ancak o kimse mutlak olarak sorumlu tutulmaz. İlk olarak
giyinmek anlamına gelir. Vaat, cisim olmadığından gerçekten suret ve borçludan talep edilir. Borçlu vermediği takdirde kefilden istenir.
iktisa olamaz. Bu sebeple sözde istiare vardır. Vaatler şahıslara ve
elbiselere benzetilmiş veya iktisa', bağlanmak ve birleştirmek Vaadi mücerred bir şey gerektirmez denildi ancak bu hükümden, şu mesele istisna yapılır:
manasına istiare yapılmıştır. Kısaca anlamı şudur: Vaatler, bir Birisi başkasına misli ücretten çok düşük fiyatla bir mal satsa, müşteri insanların
cümlenin anlamının meydana çıkmasına ertelenerek lazım olur. Yani İstisna huzurunda “Satıcı ücreti geri verirse, mebiyi kendisine red edeceğini” vaat etse, bu vaadin
ertelenen şeyin gerçekleşmesi ile vaatlerin de gerçekleşmesi gerekir.) yerine getirilmesi vacib olur, zira bu bey-i vefa kabilindendir. Bey-i vefanın hükmü rehin
hükmündedir, bu yüzden her iki taraf da satışı fesh edebilir.

‫اﻟﺨﺮاج ﺑﺎﻟﻀﻤﺎن‬

Bir şeyin nef'i damânı mukâbelesindedir. Bir kimse kiralamış olduğu bir ata binerek, mutat olan yerden belirli bir yere giderken
yolda hayvan düşüp telef olsa kiracının ücreti ödemesi gerekir, zararı tazmin etmesi
85 (Bir şey telef olduğu takdirde hasarı kime iat se onun damânına demek Örnek gerekmez. Fakat kiracı, şart kılınanın üstünde bir kullanımla hayvan telef olsa o zaman
olup o kimsenin bu vechile damânı o şey ile intifâ' mukabil olur. Yani tazmin etmesi gerekir. Fakat ücret gerekmez. Zira bir şeyin nefʿi damânı
bir şekilde riski kime aitse menfaati de ona aittir. Sonraki iki madde bu mukabelesindedir. Günümüzde araba kiralama da böyledir.
madde ile manen aynıdır. Bu madde aynı lafızdaki ‫اﻟﺨﺮاج ﺑﺎﻟﻀﻤﺎن‬
hadisinden istihraç edilmiştir.)

27
Belirli bir yerden hayvan kiralayan kimse, kiralayanın izni olmadıkça o yerin sınırları dışına
çıkamaz. Çıktığı takdirde sağ ve salim sahibine teslim edinceye kadar o hayvan kiracının
Örnek
tazmininde olup, telef olsa tazmin etmesi gerekir. Fakat belirli yerin sınırlarını aştığından
‫اﻷﺟﺮ و اﻟﻀﻤﺎن ﻻ ﯾﺠﺘﻤﻌﺎن‬ dolayı ücret gerekmez.
*
Ücret ile damân müctemi' olmaz.
Bu meselede kiracı belli bir yere kadar gittiğinden dolayı belirlenen ücreti vermesi ve
86 belirli yerin sınırlarını aşarak hayvanın telef olmasından dolayı tazmin etmesi gerekir.
(Bir sebepten dolayı bir yerde ücret ile tazmin bir araya gelmez. Zira
Görüldüğü gibi burada tazmin ile ücret bir araya gelmiş olmaktadır.
tazmin eden şahıs, tazmin etmekle tazmin edilen şeye malik olur.
İstisna Bu maddenin şerhinde işaret edildiği gibi ücret ile tazminin bir araya gelememesi bir
Malik olduğu şey için bir kimseye ücret gerekmez. Bu sebeple tazmin
sebepten doğduğu takdirdedir. Ancak çeşitli sebepler bulunursa bir yerde ücret ile tazmin
gereken yerde ücret de gerekmez.)
bir araya gelebilir. Mesela, kiralanan bir arabanın içinde arabanın kokmasına sebep olacak
şekilde sigara içildiği takdirde, kiralayan kişi, kira ücretiyle beraber kiracı tarafından talep
edilen sigara kokusunun giderilmesi için gerekli masrafları karşılamakla yükümlüdür.

‫اﻟﻐُﺮْ م ﺑﺎﻟ ُﻐﻨْﻢ‬


Bir medresenin müderrisinin ev halkına meşrut olan vakıf evin tamiri, vakıf malından
Mazarrat menfaat mukabelesindedir. Diğer bir tabirle külfet nimete
olması gerekmeyip belki orada oturan müderrise gerekir. Zira mazarrat menfaat
87 ve borç ganimete göredir. Örnek
mukabelesindedir. Şu kadar ki eğer vakfeden kimse, o evin vakıf malından tamir
olunmasını açıkça şart etmiş ise vakıf mütevellisi o evi vakıf malından tamir eder.
(Bir şeyin menfaatine nail olan onun mazarratına mütehammil olur.
Yani bir şeyin menfaatinden yararlanan onun külfetine de katlanır.)

‫اﻟﻨﻌﻤﺔ ﺑﻘﺪر اﻟﻨﱢﻘﻤﺔ و اﻟﻨﱢﻘﻤﺔ ﺑﻘﺪر اﻟﻨﻌﻤﺔ‬

Külfet nimete, nimet külfete göredir. Bir ortak mülk tamire muhtaç olduğunda sahipleri hisselerine göre ortaklaşa tamir ile
88 Örnek mükelleftirler. Çünkü ortaklar, ortak mülkün kirasından ve diğer menfaatlerinden hisseleri
(Bu maddenin birinci fırkası geçen madde ve ikinci fırkası 85. madde ile nispetinde faydalandıkları gibi tamir masraflarını da hisselerine göre karşılarlar.
aynı anlamdadır. Yani bir şeyden faydalanmak ne derecede ise ondan
hâsıl olan külfet ve meşakkat de o derecedir. Bunun gibi çekilen
meşakkat ne nispette ise ondan görülecek menfaat de o nispettedir.)

28
İkrah Çeşitleri: İslam hukukçuları, özellikle Hanefiler ikrâhı kuvvetine ve tasarruflara etki
‫ﯾُﻀﺎف اﻟﻔﻌﻞ إﻟﻰ اﻟﻔﺎﻋﻞ ﻻ اﻵﻣﺮ ﻣﺎ ﻟﻢ ﯾﻜﻦ ﻣُﺠﺒﺮًا‬ derecesine göre ikiye ayırırlar:
A) Tam İkrah (İkrah-ı mülcî, ikrah-ı kâmil): Öldürme, sakat bırakma gibi ağır bir zararı
Bir fiilin hükmü fâiline muzaf kılınır ve mucbir olmadıkça âmirine içeren cebir ve tehdit olup bu tür ikrâh rızayı yok eder, ihtiyarı bozar.
muzaf kılınmaz. B) Eksik İkrah (İkrah-ı gayr-i mülcî, ikrah-ı nâkıs): Kısa süreli hapis, dayak, malı itlaf gibi
Örnek ikinci derece ağırlıkta zararları içeren cebir ve tehdittir. Bu çeşit ikrâh rızayı ortadan
(Fiilin hükmü, tazmin gibi o fiil üzerine terettüp eden ederdir. Yani, kaldırır, fakat ihtiyarı bozmaz.
89 failin fili üzerine terettüp eden hüküm, o faile nispet edilir. O fili faile
emreden kimse mücbir olmadıkça o fiil, amire nispet edilmez. Emreden Bir kişi diğerine, “Git falanı döv, öldür veya malını itlaf et!” dediğinde tehdit ve zorlama
kimsenin cebretme derecesine varmayan emri ile fail tazminden kullanmamışsa fiil emredene değil failine ait olur ve sonucundan o sorumludur. Emredene
kurtulamaz. Ancak emreden kimse, mücbir olursa o halde fail ise taʿzîr cezası verilir.
tazminden kurtulur, tazmin ancak emrede gerekir. Emredenin mücbir Akıl baliğ birisi, bir malı telef etmekle bir çocuğa emretse, çocuk malı telef ederse, ödeme
olması ikrah-ı muteber-i mülcî ile faile cebr ve ikrah etmesiyle olur. Zira çocuğun malından olur; ancak çocuğun velisinin, ödenen miktarı almak için emredene
İstisna
ikrah-ı gayr-ı mülcî fiilî tasarruflarda muteber olmaz.) dönme hakkı vardır. Fakat emreden kişi de çocuk ise, velinin ödenen meblağı dönüp alma
hakkı yoktur.
‫إذا اﺟﺘﻤﻊ اﻟﻤُﺒﺎﺷﺮ و اﻟﻤُﺘﺴﺒّﺐ أُﺿﯿﻒ اﻟﺤﻜﻢ إﻟﻰ اﻟﻤﺒﺎﺷﺮ‬
Birinin veliyyü’l-emrin emri olmaksızın tarîk-i âmde kazmış olduğu kuyuya bir başkası,
Mübâşir yani bizzât fâil ile mütesebbib müçtemi' oldukta hüküm o üçüncü bir şahsın hayvanını ilḳâ' ile itlaf etse o, yani hayvanı kuyuya bırakan kimse dâmin
faile muzaf kılınır. Örnek olup kuyuyu hufreden kimseye damân lazım gelmez. Zira burada kuyuyu kazan
mütesebbib, hayvanı kuyuya bırakan fail-i mübaşirdir. Mübaşir ile mütesebbib bir araya
(Mübaşir, fiili ile telef olma arasına ihtiyarî bir fiil girmeyen ve kendi geldiğinde hüküm fail-i mübaşire izâfe edilir.
fiili ile telef meydana gelen kimsedir. Mütesebbib, kendi fiili telefe
sebeo olup ancak fiili ile telef arasına başka bir fiil giren kimsedir.
90 Mübaşereten itlaf bir şeyi bizzat telef etmektir ki eden kimseye fail-i
mübaşir denir. Tesebbüben itlaf da bir şeyin itlafına sebep olmaktır.
Yani bir şeyde diğer şeyin telefine sebep olan bir iş yapmaktır ki
yapana da mütesebbib denir. Emanetçi olan kişi, yanında olan malı hırsıza haber verse ve hırsız malı çalsa, emanet
Bir işte fail-i mübaşir ve mütesebbib bir araya geldiğinde hüküm o faile İstisna yanında olan kişi öder, zira emaneti korumakta kusur işlemiştir. Emanet yanında olan,
yani fail-i mübaşire izafe edilir. Biri bir şeyin telefine sebep olan bir iş ödediği miktarı işe mübaşir olan hırsızdan alma hakkına sahiptir.
yapmış olduğu halde araya ihtiyarî bir fiil girse yani başka bir kimse o
şeyi mübaşereten itlaf etseo ihtiyari fiilin sahibi olan fail-i mübaşir
zararı tazmin eder.

29
َ‫اﻟﺠﻮاز اﻟﺸﺮﻋﻲ ﯾُﻨﺎﻓﻲ اﻟﻀﻤﺎن‬ Bir adamın kendi mülkünde kazmış olduğu kuyuya birinin hayvanı düşüp telef olsa damân,
Örnek yani tazmin etmesi lazım gelmez. Zira kendi mülkünde kuyu kazmak câizdir. Şerʿî cevaz ise
Cevâz-i şer'î damâna münâfî olur. damâna engeldir.
91
Ancak bir kişinin kendi mülküne yaptırdığı cumba, duvar vb unsurlar eskiyip birinin üzerine
(Şer'î cevaz bulunan yerde tazmin olmaz. Yani hukukun izin verdiği İstisna düşse ve zarar verse, eğer mal sahibi bu tehlikeyi gidermesi hususunda uyarıldıysa dâmin
eylemden sorumluluk yoktur.) olur.
Bir şahıs yolda giderken ayağı kayarak düşüp başkasının dükkânı önündeki malları itlaf etse
‫اﻟﻤﺒﺎﺷﺮ ﺿﺎﻣﻦٌ و إن ﻟﻢ ﯾﺘﻌﻤّﺪ‬ veya elbisesini giymek için kolunu kaldırırken birisinin tabelasını düşürüp itlaf etse tazmin
etmesi gerekir. Zira mübaşir müteʿammid olmasa da tazmin etmelidir.
Mübâşir müte'ammid olmasa da dâmin olur. Bu maddeden doğan meselelerden biri de hata ile diğerini öldüren kimseye öldürenin
92 Örnek
diyetinin lazım gelmesidir. Çünkü hata ile öldürse de fail mübaşirdir.
(Zarara bizzat sebep olan kasıtlı olmasa da o zararı tazmin etmekle Fail-i mübaşir müteʿammid olduğu takdirde hem tazmin eder hem de günahkâr olur. Fakat
yükümlüdür.) fail-i mübaşir müte'ammid olmasa zararı tazmin etmesi gerekirse de günahkâr olmaz. Zira
“hükm-ü hata merfû'dur”.
‫اﻟﻤﺘﺴﺒّﺐ ﻻ ﯾﻀﻤﻦ إﻻ ﺑﺎﻟﺘﻌﻤّﺪ‬

Mütesebbib müte'ammid olmadıkça dâmin olmaz.


93 Örnek Birinin hayvanı bir kimseden ürküp de kaçarak kaybolsa tazmin gerekmez.
(Bir zararın meydana gelmesine sebep olan fiili işleyen kimse o zarara
sebep olmak kastıyla ve haksız olarak yapmış değil ise o zararı tazmin
etmez.)
Bir kimse hayvanını diğer kimsenin mülküne, mülk sahibinin izniyle girdirip bir zarar verse
hayvanın sahibinin zararı tazmin etmesi gerekmez.
‫ﺟﻨﺎﯾﺔ اﻟﻌَﺠﻤﺎء ُﺟﺒّﺎر‬ Bunun gibi hayvan, sahibinin bağlamaya hakkı olan bir yerde bağlı olup da kendiliğinden
ipten boşanıp başkasının malını itlaf etse sahibinin zararı tazmin etmesi gerekmez.
Örnek
Hayvânâtın kendiliğinden olarak cinâyet ve mazârrâtı hederdir. Ancak hayvanın verdiği zarar kendiliğinden olmayıp sahibine nispet olunabilecek şekilde
94 meydana gelirse yani sahibinin zulüm, kusur ve tesebbübü ile olursa o takdirde zararı
(Yani insanın dışında kalan canlıların kendiliğinden yani sahiplerinin tazmin etmesi gerekir. Bir hayvan başkasının malını telef ederken sahibi görüp de engel
zulü, kusuru ve tesebbübü olmayarak verdikleri zarar ve ziyanları olmazsa zararı tazmin eder.
heder olur, yani tazmini gerekmez.) Azgın bir köpek gibi zarar vereceği aşikâr olan bir hayvan olup da sahibine çevredekiler
İstisna tarafından, “hayvanına sahip çık” denilmiş iken sahibi salıverip de bir kimsenin hayvanını
veya malını telef etse zararı tazmin etmesi gerekir.

30
‫اﻷﻣﺮ ﺑﺎﻟﺘﺼﺮفِ ﻓﻲ ﻣِﻠﻚ اﻟﻐﯿﺮ ﺑﺎطﻞ‬

Gayrın mülkünde tasarrufla emretmek bâtıldır.


Bir kimse “şu malı denize at” deyip de emredilen de o malın başkasının malı olduğunu
(Bir kimsenin malik olduğu şey gerek ayn ve gerek menfaat olsun onun bilerek atsa sahibi o malı atana tazmin ettirir. Mücbir olmadıkça emredene bir şey
95 Örnek
tarafından vekaleti veya onun üzerine velayeti olmaksızın başkasının o gerekmez. Çünkü bir kimsenin emri ancak kendi mülkü hakkında geçerlidir.
şeyde tasarrufu bâtıl olduğu gibi o şeyde bunun gibi vekaletsiz ve
velayetsiz tasarruflarla diğer bir kimseye emir vermek de batıldır. Yani
başkasına ait olan mal mülkte diğer şahsa tasarrufta bulunması için
emretmek hükümsüzdür.)
Bunun gibi bir kimse borçlusuna, “benim sendeki alacağımı dilediğine ver veya denize at”
‫ﻻ ﯾﺠﻮز ﻷﺣﺪ أن ﯾﺘﺼﺮّف ﻓﻲ ﻣﻠﻚ اﻟﻐﯿﺮ ﺑﻼ إذﻧﮫ‬ deyip de borçlu da birine verse veya denize atsa borçtan kurtulmuş olmaz. Zira borç
borçlunun malıyla ödeneceğinden borçlunun bir şahsa verdiği veya denize attığı para
Bir kimsenin mülkünde onun izni olmaksızın âhar bir kimsenin Örnek kendi malıdır. Alacaklı henüz kabzetmediği için ona malik olmamıştır. Bu şekilde
tasarruf etmesi caiz değildir. alacaklının emri kendi malı hakkında olmayıp başkasının yani borçlunun malı hakkında
olduğundan batıldır. Ancak bir kimsenin kendi malında tasarrufu sahih olduğu gibi kendi
(Bir kimsenin mülkünde onun izin ve icazeti ve onun üzerine velayeti mülkünde tasarrufla başkasına emretmesi de sahihtir.
96 olmaksızın ve zaruret bulunmaksızın başka bir kimsenin tasarrufu caiz Zaruret bulunduğu takdirde başkasının mülkünde tasarruf câiz olur. Zira “mevâkiʿ- i
olmaz. Bir malı satma, kiralama ve hibe etmenin nefâzı satıcının, zarûret kavâʿid-i ʿumûmiyeden müstesnâdır.” Mesela, bir kimse sefer sırasında öldüğünde
kiralayanın ve hibe edenin o malın sagibi, sahibinin vekili, velisi veya eşi onun malını satarak semeninden öleni teçhiz ve tekfin etmesi ve kalanını ölen kimsenin
vasisi olmasına bağlı olması bu kuraldan doğmaktadır. Madde mirasçılarına teslim etmesi câizdir.
İstisna
metninde "onun izni olmaksızın" denilmesiyle işaret olunduğu gibi bir Bunun gibi fakir olan bir kimse zengin olan oğlunun malından izinsiz kendi nafakasına
kimsenin mülkünde başkasının, mülk sahibinin açıkça veya delalet ile yetecek kadarını sarfetse oğlu babasına o miktarı tazmin ettiremez.
izni ile tasarruf etmesi caiz olur.) Bunun gibi, hastanın oğlu ya da babası, hastanın malıyla onun izni olmaksızın hastaya
lazım olan şeyleri satın alabilir.
‫ﻻ ﯾﺠﻮز ﻷﺣﺪ أن ﯾﺄﺧﺬ ﻣﺎل أﺣﺪ ﺑﻼ ﺳﺒﺐ ﺷﺮﻋﻲ‬ Bir kimsenin gasp, rüşvet, hile, hırsızlık gibi yollarla bir malı alması câiz olmaz. Alırsa aldığı
malı aynen iade etmesi gerekir.
Bilâ sebeb-i meşrû' birinin malını bir kimsenin ahzeylemesi caiz Örnek
olmaz. Not: Bu madde "Hiçbiriniz, bir diğerinizin eşyasını ciddi olarak da şaka amaçlı da almasın.
97 Hanginiz bir diğerinin asasını almışsa onu sahibine iade etsin." hadisinden istiharaç
(Bir sebepten bir kimse meşru bir sebep olmaksızın birinin malını gasb edilmiştir.
ve hırsızlık yoluyla veya rüşvet olarak almış olsa o kimse zaim ve gasıp Zaruret durumunda bir şahsın diğerinin malını alması câiz olur. Mesela, açlıktan telef
olur. 31. maddenin şerhinde açıklandığı gibi haksız yere kabzeylediği İstisna olmak derecesine gelmiş olan kimsenin daha sonra bedelini vermek üzere başkasının
mal aynı şekilde duruyorsa sahibine iade edilir.) malını izinsiz alıp yemesi câiz olur.

31
‫ﺗﺒﺪّل ﺳﺒﺐ اﻟﻤﻠﻚ ﻗﺎﺋ ٌﻢ ﻣﻘﺎ َم ﺗﺒﺪّل اﻟﺬات‬

Bir şeyde sebeb-i temellükün tebeddülü o şeyin tebeddülü


makâmına kâimdir. Bir kimse bir malını diğer bir kimseye hibe ile teslim etse, bir mâni olmaması durumunda
hibesinden dönerek hibe edilenin rızası ya da hâkimin kazası ile hibe edilen malı geri
(Bir şeyin temellük sebebi değişse o şey de değişmiş sayılır. Mecelle'nin alabilir. Fakat hibe edilen kimse hibe edilen malı başka birine satarak ya da hibe ederek
1248. maddesinde yazılı olduğu üzere temellük sebebi üçtür: Birincisi; mülkünden çıkarmış ise hibe eden kimse hibesinden dönemez. Çünkü hibe edilen
satım, ve hime gibi mülkiyetin bir mülkten diğerine geçmesini sağlar. kimsenin hibe edilen malı başkasına satmakla veya hibe etmekle o mal hakkında temellük
İkincisi; mirasçılık gibi bir kimsenin diğerine halef olmasıdır. Üçüncüsü; sebebi değişmiştir ve temellük sebebinin değişmesi onun değişmesi makamına kaim olur.
98 ihrâzdır. İhtâz, aslî iktisap yollarından biri olarak maliki olmayan Örnek
Aynı şekilde kendisine hibe edilen şahıs, sattığı şahıstan malı tekrar satın alsa veya o şahıs
mübah bir şeyi meşru surette ele geçirmektir. İki şekilde olur: 1. Hakiki tarafından mal kendisine hibe edilse ilk defa hibe eden kişi yine hibesinden rücû' edemez.
ihrâz: Bir şeye gerçek anlamda sahip olmak ve onu el altında Yani nasıl ki hibe edilen şeyin aynının değişmesi ile hibe edenin hibesinden dönmesine
bulundurmak (av hayvanını yakalamak, nehirden su almak vs). 2. mahal kalmaz ise bunun gibi hibe edilen malda temellük sebebinin değişmesi ile de rücû'a
Hikmî ihrâz: Balık avlamak için denize ağ atmak, su toplamak için yetkisi kalmaz. Zira bir şeyde temellük sebebinin değişmesi o şeyin değişmesi makamına
yağmur altına kap koymak gibi mülkiyet doğurucu sebepleri kaimdir.
hazırlamak. Hükmi ihrâzda mülkiyetin geçişi için niyet ve kasıt aranır.
Ayrıca bir mülkiyet hakkı doğurduğu da ifade edilir. Bu ayrıntı av
hayvanının kaçması, suya başkası tarafından el konuşması gibi
durumlarda mülkiyet ihtilafını çözmeye yarar.)

Bir kimse mirasa bir an evvel kavuşmak için miras bırakanı öldürse, öldürülenin mirasından
‫ﻣَﻦ اﺳﺘﻌﺠﻞ اﻟﺸﻲءَ ﻗﺒﻞ أواﻧﮫ ﻋُﻮﻗﺐ ﺑﺤﺮﻣﺎﻧﮫ‬ mahrum kalır. Öldürme gerek amd olsun ve gerek şibh-i amd olsun gerekse hata ile olsun
Örnek
katilin mirastan mahrumiyeti gerekir.
99 Kim ki bir şeyi vaktinden evvel isti'câl eyler ise mahrûmiyetiyle Aynı şekilde, maraz-ı mevtinde karısını boşayan adama karısı mirasçı kılınır.
mu'ateb olur.
Bir alacaklı, borcunu ödemesi için bir sene verdiği borçlusunu borcunu ödeme vakti
İstisna gelmeden (bir sene geçmeden) öldürse, borçlunun ölümüyle borcunu ödeme vakti gelmiş
(Bir şeye vaktinden önce sahip olma isteği, mahruniyetle sonuçlanır.)
olur ve alacaklı, borçlunun terekesinden borç verdiği miktarı hemen alabilir.
Bir kimse, “falanı bütün davalardan ibra ettim” veya “onda asla hakkım (borç vs.) yoktur”
‫ﻣَﻦ ﺳﻌﻰ ﻗﻲ ﻧَﻘﺾ ﻣﺎ ﺗ ّﻢ ﻣِﻦ ﺟﮭﺘﮫ ﻓﺴﻌﯿﮫ ﻣﺮدود ﻋﻠﯿﮫ‬
Örnek diye onu ibrâ-yı âm ile ibra etse ibradan öncesi için hiçbir hak talep edemez. Ederse sözü
dinlenmez.
Her kim ki kendi tarafından tamâm olan şeyi nakzetmeye sa'yederse
100 sa'yi merdûddur.
Çocuğun babası, çocuğun malındaki vasiy veya vakıf mütevellisinden biri; çocuğun veya
(Bir kimse, tamamladığı şeyi eksiltmeye çalışırsa çalışması reddedilir. İstisna vakfın malını başkasına satsa, sonra (baba, vasiy veya mütevelli) satışta aldanma olduğunu
Yani bir kimse kendi rızası ile gerçekleşen bir hukuki işlemi bozmaya iddia etse, bu durum sabit olursa satış fesh edilir.
yeltenirse çabası boşunadır.)

32

You might also like