Professional Documents
Culture Documents
Cumhuriyet Tarihi Yalanları 1 - Sinan Meydan PDF
Cumhuriyet Tarihi Yalanları 1 - Sinan Meydan PDF
Bu kitabın her türlü yayın hakları Fikir ve Sanat Eserleri Yasası gereğince
İnkılâp Kitabevi Yayın Sanayi ve Ticaret A.Ş. 'ye aittir.
ISBN: 978-975-10-3054-2
10 11 12 13 14 98 7 6 5 4 3 2 1
Baskı
İNKILAP KİTABİYİ BASKI TESİSLERİ
lfiI İN K * A P
Çobançejme Mah. Sanayi Cad. Altay Sk. No. 8
34196 Yenibosna - İstanbul
Tel (0212)496 11 11 (Pbx)
faks : (0212)496 11 12
posta® İnkılâp com
www.inkil4p.com
CUMHURİYET
TARİHİ
YALAKLARI
Yoksa siz de mi kandırıldınız?...
Sinan Meydan
1975 yılında Artvin'de doğdu. İlk ve ortaöğrenimini Artvin Şavşat'ta,
yükseköğrenimini İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölü-
mü'nde tamamladı. Yazar "Atatürk, Ön-Türk Tarihi ve Yakın Tarih"
üzerine çalışmalarına devam etmektedir. Ayrıca "Bütün Dünya" dergi
sinde yazıları yayımlanmaktadır.
Ö n s ö z ........................... .......................................................................... 13
YA LA N 1
YA LA N 2
VAHDETTİN HAİN DEĞİLDİR!
YA LA N 3
KURTULUŞ SAVAŞI ÖNEMSİZDİR!
10
YA LA N 4
13
;
gibi, “Mesele Kurtuluş Savaşı* nı kazanm ak değildir asıl m esele,
yeni bilim ve iktisat zaferlerine koşm aktır. " Emperyalizmin niye
tini ve yöntemini çok iyi bilen Atatürk, askeri zaferlerini; ekono
mik, bilimsel ve kültürel zaferlerle “taçlandırmayan” ulusların
emperyalizmin baskısından asla kurtulamayacaklarını da çok iyi
bilmektedir. Bu yüzden ısrarla “Tam bağımsızlık” demiştir.
Atatürk’ün sağlığında pusuda bekleyen emperyalizm, Ata
türk’ün ölümünden sonra hemen harekete geçerek 1919-1938
yılları arasında yapamadıklarını, 1938’den sonra yapmanın
yollarını aramıştır. Bunun için de öncelikle “ekonomi” ve “siya
seti” kontrol etmeye çalışmıştır. Bir taraftan “para vererek”
Türkiye’yi kendisine borçlandıran emperyalizm, diğer taraftan
da Türk siyasetini kendi çıkarları doğrultusunda biçimlendirmiş
tir. Bu süreçte, emperyalizm içerdeki paraya düşkün işbirlikçi
lerle, aydınlanmamış kitlelerle ve karşı devrimcilerle çok sıkı bir
ilişki kurmuştur.
Asırlık planlarını, Atatürk’ün sağlığında uygulama fırsatı
bulamayan emperyalizm, Atatürk’ün ölümünden sonra özellik
le Atatürk ve çağdaş cumhuriyet düşmanı “kadim yobazları
mızı” ve “II. Cumhuriyetçi” liboşlarımızı kullanmıştır. Bunların
bir kısmı emperyalizmin “gönüllü hizmetkârıyken” bir kısmı da
emperyalizmin “paralı askerleridir”.
Aslında emperyalizmin ekmeğine yağ süren cumhuriyet düş
manlığı, daha Kurtuluş Savaşı sırasında başlamıştır. İngiliz arşiv
lerindeki bazı belgeler, İngilizlerin, I. Meclis’te Atatürk’e karşı
gelişen muhalefeti Kâzım Karabekir ve Rauf Bey gibi Atatürk’ün
yakın silah arkadaşlarını kullanarak güçlendirmek istediğini
gözler önüne sermektedir. Nitekim, Kurtuluş Savaşı sırasında
öyle bir dönem gelmiş ki, I. Meclis’teki muhalifler, neredeyse
Atatürk’ün Büyük Taarruz öncesinde başkomutan olmasını en
gelleyecek kadar güçlenmişlerdir.
İngilizler, Atatürk’ün Türkiye’yi, bağımsız bir cumhuriye
te doğru götürdüğünü anladıklarında halife-sultana ve halife-
sultan yanlılarına sarılmışlardır. Bu süreçte Atatürk’ün silah ar
14
kadaşları bile Atatürk’ün karşısına dikilmiştir. Atatürk bu gerçe
ği Nutuk’ta şöyle ifade etmiştir:
“Milli M ücadeleye beraber başlayan yolculardan bazıları,
milli hayattn bugünkü cumhuriyete ve cumhuriyet kanunlarına
kadar gelen gelişmelerinde kendi fikir ve ruhlarıntn kavrama
stnırlan bittikçe bana direnmişler ve muhalefete geçmişlerdir.
Ben milletin vicdantnda sezdiğim büyük ilerleme kabiliyetini
bir milli str gibi vicdanımda taşıyarak aşama aşama bütün top
lumsal hayatımıza uygulatmak mecburiyetinde idim.”
Emperyalizm, Türkiye üzerindeki amaçlarına ulaşmak için
Atatürk’ün “bağımsızlık” ruhunu ve “çağdaşlaşma” idealini
kırmak zorunda olduğunu çok çabuk anlamıştır. Bu nedenle bir
taraftan Atatürk’e, diğer taraftan Kurtuluş Savaşı’na ve Türk
Devrimi’ne saldırmıştır. Ancak bu saldırıları genelde emperya
listlerin kendileri değil, emperyalistlerin dümen suyuna girmiş
olan “yerli işbirlikçiler” yapmıştır.
Emperyalizmin en güçlü silahlarından biri “tarih”tir. 19.
yüzyılda büyük bir çılgınlıkla doğuyu sömüren emperyalist Av
rupa, doğuya yönelik saldırılarına meşruiyet kazandırabilmek
için “tarih” ve “arkeoloji” gibi bilimlerden yararlanmıştır. Em
peryalist Avrupa, tarih ve arkeolojiyi kullanarak doğudaki eski
uygarlıklara (Hititler, Frigler, Etrüskler, Sümerler vb) sahip çık
mış, böylece bir zamanlar o eski uygarlıkların yaşadığı toprak
larda şimdi yaşayan doğuluları (Hintlileri, Türkleri vb) istilacı
olarak adlandırmış, böylece kıyım ve katliamlarını, “atalarının
eski yurtlarına dönmek” yalanı altında meşrulaştırmaya çalış
mıştır.
Siyasi amaçlarına ulaşmak için tarihi kullanan emperyalizm,
19. yüzyıldan sonra güdümlü tarihçilere “kurgusal tarih tezleri”
icat ettirerek bu tezleri tüm dünyaya “tarihsel gerçekler” diye
yutturmuştur.
İşte Türkiye’yi de kendi çıkarları doğrultusunda biçimlendir
mek isteyen emperyalizm, Atatürk, bağımsızlık ve çağdaşlaşma
gibi değerlerin altını oymak için öteden beri birtakım güdümlü
tarihçilerden, akademisyenlerden ve gazetecilerden yararlanmış
15
tır ve yararlanmaktadır. Bunlar arasında özellikle Atatürk’e ve
Atatürk devrimlerine düşmanlık besleyen “yobaz” kesimi kul
lanmak çok kolay olmuştur. Onlar, adeta emperyalizmin “gö
nüllü askerleri” olarak Atatürk’e, Kurtuluş Savaşı’na ve Türk
Devrimi’ne saldırmışlardır.
16
kitapta gerçekler tersine çevrilmiştir. Örneğin, Mevlanzade’ye
göre Kurtuluş Savaşı’nı Atatürk değil Vahdettin başlatmıştır!
Bugünkü cumhuriyet tarihi yalancılarının “ağababası” odur.
2. Rıza Nur: Atatürk’ün 1927 yılında yazdığı Nutuk'ta Ar
navutluk isyanından dolayı eleştirdiği Rıza Nur, daha sonra yurt
dışındayken kaleme alıp Atatürk’ün ölümünden sonra yayınlan
masını istediği “Hayat ve Hatıratım” adlı kitabında akla hayale
gelmeyecek yalanlar ve iftiralarla Atatürk’e saldırmıştır. Örne
ğin, ona göre Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım bir genelev
,
kadınıdır! Atatürk’ün babası ise belli değildir; “Atatürk soyu
sopu belli olmayan bir M akedonyalIdır! ” Bu kitabı inceleyen
uzman psikiyatrisler, Rıza Nur’un ruh sağlığının çok bozuk ol
duğu ve akli dengesinin yerinde olmadığı sonucuna varmışlardır
,
(Bkz. Turgut Ö zakm anf Dr. Rıza Nur D osyası Bilgi Yayınevi ,
,
A nkara 1995).
3. Said-i Nursi: 5. Şua’da Atatürk’e “deccal” ve “süfyan”
diyen ve Atatürk devrimlerine karşı çıkan Nursi, Kurtuluş
Savaşı’mn onurunun Atatürk’e değil Mehmetçiğe ait olduğunu
belirterek, Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı’ndaki rolünü küçültmek
hatta yok etmek için çok şeyler yazıp söylemiştir.
4. Kâzım Karabekir: Kurtuluş Savaşı’nın birincil kadro
su içinde yer alan ve özellikle Doğu zaferinin kazanılmasında
başrolü oynayan Kâzım Karabekir Paşa, daha Kurtuluş Sava
şı yıllarından itibaren Atatürk’le karşı karşıya gelmiş, özellikle
cumhuriyetin ilanından sonra Atatürk’le yollarını tamamen ayır
mış ve Atatürk’ün 1923’te kurduğu Halk Partisi’ne karşı 1924’te
Türkiye’nin ilk muhalefet partisi olan Terakkiperver Cumhuriyet
Fırkası’nı kurmuştur. Atatürk devrimlerinin neredeyse tamamına
cephe alan Karabekir, 1925’de Şeyh Sait isyanıyla Terakkiperver
Cumhuriyet Fırkası’nın kapatılması, ardından İzmir Suikastı’yla
ilişkilendirilerek İstiklal Mahkemelerinde yargılanması, daha
sonra da 1927 yılında Atatürk’ün Nutuk'unda-ağır eleştirilere
maruz kalması üzerine kaleme sarılarak Atatürk’ün Kurtuluş
Savaşı’ndaki rolünü azaltan, buna karşı kendi rolünü arttıran
kitaplar ve yazılar yazmıştır. Karabekir’in, “İstiklal Harbimizin
17
Esastan” ve “İstiklal Harbimiz” adlı kitapları -cumhuriyet tari
hiyle ilgili önemli gerçekleri de barındırmasına rağmen- özellikle
Atatürk’ün cumhuriyet tarihindeki rolünü büyük oranda çarpı
tarak verdiğinden, çok dikkatle okunmalıdır, örneğin, Karabekir
Paşa, bu kitaplarında “Atatürk, Kurtuluş Savaşı*m istemiyordu,
onu ben ikna ettim!” ve “Atatürk dinsiz ve namussuz olmamızı
istiyordu!” bile diyebilmiştir.
5. Necip Fazıl Kısakürek: Ünlü şair Necip Fazıl Kısakürek,
“Vahidüddin” ve “Büyük Vatan Dostu Sultan Vahidüddin” adlı
kitaplarında, konuşmalarında ve yazılarında, bir taraftan Kurtu
luş Savaşı’nı küçültmeye çalışırken, diğer taraftan bu savaşın baş
lamasında ve kazanılmasında Atatürk’ten çok Vahdettin’in etkili
olduğu yalanını söylemiştir. Şair Necip Fazıl, sonradan kazandığı
Islami kimliğini güçlendirmek amacıyla olsa gerek, kaçak Halife-
Padişah Vahdettin’e sahip çıkarak, onu aklamaya çalışarak ken
dince “Bir Müslümanı, bir Halifeyi korumuştur!” Ancak bunu
yaparken, bir Müslümana yakışmayacak biçimde belge uydur
maktan ve açık gerçekleri çarpıtmaktan çekinmemiştir.
6. Kadir Mısıroğlu: Atatürk devrimlerine karşı olduğundan
ara sıra Şapka devrimine tepki olsun diye “fes” giyen Mısıroğlu,
“Lozan Zafer mi Hezimet mi?”, “Osmanoğullanmn Dramı”,
“Sanklt Mücahitler”, “Geçmişi ve Geleceği İle Hilafet” adlı
kitaplarında, yazılarında ve konuşmalarında Atatürk’e, Kurtu
luş Savaşı’na ve Türk Devrimi’ne “küfredercesine” saldırmıştır.
Bunu yaparken de bilinen bütün yakın tarihi tersyüz etmiş, ör
neğin, Kurtuluş Savaşı’nın aslında çok önemsiz bir mücadele ol
duğunu, I. İnönü ve Dumlupınar Meydan Muharebeleri’nin as
lında olmadığını, Büyük Taarruz sonrasında Mustafa Kemal’in
İzmir’e nasıl gittiğini bile bilmediğini, Vahdettin’in bir kahraman,
Lozan’ın ise bir hezimet olduğunu söyleyebilmiştir. Onun tarihi
belgeleri çarpıtırken ortaya koyduğu soğukkanlılık cidden etki
leyicidir! Yakın tarihe hakim olmayan biri, özellikle onu dinler
ken kolayca bildiklerini sorgular hale gelebilir, özetle Mısıroğlu,
yaşayan en büyük cumhuriyet tarihi yalancılarından biridir.
18
7. Fikret Başkaya: Solcu cumhuriyet tarihi yalancılarının
ekolü Fikret Başkaya’dır. Onun, “Paradigmanın İflası” adlı ki
tabı, Kemalizmi, “Burjuva devrimi” diye tanımlayan Marksist
dönmesi ve faşist Kürt kesimin başucu kitabıdır. Onun en po
püler yalanı, “Kurtuluş Savaşı’nın antiemperyalist bir mücade
le olmadığı; tam tersine Kürtleri ezen emperyalist bir mücadele
olduğu” yalanıdır, özellikle, Atatürk’ü ve cumhuriyeti Kürtlerle
kavgalı gösterme modasını başlatan odur.
8. Prof. Yalçın Küçük: Cumhuriyet tarihini “altüst eden”
Solculardan biri de Yalçın Küçük’tür! Araştırmalarına peşinen
“bilinenleri altüst etmek” niyetiyle başlayan Küçük, “Türkiye
Üzerine Tezler” ve “Aydın Üzerine Tezler99 adlı kitaplarında
Atatürk’ü ve Kurtuluş Savaşı’nı yeniden yorumlayarak, bilinen
leri ajtüst etmek sevdasıyla gerçekleri epeyce eğip bükmüştür.
Çerkez Ethem’i aklamaya çalışan, buna karşın İsmet Paşa’ya
yüklenen Küçük, Kurtuluş Savaşı’nın antiemperyalist niteliğini
ve Atatürk’ün bu savaştaki rolünü sorgulayanlardandır.
9. Abdurrahman Dilipak: Daha çok gazeteci kimliğiyle tanı
nan yazar Abdurrahman Dilipak, romantik üslubuyla çok ciddi
cumhuriyet tarihi yalanlarına imza atmıştır. Onun yöntemi diğer
cumhuriyet tarihi yalancılarından birafc daha farklıdır; çünkü o
belgeleri çarpıtmaktan çok, hiç belge kullanmamaktan yanadır.
“Arşivler kapalı! Dedemden duydum/” diyerek, mantıksal çıka
rımlarla ve dini duygularla yakın tarihi yeniden yazmış, yalanda
sınır tanımamıştır. Dilipak’ın, “Cumhuriyete Giden Yol” ve “Bir
Başka Açıdan Kemalizm” adlı kitapları cumhuriyet tarihi yalan
ları klasiklerindendir.
10. Prof. İdris Küçükömer: İktisatçı kökenli düşünürlerden
biridir. Türkiye’de sağ ve sol kavramlarının ters oturduğunu,
CHP’nin aslında sağ bir parti olduğunu iddia ederek ünlenmiştir.
1960 sonrasında Ycm’de yazdığı yazılarla tanınmıştır. Ant dergi
sindeki yazıları tartışma yaratmıştır. Milliyet gazetesindeki açık
oturumlarda dönemin yerleşik yargılarını sorgulamıştır. Sonra
1973’de on yıllık bir suskunluğa bürünmüş ve daha sonra Yeni
Gündem yazılarıyla tekrar ortaya çıkmıştır. Küçükömer’in ileri
19
sıırdügü en önem li görüş, T ü rkiye 'd e d e v irtin despot ık nitelimi
ııın sivil to p lu m u n gelişmesi önündeki en büyük engellerden biri
olduğudur. Haşla Sencer D ıvıtnglu ve Sel.ıh.ittin 11ıhıv gibi bazı
aydınlarla b irlik te I ü rk iy e ’mn toplum sal tarih in e iliş k in çozııın
leıneleı ııule A sya lift liretim 'larzı kuram ını gündeme gelirm iş
tır. T ü rk iy e 'n in bugünkü sorunlarının kökenim le cum h uriye ti ve
cum h uriye tin kuruluş felsefesini yorm uştur. K u rtu lu ş Savaşı'nm
antıeınpeı valisi hır mücadele olm adıkını ilen sürmüştür.
nttt Yabanıllaşması'’, “tiahlılaşnıa" ve "lürkiyr Vs tu ne ¡artış
m a la r" adlı kitap la rın da K urtu luş Savaşı’nı, cu m h u riye ti, l iırk
Devrım ı'm alabildiğince eleştirm işin. I.n önem li cum huriyet (a
rıhı yalanlarından hırı “ / ) / * ’v<* oy r e r e n le n n S olu n g e r ç e k tahılın
oliiıtKÛtİHr." K ıisu ko n ıe r'in tezlerine cevap vermek için Doğan
Avcıoglıı, dö n c iltlik “ Milli Kurtuluş İanbi"pıi yazmıştır.
21
çağına eklemlenmiş hale gelirdik... O zaman niye cumhuri
yet, Kemalizm bu sanayileşmeyi başaramadı?” Başka bir yalan
daha: “Kemalizm, halka güvenmeyen bir elitler, seçkinler ha
reketidir... Halka güvenmediğin vakit kime güvenirsin, silahlt
güçlere güvenirsin. İşte onlar kurmuştur cumhuriyeti. Yani ordu
kurmuştur, halk kurmamıştır, ordu halka rağmen kurmuştur,
Ve bir başkası: “Kemalizm ile demokrasinin bir araya gelmesi
nin hiçbir imkânı yoktur, birbirlerine tamamen zıttırlar... Ke
malizm, tek sesliliği, otoriterliği, totaliterliği devletin hukuksal
güvencesi altına alan bir rejimdir. Çünkü Kemalizm, tek parti
demek, bunun dışında bir düşünce burada yasaktır demek...*9
Altan’ın, cumhuriyet tarihi yalanlarının tamamını buraya sığdır
mamız olanaksızdır. Atatürk’ü, Kemalizm’i “ antidemokratik”,
“tek sesli” olmakla suçlayan Prof. Mehmet Altan’ın bugün Fet-
hullah Cemaati’nin gazetelerinde yazması, televizyonlarında ko
nuşması, kendisini adeta bu cemaatle özdeşleştirmesi, onun nasıl
bir demokrat olduğunun çok iyi bir göstergesidir. Demek ki bir
cemaate mensup olmak, o cemaatin sözünden çıkamamak de
mokratlık oluyor!
13. Doç. Dr. Halil Berktay: Liseyi Robert Kolej’de okuduk
tan sonra, lisans ve lisansüstü eğitimini 1968’de ekonomi alanın
da Yale Üniversitesi’nde tamamlamıştır. 1990 yılına kadar Aydın
lık hareketinin içinde yer almıştır. Ekonomiden sonra yöneldiği
tarih alanındaki doktorasını Birmingham Üniversitesi’nden 1991
yılında almıştır. Harvard, ODTÜ, Boğaziçi, Sabancı üniversitele
rinde görev almıştır. Berktay, üstlendiği projeler için AB ve ABD
(Soros Vakfı )’den yüklü miktarlarda bağışlar almıştır. “İzmir’in
Yakılmasının Yarattığı Sosyal Travmalar* projesi için ABD’den
84.000 Avro, “Osmanlt İmparatorluğu ve Toplum Dersleri”
projesi için Avusturya ve İsviçre hükümetlerinden 74.000 Avro,
*Balkanlardaki Türk Ulusal Hafızastnın İnşası: Türk Milliyet
çiliğinin Orijini ve Erken Gelişimi” projesi için Almanya Eğitim
Bakanlığı’ndan 99.000 Avro bağış almıştır. Berktay, “İzmir’in
Yakılmasının Yarattığı Sosyal Travmalar” projesinde İzmir’i
22
Türklerin yaktığını ima ederek, bu sırada Rumlara etnik temizlik
yapıldığını kanıtlamayı amaçlamış; MBalkanlardaki Türk Ulu
sal Haftzastntn İnşast: Türk Milliyetçiliğinin Orijini ve Erken
Gelişimi” projesiyle de İttihat ve Terakki’nin Balkanlar’da nasıl
“milliyetçiliğe” yöneldiğini ve bu yönelim sonunda Ermeni soy
kırımının gerçekleştiğini kanıtlamayı amaçlamıştır. İşte Doç. Dr.
Halil Berktay’ın bazı yalanları: “İzmir civarında yan gizli şe
kilde Rumlara etnik temizlik yapıldt. Bu olaylar Ermeni katli
amının silahsız provasıdır.” (Milliyet, 7 Mart 2005). “İzmir’de
Rumlara etnik temizlik yapıldı” yalanını söyleyen Berktay, 15
Mayıs 1919 ve sonrasında İzmir’de Türklere yapılan soykırımı
nedense hiç dile getirmemiştir. Başka bir yalan: “Tehcir kanunu
başlı başına bir etnik temizliktir. Ermeni olduklan için tehcir
ediliyorlar. Günümüzde, öldürme unsuru hariç bu kadar dahi
‘jenosit* tammtna giriyor.” (Milliyet, 7 Mart 2005). Ve bir
başkası: “Mustafa Kemal’in Ermeni tehcirini savunan tek bir
demeci yoktur.;” (Milliyet, 7 Mart 2005). Bütün bu yalanlara
burada cevap vermek olanaksız olduğundan sadece sonuncu
suna -Mustafa Kemal’in Ermeni tehcirini savunan tek bir de
meci yoktur- cevap vereceğim. Bakın ne demiş Mustafa Kemal:
“Dünya kamuoyu, Ermeni ahalinin tehciri hususunda almaya
mecbur kaldığımız karar için bize karşı haklı bir ithamda bu
lunamaz.” (Mustafa Kemal, 26 Şubat 1921).
14. Dr. Taner Akçam: ODTÜ İdari İlimler Fakültesi’ni bi
tirmiş, 1973’ten sonra ODTÜ-DER, ADYÖD gibi derneklerin
kurucuları arasında yer almış, 1975’te yayına başlayan Devrim
ci Gençlik dergisinin sorumlu yazıişleri müdürü olarak, dergi
de Komünizm ve Kürtçülük propagandası yapıldığı iddiasıyla
yargılanmış ve 1976’da tutuklanmıştır. 1977’de 9 yıl hapis ce
zasına çarptırılmıştır. 12 Mart 1977’de Ankara Merkez Kapalı
Cezaevi’nden kaçmıştır. 1978-1995 yılları arasında Almanya’da
siyasi mülteci olarak yaşamıştır. 1988 yılında Hamburg Sosyal
Araştırmalar Enstitüsü’nde çalışmaya başlamıştır. 1995’te Han-
nover Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde İttihat ve Terakki Yar-
gtlamalan ve Ermeni Kınmı” konulu doktora çalışmasını ta
23
mamlamıştır. Akçam, Minnesota Üniversitesi Tarih Bölümü’nde
görev yapmaktadır. Akçam, Alman İstihbaratının “Ermeni Soy
kırımını Araştırma Masası’nın” Hamburg İncelemeleri Enstitü
sü görevlilerindendir. “Türk Ulusal Kimliği ve Ermeni Sorunu'\
“Türkiye’yi Yeniden Düşünmek" adlı kitaplarında, yazılarında
ve konuşmalarında hararetle Ermeni olaylarını “soykırım” diye
adlandıran, Kurtuluş Savaşı'na ve cumhuriyete yönelik ağır it
hamlarda bulunan Akçam’ın yalanlarından biri şudur: “Erme
ni soykırımı olmasaydı Ulusal Kurtuluş Savaşı diye bir şey
o l m a z d ı (Türkiye’yi Yeniden Düşünmek, s.58). “Türkiye'nin
haksız bir devlet olduğunu k a n ıtla y a ca ğ ım (www.his.online.
de/mitarb/akcam.htm) diyen Akçam’ın patronu Tessa Hafman,
Akçam’ı şöyle tebrik etmiştir: “Taner Akçam aferinî Türk Kur
tuluş Savaşı 'nın> Ulusal Devleti kuran savaşın aslında bir soy-
ktrım olduğunu bir Türk olarak ispatlamıştır. ” Haşan Yalçın,
“Dönekler” adlı kitabında haklı olarak Dr. Taner Akçam’ın uz
manlık alanını “Türkiye Düşmanlığı" olarak adlandırmıştır.
15. Prof. Cemil Koçak: Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler
Fakültesi, Basın ve Yayın Yüksek Okulu’ndan mezun olan Cemil
Koçak, “Siyaset ve Sosyal Bilimler” alanında doktora yapmıştır.
Sabancı Üniversitesi’nde “tarih” hocalığı yapan Cemil Koçak,
Tarih Vakfı’nın yayınladığı “Toplumsal Tarih Dergisi"nin ya
yın politikasını belirlediği dört kişiden biridir. Prof. Cemil Koçak
son zamanların en önemli cumhuriyet tarihi çarpıtmacılarından
biridir. “Kurtuluş Savaşanda yedi düvelle savaşmadıkt" diyen
Cemil Koçak’ın bazı cumhuriyet tarihi yalanları şunlardır: “/«-
gilizler İstanbul'a yüz bin kişi ile geldiler, ama İngilizlerle sava
şılmadı... Anadolu (da) çok büyük bir işgal yaşamadı. İşgal asıl
Güneydoğu'da b'ransızlar tarafından Gaziantep, Kahraman
maraş ve Urfa’da yaşandı. Batı Anadolu'da da Yunan işgaline
karşı savaşıldı... Kurtuluş Savaşı üç yıl sürdü ve şehit-yaralı
toplam 30 bin kişilik zayiatımız oldu. Kurtuluş Savaşı’nm pı
rıltılı hale getirilmesinin nedeni, cumhuriyete ve cumhuriyet
le birlikte yapılanlara bir meşruiyet kazandırmak içindir..."
(Neşe Düzerin Söyleşisi, Radikal, 13 Kasım 2006).
24
Bunların dışında cumhuriyet tarihi yalanlarına sıkça başvu
ran belli başlı yazarlar şunlardır:
• Burhan Bozgeyik, “Çerkez Ethem” ve 44Mustafa Kemal'e
Karşı Çıkanlar”.
• Cemal Kutay,44Çerkez Ethem Hadisesi”,
• Ahmet Kabaklı, 44Temellerin Duruşması”
• Haşan Hüseyin Ceylan, 44Din Devlet İlişkileri”, (.3 cilt).
• Mustafa Müftüoğlu, 44Yalan Söyleyen Tarih Utansın”
‘ (10 cilt).
• Nihal Atsız,44Türk Ülküsü” ve “Dalkavuklar Gecesi”
• Vehbi Vakkasoğlu,44Son Bozgun” ve 44Bu VatanıTerk Eden
ler”.
• Mustafa Armağan, 44Yakın Tarih Küller Altında” (3 cilt)
• Sevan Nişanyan, 44Yanlış Cumhuriyet”
• Emre Aköz, 44yazılarında”
• Prof. Mümtazer Türköne, 44yazılarında”
• Ayşe Hür, 44yazılarında”
• Prof. Murat Belge, 44yazılarında”
• Engin Ardıç,44yazılarında”
Ayrıca, Prof. Mete Tunçay, Dr. İsmail Beşikçi, Prof. Eric Jan
Zürcher, Prof. Vamık Volkan, Prof. Şerif Mardin, Prof. Baskın
Oran gibi akademisyenler de kitaplarında ve yazılarında ara sıra
cumhuriyet tarihi yalanlarına başvurmuşlardır.
Bütün bu isimlere ekleyecek daha çok isim var ama yeter;
mesele anlaşılmıştır sanırım....
25
, ,
“Btr Ömrün Öteki H ikayesi", 4.bs İnkılâp Kitabem İstanbul,
2010). Özellikle 28 Şubat öncesinde Türkiye’de Atatürk duy
mantığında ve buna paralel cumhuriyet tarihi yalanlarında adeta
bir patlama olmuştur. Necmettin Erbakan’ın kapatılan, Refah ve
Fazilet partileri döneminde siyasi çevrelerden büyük bir destek
gören cumhuriyet tarihi yalancıları, öncelikle bütün güçleriyle
Atatürk’e yüklenmişlerdir. Soyundan, sopundan, dinine, imanına;
askeri, siyasi hayatından kişisel hayatının en ücra köşelerine ka
dar Atatürk’e saldıran “yobaz öfke”, hızını alamayıp RP MKYK
Üyesi Hasaıı Hüseyin Ceylan ve Haşan Mezarcı gibi şarlatanların
öncülüğünde ve Fethullah’ın ışık evlerinde, yurtlarında ve ders
hanelerinde sistemli bir şekilde genç nesillerin beynini yalanlarla,
iftiralarla doldurmuştur. 2000’lere girerken “ Yakın tarih yalan
söylüyor” diye başlayan onlarca kitapta yüzlerce cumhuriyet ta
rihi yalanı Türkiye’ye saçılmıştır. Said-i Nursi, Necip Fazıl, Kadir
Mısıroğlu, Haşan Hüseyin Ceylan ve son zamanlarda Mustafa
Armağan bu grubun en tanınmış isimleridir.
26
2. Kişisel tatmin için Atatürk'e ve cumhuriyet tarihine sal
dıranlar: Bunlar biraz “narsist” tiplerdir, özünde “iyi niyetli
oldukları” bile söylenebilir. Bunlar, daha çok kişisel tatmin ve
şöhret uğruna tarihi eğip bükenlerdir. “İleri sürdüğüm tezlerle
resmi tarihin ezberini bozdum !” diye bas bas bağıran bu tiplere
en iyi örnek Prof. Yalçın Küçük’tür.
3. Emperyalizmin gönüllü (bazen paralı) askeri olarak Ata
türk’e ve cumhuriyet tarihine saldıranlar: En tehlikeli tipler bun
lardır. Eğitimlerini genelde yurt dışında (daha çok ABD’de) ta
mamlamışlar, doktoralarını yine yurt dışında yapmışlardır. Birço
ğu az ya da çok yurt dışındaki üniversitelerde (çoğu kez ABD’deki
belli üniversitelerde) görev yapmıştır. Kendilerini genelde “liberal”
olarak tanımlayan bu tipler, ülkemizde özellikle Bilgi, Sabancı ve
Boğaziçi üniversitelerinde yuvalanmışlardır. Onları sıkça ekran
larda MErmeni soykırımını tanıyalım! Tarihimizle yüzleşelim/”
derken görürsünüz. Prof. Dr. Atilla Yayla, Doç. Dr. Halil Berktay,
Dr. Taner Akçam bu gurubun en gözde isimleridir.
28
birebir derleyip çevirdiği “İstiklal Harbi Gazetesi” nden yarar
landım.
Kitapta, belgesel nitelikli fotoğraflara da yer verdim, özel
likle İstanbul'un tngilizlerce işgali, Anadolu'ya çıkarılan İngiliz
işgal kuvvetleri, İşgalci Yunanlıların Anadolu'da yaptıkları mad
di ve manevi yıkım ve Türk insanının olağanüstü fedakârlığını
gösteren bu fotoğraflar, Kurtuluş Savaşı'nın ne kadar zor ve ne
kadar önemli bir mücadele olduğunu kanıtlamaktadır.
Cumhuriyet Tarihi Yalanları'nı, “seri kitap” olarak düşün
mekteyim. Elinizdeki kitap birinci cilttir. Cumhuriyet Tarihi
Yalanları’nıto diğer ciltleri önümüzdeki aylarda ve yıllarda sizlere
ulaşacak.
Cumhuriyet Tarihi Yalanları’nın ortaya çıkmasında, bana
her türlü desteği veren Sevgili Eşim özlem Akkoç Meydan'a,
İnkılâp Kitabevi’ne ve editörüm Tansel Mumcu'ya sonsuz teşek
kürlerimi sunuyorum...
Sinan Meydan
İstanbul/Ağustos 2010
C u m h u r iy e t
TARİHİ YALANLARI
Y alan i
KURTULUŞ SAVAŞI’NI ATATÜRK
DEĞİL DEDEM BAŞLATTI!
Prof. Tarık Zafer Tunaya, “Devrim Hareketleri İçinde Ata
türk ve Atatürkçülük” adlı kitabında, “M ü d afaa -i H ukuku y a
ratanlar, A tatürk ve A tatürkçüler değildi. A tatürk Sam sun’a
,
çıktığın da h areket d em e k le r kurm uş kon greler y a p m a k ta y d ı”
demiştir.1
Tunaya’nın bu tezi kısa sürede çok sayıda taraftar bulmuş
tur. Prof. Eric Jan Zürcher ve Prof. Bülent Tanör gibi tarihçi
ler bu teze dayanarak, “Kurtuluş S avaşı’nı A tatürk b a şlatm a
mıştır! A tatürk bu m ü cadeleye son radan katılm ıştır!” demeye
başlamışlardır. Bu akademik çıkışlardan sonra kadim “Atatürk
düşmanları” devreye girmiştir: “Yobazlar” ve İkinci cumhuri
yetçi “liberaller”, gazete köşelerinde ve televizyon ekranlarında
“Kurtuluş S avaşı’nı A tatürk b a ş la t m a m ış t ık diye avaz avaz
bağırmaya başlamışlardır.
Prof. Yalçın Küçük, “M u stafa K em al P aşa ve arka d aşla rı
Kurtuluş S avaşı’na son radan k a tıld ıla r ve çöken düzene yakın
,
dılar. S on radan g eld iler kendilerinden ön ce gelenleri ve daha
, ,
önem lisi K em al P aşa Fevzi Paşa ve İsm et Paşa triumvirası b a ş
lam ış olan kurtuluş ve bağ ım sızlık h areketin e g öre daha tutucu
olduğu için d ah a radikal olanları tasfiye etm ek zorunluluğunu
duydular. . . ” diyerek, kendi ifadesiyle “T ürkiye tarihini a lt üst
etm iştir!”2
Hiç kuşkusuz Atatürk’ü Atatürk yapan, dünyadaki ilk “an-
tiemperyalist” mücadele olan Türk Kurtuluş Savaşı’dır. Dolayı
sıyla Atatürk’ü yok etmek isteyenler öncelikle bu yalana sıkıca
tutunmuşlardır. Atatürk’ü ve Atatürk düşüncesini yok etmek is
35
teyen “din simsarı yobazların” ve “faşist liboşların” gerçek ama
cı, hiç şüphesiz. Kurtuluş Savaşı konusundaki gerçekleri ortaya
çıkarmak değildir; onların amacı öteden beri “gıcık oldukları”
Atatürk'ü halkın gözünden düşürmektir. Bir de “şovmenler” var
dır ki, onların amacı “tarihi tersyüz ederek tatmin olmakttr".
Evet “Anadolu direnişi”, ilk olarak toprağı işgal edilen,
hanımına, kızına tecavüz edilen Türk halkı tarafından başla
tılmıştır. Ancak bu direnişin topyekun bir bağımsızlık hareketi
haline gelmesi, yani “Kurtuluş Savaşı” niteliğine bürünmesini
sağlayan bizzat Mustafa Kemal Atatürk'tür. Üstelik, Prof. Yal
çın Küçüksün iddia ettiği gibi Atatürk sonradan bu mücadeleye
katılmamış, Atatürk yola, “direniş fikrini” savunan ilk Kuvayı
Milliyecilerden biri olarak çıkmıştır.
İşgalcilere karşı ilk kurşunun sıkılması, ilk direnişlerin başla
ması, hatta direniş amacıyla yurdun değişik yerlerinde Müdafaa-i
Hukuk Cemiyetlerinin kurulması başka şeydir; bu pasif direnişin
örgütlenerek, sistematikleştirilerek ve merkezileştirilerek Kurtu
luş Savaşı haline getirilmesi başka şeydir. Ve bu işi, 19 Mayıs
1919'da Samsun'a çıkan Atatürk yapmıştır. Amasya Genelgesi,
Erzurum Kongresi, Sivas Kongresi, TBM M ’nin açılması, düzen
li ordunun kurulması ve bu sırada “akıllara durgunluk veren”
bir telgraf trafiği ve yazışma ağıyla bütün asker-sivil yetkililerin
organize edilmesi, görevlendirilmesi ve yönetilmesi işini üzeri
ne alan Atatürk, “dağınık halk direnişinden” sistemli bir yapı
meydana getirerek, emperyalizme karşı dünyadaki ilk Kurtuluş
Savaşı’nı vermiştir.
İşin bu boyutunu ortaya koyduktan sonra şimdi de
“Atatürk’ten önce direniş başlamıştı” söyleminin “temelsizliği-
ni” ortaya koyarak “Anadolu direnişi düşüncesinin fikir babası
nın” herkesten önce Atatürk olduğunu kanıtlayacağım.
Uyanıklar, kavramları birbirine karıştırarak halkın gönlün
deki Atatürk sevgisini silmeye çalışmaktadırlar; ama yağma yok!
Her şeyi anlayacak olgunlukta olan bu halkı kandırmanın öyle
kolay olmadığını artık herkes görecektir.
36
I. Dünya Savaşı’m Doğru Anlamak
Kurtuluş Savaşı’nın nasıl ve kimler tarafından başlatıldığını
anlayabilmek için I. Dünya Savaşı'nı doğru anlamak gerekir.
20. yüzyılın başlarında İngiliz, Fransız ve Rus emperyaliz
minin kıskacı altındaki Osmanlı Devleti, Almanya'nın yanında
I. Dünya Savaşı’na sürüklenmiştir. 1914-1918 yılları arasındaki
bu savaşta birçok cephede mücadele etmek zorunda kalan Os-
manlı Devleti, Çanakkale hariç, tüm cephelerde çok ağır yenil
giler almıştır.' 500 binden fazla kayıp veren Osmanlı Devleti, sa
vaş sonrasında Arap Yarımadası’nı ve Ortadoğu’yu kaybederek
Anadolu’ya sıkışmıştır.
Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşfna girmesi bir “çılgın
lık” değil, bir “mecburiyet”tir.
1877-78 Osmanlı Rus Savaşı’ndan sonra İngiltere ve Fransa,
Osmanlı Devleti’ni koruma politikasından vazgeçerek Rusya ve
İtalya ile de anlaşıp Osmanlı mirasını paylaşmaya karar vermiş
lerdir. Bu amaçla 1908-1918 yılları arasında Osmanlı’yı parçala
maya ve paylaşmaya yönelik birçok gizli anlaşma yapılmıştır.
I. Dünya Savaşı’nın başlarında Osmanlı Devleti’ni idare
eden İttihat ve Terakki Partisi İngiltere, Fransa ve hatta Rus
ya ile yakınlaşmak istemiş ancak bunu başaramamıştır. Bırakın
bu ülkelerle yakınlaşmayı, o günlerde İngiltere, parası ödendiği
halde Osmanlı Devleti’ne vermesi gereken iki savaş gemisini bile
vermemiştir.
Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı sırasında emperyalist
bir saldırıya uğrayacağı kesindir, özellikle, savaşın başlarında
Osmanlı’yı parçalamak ve paylaşmak için yapılan gizli antlaş
malar bu gerçeği çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
özellikle İngiliz emperyalizmi, Osmanlı petrollerini, dolayı
sıyla Kuzey Mezopotamya’yı, boğazları, Ortadoğu’yu ve Kafkas
enerji hatlarını ele geçirmek için Osmanlı’ya saldırmaya karar
lıdır. örneğin İngilizler, Osmanlı Devleti daha fiilen ve resmen
I. Dünya Savaşı’na girmeden önce, Osmanlı’nın Mezopotamya
topraklarına yönelik askeri harekat hazırlıklarını bitirmişlerdir:
37
lngilizlerin Hindistan İstila Gücü, 15 Ekim'de yola çıkmış ve 25
Ekim 1^14’de Bahreyn'e ulaşmıştır. Bu sırada Osmanlı henüz I.
Dünya Savaşı'na girmiş değildir.'
Özetle, Osmanlı Devleti, I. Dünya Savaşı'na girmemek için
ne kadar direnirse dirensin, eninde sonunda bir bahaneyle bu
savaşa sürüklenecektir; çünkü, bu savaşı başlatanların temel
amaçlarından biri Osmanlı'yı tasfiye etmek ve parçalayarak pay
laşmaktır.
Atatürk'e göre de Osmanlı Devleti'nin l. Dünya Savaşı'na
girmesi son derece normaldir: “/. Dünya Savaşı'na girilmemesi
arzu edilirdi" diyen Atatürk, bunun şu nedenlerle imkansız ol
duğunu belirtmiştir:
1. Maddi olanakların yeterli olmaması: Tarafsızlık için para
mız, silahımız, araçlarımız ve sanayimizin olmaması,
2. Türkiye'nin coğrafi konumu: Özellikle Boğazların bir geçiş
güzergahı olması ve Osmanlı Devleti'nin boğazları koruya
cak güce sahip olmaması,
3. Rusların İtilaf Devletleri yanında yer almasının tedirginlik
yaratması,
4. lngilizlerin, Türk halkından toplanan 7 milyon lira ile yaptı
rılan gemilefi gasp etmesi,
5. Osmanlı Devleti'nin savaşa girmesinden daha 4 ay önce
lngilizlerin, Osmaıılı'nın tamamen zararına bir Ermenistan
Devleti'nin kurulmasına karar verdiklerini açıklaması,
6. İstanbul'un Çarlık Rusyasf na vaat edilmiş olması.
Atatürk, olaya bakışını şöyle özetlemiştir:
"Türkiye L Dünya Savaşt'na girmeye mecburdu ve mevcut
dünya dengesine göre bu giriş şekli de olandan ve görünenden
başka türlü olamazdı. Belki savaşa giriş zamanı, belki kuvvetle
ri kullanma tarzları, özetle bir sürü ayrıntı eleştirilebilir Fakat,
esasa diyecek yoktur. Türkiye savaşa girerdi ve böyle girerdi.
38
Rıırada tartışılması gereken Osmanlı Devleti'nin I. Dünya
Savaşı'na girmesi değil, savaş sırasındaki ve sonrasındaki siyasi
ve askeri stratejileridir.
işte hana göre, İttihatçılar ve Enver Paşa hıı noktada hiiyük
hatalar yapmıştır. İşte o hatalar:
1. Türk ordularını Alman subayların komutası altına vermeleri,
2. Geleceği doğru okuyaınayarak Anadolu dışında; Arap çölle
rinde ve Transkafkasya’da gelecek aramaları,
3. Alman çıkarlarının Türk çıkarlarının önüne geçtiğini fark ede
memeleri veya bunu engelleyecek iradeyi gösterememeleri,
4. Savaş sonrasında, Wilson İlkelerine güvenerek ve tngilizlerin
merhametine sığınarak Mondros Ateşkes Antlaşması’m im
zalamaları...
Bence asıl eleştirilmesi gereken noktalar bunlardır.
40
Atatürk, sorunları bu şekilde sıraladıktan sonra çözüm yol
larını da şöyle sıralamıştır:
1. Hükümeti güçlendirmek,
2. Beslenmeyi sağlamak,
3. Yolsuzlukları en aza indirmek,
4. Ülkeyi sağlam bir hareket üssü haline getirmek,
5. Askeri politikamızı bir savunma politikası haline getirmek.
Atatürk, askerlik tarihinde bir benzerine daha rastlanma
yan bu ünlü raporunu şu çarpıcı cümlelerle bitirmiştir: “Askeri
politikamız bir savunma politikası olmalı. Elimizde bulunan
kuvvetleri ve bir tek eri sonuna kadar saklamaltyız. Memleket
dışında da bir tek Türk askeri kalmamalıdır. İşte benim düşün
celerim bundan ibarettir. Bulunduğumuz mevki sebebiyle bun
ları tasvir etmekle vicdanım üzerindeki yükü atmış olduğuma
inanıyorum
İşte Atatürk’ün 1917 yılındaki düşüncesi: “Memleket (Ana
dolu) dışında bir tek Türk askeri kalmamalıdır.” Atatürk’ün,
“Memleket dtşında bir tek Türk askeri kalmamalıdır” dediği En
ver Paşa, o günlerde Kafkaslar’da, Dağıstan’da ve Hicaz’da bu
lunan orduların zafer haberlerini beklemekte, bu da yetmezmiş
gibi Hindistan’a bir sefer yapmayı planlamaktadır.
Birinci raporundan herhangi bir sonuç alamayan Atatürk,
24 Eylül 1917’de, yine Halep’ten Enver ve Cemal Paşalara ikin
ci bir rapor daha göndermiştir. Bu raporunda özellikle General
Falkenhayn’ı çok ağır bir dille eleştirerek görevden alınmasını
istemiş, aksi halde istifa edeceğini belirtmiştir.
Atatürk’ün, Enver Paşa gibi rakiplerinin onu bir kaşık suda
boğmak istedikleri bir ortamda “idamı göze alarak” böyle ra
porlar hazırlaması, her şeyden önce onun katıksız vatanseverli
ğinin bir göstergesidir.
Atatürk, ülkenin yanlış politikalar nedeniyJe her geçen gün
biraz daha batağa sürüklendiği bir ortamda, sorumluluk sahibi
bir asker ve duyarlı bir yurttaş olarak her şeyi göze alıp devleti
yönetenleri uyarmayı kendisine bir görev saymıştır.
41
Atatürk’ün bu tarihi raporları adeta görmezlikten gelin
miştir. Hükümet ve Başkomutanlık, ne bir disiplin soruşturması
açmış, ne de görüşlerini dikkate almıştır. Bunun üzerine o da
“kendi kendimi görevden aldtm” diyerek istifa etmiştir.
Yıldırım Orduları Komutanı Falkenhayn, bu durumu di
siplin aşımı olarak değerlendirerek Atatürk’ün derhal cezalan
dırılmasını istemişse de Enver Paşa, böyle bir kararın Atatürk’ün
kamuoyundaki şöhretini daha da arttıracağını düşünerek onu
Diyarbakır’daki 2. Ordu Komutanlığı’na atamıştır. Ancak Ata
türk, görüşleri dikkate alınmadıkça ve raporlarında belirttiği
sorunlar çözümlenmedikçe “hiçbir makamda memlekete hizmet
etmeyeceğini” belirterek bu görevden de istifa edip İstanbul’a
dönmüştür.
Atatürk bir süre sonra yeniden Suriye-Filistin’deki 7. Or
du Komutanlığı'na atanmıştır. Bu sırada Yıldırım Orduları
Komutanlığı’na Liman Von Sanders getirilmiştir.
42
süratle orduları derleyip toparlayan Atatürk, kimseye sormadan
inisiyatif kullanarak, Türk ordusunu Suriye’nin kuzey sınırına
yakın Halep’e çekmeye başlamıştır. Liman Von Sanders, bu ita
atsizliğin nedenini sorunca Atatürk, “Suriye’nin bir Arap şehri
olduğunu, önemli olanın Türk olan Anadolu’yu savunmak ol
duğunu” belirtmiştir. Bu sırada Yıldırım Orduları Komutanlığı
genel karargâhı Adana’ya çekilmiştir.
25 Ekim 1917’de Halep’in güneyinde kanlı çarpışmalar baş
lamıştır. Bu sırada bazı Arap aşiretleri de Halep’e girerek Türk-
lere karşı sokak muharebelerine başlamıştır. Atatürk, adeta tek
başına hem İngilizlerle hem de onların kışkırttığı asi Arap aşiret
leriyle savaşarak ordusunu geri çekmeyi başarmıştır.5
Atatürk, Halep'in kuzeyinde Hatay’ı da içine alan bir sa
vunma cephesi kurmuştur. İngilizler, bu savunma hattına taarruz
etmişler, fakat Atatürk, Arap asilerce desteklenmiş İngiliz ordu
sunu bozguna uğratmayı başarmıştır. Böylece 26 Ekim 1918’de
I. Dünya Savaşı’nın son savaşı kazanılmıştır.6
Bu zafer, Atatürk’ün deyimiyle “Türk süngülerinin çizdiği
sınır” olacaktır.7
Orgeneral Fahrettin Altay Paşa, Atatürk’ün I. Dünya Sava-
şı’ndaki bu son büyük başarısını şöyle anlatmıştır:
“Filistin muharebelerinde ordumuz bozuldu. Ordu ku
mandanı Liman Von Sanders Paşa kaçtı. Ve zorlukla kendini
esaretten kurtardı. Bunun üzerine üç ordu kumandanı Cevat,
Mersinli Cemal ve Mustafa Kemal Paşalar enkazı Dera’da top
ladılar. Fakat daha kıdemli oldukları halde Cevat ve Cemal Pa
şalar ordu kumandanlığını Mustafa Kemal’e bıraktılar. Kendi
leri çekilip gittiler. Mustafa Kemal ise en buhranlı, en nazik bir
zamanda bu döküntülerden ibaret ordunun kumandanlığını
alma cesaretini gösterdikten başka olabildiği kadar düzenlediği
5 Atatürk, bu sokak çatışmalarının ayrıntılarım 1926 yılında Falih Rıfkı Atay’a an
latmıştır. Falih Rıfkı Atay, Atatürk’ün Bana Anlattıkları, İstanbul, 1998, s.6 7-69.
6 Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, C.I, 2 9 .bs, İstanbul,'2 0 0 9 , s. 288.
7 Sina Akşin, Kısa Türkiye Tarihi, İstanbul, 2 0 0 7 , s .l 13.
43
bir ordu ile Halep civarındaki istila ordusunu durdurmaya da
muvaffak oldu ki, bu gerçekten hayrete şayan bir olaydır. ”8
1918’de Atatürk’ün savunduğu o hat, ileride Misak-ı Milli’
nin güney sınırı olacaktır. Bu gerçeği anılarında Atatürk şöyle
ifade etmiştir:
“Gerek Erzurum Kongresinde gerek Sivas Kongresinde
Türkiye’nin milli sınırlarını tespit için ben Türk süngülerinin
işaret ettiği bu hattı esas kabul ettim.
Zavallı Wilson, anlamadı ki, süngü, kuvvet, şeref ve haysi
yetin müdafaa edemediği hatlar başka hiçbir prensiple müda
faa edilemez. ”9
Atatürk’ün, I. Dünya Savaşı’nın sonlamdaki bu Suriye geri
ye çekilme hareketi ve Halep direnişi, Anadolu direnişinin, Kur
tuluş Savaşı’nın ilk işaretidir.
Ö, daha Anadolu işgal edilmeden, Anadolu’yu savunmanın
hesaplarını yapmıştır.10
44
Mondros Ateşkes Antlaşmasının çok ağır maddeleri vardır.
Örneğin 7. maddede, “İtilaf Devletleri, güvenliklerini tehdit
eden bir durumda istedikleri herhangi bir stratejik bölgeyi işgal
edebileceklerdir” denilirken; 24. maddede, “Doğu’daki altı ilde
kanştkltk çıkarsa oralar işgal edilecektir...” denilmektedir. Ay
rıca, Osmanlı’nın bütün orduları dağıtılacak, bütün ağır silah
larına el konulacak, bütün yeraltı ve yerüstü zenginlik kaynak
ları, telgraf hatları, demir yolları, tersaneleri ve tünelleri İtilaf
Devletleri’nin kontrolüne bırakılacaktır. Gerektiğinde İstanbul
da işgal edilebilecektir.
Hamidiye kahramanı Osmanlı Bahriye Nazırı Rauf Bey’in,
“İngilizcentilmenliğine” güvenerek imzaladığı Mondros Ateşkes
Antlaşması’nı Ahmet İzzet Paşa Hükümeti de olumlu karşılamış
tır. Padişah Vahdettin de Mondros’tan memnundur. İsmet Paşa
bile “mütareke metni okunduğu zaman açık ifade ile göze ba
tacak sakıncalar taşımadığım” belirtmiştir.11
Atatürk, Mondros Ateşkes Antlaşması’nın imzalandığını,
Sadrazam ve Genelkurmay Başkanı Ahmet İzzet Paşa’nın 31
Ekim 1918 tarihli telgrafıyla öğrenmiş, antlaşmanın metnini ise
3 Kasım 1918’de görmüştür.
Atatürk, 25 maddelik bu antlaşmayı incelediğinde şunları
düşünmüştür:
“Bu antlaşmayı baştan sona incelediğimde bende meydana
gelen kanaat şu idi: Devlet-i Aliye-i Osmaniye bu antlaşma ile
kendini kayıtsız şartsız düşmanlara teslim etmeye razı olmuş
tur. Yalnız razı olmamış, düşmanların memleketi işgali için ona
yardım da vaat etmiştir. Bu beni çok hazin düşüncelere sevk
etti.”12
Mondros Ateşkes Antlaşması imzalandıktan sonra Osmanlı
Hükümeti, komutanlara bu antlaşma konusundaki görüşlerini
sormuştur. “Bu mütareke reddedilsin” diyen tek korrçutan Mus
tafa Kemal Atatürk’tür.13
11 age, s.49.
12 Atay, age, 79
13 Sadi Irmak, Atatürk, “Bir Çağtn Açılışt'\ İstanbul, 1984, s.385. Meydan, age, s.53.
45
Atatürk, antlaşmayı inceledikten hemen sonra, komutası
altındaki 2. ve 7. kolordulara gönderdiği bir emirle “Suriye sı
nırının Osmanlı Devletinin Suriye vilayetinin kuzey sınırı oldu
,
ğunu Türklerin çoğunlukta olduğu bölgelerin esas hat olarak
,
kabul edilmesi gerektiğini mütareke şartlarının yeterince açık
,
olmadığını dolayısıyla yapılacak işgallere karşı uyanık olun
masına Toros tünellerini işgal edecek İtilaf kuvvetlerinin yanına
Türk kuvvetlerinin yerleştirilmeye çalışılmasını” istemiştir.14
Atatürk, ayrıca komutasındaki birliklere gönderdiği emir
lerde Mondros’un açık olmayan hükümleri nedeniyle dikkatli
olunmasını istemiştir.
46
Mondros Ateşkes Antlaşmasının bütün ağırlığına, elde
ki kuvvetlerin bütün perişanlığına rağmen Atatürk, büyük bir
inançla, “Türk sesini işittirmeyi” düşünebilmiştir.
Atatürk, bir taraftan emrindeki kuvvetleri derleyip topar
lamaya çalışırken diğer taraftan da düşmanın Anadolu’ya ayak
basmaması için gereken önlemleri almıştır. Atatürk’e kulak ve
relim:
“Nitekim mütarekeden hemen sonra Halep ve Katma ara
sında ordumuzun süngüleriyle çizmiş olduğu hattt geçmek iste
yen Ingilizlere karşt derhal süngü ile karşı koymakta tereddüt
göstermedim. Nitekim İskenderun körfezine yaklaşmak isteyen
düşman donanmasına ateş emri verdim.” 16
Atatürk dışında Mondros Ateşkes Antlaşması’na açıkça tep
ki gösteren iki komutan daha vardır. Bunlardan biri Irak cephesi
komutanlarından Ali thsan (Sabis) Paşa, diğeri de Kafkas cephe
si komutanı Yakup Şevki Paşa’dır.17
* #*
47
vermiştir. Dolayısıyla Atatürk, daha düşman Anadolu’ya ayak
kasmadan önce “Anadolu direnişine” başlamıştır.
Atatürk’ün Halep’in kuzeyinde direniş hazırlıkları yaptığı ve
İskenderun’a girecek İngiliz ordusuyla çarpışmaya hazırlandığı o
günlerde Türkiye’nin neresinde hangi direniş hareketi vardı?
Kuvayı Milliye henüz kurulmamıştır.
Hiçbir Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti yoktur.
İlk kurşun daha sıkılmamıştır.
Hiçbir yerel kongre toplanmamıştır.
Enver Paşa Hindistan’a yeni bir sefer yapmayı düşünmek
tedir.18
Padişah Vahdettin ise İngilizlerL kızdıracak, küstürecek ha
reketlerden ısrarla kaçınılması gerektiğini öğütlemektedir.
İşte, 1918’in Kasım ayının başlarında Türkiye’deki manzara
budur.
Bir tek o, yaklaşmakta olan tehlikenin farkındadır ve bir tek
o, bu büyük tehlikeye yönelik ciddi önlemler almaya başlamıştır.
18 fcnver Paşa’tıın amcam Doğu Cephesi Orduları C>rup Komutanı Halil Paşa, Kâzım
Karahekır Paşa’ya, İran’a girip Tebriz’i, Reşt’i ve Tahran’ı işgal edip Hindistan’a
gitmek ivin Enver Paşa'nın emir verdiğini belirtmiştir. Aydemir, agc, C.I, s. 296.
48
luğutt yaşadığı kısım üzerine oturtulmalı. Düşmanlarının yani,
büyük devletlerin yapacağı bir ayıklama yerine devrim yöneti
mi kendi başına bir Türk devleti kurmalıdır.”19
Atatürk’e göre, Anadolu merkez olacak, Doğu ve Batı Trak
ya bizde kalacak, Edirne’nin kuzey sınırları Bulgaristan aleyhin
de düzenlenecek, kıyılarımıza yakın adalar Türkiye’ye ait ola
cak, diğerleri Yunanistan’a verilecek, Türkiye’deki Rum, Bulgar
ve Sırplar, dışarıdaki Türklerle mübadele edilecek, Türkiye’nin
güney sınırı Hatay, Halep ve Musul’u içine alacak, diğer yerler
Araplara bırakılacaktır.20
Görüldüğü gibi Atatürk’ün kafasında daha 1907 yılında
“Anadolu merkezli bir ulus devlet” düşüncesi vardır.
Osmanlı Devleti’nin son zamanlarında Atatürk’ün bu şaşır
tan öngörüsü doğrultusunda bir politika izlenebilseydi belki de
Balkan felaketi yaşanmayacak, Sarıkamış dağlarında ve Yemen
çöllerinde yüz binlerce Mehmetçik telef olmayacaktı.
Atatürk, gerçekçi bir bakışla 1907 yılından beri öncelikle
Anadolu’nun korunması ve Anadolu’ya önem verilmesi gerekti
ğini düşünmüş ve hep bu doğrultuda çalışmıştır.
İttihatçı Enver Paşa’nın kendisini Anadolu dışında uzak
görevlere tayin etmesine karşı o, her seferinde bir bahaneyle ya
görevi kabul etmeyerek ya da istifa ederek Anadolu ve civarında
görev almayı başarmıştır.21
Suriye’de 7. Ordu Komutanı olduğu sırada Enver ve Talat
Paşalara gönderdiği iki raporla (20 ve 24 Eylül 1917 tarihlerin
de) ısrarla orduyu Arap çöllerinden ve Turan ellerinden çekerek
Anadolu ve civarına kaydırmayı teklif etmiş ve askeri politika
mızın bir savunma politikası olması gerektiğinin altını çizmiştir,
ancak kimseyi ikna edememiştir. O da kendi imkânlarıyla, kendi
bildiği şekilde mücadele etmiştir:
49
1918 Ekimi’nin sonlarında Halep’in kuzeyinde İskenderun
önlerinde bir savunma hattı oluşturduktan sonra, Adana’da Yıl
dırım Orduları Komutanı olduğu kısa sürede bir taraftan elindeki
kuvvetleri organize etmiş, diğer taraftan da yetkilileri uyarmaya
ve uyandırmaya çalışmıştır. Atatürk, Adana’da kaldığı yaklaşık
10 gün içinde Kurtuluş Savaşı’nın ön hazırlıklarına başlamıştır.
Atatürk, öncelikle 1-8 Kasım 1918 tarihleri arasında Adana’
dan Ahmet İzzet Paşa’yla yazışmış, gönderdiği raporlarla onu
yaklaşmakta olan tehlike konusunda uyarmaya ve uyandırmaya
çalışmıştır.
22 Turgut Gürer, Atatürk’ün Yaveri Cevat Abbas Gürer, “ Cepheden Meclise Büyük
ö n d e r İle 24 Yıl”, İstanbul, 2 0 06, s. 96, 97.
50
Atatürk’ün 1-8 Kasım 1918 tarihleri arasında Adana’dan
Sadrazam Ahmet İzzet Paşa’ya gönderdiği raporlar Anadolu di
renişine yönelik kayda geçirilmiş ilk ve tek resmi belgelerdir.
Bu raporlarda Atatürk, açıkça İngilizlere karşı silahla karşı
koymaktan söz etmiştir.
Atatürk’ün bu raporlarından yükselen “isyan ateşi” Kurtu
luş Savaşı’nın ilk kıvılcımıdır.
İşte o raporlardan bazı bölümler:
1. Mütareke şartlarının ikinci maddesinin harfiyen uygulan
ması doğal ise de bu münasebetle karaya asker çıkarmaya
dair mütarekede bir kayıt bulunmadığından müsaade edil
memiş ve görüşme memurları dönüp geldikleri gemiye git
mişlerdir.
2. İskenderun’da İngilizlerin karaya çıkmasının gerekirse ateş
le önlenmesini emrettiğim arz olunur.
3. Çok ciddi ve samimi olarak arz ederim ki, mütareke şartları
arasında yanlış anlamaları giderecek tedbirleri almadan or
duları terhis edecek ve İngilizlerin her dediğine boyun eğe
cek olursak, İngilizlerin ihtiraslarının önüne geçmeye imkân
kalmayacaktır.
4. İskenderun’a her ne sebep ve bahane ile asker çıkarmaya te
şebbüs edecek İngilizlerin ateşle engellenmesini... emrettim.
5. İngilizlerin aldatıcı muamele, teklif ve hareketlerini İngiliz-
lerden fazla haklı ve nazik gösterecek ve buna karşılık gönül
alıcı emirleri uygulamaya yaradılışım elverişli değildir.
6. Bugün Payas-Kilis hattına kadar olan topraklan isteyen İngi
lizlerin, yann Toros’a kadar olan Kilikya mıntıkasını ve daha
sonra Konya- İzmir hattının işgali lüzumu teklifinin birbiri
ni kovalayacağı ve sonunda ordumuzun kendileri tarafından
sevk ve idaresi ve hatta Osmanlı Bakanlar Kurulu’nun Bri
tanya Hükümeti tarafından seçilmesi lüzumu gibi tekliflerin
karşısında da kalmak uzak bir ihtimal değildir.
7. Ben ne durumda bulunursam bulunayım, doğru olduğuna
inandığım ve gerekenlere duyurulmasını yurt selameti icabı
51
kabul eylediğim kanaatlerimi bildirmekten nefsimi alıkoy
maya muktedir değilim.2'
özetlemek gerekirse bakın ne diyor Atatürk:
tngilizlerin karaya asker çıkarmalarına izin vermedim!
lngilizler İskenderun'a çıkarsa ateşle karşılanmalarım em
rettim!
Orduları terhis edersek ve tngilizlerin her dediğine boyun
eğersek onların ihtiraslarının önüne geçemeyiz.
lngilizlere nazik davranmaya yaradılışım elverişli değildir!
İngilizlerin isteklerine karşı çıkmazsak, ordumuzun yönetil
mesini ve hatta Osmanlı Bakanlar Kurulu’nun seçilmesini
bile lngilizlere bırakmak zorunda kalırız.
Hangi şartta olursam olayım, yurt selameti için doğru bil
diklerimi söylemekten nefsimi alıkoymam!
Soruyorum şimdi: 1-8 Kasım 1918 tarihleri arasında İngi
lizlerle burun buruna, her türlü tehlikeyi göze alarak “Düşman
karaya ayak basarsa ateşle karştlık verilmesini emrettim” diyen
Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı’nın başlamasında herhangi bir rolü
yok mudur? Bu Atatürk mü Kurtuluş Savaşı’na sonradan katıl
mıştır? Dahası, o günlerde Atatürk dışında hiçbir asker ya da
sivil, Genelkurmaya ve Hükümete “İngiliz işgaline karşı ateşle
karşılık verilmelidir” biçiminde rapor yazma cesareti gösterebil
miş midir? Mondros’un hemen ertesinde açıkça düşmanla silahlı
mücadeleden söz eden ve bu düşüncesini yetkililere gönderdiği
raporlarla belgeleyen “tek adam”, Mustafa Kemal Atatürk değil
midir? Şevket Süreyya Aydemir’in dediği gibi:
“ Yeni devlete çıkan yolun ilk ve en dumanlı işaretleri, sa
nıyorum ki Mustafa Kemal'in 1 Kasım 1918 ile 7 Kasım 1918
arasında Adana’da geçen 7 günlük Yıldtnm Ordular Grubu
Kumandanltğı zamanındaki buhran günlerinden başlar,;”24
52
Bütün bu gerçekleri tarih ayan beyan kaydetmiş olmasına
karşın, öteden beri Atatürk’e saldıran “vicdansız yobazlar” ve
“dönme liboşlar”, “Kurtuluş Savaşı'nı Atatürk başlatmamış
tır! Atatürk Kurtuluş Savaşı'na sonradan katılmıştır!” ve hatta
“Atatürk tngilizlerin ajanıdır/” demek için, Atatürk’ün 1-8 Ka
sım 1918’de Adana’dan Osmanlı Sadrazamı ve Harbiye Nazırı
Ahmet İzzet Paşa’ya gönderdiği bu raporları görmezden gelmiş
lerdir. Bu raporları ne Yalçın Küçük’iin, ne Fikret Başkaya’nın,
ne de Kadir Mısıroğlu’nun kitaplarında göremezsiniz.
53
da düşmanlarını tanısalardı Atatürk Anadolu’nun işgaline engel
olabilirdi. Ama onlar Atatürk’ün aksine İngilizlerin merhameti
ne, îngilizlerin centilmenliğine sığındılar!
Her şey bu kadar açıkken, Yalçın Küçük, hiç utanıp sıkıl
madan Atatürk’ün Adana’da Yıldırım Orduları Komutanı ol
duğu dönemdeki gelişmeleri çarpıtmıştır. Küçük, “Mondros
Bırakışmasından sonra Mustafa Kemal Paşa’nm birliklerini bı
rakarak kuvveti olmayan bir general... kendini kızağa aldırmış
bir kamu görevlisi olarak, İstanbul'da yaşaması çok düşündürü
cüdür. Bunun üzerinde düşünmeden bilim ve tarih yazımı olaca
ğım sanmıyorum. Başkaları var; Mondros Bırakışmasına karşın
birliğini ve silahlarını bırakmayan ve bu nedenle daha sonra
Büyük Britanya işgalcileri tarafından savaş suçlusu sayılan ge
neraller biliniyor.” demiştir.27 Hangisini düzelteyim? Baştan aşağı
yalan, yanlış, mantık hatasıyla dolu bir dizi saçmalık!...
Birincisi, daha önce de anlatıldığı gibi Atatürk, Adana’dan
İstanbul’a birliklerini bırakarak, kendiliğinden gitmemiştir. Ah
met İzzet Paşa Hükümeti, Yıldırım Orduları Grubu’nu kaldırarak
Atatürk’ü İstanbul’a çağırmıştır. Üstelik Atatürk, her türlü riski
göze alarak, bu karara itiraz etmiştir, ama İstanbul Hükümeti’ne
dinletememiştir. İkincisi, Atatürk İstanbul’a Yalçın Küçük’ün
değimiyle “yaşamak için!” gitmemiştir. İleride anlatılacağı gibi,
Atatürk İstanbul’da kaldığı altı ay boyunca Anadolu’daki mil
li hareketin altyapısını oluşturmuş, “gizli kurtuluş planları”
hazırlamıştır.28 Son olarak da, Mütareke’ye rağmen silahlarını
bırakmayan sadece Medine komutanı Fahrettin Paşa’dır. Yakup
Şevki Paşa ve Ali İhsan Sabis Paşa Malta’ya sürülmüştür, ama
bu komutanların hiçbiri “birliğini ve silahını bırakmadığı için
değil”, Ermeni olaylarına katılmak gibi başka nedenlerle tutuk
lanıp Malta’ya sürülmüşlerdir.29
2 7 Yalçın Küçük, Türkiye Üzerine Tezler, C.V, 3.bs, İstanbul, 1987, s. 38.
28 Atatürk’ün İstanbul'daki 6 ayı (13 Kasım 1918-15 Mayıs 1919) için bkz. Sinan
Meydan, Atatürk’ün Gizli Kurtuluş Planlan, "Parola N u h’’, İstanbul, 2009 .
2 9 Bilal N. Şimşir, M alta Sürgünleri, 2.bs, Ankara, 1985, s. 2 0 5 , 2 0 6 , 21 8 , 2 2 2 , 223
vb.
54
Yalçın Küçük’ün daha sayısız “Cumhuriyet tarihi yalanı”
vardır. Bu yalanlara Turgut Özakman, “Vahdettin, Mustafa Ke
mal ve Milli Mücadele” adlı dev eserinde tokat gibi cevaplar
vermiştir.
* * *
55
Samsun’dan önce Adana’da başladığını ileri sürmek abartılı bir
değerlendirme olmasa gerekir.
Adana Mülakatı
Atatürk, Ali Fuat Paşa’yı çağırarak onunla Adana’da 4 Ka
sım 1918’de bir görüşme yapmıştır. “Adana mülakatı” diye bili
nen bu görüşmede Atatürk, Ali Fuat Paşa’ya birkaç gündür Ah
met İzzet Paşa’yla yaptığı yazışmalardan söz etmiş, Mondros’un
bozulmasından korkan hükümetin tereddüt içinde olduğunu
belirtmiş, ancak Ahmet İzzet Paşa Hükümeti yerine kurulacak
bir hükümetin bu kadar bir varlık bile gösteremeyeceğini anlat
56
mıştır. Daha sonra da bu zor günlerde Anadolu’yu savunabil
mek için birlikte hareket etmeyi ve ilk aşamada da İç ve Güney
Anadolu’da “direniş yuvalan” oluşturmayı teklif etmiştir.
Ali Fuat Cebesoy, “Milli Mücadele Hatıralan” adlı anıla
rında bu görüşmeyi ayrıntılı olarak anlatmıştır. Şimdi Ali Fuat
Paşa’ya kulak verelim:
“ Vardığımız müşterek kanaat şu idi: İngilizler ve onu taki
ben diğer İtilaf Devletleri mütareke filan dinlemeyecekler, emri
vakilerle memleketimizi işgal edecekler. Türk ordusunun hudut
boylarındaki kısımlarını esir almaya kalkışacaklar veyahut bun
ları memleket içine sokulmak zorunda btraktlarak terhisini sağ
layacaklardı. Vatanımızı her türlü müdafaa ve mukavemet vası
ta ve imkânlarından mahrum bıraktıktan sonra arzularını zorla
ve baskı ile kabul ettireceklerdi. Musul'un işgali ve İskenderun
hadisesi ve nihayet İngiliz mütareke heyetinin yersiz talepleri bu
nun açık birer delili idi. Padişah kendi tahtını düşünecekti.
Mustafa Kemal Paşa:
*Artık milletin bundan sonra kendi haklarını kendisinin
araması ve müdafaa etmesi, bizlerin de mümkün olduğu kadar
yolu göstermemiz ve bütün ordu ile beraber yardım etmemiz
lazımdır9 dedi ve sonra aynt fikirde olup olmadığımı sordu.
‘Aramızda tam bir mutabakat var Paşam * ceı*abınt tterdim.
Evet, artık millet kendi hakkını kendisi arayacaktı. Pek
memnun oldular. En mühim vazifenin şimdi bana düştüğünü,
çünkü bugünlerde İngilizlerin bir baskısı neticesi olarak Ytldt-
nm Ordular Grubu ile muhtemelen 7. Ordu karargâhının lağve
dileceğini (kaldırılacağını), bu takdirde benim 20. Kolordu*nun
başında kalacağımı ve bu sayede ilk müdafaa tedbirlerimi
alabileceğimi hatırlattı. İlk mukavemet (direniş) merkezini
Kilikya’da kuracaktık. Aramızda hiçbir anlaşmazlık yoktu*”"
Görüldüğü gibi Atatürk, güvenip inandığı çocukluk ve cephe
arkadaşı Ali Fuat Paşa’yı çağırıp ona açıkça “işgallere karşı direniş
ten” söz etmiş ve kurtuluşun ilk somut adımını Adana’da atmıştır.
57
Atatürk, Ali Fuat Paşa’nın da aynı fikirde olduğunu görün
ce, uArttk milletin bundan sonra kendi haklarım kendisinin
aramast ve müdafaa etmesi, bizlerin de mümkün olduğu kadar
yolu göstermemiz ve bütün ordu ile beraber yardım etmemiz la
zımdır” demiştir. Atatürk’ün bu sözleri, onun “kurtuluş” için bir
halk hareketi başlatmayı planladığını göstermektedir. Atatürk,
daha 4 Kasım 1918’de “Milletin kendi haklarını kendisinin
araması ve müdafaa etmesinden” söz etmektedir ki, bunun iki
anlamı vardır: Birincisi, işgallere karşı halkı harekete geçirmek,
yani Kuvayı Milliye’yi başlatmak... İkincisi de saltanatı yıkarak
yerine ulusal egemenliğe dayalı bir düzen kurmak...
Şevket Süreyya Aydemir, Atatürk’ün bu sözlerini değerlen
dirirken, “Bence bu sözler yeni bir yolculuktan haber verir” de
miş ve şöyle devam etmiştir:
“Hâlbuki Mütareke*nin henüz beşinci günüdür. M ütareke
metnini eline alalı henüz iki gün olmuştur. O gün karargâhına iki
Ingiliz heyeti gelmiştir. Dem ek ki devlet artık yenilmiştir. Ama o
gene de hem milletten hem ordudan bahseder. Fakat millet nere
;
de? Ordu nerede? Millet çökmüştür açtır, perişandır. Yaralı da
,
değil ölüm halindedir. Hele harbin savaşın artık sözünü bile işit
, ,
mek istemez. Milleti teşkil eden şehirlerde kasabalarda köyler
,
de yaşayan Türklerin adını sanını bile duymadıkları cephelere
yıllardan beri yolladıkları çocuklarından geriye zaten ne döndü
ki? Geriye ne dönecek ki? Hiç! Ama bir adam var. Bu adam
Mustafa KemaVdir. ”32
Atatürk’ün Ali Fuat Paşa’ya “20. Kolordu’nun başında
kalacağım bu sayede ilk savunma tedbirlerini alabileceğini”
söylemesi de çok anlamlıdır. Çünkü Atatürk, 20. Kolordu’nun
dağıtılmayacağım tahmin etmiş ve haklı çıkmıştır. Gerçekten de
kısa bir süre sonra, Yıldırım Orduları ve 7. Ordu dağıtılmış ama
20. Kolordu’ya dokunulmamıştır ve bu ordu Kurtuluş Savaşı yıl
larında çok önemli bir işlev görmüştür.
58
Ali Fuat Paşa, Atatürk’le ortaklaşa verdikleri kararı hemen
uygulamaya başlamış, böylece Kurtuluş Savaşı’nm “ilk direniş
yuvalan” Adana’da kurulmuştur.
Atatürk’ün direktifleri doğrultusunda o günlerde Kilikya
bölgesinde “direniş için” ne gibi çalışmalar yapıldığını yine Ali
Fuat Paşa anılarında şöyle anlatmıştır:
“Adana bölgesinde ilk iş olarak ordunun subay ve erat ka d
, ,
rosu jandarm aya kaydm ldı. Bunların silah araç ve gereçleri de
tamamlandı. Bünun önemli nedeni şudur: Ateşkes A ntlaşm asına
göre jandarm a örgütü bulunduğu bölgede kalabilirdi. F akat ordu
kısımları görevlerinden alınıp terhis ediliyor ve evlerine köyle ,
rine gönderiliyordu. Bir işgal emri karşısında Adana bölgesinin
önemli yerlerinde direniş yuvalan haztrlandı.”33
Özetlersek:
Ordunun terhisini engellemek için subay ve erler jandarma
yapılmıştır.
Ordunun silah ve araç gereçleri tamamlanmıştır.
Adana bölgesinde direniş yuvaları hazırlanmıştır.
59
larınm daha o tarihte temelini atmış oluyordu”.36 Gerçekten de
Atatürk’ün gizlice iç ve güney Anadolu’ya dağıttığı bu silahlar,
özellikle güney cephesindeki çatışmalarda çok işe yaramıştır.
Antep ve Maraş direnişinin altından da Atatürk’ün gizli ça
lışmalarının çıkması, Cumhuriyet tarihi yalancılarını fena halde
rahatsız edecektir kuşkusuz!
60
Atatürk, burada bir hafta boyunca yaptığı görüşmeler
sonrasında “direniş” düşüncesini benimseyen kişileri 8 Kasım
1918’de Şakir Paşa’daki Aliye Hanım’ın (Yerdelen) evinde top
lantıya çağırmıştır.40 Atatürk’ün yöre eşrafıyla yaptığı bu toplan
tı Kurtuluş Savaşı’nın ilk somut adımlarından biridir. Süleyman
Hatipoğlu’nun dediği gibi MMustafa Kemal Milli Mücadele’yi
fikren bu binada kararlaştırmıştır.:”41
Aliye Hanım’ın evinde yapılan bu toplantıya katılanlar şun
lardır: Fırka Komutanı Nihat (Anılmış) Paşa (Daha sonra 2.
Ordu Komitanı), Ceyhan Askeri Fırka Komutanı Remzi Bey, Le
vazım Fırka Reisi Avni (Doğan), Askeri İmalathaneler Müdürü
Ahmet Remzi, Nalbantzade Ahmet, Ramazanoğlu Kadri, İsmail
Safa (Özler), Mücavirzade Mustafa Efendi, Merkez Komutanı
Hulusi (Akdağ) ve diğer bazı kişiler...
Atatürk, bu kişilerle Adana’nın ve ülkenin içinde bulunduğu
son durumu görüşmüş ve 10 Kasım’da Adana’dan ayrılacağını
belirterek, düşman gelince ne yapacaklarını sormuştur.
Atatürk, ülkenin durumunu iyi görmediğini, İtilaf Devlet
leriyle yapılan mütareke hükümlerine bu devletlerin uymaya
caklarını, daha ağır şartlar altında ülkeyi ezeceklerini, bu ne
denle büyük felakete maruz kalan yerlerden birisinin de Adana
olacağını ve Adana’nın büyük zayiata uğrayacağını söylemiştir.42
Olacakları olanca açıklığıyla Adanahlara önceden söyleyen Ata
türk, bu felaketten kurtulmak için yapılması gerenleri de şöyle
sıralamıştır:
“Şimdiden işgal kuvvetlerine karşı koymak ve hazırlıkta
bulunmak için bir teşkilat kurun, uygun yerlere siperler kaztn,
gereken silah ve malzemeyi ben temin edeceğim. . . ”43
tindeki bu bina (Kırmızı Konak) şimdi İstiklal İlköğretim Okulu olarak görev
yapmaktadır. Bu bina birara Adana İşgal Komutanı General Dufiex tarafından
askeri karargâh olarak da kullanılmıştır. Hatipoğlu, age, s.33, dipnot, 176.
40 Hatipoğlu, age, s.33.
41 age, s. 159, resim 5.
42 age, s.33.
43 Damar Arıkoğlu, Hatıralarım, İstanbul, 1961, s.71,72; Arslan, age, s.2; H ati
poğlu, age, s.33.
61
Görüldüğü gibi Atatürk Samsun'a çıkmadan çok oncc, S
Kasım 1918'de Anadolu direnişini Adana’da örgütlemeye ba>b
mıştır. *Bu toplantı esnasında Mustafa Kemal'in kafasında vata
nın nasıl kurtarılacağına dair bir strateji oluşmuş ve bu straunyt
halkla konuşarak daha da geliştirmiştir."44
Bu toplantıda Ahmet Remzi Bey, “Paşa! Biz bu toprjkhrdj
doğduk . Bu topraklarda ölmesini de biliriz. Nihat Paşa’yj emir
ver, bize silah bıraksın " demiş, Mücavirzade Mustafa Efendi ısc,
uPaşam, öldürmeden ölmeyeceğizwdemiştir.45
Atatürk’ün Anadolu direnişinin gerekliliğinden soz cttıgı,
düşman işgaline karşı yapılacaktan sıraladığı o topların ya ka-
tılan varlıklı kişiler de bütün maddi ve manevi güçlerini fedaya
hazır olduklarını belirterek sonuna kadar direneceklerini söyle
inişlerdir. Bunun üzerine elinde gümüş kırbacı ve ayağında por
takal rengi çizmeleriyle Atatürk, salonda iki sıra halinde dizilmiş
oturan grubun arasında, düşünceli, ama kararlı bir yüz ifadesiyle
gidip gelirken şunları söylemiştir:
'Evet, evet... Bu topraklarda düşman çizmesi gezemeyecek
ve bu millet esir olmayacak'.”44
Toplantıya katılanlann umutsuz olmamaları ve düşmanla
mücadele etmeye kararlı görünmeleri Atatürk’ü çok sevindir
miştir.47 Ancak, o gün o toplantıdaki kararlılık ve cesaret sonraki
günlerde pek fazla etkisini göstermemiştir: Bu durumu Abdülga-
ni Girid şöyle açıklamaktadır:
uNe var ki, o zamanki zihniyeti ve harbin meydana getirdiği
dört yıllık ıstırap memleketi bitkin bir hale getirdiğinden kimse
de bu sözü dinleyecek hal kalmamıştı. Canından bezmiş bu top
luluğu harekete geçirmek kolay olmayacaktı. Mustafa Kemal'in
tavsiyesine rağmen pek hareket gözükmedi...*4*
44 Habpoğtu, age, s J 3 .
45 age, ».33.
46 Anlan, age, s.2.
47 Girid, DcrtatiSmuz Hatıraları, Adana, 1986; AnkogJu, age, s.72. Hanpo&lo,
g'3<4.
48 Ankoğiu, age, s.72.
62
Adana Kırmızı Konak: Tırpanılenn Evi olarak da bilmen hu kıtnakta
Atatürk yöre eşrafıyla hır UtplanU yapmıştır.**
51 Yusuf Hikmet Bayur, Atatürk, Hayatı ve Eseri, Ankara, 1991, s. 188; Kinross,
age, s. 165; Meydan, age, s.68.
64
ya İbrahim Yiğit’e rastlamıştır. Sohbet sırasında Atatürk, “İlk
fırsatta Anadolu’da bir görev isteyeceğini” söyleyerek, Süreyya
Yiğit’ten İzmit’te, “Anadolu’nun kapısı olacak biçimde bir ör
güt kurmasını” istemiştir.52
Prof. Şerafettin Turan, Atatürk’ün, Süreyya Yiğit’e söyle
diklerinin, “(Atatürk'ün) ilk fırsatta ulusal bir direnişi gerekli
gördüğünü yansıtmaktadır” diye yorumlamıştır.53
* * *
65
“Kurtuluş Savaşı'ntn başlamasında Atatürk’ün herhangi bir
etkisi yoktur” diyerek nutuk atanların bu gerçeklerden habersiz
olduklarını düşünüyorsanız yanılıyorsunuz; çünkü onlar, bütün
bunları bilerek yalan söylemektedirler.
Cumhuriyet tarihi yalancılarının sıkışınca sıkça başvur
dukları yalanlardan biri de Kuvayı Milliye hareketiyle ilgilidir:
“Atatürk’ün, Kurtuluş Savaşı'nın başlamasında herhangi bir kat
kısının olmadığını” kanıtlamak için, Atatürk’ün Samsun’a çık
masından çok önce Kuvayı Milliye hareketinin başladığını belir
tirler; ama ne hikmetse Atatürk’ün de yola bir Kuvayı Milliyeci
olarak çıktığını unuturlar! Dahası, Atatürk’ün Kuvayı Milliye’nin
kurulmasında ve korunmasında çok büyük bir rolünün olduğunu
ya bilmezler ya da bilir de bilmeme/Jikten gelirler!
(»elin şimdi de Kuvayı Milliye ve Atatürk ilişkisini incele
yelim.
f»6
Kuvayı Milliye’nin iki anlamı vardır. Birincisi, işgalcilere
karşı gerilla savaşı yapan milis kuvvederi... İkincisi, yine işgalci
lere ve ayrılıkçı azınlıklara karşı oluşturulan Müdafaa-i Hukuk
Cemiyetleri...
Şimdi her iki anlamda Kuvayı Milliye’nin ne zaman ve nasıl
ortaya çıktığını inceleyelim.
57 Harp Tarihi Dairesi Arşivi, No 5/772.J, Dosya no 229; Salahı R Soııyel, Türk
Kurtuluy Savayı ve Dış Politika, C.l, 3.bs, Ankara, 1995, s.66; Selahattin Tansel,
Mondros'tan Mudanya'ya Kadar, 01, İstanbul, 199|, s. 220; Meydan, age, s.78.
67
ordusunun İzmir’deki katliamlarından dehşete kapılan ü/üntıı
içindeki lürkler meydanları doldurmuş, başta İstanbul olmak
ü/.cre yurdun dört bir yanında işgali kınayan protesto mitingleri
başlamıştır. 'H
Daha önce Adana ve Musul gibi şehirler de işgal edilmiş
ti; ama halk İzmir'in işgaline duyduğu tepkiyi buraların işgaline
duymamıştı. Birincisi, bu şehirler merkez? uzak yerlerdi, İzmir
ise İstanbul'dan sonra Anadolu'nun en önemli şehriydi. İkincisi,
Adana ve Musul'u Ingiltere, İzmir'i ise dükii tebaa Yunanistan
işgal etmişti. Yunanlıların Balkan Türklerine çektirdiği acılar ve
sıkıntılar henüz hafızalardaki canlılığını korumaktaydı. Üçün
cüsii, Ingilizler Adana ve Musul'u işgal ederken Yunanlıların
İzmir’de yaptığı gibi “kıyım ve katliam" yapmamışlardı.
Sina Akşin ve Sabahattin Selek gibi birçok tarihçi, Kuva-
yı Milliye hareketinin İzmir'in işgalinden sonra ortaya çıktığını
belirt inişlerdir/"
Kııvayı Milliye, 15 Mayıs |9|M*da İzmir kordonhoyıında
ki işgalci Yunan askerlerine ilk kurşunu sıkan gazeteci Haşan
Tahsin'in namlusundan çıkan o kurşunla başlamıştır denilebilir.
İzmir'in işgalinden sonra Burdur Askerlik Şubesi Başkanı
İsmail Hakkı Bey, '¡Lilkm çoğunluğuna dayanacak biçimde bir
teşkilat yapılmasını re bunun ntHmkiin mertebe el altından si
lahlandırılmasını" teklif etmiştir. Bu teklif doğrultusunda 57.
Fırka Kumandanı Albay Şefik Bey, Aydın’dan Cîenelkıırmay’a
gönderdiği bir raporda, "Durumun düzeltilmesi için Kuvayı Mil
liye teşkilatı oluşturmanın en iyi tedbir olacağını" bildirmiştir.
Bu raporu alan (ıcnclkurmay Başkanı Cevat (Çobanlı) Paşa da
raporun sonundaki, "Kuvayı Milliye kurulmalıdır..." cümlesi-
68
nin altını çizmiş ve MSon karar gayet önemlidir, acele edilmesi
gervkir" diye not düşmüştür.61
O günlerde Menemen üzerinden Manisa’ya giden Kazım
Özalp, yol boyunca İzmir'in işgalini anlatarak bir direniş teşki
latı kurulmasını istemiştir.62
İzmir'in işgalinden sonra Türk halkı tepkisini sadece protes-
to mitinglerinde göstermekle kalmamış, düşmana karşı doğru
dan silahlı direnişe de geçmiştir.
İzmir'in işgalinden hemen sonra belli başlı iki silahlı direniş
vardır:
1. 28 Mayıs 19|9’da Ayvalık'ta Yarbay Ali (Çetinkaya) ve
Albay Bekir Sami Bey komutasındaki 600 kişilik bir Türk gücü,
bir Yunan alayına ateşle karşılık vermiştir.6*
2. M Mayıs 1919*da İzmir ödemiş*te Yüzbaşı Tahir Bey
komutasındaki 120 kişilik bir sivil milis gücü Yunan ordusuy
la çatışmaya girmiştir.64 Bu milis gücü Yunan ordusu karşısında
tutunamayınca 1 Haziran 1919’da ödemiş Yunanlıların eline
geçmiştir.6'
Bir süre sonra, Ege’deki Yunan zulmüne karşı Çerkez Et-
hem, Demirci Mehmet Fife, Yörük Ali Efe, Denizli ve Çal müf
tüleri mücadele bayrağını açmıştır. Bu sırada güneyde Şahin Bey
ve vSütçü İmam, Karadeniz’de de Topal Osman direniş başlat
mışlardır.
(■örüldüğü gibi İzmir'in işgaline kadar, Anadolu’da dişe do
kunur bir direniş hareketi yoktur. Gerilla savaşı yapan milis kuv
vetleri anlamında Kuvayı Milliye İzmir'in işgalinden sonra yavaş
yavaş ortaya çıkmıştır. Üstelik bu dağınık haldeki ve sistemsiz
direniş hareketi "vatan savunmasından çok “namus ve onur
69
savunması'’ biçiminde kendini göstermiştir. İşgalci Yunanlılarca
çocuğu öldürülen, karısının ırzına geçilen Müslüman Anadolu
insanı, onuru için, namusu için silaha sarılmıştır. Başlangıçta
amaç “vatan savunması” değildir. Herkesin derdi, öncelikle na
musunu korumak ve işgalcileri bulunduğu bölgeden uzaklaştır
maktır.
70
V-tloniİstanbul
V AVINI ' Aydın sokaklarında
30HAZİRAN1919P.TesiHo:42
F e d a k a r A n a d o l u k a d ın ı ‘T
Anadolu katimı
■Hkt* olan Kumyı 1
71
Bu ve benzeri Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri, Anadolu’da
çok sayıda “yerel kongre” düzenlemişlerdir. 5 ’i Balıkesir’de ol
mak üzere Anadolu’da iki yılda toplam 28 yerel kongre toplan
mıştır. Bunların 13’ü Sivas Kongresi’nden önce, 7*si de Atatürk
Samsun’a çıkmadan öncedir.69
72
Özetlersek:
1. İlk işgaller 1918 Kasım ayının başlarında gerçekleşmiştir.
Kasım 1918’deki İngiliz, Fransız ve İtalyan işgallerine karşı
Anadolu’da önemli bir silahlı direniş gerçekleşmemiştir.
2. İşgallere karşı ilk silahlı direniş 19 Aralık 1918’de Hatay
Dörtyol Karakese köyünde gerçekleşmiştir.
3. İlk yararlı cemiyetler (Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri) 2 Ara
lık 1918’de kurulmuştur. (Trakya Paşaeli ve Doğu Anadolu
Müdafa-i Hukuk Cemiyetleri)
4. Mondros Ateşkes Antlaşmasından hemen sonra kurulan
Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri ve onların düzenledikleri ye
rel kongreler sadece Yunanlılarla, ayrılıkçı Ermenilerle ve
Rumlarla mücadeleyi amaçlamış, hiçbir şekilde İngilizlerle,
Fransızlarla ya da İtalyanlarla mücadele düşüncesi taşıma
mıştır.
5. Yurt çapında gerçek anlamda düşmana direniş düşüncesi 15
Mayıs 1919’da İzmir’in Yunanlılarca işgalinden sonra orta
ya çıkmıştır.
Şimdi de bu tabloyu, Atatürk’ün çalışmalarıyla yan yana
getirelim:
1. Atatürk, 1 Kasım 1918’de Adana’dan Sadrazam Ahmet İz
zet Paşa’ya gönderdiği raporda İngilizlere karşı “silahlı dire
nişten” söz etmiştir.
2. Atatürk, 4 Kasım 1918’de Ali Fuat Paşa’yla yaptığı “Ada
na Mülakatı ”nda ilk direniş yuvalannın kurulmasına karar
vermiştir.
3. 31 Ekim 1919’da Yıldırım Orduları Komutanı olduğunda
elindeki silahları halka dağıtarak depolarda saklatmıştır.
4. İzmir, 15 Mayıs 1919’da işgal edilmiştir ve ilk direnişler bu
tarihten sonra başlamıştır. Atatürk ise 19 Ma^ıs 1919’da
Samsun’a çıkmıştır. Yani arada sadece 4 gün vardır. “Ata
türk Samsun’a çıkm adan önce Kurtuluş Savaşı başlamıştı ”
diyen tarihçilere, “H er şey 4 günde mi oldu?” diye sormak
isterim!
73
“Ey Cumhuriyet tarihi yalancıları”, boşuna lafı eveleyip
gevelemeyin! Kurtuluş Savaşı’nı, Anadolu direnişini, herkesten
önce Atatürk düşündü ve bu konuda herkesten önce Atatürk ha
rekete geçti!
Belgelerle biraz beyin jimnastiği yapmaya ne dersiniz?
Atatürk, Adana’dan Genelkurmay’a 3 Kasım 1918’de “İn
giliz işgaline karşt silahla direnilmesine” ilişkin raporunu gönder
diğinde ve Ali Fuat Paşa’ya “Direniş yuvalan kuralım” dediğinde
Doğu Anadolu’da Kars Milli Şurası’nın toplanmasına 2 gün, ilk
yararlı cemiyetler Trakya Paşaeli ve Doğu Anadolu Müdafaa-i Hu
kuk cemiyederinin kurulmasına 29 gün, 57. Fırka Kumandanı Al
bay Şefik Bey’in Genelkurmaya gönderdiği “Kuvayı Milliye kurul
masına” ilişkin rapora, Haşan Tahsin’in ilk kurşunu atmasına ve
işgali kınayan mitinglerin yapılmasına tamı tamına 6 ay vardı...
Başka söze gerek var mı?
74
5. Jandarma ve polis olacaklar Türklerden seçilecektir.
6. Direniş liderlerinin güvenle çalışması sağlanacak, Milli dire
nişe karşı çıkanlar etkisizleştirilecektir.
7. Kolordu bölgelerinden seçilerek gönderilecek subay ve ast
subaylar müfrezelerin komutanlıklarında kullanılacaktır.
8. Bölgede milli ordu kurulacaktır. Bu iş Müslümanlık çerçeve
sinde yapılmalı, millet camilerde birleştirilmelidir. Cami ya
da mescidi olan her köy ve mahalle bir piyade takımı sayıl
malı, takımın yönetimi, imam, müezzin, köy hocasına ya da
bu adı takman gönüllülere verilmelidir. Her bucak merkezi
bir bölük, her ilçe ve il merkezi bir tabur oluşturacaktır. As
kerlik şubeleri başkanları tabur, Askerlik şubelerindeki su
baylar bölük komutanı olarak atanacaklardır.76
Sivas Kongresi’nden sonra Güney Anadolu Kuvayı Milliye
teşkilatı Atatürk’ün emir ve direktifleriyle düzenlenmeye başlan
mış, bu doğrultuda Atatürk öncelikle Kuvayı Milliye teşkilatla
rının başına subaylar göndermiştir. Örneğin, Kılıç Ali (Üsteğmen
Asaf), Yörük Selim (Yüzbaşı Salim), Kozanoğlu Doğan (Binba
şı Doğan), Aydınoğlu Tufan (Yüzbaşı Osman Nuri), Polat Paşa
(Yüzbaşı Kamil), Tekelioğlu Sinan (Yüzbaşı Ratıp) adıyla Güney
Cephesi’ne yollanmıştır.77
Nitekim, Atatürk Nutuk’ta, “Maraş ve Antep’e Kıltç Ali
Beyi ve Kilikya mıntıkasına da Topçu Binbaşı Kemal ve Yüzba
şı Osman Tufan Beyleri göndererek ciddi teşkilat ve teşebbüsa-
ta geçtik” demektedir.
Gerçekten de Sivas Kongresi’nden sonra Çukurova Bölge
sindeki çalışmalara hız verilmiş, bölgedeki çeteler düzenli orduya
doğru evrilmeye başlamıştır. Atatürk; “Özel olarak Osman, Tu
fan ve Recep Zühtü Beylere şu talimatı verdim: ‘Milli Hareket
aleyhinde küstahlık edenler hakkında yapılacak muamele icab
edenlere bildirilmiştir. Vaziyeti aralıksız takip ederek harfiyen
uygulanıp uygulanmadtğtnt ve müsamaha görüldüğü taktirde
7.5
bizzat müdahale ederek malum şahtslann tevkifi ve adamla
rının etkisiz hale getirilmesi doğrudur. Bu babda gerekirse her
kime karşı olursa olsun gereğini yerine getirmede tereddüt et
meye yer yoktur. ” 78
Görüldüğü gibi Atatürk, Güney Cephesi’nde Kuvayı Milli-
ye’nin organize edilmesi ve milli ordunun kurulması konusunda
hiçbir engelin tanınmamasını çok sert bir şekilde emretmiştir. Bu
doğrultuda bölgedeki mücadeleyi organize etmek, halka müca
delesinde yardımcı olmak üzere küçük rütbeli, fakat yetenekli
subaylar bölgeye gönderilmiştir. İşte bunlar halkı teşkilatlan
dırarak yerel önderlerle birlikte Fransızlara karşı mücadeleyi
yürütmüşlerdir.79
Doğan Avcıoğlu’nun dediği gibi, “Mustafa Kemal ve ordu
, ,
nun bu ilgi ve desteği iledir ki Güneyde milli direniş ufak çap
,
taki ilk çatışmalardan sonra 1920 başında ciddi bir güç duru
muna gelir.. "80
Atatürk, 1919-1921 yılları arasında Adana, Urfa, Antep
ve Maraş’taki direniş önderleriyle sürekli yazışarak, bölgedeki
gelişmelerden anında haberdar olmuş, bu doğrultuda direniş
önderlerine gerekli talimatları vermiştir. Dahası Atatürk, ilk fır
satta bizzat bölgeye giderek yapılması gerekenleri bölgenin ileri
gelenleriyle konuşmuştur.
76
Atatürk’ün Güney Anadolu’nun kurtarılmasında “doğrudan”
etkili olduğunun en açık kanıtlarından biri I. Pozantı Kongresi’dir.
Atatürk, 5 Ağustos 1920’de Fevzi Paşa’yla birlikte Adana
Pozantı’ya gelmiştir.81 Atatürk’le birlikte Pozantı’ya gelenler ara
sında Ankara, Sivas ve Kayseri heyetlerinin temsilcileri de vardır.
Atatürk, Pozantı’ya gelişini şöyle anlatmıştır:
“Güneydeki Adana cephesinde bulunan arkadaşların ka
rargâhı Pozantı'dır. Biz de oraya gittik. Yalnız orada bulunan
çeşitli Müdafaa-i Hukuk Heyetleri, ki onlan da Pozantı'ya
davet ettik ve orada milli görevle ilgilenen kişileri davet ettik.
İleri gelenlerle, askeri ve siyasi durum hakkında görüşmeler
yaptık... ”82
5 Ağustos 1920’de Atatürk’ün de katılımıyla I. Pozantı
Kongresi düzenlenmiştir. Atatürk, kongrenin başkanlığını yap
mıştır. Kongrenin I. Oturumunda Çukurova’nın düşmandan
kurtarılması üzerinde durulmuş ve Çukurova Cephesi için ge
reken malzeme Atatürk’ten istenmiştir.83 Atatürk, imkânlar öl
çüsünde silah ve cephanenin esirgenmeyeceğini belirtmiştir.84 Bu
sırada Adana Cephesi için “top” gerektiği dile getirilince Fevzi
Paşa ile görüşen Atatürk, en kısa zamanda Adana Cephesi’ne
“top” verileceğini müjdelemiştir. 8S
Atatürk, I. Pozantı Kongresi’nde verdiği sözleri tutarak
kongreden hemen sonra Adana Cephesi’nin silah işini halletmek
için Hulusi (Akdağ) Bey’i Malatya’dan Adana’ya 500 adet silah
getirmek için görevlendirmiştir.86
78
Atatürk’ün isteğiyle on iki kişilik bir heyet oluşturulmuş, bu
heyet hazırladığı listeyi Atatürk’e vermiş ve İsmail Safa Bey, vali
sevilmiştir.91
Hemen göreve başlayan İsmail Safa Bey, Pozantı Mülki
Erkam'nı belirlemiş ve kongre başkanı Atatürk'e sunmuştur.
Atatürk'ün okuduğu bu liste itiraza uğramadan kabul edilmiş
ve Adana Vilayeti Teşkilatı Pozantı’da kurulmuştur.*2 Böylece
Pozantı, Adana'nın merkezi olmuş, Güneydeki milli hareket bu
radan organize edilmiştir.
Atatürk, 5 Ağustos 1920 tarihinde öğleden sonra Pozantı’dan
ayrılmıştın
8 Ekim 1920’de de II. Pozantı Kongresi toplanmıştır.9'
Atatürk'ün katılımı ve başkanlığıyla gerçekleşen l. Pozan
tı Kongresi, Fransızları ve Ermenileri moralman çökertmiştir.
Atatürk’ün, Fransızların bulundukları cephelerin en uç noktasına
kadar sokulması ve buradaki milli kuvvetleri denetlemesi, emir
ler vermesi ve üstelik burada bir de kongre düzenlemesi Fransız-
ları Süleyman Hatipoğlu'nun değimiyle “çileden çıkarmıştır."94
Atatürk, Pozantı dönüşü TBMM'de yapılan Gizli Oturum
da şunları söylemiştir:
“Şimdilik Pozantı'yı Adana'ya merkez olm ak üzere kurma
ya lüzum gördüm. Mersin livası oluştu. (...) Karaisalı kazası diye
halk kendi kendine idare etmeye başlamıştır. Mersin ve Tarsus
kazalarını doğrudan doğruya m erkezi vilayetle irtibatlandırdık
ve oralarda vekaleten görev yapm akta olan kişileri vekil olmak
itzere tayin ettik ve hükümet için gereken tedbirleri aldık ve on
larda derhal göreve başladılar. ”
Atatürk’ün isteğiyle I. Pozantı Kongresi sonrasında Güney
Cephesi’ni güçlendiren şu çalışmalar yapılmıştır:
1. Karaisalı'da bulunan Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Merkezi
Pozantı’ya taşınarak yapılan seçimde Ahmet Remzi (Yiire-
ğir) başkan seçilmiştir.
*1 Çukurova Gazetesi, 5. Ağustos 1^82; Haripoğlu, age, s. 100.
^2 Haripoğlu, age, s. 101.
agc, s. 104.
9<* age, s. 110.
79
2. 41. Tümen Pozantı’ya yerleştirilmiştir.
3. Milli kuvvetlerin ihtiyacı olan silah ve cephaneyi sağlamak
için Kelebek’te bir depo yapılmıştır.
4. 41.Tümen Komutanı Sinan Tekelioğlu askere alımlarla milli
kuvvetleri güçlendirmiştir.
5. Çukurova’daki Kuvayı Milliyeciler Pozantı’dan kontrol
edilmiştir.
6. Kelebek’te bir dispanser yapılmıştır.
7. Pozantı’dan cephelere telefon bağlantısı kurularak bölgede
ki milli hareket güçlendirilmiştir.
8. Cephe gerisini kontrol etmek için Pozantı İstiklal Mahkeme
si kurulmuştur.
9. Pozantı’da bir Haber Alma Teşkilatı kurularak başına Ah
met Remzi (Yüreğir) Bey getirilmiştir.
10. Bir süre sonra Mustafa Kemal, Pozantı’ya yakın arkadaşı
Mehmet Nuri Bey’i Adana Valisi ve 41. Tümen Komuta
nı olarak göndermiş, Çukurova’daki sivil ve askeri teşki
latı tek bir çatı altında birleştirip bölgedeki milli hareketi
TBMM’nin kontrolü altına almıştır.95
31 Ekim-10 Kasım 1918 tarihleri arasında Yıldırım Ordu
ları Komutanı sıfatıyla Adana’daki faaliyetleriyle, Ali Fuat’ın
deyimiyle, “bölgedeki ilk direniş yuvalarını” kuran Atatürk, 19
Mayıs’ta Anadolu’ya geçtikten sonra da Adana ve civarıyla il
gilenmeye devam etmiş, bölgedeki direniş hareketini bizzat ta
kip edip yönlendirmiş, özellikle I. Pozantı Kongresi’ne katılarak
Çukurova’nın kurtuluşu için yapılması gerekenleri bölgenin ileri
gelenleriyle konuşmuş, bölgeye silah ve cephane yardımı yapmış
ve dahası Pozantı’yı Güney’deki milli direnişin merkezi haline
getirmiştir.
“Güney’de Fransızlara karşı kazanılan zaferde Atatürk ’ün etki
si yoktur!” diyen Cumhuriyet Tarihi yalancılarına ithaf olunur!...
Atatürk’ün, ne 1918’de Adana’dan İstanbul’a gönderdiği
“İngiliz karşıtı” telgraflarını (raporlarını), ne Adana’da yaptığı
95 age, s. 110-112.
80
direniş toplantılarını, ne Kuvayı Milliye’nin oluşumundaki kat
kılarını, ne Pozantı Kongrelerine katıldığını ne de Güney direni
şini örgütlediğini bu Cumhuriyet tarihi yalancılarının kitapların
da göremezsiniz!...
81
Teşkilat, iç ve dış diye ikiye ayrılacak, içeride halkı örgütle
yerek, dışarıda düşmanın en sağlam kalelerine girerek olağanüs
tü bir mücadele verecekti.
Teşkilat-ı Mahsusacılar dışarıda istedikleri sonuçları elde ede
memişler ve Osmanlının I. Dünya Savaşı’nı kaybetmesini engelle
yememişlerdi. Ancak içerde oldukça başarılı olmuşlar, Anadolu
civarında müthiş bir yer altı ağı örmüşler ve örgütlenmişlerdi.
Teşkilat-ı Mahsusacılar, Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Sa-
vaşı’nı kaybedeceğini anladıklarında “şerefli bir barış” yapabil
mek için önceden bazı tedbirler almayı düşünmüşler, bu amaçla
bir miktar silah ve cephaneyi saklamışlardı.96 Ayrıca Milli Kong
re ve İslam İhtilal Komitesi adlı cemiyetler kurarak düşmanla
mücadele etmenin yollarını aramışlardı.97 -
I. Dünya Savaşı’nın sonlarında İttihatçı Talat Paşa, Kara Va
sıf Bey’i bir direniş örgütü kurmakla görevlendirmiştir. Kara Vasıf
Bey de bu amaçla Karakol Cemiyeti’ni kurmuştur.98 İstanbul’da
Karakol Cemiyeti dışında direniş amaçlı daha birçok gizli örgüt
kurulmuştur.99 Kurtuluş Savaşı’nın başından sonuna kadar giz
li faaliyetlerle Atatürk’e ve Kurtuluş Savaşı’na destek olan gizli
örgütlerden bazıları şunlardır: Zabitan, Hamza, Yavuz, Moltke,
Mücahit, Muharip, Felah, İmalat-ı Bahriye, Muavenet-i Bahriye,
Berzenci, Namık, Ferhat ve Kerimi ve Mim Mim Grubu...100
Kurtuluş Savaşı’nın başlamasında, en azından Müdafaa-i
Hukuk örgütlenmesinde ve Anadolu’ya silah kaçırılmasında İt
tihatçı yeraltı örgütlerinin önemli bir rolü vardır. Bunu inkar et
mek yanlıştır. Ancak “Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı’nı, İttihatçı-
82
lartn yaptığı bir program doğrultusunda başlatıp yürüttüğünü”
iddia etmek, en basit tabirle “safdillik” olur. Hele hele “Kurtuluş
Savaşt’nı Enver Paşa’nın planladığını” ileri sürmek ise “tarihi
ters yüz etmek”tir.
“Kurtuluş Savaşt'nı Enver Paşa başlattı/” yalanma girme
den önce İttihatçı yer altı örgütleri, Atatürk ve Kurtuluş Savaşı
üzerinde duralım.
101 Bu toplantıların katılımcıları: Mustafa Kemal, Fethi Okyar, Ali Fuat Cebesoy,
Kâzım Karabekir, Cafer Tayyar Paşa, Rauf Orbay ve İsmail Canbulat’tır. Fethi
Okyar, Üç Devirde Bir Adam, Haz. Cemal Kııtay, İstanbul, 1980, s.256,257.
83
Bu gizli toplantılarda, hükümet değişikliği yaparak Ahmet İz
zet Paşa’yı yeniden sadrazamlığa getirmek, padişaha durumu an
latarak onu yönlendirmek ve gerekirse ihtilalci yöntemlerle baş
vurmak, biçiminde kararlar alınmıştır. Hatta bir gece Atatürk’ün
liderliğinde Ay Yıldız Cemiyeti adlı gizli bir örgüt kurulmuştur.
Örgütün amacı bir ihtilalle, Tevfik Paşa Hükümeti’nin düşürüp
yeniden Ahmet İzzet Paşa Hükümeti’ni kurmaktır.102
Atatürk’ün, İstanbul’da Şişli’deki evinde yapılan gizli top
lantılara katılan önemli eski İttihatçılar da vardır. Karakol Cemi
yeti liderlerinden Kara Kemal bu İttihatçılardan biridir.
Atatürk, ışıkları sabaha kadar hiç sönmeyen Şişli’deki evinde
Anadolu direnişine katkı sağlayabileceğini'düşündüğü herkesle
görüş alışverişinde bulunmuştur. Örneğin, arkadaşları Ali Fuat
Paşa, Rauf Bey, İsmet Paşa, Fethi Okyar, Kâzım Karabekir Paşa...
Hükümetten Mehmet Ali Bey, Genelkurmaydan Avni Paşa...
Atatürk, özellikle Enver, Cemal ve Talat üçlüsünün olmadı
ğı bir ortamda bilhassa “vatansever” ve “örgütçü” İttihatçıları
kontrol altına alabileceğini düşünmüştür. Anadolu’da başlaya
cak bir “direniş hareketinin” bir şekilde İstanbul’dan desteklen
mesi gerektiğini düşünen Atatürk, bu işi en iyi eski İttihatçıların
yapacağını bildiğinden Kara Kemal ve Kara Vasıf’la görüşmüş ve
İstanbul’daki İttihatçı gizli örgütlerden Kurtuluş Savaşı’na des
tek olma sözü almıştır.
Ancak Atatürk’ün işgal İstanbul’unda eski İttihatçılarla kur
duğu ilişkiden yola çıkan bazı tarihçiler, Atatürk’ün bu eski İt
tihatçılar tarafından mücadeleye sokulduğunu iddia etmişlerdir,
örneğin, Eric Jan Zürcher, Şeref Çavuşoğlu’na dayanarak, Kur
tuluş Savaşı’nı Karakol Cemiyetinin örgütlediğini ve Mustafa
Kemal’i de hareketin liderliğine getirdiğini ileri sürmüştür.103 Bu
tezi ileri sürenlerin amacı, Kurtuluş Savaşı’nı İttihatçıların baş
lattığını ve Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı’na sonradan İttihatçılar-
ca “itildiğini” ifade etmektir. Yobazların ve İkinci cumhuriyet-
84
çilerin sıkıca sarıldıkları bu tezin içinin ne kadar boş olduğunu
anlamak için kısa bir bilgilendirme yapalım:
1. Atatürk, Mondros Ateşkes Antlaşmasının imzalanmasından
sadece iki gün sonra 1 Kasım 1918’de Adana’dan Ahmet
İzzet Paşa’ya gönderdiği raporda “İngilizlere ateşle kar-
şıltk vermekten", dolayısıyla silahlı direnişten söz etmiştir.
Atatürk’ten önce başka birinin “silahlı direnişten” söz ettiği
ne ilişkin elimizde hiçbir belge yoktur.
2. Atatürk, Adana’da 4 Kasım 1918’de görüştüğü silah arkadaşı
Ali Fuat Paşa’ya iç ve güney bölgelerinde ilk direniş yuvalarım
kurmasmı söylemiştir. Ali Fuat Paşa, bu doğrultuda çalışarak
Klikya bölgesinde “ilk direniş yuvalarım” kurmuştur.
3. 1918’de Katma İstasyonu’nda Ali Cenani Bey’e ve İzmit’te
Süreyya Yiğit’e Anadolu direnişinden söz etmiştir.
4. Atatürk, 31 Ekim 1918’de Yıldırım Orduları Komutanı ol
duktan sonra ordunun elindeki silahları halka dağıtmış ve
güvenli yerlere saklatmıştır.
5. 13 Kasım 1918’de İstanbul’a gelir gelmez Karakol Cemi
yetinin Menzil Teşkilatı Komutam Yenibahçeli Şükrü Bey’le
iki kez görüşerek ondan Gebze-Kocaeli yolunu kontrol et
mesini istemiştir.104
6. Atatürk, yine İstanbul’da bulunduğu sırada Yaveri Cevat
Ababas Bey aracılığıyla Yahya Kaptan’la temas kurarak bir
müfreze oluşturup Gebze-Kocaeli yoluna göz kulak olmasını
istemiştir.105 Atatürk Nutuk’ta bu konuya şöyle değinmiştir:
“Bizim bilhassa İstanbul’a yaktn olan İzmit mtnttkasmda
uygulanmasını düşündüğümüz tedbir, orada silahlı milli
müfrezeler oluşturmak ve o bölgede güvenilir kumandan
ve zabitlerimizin bu milli müfrezelere yardım ve desteği ile
hain çeteleri takip ederek zararlarım ve varlıklarını orta
dan kaldırmaktı. İşte bu amaçla kurduğumuz milli müfre
zelerin en önemlisi ve en kuvvetlisi bu Yahya Kaptan adıy
la tanınan bir fedakâr vatanseverin müfrezesi idi. ”
85
7. Atatürk’ün gizlice görüşüp anlaştığı bir diğer gizli örgütçü
de Mim Mim Grubu lideri, Topkapılı Cambaz Mehmet’tir.
Atatürk, işgal İstanbul’unda Topkapılı Cambaz Mehmet’le
iki kez gizlice görüşmüş ve ona çok önemli bazı görevler
vermiştir.106 Topkapılı Cambaz Mehmet’in kontrolündeki
Mim Mim Grubu da Kurtuluş Savaşı sırasında çok önem
li hizmetlerde bulunmuştur: İstanbul’da kaldığı altı ay bo
yunca Atatürk’ü korumuş, İngiliz yanlısı Sadrazam Damat
Ferit’i gizlice izleyerek faaliyetlerini Atatürk’e rapor etmiş,
İstanbul’daki zararlı cemiyetlerin ve İngiliz istihbaratının
içine sızarak ele geçirdiği belge ve bilgileri Atatürk’e ulaştır
mış, İstanbul’da düşman kontrolü altındaki cephaneliklere
yaptığı baskınlarda ele geçirdiği silah ve cephaneyi gizli yol
larla Anadolu’ya Atatürk’e göndermiştir.107
Görüldüğü gibi Atatürk, herkesten önce, daha Adana’dayken
direniş planları yapmış ve Samsun’a çıkmadan çok önce İs
tanbul’da bulunduğu sürede (6 ay) bütün önemli İttihatçı
yeraltı örgütleriyle ve liderleriyle temas kurmuş ve özellikle
İstanbul’dan Anadolu’ya haber, silah, cephane ve adam kaçı
rılması işinde Karakol Cemiyeti ve Mim Mim Grubu gibi gizli
örgütlerden yararlanmanın yollarını aramıştır. Atatürk, Karakol
Cemiyeti’nden Yenibahçeli Şükrü Bey’e ve Yahya Kaptan’a ve
Mim Mim Grubu’ndan Topkapılı Cambaz Mehmet’e Kurtuluş
Savaşı öncesinde “gizli görevler” vermiştir. Bu vatanseverler de
Atatürk’ten aldıkları emirler doğrultusunda hemen çalışmaya
başlayarak Kurtuluş Savaşı’nın kazanılması için ellerinden gelen
her şeyi yapmışlardır.
Durum bu kadar açıkken kalkıp da “Atatürk’ü Kurutuluş
Savaşı’na İttihatçıların soktuğunu” iddia etmek kara cahilliktir.
Kurtuluş Savaşı’nın başlarında İttihatçılar ve Atatürk, “giz
li anlaşmaları” çerçevesinde birlikte hareket etmişlerdir. Ancak
86
zaman içinde Atatürk’le, özellikle Karakol Cemiyeti’nin arası
açılmıştır.
Karakol Cemiyeti, Milli Hareketi İttihatçı bir hareket gö
rünümüne sokup kontrol altına almak istemiştir. Ahmet Hamdi
Başar, bu gerçeği şöyle ifade etmiştir: “Kara Kemal’in amacı
Anadolu’da Mustafa Kemal’in önderliğindeki Milli Mücadele
Hareketi’ni bir İttihatçı hareket haline sokarak etkisi altına al
maktı. Bu hedefte, başta eski Maliye Nazın Catrit Bey olmak
üzere birçok İttihatçı kodamanlar birleşmişlerdi.”10* Karakol
Cemiyeti’nin Milli Hareketi kontrol etmeye yönelik çalışmala
rını fark eden Atatürk, 9 Ağustos 1919’da bütün kuruluşlara
gönderdiği bir genelgeyle “cemiyetle bir ilişkisinin olmadığını"
belirtmiştir.109 Atatürk, ayrıca Sivas Kongresi sonrasında Kara
kol Cemiyeti liderleriyle görüşerek Milli Hareketi İttihatçı bir
hareket gibi göstermenin yanlışlığına işaret etmiş ve cemiyetin
bu tür çalışmalarına son vermesini istemiştir.110
Bütün bu anlaşmazlıklara ve çekişmelere rağmen Atatürk,
belli bir döneme kadar Karakol Cemiyeti’nin geniş istihbarat
ağından ve İstanbul’daki etkinliğinden yararlanmıştır.111
Karakol Cemiyeti’yle yollar ayrılınca Atatürk, Mim Mim
Grubıina önem vermiştir. Mim Mim Grubu da Atatürk’ü
mahcup etmemiş, Kurtuluş Savaşı’nın başından sonuna kadar
fedakârca Kurtuluş Savaşı’na destek olmuştur.
Atatürk’ün, İttihatçılarla ve Karakol Cemiyeti’yle yollarının
ayrılmasının nedeni, Kara Vasıf ve Kara Kemal gibi İttihatçıla
rın ısrarla “fırkacılık” yapmalarıdır. Atatürk ise toplumsal birlik
ve beraberliğe en fazla ihtiyaç duyulan o günlerde ısrarla, Milli
108 M esut Aydın, M illi Mücadele Ydlartnda İstanbul’da Faaliyet Gösteren Gizli
G ruplar, A.Ü. Basılmamış D oktora Tezi, Ankara, 1989; Meydan, age, s.329.
109 M azhar M üfit Kansu, Erzurum’dan ölüm üne Kadar Atatürk’le #Berber, C.l,
Ankara, 1997, s.1 3 8 ,1 3 9 .
1 10 M ustafa Kemal Atatürk, Nutuk, s.50-52.
1 11 Emin Demirel, Teşkilat-ı M ahsusa’dan Günümüze Gizli Servisler, İstanbul,
2 0 0 2 , s. 186; Karakol Cemiyeti hakkında geniş bilgi için bkz. Serdar Yurtsever,
M illi Mücadele D önem i’nde İstihbarat Faaliyetleri, “ö rn ek Olay İncelemele
r i” , Ankara, 2 0 0 8 , s. 45.
87
Hareketin bütün fırkaların üstünde bir halk hareketi olduğunu
belirtmeye özen göstermiştir.
1919’un başlarında hem Türk halkında hem de işgalciler
de büyük bir İttihatçı düşmanlığı vardır. İttihatçıların büyük
bir bölümü 1918-19 yıllarında tngilizlerin isteğiyle tutuklana
rak Malta’ya sürgün edilmiştir. Halkın nefret ettiği İttihatçıla
rın halka birebir temas kurup direniş için halkı örgütlemeleri
imkânsızdır' 1919 koşullarında Anadolu bozkırında İttihatçı
ların peşinden gidecek tek bir kişi bile bulmak çok zordur. Bu
nedenle Atatürk düşmanları ve Kurtuluş Savaşı karşıtları “Milli
Hareketin İttihatçı bir hareket olduğu” propagandasını yaymış
lardır. Atatürk de bu tür propagandaları etkisizleştirmek için
Sivas Kongresi sırasında, bu kongrenin ve katılımcılarının İtti
hatçılıkla herhangi bir ilgisinin olmadığını belirtmiştir. Kurtuluş
Savaşı’nın geleceği açısından bu durum çok önemlidir.
özetle, Milli Hareketin sonuna kadar Atatürk’ün İttihatçı
larla birlikte yola devam etmesi iki nedenle imkânsızdır. 1. Kara
Kemal ve Kara Vasıf gibi “ihtiraslı” İttihatçıların Milli Hare
ketin önderliğini ele geçirmeye çalışmaları...2. Milli Hareketin
“ittihatçı” bir görünüm kazanmasının bu harekete büyük zarar
verecek olması...112
Karakol Cemiyeti, Mim Mim Grubu gibi gizli İttihatçı ör
gütlerin Kurtuluş Savaşı'nın başlamasında ve yürütülmesinde
önemli katkılarının olduğu doğrudur, ancak “Kurtuluş Savaşt'tıt
İttihatçı Enver Paşa’ntn başlatftğt” kocaman bir “Cumhuriyet
tarihi yalanımdır.
112 ittihatçı, orKütlcnmrıım, İttihatçı hır»ıııı ve intikamını çok iyi bilen Atatürk,
Cumhuriyetin grlrcrftı «çınından il« bir tehdit olarak g4irdüftü İttihatçı kadrola
rın artçılarını da Vyh Sait Uyanı vc Izınır Sıııknun »onravmda tavaıyc etmiştir.
HH
dırdıklannda Enver Paşa Çanakkale’nin geçileceğini düşünerek
savaşa Anadolu’dan devam etme kararı vermiş ve “işgal halinde
Anadolu'nun çeşitli yörelerinde yerel savunma örgütleri kur-
maları için bazt subaylara talim atlaryollamıştır!11'
Zürcher, sözüm ona bu “ezber bozan” tezi ortaya atarken,
Henry Morgenthaıinun, 1918’de Londra’da basılan “Secrets
of the Bosphours” adlı kitabını ve Şeref Çavuşoğlu’nun 1962,
63’de Ankara’da basılan “Yakın Tarihimiz” adlı kitabını kaynak
olarak kullanmıştır.“4 Zürcher, daha başka hiçbir somut belge
ye dayanmaksızın, “Gördüğünüz gibi diğer kaynaklar da bunu
doğrulamaktadır” diyerek de düpedüz yalan söylemiştir.11'
öncelikle, bu tezin doğru olduğu noktasından hareket ede
lim. Diyelim ki gerçekten de Enver Paşa, 1915’de bir kısım si
lah ve cephaneyi saklatmış olsun! Peki o zaman Kurtuluş Sava
şı başladığında bu silahlar neden ortaya çıkmamıştır? Bilindiği
gibi Atatürk, Türk ordusunun silah ve cephane ihtiyacını Sov
yet Rusya’dan aldığı yardımdan, İstanbul’da işgal devletlerinin
kontrolündeki cephaneliklerden gizlice Anadolu’ya kaçırılan
silahlardan ve İtalya ile Fransa Anadolu’dan çekilirken geride
bıraktıklarından karşılamıştır. Enver Paşa’nm 1915’te saklattığı
silahlar nerededir?
Şimdi gelin 44Kurtuluş Savaşı'm neden Em*er Paşa başlat-
ttttş olamazt" sorusunun cevabını arayalım:
Enver Paşa’nm, Osmanlı Devlcti’ni l. Dünya Savaşı’na so
karken öncelikli amacı Almanya’nın da desteğiyle Kafkaslar üze
rinden Orta Asya’ya girmek ve büyük bir Turan İmparatorluğu
kurmaktır!
Enver Paşa, I. Dünya Savaşfnda önce Alman malı cihat
fetvası yayınlamış, sonra da Türk ordularını Alman generalle
rine teslim ederek Kafkas dağlarına ve Arap çöllerine gönder
iniştir. Enver Paşa, I. Dünya Savaşı sırasında adeta Anadolu'yu
unutmuş gibidir. Osmanlı orduları Kafkas ve Galiçya'da Kus
89
larla, Makedonya’da Yunan ve Fransızlarla, Ortadoğu’da ve
Arabistan’da İngilizlerle savaşmıştır. Enver Paşa, geleceği çok
uzaklarda aramıştır: 1917’de Rauf Bey’e, Medine’yi ve Bağdat’ı
almaktan söz etmiş, hatta o günlerde Hindistan’a bir sefer yapmayı
düşünmüştür. Enver Paşa’nın Arabistan, Kafkasya ve Hindistan
hayalleri kurduğu o 1917 yılında Mustafa Kemal, Enver Paşa’ya
gönderdiği iki raporla hayal peşinde koşmaktansa Anadolu’yu
savunmanın hesaplarını yapmak gerektiğini belirtmiştir. Değil
1915’te, I. Dünya Savaşı sonlarında bile Enver Paşa’nın kafasın
da Anadolu’yu savunma düşüncesi yoktur. Osmanlının 1. Dünya
Savaşı’ndan çekildiği günlerde bile Medine’de, Kafkasya’da ve
Azerbaycan’da Türk orduları vardır. Mustafa Kemal’in görüşleri
dikkate alınsaydı ve bu ordular zamanında Anadolu ve civarına
yığılabilseydi belki de Anadolu işgal edilmeyebilirdi. Ama hayal
ci Enver Paşa, hep Anadolu dışıyla ilgilendiğinden Anadolu’nun
elden gittiğini maalesef fark edememiştir.
Her şeyden önemlisi, bu Enver Paşa, Kurtuluş Savaşinın he
men öncesinde bir Alman denizaltısıyla yurt dışına kaçmıştır.
Kurtuluş Savaşı planlarını 1915’te yaptığı söylenen Enver
Paşa’nın I. Dünya Savaşı sırasındaki plansızlığı yüzünden 550
bin Mehmetçik şehit olmuş, 2 milyondan fazla Mehmetçik yara
lanmış, 892 bin Mehmetçik sakat kalmış, 104 bine yakın Meh
metçik kaybolmuş ve 130 bin Mehmetçik esir olmuştur.116
1921 yılında Atatürk, Anadolu’da emperyalistleri tepeleme
nin planlarını yaparken Enver Paşa Batum’a gelerek beklemeye
başlamıştır. Neyi mi beklemiştir? Atatürk’ün Sakarya Savaşinda
yenilmesini beklemiştir. Sakarya Savaşı’nın kaybedilmesi halinde
Anadolu’ya girip Milli Hareketin başına geçmenin hesaplarını
yapmıştır. Ama bilindiği gibi evdeki hesap çarşıya uymamıştır.
özetle, “hayalci” ve “tutarsız” bir vatansever olan Enver
Paşa’nın I. Dünya Savaşı sırasında ve sonrasındaki yanlış adım
ları Türkiye’yi uçurumun kenarına getirmiştir. Onun batırdığı
ülkeyi, Allah’a şükür ki Atatürk kurtarmıştır. Nitekim Atatürk,
90
Almanya'nın Türkiye sefirine, “Enver’in batırdığı ülkeyi kur
tarmaya Allah beni memur etti” demiştir.117
91
Haziran 1919’dan itibaren de Dahiliye Nezareti, Müdafaa-i
Hukuk ve Reddi İlhak Cemiyetlerinin parayla dahi telgraf hizmet
lerinden yararlanmasını yasaklamıştır. Ancak bu emri dinlemeyen
Atatürk, Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinin telgraflarını çekmeyen
telgraf müdürlerini Divanıharb’e vereceğini belirtmiştir.121
Atatürk, Sivas Kongresinde, dağınık haldeki Müdafaa-i
Hukuk Cemiyetlerini Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Ce
miyeti adı altında birleştirmiştir. TBMM açılıncaya kadar bü
tün yazışmalarını “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Ce
miyeti Adına" diye imzalamıştır. Yani tüm Müdafaa-i Hukuk
Cemiyetlerinin lideri Atatürk’tür. Ayrıca yine Sivas Kongresi’nde
Ali Fuat Paşa’nın Batı Cephesi Kuvayı Müliye Komutanlığına
atanmasına karar verilmiştir.
Atatürk, kısa bir süre sonra Anadolu Rumeli Müdafaa-i
Hukuk Cemiyeti’ni T B M M ’ye, Batı Cephesi Kuvayı Milliyesini
de düzenli orduya dönüştürerek Milli Hareketi düzenli, disiplinli
bir “ulusal hareket” haline getirmiştir. Böylece Kurtuluş Savaşı
başlamıştır.
Görüldüğü gibi en büyük Kuvayı Milliyecilerden ve en bü
yük Müdafaa-i Hukukçulardan biri Atatürk’tür.
121 Posta Telgraf ve Telefon Genel Müdürü Refik Halit Karay, Atatürk’ün bu ge
nelgesini Nezarete bildirerek gereken önlemlerin alınmasını istemiştir.Zeki Sa-
rıhan, Kurtuluş Savaşı’nda İkili İktidar, İstanbul, 2 0 0 0 , s.73.
92
görüşmelerini, önce Pera Palas Oteli’nde, sonra Fansaların evin
de, daha sonra da Şişli’deki evde yapmıştır. Özellikle, sabahlara
kadar ışıkları sönmeyen Şişli’deki evde yaptığı gizli görüşmeler,
Kurtuluş Savaşı’nın geleceği açısından çok önemlidir.
Atatürk, İstanbul’a gelişinin ertesi günü 14 Kasım 1918’de
eski sadrazam Ahmet İzzet Paşa’yla, arkadaşı Rauf Bey’le ve İn
giliz gazeteci Ward Price’la görüşmüştür. 15 Kasım’da Padişah
Vahdettin’le, 16 Kasım’da William Birdwood’la, 22 ,2 9 Kasım’da
ve 20 Aralık’ta yine Padişah Vahdettin’le, Kasım’m sonların
da Yenibahçeli Şükrü Bey’le, Topkapılı Cambaz Mehmet’le ve
Rahip Frew’le, Aralık’m sonlarında İsmail Cambulat’ın evin
de İttihatçılarla, 20 Aralık’ta Ali Fuat Paşa’yla ve Refet Bey’le,
1*5 Ocak 1919’da İsmet Paşa’yla, 15 Şubat’ta ikinci kez Refet
Bey’le, 20 Şubat’ta ikinci kez Ali Fuat Paşa’yla ve Rauf Bey’le,
11 Mart’ta Fethi Bey’le, 11 Nisan’da Kâzım Karabekir Paşa’yla,
17 Nisan’da üçüncü kez Rauf Bey’le, 9 Mayıs’ta ikinci kez İsmet
Paşa’yla, 15 Mayıs’ta ikinci kez Fethi Bey’le ve son kez Padişah
Vahdettin’le görüşmüştür.
Atatürk ayrıca, Dahiliye Nazırı Mehmet Ali Bey’le, Bahriye
Nazırı Avni Paşa’yla, Genelkurmay İkinci Başkanı Kazım İnanç
Paşa’yla, Sadrazam Damat Ferit’le, Albay Kazım Dirik’le, Har
biye Nazırı Cevat (Çobanlı) Paşa’yla ve Fevzi (Çakmak) Paşa’yla
görüşmüştür.
Atatürk, bütün bu görüşmelerle hem bir “kurtuluş ekibi”
hazırlamış hem de Anadolu’ya geçmek ve Kurtuluş Savaşı’nı
başlatmak için gereken altyapıyı oluşturmuştur.
Atatürk, işgal İstanbul’unda bütün bu görüşmeleri yaparken
İngilizler tarafından tutuklanmamak için de adeta bir satranç us
tası gibi stratejik hamleler yapmıştır. Örneğin bazı İngiliz gazete
cilerle ve komutanlara görüşerek ve gazetelere “ılımlı” demeçler
vererek onların güvenini kazanmaya çalışmış, ayrıca arkadaşı Fet
hi (Okyar) Bey’le Minber adlı bir gazete çıkararak burada İngiliz-
leri “uyutan” açıklamalar yapmıştır. Diğer taraftan da İngilizlerin
bütün ulusalcıları ve vatanseverleri tutuklayıp Bekir Ağa Zindan
larına veya Malta’ya sürgün ettikleri bir ortamda her ne şekilde
93
olursa olsun tutuklanm am ak için İtalyan temsilcisi K ont Sforza ile
yakınlaşarak, bir bakıma Ingilizleri İtalyanlarla dengelemiştir. " 2
A ta tü rk, İstanbul'a gelirken kafasında üç aşamalı bir ha
reket planı vardır: 1. Siyasi girişim ler, 2. İh tila lc i girişim ler, 3.
A nadolu'ya geçiş h a zırlıkla rı...
A ta tü rk önccliklc siyasi girişim lerde bulunm uştur: İngilizci
T evfik Paşa H üküm eti nin güvenoyu almaması için eski sadra
zam Ahmet İzzet Paşa’yla vc padişahla görüşmüş, meclise g i
derek m illctve killcriyle konuşmuş vc yeniden Ahm et İzzet Paşa
H ü k ü m e ti’nin kurulm ası için bir hayli çaba harcam ıştır; ancak
başarılı olamamıştır.
Daha sonra da yine padişahla görüşerek H arbiye N a zın o l
manın yollarını aramıştır. A ta tü rk 'ü n işgal altın daki b ir ülkede
H arbiye Nazırı olm ak istemesinin nedeni, elde kalan ord uları ve
silahları derleyip toparlayarak bir direniş başlatma düşüncesidir.
Ancak A ta tü rk ’ü tam olarak ko n tro l altına alamayacağını düşü
nen Vahdettin onu, ordunun başına getirm em iştir.
A ta tü rk, siyasi yollarla amacına ulaşamayınca bu sefer de
“ ih tila lci yöntem e” başvurmayı düşünmüştür. Arkadaşı Fethi
(O kyar) ve İsmail C anb ula t’la b irlik te eski İttih a tçıla rla görüşe
rek ulusalcı b ir hüküm et kurm ak için harekete geçmiştir. H atta
bu amaçla Ay Y ıldız Cem iyeti adlı gizli bir örg üt kurm uş vc mev
cut hükümete karşı darbe yapmayı düşünmüştür. Ancak, işgal
İstanbul'unda yapılacak bir darbenin sonuç vermeyeceğini düşü
nerek bu plandan vazgeçmiştir.
A ta tü rk, artık İstanbul’da kalarak b ir şey yapılamayaca
ğını anlayınca, öteden beri kafasının bir köşesinde sakladığı
A na do lu’ya geçiş planı üzerinde çalışmaya başlamıştır.
V4
çekmiş ve bu durum dan yararlanmak gerektiğini belirtm iştir. Ba
kın ne demiş A ta tiirk :
“Düvel-i Muazzama* dediğimiz bu devletlerin birde iç yüz
leri var. Siz santyor musunuz ki harbi kazanmakla müttefikler
aralarındaki bütün ihtilafları (anlaşmazlıkları) halletmişlerdir.
Asıl ihtilaf asıl menfaat rekabeti ve ölüm mirastnı paylaşma
kavgası bundan sonra başlayacaktır. Her geçen gün Müttefik-
lerin kuvveti azalmaktadır. Terhisler dolayısıyla orduları gün
den güne küçülüyor. Asırlarca birleriyle boğuşan İngilizlerle
Oransızları müşterek düşman tehlikesi birleştirdi. Şimdi o eski
rekabet bıraktıkları noktadan yeniden başlayacaktır. Başla-
mışttr bile... İtalya'ntn da başı dertte. Onlarda iç kargaşalık
arifesinde. Bu yüzden ilhak etmek istediği topraklardan bile
çekilecektir. Netice şu ki, Anadolu'da baş gösterecek bir milli
direnişe hiçbiri müdahale edecek durumda değildir. Böyle bir
mücadelenin tam sırasıdır.”12'
( «örüldüğü gibi A ta tü rk , A nadolu'ya geçmesinden yaklaşık
4 ay önce, çok büyük b ir soğukkanlılıkla, düşmanın durum unu
analiz ederek “Anadolu'da bir milli direniş başlatmanın tam
zamanı” olduğunu be lirtm iştir.
Şimdi si/, bu belgeyi gördükten sonra hâla, "Atatürk'ün k a
fasında başlangıçta Anadolu'da bir mili direniş düşüncesi y ok
tu!" d iy e b ilir m isini/?
A ta tü rk , A n a d o lu ’da bir m illi direniş başlatmak amacıyla
önce güvenip inandığı silah arkadaşlarıyla görüşerek onlardan,
A nadolu’nun k ilit noktalarında bulunan ord uların başına atan
maları için girişim lerde bulunm alarını istemiştir.
96
gören hizmetçi ktz: ‘Ne istiyorsunuz f Beyefendi kaztr değil* di
yordu. Ktzcağtza, ‘Hele bizi misafir odastna al, bir taraftan da
beyefendi haztr olur* dedim. Odaya girdik. Hizmetçi ktza fazla
bir şey söylemeye lüzum kalmadan ev sahibi beyefendi güler
yüzü ile içeri girdi. ‘Ne haber, ne haber? Bu ne baskın. .. ’ Bu ev
sahibi kimdi, tahmin ediyor musunuzf İsmet Bey!... ‘Vaktim
dar, sana hikâyeyi kısaca söyleyeyim9 dedim ve her şeyi anlat-
tim. *Ben yerleşinceye kadar, sen de bana yardım edeceksin ve
iş başladtğt vakit yanıma geleceksin!9 Veda etmek üzere ayağa
kalktım. Ellerimi tuttu: ‘Biraz daha konuşsaydtk9 dedi. Ama
ben İstanbul'da kaldığım müddetçe benimle mümkün olduğu
kadar az alakalı görünmesini de rica ettim ...” 127
Burada da açıkça görüldüğü gibi Atatürk, “kurtuluş planı”
gereği İsmet Paşa’ya, “Ben yerleşinceye kadar sen de bana yar
dım edeceksin ve iş başladtğt vakit yantma geleceksin!99 de
miştir. İsmet Paşa’nm diğer paşaların aksine Kurtuluş Savaşı’na
daha geç katılmasını eleştirenlere duyurulur! Atatürk, o sırada
Genelkurmay’da görevli olan İsmet Paşa’mn bu önemli görevin
den yararlanmayı düşünmüştür. İsmet Paşa Anadolu’ya geçince
ye kadar Atatürk’ün Osmanlı Genelkurmayındaki gözü kulağı
olmuştur.
Ali Fuat Paşa ve Kâzım Karabekir Paşa Anadolu’ya geçmiş,
ilk hazırlıklara başlamışlardır. Peki ama Atatürk Anadolu’ya na
sıl geçecektir?
Anadolu’ya Geçiş
Atatürk, önceleri gizli yollarla Anadolu’ya geçmeyi düşün
müştür: Bu amaçla Yenibahçeli Şükrü Bey ve Yahya Kaptan’la
iletişim kurarak onlardan Gebze-Kocaeli yolunu kontrol etme
lerini istemiştir. Atatürk, eğer resmi bir görevle Anadolu’ya gön-
derilmeseydi, gizlice Gebze-Kocaeli yolu üzerinden Anadolu’ya
geçecekti.128
97
Nisan ayı başlarında Karadeniz’de Türklerle Rumlar ara
sındaki çatışmalardan rahatsız olan İngilizlerin, Osmanlıya
ültimatom vermeleri, Sadrazam Damat Ferit’ten ve Padişah
Vahdettin’den Karadeniz’deki karışıklıkları biran önce sona er
dirmelerini istemeleri üzerine telaşlanan Damat Ferit ve Vahdettin
İkilisi, bu işi biran önce halletmek için halk tarafından tanınan,
İttihatçı olmayan, üstelik daha önce padişahın fahri yaverliğini
yapmış olan Atatürk’ü “Karadeniz9deki karışıklıkları önlemek”
amacıyla 9. Ordu Müfettişi olarak Samsun’a göndermişlerdir.
Atatürk’ün belli başlı görevleri, dağıtılmamış Türk orduları
dağıtmak ve halkın elindeki silah ve cephaneleri toplayarak böl
gede asayişi sağlamaktır.
Atatürk’ün müfettişlik belgesindeki yetkileri nasıl genişletti
ğini, Osmanlı Genelkurmayındaki vatansever paşalarla nasıl giz
lice görüştüğünü ve İngilizleri nasıl atlatıp Anadolu’ya geçtiğini
uzun uzadıya “Atatürk’ün Gizli Kurtuluş Planlan” adlı kitabım
da anlatmıştım.129
Bütün bu gerçeklere rağmen Necip Fazıl Kısakürek, Ata
türk’ün İstanbul’da kaldığı altı ay içinde “Çöküş devresinin
sonunda olayları kullanmaktan başka bir şey düşünmemiş ve
yapmamıştır” diyebilmiş, hatta daha da ileri giderek, “Genç
kumandanlar İstanbul'da, vatanın halinden üzgün çehreler
de olsa, keyiflerine baktıkları strada o (padişah) yemek yerken
boğulmakta ve soğuk suyla haşlanmaktadır” diye “hayalci” ve
“vicdansız” bir değerlendirme yapabilmiştir.
Yukarıda kısaca özetlediğimiz gibi, Atatürk, Rauf Bey, Re-
fet Bey, Kâzım Karabekir Paşa, Ali Fuat Paşa ve İsmet Paşa işgal
İstanbul’unda geceleri sabahlara kadar “gizli kurtuluş planları”
yapmışlardır. Padişah Vahdettin’in tacını ve tahtını güvenceye
almaya çalıştığı sırada bu genç komutanlar vatan ve namus mü
cadelesine hazırlanmışlardır.
İşte, Necip Fazıl’dan, Sevan Nişanyan’na kadar birçok
Cumhuriyet tarihi yalancısının en büyük yalanlarından biri olan
98
“Kurtuluş Savaşt'nı Atatürk başlatmamıştır! Atatürk bu müca
deleye sonradan katılmıştır!” yalanının iç yüzü...
“Atatürk’ün Gizli Kurtuluş Planları” adlı kitabımda dedi
ğim gibi, “Mesele aslında Kurtuluş Savaşı’nı kimin başlattığı de
ğildir, mesele tarihi ters yüz ederek Kurtuluş Savaşı’nı Mustafa
Kemal’in başlatmadığını kanıtlama meselesidir.”130
Y a la n 2
V A H D E T T İ N HAİN DEĞİLDİR!
En çok söylenen Cumhuriyet tarihi yalanlarından biri “ Vah
dettin Hain Değildir! ” yalanıdır. Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı’ndaki
büyük rolünü küçültmek isteyenlerin söylediği bu kuyruklu yalan,
aslında tipik bir “yobaz y a l a n ı d ı r Sözüm ona “dinsel gerekçe
lerle” Osmanlı’ya sahip çıkan “cumhuriyet karşıtı yobazların”
üretip dillerine doladıkları bu Kurtuluş Savaşı yalanı, “resmi tarih
eleştirisi” adı altında topluma enjekte edilmiştir.
Kurtuluş Savaşı sırasındaki politikası nedeniyle 1922 yılın
da T B M M tarafından resmen “hain” ilan edilen Padişah Vah
dettin, kendisinin bile tahmin edemeyeceği şekilde, zaman içinde
parlatılarak, bugün neredeyse Kurtuluş Savaşı kahramanı haline
getirilmiştir.
Peki ama neden? Kimler, neden bir vatan hainini aklamak
istemişlerdir?
103
kiye İnkılabının İçyüzü” adlı kitabında, “Vahdettin’in, Mustafa
Kemal’i, Kurtuluş Savaşı’nı başlatması için Anadolu’ya gönder
diğini” iddia etmiş ve bu iddiasını, Vahdettin’in 14 Mayıs 1919
tarihinde Mustafa Kemal’e verdiği, sözüm ona, bir fermana
dayandırmıştır.131
Peki ama kimdir bu Mevlanzade Rıfat?
Mevlanzade Rıfat, kısaca, uslanmaz bir Atatürk düşmanıdır.
Mevlanzade Rıfat, daha Atatürk Samsun’a çıkmadan ön
ce, 24 Mart 1919’da Hukuk-i Beşer adlı gazetede, I. Dünya
Savaşı’na katılan komutanlara İttihatçıların vagon vagon altın
dağıttıklarını ileri sürmüş ve komutanlara, “Büyük alçaklar ve
haydut başlan..,” diye hakaret etmiştik Bunun üzerine Atatürk,
Harbiye Nezareti’ne bir dilekçeyle başvurarak, bu yazıyı kaleme
alan Mevlanzade Rıfat’ın cezalandırılmasını istemiştir.
Atatürk, Mevlanzade Rıfat’a “O sefil iftiracı...” diye hitap
ettiği dilekçesinin bir örneğini de Vakit, Alemdar ve Yeni Gün
gazetelerine göndermiştir.132
Atatürk, Mevlanzade Rıfat’ın Türk ordusunun şerefli ko
mutanlarına hakaret etmesine çok bozulmuştur. Türk ordusu
nun, “namuslu” ve “yurtsever” komutanlarını “haydut başı”
diye suçlamanın “büyük bir ahlakstzltk ve sefil bir vicdanstz-
Itk” olduğunu belirterek bu “namussuzca iftirayı ve sahibini
lanetlemiştir.”
Atatürk’ün Harbiye Nezareti’ne gönderdiği “şikâyet dilek
çesi” dikkate alınmadığı gibi Mevlanzade Rıfat, kendisine haka
ret edildiği gerekçesiyle Atatürk’e dava açmıştır.133
“Atatürk düşmanı” Mevlanzade Rıfat’ın, Padişah Vahdettin’
le ise arası çok iyidir. Padişah Vahdettin, Türkiye’den kaçtıktan
sonra San Remo’ya gitmiştir. Kaçak padişahın San Remo’daki
ziyaretçilerinden biri de Mevlanzade Rıfat’tır. Mevlanzade Rıfat,
104
San Remo’ya ilk defa 1922’de bir Yunanlı albayla birlikte gitmiş ve
Vahdettin’e, Ankara’ya karşı Yunanistan’la anlaşma teklif etmiştir.
Bu görüşmede Vahdettin Mevlanzade Rıfat’a para vermiştir.'14
Mevlanzade Rıfat, Vahdettin’i San Remo’da bir kez daha
ziyaret etmiştir. Bu sefer de Vahdettin’e, Türkiye Cumhuriyetine
karşı Kürtleri isyana teşvik etme önerisi sunmuştur.m Mevlanza
de, Türkiye’deki bütün önemli Kürt isyanlarında rol almış, keli
menin tam anlamıyla bölücü bir politikacı-yazardır.11*
Kurtuluş Savaşı öncesi Atatürk’e ve vatansever Türk subay
larına, “Büyük alçaklar ve haydut haşlan” diyen, yurt dışın
da iki kez Vahdettin’i ziyaret eden, onu Atatürk’e ve Türkiye
Cumhuriyeti’ne karşı harekete geçirmek isteyen ve Vahdettin
tarafından çok iyi ağırlanan Mevlanzade Rıfat, bir süre sonra
kaleme sarılarak “Cumhuriyet tarihi yalancılarının” kaynağı
durumundaki “Türkiye İnkılabı’nm İçyüzü” adlı kitabı yazmış
ve bu kitabında Vahdettin’i adeta “Kurtuluş Savaşı kahramanı”
ilan etmiştir. Mevlanzade’nin bu kitabı daha sonra Atatürk’e ve
cumhuriyete aldırmak isteyen bütün “yobazların” ve “liboşla-
rın” ana kaynağı olmuştur.137
105
eski başbakanlardan Bülent Ecevit de 6 Ağustos 2005 tarihinde,
“Vahdettin vatan haini değildir!” demiştin
“ Vahdettin hain değildir!” yalanını deşifre etmeden önce
Vahdettin’i birazcık tanıyalım:
139 Mahmut Kemal İnal, Son Sadrazamlar, CIV , İstanbul, 1982, s.2096.
140 Özakman, age, *.30.
141 Yılmaz Çctinec, Son Padişah Vahdettin, 7.bs, İstanbul, 1993.
106
Vahdettin ve Geleneksel Değerler
V ah d ettin , iyi bir bab ad ır, a ğ lay acak k ad ar duyguludur, y a
d l a r ı n a cö m erttir, iyi bir bestecidir, ço k sigara içen ve y obaz
olmayan bir
107
Halifelik iddiasında bulunan Vahdettin, misafirlerini bu tablo
nun altında ağırlamıştır.14'
Vahdettin, aile hayatında da son derece moderndir. Örneğin,
gelenek gereği Osmanlı hanedanına mensup kızların düğünden
önce bile kocalan tarafından görülmeleri yasakken, Vahdettin,
düğünden önce damadı İsmail Hakkı'yı davet ederek, kızı Ulviye
Sultan’la göriiştürmüştür.14*
O buluşmayı, “Son Padişah Vahdettin” kitabının yazan Yıl
maz Çedner, belgeler ışığında şöyle anlatmıştır:
“İsmail Hakkt Beyefendi'ye Harbiye Nezaretinden resmi
bir yazıgeldi... Veliaht Vahdettin Efendi, Çengelköy'de köşküne
çağırıyordu. ..
İsmail Hakkı'yı bir korku aldı!..
Acaba kızryla buluştuğunu haber aldı da buna kızacak, da
rılacak mı endişesi içinde salonda beklerken Vahdettin Efendi
girdi içeriye... Selâmlaştıktan sonra oturdu hiç konuşmadan...
Bir sigara içti ve birden ayağa kalkıp çıktı odadan. .. Garip bir
durumdu bu ve İsmail Hakkı9nm yüreği küt küt atıyordu!..
Az sonra bir de baktı ki, Vahdettin, yanında kızı Ulviye
Sultan'la beraber tekrar içeriye giriyor...
İşte kızım müstakbel kocan!.. ”149
Vahdettin'in eşlerinim kızlarının ve kız torunlarının başı
açıktır. Vahdettin ailesine mensup kadın hanedan üyelerinin
yurtdışında çekilmiş fotoğraflarına bakılacak olursa başlann
açık olması bir yana, padişahın eşlerinin, kızlarının ve kız torun
larının son derece modern, hatta dekolte batılı kıyafetler giydik
leri görülecektin örneğin, Vahdettin’in torunu Neslişah Sultan,
Hümeyra Sultan, Hanzade Sultan ve Hibetullah Necla; kızlan
Ulviye Sultan ve Sabiha Sultan ile ikinci eşi Müveddet Kadıne-
fendi başlan açık, modern giysiler içinde adeta batılı kadınlar
dan ayrılamayacak şıklıkta Avrupa’da arzı endam etmişlerdir.150
108
U/rnr Sultan ve î. Hakkı Bey Hiimeyra
109
başka kadınlarla birlikte olmuştur. “ Vahdettin Efendi, ttpkı ba
bası Sultan Abdülmecit ve Ağabeyi Sultan Abdülhamit gibi ka
dınlara düşkündü... Yemin ettiği için bir başka kadını nikahına
alamıyordu, ama gizli gizli kısa süreli aşklar yaşıyordu... ”ÎS1
Beste yapan, içki içen, şampanya kadehi kaldıran, misafir
odasında çıplak kadın resmi bulunduran, sakal bırakmayan, ev
lenmeden önce kızım damat adayıyla bizzat görüştüren, çaktır
madan başka kadınlarla birlikte olan ve eşlerinin, kızlarının ve
kız torunlarının başları açık olan Padişah Vahdettin’e “halife
dir17 diye sadece “dinsel gerekçelerle” sahip çıkanların şapkala
rım önlerine koyup düşünmelerini öneririm!
“Dw timsali!” diye Vahdettin’e sarılan yobazlar!... Vah
dettin, evet dindardır; ama sizin zannettiğiniz gibi “bağnaz” ve
“dinci” bir insan değildir!.. Sizin din anlayışınızla Vahdettin’in
din anlayışı arasında dağlar kadar fark vardır...
* * *
110
Vahdettin’in kuşkuculuğuna tanık olanlardan biri de Mus
tafa Kemal Atatürk’tür.
4. Muhbirdir: Gençliğinde Abdülhamit’e “jurnalcilik” yaptı
ğı çok yaygın bir dedikodudur. Baş mabeynci Lütfi Simavi
Bey, Vahdettin’in bu özelliğinden, “Abdülhamit zamanın
daki kötü şöhreti” diye söz etmiştir. Madrid’teki İngiliz el
çisi Lord A Harding, İngiltere Dışişleri Bakanı’na gönderdi
ği 9 Temmuz 1918 tarihli yazıda Vahdettin’in, 44Sultan il.
Abdülhamifin faal bir casusu olduğunu” belirtmiştir.154
5. Eğitimi zayıftır: Çocukluğunda ve gençliğinde geçirdiği ra-
i hatsızlıklardan dolayı yeterince iyi eğitim alamamıştır. Baş
katibi Ali Fuat Bey, Vahdettin’in “fıkıhla” ilgilendiğini be
lirtmiştir.
6. Konuşması iyidir: Başkatibi Ali Fuat Bey, konuşması, yaz
ması ve imlasının düzgün olduğunu belirtmiştir. Almanya
gezisi sırasında Vahdettin’e eşlik eden Mustafa Kemal Ata
türk de Vahdettin’in düşüncelerini çok düzgün bir şekilde
ifade ettiğini belirtmiştir.
7. Kurnazdır: Başkatibi H. Ziya Uşaklıgil Vahdettin’i, “ Yara-
dtltştnda, hileye, entrikaya, gizli düzenlere, katışık girişim
lere düşkün” olarak tanımlamıştır. Adına gelen mektupların
açılmadan kendine verilmesini istemesi, hükümetle haber
leşmesinde başkatibi Ali Fuat Bey yerine adamı Refik Bey’i
kullanması, bazı kimselerle gizlice özel dairesinde görüşme
si, onun “kurnaz ve entrikacı” biri olduğunu göstermekte
dir. Atatürk de Vahdettin’le yaptığı görüşmelerden sonra
onun “kurnaz” ve “entrikacı” biri olduğunu düşünmüştür.
8. Rol yapar: Ali Fuat Bey ve Lütfi Simavi Bey, padişahın eski
sadrazam Ahmet İzzet Paşa’ya “hasta rolü” yaptığına bizzat
tanık olmuşlardır. Ayrıca, Mazhar Müfit Kansu’yla yaptığı
görüşmede, “Kuvayt Milliye tactmtn ptrlantasıdtr! Musta
111
fa Kemal Paşa nasıldır, afiyettedir inşallah! Ne zaman dö-
necekr gibisinden sözler söyleyen Vahdettin’in yine rol yap
tığı açıktır. Çünkü o günlerde Osmanlı yönetimi bir taraftan
Kuvayı Müliye’yi yasaklarken, diğer taraftan da Mustafa
Kemal’i etkisiz hale getirmeye çalışmaktadır: Vahdettin “rol
yaparak”, Mazhar Müfit Bey’in ağzından laf almaya çalış
mıştır:
9. Paraya düşkündür: Bilinenin aksine Vahdettin paraya çok
düşkündür: II. Abdülhamit’in kızı Şadiye Osmanoğlu’nun
anılan ve Lütfı Simavi’nin “Vahdettin Efendinin Paraya Kar
şı Olan Aşm Sevgisi” başlığı altında yazdıkları, Vahdettin’in
paraya çok önem verdiğini göstermektedir.
Vahdettin aynca, bir mutlakıyetçi, İttihat ve Terakki düş
manı, Hürriyet ve İtilaf Partisi’ne yakın, Alman karşıtı ve çok
koyu bir İngilizcidir.155
112
Devleti’nin içinde bulunduğu durumdun I. Dünya Savaşı sona
ermiş, çok ağır bir yenilgi alan Osmanlı Devleti, elindeki toprak*
lann büyük bir kısmım kaybetmiş ve devlet uçurumun kenarına
gelmiştin İşte o günlerde Vahdettin, başmabeyni Ali Fuat’a, ~Ben
sonucu iyi görmüyorum, ab şu işm içindem az zararla çtkabil-
sekr demiştir.15"
Vahdettin, 1. Dünya Savaşı’na girilmiş olmasından hiç mem
nun değildir. 20 Kasım 1918’de, Daily Mail gazetesine verdiği
demeçte, “Eğer ben I. Dünya Sauaşt çıkmadan önce tahta çık
mış olsaydım, Osmanlı Devleti’nin tarafstzhğpa mutlaka ko
rurdum ...19 demiştir. Bu nedenle tahta çıkar çıkmaz biran önce
ateşkes antlaşması yapılmasını istemiştir. 15*
*Vahdettin’in I. Dünya Savaşı karşıdığmm temel nedeni,
bu savaşta Osmanhnın karşısındaki en büyük düşmanın İngil
tere olmasından kaynaklanmaktadır. Vahdettin, Almanya'ya
karşı İngiltere’ye yakınlaşma taraflısıdır. İttihatçılarla ve Enver
Paşa’yla ayrılığının temelinde de bu vardır.
Emperyalizmle, özellikle de İngiliz emperyalizmiyle kuşatıl
mış bir devletin başma geçen Vahdettin’in tek düşüncesi, müm
kün olduğunca İngilizlerle yakınlaşmaktır.
“Ben büyük ceddim Yavuz Sultan gibi sakal bırakmayaca
ğım, çünkü sakaltmt kimsenin eline vermek niyetinde değilim "
diyen Vahdettin, evet belki sakalım kimseye kaptırmamıştı^ ama,
bütün vücudunu İngilizlere ve İngilizci sadrazam Damat Ferit’e
kaptırmıştır. “B/r kukla durumunda idî ve memleketin bütün yö
netimini galip deıdetler ve özellikle İngiltere ele almıştı."1**
157 Tank Mümtaz Göztrpe, Vahdettin, Mütareke Gayyamda, İstanbul. 1969, s. 15.
158 Lutfi Bey, Oananh Sarayı’nm Son Gâaleri, Hz. Ş. Kuriu, İstanbul, 1978, s .4 4 5 ,446.
159 Bölükbaşı, age, s.191.
113
İşte birkaç örnek:
Necip Fazıl Kısakürek, “Milli şahlanış hareketinin fikirde
yaratıctst ve bu amaçla Mustafa Kemal Paşa’yı Anadolu'ya
göndereni doğrudan doğruya Vahdettin’d ir...” demiştir.160
Nihal Atsız, “Osmanlt padişahlarının en talihsizidir Bu
yüzden kendisine hain damgası vurulmuştur. Fakat hain değil,
bütün Osmanlt padişahları gibi vatanperverdir. . . ” demiştir.161
Kadir Mısıroğlu, “Sultan Vahdettin, ufukta beliren vahini
tehlikelere karşı Anadolu'da bir direniş hareketi düşünüp, bunu
tepesindeki işgal kuvvetlerine rağmen en dikkatli şekilde plan
ladı. Bu cümleden olarak yaverlerinden Mustafa Kemal Paşa'yı
geniş yetki ve imkânlarla donatarak Anadolu'ya gönderdi...”
demiştir.162
Kurtuluş Savaşı’nı Vahdettin’in başlattığına yönelik iddiala
ra daha birçok örnek vermek mümkündür.
Vahdettin’i aklamaya, hatta “Kurtuluş Savaşı kahramanı”
yapmaya yönelik bu iddialar ne kadar gerçeği yansıtmaktadır?
Bu soruya cevap vermek için Vahdettin’in Kurtuluş Savaşı’nın
başından sonuna kadar nasıl bir politika izlediğine bakmak ge
rekecektir.
Vahdettin padişah olduğu sırada I. Dünya Savaşı devam et
mektedir. Vahdettin, bu savaşa biran önce son verilmesini iste
miştir.
Padişah Vahdettin, Osmanlı Devleti’nin, I. Dünya Savaşı’ndan
çekilmesini sağlayacak olan Mondros Ateşkes Antlaşması’nı
kayınbiraderi Damat Ferit’in imzalamasını istemiştir. Ancak
Sadrazam Ahmet İzzet Paşa, adam mecnundur! Bu kadar
önemli görev kendisine nasıl verilebilir?” diye Damat Ferit’in
görevlendirilmesine karşı çıkmıştır. Buna rağmen Padişah, “Biz
onu idare ederiz/” diyerek kararında ısrar etmiş ve Ahmet İzzet
Paşa’nın Damat Ferit’le görüşmesini istemiştir.163 Bunun üzerine
114
Ahmet İzzet Paşa, Damat Ferit’le Ayan Meclisi’nde bir görüşme
yapmıştır:
“Mütareke konusunda neler yapılabileceğini, karşı karşıya
oturup konuştular...
Damat Ferit anlattıkça, İzzet Paşa renkten renge giriyor; bir
megalomanla karşı karşıya bulunduğunu daha iyi anlıyordu... Üs
telik, kafasızdı bu adam!.. Ne devletlerarası politikadan, ne siyaset
ten haberi vardı! Damat Ferit şunları söylüyordu sadrazama:
‘İngiliz Amirali Calthorpe ile görüşeceğim. Eğer devletin ke
sin ülke bütünlüğünü esas alan bir mütarekeye yanaşmazlarsa,
derhal bir savaş gemisi, kruvazör isteyip Londra’ya gideceğim...
İngiltere kralına, ben senin baban olan kralın eski dostuyum!
Arzularımın kabulünü senden beklerim, diyerek barış teklifleri
mizi kabul ettireceğim!’ Yanıma özel kâtip olarak da Rum Pat
rikhanesi katibi Kara Yeodori’yi alacağım...’
Sadrazam İzzet Paşa, bu sözler üzerine donmuş kalmıştı...
Bu mevkie gelmiş bu adam nasıl olurdu da, hâlâ devletlerin
yüce menfaatlerinde böyle dostlukların sökmeyeceğini bilmez
di f Üstelik, İngiltere kralının babasıyla hiçbir dostluğu filan da
yoktu!...”164
Ahmet İzzet Paşa ve birçok bakan, eğer bu görev Damat
Ferit’e verilirse istifa edeceklerini belirtmişlerdir.
Ahmet İzzet Paşa Hükümeti, Mondros Ateşkes Antlaşması’nı
imzalayacak heyetin başkanlığına Bahriye Nazırı Hüseyin Rauf
(Orbay) Bey’i atamıştır. Padişah Vahdettin, bu atamayı bazı şart
lar ileri sürerek kabul etmiştir.165
İşte tam da bu noktada Padişah Vahdettin’in “tahtını”, “ta
cını” ve “politik geleceğini” “vatanından” üstün tuttuğu anlaşıl
maktadır. 1918 Kasımı’nda Padişah Vahdettin’in “önce kendini”
düşündüğünün iki önemli kanıtı şunlardır:
1. Vahdettin, Türkiye’nin geleceğini ilgilendiren çok önem
li bir antlaşmayı imzalayacak heyetin başkanlığına Damat Ferit
164 Çetinec, age, s.24. Sina Akşin, İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele, İstan
bul, 1 992, s.53.
165 Ali Fuat Türkgeldi, Görüp İşittiklerim, Ankara, 1951, s. 153,154.
115
gibi “aklı bir karış havada”, “ne yaptığını bilmeyen”, Ahmet
izzet Paşa’nın deyimiyle “mecnun” birini atamak istemiştir:
Vahdettin, bu önemli göreve atadığı kişinin niteliklerine değil,
kendisine bağlı olmasına önem vermiştir. Basiretsiz ve nitelik
siz bir maceracı olan Damat Ferit, Vahdettin’in ablası Mediha
Sultan ile evlidir, dolayısıyla Vahdettin’le akrabadır. O günlerde
tahtını kaybetmekten korkan Vahdettin, bu göreve akrabası Da
mat Ferit'i getirerek bir anlamda kendisini güvenceye almıştır.1'*6
Fakat kendisini güvenceye alırken ülkesinin geleceğini hiçe say
mıştır. Turgut özakman bu durumu şöyle açıklamıştır:
“Çarltğtn yıkılmast ve Çar Nikola’ntn öldürülmesi za
ten bütün hanedanları sarsmıştı. Bunu . Avusturya-Macaristan
imparatorluğunun parçalanması ve Avusturya’da 30 Ekim’de
cumhuriyet ilan edilmesi izler. Yenilgi üzerine Bulgar Kralt Fer
dinant da tahttan çekilmek zorunda kalır (4 Ekim 1918). Kayser
Wilhelm’in tahtı da sallanmaktadır. Çünkü Almanya’nın yaptığı
ateşkes ve barış teklifini Başkan Wilson, ‘Almanya’da demokra
tik bir idare olmadtğıni ileri sürerek reddetmiştir. Savaş sonunda
rejimlerin ve hanedanların durumu bu.
Vahdettin in bu fırtınadan kaygı duyması doğaldır. Rauf
Orbay antlarında özetle diyor ki: *Sultan Vahdettin, galiplerin
kendilerini de tahttan düşürecek bir karar vermelerinden kuşku
lanıyordu. ’ Bu kuşkuya, ordunun idareye el koyacağından kay-
gtlanmasınt da ekleyebiliriz. Mustafa Kemal’e sorduğu ilk soru,
*Kumandan ve zabitlerden, kendisine bir fenalık gelip gelmeye
ceği’ olmuştur.
Bu kuşku ve kaygı içinde, eniştesi Damat Ferit’e dört elle sarı
lır ama hükümet dayatınca, ısrarından caymak zorunda kalır. ”'67
Mondros Ateşkes Antlaşmasınla Osmanlı Devleti, çok ağır
şekilde yenildiği I. Dünya Savaşfndan çekilecektir. İngiltere,
Fransa ve İtalya gibi emperyalist devlerle masa başında bir bo
ğuşma yaşanacağı kesindir. Türkiye’nin geleceği bu antlaşmaya
bağlıdır, işte böyle bir ortamda Padişah Vahdettin’in düşündüğü
116
tek şey, “Diğer yenilen ülkelerde olduğu gibi acaba ben de tact-
mt ve tahtımı kaybeder miyim?” endişesidir. Bu endişe nedeniy
le, sadece kendini düşünerek, bu önemli göreve eniştesi Damat
Ferit’i getirmek istemiştir.
2. Vahdettin, Sadrazam Ahmet İzzet Paşa’nın ve diğer ba
kanların “istifa ederiz/” tehdidi üzerine Mondros Ateşkes
Antlaşmasfnı imzalayacak heyetin başına Bahriye Nazırı Rauf
Bey’in atanmasını zoraki kabul etmiştir. Ancak iki şartı vardır.
Bu şartlardan ilki, Vahdettin’in yine “vatanından çok kendini
düşündüğünü” göstermektedir.
Padişah, Rauf Bey’i huzuruna davet ederek ona iki şart koş-
muşt\ır:
1. Hilafetin, saltanatın ve Osmanlı hanedanlığı hukukunun
tamamının korunması,
2. Herhangi bir Osmanlı iline özerklik verilirse bunun siyasi
değil idari (yönetsel) olmasının öne sürülmesi...168
Sadrazam Ahmet İzzet Paşa’ya göre Vahdettin’in öne sür
düğü bu şartların antlaşma ile hiçbir ilgisi yoktu. Padişah, sa
vaş yenilgisinin yaratmış olduğu kargaşa içinde Osmanlı hane
danlığının devam etmemesinden korkmuştu ki, bu da padişahın
kendi tahtını kurtarmaktan başka bir şeye önem vermediğini
göstermektedir.169
Turgut Özakman, bu durumu, Vahdettin’in “yalntz kendini
ve tahtım düşündüğünün ilk somut ve belgeli davranışı” olarak
değerlendirmiştir.170
Padişah Vahdettin’in, Türkiye’nin geleceğini ilgilendiren bir
antlaşmayı imzalayacak heyetin başkanından ilk isteğinin, “Hila
fetin, saltanatın ve hanedanın haklarım koruyacaksın!” olması,
Vahdettin’in “önce vatan!” değil, “önce ben!” dediğini kanıtla
maktadır.
Soruyorum şimdi: “ö nce vatan** değil, “önce b e n r diyen bir
padişaha ne diyeceğiz?
168 Türkgeldi, age« s. 155. Akşin, age, s.5 4 ; Sonycl, age, s.3; özakm an, age, s.202.
169 Andrew Mango, Atatürk, Londra, 19919, s. 188; Sonyel, age, s.4.
170 özakm an, age, s.202.
117
Vahdcttin’in Ingilizciliği
I. Dünya Savaşı’nda yenilen ülkelerde rejim değişikliklerinin
olması, kralların tahtlarını ve taçları kaybetmeleri Vahdettin’!
kaygılandırmıştır. Bu nedenle Vahdettin, Mondros Ateşkes Ant-
laşması’nı imzalayacak heyetin başkanı Rauf Bey’den, önce “ha
nedan hukukunu” korumasını istemiştir. Ancak çok geçmeden
kaygılanmasına gerek olmadığı görülmüştür. Çünkü emperya
listlerin Doğu’da saltanat rejimini tercih ettikleri anlaşılmıştır.
“Bir hükümdarla ottun kullarım idare etmek, demokratik rejim
le yönetilen özgür hir yurttaşlar topluluğunu idare etmekten çok
daha kolaydır."171 Bu nedenle başta Ingiliz emperyalizmi olmak
üzere Türkiye’yi işgal eden tüm emperyalistler, Atatürk’ün etra
fında gelişen “halk hareketini” boğmaya çalışarak, kendi kont
rolleri altındaki “padişahı” ve “monarşiyi” desteklemişiler, onu
güçlendirmeye çalışmışlardır. Nitekim, İstanbul'un işgali üzerine
İşgal Kuvvetleri Komutanlığı’nın yayınladığı bildiride, “Kuvayt
Milliyeciler, padişahın emirlerine uymadıktan için suçlanmış
ve herkes padişah ve hükümetin vereceği emirleri dinlemeye
çağnlmıştır”'72
Vahdettin, 4 Ekim 1918’de, ajanı Rüştü Bey’i İsviçre’nin
başkenti Bern’de bulunan Ingiliz elçisi Sir Horace Rumbold’la
görüşmeye göndermiş ve kafasındaki barış koşullarını tngilizle-
re önceden sunmuştur. Vahdettin’in barış koşulların bakılacak
olursa, onun yaşanan gelişmeleri doğru okuyamadığı anlaşıl
maktadır. Çünkü, Vahdettin, Osmanlının dağılıp parçalandığını
ve Anadolu’nun tehdit edildiğini göremeyerek, hâlâ Hicaz’da,
Filistin'de ve Mezopotamya’da hak iddia etmeye kalkmıştır.m
Rauf Bey ve delegeler kurulu, 30 Ekim 1918’de Mondros
Ateşkes Antlaşması’nı imzalayıp yurda döndüğünde Padişah
Vahdettin, Rauf Bey’in başkanlığındaki delegeler kurulunu kabul
etmemiştir. Vahdettinci yazarlar bu durumu, Vahdettin’in Mond
11K
ros Ateşkes Antlaşması’nı beğenmediğine kanıt olarak göster
mişlerdir. Ancak bu değerlendirme doğru değildir. Vahdettin’in
delegeler kurulunu kabul etmemesinin nedeni, padişahın, Rauf
Bey’in başkanlığındaki bu kurulun Mondros’a gitmesini zora
ki kabul etmiş olmasındandır. Bilindiği gibi Vahdettin, kurulun
başkanlığına Damat Ferit Paşa’yı getirmek istemişti.
Vahdettin, Mondros Ateşkes Antlaşması’nı şöyle yorumla
mıştır:
“Bu koşullan, ağır olmalarına karşın kabul edelim. Öyle
tahmin ederim ki, İngiltere'nin Doğu’da asırlarca sürmekte
olan dostluğu ve lütufkâr siyaseti değişmeyecektir. Biz onlann
hoşgörüsünü daha sonra elde ederiz...”174 Aslında bu sözler de
Vahdettin’in “ufuksuzluğunu” olanca açıklığıyla gözler önüne
sermektedir: Çünkü Vahdettin, İngiltere’nin Doğu’daki “emper
yalist politikalarını”, “İngiltere’nin Doğu’da asırlarca sürmekte
olan dostluğu ve lütufkâr siyaseti” olarak görmüş ve dahası,
İngiliz emperyalizminin “hoşgörüsünün” elde edilebileceği ya
nılgısına düşmüştür.
Vahdettin’in Kurtuluş Savaşı sırasındaki politikası, bizzat
kendi ağzından açıkladığı gibi, “İngilizlerin hoşgörüsünü elde
etmektir”. Bunun dışında söylenen her şey palavradır!
Vahdettin, Mondros Ateşkes Antlaşması’nın imzalanmasın
dan hemen sonra tngilizlere yaranma politikasını uygulamaya
koymuştur. Bu amaçla önce Ahmet İzzet Paşa Hükümeti istifa et
tirilmiş, yerine İngilizci Tevfik Paşa Hükümeti kurdurulmuştur.175
Bu hükümet değişikliğinde padişahın parmağı olduğunu bizzat
174 Gotthard Jaeschke, Kurtuluş Savaşı İle İlgili İngiliz Belgeleri, Ankara, 1991, s.22.
175 Mustafa Kemal Atatürk, Adana’dan İstanbul’a geldikten sonra Ahmet İzzet
Paşa’yla görüşerek, yeniden hükümeti kurmasını, bu konuda kendisine yardım
edeceğini belirtmiştir. Bu amaçla Atatürk Meclisi Mebusan’a giderek, millet-
vekilleriyle bizzat görüşmüş ve Tevfik Paşa Hükümeti’ne güven oyu vermeme
lerini istemiştir. Milletvekilleri Atatürk’e söz vermelerine karşın Tevfik Paşa
Hükümeti’ne güven oyu vermişlerdir. Mütareke İstanbul’unda Vahdettin’in,
Tevfik Paşa Hükümeti’nin kurulmasına çalışması, “ipleri İngilizlerin eline ver
mek istediğinin”, Atatürk’ün ise Tevfik Paşa Hükümeti’nin kurulmaması için
mücadele ermesi “ipleri İngilizlerin eline vermek istemediğinin” kanıtlarından
biridir; çünkü Tevfik Paşa İngilizcidir.
119
Ahmet Rıza Bey ifade etmiştir.176Tevfik Paşa’nın Vahdettin’in dü
nürü olması, padişahın onu tercih etmesinde etkili olmuştur. Sina
Akşın, Ahmet İzzet Paşa Hükümeti’nin istifa ettirilip yerine Tev
fik Paşa Hükümeti’nin kurdurulmasını, “ Vahdettin'iti, Osmanlı
Devleti'nin kaderini belirleyecek olan İtilaf Devletleri’ne göre
bir kabine istemesine” bağlamıştır.177 Tevfik Paşa Hükümeti’nde
İngiliz dostları dışında bazı Fransız dostlarının da bulunması
Akşin’i doğrulamaktadır.178
Padişah Vahdettin, genelde İtilaf Devletlerini, özelde İngi-
1izi eri memnun etmek için iki önemli adım atmıştır:
1. Meclis-i Mebusan’ı dağıtmıştır.
2. Damat Ferit Paşa’yı sadrazam yapmıştır.
Anadolu’nun yer yer işgal edilmesi üzerine sesini yükselten
Meclis-i Mebusan, İngilizleri rahatsız etmeye başlamıştır. Mec
lisi kontrol etmektense, padişahı kontrol etmenin daha kolay
olacağını düşünen İngilizler, Padişah Vabdettin’e baskı yaparak
meclisin kapatılmasını sağlamışlardır.179 Vahdettin, 21 Aralık
1918’de anayasanın 7. maddesine dayanarak yayımladığı bir
irade ile meclisi dağıtmıştır. Vahdettin, Meclisi dağıtarak aklınca
İngilizlerden “hayat güvencesi” aldığını düşünmüştür. Bu ko
nuda başkatibi Ali Fuat’a, " ...Ecnebiler... (siz hayat hakkınızı
korumak için çalışmalısınız* Eğer gereken çalışmayı yapmazsa
nız, hayat hakktnızt da tehlikeye atmış olursununuz’ diyorlar"
demiştir.180
Kendi hayatını düşünerek “ulusal iradeye” son veren Vah-
dettin’e ne diyeceğiz? “Büyük vatan dostu Sultan Vahdettin mi”
diyeceğiz?
Vahdettin, Tevfik Paşa’nın yeterince “İngilizci” olmadığı
nı düşünerek çok koyu bir İngilizci olan eniştesi Damat Ferit’i
176 Ahmed Nedim, Ahmet Rıza Bey’in Anılan, İstanbul, 1988, s.72; Akşin, age,
s,.65 vd.
1 77 Akşin, agc, s.64.
1 78 Zeki Sarı han, Kurtuluş Savaşı’nda İkili İktidar, İstanbul, 2 0 0 0 , s. 19.
179 Akşin, age, s. 134.
180 Türkgeldı, age, s.166-169.
120
göreve getirmiştir. Vahdettin’in Kurtuluş Savaşı’na yönelik poli
tikasını biçimlendiren Damat Ferit Paşa Hükümetleri olacaktır.
Değişik aralıklarla Vahdettin, tam 5 kere Damat Ferit’e hükümet
kurma görevi vermiştir.
Atatürk’ü yok edip Kurtuluş Savaşı’na son vermek için elin
den geleni yapan Damat Ferit hükümetlerine geçmeden önce bi
raz Damat Ferit’i tanıyalım.
Damat Ferit
Damat Ferit, 1853 yılında doğmuştur. Paris, Berlin, St.
Petersburg Türk elçilikleri kâtipliği yapmıştır.181 Daha sonra
Londra Büyükelçiliği’ni istemiş, kabul edilmeyince İttihat Ve
Terakki’ye yanaşmış, orada da barınamayınca Hürriyet ve İtilaf
Partisi’riin kurucuları arasında yer almıştır. Vahdettin’in ablası
Mediha Sultan’la evlenmiştir.
Ferit, Batı özentisi, halkına yabancı “Tanzimat kafalı” bir
Osmanlı politikacısıdır. Öyle ki, “alafrangalıkta Frenkleri de
geçmişti. Pek uzun olan tırnaklarından herkes iğrenirdi. Son sad
, ‘ *
razam Tevfik Paşa Ferit'ten y alancı diye söz etmiştir. Vahdettin
‘ ,
de önce melun* derdi sonra devleti teslim etti.”182
Damat Ferit’in Dahiliye Nazırı A. Reşit Bey, Ferit için,
,
“Hali, hareketi yapm acık düşüncesi kısay bilgisi daha kısa idi.
En büyük marifeti de gösterişi idi... H areketleri... beyni sulan
mış olduğunu gösteriyordu.” demiştir.183
Ali Fuat Türkgeldi’ye göre Damat Ferit, “Değişken mizaç
,
lı bukalemun meşrepli bir adam olup bugün ak dediğine yarın
kara der ve esas fikrinin ne olduğu bilinmezdi... Adeta hüküm
darı kendi tekeli altına alm ak isterdi”.184
Rıza Tevfik, Damat Ferit’ten, “Dar bir saray çevresi içinde
otuz şu kadar yıl yaşadığı için dünyadan kesinlikle haberi y ok
tu... Avrupa'nın genel siyasi tarihini de bilmiyordu. Olayların
121
gelişiminden ve içinde bulunduğumuz durumdan tamamen ha
b e r s i z d i diye söz etmiştir.185
Vahdettin’in damadı İsmail Hakkı (Okday), Damat Ferit’in,
Vahdettin’i, İstanbul’u işgalleri altında bulunduran düşmanların,
ancak kendisi iktidarda bulunduğu müddetçe yumuşak davrana
caklarına, şayet kendisi iktidardan uzakta bulunursa henüz barış
yapmamış düşmanların gayet insafsız hareket ederek, Türkiye’ye
kan kusturacaklarına inandırdığını belirtmiştir.186
Amiral de Robec, Lord Cuzon’a 4 Ekim 1920’de gönderdiği
yazıda, “Damat Ferit'in padişaha etki eden tek insan olduğunu
söylediğini ” belirtmiştir.187
İ.M. Kemal, Damat Ferit için, “Böyle bir adamdan devlete
ve millete hizmet bekleyenler de her kim olursa olsun irfan ve
izanda onun gibi olduklartnt kanıtlarlar...wdemiştir.188
Lütfi Simavi, Damat Ferit’in Vahdettin’i kullandığım, “Sultan
Vahdettin, gerçekten çok yazık ki, eniştesinin elinde daima bir kötü
lük aracı olmaktan kendini kurtaramadı” diyerek ifade etmiştir.189
1. Hami Danişmend ise Vahdettin’in Damat Ferit’i defalar
ca sadrazamlığa getirmesine şaşırmıştır: vatansız ve iman
sız Balkan serserisinin nasıl olup da Sultan Vahdettin*e o kadar
sokulup etkilemiş olduğuna hayret etmemek ve bu hali, Sultan
Vahdettin'in zekastyla bağdaştırmak kabil değildir... Sultan
Vahdettin'in hiçbir surette örtbas edilemeyecek en büyük hatası,
öyle bir zamanda memleketin başına, ne mal olduğunu çok iyi
bildiği Damat Ferit gibi bir kâbusu musallat etmesi ve her dedi
ğini kabul edivermesidir. “19°
Vahdettin’in, Damat Ferit’le olan yakın ilişkisini, Vahdettin-
ci Nihal Atsız bile eleştirmiştir: wDamat Ferit Paşa*yı birkaç defa
sadrazamlığa getirmiştir. Bunu anlamak güçtür. Çünkü Damat
122
Ferit'ten nefret ettiği malumdur: İhtimal ki, İngilizlerin basktsry-
/j omm sadrazam yapmıştır. Bu Damat Ferit Paşa, zekâsının kıt
lığı ve şahsi kinlerini öne katması yüzünden devletin işlerini çık
maza sokmuş, Sultan Vahdettin’in de felaketini hazırlamıştır.”,9‘
Atsız, diğer Vahdettinci yazarlar gibi, Vahdettin’i aklamak için,
Vahdettin’in, Damat Ferit’ten nefret ettiğini ve Damat Ferit’in
İngilizlerin baskısıyla sadrazam yapıldığını belirtmiştir; ancak
bu bilgi kesinlikle doğru değildir.192 Padişah Vahdettin, Kurtuluş
Savaşı sırasında uygulayacağı politika gereği “bilerek” ve “iste
yerek” Damat Ferit’i sadrazamlığa getirmiştir.
İtalyan Dışişleri Bakanı Kont Sforza’ya göre Damat Ferit,
“B/r İngiliz centilmeninin çok iyi taklit edilmiş şeklidir"193.
İngiliz Andrew Ryan’a göre Damat Ferit, “ Varlıklı, aydın ve
tam bir cen tilm en d i194
Görüldüğü gibi Damat Ferit’i tanıyanların neredeyse tama
mı ağız birliği etmişçesine ondan “olumsuz şekilde” söz ederken,
işgalci emperyalistler ondan “olumlu şekilde” söz etmişlerdir.
4 Mart 1919’da Damat Ferit Hükümeti kurulmuştur.
15 Mayıs 1919’da Yunanlılar İzmir’i işgal etmişlerdir. Da
mat Ferit Hükümeti, bu işgali engellemek için hiçbir şey yapma
dığı gibi tam tersine işgali kolaylaştıracak bazı adımlar atmıştır.
Halkın İzmir’in işgaline gösterdiği tepkiden tedirgin olan Damat
Ferit, 16 Mayıs’ta istifa etmiş, ancak “Padişahımızı yalnız bt-
rakmayaltm” diyerek 19 Mayıs 1919’da ikinci hükümetini kur
muştur. 195
123
6 Haziran 1919’da, Paris Barış Konferansına katılmak için
İstanbul’dan ayrılmış, konferans bakanlığınca kovulduktan son
ra 15 Temmuz’da İstanbul’a dönmüştür.196
Anadolu’daki gelişmeler üzerine 20 Temmuz’da istifa eden
Damat Ferit, 21 Temmuz’da üçüncü kez hükümeti kurmuştur.197
Üçüncü Damat Ferit Hükümeti de, Ingilizlerin isteğiyle 30
Eylül’de istifa etmiştir.198 4 Nisan 1919’da dördüncü Damat Fe
rit Hükümeti kurulmuştur.
Damat Ferit’in temel politikası tngilizlerin desteğini sağla
maktır. Bu amaçla her fırsatta İngiliz yetkililerine koşmuştur,
önce İstanbul’da İngiliz casusu Sait Molla tarafından kurulan
Ingiliz Muhipler Cemiyetine üye olmuştur.
Damat Ferit, 9 Mart J 9 1 9 ’da İngiliz Yüksek Komiserliği
yardımcısı Amiral Webb’i ziyaret ederek, “Efendisi padişahla
kendisinin umutlanntn Tanrt'ya ve İngiliz hükümetine bağlan-
dtğtnt” belirtmiştir.199
Damat Ferit, 21 Mart’ta, Ingiliz Yüksek Komiserliği kı
demli memuru Tom Hohler’i padişahla görüşmeye çağırmıştır.
Fakat, Fransızlardan çekinen İngiliz Dışişleri bu görüşmeye izin
vermemiştir/00
Damat Ferit, 30 Mart’ta yine Amiral Webb’i ziyaret etmiş
ve padişah tarafından gönderildiğini, padişahın babası Abdül-
mccit’in onu İngilizlere dostluk duygularıyla yetiştirdiğini ve
şimdi padişahın “Osmanlı gücünü tamamen İngiliz hükümetinin
emrine vermek istediğini” belirtmiştir. Damat Ferit, Webb’e, pa
dişahın İngiltere’den başka hiçbir devlete başvurmak istemedi
ğini, kendisinin ve padişahın “sadece İngiltere'ye biat ettiğini”
söylemiş ve Webb’e, Türkiye'nin yönetimini İngiltere'ye bırakan
bir program taslağı sunmuştur.201
196 İkdam, Alemdar, Zaman, Vakit, İleri, Memleket, İstikbal, 1f> Temmuz 1919.
197 Akşam, 21 Temmuz 1919.
198 Sarılıaıı, age, s.20.
199 F O /4 141/4 0 2 8 0 ; Sonyel, age, s.49.
200 F O /4 15 6 /4 8 1 2 9 ; Sonyel, age, s.49.
201 Jaeschkc, age, s.5.
124
Damat Ferit’le yaptığı bu görüşmeyi İngiltere Dışişleri’ne bil
diren Webb, Padişahın her şeyden önce kendi halifeliğine önem
verdiğini belirtmiştir. Ancak İngiliz Dışişleri, müttefikleriyle ara
sının açılacağı endişesiyle bu teklifi reddetmiştir.
Türkiye’nin yönetimini İngilizlere bırakmayı düşünen Damat
Ferit, Ermenilere ve Kürtlere de Doğu illerinden toprak vermek
istemiştir.202 Damat Ferit, 27 Nisan 1919’da Ryan’ı ziyaret ede
rek onunla Kürt sorununu konuşmuştur.203 Damat Ferit, 1920
yılında Kürtleri, Atatürk’e karşı kullanmak için İngilizlere teklifte
bulunmuştur. Damat Ferit teklifinde, “Mustafa Kemal’den nefret
ediyorsanız (...) o halde birlikte Kürtleri Mustafa Kemal aley
hinde kullanaltm” demiştir.204 Damat Ferit, merkezi İstanbul’da
bulunan Kürt Teali Cemiyeti’yle de bağlantı kurmuş ve bağımsız
bir Kürt devleti kurulmasını kabul etmiştir. Ferit, o sırada “Kürt-
lerin ayrı bir ırk olduğu” tezini de savunmaya başlamıştır.
Bir taraftan İngilizlere yalvarıp yakaran Damat Ferit, diğer
taraftan da Anadolu’da Atatürk’ün kontrolündeki milli hareketi
yok etmeye çalışmıştır.
Damat Ferit, İngiliz Yüksek Komiserliği’ne bir dilekçe yaza
rak Kemalistlere ders vermek amacıyla Eskişehir’e 2000 kişilik
bir güç göndermeyi önermiştir.205
Damat Ferit, 1919 yılı Temmuz-Eylül ayları arasında Er
zurum ve Sivas Kongrelerini dağıtmak için çalışmıştır. Damat
Ferit, 20 Temmuz 1919’da özetle şu emri vermiştir: “Padişa
hımız Efendimiz Hazretlerinin arzu ve iradelerine ve vatanın
yüksek menfaatlerine tamamıyla aykırı olan bu hareketin
engellenmesi...”1"*' Sivas Kongresi’ni dağıtmak için Ali Galip
olayını tertiplemiştir. Damat Ferit, Elazığ Valisi Ali Galip’e, Kürt
aşiretlerinden toplayacağı adamlarla Sivas Kongresi’ni dağıtıp
Atatürk’ü ortadan kaldırma görevi vermiştir.
125
10 Nisan 1920’de, İstanbul Müftüsü Dürrizade Abdullah’a,
Atatürk ve arkadaşlarını “dinsiz, zındık” ilan eden fetvayı ya
yınlatmıştır. Damat Ferit, İngiliz Yüksek Komiser’i Robeck’ten
Kuvayı Milliye’ye karşı yayınlanacak fetvaların dağıtılması için
uçak istemiştir. Ayrıca, Kurtuluş Savaşina destek olmaya başla
yan Hint Müslümanlarına da fetvaları Ingilizlerin dağıtmasını
önermiştir.207
11 Mayıs 1920’de milli hareket aleyhinde bir bildiri yayınla
yarak bütün milleti saltanat etrafında toplanmaya çağırmıştır.
11 Mayıs 1920’de “Nemrut Mustafa Paşa” başkanlığında
toplanan Divanıharp, Atatürk ve 9 arkadaşını ölüm cezasına
çarptırmıştır.208 Buna karşılık TBMM de Damat Ferit ve arkadaş
larını “vatan haini” ilan ederek vatandaşlıktan çıkarmıştır.209
18 Haziran 1919’da Damat Ferit Hükümeti Dahiliye Na
zırı Ali Kemal, Kuvayı Milliyecilerin telgraflarının çekilmesini
yasaklamış, Yunanlılarla çatışan Milli kuvvetlerin bastırılıp da
ğıtılması için genelge yayımlamıştır.210
Damat Ferit Hükümeti, 21 Haziran 1921 tarihli kararıyla
Kurtuluş Savaşina karşı açıkça tavır almıştır.211
Damat Ferit Hükümeti işgali protesto eden İstanbul miting
lerini yasaklamıştır.212
Damat Ferit Hükümeti, 29 Temmuz 1919’da Atatürk’ün ve
Rauf Bey’in tutuklanmasını kararlaştırmıştır.213
Damat Ferit Hükümetinin Dahiliye Nazırı Adil, 2 ve 8
Ağustos 1919’da yayınladığı genelgelerde, “İzmir'de çete teşkil
edenleri dağıtmak için gerekirse askeri kuvvete müracaat ede
ceğiz” demiştir.214
207 Bilal N. Şimşir, Ingiliz Belgelerinde Atatürk, C .ll, Ankara, 1992, s.27, belge
no: 8. Pcyamı Sabah, ikdam, İleri, 11 Nisan 1920.
208 l’cyamı Sabah, tkdam, Alemdar, 13 Mayıs 1920.
209 Hakimiyeti Milliye, 24 Mayıs 1920.
21 0 Refik Halit Karay, Minelbab Üel Mihrab, İstanbul, 1964, s. 127.
211 Akşın, age, s. îHH.
212 age, ».107.
2 1 i Jacuchkc, age, *. 1)8 .
214 Zeki Sarıhaı», Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C.II, Ankara, 1982, s.28.
126
Dahiliye Nazın Adil, 13 Ağustos 1919’da Balıkesir Kongresi*
nin dağıtılmasını, Alaşehir Kongresi’nin engellenmesini istemiştir.
5 Ağustos 1920’ de Damat Ferit, Harbiye Nazırı ve Polis
Müdürüyle bir toplantı yaparak, Atatürk’ü ortadan kaldırmak
için neler yapılabileceğini görüşmüştür.215
Bu toplantıdan birkaç gün sonra Atatürk’ün yerine eski
Harbiye nazırlarından Abdullah Paşa atanmıştır.216 Ancak Ab
dullah Paşa görevine gidemeyerek istifa edince hükümet bu
makama yeni bir atama yapmayarak ordu müfettişliklerini
kaldırmıştır.217 16 Ağustos 1920’de padişah bu konudaki karar
nameyi imzalamıştır.218
9 Ağustos 1920’de Damat Ferit, Atatürk’ün rütbe ve nişan
larını, bir padişah fermanıyla elinden almıştır.219
Damat Ferit Hükümeti, Kuvayı Milliye’yi ortadan kaldır
mak için “nasihat” ve “tahkik” heyetleri kurmuştur.220
Damat Ferit hükümetlerinin çalışmaları sonucunda Anado
lu’da çok sayıda ayaklanma çıkmıştır. Adapazarı olayları (Ekim
1919), Şeyh Recep Olayı (18 Ekim 1919), I. Aznavur Ahmet
Ayaklanması (25 Ekim-30 Kasım 1919), I. Bozkır Ayaklanması
(27 Eylül-4 Ekim 1919), II. Bozkır Ayaklanması (20 Ekim-4 Ka
sım 1919) bunlardan birkaçıdır.
128
sinde İngiltere'ye yaklaşmaya çalınırken, diğer taraftan akraba-
lığı sayesinde onu çekip çevirmeye çalışmıştır. Dolayısıyla Damat
Ferit hükümetlerinin, Atatürk'ün önderliğindeki Milli Hareketi
yok etmek için attığı “ihanet adımlarını”, Padişah Vahdettın’dcn
habersiz atılmış adımlar olarak görmek olanaksızdır.
Nitekim, Damat Ferit hükümetlerinin Atatürk'e ve milli
harekete yönelik bir çok kararının altında doğrudan Padişah
Vahdcttin’in imzası vardır. Örneğin, milli hareketi “eşkıya” ha
reketi olarak gören bildirinin yayınlanması, Atatürk'ün görev-
den alınması, Divanıharpla idama mahkûm edilmesi, rütbe ve
nişanlarının geri alınması, Hilafet Ordusu'nun kurulması gibi
kararların altında doğrudan padişahın imzası vardır.
Vahdettin’in, milli harekete yönelik politikasıyla, Damat Ferit'
jn milli harekete yönelik politikası birebir örtüşmektedir. Şöyle ki,
her ikisi de kurtuluşun ancak44İngiliz merhametine sığınmakla” ger
çekleşebileceğine inanmıştır. Bu nedenle her ikisi de Anadolu'daki
milli harekete başından sonuna kadar cephe almıştır.
Vahdettin, Kuvayı Milliye hakkında, Erzurum’a vali atanan
Reşit Paşa'ya, MBir takım celali eşkıyan türedi ise de bunlar
imha edilecektir." demiştir.222
Dahası Vahdettin, 20 Eylül 1919’da yayınladığı bir beyan
name ile Damat Ferit Hükümetinin uygulamalarını savunmuş,
açıkça Damat Ferit hükümetlerini desteklemiş, Kurtuluş Savaşı'nı
hazırlayan ve devam ettiren milli kuvvetleri ve etkinlikleri kına
mış ve iyi bir barış antlaşması yapılacağını vaat etmiştir.22’
Damat Ferit, bir bakıma Padişah Vahdettin’in sözcüsü gibi
dir. örneğin, 9 Mart 1919'da İngiliz Yüksek Komiseri Yardım
cısı Richard Webb’i ziyaret ederek, “Efendisi Padişahla kendi
sinin ümitlerinin Tanrı’ya ve İngiliz yönetimine dayandığını ”
bildirmiştir.224
222 Kâzım Karabekir, lıtikial Harbimiz, 2.b», İstanbul, 1969, s. 145.
223 Akşın, age, ».581. Padişahın, “milli hareketi eleştiren" bu beyannamesini,
Kâzım Karabekir’ın büyük bir hevesle halka yaymak istemesi çok düşündürü
cüdür. Akşın ,age, s.582,58.3, t
224 FO, 3 7 1 /4 1 4 1 /4 0 2 8 0 : Webb dcn Ingiltere Dışişleri Bakanlı&ı’na gizli telgraf,
İstanbul, 9 .3 .1 9 1 9 ; Sonyel, Gizli Belgelerle Mustafa Kcnud, Vahdettin ve K«r-
tuluf Savayı, *.20.
129
Atatürk, Kurtuluş Savaşı sırasında doğrudan Padişah Vah-
dettin’e gönderdiği telgraflarla, Damat Ferit Hükümeti’ni ikti
dardan uzaklaştırmasını istemiştir.225 Örneğin, 22 Eylül 1919’da
Vahdettin’e gönderdiği bir yazıda, Damat Ferit Hükümetinin
ülkeye zarar verdiğini ifade ederek Vahdettin’i şöyle uyarmıştır:
“İhanetle, halkı birbiri aleyhine döndürerek, ulusu yabancı
ların ihtiraslarına feda eden bu kabinenin ulusun isteğine rağmen
iktidarda kalması büyük felaketlere yol açmaktadır... İç ve dış
düşmanlarımızın emellerini tatmin etmek isteyen bu kabinenin
iktidarda kalmasını düşmanlarımızdan başka kimse is t e m e z 226
Ancak Vahdettin, Atatürk’ün bu uyarılarına kulak tıkamıştır.
Bütün bu gerçeklerden sonra kalkıp da “Sadrazam Damat
Ferit’in yaptıklarından Padişah Vahdettin'sorumlu değildir” di
yebilir misiniz?
Damat Ferit’in ikinci kez sadrazamlığa getirilmesine karşı
çıkan Meclisi Mebusan Başkanı Hüseyin Kazım Bey’in, bunun
memleket ve saltanat için felaket olacağını söylemesi üzerine
Vahdettin sinirlenerek, “Ben istersem Rum Patriğini de Ermeni
Patriğini de getiririm. Hahambaşinı da getiririm ” demiştir.227
Yani Vahdettin bilerek, isteyerek hain Damat Ferit’i sadrazamlık
makamına oturtmuştur.
Vahdettin eğer gerçekten Anadolu’daki milli hareketten
yana olsaydı, tam 5 kere “vatan haini” Damat Ferit’i sadrazam
lığa getirir miydi?
Kurtuluş Savaşı sırasında Damat Ferit’ten bir türlü vaz
geçmeyen Padişah Vahdettin, daha sonra Avrupa’dayken Refi
Cevat’a, “Damat Ferit bir yalanctydı!” demiştir.228
225 Sivas Kongresi sonrasında Damat Ferit Paşa Hükümeti istifa edince Mustafa
kemal, Heyet-i Temsiliye adına Padişah Vahdettin’de gönderdiği bir telgrafta,
Damat Ferit Hükümeti’nin düşürülüp yerine yeni bir hükümetin kurulmasın
dan dolayı Padişaha teşekkür etmiştir. (İstanbul basını, 9 Ekim 1919).
226 Irade-i Milliye, 28 Eylül 1919.
227 Türkgeldi, age, s.2 6 0 ,2 6 1 .
228 Tercüman, 2 0 Kasım 1969.
130
fffSSS. DflMflD FERİT
İSTİFA ETTİ
Padişah, milletin itimadını yitirmiş
olan eniştesini yeniden
başbakan tayin etti
•«mniNiN
» tereke
MPIIGI TEKLf
Buıııi.1»1 nc av ttrce nnrt 5»h He
Uaınai (ürHuenın 1b yit için
Ingwsömürgesi onrıaynı
ısleıhKlcri açıklanıyor
v i l â y e-t l e r e y„ o l l a d ı ğ ı t a m im d e « H o t b e h o t | TEN K İT
a s k e r v e p a r a t o p l a m a y a c ü r e t e d e n l e r i n » | E D İL İY O R |
c e z a la n d ır ıla c a k la r ı d a b ild ir ild
131
İngilizlere Yalvaran Bir Osmanlı Padişahı: Vahdettin
“Kurtuluş Savaşı İle İlgili İngiliz Belgeleri” adlı kitabın ya
zarı Gotthard Jaeschke, VI. Sultan Mehmet Vahdettin’in İngili2
dostluğunu kazanmak için “İngilizlere yalvarıp yakardığını”
belirtmiştir.229 Sina Akşin de, “İstanbul Hükümetleri ve Milli
M ücadele” adlı kitabında Vahdettin’in İngilizlerle ilişkilerini an
latırken, “ Yalvaran Bir P adişah” başlığını kullanmıştır.
Belgeler, G. Jaeschke’nin ve S. Akşin’in bu değerlendirmele
rini doğrulamaktadır.
Akşin, Vahdettin’in aşırı İngilizciliğini: “Saray, kurtulu
şu İngiliz imparatorluğu ile bütünleşmekte görüyordu; çünkü
halife sıfatı ancak bir Müslüman imparatorluk camiası içinde
anlam ve değer taşıyabilir, dolayısıyla saygı görebilirdi” diye
açıklamıştır.230
Vahdettin’in “İngilizciliğini” Kurtuluş Savaşı başlamadan
gören sağduyulu gerçek vatanseverler de vardır. Örneğin, daha
İstanbul işgal edilmeden önce, Adana Karaisalı Müftüsü Hoca
Mehmet Efendi, halka hitaben, “P adişah İngilizlere kötülük ve
fesat aracı olm aktadır. Ona bağlılık şeriat hüküm lerine muha
lefettir. Bundan dolayı din ve m em leketi kurtarm ak için savaş
m eydanına atılan önderlere ve ku m andanlara katılm ak ve on
lara itaat etm ek farz olmuştur.” demiştir.231
2 29 Jaeschke, age, s. 1.
230 Akşin, age, s.256.
231 Hatipoğlu, Türk-Fransız Mücadelesi, s.75.
232 Jaeschke, age, s. 1,2.
132
rikalar çevirmiştir.233 Rahip Frew, İngiliz Haber Alma Servisinin
önemli bir üyesidir.234 Frew, ayrıca, İngiltere’deki “British
Red Crescent”ın (Britanya Kızılay Derneği’nin) İstanbul’daki
temsilcisidir.235 Bu dernek, Türkiye’deki İngiliz Muhipler Cemi
yetiyle sıkı ilişki içindedir.
Rahip Frew, Anadolu’daki milli hareketi bitirmek için Sait
Molla aracılığıyla İngiliz Muhipler Cemiyeti’ne -para yardımı
dahil olmak üzere- her türlü yardımı yapmıştır.236
Kurtuluş Savaşı sırasında Anadolu’da çıkarılan 21 ayaklan
manın arkasında Rahip- Frew, Sait Molla işbirliği ve İngiliz Mu
hipler Cemiyetinin çalışmaları olduğu anlaşılmıştır.237
Sait Mola ve Rahip Frew arasındaki yazışmalar ele geçiril
miştir. Atatürk Nutuk’ta Sait Molla’nın Rahip Frew’e gönderdiği
12 mektubu yayınlamıştır. Bu 12 mektup incelendiğinde “mol
la” ve “papazın” işgalci İngilizlere nasıl “uşaklık” ettikleri çok
açık bir şekilde görülmektedir.
Bu 12 mektup incelendiğinde şöyle bir tablo ortaya çıkmak
tadır:
1. Anadolu halkını Atatürk’e karşı ayaklandırmak için paralı
ajanlar kiralanmış ve bu ajanların propagandaları sonunda
Anadolu’da çok sayıda isyan çıkmıştır.
2. Sadrazam Damat Ferit, Şeyhülislam Mustafa Sabri ve Zey
nel Abidin efendiler ile İçişleri Bakanı Ali Kemal, Polis Mü
dürü Nurettin Bey ve Padişah Vahdettin’in İngiliz Muhipleri
Cemiyetiyle ilişkileri vardır.
3. Kürt Teali Cemiyeti ile yakın ilişkiler içindedir.
4. Mebuslar Meclisi için yapılacak seçimleri önlemeye yönelik
gizli girişimlerde bulunmuştur.238
233 Yusuf Hikmet Bayur, Atatürk, Hayatı Ve Eseri, C.I, Ankara, 1997, s.203.
234 Turan, age, s. 179. Frew’in hayatı hakkında bkaz. Akşin, age, s. 131, dipnot
104.
235 Niyazi Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma, İstanbul, 2 0 0 2 , 4 7 6,477.
236 Turan, age,-s. 179.
237 Ergun Aybars, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, C.I, İstanbul, 20 0 8 , s.91.
238 Sait M olla, Rahip Frew mektuplaşmaları için bkz. Fethi Tevetoğlu, Milli Mü
cadele Yıllarındaki Kuruluşlar, 2.bs, A n k ara,!991, s.82 vd.
133
Padişah Vahdettin, özellikle Hazine-i Hassa Müdürü Refik
Bey, aracılığıyla randevu alan yabancı gizli servis elemanlarıyla,
özellikle de İngiliz Muhipler Cemiyeti temsilcileriyle sıkça gö
rüşmüştür. Meclis Başkanı Halil Menteşe’nin anıları bu gerçeği
doğrulamaktadır: “O günlerde Vahdettin, rahatsızlığı nedeniyle
Hareme çekilmiş, arzu etmediği ziyaretçileri kabul etmiyordu;
fakat harem kapıstndan geceleri Papaz Fretvleri hoca Sabrileri,
Ali Kemalleri kabul ediyordu.”239
Yusuf Hikmet Bayur, Vahdettin’i, Rahip Frew gibi İngiliz
ajanlarının kışkırttığını ileri sürmüştür: “Papaz Frew gibi İngi
liz Muhipler Cemiyetinin habis ruhu durumunda olan İngiliz
casuslarıyla gizlice ve sık sık görüşen Vahdettin’in... onlarca
kışkırtıldığı da güvenle düşünülebilir.”2*0-
Neşit Hakkı Uluğ, Padişah Vahdettin’in, İngiliz casusu Ra
hip Frew’le nasıl ilişki kurduğunu şöyle anlatmıştır:
“Saray ile İngiltere arasında bir haberleşm e aracı o la ca k ...
bu alçaklığı yapacak, üstlenecekler vardı. Bunlar, bir ‘ Sultanza-
d e ’ ile Rahip Frew denilen kim seler olsa gerekir. Çünkü, Sultan-
zade Sami, Vahdettin'in kız kardeşinin oğlu olup, kendisi genç
liğinde bir İngiliz m ürebbiyesinin eline verilmiş, veya bir İngiliz
öğretmen tarafından yetiştirilmiş olm asından dolayı daim a işin
içine İngilizleri karıştırırdı. Rahip Frew denilen şahsı saraya do
landırmak da bu Sultanzade’nin ilgisi vardır. Bazı kişilerin tel
kinleri, Sultanzade ile Rahip F rew ’in teşvikleri Vah dettin’e pusu
layı şaşırtmıştır ... ” 24'
İngiliz Muhipleri Cemiyeti’ni inceleyen Cengiz Dönmez, Pa
dişah Vahdettin’in cemiyete resmen üye olduğunu kanıtlayacak
belgeler olmamasına karşın, cemiyetle ilişkide olduğunu ve destek
sağladığını belirtmiştir.242 Dönmez’e göre, Padişah Vahdettin’in
239 Bkz. Halil Menteşe’nin Anıları, İstanbul, 1 9 8 6 ; Bayur, age, s.2 4 6 ; dipnot 25;
Akşın, age, s. 13 6 ,1 3 7 ; Meydan, age, s.197.
240 Bayur, age, s.273.
241 Tevetoğlu, age, s.9 6 ,97.
242 Cengiz Dönmez, M illi M ücadele’ye Karşı B ir Cemiyet: tngiliz Muhipleri Cemi
yeti, 2.bs, Ankara, 2 0 0 8 , s.75.
134
önemli bir dayanak noktası olan İngiliz Muhipler Cemiyeti ile
ilişkisinin boyutlarını tam olarak anlamak çok zordur.24’
“Padişah ile cemiyet arasındaki karşılıklı menfaatler sebe
biyle iki tarafın da birbirine muhtaç olduğu bir dönemde kendi
geleceğiyle ilgili beklentilerini, İngilizlerin verecekleri destek ve
yardımlara bağlamış olan padişah 25 Mart 1920’de yaptığı bir
açıklamada, 4İtilaf temsilcileriyle her zaman işbirliği yapmak
isterim* diyordu. Bu şekilde İngilizlerle işbirliği yapmak konu
sundaki arzusunu ortaya koyarken, aynı zamanda İngilizlerin
savunuculuğunu yapan İngiliz Muhipleri Cemiyetiyle sürdürdü
ğü ilişkilerde de işbirliği ortamı içinde hareket ettiğinin işaretle
rini veriyordu.”244
Fethi Tevetoğlu, “Milli Mücadele Yıllarındaki Kuruluşlar”
adlı kitabında, İngiliz Muhipler Cemiyetinin kurucularından bi
rinin doğrudan Sultan Vahdettin olduğunu belirtmiştir:
“Türkiye İngiliz Muhipler Cemiyeti, başta Padişah VI.
Mehmet Vahdettin ve Sadrazam Damat Ferit Paşa, Dahiliye Na
zırı Ali Kemal, Adil, Mehmet Ali ve Saadettin Beylerle, Ayan dan
Hoca Vasfı Efendi olmak üzere, İngilizlerin idareye biran önce el
koymasını isteyen ve İngiliz himayesi projesini hazırlayan, milli
güç ve güvenden yoksun, umudunu yitirmiş gafiller; korkaklarla,
bir takım satılmışlar tarafından, İngilizlere muhabbet ve taraf
tarlık, kendilerine çıkar sağlamak için, Milli Mücadele’ye karşı
kurulmuş bir ihanet şebekesidir.”245
Gotthard Jaeschke, “İngiliz belgelerine” dayanarak, Padi
şah Vahdettin’in, İngiliz Muhipler Cemiyetinin kurucusu Sait
Molla ile çok sıkı bir ilişki içinde olduğunu, “Sultanın İngiliz
dostluğuna kur yapmak için kullandığı baş şahıs Sait Molla
idi. . . ” diyerek ifade etmiştir.246
Ruslar bile Padişah Vahdettin’in İngiliz Muhipler Cemi
yetiyle ilişkide olduğunu anlamışlardır. Bolşeviklerin Ankara
135
Büyükelçisi Aralov, İngiliz Muhipler Cemiyeti’nin kurucuların
dan birinin Padişah Vahdettin olduğunu belirtmiştir:
“Feodaller; nice çeteler; nice isyanlar tertiplediler. Bütün
bunlar, İngiliz Muhipler Cemiyeti ve daha başka gerici teşkilatlar
aracılığıyla iş gören Curzon, Llyod George ve öteki emperyalist-
lerin önderliğiyle yapılmaktadır.
İngiliz Muhipler Cemiyeti, İstanbul'da, İngiliz Intelligen
ce Service teşkilatının temsilcisi Rahip Frew’in para desteği ile
Padişah Vahdettin ve Sadrazam Damat Ferit Paşa tarafından
kurulan gerici bir teşkilattır. Bu derneğin başında o zamanlar
çıkmakta olan gerici (Yeni İstanbul) gazetesinin sahibi Sait Mol
la bulunmaktaydı. ”247
Atatürk, daha Kurtuluş Savaşı sırasında kendisine ulaşan
haberlerden Padişah Vahdettin’in İngiliz Muhipler Cemiyeti’nin
iki ajanı, Rahip Frew ve Sait Molla ile sıkı ilişki içinde olduğunu
anlamıştır. Mazhar Müfit Kansu anılarında, Atatürk’ün, bir gece
İngiliz Muhipler Cemiyeti’yle Padişah Vahdettin arasındaki iliş,
kiyi şöyle açıkladığını belirtmiştir:
“Bir gece Mustafa Kemal Paşa’nın yatak odasında birkaç
arkadaşla görüşmekte ve durumu Paşa bize anlatmakta iken,
birdenbire Paşa ayağa kalktı: ‘Siz Rahip Frew’e yalnız devlet
mi para veriyor da bu teşkilatı yapıyor zannediyorsunuz? Ben
Padişah’tn da buna yardımda bulunduğunu zannediyorum.
Siz ne fikirdesiniz?'dedi. Biz de ‘ihtimaldir3dedik ve sonra Paşa,
‘Dahası var, bu Rahip Frew, benim aldığım özel bilgiye göre hü
kümetin de en sevgilisi. Görüyorsunuz yay bir papaz hayatımız
la, istiklalimizle nasıl oynuyor. O papaz, memleketinin Türkiye
üzerinde nüfuz ve hakimiyetine çalışıyor. Ulemadan Sait Molla
da Türkiye’nin hakimiyetini kaybederek İngiliz hakimiyeti altı
na girmesi için çalışıyor* diye çok öfkelendi. Hüsrev Sami de bu
sıra, 'Ya Padişaht' dedi.
Mustafa Kemal Paşa, ‘Evet o da Sait Molla-yt evvel (Sait
Molla’ntn öncüsü). Fakat arkadaşlar; bu millet hiçbir zaman,
136
bir hain Padişahın, bir Rahip Frew’in, bir Sait Molla’nın esi
ri, eğlencesi olamaz.Cihanı başlarına toplasınlar da gelsinler, iş
kalabalıkta değil, hak ve hakikattedir. Hak ve hakikat ve millet
rehherimizdir. Mutlaka biz muvaffak olacağız. Şimdiye kadar ol
duğu gibi bütün engelleri aşacağız. Vakit yaklaştı. Pek yakında
tam istiklal ve hakimiyetimize kavuşacağız’ diyerek, bizim de ye
niden manevi kuvvetimizi arttırdı. ”248
Vahdettin, İngilizlere yaklaşmak için, Türkiye’yi İngiliz em
peryalizmi yararına bölüp parçalamaya çalışan İngiliz Muhipler
Cemiyetiyle ilişki kurmak istemiştir. Padişah bu amaçla Rahip
Frew ve Sait Molla gibi İngiliz casuslarıyla “sıkı fıkı” olmuş, da
hası bu cemiyetin içinde bizzat padişahı temsil eden Sadrazam Da
mat Ferit, İçişleri Bakanı Ali Kemal ve Adil Bey, Şeyhülislam Mus
tafa Sabri, Zeynel Abidin ve Hoca Vasfi gibi kişiler yer almıştır.
Özetle, Necip FazıPın, “Büyük vatan dostu” dediği Padi
şah Vahdettin, vatanı parçalamaya çalışan İngiliz Muhipler
Cemiyetinin faal bir üyesi gibidir.
137
tine, kuvvetli sevgi ve hayranlık duygulanmt Ktnm Savaşı’nda
İngilizlerin müttefiki olan babam Sultan Abdülmeciften miras
aldtm. Şimdi... bu sebepten, memleketim ile Büyük Britanya
arasında öteden beri mevcut dostane ilişkileri yenileyip kuvvet
lendirmek için elimden geleni yapacağım... ” 2SU
Görüldüğü gibi Padişah Vahdettin İngiltere’ye “şirin” görün
mek için laf arasında “Ermenilerin öldürülmeleri, İngilizlerin
Türkiye’ye karşı duygularında derin bir değişiklik yaratmıştır.
Bu kötülükler... kalbimi yaralamıştır... Adalet çok geçmeden
yerini bulacaktır” diyerek Ermeni soykırımı iddialarını da kabul
etmiştir.
138
rüldüğü gibi Padişah, Sami Bey’i, “İngiltere'nin, Türkiye yöneti
mine el koyması için yalvarmakla görevlendirmişti.25*
Padişah Vahdettin, tngilizlere üçüncü kez yalvarmak için,
uzun yıllardır Türkiye’de oturan bir “İngiliz centilmeninden”
yararlanmak istemiştir. Söz konusu İngiliz, Padişah Vahdettin’in
anlattıklarını Calthorpe’a iletmiştir. Vahdettin Calrhorpe’a gön
derdiği mesajda, her zaman İngilizci olduğunu, bunu zor koşul
ların baskısı altında söylemediğini, bunun gerçek olduğunu bu
nedenle 1908’den beri hep İttihat ve Terakki casuslarıyla çevril
diğini ve bu yüzden de çok çektiğini belirtmiştir. Vahdettin ay
rıca, şimdi bütün ümidinin İngilizlerde olduğunu, 11 Ocak’tan
önce kabineyi değiştirmek istediğini, Türkiye’nin o sıradaki acı
larından sorumlu bildiği İttihat ve Terakkiye karşı elinden gelen
her şeyi yapacağını ve İngilizlerin, kırımları yapanlar (Ermenilere
yapılanlardan söz ediyor) kadar İngiliz esirlerine kötü davranan
ları da cezalandırmasını ve dahası İngilizlerin istedikleri “her bir
kişinin” tutuklanıp cezalandırılmasını sağlamaya hazır olduğu
nu bildirmiştir. Ancak bir de korkusu vardır: Çok sert davranırsa
kendisine karşı bir ayaklanma, ihtilal çıkabileceğini bu neden
le tahtan indirilip öldürülebileceğini düşünmüştür. Muhaliflere
karşı şiddetle harekete geçtiğinde İtilaf Devletlerine, özellikle de
İngiltere’ye güvenip güvenemeyeceğini öğrenmek istemiş, ayrıca
doğrudan İngiliz Yüksek Komiserliğiyle ilişki kurmak istemiştir.
Oradan gelecek herhangi bir işarete göre hareket etmeye hazır
olduğunu bildirmiştir. Vahdettin daha sonra da sözü hilafet ko
nusuna getirmiştir. Sina Akşin’in dediği gibi, “Onun iki silahı,
İngiltere’nin yardımı ve hilafettir”. İngiltere’nin, kendisini Halife
olarak destekleyip desteklemeyeceğini öğrenmek istemiştir. 2S4
Nitekim, 10 Ocak 1919’da İstanbul’daki İngiliz temsilcili
ğinden Balfour’a gönderilen özel mektupta, Padişahın iyi bir İn
giliz dostu olduğu ve İngiliz Yüksek Komiserliği ile ilişki kurmak
için herhangi bir yol olup olmadığını merak ettiği ve İngiltere’nin
139
kendisine “halifelik” makamında destek olup olamayacağını
sorduğu belirtilmiştir.255
İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiseri Arthur Calthorpe, 22
Ocak 1919’da İngiltere Dışişleri Bakanhğı’na gönderdiği gizli bir
telgrafta, Vahdettin’in, Sadrazam Damat Ferit’i Tom Hohler’e
göndererek Ermenilere kötü davranan savaş esirlerini cezalan
dırmak arzusunda olduğunu ve yeterince enerjik davranmayan
kabine üyelerinin yerine daha aktif üyelerden oluşacak bir ka
bine kurmayı düşündüğünü bildirdiğini belirtmiştir. Padişah
ayrıca, kendisine karşı olay çıkmasından kaygılandığını ve bir
olay çıkarsa İngiltere’nin tutumunun ne olacağını sormuştur.
Calthrope, Hohler’in, Padişah’a herhangi bir yardım sözü ver
mediğini belirterek, kendi görüşünü, “Padişaha planım gerçek
leştirmede yardımcı olacağımıza güvence vermeliyiz” biçimin
de açıklamıştır.256
Vahdettin, her fırsatta İngilizlerden yardım dilenmektedir.
Ne yapacağını şaşırmış bir halde, İngilizlerin hoşuna gidecek bir
şeyler yaparak, onlardan güvence almaya çalışmaktadır. Bu sefer
de Ermenilere ve İngiliz esirlere kötü davrananları cezalandıra
rak İngilizlerin kendisini korumalarını beklemiştir.
Sina Akşın, Padişah Vahdettin’in İngilizlerden bu isteklerini
şöyle yorumlamıştır:
“İngılızciliğı şaşılacak bir şey olmamakla birlikte, bu derece
de İngilizlerin emrine hazır olduğunu bildirmesi şaşırtıcı olabilir:
tngilizlere, istediği her bir kişiyi tutuklatıp cezalandırma taahhü
dü, Yüksek Komiserliğin herhangi bir ‘işaretine’ baktığım söy
lemesi, bir Osmanlı Padişahı için fpek yüz karasi bir ‘ajanlık*
önerisidir ve aynı zamanda harp divanlarının nasıl buyruğuna
baktığını gösterir.”257
İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiser Yardımcısı Richard
Webb, 19 Ocak 1919’da İngiltere Dışişleri Bakanlığı Müsteşar
140
Yardımcılarından Sir Ronald Graham’a gönderdiği özel mektup
ta Türkiye’nin içinde bulunduğu durumu şöyle anlatmıştır:
“Görünürde ülkeyi işgal etmediğimiz halde, şimdi valile
rini atıyor veya görevlerinden uzaklaştırıyoruz. Polislerini yö
netiyor, basınlarım denetliyor, zindanlarına girerek Rum ve Er
meni tutuklulan işlemiş oldukları suçlara aldırmadan serbest
bırakıyoruz... Demiryollarını sıkıca denetimimizde tutuyor
ve istediğimiz her şeye el koyuyoruz... Politikamız süngünün
keskin ucuna dayanıyor.. Halife elimizin altında bulundukça
İslam dünyası üzerinde ek bir denetim aractna sahibiz... Bildi
ğiniz gibi Padişah bizi buraya yerleştirmeyi diliyor...”1™
Görüldüğü gibi Padişah Vahdettin, İngilizlerin elinde değerli
bir oyuncak haline gelmiştir. Ülkenin yönetimini tamamen İngi-
lizler ele geçirmiştir. Richard Webb’in mektubundaki son cümle
her şeyi açık seçik ortaya koyacak niteliktedir: “Bildiğiniz gibi
Padişah bizi buraya yerleştirmeyi diliyor...”
21 Mart’ta İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Calthorpe, İn
giltere Dışişleri Bakanı Yardımcısı Lorda Curzon’a gönderdiği
özel ve gizli telgrafta, Padişah’ın sadrazam aracılığıyla gönder
diği çağrıda İngiliz yetkililerinden Tom Hohler’i özel bir görüş
meye davet ettiği, ancak İngiltere’nin müttefiklerinin bu davet
ten rahatsız olacaklarını düşünerek Hohler’e, Curzon’dan tali
mat almadan Padişah’m bu çağrısına olumlu yanıt vermemesini
söylemiştir.259
Çanakkale Olayı adlı kitabın yazarı David Wälder bu duru
mu, “ Yenik Türkler o derece işbirlikçi idiler ki, bundan dolayı
işgal güçleri güç durumda kalıyordu” diyerek açıklamıştır.
Padişah Vahdettin’in “basiretsizlik” ve “çaresizlik” için
de İngilizlere yalvarıp yakarması, İstanbul’daki İngiliz Yüksek
Komiserliği’nden Tom Hohlar’in dikkatini çekmiştir. Hohler, 5
Aralık’ta, İngiltere Dışişleri Bakanlığı Doğu Masası Şefi George
141
Kidston’a yazdığı bir mektupta bu durumdan yararlanılmasını
istemiştir:
MBurasının (İstanbul’un) Türkler tarafından yönetilmesi-
ne son vermek için şimdiki koşullardan yararlanılmazsa çok
yazık olacakttr. Bu kenti, sözünü edebileceğimiz herhangi bir
yönetim altında görmeye hazırım; yeter ki bu Türk yönetimi
olmasın; çünkü bir domuz ahırını bile yönetecek yetenekte de
ğillerdir. Türkler büsbütün yenilmiş olduklarını iyi biliyorlar...
Örgütleri parçalanmış, bozguna uğramıştır; kendileri ise sefalet
içindedir... İstanbul, işgal günleri yaşıyor. Buradaki yönetim,
herİngilizi tiksindirecek kadar aşağıdır.”160
İşte Vahdettin, çok aşağılık bir şekilde, “Türklerin bir do
muz ahırım bile yönetecek yetenekte olmadıklarını” düşünen
bu İngilizlerin “hoşgörüsünü” kazanacağını düşünmüştür. Ne
yaman düşünce!...
Vahdettin, Sami Bey ve Damat Ferit dışında Halil Paşa’yı da
İngiliz yetkilileriyle görüşmeye göndermiştir. Halil Paşa, 6 Mart
1919’da, İngiliz Sir Luis Mallet’le görüşerek ona Padişahın bir
mesajını aktarmıştır: Mesaja göre Padişah, İngiltere’nin Türk
İmparatorluğu’nu kurtarmasını ve gelecekte imparatorluğu ken
di güvenliği altına alarak yol gösterici olmasını dilemiştir.261
142
değişmektedir. Çünkü Vahdettin’in kafasında “İngilizlere sığın
mak dışında” başka hiçbir kurtuluş seçeneği yoktur. Bu nedenle,
Padişah Vahdettin, “İngiliz yaltakçılığı” konusunda sınır tanı
mamıştır.
Vahdettin, İngilizlerin güvencesini almak, tacını ve tahtını
korumak için İngilizlere akıl almaz bir teklif yapmıştır. İngilizleri
bile şaşırtan bu teklifte Sultan Vahdettin, Türkiye’nin bütün yö
netimini 15 yıllığına İngiltere’ye bırakmak istemiştir.
Sadrazam Damat Ferit, Padişah Vahdettin’le birlikte hazır
ladığı bir projeyi, 30 Mart 1919’da İngiliz Yüksek Komiseri’ne
sunmuştur. Akıllara durgunluk verecek bir şekilde Osmanlı Pa
dişahı ve Sadrazamı Türkiye’yi kendi elleriyle İngiltere’ye teslim
etmişlerdir. İşte, “Büyük vatan dostu Vahdettin’in(î)” Sadrazamı
Damat Ferit aracılığıyla İngiltere’ye sunduğu teklif:
“Ingiltere, Avrupa ve Asya'da, gerek doğrudan doğruya
Sultanın hakimiyeti altında bulunan, Türkçe konuşan ve ge
rekse özerklikten faydalanan vilayetlerde, Türkiye'nin ecnebi
lere karşı bağımsızlığını ve memleket içinde sessizliği temin et
mek için gerekli gördüğü yerleri 15 yıl süreyle işgal edecektir...
İngiltere, dostluk hisleriyle duygulanarak Osmanlı bakanlık
larında gerekli gördüğü yerlere İngiliz müsteşarlarının Sultan
tarafından tayinlerine izin verecektir. Bundan başka İngiltere
Hükümeti, her vilayete birer İngiliz Başkonsolosu tayin edecek
ve bu konsoloslar 15 yıl süreyle vali yanında müşavirlik görevi
yapacaklar. Vilayet, Belediye Meclisleri seçimleri ve parlamen
to üyelerinin seçimi İngiliz konsoloslarının kontrolü altında
yapılacaktır. İngiltere hem başkent İstanbul'da, hem vilayetler
de mâliyeyi çok sıkı kontrol etme hakkına sahip olacaktır. Ana
yasa, Doğu halkının siyasi anlayışına ve yeteneklerine uygun
olarak sadeleştirilecektir." 262
Ey Vahdettin’i “Kurtuluş Savaşı kahramanı” yapan utan
mazlar!... Vahdettin’in, 30 Mart 1919 tarihinde Sadrazam Da
262 FO , 371/ 4156, 6 0 1 5 2 , Br, 4 „ s.7 5 4 ,7 5 5 ; Doğan Avcıoğlu, Milli Kurtuluş Ta
rihi, C .I, İstanbul, 1998, s .2 0 5 -2 0 7 ; Akşin, age, s.2 33-235; Bayur, age, s.270-
2 7 2 ; Jaeschke, age, s.4,5.
143
mat Ferit aracılığıyla İngilizlere sunduğu bu onursuzca teklifi
nasıl açıklayacaksınız?
1. Ingiltere, gerekli gördüğü yerleri 15 yıllığına işgal edebilecek.
2. Sultan, Osmanlı bakanlıklarına gerekli görülen İngiliz müs
teşarlarının tayinine izin verecek.
Her ile birer İngiliz konsolosu tayin edilecek.
4. Bu konsoloslar 15 yıl süreyle valinin yanında müşavirlik ya
pacak.
5. Türkiye’deki seçimleri İngilizler kontrol edecek.
6. İngiltere, Türk mâliyesini çok sıkı kontrol etme hakkına sa
hip olacak.
7. Doğu halkının anlayışına göre anayasa sadeleştirilecek.
Bu 30 Mart anlaşma tasarısına İngilizler, olumlu ya da olum
suz hiçbir cevap vermemişlerdir.26’
Vahdettin’in, ingilizlere yaptığı bu teklif,’ Türkiye’nin “ka
yıtsız, koşulsuz” İngiliz sömürgesi olmasını istemesinden başka
nedir? Üstelik, Vahdettin, Ingilizlerin zoruyla, baskısıyla değil,
kendi aklıyla ve iradesiyle hareket ederek, bilerek, isteyerek
ülkesini 15 yıllığına İngilizlere vermek istemiştir. Vahdettin,
Türkiye’yi kayıtsız şartsız İngilizlere teslim etmeyi teklif ettiğin
de, Mustafa Kemal Atatürk’ün Samsun’a çıkmasına sadece 50
gün vardır. “ Vahdettin, Atatürk'ü, Kurtuluş Savaşinı başlatması
için Samsun'a gönderdi” diyen Vahdettinciler, soruyorum size:
“ZJu 50 gün içinde ne oldu da Vahdettin doksan derece ‘dönerek ’
lam bağımsızlığt düşünür oldu?"
144
bir “gizli antlaşma” imzalamıştır. Atatürk Nutuk’ta bu “Türk-
İngiliz Gizli Antlaşması” hakkında şu bilgileri vermiştir:
“ 12 Eylül 1919’da Sadrazam Damat Ferit ile İngiliz tem
silcisi arasında imzalandığı ve az sonra padişahça onaylandığı
ileri sürülen bir gizli antlaşma Fransızlarca ele geçirilip yayın
lanmıştır. Bu belgenin gerçekten var olup olmadığı üzerinde çok
tartışılmıştır, ancak o sırada duruma ve hem İngilizlerin, hem de
padişahın istek ve düşüncelerine çok uygun olduğu ve bunların
kâğıt üzerine dökülmesinden ibaret bulunduğu için gerçek duru
mun bir ifadesi sayılabilir. (...)
Türlü yerlerde yayınlanmış olan 4antlaşmanın metni aşağı
da görülecektir. Bu ilk olarak 22 Ocak 1920 günü The New York
Herald Tribune adlı Amerikan gazetesinde çıkmıştır. Daha son
ra Ankara Antlaşması adını taşıyan ve 20 Ekim 1921'de imza
lanan Türk Fransız antlaşmasının imzalayıcısı, Fransa Mebusan
Meclisi’nin Dışişleri Komisyonu sözcüsü Franklin Bouillon, bu
belgeyi kendisinin elde etmiş olduğunu, ancak bir Amerikan ga
zetesinde yayımlanmasının daha etkili olacağını düşündüğünden
onu anılan gazeteye verdiğini bizlere söylemiştir ve olayın kesin
olarak doğruluğu üzerinde direnmiştir.
12 Eylül 1919 günlü olan metin şöyledir:
1. İngiltere Hükümeti, kendi kumandası altında Türkiye'nin
bütünlüğünü ve bağımsızlığını garanti eder.
2. İstanbul, hilafet ve saltanat merkezi olacak ve Boğazlar İn
giltere'nin kontrolüne bırakılacaktır.
3. Türkiye bağtmstz bir Kürdistan kurulmasına engel olma
yacaktır.
4. Bunlara karşılık Türkiye İngiltere'nin Suriye ve El cezire ha
kimiyetini sağlayacak ve hilafete ait manevi kudret ve yetki
nin İngiltere'nin lehinde gerek Suriye bölgesinde ve gerekse
Müslümanların yaşadığı diğer yerlerde egemen kılınmasını
vaat eder.
5. Milli akımların önüne geçebilmek için Türkiye'de yeniden
kurulacak olan Meşruti yönetime karşt meydana gelecek
145
olumsuzluktan etkisiz hale getirmek içirt İngiltere Hükümeti
bir zabtta teşkilatı kuracaktır.
6. Türkiye, Mıstr ve Kıbrts üzerindeki bütün haklartndan vaz
geçerek, özel ve resmi niteliği olan İngiltere Hükümeti kon
feransta, Türk temsilcilerinin bu yöndeki arzularım kabul
edecektir.
7. Barış şartlarının tekrarından sonra Padişah, dördüncü mad
dedeki özelliği konuşmak için İngiltere Hükümetiyle ayrıca
bir sözleşme imzalayacaktır. Bu sözleşmenin maddeleri gizli
tutulacaktır.
İşbu sözleşme iki nüsha olarak düzenlenip imzalayanlarca
kabul edilmiştir. ”264
Atatürk, bu anlaşmanın özellikle ^dördüncü maddesi” üze
rinde durmuş ve bu belgenin akıbeti hakkında şu değerlendirme
yi yapmıştır:
“Görüldüğü gibi Halife-İngiltere anlaşması, İngiliz-Franstz
çekişmelerinin en çetin olduğu bir sırada imzalanmış olup, İngil
tere 'ye Suriye’den elini büsbütün çekmemek imkânını verecek
özde idi.
Ancak şu yönü de söylemek gerekir ki, bu güne kadar bu
belgenin gerçekten var olup olmadığı kesin olarak anlaşılama
mıştır. Vahdettin, bir İngiliz savaş gemisiyle İstanbul’dan kaçar
ken bunu da yok etmiş veya yanında götürmüş olmalıdır. İngi
lizler ise belgeyi o sırada yalanlamış olmalarına rağmen, bunu
-eğer var idiyse- yayınlamaları beklenemez.”265
Vahdettin’in İngilizlerle yaptığı bu anlaşma hakkında Sina
Akşin’in değerlendirmesi ise şöyledir: “Padişah 30 Mart ta
sarısından pek çok tavizler vermiş olarak İngilizlerle 12 Eylül
ön anlaşmastnı yaptı ve böylece İngiltere’ye olan uyduluğunu
kesinleştirdi.”266
146
Sevr Antlaşması ve Vahdettin
İngilizlere birkaç kere akıl almaz tavizlerle anlaşma teklif
eden Vahdettin, 30 Mart 1919 tasarısından sonra 12 Eylül 1919
gizli antlaşmasıyla adeta Türkiye’yi İngiltere’ye “peşkeş” çekmiş
tir. Aynı Vahdettin, bununla da yetinmeyerek İtilaf Devletleriyle,
Türkiye’nin idam fermanı olan Sevr Antlaşmasının imzalanma
sını kabul etmiştir.
Tarihçi Mustafa Armağan, Vahdettin’in Sevr Antlaşması’
ndan “mecelle-i mesâib”, yani ‘musibetler belgesi’ diye söz ettiği
ni belirterek Sevr Antlaşmasinın imzalanmasından Vahdettin’in
de rahatsız olduğunu ima etmekte ve “Sevr projesinin Osmanlt
heyetince imzalanmış hile olsa ‘antlaşma9kimliğini kazanabil
mesi için meclis ve padişahtn onayından geçmesi gerektiğini
yazıyor. Ne var ki, o sırada meclis kapaltydt ve üstelik padişah
İngilizlere ayak diriyordu. ” demektedir.267
Sırayla gidelim: Önce Cumhuriyet tarihi yalancılarının hep
iddia ettikleri “Vahdettin Sevr Antlaşmasının imzalanmasın
dan sorumlu değildir” yalanını deşifre edelim:
Öncelikle Damat Ferit Hükümeti, 20 Temmuz 1920’de Sevr
Antlaşmasinın imza edilmesini tavsiyeye karar vermiştir.268
Padişah Vahdettin, devlet temsilcilerinin görüşlerine başvur
mak için Yıldız Sarayı’nda 22 Temmuz 1920’de bir Saltanat Şu
rası toplamıştır. Toplantıya Padişah’la birlikte 45 kişi katılmıştır.
Sevr Antlaşmasinın tartışıldığı bu şuraya bizzat Vahdettin baş
kanlık etmiştir.269
Saltanat şurasında İtilaf Devletleri tarafından ileri sürülen
şartların kabulü veya reddi üzerinde tartışılmıştır.
Şurada temelde iki görüş belirmiştir. Birinci görüşe göre,
şartlar kabul edilirse Osmanlı Devleti İstanbul dahil belirli sınır
lar içinde devam edecek ancak Ermeni, Rus, Romanya, Bulga
ristan ve Yunan devletleri arasında varlığını korumak zorunda
147
kalacaktı. İkinci görüşe göre, teklif edilen şartlar reddedilirse o
zaman Anadolu’da yapılmakta olan savaş genişleyecek, bu yüz
den “Saltanat-ı Seniyye ve Hükümet-i Osmaniyye’ye” son veri
lerek İtilaf Devletleri yönetimi ele alacak ve Türkiye toprakları
tamamıyla teslim edilmiş olacaktı.270
Bu görüş sahiplerine göre, “Yedi yüz senelik Osmanlı devle
tinin yok olmasını önlemek üzere itilaf Devletlerinin tekliflerini
kabul etmenin zorunluluğu vardır.”271
Şurada daha sonra, Sevr Antlaşması kabul edilmediği halde
İstanbul’un Türklerden alınacağını belirten bir yazı okunmuştur.272
Görüşme ve konuşmaların ardından Vahdettin, anlaşmanın
imzalanmasını isteyenlerin ayağa kalkarak oylarını açıklamala
rını istemiştir, işte o an orada bulunan ve Osmanlı devletini tem
sil eden herkes- Ayandan Topçu Feriki Rıza Paşa hariç- ayağa
kalarak “imzalayalım” demişlerdir.273
Görüldüğü gibi, Padişah Vahdettin ve Sadrazam Damat
Ferit dahil neredeyse tüm Osmanlı yönetimi “acz” ve “korku”
içinde “Aman kabul etmezsek İstanbul da elden gider, Türkiye
tamamen İtilaf Devletleri’nin eline geçer” endişesiyle “idam fer
manı” Sevr Antlaşması’nın imzalanmasını kabul etmişlerdir.
İstanbul’da “Aman düşmanın sözünden çıkmayalım” denil
diği o günlerde, Atatürk ve arkadaşları Anadolu’da milletle ber
ber düşmana karşı direniş planları yapmaktaydı. Padişah dahil
hiçbir Osmanlı yöneticisinin aklına ”BıV çare daha var: Bu an
laşmayı kabul etmeyelim ve Anadolu'da Atatürk ve arkadaşla
rının direnişine destek verelim, öleceksek de vuruşarak ölelim”
demek gelmemiştir.
Cumhuriyet tarihi yalancılarının aklamaya çalıştıkları Padi
şah Vahdettin, Saltanat Şurası’nın aldığı “Sevr Antlaşması’nı ka
bul edelim” kararına karşı yumruğunu masaya vurarak, “Hayır,
böyle bir idam fermanını asla kabul edemeyiz... Gerekirse bu
148
rada vuruşarak ölürüz, ama milletimizin alnına bu kara leke
yi çalamayız” deme cesaretini gösterememiştir. Vahdettin’in, iş
işten geçtikten sonra Sevr Antlaşmasindan Mmecelle-i mesâib”,
yani ‘musibetler belgesi’ diye söz etmesinin ne anlamı vardır?
İşte, Cumhuriyet tarihi yalancılarının, “Padişah Vahdettin
Sevr’i imzalamadı! Osmanlı yöneticileri de Sevr Antlaşması’na
karşıydı! Ayrıca, Sevr’in geçerli olması için meclisin onayından
geçmesi gerekirken meclis kapalı olduğu için meclisin onayından
geçmedi, bu yüzden Sevr Antlaşması zaten geçersizdir! türünde
ki “kıvırmalarının” gerçeği yansıtmadığı, Padişah Vahdettin ve
45 Osmanlı yöneticisinden 44’ünün Sevr Antlaşması’na “evet”
dedikleri gün gibi ortadadır.
Sevr Antlaşması, 10 Ağustos 1920 Salı günü saat 16’da,
Hadi Paşa, Rıza Tevfik ve Reşad Halis Beyler tarafından Paris’te
Sevr (Sevres) “Müesesi Sınaiyyesi Dairesinde” imzalanmıştır.274
“Sevr Antlaşmasina Vahdettin’in imzasının olmadığını”
söyleyerek, Vahdettin’i aklamaya çalışanları ciddiye almak ola
naksızdır. Çünkü anlaşmaya imza koyanlar doğrudan Padişah
Vahdettin’den aldıkları talimat doğrultusunda hareket ederek
Sevr’i imzalamışlardır. Atatürk Lozan’dan sorumlu olduğu gibi
Vahdettin de Sevr’den sorumludur. “Vahdettin, Sevr’i mutlaka
imzalamak zorundaydı” iddiası da gerçek dışıdır! Pekala Vah
dettin, bir takım şeyleri göze alıp (sürgün edilmek, tahttan in
dirilmek, hatta öldürülmek) bu anlaşmayı imzalamayabilir ve
cihat ilan edebilirdi.275 Ama ülkesinin kaderini tamamen İngi-
lizlere bırakan Vahdettin, hiçbir riski göze alamamış ve Sevr’i
kabul etmiştir. Vahdettin, korkakça davranıp ülkesini düşmana
teslim ederken Atatürk ve TBMM cesurca birtakım riskleri göze
alarak düşmana karşı mücadele etmiş ve Sevr Antlaşması’nı asla
kabul etmeyerek, bu anlaşmayı kabul edenleri “hain” ilan etmiş
tir. Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasından sonra imzalanan Lozan
Antlaşması’yla da Sevr’i yırtarak tarihin çöp tenekesine atmıştır.
274 agc,s.2062.
275 Sina Akşin, Kısa Türkiye Tarihi, İstanbul, 2007, s. 154.
149
Vahdettin’in Şaşırtan Teslimiyetçiliği ve tngilizler
Padişah Vahdettin, o kadar “onursuz” ve “teslimiyetçidir”
ki, onun bu aşırı teslimiyetçiliği İngilizleri bile şaşırtmıştır. İngi-
lizler, başlangıçta Vahdettin’in bu aşırı teslimiyetçiliğinden kuş
kulanmışlar ve uzun süre onunla doğrudan görüşmemişlerdir.
14 Mart 1919’da İngiltere Dışişleri Bakanlığı Paris, Roma
ve Washington’daki Büyükelçilerine gönderdiği telgrafta Padi
şah Hükümeti’nin İngiliz koruyuculuğu için yalvardığını; ama
İngiltere’nin buna ret yanıtı verdiğini bildirmiştir.276
Vahdettin, “ezik”, “korkak” ve “aciz” bir şekilde İngilizlere
yalvarıp yakarırken, İngilizler Vahdettin’le doğrudan görüşmeyi
uzun süre kabul etmemişlerdir. Örneğin, İngiliz Yüksek Komi
seri Amiral de Robeck, Vahdettin’in kendisiyle görüşme ricasını
reddetmiştir.277
İngilizler Vahdettin’in milli harekete karşı olduğunu tam ola
rak anladıktan sonra ancak onunla doğrudan muhatap olmuşlar
dır. Özellikle, Türkiye’nin ölüm fermanı Sevr Antlaşmasının im
zalanmasından sonra İngilizler, Vahdettin’le çok sık görüşmüşler
dir. Hatta Bir süre sonra İngiltere, Sadrazam Damat Ferit ve Padi
şah Vahdettin’in kişisel güvenliklerini sağlamaya söz vermiştir. 18
Ağustos 1919’da, İngiltere Dışişleri Bakanlığı’ndan Calthorpe’a
gönderilen bir yazıda, Padişah Vahdettin ve Damat Ferit’in kişi
sel güvenlikleri konusunda önlem alınması istenmiştir.278 Bu doğ
rultuda İstanbul’daki İngiliz yetkilileri Yıldız Sarayı ve civarında
Padişah’ı korumak için önlemler almıştır.279
8 Haziran 1919’da Yıldız Sarayı’nda, padişahı çok tedirgin
eden bir yangın çıkmıştır. A. F. Türkgeldi’ye göre “elektrikten”
kaynaklanan yangını, İngiliz donanması itfaiye takımı söndür
müştür. Yangında, neredeyse bütün eşyaları yanan padişah ca
nını zor kurtarmıştır. Daha sonra Vahdettin, yaverini göndere
150
rek İngiliz askerlerine teşekkür etmiştir. Calthorpe, bu konuda
İngiltere’ye gönderdiği yazıda “suikast” söylentilerinden söz
etmiştir. Yıldız’da zaten “titreye titreye” oturan Padişah Vahdet
tin, bu yangının kendisine yönelik bir suikast olduğunu düşüne
rek daha çok korkmaya başlamıştır. Calhorpe, 17 Haziran’da
İngiltere’ye gönderdiği telgrafta, yangından dolayı padişahın
sinirlerinin çok bozuk olduğunu, tahtını ya da hayatını tehdit
eden ve bütün İttihatçıları toplayan ulusçuların fesatlıklarından
çok korktuğunu belirtmiştir. Sina Akşin, İstanbul hükümet
lerinin, Atatürk’e ve milli harekete karşı çıkmasında, Padişah
Vahdettin’in bu tür korkularının çok önemli bir yeri olduğunu
belirtmiştir.280
Vahdettin, 20 Eylül 1919’da yayınladığı bir bildiride, Pa
ris Barış Konferansı’ndan beklenen sonucun alınabilmesi için
“Büyük devletlerin adaletli duygularına” güvendiğini ifade
etmiştir.281
151
önce mesafeli durdukları Vahdettin ve Damat Ferit'e şimdi daha
fa/la yaklaşmaya başlamışlardır, örneğin, İngiliz Yüksek Komi
serliği üyelerinden Ryan, Ingiltere Dışişleri Bakanlığı yetkilile
rinden Forbes Adam'a gönderdiği mektupta Ingiltere açısından
Padişah Vahdcttin'iıı önemini şöyle ifade etmiştir:
“Türkiye'nin hiçbir bölümü denetsiz olarak Türk yöneti
mine bırakılmamalıdır... Bu da barış konferansının görevidir.
Halifelik varltğını sürdürecekse, Halifenin dünyevi gücünün
İngiltere'den başka herhangi bir devletin denetimine geçmesine
izin vermemek Ingiltere'nin başlıca politikası olmalıdır. ”iH‘
Ingiliz Muhipleri Derneği, 27 Kasım I9|9’da Padişah’a ver
diği bir yazıda ondan açıkça Ingiliz yanlısı bir politika izlemele
rini istemiştir:
“İngiliz yanltst siyaset uygulanması için emir vermenizi
istirham eyleriz. Damat Ferit'in önderliği altında bir kabine
kurulması gereklidir.”m
Kurt Ingiliz siyaseti, elindeki kukla Vahdcttin'i nasıl kul
lanacağına, gelişmeleri dikkate alarak karar vermiştir, örneğin
Londra Konferansinın toplandığı günlerde, ulusçuların konfe
ranstaki tutumları doğrultusuna Padişah Vahdettiıı’e bir rol ve
rilmesi kararlaştırılmıştır. İngiliz Yüksek Komiseri Robeck, 29
Şubat 192()*dc Ingiltere Dışişleri Bakanlığfna gönderdiği gizli
telgrafta gelişmelere göre Vahdettin’e verilecek rolden şöyle söz
etmiştir:
“Banş konferansının niyetleri konusunda bize vaktinde
bilgi iletiniz. Anladığıma göre%İzmir ve Trakya Yunanistan'a
verilecektir. Bu doğruysa banş ancak silah gücüyle empoze edi
lebilir... Banş koşullan daha ıltmlıysa, bunun ulusçu aktmtn
muhaliflerine ve Vadişah'a duyurulması için daha az gizlilikle
bildirilmelidir. Ulusçulara karşıt öğeleri ancak banş koşulla-
n yumuşaksa kullanabiliriz. Trakya'da, Edime dahil bir Türk
FO, 371/ 4İ6İ/16IH 72: Kyan’dan Adam’a yazı, İstanbul, 26. I I . 1919; Son-
yel, age s.7V.
¿8 4 F i), 371/4227/166948: Ingiliz. Askrri Utıhharat Şefi'ndrn Sava« Bukanlıftı’na
gizli yazı, Londra, 1.1.1920; Sonyel, age, s.79.
152
egemenliği sürdürülecekse Padişah'tn etrafında ulusçulara kar
şı bir blok oluşturmaya hemen başlayabiliriz.*'1*'
tngilizler Anadolu'yu bölüp parçalayan, Tiirklere yaşama
alanı bırakmayan Sevr Antlaşmasinı da Padişah Vahdettin’den
yararlanarak Osmanlıya imzalatmışlardır. 21 Ağustos 1920’de
Vahdetimle bizzat görüşen Amiral de Kobeck, Vahdettin'in Sevr
Antlaşmasinın imzalanmasındaki rolü hakkında Ingiliz Dışişle
rine şu bilgileri vermiştir:
“Vahdettin, Türkiye'nin ölüm fermanı demek olan Sevr Ant
laşması 'nın imzalanması için emir verirken gelecekte İngiltere'nin
yardımına dayanacağı ümidi beslediğini... yaşayacak olduğu tak
dirde bir dost yardımına ihtiyacı olduğunu... belirtmiştir.”/M6
Robeck, bu konuşmada Vahdettin’in, Sevr Antlaşmasinın
imzalanması için bizzat emir verdiğini belirtmiştir. Ayrıca Ingi
liz Yüksek Komiseri Sir Horace Rumbold, 10 Aralık 1921’de
Dışişleri Bakanı Lord Curzon'a gönderdiği “gizli” bir yazıda,
“Vahdettin'in Sevr Antlaşmasının imzalanmasına izin ver
diğini" belirtmiştir.2"7 Ancak bugün Vahdettinciler, Padişahsın
Sevr Antlaşmasina imza koymadığını ileri sürerek, akıllarınca
Vahdcttin’i sorumluluktan kurtarmaya çalışmaktadırlar.
Vahdettin zaman içinde, sadece tngiliz temsilcileriyle değil,
Fransız ve İtalyan temsilcileriyle de görüşmeye başlamış, böylece
ülkeyi artık sadecc Ingiliz emperyalizmine değil, bütün Batı em
peryalizmine peşkeş çekmenin yollarını aramıştır.
153
meşine getirmiştir, örneğin 21 Ağustos’ta Robeck’le yaptığı gö
rüşmede milli hareket hakkında şunları söylemiştir:
“Padişah İngiltere’nin gelecekteki yardtmt konusunda bi
raz direniş gösterdi ve ülkesini ytkmtş olan maceraperestleri
sertçe kınadı... Onların Türk olmadıklarını öne sürerek, kur
muş oldukları gruplara saldırdı... Onların İngiltere ile Türkiye
arasındaki geleneksel dostluğu ayaklar altına aldıklarını; ül
kede çoğunluğu oluşturan gerçek Türklerin bu geleneğe sadık
olduklarını ve bu dostluğu canlandırmak ve ona uymak için
uğraştıklarını söyledi... ”288
Londra Konferansı bitmeden önce .Padişah Vahdetin, 23
Mart 1921 ’de sırasıyla İngiliz, Fransız ve İtalyan temsilcisiyle
görüşmüştür. O gün Padişahla görüşen İngiliz temsilci Rumbold,
Lord Curzon’a gönderdiği bir yazıda görüşmenin detaylarından
şöyle söz etmiştir:
“Salonda, Sultan, ben ve yardımcım Andrew Ryan ’dan baş
ka kimse yoktu. Sultan kendi tercümanını salıverdi ve Ryan’m
tercümanlık etmesini buyurdu. Sonra da Londra’da yapılmakta
olan konferansla ilgili Mustafa Kemal’den Tevfik Paşa’ya gön
derilmiş olan üç telgrafa değindi ve Ankara’nın kendi tahtını
tehlikeye düşürmek ve kendi yetkisini kırmak amacı güttüğü
nü söyledi. Şunları ekledi: *Anadolu’daki durum şöyledir: Bir
avuç haydut orada erki ele geçirmiştir. Sayılan azdır, ama tam
olarak halkın boğazına ilmiği geçirmişledir ve halkın itaatkar,
korkak ve yoksul olmasından yararlanmaktadırlar. Onlann
gücü, tek kaygılan, kendi çtkarlan olan 16.000 subayın des
teğine dayanır... Ankara önderleri, bu ülkede gerçek çıkarları
olmayan, ülkeyle kan veya başka ilişkileri olmayan kişilerdir.
Mustafa Kemal, kökeni bilinmeyen MakedonyalI bir asidir.
Onun kant Bulgar, Yunan veya Sırp kanı olabilir. Türk olma
yan, Arnavut, Çerkez olan hepsi de birbirlerine benzemektedir.
Onlar arasında tek bir gerçek Türk yoktur. Buna rağmen, ben
ve hükümetim onlann önünde güçsüzüz. Onlann ktskact o ka
154
dar etkindir ki, propaganda vasttasryla bile Türklere ulaşmak
olanakstzdtr; Gerçek Türkler merkeze sadıktır; ama tehdit edi
liyor veya aldatılıyorlar. Bu adamlar bana boyun eğdirmeye
çalışıyorlar ve dıştan Bolşeviklerden yardım sağlamaya uğraşı
yorlar. Bolşevikler şimdi Türk hududuna yaklaşmıştır. Ankara
önderleri onlarla hâlâ entrika çeviriyor. ”
Rumbold, yazısını şöyle sürdürmüştür:
“Ankara önderleri Halifeliği İstanbul’dan kaldırmaya yel
tenirse bunun Avrupa için çok tehlikeli olacağını vurguladı...
Padişah’a İngiltere’nin Londra Konferansı’nda oynadığı iyi (!)
rolden söz ettim. Ona konferansta öne sürülen önerilerin, uzlaş
maya varılmasına olumlu bir zemin hazırlanış olduğunu anlat
tım; yeter ki, iyi niyetli tüm Türkler Padişah’ın önderliği altın
da birleşsin, makul bir banş yapılması fırsatından yararlansın
ve İngiltere’nin eski dostluğunu kazansın; ama aşın eğilimliler
aşın taleplerde direnirse bunun sonucu olarak kararsızlık ve
olaylar çıkmasından kaçınılmayacağını anlattım. Padişah beni
büyük dikkatle dinledi ve bana teşekkür etti...’™
Görüldüğü gibi bir “yobaz yalanı” olan “Atatürk Türk de
ğildirr yalanını, yıllar önce İngilizlere yaltaklanan Padişah Vah
dettin de söylemiş!... Demek ki “hainlik”, Atatürk’e dil uzatan
ların genetik yapısında var...290
Padişah Vahdettin’in, İngiliz temsilcisi Rumbold’la yaptığı
bu görüşmeyi şöyle bir analiz edelim:
1. Vahdettin, İngiliz yetkiliyle rahat konuşabilmek için kendi
tercümanı göndermiş, kapalı kapılar ardında “gizlice” İngi
lizlerle pazarlık etmiştir.
155
2. Mustafa Kemal’in, Londra Konferansına İstanbul Hükü
meti’ni temsil eden Tevfik Paşa’ya gönderdiği “devlet sırları
nı içeren” telgraflarım, işgalci İngiliz temsilcisine göstererek,
düpedüz “ajanlık” yapmıştır. Kendi ülkesinin devlet sırlarını
düşmana veren bir padişaha ne diyeceğiz?
3. Ankara’daki milli hareketin işgalci emperyalistlere karşı de
ğil de kendisine karşı bir hareket olduğunu düşünecek kadar
“bencildir”.
4. Atatürk ve arkadaşlarım “bir avuç haydut” olarak nitelen
dirmiştir.
5. Atatürk ve arkadaşlarının gücünü, halkın “itaatkar”, “kor
kak” ve “yoksul” olmasına bağlamıştır.-Bu gücün kaynağı
nın, “vatanım ve namusunu” korumak isteyenlere verilen
halk desteği olduğunu görememiştir.
6. Atatürk ve arkadaşlarının gücünün sadece 16.000 subaya
dayandığını zannetmiştir.
7. Irkçı ve alçakça bir yaklaşımla, Atatürk ve arkadaşlarının
bu ülkeyle kan bağlarının olmadığını, Atatürk’ün Bulgaı;
Yunan veya Sırp kam taşıyan “MakedonyalI bir asi” olduğu
yalanım söylemiştir.
8. Atatürk ve arkadaşlarım bir avuç haydut diye nitelendirme
sine karşın, kendisinin ve hükümetinin onların karşısında
“güçsüz” olduğunu belirtmiştir.
9. Atatürk ve arkadaşlarının Bolşeviklerden yardım almaları
onu korkutmuştur.
10. Atatürk ve arkadaşlarının Halifeliği İstanbul'dan kaldırma
ya çalıştıklarını ve bunun Avrupa’ya zarar vereceğini belir
terek İngilizlerin yardımını almaya çalışmıştır.
11. İngiliz temsilci de İngiltere’nin Londra Konferansı’nda Tür
kiye için olumlu rol oynadığını ve barışın yakm olduğunu
belirterek düpedüz Padişah’ı kandırmaya çalışmıştır.
12. İngiliz temsilci, “iyi niyetli Türkler Padişah’ın etrafında top
lansın, aşırılar diretirse çatışma kaçınılmaz olur” diyerek,
milli hareketi yok etmek için Padişah’ı kullanmıştın
156
Şimdi soruyorum: “Bu Vahdettin mi Atatürk'ü, Kurtuluş
Savaşı'nı başlatsın diye Anadolu'ya gönderdi? Bu Vahdettin mi
Abüyük vatan dostu?” Gerçi sizin vatanınız İngiltere’yse orasını
bilemem...
157
Vahdettin’in Büyük Taarruz öncesindeki İhanet Planı
Vahdettin, Kurtuluş Savaşı’nın başından sonuna kadar
her fırsatta Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarını Ingilizlere
şikayet ermiş, onları ortadan kaldırmaları için Ingilizleri harekete
geçirmeye çalışmıştır. Vahdettin’in “Atatürk” ve “milli hareket”
düşmanlığı o kadar fazladır ki, Büyük Taarruz’un yaklaştığı o
kritik günlerde, 7 Ağustos 1922’de Ingiltere Yüksek Komiseri
Rumbold’a şunları söyleyebilmiştir:
“MıV/ıVı liderler bir hükümet değildin bir isyancılar ve bir
ihtilalciler topluluğudur. Onlar İttihat Terakkinin canlandın-
alandır. Çeşitli adlar altında - ki bunlann sonuncusu milliyet
çilerdir- kişisel çıkarlan için ülkede egemenliklerini kurmaya
çalıştılar. Masum halkın vatanseverliğini ve iyi niyetini sömür
düler. İnançtan ve politikalan bakımtndan orilar Bolşevik'ten
başka bir şey değildirler. Ben ve hükümetim banş yapmaya ve
bu yolda özverilerde bulunmaya hazırdır... Millicilerin gücü
abartılıyor. Onlann gücü, Yunan'ın Türk arazisini işgal altın-
da tutmasından ve merkezi hükümetin sözünü geçirme olanak-
lanndan yoksun bırakılmasından ileri gelmektedir. Yunan'ın
geri çekilmesi ve boşalan arazinin kısım kısım meşru hükümete
teslim edilmesi Millicileri güçsüz btrakacaktır..." i>n
Tiirk ulusunun kaderini belirleyecek olan Büyük Taarruz’un
başlamasına, tamı tamına 19 gün varken, Padişah Vahdettin, İn-
gilizlere, milli hareketi kötüleyerek, “özverilerde bulunarak” ha-
rış yapmaya hazır olduğunu belirtmiştir. Kurnaz Vahdettin, Ingi
lizlcri kışkırtıp Yunanlılara saldırtarak ele geçirilen toprakların
“merkezi hükıimetc” yani kendisine verilmesini istemiştir.
Atatürk’ün vatanı düşman işgalinden kurtarma hesapları
yaptığı günlerde, yukarıdaki hesapları yapan Padişah Vahdettin c
iie diyeceğiz?
Ingilizlcr, Kurtuluş Savaşı’nın sonlarına doğru milli hare
keti ortadan kaldırmak için Atatürk’ü etkisiz hale getirmeye
¿V/ Noııyrl, «gc, *,1H7; Avcıoftlıı, ogc, *.208,20*4; Mryılun, «KC, «,S5|,
15«
karar vermişlerdir. Atatürk'ü etkisizleştirmek için de Padişah
Vahdettin’i kullanmaya çalışmışlardır.
örneğin, Rumbold, 9 Ocak 1922’de Lord Curzon'a gönder
diği bir yazıda Atatürk'ü etkisizleştirmek için Padişah’a verilecek
rolden şöyle söz etmiştir:
“Bağlaşıklar aralarında birliği sürdürür ve Padişahla bir
antlaşma sunarak onaylatabilirlerse, Padişah'tn Anadolu’ya
başvurarak halkın desteğini sağlaması ve Kemal’i güç bir du
rumda btrakması olanaklıdır."1**'
İngiltere Büyükelçiliği Baştcrcümanı Ryan'ın, 7 Şubat 1922'
de Londra'ya gönderdiği “Atatürk'ü devirme planına" göre, A ta
türk dışardan itilaf Devletleri'nin askeri gücüyle değil, içeriden
saltanatın gücüyle devrilecektir. Bunun için daha makul bir barış
antlaşması yapıp sultana imzalatılacaktır. Bunun üzerine sultan
ınilliyct(ı^er*n bir kısmını kendi yanına çekip otoritesini yeniden
kuracaktır. Arkadan da itilaf Devletleri'nce desteklenecektir. İti
laf Devletleri Türk halkının milli amaçlarına istekli gözüküp Sevr
Aııtlaşmasfnda yapılacak bazı değişiklikleri “tantanayla" ilan
edecekler ve bunları kabul etmeyenlere karşı her türlü tedbiri uy
gulayacaklardır. Böylece Atatürk kendiliğinden etkisizleştirilmiş
olacaktır/94
Yüksek Komiser, Rumbold, 15 Ocak’ta Lord Curzon'a gön
derdiği gizli telgrafta, itilaf Devletleri Sevr Antlaşması’ndan çok
daha iyi bir antlaşmayla, ulusalcılara uzlaşma önerisinde bulu
nurlarsa ve Atatürk bıınıı reddederse, yeni önerilerin Padişah'a
sunulmasını, İtilaf Devletleri'nin desteğiyle padişahın da halkın
yardımına başvurmasını önermiştir.^
Bu sırada Padişah da boş durmamış, yeğeni Prens Sami
aracılığıyla 13 Ocak 1922'de Rumbold'a gizli bir mesaj gön
dererek, “Harekete geçme zamanının geldiğine inandığım
ve Ankara*nın gücüne karşı kendi gücünü kurmak amacıyla
159
İngiltere’nin yardımı konusunda Rumbold’la görüşmeyi dile
diğini” bildirmiştir.29*
Rumbold, 7 Ağustos 1922’de Padişah Vahdettin’le bir gö
rüşme yapmıştır. Görüşmede Vahdettin, Rumbold’a, İngiltere’nin
barışı kendisiyle yapmasını, Yunan işgalindeki toprakların bo
şaltılıp kendisine teslim edilmesini ve Kemalist asileri temizleme
de İngiltere’nin kendisine destek olmasını istemiştir. Vahdettin,
İngiltere’nin daha önce Kavalalı Mehmet Ali Paşa isyanını bas
tırdığını, şimdi de askeri gücünü kullanarak Atatürk’ün isyanını
başarabileceğini söylemiştir.297
160
yıkmak için yararlı bir eleman olacaklarını” belirtmiştir.298 İn-
gilizler, Atatürk’ü devirmek için meclis içi muhalefete ve Enver
Paşa’ya güvenmiştir. İngilizler, özellikle Atatürk’le bazı konular
da görüş ayrılıkları olan Rauf Bey ve Kâzım Karabekir Paşa’dan
yararlanmak istemişlerdir.
İngiliz arşivlerindeki bazı belgeler, İngilizlerin bu planı uy
gulamak için Padişah Vahdettin’den yararlandıklarını göster
mektedir. Rauf Bey’le, Kâzım Karabekir’i kendi yanına çekmek
isteyen Vahdettin, İzzet Paşa aracılığıyla onlarla ilişki kurmuş
tur. 23 Şubat 1922 tarihli İngiliz gizli istihbarat raporuna göre,
Vahdettin, Mahmut Sadık Bey aracılığıyla Kâzım Karabekir’e
önemli bir me^aj göndermiştir. Padişah, Karabekir’e gönderdiği
mesajda özetle, halifelik haklarını korumasını, barış koşullarının
kabul edilmesi için gerekirse şiddet kullanmasını, Atatürk’ü ve
milli hareketi desteklememesini öğütlemiştir.299
Padişah’ın, Atatürk’ü meclis içinden vurmak için attığı bu
haince adım, Ingilizleri heyecanlandırmıştır. Örneğin, İngiltere Dı
şişleri Bakanlığı yetkililerinden Francis Osbom, 28 Şubat 1922’de
gönderdiği yazıda Padişah’ın bu girişimden şöyle söz etmiştir:
“Padişah, Kâzım Karabekir ve Rauf Bey’i, kendisinden
yana çekebilirse belki Anadolu'yu Kemal'den kurtarabilir; ama
hu iki etkili ulusçunun tutumu hakkında pek az bilgimiz vardır.
Bildiğimiz, İkincisinin (Rauf Bey) son günlerde Ankara'daki
Bakanlar Kurulu'ndan çekilmiş ve Mustafa Kemal'le arasının
açılmış olduğudur.” Bu yazıya, Dışişleri Bakanı Lord Curzon da
şunları eklemiştir: “Albay Retvlinson, her ikisinin de Kemal'e
karşıt olduklarını söylüyor.”™0
10 Mart 1922 tarihli İngiliz gizli istihbarat raporuna göre
Karabekir, Padişah’ın isteğine sözlü olarak verdiği yanıtta, “An
kara Hükümeti'nin uygulamakta olduğu ‘aşın siyaseti' yumu
şatmak için elinden geleni yapacağını. . . ” belirtmiştir. Nitekim
298 age, s. 184.
299 Sonyel, age, s.164,165.
300 FO, 371/7882/E 2219: Ingiliz, gizli istihbarat raporu, no: 548, *23.2.1922.
“Padişah ve Kâzım Karabekir Pa$a'\ R.321, İstanbul, 7.2.1922; Sonyel, age,
s. 165,166.
161
kısa süre sonra Karabekir Paşa; Rauf Bey, Refet Paşa, Selahattin
Bey ve ötekilerden oluşan Atatürk karşıtı muhalif grupları des
teklemeye başlamıştır.301 Bunun üzerine İngiltere Dışişleri Bakan
lığı yetkililerinden Francis Osborne, 1 Nisan’da şu değerlendir
meyi yapmıştır: “Bu grup, Kemal’e karşı müthiş bir muhalefet
oluşturacaktır. ”302
İngilizlerin, Padişah Vahdettin’i kullanarak milli hareke
ti bölme planı kısmen sonuç vermiştir. Mayıs 1922’de, Büyük
Taarruz öncesinde Meclis, Atatürk’ün başkomutanlığını bir kez
daha uzatmayı reddetmiştir. En kritik dönemde meclis içi mu
halefet yüzünden ordu başsız bırakılmıştır. Temmuz 1922’de
Rauf Bey, Atatürk’e rağmen Bakanlar Kurulu Başkanı seçilmiş
tir. Atatürk’ün, bakanları aday gösterme yöntemine de son veril
miştir. Ancak Atatürk, böyle bir dönemde orduyu başsız bırak
mayacağını, fakat zaferden sonra köşesine .çekileceğini belirterek
başkomutanlık yetkisini uzattırabilmiştir. “Atatürk’ün, Milli
Mücadeleci birlikte başlattığı arkadaşları ve meclis çoğunluğu,
Büyük Taarruz öncesi günlerde Ingiltere ve Vahdettin’i umutlan
dıran böyle bir aymazlık içindedirler.”303
Şimdi soruyorum: Milli hareketi yok etmek için İngilizlerle
anlaşan ve çok kritik bir dönemde, Atatürk’le silah arkadaşları
nın arasını açmaya çalışan bu Vahdettin’e ne diyeceğiz?
162
Atatürk, Batı kamuoyunu Türk Milli Mücadelesi konusunda
aydınlatmak için Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Bey başkanlığın
daki bir kurulu Londra’ya göndermeye karar vermiştir.305 Yusuf
Kemal Bey Londra’ya gitmeden önce İstanbul’a uğrayıp Padişah’la
da görüşecektir. 23 Şubat 1922’de Padişah Vahdettin’in huzuru
na çıkan Yusuf Kemal Bey’in anlattıklarını dinleyen Padişah, ona
karşılık bile vermemiş, söylediklerini dikkate almamıştır.306 Padi
şah, Ahmet İzzet Paşa ve Tevfik Paşa’nın başkanlığındaki kendi
heyetini Londra’ya göndermeye karar vermiştir.
İngilizlere yalvarıp yakaran Padişah Vahdettin, ajanlarını
harekete geçirerek Yusuf Kemal Bey’in kâtibi Kemal’in evinde
bulunan valizini, kâtibin yokluğunda açtırarak içindeki gizli bel
gelerin fotoğraflarını çektirmiş ve bir mabeyincisiyle süratle İngi
liz Yüksek Komiseri Sir Horace Rumbold’a göndermiştir.307
Padişah Vahdettin’in, ajanına çaldırıp İngilizlere verdiği bel
geler içinde daha çok Atatürk’ün, Türkiye’yi Londra’da temsil
edecek olan Yusuf Kemal Bey’e verdiği gizli talimatlar vardır.
Söz konusu belgelerinin en önemlileri, Batı Cephesi Komutanı
İsmet Paşa’nın Yusuf Kemal Bey’e gönderdiği bir mektup, Yusuf
Kemal Bey kuruluna rehber olması için hazırlanmış yönergeler
ve Asya’daki İslam devletleriyle yapılmış olan antlaşmalardır.308
İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiseri Sir Horace Rumbold,
Vahdettin’in kendisine verdiği bu belgeleri, 7 Mart 1922’de İn
giltere Dışişleri Bakanlığı’na göndermiştir.309
Belgeler, İngiltere Dışişleri Bakanlığı’nı çok sevindirmiş, Ba
kanlık yetkililerinden Francis Osborne bu belgelerle ilgili olarak
14 Mart’ta şu notu yazmıştır:
164
la dolaylı olarak ya da kendisi doğrudan İngilizlerle görüşmüş,
İngilizlerin desteğini alabilmek için çırpınıp durmuş ve sonunda
jn g iliz le rin maşası olmuştur:
Atatürk, bir taraftan işgalci Yunanlılarla ve onları her ba
kımdan destekleyen İngilizlerle mücadele ederken, diğer taraftan
İngilizlerle birlikte milli harekete cephe alan Damat Ferit ve Pa
dişah Vahdettin’le mücadele etmek zorunda kalmıştır. Bu ba
kımdan Atatürk’ün önderliğindeki Türk Milli Mücadelesi, em
peryalizme karşı verilen mücadele anlamında bir “ulusal bağım
sızlık savaşı”, işbirlikçi Damat Ferit hükümederine ve Padişah
Vahdettin’e karşı verilen mücadele anlamında ise bir “ulusal ege
menlik savaşıdır”. Türk devriminin “özgünlüğü” de buradadır.
Dünyadaki diğer devrimler sadece “monarşileri devirmişken”,
Türk devrimi “monarşiyle” birlikte “emperyalizmi” de devir
miştir.
165
Şimdi kısaca Damat Ferit dışındaki diğer İstanbul hükümet
lerinin Kurtuluş Savaşı’na yönelik politikalarına ve Vahdettin’in
bu hükümetlerle olan ilişkisine bakalım.
I. Dünya Savaşı’nın kaybedilmesiyle İttihat ve Terakki
Partisi’nin siyaseti iflas etmiş ve İttihatçı Talat Paşa Hükümeti
istifa etmiştir.
14 Ekim 1918’de Ahmet İzzet Paşa Hükümeti kurulmuştur.
30 Ekim 1918’de İtilaf Devletleri adına İngiltere’yle Mondros
Ateşkes Antlaşması’nı imzalayan Ahmet İzzet Paşa Hükümeti,
Padişah Vahdettin’in istediği kadar “İngilizci” olmadığı için 8
Kasım 1918’de istifa etmek zorunda bırakılmıştır.312
11 Kasım 1918’de, “İttihatçılıktan biraz daha uzak ve
İngilizlere, Saray'a biraz daha yakın Tevfik Paşa Hükümeti
kurulmuştur.”313 13 Kasım 1918 de İstanbul İtilaf Devletleri ta
rafından “fiilen” işgal edilmiştir. Atatürk, “İngilizci” olduğunu
bildiği bu hükümetin güven oyu almaması için çok mücadele et
miş; ama başarılı olamamıştır. Tevfik Paşa, 12 Ocak 1919’da
istifa etmiş, ancak 13 Ocak’ta kabinde de bazı değişiklikler ya
parak ikinci Tevfik Paşa Hükümeti’ni kurmuştur. Çok geçmeden
Tevfik Paşa Hükümeti bir kere daha istifa etmiş, ancak 24 Şubat
1919’da üçüncü Tevfik Paşa Hükümeti kurulmuştur. Bu hükü
metin diğerlerinden farkı, “bunda yalnız İngiliz dostlarının de
ğil, Fransız dostlarının da bulunmasıdır:”314 Üçüncü Tevfik Paşa
Hükümeti de 3 Mart 1919’da istifa etmek zorunda kalmıştır.
Tevfik Paşa’nın yaklaşık dört ay içinde üç kere hükümet
kurması, her seferinde kabineden birilerini çıkarıp, yeni birilerini
dahil etmesi, İtilaf Devletleri’nin, özellikle de İngilizlerin isteğine
uygun bir hükümet kurma kaygısından kaynaklanmıştır. Bu sü
reçte, Padişah’ın doğrudan yönlendirici bir etkisi vardır. Vahdet
tin, politikası gereği hep “daha İngilizci” bir kabine kurulmasını
istemiştir; fakat bu istek Tevfik Paşa döneminde bir türlü tam
olarak gerçekleşmemiştir.
167
İzzet Paşa ve Tevfik Paşa hükümetlerini “geçiş dönemi” hükü
metleri, AJi Rıza Paşa ve Salih Paşa hükümetlerini, “milli harekete
yardımcı” hükümetler ve Damat Ferit Paşa hükümetlerini de “milli
harekete düşman hükümetler” olarak adlandırmak mümkündür.
Vahdettin’in milli hareketi desteklemediğinin en açık kanıt-
larından biri, Kurtuluş Savaşı sırasında tam 5 kere “vatan haini”
İngilizci Damat Ferit’i sadrazamlığa getirmesi ve aylarca iktidar
da tutmasıdır.
Bu apaçık gerçeği görmezlikten gelen Vahdettinciler, çok
kısa bir süre iktidarda kalabilen, Ali Rıza Paşa ve Salih Paşa
hükümetlerinin milli harekete yardım ettiğini belirterek, bu yar
dımları Vahdettin’e mal etmişler ve Vahdettifı’in bu hükümetler
aracılığıyla milli hareketi desteklediğini iddia etmişlerdir.
Şimdi bu “Cumhuriyet tarihi yalanını” deşifre edelim:
Ali Rıza Paşa ve Salih Paşa, evet gerçekten de belli bir oranda
milli hareketle uzlaşmış, milli hareke yardım etmiştir: Özellikle
Ali Rıza Paşa Hükümeti, gizli yollarla Anadolu'ya silah ve adam
kaçırarak, devlet içindeki İngilizci memurları ve bürokratları gö
revden alarak ve Atatürk’ün isteklerini kısmen yerine getirerek
milli harekete bir süre destek olmuştur
Sivas Kongresi sonrasında, Atatürk’ün İstanbul’la bütün
bağlantıyı kesmesinden sonra Padişah Vahdettin, “gerilen orta
mı yumuşatmak” ve “biraz alttan alarak Atatürk’ü ikna etmek”
amacıyla dördüncü Damat Ferit Hükümeti’ni istifa ettirmiş ve
onun yerine daha ılımlı olan, Ali Rıza Paşa Hükümeti’nin kurul
masını sağlamıştır.
Namuslu bir asker olan Ali Rıza Paşa milli harekete kısmen
sıcak bakmaktadır. Ali Rıza Paşa’nın kurduğu kabinede Kuva-
yı Milliye’ye sempati duyan, milli birlikten yana kişiler vardır.
Nitekim, Ali Rıza Paşa Hükümeti Dahiliye Nazırı Mehmet Şe
rif Paşa, bir süredir devam eden olayları üzücü olarak nitele
miş ve Anadolu ile İstanbul arasındaki kopukluğa artık bir son
vermek gerektiğini bildirmiştir/21 Kabinenin bu yapısı Atatürk’ü
322 tradc-i Milliye, 7 Ekim 1919; Tasvir-i Efkar, 8 Ekim 1919; İfham, İstiklal, 8
Ekim 1919.
323 Tansel, C.II, age, s.144.
324 Vakit, İleri, Peyam, 7. Ekim 1 9 1 9 ; İrade-i Milliye, 12 Ekim 1919.
169
Ali Rıza Paşa Hükümeti, son madde dışındaki maddeleri
kabul etmiştir.325 Ali Rıza Paşa Hükümeti’nin Anadolu’yla kur
duğu bu “yakın ilişki” tngilizlerin dikkatini çekmiş ve İngiliz-
ler hükümet üzerindeki baskılarını artırmaya başlamıştır. İtilaf
Devletleri, Anadolu’yla iletişim kurup milli hareketi destekledik
lerini belirledikleri Cemal Paşa ile Cevat Paşa’mn derhal istifa
etmelerini istemişlerdir. Baskılara dayanamayan Ali Rıza Paşa
da Harbiye Nazırı ile Erkan-ı Harbiye Umumiye Reisi’nin çe
kilmelerini uygun görmüştür. Bu gelişmeleri duyan Atatürk, söz
konusu iki bakanın istifa etmemesini, hükümetin direnmesini
istemiştir. Cemal Paşa’ya göreve dönmesini, aksi halde yurt gö
revini yerine getirmemiş olacağını bildirmiştir.326 Ancak paşalar
istifa etmiştir.
Ali Rıza Paşa Hükümeti’nin milli hareketle kurduğu “olum
lu” ilişkiler de pek fazla sürmemiştir. Çünkü Ali Rıza Paşa
Hükümeti de İzmir olaylarından sonra Avrupa kamuoyunun
Türkiye’yi desteklemeye başlamasından büyük ümitlere kapıl
mış ve özellikle İngilizlere güvenmeye başlamıştır. Bu öylesine
bir güvendir ki, İngilizler ekim ayı içinde Tire civarındaki bazı
yerlerin Yunanlılarca işgal edilmesine izin vermelerine rağmen
hükümetin İngilizlere duyduğu güven devam etmiştir. Maale
sef Ali Rıza Paşa Hükümeti de zaman içinde İngilizlerin dümen
suyuna girmiştir, örneğin, Konya’ya İngiliz Muhipler Cemiye
ti İdare Heyeti’nden Suphi Bey’i, Ankara’ya da tecrübesiz Ziya
Paşa’yı atamak istemiştir. Ancak Atatürk ve ulusalcılar bu ata
malara engel olmuştur/27 Ali Rıza Paşa Hükümeti, milli hare
kete karşı gelenlerin ülkeye ve millete düşman olduğunu kabul
etmemiş, “Devletin iç işleri hiçbir zaman ortaklık kabul etmez”
diyerek Heyet-i Temsili’ye meydan okumuş, Salih Paşa’nın
Amasya Görüşmeleri’nde Atatürk’e verdiği sözlerin de hiçbirini
tutmamıştır/28
171
tin, bu hükümeti bir geçiş dönemi hükümeti olarak düşünmüştür.
Ali Rıza Paşa Hükümeti’nin istifa etmesi padişahı rahatlatmıştır.
Zeki Sanhan’ın dediği gibi, “Böylece Padişah, 6 aydır katlan
mak zorunda kaldığı ve ‘hülle' olarak kabul ettiği bu hükümet
ten kurtulmuş; ancak Anadolu’nun ve Meclis-i Mebusan’ın bas
kısı yüzünden Damat Ferit’i başbakan yapamamış, başbakanlığa
Ali Rıza Paşa’ya benzemekte olan Salih Paşa’yı atamıştır.”332
Ali Rıza Paşa Hükümeti’nin milli harekete yardım etmesinin
arkasında “işbirlikçi” Vahdettin değil, “direnişçi” Mustafa Ke
mal Atatürk vardır. Şöyle ki; Ali Rıza Paşa ve Atatürk aslında iki
eski arkadaştır -ve sıkı durun- Atatürk’ün Samsun’a çıkmadan
önce İstanbul’da “gizli kurtuluş planlan” hazırlarken görüşüp
anlaştığı kişilerden biri de Ali Rıza Paşa’dır.
Gelin şimdi Ali Rıza Paşa’nın akrabalarından Avlonyalı Ce
halettin Paşa’ya kulak verelim:
“Mustafa Kemal’i eniştem Ali Rıza Paşa tanıyordu. Hareket
O rdusu’yla onun yanında bulunmuştu. Ali Rıza Paşa, Mahmut
Şevket Paşa’nın kurmay başkanı idi. Balkan H arbi’ne de girmiş
bulunan Ali Rıza Paşa, Mustafa Kemal’i, hareketli, hesaplı bir
subay olarak pek beğenirdi. Bu ilk görüşmemiz gecesinde geç
vakitlere kadar Mustafa Kemal’in sohbetlerine doyamadık. Bize
Çok şeyler söyledi. Çok mühim görüşmelerden bahsetti. Ona
doyamadan ayrıldık. Bu konuşmadan sonra Alı Rıza Paşa’yı
gördüm. Bana gizlice bir haber verdi. ‘Çok mühim söylüyo
rum, lütfen kimseye bahsetmeyin* dedi. ‘Mustafa Kemal Paşa,
Anadolu ya geçiyor’. Şaşırmıştım. ‘Nasıl?’ dedim, ‘bir maksatla
m ı?’ ‘Evet’ dedi. ‘Kendisini tayin ettiriyor; fakat maksadı başka,
orada bir mukavemet (direniş) cephesi hazırlayacak ’. Doğrusu o
gün Mustafa Kemalin, büyük devletlere karşı böyle bir mukave
met kurabileceğine kimse inanmazdı. ”333
Açıkça görüldüğü gibi Ali Rıza Paşa, Atatürk’ün milli hare
keti başlatacağından haberdardır. Yani Atatürk’ün, Anadolu’ya
172
geçmeden önce “kader birliği ettiği” kişilerden biridir Ali Rıza
Paşa. Hatta öyle ki, Fevzi Paşa’nın anılarına göre Atatürk, işgal
İstanbul’unda kurtuluş çareleri aradığı günlerde bir ara, Ali Rıza
Paşa’nın sadrazamlığında kurulacak bir kabinede Harbiye Nazı
rı olmayı bile düşünmüştür.334
Atatürk, Ali Rıza Paşa Hükümeti’ni, kuruluşundan itibaren
adeta “telgraf yağmuruna” tutmuş ve kabindeki ulusalcılardan
yararlanarak milli hareketi güçlendirmeye çalışmıştır. Nutuk’ta
bu konuda çok sayıda belge vardır.335 Ancak Vahdettin’in Ali
Rıza Paşa Hükümeti’ni, milli hareketi desteklemeye teşvik ettiği
ne ilişkin tekbir belge yoktur.
8 M art 1920’de Salih Paşa Hükümeti kurulmuştur. Ali
Rıza Paşa Hükümeti’nde de görev almış olan Salih Paşa, İtilaf
Devletleri’nin Ali Rıza Paşa’ya yaptırmak istedikleri şeyleri ken
disine de yaptırmak isteyeceklerini tahmin ettiğinden görevi ka
bul etmek istememiştir. Salih Paşa, Atatürk’le ve milli hareketle
karşı karşıya gelmek istememiştir. Yakup Kadri’nin anlattıkları
na göre sadrazamlığı kabul ederken çocuklar gibi ağlamıştır.
Salih Paşa Hükümeti döneminde 16 Mart 1920’de İstanbul
resmen işgal edilmiş, Meclis-i Mebusan dağıtılmış, bazı milletve
killeri tutuklanarak M alta’ya sürgün edilmiştir.336
Salih Paşa Hükümeti, bir yazıyla işgali protesto etmiştir. Ya
zıda, işgali gerektirecek bir durum olmadığı, Anadolu’daki olay
ların Aydın ilinin haksız yere Yunanlılarca işgal edilmesinden,
Yunanlıların ve yerli Rumların Müslümanlara zülüm yapmasın
dan, büyük bir Ermenistan’la, Karadeniz’de bağımsız bir Rum
devletinin kurulmak istenmesinden ileri geldiğini belirtilmiştir.
İngilizler, Salih Paşa Hükümeti’nden de rahatsız olmaya
başlamışlardır. İngiliz Yüksek Komiserliği, hükümetten “Musta
fa Kemal'in ve milli hareketin öteki liderlerinin tantnmamast-
nt ve milli hareketin kınanmasını” istemiştir. Ancak bu isteğin
üzerinden on gün geçmesine rağmen Salih Paşa Hükümeti, İngi-
174
Vahdettin, milli hareketi destekleme konusunda eğer biraz
samimi olsaydı, milli hareketle uzlaşma noktasına gelen Ali Rıza
Paşa ve Salih Paşa hükümetlerine destek olur, bu hükümetler
üzerindeki İngiliz baskısını azaltmaya çalışırdı; ancak o ne yap
tı, bu hükümetlerin devrilmelerine göz yumarak yeniden İngiliz
yanlısı ve milli hareket karşıtı Damat Ferit’i göreve getirdi; hem
de Kurtuluş Savaşı’nın en kritik döneminde bunu yaptı. Vatanse
verlerle değil vatan hainleriyle ortaklık kurdu.
341 Ingilizler, İzmir'in Yunanlılarca işgal edilmesinden bir gün önce Osman-
lı D cvleti’ne verdikleri bir notada işgale karşı gelinmemesini istemişler, İşgal
günü dc İzmir postanesini basarak, işgal haberinin Anadolu’da duyulmasına
engel olmak istemişlerdir.
175
tabakaları, mendilleri alınmış; bir kısmı öldürülmüş, bir kısmı
da esir edilmiştir.342 Bu arada Ali Nadir Paşa tokatlanmış, “Zito
Venizelos...” demeye zorlanan ama bunu reddeden Albay Sü
leyman Ferit Bey ve Yunana direnç gösteren kolordu başhekimi
Yarbay Şükrü Bey şehit edilmişlerdir.343
Kışladan gemilere gidinceye kadar 9 subay şehit edilmiş, 21
subay yaralanmış, 27 subay ise kaybolmuştur.344
Hükümet konağındaki memurlarla kışladaki subay ve ereler
rıhtımdaki Yuhan gemilerine doğru sürüklenmiş, rıhtımda, İngi
liz ve Fransızların önünde Türkler katledilmiş ve cesetleri denize
atılmıştır. 345
Türkler in rıhtımda korkunç bir şekilde . katledilmelerini
gemilerinden seyreden bazı İngiliz ve Amerikalı denizciler bu
vahşete daha fazla dayanamayarak denize atlayıp Türklerin yar
dımına koşmak istemişlerdir. Fakat komutanları buna izin ver
meyerek gemilerin şehre bakan taraflarına tente çekmişler ve bu
korkunç vahşeti askerlerden saklamaya çalışmışlardır.346
İzmir limanında demirli bir gemiden kıyıda olup bitenleri
seyreden bir İngiliz deniz subayı, bir ara rıhtımda “su” diye in
leyen yaralı bir Türk erinin üzerine çömelen bir Rum kadının
askerin ağzına işediğini görmüştür.347
İzmir’in işgalinden sadece birkaç gün sonra tutuklananların
sayısı 2500 kişiye yükselmiştir. Tutuklananlar arasında, 14 yaşın
dan küçük çocuklar, öğretmenler ve öğrenciler de vardır. Tutuktu
lar Patris vapurundaki hayvan ambarlarına hapsedilmişlerdir.348
Kışla ve rıhtımdaki kanlı olaylardan sonra azgın Yunan asker
leri şehre saldırmış, evlere girip 1000’den fazla Türk ticarethanesini
yağmalamıştır. Yunanlılar, karşılarına çıkan herkesi, kadın ç o c u k
176
demeden, katletmişlerdir. Ziraat Bankası’na sığınmış olan kadın
ve çocuklar banka merdivenlerinde vahşice katledilmiştir. 149
İki gün sonunda İzmir’de öldürülenlerin sayısı 2000’i geç
miştir.350 Öldürülenlerin çoğunun ayağına ve boynuna demir ta
kılarak sürüklenip denize atılmıştır. 351
Yunan vahşeti ve zulmü bitmek bilmemiştir. Sokakta ve ev
lerde Türk kadınlarına saldırılmış, peçeleri, çarşafları yırtılmış,
kocalarının önünde kadınlara tecavüz edilmiştir. 352
Yunanlılar İzmir’in işgaliyle yetinmemiş, Anadolu içlerine
doğru ilerlemişlerdir. 16 Mayıs ile 12 Haziran arasında Urla,
Çeşme, Torbalı, Menemen, Manisa, Bayındır, Selçuk, Aydın, Ay
valık, Tire, Kasaba, Ödemiş, Nazilli, Akhisar ve Bergama işgal
edilmiştir.
Yunanlılar İzmir’deki vahşeti, işgal ettikleri bütün bu şehir
lerde de sergilemişlerdir. Örneğin 17 Haziran’da Menemen’de de
büyük bir katliam yapmışlardır. 353
Yunanlılar, Manisa’da “zehirli gaz” kullanmaya kalkmışlar
dır. 14. Kolordu Komutanlığinın Harbiye Nezareti’ne gönder
diği bir yazıda, Yunanlıların Manisa’ya gaz mermileri getirdiği,
buna karşı kullanılacak gaz maskelerinin kontrolü için bir suba
yın gönderilmesi istenmiştir.354
Yunanlıların İzmir’in işgali sırasında yaptıklarını, ünlü ta
rihçi Toynbee de “katliam” olarak adlandırmıştır: “Î5 Mayts
1919'da, yıkıcı bir kuvvet Batı Anadolu'ya bir anda bir volkan
şiddetiyle saldırmıştı. Dünya Savaşı'nın sona erişinden altı ay
sonra sivil halk ve silahsız Türk askerleri İzmir sokaklartnda
katledilmişti. İzm ir’in köyleri de tahrip edilmiş ve kan deryası
haline sokulmuştu. ”3SS
177
, i/nnl htunhul
VAVI NI
R IH I
HARBİ
GAZETESİ
M A /tB L A Y A N
ÖMER SAMİ COŞAR L. -a . » *
W B®S
W IK İLK KURŞUNU
İzmir'de VE IlK ŞEHİDİMİZ
katliam
Y u n a n İ ş g a l k u v v e t l e r i t a a t 8 . 4 0 'd a k a r a y a
çık tı, M e tro p o lit t a r a f ın d a n tak d lt edildi.
Şehirdeki t e c a v ü z v e y a ğ m a n ın b i r t ü r l ü
tonu g e l m i y o r . Ç o k t a y ıd a ş e h it v e r d ik
UMM H
mnaO
i■ *'t*t • »(*«»•* *mt HcjrVnM yUdiMra* r»
afli
e r•VA
l»|ıwıh< R*M*
'T .rc*. , MrUhııtnu yat ks
un«» |fWU/U| kukunm fmn lt Ruml*<tl*n V. h»ll*
M«».»».m •»<»•« *»«>y«lı« llniTi t •»tınl»ııml»ıı »mı .On
MIMM Yf» «HM* »um *■>>«4lım* 4a.b*hw<yt« rf»
»W
Um İM »««gı Ein «Ul.«y »oh» <*¿11 »t
Ç^pnM tutunun h*»w«tı K'fta M ntUy yıu«t*«dı Hu
Hv* tu«*ı4.w •» .».»V «m« >W
İ* n «ıtmy 4* MyfeıMu
mıtjgi m u U M«im « » i **• *«sM. tu* Um «İn
:r:.M>«tu>4»ı »uktı •'•nun »min« lllUlı «ı**Jl
______ ______ Mfcuıll »yu»« »»tiHfcl *(*•
ly'**!' ır.te.ln'lan
ş^nvtmaVtaMtnV N t« W>
»k.<l. «M ııuvM« *•*<>•*• ba|W> »• t«k fWhnM »MI 4lumt*r«ı
•kı Vun»n Mim *ı Kul»« Mwttiui* «Mu»* l»tta,|ık%»l tUık «.«vb«» ut
»•* «••»« M.t. « ..I.,. k.r*. . mm MM»«. »r.v»un y.,...k
t* m «.«Mtata •— “-- ‘---■-
I7H
, flvnlhl.w,tıuf
VAVI NI
179
İzmir’in işgali sırasındaki ve sonrasındaki bu Yunan “vahşe
tinin” sorumlularından biri de tartışmasız Padişah Vahdettin’dir.
önceleri İzmir’in Yunanlılarca işgal edilmeyeceğini düşünen,
daha sonra, İzmir’in işgal edileceğine ilişkin güçlü işaretlere kar
şın herhangi bir önlem almayan ve son olarak da İzmir’i İngi-
lizler işgal ederse bölgede İngilizlere karşı herhangi bir direniş
meydana gelmesin diye direnişe geçebilecek asker ve sivil yet
kileri görevden alan Padişah Vahdettin, Yunan vahşetine zemin
hazırlamıştır. Onun aymazlığı, İngilizciliği ve korkaklığı yüzün
den iki gün içinde 2000’den fazla Türk Yunanlılarca katledilmiş,
kadınların ırzına geçilmiş ve dahası İzmir’de hiçbir direnişle kar
şılaşmayan Yunan ordusu büyük bir cesaretle Anadolu içlerine
kadar girmiştir.
* *
180
İzmir'in işgal edileceği söylentilerinin artması üzerine Nuret
tin Paşa, bölgenin önde gelen din adamları ve ilçelerden katılan
delegelerle 17 Mart 1919’da İzmir’de bir kongre toplamıştır.358
Kongre kâtipliğini yapan Cami Bey, Wilson ilkeleri gereği
İzmir’in işgal edilemeyeceğini; ancak İzmir işgal edilecek olursa
Türk milletinin bunu kabul etmeyerek her çareye başvuracağını
belirtmiştir. Kongrede Redd-i İlhak Cemiyetinin kurulmasına
karar verilmiştir. Ayrıca kongreye katılan Denizli Müftüsü Ah
met Hulusi Efendi, Nurettin Paşa’nın Denizli'ye gelerek oradaki
kuvvetin başına geçmesini istemiştir.
Nurettin Paşa, 31 Ekim 1918'de İzmir’e galip devletlerinin
bayraklarının çekilmesi üzerine yayınladığı bildiride bu tür dav
ranışları eleştirmiş ve bu durumun tekrar etmesi halinde müda
hale edeceğini bildirmiştir. Ayrıca, gazetelere verdiği demeçlerde,
“Eğer Yunanlılar İzmir'e çıkacak olursa oluk gibi kan döküle
cektir'’ demiştir.359
Nurettin Paşa’nın bu “ulusalcı” çalışmaları bölgedeki yerli
Rumların tepkisini çekmiştir. Nurettin Paşa'yı bölgeden uzaklaş
tırmak isteyen Rumlarla Yunanlılar, Paşa'nın İzmir'deki Rumları
katledeceğine yönelik “sahte belgeler” düzenleyerek Paris Barış
Konferansı’na başvurmuşlardır. Yerli Rumları isyana teşvik eden
İzmir Metropoliti Chrysostomos da Nurettin Paşa'dan çok ra
hatsız olmuştur. Metropolit, Nurettin Paşa “İzmir vali vekili ve
kolordu komutam” kaldığı sürece amaca ulaşılamayacağını çok
iyi tahmin ettiğinden İtilaf Devletlerine başvurarak Paşa’nın
biran önce görevden alınmasını istemiştir. Bunun üzerine İtilaf
Devletleri, Nurettin Paşa’nın bölgeden alınması konusunda İs
tanbul Hükümeti’ni ve Padişah Vahdettin’i sıkıştırmaya başla
mışlardır.
İngilizci Damat Ferit Hükümetinin kurulmasıyla İzmir’de
Nurettin Paşa’nın oluşturduğu direnişi kırmak için uygun ortam
doğmuştur. İngilizlerin bir dediğini iki etmeyen Damat Ferit ve
Padişah Vahdettin, hemen harekete geçerek Nurettin Paşa'yı
358 Celal Bay ar. Ben de Yazım, C .6, İstanbul, 1965, s. 1630
359 Tansel, age, s. 172.
181
görevden almışlar ve yerine Aydın valiliğine, Sina Akşin’in de
yimiyle, “Sarayın ve İngilizlerin aleti olm ak dışında bir niteliği
bulunmayan” İzzet Bey’i atamışlardır.360
İngilizci İzzet Bey, bir an önce Nurettin Paşa’nın İzmir’den
uzaklaştırılmasını istemiştir.
Nurettin Paşa’dan boşalan 17. Kolordu Komutanlığına da
emekli mirliva Ali Nadir Paşa getirilmiştir.361
Vali İzzet Bey, İzmir’deki Müdafaa-i Hukuk örgütlenmesine
darbe vurmuş ve açıkça teslimiyetçi bir politika izlemiştir. Aym
İzzet Bey, İzmir işgal edildiğinde canını kurtarmak için İngiliz el
çiliğine sığınmıştır. Göreve iadesini ve kendisine yardımcı olmak
üzere de iki Yunan subayının atanmasını istemiştir. Bu istekleri
kabul edilince İzzet Bey şu demeci vermiştir:
“Bazı kötü niyetliler, İzmir’in Yunânltlaf tarafından işga[
edileceği söylentisi çtkarmtşlardtr! Tekzip o l u n u r 362
Ulusalcı Nurettin Paşa’nın apar topar görevlerinden alın
ması ve onun yerine İngilizci İzzet Bey’in ve emekli Ali Nadir
Paşa’nın atanması, İzmir’e yönelik muhtemel bir işgal karşısında
bölgeyi tamamen savunmasız bırakacak bir harekettir.363
Peki ama Padişah Vahdettin ve Damat Ferit Hükümeti ne
den böyle bir “teslimiyetçiliğe” gitmiştir? Bu, korkaklık, hatta
düpedüz “hainlik” değil midir?
Sina Akşın bu durumu şöyle açıklamıştır: “A kla gelen varsa-
yım şudur ki; hem bir İtalyan işgalini ön lem ek , hem de Rumların
asayişsizliğine son vermek üzere İngilizlerin ya da bunlarla birlik
te Fransızların bir işgali gerekli görülmüştür. Bunun için de b ö y le
bir işgale karşı koym ayacak , tersine bunu kolaylaştıracak kimse
lerin İzmir'de sorumlu mevkilere getirilmesi düşünülmüştür.”*«
İngiliz belgeleri, Akşin’i doğrulamaktadır. Bu belgelerden
anlaşıldığına göre, İzmir ve civarında Rumların çıkartacakları
182
olayların, Paris Barış Konferansı üzerinde olumsuz etkiler ya
pacağını düşünen Padişah Vahdettin ve Başbakan Damat Ferit,
bölgede asayişi sağlayacağı düşüncesiyle İngiliz işgalini arzu
etmişlerdir.365 Ve bu işgale karşı gelmeyecek kişileri İzmir’de gö
reve getirmişlerdir.
Ali Nadir Paşa ve İzzet Bey, İzmir’in işgal edileceğini önceden
öğrenmişler ve Harbiye Nezareti’nin görüşünü sormuşlardır.366
Fakat Harbiye Nazın Şakir Paşa bu konu üzerinde durmayarak,
“Bu gibi söylentilere önem vermeyiniz/” demekle yetinmiştir.
Başbakan Damat Ferit ve dolayısıyla Padişah Vahdettin,
İzmir’in işgal edileceğini 14 Kasım 1918’de resmen haber alma
larına karşın hiçbir şey yapmamışlardır.
17. Kolordu Komutanı, İngiliz İşgal Kuvvetleri Komuta
nı Amiral Câlthorpe’den bir nota aldığını, bu notaya göre 14
Kasım 1919‘da saat 12’de İzmir’in işgal edileceğini hükümete
bildirmiştir.367 Ancak hükümet, “İzmir işgal edilecek” diyen ko
lordu komutanına hiçbir yanıt vermemiştir. İstanbul’dan cevap
alamayan Ali Nadir Paşa, telgrafhaneye giderek doğrudan Har
biye Nazırı Şakir Paşa’yla görüşmüştür. Şakir Paşa, hükümetin
bu konuda herhangi bir adım atmayı düşünmediğini ve Mondros
Ateşkes Antlaşmasinm hükümleri gereği işgale karşı gelinmeme
sini belirtmiştir.368 Bunun üzerine Ali Nadir Paşa, 14 Mayıs’ta
İzmir çevresindeki askeri birliklere, Mondros’un 7. maddesine
uyularak İzmir ve civarının İtilaf Devletleri’nce işgal edileceğini,
öğleden sonra yapılacak olan bu işgale karşı konulmaması ve
bütün ağır silahların işgalcilere teslim edilmesi yönünde bir emir
vermiştir.369
İstanbul Hükümeti’nin, “İşgale karşt ses çıkarmayın/”
emri doğrultusunda hareket eden Ali Nadir Paşa, İzmir’in bir
süre sonra Yunanlılara bırakılacağını haber aldığını da hükü
365 age, s ’2 5 5 ,2 5 6 .
366 Tarih Vesikaları Dergisi, S.37, belge, 894.
367 Harp Tarihi Vesikaları Dergisi, S.37, belge, 894.
368 Türk İstiklal H arbi, C.II, s.48.
369 Mehmet Arif, Anadolu İnkılabı, 191 9 -1 9 2 3 , İstanbul, 1340, s. 14; Tansel, age,
s. 182.
183
mete bildirmiştir.370 Fakat, “İzmir Yunanlılara bırakılacak!”
haberine de ne hükümet ne de Padişah tatmin edici bir cevap
vermemiştir.’71
Aslında hükümet ve Padişah İzmir’in işgal edileceğini çok
önceden haber almışlardır.
Müdafaa-i Hııkıık Cemiyetleri, daha Mart 1919’da Padişah
Vahdettin’i İzmir olayları konusunda uyarmışlar, açıkça padişa
ha İzmir’in Yunanlılarca işgal edileceğini bildirmişlerdir. Hatta
Müdafaa-i Hukukçular, 17 Mart 1919’da bir kongre düzenle
mişler, İtilaf Devletleri’ne verilecek bir muhtıra kabul etmişler ve
Padişah Vahdettin’e bir heyet göndermişlerdir. Vahdettin, huzu
runa kabul ettiği bu heyete, “İlk fırsatta İzmir’e geleceğini vaat
etmiş” fakat sözünü tutmayarak İzmir’e Şehzade Abdurrahim
Efendi’nin başkanlığında bir “nasihat heyeti” göndermiştir.372
Damat Ferit Paşa İstanbul’daki üç yüksek komisere 23 Ni
san 1919’da bir nota vererek, “Yunanistan'ın İzmir kıyılarına
çıkm ak üzere 25 bin kişilik bir orduyu haztr bulundurduğu"
haberini vermiştir.373
“Bütün bunlar gösteriyordu ki, İS Mayıs öncesi İzmir'deki
Müdafaa-i Milliyecilerden İstanbul'daki sorumlulara , Yunan-
Ulardan büyük devletlerin hepsine varıncaya kadar herkes,
Yunanistan'ın İzmir'e asker çıkarm ak üzere olduğunu biliyordu.
İzmir'e 15 Mayıs öncesi gelen ABD , İngiliz, Fransız, İtalyan ve
Yunan donanmalarına ait çeşitli savaş gemilerinin sayıca artışı,
yeni olayların öncesinde bulunulduğunu gösteriyordu. ” 374
İzmir’in Yunanlılar tarafından işgal edilmeyeceğini düşünen
Padişah Vahdettin, işgali duyduğunda çok şaşırmıştır! Padişah
çok da üzgündür! Ancak üzüntüsünün temel nedeni İzmir’in
işgali değil, İngiliz İşgal Kuvvetleri komutanlarından Amiral
184
VCtebb in bir gün önce verdiği notadır.,7S Bu notaya göre İzmir’in
İngilizlerce işgal edileceği bildirildiği halde ertesi gün işgal Yu-
nanlılarca gerçekleştirilmiştir. Padişahı üzen, işgalin İngilizlerce
¿eğil, Yunanlılarca gerçekleştirilmiş olmasıdır.
Damat Ferit Hükümeti ve Padişah Vahdettin, İzmir’in işgali
karşısında değil -çünkü İzmir in işgal edileceğini günler önce
sinden biliyorlardı- ama İzmir’in Yunanlılarca işgali karşısında
adeta “şok” olmuşlardı! Bu şokun etkisiyle şaşkınlık içinde top
lanan Osmanlı Bakanlar Kurulu, bir nota hazırlayarak Amiral
V^ebb’e sunmuştur. 14 Mayıs 1919 tarihli ve 1413 numaralı no
tadaki ifadeler, hükümetin ve padişahın “acizliğini” gözler önü
ne sermektedir:
“Paris Konferansında, İzmir'in İtilaf Devletleri askerleri
tarafın d an işgal edileceği ve işgalin, Mondros'un 7. maddesine
dayanılarak yapılacağı bildirilmişti. Halbuki alınan haberler
den, işg^t tarzının değiştirildiği ve Yunan askerinin İzmir'e gir
diği anlaşılmaktadır" denilmiştir. Notada ayrıca, İzmir’in işgali
için bir neden olmadığı, nüfusunun çoğu Türk olan bu bölgenin
Yunanlılara bırakılamayacağı bildirilmiştir.'7f>
İzmir’in işgalinden üç gün sonra, 18 Mayıs 1919’da
Balıkesir’de Redd-i İlhak Cemiyeti adına işgali protesto etmek
için 41 kişilik bir heyet seçilerek halkı bilinçlendirmek amacıyla
değişik yerlere gönderilmiştir.*77 İstanbul’a gönderilen heyet, Da
mat Ferit Paşa’yla görüşmüş, fakat bu görüşmeden hiçbir sonuç
alamamıştır.'™
Padişah Vahdettin önce İzmir’in işgal edilmeyeceğini düşün
müştür. Daha sonra İzmir’in İtalya tarafından işgal edilebileceği
ni zannetmiştir; fakat, Damat Ferit’i iktidara getirip İngilizci po-
185
litikalara ağırlık vermeye başlayınca İzmir işgal edilecek olursa,
işgalin İngilizler tarafından gerçekleştirileceğine inanmıştır.
Padişah Vahdettin’in, İzmir’in işgal edileceğini anladığında
uyguladığı temel iki politika vardır. Birincisi, İzmir’deki ayrılıkçı
Rumlarla Türklerin aralarını bulmak için İzmir’e “nasihat heyet
leri” göndermiştir. İkincisi, İzmir’deki Nurettin Paşa gibi direniş
yanlılarını görevden almıştır.
Padişah Vahdettin’in, İzmir’in işgaline karşı ne bir “direniş
düşüncesi” ne de bir “direniş planı” vardır. Tam tersine Padişah
“direnişten yana” asker ve sivilleri görevden alıp yerlerine “tesli
miyetçi” asker ve siviller atayarak işgale davetiye çıkarmıştır.
İzmir’in kanlı bir şekilde işgal edilmesine Türk ulusu büyük
bir tepki göstermiş, hükümet ve saray telgraf yağmuruna tutul
muştur. Padişahın bu büyük tepkiye verdiği tek karşılık, İzmir’in
işgalini görüşmek üzere Saltanat Şurası’nı toplamak olmuştur.
“Alın size büyük vatan dostu Sultan Vahdettin!...”
MİİRKkusi
DARÜLFÜNUN'DA DÜN
HEYECANLI BİR TOPLANTI YAPILDI
KA N DÖKEREK
ÖLMEK Gençlm. sükunet tavsiye eden
hocdlitıını pfOtCSl.' ı:»i
tlNİtltt Mİ
Fatih'te bugün
büyük miting var
187
İstanbulluların katıldığı ilk miting 19 Mayıs 1919’da dü
zenlenen Fatih mitingidir. Yaklaşık olarak 75 bin İstanbul^
nun katıldığı bu mitingde, “İzmir Yunan*a verilemez!”, “İzm"
Türk’tür, Türk kalacaktır!” gibi sloganlar atılmıştır. İlk konuş
mayı ünlü romancı Halide Edip Hanım yapmıştır. Halide Ed
coşkulu konuşmasının bir yerinde şunları söylemiştir:
“ Türk ¡er! Vatandaşlar! Biitiin, insanların y aratıcısı büyi^
Allah'ım ız şah it olsun k i, bu inancım ız bizi h erh an g i b ir topUn
güllesin e, herhan gi bir zulm ün a teşin e k arşı g ö tü re c ek kadar
kuvvetli ve ateşlidir. İşte biz bütün bu n lara d a y a n a r a k hakkım ı
zı kurtaracağım ızdan em in im . .. Yaşasın m illetim iz! ”
Halide Edip’ten sonra İstanbul Darülfünunu Hukuk Fakül
tesi Devletler Hukuku Öğretim Üyesi Selahattin Bey işgalleri
devletler hukuku bakımından değerlendirmiştir.381
189
21 Mayıs 1919’da İstanbul Darülfünunu’nda işgal karşıtı
ikinci toplantı yapılmıştır. Bu toplantıda yapılan konuşmalarda
işgallerin kabul edilemeyeceği ve işgallere karşı sonuna kadar di-
renilmesi kararlaştırılmıştır.
22 Mayıs 1919’da yaklaşık 30 bin kişinin katılımıyla Kadı
köy mitingi düzenlenmiştir. O mitingde de vatansever Türk ka
dınlan kürsüye fırlayıp işgali kınayan ateşli konuşmalar yapmış
tır. Örneğin o sırada bir Darülfünun öğrencisi olan Münevver
Saime Hanım, büyük bir heyecanla sürdürdüğü konuşmasının
bir yerinde şunları söylemiştir:
“ Yarab! Ben kardaşlanma değil ilk önce sana sesleniyorum.
Vatanın felaketi karşısında bir genç kızın feryadını dinle. Bu
ağlayan anneler şehitlerin annesi. Bu boynu bükük genç kadın
lar, fedakârların genç zevcesi. Şu hıçkıran yavrular askerlerin
yetimleri değil mif Böyle necip bir kavme gözyaşı döktürmekte
hikmet ne? Galipler size hitap ediyorum: Eğer bu mücadelele
riniz insanları mutlu etmek içinse, biz de insanız. Geleceğin
ne olacağını sorabilmek için geçmiş zamanlan göz önüne ge
tirmek lazımdır. Ey tarihlerinin kara günlerini yaşayanlar size
hitap ediyorum. Milletler için kara günler olabilir; fakat artık
yok olmak yoktur! Bu millet yok edilemez! Tarihin sayfasına
kendini yazdıranlar var olmak şerefine mazhar olmuş demek
tir. Milletler için de öldükten sonra dirilme var. İşte Lehistan...
Milletimizin yok edilebileceğine inanlar aldanacak. Heyecan-
lanmız, kanlanmtz söndürülse bile göğsümüzde milliyetten ya
pılmış bir kalp var ki, onda bir yabancının, bir düşmanın ne
ihtiras ne korkusu yaşar. Onlann semalannı kaplayacak ancak
bağımsızlık havasıdır. ”
“Ben kendi bağımsızlığı gasp edilmiş bir milletin kızı ola
rak bağımsızlığıma nasıl yürüyeceğimi söyleyeceğim. Bu beya
natım, kollanmızı bağlamak isteyenler için dikkate şayan ol
malı:”
“Oğlum bana, ‘Ben neyimV diye ilk sorduğu günü ona se
malardan haykıran bir melek gibi, ‘Büyük tarihli bir Türk'sünV
diye hitap edeceğim. Bu nida, bu hayırlı ses onun ruhunda ne
190
f ı r t ı n a l a r hazırlar. Ninnisini söylerken bu günleri yanık sesle
191
23 MAYIS 1919 CUMA fc 9
HAZIRLAYAN
ÖMER SAMİ COŞAR
YEMİN ETTİ
H 5H K S _
£ ? « £ I;
ğ g g |
193
Görüldüğü gibi İzmir’in işgalinden hemen sonra vatansever
Türk aydınları, bağımsızlık için mitingler düzenlemiş, gerekirse
ölünceye kadar mücadele edilmesine yönelik coşkulu konuşma
lar yapmıştır. Türk halkı da bu miting meydanlarını doldurarak
bağımsızlık için mücadele etmeye kararlı olduğunu göstermiştir.
Ancak bu bağımsızlık mitingleri, direniş karşıtı Başbakan Damat
Ferit’in ve Padişah Vahdettin’in tepkisini çekmiştir. Damat Ferit
Hükümeti, İngilizlerin isteği üzerine 25 Mayıs 1919’da aldığı bir
kararla Beyazıt ve Beşiktaş meydanlarında miting düzenlenmesi
ni yasaklamıştır.389 İngiliz Amirali Calthorpe, 31 Mayıs 1919’da
Sadrazam Damat Ferit’e gönderdiği bir notayla İstanbul çevresin
de işgal karşıtı mitinglerin tamamen yasaklanmasını istemiştir.
İzmir’in işgali sonrasında bağımsızlık için yüz binleri, miting
meydanlarına toplayan vatansever Türk aydınları, çok iyi niyet
le, Padişah Vahdettin’i de halkla birlikte olmaya, bağımsızlık
için halka önderlik etmeye çağırmışlardır. Örneğin, Fatih mitin
gi sonrasında Hukuk Profesörü Selahattin Bey’in teklifi üzerine,
“Milli hakların korunması dileğiyle” Padişah’a bir heyet gönde
rilmesi kararlaştırılmıştır. Bu amaçla Halide Edip ve iki öğrenci
Vahdettin’i ziyarete gitmiş; fakat Padişah rahatsız olduğunu be
lirterek bu heyetle görüşmek istememiştir.390
27 Mayıs 1919’da İstanbul Darülfünunu’nda gerçekleştiri
len ikinci işgali kınama toplantısında alınan kararların Padişah
Vahdettin’e duyurulması konusunda fikir birliğine varılmıştır.391
Ancak Padişah bu kararları ciddiye almamıştır.
Padişah Vahdettin, Sultanahmet mitingi hakkında kendisine
bilgi vermek için gelen heyete, “Ağztmtzt açalım, bağtraltm, se
simizi yükseltelim, hakktmtzt isteyelim, fakat elimizi kaldırma
yalım” demekle yetinmiştir.392
İstanbul Darülfünun’u öğretim üyelerinden Ahmet Selahat
tin Bey, İstanbul Darülfünun’u öğrencilerinden Sabahat Hanım
194
ve Münevver Saime Hanım, ünlü romancılardan Halide Edip
(Adıvar) Hanım, ünlü şairlerden Mehmet Emin (Yurdakul) ve
daha birçok vatansever kadın-erkek, ölümü bile göze alarak iş
gallere karşı sesini yükseltirken, maalesef Osmanlı Padişahı Vah
dettin “gözleri yarı kapalı” Yıldız Sarayfnm büyük salonunda
bütün bu “bağımsızlık çığlıklarını” duymazlıktan gelmiştir.
I.VhıhllilMltiU41I L U l * i R H l
|4 Hazırın 1919 Ç<rşanbaNo:19
İSTİKLAL
“ M İTİN G LER
HARBÎ
G A Z E T E S İ M EN BM LHM EZ!
Samsun’dan İstanbul'a silik ve mukimm**
sevkiyatının durdurulduğu öğrenildi
Denizli’de 9 uncu Ordu Müfettişi: "Milli
pöfiüllü tezahüratı men ve tovkH tçin
nefsimde ve hiç k'msede kınb«t
müfrezesi ve takat göraniyonım. diyor
kuruldu
195
cesaret gösterememiştir. Vatan elden giderken bu cesur Türk ka
dınları miting meydanlarında halka bağımsızlık çağrısı yaparken
Vahdettin, sarayında “acizlik” ve “korkaklık” içinde İngilizler-
den merhamet dilenmiştir.
196
tehlikeli görünüyor. Siz mahzur durumda olduğunuz için imza
etmeye mecburiyetiniz de yoktur. ”
Bu sözlere sinirlenen Vahdettin, birden ayağa kalkarak so
ğuk bir ses tonuyla şöyle demiştir:
wBir millet var koyun sürüsü... Bir çoban lazım, o da be
n im r
Bunlar Vahdettin’in heyete söylediği son sözlerdir. Heyet sa
raydan çıkarken Vehbi Hoca arkadaşlarına şunları söylemiştir:
“Bu adam nefsini ıslah etmezse akıbeti fenadır! Allah bü
yüktür! Bu millet kurtarıcısını bulacaktır! Milleti koyun sürüsü
olarak adlandırmak Allah'ın rızasına aykındtr. Yaşarsak çok
şeyler göreceğiz. ”393
Halkı “koyun sürüsü” olarak gören bir padişahın, o halka
inanıp, o halkla birlikte vatanın bağımsızlığı için mücadele etme
si beklenebilir mi?
197
A nkara'da Yıııuıs N adi Bey’e açıkla m ıştır.m A ta tü rk , hıı dü
şüncesini daha sonra Vusul H ik m e t Bayur'a da açıklam ıştır.
A ta tü rk, 2 Şubat l c>2 < tarihinde l/ m ir İk tis a t Kongresi sırasın
da da işgal İstanbul'unda H arbiye N azırı olm ayı ve hiikiiıncti
Anadolu'ya taşımayı düşüııdüftüıui b e lirtm iştir. *g7
A ra tiirk , 1^20 yılının başlarında M a /h a r M iifit Bey aracılı«
ğıyla Padişah V ahdettin’i açıkça A n a d o lu 'ya davet etm iştir. Pa
dişahla görüşen Ma/.har M ü iit Bey, “Efendimiz'in Anadolu'ya,
batta Bursa'ya kadar teşrifleriyle mesele hallolur..." diyerek
Padişahı A na do lu’ya çağırmıştır. Bu çağrıya, “ Bana ulu ecdadı
mın başkentinden firar mı teklif ediyorsunuz?" diye b ir soruyla
cevap veren VahdetrinV M a /h a r M ü fit Bey, “ Haytrt Milletin ve
vatanın bu sıkışık ve zor zamanında ulu ecdadınız gibi milletin
başına geçmenizi teklif ediyorum" dem iştir. *VH
A ta tü rk ’ün, K urtuluş Savaşı sırasında Padişah Vahdettin’i
Anadolu’ya geçirmek istemesinin belli başlı nedenleri şunlardır:
1. H alife sultana duyulan geleneksel b a ğ lılıkta n do la yı halkın
moral gücünü yükseltmek ve k u rtu lu ş inancını a rtırm a k,
2. Ülkenin İstanbul ve Ankara h ü kü m e ti diye ik iy e ayrılmasını
önlemek, bağımsızlık mücadelesini b ir bü tü n halinde daha
etkili bir şekilde yürütm ek,
H alifenin A na do lu’ya geçip bağım sızlık mücadelesine ka
tılmasıyla İslam dünyasındaki In g iliz karşıtı propagandayı
daha da e tkili hale getirm ek ve M ü slü m a n sömürgelerini
kaybetmeyi göze alamayan In g ilte re 'n in Yunanistan'dan
desteğini çekmesini, işgal ettiğ i yerlerden çok daha erken bir
tarihte çekilmesini sağlamak ve böylecc K u rtu lu ş Savaşı'm
daha kısa sürede ve daha az kayıpla kaza nm a k.*v*
198
"Vahdettin, İstanbul'da kalmakla partiyi daha başlangıçta
kaybetmiştir. Halbuki, İstanbul'un işgaline f/6 Mart 1^20) ve
batta bir şiire sonraya kadar, Vahdettin'in elinde tahtını kuru
yacak buyiik bir fırsat vardı. Anadolu'ya geçmek, liğer bunu
yapabilseydi, Mustafa Kemal Paşa, Aat-t Şahane'nin nihayet bir
sadrazamı olurdu. Bütiht memleket bir ölüm kalım mücadelesi
içinde yaşarken Padişah'ın Yıldız Sarayında oturması payitaht
halkının acılarının azalmasına bile yaramamıştır.''*"" Padişah
Vahdettin’in hiçbir /aman Anadolu’ya geçmeyi düşünmemelinin
nedeni, kurtuluşu “Anadolu merkezli bir halk hareketinden de
ğil, “İstanbul merkezli Ingiliz desteğinden” beklemesidir. “Ingi-
tizlerin yardımını almak” dışında kafasında ikinci bir kurtuluş
planı olmayan Vahdettin, bu yardımın alınabilmesi için öncelikle
Anadolu’daki milli hareketin yok edilmesi gerektiğine inanmış,
politikasını bu doğrultuda şekillendirmiştir.
Atatürk, İstanbul Hükümeti’ni Ingiliz isteklerine boyun eğ
meye hazır görünce, Padişah Vahdettin’? bir telgraf çekerek onu
uyarmak istemiştir.
“ Üçüncü Ordu Müfettişi ve Fahri Yaveri Hazreti Şehriyart"
diye imzaladığı uzun telgraf, aslında bir şikâyetnamedir. Atatürk,
bıı uzun telgrafın bütününde saltanata bağlılığının altını çizmek
le birlikte, Anadolu'nun her yanında milletin, kumandanların ve
memurların düşünce ve emellerini öğrenmişti. Millet baştan aşa
ğı uyanıktı ve devletin, ulusun bağımsızlığım, saltanat ve hilafet
haklarını doğrulamak için giiçlıı bir “azim ve iman” ile donan
mıştı. Padişahın son hattıhümayıınu da milletin azmini arttırmış
tı. Fakat İstanbul çevresinin zayıf ahlakından yararlanmasını bi
len yabancılar devlet, millet ve padişaha bağlılık ve fedakârlıkla
“hizmet kabiliyetinde** olanları ortadan kaldırmak istiyorlardı.
Kendisi, İngilizlerce tutuklanmış olan Ali Ihsan ve Yakup Şevki
Paşaların akıbetine’giremeyeceğini daha önce stSylemişti. Şimdi
ulusal uyanışı, istilacı çıkarlara aykırı gören tngilizler ve vatanın
zararına da olsa onlara uymayı meslek edinen zayıf karakterliler
199
kendisini aldatarak İstanbul’a getirmeye çalışıyorlardı. Malta’ya
gitmek ya da en hafif olarak mahkûm edilmek durumunda kalmış
ve buna razı olmamıştı. Atatürk, bu açıklamalarının ardından
adeta Padişah’ı tehdit edercesine, “Eğer mecbur edilirsem, resmi
görevimden istifa ederek Anadolu’da ve sine-i millette kalacağım
ve vatani görevime açtk adımlarla devam edeceğim. Ta ki millet
ve padişah bağımsızlığına kavuşana kadar. .. ”401 demiştir.
Atatürk’ün bu ve buna benzer çağrılarına kulak tıkayan Pa
dişah Vahdettin, Damat Ferit Hükümeti’nin Atatürk’ü görevden
almasına, hatta tutuklama kararı çıkarmasına göz yummuştur.
Bu gelişmeler üzerine Atatürk 7-8 Temmuz 1919 gecesi ordu
müfettişliğinden ve askerlik görevinden istifa etmiş ve İstanbul’a
dönmeyerek Anadolu’da halkla birlikte bağımsızlık için müca
dele edeceğini belirtmiştir. Atatürk’ü bu kararından vazgeçirmek
isteyen Vahdettin, onun Selanik’ten yakın arkadaşlarından Ab-
dülkerim Paşa’yı devreye sokarak Atatürk’le telgraf başında gö
rüştürmüş, ancak herhangi bir sonuç alamamıştır. Bunun üzerine
taktik değiştiren kurnaz Vahdettin 2 Temmuz 1919’da Atatürk’e
bir telgraf çekerek, İstanbul’a gelmesinin ve azledilmesinin doğru
olmadığını belirtmiş ve Harbiye’den 2 ay hava değişimi istenerek
durum belli oluncaya kadar istediği şehir ya da kasabada dinlen
mesini en uygun çözüm olarak sunmuştur.402 Ancak, Atatürk,
“Buralarda havalar iyi!” diyerek Vahdettin’in bu kurnazca pla
nını etkisiz hale getirmiştir. Vahdettin, daha sonra da Atatürk’ü
ve ulusalcıları milli hareketten vazgeçmeye ikna etmek için “na
sihat heyetleri” oluşturarak Anadolu’ya göndermiştir.
Atatürk, sonraları birkaç kere daha Padişah Vahdettin’i milli
harekete yakınlaştırmaya çalışmıştır. Örneğin 10 Haziran 1920
tarihinde İstanbul halkına bir bildiri yayınlayarak Padişah’a da
bir mesaj göndermiştir. Atatürk, Padişah’a gönderdiği mesajda
özetle, ulusal güçlerin Anadolu’daki başarılarından ve milli ha
reket karşıtı akımların etkisiz hale getirilmesinin öneminden söz
etmiştir:
200
“Halife ve Padişahımız! İstanbul’un işgali ve onu izleyen
korkunç gelişmelerin yaratmış olduğu durumu incelemek için
Büyük Millet Meclisi olarak toplanmış bulunuyoruz. Amacı-
tntz Padişahı, halkını ve ulusal bağımsızlığımı savunmaktır...
Türkiye’nin her yanından gelmiş olan milletvekilleri, kimi ko
nularda almış oldukları kararlan, sadakat ve alçak gönüllü
lükle Padişahımızın bilgisine sunmayı bir görev saymıştır. Ünlü
Padişah! İzmir’in barbarca işgalinden sonra uzun yıllardan
beri sultanlan dünyanın en görkemli tahtlanna getirmiş olan
bir ulus ne yapabilirdif Ulus sefil bir savaş sonunda Padişahın
kendi ordulannı seferber etme hakkından yoksun bırakılmış ol
duğunu görerek silaha sanlmış ve din ile ulusal saygıyı kurtar
mak için savaşıma geçmiştir. Padişahımız! Bugün İslam dün
yası her yanda silahlardan anndınlmış bulunuyor. Haşmetlu
Padişah, halkı aldatmaya çalışan ve ulusal savunmamızı bir
isyan olarak göstermeye çalışan hainler vardır. Bu kişiler ulu
su sivil savaşa sürükleyerek ülkemizi düşman istilasına maruz
bırakmışlardır... Düşman bayraklan anayurdumuzdan çekil
medikçe ulusal savunmamızı terk edemeyiz. Bu kişilerin kirli
ayaklan, ulusal topraklanmızdan çekilmedikçe kutsal savaşı
mızı sürdürmek zorundayız. Padişahımız! Kalbimiz, sadakat
ve hürmetli duygularla doludur. Geçmişe oranla tahtınıza daha
sık bağlarla bağlıyız. Meclisimizin ilk sözleri Halife ve Padi
şahımıza olan sadakatimizi yansıtmıştır. Meclisin son sözü de
bunun aynıdır. Bu mesajı saygı ve tevazu ile sunanz. Büyük
Millet Meclisinin buyruğunda Mustafa Kemal. ” 403
Görüldüğü gibi Atatürk, Padişah Vahdettin’in milli hareketi
desteklemesi, ya da en azından milli harekete düşman olmaması
için adeta bin dereden su getirmiş, onu ikna etmeye çalışmış
tır. “Düşman bayraklan anayurdumuzdan çekilmedikçe ulusal
savunmamızı terk edemeyiz. Bu kişilerin kirli ayaklan, ulusal
topraklanmızdan çekilmedikçe kutsal savaşımızı sürdürmek
201
z o ru n d a y t z diyerek, amaçlarının düşmanı Anadolu’dan çı
karmak, bağımsızlığa kavuşmak olduğunu anlatmaya çalışan
Atatürk, padişahın “tahtını” ve “tacını” kaybetme korkusu
nu çok iyi bildiği için Büyük Millet Meclisi’nin ve kendisinin
“Padişah Hazretlerine” yürekten bağlı olduklarını belirtmiştir.
“Ancak Mustafa Kemal’in bu içten mesajına Padişah hiçbir ya
nıt vermemiştir.”404
Padişah Vahdettin, sessizliğini on beş gün sonra bozmuş vc
Atatürk’e 25 Haziran 1920’de bir özel mektup göndermiştir.
Vahdettin bu mektubunda adeta Ingiliz tezlerini dile getirmiş;
Atatürk’ü, ülkenin çıkarlarını korumak için hükümetçe alınmış
kararlara uymaya ve askeri güçlerini hükümetin emrine vermeye
çağırmıştır. Ayrıca onların kötü eylemlerine karşı ulusçulara ge
nel af çıkarmaya hazır olduğunu belirtmiştir.40'
Burada da açıkça görüldüğü gibi “milli hareketi el altından
desteklediği” söylenen Padişah Vahdettin, çok kritik bir zamanda
Atatürk’e, Ingiliz güdümündeki Damat Ferit Hükümeti’nin ka
rarlarına uymasını ve elindeki kuvvetleri bu hain Damat Ferit’e
teslim etmesini teklif edebilmiştir.
Atatürk’ün bütün çabaları boşa çıkmış, Padişah Vahdettin,
tahtını ve tacını kaybetmemek için, Anadolu’ya geçip milli ha
reket saflarına katılmayı aklının ucundan bile geçirmediği gibi,
tam tersine milli harekete karşı cephe almış, bu hareketi bitirmek
için elinden geleni yapmıştır.
202
Abdülmecit Efendi bu amaçla 16 Temmuz 1919’da bir bil
diri yayımlamıştır. Abdülmecit Efendi bildirisinde merkezi hü
kümeti tanımayan Anadolu’daki ulusalcıları eleştirdikten sonra
bunun sorumluluğunu İstanbul Hükümetine mal etmiştir. Hü
kümeti, tehdit altındaki İzmir, Edirne ve doğu illerinde halkı tat
min edecek gerekli önlemleri alamamak ve halkın ulusal hakları
nı korumak için yaptığı çalışmalara sahip çıkmamak ve özellikle
İzmir’in işgalinden sonra ortaya çıkan yurdu savunma duygula
rını birleştirmek için herhangi bir adım atmamakla suçlamıştır.
Ayrıca İçişleri Bakanlığının milli hareketi yağmacı bir hareket
olarak göstermesinin, Sadrazam’ın Doğu’da bir Ermenistan ku
rulmasına yönelik demecinin ve Paris Barış Konferansı’na sun
duğu muhtıranın yanlışlığına işaret etmiştir. Abdülmecit Efendi,
Sadrazam Damat Ferit’in Paris'te, Türklüğün sının olarak To-
roslardan söz ederek Türk olan Adana, Halep, Diyarbakır, Urfa,
Maraş illerini unutmasının yanlışlığına dikkat çekerek, bu duru
mun pek ağır olduğunu belirtmiştir.
Abdülmecit Efendi bu durum değerlendirmesinden sonra
yedi tane tedbir önermiştir. 1. Sarayın tarafsız bir şekilde değişik
akımlan bir araya toplaması, 2. Ulusun iradesine saygı duyularak
derhal seçim yapılması, 3. Parti ayrımı yapılmadan yetenekli ki
şilerden oluşan bir kabinenin kurulması, 4. Uzman kişilerden bir
danışma kurulu kurulması ve Türkiye’nin çıkarları doğrultusunda
dünya kamuoyunun aydınlatılması, 5. Genel af ilan edilmesi, 6.
Anadolu’daki derneklerin incelenerek ülke çıkarlarına uygun dav
rananlarla işbirliğine gidilmesi, 7. Halk arasındaki düşmanlığa son
vererek dünya kamuoyuna birlik beraberlik mesajları verilmesi.406
Prof. Sina Akşin, Veliaht Abdülmecit Efendi’nin bu bil
dirisini, “ Ulusal ve partiler üstü meşruti bir yöneliş” olarak
adlandırmıştır.407
Abdülmecit Efendi’nin bu değerlendirmeleri, Osmanlı sara
yındaki herkesin Vahdettin gibi düşünmediğini göstermesi ba*
203
kımından çok önemlidir. Abdülmecit Efendi, gayet diplomatik
bir dille halkın görüşlerinin dikkate alınmasını, milli hareketle
uzlaşılmasını ve ulusal çıkarların savunulmasını istemiştir. Bu
bildirinin, herkesten önce Padişah Vahdettin’e yönelik bir uyarı
niteliği taşıdığı açıktır. Peki, Vahdettin, Abdülmecit Efendi’nin
bu uyarılarını dikkate almış mıdır? Tabii ki, hayır!
Vahdettin, bu görüşler üzerinde düşünmek yerine, derin bir
korkuya kapılmıştır; yine tahtını ve tacını kaybetmekten kork
muştur. Abdülmecit'Efendi’nin tahta göz diktiğini, bu nedenle
bu biçimde görüşlerle kendisini yıpratmak istediğini düşünmüş
tür. “Sarayın geleneksel olarak kuruntularla yoğun havasına
Vahdettin'in kuşkulu tabiatı eklenince , bir veliabta hem de amca
oğlu olan bir veliahta karşı özellikle duyarlı olunacağı ortadadır.
Üstelik bu veliaht, Padişaha kafa tutmakla apayrı bir ideolojinin
öncüsü olarak belirmektedir. Bu durumda ulusal hareketin ba
şarıya ulaşması halinde Vah dettin* i hal*edip yerine ülküdaşı olan
Abdülmecit'i getirmesi ihtimali güçleniyordu... ” 408
Veliaht Abdülmecit Efendi, Türkiye’nin “idam fermanı”
Sevr Antlaşması’nın onaylanacağı günlerde bir kere daha Padişah
Vahdettin’i uyarmıştır. Sevr Antlaşması’nın Türkiye’yi köle sevi
yesine indireceğine inanan Veliaht Abdülmecit Efendi, Padişah’a
bir mektup göndererek onu daha dikkatli olmaya çağırmıştır:
“Barış koşulları Türkiye’nin ölüm kararıdır ve bu büs
bütün revizyona tabii tutulmazsa kabul edilemez. Halifeliğin
İstanbul'da bırakılması kararı değersiz bir ödündür... Padişah,
İslam dünyasına hitaben yayımlayacağı bir beyannam ede , kendi
özgürlüğü iade edilinceye kadar dini önder olarak halifelik gö
revlerinin askıya alınması gerektiğini bildirmelidir. Ayrıca, yöne
timle ulusçular arasındaki mücadeleye son verm ek için padişah
yetkisini kullanmalıdır. Her iki yanı uzlaştırmak için bir şehzade
nin başkanlığında Anadolu'ya bir kurul gönderilmelidir. ” 409
204
Abdülm ecit Efendi bir İngiliz diplomatına
T iirk lye n in A m erikalılara bırakılmamasını
sö y edi ve Kuvayı M illiy e İle hiç bir bağı
bulunmadığına dair namus sözü verdi
205
Vahdettin’in Milli Hareket Karşıtı Beyannamesi
M illi harekete destek olm ak şöyle dursun bu hareketi yok
etmek için her yolu deneyen Padişah Vahdettin, 2 0 Eylül 1919
tarihinde yayınladığı bir beyannameyle açıkça milli harekete
karşı olduğunu göstermiştir. Vahdettin beyannam esinde şu gö
rüşlere yer vermiştir:
“Son günlerde Anadolu'da meydana gelen olaylan, oralar
dan gelen telgraflardan öğrendim. Esef verici olan bu durumun
sebebi İzmir'in işgali sonrasında yaşanan fec’i olaylann ve
doğu illeri hakkındaki rivayetlerin halk üzerinde yarattığı te
sirdir. Gerçi olaylann ve söylentilerin, halkla birlikte benim de
kalbimde uyandırdığı üzüntüler çok derindir. Devlet ve milletin
haklannı korumak konusunda çaba harcamak ise hepimiz için
doğal bir durumdur. Ancak şu çok önemli anlarda hükümete
ve millete düşen görev, ma’kul siyasi girişimler ve fikir birliği
içinde haklanmızı korumaya çalışmaktır. Hükümetin izlediği
siyaset sonunda İzmir faciası Avrupa devletleri ve uygarlaşmış
milletlerinin dikkatini çektiği, bundan dolayı olay yerine bir
özel heyet gönderilerek olaylann tarafsız bir şekilde incelenmesi
haklı olduğumuzun meydana çıkmaya başladığı, doğu illerimiz
hakkındaki söylentiler için de hükümetin gerekli girişimlerde
bulunduğu, bu sıralarda ve esasen milli birliği bozacak alınmış
hiçbir karar ve tedbir olmadığı halde memleket içinde asayiş ve
inzibatı sarsacak, hükümetin gücünü kıracak her çeşit hareket
ler ve millet fertlerini birbirine düşürecek her türlü teşebbüsler;
devletin esas ve hayati çtkarlanyla bağdaşmaz. Buna rağmen
bazı kişiler tarafından, memleketin gerçek durumu değiştirile
rek ve güya hükümet ile halk arasında anlaşmazlık olduğu ilan
edilerek Avrupa kamuoyunun yanıltılması memleketin yüksek
menfaatlerini büsbütün zedeleyerek, üzüntüye değer olan bu
206
hal aynca yapmak istediğimiz seçimi geciktirecek, bartşa yak
laşmakta olduğumuz bu sıralarda var olması mutlaka gereken
Mebusan meclisinin toplanmasını geri bırakacak ve bu suretle
de hükümetin güçlüklerini arttıracaktır. Onun için milletin her
ferdinden bu günkü durumun nezaketini takdir ederek sessiz
lik ve soğukkanlılığını koruyacağını, kanunların hükümlerine
ve hükümetin emirlerine uyacağını, düzen ve asayişi bozacak
hareketlerden sakınacağını umanm. Çünkü bu suretle yakında
banş görüşmelerine çağrılacak olan Türk hükümetinin delege
leri konferans karşısına milletle birlik olarak çıkacaktır. Altı
buçuk asırdan beri Avrupa dengesinde önemli bir etken olan
Osmanlt Devleti’nin birlik ve bütünlüğünü sağlayacak bir ba
rışa yakında kavuşacağımızı ummaktayım. Büyük devletlerin
adalet ve insaf duygulan ile gerçekleri gittikçe anlayan Avrupa
ve Amerika kamuoyunun yumuşaması da bu umudumu belge
lendirmektedir. Onun için hükümetin her türlü iç sorunlardan
uzak kalarak ve memleketimizin her tarafında kanun hüküm
lerine uyularak, tebaanın haklannın korunması en önde gelen
dileğimdir. " 4,3
Vahdettin’in, Atatürk’ün Samsun’a çıkmasından dört ay
sonra yayınladığı bu beyanname, “ Vahdettin, Atatürk'ü, Kurtu
luş Savaşinı başlatsın diye Anadolu’ya gönderdi/” diyenlerin o
“büyük yalanını” da gözler önüne sermektedir. Çünkü beyanna
me dikkatle okunduğunda Padişah Vahdettin’in “düşmana karşı
direnişten” değil, çok yumuşak bir üslupla “düşman karşısında
sessiz kalmaktan” söz ettiği görülmektedir. İşgallere üzüldüğünü,
devlet ve milletin haklarını korumak için çaba harcamanın doğal
olduğunu belirten kurnaz Vahdettin, sözü döndürüp dolaştırıp,
milli hareketin gereksizliğine getirmiş; Avrupa kamuoyunun le
himize döndüğünü, Mebusan meclisi seçimlerinin zamanında
yapılabilmesi ve barış konferansından olumlu bir sonuç alınabil
mesi için “Milletin her ferdinden bugünkü durumun nezaketini
413 Gazi M ustafa Kemal Atatürk, Nutuk, C.I, Ankara, 1989, s.2 1 1 . Tayip Gökbıl-
gin, M illi Mücadele Başlarken, C.II, Ankara, 1965, s. .4 1-44; Tansel, age, C.II,
s.1 3 4 -1 3 6 .
2 07
takdir ederek sessizlik ve soğukkanltltğtnt korumasını, kanun
ların hükümlerine ve hükümetin emirlerine uymasını, düzen ve
asayişi bozacak hareketlerden sakınmasını ” istemiştir. Padişah
Vahdettin’in beyannamesinin sonundaki şu cümle onun politika
sını özetlemektedir: “Büyük devletlerin adalet ve insaf duygula
rı ile gerçekleri gittikçe anlayan Avrupa ve Amerika kamuoyu
nun yumuşamast da bu umudumu belgelendirmektedir. ”
Görüldüğü gibi Padişah Vahdettin’in umudu, halkın sessiz
lik içinde büyük devletlerin “adalet” ve “insaf” duygularına gü
venmesidir.
Vahdettin’in milli hareket karşıtı bu beyannamesinin halkı
olumsuz etkilememesi için harekete geçen Atatürk, bazı tedbirler
almıştır. Fakat Atatürk’ün bütün tedbirlerine karşın Padişah’ın
beyannamesi bazı yerlere ulaşmıştır.
Milli harekete büyük zararlar verebilecek bu beyannamenin
yayılmasında Kâzım Karabekir Paşa’mn da büyük gayretleri ol
muştur. Atatürk’le birlikte milli direniş için yola çıkan Karabekir
Paşa’nın sadece dört ay sonraki bu değişimini anlamak olanak
sızdır doğrusu! Atatürk, Nutuk’ta, milli hareket karşıtı bu be
yannamenin yurda yayılmasına önayak olan Kâzım Karabekir
Paşa’yı ağır bir şekilde eleştirmiştir.
Karabekir Paşa, 21 Eylül 1919’da Trabzon Mevki Komu-
tanı’na gönderdiği uzun bir telgrafta Padişah Vahdettin’in milli
hareket karşıtı beyannamesini öve öve bitirememiştir.
İşte Atatürk’ün Nutuk’ta yer verdiği o ibretlik belge:
“Trabzon Mevki Komutanına,
Şevketli Padişahımız Hazretlerinin ulusuna karşı yayım
ladıkları kutlu bildirilerin hemen görevlilere ve halka ulaştırıl
ması gereklidir. Böylece şimdiki hain hükümetin melek yüzlü
Padişahımız efendimizi ne denli küstahça ve gözü peklikle al
datmakta olduklarını anlayamayanlar kaldıysa hepsi anlasın
lar. Ulusu ve ülkesi için kutlu yüreğinin ne denli büyük bir sevgi
ve esirgeyicilikle dolu olduğunu gösteren bu bildiride en açık
olarak göze çarpan şey, hükümetin haince gidişi üzerine ulusun
halifelik katına sunduğu yakınma yaztlanmn daha Padişah'a
208
bildirilmemiş olmasıdır. Çünkü ulusa ve yurda karşı çektikleri
hainlik hançerini bilmiş olsalardı, bu hainleri bir dakika bile
yerlerinde tutmayacaklarına, kutlu bildirideki yürekten gelen
anlatım en büyük tanıktır. Bu hainler bu gerçeği bildikleri için
halife efendimizi doğrudan doğruya ulusla karşı karşıya getir
miyorlar. Bunun için ulusa düşen ödev; şanlı Padişah *a sonsuz
sevgi ve bağlılığını durmadan göstermek ve sunmakla birlikte,
bütün ulusun ve ordunun birlik olarak Padişah'tn söz götürmez
haklarını, ulusun ve ülkenin varlığını kurtarmaya çaltştıklan,
ama bu hain hükümetin yasal ve gönülden bağlılığı anlatan bu
davranışı Padişahımız efendimizden gizledikleri, üstelik büsbü
tün ters bir biçimde gösterdikleri gerçeğini dün karar verildiği
üzere halifelik katına aracısız bildirmektir. Erzurum halkının
bu yolda yazacakları telin bir örneği oraya bildirilecektir. 15.
Kolordu Komutanı Kâztm Karabekir”414
Milli hareketin en önemli adamlarından Kâzım Karabekir
Paşa’nın, Vahdettin’in beyannamesi hakkındaki bazı görüşlerini
şöyle bir alt alta yazdığımızda ortaya çıkan tablo cidden şaşır
tıcıdır:
1. Şevketli Padişahımız Hazretlerinin “kutlu” bildirisi hemen
halka ulaştırılmalıdır.
2. Damat Ferit Hükümeti “melek yüzlü” Padişahımızı aldat
maktadır.
3. Bu bildiri, Padişahımızın “kutlu yüreğinin” ulusu ve ülkesi
için ne denli büyük bir sevgi ve esirgeyicilikle dolu olduğunu
göstermektedir.
4. Bu bildirideki “yürekten gelen anlatım”, Padişahımızın, Da
mat Ferit’in hainliğini bilmediğini göstermektedir.
5. Ulusun görevi, “Şanlı Padişahımıza” sonsuz sevgi ve bağlı
lığını sunmaktır.
Kâzım Karabekir Paşa’nm milli harekete karşı açıkça cephe
alınan bu bildiriyi “kutlu bildiri” olarak adlandırması ve bu bildi- .
209
rideki sözüm ona “yürekten anlatımı”, Damat Ferit’in, Padişah*!
aldattığına kanıt olarak göstermesi “inanılacak” değerlendirmeler
değildir. Eğer Karabekir Paşa’yı biraz olsun tanımasak, “şaka yapı
yor!”, “dalga geçiyor!” denilecek türeden açıklamalardır bunlar.41'
Karabekir’in, Damat Ferit hükümetlerinin milli hareketi yok etmek
için yaptıklarından Padişah Vahdettin’in sorumlu olmadığı ve hat
ta Padişah’ın, Damat Ferit tarafından aldatıldığı görüşü, tamamen
Padişah Vahdettin'? “aklamaya” yönelik açıklamalardır!
Vahdettin’in rçıilli hareketi yok etmeye yönelik bu beyanna
mesine övgüler yağdırıp, bir de üstüne üstlük yurda yayılmasını
sağlayan Karabekir Paşa’nın kafasının o günlerde çok karışık ol
duğu anlaşılmaktadır. Karabekir Paşa’nın o günlerdeki kafa ka
rışıklığını kanıtlayan başka olaylar da vardır.'örneğin, Karabe
kir, o günlerde Temsil Heyeti’nin Sivas’ın batısına geçmemesini
ve Kuvayı Milliye’nin dağıtılmasını istemiştir. Maalesef Karabe
kir Paşa da Atatürk’ün diğer silah arkadaşları gibi'milli hareket
sırasında bazen “yalpalamış”, “zikzaklar çizmiştir”. Onun bu
“Padişahseverliği” devrimler sürecinde de nüksedecektir. örne
ğin cumhuriyetin ilanını erken bulacak, halifeliğin kaldırılması
na karşı çıkacak, harf devrimine direnecektir.
Kâzım Karabekir Paşa, Vahdettin’e övgüler yağdırdığı telg
rafını şöyle bir eklemeyle Atatürk’e de göndermiştir:
“Bu konuda düşünceleriniz var mı? Bu kutlu bildiri, ulu
sun padişahına gerçeği bildirmesine yeniden elverişli bir du
rum yaratmışttr ki, Erzurum halkı hükümetin bütün cinayetle
rini sayarak, yeniden padişaha dileklerini bildirecektir Bunun
örneğini ya çekilmek üzere ya da bilgi için sayın kurulunuza
sunacağım"4'6
415 Bu durumu fark cdcıı bazı tarihçilerimiz, kendilerince Kâzım Karabekir Paşa’yı
"korumak” için ya bu olaydan hiç soz ermemişler, ya da bu olayı anlatırken
Kâzım Karabekir Paşa’nın adını gizlemişler; sadece “ bu komutan“ ve “kolordu
komutanı” ifadelerini kullanmışlardır. Örneğin, Salahattin Tansel, bu olayı
anlatırken bir kere bile Kâzını Karabckir'in adını kullanmamış, Karabekir Paşa
demesi gerektiğinde “bu komutan” ve “kolordu komutanı” demiştir. Bkz, Tan
sel, Mondros'tan Mudanya'ya Kadar, (J.II, s. 136,137.
416 Nutuk, s.213.
210
Kara beki r Paşa’nın bu bildiriyi büyük bir heyecanla
Atatürk’e de göndermesi, onun aslında Atatürk’ü ve Atatürk’ün
kafasındaki milli hareket stratejisini de doğru anlayamadığını
göstermektedir.
Atatürk'e göre bu beyanname İstanbul Hükümeti’nin duru
munu güçlendirdiği gibi halk üzerinde milliyetçilere karşı olum
suz bir etki yaratabilirdi. İşte bu etkiyi en aza indirmek isteyen
Atatürk, Padişah Vahdettin’e bir telgraf çekerek, onu bir kere
daha milli hareket konusunda aydınlatmıştır. Atatürk söz konu
su telgrafında ısrarla, h^lâ o hain Damat Ferit’in neden görevden
alınmadığını sormuştur Vahdettin’e:
Atatürk, “Tarihte şimdiye kadar işlenmiş olan ihanetle
rin hiçbirisiyle kıyaslanmayacak bir ihanetle halkt birbirinin
aleyhinde kışkırtan ve milleti yabanctlann ihtiraslarına feda
eden bu kabinenin, milletin istememesine rağmen hâlâ yerinde
kalması büyük felaketleri davet etmektedir... Onun için hemen
Ferit Paşa kabinesi yerine halkın güvenine layık bir hükümetin
kurulmasını bütün millet adına padişahımtzdan niyaz ve istir
ham ederiz.” demiştir.417
Ancak Padişah Vahdettin kısa bir süre hariç, neredeyse tüm
Kurtuluş Savaşı boyunca ısrarla hain Damat Ferit’i başbakanlık
ta tutmuştur.
211
ve Yakup Şevki Paşa gibi başarılı komutanları tutuklayarak
Malta’ya sürgün etmesine ses çıkarmamıştır, tngilizlerin isteği
doğrultusunda orduyu güçsüzleştirme politikası uygulayan Vah
dettin, daha sonra da Kuvayı Milliye’ye yardım eden Cemal Paşa
ve Cevat Paşa gibi komutanların görevden alınmalarına da göz
yummuştur. Vahdettin, ordudaki ulusalcı subayları Süleyman Şe
fik Paşa aracılığıyla tasfiye etmiştir.
Vahdettin, bir taraftan aktif orduları dağıtırken ve ulusalcı
subayları etkisizleştirirken, diğer taraftan İngiliz isteklerine karşı
çıkmayacak, padişah ve hükümetin muhafızlığını yapacak ordu
lar kurmuştur. Örneğin, İstanbul Muhafızlığı ve 25. Kolordu Ko
mutanlığı bu tür bir ordudur. Bütün umudu, İngilizlere ve Paris
Barış Konferansı’na bağlayan bu ordu, hiçbir zaman Atatürk’ten
ve Temsil Heyeti’nden emir almamıştır. Bu muhafızlığın ve or
dunun görevi, İstanbul’da asayişin sağlanması, Padişah’ın ko
runması, İttihatçıların ve ulusalcıların tutuklanmasıdır.419 Bu tür
yapay ordulardan biri de Askeri Nigehban Cemiyeti’dir. Milli
harekete karşı olan bu teşkilat, İzmir’in işgali sonrasında Ege’de
oluşan direniş cemiyetlerini ve subayların bunlara destek ol
masını ağır bir şekilde eleştirerek, ordunun ve subayların çete
savaşlarına katılmasının uygun olmadığını bildirmiştir.420 Gü
dümlü orduların en önemlisi, milli hareketi yok etmek için ku
rulan Kuvayı İnzibatiye (Halifelik Ordusu)’dir. Bu tür “ihanet”
ordularının sonuncusu Kuvayı Seferiye adlı ordudur. (Bu ordu Ç.
Ethem’in Kuvayı Seyyaresiyle karıştırılmamalıdır.)
Vahdettin, orduyu etkisizleştirmek için elinden gelen her
şeyi yapmıştır. Örneğin, Vahdettin’in şeyhülislamı Mustafa Sab-
ri Efendi, İzmir’in işgalinden 15 gün sonra yayımladığı bir de
meçte, “Ordunun görevi oruç tutmaktır!” demiştir.421 Ali Kemal
de yazılarında sıkça, “Artık harp ve darp ile yapılacak bir şey
yoktur*” diye tutturmuştur. Şeyhülislamın, “ Ordunun görevi oruç
tutmaktır!” şeklindeki demecinden üç ay sonra, Alemdar’da ya-
212
yımlanan bir yazıda, “Ordunun beş vakit namazda Padişah*a
duadan gayri bir şey bilmemesi laztmdtr” denilmiştir.422 İstanbul
Müftüsü Dürrizade ise, 11 Nisan 1920’de yayınladığı bir fetvada
ulusalcı paşaların öldürülmelerinin dinen “caiz” olduğunu ve Ku-
vayı Milliye’ye karşı mücadele ederken ölenlerin şehit, kalanların
gazi olacağını bildirmiştir. Ulusalcı subayların rütbeleri indirilmiş,
hatta Atatürk’ün nişan ve madalyaları bile geri alınmıştır. Ordu
müfettişlikleri kaldırılmış, Kuvayı Milliyeci subayların telgraf hiz
metlerinden yararlanması yasaklanmıştır. İçişleri Bakanı Ali Ke
mal, 26 Haziran 1919’da yayınladığı bir genelgeyle, valilerin, ko
mutanların verdikleri emirlere uymamasını, bu emirlere uyanların
şiddetle cezalandırılacağını bildirmiştir.423 Anadolu’daki ulusalcı
subaylar türlü vaadelerle İstanbul’a çağrılmış, Mustafa Kemal’in
“zorla asker topladığı” dedikoduları yayılarak düzenli ordunun
kurulması engellenmek istenmiştir. Anadolu’ya gönderilen “ince
leme kurullarıyla” ordu denetim altına alınmaya çalışılmıştır.424
28 Şubat sürecinden sonra Türkiye’de, Türk Silahlı Kuv
vetlerini denetim altına alıp etkisizleştirmek isteyenlerle, Kur
tuluş Savaşı yıllarında ulusal orduyu denetim altına alıp etkisiz
leştirmek isteyenlerin benzerliği çok dikkat çekicidir. O günlerde
“din, iman, hilafet” diyerek emperyalizmle kol kola giren işbir
likçiler, bugünlerde de yine “din, iman, hilafet” diyerek emper
yalizmle kol kola girmiştir.
213
duyu, “Ulusal hareketi boğmak üzere Padişah'ttt kurduğu restnt
bir ordu” olarak tanımlamıştır.425
Mondros Ateşkes Antlaşması’na tamamen aykırı bir şekil
de böyle bir ordunun kurulması ve silahlandırılması, bu ordu
yu kuranların (Padişah'ın ve Başbakan’m) Ingilizlerden yardım
aldıklarını göstermektedir. Çünkü o sırada İstanbul’daki tüm
silah depoları tngilizlerin kontrolündedir. Anadolu’da kardeşin
kardeşi öldürmesi anlamına gelen Kuvayı İnzibatiye projesi, böl
ve yönet ilkesi doğrultusunda hareket eden Ingiltere’nin emper
yalist çıkarlarına tamamen uygundur.426 Nitekim, “Kuvayı İn
zibatiye birliklerinin silahlandırılması için bizzat Damat Ferit,
İstanbul’da İngiliz kontrolündeki Maçka silahhanesinden alın
mak üzere 600 tüfek, 30.000 piyade fişeği ve 800.000 makineli
tüfek cephanesi verilmesi için İngiliz Başkomutanlığımdan bir
belge almıştır. Bundan başka, Kuvayı İnzibatiye, Sapanca yönün
de, 14 Haziran 1920 günü taarruza hazırlanırken bozulup geri
atılınca İzmit bölgesindeki 242. İngiliz tugayının tel örgüler ve
siperler ile tahkim edilmiş mevzisinden faydalanmıştır.”427
18 Nisan 1920 tarihli kararnameyle, Kuvayı İnzibatiye’nin ni
telikleri, kuruluş amacı ve askerlere verilecek maaşlar belirlenmiş
tir. Buna göre amaç Kuvayı Milliye’yi yok etmektir. Devletin silahlı
gücü olarak tanımlanan Kuvayı İnzibatiye, Harbiye ve Dahiliye
Nezaretlerine bağlı olacaktı. Bazı emekli subayların da katıldığı bu
ordu, gönüllülük esasına göre oluşturulmuştu. Tümen olarak kuru
lan Kuvayı İnzibatiye, üç piyade alayı ve bir topçu taburundan oluş
maktadır. Toplam mevcudu 12.000 kişi olarak düşünülmüştür.4211
Kuvayı İnzibatiye’ye gönüllü olarak yazılan subay ve askerlere çok
iyi bir maaş verileceği duyurulmuştur.429 Erlere 30, çavuşlara 35,
214
başçavuşlara 40, teğmenlere 60, üsteğmenlere 70, yüzbaşılara 80,
kıdemli yüzbaşılara 90, tabur komutanlarına 100, alay komutan
larına 150 lira aylık verilecektir.430 Fakir halk, yüksek maaşlarla bu
orduya katılmaya teşvik edilmiştir.
Türk ulusu yokluk ve yoksulluk içinde, vatan ve namus
mücadelesi vermeye çalışırken, İstanbul Hükümeti ve Padişah
Vahdettin, maddi kaynaklarını bu İngiliz destekli derme çatma
ordunun haince askeri amaçlarına harcamıştır. Bu kuvvet için
1.250.850 lira ödenek ayrılmıştır.431
Kuvayı İnzibatiye’nin en önemli eksikliği “gönüllülük” esa
sına dayalı “maaşlı” bir ordu olmasıdır. Yani, bu orduya katı-
lanların öncelikli amacı paradır. Durum böyle olunca askerler
bir an önce görevlerini yapıp sağ salim geri dönmek istemek
tedir. Ayrıca kafaları da fena halde karışıktır; çünkü İstanbul
İngiliz işgali altındayken onlar kendi kardeşlerine kurşun sık
mak için Anadolu’ya gitmektedirler! Şeyhülislam Dürrizade’nin,
Anadolu’daki ulusalcı liderlerin ve Kuvayı Miüiyecilerin öldürül’
melerinin dinen caiz olduğunu ve onlara karşı savaşırken ölen
lerin şehit, kalanların gazi olacağını duyuran fetvası bu orduya
katılımı artıran en önemli etkenlerden biridir.
Kuvayı İnzibatiye’nin başına Atatürk’ü “isyancı” olarak ad
landıran Süleyman Şefik Paşa, Kurmay Başkanlığı’na da Erkanı
harp Miralayı Refik (Yaltkaya) getirilmiştir.
Süleyman Şefik Paşa, İstanbul Hükümeti’nin Anadolu’daki
orduları etkisizleştirmek için oluşturduğu kurullardan biri
nin başkanı olarak 5 Ağustos 1919’da Konya’ya gitmiş, ertesi
gün İstanbul’a gönderdiği telgrafta, Anadolu’daki milli hare
ketin zannedildiği kadar güçlü olmadığını eğer kendisi Harbi
ye Nezareti’ne getirilirse milli hareketi kısa sürede bitireceğini
belirtmiştir.432 Bunun üzerine Süleyman Şefik Paşa, 14 Ağustos
430 Türk İstiklal Harbi, “Ayaklanmalar", C.6,s. 120; Özakman, agc, s.354.
431 Engin Berber, Kurtuluş Savayı'nda Mustafa Kemal ve Vahdettin, Ankara, 1998,
s.75.
432 Sarıhan, agc, s.66.
215
1919’da da Harbiye Nazırı yapılmıştır.433 Harbiye Nezareti’ndeki
bazı kişilerin Kuvayı Milliye’yi el altından desteklediği yolunda
ki dedikoduların izini süren Süleyman Şefik Paşa, hemen tasfiye
hareketine başlamış; İstanbul Muhafızlığı, Genelkurmay İkinci
Balkanlığı ve Harbiye Nezareti Müsteşarlığında değişiklikler
yapmıştır. Önce, milli harekete sıcak bakan Cevat Paşa’yı görev
den alarak yerine Hadi Paşa’yı atamıştır.434 Daha sonra da mil
li hareketin genelkurmaydaki gözü kulağı durumundaki İsmet
Paşa’yı genelkurmaydaki bütün görevlerinden almıştır.435 Süley
man Şefik Paşa böylece Anadolu’daki komutanları ve milli ha
reketi güçsüzleştireceğini düşünmüştür. Göreve geldiği 14 Ağus
tos 1919’da askeri birliklere, “güvenliği bozanlara karşı mülki
makamların istedikleri yardımın hemen yapılmasını” emretmiş
ve ordu müfettişlerinin idarecilere talimat verme yetkisini kal
dırmıştır. Süleyman Şefik Paşa’nın bütün bu icraatlarını Padişah
Vahdettin, 19 Ağustos 1919’da onaylamıştır.436 Süleyman Şefik
Paşa, askerlere yayınladığı bir beyannamede kanunlara uyma
larını ve hiçbir derneğe ya da partiye yaklaşmamalarını bildir
miştir. I. Kolordu Komutanı Cafer Tayyar Paşa’ya yazdığı bir
emirde ise yurt savunmasına geçen subayları şikâyet etmiştir.437
Kuvayı İnzibatiye’nin başına getirilen Süleyman Şefik Paşa’
ya çok geniş yetkiler verilmiştir.438 Kuvayı İnzibatiye adına 54
subay ve 790 er toplanmıştır. Sonradan subay sayısı 94’e yüksel
miştir. Yeni katılımlarla er sayısı da 2000’e yaklaşmıştır. Kuva-
yı İnzibatiye’nin birinci alayı 29 Nisan 1919’da İzmit’e gelerek
karargâh kurmuştur. İkinci alayı da İzmit limanında demirli Ya
vuz Zırhlısı’na yerleşmiştir.439
Mayıs ayı başında Süleyman Şefik Paşa’nın İzmit’e gelmesi
ve diğer alayların da bölgeye ulaşmasıyla hazırlıklar tamamlan
216
mıştır. Ancak bu sırada İzmit’e mutasarrıf olarak atanan Ahmet
Anzavur, “Bu orduyu destekle. . . ” talimatı alınca, Kuvayı İnzi
batiye karargâhı olarak kullanılan Yavuz Zırhlısı’na gelmiştir.
Süleyman Şefik Paşa’ya, “Ben istediğim zaman bu ordunun
baştna geçerim. .." diyen Anzavur’un gelişi komuta heyetinde
şaşkınlık yaratmıştır.440 Zaten doğru dürüst bir plan ve prog
ramı olmayan Kuvayı İnzibatiye’de liderlik tartışması baş gös
terince Süleyman Şefik Paşa, komutanlık görevinden istifa ede
rek İstanbul’a dönmüştür.441 Onun yerine Kuvayı İnzibatiye’nin
başına Suphi Paşa atanmıştır. İşte bu sırada Kuvayı İnzibatiye
Ordusu’nun idaresini eline geçiren Anzavur, 2000 kişilik bir
kuvvetle 10 Mayıs’ta Adapazarı’nı, 13 Mayıs’ta Kadırga’yı ele
geçirmiş, Bolu-Düzce isyanından da yararlanarak 14 Mayıs’ta
Gevye’ye saldırmıştır. Anzavur, bir ara İstanbul’a telgraf çeke
rek orduya maddi destek sağlanmasını istemiştir.442 Anzavur’un
amacı Eskişehir yolunu ele geçirip oradan Ankara’ya yürümekti.
Anzavur, 17 Mayıs’ta Geyve boğazını ele geçirmek için hareket
etmiştir. Üstelik bölgeyi savunmakla görevli Ali Fuat Paşa’nın
hiç beklemediği bir noktadan, İkramiye yönünden saldırıya geç
miştir. Buradaki 30 askere karşın Anzavur’un emrinde 300 sü
vari vardır. Ali Fuat Paşa, bu durumda o 30 askerle Anzavurla
mücadele etmek zorunda kalmıştır.443
Bu mücadele sırada ambardan çıkartılarak mevziye yerleş
tirilen bir makineli tüfeğin başına Ali Fuat Paşa’nın yaveri İd-
ris Çora geçmiş ve asilerin istasyona girmesini yarım saat ge
ciktirmiştir. İki saatten fazla devam eden bu direniş sonunda,
bir taraftan süvari bölüğü, diğer taraftan yüz kişilik Yüzbaşı
Mesut Bey Müfrezesi ve Demirci Efe’nin atlı zeybekleri yetişmiş
ve Anzavur’un kontrolündeki Kuvayı İnzibatiye birlikleri geri
püskürtülmüştür.444
218
tüm askeri birliklerin komutasını ele alarak Atatürk’ü ve ulusal
cıları etkisizleştirmek ve milli harekete son vermektir.
219
nın verilmesini nasıl açıklayacağız? İngiliz emperyalizmiyle kol
kola girerek Müslüman kanı dökmek isteyen bir halife nasıl bir
halifedir? Bu halife kimin halifesidir? Kime hizmet eder? diye
sormayacak mıyız? Bu “Halifelik Ordusu” ve Kuvayı Seferiye
kepazeliğini, hainliğini görmezden mi geleceğiz?
220
r = = r £ rzuru'n k o n Sr« i kararlarına
fcary Damat Ferit’in İlk tepkisi:
Hiküınetjıong^
kanrnı dışı ilân etti
j Ingiliz generali M llne'n in şiddetli talebi üzerine
E B B B B l İçişleri Bakanı tam im yaparak m illtcilerin te vkif
454 Divanı H arb’in verdiği mahkûmiyet kararının tam metni için bkz. Kan su, age,
CII, s.5 8 3 -5 8 6 .
455 Jaeschke, age, s. 154.
221
kelle koltukta vatan ve namus mücadelesi veren Atatürk’ün ni
şan ve madalyalarını alan Vahdettin, o günlerde Düzce, Adapa
zarı, Bolu, Hendek, Gerede ayaklanmalarında ve Kuvayı İnziba
tiye saflarında ulusal kuvvetlere karşı savaşan 16 kişiye Beşinci
Rütbeden Mecidi Nişanı vermiştir.456
Prof. Akşin’e göre bu yapılanlar iç savaş ilanıdır: “İç sava
şa, Eylül 1919'da Damat Ferit'e bayrak açılınca başlanmış (\%
Bozkır ; 27 Eylül-4 Ekim 1919; I. Anzavury 25 Ekim -30 Kasım;
II.Bozkır, 20 Ekim-4 Kasım 1919; Şeyh Eşref , 26 Ekim- 24 Ara
lık 1919), 1,5 ay kadar ara verilmiş, İtilaf İstanbul'u OsmanlI
dan kopartma kararından vazgeçince 16 Şubat'ta II. Anzavur
ayaklanmasıyla çok daha şiddetli ve yaygın bir ikinci perde baş
lamıştır. Tarihçilerimiz bazen, Padişahçı bu halk hareketlerinden
iç isyanlar diye söz ederler. (...) Padişahçı hareketler TBMM hü
kümeti açısından ‘isyandır'. Padişahçı hareketler... düpedüz iç
savaştır, kanlı bir kardeş kavgasıdır. Bir tara f dem okratik ulusçu
devrimi, öbür taraf ortaçağcıl mutlakıyeti, feodalizm i, karşı dev
rimi savunuyor du.”**7
Padişah Vahdettin’in yarattığı iç savaş, milli hareketi çe
peçevre saracak bir şekilde çıkarılmıştır. Anzavur isyanı, Biga,
Gönen ve Karacabey civarını kaplamış, Adapazarı, Düzce, Bolu
ayaklanmaları Ankara Beypazarina kadar yayılmış, Konya’da
Delibaş Mehmet isyanı ve Yozgat’ta Çapanoğlu isyanı Ankara’yı
tehdit etmeye başlamıştır. Görüldüğü gibi milli hareketin merke
zi Anakara dört bir yandan isyancılarca kuşatılmıştır.458
“ Padişah , bu iç savaşı, 1919 güzünden 1920 güzüne ka
dar yaklaşık bir yıl sürdürmüştür. İç savaşı D am at Ferit'ten çok
Vahdettin'e mal etmek gerekir, zira bu dönemin önemli bir bö
lümünde Ferit iş baştnda değildi. ” 459
Necip Fazılların, Nihal Atsızların “Büyük vatan dostu!"
dedikleri Padişah Vahdettin, Damat Ferit’le birlikte, ulusalcıları
222
öldürmek ve milli hareketi ortadan kaldırm ak için elinden gelen
her şeyi yapmıştır. Üstelik bu gerçeği, 1 9 2 3 ’te yayımladığı “ Be
yannamesinde” Vahdettin de kabul etmiştir:
Vahdettin, “Bağlt olduğu devleti tanımayan Mustafa Ke
mal'i tepelemek için üzerine askeri kuvvet gönderilmesine lü
zum gösteren hükümetlere uymamda... ”460 diye devam eden
cümlelerinde, M ustafa K em al’i “tepelem ek” için asker gönderen
Damat Ferit H üküm eti’ne “ uyduğunu” bizzat itiraf etmiştir.
MUSTÂFA KEMÂL'İN
TEVKİF! İSTENDİ
içişleri Bakanlığı, M u stafa Kemal*te birlikte Rauf
Bey'ın, D em irci Efe'nin v H acı Şilkrü'nün oe
yakalanarak İstanbul*a gönderilmelerini em retti
Damat Ferit'in
korkunç ifşaatı
Osman'ı B a k k a m g izli b 'r
lop'anlıda in g in le re yalnız Allahla
noıltera-’ den Omidi oiduûunu sOviedı
Hofrtar’ı * /b - ALIAH V I
ÎÎÎÎ-v. »Onüiîlmlytfr
ıtehtam
Owwt
»İV». m* «*•••*• ta* İn»»-
ERZURUM KONGRESİNDE
“ASİT KElJMESt
TARTIŞMAYA YOL AÇTI
223
Atatürk’ün Samsun’a Çıkışı ve Vahdettin
Kurtuluş Savaşı’nın büyük onurunu Atatürk’e layık gör
meyen şaşkınlar, 1929 yılından beri tarihi “eğip bükerek”,
belgeleri çarpıtarak ve beyinleri yıkayarak “Kurtuluş Savaşı'nı
Vahdettin in başlattığını ” iddia etmişlerdir.
Her şey aslında tescilli bir Atatürk düşmanı olan Mevlanza-
de Rıfat’ın başının altından çıkmıştır. 1929 yılında kaleme aldığı
Türkiye İnkılabinın tç Yüzü adlı kitabında, “VI. Mehmet Vah
dettin Han, Anadolu'da Milli bir kuvvet hazırlamayı düşün
müş ve bu kuvveti meydana getirmek için yakınında bulunan
ların telkini ile yaverlerinden Mustafa Kemal Paşa’yı geniş bir
yetki ve özel bir talimatla galip devletlerin İstanbul'da bulunan
temsilcilerinin bilgisi dışında gizlice Anadolu'ya göndermiştir.”
demiştir.461
Turgut Özakman’ın haklı olarak “yalan, yanlış ve marta
val yığıni' olarak adlandırdığı bu kitabı kaynak olarak kulla
nan Necip Fazıl, Kadir Mısıroğlu, Nihal Atsız, Haşan Hüseyin
Ceylan, Vehbi Vakkasoğlu, Mustafa Armağan gibi Vahdettinci
yazarlar, Türk toplumunun gözünün içine baka baka yalan söy
lemişlerdir.
Tarihi yeniden yazan Vahdettinci yazarlar, “Kurtuluş Sa-
vaşim Vahdettin başlattı” diyebilmek için Vahdettin’in sözüm
ona gizli bir planı olduğunu ileri sürmüşlerdir.
K. Mısıroğlu bu planı şöyle açıklamıştır: “İstanbul ve An
kara iki hasım (düşman) pozunda, karşı karşıya olacaktır. Bu
oyun düşmana karşı Anadolu ile el ele, bir siyasi komplo, bir
ince politika olarak başlatılmış, Padişah ve İstanbul Hükümeti,
bu oyunu büyük bir ciddiyet ve teatral bir kudretle oynamış
lardır. ” 462
Mısıroğlu’nun bu iddiasına Turgut Özkman şu soruyla kar
şılık vermiştir: “Ama o fetvalar; o isyanlar, o Anzavur, o milli
224
yetçileri tepelemek için İngilizlere türlü türlü önerilerde bulun
malar, bunlarla ilgili binlerce belge, tanık, Vahdettin’in kendi
itirafları filan nedir? Eğer bu oyunsa buna olsa oba Kanlı Ni-
gar oyunu denilebilir.”463
Mevlanzade Rıfat, K. Mısıroğlu, H. Hüseyin Ceylan, N. Fa
zıl Kısakürek gibi Vahdettinci yazarlara göre Padişah Vahdettin,
Kurtuluş Savaşı’nı başlatması için “göstermelik” bir görevle ve
geniş yetkilerle Mustafa Kemal Atatürk’ü Anadolu’ya gönder
miştir. Bu Vahdettinci yazarların, hiçbir somut belgeye dayanma
dan, üstelik de Padişah Vahdettin’in, Damat Ferit ve İngilizlerle
birlikte milli hareketi yok etmek için yapıp ettikleri ortadayken
böyle bir tez ileri sürebilmeleri cidden “komik” bir durumdur.
İşte bu komikliğin farkında olan bu Vahdettinci yazarlar, söz ko
nusu “komik” ve “güdük” tezlerini kanıtlamak için birtakım ta
nıklıklara, anılara dayanmışlardır. Bu tanıklar şunlardır: Müta
reke dönemi polislerinden Radi Azmi Yeğen, Fevzi Çakmak’ın eşi
Fıtnat Çakmak, Erzurum Kongresi Sivas Delegesi Fazlullah Mo-
ran, Atatürk’ün silah arkadaşlarından Refet Bele, Abdülaziz’in
torunlarından Şehzade Mahmut Şevket Efendi, Çankaya Köş
kü garsonlarından Cemal Granda. Ayrıca Nihal Atsız ve Necip
Fazıl’ın “öteden beriden duyduklarını” iddia ettikleri bir takım
dedikodular... Bu anıları tek tek analiz eden Turgut Özakman,
bir kısmının uydurma, bir kısmının çarpıtma, bir kısmının da
mantık hatalarıyla dolu yakıştırmalardan ibaret olduğunu bütün
delilleriyle gözler önüne sermiştir.464
Şimdi bu “komik” ve “güdük” yalanı deşifre edelim.
“ Vahdettin , Kurtuluş Savaşı'm başlatmak için Musta
fa Kemal'i Anadolu'ya gönderdi!" diyen Vahdettinci yazar
ları yine bizzat Vahdettin yalanlamıştır. Şöyle ki, Vahdettin,
1923’te Mekke’de’yaymladığı beyannamede Atatürk’ü, Kurtu
luş Savaşı’nı başlatması için seçerek Anadolu’ya göndermediği
225
ni, “Mustafa Kemal’i Anadolu'ya gönderen kabineye uydum”
diyerek itiraf etmiştir.465
Ayrıca Vahdettin’e çok yakın olan Başkâtip Ali Fuat Bey de
anılarında Vahdettin’in Kurtuluş Savaşı’nı planladığına yönelik
en ufak bir bilgi kırıntısına bile yer vermemiştir.466 Anılarında
Vahdettin’le ilgili çok küçük ayrıntılara bile yer veren Ali Fuat
Bey’in böyle önemli bir noktayı kaçırması imkânsızdır.
Son zamanlarda “resmi tarih eleştirisi” adı altında bazı ta
rihçiler ve yazarlar yeniden bu “güdük tezi” dillendirmeye başla
mışlardır. Örneğin Murat Bardakçı, Vahdettin’i anlattığı “Şahba-
ba” adlı kitabında “Atatürk'ü, Vahdettin’in Anadolu'ya gönder
diğini" kanıtlamak için birçok belge yayınlamıştır. Bardakçı’nın
“yeni bir şey keşfetmiş gibi” davranması çok anlamsızdır;.çünkü
Atatürk’ü, Vahdettin’in Anadolu’ya gönderdiği zaten bilinen bir
gerçektir. Bu gerçeği 1926 yılında bizzat Atatürk, Falih Rıfkı
Atay’a açıklamıştır.
Atatürk, Damat Ferit Hükümeti’nin, Padişah Vahdettin’in ve
İngilizlerin bilgisi dahilinde hatta “İngiliz vizesiyle” Anadolu’ya
geçmiştir. Evet! Atatürk’ü Padişah Vahdettin Anadolu’ya gön
dermiştir! Burada kilit soru şudur? Peki ama niye göndermiştir?
Git! Kurtuluş Savaşı’nı başlat, düşmanla savaş diye mi? Yoksa
git, bölgedeki karışıklıkları önle, asayişi sağla diye mi?
Cevap bulunması gereken soru “Atatürk'ü kim gönderdi?”
sorusu değil, “Atatürk niye gönderildi?” sorusudur.
Vahdettin, Atatürk’ün Anadolu’ya gönderilmesindeki son
halkadır. Her şey İngilizlerin isteğiyle başlamıştır. Atatürk, ka
binedeki ve genelkurmaydaki nüfuzlu arkadaşlarını devreye
sokarak atamasını yaptırmış, yetkilerini genişletmiş, Damat
Ferit’i ikna ederek ve stratejik hamlelerle İngilizleri “uyutarak”
Anadolu’ya geçmeyi başarmıştır. Vahdettin, sonradan bizzat iti
226
raf ettiği, gibi, hükümetin yaptığı atamayı sadece onaylamıştır;
hepsi bu!
Şimdi bütün bu süreci adım adım izleyelim:
İngilizlerin İsteği
Mondros Ateşkes Antlaşmasının 7. Maddesi’ne göre, “Ka-
nşıklık çıkan yerler İtilaf Devletleri tarafından işgal edilecek
tik. Bu maddeye dayanarak Anadolu’da birçok yeri işgal eden
İtilaf Devletleri, “karışıklık çıkmaması” konusunda birçok kere
ağır bir dille hükümeti uyarmıştır.
İngilizlerin emperyalist emelleri açısından Karadeniz bölgesi
ve Kafkaslar çok önemlidir; çünkü Kafkaslardaki doğal kaynak
ları ve Hindistan ticaret yolunu kontrol etmenin biricik yolu bu
bölgeyi kontrol etmektir. Kafkaslara ve Güney Asya’ya açılan
bir koridor durumundaki Karadeniz bölgesi ve Karadeniz li
manları İngilizleri çok fazla ilgilendirmektedir. Bu nedenle İngi-
lizler, 26 Aralık 1919’da Batum’u işgal etmişler ve o bölgedeki 9.
Ordu’nun terhisi ve silahların teslimi işlerinin yavaş gittiği gerek
çesiyle bu ordunun komutanı Yakup Şevki Paşa’nın görevinden
uzaklaştırılıp, yerine emirleri uygulayacak birinin getirilmesini
istemişlerdir.467 İstanbul hükümeti hiç zaman kaybetmeden İn
gilizlerin bu isteğini yerine getirmiştir. İngilizler, Ermenilerin ya
şadığı doğudaki altı ille de özel olarak ilgilenmişlerdir; çünkü
Mondros Ateşkes Antlaşması’nm 24. maddesine göre bir karı
şıklık durumunda oralar işgal edilebilecektir.
İngilizler, Mondros Ateşkes Antlaşmasından hemen sonra
Kafkaslardan, doğu illerinden ve Karadeniz’de özellikle Sam
sun’dan şikâyet etmeye başlamışlardır. Mütareke döneminin en
huzursuz ve karışık yerlerinden biri Samsun’dur. Bu karışıklığın
temel nedeni bölgenin etnik yapısı ve Pontus Rum çetelerinin faa
liyetleridir. Rum çetelerine karşı kurulan Türk çetelerinin direnişi,
mütarekenin başından beri İngilizlerin dikkatini çekmiştir.468
227
İngiliz Calthorpe ve Amet 1918 Kasım sonlarında, “Sam
sun'da mütareke hükümlerinin henüz uygulanmamış olduğum
ve Hıristiyanları toptan öldürmek için Müslüman ahalinin silah
landırıldığını” iddia em^lei'dir.469 Ocak’ta Amerikan Tobacco
Caompany, Londra'ya gönderdiği bir raporda “Bütün Müslü
manların ve özellikle köylülerin silahlandırıldtğtni’ bildirmiştir.
Bunun üzerine Foreign Office, 41Bu durumun gemi veya silah
gönderilerek düzeltilmesi için gerekli tedbirin almtp alınamaya
cağın T sormuştur. Bu soruya Webb, 13 Ocak’ta, “Normal şart
lara dönüş için bütün bölgenin tamamıyla silahsızlandırılması
gereklidir. Bu da ancak büyük bir askeri kuvvetle yapılabilir”
şeklinde cevap vermiştir.470 Bunun üzerine Ingilizler, 9 Man
1919’da Samsun’a 200 kişilik küçük bir askeri birlik çıkarmışlar,
50 kişilik bir müfrezeyi de Merzifon’a göndermişlerdir.471 Ayrıca
Teğmen Perring ve Yüzbaşı Hurst de incelemelerde bulunmak
için bölgeye gönderilmiştir.472
İngilizlerin Samsun’a asker çıkarmaları bölge halkının tepki
sini çekmiş, 17-18 Mart 1919 gecesi Makineli Tüfek Bölüğü’ne
bağlı Teğmen Hamdi Bey, askerleriyle birlikte dağa çıkmıştır.473
Teğmen Hamdi Bey’in mücadele etmek için dağa çıkması
İngilizler açısından bardağı taşıran son damla olmuş, İngiliz yet
kililer, hükümetin biran önce bölgede asayişi sağlamasını, aksi
halde meydana gelecek olayların sonucuna katlanması gereke
ceğini belirtmiştir.
İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Calthorpe, 21 Nisan 1919’
da Osmanlı Harbiye Nazırlığı’na bir nota vermiştir. Notanın içe
riği şöyledir:
1. Erzurum, Erzincan, Bayburt ve Sivas yörelerindeki ordunun
terhis ve silahlarının toplanması işi çok yavaş gitmektedir.
228
2. Bu yörelerde, Kars’ta olduğu gibi baştan başa şuralar kurul
muştur.
3. Bu şuralar, ordunun denetimi altında asker toplamaktadır.
Bu gelişmeler o bölgede yaşayan halkı rahatsız etmektedir.
4. Bu olaylar, Ermenistan hakkında verilecek karara karşı koy
mak için ittihatçı Jöntürklerce örgütlenmektedir.4"4
Bu İngiliz notasının sonunda Aniral Calthorp’e, “Gereken
her türlü önlemin derhal alınmasını, ilgililere emir ve talimat
verilmesini, yoksa işin ciddiyet kazanacağını" bildirmiştir.47"5
Amiral Calthorpe, Sadrazam Damat Ferit’e gönderdiği
resmi yazıyla yetinmemiş, Padişah Vahdettin’le de görüşerek,
“Karadeniz’deki kanştklann bastırılması konusunda” ona da
kesin uyarılarda bulunmuştur. Calthorpe, Vahdettin’e, “Yüksek
yetkiler sahip askeri bir kurulun, başlarında yetenekli bir gene
ralle derhal görev yerine giderek, o bölgedeki 9. Ordu’yu disip
lin altına almastnt” söylemiştir.476
Aynı hafta içinde, 25 Nisan 1919 Cuma günü, İngiliz Komi
ser Vekili Amiral Webb de Sadrazam Damat Ferit’i ziyaret ederek
aynı istekleri tekrarlamıştır.477 Damat Ferit, İngiliz yetkililere, bu
sorunun en kısa zamanda çözüleceğini bildirmiştir.478
O günlerde Osmanlı yönetiminin en çok dikkat ettiği nokta
Paris Barış Konferansfnda Osmanlının aleyhine kullanılabilecek
bir durumun oluşmamasıdır. Bu bakımdan özellikle tngilizlerin
memnun olması çok önemlidir. Bu amaçla Ingilizlerin 21 Nisan
tarihli notasına uygun olarak Karadeniz ve Doğu Anadolu böl
gelerinde asayişi sağlayacak önlemler alınmalıdır. Zaman kay
betmeden güçlü bir komutan bölgeye gönderilerek, asayiş sağ
lanmalı ve Paris Barış Konferansı öncesinde İngilizler memnun
edilmelidir.
229
Sadrazam Damat Ferit ve Padişah Vahdettin işte bu düşün
celer içinde Atatürk’ü 9. Ordu Müfettişi olarak Anadolu’ya gön
dermişlerdir.
Atatürk’e verilen görev ve yetkiler şunlardır:
1. Bölgedeki asayişin düzeltilmesi, asayişsizlik sebeplerinin
saptanması.
2. Silah ve cephanenin biran önce toplattırılıp koruma altına
alınması.
3. Şuralar varsa ve' asker topluyorsa, bunun kesinlikle engel
lenmesi.
4. Şuraların kapatılması.
Görüldüğü gibi Padişah Vahdettin, Vahdettinci yazarların
iddia ettiği gibi “durup dururken bir görev icat edip Atatürk’ü
Anadolu’ya göndermiş” değildir; Vahdettin doğrudan doğru
ya İngilizlerin “notası” vç “isteği” üzerine harekete geçmiştir.
Görev ve yetkilerden de anlaşılacağı gibi Atatürk’ten istenen ve
beklenen Anadolu’da bir direniş başlatmak değil, tam tersine
başlamış olan direnişleri etkisiz hale getirmektir.
Atatürk’e geniş yetkiler verildiği doğrudur. Ancak Vahdet
tinci yazarların, Vahdettin’in, Atatürk’e bu geniş yetkileri, “giz
lice bütün yurtta direnişi örgütlemesi” amacıyla verdiği iddiaları
yalandır. Çünkü bu yetkilerin geniş olmasının iki nedeni vardır.
Birincisi, 21 Nisan 1919 tarihli İngiliz notasında sadece Karade
niz bölgesinden değil doğu illerinden de söz edilmektedir. Yani
yetkilerin geniş tutulmasının birinci nedeni, doğrudan İngiliz
notasıdır. İkincisi de bu yetkileri Genelkurmay İkinci Başkanı
Kazım İnanç Paşa’yla yaptığı görüşme sonunda bizzat Atatürk
genişletmiştir.479
Atatürk’e mülki (idari) yetkiler verilmesinin nedeni ise, yine
İngiliz notasında belirtilen “şuralara” son verebilmesi içindir.
Atatürk’ün, bu sivil örgütlere son verebilmesi için, askerler dı
şında sivillere de emir verebilmesi gerekir.
Neden Atatürk
Peki ama Vahdettin neden bu görev için Atatürk’ü seçmiştir?
Neden Atatürk gönderilmiştir? Öncelikle Atatürk’ü seçen Vah
dettin değildir, kendisinin de bizzat itiraf ettiği gibi, Atatürk’ü
hükümet bu göreve getirmiş, Vahdettin sadece bu atamayı onay
lamıştır. O zaman Vahdettin bu atamayı neden onayladı? soru
suna cevap vermeden önce, Damat Ferit Hükümeti neden bu
göreve Atatürk’ü seçti? sorusuna cevap verelim.
Bu konuda Atatürk’ün çabaları belirleyici olmuştur. İşgal
İstanbul’unda bulunduğu 6 aylık sürede Atatürk’ün kafasının bir
köşesinde hep Anadolu’ya geçerek “direniş” başlatma düşünce
si vardır. Bu amaçla İttihatçı yeraltı örgütleriyle temas kurarak
“Anadolu’ya gizli geçiş planı” üzerinde çalışmıştır. Mim Mim
Grubu’ndan Topkapılı Cambaz Mehmet, Karakol Cemiyeti’nden
Yenibahçeli Şükrü Bey ve Yahya Kaptan gibi kişilerle İstanbul’da
gizli görüşmeler yaparak “Gebze Kocaeli yolunun” kontrol edil
mesini istemiştir. Yaveri Cevat Abbas Gürer, Atatürk’ün Gebze-
Koacaeli yolu üzerinden gizlice Anadolu’ya geçmeyi düşündüğü
nü, bu konuda her türlü hazırlığı yaptığını belirtmiştir.481
Bir taraftan Anadolu’ya “gizli geçiş planı” üzerinde çalışan
Atatürk, diğer taraftan güvendiği arkadaşlarıyla Şişli’deki evde
gizli görüşmeler yaparak bir “kurtuluş planı” hazırlamıştır. İşte
bu görüşmeler sırasında hükümetteki ve genelkurmaydaki nü
fuzlu arkadaşlarını devreye sokarak müfettişlik görevini almayı
başarmıştır. Şöyle ki, Atatürk yakın arkadaşlarından Ali Fuat
Cebesoy’un babası İsmail Fazıl Paşa aracılığıyla Dahiliye Nazı
rı (İçişleri Bakanı) Mehmet Ali Bey’le tanışmış ve birkaç kere
Şişli’deki evde Mehmet Ali Bey’le görüşüp nabzını yoklamıştır.
231
Daha sonra da Bahriye Nazırı (Denizcilik Bakanı) Avni Paşa’yla
diyalog kurmuştur. Sonra da yaveri Cevat Abbas aracılığıyla
Harbiye Nazırı Şakir Paşa’yla temas kurmuştur. Ayrıca daha
önce değişik cephelerde birlikte mücadele ettiği Genelkurmay
İkinci Başkanı Kazım İnanç Paşa’yla irtibata geçmiştir. İşte Ata
türk, hükümetteki bu tanıdıklarını kullanarak Sadrazam Damat
Ferit’e ulaşmıştır. İngilizlerin hükümete ültimatom verdiği gün
lerde Damat Ferit, “Acaba Anadolu'ya kimi göndersek?” diye
düşünürken devreye giren Mehmet Ali Bey’in, Damat Ferit’e
telkinleri sonrasında ve Avni Paşa, Şakir Paşa ve Kazım İnanç
Paşa’mn onayıyla, görev Atatürk’e verilmiştir. Ancak Damat
Ferit çok temkinlidir, önce Atatürk’le birkaç görüşme yapmış,
hatta onu İngilizlere bile sormuş, hükümete vç. padişaha bağlı
lığına kanaat getirince Atatürk’ü 9. Ordu Müfettişliği görevine
atamıştır.482
Bu sırada Atatürk, genelkurmaydaki güvendiği arkadaşları
Kazım Paşa ve Fevzi Paşa’dan yardım istemiştir. Örneğin Fevzi
Paşa, İngilizlere, doğudaki bu karışıkları ancak Atatürk’ün ön
leyebileceği konusunda telkinlerde bulunmuştur.483 Atatürk’ün
İstanbul’da kaldığı 6 ay boyunca izlediği “stratejik İngiliz politi
kası” da buna eklenince, Atatürk’ün Anadolu’ya gönderilmesine
İngilizler de itiraz etmemiş, hatta ona vize bile vermişlerdir.
Atatürk bu arada genelkurmayda Fevzi Paşa ve Cevat
Paşa’yla gizli bir “üçlü görüşme” yaparak, Anadolu direnişi ko
nusunda onlarla anlaşmıştır.
29 Nisan 1919 Salı günü Atatürk’e 9. Ordu Müfettişliği
görevi verilmiştir. Atatürk genelkurmaya çağrıldığında görevin
detaylarını öğrenmek için Genelkurmay İkinci Başkanı Kazım
İnanç Paşa’yla görüşerek yetkilerini biraz daha genişletmeyi ba
şarmıştır. Yetki belgesini cebine koyup Kazım İnanç Paşa’nın ya
nından çıkarkenki duygularını 1926 yılında Falih Rıfkı Atay’a,
“ Tarih bana öyle müsait şartlar haztrlamtş ki, kendimi onların
482 Bu surecin bütün ayrıntıları için bkz. Meydan, age, s. 463 vd.
483 Akın gazetesi, 20 Mayıs 1948.
232
kucağında hissettiğim zaman ne kadar bahtiyarlık duydum, ta
rif edemem. Bakanlıktan çtkarken, heyecanımdan dudaklarımı
ısırdığımı hatırlıyorum. Kafes açılmış, önümde geniş bir alem,
kanatlarım çtrparak uçmaya hazırlanan bir kuş gibi idim” di
yerek anlatmıştır.484
Harbiye Bakanlığı, Atatürk’ün Anadolu’ya atanması ka
rarını 30 Nisan 1919’da Padişah Vahdettin’e arz etmiştir.485
“Atatürk’ün 9. Ordu Müfettişliğine Tayini Hakkındaki İrade”
aynı gün saraydan çıkmıştır.486
Atatürk’ün Samsun’a gönderilmesiyle ilgili kararname 4
Mayıs 1919 Pazar günüJ Meclisi Vükela (Bakanlar Kuruluj’nda
görüşülüp kabul edilmiştir.
Şimdi de “ Vahdettin Atatürk'ün bu göreve getirilmesini ne
den kabul ettif ” sorusuna cevap verelim. Bu durumun belli başlı
nedenlerini şöyle sıralamak mümkündür:
1. Vahdettin’in, îngilizlerin çok önemsedikleri bu zor görevi
Atatürk’ün yerine getirebileceğini düşünmesi: Vahdettin, as
kerlik geçmişindeki başarılardan dolayı Anadolu’da tanınan
Atatürk’ün bu görevi kolayca yerine getireceğini düşünmüş
tür. Paris Barış Konferansı arifesinde işini şansa bırakmak
istemeyen Vahdettin, Îngilizlerin çok önem verdikleri bu zor
görevi Atatürk’e vermeyi doğru bulmuştur.
2. Vahdettin’in, Atatürk’ü tanıması ve ona güvenmesi: Vah
dettin, 1917 Almanya gezisinden beri Atatürk’ü tanımakta
dır. Atatürk o tarihten itibaren hep bir şekilde Vahdettin’in
yanında olmuştur. Bir ara Padişah’m “Fahri yaverliğini”
yapmıştır. “B/r fahri yaveri hazreti şehriyarinin efendisine
karşı isyan edebilmesi her ikisi için de (Vahdettin ve Damat
Ferit) tasavvur edilmeyecek bir şeydi.”487 Ayrıca, Atatürk,
13 Kasım 1918’de İstanbul’a geldikten sonra tam 8 kere Pa
dişah Vahdettin’le görüşmüştür. Hatta bir ara Vahdettin’in
233
kızı Sabiha Sultanla evlenmesi gündeme gelmiştir.488 Bu ne
denle az çok padişahın güvenini kazanmıştır.
3. Atatürk’ün İttihatçı olmaması: 21 Nisan tarihli İngiliz ül
timatomunda, doğudaki Ermeni karşıtı olayların, Ermeni
karşıtı ittihatçı Jöntürklerce örgütlendiği belirtilmiştir. Bu
nedenle bu göreve getirilecek kişinin İttihatçı olmaması ge
reklidir. Ayrıca Padişah Vahdettin de İttihatçılara ve Enver
Paşa’ya düşmandır. İşte bu noktada Atatürk’ün İttihatçı ol
maması ve Enver Paşa’ya karşı olması, bu göreve getirilme
sinde etkili ölmüştür.
4. Alman karşıtlığı: Bir Alman karşıtı olan Padişah Vahdet
tin, Atatürk’ün de Almanya’ya sıcak bakmadığını bilmek
tedir. Özellikle katıksız bir İngiliz yanlısı olan Damat Fe
rit açısından Atatürk’ün Alman karşıtlığı çok önemli bir
durumdur.489
5. Atatürk’ün İstanbul’dan uzaklaştırılmak istenmesi: Ata
türk, 1926 yılında Falih Rıfkı Atay’a, Anadolu’ya gönde
rilmesinin nedenlerinden birinin de İstanbul’dan uzaklaştı
rılmak olduğunu belirtmiştir: “Vahdettin kabinlerinde be
nim için iki zıt fikir vardı: Biri beni lehlerine kazanmaya
çalışanlar, diğeri hiçbir surette güvenilmemesi gerektiğini
iddia edenleri Aylarca münakaşalardan sonra hangi fikir
hak kazanmış bilir misiniz: Mustafa Kemal’e güvenilmez!
İstanbul’da birtakım menfi telkinler, belki hazırltklar yapı
yor. Bu adamı İstanbul’dan uzaklaştırmak lazımdır. Mus
tafa Kemal’i Anadolu dağlarına atmalı ve orada çürütmeli!
Nihayet bu karar üzerinde mutabık kalmışlar. Bunu işiten
yakın arkadaşlarım, beni tebrik ettiler. Beni İstanbul’dan
çıkarmakla ağır bir yükten kurtulacaklarını zannedenler,
makul bir sebep aramakla meşgul idiler. Nihayet bu sebep,
işgal kuvvetleri zabitlerinin raporları ile dolu bir dosya
halinde ellerine geldi.”490 Atatürk’ün işgal İstanbul’undaki
234
altı aylık dönemdeki yoğun temasları ve gizli çalışmaları,
hatta hükümete ve Padişah’a karşı “darbe” hazırlıkları, bir
takım çevreleri rahatsız etmiş olabilir. Bu durumda İstanbul
Hükümetinin ve Ingilizlerin Atatürk’ü tutuklayacakları dü
şünülebilir. Ancak, kamuoyunca tanınıp çok sevilen Çanak
kale kahramanı bir subayı tutuklamanın hem İngilizlerin
hem de İstanbul Hükümeti’nin başını ağrıtacağı muhakkak
tır. Bu durumda yapılabilecek en akıllıca iş onu İstanbul’dan
uzaklaştırmaktır.491 Padişah Vahdettin ve Sadrazam Damat
Ferit, Atatürk’ü Anadolu’ya göndererek bir taşla iki kuş vur
mayı planlamışlardır. Şöyle ki; Padişah ve Sadrazam, hem
İngilizlerin verdiği ültimatom doğrultusunda bir an önce
Anadolu’daki karışıklıkları önlemek, (Burada Atatürk’ün
askerlikteki şöhretinden ve başarısından yararlanmak iste
mişlerdir) hem de İstanbul’da “her işe burnunu sokan” bu
“aykırı” paşadan kurtulmak istemişlerdir.492
5. Vahdettin’in, Damat Ferit’in sözünden çıkmaması: Vahdet-
tin’in bu görevlendirmeyi kabul etmesinin gözden kaçan ne
denlerinden biri de, Padişahın adeta Damat Ferit’in kuklası
durumuna gelmiş olması, onun her dediğini kabul etmesidir.
Dolayısıyla Damat Ferit, Atatürk’ü bu göreve atayınca Vah
dettin buna itiraz etmeyi düşünmemiştir bile...
Atatürk Nutuk’ta bu “Samsun’a gidiş” konusuna şöyle
açıklık getirmiştir: “Onlar bu yetkiyi bana bilerek ve anlaya
rak vermediler, ne pahasına olursa olsun benim İstanbul'dan
uzaklaşmamı isteyenlerin buldukları gerekçe Samsun ve dolay
larındaki güvenlik olaylarını yerinde görüp tedbir almak üzere
Samsun'a kadar gitmem idi. Ben bu görevin yerine getirilmesi
nin bir makam ve yetki sahibi olmaya bağlı bulunduğunu ileri
sürdüm. Bunda hiçbir sakınca görmediler. O tarihte genelkur
mayda bulunan ve benim maksadımı bir dereceye kadar sezmiş
olan kimselerle görüştüm. Müfettişlik görevini buldular. Yetki
235
konusu ile ilgili emri de ben kendim yazdırdım. Hatta Harbiye
Nazın olan Şakir Paşa, bu talimatı okuduktan sonra imzala
maya çekinmiş, anlaşılır, anlaşılmaz bir biçimde mührünü bas-
mtştır.”
Görüldüğü gibi önce Ingilizler, bir notayla hükümetten ve
Padişah’tan Karadeniz'deki ve Doğu Anadolu’daki karışıklık
ların bir an önce önlenmesi istemişler, Sonra Sadrazam Damat
Ferit bu doğrultuda bir müfettiş ararken, Atatürk'ün kişisel giri
şimleri sonrasında iletişim kurduğu İçişleri Bakanı Mehmet Ali
Bey gibi bazı hükümet üyeleri devreye girerek bu müfettişin Ata
türk olabileceğini belirtip Damat Ferit’i ikna etmişler ve böylece
bu görev Atatürk’e verilmiştir. Ve son olarak da bu görevlen
dirmeyi, yukarıdaki nedenlerden dolayı, Padişah Vahdettin de
onaylamıştır.
236
'Paşa, Paşa! Şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin. Bun
ların hepsi artık bu kitaba girmiştir. (Elini demin bahsettiğim
kitabın üstüne bastı ve ilave etti.) tarihe geçmiştir.’ (O zaman bu
nun bir tarih kitabı olduğunu anladım. Dikkatle ve sükunla din
liyordum). ‘Bunları unutun’ dedi. ‘Asıl şimdi yapacağın hizmet
hepsinden önemli olabilir; Paşa Paşa, devleti kurutabilirsin'.”4*'
İşte, Vahdettin’in, ağzından dökülen, “Paşa Paşa devle
ti kurtarabilirsin” cümlesini, “ Vahdettin in Atatürk'ü gizli bir
planla Kurtuluş Savaşı'm başlatması için Anadolu'ya gönder
diği" biçiminde yorumlayanlar vardır. Evet, aslında Vahdettin’i
tanımasam ve Kurtuluş Savaşı sırasında Anadolu’daki milli ha
reketi yok etmek için yaptıklarını, ayrıca İngilizlerle nasıl gizlice
anlaştığını bilmesem, ben de bu sözleri “ Vahdettin'iti, Atatürk'ü,
Kurtuluş Savaşt'nı başlatması için Anadolu'ya gönderdiği" biçi
minde yorumlayabilirdim. Ancak bütün bu gerçekleri bilen biri
olarak bu kadar iyi niyetli olamayacağım.
Vahdettin’in bu sözlerini, Vahdettin’i “Kurtuluş Savaşı kah
ramanı” ilan etmek için kullananlar, Atatürk’ün, Vahdettin’in bu
sözleri hakkındaki yorumunu nedense görmezden gelmişlerdir.
Atatürk’ün, Vahdettin’in bu sözleri hakkındaki yorumunu
ve görüşmenin sonraki aşamalarını yine Atatürk’ün anılarından
takip edelim:
“Bu son sözlerden hayrete düştüm. Acaba Vahdettin be
nimle samimi mi konuşuyorf O Vahdettin ki, ecnebi hükümet
lerin yüzüncü derece aletleri ile temas arayarak devletini ve sal
tanatını kurtarmaya çalışıyordu. Bütün yaptıklarından pişman
mıydı? Aldatıldığım mı anlamıştı? Fakat böyle bir tahminle
başka bahislere girişmeyi tehlikeli buldum. Kendisine basit ce
vaplar verdim:
'Hakkımdaki teveccüh ve itimada arz-ı teşekkür ederim.Elim-
den gelen hizmette kusur etmeyeceğime emniyet buyurunuz. *
Söylerken kafamdaki bulmacayı da halletmeye uğraşıyor
dum. Çok iyi anladığım, veliahtlığında, padişahlığında bü
238
mümkündür. O sırada İngilizleri memnun etmenin biricik yolu ise,
Ingilizlerin 21 Nisan tarihli notası doğrultusunda Anadolu’daki
karışıklıkları önlemektir. Dolayısıyla Padişah Vahdettin’in, bu karı
şıkları önleyecek paşaya, Yıldız Sarayı’nda “ Paşa Paşa devleti kur
tarabilirsin” derken kastettiği şey, tngilizlerin notası doğrultusunda
Anadolu’daki karışıklıkların önlenmesi ve asayişin sağlanmasıdır.
Ayrıca Vahdettin tek “kurtuluş planının” İtilaf Devletlerine güven
mek olduğunu anılarında açıkça itiraf etmiştir:
“Devlet tehlikede ve İstanbul sallantıda idi. Şahsen müs
takil bir siyasetim yoktu, ama kurtuluşumuz için babam Ab-
dülmecit Han’dan miras aldığım İtilaf Devletleri’ne yakınlık
politikasını, İngilizlerin zıddına hareket etmemek ve Fransız
larla İngilizleri gücendirmemek şeklinde, uyuşmacı bir siyaseti
seçmiştim. Böylelikle anlaşma olmasa bile hiç olmazsa husu
metlerini (düşmanlıklarım), şiddet ve nefretlerini azaltmaya
çalışıyordum”495
Vahdettin ile Atatürk’ün “devletin kurtuluşundan” anladıkla
rı çok farklı şeylerdir. Vahdettin’in “devletin kurtuluşu” yöntemi,
İngilizleri memnun etmek ve onların desteğini almak biçimindey-
ken; Atatürk’ün “devletin kurtuluşu” yöntemi, bütün düşmanlara
karşı mücadele ederek tam bağımsızlığı elde etmek biçimindedir.
Ayrıca, Vahdettin, “devletin kurtuluşu” derken aynı zamanda
kendi tahtı ve tacını kastederken, Atatürk, “devletin kurtuluşu”
derken, ulusun egemenliğini kastetmektedir.496 “ Müttefiklerin, bi
tip tükenmeyen isteklerini yerine getirmekten bıktığını söyleyen
Padişah’in özlemini çektiği kurtuluş, onların şikâyetlerinin gideri
lerek Osmanlı taç ve tahtını koruyacak olabildiğince ılımlı bir ba
rışa biran önce kavuşmak olmalıdır. Mustafa Kemal ise başından
beri bireysel ya da hanedana sınırlı bir kurtuluş değil, yurdu ve
ulusu içeren bütjinsel bir kurtuluş amaçlamaktadır. ” 497
495 Murat Bardakçı, “Birinci Cumhuriyetçilere Dev Bir Hizmet”, Hürriyet, 1 2 '
Mayıs 1996.
496 Meydan, age, s.521.
497 Turan, Mustafa Kemal Atatürk, s.214.
239
İstanbul’da dün
tevkifler yapıldı
Kimdir bu polis müdürü?
49N Saınıt' Yııccr, "Mustafa Kental Paşa nın Samsun'a Çıkışı ve d e n Çağrılması
Üzerine Hır İn celem e ”, Askeri Tarih Bülteni, Ankara, 2 0 0 1 , S.51 , s. 141.
■ H i Mustafa Kwiial
9HAZİRAN 1919Pzt
G e n ç liğ in
d ire n e c e ğ i
ıftc s ıra
g e lm iş tir
Y ı ld ız S a r a y ın d a
d ü n y a n g ın ç ık tı
241
Vahdettin’in, Atatürk’e, 40.000 altın verdiği iddiası, Necip
Fazıl’dan, K^dir Mısıroğlu’na kadar bütün Vahdettinci yazarla
rın dört elle sarıldıkları bir yalandır.*02
Vahdettin’in, Atatürk’e 40.000 altın verdiğini iddia eden
Vahdettind yazarların her şeyden önce matematik biliminden ve
fizik kurallarından habersiz oldukları anlaşılmaktadır. Bu mate
matik ve Fizik cahili yazarlara Turgut özakman, “40.000 alttntn
nasıl taşındığını" »örmüştür? Bir altın 7.6 gram olduğuna göre
40.000 altın 304 000 gram, yani 304 kilo eder. Doğal olarak al
tınların ¿andıklara yerleştirilmesi gerekir. Her sandık 50 kilo oka,
304 kilo altın 6 sandık eder. “Altı sandık dolusu altın saraydan
Şişlideki eve, Şişliden Galata rıhtımına, rıhtımdan motora, mo
tordan Bandırma gemisine, gemiden Samsun rıhtımına, oradan
Mıntıka Palas oteline, oradan Havza'ya, Amasya'ya, Erzincan'a,
Sivas'a, Erzurum'a, Kırşehir'e, Kayseri 'ye, Ankara'ya nasıl taşı
nır? Kimler taşır? Hiç kimsenin ilgi ve merakını çekmez, feri ¿»//e
'bunlar nedir' diye sormaz mı? Mesela Refet Paşa, K. Karabekır
Paşa, Rauf Bey, bu esrarlı sandıklardan neden hiç söz etmiyor
lar? Mustafa Kemal sandıklarda altın olduğunu arkadaşlartna
sirylediyse neden hiçbiri bugüne kadar bu altınlar konusuna de
ğinmedi? Neden gerektikçe altınları harcamaytp da ona buna
muhtaç oldular?”'0'
Atatürk ve arkadaşlarının yanında üç küçük döküntü otomo
bil vardır. Sadece 3-4 kişinin binebildiği bu araçlara, ayrıca özel
eşyaların, tüfeklerin ve dosyaların da konulduğu düşünülecek
olursa 40.000 yani 6 sandık altın nereye nasıl konulmuştur?’04
Bandırma vapurunu arayan Ingilizler bu altınları neden göreme*
mıştır? Bandırma vapurunda bulunan 23 kişiden herhangi biri
ve daha sonra Kurtuluş Savaşı boyunca Atatürk’ün yanında ya
kınında yer alan yüzlerce kişiden hiçbiri neden bu altınlardan
söz etmemiştir?
502 Kı»akurck, Vatan Haini DegiJ, Büyük Vartan Dortv Sokan Vahdettin, «.204.
501 Özakman, age, *.276.
504 a««, *.276.
242
Atatürk'e verildiği iddia edilen 40.000 altın yalancı tarihçi'
ler tarafından açık artırma misali sürekli arttırılmış ve en sonun
da çok uçuk bir rakama, 400.000 altına kadar çıkmıştır Şehzade
Mahmut Şevket Efendi, 1967 yılında Murat SertoğJu’na verdiği
bir röportajda, Vahdettin’in Atatürk’e 400.000 altın verdiğini
iddia etmiştir.105
Atatürk’e Dahiliye Nezareti ödeneğinden 1000 lira ile 23
karargah mensubunun 3 aylık maaşları, yollukları ve yüzde 50
zam verilmiştir.106 Ayrıca değişik ihtiyaçlar için de 25.000 lira
verilmiştir.107 Atatürk ve 23 kişilik kuruluna verilen bu para-
nın ne kadar yetersiz olduğunu anlamak için bir örnek verelim:
1920’de Sadrazam Damat'Ferit, birkaç kişilik heyetiyle Paris Ba
rış Görüşmeleri’ne giderken kendisine 70.000 lira verilmiştir,0*
Atatürk, Anadolu'ya geçtikten sonra büyük para sıkın
tısı çekmiştir, örneğin, Erzurum’dan Sivas’a giderken yaşa
nan para sıkıntısı Binbaşı Süleyman Bey’in verdiği 900 lirayla
çözülmüştür.50* Erzurum Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti üyeleri de
kendi aralarında topladıkları 1000 lirayı Atatürk ve heyetine
vermişlerdir.110 Otomobillerin benzini Sivas-Amerikan okutunca
karşılanmıştır.111 Sivas Osmanlı Bankası Müdürü’nden 1000 lira
ödünç alınmıştır. Hacı Bektaş Dergahı Şeyhi Cemalettin Efendi
de Atatürk’ün heyetine bir miktar yardım yapmıştır.112 Atatürk
ve heyeti Sivas’tan Ankara’ya hareket ederken tam anlamıyla
243
“yoksulluk” içindedir. Bu yoksulluğu, Mazhar Müfit Kansu,
“Bütün paramız, yol için yirmi yumurta, bir okka peynir ve
on ekmeğe yettiğinden bunları aldırdık." diyerek ifade etmiştir.
Ayrıca, aylarca sabahlan bir bardak çay ile bir dilim ekmek ye
diklerini belirten513 Kansu, “Ekmekçilere bile verecek paramız
kalmamıştı... Benim bir kürküm vardı. Erzurumlu Nafiz Bey’e
müracaat ederek sattınlmasınt rica ettim. Nafiz Bey, (Ocak ayı
içindeyiz, ne giyeceksinV diye satmamakta ısrar ettiyse de ne
olursa olsun kulağıma giremezdi. Aç mı kalacaktık? Nihayet
onu da sattık. Kimsede satılacak bir şey kalmadı. Paşa ile bu
hususta bir çare bulamayarak, ‘Hele sabah olsun* diyerek oda
larımıza çekildik. Ankara’ya geldiğimiz zaman hemen bir haf
ta bizi belediye besledi” diyerek yaşadıkları “yoksulluğu” göz
ler önüne sermiştir.514 Atatürk, Samsun’a çıktıktan yedi buçuk
ay sonra Ankara’ya geldiğinde yaşadığı “para sıkıntısından”,
Ankara Müftüsü Rıfat Börekçi’nin Ankara tüccarından topla
yıp kendisine verdiği 1000 lirayla biraz olsun kurtulmuştur.515
Paranın geldiği gün “et ve helva” ziyafeti verilmesine karar ve
rilmiştir. Her zaman çorba içilmesine alışık olanlar, et yemeği
gelince şaşkınlıklarını gizleyememişlerdir. Atatürk, Ankara’da
bir meclis toplamaktan söz edince, buna Kara bek ir,“Para ne
rede? Millet vermez/” diye karşı çıkarken 3. Ordu Komutanı
Selahattin, “Ali Rıza Paşa Hükümetine karşı daha ılımlı ola
lım. Zira paramız yok” demiştir.516 Trakya’daki milliyetçiler, 1.
Ordu Komutanı Cafer Tayyar aracılığıyla Temsil Heyeti’nden
para isteyince, Atatürk Trakya örgütüne şu karşılığı vermiştir:
“Müdafaa-i Hukuk Örgütü'nün... parası yoktur. Bu nedenle
Batı Trakya Örgütü için gelir kaynaklarını yine aynı toprak
lardan sağlamak zorunludur. Buna sizin gibi doğrudan doğ
ruya ilgili olan yurtsever kişilerin çare bulacağına kuvvetle
inantyorum. .. ”517 Atatürk, Ankara’da TBMM açılırken yeni
244
sivil elbisesi olmadığı için Erzurum Valisi Münir Bey’in sivil el
biselerini giymiştir. Ancak elbise biraz üstünden akar gibidir. İs
tanbulin denilen uzun ceket biraz büyük gelmiştir, reye pantolon
uzun ve iğreti durmaktadır. En kötüsü de pek sevilmeyen ciğer
rengindeki festir.518 Atatürk’ün, yeni Türkiye’nin kuruluşlunu
simgeleyen TBM M ’nin açılışına, “emanet” elbiseyle katılması
yaşadığı ekonomik sıkıntının en açık kanıtlarından biridir. Ata
türk, İstanbul'un işgali üzerine İstanbul’dan Ankara’ya kaçanla
rın Gebze’den Ankara’ya kadar arabalarla getirilebilmeleri için
26 Mart 1920’de Karabekir’den para istemek zorunda kalmıştır:
“Köylü araçlarından yararlanabilmek için önemli bir paraya
gerek vardtr. Parasızlık bu konuda güçlük çıkarıyor” Karabe-
kiı^ Azerbaycan Hükiimeti’nden para alınmasını önerince, Ata
türk, 3 Mayıs 1920’de Kâzım Karabekir’e çektiği telgrafta “Elde
beş para bulunmadığı malum-u devletleridir. Şimdilik içerde
bir kaynak da bulunmuyor. Başka taraftan sağlanıncaya kadar
Azerbaycan Hükümetinden en geniş ölçüde borç alma olana
ğının düşünülmesini ve sağlanmasını rica e d e r i m demiştir.519
Rauf Orbay anılarında, Atatürk’ün İstanbul'dan hareketinden
önce kendisine, “Para meselesini ne yapacağızt Girişeceğimiz
işlerde şüphesiz ki paraya ihtiyacımız olacak. Fakat biliyorsun
bende biraz para vardı, hepsini Minber (gazetesi) yuttu. Sen de
benden farklı değilsin. Aylıklarımızla ne yapabiliriz” dediğini
anlatmıştır. Rauf Orbay bu “para meselesini” Topçuoğlu Naz-
mi Bey’e açmış, Nazmi Bey de hiç tereddüt etmeden Rauf Bey’e
5000 lira vermiştir. Rauf Bey, “Biz Amasya’dan itibaren her işi
mizi bu para ile gördük. Bu para bitince, Sivas Kongresine gi
derken Erzurum Müdafaa-i Hukuk Heyeti bize 1000 lira kadar
para temin etmişti” diyerek para sıkıntısına dikkat çekmiştir.520
Ayrıca Kılıç Ali de, Ali Galip olayında el koydukları 6000 altını
Atatürk’e teslim etmiştir. Atatürk, o para yokluğunda duyduğu
245
sevinci, “Bu çok büyük bir para. Bizimkilere öyle birdenbire
söyleme yüreklerine iner!” diyerek ifade etmiştir.521 Atatürk,
Anadolu’da bir ara konuklarına kahve ikram edemez derecede
parasız kalmıştır.
Peki ama Atatürk ve milliyetçiler para sorununu nasıl çöz
müşlerdir?
Kurtuluş Savaşı sırasında para sorunun çözmek pek de ko
lay olmamıştır, öncelikle, 16 Mart 1920’de İstanbul’un İngiliz
lerce resmen işgal edilmesinden sonra Atatürk ve Temsil Heyeti,
Anadolu’dan İstanbul’a vergi gönderilmesini yasaklamış ve bu
gelirlere el koymuştur. Daha sonra Sovyet Rusya ile sağlanan
anlaşma sonrası Eylül 1920’de Rusya’dan ilk eko.nomik yar
dım olarak 500 kilo altın alınmıştır. Daha sonra da Rusya’dan
sağlanan 10 milyon altın rubleyle subay maaşları ödenmiştir.522
Ankara’da TBMM toplandıktan sonra Atatürk acele bir şekilde
bir bütçe oluşturulmasını istemiştir. Bu doğrultuda Anadolu’da
gereken çalışmalar yapılmıştır. 1920 yılı içinde bağışlar, eşraftan
sağlanan paralar ve halktan alınan vergilerle bir bütçe oluşturul
maya çalışılmıştır. Para toplama işinde Balıkesir, Alaşehir ve Na
zilli Kongrelerinin önemli katkıları olmuştur. Örneğin, Balıkesir
Kongresi’nde alınan kararlara göre, “Merkezde olduğu gibi ilçe
ve bucaklarda da örgütlenme, maliye ve levazım kurulları oluş
turulacak. İlçe ve bucaklardan gönderilen erlerin giderler, daha
sonra genel giderlerden düşülmek üzere bu kurullara ait olacak.
Erlerin başında eşraftan bir kişi bulunacak ve bu kişi cephede
erlerle birlikte kalacaktır. Genel giderler ise her yerin büyüklü
ğü ve zenginliği oranında paylaşılacaktır. Baltkesir Merkez İlçe
giderlerin yüzde 2Vini, Edremit yüzde 17’sini, Burhaniye yüz
de 7*sini, Balya yüzde 4 ’ünü, Soma yüzde 5 ’ini, Bandırma yüz
de 10’unu, Gönen yüzde 6 ’sını, Sındırgı yüzde 4 yünü, Bergama
yüzde 2 ysini karşılayacaktır. Subay ve erlere verilecek maaş ve
ikramiye tutan bulunduklan yerlerdeki kurullann yetkisinde
olacakttr. Cephelerdeki bütün askerlerin yiyecek, elbise, tedavi,
246
araç, gereç ve ihtiyat kuvvet ihtiyaçlarım karşılamak üzere cep
helerde menzil müfettişlikleri kurulacaktır ”S2İ
Kurtuluş Savaşı’nın hangi ekonomik güçlüklerle kazanıldı
ğını görmek isteyenlerin Atatürk’ün, Sakarya Savaşı öncesinde 8
Ağustos 1921 tarihinde yayınladığı Tekalif-i Milliye Emirleri’ne
bakmalarını öneriyorum: Atatürk, ordunun ihtiyaçlarını karşıla
mak için, çarıktan çoraba, iç çamaşırdan iğne ipliğe, ekmekten
çiviye kadar her şeyi halktan istemiştir.524
Siz bütün bu gerçekleri bir yana bırakarak utanıp sıkılma
dan hangi 40.000 altından söt ediyorsunuz? Siz bu milletle dalga
mı geçiyorsunuz?
Turgut Özakman’ın dediği gibi, “İstanbul’dan o kadar altın
la yola çıktılarsa neden oradan buradan yardım almak zorunda
kalmışlar? Mustafa Kemal ne yaptı o kırk bin ya da yüz binlerce
altını? Sakın Samsun'daki otelin bodrumuna ya da Havza'daki
termal hamamın havuzunun altına gömmüş olmasın! Defineci
lere duyurulur!”515
Atatürk Anadolu’ya giderken kendisine sadece 1000 lira
verenler, Atatürk’ü yok edip milli harekete son vermek için kur
dukları Kuvayı İnzibatiye’ye tamı tamına 1.250.850 lira ödenek
ayırmışlardır.526
247
Londra’ya gönderdiği bir yazıda, “Padişahın Mustafa Kemal’e
bir kutlama telgrafı göndermeye zorlandığım ama bunu red
dettiğini dolaylı biçimde bilgime sunmuştur" demiştir.528 Ancak
yakınlarının ısrarı üzerine, “son savaşta” yaşamlarını yitirmiş
olanların ruhuna Fatiha okumak amacıyla 15 Eylül 1922’de Fa
tih Sultan Mehmet Camii’nde yapılan dini törene katılmıştır.529
TBMM, 11 Ekim 1922 tarihinde Mudanya Ateşkes Ant
laşmasını imzalayarak, kesin zaferi perçinlemiş, dahası İstan
bul, Boğazlar ve D.Trakya’yı savaş yapmadan kurtarmıştır. Barış
görüşmelerinin İsviçre’nin Lozan şehrinde yapılmasına karar ve
rilmiştir. O günlerde Sadrazam Tevfik Paşa’nm meşru hükümet
olarak Türkiye’yi Lozan’da İstanbul Hükümeti’nin temsil edece
ğini belirtmesi üzerine harekete geçen TBMM 1 Kasım 1922’de
saltanatı kaldırmıştır.
Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasından sonra Sadrazam Da
mat Ferit, 22 Ekim 1922’de İngiliz polislerinin koruması altında
Orinet Ekspresi ile Avrupa’ya kaçarak Fransa’nın Nice şehrine
yerleşmiş ve İstanbul’un kurtarıldığı 6 Ekim 1923’de orada öl
müştür.
Sadrazam Tevfik Paşa, 5 Kasım 1922’de görevinden çe
kilerek yönetimi İstanbul’da bulunan TBMM temsilcisi Refet
Paşa’ya bırakmıştır.
Damat Ferit’in ve işbirlikçilerin kaçarak İngilizlere sığınma
sı, saltanatın kaldırılması, Tevfik Paşa’nın istifa ederek İstanbul’u
TBMM temsilcisi Refet Paşa’ya bırakması, İzmit’te Ali Kemal’in
linç edilmesi, İstanbul’da tramvaylara “Kahrolsun Vahdettin”
yazılması ve gibi gelişmeler Padişah Vahdettin’i korkutmaya
başlamıştır.530 “Büyük zafer İstanbul'da büyük şenliklerle kut
lanıyordu. Halk gündüzleri meydanlara toplanıyor; her yerde
heyecanlı nutuklar söyleniyordu. Padişah’a karşı yer yer en ağır
sözler sarf ediliyor; hakaretler yağdırılıyordu. Aynı gün kalaba
sın FO, 371/7901/E 10729: Rumbold’tan Curzon’a gizli ve özel mektup, İstanbul,
26.9 .1922; Sonyel, age, s. 191.
529 İkdam, Sabah, 16 Eylül 1922.
530 özakm an, age, s.61.
248
lık bir grup Yıldız Sarayinin önüne gelip Padişah ve padişahlık
aleyhine gösteriler yapmıştı. Mevlit gecesi ise tramvayların üzeri
ne tebeşirle , ‘Kahrolsun Vahdettin sözleri yazılıyordu. Sarayda
ki görevlilerin, memurların çoğu korkudan gelmiyordu.”5*1
Padişah Vahdettin Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasına ve
saltanatın kaldırılmasına karşın önceleri hâlâ tngilizlerden “yar
dım” beklemekte, İngilizlerin Kemalistleri etkisizleştireceğini dü
şünmekte ve hâlâ tacını ve tahtını koruyacağını zannetmektedir.
Ancak bir süre sonra tacını ve tahtını bir kenara bırakarak “ca
nının” derdine düşmüştür.
Son İhanet
Vahdettin, 6 Kasım 1922’de İngiliz Yüksek Komiseri Rum-
bold ve Baştercüman Ryan'ı kabul ederek onlarla uzun bir gö
rüşme yapmıştır. Vahdettin, bu uzun görüşmenin sonunda İngiliz
makamlarının yakın bir tehlike halinde şahsını korumak için her
şeyi yapacaklarına dair 1920’de verdikleri sözü hatırlatmıştır.
Kendisini, güvenli bir yere götürüp götüremeyeceklerini, götüre
ceklerse Mısır'a mı, Kıbrıs’a mı götüreceklerini sormuştur. Rum-
bold Mısır’a gitmesinin imkânsız olduğunu ama geçici olarak
10-15 kişiyle birlikte her yere gidebileceğini söylemiştir.532
Vahdettin’in, üç saat süren bu görüşmede İngiliz temsilcileri
ne söyledikleri, onun “su katılmamış hainliğinin” en son kanıtla-
rındandır. Vahdettin, bu görüşmede, Bolşevik olarak tanımladığı
Kemalistlerin bir azınlık oluşturduklarını, bunun bir Kemalist
darbe olduğunu ve İtilaf Devletleri’ni de ilgilendirdiğini iddia
ederek, İtilaf Devletleri'nin Ankara hükümetinin meşruluğunu
tanıyıp tanımayacaklarını, banş sonuçlanıncaya kadar Ankara
Hükümeti’nin İstanbul’la ilgüi iddialarını kabul edip etmeye
ceklerini ve İstanbul'u sıkıyönetim altına alıp almayacaklarını
sormuştur.53’ Bu soruya Rumbold, İstanbul Hükümeti’nin orta
249
dan kalkmış olduğu, İtilafların konferansta bir “güçle” görüş
meleri gerektiği; bunun da ancak Ankara yönetimi olacağı ceva
bını vermiştir.534
Bu sırada İngilizler bir kere daha Padişah Vahdettin’i kullan
mayı denemişlerdir. İngiltere Dışişleri Bakanlığı yetkililerinden
Ronald Lindsay, 6 Kasım 1922 kaleme aldığı bir yazıda şöyle
demiştir:
“Fırsattan yararlanarak Padişaha Kıbrıs’ta siyasi barınak
önersek veya ona görevinden istifa etmemesini telkin ederek,
İslam ülkelerinin gözünde saygınlığımızı yükseltme olanağı
nı incelemekte yarar olabilir. Halifenin, İngiltere tarafından
Türkiye’deki ulusçulara ve cumhuriyetçilere karşt korunması,
Hindistan ve öteki İslam ülkelerinde pek etkili olabilir. ”
İngiltere Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Crowe, bu öneriyi
şöyle yorumlamıştır:
“Padişaha siyasi barınak verme önerisi dikkatle incelen-
melidir. Ona barınak olarak belki Hindistan’ı önerebiliriz; ama
bu denli bir öneri Hindistan’da Halifeye karşt bir soğukluk ya
ratabilir. ”
L. Curzon da bu konuya kafa yormuştur: “Padişaha siyasi
barınak veririm; ama ona bu nerede verilebilir? Lütfen bu ko
nuyu tartıştntz”535
Bu yazışmalardan açıkça görüldüğü gibi İngiltere, kaçacak
delik arayan, kullanılmaya çok müsait bir durumda bulunan
Padişah Vahdettin’i, daha doğrusu Vahdettin’in “Halifelik” yet
kilerini kullanmak istemiştir. Halifenin, özellikle Hindistan’daki
Müslümanların ayaklanmalarının bastırılmasında işe yaraya
cağını düşünen İngiliz yetkililer, bir ara ciddi ciddi Vahdettin’i
Hindistan’a götürmeyi düşünmüşlerdir. Ama yine karşılarına
Mustafa Kemal Atatürk çıkmıştır; çünkü biraz incelediklerin
de Hindistanlı Müslümanların halifeden çok Atatürk’e bağlı
olduklarını görmüşlerdir. Kurtuluş Savaşı’ndaki kahramanlı
250
ğından dolayı Mustafa Kemal Hindistan’da, “Allah’tn kıltcıV\
“İslamın son mücahidil” gibi adlarla anılmakta ve büyük say
gı görmektedir.536 Bu gerçeği, Hindistan Kral Naibi, 10 Kasım
1922’de Hindistan Bakanlığı’na bir gizli telgrafla şöyle bildir
miştir:
“Padişahın halifeliği dışında, kendisi Hindistan*da pek az
tanınmıştır ve Türkiye3nin işgali sırasında, onun İngilizlerin
aleti olduğundan kuşkulanılmaktadır. Dolayısıyla, genel eğili
me göre onun tahttan indirilmiş olması Hindistan*da ilgisiz
likle karşılanmıştır. Mustafa Kemal ise ülkesinin kurtarıcısı ve
İslamın şampiyonu olarak görülmektedir ”537
Kurtuluş için Atatürk’e bir “kutlama telgrafı” çekmeyen
Vahdettin, iyice sıkışınca Atatürk’le temas kurmak istemiş ama
başarılı olamamıştır.538
* * *
251
Tahtını ve tacını istemeyerek bırakmak zorunda kalan Vah
dettin, 16 Kasım 1922'de İstanbul İşgal Orduları Komutanı
General Harrington’a, “İstanbul'da hayatımı tehlikede gördü
ğümden İngiltere devletine sığınır ve bir an önce başka bir yere
götürülmemi talep ederim efendim. Müslümanların Halifesi
Mehmet Vahdettin.” diye kısa bir mektup yazarak, İngilizlerden
sığınma talep etmiştir.540
Vahdettin, 17 Kasım 1922 Cuma sabahı, oğlu Ertuğrul, beş
eşi, doktoru, müzik hocası, baş mabeyincisi ve iki sekreteriyle
birlikte Yıldız Sarayı’nın yan kapısından gizlice çıkarılarak, bir
ambulansla rıhtıma getirilmiş ve oradan İngiliz Malaya Savaş ge
misine alınarak Malta’ya götürülmüştür.541 Vahdettin Malta’da
Kraliyet Topçu Subay Mahfili lojmanlarında konuk edilmiştir.
Bu konukluğun İngilizlere haftalık maliyeti 100 sterlindir. 0
günlerde İngiliz parlamentosunda bir milletvekili, eski sultanın
ölene kadar İngilizler tarafından mı besleneceğini sormuştur.542
Vahdettin’in Türkiye’den kaçarken, gerek Harrington’a
yazdığı mektubu “Müslümanların halifesi M ehmet Vahdettin”
olarak imzalaması ve gerekse halifelik makamından istifa etme
diğini açıklaması, onun “halifeliği” kullanmak istediğini göster
mektedir. Kurnaz Padişah, İılgilizlerin kendisini, “halifelik” sıfatı
nedeniyle koruduklarını iyi bildiğinden bu sıfata sıkıca sarılmışa
benzemektedir. Nitekim daha sonra “Kral Hüseyin’in kendisini
davet ettiğini” söyleyerek Malta’dan Mekke’ye gitmesi, oradan
da yine Müslümanların yaşadığı Mısır, Ürdün veya Kıbrıs’a geç
mek istemesi, onun halifeliğin gücünü kullanarak ayakta kal
maya çalıştığını göstermektedir. Turgut Özakman’ın dediği gibi,
“Düşmana sığınan, yani resmi esareti kabul eden bir halifenin
halifeliği devam eder mi? Tabii ki etm ezi” Ama “Büyük vatan
dostu Sultan Vahdettin Han (!)" onursuzca vatanını terk eder
540 FO, 371/7962; Özakman, age, s.65.Çetineı;,age, s.261-275; Sonyel, age, s. 199.
541 FO, 371/7912/E 12647: Rumbold’tan Curzon’a yazı, 1 7 .11.1922; FO,
371/7914/E 12907, E 12952; FO 371/7962/e 1 2 7 9 0 , E 1 2 8 4 6 ve E 12887,
Sonyel, age, s. 199.
542 Doğan Avcıoğlu, Milli Kurtuluş Tarihi, C .l, İstanbul, 1998, s. 210.
252
ken, “Ben hâlâ halifeyim! ” diyerek, kendi canını koruma paha
sına onu kullanmak isteyen İngilizlere büyük bir koz vermiştir.
Vahdettin, halifelik zırhına sıkıca sarılırken devreye giren
Atatürk ve TBMM, 18 Kasım 1922’de Vahdettin’in halifeliğine
son verip onun yerine Abdülmecit Efendi’yi halife olarak seç
miştir. Vahdettin’in halifelikten uzaklaştırıldığına ilişkin fetvayı
Şeriye Vekili Vehbi Hoca yazmıştır: “Müslümanların padişahı
ve halifesi olan kişi, düşmanın bütün Müslümanlar aleyhinde
mahva sebep olan ağır tekliflerini hiçbir mecburiyeti yokken
kabul ile, Müslümanların haklarını müdafaadan aczini orta
ya koyarak ve Müslümanların mücahitçe savaşlarında düşman
tarafına muvafakat ederek Müslümanların çözülme ve mağlup
olmasını hazırlayan hareketlere fiilen teşebbüs ve bu tür yıkıcı
hareketlere devam ve ısrar ve daha sonra da ecnebi himayesine
iltica ederek hilafet makamını terk ve hilafetten bilfiil feragat
etmekle makamından şer*en indirilmiş olur mu? O/ur/”543 Böy-
lece halifelik zırhını da kaybeden Vahdettin savunmasız, çırılçıp
lak adeta ortada kalmıştır.
Hainliğinin farkında olan Vahdettin, yaptıklarının hesabını
veremeyeceğini düşünerek, ülkeden kaçmıştır. Müslümanların ha
lifesi sıfatını taşıyan Vahdettin, İngilizlere sığınırken hain Musta
fa Sabri’ye yazdırıp yayımladığı “Beyannamesinde” vatanım terk
edip İngilizlere sığınmasını, bu onursuz davranışını, hiç utanıp sı
kılmadan Hz. Muhammed’in “hicreti” ile özdeşleştirebilmiştir:
“Müvekkil-i Zişan olduğum peygamberin hicret sünneti
ni izledim”544 diyen Vahdettin beyannamesinin bir yerinde de,
“Beni haksız yere ihanetle suçlayanlar, saltanatla hilafeti ayt-
rarak saltanatı Muhammediye*yi yıkmış, sadece vatanlarına
değil, İslama da ihanet etmişlerdir!” demiştir.545
Vahdettin’in bu beyannamesini inceleyen İlahiyatçı Prof. Ya
şar Nuri Öztürk şu değerlendirmeyi yapmıştır: “ Dikkat edilirse
Vahdettin, Hz. Peygamber'in sıfatının başına bir Hz. bile ekle-
253
mezken, kendisinden 'zişan ’ (şanlı, şerefli' diye söz ediyor. Hem
de Cenab-t Peygamber*in isminin tam yanında. Halbuki İslam
terbiye ve geleneği, o ifadede ‘zişan* sıfatının Hz. Peygamber'e
verilmesini g e r e k t ir ir 546
Gözleri kör olmuş, kalpleri mühürlenmiş Vahdettinci ya
zarlar da Vahdettin’in Türkiye’den kaçıp îngilizlere sığınmasını,
hiç utanmadan, “hicret” olarak yorumlama aymazlığını göster
mişlerdir. Vahdettin’in bu korkakça ve onursuzca davranışını
Hz. Muhammed’in hicretiyle bir tutmak, her şeyden önce Hz.
Muhammed’e yapılmış en büyük saygısızlıktır.
Şimdi taşları üst üste koymak için birkaç soru soralım:
1. Vahdettin, madem Kurtuluş Savaşı’na “el ajtından” destek
olmuştu, büyük zaferden sonra tüm ısrarlara rağmen neden
Atatürk’e bir kutlama telgrafı yazmadı?
2. Vahdettin, madem suçsuz olduğuna, vatan haini çlmadığına
inanıyordu, neden apar topar vatanından kaçtı?
3. Vahdettin, Kurtuluş Savaşı kazanılmış olmasına karşın ne
den hâlâ İngiliz temsilcileriyle görüşerek, onlara “Kemalist-
lerin bir avuç Bolşevik olduklarını, onları tanımamalarını ve
İstanbul’u İngilizlerin kontrol altında tutmaya devam etme
lerini” söyledi?
4. Vahdettin, neden Çanakkale’de 250.000 Mehmetçiğin kanı
nı döken düşman Hristiyan İngilizlere sığınmakta bir sakın
ca görmedi?
5. Vahdettin neden, halifeliğin İngilizlerce kullanılmasına yol
açabilecek, Türkiye ve hatta belki bütün İslam dünyasını
olumsuz etkileyecek bir şekilde “halifelik sıfatıyla” İngilizle
re sığındı?
6. Vahdettin neden, gerekirse ölümü bile göze alarak, vatanın
da kalmaya cesaret edemedi?
Vahdettin’in hain olmadığını iddia edenlerin önce bu soru
lara doyurucu cevaplar vermesi gerekir. Bu sorulara verilecek
546 Yaşar Nuh öztürk Allah İle Aldatmak, 9.bs, İstanbul, 2 0 0 8 , s. 44.
254
hiçbir mantıklı cevap, Vahdettin’i aklamaya yetmeyecek ve onun
“hain” olduğu gözler önüne serilecektir. Lütfen siz de deneyin
ve görün!
547 Bu konuda güncel bir çalışma için bkz. Henri Benazus, Saltanattan Cumhuri
yete Vahdettin ve Mustafa Kemal, İstanbul, 2010.
255
masına rağmen, zaman içinde özellikle meclis gizli oturumların
da Vahdettin’i çok ağır bir şekilde eleştirmiştir.
Atatürk, 25 Eylül 1920 tarihli meclis gizli oturumunda,
“Esir olan adam padişah olamaz. Biz öteden heri diyoruz ki,
halife ve padişahtmız kuvvet ve kudreti şeriyyesini istimalden
memnudur, haince hareket ediyor. Nerde bizim halife ve padi-
şahtmtz deriz ve bugün ya onu tanımak lazım veyahut onun
yerine derhal birisini getirmek lazım gelir, ” demiştir.548
Meclisin, 7 Aralık 1920 tarihli gizli oturumunda hilafet ve
saltanat makamlarıyla ilgili hararetli tartışmalar olmuştur. Kare
si milletvekili Haşan Basri (Çantay), hilafet ve saltanatı iki ayrı
kavram olarak ele alıp, halifeyi gayrimeşru” olarak adlandır
mış ve hilafet makamının da tarihsel bakımdan mevcut olup ol
madığının sorgulanması gerektiğini ifade etmiştir.549
Aynı oturumda Haşan Basri, “Padişah yoktur, hilafet var
dır” demiştir. O oturumda Atatürk de, hilafet ve saltanat maka
mında oturan kişinin ülke ve ulusa karşı “Bazı fesat örgütler”
oluşturduğundan “hain” olduğunu belirtmiştir. Atatürk’e göre
bu kışkırtmaları yapabilen halife yoktur ve yok olacaktır! Ata
türk sözlerini şöyle sürdürmüştür: “Fakat biz bu iş ile oynamaz
sak düşmanlarımız da görürler ki, İngiliz ve İngilizlerle beraber
çalışan düşmanlarımızın bütün ümitleri mahvolacaktır.;”550
7 Aralık 1920 tarihli o gizli görüşmeden sonra meclis halife-
sultanı bir “hain” olarak görmekte ve onun etkisini anayasaya
sokmak istememektedir.
Hilafet ve saltanat tartışması 20 Ocak 1921’de yeniden
meclis gündemine gelmiştir. O gün yapılan toplantıda Atatürk,
“Sanıyorum ki yüksek meclisiniz artık bu yetkileri bir şahsa
bırakmak istemiyor; kendi yapmak ve tamamen üzerine almak
istiyor. Sonuçta bunu ifade etmek gerekir” demiştir.551
256
8 Şubat 1921 tarihli TBMM oturumunda Sevr Antlaşması'
yla ilgili yazışmalar tartışılmıştır. Bu toplantıda söz alan Burdur
Milletvekili Mehmet Akif (Ersoy), hilafet ve saltanatın papalık
gibi maddi bir kuvvet haline getirilmesinden söz etmiştir.552
Aynı toplantıda Muş Milletvekili Hacı Ahmet Hamdi (Bil
gin) Efendi de Sevr Antlaşmasını onaylayan halifenin 44ecnebi
lere boyun eğen bir yaratık" olduğunu belirtmiştir.
Atatürk ise, Mehmet Akif’in önerisini kastederek, “Hilafet
ve saltanat makamının papalık sözcüğüyle ifade edilmesine” kar
şı olduğunu, ayrıca halife tutsak olduğundan, halifenin Meclisi
onaylayamayacağını ve bu konuda bir pazarlığın bile söz konusu
olamayacağını söylemiştir.555
23 Nisan 1921 tarihli toplantıda, İstanbul Milletvekili Neşet
Bey, Vahdetin için, 44Kahrolsun/” ifadesini kullanmıştır.554 Aynı
Neşet Bey, 9 Temmuz 1921 tarihli toplantıda ise, Vahdettin için,
44Domuz” tabirini kullanmıştır.555 Tunalı Hilmi Bey Vahdettin'e,
44Taçlı hain/” demiştir.556
1922 başlarında TBMM’nin halife-sultana bakışı tamamen
olumsuzdur. Artık Padişah Vahdettin çok ağır bir şekilde eleştirile-
bilmektedir. örneğin, Türkiye’nin haklarını savunmak için Lond
ra Konferansı’na giden Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal (Tengirşek)
Bey’in İstanbul’a uğrayarak padişahla görüşmesi üzerine TBMM’de
hükümet aleyhine gensoru verilmiştir. Görüşmeler sırasında bir ko
nuşma yapan Trabzon Mebusu Hafız Mehmet (Engin),44Bakanlar
Kurulu, hiçbir vakit yüksek meclisin ve hükümetinin meşruluğunu
padişaha tasdik ettirme ihtiyacına karar vermez” demiştir.557
1 Kasım 1922 tarihinde saltanatın kaldırılmasına ilişkin
kararın girişindeki şu ifadeler TBMM’nin Padişah Vahdettin’e
bakışını çok net bir şekilde ortaya koymaktadır:
257
“Türk milleti, Anadolu’da hem iç düşmanlara hem dış
düşmanlara karşt kıyam etmiş, hem de o düşmanlarla birleşip
millet aleyhine harekete gelmiş olan saray ve Babıali aleyhine
mücadeleye atılarak (...) bugünkü kurtuluş gününe gelinmiştir.
Türk milleti, saray ve Babtali’nin hıyanetini gördüğü zaman
Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nu değiştirerek onun birinci madde
siyle hakimiyeti padişahtan alıp bizzat millete... vermiştir.”558
Görüldüğü gibi TBMM, saltanatı kaldırırken, açıkça sarayın,
yani padişahın Babıali’yle birlikte Kurtuluş Savaşı’na karşı, dış
düşmanlarla işbirliği yaparak Türk milletine “ihanet” ettiğini
belirtmiştir. Mecliste yapılan konuşmalar da çok serttir.
Örneğin Hüseyin Avni Bey, “Kendileri Sevr Antlaşmasinı
imza ederken, Halifenin ne olduğunu okuyaydı. Keşke baca
ğı kırılsaydı da, o halife lütfen ayağa kalkmasaydı! Bacakları
ktnlsaydı! Esir halife olmaz. Avrupalılarla banş yapacak isekt
her gün Papaza Fru ile Padişah banş etsin (Vaftiz yapıyor
lar, vaftiz... seslen) Değeri varsa yapsın! Papaz Fru İle günde
50.000 banş yapsın/” demiştir.559
Yahya Galip Bey, “Nedir vücudunun anlamı f İstanbul’daki
o hünkann vücudu nedir? Oradaki nazırlann vücudu nedir?
Kiminle ilgilidirler? (İngilizlerle sesleri!) Eğer İngilizlerle ise,
ben Lloyd George’un zabıta memuruyum desin ve İslam alemi
için bu bir züldür. O halife olsa olsa, daima nasihat aldığı Pa
paz Fru’nun halifesi olabilir... Müslümanlann böyle bir halife
si yoktur. (Yoktur!... sesleri)” demiştir.560
30 Ekim 1922 Pazartesi günü TBM M ’de yapılan görüşme
de hocalar ve din bilginleri bile Vahdettin’e hakarete varan ağır
sözler söylemişlerdir.
Örneğin, Rasih (Kaplan) Hoca, “O tahtta oturan kimsenin
cani olduğunu bilmiyorduk. Evet canidir! Çünkü bunca kıyam
yapan Yunan ordusu, kendini yıllarca Halife ordusu diye ta
258
ntttt. Düşman bu propagandayı yaparken o, bir beyanname ile
olsun, ‘Yunan ordusu neden Halife ordusu oluyormuş’ demek
cesaretini gösteremedi. İslam alemi kör değil. Durumu görmüş,
temsilcilerini İstanbul’a değil, Ankara’ya göndermiştir. Milletin
aleyhine hareket eden bu kişiler haindir.”561
Muş Milletvekili Hacı İlyas Sami Efendi, “İslamtn haya
tına, bütün İslam muhitinin mukaddesattna kayttstz kalan
Vahdettin’e biat ettiği için sağ elime nefretle bakıyorum. Müthiş
bir esirlik çemberi altında bulunduğu için bu padişahtn böyle
haince hareket ettiğini sanacak arkadaşlar bulunur. Bu hareket,
esirliğin gereği değil, kişiliğin sonucudur. Bir an önce zavallı
mabetlerimizi, mescitlerimizi, şu alçağın adtyla kirletmemek
için buna bir son verelim” demiştir.562
Ali Fuat (Cebesoy) Paşa, “Hâlâ İstanbul entrikast son bul
muyor, bence düşmanların da sonuncusu (Vahdettin) bugün
halledilmelidir” demiştir.563
Diyarbakır Milletvekili Hacı Şükrü Efendi, “İstanbul Hükü-
meti’nin ve Vahdettin’in besmele ile taşlanmasını” önermiştir.564
Vahdettin’in İngilizlere sığınarak Türkiye’den kaçması
üzerine hem Türk halkı, hem de onun temsilcisi durumundaki
TBMM, Vahdettin’e açıkça “hain” demeye başlamıştır.
Türk basını Vahdettin’e çok öfkelidir. 1 Ekim 1922 tarih
li Yeni Gün gazetesi Vahdettin’i “hain” olarak nitelendirmiştir:
“Türk ulusunun utkusu, hain padişahı, taht ve tacını bırak
maya zorlamıştır. Konstantin’den sonra devirmiş olduğumuz
padişah, İngilizlerce ülke dışına çıkarılmak üzeredir. Mehmet
VI adı altında padişahlığa başlamış olduğu günden bu yana
ulusuna ihanet etmiş; İngilizler ve Yunanlılarla işbirliği yap
mış, şimdi de görevinden çekilmiştir... Cehenneme gitsin !...”**5
259
Renin gazetesi, “ Vahdettin, davranışları konusunda halka he
sap vereceği günün yaklaşmakta olduğunu ve halka karşı bü
yük borçlan olduğunu sezmiştir. Osmanlı hanedanı ülkeye 36
sultan vermiştir. Bunlar arasından yüce ve önemsiz, iyi ve kötü
padişahlar çıkmıştır; ama Vahdettin gibi korkak çıkmamıştır.
Kendi seleflerinin mezarlanna sırtını çevirmiş olan Vahdettin
şimdi bir macera peşine düşmüştür* demiş, Tevhid-i Efkar ise
Vahdettin’in kaçışım, “Misli görülmemiş alçaklık” olarak nite
lendirerek, ancak kendi din ve ulusuna düşman bir düşük pa
dişahtan başka bir şey beklenemeyeceğini belirtmiştir.566 Basına
göre Vahdettin, son üç yıldan beri dinine ve ülkesine ihanet et
mişti. 19 Kasım 1922 tarihli Vakit gazetesine göre ülkesinden
kaçan Padişah Vahdettin, “Kendi eliyle kendi sonunu hazırla-
mtş, kendi eliyle kendini asmıştı."567
Görüldüğü gibi Vahdettin’e hain diyen resmi tarih değil doğ
rudan doğruya milletin temsilcisi durumundâki milletvekilleri
ve basındır. Üstelik iddia edildiği gibi Vahdettin’e, Cumhuriye
tin ilanından sonra “hain” denilmeye başlanmamış, daha Kur
tuluş Savaşı devam ederken, 1920 ve 1921 yılında'Vahdettin’e
“hain” denilmiştir. “Görülüyor ki Vahdettin'in hainliği, resmi
tarihçilerin ya da ‘devrim kalemşörlerinin* bir iddiası, yakıştır
ması, iftirası filan değil, Türkiye Büyük Millet Meclisinin kesin
kararıdır. 3,568
260
“Saltanat-hilafet makamında oturan Vahdettin soysuzlaş
mış, şahsını ve bir de tahtım koruyabileceğini hayal ettiği, al
çakça tedbirler araştırmakta.. ”569
Atatürk, Vahdettin’e sadece “hain” demekle de yetinme
miş, ona “yaratık” demiştir. Evet! Yanlış okumadınız, Atatürk
Vahdettin’e Nutuk’ta YARATIK demiştir.
“O zaman egemenliği atadan oğula geçirmek gibi yanlış
bir yöntem sonucu olarak büyük bir kat, gösterişli bir san ka
zanabilmiş bir alçağın, onuru çok yüksek olan soylu bir ulusu
nasıl utanacak bir duruma düşürebileceği kendiliğinden anla-
şıltr. Gerçekten neden ve nasıl olursa olsun Vahdettin gibi öz
gürlüğünü ve canını kendi ulusu içinde tehlikede görebilecek
derecede aşağılık bir yaratığın, bir dakika bile olsa bir ulusun
başında bulunduğunu düşünmek ne actklıdtr! Kıvanctmtz şu
dur ki, bu alçak alçaklığını, atalarından kalma padişahltk ka
tından Türk ulusunca atıldıktan sonra tamamlamış bulunuyor.
Türk ulusunun bu öncelikli davranışı elbette övülmeye değer.
Beceriksiz, aşağılık, duygu ve anlayıştan yoksun bir yaratık,
kendisini kabul eden herhangi bir yabancının kanadı altına sı
ğınabilir; ama böyle bir yaratığın bütün Müslümanların halife
si kimliğini taşıdığını söylemek kuşkusuz uygun düşmez. ”5"0
Son zamanlarda Türkiye’de “Her şeye Atatürk’le meşruluk
kazandırma” yöntemi çerçevesinde Vahdettin’e de Atatürk’le
meşruluk kazandırmak isteyenler vardır. Bunlar, sözüm ona
Atatürk’le Vahdettin’in arasından su sızmadığını iddia ederek,
Vahdettin’in “hain” olmadığını kanıtlamaya çalışmaktadırlar.
“Atatürk Vahdettin’in yaveriydi. . . ” diye söze başlayan bu “şark
kurnazları”, akıllarınca 1918 öncesindeki “Atatürk-Vahdettin”
ilişkisiyle, 1919 sonrasındaki “Atatürk-Vahdettin” ilişkisini bir
birine karıştırarak, milleti kandırmaya çalışmaktadırlar.
1919 sonrasında düşmanla işbirliği yapan Vahdettin, Ata
türk’ün gözünde eşi benzeri görülmemiş bir haindir.
569 Nutuk, s. 1.
570 age, s. 546.
261
Atatürk’ün, Vahdettin hakkında Nutuk'ta yer alan şu *oz)ç.
ri yeterince açıktır sanırım: “Beceriksiz, aşağılık, duygu ve an
layıştan yoksun, soysuzlaşmış bir yaratık!..."
262
Bu gerçeğin altını çizdikten »onra fimdi gelelim,44Vahdettin'
in hazîneyi «oymadığı** ve “parasız pulsuz** Türkiye'den kaçtığı
iddiasına t
Öncelikle, Osmanlıda iki tür hazine vardır. Bunlardan biri
devlet hâzinesi olan Hazineci Birun, yani dış hazine, diğeri ise
Hazine-i Enderun, yani iç hazine.*7* İç hâzinedeki giriş çıkışlar
Padişahın emriyle ve bilgisi dahilinde yapılmaktadır. Tarihçi
Ubucini, 44Bu hazine kayıtsız şartsız milletin malıdır. Hüküm sü
ren sultan bu hâzinenin sadece koruyucusudurn demiştir.'77 İç
hâzinenin Ccyb-i Humayun denilen kısmı ite padişahın gündelik
masrafları için kurulmuştur. Gelirleri arasında Mısır irsaliyesi,
darphane faizleri, hediyeler, müsadereler vb bulunan bu hazi-
neden padişaha her ay belli bir miktar maaş ödenmektedir.17*
Tanzimat'tan sonra padişahların bütün hâzineyi istedikleri gibi
kullanmalarının önüne geçilmiş ve padişahlara belli bir miktar
maaş ödenmesine başlanmıştır. *7V
Eğer Vahdettin, Tanzimat'tan önce yaşamış bir padişah ol
laydı, Refi Cevat Ulunay, İsmail Hami Danişment, K. Mısıroğlu
ve N. Fazıl Kısakürek gibi yazarların 44Vahdettin makbuz karşı
lığında isteseydi bütün hâzineyi götürebilirdi" iddiasına hak ve
rilebilirdi, ancak 1922 yılında bir padişahın elini kolunu sallaya
rak hâzineyi götürmesine imkân yoktur.,lü Bu yüzden Vahdettin
geçici olarak yanında bulunan ve Hazine-i Hümayun'a ait olan
“altın çekmcceyi”, Kıyametname adlı kitabr ve “Kur'an mah
fazasını** yanına almamış, geri vermiştir ki, bu durum Osmanlı
töresinin bir gereğidir. m
263
Ayrıca, Büyük Taarruz kazanılıp İzmir kurtarıldıktan hemen
sonra Refet Paşa TBMM’yi temsilen İstanbul’a gelerek Tevfik
Paşa’dan yönetimi devralmıştır. Padişah Vahdettin’le de görüşen
Refet Paşa, İstanbul’daki bütün yönetim merkezleriyle birlikte
aralarında Yıldız ve Topkapı saraylarının da olduğu tarihi yerleri
kontrol altına almıştır. Bu nedenle aslında Vahdettin, Osmanlı
töresine aykırı olarak, istese de Osmanlı hâzinesini götürecek
durumda değildir.
Ayrıca Vahdettin’in hâzineyi soymasına da hiç gerek yok
tu; çünkü zaten çok zengindi. Ağabeyi Sultan Reşat’ın ödene
ği 20.000 altındı. Ayrıca saltanat mülklerinden gelen gelirleri
de vardı. Ayrıca yıllık 50.000 lira ziyafet ve seyahat ödeneği
almaktaydı.582 Vahdettin’in aylık ödeneği (1995 itibariyle) 80
milyar lira tutmaktadır. 1918 Temmuz’undan 1922 Kasım’ına
kadar 51 ay tahtta kaldığına göre devletten toplam 1.020.000
altın (yaklaşık 4 trilyon lira) ödenek almıştır.583
Peki, Vahdettin Türkiye’den ayrılırken yanına ne kadar para
almıştır? Aslında bu konuda kesin bir belge yoktur. Değişik kay
naklarda bu para, 3000 lira ile 50.000 lira ve 23.000 altın ara
sında değişmektedir.584
Vahdettin Avrupa’da kendi el yazısıyla, “ Ö n c e İstanbul'daki
M illi B a n k a ’d a (N ation al B an k) o lu p k ıs a b ir sü re so n ra British
C o rp a ra tio n ’a n a k led ilen 2 0 .0 0 0 sterlin tutarındaki şahsi serve
tim ile on y a şın d a ki oğlu m E rtuğrul E fe n d i a d ın a M illi B an ka ya
yatırılan b irk a ç bin sterlin bu k u ru m la r d a k alsın . İn giliz Dışişle
r i n e bildirdiğim zam an h izm etim e su nu lsun ” demiştir.585
Tütüncübaşı Şükrü Bey’in verdiği bilgiye göre Vahdettin’in
yanında ve hesabında 23.000 altın vardır. Bu (1995 itibariyle) 92
milyar lira etmektedir. Vahdettin, Avrupa’da elindeki bazı mü
264
cevherleri satmış ve çok kıymetli bir safir taşını da İngiltere'ye
rehin vermiştir.586
25 Kasım 1922 tarihli Chronicle Ajansı'nın haberine göre,
“Sultan Vahdettin Osmanlt Bankası'na 75.000 lira yatırmış,
bankadaki mücevherlerine karşılık da 50.000 lira almış”.™7
Bu paralara Mediha Sultan ile Kral Hüseyin’in bazı yardım
ları da eklenince Padişah Vahdettin’in gurbet parası 140 milyarı
geçmiştir.588
Ayrıca Vahdettin “halifelik” nedeniyle, yurt dışında özellikle
İngiltere’nin ve diğer İslam ülkelprinin kendisine her konuda yar
dımcı olacaklarını, maddi ihtiyaçlarını da karşılayacaklarını düşün
müştür. Bu nedenle yanına fazla para almayı gerekli görmemiştir.
“Kaçarken Vahdettin hâzineyi soymadı” diyenlerin gözden ka
çırdıkları veya bilmedikleri bir başka gerçek daha vardır. Son yıllar
da Amerika arşivlerinde bulunan bir belge, “Vahdettin’in kaçarken
neden hâzineyi soymadığı” sorusuna da cevap vermektedir.
Vahdettin, ABD Başkanı’na yazdığı bu mektupta, Türkiye’yi
geçici bir süre terk etmek zorunda kaldığını, saltanat ve halifelik
gibi haklarından vazgeçmediğini şöyle ifade etmiştir:
“Siyasi olayların ve gelişmelerin tüm iç yüzünü, hangi ne
denlerden dolayı Saltanat merkezimi geçici bir süre için terk et
mek zorunda kaldığımı biliyorsunuz. Bu konuda ayrıntılı bilgi
sunmayı gereksiz görüyorum.
Bu süresiz uzaklaşmanın, babadan kalma sahip olduğum
Saltanat ve hilafet makamından vazgeçtiğim anlamına gelme
yeceği açıktır. ”589
Yani Vahdettin, yurt dışına kaçarken bir gün geri dönece
ğini düşünmektedir. Bu nedenle hâzineyi soymayı, ya da yanına
çok büyük miktarda maddi değeri olan şeyler almayı gerekli gör
265
memiştir. (Zaten yanında bugünkü parayla 140 milyarı vardır).
Nasıl olsa bir gün geri döneceğine ve hâzinelerine kavuşacağına
inanmaktadır. Yani, “Vahdettin’in yurt dışına kaçarken hâzineyi
soymamasınm arkasında” üstün “ahlaki” değerlerden çok üstün
“hayalci” kişiliği vardır.
266
zavallı bir padişaha değil, Atatürk’ün etrafında kenetlenerek “ Ya
istiklal ya ölüm/” diyen isimsiz Mehmetçiğe ağlarım!...
Şimdi gelin, “Kaçak Padişahın sefaleti” hikayesini şöyle bir
inceleyelim:
Vahdettin, Malta’dan Avrupa’ya geçmiş ve İtalya’da San
Remo’da orta boy bir villaya yerleşmiştir.590 Daha sonra, İs
tanbul’da bıraktığı eşleri ve eşlerinin yardımcıları da gelince
Magnoli (Manolya) villası adlı büyük bir köşkte yaşamaya baş
lamıştır. Köşkün yıllığı 600 İngiliz lirasıdır.591
Tarık Mümtaz Göztepe, Vahdettin’in bu köşkteki yaşamını
şöyle anlatmaktadır:
“Nefis bir saray yavrusu olan villa 40 odast, 15 dönüm
den geniş bir portakal, limon korusu ve bahçesi bulunan, beyaz
renkli mükellef bir kasırdı... İstanbul’dan gelen harem erkanı
arasında baş haremi Nazikeda, ikinci haremi Meveddet Kadıne-
fendiler ile son haremi Nevzat ve hemşiresi Nesrin Hanımlar ve
Sultan Vahdettin*in 2. hazinedarı ile birkaç sarayit bulunuyor
du... Derhal, kadınefendileriyle, hazinedar ustalarıyla mükellef
bir harem hayatı meydana gelmiş, musahipler; yaverler ve esvap-
çıbaşından, ibriktarbaşına kadar bütün beyler kadrosu kurulu-
vermiş ve meşhur Mabeyni Hümayun tam tertip canlanmıştı...
Osmanlı İmparatorluğu’nun bütün teşrifat ve merasim usulleri
olanca titizliğiyle korunuyordu... Sultan Vahdettin’in özel hiz
metine ayrıca Natalina isimli ufak, tefek ve sarışın bir İtalyan
kızı tayin edilmişti. Bu kasrın tam karşısında küçük ve zarif bir
kasır (küçük köşk) daha vardı. Sultan Vahdettin’in sarayının
bir nevi mabeyn dairesi haline getirilmişti... Yaver Zeki bu kü
çük kasırda kalıyordu. Burast dominyonlarda görevli zengin ve
hakim-i mutlak İngiliz sömürgecilerine parmak ısırtacak bir re
fah ve konfor bolluğu içinde yüzüyordu...”592
Vahdettin’in sefaletine bakar mısınız?
267
Göztepe’yi dinlemeye devam edelim:
“Sultan Vahdettin adamlarına, Padişahlığı esnasında aldık
ları maaşları, gurbette de fazlasıyla ve düzenli olarak veriyor
du. Bu bol maaşlı kapı yoldaşlarına gün doğmuştu. Hepsi de
İstanbul'daki ikbal günlerinde aldıkları maaşlardan yüksek aylık
alıyor. Ayrıca da Yıldız Sarayinin meşhur mutfağını aratmaya
cak mükellef ve zengin bir mutfak, sofra sofra yemekler yetiş
tiriyordu. Öğle ve akşam yemeklerine, burada bir de mükellef
sabah ve ikindi kahvaltıları ilave edilmişti. Yıldız Sarayinin o
zengin ve meşhur mutfağı, çeşit ve nefisliğinden çok şey kaybet
meden San Remo’da da devam ediyordu. ” 593
Görüldüğü gibi Padişah Vahdettin, San Remo’da adeta bir
eli yağda bir eli balda “zevk-ü sefa” içinde yaşamaktadır. Buna
karşın en büyük “Cumhuriyet tarihi yalancılarından’xAbdurrah
man Dilipak, hiç utanmadan ve Allah’tan korkmadan, “Vahdet
tin, aç yaşadt, ama onurlu öldür diye yazabilmiştir.594 Hangi
açlık ve hangi onur?
Peki ama bu bolluk, bu şatafatlı yaşam nasıl sona ermiş de
Vahdettin parasız pulsuz kalmıştır?
Öncelikle Vahdettin, San Remo’da kaldığı köşkte -eski alış
kanlıkla- elindeki paranın bir gün biteceğini bilmeden har vurup
harman savurmuştur. “Hazıra dağ dayanmaz” misali, bu aşırı
lüks yaşama para dayanmamıştır.
İkincisi de yanında bulundurduğu bazı kişiler “hovardaca”,
Vahdettin’in servetini göz açıp kapayıncaya kadar eritmişlerdir.
Yine Tarık Mümtaz Göztepe’ye kulak verelim:
“ Yaver Zekiden başka, iki içki düşkünü ve keyif ehli daha
vardı. Bunlardan biri İkinci Musahip Mazhar Ağa, diğeri de Tü-
tüncübaşı Şükrü Bey: Bunlar sakızlı mastika ve düz rakının adeta
küplüsü olmuşlardı. Şükrü, San Remo'ya gelince işi adamakıllı ay
yaşlığa dökmüş ve postu San Remo meyhanelerine ve pavyonlarına
kurmuştu. Mazhar Ağa da akşam olup da içki zamanı gelince kafa
yı iyice tütsüleyip körkütük oluyordu... Üçüncü Musahip Hayrettin
268
Ağa da şehrin gezip tozma yerlerini zevk ve safa köşelerini karış ka
rış biliyordu. .. Yaverler; mabeynciler,; ağalar ve beyler; mirasyediler
gibi bir tatil ve hava değişikliği hayatı sürüyorlardı.”
Özakman’ın dediği gibi, “Bm gereksiz, özenti, gösterişli ha
yata, hesapsızlığa ve savurganlığa para mı dayanır? “596
Vahdettin’in servetini tüketen başka bir etken de Padişa
hın, bazı maceracıların aklına uyarak Türkiye Cumhuriyeti ve
Atatürk’e karşı bazı hıyanet projelerine paraca destek olması
dır. Bu maceracılar San Remo’da kaldıkları sürece onların bütün
masraflarını da Vahdettin karşılamıştır.597 San Ramo’ya gelerek
Vahdettin’i ziyaret eden Vehip Paşa, Gümülcineli İsmail, eski İç
İşleri Bakanlarından Mehmet Ali Bey “Atatürk’ün hakkından
gelmek için” Vahdettin’den para istemişler, Vahdettin de bu
hainlere 2000 İngiliz lirası vermiştir.598 Ayrıca, bir Yunan alba
yıyla birlikte Vahdettin’i ziyaret etmeye gelen “Atatürk düşma
nı” Mevlanzade Rıfat, Yunanistan’la birlikte Ankara’ya karşı
bir anlaşma yapmak istediğini bildirerek Vahdettin’den para
sızdırmıştır.599 Hatta San Remo’da Vahdettin’e bağlı Türkiye
karşıtı Tarikat-ı Selahiye adlı bir örgüt kurulmuştur. Bu örgütün,
Vahdettin’le yurt dışına gitmekten pişman olan ve Türkiye’ye
dönmek isteyen Dr. Reşat Paşa’yı öldürdüğü iddia edilmiştir.600
Yılmaz Çetiner, Vahdettin’in, oğlu Ertuğrul Efendi’nin öğrenimi
için ayırdığı 5000 lirayı bile Türkiye Cumhuriyeti’ne ve Atatürk’e
karşı “teşkilat” yapmak için geldiklerini söyleyen bu kişilere ver
diğini belirtmiştir.601
Atilla İlhan, Vahdettin’in yurt dışındayken, Türkiye Cumhu
riyeti’ne karşı tertiplerin içinde yer aldığını şöyle ifade etmiştir.
“Sevr Antlaşmasını imzalayan Rtza Tevfik o kadarla kalsa
iyi, Vahdettin*i hilafet ve saltanat tahtına iade etmek amacıyla...
269
faaliyet gösteren Hilafet-i Kiibra Cemiyeti’nin de gözdesiydi. Bu
cemiyetin icra komitesi Romanya'da... bir toplantı yapıyor; aldı
ğı karar, Başkan Mehmet Ali Bey'in San Remo’da bulunan Zat-ı
Şahane’ye müstakbel bir kabine önerilmesidir ki, üyeler arasında
adı geçen Dahiliye Nazırı olarak gösterilmiş, Vahdettin’in onayı
alınmıştı. Ne demek bu f Milli Mücadele başarılı olmuş, ülkede
yeni bir düzen kurulmuş, onlar hâlâ bir karşı inkılap tertibi için
dedirler. Yani nehir Ankara’ya ters akıyor. Şeyh Sait İsyanı’nda
bu kanadın, isyanın beyni sayılan Şeyh Seyit Abdülkadir’le irti-
batı meydana çıkıyor. İddiaya bakılırsa Şeyh Saifin iki oğlun
dan birisi, yurt dışında Zat-ı Şahane ile, öbürü yurt içinde Şeyh
Abdülkadir’le temas halindeymiş! İsyanın gerekçesine gelince,
onu o sırada asilerin halka dağıttıkları bir beyannameden oku
yalım:
.. Halife sizi bekliyor. Halifesiz Müslümanlık olmaz. Hiç
bir halife memleketten çıkartılamaz. Şeriatımız dindir. Şeriat
isteyiniz. Şimdiki hükümet durmadan dinsizlik yaymaktadır.
Kadtnlar çıplaktır. Mekteplerde dinsizlik ilerliyor... ’ (H.l Dina
mo, ‘Kutsal Barış’, C.V, s. 149, May Yayınları, 1974)”6'02
Vahdettin, yurt dışındayken de “hainlikte” sınır tanıma
mıştır. Öyle ki, Cumhuriyet Türkiye’sini ABD’ye şikâyet ederek
ABD’den bile yardım dilenmiştir.
270
İşte o ibretlik, tarihi mektup:
“Amerika Cemahir-i Müttefikiye Reisi Mösyö Coolidge
Cenahlarına.
Siyasi olayların ve gelişmelerin tüm iç yüzünü, hangi ne
denlerden dolayı Saltanat merkezimi geçici bir süre için terk et
mek zorunda kaldtğtmt biliyorsunuz. Bu konuda ayrıntılı bilgi
sunmayı gereksiz görüyorum.
Bu süresiz uzaklaşmanın, babadan kalma sahip olduğum
Saltanat ve hilafet makamından vazgeçtiğim anlamına gelme
yeceği açıktır. Ankara meclisi gibi bir isyancı fitnenin bu konu
da alacağı tüm kararların geçersiz olacağını bildiririm. Şöyle ki;
İslam hilafetinin Osmanlı Saltanatindan soyutlanması ve ay
rılması ve hilafetin tümüyle kaldırılması dini, kavmiyeti, vatanı
belirsiz ve karışık askerlerden ve öteki sınıflardan oluşan küçük
bir şer zümresinin kısmen zorla ve kısmen bilgisizlik ve gaflet
le yönlendirdiği beş-altı milyonluk Türk kavminin yetki alanı
içinde değildir. Bu ancak tüm İslam dünyasınca atanan uzman
kişilerden oluşan bir meclisin toplanması ve tüm din bilginleri
nin ortak karan ile çözümlenecek büyük bir evrensel sorundur.
İslam bilginlerinin bildiği üzere şeriata aykın kararlar herhangi
makamdan olursa olsun sonuçsuz kalmaya mahkûmdur.
Bundan başka bu durumun, içinde bulunulan koşullarda
İslam dünyasında sonuçlan pek vahim olabilecek büyük bir
heyecana yol açacaktır. Aynca gelişmiş ülkelerin iç güvenlikle
rine de büyük bir etki yapacaktır.
Hanedanımın ileri gelenleri aleyhinde Ankara meclisi ta
rafından kabul edilen sürgün ve kovma, emlakine ve bireysel
mallanna el koyma gibi haksız kararlan hanedanım bireyleri
ni, insan ve kişilik haklanndan soyutlar mahiyettedir.
Bu konuda yüce kişiliğiniz ve cumhuriyet hükümetiniz ta
rafından olanaklar ölçüsünde yapılabilecek yardtmlan pek de
ğerli sayacağımı açıklamaya gerek yoktur. Bu vesile ile sağlıklı
olmanızı yüce haktan niyaz eylerim.
13 Mart 1924. Mehmed Vahideddin” 603
603 http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/18/33/254.pdf
271
~ y s * u v d > v ' t]
*&<*> ‘şi
*»*& ?+/ >--4» . ,
-+**** j ¿ J U* J \ + j%irS**>y\ ***y. %
¿¿ ¿¡¿¿ » J * ş W j j ^ ’¿!» j j ¿r <£<«£' •*t,,' + ' ••
/•jf *t ~ \ t ^W>^'«jİJU ^ >#
<<V/tP d#~Uf1Uf'oJ+H* .
' 4 6
273
Vahdettin’in 1924 yılında ABD Başkanı'na yazdığı bu mek
tup, Vahdettin’i aklayıp “Büyük vatan dostu!” yapmaya çalı
şanların fena halde yanıldıklarını gözler önüne sermektedir. Bu
belge, Vahdettin’in Kurtuluş Savaşı sırasındaki hıyanetleri bir
yana, asıl büyük “hıyanetini” San Remo’daki sürgün günlerinde
yaptığını göstermektedir.
Vahdettin’in ABD Başkanı’na yazdığı mektuptaki bazı ifa
deleri “hıyanetin” yazıya dökülüş, belgelenmiş halidir.
Bakın ne diyor Vahdettin:
1. “Saltanat merkezini geçici bir süre terk etmek zorunda kal
dım!”
2. “Saltanat ve hilafet makamından vazgeçmiş değilim!”
3. “Ankara Meclisi, bir isyancı fitnedir ve bu-konuda alacağı
bütün kararlar geçersizdir!”
4. “Türkiye Büyük Millet Meclisi dini, ırkı, vatanı belirsiz ve
karışık askerlerden ve öteki sınıflardan oluşan küçük bir şer
zümresidir.”
5. “Saltanatla hilafetin birbirinden ayrılıp kaldırılması, bu şer
zümresinin kısmen zorla ve kısmen bilgisizlik ve gafletle
yönlendirdiği beş-altı milyonluk Türk milletinin yetki alanı
içinde değildir.”
6. “Saltanatın ve hilafetin kaldırılması şeriata aykırıdır! İslam
bilginlerinin bildiği üzere şeriata aykırı kararlar herhangi
makamdan olursa olsun sonuçsuz kalmaya mahkûmdur.”
7. “Hilafetin kaldırılması gelişmiş ülkelerin iç güvenliklerine
büyük etki yapacaktır!”
8. “Hanedanımın ileri gelenleri aleyhinde Ankara meclisi tarafın
dan kabul edilen sürgün ve kovma, emlakine ve bireysel malla
rına el koyma gibi haksız kararları insan haklarına aykırıdır.”
9. “Bu konuda ABD Başkanı’nın yapacağı yardımları pek de
ğerli sayarım!”
274
şer zümresidir” ve “Beş-altı milyonluk Türk milleti bilgisiz ve
gafildir/” biçimindeki ağır hakaret içeren cümleleri, Vahdettin’in
her şeyden önce Türk milletine düşman olduğunu ve adeta kendi
sini ve hanedanını Türk milletinden soyutladığını göstermektedir.
uTürk milletine hakaret etti!” diyerek Aziz Nesin’e salya sü
mük saldıranların, Tük milletine hakaret eden Vahdettin'e nasıl
davranacaklarını merak ediyorum doğrusu.
“Hilafetin kaldtrtlmast gelişmiş ülkelerin iç güvenliklerine
büyük etki yapacaktır!” diyen Vahdettin’in Türk milletinin iç
güvenliğini değil de gelişmiş milletlerin iç güvenliğini düşünmesi,
“Hilafetin kaldırılması gelişmiş milletlere zarar verir” diyerek
ABD’yi kışkırtmaya çalışması, kelimenin tam anlamıyla “hain
liktir”. Çünkü Vahdettin, “gelişmiş milletler” derken Müslüman
sömürgelere sahip İngiltere gibi emperyalist Batı ülkelerini kastet
mektedir. Halifeliğin kaldırılmasının bu ülkelerdeki Müslüman-
larda huzursuzluk yaratacağını ve bu huzursuzluğun Müslüman
sömürgelere sahip (gelişmiş milletlerin), emperyalist Avrupa’nın
iç güvenliğini bozacağını dile getirmekte, yani halifeliğin kaldı
rılmasının emperyalist Avrupa’ya da zarar vereceğini belirtmekte
ve ABD’den, hilafeti geri getirmek için yardım istemektedir.
Vahdettin’in mektubunda dikkati çeken en önemli nokta
lardan biri de “kaçak padişahın” gelişmeleri doğru tahlil edeme
mesi ve adeta hayal dünyasında yaşamasıdır. “Saltanat merke
zini geçici bir süre terk etmek zorunda kaldtmV\ “Saltanat ve
hilafet makamından vazgeçmiş değilim” diyerek bu durumun
geçici olduğunu düşünmesi, yeniden saltanat düşleri görmesi,
Vahdettin’in siyasi ve toplumsal gelişmeleri doğru analiz etme
yeteneğinden yoksun bir “mecnun” olduğuna işarettir.
“Kurtuluş Savaşı sırasında Sivas Kongresinde Amerikan
mandası kabul edilmiştir/” diyerek akıllarınca Atatürk’ü ve mil
liyetçileri “ABD mandacısı” diye damgalamak isteyen Cumhuri
yet tarihi yalancıları, 1924 yılında Vahdettin’in ABD Başkanı’na t
“Aman bana yardım et!” diye yalvarıp yakarmasını nasıl açık
layacaklardır acaba?
275
İşte, yurt dışında bulunduğu sırada Türkiye ve Atatürk aley
hine hiçbir olumsuz işe girişmediği söylenen Vahdettin'in Türki
ye karşıtı bazı marifetleri!
Ayrıca İngiliz arşivlerinde ele geçirilen bazı belgeler, Vah
dettin'in Avrupa'dayken Ingiliz yetkililerine yazdığı bazı mektup
larda Atatürk için, "küfre varan derecede ağtr ifadeler" kullandı
ğı görülmüştür. "Vahdettin, Atatürk'e bir bakıma düşman, çünkii
Atatürk onu tahtından indirdi, saltanatına son verdi... *'WH
»* ♦
* »*
f»05 Bülent CjiuntiL “ VMuittttu Kurtulup Saıuf t'nJa Mustafa Krmal'ş Dtstek OUm
Mut Nr Mtktuplartnda Atatürk'e Kiiftir Bile Ediyor", Prof Metin
HüUgu Ur RüportM). Vatan, 26 Katım, 2007, s. 17.
60* (lOttrpc, âft, 1.101, 141, 159.
M)7 «ne, *.141,154; Çctiner, age« a.338,339
276
larak şehit olan memleket bireyleri, arkalarında yüz binlerce
yetim ve kimsesiz insan btrakmtş bulunuyor Devlet gelirlerini
ancak memleketin baytndtrltğtna ve bu zavalltlan yaşatmaya
harcayabiliriz. Onun için bu konuyu btrakaltm çocuk. Yalnız
mektubu bir belge olarak özellikle sakla."*'*
Görüldüğü gibi Atatürk, bir insan olarak, Vahdettin’in duru
muna üzülmekle birlikte, "Devlet gelirlerini, Vahdettin’in yanlış
ları yüzünden şehit düşen Mehmetçin geride kalan yetim ve kim
sesiz çocuklarını yaşatmaya harcamaltyız" diyerek Vahdettin’e
yardım etmemiştir.
. * * *
Allah’ın Adaleti
Dinsel hassasiyeti yüksek olan Vahdettincilere sesleniyorum:
İyi Müslüman olmak için, önce vatanını Ingilizlere peşkeş çeken,
sonra da vatanından firar edip düşman lngilizlere sığınan bir “ha
ini" savunmak gerekmez. Çünkü, bizim dinimiz savaştan kaçan,
düşmanla işbirliği yapan bu gibi kişileri lanetlemiştir! İyi bir Müs-
lünıanın, hele hele de vatan toprakları şehit kanlarıyla sulanmış bir
Müslümanın, bu tür hainlerin günahına ortak olmaması gerekir.
Dinsel hassasiyeti yüksek olan Vahdettinciler, lütfen dü
şünün: önce, Atatürk'ün Kurtuluş Savaşı kahramanı olmasını,
öldüğünde arkasından milyonların gözyaşı dökmesini ve adının
hala büyük bir saygıyla anılmasını düşünün... Sonra da Padişah
M)H Hasun Rıxa Soy ak, Atatürk'ten Hatıralar, CM, İstanbul, 1973, ».31,32.
M)9 Osmanlı Tarihi Kronolojik, C.4, s.444; Öıakman, age, s.82, 83.
277
Vahdettin’in ülkesinden kaçıp düşmana sığınmasınmı ve perperi-
şan bu* halde, beş parasız ölmesini, dahası cenazesine bile haciz
gelmesini düşünün... Ve şu soruma cevap verin: Atatürk'ün ve
Vahdettin’in hayatında bir Tanrısal tecelli, bir ilahi adalet yok mu
dur? Vahdettin’in varlıktan yokluğa düşmesi, beş parasız ölmesi
ve öldüğünde cenazesine bile haciz gelmesi Allah’ın bir takdiri
değil midir?610 “Değildir!” diyorsanız size söyleyeceğim “hiçbir
söz” yoktur! Ancak “Evet öyledir!” diyorsanız, Allah’ın neden
Vahdettin’e böyle bir son hazırladığını düşünün? Vahdettin, bu
sonu hak edecek ne yapmış olabilir? diye sorun kendinize!
Vahdettin’in “hain” olmadığım iddia edenler genelde “dinsel
hassasiyetleri” yüksek tarihçi ve yazarlardır. Somut belge ve bulgu
lan bir kenara bırakarak “Halife unvant taşıyan bir Osmanlt pa
dişahı hain olamaz!” inancından, genel kabulünden hareket eden
bu tarihçi ve yazarlar, büyük yanılgılarına toplumu da ortak etmek
üzeredirler. Oysa ki tarihte, ahlaksız, alkolik, hatta katil halifeler
büe vardır.611 Dört halifeden sonra halifelik, Atatürk’ün dediği gibi
“Vasıta-i siyaset ve vasıta-i menfaat (,siyaset ve çıkar) aracı haline
getirilmiştin” Ayrıca iyi bir Müslüman’ın yapması gereken, “çir
kin” ve “İslama yakışmayan işler” yapmış, “halifelik” kavramını
lekelemiş sultanlara, padişahlara körü körüne bağlanmak değil, tam
tersine bu kişileri deşifre etmektir. Böylece “lekenin ve çirkinliğin”
bu dinde ve bu makamda değil, bu dine ve bu makama bir şekilde
gelip oturan bu kişilerde olduğu gösterilmiş olur ki, İslam dinine
ve İslam kültürüne bundan daha iyi bir hizmet olamaz doğrusu!
Ancak Türkiye’de, tam tersi bir anlayış söz konusudur: Ülkemizde,
“halife, sultan, hacı, hoca...” unvanı taşıyan herkesin gerçekten bu
unvanların hakkım verdiği inancı vardır. Bu kör inancı yıkmadıkça,
en büyük kötülüğü dinimize yaptığımızı unutmamalıyız.
Türkiye’de “'VahdettmseverliğuT arka planındaki temel neden,
“yobaz” ve “liboş” kesimin Atatürk düşmanlığıdır. Atatürk’ün Kur*
279
Y alan 3
K U R T U L U Ş SAVAŞI Ö N E M S İ Z D İ R !
“Kadıköy Lisesi Din öğretmemi Eşref
Efendi, yurdun içinde bulunduğu 'kotu du
ruma* üzülerek intihar etti.*
Vakit, 22 Temmuz 1920.
283
ma veya saldtrt halinde gelişen ulusal savaştır. Çünkü, kurtuluş
savaşı, devleti çökmüş, bayrağt müzeye kaldırılmış, özerkliği
yok edilmiş bir ülkede yapılabilir ”6,?
İdris Küçükömer de “Kurtuluş Savaşı antiemperyalist de
ğildir!” demiştir.614
Kemal Tahir, Fikret Başkaya, İdris Küçkükömer gibi solcu
tarihçilerin bu görüşlerini Mehmet Altan gibi liberal aydınlar ve
neredeyse bütün İslamcı yazarlar da paylaşmaktadır. Örneğin,
uslanmaz bir “Cumhuriyet tarihi yalancısı” olan Kadir Mısıroğ-
lu, Kurtuluş Savaşı’nın “çok önemsiz” bir mücadele olduğunu ve
sonradan abartıldığını şöyle ifade etmiştir:
“Milli Mücadelecin destani şan ve şereflerle dolu olan
umumi Türk Tarihi içinde, iddia ve ifade edildiği kadar önemli
bir yeri yoktur. Aşağı yukan eşit kuvvetlerle Yunanistan gibi
küçük bir devlete karşı gerçekleştirilmiştir. Yunanistan’a ma
azallah yehilseydik çok ayıp olurdu... (Mıstroğlu, Koskoca
Osmanlinın bile Yunan isyanını bastıramadığını unutuyor
sanırım). Fakat yendiğimiz için de fazla övünmemizi, şahsen
yakışıksız bulmaktayız. Hele bayram üstüne bayram yaparak
ve bu olayı abartarak, ulaşılmaz, az rastlanır bir zafer gibi gös
termek bilmem bizim gibi büyük bir millete ne kadar yakışır?.,.
Muhakkak ki bugüne kadar inkılapçı liderlere şan ve şeref sağ
lamak için efsaneleştirilmiş olan Milli Mücadele*nin gerçek
mahiyette yazılabileceği günler yakındır”615
Cumhuriyet tarihi yalancılarının ortak özelliği, basit man
tıksal çıkarımlarla ve çarpıtmalarla “resmi tarihi düzeltmek” id
diasıyla tarihi gerçekleri eğip bükmeleridir.
“Kurtuluş Savaşı önemsizdir!” diyen bu Cumhuriyet tarihi
yalancıları, bu tezlerini kanıtlamak için, Kurtuluş Savaşı'nda sa
dece Yunanlılarla savaşıldığını, İngiltere’nin tarafsız olduğunu,
Anadolu’nun tamamının işgal edilmediğini ve savaş sırasında
284
sadece 10.000 civarında kayıp verildiğini dillerine dolamışlardır.
Bir kısmı Kürtçü, bir kısmı radikal solcu, bir kısmı dönme liberal
ve bir kısmı da radikal İslamcı olan bu Cumhuriyet tarihi yalan
cılarının aslında ortak amacı Mustafa Kemal Atatürk’ün kurdu
ğu “çağdaş ulus devlete” düşmanlıktır. Dincisi, solcusu, yobazı,
liboşu bir araya gelerek kime ve neye hizmet ettiğini bilmeksizin
Türk Kurtuluş Savaşı’na saldırmıştır ve saldırmaktadır. Amaç,
hep iddia ettikleri gibi “resmi tarihi düzeltmek” değil, “resmi ta
rih yalan söylüyor” kılıfı altında Türkiye Cumhuriyeti’nin temel
taşı olan Kurtuluş Savaşı’nı ve bu savaşın önderi Mustafa Kemal
Atatürk’ü önemsizleştirmektir.
Şimdi “Kurtuluş Savaşı önemsizdir” yalanını deşifre edelim.
285
mirasını Rusya’ya kaptırmamak için zaman zaman Osmanlıyı
desteklemişlerdir: 1853-1856 Kırım Savaşı’nda Rusya karşısın
da İngiltere ve Fransa Osmanlı’nın yanında yer almışlar, böylece
Rusya’nın Osmanlı mirasına tek başına sahip olmasına, engelle
mişlerdir. Ancak emperyalizm, zaman içinde, Osmanlının artık
ayakta kalamayacağını görünce var gücüyle Osmanlıya saldır
mıştır.
1881’de Tunus, Fransa tarafından işgal edilmiş,
1882’de İngiltere, Mısır’ı ele geçirmiş,
1878’de İngiltere, Kıbrıs’ı ele geçirmiş,
1908’de Avusturya, Bosna-Hersek’i topraklarına katmış,
1911’de İtalyanlar, Trablusgarp’ı işgal etmiş,
1912’de Balkan Savaşı sırasında Rusya ve İngiltere, Balkan
devletlerine destek olmuştur.
I. Dünya Savaşı öncesinde emperyalist Avrupa ülkeleri, Os-
manlı İmpâratorluğu’nu kâğıt üzerinde paylaşmışlardır. Osmanlı
paylaşım planlarına İngiltere, Fransa, Rusya, İtalya, Almanya ve
hatta Avusturya bile katılmıştır.616
1. İngiliz-Alman Anlaşması (19 Mart 1913): Irak petrolleri,
dörtte üç İngiliz ve dörtte bir Alman payı olarak bölüşül
müştür.
2. Londra Büyükelçiler Konferansı (14 Şubat 1914): Burada
alınan karara göre Bozcaada ve Gökçeada dışındaki Ege
Adaları Yunanistan’a ve İtalya’ya verilmiştir.
3. Fransız-Alman Demiryolu Anlaşması (15 Şubat 1914): Bu
anlaşmayla Osmanlı Asyası’ndaki demiryolu yapımında
bölge paylaşımı yapılmıştır.
286
4. Îngiliz-Alman Anlaşması (15 Haziran 1914): Bu anlaş
mayla iki devlet, Osmanlı üzerindeki hak ve çıkarlarını kabul
etmişlerdir. Ayrıca bu doğrultuda Osmanlıya baskı yapmaya da
karar vermişlerdir.61’
y ç js S k i
287
manii petrollerini, Osmanlı Boğazlarını veya Anadolu dışındaki
Osmanlı topraklarını değil, bizzat Anadolu’yu da ele geçirmeyi
planladığını göstermektedir.
Rıfat Uçarol’un dediği gibi, “Osmanlı Devleti, uzun yıllar
dan beri birikerek ve çoğalarak gelen ve Balkan Savaşı ile daha
da ağırlaşan sorunlarıyla, gücünü bütünüyle kaybetmek üzerey
di. İşte bu sıralarda yapılan yukarıdaki anlaşma ve görüşmelerle;
büyük devletler; gerçekte Osmanlı İmparatorluğunu (İstanbul
bölgesi ve Trakya hariç) aralarında paylaşmışlardır. Aynı zaman
da kendilerine ayırdıkları payları, karşılıklı olarak tanımışlardır.
Diğer taraftan Osmanlı Devleti’ni kendilerine çok sıkı bağlarla
bağlayıp onu çökertip resmen paylaşmak veya yaşatmak kararı
nı verecek duruma gelmişlerdir." 618
I. Dünya Savaşı öncesindeki bu anlaşmalara göre emperya
list devletlerin Osmanlı toprakları üzerindeki payları şu şekilde
belirlenmiştir:
1. Güneydoğu Anadolu, Irak, Arap Yarımadası ve Güney Ege,
İngiliz nüfuz bölgesi,
2. Doğu Anadolu ve Ordu, Rize, Trabzon, Giresun, Amasya,
Tokat, Gümüşhane gibi Karadeniz illeri, Rus nüfuz bölgesi,
3. Antalya ve Muğla’nın doğusu İtalyan nüfuz bölgesi,
4. Suriye, Lübnan, Kuzey Ege ve Zonguldak, Trabzon kıyı şeri
di ve Çukurova hariç Sivas’a kadar Güney Anadolu Fransız
nüfuz bölgesi.
5. İstanbul-Bağdat demiryolu’nun iki yanı Çukurova ve Mu
sul’un batısı Alman nüfuz bölgesi.
6. İtalyan bölgesinin doğusunda kalan Alanya’dan Anamur’a
kadar olan bölge Avusturya nüfuz bölgesi.619
Ancak bu anlaşmalardaki paylaşım planları 28 Haziran
1914’te 1. Dünya Savaşı’nın patlak vermesi üzerine tamamlana
mamıştır. Ayrıca Osmanlı’nın Almanya ve Avusturya-Macaristan
288
İmparatorluğu’nun yer aldığı İttifak Devletleri grubunda savaşa
girmesi üzerine Almanya ve Avusturya Osmanlıyı paylaşım plan
larının dışında kalmışlardır.
Osmanlıyı parçalayıp paylaşmayı kafasına koymuş olan bü
yük emperyalist devletler, I. Dünya Savaşı devam ederken bir
kere daha Osmanlıyı paylaşmak için bir araya gelerek çok sayıda
“gizli anlaşma” imzalamışlardır.
1915-1916 yılları arasında imzalanan bu gizli anlaşmaların
belli başlıları şunlardır:
1. İngiliz-Fransız-Rus Anlaşması (10 Nisan 1915): İstanbul,
Güney Trakya ve Boğazlar, Rusya’ya bırakılmıştır.
2. İngiliz-Fransız-İtalyan Anlaşması (26 Nisan 1915): 12 Ada
kesin olarak İtalya’ya bırakılmış, Antalya ve çevresi de
İtalya’ya verilmiştir.
3. Fransız-Rus-İngiliz Anlaşması (3 Ocak 1916 ve 16 Mayıs
1916): Çukurova Fransa’ya bırakılmıştır.
4. İngiltere-Fransa ve İtalya Anlaşması (21 Nisan 1916): İzmir
ve çevresi ile Konya ve çevresi İtalya’ya verilmiştir.
5. İngiliz-Fransız-Rus Anlaşması (26 Nisan, 30 Mayıs 1916):
Doğu Anadolu bu üç devlet arasında, Suriye ise İngiltere ve
Fransa arasında paylaşılmıştır.620
1917’de Bolşevik Devrimi çıkınca savaştan çekilmek zorun
da kalan Rusya, paylaşım planlarından çıkarılmıştır.621
Görüldüğü gibi Cumhuriyet tarihi yalancılarının iddialarının
aksine 1913 yılıyla 1916 yılı arasında Osmanlı İmparatorluğu’nu
parçalayıp paylaşmak için emperyalist devletler arasında çok sa
yıda gizli-açık anlaşma yapılmıştır. I. Dünya Savaşı öncesindeki
paylaşım anlaşmaları yarım kalınca I. Dünya Savaşı’ndaki den
geler doğrultusunda yeni paylaşım anlaşmaları yapılmıştır. Bu
anlaşmalar dikkate alındığında I. Dünya Savaşı’nın bir bakıma
Osmanlıyı parçalayıp paylaşmak için çıkarıldığı söylenebilir. Bu
289
nedenle, “Osmanlı I. Dünya Savaşt'na girmeseydi kurtulurdu”
şeklindeki tez hiçbir biçimde gerçeği yansıtmamaktadır. Çünkü
emperyalizm bir şekilde Osmanlıyı parçalamaya karar vermişti
ve Osmanlı I. Dünya Savaşı’na girmeseydi de eninde sonunda
mutlaka emperyalizmin saldırısına uğrayacaktı. Savaş öncesin
deki paylaşım planları bu durumun en açık göstergesidir.
Gizli anlaşmalar dikkatle incelendiğinde emperyalizmin en
temel hedefinin Anadolu topraklan olduğu görülecektir. İngil
tere, Fransa, İtalya ve Rusya, Anadolu coğrafyasını adeta parsel
parsel paylaşmışlardır. Osmanlı, I. Dünya Savaşı'ndan yenilmiş
olarak çıkınca da bu paylaşım planları doğrultusunda Osmanlı
ya, önce çok ağır şartlar içeren Mondros Ateşkes Antlaşması’nı
(30 Ekim 1918) imzalatarak Anadolu’nun işgaline gerekçe yarat
mışlar, sonra da adeta bir idam fermanı olan Sevr Antlaşması’nı
(10 Ağustos 1920) imzalatarak Türkleri Anadolu’nun orta yeri
ne sıkıştırıp Anadolu topraklarına el koymayı denemişlerdir.622
İşte, Cumhuriyet tarihi yalancılarının küçümsediği, Mustafa
Kemal Atatürk’ün önderliğindeki Kurtuluş Savaşı, emperyaliz
min bu tarihi işgal planını bozmuş, eli kanlı emperyalizm cana
varını “akıl”, “inanç” ve “azim”le yere sermiştir. Emperyalizmi
-üstelik kazandığı bir büyük savaş sonrasında- yenmek, çok bü
yük bir “antiemperyalist* zafer değil de nedir?
I. Dünya Savaşı sonrasında Osmanlıya imzalatılan Mondros
Ateşkes Anlaşması (30 Ekim 1918) emperyalizmin Anadolu’yu
işgal planlarının en önemli adımlarından biridir. Bu anlaşmanın
belli başlı maddeleri şunlardır:
1. 5. madde: Osmanlı orduları dağıtılacaktır.
290
2. 6. madde: Osmanlının bütün savaş gemilerine el konulacaktır.
3. 7. madde: İtilaf Devletleri güvenliklerini tehdit eden bir du
rum olursa istedikleri herhangi bir stratejik noktayı işgal
edebilecektir.
4. 10. madde: Toros tünelleri İtilaf Devletleri’nce işgal edile
cektir.
5. 12. madde: Osmanlı haberleşmesi denetlenecektir.
6. 15. madde: Osmanlı demiryolları İtilaf Devletlerince işleti
lecektir.
7. 16. madde: Çukurova’daki Türk kuvvetleri geri çekilecektir.
8. 20. madde: Osmanlının ağır silahlarının, cephanesinin ve
taşıtlarının elinden alınması konusunda verilecek emirlere
uyulacaktır.
9. 24. madde: Altı Doğu ilinde karışıklık çıktığı takdirde bu
iller işgal edilecektir.
Görüldüğü gibi I. Dünya Savaşı’nın galibi emperyalistler, I.
Dünya Savaşı’nda çok ağır bir şekilde yenilen, 600.000’e yakın
kayıp veren, Arap Yarımadası’m ve Kafkasları kaybeden Os-
manlıyı rahat bırakmak niyetinde değillerdir. Çünkü emperya
listlerin asıl amacı, Anadolu’yu ele geçirip paylaşmaktır. İşte bu
amaca ulaşmak için Osmanlıya Mondros Ateşkes Antlaşması’nı
imzalatmışlardır. Bu anlaşmayla, orduları dağıtıp silah ve cep
haneye el koyup ülkeyi savunmasız bırakmışlar, haberleşmeyi ve
ulaşımı kontrol edip muhtemel bir direnişi önlemeye çalışmışlar
ve Anadolu’yu işgal etmek için “bahaneler” yaratmışlardır.
I. Dünya Savaşı’nı kazanan İngiltere, Fransa ve İtalya, Ana
dolu’nun paylaşılması konusunda görüş ayrılığına düşmüşlerdir.
Bu sırada Wilson İlkeleri’ni yayınlayan ABD de emperyalist pay
laşım planlarına müdahale etmiş ve yeni bir emperyalist güç ola
rak tarih sahnesine çıkmak istemiştir. Ayrıca, İngiltere ve Fransa,
“evet” I. Dünya Savaşı’nı kazanmışlardır ama, çok sayıda insan
ve büyük miktarda da para kaybetmişlerdir. Batı kamuoyu ar
tık yeni bir savaş istememektedir. İşte bu süreçte emperyalizrtı,
Anadolu’yu parçalayıp paylaşmak için elini yakmayacak bir
291
“ maşa” kullanmaya karar vermiştir. Silah, cephane ve diplomatik
bakımlardan desteklenerek A na do lu’ya saldırtılacak olan emper
yalizmin maşası durum undaki bu ülke Yunanistan’dır. 1919’dakı
Paris Barış Konferansında İta lya’nın açık muhalefetine rağmen,
İngiltere ve Fransa, A nadolu’nun işgali için Yunanistan’la anlat
mışlardır. Bu doğrultuda yapılan hazırlıklardan sonra 15 Mayıs
1919’da İngiliz, Fransız, İtalyan ve A B D filo la rı gözetimindeki
Yunan orduları, İzm ir’i çok kanlı bir şekilde işgal ederek Anadolu
içlerine doğru ilerlemeye başlamıştır.
' ‘ ‘ «J
HARİS KON FERAN SIN IN D lJ N K U G l/L I TOPl A N T IS IN D A
292
kat için tam teçhizatlı 200.000 kişilik Yunan ordusundan yarar
lanmıştır.
Emperyalizm, Türkiye’yi tamamen haritadan silmek iste
mektedir. Nitekim I. Dünya Savaşı sonlarında ABD Başkanı W.
Wilson, “Türkiye bütünüyle ortadan silinmeli” demiştir.62' Bu
doğrultuda yapılan görüşmelerden sonra, 1920 yılında Osmanlı
Hükümeti’ne Sevr Antlaşması imzalatılmıştır.
293
sindeki bütün istihkâmlar yıkılacak ve silahsızlandırılacak. Bu böl
gedeki bütün demir ve kara yollan kullanılamaz hale getirilecek.
Türkiye bu bölgede telsiz ve telgraf istasyonu kuramayacak.
2. Halife: Halife Padişah, Constantinapol olarak adlandırı
lan İstanbul'da oturacak ve İslam dünyasının lideri olmaya devam
edecektir (Vahdettin’in Kurtuluş Savaşı’na karşı İngilizlerin yanın
da yer almasının nedeni şimdi daha iyi anlaşılmaktadır sanırım).
3. Anadolu ve Civarının Paylaşımı: Mondros Ateşkes Ant-
laşmasfnın galiplere stratejik yerleri, Doğu illerini, Toros Tü
nellerini işgal ve haberleşmeyi denetleme hakkı veren maddeleri
sınırsız olarak yürürlükte kalacak.
a) Yunanistan: Çatalca’ya kadar Trakya, Ayvalık-Alaşehir-
Selçuk içinde kalan üçgen, Oniki adalar dışındaki bütün Os-
manlı adaları Yunanistan’a verilecektir (İzmir, daha önce alınan
kararla Yunanistan’a işgal ettirilmiştir).
b) Ermenistan: Erzurum, Trabzon, Van, Bitlis eyaletlerinin
kapsadığı bütün alanlar Ermenistan’a bırakılacaktır. Kuzeydo-
ğu’da, 1914’ten önceki sınır geçerli olacak, Artvin, Erzurum’un
Kuzeyi ve İğdır’a kadar Kars, Türkiye dışında kalacak.
c) Kürdistan: Fırat’ın doğusu, Ermenistan’ın güneyi ve bu
antlaşma ile saptanmış Suriye ve Irak sınırlarının kuzeyindeki
bölge ilk aşamada özerk olacak, bunun esaslarını ve kesin sı
nırlarını İngiliz, Fransız ve İtalyan temsilcilerinden oluşan bir
kurul kararlaştıracak. Özerk yönetim bir yıl sonra bağımsızlık
için Milletler Cemiyeti’ne başvurabilecek. Türkiye sonucu kabul
edeceğini önceden taahhüt edecek. Dolayısıyla aşamalı olarak
Kürdistan kurulacak. (Bugün birilerinin doğu illeri için neden
ısrarla özerklik istedikleri şimdi daha anlaşılmıştır sanırım.)
d) Fransa: Suriye devleti, Fransa yönetimi altında bir manda
olacaktır. Bu Fransız mandasına Anadolu’nun şu parçalan da
dahil olacaktır: Ceyhan, Osmaniye, Dörtyol, Hatay, Antakya,
Antep, Maraş, Urfa, Mardin, Cizre. Ayrıca Kayseri’nin doğusu,
Sivas, Malatya, Elazığ, Adıyaman, Diyarbakır’ın kuzeyi, Kilis,
Adana, Mersin’in doğu kesimi Fransız nüfuz bölgesi olacak.
e) İtalya: On İki adalar zaten İtalya’nın işgali altındadır.
Bunun yanında Türkiye, Libya (Trablusgarp) üzerindeki hakla
294
rını da İtalya’ya devredecektir. İtalya'ya ayrıca Fransa ile bir
likte Karadeniz Ereğlisi, Kayseri’nin batısı, Nevşehir’in güneyi,
Konya’nın büyük bir bölümü, Mersin’in batısı, Antalya, Muğla
ve Aydın’ın güneyi, Denizli, Burdur, İsparta, Uşak, Afyon’un ba
tısı, Manisa ve Balıkesir’in doğusu, Kütahya ve Bursa’nın güneyi
verilmiştir.
f) İngiltere: Irak, İngiliz mandası altına verilecektir. Mardin’in
doğusu, Hakkari, Şırnak, Siirt, Bitlis ve Van’ın güney kesimleri
İngiliz nüfuz bölgesi olacaktır.
4. Ordu: Osmanlı orduları dağıtılacak, ordu, 35.000 jan
darma kuvveti ve 15.000 kara kuvvetiyle sınırlı olacak. Askerlik
mecburi olmayacak. Boğazlar bölgesinin jandarması İşgal Kuv
vetleri Komutanı’na bağlı olacak. Silah, askeri araç gereç yapımı
İşgal Kuvvetleri Denetim Kurıılu’nun kontrolünde olacak. Zırhlı
araç ve tank yapımı veya ithali yasaklanacak. Seferberlik yasak
olacak. Deniz kuvveti kurulması yasaklanacak. Askeri gemiler
etkisizleştirilecek. Yavuz zırhlısı Müttefiklere teslim edilecek.
Türkiye’nin savaş gemisi yapması veya satın alması yasaklana
cak. Deniz Kuvvetlerine alınacak her türlü personel İşgal Kuv
vetleri Denetleme Kurulu’nca belirlenecek. Hava kuvvetleri ku
rulması yasaklanacak.
5. Kapitülasyonlar: Bütün kapitülasyonlar, yararlanacak
ların sayısı arttırılmış olarak ve ağırlaştırılarak devam edecek.
Adalet işleri, Müttefiklerce yeniden belirlenecek. Azınlıkları hiç
bir denetime tabii olmadan istedikleri kadar okul açıp, eğitim
yapabilecek. Osmanlı mâliyesi, İşgal güçlerince kurulacak bir
Maliye Kurulu’nun denetimine bırakılacak. Türkiye, Müttefik
lere vermiş olduğu bütün zararları karşılayacaktır. Türkiye'nin
yapacağı bütün anlaşmalar Müttefiklerce denetlenecektir.
6. Kıbns: Türkiye, Kıbrıs üzerindeki bütün haklarından vaz
geçecek ve Kıbrıs İngiliz topluluğuna katılacaktır. Kıbrıslı Türk-
ler İngiliz vatandaşı olacaktır.625
625 Cahit Kayra, Sevr Dosyası, “Nasıl Yapıldı, Nasıl Yırtıldı?”, 2.bs, İstanbul,
2004, s.85-106. Olcay, age; özakman, age, s.434-437;
295
Türkiye’yi siyasi, askeri, sosyal ve ekonomik olarak pa
ramparça eden Sevr Antlaşması’na göre Türkiye’ye bırakılan il
ler şunlardır: Bolu, Adapazarı, Zonguldak, Kastamonu, Sinop,
Samsun, Ordu, Giresun’un batısı, Amasya, Tokat’ın kuzeyi, Er
menistan ile Fransız nüfuz bölgesi arasında kalan ve Elazığ’ın
kuzeyine uzanan bir bölge. Yozgat, Çorum, Çankırı, Kırşehir,
Ankara, Nevşehir ve Konya’nın kuzeyi, Afyon’un doğusu, Eski
şehir, Bursa’nın doğusu ve Bilecik.626
Ayrıca, Sevr Ântlaşması’nda Türkiye’ye bırakılacağı söyle
nen bu illerden Samsun, Sinop ve Adapazarı gibi iller değişik
bahanelerle işgal edilmiş ve dahası Karadeniz’de Rum Pontus
Devleti kurmak isteyen ayrılıkçı Rumlara destek olunmuştur.
İşte, yobazın, liboşun “antiemperyalist bir mücadele de
ğildir” diye bağırdığı Kurtuluş Savaşı öncesindeki emperyalist
kuşatmanın boyutları...
Emperyalizm, 1683 Viyana Bozgunu’ndan sonra Osmanlı
Türklerini Avrupa’dan; 1908 Reval Görüşmelerinden sonra Bal-
kanlar’dan; 1918 Mondros Ateşkes Antlaşması ve 1920 Sevr
Antlaşması’ndan sonra ise Anadolu’dan atmak için mücadele
etmiştir. Osmanlı Türklerini Avrupa’dan ve Balkanlar’dan atma
yı başaran emperyalizmin son amacı Türkleri Anadolu’dan da
atmaktır. 1913-1920 yılları arasındaki paylaşım planlan ve gizli
açık anlaşmalar emperyalizmin var gücüyle Anadolu üzerine çul
landığının, dolayısıyla bu emperyalist baskıyı kırmak için verilen
Kurtuluş Savaşı’nın “antiemperyalist” bir mücadele olduğunun
göstergesidir.
Mustafa Kemal Atatürk, “orduları dağıtılmış, silahları elin
den alınmış, bütün tersanelerine girilmiş, bütün haberleşmesine
el konulmuş ve dört bir yanı bilfiil işgal edilmiş” Anadolu’nun
bağrında, yokluk ve yoksulluk içinde, neredeyse sıfırdan bir ordu
kurarak İngilizi, Fransızı, İtalyanı ve onların maşası durumunda
ki Yunanı, Anadolu yaylasına gömmüştür. Bunun adı, neresin
den bakılırsa bakılsın, dünyadaki ilk antiemperyalist zaferdir/27
296
Anadolu’da Emperyalist Baskı
Cumhuriyet tarihi yalancıları, tarihi gerçekleri alt üst ederek
Kurtuluş Savaşfnda İngilizlerle ve Fransızlarla savaşılmadığını
iddia etmişlerdir.
Örneğin, Fikret Başkaya, “Milli M ücadele’nin aynı zamanda
İngiliz ve diğer İtilaf Devletleri (Fransız ve İtalyanlar) ile de bir
savaş olduğu , sonradan uydurulmuştur. Yanında Almanya gibi
güçlü bir devlet başta olm ak üzere , İttifak Devletleri (Avusturya
Macaristan ve Bulgaristan) varken yenik düşen bir imparatorlu
ğun, bir başına bunlartn tamamı ile başa çıkması o günün koşul
larında mümkün değildi. Dolayısıyla ‘yedi düvele karşı savaş ’ bir
efsanedir. Zaten emperyalistler; Anadolu'ya yerleşmek niyetiyle
girmediler ve savaşmadan da çekildiler. ” demiştir.
Görüldüğü gibi Başkaya, belgelere ve tarihsel gerçeklere
göre değil, kendince mantıksal çıkarımlara göre bir analiz yap
maktadır. Kurtuluş Savaşı, nedenleriyle ve sonuçlarıyla olanca
açıklığıyla ortadayken Başkaya, hâlâ böyle bir mücadelenin ka
zanılamayacağını ileri sürmektedir. I. Dünya Savaşı öncesinde
ve sırasında İtilaf Devletleri arasındaki gizli açık antlaşmalar ve
görüşmeler İngiltere, Fransa ve İtalya’nın Anadolu’yu paylaştık
larım çok açık bir biçimde gözler önüne sermektedir. İngiltere
ve Fransa’nın savaşmadan Anadolu’dan çekildikleri iddiası ise
kocaman bir palavradır.
Başkaya’nın bu temelsiz iddiaları, bütün yobaz/liboş kalem-
lerce de sahiplenilmiş ve “resmi tarihe” alternatif “gerçekler”
olarak topluma yutturulmak istenmiştir.
İşte, İngiltere, Fransa ve İtalya’mn Anadolu’yu ele geçirmek
istediklerinin belli başlı kanıtları:
Anadolu’nun işgaline zemin hazırlayan Mondros Ateşkes
Antlaşması (30 Ekim 1018) İtilaf Devletlerinden İngiltere ile
(Amiral Chltrope) imzalanmıştır.
297
Temmuz 1 9 2 0 ’d e Yunan Ordusu B aşkom u tan ı B a n d ırm a y a çıkarken
B ayraklara d ik k at! (Sadece bu fo t o ğ r a f b ile Kurtuluş Savaşı'nm
ant ¡emperyalist hır m ü cad ele olduğunu kan ıtla m a y a yeterlıdır)
İngiliz İşgalleri:
298
16. Urfa: 24 Mart 1919.
17. Merzifon: 30 Mart 1919.
lg. Kars: 13 Nisan 1919.
19. Marmara Kıyıları, Karamürsel, Haziran 1920.
20. Mudanya: 6 Temmuz 1920.
21. İstanbul: 13 Kasım 1918-16 Mart 1920.
Fransız İşgalleri:
1. Doğu Trakya Demiryolları: 9 Kasım 1918.
2. Çanakkale Boğalzı: 6-12 Kasım 1918.
3. Dörtyol: 11 Aralık 1918.
4. Mersin: 17 Aralık 1918.
5. Toros Tünelleri: 27 Aralık 1918.
6. Adana ve Pozantı: 27 Aralık 1918.
7. Doğu Demiryolları: 15 Ocak 1919.
8. Turgutlu-Aydm Demiryolu: 1 Şubat 1919.
9. Çiftehan ve Akköprü: 3 Şubat 1919
10. Afyon İstasyonu: 16 Nisan 1919.
11. Urfa: 30-31 Ekim 1919.
12. Antep: 27 Ekim 1919.
13. Maraş: Ekim 1919.
14. İstanbul: 13 Kasım 1918.
İtalyan İşgalleri:
1. Antalya: 28 Mart 1919.
2. Konya İstasyonu: 26 Nisanl919.
3. Kuşadası: 4 Mayıs 1919.
4. Fethiye, Bodrum: 11 Mayıs 1919.
5. Marmaris: 11 Mayıs 1919.
6. Akşehir (Kısmen): 14 Mayıs 1919.
7. Afyon: 21 Mayıs 1919.
8. Malkara: 27 Mayıs 1919.
9. Burdur: 28 Haziran 1919.
10. İstanbul: 13 Kasım 1918.
Yunan İşgalleri:
30 0
Kahramanca^ direndiler..
yunan
KUVVETLERİ
AYVALIĞI
İŞGAL E n i
~ AYVALIK - - ----------
mm mm m=s
S S P
628 İşgaller hakkında bkz. Sabahartin Selek, Anadolu İhtilali, CI, İstanbul, 2 0 0 4 ,
s. 1 95.
301
Görüldüğü gibi İngjlizlet, Fransızlar, Italyanlaı; Yunanlılar ve
Ermenilet, I. Dünya Savaşindan sonra Türklerin elinde kalan Ana
dolu ve civarındaki toprakların neredeyse tamamını işgal etmişler
dir. “İşgalcilerle savaşmadık7* yalanı bir yana, Müslüman Türk’ün
elindeki son topraklara Hıristiyan emperyalistlerin acımasızca
ayak basması bile başlı başına bir yıkımdın 1911’den beri aralıksız
Hıristiyan emperyalistlerin saldırısına maruz kalan, varını yoğunu
kaybeden Türk insanı, bin bir felaketten ve yıkımdan sonra ken
disine mütevazı bir gelecek kurmayı planladığı Anadolu’da İngiliz,
Fransız, İtalyan, Yünan ve Ermeni askeri görmeye tahammül edecek
durumda değildir. Türk insanı savaş yorgunudur. Trablusgarp’ta,
Balkanlar’da, Çanakkale’de, Hicaz-Yemen’de, Suriye-Filistin’de
kaybettiği evlatlarının acısını yaşarken, birden bire karşısında daha
dün kendisine bu acıyı yaşatan emperyalistleri gören Türk insanı,
adeta ne yapacağını şaşırmıştın Aslında emperyalistler de başlan
gıçta bu “şaşkınlığa” güvenmişler; “bu şaşkınlıktan yararlanmaya
çalışmışlardın Bu nedenle Cumhuriyet tarihi yalancılarının iddia
ettikleri gibi gerçekten de “İngilizlerle, Fransızlarla, İtalyanlarla” sa
vaşmamış olsak bile, sadece bu emperyalistlerin Anadolu’ya girme
leri bile başlı başına Türk insanı için “psikolojik bir yıkım” demek
tir. Dolayısıyla 1919 başlarında Türk insanı emperyalistlerle karşı
karşıyadır. Emperyalistler ise, halktaki bu psikolojik yıkımı daha
da artırabilmek için her yola başvurmuşlardır. İşte o yollardan biri,
İzmir ve İstanbul gibi sembol Osmanlı şehirlerinin işgal edilmesidir
Osmanlı başkenti İstanbul bizzat emperyalistlerce iki kez
işgal edilmiş (13 Kasım 1918 ve 16 Mart 1920); İzmir ise emper
yalistlerin gözetiminde çok kanlı bir şekilde Yunanlılarca işgal
edilmiştir (15 Mayıs 1919).
Emperyalistler, 1918-1920 yılları arasında Anadolu’nun pay
laşımı konusunda anlaşmazlıklar yaşamışlar, bu anlaşmazlıkları
aralarındaki görüşmelerle (Toplam 102 oturum) ve imzaladık
ları ikili anlaşmalarla çözmeye çalışmışlardır, örneğin, 15 Eylül
1919 tarihinde Suriye ve Kilikya’daki işgal kuvvetlerinin değinil
mesi konusunda “İngiliz-Fransız Mukavelesi” imzalanmıştır.62*
303
* Emperyalistlerin, (İngilizlerin ve Fransızların), Türkiye'ye
yönelik Kasım 1918’deki politikaları Mayıs 1919’da çok
d e ğ i ş m i ş t i r diyerek, emperyalistlerin Anadolu’yu parçalaya
rak paylaşmaktan vazgeçtiklerini ima eden Cumhuriyet tarihi
çarpıtmacılarından Sevan Nişanyan, 15 Eylül 1919’daki İngılız-
Fransız Antlaşması’nı ve emperyalistlerin Türkiye’yi paylaşmak
için 1921 yılına kadar yaptıkları 102 oturumluk görüşmeleri na
sıl açıklayacaktır?
304
bir diğer gerçek de i^akilerin sayılandın 1920 yılı sonlarında
Türkiye’deki işgal kuvvetlerinin ortalama sayısı şeyledir:
Yunan kuvvetleri: 220.000 (Sakarya Savaşı'nda ulaşılan
sayı).
İngiliz kuvvetlen: 10.000.
Fransız kuvvetlen (Tunus, Cezayir ve Senegalli askerler):
12. 000.632
İtalyan kuvveden: 2000.
Hindi kuvvetler (îngilizlere bağlı): 8000.f53
Ermeni kuvvetleri (Fransızlara bağlı): 10.000.**
Ermeni Çeteleri: 5000.
Pontus Rum Çeteleri: 25.000.
Bunlann dışında:
Anzavur, Çerkez Ethem ve Kuvayi inzibatîye kuvvetleri:
15.000
Anadolu’daki 21 İç isyana katılan isyana: 15.000.*35
Yanı Kurtuluş Savaşı’nda Türk ordularının karşısındaki
düşman gücü ortalama 322.000 kişi civarındadır.63*
Turgut Özakman’m tespitiyle, Kurtuluş Savaşı sırasında Ku-
vayı Milliye, Düzenli Ordu ve Ankara yönetimi şu devlet, millet
ve topluluklarla savaşmıştır:
1. Bazen ön planda bazen arka planda İngilizler.
2. Çukurova ve çevresinde Fransızlar.
3. Batıda Yunanlılar.
4. Doğu’da ve Çukurova’da Ermeni birlikleri ve çeteleri.
5. Kuzeyde Yunanistan destekli Pontus çeteleri.
6. Kocaeli, Ege ve Marmara bölgesinde Rum ve Ermeni çetele
ri, ayrıca yerel halktan oluşan bazı işbirlikçi çeteler ve İyon-
ya Devleti için hazırlanan 20.000 kişilik kuvvet.
7. 21 iç isyana katılan, 15.000 civarında isyana.
305
8. Anzavur’un birliği ve Kuvayı İnzibatiye.
9. Çerkez Ethem’in Kuvayı Seyyaresi.637
Bütün bunların dışında, uluslararası kuruluşların (Paris
Barış Konferansı, Cemiyeti Akvam) Türkiye karşıtı tutumları,
ABD’nin ve Wilson İlkelerinin Türkiye aleyhine devreye girme
si, Sovyetler Birliğiyle yaşanan inişli çıkışlı ilişkiler, Yunan ve
Ermeni propagandası, ayrılıkçı ve gerici akımlar (İzmir Çerkez
Kongresi, Trâbzon Ademi Merkeziyet Derneği, TBM M ’deki
İkinci Grup, C. Arif ve H. Avninin Erzurum’daki girişimleri),
M. Suphi Olayı, Bolşevikliğin yayılması, Enver Paşa’nın gizli fa
aliyetleri, Trabzon Olayı, Ali İhsan Paşa Olayı, Ali Şükrü Bey ve
Topal Osman olayları, Atatürk ve silah arkadaşları hakkında-
ki ‘Bolşevik’ suçlamaları, Padişah’ın yayınladığı idam fetvaları,
işbirlikçi İstanbul hükümetleri, sayısız işbirlikçi, sayısız İngiliz
ajanı, parasızlık, silah ve cephane yokluğu, ulaşım ve haberleşme
güçlüğü, Atatürk’ün bazı silah arkadaşlarının daha yolun başın
da geri adım atmaları, ABD ve İngiliz Mandası istekleri ve halkın
yılgınlığı, yorgunluğu... gibi nedenlerden dolayı Mustafa Kemal
Atatürk ve Kurtuluş Savaşı’nı verenler, emperyalizmin silahlı
güçleri yanında, tüm dünya kamuoyuna yönelik menfi propa
gandanın ve bir iç savaşın üstesinden gelerek bu kadar güçlüğe
rağmen abartısız bir “mucizeyi” gerçekleştirmişlerdir.
Özakman’ın dediği gibi, “Kısacası A nkara yönetim i , birden
çok devlet , millet ve toplulukla savaşıp çekişm iş , çatışmıştır; ba
rış görüşmelerinde de yine birçok devletle m ücadele etm ek zo
runda kalacaktır. Onun için ‘yedi düvelle savaş * bir efsane değil
dir ve Türkiye bu şaşırtıcı mücadelemden galip çıkmıştır : ” 638
İşte, “önemsizdir” denilen Kurtuluş Savaşı gerçeği...
Bunların dışında Anadolu’yu bölüp parçalamak isteyen Er
meni, Kürt, Rum, Süryani, Çerkez ve hatta İran isteklerini de
unutmamak gerekir.
Kürt İstekleri:
Kurtuluş Savaşı sırasındaki Kürt isteklerinin arkasında İn
giliz emperyalizminin kışkırtıcı faaliyetleri vardır. İngiliz casusu
Papaz Frew ve çalışma arkadaşı Sait Molla, hatta Sadrazam Da
mat Ferit, Kürtçülük propagandası yapmıştır. İngilizler ayrıca ay
rılıkçı Kürt aşiretlerine silah ve para yardımı yapmıştır. Özellikle
İngiliz casusu Noel, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesine gi
derek bölge halkını ayaklandırmak için yoğun çaba harcamıştır.
Bu sırada kurulan Kürt Teali Cemiyeti, Kürt isteklerini içeride
ve dışarıda duyurmak için yoğun bir propaganda faaliyeti içine
girmiştir.645İngiliz İşgal Kuvvetleri komutanlarından Tuğgeneral
J. Dunkan, 1919 Mayıs ayında hazırladığı bir raporda, bu ce
miyetin İngiliz güdümü altında ‘Bağımsız Kürdistan’ için müca
dele ettiğini, merkezinin İstanbul’da olduğunu, ama Diyarbakır,
Dersim, Siirt, Harput ve Malatya’da da şubeleri bulunduğunu
bildirmiştir.646 Bu sırada Paris’te Kürt kökenli eski Osmanlı dip
lomatı Mehmet Şerif Paşa, Bağımsız Kürdistan kurmak amacıyla
çalışmalara başlamış ve bir komite kurmuştu. İngilizler, Doğu
Anadolu’dan çok Avrupa’yı tanıyan bu Kürt Şerif Paşa’dan ya
rarlanmak istemişler ve onunla ilişki kurmuşlardı.647 Bu doğrul
tuda Kürt Şerif Paşa, 20 Aralık 1920’de Ermeni Bogos Nubar
Paşa’yla birlikte Paris’te bir bildiri yayımlayarak Paris Barış
Konferansı’na sunmuştur. Bu bildiride Anadolu’da bağımsız bir
Kürdistan ve bağımsız bir Ermenistan isteğinde bulunulmuştur.
Bu sırada başka bir ayrılıkçı Kürt Süreyya Bedirhan, İngiliz yö
netimine bir mektup göndererek Doğu Anadolu’daki bazı Kürt
644 Girici, age; Tansel, age, C.II, s.206; Hatipoğlu, age, s. 42.
645 Sonyel, age, s.51.
646 İDA, FO371/4191/91082: İngilizAskeri İstihbarat Şefi’ndenİngiltereDışişleri
Bakanlığı’na Gizli Yazı. Londra, 17.6.1919; Sonyel, age, s.52.
647 Sonyel, age, s.52,53.
308
bölgelerinin Bedirhani Aşiretine, dolayısıyla kendisine bırakıl
masını talep etmiştir.648
ABD de, Anadolu’daki bağımsız Kürdistan konusuyla ya
kından ilgilenmiş, bu doğrultuda çalışmalarda bulunmuştur.
Bütün bu emperyalist kışkırtmalardan sonra, Mustafa Kemal
Atatürk’ün bütün birleştirici çabalarına karşın, Kurtuluş Savaşı
sırasında Anadolu’da, Ali Batı Olayı, Milli Aşireti İsyanı ve Koç-
giri İsyanı gibi çok önemli Kürt isyanları çıkmıştır.
Rum İstekleri:
Anadolu’daki Rumların büyük bir çoğunluğu İstanbul’a ve
İzmir’e hakim olmak ve Karadeniz’de Trabzon merkezli bir Rum
Pontus Devleti kurmak istemiştir. Rum metropoliti Chrysanthos,
Rum Pontus Devleti’nin kurulması için çok yoğun bir propagan
da içine girmiştir. 4 Mart 1919’da İstanbul’da, Trabzon’da bir
Rum Cumhuriyeti’nin kurulması için çalışmak amacıyla Pontus
gazetesi yayına başlamıştır. Ayrıca daha önce kurulmuş olan ayrı
lıkçı Rum Pontus Cemiyeti de var gücüyle bağımsız Rum Pontus
Devleti için mücadele etmiştir.649 Ayrılıkçı Rumlar, Karadeniz’de
bağımsız bir devlet kurmak için sayıca azınlık durumundan kur
tulmak amacıyla Türkleri bölgeden göçe zorlayacak çalışmalar
yapmışlardır. Bu amaçla çeteler kurarak dağa çıkmışlar, silah zo
ruyla Müslüman unsurları yıldırmaya çalışmışlardır.
Rumların ve Yunanlıların en önemli destekçisi tartışmasız
İngilizlerdir. Öyle ki İngilizler, Kurtuluş Savaşı sırasında, Ankara
Hükümeti’ne karşı Bursa başkent olmak üzere padişaha bağlı bir
Batı Anadolu Devleti kurdurmak istemiştir. Meclisi ve ordusu
olan bu devlet, Ankara Hükümeti’ni devirip Anadolu’yu Kema-
listlerden temizledikten sonra Batı Anadolu’da başkenti İzmir
olan ve Rum nüfus çoğunluğuna dayanan bir İyonya Devletine
dönüştürülecektir. Yerli Rumların Milli Savunma Ligi adlı örgüt
leri bu devletin kurulması için yoğun çaba harcamıştır. 20 Mayıs
Süryani İstekleri
650 DoğanAvcıoğlu, Milli Kurtuluş Tarihi, C.I, İstanbul, 1998, s. 186, 187.
651 age, s.187.
652 age, s. 187.
310
yerleştirilmiş olan Osmanlı Süryanileri, Paris Barış Konferansı’na
bir temsilci göndermek için Patrikleri Pauls Mar Shimon aracı
lığıyla Bağdat’taki İngiliz yetkililerine başvurarak konferansta
kendilerinin Ermenilerin bir parçası olarak değil, ayrı bir soy
olarak ele alınmasını ve haklarının korunmasını talep etmişlerdi.
Ancak Süryanilerin bu isteği bazı İngiliz yetkililerince hoş karşı
lanmamış ve geri çevrilmiştir.653
Süryaniler, Anadolu coğrafyasından pay almaya kararlıdır
lar. Nitekim İstanbul’daki Süryani-Keldani Ulusal Konseyi, İn
giltere Başbakan’ı David Lloyd Georg’a, Aralık 1918’de gönder
diği dilekçede bağımsız bir Süryani-Keldani Devleti kurulmasını
istemiştir.654
Süryanilerin amacı, İran ve Türkiye’den koparılacak top
raklar üzerinde, İngiliz koruyuculuğunda bir devlet kurmaktı.
Ancak İngilizler, Anadolu topraklarındaki Süryani nüfusun az
lığından dolayı bağımsız Süryani Devleti projesine pek de sıcak
bakmamıştır.655
İngilizler bir taraftan Süryanilerin bağımsız devlet kurma
larına sıcak bakmazlarken diğer taraftan Ermeniler ve Kürtler
gibi Süryanilerden de yararlanmanın yollarını aramışlardır. Bu
amaçla Mar Simon’un Protestan kız kardeşi Surma Hanum’u
Londra’ya davet edip İngiliz Kralı’yla görüştürmüşlerdir.656
Çerkez İstekleri
İngiliz emperyalizminin ele geçirip kullanmak istediği Ana
dolu’daki etnik unsurlardan biri de Çerkezlerdir.
İngilizler ve Kuvayı Milliye düşmanlan, Çerkezlerden iç
isyanlar sırasında faydalanmak istemişlerdir. Örneğin, özellik
le Teali İslam Cemiyeti’nin Marmara bölgesindeki mensupları,
311
“Padişahsan başka bir kuvvet tanımayız. Kuvayı Milliye'yi da-
ğıtmak için malen , bedenen bütün kuvvetlerimizi harcam ağa ah
dettik. .. ” diyerek, Karabiga, Bandırma ve Gönen dolaylarındaki
Çerkezleri, Kuvayı Milliye'ye karşı yapılacak bir ayaklanma ha
reketi için hazırlamışlardır.65-' Bu propagandaların sonucunda 16
Şubat 1920 tarihinde Pomaklardan Gavurimam ve Çerkezlerden
Şahismail'in yönetimi altındaki 200 kişilik silahlı ve 1000’den
fazla, baltalı, bıçaklı ve sopalı isyancı Biga’ya saldırarak işgal
etmiştir.658 Böylece 2. Anzavur Ayaklanması başlamıştır.
Ayrılıkçı Çerkezler, İzmir’de 24 Ekim 1921'de bir Çerkez
Kongresi toplamışlardır. Kongre İngiltere’nin himayesini elde
etmeye çalışmıştır. İngiliz Yüksek Komiseri Rumbold, 13 Ara
lık 1921'de İngiliz Dışişleri Bakanlığı’na gönderdiği bir telgrafta
“İzmir’deki Çerkez Kongresinin Anadolu Çerkezlerinin Kara
deniz ktytstnda toplanıp İngiliz himayesi altında özerklik al
mak amactyla” toplandığını belirtmiştir.659
Fransızlar da Adana’da Çerkez ve Fellah bölücülüğü için bir
hayli çaba harcamışlardır. Yunanlılar da Giritli ve Çerkez ayrımı
yaparak Anadolu’yu bölmek istemişlerdir.660
İngilizlerin kullanmak istedikleri Çerkezlerin büyük bir bö
lümü Kurtuluş Savaşı'nda milli harekete ve Atatürk’e bağlı kal
mışlardır. 12 Ağustos 1921’de Mareşal Fuad’ın başkanlığında
İstanbul’da bir Çerkez Kongresi toplanarak Atatürk’e bağlılık
karan almıştır. Bu doğrultuda, Düzce İsyanlarını bastırmak için
mücadele ederken şehit olan Yarbay Mahmut, Ege’de Milli di
renişin başlamasında büyük katkıları olan Yarbay Bekir Sami,
milli hareketin başından itibaren bir şekilde Mustafa Kemal’in
yanında yer alan Rauf Orbay, milli hareketin başındaki “ulusal
cı” tavrıyla Kuvayı Milliye’nin en gözü pek liderlerinden Çer
kez Ethem661 ve daha birçok Çerkez, Doğan Avcıoğlu’nun ifa
312
desiyle, “Kendilerini Çerkezliğe değil, Türkiye'nin kurtuluşuna
adamışlardır”*'*'1
İran'ın İstekleri
Pek bilinmeyen veya bilinip de dile getirilmeyen bir gerçek
de Kurtuluş Savaşı başlarında İran’ın Anadolu coğrafyasına
göz diktiği, Anadolu’dan pay istediğidir. Iran Dışişleri Baka
nı Muhavver-ül-Memalik, 26 Mart 1919’da İngiltere Dışişleri
Bakanlığı'na gönderdiği bir yazıda, İran’ın da Anadolu’dan top
rak istediğini, bunun Paris Barış Konferansı’nda görüşülmesini
talep etmiştir.663
İran, İran sınırının kuzeyinde Aras ırmağından başlayarak
Kuzeydoğu’da Derbend’e kadar uzanan ve sınırı Tiflis, Kars ve
Erzurum’un yakınından geçerek Erivan’ı da kapsayan geniş bir
bölgenin kendisine verilmesini istemiştir.664
İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon, 18 Mayıs 1919’da
kaleme aldığı gizli bir raporda İran’ın isteklerini, “Ciddiyetle
üzerinde durulmayacak biçimde hayali ve aşın" olarak nite
lendirmiştir.665
İngiltere’nin olumsuz tavrı üzerine İran, Anadolu’dan top
rak talebini bir daha dillendirmemiştir.
“Düşenin dostu olmaz!” misali, İran bile 1919 başlarında
gözünü Anadolu coğrafyasına dikmiştir.
313
yet” kurarak Anadolu’yu parçalamak için mücadele etmeye baş
lamışlardır.
1918-1919 yılları arasında Ermenilerin, Rumların, Kült
lerin, Yahudilerin; İngiliz, Fransız ve Amerikan yanlılarının
Türkiye'de kurdukları belli başlı zararb cemiyetler şunlardır:
1. Kürdistan Teali Cemiyeti.
2. Wilson Prensipleri Cemiyeti.
3. Laz Tekamül-i Milli Cemiyeti.
4. İngiliz Muhipler Cemiyeti.
5. Türk-Fransız Muhipler Cemiyeti.
6. Küçük Asya Cemiyeti (Rumların).
7. Yunan Kızılhaç Teşkilatı.
8. Rum İzci Teşkilatı.
9. Rum Muhacirler Merkez Komisyonu.
10. Pontus Rum Cemiyeti.
11. Mavri Mira Cemiyeti (Rumların).
12. Hınçak Komitesi (Ermenilerin).
13. Daşnak Komitesi (Ermenilerin).
14. Alyans-İsrailit Makabi Cemiyeti. (Yahudilerin)666
Bütün bu “zaraflı cemiyetlerin” ortak amacı, bir taraftan
Anadolu’yu işgal eden emperyalistlere yardım etmek, diğer taraf
tan da fırsattan istifade kendi bağımsız devletlerini kurmaktır.
“Kurtuluş Savaşı antiemperyalist bir mücadele değildir; Kur
tuluş Savaşı önemsizdir!” diyen Cumhuriyet tarihi yalancıları,
ya 1918 ve 1919 yıllarındaki bu işgallerden, ayrılıkçı unsurların
bölücü isteklerinden ve çalışmalarından habersizdirler ya da bi
lerek halkı kandırmaya çalışmaktadırlar.
Görüldüğü gibi Anadolu ve civarında 6 0 ’tan fazla il ve ilçe
İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan birliklerince işgal edilmiştir.
Anadolu’da düşman ayakları altında çiğnenmemiş çok az sayı
666 Komisyon, Türk İnkılap Tarihi ve Atatürk tikeleri, 6. bs. Siyasal Kitabevi, An
kara, 2 0 0 6 , s. 140-151; Cevat Bakkal, “ M ütareke D öneminde Kurulan Fır
kalar ve Teceddüt Fırkası”, Askeri Tarih Bülteni, Yıl 2 5 , S.4 8 , Şubat, 2000,
s.118.
314
da il ve ilçe kalmıştır. Yunan işgallerinin başarılı olması halinde
1922 yılında bu il ve ilçelerin de düşman işgali altına gireceği ve
Ermeni, Rum, Kürt istekleri sonunda Anadolu’da Türklere yaşa
yacak yer kalmayacağı ortadadır.
Cumhuriyet tarihi yalancılarının sıkça tekrarladıkları, Kur
tuluş Savaşı sırasındaki işgallerin “kalıcı olmadığı” ve “halka
zarar vermediği” yönündeki iddialar ise tam anlamıyla traji
komiktir.
315
sinden sonra İtalyanlar kendilerine avantaj sağlamak amacıyla
“stratejik olarak” Anadolu’da halkı kazanma yoluna gitmişler,
bu nedenle de Anadolu halkına oldukça yumuşak davranmışlar
dır. Ancak unutulmamalıdır ki, İtalyanların bu “yumuşak işgal
stratejileri” uzun vadede Türkiye açısından çok zararlı sonuçlar
doğurabilirdi. İtalya’nın bu “yumuşak başlılığına” kanan halk
hiç direnmiş göstermeyebilirdi. Gerçekten de kanlı Fransız ve
Yunan işgalleri oluncaya kadar Anadolu’da işgallere karşı ciddi
bir halk direnişi ortaya çıkmamıştır. Hatta bir ara Anadolu in
sanı İtalyanları “kurtarıcı” olarak görmeye başlamıştır. Doğan
Avcıoğlu İtalyanların bu tutumunu, “Güleryüzlü emperyalizm”
olarak adlandırmıştır:
“ İtalyanlar; kadife eldivenli, okşayıcı bir emperyalist poli
tikayla bu eğilimleri (Türklerin İtalyanlar a sığınması) güçlen
dirmeyi bilirler. İlgilendikleri bölgede Yunan a karşı Türk ve
Müslüman'ın savunucusu kesilirler. İzmir'de birçok Türk ve
Müslüman'a koruma belgeleri dağıtırlar; sosyal yardımlarda bu
lunurlar, Avusturya şirketlerini ele geçirerek Lloyd Triestiano ile
bölgenin deniz ticaretinde etkinlik kazanırlar. Banco di Roma yı
İzmir'de bir Macar bankasının tabelasını değiştirerek açarlar.
Milli Mücadeleciler, Yunanlılarla savaşlarda İtalyan desteğinden
yararlanırlar. Örneğin , Aydın'ın işgali üzerine on binlerce kişi
İtalyan işgal bölgesine sığınır. Bu koşullarda İtalya, Yunan tehli
kesine karşı bir sığınak gibi görünür... ” 667
Güleryüzlü İtalyan emperyalizminden yararlanarak kö
şeyi dönmek isteyen işbirlikçiler de vardır, örneğin, bazı An
talya eşrafı ve Konya’da tefeci Hacı Efendi bunlardan sadece
birkaçıdır.668
Güleryüzlü İtalyan emperyalizminin de amacı Anadolu’dan
toprak koparmaktır. Nitekim o günlerde İtalyan parlamentosun
da yaşanan tartışmalar ve alman kararlar bu gerçeği gözler önüne
sermektedir. Örneğin, 1 Mart 1919’da İtalya Parlamentosunda
316
yapılan görüşmeler sırasında söz alan Liberal Parti milletvekil
lerinden Theodoli şöyle demiştir:
“Fransa, İskenderun üzerinde hak iddiasında bulunursa,
İtalya tazminat olarak Mersin’i almalıdır”.669
İtalya’nın eski Dışişleri Bakanı Tittoni ise, 10 Mart 1919’
da İtalya Senatosu’nda yaptığı uzun konuşmada İtalya’nın
Ermenistan’la İzmir arasındaki bölgeyi ele geçirmesi gerektiğin
den söz etmiştir:
“Küçük Asya’da Ermenistan’la Antalya arastndaki bölge,
Aydın ili hariç, bizim olacak. Bize Toros’un kıyılarım ve Konya
çölünü vermek istiyorlar; yegane verimli bölge Mersin ve Adana
ovasını vermek istemiyorlar. Bizim için kesinlikle gerekli olan
ve kömür madenlerinin bulunduğu Herekliya’dan (Ereğli) hiç
söz edilmiyor.*670
Görüldüğü gibi güleryüzlü İtalyan emperyalizminin amacı
da Anadolu’nun zengin kaynaklara sahip bölgelerini ele geçir
mektir.
Ancak, “güleryüzlü emperyalizmin” tüm aldatıcı vaatleri
yanında Fransızların Güney Anadolu’da, Yunanlıların Ege ve
Batı Anadolu’da yaptıkları “kıyım” ve “katliamlar” sonrasın
da uyanan Anadolu insanı silaha sarılarak, Atatürk’ün etrafında
kenetlenip düşmana karşı mücadeleye başlamıştır.
Bazı emperyalistlerin nispeten “yumuşak işgalleri”, işgalci
lerin merhametinin veya işgallerin kalıcı olmadığının değil, tam
tersine “halkı uyutarak” işgallerin tepkiyle karşılanmasını engel
lemenin ve Anadolu’ya temelli yerleşmenin amaçlandığının gös
tergesidir. Bu bakımdan en tehlikeli işgaller, “yumuşak” işgal
lerdir. Eğer, Fransız ve Yunan işgalleri de İtalyan işgalleri kadar
“yumuşak” olabilseydi, 1919 koşullarında savaştan yeni çıkmış,
yıkık ve bitkin bir ülkede emperyalizme karşı halkı harekete ge
çirip bir Kurtuluş Savaşı başlatmak çok zor olabilirdi.
669 Salahi, R. Sonyel, Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika, C l , 3.bs, Ankara,
1 995, s. 41.
670 FO 3 804/ 47580, İngiliz Siyasi İstihbarat Bölümü’nün İtalya ile ilgili olarak
hazırladığı gizli rapor. No III26, 13.3 1919; Sonyel, age, s.41.
317
Oysa, Cumhuriyet tarihi yalancıları, bütün paylaşım planla
rını, gizli açık görüşmeleri ve parlamento kararlarını bir kenara
bırakarak, dahası emperyalistlerin topuyla tüfeğiyle Anadolu’ya
çıktıklarını görmezden gelerek, “işgalcilerin merhametinden” ve
“işgallerin kalıcı olamadığından” söz etmektedirler. İşgallerin
kalıcı olmamasının nedeni, işgalcilerin merhameti değil Mustafa
Kemal Atatürk’ün emperyalistlerin tüm planlarını alt üst etmesi
dir. Ayrıca İngiltere ve Fransa ile İtalya ve Yunanistan arasındaki
“çıkar çatışmaları*’ da emperyalistlerin Türkiye’ye karşı bir bü
tün olarak hareket etmesini engellemiştir. İtalya ve Yunanistan
arasındaki rekabet o derece fazladır ki, 3 Temmuz 1920 tarihin
de Yunan ve İtalyan kuvvetleri Söke yakınlarında silahlı çatışma
ya girmişler, Yunanlılar bu çatışmayı kazanarak işgallerini daha
da genişletmişlerdir.671 Atatürk, emperyalistlerin arasındaki bu
çıkar çatışmalarından çok ustaca yararlanmıştır, öyle ki, Yunan
lılarla rekabet halindeki İtalyanlar Atatürk’e bazı gizli bilgiler
vermişler, Atatürk’ün bazı bildirilerini dünyaya duyurmuşlar,672
Yunanlılara karşı çete savaşlarını desteklemişler,673 Türklere silah
satmışlardır.674 İtalya ve Fransa Anadolu’dan çekilirken bir kısım
silah ve cephanesini Türkiye’ye bırakmıştır. Yunanlılar yenilince,
I. Dünya Savaşı’ndan yeni çıkmış olan emperyalistler, ekono
mik ve askeri nedenlerle ve kamuoylarının isteksizliği yüzünden
Türkiye ile göğüs göğüse mücadeleyi göze alamayarak “geldik
leri gibi gitmişlerdir”. Neresinden bakılırsa bakılsın bu durum,
“akıl”, “strateji”, “cesaret” ve “kararlılığın” bir zaferidir.
“Güleryüzlü emperyalizm” ifadesi ancak italyanlar için kul
lanılabilir. Ingilizler (İlk ve son günleri hariç), Fransızlar, Yunan
318
lılar ve Ermeniler kelimenin tam anlamıyla “vahşice” bir işgal
stratejisi izlemişlerdir.
319
"Arian'm Galata rıhtımına yanaşması ı>e gemiden çıkan
dört Fransız subayının yaya olarak Beyoğlu'ndaki sefarete kadar
gitmeleri, Galata'dan Beyoğlu'na kadar tüm sokaklarda binlerce
İstanbullu Rum, Ermeni, Yahudi ve Lavantan ile bazı işbirlikçi
Türklerce doldurulmasına, ‘Yaşasın Fransa! Yaşasın Hürriyet!'
diye bağrışmalarına ve alkış tutmalarına yol açmıştır. Fransız
subaylarına çiçekler verilmiş, boyunlarına sarılıp ağlayanlar ol
muş, ardlartnda da korkunç bir kalabalık birikmiştir. s
İşgalcilere sempatik görünm ek isteyen iş b irlik ç ile r ve ay
rılıkçı unsurlar (»alata rıhtım ı, Tophane, Y iikse kka ld m m , Be
yoğlu caddesi ve yan sokakları In g iliz ve Fransız bayraklarıyla
donatm ışlardır/'
llh.ımı Soysal, Kurtuluş Savaşı’nda İşb irlikçiler, 2 .h s, İstan bu l, 200N, n.2 1*, U).
lı vtık Uıyıklıo^lu, M ondros M ütarekesi vc Ia th ik a tı, s. 121.
MO
10 Kasım 1918’de ise iki İngiliz, bir Fransız generali birlikte
İstanbul'a gelmiştir/80
12 Kasım 1918’de bir Fransız tugayı İstanbul’a girmiştir.6*1
13 Kasım 1918’de 22 İngiliz, 12 Fransız, 17 İtalyan, 4 Yu
nan gemisi ve 6 denizaltıdan oluşan 61 parçalık İtilaf donanması
Boğaz’a girerek İstanbul’u işgal etmiştir.682 15 Kasım’da bu do
nanmadaki gemilerin sayısı 167’ye çıkmıştır.68'
Bu işgal donanmasından İstanbul’a 3500 kişilik bir kuvvet çı
karılmış ve şehrin değişik yerlerine konuşlandırılmıştır.684 Bu işgalci
kuvvetin 1500 kadarı İngiliz, 540’ı Fransız, 470’i İtalyan ordusuna
mensuptu. Bu 3500 kişilik kuvvetin, 1500’ü Rumeli Kavağı, Yeni
mahalle, Büyükdere’den Bebek’e kadar olan bölgeye yerleştirilirken,
2000’i Beyoğlu’na yerleştirilmiştir. İşgalci birliklerin kışla ve okul
lara (GS Lisesi, İngiliz Kız Okulu gibi okullar) yerleştirilmelerinden
sonra, özel binalar da keyfi olarak işgal edilmeye başlanmıştır.685
İşgal kuvvetlerinde İngiltere’yi Amiral Calthorpe (İngiliz
Yüksek Komiseri) temsil edecektir. Yardımcıları, Koramiral Ric
hard Webb (Yüksek Komiser Yardımcısı), T.B.Hohler (Birinci
siyasi memur) ve Ryan’dır (İkinci siyasi memur). Fransa'yı Wisa-
miral Amet (Fransız Yüksek Komiseri) temsil edecektir. İtalya'yı
ise Kont K. Sforza (İtalyan Yüksek Komseri) temsil edecektir.686
13 Kasım 1918’de bir işgalci İngiliz taburu İstanbul’da göv
de gösterisi niteliğinde bir yürüyüş yapmıştır.68"
Aynı gün bir işgalci Fransız kıtası da büyük gösterilerle ka
raya çıkıp Fransız elçiliğine yürümüş ve işgalci Fransız askerleri
limandaki 3 römorköre zorla Fransız bayrağı çekmişlerdir.688
680 Tansel, age, s.54. Meydan, Atatürk'ün Gizli Kurtuluş Planlan, s. 131.
681 Akşın, age, s.82.Tansel, age, s.55
682 t. Hami Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, C .4, İstanbul, 1961,
s. 4 5 4 , Türk İstiklal Harbi, CI, S.l 17; Tansel. age, C.l, s. 55; Metin Aydoğan,
Mustafa Kemal ve Kurtuluş Savaşı, 2 3 .hs. İzmir, 2006, s. 86.
683 Türk İstiklal Harbi, C .l, s. 122; Tansel, age, s.55, dipnot
684 Türk İstiklal Harbi, C.l, s. 122; Tansel, age, s.56.
685 Jaeschke, age, s.29. Rıyıklıoglu, age, s. 122.İşgalci Kuvvetlerin Komutanı (Gene
ral Henry M. Wilson, karargâhını Reyoglu’ndakı İngiliz Kız Okulu’na kurmuş-'
tur. Walder, age, s. 76.
686 Bıyıklıoglu, age, s. 122.
687 Tansel, age, s.56.
688 Akşın, age, s.82.
321
İf'Kıil k a r ı'e tle r i C»>;/<//.; \Li vururken
Mİ
demir atması ve gemilerin baştan başa bayrak ve flamalarla süs
lü olması, güvertelerinde durmadan çaları bandoları, rıhtımlara
yığılmış İstanbul'un yerli ve azınlık işbirlikçilerini çılgına çevirdi.
Aynı gösterinin çok daha ufak çaplısı, 10 Kasım'da İngiliz ve
Fransız generalleri karaya çıkarken de yapılmıştı; ama bu defa-
ki görünüş büsbütün korkunçtu. Sirkeci kıyıları. Galat Köprüsü
ve Galata Rıhtımı, Tophane, Salıpazarı ve Dolmabahçe kıyıları
on binlerce karşılayıcıyla doluydu. Kıyıdaki bütün binalar In
giliz, Fransız ve Yunan bayraklarıyla donatılmış, çiçeklerden
tak-ı zaferler kurulmuştu. Rum ve Ermeni okullarıyla, Musevi
okullarının üniformalarını giymiş başlarında öğretmenleri bulu
nan öğrencileri, çeşitli kilise ve havraların papazları, keşişleri,
zangoçları, hahamları, rengârenk giyinmiş genç kadın ve kız
lar Ingiliz, Fransız, Italyan ve Yunan ulusal renkli eşarplarıyla
kadınlar, donanmış gemileri ve bu gemilerde çalan bandolarla
gösteri yapan yabancı askerleri ‘Hurra! Zito! Viva!' nidaları ve
alkışlarla karşılıyorlardı.
İstanbul*un Müslüman Türk halkını asıl yıkan ise her biri
birer ejderhaya benzeyen dev zırhlılar, dretnotlart kruvazörler
üstünde sallanan Ingiliz, Fransız, hatta Italyan bayrakları değil
di. Müslüman Türk halkını üzüntüden göz yaşlarına boğan Yu
nanlıların ünlü Averof Zırhlısının Yunan bayrağıydı... Kalplerde
asıl korkuyu bu bayrak yaratıyordu...
Limanda, istim üstünde demir atan savaş gemileri kıyılarda
kendilerini çılgınca alkışlayan işbirlikçilerin gösterileri arasında
hemen karaya bahriye silahendazt, zırhlı araçlar; devriye birlik
leri, toplar, makineli tüfekler çıkarmaya başladı." 689
Şevket Süreyya Aydemir, o günkü manzarayı, “Bütün karşı
sahiller, Rumların, Levantenlerin sarhoş çığlıkları ve palikarya
naraları ile çtnlıyonluudiyc tasvir etmiştir.6''0
Lord Kinross, o işgal günlerindeki İstanbul'u ve İstanbul’daki
azınlıkların ve Müslüman Türklerin durumunu çok çarpıcı bir
dille şöyle ifade etmiştir:
32i
“Türkler evlerine kapanmış, kendi kendilerinin gölgesi gibi,
ancak ekmek almak için dtşart çıkıyorlardı. Bazıları şehre girmiş
olan İtilaf Devletleri kuvvetlerinin yanında iş bulabilmek için fes
lerini atarak Türk olmadıklarım bile ileri sürüyorlardı. Beri yan
dan Kumlar, sokaklarda caka satarak dolaşıyor ve rastladıkları
Türkleri, itip kakarak duvar kenarına sürüyorlar; geleni, geçeni
Yunan karargâhında dalgalanan mavi beyaz bayrağı selamlama
ya zorluyorlardı. Türkler bu aşağılamaya boyun eğmemek için
arka yollardan dolaşmak zorunda kalıyorlardı. Bir gün İstanbul
sokaklarında panik yaratan bir söylenti duyuldu: ‘Ayasofyaya
çan takıyorlarmış!’ Bir Müslüman kalabalığı çığırtndan çıkmış
bir halde Ayasofya*ya koştu. Ama Türk askerlerinin hâlâ avluda
nöbet tutmakta olduğunu görünce rahat nefes aldılar.”69'
Beyoğlu’nda bir İngiliz taburu, İstanbal’da bir Fransız tabu
ru, Boğaziçi’nde bir İngiliz tugayı ve bir Fransız tümeninin önem
li bir bölümü bulunuyordu.692 İngilizler, İstanbul’da Kilyos’a ka
dar olan bölgeleri işgal etmişler, işgal kuvvetleri Karadeniz’den
gelebilecek denizaltılara karşı Boğaz girişinin her iki yanına birer
batarya yerleştirmişler; 3 İngiliz motoru da Boğaz ağzına konuş
lanarak Boğazı gözetlemeye başlamıştı.693
27 Kasım 1918’de İngiliz Generali Milne İstanbul’a gele
rek, Haydarpaşa’dan Anadolu’ya uzanan demiryoluna el koy
muştur.694
8 Şubat 1919’da Fransız General d’Esperey’in İstanbul’a
ikinci gelişinde yaşananlar işgalin çirkin yüzünü olanca açıklı
ğıyla gözler önüne sermiştir. Şöyle ki: d’Esperey, İstanbul’dan
Beyoğlu’na doğru bir zafer alayı düzenlemiştir. Fatih’in İstanbul’u
fethederken bindiği beyaz atı anımsatırcasına beyaz bir ata binen
d’Esperey’e, atın her iki yanında yürüyen iki zenci eşlik etmiş
tir. Kendisini karşılayan Osmanlı bandosunu atım ürküttüğü
için kırbacını sallayarak ve “sus” diye bağırarak durdurmuş ve
324
Dolmabahçe Sarayı’na oturmak istediğini belirterek Padişahın
oradan uzaklaştırılmasını istemiştir.69' d'esperey, küstahça tavır
larıyla Osmanlı sadrazamlarını ve Türk subaylannı bile aşağıla
maktan çekinmemiştir.696
Bu olay üzerine Süleyman Nazif, 9 Şubat 1919 tarihli Ha-
disat gazetesinde “Kara Bir Gün” başlıklı bir yazı kaleme al
mıştır. Bu yazıyı okuyan şımarık Fransız d’Esperey, çılgına dö
nerek önce Süleymen Nazif’in “kurşuna dizilmesini” istemişse
de sonra Malta’ya sürgün edilmesiyle yetinmiştir. İşte o yazıdan
bir bölüm:
“Fransız generalinin şehrimize gelişi münasebetiyle birtakım
vatandaşlarımız tarafından icra olunan nümayiş Türk'ün ve İsla-
mın kalbinde müebbeden kaynayacak bir ceriha açtı...Almanya
orduları 1871 senesinde Paris'e dahil olarak büyük Napolyon'un
neşide-i mütehacire-i muzafferiyatı olan ‘tak-ı zafer*altından ge
çerken bile Fransızlar bizim kadar hakaret görmemiştir ve bizim
dün sabah saat dokuzdan onbire kadar hissettiğimiz yeis ve aza
bı duymamıştır. Çünkü yalnız Hıristiyanlar değil, Yahudi Fran
sızlarla Cezayirli Müslümanlar o matemi milli karşısında aynı
telehhüf ve hicap ile ağlamış ve kızarmışlardı...”
İşgal güçleri sadece sokaklarda gösterişli yürüyüşler yap
makla kalmamış, her fırsatta Müslüman Türkleri de aşağılamış
tır. G. Jaeschke, bu gerçeği şöyle itiraf etmiştir: 44Etrafa galip
sıfatıyla meydan okundu. Türk örf ve adetlerine karşı saygısız
davranıldı.”697 Bu yapılanlar karşısında halkın telaş ve şaşkın
lığı hakkında Times muhabiri 16 Kasım 1918 tarihindeki habe
rinde “Türk memur ve matbuatı tam bir şaşkınlık içindedir “
demiştir.698
325
Fransız general d'esprey İstan bul’da
327
1. 15 Kasım 1918’de Fransız Yüksek Komiseri Amiral Amet,
Credit Lyonnise'nin kambiyo işlemlerini serbestçe yapması
nı önleyen kısıtlamaların kaldırılmasını istemiştir.701
2. 16 Kasım: tngilizler Bahriye'den 4 otomobil istemişlerdir.
3. 16 Kasım: Middlesex alayından 400 asker “Büyükelçilik
Muhafız Kıtası” olarak karaya çıkmıştır.
4. 16 Kasım: Fransızlar, Sirkeci’de Üsküdar vapur iskelesinden
Saray kapısına kadar bütün rıhtımın, antrepo ve binalarının
boşaltılmasını istemişlerdir.
5. 17 Kasım: Bakırköy’deki Fransız Binbaşısı, hastane yapıl
mak üzere belediye binasının beş saat içinde boşaltılmasını
istemiştir.
6. 17 Kasım: Beyoğlu’nda Fransızlar, belediyeye başvurarak
belirledikleri 7, 8 büyük binanın on beş saat içinde boşaltı
larak kendilerine teslim edilmesini istemişlerdir. Ayrıca, Be
yoğlu hastanesindeki levazıma ve emanet garajındaki ben
zinliklere el koymuşlardır.702
7. Fransız komutanlarından Amiral Amet ve General Bunoust,
Osmanlı yönetiminden İstanbul'da bulunan deniz kuvvetleri
için hemen 120 bin ve Fransız ordularının aralık ayı mas
rafları için de aralık ayı bitmeden 200 bin lira verilmesini
istemişlerdir. Osmanlı yönetimi bu istekleri derhal yerine
getirmiştir.703
8. İstanbul’da ceketlerini omuzlarında taşıyan ve arkası basık
ayakkabı giyenler İngilizlerce para cezasına çarptırılmıştır.
9. tngilizler Anadolu'ya gönderdikleri kontrol subaylarının ya
kacak paraları ile ev kiralarını ve nakil sırasında harcadıkla
rı bütün paraları Osmanlının ödemesini istemişlerdir.
10. Kasım 1918'de tngilizler, Harp Okulu binasının 72 saat
içinde boşaltılarak kendilerine verilmesini istemişler ve Ara
lık 1918'de bu binayı hastane olarak kullanmaya başlamış
lardır.
328
11. Şubat 1919'da İngilizleş Pendik ve Maltepe'deki Türk
Talimgahlarının boşaltılarak kendilerine verilmelerini iste
mişlerdir.
12. İngilizleş İstanbul'da zabıtayı ve sahil teşkilatını kontrol
etmişlerdir/114
13. İngilizleş istedikleri asker ve sivilleri görevden aldırarak, is
tedikleri kişileri istedikleri görevlere getirmişlerdir.'0'
14. İngiliz Komutanı Allenby, 7 Şubat 1919’da gösterişli bir tö
renle İstanbul'a gelerek Anadolu'da İngiliz egemenliğini pe
kiştirmek için hazırladığı 12 maddelik istek listesini, “küs
tahça” ayağına kadar çağırdığı Osmanlı Dışişleri Bakam'na
yazdırmıştır. Bu istekler şunlardır:
1. Altıncı Kolordu Komutanı Ali thsan Paşa görevden alına
caktır.
2. Altıncı Ordu’nun tüm silahları elinden alınarak top ve tü
fekleri Allenby’in göstereceği yerde tngilizlere teslim edile
cektir.
3. Allenby emir verdiğinde halkın elindeki silahlar toplanacak
tır.
4. Allenby’in bölgesinde ihtiyaç duymadığı Türk jandarmaları
nın silahları alınarak terhis edilecektir.
5. Allenby’in tutum ve davranışlarını hoş görmediği memurlar,
emirlerine uyularak görevlerinden alınacaktır.
6. Durumun elverdiği ölçüde Krmeniler memleketlerine geri
gönderilecektir. Bunların yetiştirilmeleri sağlanacak, arazi
leri ve öteki malları kendilerine geri verilecektir.
7. Gerek cinayet gerekse genel asayişi bozmakla suçlanan kişi
leri tutuklamak Allenby'in yetkileri içindedir.
8. Konya'nın doğusundaki bütün demiryolları Ingilizlerin de
netimi altında bulunacaktır.
9. Allenby'in bölgesindeki bütün telgraf ve telefon haberleşme
si tngilizlerin denetimi altında olacaktır.
329
10. Altıncı Ordu dağıtılacak ve erler haftada 300 kişilik kafile
ler şeklinde evlerine gönderilecektir.
11. Osmanlı memurları bütün kaçaklan teslim edeceklerdir.
12. Allenby’in istediği yerleri işgal etmek hak ve özgürlüğüne
sahip olduğu anlaşılmalıdır.706
Fahrettin Altay Paşa’nın şu anısı, Allenby’in bu isteklerinin
Osmanlı yöneticilerince nasıl yerine getirildiğini bütün açıklığıy
la gözler önüne sermektedir:
“ Mütareke, bütün ağırlığıyla kendisini duyuruyordu. Kon
ya’da bir İngiliz subayı gelip demiryolunun yönetimini eline aldı.
Bütün cephane ve silah depolarının kapısına kilit taktırdı. Silah
ların mekanizmalarını toplayıp bir sandığın içine doldurttu ve
üzerine de işgalin mührünü bastı”.707
Ingilizler kısa sürede İstanbul’daki bütün önemli devlet ku-
rumlarına el koymuşlar, Ermeni olaylarına karıştıkları iddiasıyla
bütün “vatanseverleri” ve “İttihatçıları” tutuklatıp önce Beki-
rağa Zindanı’na sonra da Malta Adası’na sürgün ettirmişler,
Sözde Ermeni Soykırımına karıştığı iddiasıyla Boğazlayan Kay
makamı Kemal Bey’i tutuklatarak halkın gözleri önünde Beya
zıt Meydan’ında idam ettirmişler,708 İstanbul’un üzerinde uçan
İngiliz uçaklarıyla halka korku salmaya çalışmışlar,709 basın ve
mektuplara sansür koymuşlar,710 hükümete istedikleri memurları
görevden aldırıp istedikleri memurları görevlendirme yönünde
baskı yapmışlar, Anadolu’ya kontrol subayları ve ajanları gön
dererek muhtemel direnişi önlemeye çalışmışlar, işgalci Yunan
ordusunu maddi ve manevi bakımdan desteklemişler ve dahası
yeri gelince (ileride anlatılacaktır) İngiliz orduları Türk ordusuy
la sıcak çatışmaya da girmişlerdir.
330
İngilizleş Osmanlı başkenti İstanbul’u iki kez işgal etmiş
lerdir. İstanbul’da Son Osmanlı Meclisi Mebusan’ının açılması
ve Misak-ı Milli’nin yayınlanmasının hemen ardından, 16 Mart
1920’de gerçekleştirilen ikinci İngiliz işgali, çok daha etkili ve
çok daha yıkıcı olmuştur.
16 Mart 1920 Salı sabahı Fransız ve İtalyan Yüksek Komi
serleri, Sadrazam (Başbakan) Salih Paşa’ya bir nota vererek saat
10’dan itibaren İstanbul’un işgal edilmeye başlanacağını belirt
mişlerdir. Ancak işgale çok daha erken, sabahın ilk ışıklarıyla
başlamışlardır. Notanın içeriğinde, Anadolu’da Hıristiyanların
katledildiği, İstanbul’da asayişin bozulduğu biçiminde gerekçe
ler ve Atatürk ile öteki milli liderlerin hemen reddedilmesi ve
Kilikya’da benzer olayların sürmesi halinde barış şartlarının
daha da sertleşeceği gibi “tehditler” vardır. Salih Paşa, gerekçe
leri ve istekleri reddederek notayı protesto etmiştir.
16 Mart 1920’deki işgal sırasında 50-60 kişilik bir İngiliz
birliği, sabahın erken saatlerinde Şehzadebaşı Karakulu’na gele
rek zorla içeri girip henüz yataklarında bulunan 61 Türk aske
rini öldürmüş,711 İmalat-ı Harbiye Muhafız Tabur Karargâhı ve
Muhafız Birliği’nin ikamet ettiği kışla binası İngiliz deniz asker
lerince kuşatılmış, kışlanın etrafına makineli tüfekler yerleştiril
miş, Bahriye Nezaret’i basılarak 5 dakika içinde boşaltılması is
tenmiş ve buradaki bütün silahlara el konmuş, telefon telleri ke
silmiş, dosyalar karıştırılmış, Harbiye Nazın’nın odasını basan
İngilizleş Nazır’ın göğsüne silah dayamışlar, Beyoğlu, Beşiktaş,
Şişli, Kasımpaşa, Kadıköy ve Üsküdar’daki caddeler İngilizler
ce tutulmuş, gidiş geliş engellenmiş, Boğaz’daki vapur ve sandal
trafiği engellenmiş, Ahırkapı İnşaat Fabrikası, Otomobil Tabu
ru ve Müze-i Hümayun Fransızlarca işgal edilmiş, Süleymaniye
Camii avlusündaki ve Ayasofya’daki Türk askerleri kuşatılarak
makineli tüfek tehdidi altına alınmış, Harp Okulu’na ve İngi
liz ve Fransız elçiliklerine makineli tüfekler Beyoğlu’na toplar
331
yerleştirilmiş; özetle haberleşmeye el konm uş, ve devlet daireleri
denetim altına alınmıştır. 7,2
İşgali, Telgraf M em uru M anastırlı Ham dı Efendi Ankara’ya
b ild irm iş tir.'1'
332
tarihçi, yazar ve akademisyenlerin bu iddiasının aslında hiçbir
“bilimsel temeli” yoktur.
“Düzenin Yabancılaşması” kitabıyla tanıdığımız tdris Küçü-
kömer, “Sivil Toplum Yazılanında, “Kurtuluş Savaşı Yunanlılara
karşı kazamlmtşttr. Kurtuluş Savaşı bir Türk-Yunan savaşıdır/”
tezini ortaya atmıştır. Yine aynı dönemlerde “deliliği tescilli” Şe
riatçı yazar Kadir Mısıroğlu Kurtuluş Savaşı’ndan uTürk-Yunan
muharebesi!” olarak bahsetmiştir. Daha sonra, “Modern Türk
Tarihini tersten yazdım, her olayın tersini kanıtlamaya çalıştım
vesantrtm başarılı oldum!” diyen “tez hastası” Yalçın Küçük ba
ğıra çağıra aynı tezi gündeme getirmiştir. Küçük’e göre “Kurtuluş
Savaşı tarihi baştan sona yanlıştır! ” Hatta o kadar yanlıştır ki,
mesela Birinci tnönü Zaferi diye bir zafer hiç olmamıştır! Anti-
cmperyalizmden bahsetmek mümkün değildir! En fazla bahsedi-
lebilecek Yunanlılarla yapılan savaş olabilir! Türk-Yunan Savaşı
tezleri, daha sonraki dönemlerde Fikret Başkaya gibi “Solcular”
ve Abdurrahman Dilipak gibi “Şeriatçı” yazarlar tarafından da
yinelenmiştir.
“Kurtuluş Savaşı’nda İngilizlerle savaşılmamıştır” tezi gü
nümüzün Ali Kemalleri’nce sıkça dile getirilmektedir. Okuduk
ları birkaç “Cumhuriyet tarihi yalanma” sarılan günümüzün Ali
Kemalleri, köşelerinde çalakalem “İngilizlerlesavaşmadtk k i...”
diye çığlık atmaktadırlar, tşte günümüzün en ateşli Ali Kemal
lerinden biri olan Mehmet Altan’ın 30 Ağustos 2009 tarihinde
Star gazetesindeki köşesinde yayınladığı “30 Ağustos ve İngilte
re” adlı yazısından bir bölüm:
“... İngiltere, 26 Ağustos 1922'de başlayan Büyük Taarruz’
dan çok önce, 14 Nisan 1921'det Türk-Yunan Savaşı’nda kesin
tarafsızlığını belirten notasını Yunan hükümetine bildirdi. Bunu
İngiliz Parlamento tutanaklarında da görüyoruz, örneğin, 13 Ni
san 1921 ’de Avam Kamarasında Sir C., İngiltere'nin Türk Mil
liyetçi Kuvvetleriyle savaş halinde olup olmadığım Başbakan’a
sormuş. Hükümet adına cevap veren Mr. Harmsworth, bir barış
antlaşması onaylanıncaya kadar teknik yönden ortada savaş hali
nin bulunduğunu fakat mevcut Türk-Yunan çatışması karşısında
333
İngiliz tutumunun tarafsızlık olduğunu söylemiştir. Keza... Lord-
lar Kamarası 'ntn 21 Nisan 1921 tarihli oturumunda, Lord La-
mington, Londra Konferansının hemen ardından Yunanlıların
Türklere karşı saldırıya geçmesini, Müslümanların 4İngiltere'nin
teşvikiyle yapıldığı' biçiminde yorumlamalarına hükümetin
ne dediğini sorar... Dışişleri Bakanı adına cevap veren Earl of
Crawford, Müttefiklerin l,sıkı tarafsızlık ” uyguladıklarını vurgu
lar. İngiltere ne Yunanltlara ne de Türklere silah vermektedir.
İstanbul'daki Müttefik askeri makamları da, Anadolu'da dene
timleri altındaki demiryollarından yararlanılmasını durdurmuş
tur. General Harington, İzmit Yarımadasındaki Yunan Tümeni
üzerindeki kumanda yetkisini bırakmıştır... Yunan kuvvetleri
nezdindeki İngiliz irtibat subaylarına da artık tavsiyelerde bulun
mamaları ve hiçbir biçimde müdahale etmemeleri yolunda tali
mat verilmiştir. Kısacası... Öncesi ve sonrasıyla, Büyük Taarruz,
düvel-i muazzamaya karşı yapılan bir savaştan ziyade sadece
Yunanlılara karşı yapılan bir savaştır. ”"ıs
ikinci Cumhuriyetçi Prof. Mehmet Altan’ın Ingilizlerin “ta
rafsızlık politikasının” tamamen iç kamuoyuna yönelik “gös
termelik” bir politika olduğunu görememesi ve Büyük Taarruz
öncesinde îngilizleriri Mustafa Kemal Atatürk’e ve milli hare
kete karşı aldıkları önlemleri, yaptıkları planları bilmemesi ya
büyük bir “cahilliktir” ya da büyük bir “hainliktir.”716 Ben, Prof.
Altan’ın “cahil” olduğunu düşünmüyorum...
Oysa ki, Türk Milli Kuvvetleriyle savaştıklarını bizzat Ingiliz-
ler itiraf etmişlerdir, örneğin, İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komi
seri, Amiral de Robeck, 1919 Haziran’ında Dışişleri Bakanı Lord
Curzon’a gönderdiği bir raporda bu gerçeği şöyle ifade etmiştir:
“Biz halen Türkiye ile savaşmaktayız. Banş Antlaşmasının
(Sevr) bütün Türkleri bir araya getirdiğini görerek yeni bir sa
vaşa devam edecek miyiz?” 7,7
334
Büyük Taarruz sonrasında bir gazetecinin Mustafa Kemal
A tatürk’e sorduğu, “İngiltere’yle sa v a ş a c a k mtyız?” sorusuna
Atatürk, şu cevabı verm iştir:
“İngiltere ile bartş imzaladtk mt ki, bu sorunun yeri ol
sun! Yüz kez savaş durumundayız, bin kez savaş durumun
dayız...” ıs
718 Asını Us, Gördüklerim, Duyduklarım, Duygularım, İstanbul, l^M , s.S l, Avcı-
oğlu, age, C 1, s. 18V; Meydan, age, s.221.
lara ve güneydeki Musul, Kerkük gibi “petrol” bölgelerine el koy-
mak gelmektedir. Savaş yorgunu İngiltere, Anadolu’yu parçalama
işinde Yunanistan’dan yararlanmaya karar vermiştir. Türk düş
manı Lloyd George ve Hükümeti, Yunanistan’a her türlü “mad
di” ve “manevi” desteği vererek, “diri” Yunan ordusunu 15 Ma
yıs 1919’da Anadolu üzerine göndermiştir. İngiltere parlamento
tutanakları incelenecek olursa (Salahi Sonyel ve Erol Ulubelen bu
tutanakları yayınlamışlardır), başta İngiltere Başbakanı Lloyd Ge
orge olmak üzere İngiliz yetkililerin Türkiye’yi parçalamak vc Mil
li Hareketi yok etmek için hangi planları yaptıkları, Yunanistan’ı
maddi ve manevi bakımdan nasıl destekledikleri görülecektir.
İngiltere, ayrıca Fransa, İtalya ve Ermenistan’ı da Anadolu’nun
paylaşım planlarına dahil etmiştir. Dolayısıyla^ “Türk-Yunan Sava
şı” diye küçümsenmek istenen Kurtuluş Savaşı, Doğan Avcıoğlu’
nun da belirttiği gibi, aslında bir “Türk-lngiliz Savaşımdır.719
Dahası, İngiltere; Fransa ve İtalya ile birlikte Anadolu’nun
birçok bölgesini bizzat işgal etmiştir.
Evet! Kurtuluş Savaşı’ndaki siyasi ve askeri gelişmelere para
lel, İngiltere zaman içinde “farklı politikalar” izlemiştir.720 örne
ğin, 1921 yılına kadar Yunanistan’ı açıkça destekleyen İngiltere,
Anadolu’da Türk ordusuna açıkça kurşun sıkmaktan çekinmeyen
İngiltere, Atatürk’ün düzenli ordularının İnönü Savaşlarını kazan
malarından sonra göstermelik bir “tarafsızlık” politikası uygula
maya başlamıştır. Bu süreçte İngiliz yetkilileri, bir taraftan Padişah
Vahdettin’i ve Sadrazam Damat Ferit’i kullanarak milli hareketi
yok etmenin hesaplarını yaparken, diğer taraftan milli hareketin
önderi Mustafa Kemal Atatürk’e “barış teklifleri” yaparak, biraz
yumuşattıkları Sevr Antlaşması’nı TBMM’ye kabul ettirmenin
yollarını aramışlardır.721 Bu da yetmemiş, TBMM’deki Rauf Bey,
336
Kâzım Karabekir gibi bazı muhalif milletvekillerini kullanıp, Milli
Hareketin önderi Atatürk’ü Meclis içinden yapılacak bir “darbe”
ile devirmeyi planlamışlardır.722 Türk orduları Büyük Taarruz'u ka
zanıp Yunan’ı denize dökmelerine karşın İngiltere hâlâ Anadolu’yu
boşaltmaya yanaşmamaktadır. İzmit’te ve Çanakkale'deki Ingiliz
birlikleri takviye edilmiş, 1922 Eylül’ünde İngiliz Dışişleri, General
Harrington’a gerekirse Türk ordularıyla savaşma yetkisi vermiştir.
Şimdi gelelim en büyük Cumhuriyet tarihi yalanlarından
biri olan, “İngilizlerle savaşmadık! Türk orduları İngiliz ordu
larıyla karşı karşıya gelmedi! Ingilizler bize tek bir kurşun bile
sıkmadı!..” yalanına....
Sağ olsunlar! “Yobazlık” ve “liboşluk” adeta genlerine işle
miş kimi akademisyen, yazar-çizer tayfası, bu yalanı öyle sık ve
öyle inanarak dile getirdiler ki, bu yalan zaman içinde adeta bir
“şehir efsanesi” halini alarak yayıldı... Türk Kurtuluş Savaşı’nı
küçültmek isteyen art niyetli çevrelerin beslediği bu şehir efsa
nesini yıkmanın zamanı geldi artık! Ne demişler! “Yalancının
mumu yatsıya kadar yanar!”
İşte “satılmış” tarihçilerin, araştırmacıların ve gazetecilerin,
“Bize bir tek kurşun bile a t m a d ı l a r dedikleri İngiliz ordu
larının Türk ordularıyla Anadolu'da Kurtuluş Savaşı yıllarında
(1919-1922) yaptıkları belli başlı savaşlar ve çatışmalar:
1. I. Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında yapılan “gizli”,
“açık” paylaşım antlaşmaları doğrultusunda Anadolu'yu işgal
337
eden İngilizleş 15 Mayıs 1919’da Yunanlıların İzmir’e çıka
rak Anadolu içlerine ilerlemelerini bizzat kararlaştırmışlar ve
bu Yunan çıkarması İngiliz subaylarının gözetimi ve denetimi
altında gerçekleştirilmiştir.72* Nitekim, İzmir’in Yunanistan ta
rafından işgal edilmesi kararını, İngiliz Amirali Calthorpe, 14
Mayıs 1919 tarihinde öğleden sonra İzmir valisine ve Türk ko
mutanına tebliğ etmiştir.724 Ancak Yunan işgallerinin İngilizlerin
tahmin ettiğinden çok daha “kanlı” bir şekilde gerçekleştiril
mesi Anadolu’da işgallere karşı bir halk hareketinin başlama
sına yol açmıştır. Bu durumda, adeta “sömürgeciliğin kitabını
yazmış olan İngiltere”, Türkleri daha fazla ‘Hcışkırtmamak”
gerektiğini düşünerek “daha temkinli” davranmaya karar ver
miştir. özellikle 1919 yılı sonbaharında tngilizler Anadolu’daki
milliyetçilere karşı daha “ılımlı” davranmaya başlamışlardır.
Nitekim, Atatürk’ün Ali Calip Olayı’ndan ustaca yararlanarak
Damat Ferit Hükümeti’ni düşürmesine ve milliyetçilere daha
yakın Ali Rıza Paşa Hükümeti’nin kurulmasına Ingilizler karşı
çıkmamışlardır. Dahası Ali Rıza Paşa Hükümeti’nin Atatürk’le
temas kurarak Amasya Görüşmeleri’ni yapması ve bu görüşme
ler sonrasında İstanbul’da Son Osmanlı Mebusan Meclisi’nin
toplanması için seçimlerin yapılmasına da İngilizler müdahale
etmemişlerdir. Ayrıca İstanbul’da milliyetçilere yakın Mersinli
Cemal Paşa’nın Harbiye Bakanı olmasına da ses çıkarmamışlar
dır. İngilizlerin bütün bu “ılımlı” adımlarının nedeni Milli Hare
keti güç kullanmadan etkisiz kılmaktır. İngilizler, “Biz Türklerin
düşmanı değiliz, bu nedenle Milli Harekete de gerek yoktur/”
demek istemişlerdir. Nitekim, bu İngiliz oyunundan etkilenen
kimi milliyetçiler (Ki bunlar arasında Kâzım Karabekir de var
dır), Sivas Kongresi’ne gerek olmadığını ve Temsil Heyeti’nin
Sivas’ın batısına geçmemesi gerektiğini savunmuşlardır.72S Er
zurum Kongresi günlerinde İngiliz subaylarından Yarbay Raw-
linson, Atatürk’le ve bazı milliyetçilerle görüşerek Milli Hare
keti “barışçı” yollarla etkisiz hale getirmeye çalışmıştır. Kâzım
7 23Meydan, age, s. 2 0 9 -2 1 1 .
724 Jacschkc, age, s.7 6 ,77.
71S Avcıofclu, agr, C .I, s. 1 * 2 ,1 3 3 .
H8
jCarabekir le de görüşen Rawlinson, ona, İngilizlerin Türkiye’nin
toprak bütünlüğünden yana olduklarını, Atatürk'ün barış ko
şullarını kabul etmesi gerektiğini, İngiltere’deki güçlü partilerin
Türkiye’nin bağımsızlığını savunduklarını, dahası İngiltere’nin
Türkiye nin ekonomik kalkınması için de elinden geleni yapa
cağını belirtmiştir! Ravvlinson’un bu “bol keseden” vaatlerinden
etkilenen Kâzım Karabekir Paşa, “ İngilizler Türkiye’yi kaza-
fttrlarsa, birkaç Türk subay ve ulemadan oluşan bir kurulun,
jfigilizlenn 100.000 kişisinin söz dinletemediği yerlerde (İngi
liz sömürgelerinde) dirlik ve düzeni koruyabileceğini ve Türk
ulusunun her ferdinin İngiliz dostluğundan yana olduğunu”
söylemiştir*726 Karabekir, Rawlinson’la yaptığı görüşmede İtilaf
Devletleri ile, özellikle de İngiliz İmparatorluğumla dostça ilişki
ler kurmak niyetinde olduklarını belirtmiştir.'2' Atatürk 8 Ocak
j 9 2 0 ’de Kâzım Karabekir'e gönderdiği kapalı tel yazısında, bu
tür açıklamalarından dolayı Kâzım Karabekir Paşa’yı, üstü ka
palı “uyararak”, Ravvlinson’un, eğer İngiliz Hükümeti’nin resmi
görevlisiyse Ankara’ya gelerek Temsil Heyeti ile görüşmesi ge
r e k t i ğ i n i belirtmiştir.728
726 Karabekir’den Mustafa Kemal’e kapalı tel yazısı, Erzurum, 24, 12, 1919;
Kâzım Karabekir, İstiklal Harbimizin Esasları, İstanbul, 1957, s.415-417; Son-
yel, Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika, C .l, s. 164.
727 Sonyel, age, s. 165.
728 Karabekir, age, s.417; Sonyel, age, s.165.
729 Avcıofclu, age, s.133.
730 age, s. 134.
boşlaması üzerine tedirgin olan İngilizleş Milli Kuvvetlere “yumu
şak davranma stratejisini” bir kenara bırakarak silaha sarılmış
lardır. O günlerde İngiltere’nin İstanbul’daki temsilcisi Londra’ya
gönderdiği bir raporda, “İzmit’i terk edersek, İstanbul milliyet
çilerin eline düşer... Mustafa Kemal’in askerleri Gebze’ye kadar
geldi . Haydarpaşa ve Üsküdar’ı Kemalistlerin basmasından kor
kuyoruz” demiştir.731 İngiltere’yi silaha sarılmaya iten tek neden,
Milli Kuvvetlerin, İzmit yakınlarına gelip Boğazlan tehdit etmeleri
değildir, aynca İngiltere’nin banş görüşmelerinden istediği sonucu
alamaması, Atatürk’ün masa başında da İngilizlere güçlük çıkar
ması, İngilizlerin saldırganlaşmasında etkilidir. İngilizleş o günler
deki Maraş olaylannı da bahane ederek Milli Harekete karşı askeri
güçle saldınya geçmeye karar vermişlerdir. Londra Konferansı gö
rüşmeleri sırasında, 5 Mart 1920’de Lloyd George’un yaptığı şu
açıklama, İngiltere’nin yeni politikasını gözler önüne sermektedir:
“Yunan askerleriyle birlikte Türkiye’de 160.000 askerimiz
var. Türklerin ise 80.000. Fransız, İngiliz ve Yunanlılardan
meydana gelen her iki asker, bir Türk askerini yenemez ise bu
konferansı durdurup Türklerin bütün isteklerini kabul ede-
lim\” demiş ve banş şartlarının kuvvet yoluyla savunulacağını
belirterek sözlerine şöyle devam etmiştir: “Mustafa Kemal Paşa
adi bir çeteci değildir. Türk Hükümeti’nin atadığı Erzurum va
lisidir. Bu Türk valisi bizim müttefikimize (Maraş’ta Fransız-
lara) saldırsın, biz hiçbir harekette bulunmayalım. Bu olamaz.
Hemen en enerjik tedbirleri almalıyız. İlk iş olarak Mustafa
Kemal Paşa’ntn atılmasını istemeli, sonra Müttefik Kuvvetlerle
İstanbul’u işgal etmeliyiz."732
Lloyd George, 1920 yılı içinde her fırsatta Milli Harekete kar
şı “şiddet” ve “güç” kullanmaya çalışmıştır, örneğin, 23 Ağustos
340
1920 tarihinde de İtalyan Başbakanfnı Türkler üzerine silahlı
birlikler göndermeye ikna etmeye uğraşmıştır. “İstanbul'daki
Türkler artık o eski yumuşak Türkler değil. Çanakkale'de ge
milerin hiçbir rolü olmuyor. Mustafa Kemal hemen hemen bit
miştir. Elinde hiçbir savaş malzemesi yok. Buna rağmen Türkler
bilinemez” diyerek Türklere yönelik saldırılara ağırlık verilmesini
istemiştir.733
Milli Hareket’e yönelik “şiddet” kullanmaya karar veren İn-
gilizler, 16 Mart 1920’de silah zoruyla İstanbul'u resmen işgal et
mişler ve İstanbul Hükümetini sıkıştırmaya başlamışlardır. Har
biye Bakanı Fevzi Paşa’nm ifadesiyle, “Hükümet nota bombardı
manına tutulur...” 17 Şubat-31 Mart arasında Babıali’ye 5 nota
verilmiştir. Baskılara dayanamayan Ali Rıza Paşa Hükümetinin
istifa etmesinden sonra kurulan Salih Paşa Hükümeti de fazla
dayanamayarak istifa etmiştir. 5 Nisan 1920'de İngiliz isteklerini
kayıtsız şartsız yerine getirecek olan Damat Ferit Paşa Hükümeti
kurmuştur.
Böylece, Saray, tam anlamıyla İngilizlerin kontrolüne girmiş
tir. İngilizler, Padişah Vahdettin’i ve Sadrazam Damat Ferit’i kul
lanarak milli hareketi ezmek için her yola başvurmuşlardır, önce
Anadolu’daki Atatürk'ü ve milliyetçileri “dinsiz” ve “zındık”
ilan eden bir fetva almışlar (11 Nisan 1920) daha sonra bu fet
vayı kendi uçaklarıyla dağıtmışlar, sonra iç isyanları çıkarmışlar,
daha sonra da Padişah'tan Atatürk üzerine bir ordu gönderilme
sini istemişlerdir (7 Nisan 1920). İngilizler, bu orduyu kendi as
keri güçleriyle destekleyeceklerini belirtmişlerdir. Ordunun savaş
araç gereçleri, İstanbul'da İngiliz kontrolü altındaki depolardan
karşılanmıştır. Böylece Padişah Vahdettin, milliyetçileri ortadan
kaldırmak için Kuvayı inzibatiye denilen Hilafet Ordusu’nu gö
revlendirmiştir. Hilafet Ordusu, Nisan sonu ve Mayıs başında
İzmit ve civarına yığınak yapmaya başlamıştır. Taze kuvvetler
le güçlendirilen İngiliz birlikleri de Hilafet Ordusu’nun İzmit ve
341
gerisindeki ordugâhlara yerleştirilmiştir/34 Bu sırada İngilizlerin
maddi ve manevi olarak destekledikleri ve milli harekete kar
şı başka bir oluşum da Cemiyet-i Ahmediye’dir.73* Bu cemiyeti,
silah ve mühimmat bakımından destekleyen İngilizler ^ Şeyhü
lislam Mustafa Sabri Efendi’yle de görüşerek millicilere karşı
bir fetva almak istemişlerdir.73" Cemiyet-i Ahmediye, Anzavur
lsyanı’nın patlak vermesinde etkili olmuştur.
İngilizleş Milliyetçilere yönelik bu saldırı hazırlıkları dışın
da Anadolu’daki, Yunan ordusunu da alarma geçirerek “hazır”
olmalarını istemişlerdir. 17 Mayıs 1920’de, İtilaf Devletleri,
İngiltere’nin Hyte kasabasında yaptıkları toplantıda, Yunan or
dularının Batı Anadolu’yu işgale başlamasını, ancak bunun ilk
aşamada Bursa ile sınırlı kalmasını kararlaştırmışlardır. Bu sıra
da ABD Senatosu da Batı Anadolu’nun Yunanistan’a verilmesini
uygun gören bir karar almıştır.7’8
Halifelik Ordusu, Kuvayi Milliye karşısında bir varlık göste
remeyerek geriye İzmit’e çekilmek zorunda kalmıştır. 14 Haziran
1920’de Ali Fuat Paşa’nın kontrolündeki Milli Kuvvetler, İzmit’e
doğru saldırıya geçmişler ve İzmit’te bekleyen İngiliz birlikleriyle
Türk Milli Kuvvetleri sıcak çatışmaya girmişlerdir. Batı Cephesi
Kuvayı Milliye Komutanı Ali Fuat (Cebesoy) Paşa bu çatışmayı
şöyle anlatmaktadır:
“İngilizleş; İzmit etrafında, Hasanpaşa, Solaklar, Tepe Köy,
Ağa Köyü hattının bazı yerlerine siperler kazarak buralara Ha
life Kolordusundan l, 2 ve 3. alayları yerleştirmişler ve bun
ların cenah ve gerilerine de iki üç İngiliz taburu koymuşlardı.
İzmit Limant’nda bulunan birkaç parça İngiliz Savaş gemisi de
söz konusu savunma mevkinin sağ kanadını ateşleriyle koruya
bilecek bir durum almıştı. ”
“14 Haziran sabahtntn erken saatlerinde önceden karar
laştırdığım plan gereğince her taraftan yapılan baskın saldm-
342
lan Halife Kolordusu'tıutt birlikleri üzerinde beklediğimiz et
kiyi yapmış, piyadelerinin hemen hepsi direnme göstermeksizin
tüfek ve makineli tüfekleriyle bizim tarafımıza geçmişlerdi. Yal
nız topçulan Kumla Çiftliği civannda mevzi alarak üzerimize
ateş açmak cüretinde bulunmuştu. Fakat topçumuzun şiddetli
ateşi karşısında ateş keserek İzmit şehrinin girişine sığınmışlar
dı. Öğleye kadar Hacı İbrahim, Solaklar, Tepeköy, Akköy hattı
tarafımızdan işgal olunmuş, Halife birliklerini bizimle savaşa
sokmak amacıyla üzerimize ateş açmış olan bazı İngiliz birlik
leri, İzmit içerisine kadar sürülmüştü. ”
343
Yine Ali Fuat Paşa’ya kulak verelim:
“İngiliz uçaklarının bu saldtrtst üzerine 14/1S Haziran ge
cesi baskın hareketi ile İzmifin işgaline karar vermiştim. Ne
yazık ki bu basktn İzmifin kuzeyini inatla savunmakta olan
Ermeni çetelerinin direnmesine rastlamış ve bu nedenle bir
sonuç vermemişti. İS Haziran'da İngilizlerin İzmifi boşalta
cakları söylentisi dolaşmışsa da gerçekleşmemişti. Aynt gün
İzmifin kuzeyine karşı tekrarlanan saldın hareketimiz şehrin
kenarlanna kadar ilerlemişti. 16/17 Haziran*da İngilizlerin ka
radan ve denizden İzmifi savunmaya başlamalan üzerine ha
reketimizin biçimi ve niteliği değişmiş, esasen bu saldtnlardan
beklediğimiz sonuçlar da sağlanmtş olduğundan, hareketimizi
durdurmuş, birliklerimizin eski mevkilerine dönmeleri karamı
vermiştim ”7İ9
Ali Fuat Paşa, anılarında, İngilizlerle bir kere daha sıcak ça
tışmaya girildiğini şöyle anlatmaktadır:
uKütahya*ntn Milli kuvvetlerimiz tarafından işgalinden
sonra İngilizler evvela çekilmiş, fakat sonra eski yerlerine dön
mek istemişlerdi. Milli Kuvvetler Kumandam ise geri dönüşleri
ne izin verilmeyeceğini bildirmesi üzerine iki taraf arastnda bir
müsademe olmuş, mateessüf iki taraf da kayıplar vermişti
Söz konusu çatışma 24 Eylül 1920*de gerçekleşmiştir.
2. Ali Fuat Paşa’nın emrindeki Milli kuvvetlerin 15 Haziran
1920’de İzmit’teki İngiliz birliklerine yönelik yaptığı saldırının
intikamını almak isteyen İngilizler, 22 Haziran 1920’de Yunan
birliklerini harekete geçirmişlerdir. “Yunan birlikleri kısa bir
sürede, Bandırma, Bursa ve İzmit bölgesini işgal ederek İngil
tere hesabına Boğazları güvenlik altına almışlardır. İngilizler,
Anzavur Paşa kuvvetleri ile Süleyman Şefik ve Suphi Paşaların
Halifelik Ordusu'nun başaramadığı bu işi Venizelos’un Yunan
Ordusu’na yaptırmak kararındadırlar.”741
344
Doğan Avcıoğlu’nun dediği gibi, “Aslında 22 Haziran 1920
Yunan ilerlemesi tamamen İngiltere'nin kontrolünde bir saldırı
dır. Saldtrt planları İngiliz kurmayları ile birlikte hazırlanmıştır.
Olayların iç yüzünü bilme bakımından geniş olanaklara sahip
bulunan Prof, A.Toynbee, saldtrt planlarının İngilizlerle birlikte
hazırlandığını yazmaktadır.”742
İngilizler, 22 Haziran 1920 Yunan saldırısında Yunan or
dusuna sadece saldırı planlarını hazırlayarak destek olmamışlar,
aynı zamanda bu saldırıya fiili destek vermişlerdir. Mudanya-
Gemlik gibi Marmara Denizi sahil kasabaları Yunan-lngiliz
ortak hareketiyle işgal edilmiştir.743 22 Haziran’da Akhisar, 23
Haziran’da Kırkağaç; Soma ve Salihli, 25 Haziran’da da Akşehir
işgal edilmiştir.744 İngiliz destekli Yunan birlikleri, 30 Haziran’da
Balıkesir’i, 2 Temmuz’da Kırmesti (M. Kemal Paşa)’yı ve Kara
cabey’i işgal etmişlerdir.
İngilizler, 6 Temmuz 1920’de Gemlik’i işgal etmiştir. Burada
İngiliz birlikleriyle Türk birlikleri çatışmaya girmiştir.745
İngiliz ordusunda görevli Prof. A. Toynbee’nin, Gemlik’in
işgaliyle ilgili yazdıkları, İngiliz-Yunan ortak hareketini olanca
açıklığıyla gözler önüne sermektedir:
uMilliciler çekilmişlerdi. Gemlik, Yunan birlikleriyle işbir
liği yapan İngiliz donanması tarafından işgal edilmişti. Halen
Yunan zulmünün hüküm sürdüğü bölgedeki Yunan Genel Ko
mutanlığı Tümen Karargâhı binalarını daha önce biz (İngilizler)
kullanıyorduk. Duvarlarda İngilizce yazılmış uyarı yazılan hâlâ
okunabilir durumdaydı. ..” 746
Gemlik, İngiliz-Yunan ortak planlarıyla, İngiliz-Yunan de
niz ve kara birliklerince ortaklaşa işgal edilmiştir.747
345
İngtlızler M udanya'ya a s k e r ç ık a r ır k e n
346
topa tu ttu k ta n sonra işgal etmiştir. 11Bu İngiliz saldırısı sırasında
25 T ü rk askeri şehit o lm u ş tu r/'1 Bu İngiliz saldırısının da etkisiy
le 8 Tem m uz’da Bursa Yunanlılarca işgal e d ilm iş tir.B u r s a 'n ın
işgalinde İn g ilizle rin nasıl bir tavır takındıklarını görmek için,
Am iral de R obeck’ in, 25 Haziran 1920’de yayınladığı şu ü ltim a
toma göz atm ak yete rlid ir: “Herhangi bir yerdeki İngilizlere ve
öteki Müttefiklere karşt bir harekata girişildiği veya düşmanca
bir eylemde bulunulduğu takdirde Bursa kentini donanmanın
ağır silahlarıyla bombardımana tutmakta veya uçaklarla sal
dırıya geçmekte tereddüt göstermeyeceğim." Bursa Vali Ve
kili A lbay Bekir Sami, bu İng iliz tehdidine şu karşılığı verm iştir:
“Mudanya'yı 24 saat içinde terk etmediğiniz takdirde milliyet
çilerin direnişi sonunda dökülecek kanın sorumluluğu size ait
olacaktır”7"
347
4 20 Temmuz 1920'de iki İngiliz zırhlısının katıldığı bir
İngiliz-Yunan karma birliği de Tekirdağ’ı, Edirne’yi ve bütün
Doğu Trakya’yı işgal etmiştir.755 Tekirdağ’a yapılan Yunan çı
karması, İngiliz ve Yunan filolarının korumasında yapılmıştır.
İşgale ateşle karşılık veren Türk topu, İngiliz ve Yunan savaş
gemilerince ortaklaşa tahrip edilmiştir.756
5. 21 Haziran 1920’de, 150 kişilik bir Türk kuvveti, Çamlı
ca tepelerinde İngiliz mevzilerine saldırmıştır. Ingilizler saldırıyı
makineli tüfek ve top ateşiyle püskürtmüşlerdir.757
6. 5 Temmuz 1920’de Boğaziçi’nin Asya kıyılarındaki Türk
çeteleri İngiliz kuvvetlerine saldırmışlardır. Çatışma bütün gün
boyunca devam etmiştir. Bu çatışma sırasında İngiliz gemileri
sahili ve Beykoz’u topa tutmuşlardır.758 Beykoz’a yönelik saldı
rıya bir İngiliz birliği ve bir İngiliz torpidosu katılmıştır.759 ABD
Yüksek Komiseri Amiral Bristol bu Türk-İiıgiliz çatışmasını,
“Boğaziçi’nin Asya ktytsında Türk kuvvetleri İngiliz kuvvetle
rine saldırdı... Çatışma bütün gün sürdü. İngilizleş karadaki
kuvvetlerine yardtnt için, sahil ve Beykoz’u gemilerinden bom
bardıman e t t i r d i diyerek rapor etmiştir.760
7. 10 Temmuz 1920’de İngilizler, Kuvayı Milliye’ye karadan
ve havadan hücum etmişlerdir. Bu saldırıda önemli bir başarı
elde edemedilerse de, Ali Fuat Paşa’nın verdiği bilgiye göre, bu
saldın, çevredeki Ermeni ve Rum çetelerinin saldırılarını artır
malarına neden olmuştur.761
8. 11 Temmuz 1920’de Yunanlılar bir İngiliz savaş gemi
sinin korumasında Karamürsel’e 400 asker çıkarmışlardır.762 1
Temmuz 1920 tarihli İkdam gazetesi, İngilizlerin Karamürsel’de
348
yaptıkları vahşilikleri, MMedeni Adamlar! İngilizlerin Karamür
sel'de insanlık dtşt hareketleri...” başlığıyla okuyucusuna du
yurmuştur.763
9. 12 Temmuz 1920’de İznik Yunan ve İngiliz kuvvetlerince
işgal edilmiştir.764 İznik, daha önce de 19 Mayıs 1919’da İngiliz
lerce işgal edilmişti.
21 Temmuz 1920’de, Lloyd George Avam Kamarasında
yaptığı konuşmada, “ Türkiye tamamıyla parçalanmaltdır,; Bun
dan üzüntü duymak için hiçbir sebep yoktur. İngiltere Hükü
meti en uygun hareket olarak Yunan birliklerinin istihdamtm
görüyor. Bu birlikler büyük şevk ile dövüştü. Görevi on günde
tamamladı. Fransızların yardımını da elde e t t i k demiştir.765
10. 5 Eylül 1919’da bir İngiliz taburuyla bir Fransız tabu
ru ve iki batarya Hatay Dörtyol’un Gürlevik mevkiinde Kara
Haşan ve çetesiyle çarpışmış, çarpışmada bir hayli kayıp veren
İngiliz ve Fransız birlikleri Dörtyol’a çekilmişlerdir.766
11. 27 Eylül 1919’da Merzifon’daki İngiliz birliği Samsun’a
çekilirken, kendisini izleyen bir Kuvayı Milliye birliğiyle çar
pışmıştır.767
12. Adana’da da Milli kuvvetlerle İngilizler arasında sıcak
çatışmaların yaşandığını bizzat İngiliz raporlarından öğrenmek
teyiz. Örneğin, 22 Kasım 1920 tarihli İngiliz Genel Rapor’unda,
“Mustafa Kemal'in ordusu Adana'da İngilizlerle çarpışmakta
ve Cezayir'di İngilizleri tehdit etmektedir” denilmiştir.768
13. İngiltere, Kurtuluş Savaşı’nın başından sonuna kadar,
hatta daha sonraki dönemlerde hep Musul’la ilgilenmiştir. Böl
gedeki zengin petrol kaynaklarından dolayı Musul’u ele geçir
mek isteyen İngilizler ilk olarak (3 Kasım 1918’de) burayı işgal
349
etmişlerdir. İngilizler, sadece bölgeyi işgal edip kontrol altında
tutmakla kalmamışlar, aynı zamanda türlü entrikalar da çevir
mişlerdir. Örneğin İngilizler, Irak’taki Kürtleri doğrudan doğ
ruya korumaları altına almış ve bir ara Hindistan’a sürdükle
ri, Süleymaniye’de çok iyi tanınan Şeyh Mahmud’u kazanmaya
çalışmışlardır.769 Atatürk ise Misak-ı Milli sınırları içinde görü
len Musul’u İngilizlere kaptırmamak için elinden gelen her yola
başvurmuştur: Bu yolların içinde “savaş” da vardır. Atatürk,
Musul’u İngilizlerden almak için, Antep’te Kuvayı Milliye Komu
tanlığı yapmış olan Milis Yarbayı Özdemir Bey’i Revandız böl
gesine göndermiştir. Özdemir Bey’in görevi, Irak Kralı Faysal’ın,
Misak-ı Milli sınırları içindeki bu bölgeyi işgalini önlemek ve
Musul’u İngilizlerden geri almaktır.
Revandız’da bir kısım aşiretlerin desteğini sağlayan Özdemir
Bey, karşısında İngilizleri bulmuştur. Özdemir Bey’i etkisiz hale
getirmek isteyen İngilizler Revandız’ı havadan bombalamaya
başlamışlardır, özdemir Bey’in kontrolündeki kuvvetler; Türk-
Kürt birlikleri, 1922 Haziran’ından 1922 Eylül’üne kadar, 4 ay
boyunca, İngilizlerle birçok defa karşı karşıya gelmiş, bu karşı
laşmalar sonunda kanlı çatışmalar olmuştur.770 Özdemir Bey, 30
Ağustos 1922’de, Büyük Taarruz kazanıldıktan bir gün sonra
(31 Ağustos 1922), İngilizlere karşı Derbent Savaşinı vermiş ve
İngilizleri büyük bir bozguna uğratmıştır, özdemir Bey 18 Eylül
1922’de Revandız-Erbil yolu üzerindeki Musul’la bağlantıyı sağ
layan Şaklava ilçesini işgal etmiştir.
özdemir Bey’in Derbent Zaferi’yle Süleymaniye tehdit altında
kalmıştır. Buranın da Türklerce ele geçirileceğini düşünen İngiliz
ler, İngiliz mandası altında Süleymaniye merkezli bağımsız bir Kürt
devleti ilan etmişlerdir. Şeyh Mahmud’u da Kürt Hükümeti nin
başkanı yapmışlardır. Ancak, İngilizlerin tam olarak kontrol ede
medikleri Şeyh Mahmut, özdemir Bey’le temas kurarak birlikte
Süleymaniye üzerine yürüme önerisinde bulunmuştur, özdemir
350
Bey de bu öneriyi Türk Genelkurmayına bildirmiştir. Ancak, İn
gilizlerle, Büyük Taarruz sonrasında İzmit ve Çanakkale civarın
da beliren savaş tehlikesi ve bir süre sonra da Mudanya Ateşkes
Antlaşmasının imzalanması ve İngilizlerin İstanbul'u boşaltmayı
kabul etmeleri gibi gelişmeleri dikkate alan Genelkurmay, Süley-
maniye üzerine yürünmesini doğru bulmamıştır.771
Türkiye’nin bu tavrına karşın İngilizler bölgedeki saldırıları
na devam etmişler; Kasım-Aralık 1922 ve Ocak 1923’te bölgede üç
önemli saldırıda bulunmuşlar ama geri püskürtülmüşlerdir.772
14. Büyük Taarruz sonrasında Türk ordularının Çanakkale
ve Boğazlara yaklaşmaları üzerine İngiliz parlamentosunda alı
nan karar doğrultusunda Çanakkale’deki İngiliz birlikleri takvi
ye edilmiş ve General Harrington’a gerekirse Türk ordularıyla
savaşma yetkisi verilmiştir. Bu doğrultuda İngilizler, 15 Eylül-
30 Ekim 1922 tarihleri arasında savaş hazırlıklarına girişmişler,
Çanakkale’ye takviye kuvvetler, uçaklar ve savaş gemileri gön
dermişler, seferberlik ilan etmek için ön karar almışlar, daha
sı İngiltere’ye bağlı Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda, Güney
Afrika Birliği’ne, ayrıca Romanya, Yugoslavya ve Bulgaristan’a
“asker göndermeleri” için çağrıda bulunmuşlardır. Yunan do
nanmasından da yararlanmak istemişlerdir.773
Peki, ama Yunanistan bozguna uğradıktan sonra İngiltere
Türkiye’yle savaşı neden göze alamamıştır? Cumhuriyet tarihi
yalancılarına göre bu durumun nedeni “İngiltere'nin zaten Kur
tuluş Savaşı'nda Türkiye'yi desteklemesidir!" Bu “deli saçması”
iddianın aksine “gerçek” çok daha başkadır!
İngiltere’nin, 1922 sonlarında Türkiye’yle savaşı göze ala
mamasının belli başlı nedenleri şunlardır:
1. I. Dünya Savaşı’nda 750 bin civarında kayıp veren İn
gilizlerin 1922 sonlarında Anadolu’da yeni bir savaşı sürdüre
351
cek kadar “askeri”, “maddi” ve “moral” gücü yoktur. Nite
kim, İngiltere bu nedenle Kurtuluş Savaşı’nda bütün ümitlerini
Yunanistan’a bağlamıştır.
2. İngiliz kamuoyu, hem I. Dünya Savaşı'nın yıpratıcı etkile
rinden dolayı, hem de Yunanistan'ın Anadolu'da yaptığı “kıyım
“ve “katliamlardan” dolayı artık savaş istememektedir. Bunun
bilincinde olan İngiliz siyasetçiler, Türkiye ile yeni bir savaşı göze
alamamışlardır.
3. Yunan ordusunu bozguna uğratan Atatürk'ün düzenli or
dularının “kararlı” ve zafer kazanmanın verdiği “gururlu” tavrı
da tngilizlerin yeni bir savaşı göze alamamalarında etkili olmuştut
özellikle, 31 Ağustos 1922'de Irak'ta, Albay özdemir Bey komu
tasındaki Türk birliklerinin lngilizleri Derbent Savaşı'nda bozguna
uğratmaları, tngilizlerin geri adım atmalarında çok etkili olmuştur.
4. Kurtuluş Savaşı sırasında, İrlanda, Mısır, Afganistan,
Hindistan ve Irak'ta çıkan “İngiliz karşıtı” isyanlar ve başla
yan “bağımsızlık hareketleri” ve Mustafa Kemal'in özellikle
Hindistan'daki ve Irak'taki isyan ve bağımsızlık hareketlerini
“gizli açık” desteklemesi, İngiltere'yi kaygılandırmıştır, özellik
le, İstanbul'un işgalinden sonra İslam dünyasında artan “Ingiliz
karşıtı” ve Türkiye “yanlısı” hareketler, lngilizleri düşündür
müştür! tngilizler, İstanbul'un işgaline bu derece büyük bir tep
ki duyan İslam dünyasının, Türklerin Yunan zaferinden sonra,
Türklere saldıracak, onlarla savaşacak tngilizlere çok büyük bir
tepki göstereceklerinden korkmuşlardır.
5. tngilizlerin, 1922'de Türklerle savaşı göze alamamaları
nın en önemli nedenlerinden biri de Atatürk’ün daha 1920’de
İtalyanlarla, 1921’de ise Ankara Antlaşmasıyla Fransızlarla an
laşarak, lngilizleri yalnız bırakmasıdır. Uluslararası alanda yal
nız kalan tngilizler de şanslarını çok fazla zorlamamışlardır.774
özetle, “Kurtuluş Savaşı'nda Türk ordularının İngilizlerle
savaşmadığı tngilizlerin Türklere kurşutt sıkmadıkları/..." iddi
ası koskoca bir Cumhuriyet tarihi yalanıdır. 1922’de Yunanlıların
352
bozguna uğratılmasından sonra İngilizlerin Türklerle savaşmama
larının nedeni -görüldüğü gibi- o sıradaki iç ve dış koşullardır.
Bütün belgeler ve gerçekler ortadayken Prof. Mehmet Al-
tan, hiç sıkılmadan, halkın gözünün içine baka baka şöyle yalan
söylemektedir:
“Resmi propaganda, Kemalizmin anti-emperyalist bir ha
reket olduğunu söylen ama bu doğru değildir. Milli kurtuluş
savaşı, anti-emperyalist bir hareket değildir. İngiltere’nin o
dönem yeryüzü politikaları incelenmeden, hesaba katılmadan,
algılanmadan Kemalizmin, yeryüzünü belirleyen İngiltere’nin
doğrultusundaki yeri anlaşılamaz. Milli kurtuluş savaşı anti-
emperyalist bir hareket değildir; çünkü Türk-Yunan savaşın
dan bir yıl önce İngiliz Dışişleri Bakanı, böyle bir muhtemel
savaşa tarafsız kalacağını açıklamıştır...”775
Mehmet Altan, “tarafsız kalmaktan” söz eden o İngiltere
Dışişleri Bakanı’nın daha sonra ne gibi açıklamalar yaptığını ve
İngiltere’nin maddi ve manevi bakımdan Yunanistan’ı nasıl des
teklediğini bilmiyor anlaşılan! Bırakın Yunanistan’ı destekleme
yi, yukarıda da açıkça gösterildiği gibi İngiltere, Kurtuluş Savaşı
sırasında Türk ordularıyla birçok kere sıcak çatışmaya girmiştir.
31 Ağustos 1922’deki Derbent Savaşı, Büyük Taarruz ölçüsünde
bir Türk-İngiliz savaşıdır.
Türk Kurtuluş Savaşı’nın “anti-emperyalist bir savaş olma
dığını” iddia eden Mehmet Altan gibilere Türk insanının, Türk
ordularının, Kurtuluş Savaşı sırasında Fransızlarla yaptığı kanlı
savaşları da anlatmamız gerekecek sanırım!
775 Komisyon, Türk Düşünce Hayatı, Hz. Muharrem Sevil, Hece Yayınları, Anka
ra, 2 0 0 6 , s. 263.
353
Antlaşması sonrasında Güney Anadolu'da kelimenin tam anla
mıyla “kıyım*’ ve “katliama” dayanan bir işgal stratejisi izlemiş
lerdir. özellikle Urfa, Antep ve Maraş'ta Türk halkına uygula
nan “kıyım”, dünya tarihinin en acı olaylarından biridir. İşgalci
Fransızlar, sadece kendileri Güney Anadolu'yu yakıp yıkmakla
kalmamışlar, bir de Ermenilerden kurdukları “gönüllü alaylar
la” Türklere adeta “kan kusturmuşlardır”.
77b Sivas Kongresı’nden sonra Kuvayı Milliye teşkilatı Mustafa Kemal'in emir vt
direktifleriyle düzenlenmeye başlanmış, hu doğrultuda Kuvayı Milliye teşkilat'
(arının başına subaylar atanmıştır. Bu doğrultuda Güney Cephesi’ne de komu
tanlar gönderilmiştir. Nitekim, Mustafa Kemal Nutuk*ta, mMaraş t* Antep't
Kihç AJi Beyi vt Kitikya mıntıkasına da Topçu Binbap Kemal ve Yüzbap
Osman Ikfan Beyleri göndererek ciddi teşkilat ve teşebbüsata geçtik* demek
tedir. Hatıpoğlu, age, s.73.
777 Cebesoy, Milli Möcaddc Hatıralarını, s. 324-333, 455-463. Ahmet Remzi Yu-
reğır, “ IfgJİ, Zulüm, fecaat, Esaret Karştsında Türk Çocuklarının GösterJik
len Fedakarlıklar’ , Yeni Adana, 14 Mayıs, 1953; Ahmet Remzi Yureğır, "Milli
Mücadele‘de Çukunyva, Yüreğir Ovası 'uda Harp Nasıl Olmuştu)*, Yeni Ada
na, Ekım-Kasım 1953, Adana, 1953; Gam Gırıcı, "Adana Vilayeti Nastl Kn-
rulmuştu? Ve Atatürk İle İlk Görüşmem ", Çukurova, 5 Ağustos 1982, Adana,
1982; Gani Girrcı, “Çukurova'nın İşgali vt Milli Mücadele'nin önemli OlavU-
rı", Yeni Adana, 26-30 Aralık 1977, Adana, 1977; Gam Ginci, "İşgal ve Mtlb
Mücadele Hatıraları, Ahmet Remzi Yüreğir'in Kurtuluş Anılartrnitnm, Yeni
Adana, Aralık 1978 Adana, 1978; Gani Gırio, mKılıkya Müdafaa-ı Hukuk
Cemtyeti’nde Kimler Vavfe Aldıf mYeni Adana, 21 Aralık 1977, Adana, 197?;
Damar Ankoğlu, Haöraknnı, İstanbul, 1961.
Î54
F ra n s ız la rla , T o ro s la r’da, A m a n o s ke sim in de , U rfa , M a -
raş ve A n te p iç in d e ve çevresinde, Ç u k u ro v a ’da b irç o k k a n lı
savaş y a p ılm ış tır. N ite k im K u rtu lu ş Savaş'ındaki ilk ku rşu n da
Fransızlara s ık ılm ış tır. 19 A r a lık 1918 ta rih in d e D ö r ty o l'u n K a-
rakese k ö y ü n e s a ld ıra n Fransız b irliğ in e 15 ka y ıp v e rd irilm iş
tir. A n a d o lu ’ da işgallere karşı ilk ^ s ila h lı ö rg ü tü " k u ra n k iş i de
D ö rty o llu K a ra H a s a n ’dır. K a ra H aşan ve çetesi F ransızlarla de
falarca k a rş ı ka rş ıy a g e lm iş tir.^ 8
1 9 1 9 -1 9 2 1 y ılla n arasında G üney A n a d o lu ve civa rın d a
gerçekleşen T ü rk -F ra n s ız savaşlarında ta ra fla r 1 0 .0 0 0 ’den fazla
kayıp v e rm iş le rd ir.77*
B ir “ savaş d a h is i0 o la n A ta tü r k , K u rtu lu ş SavaşTnın k a
zanılm ası iç in m ü m k ü n o ld u ğ u n ca “ cephelerin d a ra ltılm a s ı”
g e re k tiğ in i d ü ş ü n ü y o rd u . B u n u n iç in de işg a lcile r a ra sın d a ki
“ ç ık a r ç a tış m a la rın d a n ” y a ra rla n m a k ve m ü m k ü n o ld u ğ u n ca
" İn g ilte re ve Fransa g ib i b ü y ü k e m p e rya list g ü çle ri karşısına
a lm a m a k ” s tra te jis in i iz le m iş tir. A ta tü r k bu gerçeği N u tu k ‘ta ,
* Birinci Cihan Harbinde Osmanlı Devletinin yanında koskoca
Almanya, Avusturya-Macaristan varken, hepsini birden mağlup
eden İtilaf Devletleri karşısında tekrar onlarla husumete sebep
olacak vaziyetler almaktan daha büyük mantıksızlık ve akılsızlık
obmazdı " d iy e re k ifa d e e tm iş tir. Bu nedenle m ü m k ü n o ld u ğ u n
ca “ s tr a te jik ” d a v ra n m a lıy d ı. B atı Cephesinde Y u n a n lıla ra karşı
m ücadele e d e rke n b ir de güneyde Fransızlara karşı cephe a çm a k,
m erkezi g ü cü ik iy e b ö lm e k d e m e k ti k i, bu d u ru m m illi h a re ke ti
te h like ye s o k a b ilir d i. Bu nedenle, hem “ m illi g ü çle ri ik iy e b ö l
m em ek” , hem de “ b ü y ü k d e vletlere açıkça m eydan o k u m a m a k ”
için Ç u k u ro v a Bölgesine d ü ze n li b ir o rd u g ö n d e rilm e m iş tir.
Buna k a rş ın , A ta tü r k bu b ö lg e d e ki K u v a y ı M illiy e ile özel o la
rak ilg ile n m iş , b ö lg e d e k i çetelere çe ki-dü ze n verm ek iç in ta k m a
isim le rle b ö lg e ye k ü ç ü k rü tb e li, fa k a t ç o k ye te n e kli k o m u ta n la r
g ö n d e rm iş tir."“0 A t a t ü r k ’ün “ ta km a is im li k o m u ta n la r ı" , “ yerel
355
ö n d e rle rle ’’ b ir lik te U rfa , A n te p ve M a r a ş ’ı F ra n sızla rd a n “ sava
ş a ra k ” geri alm ıştır.
“Kurtuluş Savaşt'nda sadece Yunanlılarla savaştık / ” diye in
sanların gö zü nü n içine b a k a ra k “ y a la n sö yle ye n ” Cum huriyet
T a rih i ya la n cıla rın a b e lk i b ir “ d e rs ” o lu r d iye K u rtu lu ş Sava
şı sırasında yaşanan T ü rk -F ra n s ız ça rp ış m a la rın a b irk a ç örnek
verm ek is tiy o ru m .
362
rılı o lm u ş ve F ransızlar, 2 0 0 k a d a r k a yıp vererek Tarsus’a geri
ç e k ilm iş le rd ir.813
10. K a m b e rh ö ğ ü y ü Savaşı: Tarsus Bağları Savaş’ ında yenilen
Fransızların M e rs in ve A d a n a ile b a ğ la n tıla rı ke silm iş, Fransız-
lar Tarsus’da sıkışıp k a lm ış la rd ır. Z o r d u ru m d a ka la n Fransızlar,
Adana’d a n y a rd ım istem işler, gelen y a rd ım ı K a m b e rh ö y ü ğ ü ’nde
karşılayan ve b u ra d a F ra n sızla rla çatışm aya g iren Ç e likta ş
müfrezesi 2 7 T em m uz 1 9 2 0 ’d e ki K a m b e rh ö yü ğ ü Savaşı’nda
y e n ilm iş tir.814
11. Y ü re ğ ir O va sı Savaştan: B ölgenin buğday ih tiy a c ın ı k a r
şılayan Y ü re ğ ir O v a s ı’ nı F ra n sızla rd a n tem izlem ek isteyen m illi
kuvvetler, 9 T e m m u z 1 9 2 0 sabahı, Yarbaşı m ıntıka sın d a Fransız
larla ça tışm a ya b a şla m ışla rd ır. B u ra d a k i T ü rk -F ra n s ız çatışması
aralıksız o n beş saat sü rm ü ştü r. Bu sırada In n e p li s ırtla rın ı ele ge
çiren F ra n s ız la r b u ra la ra to p la r y e rle ştirm iş ve ha re ke t h a lin d e k i
m illi k u v v e tle ri ateş a ltın a a lm ıştır. B u n u n üzerine m illi ku v v e tle r
ka ra rg â h la rı o la n Taşçı k ö yü n e ç e k ilm iş le rd ir.81'
F ra n s ız la r 12 T e m m u z 1920*de m illi k u v v e tle rin ka ra rg â h ı
Taşçı k ö y ü n e s a ld ırm ış la rd ır. Taşçı k ö y ü savaşı a ra lıksız beş saat
devam e tm iş , F ra n s ız la rın her tü r lü im k â n ı k u lla n a ra k y a p tık la rı
bu b ü y ü k s a ld ırıd a daha fa zla k a y ıp verm ek istemeyen m illi k u v
vetler ik i k m u z a k ta k i K ıla v u r kö yü n e d o ğ ru ç e k ilm iş le rd ir.816
Böylece Taşçı k ö y ü F ra n s ızla rın eline geçm iştir. G e re k li h a z ırlık
ları yapan m illi k u v v e tle r, 15 T em m uz 1920 sabahı Taşçı kö yü n e
ta a rru z e tm iş le rd ir. Bu T ü r k ta a rru z u n a Fransızlar, A d a n a ’dan
a ld ık la rı destekle ç o k ş id d e tli b ir karşı ta a rru z la cevap ve rm iş
lerdir. 16 T e m m u z ’ da başlayan Fransız ta a rru z u m illi ku v v e tle ri
zora s o k m u ş tu r. M i ll i k u v v e tle r Seyhan n e h rin in batı yakasına
geçm jşlerdir. Böylece Y ü re ğ ir O vası F ra n sızla rın k o n tro lü n e geç
m iştir. F ra n s ız la r b u ra d a h a lka b ü y ü k z u lü m le r ya p m ıştır.817
813 Ener, age, s.87; Türk İstiklal Harbi, C.IV, *. 177,178; Hatipoğlu, age, s.88.
814 Türk İstiklal Harbi, CIV, s.178,179.
85
1 Kncr, age, s.8
1,82; Hatipoftlu, age, s.90.
816 Ener, age, s.83.
817 Ener, age, s.84; Hatipoftlu, age, s.92.
363
12. F ransızlar vc Fransız d e s te k li E rm e n ile rle T ü rk le r ara
sında daha sonra da b irç o k k a n lı savaşlar, ç a rp ış m a la r yaşan
m ıştır. Y u ka rı d a ğ lık bölgede y a p ıla n K o z a n , M açın , Saimbeyli,
D o ğ a n be yli ve Ş arköy o la y la rın d a F ransız d e s te k li Frmenilcrin
“ k ıy ım " vc “ k a tlia m la rın a ” T iir k m illi k u v v e tle ri “ direnişle"
k a rş ılık v e rm iş le rd ir.H,H
T ü rk le rle Fransızlar arasında a y rıc a , K ü ç ü k Z iya re tte p c Sa
vaşı, K ovanbaşı Savaşı, K a n lı G e ç it S avaşları, F a d ıl Muharebesi,
Z e y tu ri Savaşı m eydana g e lm iş tir. 81v
K a n lı T ü rk Fransız savaşları, 2 0 E k im 1 9 2 1 ’de imzalanan
A n k a ra A nlaşm ası ile sona e rm iş ve F ra n s ız la r A n a d o lu 'd a n çe
k ilm iş le rd ir.
"Kurtuluş Savaşı'mia sadece Yunanlılarla savaşılmışUr" di
yenler, acaba F ra n sızla rla y a p ıla n bu savaşları d u ym a d ıla r mı,
yoksa d u y d u la r da d u y m a z lık ta n m ı g e liy o rla r?
N e dersiniz?
364
ve Mustafa Suphi'yi temizlemeye kararlı Anadolu ihtilalcileri
temizlik hareketini maskeleyecek bir zafer arıyorlar. Mutlak
yaratmak zorunluluğu duyuyorlar. İnönü'de yaratıyorlar (yani
uyduruyorlar.) ”H2()
Hıı C u m h u riy e t ta rih i ya la n ını, K a d ir M ıs ıro ğ lu , Burhan
Bozgeyik, A b d ıırra h m a n D ilip a k g ib i bilumum “ şe riatçı” yazar
çizer tayfası d ilin e d o la m ıştır.
Bu ya la n ı deşifre etmeden önce, buna bağlı başka b ir ya la
nı, “ Çerkez Ethem hain d eğ ild irr yalanım deşifre etmek çok
daha d o ğ rıj o la c a k tır. Ç ü n k ü , C u m h u riy e t ta rih i ya la n cıla rın ın
ısrarla “ y o k t u r ” d e d ik le ri I. tn ö n ii Savaşı’ nı m illi hareket açısın
dan hem “ ço k zora s o k a n ” hem de “ çok ö n e m li k ıla n ” , I. İn ö n ü
Savaşı'nın m eydana g e ld iğ i günlerde, m illi k u v ve tle rin b ir ta ra f
tan Y u n a n ta a rru z u n u d u rd u rm a y a çalışırken, d iğer ta ra fta n da
isyan ederek Y unan saflarına geçen Çerkez Ethem ku vve tle riyle
mücadele e tm e k z o ru n d a kalm asıdır.
ö z e tle , I. İn ö n ü Savaşı'nın anlam ını ve ö n e m in i ka vra ya
bilm ek iç in önce Ç erkez Ethem O la y ı’nı b ilm e k gerekm ektedir.
820 Yalçın Küçük, Aydın Üzerine Tezler, ('II, İstanbul, l*>87, s. 1,2.
365
tay,“Kahraman Ethem*in başarılarım kıskanan İsmet Paşa'rtm
Ethem*i ihanete zorladığını! ” id d ia e tm iş tir. 821
T u rg u t ö z a k m a n , “ Ç e rke z E th e m v a ta n h a in i d e ğ ild ir ” ma
sa lın ın b ö yle b a şla d ığ ın ı ile r i s ü rm ü ş tü r.82^ D a h a so n ra İsmail
B ile n , H a şan İz z e ttin D in a m o , Y a lç ın K ü ç ü k , K a d ir M ısıroğlu,
C e m al Şener, E m ra h C ila s u n v b . b ir ç o k ta rih ç i-y a z a r bu masalı
daha da a lla y ıp p u lla y ıp en e t k ili C u m h u r iy e t t a r ih i ya la n la rın
d an b ir in i y a ra tm ış la rd ır: B u y a la n ın a d ı, “ Ç e rk e z E th e m hain
d e ğ ild ir !”
ö z a k m a n , “ Ç e rkez E th e m ’ in v a ta n h a in i o lm a d ığ ı” iddiası
n ın daha ç o k , Ç e rkez E th e m ’e a it o ld u ğ u ile r i s ü rü le n a n ıla ra da
y a n d ırıld ığ ım b e lirtm iş tin A n c a k , ö z a k m a n ’ın da b e lir ttiğ i gibi
o rta d a “ b ir b ir in i tu tm a y a n ” üç f a r k lı a n ı v a rd ır.823
“ E th e m h a in d e ğ il m id ir ? ” s o ru s u n a ce va p v e rm e k iç in ger
ç e k le ri o rta y a k o y m a k g e re k m e k te d ir.824
821 Bkz. Cemal Kutay, Çerkez Ethem Hadisesi, 2.Cdt, İstanbul, 19 5 5-19 56 .
822 özakman, age, $.474.
823 Bkz. 1. Versiyon: Cemal Kutay, Çerkez Edıem Hadisesi, 2 C ilt, Tarih Kütüpha
nesi Yayınları, l&tanbul, 19 55, 1956; 2. Versiyon: Çerkez Ethem’in Hatıraları,
Dünya Gazetesi Yayınları, İstanbul, 19 6 2; 3. Versiyon: Cemal Kutay, Çerkez
Ethem Dosyası, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 19 73. Çerkez Ethem, Andarun,
Berfuı Yayınları, İstanbul, 2000; Çerkez Ethem’e ait olduğu iddia edilen bu
anılardaki tutarsızlıklar ve çelişkiler için bkz. özakm an, age, s. 475-477.
824 Çerkez Ethem ve Çerkez Ethemciler hakkında bkz. Zeki Sanhan, “Çerkez Et
hem ve Günümüzün Çerkez Ethemcılert”, Türkiye Gerçeği dergisi, S .l8, Ağus
tos, 1980.
36 6
bay) o la ra k g ö re v y a p tık ta n sonra Bandırm am daki a ile sin in y a n ı
na d ö n m ü ş tü r. E th e m ’ in “ a s k e rlik le ” iliş k is i bu k a d a rd ın Y a n i,
mesleği a s k e rlik d e ğ ild ir, sadece herkes g ib i a s k e rliğ in i y a p m ış tır;
askerde de “ a s ts u b a y lığ a ” k a d a r yü kse le b ilm iş tir.
D a h a so n ra T e ş k ila t-ı M ah su sa g ö re v lis i o la ra k İra n ve
Ira k 'ta b u lu n m u ş tu r. Bu sırada y a ra la n a ra k te k ra r B a n d ırm a ’ya
d ö n m ü ş tü r. I. D ü n y a S avaşı'nın so n u nd a 3 0 E k im 1 9 1 8 ’ de
M o n d ro s A te şke s A n tla ş m a s ın ın im za la n m a sın d a n İz m ir ’in iş
gal e d ild iğ i 15 M a y ıs 1 9 1 9 ’a k a d a r B a n d ırm a ve c iv a rın d a “ çe
te c ilik ” y a p m ış tır.825
F a lih R ıfk ı A ta y , Ç e rkez E th e m ’ i şöyle a n la tm a k ta d ır: “Et
hem kuvvetlerini kendisi toplamıştır. Silahlarım kendisi bulmuş
tur. Bu kuvvetleri besleyecek parayı kendisi sağlamıştır. Astığı
astık , kestiği kestiktir. Ethem* e kanundan , m ahkem eden , meş
ruluktan bahis açılamaz. Bir isyan bastırmışttr. Dönüşte kendi
adamları A nkara çarşısında sırmalı kuşaklar satar... ” 826
E th e m ’ in b ir liğ i p a ra h a ske rle rd e n o lu ş m a k ta d ır. S u b a yla rı,
d ü z e n li o rd u n u n s u b a y la rın d a n ç o k daha fa zla para a lm a k ta d ır
lar. E rle re de b o l p a ra v e rilm e k te d ir. G e re k li p a ra , sadece zen
g in le rd e n d e ğ il, b ü tü n h a lk ta n te rö rle a lın m ış tır.827
2. Ç e rk e z E th e m , e ş k ıy a lık g ü n le rin d e İz m ir ’ de C u m ao va sı
y a k ın ın d a k i b ir ç if t liğ i basm ıştır. Bu ç iftliğ in ja n d a rm a ta ra fın
dan k o ru n m a s ı e m rin i veren İz m ir V a lis i R a h m i B e y’ in b u lu n d u
ğu tre n i b o m b a la m a g iriş im in d e b u lu n m u ş tu r. D a h a sonra da 12
Şubat 1 9 1 9 ’da R a h m i B ey’ in o ğ lu n u k a ç ırıp 5 0 .0 0 0 a ltın k a rş ı
lığ ın da serbest b ıra k m ış tır. E th e m a n ıla rın d a bu o la y ı, “ İşgalden
önce Yunan tehlikesi belirdiği vakit , İzmir Valisi Rahmi Bey'den
50.000 lira almıştım! ” ş e klin d e ifa d e e tm iş tir.828 Y a n i, K u rtu lu ş
Savaşı k a h ra m a n ı ü a n e d ilm e k istenen E th e m , “ m ekâ n basan” ,
“ para iç in ç o c u k k a ç ıra n ” ve “ fid y e a la n ” b ir çetecidir.
367
3. B e k ir Sam i B e y’ in ve R a u f ( O rb a y ) B e y ’ in 2 5 M a y ıs 1919
ta rih in d e T e ş k ila t-ı M a h s u s a ’ d a n ta n ıd ık la r ı E th e m ve kardeşle
rin e m illi h a re ke te k a tılm a ça ğ rıs ın d a b u lu n m a la r ı üzerine Çer
kez E th e m m illi h a re k e te k a tılm ış tır. Y a n i E th e m d u r u p dururken
d e ğ il, ça ğ rı ü ze rin e K u v a y ı M illiy e iç in d e y e r a lm ış tır. Ethem,
P o yra z A ğa ve A la ş e h irli M u s ta fa vb . ç e te le r b irle ş m iş tir. Ethem,
s ila h lı m üca d e le so n ra sın d a r a k ip le r in i e tk is iz h a le getirdikten
so n ra , S a lih li’de o lu ş tu ru la n c e p h e n in lid e r liğ in i ele g e çirm iştir.829
14. K o lo r d u K o m u ta n ı Y u s u f İz z e t Paşa ta ra fın d a n K u v a y ı Sey
yare (G e z ic i K u v v e t) o la ra k a d la n d ır ıla n k u v v e tiy le g e re k Yunan
o rd u s u n a gerekse iç e rd e k i is y a n c ıla ra k a rş ı m ü c a d e le e tm iştir.830
Y u n a n o rd u s u k a rş ıs ın d a “ dişe d o k u n u r ” b ir b a şa rısı yoktur
am a is y a n la rın b a s tırılm a s ın d a o ld u k ç a b a ş a rılı o lm u ş tu r. Et
hem , A n z a v u r, Y o z g a t, B o lu - D ü z c e -A d a p a z a rı, a ya kla n m a la rın ı
(is y a n la rın ı) b a s tırm ış ve 19 2 1 b a ş la rın a k a d a r A n k a r a ve An
k a ra H ü k ü m e ti’n i k o ru m u ş tu r.831 K u v a y ı S e yya re ’n in gücünün
a rtm a s ı ü ze rin e K ü ta h y a ’da b ir k a ra rg â h o lu ş tu rm u ş tu r .832
4. E th e m , B o lş e v ik e ğ ilim li Y e şil O r d u G n ı b u ’na katılm ış
tır. A y rıc a K o m ü n is t H a lk İş tir a k y u n F ırk a s ı’ y la d a iliş k i içine
g irm iş tir. Y o zg a t isya n ı ö n ce sin de E s k iş e h ir’ d e y k e n İs ta n b u l’dan
gelen h a b e rle rd e n e tk ile n m iş tir. B u s ıra d a E s k iş e h ir’de A r if Oruç
ta ra fın d a n K o m ü n iz m y a n lısı Y e n i D ü n y a g a ze te sin i desteklemiş
tir. A n c a k b ü tü n bu fa a liy e tle ri E th e m ’ in “ S o s y a lis t” , “ Bolşevik”
ya da “ K o m ü n is t” o ld u ğ u a n la m ın a g e lm e z. E th e m sadece o dö
n e m in “ sol rü z g a rla rıy la ” y e lk e n le rin i d o ld u r m a k iste m iştir. Bu
k a v ra m la r h a k k ın d a k u ra m s a l b ilg is i y o k d enecek k a d a r azdır.833
D o ğ a n A v c ıo ğ lu ’ n u n d e d iğ i g ib i, “ H alka zulümle ve soygun
la beslenen böyle bir kuvvetin ne B o lşev ik lik le ne de Halkçılık
368
la bir ilgisi yoktur. Nitekim Ethem'in zulmünden yakman h alk ,
Mustafa Kemal'in değim iyle , Ethem'in derebeyliğini kurduğu
Kütahya'ya ordu birlikleri girerken , onları bir kurtarıcı olarak
karşılar. Bu savaşlara katılan bir genç subay şöyle yazar: *Az
kuvvetimize rağmen şehir halkının o günkü heyecanını hiç unut-
m am .Sokaklara fırlam ış erkekler bize yalvarıyordu: ‘Aman bu
eşkıyalar Yunan gavurundan daha zalimdir ; aman bizi bunlar
dan koruyun'. Ayrıca şehir halkının silahlanmış, evlerini, çoluk
çocuklarını Ethem'in çetelerine karşı savunmaya azmetmiş oldu
ğunu g örerek içimiz rahat etti. D aha sabahtan itibaren şehirliler
bize yiyecek getirm eye başladılar. Gelenler: ‘Ethem çetelerine
demiş ki, Kütahya'yı ele geçirirseniz , bütün mallar ; eşyalar sizin
olacak.A m an kurtarın bizi ’ diye yalvarıyorlar . ” 834
M e c lis te k i A t a t ü r k m u h a lifle r i, E th e m ’ in sö zü m o n a “ B o l
y a ra r la n m a k is te m iş le rd ir. M u h a lifle r , “Çerkez
ş e v ik liğ in d e n ”
Ethem'in kişiliğinde bir Bolşevik lider görm e kuruntusuna k a
pılmışlardır. ” 835 E th e m ’ i, A t a t ü r k ’e k a rş ı b ir k o z o la ra k k u lla n
m ak is te m iş le rd ir. G e ç m iş te ve b u g ü n E th e m is tle rin o r ta k n o k ta
sının “ A t a t ü r k m u h a lif li ğ i” o lm a s ı te s a d ü f d e ğ ild ir y a n i!
A t a t ü r k , 8 O c a k 1 9 2 0 t a r ih li M e c lis g iz li o tu ru m u n d a Ç e r
kez E th e m ’ in B o lş e v ik liğ in i, “ s a h te k a r lık ” o la ra k d e ğ e rle n d ir
m iş tir:
“B olşevikleri kan dırm ak , kom ünist renk , biçim ve giysisin
de görü n m ek , Bolşevikleri aldatm aktBolşeviklere bu m em leket
içinde bir kayn am a , derhal bir devri , bir ihtilal yapm a olanağt
bulunduğu kanısını verdirm ek istediler... Öte yandan Bolşe-
vikler d e bu adam ların doktrinsiz ve inançsız olduklarını anla
mışlardır. Bu yüzden kendilerine ihanete daha uygun bir ortam ,
bir tem as n oktası aradılar. Onun için Yunanlılarla dostluğa
yöneldiler. B öyle Bolşeviklerle , Yunanlılarla ve aynı zamanda
İstanbul'la ve aynı zam anda İngilizlerle , çeşitli giysiler, renkler
369
ve zihniyetlere bürünerek türlü politikalar izlediler ve türlü poli
tikalar düzdüler. ” 836
E th e m ’ in k u v v e tle ri, ö z e llik le Y o z g a t is y a n ı sonrasında dü
z e n li o rd u n u n k u ru lm a s ı sü re c in d e a s k e ri m e rke zile şm e ye karşı
g e lm iş tir.837
Y e te rin ce a s k e rlik e ğ itim i a lm a m ış , k u la k ta n d o lm a bilgiler
le B o lş e v ik lik ya p m ış , m illi h a re k e tin “ m e rk e z ile ş m e s in e ” karşı
çık m ış Ç e rkez E th e m ’ i A t a t ü r k ’ le k a rş ıla ş tırm a y a k a lk m a k keli
m e n in ta m a n la m ıy la “ k o m i k l i k t i r ” .
S E th e m ’ in K u v a y ı Seyyare a d lı b ir liğ i, b ir a s k e ri birlikten
ç o k b ir “ a ile te ş k ila tı” g ib id ir . Ş ö yle k i, E th e m K u v a y ı Seyyare’yi
bazen k a rd e ş i e m e k li y ü zb a şı T e v f ik ’ e, ve ya y in e e m e k li yüzba
şı ve M a n is a M ille t v e k ili R e ş it’ç b ıra k m a k ta d ır .838 Y a n i, Çerkez
E th e m ’ i, K u r tu lu ş Savaşı k a h ra m a n ı ila n e tm e k iste y e n le rin söy
le d ik le rin in a ksin e E th e m ’ in b ir liğ i K u v a y ı Seyyare son derece
düzensiz ve d is ip lin s iz , d a h a d o ğ ru s u .başına b u y r u k b ir teşkilat
tır. K ısaca, E th e m ve a ile s in in ö ze l b ir liğ i d u ru m u n d a d ır . Düzen
li, d is ip lin li, ü s te lik e m p e ry a liz m d e s te k li Y u n a n o rd u s u n a karşı
E th e m ’ in K u v a y ı S e yya re sin in K u r tu lu ş S avaşı’ n ı kazanacağını
d ü ş ü n m e k “ s a fd illik te n ” ba şka b ir şey d e ğ ild ir.
6. Ç e rkez E th e m , evet! K u r tu lu ş S avaşı’n ın en k r it ik döne
m in d e b irç o k iç a y a k la n m a y ı b a s tırm ış tır. B u n e d e n le Atatürk
b ile b irç o k defa Ç e rke z E th e m ’ i k u tla m ış tır . A n c a k Ethem , bir
ta ra fta n iç a y a k la n m a la rı b a s tırırk e n d iğ e r ta r a fta n “ aşırı sert”
ve “ b a s k ıc ı” u y g u la m a la rıy la h a lk ı c a n ın d a n b e z d ire re k yeni
a y a k la n m a la ra neden o lm u ş ; d a h ası m i lli h a re k e tin , b ir “ çete
c i” , b ir “ e ş k ıy a ” h a re k e ti o la ra k g ö rü lm e s in e y o l açm ıştır, tngi-
liz le r ve İn g iliz e tk is i a ltın d a k i İs ta n b u l H ü k ü m e t i de b u durumu
k u lla n a ra k m illi h a re k e t k a rş ıtı p ro p a g a n d a y a p m ış , bu propa
g a n d a la r so n u n d a K u r tu lu ş Savaşı b ü y ü k z a ra r la r görmüştür.
370
Çerkez E th e m ’ in h a lk ı b e zd ire n , te p k i çeken “ ka n u n ta n ım a z ’',
“ baskıcı*’ u y g u la m a la rın d a n b a z ıla rı ş u n la rd ır:
• B o lu ve D ü zce is y a n la rın d a n s o ru m lu tu ttu ğ u Sefer Bey ve
a rk a d a ş la rın ı A n k a r a 'n ın ka rşı çıkm asın a rağm en id a m e t
m iş tir. 12 k iş iy i, ağ a be yi T e v fik ’ in başkanı o ld u ğ u u y d u ru k
H a rp D iv a n f n d a y a rg ıla y ıp asm ıştır. Bu m ah ke m e , Y o zg a t
m u ta s a rrıfın ı da hapse a tm ıştır.
• Y o z g a t ts y a n fn d a n s o ru m lu tu ttu ğ u A n a k a ra V a lisi Yahya
G a lip B e y’ i u y d u ru k H a r p D iv a n fn d a y a rg ıla m a k iste m iş
tir. A t a t ü r k bu isteğe engel o lm u ş tu r.
• İz in s iz ve z o rla asker to p la m ış tır.
• İz in s iz a ske r to p la m a s ın a ka rşı ç ık a n R efet Bey’ i b ir b a h a
neyle İs tik la l M a h k e m e s i’ ne ş ik â y e t e tm iş tir.
• M a h a lle k a b a d a y ıs ı g ib i b ir g ü n ansızın B a tı Cephesi K a -
r a r g â h f n ı b a s m ış tır.819
• B o lu D ü z c e is y a n la rın ı b a s tırırk e n B u rsa ’d an geçen E th e m ’ in
k o m u ta n la rın d a n Y ü zb a şı T e v fik Bey, ke n d isin e selam ver
m e d iğ i g e re kçe siyle B in b a şı E ş r e fi tu tu k la ttır m ış tır . Bu o la
y ın ş e h ird e k i a s k e rli b ir lik ü z e rin d e h u z u rs u z lu k y a ra tm a
sına k ız a n Ç e rk e z E th e m , h u z u rs u z o la n s u b a yla rı da id a m
e d e ceğ in i s ö y le m iş tir. E th e m ’in b u ç ık ış la rı ü ze rin e , h e rh a n g i
b ir a la y d a ya da tü m e n d e b u lu n a n b ir subay, k o m u ta n ın c a
c e z a la n d ırıla c a ğ ın ı a n la d ığ ın d a g id ip E th e m ’ in k u v v e tle rin e
k a tılm ış tır. B u k a ç a k la rd a n h iç b ir in i E th e m ’den g e ri a lm a k
m ü m k ü n o lm a m ış tır.840
• Ç e rk e z E th e m ’ in a d a m la rı is y a n la rı b a s tırıp d ö n d ü k le ri
g ü n le rd e A n k a r a ça rşısın d a s ırm a lı k u ş a k la r satm ışlar, h er
u ğ ra d ık la r ı y e rle rd e ç a rş ıla rı ta la n e tm iş le rd ir. “ A m b a rd a n
d e v le t m a lı t ü tü n le r i a lıp m e k te p li b ir su b a yın k o m u ta s ın d a
n e fe rle riy le A n k a r a ’ ya sa tılm a ya g ö n d e rm işle r. M a liy e v e k i
li, ‘ d e v le t m a lıd ır ” d e r s a ttırm a m a k ister. E th e m , (Seni g e lip
839 Çerkez Ethem’in Hatıraları, s.45, 73 -7 8 , 126-128, 130-133; özakm an, age,
s.480.
840 Atay, age, s.308.
371
asarım * diye te lg ra f çeker S onra İsm e t b e y’ i cephede görün-
cc, ‘ Senin h a tırın iç in , g e lip de a s m a d ım !’ d e m iş tir .841
• Ç erkez E them , b ir k ö y d e b ir in i ö ld ü rm ü ş tü r. Cinayete bazı
k ö y lü le ri de o rta k e tm iş tir. Bu k iş ile r i te h d it ederek çetesinin
sadık e la m a n la rı h a lin e g e tirm iş tir.842
• Ç erkez E them , İsm et Paşa’yı ve R e fe t B e y’ i te h d it etmiş,
A n k a ra ’ya gelerek A t a tü r k 'ü b ile k o rk u tm a y a , h a tta öldür
meye k a lk m ış ve dahası çevresinde to p la n a n la ra A ta tü rk’ü
m eclis önü nd e asacağını s ö y le m iş tir.843
• Ç erkez E th e m ’in k a rd e ş le rin d e n T e v fik , 21 K a sım 1920 ta
r ih li b ir yazıda G ö rd e s lile ri s u ç la y a ra k , k ö y ü yakacağını ve
asker k a ç a k la rın ı "asacağını b e lir tm iş tir .T e v fik ’ i, İsm et Paşa
d u rd u rm a y a ç a lışm ıştır.844
• O rd u y a pa ra ve asker sa ğlayan U şa k M ü d a fa a -i Hukuk
Başkanı İb ra h im T a h ta k ılıç , E th e m ’den şöyle yakınmıştır:
“Köylülerden topladığımız para , eşya , atları hep ona veri
yoruz, sinilerle baklava gönderiyoruz , o yine kendisi topla
mak istiyor; adamlarını göndererek , köylerden para , eşya ve
asker toplamak hevesinden vazgeçmiyor ; buyruğunu dinle
meyen köyleri de yaktırıyor. ” 845
372
7. Ç erkez E th e m ’ in ve d iğ e r bazı K u va yı M illiy e c ile rin “ d i
sip lin siz h a re k e tle ri” a rtın ca B a ka n la r K u ru lu 8 Kasım 1 9 2 0 ’de
338 n o lu k a ra rla “ h a lk ta n bağış to p la n m a s ın ı” yasaklam ıştır.
A yrıca, B a tı cephesi b irle ş tirilm iş Refet Bey ve İsm et Bey, G ü
ney ve B atı cephesi k o m u ta n lık la rın a a ta n a ra k bölgede düzenli
o rd u n u n k u ru lm a s ı çalışm a la rın a b aşlanm ıştır.846 İşte, Çerkez
E them ’le A n k a r a ’n ın arası bu gelişm eden sonra açılm aya baş
lam ıştır.
İsyana Doğru
T e v fik , 2 4 K asım 1 9 2 0 ’de A n k a ra ’ da b u lu n a n Ç erkez E t-
hem ’e g ö n d e rd iğ i te lg ra fta , “ B a ftCephesi Komutanlığımın can
stktct saçm a em irler verdiğini” b e lirte re k, te lg ra fın ı şöyle b i
tirm iş tir: “ Bm böyle devam ederse vakitsiz büyük bir gürültü
çıkacağım tahmin ediyorum .”*47 T e v fik , 2 7 Kasım 1920 t a r i
hinde y in e A n k a r a ’ d a k i E th e m ’e ç e k tiğ i te lg ra fta , “ B a fı Cephe-
sı K om utanını bundan böyle am ir olarak tamm adtğım” ke
sin o la ra k a ç ık la m ış tır.848 Ethem ve ka rd e şle ri, Batı C ephesinin
A n k a ra ’d a k i m e rk e z i h ü k ü m e tin de n etim in e geçm esini ve bu
sırada d ü z e n li o rd u n u n k u ru lm a s ın ı, k e n d i o to rite le rin e y ö n e lik
b ir s a ld ın o la ra k d e ğ e rle n d irm işle rd ir.
Ç erkez E th e m ’ in “ başına b u y ru k lu ğ u ” isya n la rı bastırm a
sürecinde de b ü y ü k s o ru n la ra y o l açm ıştır. E th e m ’in Yozgat
isyanını b a s tırm a y a ik n a e d ilm esi pek de k o la y o lm am ıştır. Bu
d u ru m u n o rta y a ç ıkm asın d a E th e m ’ in İs ta n b u l’dan aldığı bazı
gazete h a b e rle rin e k a n a ra k , g e lişm eleri yanlış değerlendirm esi
e tk ili o lm u ş tu r. O n a göre Y ozgat isya n ın ın bastırılm ası ç o k da
ö n e m li d e ğ ild i! N ite k im a n ıla rın d a , “ Uygun iç ve dış duruma
rağmen A nkara Genelkurmay Başkanlığı ve Büyük Millet Mec
lisi H ükümeti b ir Yozgat derdine düşmüş, sızlanıp duruyordu . ”
de m iştir.849 A n k a r a ’ n ın Y o zg a t isyanına* ve rd iğ i ön e m i cid d iye
373
alm aya n E th e m , A n k a r a ’ya g elerek A t a tü r k , F evzi Paşa ve İs
m et Paşa ile g ö rü şm ü ştü r. G ö rü şm e sırasın d a E th e m , Yozgat’taki
o la y la rın fazla ö n e m li o lm a d ığ ın ı, A n k a r a ’n ın te la şın ı anlayama
d ığ ın ı, ö n c e liğ in Y u n a n k u v v e tle ri o lm a s ı g e re k tiğ in i belirtm iştir.
Ethem ayrıca, alaycı ve a şağılayıcı b ir ta v ırla , A n k a r a ’ nın hiçbir
iş y a p m a d ığ ı ile ri s ü rm ü ş tü r.850 G ö rü ş m e so n ra sın d a Atatürk,
E th e m ’ i, z o ra k i Y o zg a t is ya n ın ı b a s tırm a y a ik n a e d e bilm iştir.
Ethem ve k a rd e ş le ri, A n k a r a ’ ya a çıkça m e yd a n okumaya
başlam ışlardır. Ö rn e ğ in , B a tı C e p h e si’n in , b ü tü n birliklerden
silah ve cephane çizelgesi is te m iş tir, b ü tü n b ir lik le r bu emre uy
d u k la rı halde K u v a y ı Seyyare b u e m re cevap b ile vermemiştir.
Yeniden e m re d ilm e si ü ze rin e E th e m , 10 A r a lık 1 9 2 0 ’de, “ Silah
ve cephane denkleştirilmesinin gerektiğini sanm tyorum ...” diye
cevap v e rip , b ilg i g ö n d e rm e m iş tir.851
Bu arada E th e m ’ in k a rd e ş le rin d e n R e şit, A t a t ü r k ’le görüşe
re k cephe k o m u ta n lığ ın ın ke n d is in e v e rilm e s in i is te m iş tir.852
15 A r a lık 1 9 2 0 ’de İs tik la l M a h k e m e s i, E th e m ’in K u va yı Sey
M üdafaa-i Hukuk adına
yare k o m u ta n la rın d a n K a p la n N a c i’ y i “
topladığı paraları yerinde sarf etm em ek , halkın mallarım zorla
almak ve silahlı olarak firara sebebiyet ” s u ç la rın d a n tutuklam ak
istem iş, am a E th e m , K a p la n N a c i’y i İs tik la l M a h k e m e s i’ne tes
lim e tm e m iş tir.853
Ç erkez E them ve k a rd e ş le ri, d ü z e n li o rd u n u n kurulmasına
karşı her çareye b a ş v u rm u şla rd ır. Bu a m a çla E th e m , Demirci
M e h m e t E fe’yle ve Y ö r ü k A li E fe ’ yle a n la şm ıştır. 12 Aralıkta
Y ö rü k A li E fe ’ye g ö n d e rd iğ i ş ifre li te lg ra fta , “ A nkara hükümeti
birkaç ihtiras sahibi kişinin aleti olm aktan kurtulamamakta,
günden güne keyfi ve kişisel tutku ve çıkarlar çoğalmaktadır.
Memleketin bu gidişle kurtarılması olan aksızdır... Harcadığı- •
mız emeklerin boşa gitmemesi için birbirim ize sarılmalıyız”
d e m iştir. E them ayrıca Sarı Efelere ve G ö k b a y ra k T ab u ru ko
374
m u ta n la rın a m e k tu p la r yazıp a d a m la rın ı g öndererek o n la rı da
cephe k o m u ta n la r ın ın e m irle rin e karşı gelmeye ça ğ ırm ıştır.8' 4
E th e m ve k a rd e ş le ri A n k a r a ’da m ille tv e k ille rin i bile te h
d it e tm iş le rd ir, ö rn e ğ in , 22 A r a lık 1 9 2 0 ’de A n k a ra ’da V ila y e t
K o n a ğ ı’n d a A t a t ü r k ile bazı m ille tv e k ille rin in E them ko n u sun d a
y a p tık la rı to p la n tıd a R e şit Bey şöyle d e m iştir:
“H âlâ düzenli ordular yapm ak gibi boş hülyalar peşinde
misiniz ? H âlâ bu kurm ay beylerle mi gavuru kovacağınızı zan
nediyorsunuz? Bu A nadolu hareketine iştirak ettiğimize hata et
mişiz! Bu yüzden bizim yüz binlerce liralık çiftliklerimiz , servet
ve sam anım ız, düşman tarafında kaldı. Benim ne zorum var
dı da geleyim , buralarda sonunda bu hale getirilecek işler için
uğraşıp durayım . Zaten vatan ne kelim edir ki? Vatan namtna
bana İran d a birdir, Turan da. Ben nerede olsa pekala oturabi
lir ve yaşayabilirim . D aha açık söyleyeyim. Ben Venizelos’la da
pekala diz dize oturabilir adam ım . ” 855
C u m h u riy e t ta r ih i y a la n c ıla rın c a , MDüzenli ordu olmasa da
Ethem ve kardeşleri Kurtuluş Savaşinı kazanırdı!*' d e n ile re k
A ta tü r k ’e ve A n k a ra h a re ke tin e “ a lte rn a tif” o la ra k g ö ste rile n
Ethem h a re k e tin in iç y ü zü R eşit Bey’ in bu sö zle riyle ola n ca a ç ık
lığ ıyla g ö z le r ö n ü n e s e rilm e k te d ir. R e şit Bey’ in sözlerinden:
- M e c lis e in a n m a d ığ ı,
- M i l l i h a re k e te k a tılm a k ta n p işm a n o ld u ğ u ,
- Y u n a n iş g a lin e ü z ü lm e s in in n e d e n in in “ v a ta n s e v e rlik ” de
ğ il, işgal a ltın d a k a la n , “ m a l” , “ m ü lk ” ve “ s e rv e tle ri” o ld u ğ u ,
- V a ta n k a v ra m ın ı öne m se m e diği, a n la şılm a kta d ır.
N ite k im , “Ben Venizelos’la d a p ekala diz dize oturabilir
adam ım . ” d iy e n R e ş it Bey, gerçekten de b ir süre sonra d e d iğ in i
yapm ış, Y u n a n s a fla rın a g e çm iştir.
E th e m b ir a ra ö yle sin e ile r i g itm iş tir k i, A ta tü r k ’ü m eclis
önünde s a lla n d ırm a k ta n söz e tm iş; A ta t ü r k ’e ve M e c lis ’e “ a k ıl”
854 Şerafettin Turan, Türk Devrim Tarihi, 2. Kitap, 2.bs, İstanbul, 1998, s.237.
855 Yunus Nadi, Ankara’nın tik Günleri, İstanbul, 1955, s.73; Özakman, age,
s.4 8 3 ,4 8 4 .
375
b e k le d iğ in i b e lirtm iş tir.863 E them ve ka rd e ş le ri ayrıca A ta tü rk ta
ra fın d a n a lık o n u la ra k A n k a ra ’ya g ö tü rü le n tzzet Paşa kuruyla da
temas ku rm u ş , R eşit Bey ise İn g iliz le rle u zla şm a yı önerm iştir.864
İşte “ b ü y ü k k a h ra m a n ” Ç erkez E th e m ’ in gerçek yü zü : İstanbul
H ü k ü m e ti’yle, Y u n a n lıla rla , h a tta İn g iliz le rle iliş k i k u ra ra k milli
ha re ke ti y o k etm ek iç in e m ir bekleyen b ir k a h ra m a n !
A slın d a b ir ara E th e m ’in T B M M ’de o ld u k ç a fazla taraf
ta rı v a rd ı. G ediz Y e n ilg is i’nden so n ra A li F u a t Paşa Moskova
B ü y ü k e lç iliğ i’ne g ö n d e rilirk e n E th e m ’in de o n u n la b irlik te gön
de rilm e si gündem e g e ld iğ in d e m ecliste H a c ı Ş ü k ü r Bey gibi bazı
Ethem ci m ille tv e k ille ri bu d u ru m d a n ra h a ts ız lık d u y a ra k , açık
ça A ta tü r k ’ü, E th e m ’ i M o s k o v a ’ya g ö n d e rm e m e si konusunda
u y a rm ış la rd ır.865 Bazı E th e m ci m ille tv e k ille r i de d ü z e n li orduya
ih tiy a ç o lm a d ığ ı, E th e m ’in K u v a y ı Seyyaresi’ n in Y u n a n ordula
rını yeneceğini sö yle m işle rd ir.
1 9 2 0 ’n in so n la rın d a E th e m ’in g ü cü M e c lis ’te b ir hayli art-
mıştır. Ö yle k i, 4 E y lü l 1 9 2 0 ’ de İç iş le ri B a k a n lığ ı g ib i önemli
b ir göreve, A ta tü r k ’ ün adayı R e fe t Bey’ i yenen E th e m ’in adayı
Yeşil O rd u k u ru c u s u T o k a t M ille t v e k ili N a z ım , 8 9 ’a karşı 98
oyla s e çilm iştir.866
C u m h u riy e t ta rih i y a la n c ıla rı, Ç e rkez E th e m ’in “ ihanete
z o rla n d ığ ım ” id d ia e tm iş le rd ir. F a k a t, Ö z a k m a n ’ ın da belirtti
ği g ib i,14Son ana kadar ; Ethem*i ve kardeşlerini kazanmak için
ne kadar sabtrlt ve anlaytşli davrantldığmt yalnız belgeler de
ğil, Ethem'in antları bile kanıtlıyor (Çerkez Ethem'in Hatırlan,
s.132-135) Olsa olsa Ankara'nın fazla sabırlı davrandığı eleşti-
rilebilir.Belgeler ortadayken , E them ’in tahrik edildiğini, ihanete
zorlandığtnı ileri sürmek masalcıltktan başka bir şey değildir.
G erçekten de E th e m ’i ik n a ç a b a la rı son ana k a d a r devam etmiş
tir : A n k a ra ’dan K ü ta h y a ’ya “ n a s ih a t h e y e tin in ” g itm e si 24 Ara-
378
Iık, E th e m ’e y ö n e lik sa ld ın k a ra rın ın alınm ası ise 2 9 /3 0 A ra lık
1921’d ir. Y a n i arada beş g ü n lü k b ir süre vardır. Ethem bu süre
içinde A n k a r a ’ya ya k ın la ş m a k yerine, İsta n b u l h ü kü m e tin e ve
Yunan o rd u s u n a ya kın la şm ıştır.
379
7 O cakta, G ediz’deki m illi ku vve tle re to p çu ateşine baş
layan K u va yı Seyyare, dü ze nli b ir lik le r i b ir h a y li zo r durumda
bıra km ıştır.871
E them ’in K uvayı Seyyaresi’n in d ü ze n li o rd u y la savaşmasına
karşın, C u m h u riy e t ta rih i ya la n cıla rı “ Ethem ’in düzenli orduyla
hiç savaşmadığım!" id d ia e tm iş le rd ir.8"2
Oysa k i bizzat Çerkez E them a n ıla rın d a açıkça ve detayla
rıyla, düzenli o rd u y la savaştığını it ir a f e tm iştir. Ş im d i Ethem’e
k u la k verelim :
“Yunan cephesinde hakikaten sükunet başladt... İsmet
Bey’e bir darbe indirmenin zamanı gelmişti. Büyük kuvvetimiz
le ve Yunan cephesinden aldtğtmtz iki kudretli topumuzun hi
mayesinde Gediz’e girmiş fırkalar / tümenler) üzerine taarruza
başladık. İki buçuk saat süren çetin bir boğuşma sonunda İsmet
Bey kuvvetleri bozgun gösterdi... Kıtalarımız geceyi Gediz'de
ve şimalinde geçirdikten sonra sabahleyin erkenden Kütah
ya istikametine doğru takibe koyuldu. Ben de karargâhtmla
birlikte Kütahya'ya doğru ilerliyordum. A caba bu darbe kafi
gelecek miydi? Ertesi günü öğleden sonra Alayunt ve Kütah
ya civarında yeni müdafaa hatları ile karşılaşmış ve taarruza
başlamıştık. Kuvvetlerimiz bu m üdafaa hattını akşam a kadar
haylice sarsmaya muvaffak olmuş görünüyordu. Gece bastı
rınca iki taraf da sükunete çekildi... Ertesi günü mücadelenin
daha şiddetli olacağına kaniydim. Nitekim öyle oldu. Sabah
leyin erken muharebe yeniden başladt ve gittikçe şiddetlendi.
İşte böyle bir sırada idi ki, öğleden sonra sağ ve geri tarafları
mızdan Refet Bey'in süvari kuvvetleri yaklaşmtş, bunları bekle
yen müfrezelerimizle çarpışma başlamıştı. Bizim için yapacak
şey... bütün büyük kuvvetlerimizle R efet kuvvetlerine mukabil
taarruza geçmekti. Refet Bey kuvvetlerine karşı taarruza geçtik
380
ve püskürttük__ ” ®73 Ç erkez E th e m ’ in K u va yı Seyyaresi ile d ü
zenli b ir lik le r a ra s ın d a k i bu k a n lı ça tışm a la r 24 Şubata k a d a r
devam e tm iş tir.8"4
G ö rü ld ü ğ ü g ib i E th e m , a n ıla rın d a açıkça “ d ü ze nli o rd u la r
la savaştığını” a n la tm ış tır. Y a n i E them , o n u akla m a ya çalışan
C u m h u riye t ta r ih i y a la n c ıla rın d a n ço k daha o n u rlu d u r: Ethem
en azından o n u a k la m a y a ça lışa n la r g ib i “ y a la n ” sö yle m e m iştir;
açıkça, “ Evet düzenli ordularla savaştım!” d em iştir.
D ü z e n li o rd u y la savaşan E th e m ’ in k u v v e ti, 2 3 2 6 k işid ir.
Ethem’e k a tıla n 159. A la y la b ir lik te to p la m 4 6 5 0 k iş ilik b ir güce
sahiptir. A y rıc a 2 o to m a tik tü fe k , 6 ağır m a k in e li tü fe k ve 4 to p u
vardır.875 I. İn ö n ü Savaşı sırasında d ü ze nli o rd u ya k u rşu n sıkan
bu “ e ş k ıy a la r” daha sonra da B ü y ü k T a a m ız ’ u izleyen T ü r k ile r
leyişi sırasında 3 E y lü l 1 9 2 2 ’de Eşme’de ve S a lih li’ de, Y u n a n lı
ların y a n ın d a ye r a la ra k d ü ze n li o rd u y la savaşm ışlardır.876 Bu
durum u is tis m a r eden Y u n a n lıla r da Ege k ö y le rin in y ık ılıp y a k ıl
masını Ç e rk e z le rin ü ze rin e y ıkm a ya ça lışm ışla rd ır.877
8 O c a k ta A ta tü r k , M e c lis te , Y u n a n lıla rla aynı anda m il
li k u vve tle re s a ld ıra n E th e m ve ka rd e şle ri T e v fik ve Reşat’ ın
“ h a in ” o ld u k la rın ı ila n e tm iş tir.878
E th e m ve k u v v e tle ri aynı g ü n E m e t’ i ele geçirm iş ve m illi
k u vve tle rin Y u n a n ta a rru z u n d a o lm a la rın d a n y a ra rla n a ra k 11
Ocaka k a d a r ö n e m li b a ş a rıla r elde e tm iştir. R efet Bey’ in yeter
sizliğine k a rş ın 13 O c a k 1 9 2 1 ’de iz z e ttin Paşa k o m u ta s ın d a k i
b irlik le r K u v a y ı Seyyare’ y i y e n m iş tir.879
17 O c a k 1 9 2 1 ’ de T B M M ’n in ya yın la d ığ ı b ild irid e , “ E f-
hetn’in kuvvetlerinin *anarşistf olduğu ve hiçbir ulusun tarihin
de bu derece bir hainliğin bulunmadığı" b e lirtilm iş tir.880
381
Ç erkez E them , ya n ına k a rd e şi T e v fık ile Y z b H a lil'i alarak
A k h is a r'a g itm iş ve Y u n a n lıla ra sığ ın m a k iç in o n la rla b ir proto
k o l im z a la m ış tır (7 O c a k 1 9 2 0 ).*'“ “ B una g ö re E th e m birlikleriy
le Y unan kesim ine geçecek ve s ila h la rın ı te s lim edecekti. Teslim
o la n la rın yiye ce kle ri Y u n a n lıla rc a sa ğ la n a ca k, subaylara maaş
la rı ödenecekti. T eslim iş le m i b ittik te n so n ra iste ye n le r aileleri
n in yanına d ö n e b ile c e k le rd i; k a la n Ç e rk e z le rin özel kıyafetlerini
g iy ip ka m a la rın ı ta ş ım a la rın a iz in v e rile c e k ti.” **2
22 O ca k 1921 ta rih in d e Ç e rkez E th e m ’ in ağ a be yle ri Yunan
ku v v e tle rin e sığınm ıştır. Y u n a n ta ra fın a geçen 7 0 0 -1 0 0 0 kişilik
k u v v e tin b ir kısm ı Y u n a n o rd u s u n a k a tıla ra k d ü z e n li orduyla
savaşmışnr.88'
Ethem ve k u v v e tle rin in Y u n a n lıla ra sığ ın d ığ ın ı Yunan sih
b a y la n ve Y u nan k a y n a k la rı b ile d o ğ ru la m a k ta d ır.884
ö n c e b ir süre Y u n a n lıla ra s ığ ın m a y a ra k M a n y a s 'a gelen
“Çerkez Ethem
Ethem de daha sonra Y u n a n lıla ra sığ ın m ıştır.**5
bir süre Sındırgı bölgesinde dolaştıktan sonra 26 Ocak 1921'de
Yunanlılara sığınmıştır. İzmir’e götürüldükten sonra tedavi ama
cıyla Atina’ya gönderilmişti. *****
Ç erkez E th e m , e ninde so n u n d a Y u n a n lıla ra sığınmış olma
sına ka rş ın , C u m h u riy e t t a r ih i y a la n c ıla rı, E th e m ’ i “ parlatmak*
iç in , "Ethem Yunanlılara stğtnmadı, 'iltica etti\ \geçiş hakh\
geçici iskân (oturma) hakkı istedir g ib i la f s a la ta la rıy la gerçeği
gizlem eye çalışm ışlardır.**’
382
Oysa ki bizzat Çerkez Ethem anılarında açıkça Yunanlılar
dan sığınma talebinde bulunduğunu ve Yunanlılarla sığındığını
itiraf etmiştir. İşte Ethem’in anılarındaki o satırlar:
* Yunanlılardan mütareke isteğinde bulundum. ”
“Yunanlı komutanlar bize cephane göndereceklerine söz
verdiler,
mBize tebliğ edilen iltica şartlarını, bana başvuranlara,
protokolün şartlarım tekrar ediyor ve Yunanlılara iltica edecek
olanlara, orayı işaret ediyordum
“Yunanlılara teslim olmuştuk."***
Aynca Ethem Yunanlılara sığındıktan sonra subayları da
Yunanlılara sığınmaya teşvik eden açıklamalar yapmış, bildiriler
yayımlamıştır. İşte Ethem’ın o bildirilerinden birkaçı:
“Ey Tiirk onlusu subayları! Yunanlılar, ellerine düşen ve
kendilerine teslim olan Türk esirlerine çok iyi bakıyorlar. Vatan
için niyetlen temiz olmadığı aşikar olan Ankara Hükümeti'nin
şer aleti olmamak, vatan vazifesidir."*99
Yunanlılar İnönü’ye saldırdıklarında Yunan uçakları Çer
kez Ethem imzalı bildiriler atarak Türk birliklerini olumsuz
etkilemek istemişlerdir. Bu bildirüerde, “Ey askerler kötülüğe
alet olmayın... Ey subay arkadaşlar emir kulu olmaktan vazge
çin... Aksi halde geliyorum!.." biçiminde tavsiyeler ve tehditler
vardır. **°Ethem’in yayınladığı bu bildirilerden biri, 11. İnönü Sa
vaşı başladığı gün Yunan uçakları tarafından Anadolu üzerine
anlmıştır. İşte o bildiride yazanlar:
*Kardeşlerim! Yunanlıları pek iyi tanırım! Dinimizi, na
musumuzu, hürriyetimizi. malımızı müdafaa ediyorlar... On
lar Türk milletine karşı değil, Mustafa Kemal Paşa ile yan
daşlarına karşı harp ediyorlar! Yunan onlusu, şehirlerimizi ve
köylerimizi işgal ettiği zaman korkmayınız! Zira bugün işgal
edilmiş yerlerde hüküm süren düzen güvenlik ve özgürlükten
siz de yararlanacaksınız! Eğer Ankara'nın pençesinden, vata-
383
tttnızt ve kişisel özgürlüğünüzü kurtarmak istiyorsanız, bu na
sihatimi dinleyiniz!”*9'
F a lih R ıfk ı A ta y da E th e m ’ in “ isya n e d e re k ” d ü z e n li orduy
la savaştığını ve Y u n a n lıla ra s ığ ın d ığ ın ı b e lir tm iş tir :
“Çetin bir çarpışmadan sonra Ethem kuvvetleri bozguna
uğratılmtş ve kendisi de Yunanlılara sığınmıştır. Ethem’den or
duyu gocunduran son vesika kendisi tarafından İstanbul'a çe
kilen bir telgraftır. Ethem, ‘Kongre* adını verdiği Büyük Millet
Meclisi’ni dağıtacağını bildiriyordu. Bursa taraflartndan bir
sınır istasyonundan çekilmek istenen telgraf memur tarafından
İstanbul'a değil, İsmet Bey*e gönderilmiştir. Daha önce Re-
fet Bey; Detnirci Efe’nin köyünü basmış, kaçan efe bir müddet
sonra sığınmıştır. Ethem’in Yunanlılara teslim olduğu zamanki
çırpıntıları arasında bir ahbabının şu sözü hatırlanmaya değer:
4Canım, Napolyotı bile fitne fesat içinde kaldı. Başka çare bu-
lamadt. Karşısındaki düşmanlara teslim olup esirlik ve sürgün
hayatı içinde öldü.”*92
A ta tü r k , N u t u k ’ta , Ç e rkez E th e m is y a n ı ve is y a n ın bastırıl
ması h a k k ın d a şu d e ğ e rle n d irm e y i y a p m ış tır:
Askerliği çapulculuk sanan, devlet kurup yönetmeyi,
şunun bunun suçsuz çocuklarını kurtulmalık dilenmek için
dağlara kaldtrma haydutluğu sanan; şarlatanlıklarıyla, yayga
ralarıyla bütün bir Türk yurdunu tedirgin eden ve Türk ulusu
nun Büyük Meclisi’ni kendileriyle uğraştıran utanmaz, kendini
bilmez, saygısız ve herhangi bir düşmanın boğaz tokluğuna ça
lıştığım, uşakltğtnt yapacak kertede alçak ve aşağıltk yaratılışlt
olan bu kardeşleri ellerinde bütün kuvvetler ve kendilerini des
tekleyen düşmanlarla birlikte tepeleyip yola getirerek, devrim
tarihimizde etkin bir örnek göstermek zorunlu görüldü. ”
9. Ö z e tle m e k gerekirse: ö n c e d ü z e n li o rd u y a ka rşı çıkan,
sonra e m rin d e k i k u v v e tle rle d ü z e n li o rd u y a k a tılm a y ı reddeden,
daha sonra da d ü z e n li o rd u b ir lik le r in in b aşına geçm ek isteyen
384
Ethem ’ in b ü tü n b u is te k le ri g e ri ç e v rilin c e , E th e m , d ü z e n li b ir
lik le rle ça tış m a y a g irm iş ve y e n ilm iş tir. Ö n ce , k a rd e ş le rin in Y u
nan k u v v e tle riy le y a p tığ ı “ iltic a ” p ro to k o lü n e u ym a m ış, ancak
düzenli o rd u d a n k a ç a ra k sığ ın dığ ı M a n y a s 'ta k a ra r d e ğ iştire re k
Şubat 1 9 2 1 ’ de Y u n a n o rd u s u n a sığ ın m ıştır.893 Y a n i, C u m h u r i
yet t a r ih i y a la n c ıla rın ın id d ia la rın ın aksine E th e m , K u rtu lu ş
Savaşı’ n d a M e h m e tç iğ e k u rş u n sıkan Y u n a n a sığınm ış ve Y u
nanla b ir lik t e M e h m e tç iğ e k u rş u n s ık m ış tır k i, bu d u ru m u “ h a
in lik ” d ış ın d a başka b ir b iç im d e a d la n d ırm a k o la n a ksızd ır.
İşte g e rç e k le r b u k a d a r a ç ık k e n , “ P r o f” u n v a n lı Y a lçın K ü
çük, “ g e rçe ğ in ırz ın a geçercesine” u ta n ıp s ık ılm a d a n , “ Çerkez
Ethem’in Yunanlılarla birlik olduğunu söylemek zorunda kal-
dtlar, uzun süre inantldı. Halbuki hiçbir dayanağı yoktu. Dün
de, bugün de Çerkez Ethem’in Yunanlılarla birlik olduğuna
dair en küçük bir iz bile yok. ” d iy e b ilm iş tir.894
Başka b ir “ te s c illi” C u m h u riy e t ta r ih i ya la n cısı, K a d ir M ı-
“Ethem’in vatanseverliği şununla da sabittir ki, sırf
sıroğlu ise,
cantnt kurtarmak için geçtiği, Yunan cephesine adamlarını gö
türmemiş ve o cephede de faaliyet göstermeyerek Ürdün’e gidip
yerleşmiştir.d iy e b ilm iş tir.895
K uvayı Seyyare’ n in ta v s iy e s in in a rd ın d a n y a rg ıla m a la ra
g eçilm iştir. E th e m ’ in y a n ın d a n a y rılıp h ü kü m e te te slim o la n la r
h a k k ın d a h e rh a n g i b ir y a rg ıla m a y a p ılm a m ış n r. A n k a ra 1 N o ’ lu
İs tik la l M a h k e m e s i’ nde y a p ıla n y a rg ıla m a d a E them ve ka rd e şle
ri gıyaben “ id a m a ” m a h k û m e d ilm iş tir. (9 M a y ıs 1 9 2 1 ).896
* * *
893 Yunanlılara sığınan Çerkez Ethem, daha sonra hastalığı nedeniyle Atina’da
1,5 sene kadar tedavi görmüş, 1922 Kasımında tedavisini devam ettirmek
amacıyla Almanya’ya gitmiştir. Oradan da Suriye’ye geçerek burada Kafkas
göçmenleri arasında yaşamıştır. 193 8 ’de 15 0 ’liklere çıkarılan affın ardından
ağabeyleri yurda dönmüş, ancak kendisi dönmemiştir. Çerkez Ethem, 1948
yılında Suriye’de, bazı kaynaklara göre 1950’de Lübnan’da vefat etmiştir. Me
zarı Amman’dadır. Korkmaz, age, s.318, Turan, age, s.239,240.
894 Küçük, Tarih üzerine Tezler, C .2, s.694.
895 Kadir Mısıroğlu, Lozan, Zafer mi Hezimet mi?, 3bs, C .l, İstanbul, 1992, s.
308.
896 Yunus Nadi, Çerkez Ethem Kuvveti’nin İhaneti, İstanbul, 1955, s.9
385
tyi de niye bütün bu yalanlar? Belgeler bu kadar açıkken
niye b irile ri ısrarla ta rih i tersyüz etmeye çalışm aktadır? Neden
ısrarla hainlere “ ka h ra m a n ” , ka h ram a nla ra “ h a in ” yaftası ya
pıştırılm ak istenmektedir? Neden?
I
KURUN
Çerkeş Etem Hâini Yakalandı!
Ingiliz Polisi Elemle Kardeşim Amman *da Yakaladı
■tttftn Türkiye Büyük harplere doğru
I Hâinlere lânet ediyor
¡Yurdun har bucağından Alatur Somali cephesindeki Italyan
ka çekilen hafililik telgraftan yürüyüşü devam ediyor
B ir b a b c r t f C n E ritr« 4 a dm İtalyan yflHiyfi«ft başlattftq
Italyan ta o k la n m fitU ş M k a v n M İ U k a r f t İ M « ^
F ilis fın d r İn c ili* ^ /afUuter Kızıl dmnisi kapatıyorlar mı 7
o l o r i t e s in in
d ü rü stlü ğü
898 I. İnönü Savaşı hakkında bilgi veren belli başlı kaynaklar: A) Bazı Yunan kay
naklan: Yunan Askeri Tarihi, s. 1 75-189; General Papulas’ın Hatıratı, İstan
bul, 1 969, s.4 0 -4 1 ; Tümg. Y.L. Spyridonos, Harp ve Hürriyetler, ATAŞE Ki
taplığı, Çev. Turgut özakm an, s.110-116; Yarbay T.t Hrisohoos, Küçük Asya
Savaşı'nda Yunan Süvarisi, ATAŞE Kitaplığı, Çev. Turgut Özakman, s. S.S-56;
Yarbay K. D.Kanellopulos, Küçük Asya Mağlubiyeti, C.I, ATAŞE Kitaplığı,
Çev. Turgut özakm an, s.3,4; B) Bazı Türk kaynakları: Türk İstiklal Harbi,
2.Cilt, 3. Kısım, s. 16 1 -2 3 0 ; Celal Erikan, Komutan Atatürk, 2.bs, Ankara,
1 972, s.6 0 3 -6 2 4 ; Fahri Belen, Türk Kurtuluş Savaşı, Ankara, 1973, s.274,
2 8 0 , İsmet Görgülü, On Yıllık Harbin Kadrosu, Ankara, 1993, s.259-263, Ce
lal Erikan, Kurtuluş Savaşı Tarihi, İstanbul, 2 0 0 8 , s. 169-181, özakm an, age,
s.4 9 3 -5 1 5 .
387
4. 9. O c a k : 11. T ü m e n kısım kısm , saat 7 .0 0 , 11.50 ve
1 2 .0 0 ’da İn ö n ü ista syo n un a g e lm iş tir. F a k a t bu sırada Yunan
b ir lik le r i de İn ö n ü m e v z iin in ö n ü n e g e lm iş le rd ir. İn ö n ü mevziin
de T ü r k b ir lik le r i kuzeyden güneye, 2 4 . T ü m e n , 11. Tüm en ve 4.
T ü m e n o la ra k ye rleşm işle rd ir. Saat 1 3 .3 0 ’da Y u n a n lıla r demir
y o lu n u n g ü n e yin d e n ta a rru z a g e çm iş le rd ir. Bu Y u n a n taarruzu
k ırılm ış tır. Y u n a n lıla r h iç b e k le m e d ik le ri bu d ire n ç üzerine ka
ra n lık basınca cephe h a ttın ı b ıra k a ra k b ira z g e ri çekilm işlerdir.
5. 10 O c a k : Bugüne k a d a r o rd u y u K ü ta h y a ’d a n idare eden
İsm et Bey, sabah İn ö n ü ista syo n u n a g e lm iş tir. Saat 11.00’da
k a ra rg â h ıy la b ir lik te İn ö n ü k ö y ü n e ye rle ş m iş tir. Bu g ün Yunanlı
la r sisten de fa y d a la n a ra k y e n id e n ta a rru z a g e çm işle rd ir. Yunan
ta a rru z u d e m ir y o lu n u n g ü n e yin d e b ir ke re d a h a kın lm ıştır.A n -
cak d e m ir y o lu n u n k u z e y in d e k i 2 4 . T ü m e n e b a ğ lı 143. Alayın
ile ri b ir lik le r i sis e tk is iy le o lu p b ite n le ri a n la y a m a y a ra k baskına
u ğ ra m ışla rd ır. A la y k o m u ta n ı a la y ın ı g e ri çekm iştir.B öylece bir
Y u n a n piyade a la yı ile 2 s ü v a ri b ö lü ğ ü n d e n o lu şa n b ir Yunan
b ir liğ i cephede açılan 6 k m g e n iş liğ in d e k i b o şlu ğ a g irip demir
y o lu n u n k u ze yin d en ile rle ye re k m e vzi g e ris in d e k i P o y ra ’yı işgal
etm iştir. B u n u n üzerine 2 4 T ü m e n le h a b erle şm e ke silm iştir. Ge
diğe y a k la ş tırıla n Y u n a n to p la n da 4. ve 11 T ü m e n b irliklerini
ateşe a lm ış la rd ır.B a tı Cephesi K o m u ta n ı ism e t Bey, dem iryolu
n u n g ü n e y in d e k i 4. ve 11. T ü m e n le rin fa z la k a y ıp verm elerini ve
güneye a tılm a la rın ı ö n le m e k iç in saat 1 3 .1 0 ’da cephe sol kana
d ın ın İn ö n ü -O k lu b a lı arasına ç e k ilm e s in i e m re tm iş tir. 4. ve 11
T ü m e n le r savaşı keserek saat 1 6 .0 0 ’da g e rid e k i ik in c i mevziye
çekilm eye başlam ışlardır. B ir lik le r fa zla d a ğ ılm a d a n ikin c i sa
vu n m a h a ttın a ulaşm ayı b a şa rm ışla rd ır. Y u n a n b ir lik le r i ise ikin
ci ha tta çe kile n T ü r k b ir lik le r in i izle m e m iş le rd ir. Y u n a n ordusu
10/11 O c a k gece ya rısın d a n b a şla ya ra k h ızla ve g izlice İnönü
m e v z iin i b o ş a ltm ış la r ve g eri ç e k ilm iş le rd ir.
6. 11 O c a k : Y u n a n lıla rın geri ç e k iliş i 11 O c a k g ü n ü geç an
laşıld ığ ın d a n genel ve h ız lı b ir ta k ip y a p ıla m a m ış tır.
388
7. 12 O c a k : T ü r k b ir lik le r i b ir gün önce b o ş a lttık la rı İn ö n ü
m evzilerine g e ri d ö n m ü ş le rd ir.899
K u v v e t o ra n la n : İn ö n ü ’ ye ilerleyen Y u n a n k u v v e d e n : 16.243
kişi (1 2 .5 0 0 tü fe k ), 2 7 0 h a fif m a k in e li tü fe k , 120 ağır m a k in e li
tüfek ve 72 to p ik e n , T ü r k k u v v e tle ri: (4. ve 11. T ü m e n le r yetişe
ne k a d a r) 2 4 . T ü m e n , 126. A la y ve b irk a ç m illi m üfrezeden o lu
şan to p la m k u v v e t: 5 .4 6 5 k iş i, 2 .2 6 6 tü fe k (13 2 0 'si süngüsüz),
27 ağır ve h a fif m a k in e li tü fe k ve 10 to p tu r. 4. ve 11 T ü m e n le rin
gelm esinden sonra ise 8 5 0 0 k iş i, (55 0 0 tü fe k ), 18 h a fif m a k in e li
tüfek, 4 7 a ğ ır m a k in e li tü fe k , 2 8 , to p tu r.900
K u v v e t o ra n la rı k a rş ıla ş tırıld ığ ın d a , asker ve silah b a k ım ın
dan Y u n a n o rd u s u n u n T ü r k o rd u su n u n ik i k a tın d a n b ile fazla
olduğu k o la y c a g ö rü le c e k tir: 16.243 k iş ilik Yunan gücüne k a rşı
lık, ta k v iy e k u v v e tle rle 8 5 0 0 k iş ilik T ü r k g ü cü ...
K a y ıp la r: Y u n a n lıla rın id d ia sın a göre bu savaşta Y u n a n lıla
rın 54 ö lü ve 142 y a ra lısı, T ü r k le r in ise 100 ölüsü va rd ır.901 A n
cak savaşa k a tıla n la rın a n la tım la rı ve h a lk ın gö zle m le ri bu resm i
ra k a m la rı d o ğ ru la m a m a k ta d ır.902 Ö rn e ğ in 2. Süvari T ü m e n i K o
m utanı R a h m i A p a k , “Saraycık köyünün dereleri birçok Yunan
ölüsüyle dolu idi. Ben bunları kendi gözlerimle gördüm” d em iş
tir. G e n e lk u rm a y belgelerine göre 1. İn ö n ü Savaşı’nda T ü rk le r,
4 subay, 1 1 7 er şehit, 12 subay, 85 er y a ra lı, 5 subay 29 er esir
v e rm iş le rd ir.903
* * *
389
rek 11. T üm e n yetişene k a d a r b ir lik le r in zam an kazanmalarını
e m re tm iş tir.904 1 1. T ü m e n ’in G e d iz ’den İn ö n ü ’ye gelmesi için 3
güne ih tiy a ç vardır. Bu nedenle adeta z a m a n la ya rış başlamıştır.
İsm et Paşa bu yarışı a n ıla rın d a şöyle a n la tm ış tır:
“ 7 Ocakta geri yürüyüşe başladtk. Gelirken iki günde aldt-
ğtmtz mesafeyi bir günde alarak askeri yürütüyorum. Biran ev
vel muharebe meydanına yetişmeye çaltştyoruz. Yorgun, bitkin
bir halde istasyona yetişen askeri, adeta zorla iterek vagonlara
bindiriyoruz.İndirirken de böyle oldu. Asker bu kadar yorgun,
bitkin vaziyette.”ws
C u m h u riy e t ta rih i y a la n c ıla rın ın , “ o lm a m ış tır ” d e dikleri I.
İn ö n ü Savaşı’nın kısa ö y k ü sü n e b a kın ca , Y u n a n ve T ü r k b irlik
le rin in hem de b irk a ç defa ka rşı ka rşıya g e ld ik le ri ve İn ö nü ’de
gerçekten de ik i o rd u arasında b ir savaş ya şa n dığ ı y o ru m a gerek
bıra km a ya cak şekilde g ö rü lm e k te d ir.
Tarihçilerin Görüşleri
9 O cak 1 9 2 1 ’de Saat 1 3 .3 0 ’da Y u n a n lıla r d e m iry o lu n u n gü
neyinden ta a rru z a g e çm işlerd ir. T ü r k o rd u la r ı bu Y u n a n taarru
zunu da k ırm a y ı başarm ıştır. 10 O c a k 1 9 2 1 ’de Y u n a n b irlikleri
sisten de fa y d a la n a ra k yen id e n ta a rru z a g e çm iş le rd ir. Yunan ta
a rru zu d e m ir y o lu n u n g ü n eyind e b ir ke re d a h a k ırılm ış tır. Daha
sonra Yunan to p la rı da 4. ve 11 T ü m e n b ir lik le r in i ateşe almış
lardır. Yani İn ö n ü ’de gerçekten de b ir savaş gerçekleşm iştir.
Prof. Ş erafettin T u ra n : “ Türk ve Yunan kuvvetleri 9 Ocakta
karşı karşıya gelmişti... Yunanlılar, oyalam a savaşları verilerek
savunma çizginse çekilmeye çalışan Türk kuvvetlerine yetiştik
lerinde hemen saldırıya geçmişlerdi. Ankara'dan Genelkurmay
Başkanlığından gelen emirde eğer Eskişehir'i koruma olanağı
yoksa demiryolunu tahrif) ederek Afyon-Konya yolunda geri çe
kilmesi istenmişti. Bunla birlikte İsmet İnönü daha geriye gitmek
sizin Eskişehir'in batısında savaşı kabul etmişti. İnönü mevkiim
390
tutan Türk birliklerine 10 Ocak gecesi ‘her karış toprağı ’ savunma
sı emri verilmişti. Ancak Yunan ordusu saldırıyı sürdürmemiş 11
Ocak 1921 sabahı geri çekilmişti. Gücünü oldukça yitirmiş olan
Türk ordusu da onları izleme olanağı bulamamıştı. ’"'"''diyerek I.
İnönü Savaşı’n ın g e rçekleştiğini d o ğ ru la rke n ,
P ro f. T o k ta m ış Ateş: “Batı Cephesi Komutanı İsmet Bey
İnönü'ye geldiği 9 Ocak gecesi 3 tümen bile toplayamamıştı. Yu
nanlıların ise bunun iki katından daha fazla gücü vardı. Ancak
tüm olumsuz koşullara karşın Yunanlılar İnönü'de durduruldu-
lar.Bu büyük başarı tarihimizde ¡.İnönü Zaferi olarak adlandırı
lır” d iy e re k I. İn ö n ü Savaşı’nın ço k ö n e m li b ir “ za fe r” o ld u ğ u n u
b e lirtm iş tir.1,07
P ro f. A h m e t M u m c u ’ nun I. İn ö n ü Savaşı h a k k ın d a k i değer
lendirm esi ise ş ö y le d ir:
“Kütahya taraflarında Çerkez Ethemce desteklenen Yunan
ordusu , 9 O cakta İnönü'de Türk birlikleriyle çatıştı. Ordu
muz daha yeni kuruluyordu. Birliklerimizin büyük bir bölümü
Ethem'e karşı gönderilmişti. Yunanlıların kuvveti çok üstündü.
Ancak özellikle İnönü mevziindeki birliklerimiz büyük bir azim
le direndiler. 11 Ocak gününe kadar yapılan kanlı çarpışmalar
sonucu Yunanlılar geldikleri yere çekildiler. Güneyde Ethem'in
kuvvetleri dağıtıldı. Böylece bu ilk düzenli savaş genç Türk or
dusunun zaferiyle sonuçlandı. ” 908
D r S e la h a ttin Tansel, I. İn ö n ü Savaşı’nda “ ö n e m li b ir başa
r ı ” elde e d ild iğ in i şöyle a n la tm ış tır:
“K adem e kadem e çekilme emrini alan Türk birlikleri Yu
nanlıları yeter derecede oyaladıktan ve Nazif Paşa mevziinde
büyük kayıplara uğrattıktan , hatta Yenişehir çevresinde karşı bir
taarruzla onları geri attıktan sonra İnönü kuzeyinde hazırlanmış
olan mevzilere çekildiler ve bu suretle düşmanın on iki saatte
Eskişehir’e gelm ek konusundaki düşüncesinin gerçekleşmesini
391
önlediler. Onun için Yunanltlar Savcıbey-Kovalca-Karaağaç haf
it müdafaasında ktsmen toplanmış olan Türk kuvvetlerine an
cak 9 Ocak 1921 'de saldırabildiler. Bununla beraber saldırı çok
şiddetli olmuş, Türk cephesinin bazt kesimlerinde çözülmeler
meydan gelmiş ve gün bu suretle bitmişti. Sükunet içinde geçen
o gecenin sabahında Yunanlılar, Türk kuvvetleri takviye edilmiş
olmasına rağmen , sisten de faydalanarak daha şiddetli taarruz
larda bulundular ve askerlik baktmtndan çok önemli olan inti
kam tepesini ele geçirdiler. Tepeyi geri alm ak için yapılan karşı
saldırt bir sonuç vermediği gibi cephenin sağ kanadındaki Türk
kuvvetleri geri çekilm ek zorunda kalmış ve bir ara Yunanlılar
Batı Cephesi Karargâhının bulunduğu İnönü istasyonunun
kuzeyine kadar ilerlemişlerdi. İşte bu kötü durumu düzletmek
için... Kütahya ve Ankara'dan gönderilmiş olan yeni birlikler de
ayaklarının tozlarını silmeğe imkân bulamadan ateş hattına so
kuldu.Fakat yapılan bütün fedakârlıklara rağmen 10 Ocak 1921
akşamı durum Türkler için umut verici görünmüyordu... Cephe
Komutanı (İsmet Bey) 11 O ca k’ta Eskişehir'in batısındaki bir
hatda savunmayı faydalı gördü ve onun bu kararı Anakara'ca
da uygun bulundu. Onun için Türk birlikleri 10 O cak gününün
gecesini buna göre tertiplenmekle geçirdiler. Ancak ertesi sabah
düşman tarafında hiçbir faaliyet eseri görülm edi... Biraz sonra
düşmanın çekildiği haberi geldi. Gerçekten, Türk ordusundaki
her kıt'a ve her zabit ve her fertin kudretlerinin çok üstünde çaba
harcaması, ölümü hiçe sayması, Türk pilotlarının düşman safları
üzerine birkaç yüz metre mesafeye kadar inerek düşman mev
zilerine makineli tüfek ateşi açması ve Türk kom uta heyetinin
azmi karştstnda düşman azim ve kararını kaybederek eski mev
zilerine çekilmek zorunda kalmtştt. ” 909
S aba h a ttin Selek’ in u ne zaferdir ne yenilgi ” d iye adlandırdı
ğı I. İn ö n ü Savaşı h a k k ın d a v e rd iğ i b ilg ile r ş u n la rd ır:
a Yunanldar üç günlük yürüyüşten sonra 9 O cak günü İnö
nü mevzilerinin önüne gelmişlerdi... Üç ayrı k o l halinde İnönü
392
mevzilerine ulaşan Yunanlılar bugün bütün cephe boyunca ta
arruza geçmediler. Sol kol geri kalmıştı. Bu sebeple yalnız sağ
dan ilerleyen Yunan birlikleri İnönü mevzilerinin sol kesimine
yüklendi. Cephenin bu kısmım tutan zayıf Türk kuvvetleri çok
iyi dövüşerek takdire değer bir savunma muharebesi verdiler.
Muharebe akşam a kadar sürdükten sonra karanlık basınca ke
sildi... Asıl muharebe 10 Ocak günü olacaktı.Bu muharebeye
katılacak olan Türk kuvvetleri bütün birlikleriyle 9 Ocak a k
şamı cepheye yetişmiş ve mevzilerine yerleşmiş bulunuyorlardı.
Batı Cephesi Kumandanı Albay İsmet Bey, Kütahya'yı Ethem’e
karşı savunacak olan Tümenden bir taburu da berberine ala
rak 9 Ocağı 10 Ocağa bağlayan gece yansı trenle Kütahya'dan
aynldı. 10 O cak günü muharebe düşmanın sabah 6.30*da ta
arruza geçm esiyle başladı. Hava çok sisli idi. Sis saat ona k a
dar kalkm adı. Bu durum Yunanlılann lehine idi. Türk cephe
sinin sol kanadında Yunanlılar bazı mevzileri zaptettiler fakat
yedek kuvvetlerle takviye edilen bu cephede düşman taarruzu
durduruldu...”910
Salahi R . S onyel’in I.İn ö n ü Savaşı h a kkın d a ve rd iğ i bilg ile r,
bu savaşın “ ç o k ö n e m li b ir T ü r k z a fe ri” o ld u ğ un u k a n ıtla m a k
tadır:
“Yunan Tümeni 8 Ocakta Köprü Hisar'da Türk Ulusçula
rının direnişiyle karşılaşmıştır. Ulusçular; Akpınar yamaçların
da düşmanı epey sıkıştırıyordu. Ulusçu güçleri, Eskişehir'i sa
vunmak için Bozhöyük'te toplanmıştı. Yunanlılar Bozhöyük'iin
kuzey kesiminden Kovalıca'nın batısına kadar olan mevkiye
saldırıyor, 11 Ocakta geniş sis içerisinde saldırı sürüyordu.
Kovalıca'ntn güneyinde savaş pek sert olmuştu. Yunan ordusu
akşama doğru Eskişehir'in dış eteklerine ulaşmış ve orada iste
nilen am aç sağlandığı için , ilerlemenin durdurulması buyruğu
verilmişti. Yunanlıların iddialarına göre Türkler bu çarpışmalar
da ağır kayıplar vermiş , bir Türk uçağı düşürülmüştü.... Ger
çekte Albay İsm et’in komutasındaki Türk ordusu, 10 Ocakta
393
ilk Kemalist utkusu olan I. İnönü Savaşt’nda Yunan ordusuna
Kovalıca’da büyük bir darbe indirmiş; Karal Konstantin'in Ve-
nize loşçu lartn yerine atamış olduğu yeni komutanların yetenek
sizliklerini meydana çıkarmtştı. Bu yenilgi sonunda Yunan ordu
su çekilirken Türk halkına karşı birçok aşırıl ve barbarlıklarda
bulunmuştu
L o rd K in ro s , I. İn ö n ü Savaşı’ nı şu c o ş k u lu ifa d e le rle anlat
m ıştır:
“ Yunanlılar, İsmet B eyyin kom utasındaki birliklerin göster
diği dayanma karşısında şaşırtp bocaladılar. Daha önceki çar
pışmalarda olduğu gibi bu sefer de kötü donanımlı , disiplinsiz
askerler karşısında rahat rahat ilerleyeceklerini sanıyorlardı. Bu
nun yerine önlerine ilk kez olarak , kararlı ve disiplinli bir kuv
vet çıkmıştı. Türkler sayı ve silah bakım ından kendilerinden çok
zayıftı; ama buna karşılık şimdi çoğu tecrübesiz ve yabancı olan
kralcı subaylar komutasındaki Yunan birliklerine kıyasla daha
üstün bir komuta altında ve daha azimle dövüşüyorlardı. Türk-
lerin diz boyu kar ve çamur içinde savundukları yerler; kendi
vatanlarının topraklarıydı. Bütün gün süren bir savaştan sonra
başarılı bir karşı saldtrıya kalktılar. Ertesi gün bir tuzağa düşü
rüldüklerini sanan Yunanlılar yenilgiyi kabul ederek geldikleri
gibi hızla Bursa yolundan geri kaçtılar. Orada almış oldukları
dersten yararlanarak baharda daha büyük bir saldırı için hazır
lığa koyuldular ” 912
G e n e lk u rm a y K a yn a ğ ı “ T ü r k İs tik la l H a r b i” nde I. İnönü
Savaşı şöyle a n la tılm ış tır:
“ 9 ve 10 Ocak günleri İnönü mevziinde şiddetli ve çetin
muharebeler oldu. Yunanlılar, çok üstün kuvvetlerle İnönü mev
zilerine karşı giriştikleri bu taarruz , çetin direniş karşısında kırıl
mış ve düşman 11 Ocak sabah eski mevzilere çekilm ek zorunda
kalmıştır.
394
Güney cephesinde ise Istanköy- Banaz kesiminde ilerleyen
Yunan kuvvetleri daha 7 O cak’ta geri çekilmişlerdi. 11 Ocak
öğleye doğru Yunanlıların çekildiklerini anlayan Batı Cephesi
Komutanı, süvarileriyle çekilen kuvvetleri izlemeye ve piyade
birlikleriyle de İnönü Mevzilerini tekrar işgale karar vermiş ve
bu kararını uygulamıştır. İnönü Muharebeleri, Anadolu'da Türk
ulusunun varlığını ve küçümsenmeyecek bir savaş gücüne sahip
olduğunu ispatlamıştır. ” 913
* * *
395
“Birinci İnönü'de şehit olanlar, memlekette nizamt (düzeni)
cephede ordu ile müdafaayı temin için hayatlarım feda etmiş
lerdir. Hiçbir muharebenin şehitleri bu kadar fevkalade şartlar
içinde ve o derece dünyevi, hatta uhrevi menfaatlerden azade
hayatlarım feda etmemişlerdir." 915
İn g iliz belgeleri de I. İn ö n ü S a vaşı'nda Y u n a n lıla rın yenildi
ğ in i d o ğ ru la m a k ta d ır. Ö rn e ğ in 15 O c a k 1921 t a r ih li İn g iliz gizli
is tih b a ra t ra p o ru n d a şu b ilg ile r v a rd ır:
“Bozhöyük önünde büyük bir direnişle karşılaşmış olan
Yunan güçleri Saraphane-Kovalıca hattına ulaşmış, ama Es
kişehir’e ilerlemeyi durdurmak zorunda kalmış; 11 Ocakta Yu
nan askerlerine geri çekilme emri verilmişti. Bu operasyonlar
sırasında yeni Yunan komutanları korkaklık göstermiş ve Ulus
çulara ağır bir darbe indirmek fırsatını kaçırmışlardır. Yunan
askerleri şimdi kendi güçlerine daha az güveniyorlar. Yunan
kayıplarının çoğunluğunu Venizelosçu subay ve erler oluştu
ruyor ve bu da siyasi amaçlar için 300 kadar kayıp verilmiş
olmasına Venizelosçulan epey kızdırmıştır
Dahası, Y u n a n lıla r da sıcağı sıcağına y a p tık la r ı değerlendir
m elerde I. İn ö n ü S a va şfn ı k a y b e ttik le r in i it ir a f e tm iş le rd ir. Örne
ğ in , İs ta n b u l'd a k i İn g iliz G enel K a ra rg â h ı’ m n Savaş B akanlığı’na
17 O c a k ’ta b ild ir d iğ in e g ö re , o g ü n , Bursa o p e ra s y o n la rın ı ko
m uta etm iş o la n Y u n a n G e n e lk u rm a y B a şka n ı Y a rd ım cısı, İngiliz
y e tk ilile re şu a ç ık la m a y ı y a p m ış tı:
‘Keşif harekatı başarıyla tamamlanmadığı için İzmir Kolor
dusuna eski Bursa hattına çekilmesi 13 Ocak*ta emredilmiştir....
Türk güçleri 11. Tümeni seferber etmişti. Bu tümen Kovalıca’ntn S
km kuzeyinde çok mertçe savaşmıştır. Ayrıca 4 . ve 24. Tümenlerle
iki bağımsız tabur ve 1000 kadar milis gücü seferber edilmiş; Türk-
ler Lefke ve Karaköy arasındaki üç köprüyü tahrip etmiştir. ”9,?
396
G ö rü ld ü ğ ü g ib i “ J. İnönü Savaşt yoktur/ ” dem ek kocam an
bir ya la n d ır.
918 Altuğ, age, s.l 14, Selek, agc, C.2, s.497, 498.
919 Turan, age, s.240.
397
işte bu siyasetin ilk c id d i sa ld ırısı I. İn ö n ü Savaşı’dır. Kons-
ta n tin ’ in y e rin i s a ğ la m la ştıra b ilm e si iç in Y u n a n ordusunun bu
savaşı kazanm ası ç o k ö n e m lid ir. “ Y u n a n is ta n ’da ya p ıla n seçim
ler sonrasında yeni k u ru la n h ü k ü m e t bu s a ld ırıy ı daha geniş
o la ra k p la n la y a ra k B a tılı d e v le tle rin y a rd ım ın ı ve güvenini art
tırm a y ı sağlam ak is tiy o rd u . 1 9 2 0 A r a lık ayı s o n la rın d a , düzenli
o rd u y a g irm e y i ka b u lle n m e ye n ve k e n d i başına b u y ru k davran
m ayı sürdüren Ç erkez E them ve k a rd e ş le rin in T ü r k Hükümetine
karşı a y a k la n m a la rı ve b u n u Y u n a n lıla ra da b ild ire re k işbirliği
ö n e rm e le ri Y u nan o rd u s u iç in ç o k u y g u n b ir d u ru m y a ra ttı.” 920
Bu savaşa ç o k önem veren Y u n a n lıla rın , b iz im Cumhuriyet
ta rih i y a la n c ıla rın ın d e d iğ i g ib i, “ y e n ilm e d e n ” veya “ durdurul
m a d a n ” İn ö n ü ’ den g e ri ç e k ilm e le ri d ü ş ü n ü le b ilir m i?
Peki ama Yunanlılar neden çekilmişlerdi?
Bu d u ru m u n tem elde ik i n e d en i v a rd ır: B irin c is i, Yunanlı
lar, İn ö n ü ’de b e k le m e d ik le ri b ir d ire n iş le ka rşıla şın ca şaşırmışlar,
bu şaşkınlığın e tk is iy le ç o k d a h a k ö tü b ir d u ru m la karşılaşmak
istemeyen Y u n a n k o m u ta n la rı g e ri ç e k ilm e k a ra n almışlardır.
“ Örtme birliklerinin Nazifpaşa dolayında 4. ve 11. Tümenlerin
İnönü mevziinin güney kesiminde karşı saldırılara başvurarak
gösterdikleri direnmeler; 3. Yunan Kolordu Kom utanı’nı, Ge
neral Papulas’tan izin alarak çekilm eye itmişti. ” 921 İk in c is i de,
Y u n a n lıla r güneyden ve A n a k a ra ’d a n İn ö n ü ’ye ta k v iy e Türk
k u v v e tle rin in g e ld iğ in i ö ğ re n m iş le rd ir. E ğer b e kle se le rd i mevcut
T ü r k k u v v e tle rin e ek o la ra k g ü n ey ce p h esind e n gelen 2. Süva
ri T ü m e n i ve y o la ç ık a rıla n 8. P iyade T ü m e n i ile A n k a ra ’dan
d e m iry o lu y la İn ö n ü ’ ye k a y d ırıla c a k o la n 3. S ü va ri T ü m e n in i de
48 saat sonra k a rş ıla rın d a b u la c a k la rd ı. Y a n i b ir süre sonra Yu
nan o rd u su n karşısında to p la n 6 tü m e n 2 a la y d a n oluşan büyük
b ir T ü r k gücü o la c a k tı.922 C e la l E r ik a n ’ ın d e d iğ i g ib i, “ Düşman
çekilmeseydi ne olacaktı? Kısa sürede yeni kuvvet getiremedik
398
çe, 48 saat sonra 8. ve 3. Süvari Tümenlerimizi de karşısında
bulacaktı.”92' Bu d u ru m d a a lınacak b ü yü k b ir yenilgiden çe ki
nen Y u n a n lıla r, g e ri ç e k ilm e y i daha m a n tık lı b u lm u şla rd ır.
399
ya ş la rın d a k i N e za h a t H a m m ’a İs tik la l M a d a ly a s ı verilm esi teklif
e d ilm iş tir.927
K im ile rin c e “ ö n e m s iz d ir!” , “ za fe r d e ğ ild ir !” denilerek kü
çümsenen I. İn ö n ü Savaşı sonra sın d a g e ri çe kile n Yunanlılar,
y e n ilg ile rin in in tik a m ın ı T ü r k h a lk ın d a n ç ık a rm a k istercesine
h a lka b ü y ü k z a ra rla r v e rm iştir.
Y unan o rd u su ç e k ilirk e n , ya km ış, y ık m ış , k a d ın la ra tecavüz
etm iş ve in sa n la rı ö ld ü rm ü ş tü . Y u n a n o rd u s u n u n T ü r k halkına
karşı bü “ b a rb a rc a ” d a v ra n ış la rın a te p k i gösteren T B M M Dı
şişleri Bakanı B e kir Sam i, İs ta n b u l’ d a k i Y ü k s e k K om iserlere 20
O c a k ’ta g ö n d e rd iğ i b ir te lg ra fta Y u n a n lıla rın , I. İn ö n ü ’de yenilip
işgalleri a ltın d a k i b ö lg e n in U lu s ç u la rın e lin e geçm esinden sonra
K e m a lis tle rin bu bölgede y ık ın tıla rla b ir lik te , e rk e k , ka d ın ve ço
c u k la rın cesetlerini b u ld u k la rın ı; k a d ın la rın ö ld ü rü lm e d e n önce
k irle tilm iş o ld u k la rın ı b ild irm iş ; İ t ila f D e v le tle ri, Yunanlıların
bu “ k ır ım ” d a vra n ışla rın a son verm ez, b u n la rın tekrarlanm asını
önlemezse M ü s lü m a n h a lk ın H ır is tiy a n to p lu m u n a karşı misil
leme d a vra n ışla rın ı ö n le m e n in im k â n s ız o la ca ğ ın ı be lirtm iş ve
te lg ra fın ı şöyle b itir m iş tir : “Bağlaşık güçlerinden , insanlık adına
müdahalede bulunmaları rica olunur ve Ankara yönetimi, üzü
cü misilleme davranışlarını önlem ek için elinden geleni yapmaya
söz verir.”92*
Evet, I. İn ö n ü Savaşı K u rtu lu ş Savaşı’ n d a k i d iğ e r muha
rebelerle ka rş ıla ş tırıld ığ ın d a “ küçük” b ir m u h a re b e d ir; ama
T u rg u t ö z a k m a n ’ m de d iğ i g ib i, “ b iz im a çım ızd a n önem i çok
b ü y ü k tü r.” 929
9 27 Büyük Millet Medisi Zabıt Ceridesi, C .7, s.440; Tansel, age, s.25, dipnot, 79.
928 Sonyel, age, s.873.
929 özakman, age, s.493.
400
lardı her şeyden önce bu ka d a r “ k o m ik ” d u ru m a düşm ezlerdi.
Ç ü n kü bu savaşı bizza t idare eden İsm et Paşa a n ıla rın d a gerçeği
h iç b ir şe kilde a b a rtm a d a n olanca açıklığ ıyla o rta ya k o y m u ş tu r:
“Aslında Birinci İnönü Muharebesi, askeri bakım dan mü-
tevazi ölçüde bir muharebedir. Yunanltlar taarruz etmişler, b i
zim mevzileri söktürmüşler, bundan sonra haztrltkstz geldikle
rini, ilerisinin daha çok tehlikeli olduğunu anlayarak kendileri
çekilip gitmişlerdir. Yunan ordusu Başkomutanı Papulas, Et-
hem ile de ayn b ir cephede muharebe ettiğimizi hesaba katarak
bizden böyle bir mukavemet (direniş) beklemiyordu. Fakat 9 ve
10 O cak günleri bizim m ukabil (karşı) taarruzlarımızla karşı
laşıp o zam ana ka d ar A nadolu’da görmediği bir muharebe tar
zına Türk ordusunda rastlayınca, 'keşif yaptım, bu kadarı kafi,
öğrendik9 dedi ve bıraktı gitti. Yani muharebede ısrar etmedi.
Birinci İnönü Muharebesi, daha ziyade Kuvayı Seyyare*nin,
Yunanlılarla birlikte gelişen taarruzunun muvaffak (başarılı)
olmaması şeklinde bir adım telakki edilmek (kabul edilmek)
lazımdır. ” 930
T ü r k K u rtu lu ş S a va şfn ın ilk ö n e m li başarısının m im a rı İs
met Paşa’ n ın bu “ m ü te v a z i” sözleri, I. İn ö n ü Savaşı’nı in k a r eden
C u m h u riy e t ta r ih i y a la n c ıla rın ı “ u ta n d ıra c a k ” ka d a r ö n e m lid ir.
G ö rü ld ü ğ ü g ib i İsm et Paşa, hiç a b a rtm a d a n , hatta biraz da te va
zu göstererek I. İn ö n ü Savaşı’nı an la tm ıştır.
C e la l E rik a n , I. İn ö n ü Savaşı’ nın ö n e m in i, “Bu savaşlar dış
ve iç düşmanların planlarını bozmuştur. Bu bakım dan büyük
bir başarı olduğu kuşkusuzdur.” d iye re k vu rg u la m ıştır.9' 1
F a lih R ıfk ı A ta y , İz z e ttin Paşa’n ın , “İsmet İnönü'nün şöhre
tini ve hizmetini küçültmek için Birinci İnönü Zaferini söndür
meye uğraşan zamane politikacılarım ölünceye kadar affetmedi
ğini” b e lirtm iş ve İzzet Paşa’nın son yazısında, “ Bu muharebe
tam bir zaferdir. Bir takım kalem ler bu zaferi, Yunanlılar gibi ,
hiçe saym ak istemişlerdir.Yunanlılar, bu muharebeden kendile-
401
rint Aksu Dimboz müstahkem hattına atarak kurtulahildiler
d iy e yazdığını a k ta rm ış tır.'*2
I. İn ö n ü Savaşı’nın ö n e m in i en e rke n k a v ra y a n la rd a n hırı
A ta tü rk 'tü r. İsm et Paşa a n ıla rın d a bu g erçeği, uAtatürkBirinci
İnönü M uharebesinin neticesine çok önem vermiş görünmekte
dir” d iye re k ifade e tm iş tir .'n
A ta tü rk , I. İn ö n ü Savaşı so n ra sın d a önce, "Bu muharebe ile
pek çok şey kurtarılmıştır " d e m i*, am a d a h a «onra bu sözünü,
“Hayır, her şey kurtarılmıştır” d iy e ta m a m la m ış tır.9*4
A ta tü rk , 1. İn ö n ü Z a fe ri n e d e n iyle T B M M a d ına Batı (,cp.
hesi K o m u ta n lığ ı’na şu k u tla m a te lg ra fın ı ç e k m iş tir:
* İnönü Meydan M uharebesVnde Batı Cephesi kıtalarının
uğurlu ve ezici komutanız altında gösterdikleri kesin faaliyetten
dolayı zat-t devletlerine ve kahram an ordumuzun bütün komu
tanlarıyla subay ve erlerine Büyük M illet M eclisinin kalpten
tebriklerini iletir ve bu başarının m ukaddes topraklarım ızı düş
man istilasından büsbütün kurtaracak olan kesin zaferin ha
yırlı bir başlangıct olm asını T an n ’nın lütfünden diler ve işbu
tebriklerin bütün Batı ordusu er ve subaylarına ulaştırılmasını
rica ederim .nHSS
A ta tü r k , 26 A ra lık 1934 ta rih in d e B a şb a ka n lığ a gönderdi
ği b ir yazıda İsm et Paşa’ ya İn ö n ü so ya d ın ı v e rild iğ in i belirterek
şöyle dem iştir. “Başvekil İsmet Paşa Hazretlerinin inkılap ta
rihimizin ilk şerefli ve parlak sahifesi olan m eydan muhare
belerinin baş kahram ant olmuş bulunm ası itibariyle soyadı
kanunu icabı olarak alacağı aile isminin İnönü olmasını çok
yerinde bulduğumdan kendilerine bu soyadını tevcih ettiğimi
b ild ir ir im r sh
13 ( k a k 1921 ta rih in d e Fevzi Paşa, T B M M ’de yaptığı ko
nuşm ada, “TBMM'nin henüz tam am lanm am tş ordusu ilk rüş-
402
tünü bu suretle ispat etmiştir ... Düşmanın hainane planlan.,
milletin h a ş a n a ile neticelenmiştir. ” d e m iştir.1'*"
1. İn ö n ü Savaşı h a k k ın d a İsm et Paşa'nın a n ıla rın d a g ö rd ü ğ ü '
m üz “ m ü te v a z i” a ç ık la m a la rın b e n zerin i Fevzi Paşa'nın m eclis
k o n u ş m a s ın d a ve A ta tü r k 'ü n k u tla m a te lg ra fın d a da g ö rm e k te
yiz. N e İs m e t Paşa, ne Fevzi Paşa, ne de A ta tü r k , C u m h u riy e t ta
rih i y a la n c ıla rın ın s ö y le d ik le ri g ib i, I. İn ö n ü Savaşı'nı “ a b a rtm a "
e ğ ilim in d e d e ğ ille rd ir. D ik k a t e d ilirse A ta tü rk , o te lg ra fta savaşı
* Kazanılan büyük başan " o la ra k n ite le n d irm iş , bu başarı için
“ z a fe r” k a v ra m ın ı b ile k u lla n m a m ış tır. A n ca k 19 E y lü l 1 9 2 1 ’de
Sakarya M e y d a n M u h a re b e s in in kaza n ılm a sın d a n sonra, " ...
ö n c e l.tnönü Zaferi*ni kay d ettik...” dem iş ve 1927 yılın d a k a
leme a ld ığ ı N u tu k 'ta da I. İn ö n ü 'd e n “ z a fe r” diye söz etm íşti^.v,,,
Ç ü n k ü , t a r ih i o la y la rın gerçek so n u çla rı ancak o la yın üzerinden
b e lli za m a n geçince o rta y a çıkar. Bu nedenle başlangıçta I. İn ö
nü S avaşı'nı sadece “ b a şa rı” d iye a d la n d ıra n A ta tü rk , zam an
ile rle d ik ç e bu savaşın neler g e tird iğ in i ço k daha iy i görerek I.
İn ö n ü Savaşı'nı “ z a fe r” d iye n ite le n d irm iş tir.
H e r şey b u k a d a r a çıkke n , Y alçın K ü ç ü k , F ik re t Başkaya,
A b d u rra h m a n D ilip a k , K a d ir M ıs ıro ğ lu başta o lm a k üzere A ta
İnönü Sauaft'mn
tü rk ve C u m h u riy e tle ka vg a lı isim ler, ısrarla “ /.
bir zafer olmadığım , bunun propaganda amacıyla uyduruldu-
ğunu" id d ia e tm iş le rd ir. O y s a k i, İsm et Paşa, Fevzi Paşa vc
A ta tü r k 'ü n y u k a rıd a k i a ç ık la m a la rı “ p ro p a g a n d a ” değil, gerçe
ğin ta k e n d is id ir.
403
1. I. tn ö n ü Z a fe r i’yle M e c lis in ve h a lk ın , k u ru lm a aşama
s ın d a k i d ü z e n li o rd u y a g ü ve n i a rtm ış , ö z e llik le M e c lis içindeki
Ç erkez E th e m c ile rin , “Ethem ve Kuvayı Seyyaresi olmadan Yu
nanları yenemeyiz!" b iç im in d e k i d ü şü nce si e tk is in i yitirm iştir.
N ite k im , 13 O c a k 1921 ta r ih li M e c lis o tu ru m u n d a b ü yü k bir
heyecan ve coşku yaşanm ıştır. O g ü n B u rs a M ille t v e k ili M u h it
t in B a h a Bey, tü m m ille tv e k ille rin in co ş k u s u n a şö yle tercüman
o lm u ş tu r:
“Efendiler, buraya gelen her birey, her üye küçük yavrusunu
gözyaşları ile bıraktığı, eşi ile helalleştiği, babasının elini öperek
evinden ayrtldığt zaman yemin etmişti. Ya bu devleti tam istik
lal ile yaşatacak, bu milleti tutsaklıktan kurtaracak ve babasına
bıraktığı küçük yavrusuna, yann şeref ve şan verecek dönecek
ya da bu meclisin bütün bireyleriyle beraber düşman önünde
ölecek. Efendiler ; tam bir inançla söylüyorum. Bu millet için
ölm ek yoktur. En güçsüz zannedildiği ve en yardımsız kaldığı
anlarda, düşmanlarının en güçlü göründüğü zamanlarda bile,
akla ve hayale gelmeyen olağanüstü başarılar göstererek insanda
hayranlık uyandıran bu millet batm az... Efendiler, silah yok, top
yok dediler, Osmanlı ordusu çürümüştür, dediler; genel savaştan
yoksul ve perişan çıktı, dediler; yaşlıları umutsuz , gençleri kor
kak, çocukları tutsaklığa layıktır, dediler. Yaşlıların gözlerinde
parlayan inanç ışığına bakınız. Meclisinizin içinde o muhteşem
insanlar vardır ; dışında da vardır. Gençlerin özverisine bakın.
Bütün dünyayı karşılarında gördükleri halde, dünyanın biitün
fabrikalarının yakıcı silahlartnt düşmanlarının elinde gördükleri
halde, ellerindeki kırık tüfekleriyle onların üzerine hücum etti
ler ve onları yendiler. Efendiler, yenilmiş olan bütün milletler;
güçlü yada güçsüz bütün milletler hayret içinde. Güçsüz olma
yan, güçsüzlük hissetmeyen hir millet var. O milleti siz temsil
ediyorsunuz, onunla övününüz... Efendiler, bir ölüyorsak on
doğuyoruz . Bir kişi eksildikçe ruhumuzda on kişilik güç bulu
yoruz . Zarar yok efendiler; çok yandtk , ço k harap olduk. Av
rupa denen uygarlık kitlesi, bu jlç a k la r ve benciller kitlesi, üç
yüz yıldan beri ellerinden geleni yaptı. Onların bizde yarattığı
404
yangınlar , ruhlarımızdaki külleri dağıtmak için şimdi birer rüz
gar oldu. Yananlar yanarken , ölenler ölürken , doğanlar şimdi
daha güçlü , daha dirençli ve daha kararlı oluyorlar. Ben geleceğe
bu ümitle bakıyorum . . . ” **0 M u h it tin Baha Bey’ in bu c o şku lu ,
duygu y ü k lü ko n u ş m a s ın d a n sonra kü rsü ye A ta tü r k çıkm ıştır. I.
İn ö n ü Savaşı’n ın ne k a d a r ö n e m li b ir zafer o ld u ğ u n u A ta tü r k ’ün
şu s ö z le rin d e n daha iy i ne a n la ta b ilir ki?:
“Cennetten vatanımıza bakan merhum Kemal - Vatanın
bağrına düşman dayadı hançerini/ Yok mudur kurtaracak bahtı
kara maderinil demişti. İşte ben bu kürsüden , bu yüksek mecli
sin başkam olarak yüksek kurulunuzu oluşturan bütün üyelerin
her biri adına ve bütün millet adına diyorum ki: Vatanın bağrına
düşman dayasın hançerini/ Bulunur kurtaracak bahtı kara ma-
derini. Ey milliyet duygusu! Sen ey fani insanı ölümsüzlüğe bağ
layan büyük olay! Ey insan toplumunun en yüksek ideali! Ey,
temizleyici düşünce! Ey ölüm korkusu içinde kararmış ruhları
aydınlatan meşale! Ey yaratıcı kudret! Bütün bunlar senin ese
rindir. Yüzyılların yükü altında yorulmuş, çorak Anadolu top
rağından fışkıran kahramanlar senin çocuklarındır. Sen küçük
hesaplar düzenlemesi değilsin. Özgürlüğün tek kaynağı sensin.
Kendisini bir milletin parçası hissetmeyen itısan, tutsak ve y ok
suldur; ona değer verilmez. Kalbi , milliyet ateşi ile yanan insan ,
iç ve dış dünyadan gelen zulüm , tutsaklık ve kölelik ihtiraslarına
aynı anda karşı koyar. Bir insanı kayıtsız ve koşulsuz diğer in
sanlara bağlayan tek duygu sensin. ” *41
A ta tü r k , I. İn ö n ü Savaşı’n ın “ b ir d ö n ü m n o k ta s ı” o ld u ğ u
nu, “ b ir b ü y ü k k ır ılm a ” y a ra ttığ ın ı d ü şü nm e kte d ir. Ç ü n k ü , 15
M a y ıs 1 9 1 9 ’ d a n b e ri ç o k ra h a t b ir şekilde A n a d o lu içle rin e d o ğ
ru ile rle y e n Y u n a n o rd u s u , ilk kez g ü çlü b ir d iren işle karşılaşm ış,
bu d ire n iş i k ıra m a y a ra k g e ri ç e k ilm iş tir. Bu m üte va zi T ü r k za fe ri
çok şey d e m e k ti: H e r şeyden önce bu zafer, Y u n a n lıla rı endişelen
d irm iş ti. Ç o k daha ö n e m lis i, iç is y a n la rla sarsılan, Ç erkez Ethem
940 Yusuf Hikmet Bayur, Atatürk'ün Hayatı ve Eseri, C.l, Ankara, 1997, $.21.
941 Sadi Borak, Atatürk’ün İstanbul’daki Çalifraalan, 2.bs, İstanbul, 1998, s.
53,5 4 .
405
o la y ıy la b u n a la n T ü r k h a lk ı ve M illiy e tç i h a re k e tin ö n d erle ri, bu
zaferle b ira z o lsu n ra h a tla m ış , u fk a ç o k d a h a u m u tla bakmaya
b a şlam ışlardı. Bu zafer, y o k s u l, y o rg u n ve b it k in T ü r k halkına
“ daha ö lm e d iğ in i*' g ö s te rm iştir. A ta t ü r k , işte b u nedenle Meclis
te y a p tığı ko n u şm a d a “ m ille t” k a v ra m ın a v u rg u ya p m ıştır.
T B M M ’n in 17 O cak ta r ih li to p la n tıs ın d a n başlayarak
her gün I. İn ö n ü Z a f e r in i te b rik ve E th e m ’ i k ın a y a n telgraflar
o ku n m u ştu r. Ü lk e n in h e r y a n ın d a n , b e le d iy e le rd e n , şehir ve ka
sabalardan, M ü d a fa a -i H u k u k T e ş k ila tla rın ı te m sile n Meclis
Başkanlığım a te lg ra fla r ç e kilm e si O c a k a yı so n u na k a d a r devam
e tm iş tir.942
1. İn ö n ü Z a fe ri, işgal a ltın d a k i T ü r k iy e ’de ö y le b ü y ü k b ir etki
y a ra tm ış tır k i, İs ta n b u l’d a k i İn g iliz işg a l K u v v e tle ri K o m u tan lı
ğı, basında I. İn ö n ü Savaşı h a k k ın d a “ c o ş k u lu ” h a b e rle r yapıl
m ası, bu savaşın b ir “ z a fe r” o la ra k a n la tılm a s ın ı yasaklamıştın
İn g iliz Y ü kse k K o m is e ri R u m b o ld , 19 O c a k 1 9 2 1 ’ de C urzon’a
g ö n d e rd iğ i te lg ra fta , I. İn ö n ü Savaşı’ n ın y a ra ttığ ı co şku d an ra
h atsızlığını şöyle d ile g e tirm iş tir:
“Son iki gün zarfında Yunanlıların Eskişehir yakınların
da yenilgiye uğratılmış olduklarına dair haberler İstanbul ve
Ankara’da Türk çevrelerinde coşku yaratmıştır... İstanbul’un
ulusçu gazeteleri sevinçlerini gizlemiyor... Basının taşkınlıkla
rını sınırlamak için önlem alıyorum. . . ”943
2. I. İn ö n ü Z a fe r i’ yle k a m u o y u n d a o lu ş a n m illi coşkuyu
daha da a rttırm a k iç in İs tik la l M a r ş ı k a b u l e d ilm iş tir. (12 M an
1921).
3. I. İn ö n ü Z a f e r iy le k e n d in e g ü v e n i a rta n T B M M , yeni
T ü r k d e v le tin in ilk anayasası o la n T e ş k ila t-ı Esasiye K a n u n u ’on
k a b u l e tm iştir. (2 0 O c a k 1 9 2 1 ). “ Egemenlik kayıtsız şartsız mil
letindir” d iye n bu anayasa ile C u m h u riy e te g id e n y o ld a ço k güç
lü a d ım la rd a n b ir i a n lm ış tır.
406
K im ile rin c e , “ ö n e m s iz d ir” denilen I. İn ö n ü Savaşı’ nın “ dışa
r ıd a k i" s o n u ç la n ş u n la rd ır.
1 . 1. İn ö n ü Z a fe ri sonrasında İ tila f D evletleri Sevr A n tla şm a
s ın ı yeniden gözden geçirm ek üzere L o n d ra 'd a T ü rk iy e ’n in de k a tı
lacağı b ir ko n fera n s düzenlem işlerdir. L o n dra K o n fe ra n sın d a n b ir
sonuç alın a m a m ıştır, ama L o n d ra K on fe ra n sı’na ka tıla n T B M M ,
uluslararası alanda ta nınm ıştır. (¿3 Ş ubat-11 M a r t 1921).
2. I. İn ö n ü Z a fe ri sonrasında Sovyet Rusya ile T B M M a ra
sında ç o k ö n e m li b ir mesafe ka yd e d ilm iştir. A ta tü rk , m illi hare
ketin başarıya ulaşm ası iç in m u tla k a R usya'dan ya rd ım a lın m a
sı g e re k tiğ in i dü şü nm ü ştü r. Ç ü n k ü , y o k lu k ve y o k s u llu k içinde
yedi d üvele ka rşı m ücadele veren T ü rk iy e ile Sovyet R u sya 'nın
dü şm a n la n o rta k tır : e m p e ry a liz m ... Bu d o ğ ru ltu d a 1920 ilk ba
harında A ta tü r k L e n in ’ le m ektuplaşm ıştır. D aha sonra 11 M ayıs
1920’de D ış iş le ri B akam B e k ir Sami Bey, b ir heyetle M o s k o v a ’ya
hareket e tm iş tir. Y a p ıla n görüşm eler sonrasında Sovyetleı; 3 H a
ziran 1 9 2 0 ’ de M is a k -ı M i l l i ’y i k a b u l e ttik le rin i a çıkla m ışla rd ın
Kasım 1 9 2 1 ’de ise A li F u t Paşa, M o s k o v a B ü yü ke lçiliğ i'n e a ta n
m ıştın Sovyet Rusya ile T B M M yakın la şm a kla b irlik te , Sovyet
Rusya’ n ın s o m u t b ir a d ım atm ası iç in T B M M ’n in , işgal güçlerine
karşı s o m u t b ir askeri başan kazanm ası g e re kiyo rd u . O zam an
Sovyet R usya, T ü r k iy e ’n in em peryalizm e karşı gerçekten başarılı
o la b ile ce ğini d ü şü ne re k, T ü rk iy e ’ye y a rd ım y a p a b ilird i. İşte bu
o rta m d a d ü z e n li o rd u la n n 1. İn ö n ü Savaşı’nı kazanması ile Sov
yet Rusya ile T B M M arasında M o s k o v a A ntlaşm ası im zalanm ış
tır. (16 M a n 1921). Bu anlaşm a ile Sovyet Rusya, hem T B M M 'y i
resmen ta n ım ış , hem de m illi harekete m a d d i ya rd ım yapm ıştır.
3. I. İn ö n ü Z a fe r i’ n in dış p o litik a d a k i b ir d iğ e r g e tiris i de
T B M M ’ n in A fg a n is ta n ’la ya kınlaşm asıdır. I. İn ö n ü Savaşı son
rasında T B M M ile A fg a n ista n arasında T ü rk -A fg a n D o s tlu k
Anlaşm ası im z a la n m ış (1 M a r t 1 9 2 1), böylece ilk kez b ir M ü s
lü m an ü lk e , T B M M ’y i resm en ta n ım ıştır. Böylece .T B M M 'n in
İslam d ü n y a s ın d a k i itib a rı daha da artmıştır.**44
407
“Görülüyor ki, kimilerinin
P ro f Sina A k ş in ’in d e d iğ i g ib i,
‘ önemsiz’ bulduğu /.İnönü M uharebesi, dtş siyasette önemli üç
olumlu gelişmeye yol açmıştır.”9*5
D o ğ ru la n :
1. D e m iry o lu n u k u lla n a ra k b ir lik le r i s ü ra tle savaş alanına
ka y d ırm ış tır.
2. K ü ta h y a ’da b u lu n a ra k h em Ç e rke z E th e m ’ le ya p ıla n mü
cadeleyi, hem de Y u n a n ile rle y iş in i k o n tr o l e tm e k istem iştir.947
“İsmet Bey*in o günkü şartlara göre Ethem*i hiçe sayarak
İnönü’ye koşması beklenemezdi. Bu sebeple İnönü ile Gediz’in
orta yerine düşen Kütahya’da bulunup iki tarafta hareketin ge
lişmesini beklem ek istediği anlaşılıyor. Bu hareket tarzı İsmet
Bey'in ihtiyatlı ve soğukkanlı mizacına uygun düşmektedir:nm
3. 6 O c a k 1 9 2 1 ’de 2 4 . T ü m e n e v e rd iğ i e m rin ik in c i mad
desinde bu Y u n a n h a re k e tin in b ir “ g ö s te riş ” o ld u ğ u n u tahmin
etm iş, s o n ra k i gelişm eler İsm et Paşa’yı d o ğ ru la m ış tır.
4. Y u n a n h a re k e tin in “ b ir g ö steriş h a re k e ti” o ld u ğ u n u be
“askerliğin gerektirdiği bütün tedbirleri alması
lirtm e s in e k a rş ın
da takdire değer bir haldir. ”949
408
5. 10 O c a k 1 9 2 1 ’de, A lb a y İsm et Bey’in v e rd iğ i ra p o r ü ze ri
ne saat 2 2 .4 0 ’ da G e n e lk u rm a y ’dan g ö n d e rile n e m irde E skişehir
d o la y la rın ın sa vu n ulm a sı u yg u n g ö rü lm e d iğ i ta k tird e b ir lik le rin
gücü k o ru n a ra k to p ve m a k in e li tü fe k le ri b ıra km a d a n o rd u n u n
E skişe h ir’ in d o ğ usu n a çekebileceği b ild ir ild iğ i halde Batı C ephe
si K o m u ta n ı ism e t Bey, bu “ a çık k a p ıd a n ” y a ra rla n m a y a ra k gece
ve rd iğ i e m irle 2 4 . T ü m e n in Beşkardeş dağ ı-Z em ze m iye çiz g is i
ni, 11. T ü m e n in O k lu b a lı ve g ü n e y in i tu tm a sın ı ve 4. T ü m e n in
Ç u k u rh is a r’da yedekte b u lu n m a sın ı e m re tm iş tir.950
Yanlışlan:
. 1. İs m e t Paşa’ ya y ö n e lik en c id d i e le ştiri, 6 -9 O ca k 1921
ta rih le ri a ra sın d a 4 g ü n K ü ta h y a 'd a k a ld ık ta n sonra İn ö n ü 'y e
gelmiş o lm a s ıd ır. u4 gün Kütahya'da kalıp cepheye ancak mu
harebenin son günü yetişmesi, üzerinde durulması gereken bir
husustur. ” d iy e re k İsm et Paşa’yı eleştiren S a b a h a ttin Selek, ço k
değil b irk a ç c ü m le sonra İsm et Paşa’n ın İn ö n ü ’ye geç g e lm esinin
n edenini şöyle a ç ık la m a k ta d ır: “Ethem'e karşı girişilen hareket ,
bilindiği üzere çok cüretkar bir teşebbüstür ve bu hareketin bü
tün sorumluluğunu Albay İsmet Bey üzerinde taşımıştır. Hare
ketin başarısızltğa uğraması her şeyi mahvedebilirdi. 8 Ocak *ta
Ethem’in kuvvetleri her ne kadar azalmış ve sarsılmış ise de , İs
met Bey ’in o günkü şartlara göre Ethem'i hiçe sayarak İnönü'ye
koşması beklenem ezdi.. ” 951
“Kurtuluş Savaşı Tarihi ” a d lı eserin yazarı C e la l E rik a n
da İsm et Paşa’ n ın , İn ö n ü ’ye geç gelm esini ve bazı b ir lik le
sü rm e m esini e le ştire n le rd e n d ir: " Cephe
ri savaş m e y d a n ın a
Komutanının kendisinin kesin sonuç yerine geç gelmesi, genel
ileri karakollarının savaş meydanına sürülmemiş olması eleştiri
mlerden kurtulamaz. ”951
A n c a k , İsm e t Paşa’ n ın K ü ta h y a ’da 4 g ün k a la ra k İn ö n ü ’ye
geç g e ld iğ i y ö n ü n d e k i e le ş tiri, ilk bakışta m a n tık lı görünse de
409
o la y la rın iç y ü z ü n ü d ik k a te a lın ca b u e le ş tiri kısm e n havada kal
m a k ta d ır. Şöyle k i: Sadece İs m e t Paşa d e ğ il, A t a t ü r k de dahil
b ü tü n m ille tv e k ille ri ve k o m u ta n la r ın ö n c e lik li h e d efi Çerkez
Ethem te h lik e s in d e n k u rtu lm a k tır. Ç ü n k ü T B M M ’ n in açılma
sından sonra m illi h a re k e ti en ç o k u ğ ra ş tıra n “ iç aya kla n m a la r”
o lm u ş tu r. M i l l i h a re k e tin geleceği b a k ım ın d a n ö n c e lik , en ciddi
iç a y a k la n m a la rd a n b ir i o la n E th e m a y a k la n m a s ın ın bastırılma
sıdır. Bu nedenle İsm e t Paşa, E th e m ’ i e tk is iz h ale g e tirm e k için
K ü ta h y a ’da b ira z u zu n k a lm a y ı g e re k li g ö rm ü ş tü r. A n c a k bu sı
rada Y u n a n ile rle m e sin e k a rşı g e re ke n tü m ö n le m le r in i de almış,
ta k v iy e b ir lik le r i ka h y ü rü te re k , k a h tre n le rle İn ö n ü ’ ye ulaştır
m a k iç in e lin d e n gelen her şeyi y a p m ış tır. A n c a k d ö n e m in kısıtlı
im k â n la rın d a n d o la y ı ta k v iy e b ir lik le r in İn ö n ü ’ye gelmesi kıs
m en geç o lm u ş tu r. İs m e t Paşa, E th e m te h lik e s in in ta m o la ra k or
ta d a n k a ld ırılm a s ın d a n s o n ra y o la ç ık a ra k s ü ra tle İn ö n ü ’ye ulaş
m ıştır. Z a te n I. İn ö n ü Savaşı’ n ın en k r it ik m ü c a d e le le ri de İsmet
Paşa’ n ın İn ö n ü ’ye g e ld iğ i 10 O c a k 1921 ta rih in d e yapılmıştır.
Bu m üca deleler esnasında İsm e t Paşa o rd u s u n u n başındadır.
Bazı C u m h u riy e t ta r ih i y a la n c ıla rı ip in u c u n u iyice kaçıra
ra k , İsm et Paşa’ n ın aslında I. İn ö n ü Savaşı’na h iç katılm adığını
ile ri s ü rm ü ş le rd ir. N e d iy e lim ? Pes!..
* * *
410
ü lk e m iz d e , A ta tü r k 'e ve C u m h u riy e te “ k in ” ve “ d ü ş m a n lık ”
besleyenlerin sıkça y a p tık la r ı şey, İsm et İn ö n ü ’ye “ y e rli ye rsiz”
hücum e tm e k tir. B u h ü c u m la rın en ölçüsüzce y a p ıld ığ ı k o n u la r
dan b ir i de I. İn ö n ü S a v a şid ır.
B ü tü n b e lg e le r ve g e rçe kle r o rta d a y k e n , m aalesef b ir ile r i
hâlâ “ u ta n ıp ” “ s ık ılm a d a n ” “ /. İnönü Savaşı olmamıştır / ” d iye
n u tu k la r a tıp genç n e s ille ri ze hirlem eye devam e d e c e k tir...
411
b a ş k a n e d e n le rle ö le n le r ve y a r a la n a n la r d a e k lc n in c e , K urtuluş
S a v a ş a n d a k i to p la m sayı 4 6 .3 8 6 ş e h it* 3 3 .6 8 5 y a r a lıd ır . 1,54
İşte , y o b a z -lib o ş i t t if a k ı n ı n “ ç o k a z ! ” d e d iğ i ra k a m la r...
412
Yaşlı ve çocuk Tiirkler, esir tutulduklar, kampta
namaz kılarken (16 Mayısı 1922)
413
A khisar'daki Kuvayı Milliye birliği
414
Kadın kahramanlar: Yatma Çavuş (en solda) sekiz yerinden
yaralanan Pembe Hatun (en sağda)
415
Y a la n 4
YAZI VE D İL D E V R İM İ T Ü R K İY E ’Yİ
T A R İ H İ N D E N K O P A R M IŞ T IR !
C u m h u r iy e t t a r ih i y a la n c ıla rın ın h iç ta rtış m a s ız “ efsaneleş
“Yazı ve d il devrim lerinin T ü rkiye’yi
m iş ” y a la n la r ın d a n b ir i,
tarihinden , geçm işin den k o p a rd ığ ı ” y a la n ıd ır. K o n u n u n a y r ın tı
la rın a g ir m e d e n ö n c e p e şin e n b u n u n b ir “ k u y r u k lu y a la n ” o ld u
ğ unu s ö y le m e liy im .
B u y a la n a en ç o k ra ğ b e t e d e n, k a d im y o b a z la rım ız d ır. “ d i l
le” “ d in ” a ra s ın d a b ir b a ğ k u r a n ve “ İs la m d in in in d ili n i n ” m u t
laka A r a p ç a o ld u ğ u n u d ü ş ü n e n , A r a p h a r f le r in i k u ts a y a n ya za r,
çizer t a k ım ım ız , A t a t ü r k ’ ü n , A r a p a lfa b e s in in y e rin e L a tin a lfa
besini k a b u l e tm e s in e fe n a h a ld e b o z u lm u ş tu r. A r a p a lfa b e s in i
İsla m d in iy le ö z d e ş le ş tire n b u k iş ile r, h a liy le L a tin a lfa b e s in i de
B a tı’y la y a n i H ı r is t iy a n lı k la ö z d e ş le ş tirm iş le rd ir. A y rıc a k a d im
y o b a z la rım ız , D i l D e v r im i ile T ü r k ç e y i a d e ta is tila e d ile n A ra p ç a
ve F arsça s ö z c ü k le rin d ild e n a y ık la n m a s ın a da fena h a ld e b o z u l
m u ş la rd ır. Y a z ı ve D i l D e v r im i’ ne y ö n e lik y o b a z s a ld ırıla r ın a r
ka s ın d a b u g e rç e k le r v a rd ır. Y a n i k a d im y o b a z la rım ız iç in m esele
a slın d a “ d i l ” d e ğ il “ d i n ” d ir.
K a d ir M ı s ır o ğ lu , A b d u r r a h m a n D ilip a k , M u s ta fa A rm a ğ a n
vb. t a r ih ç i ve y a z a rla r ın b ilin ç a ltla r ın d a h ep “ D in d ili= A r a p ç a ”
ö z d e ş liğ i v a rd ır . B u is im le r, A t a t ü r k ’ ü n a lfa b e d e ğ iş ik liğ in i b u
n e denle a ğ ır b ir ş e k ild e e le ş tirm e k te d irle r. E ğ e r O s m a n lı L a tin
a lfa b e s in i k u lla n ı y o r o ls a y d ı, A t a t ü r k de L a tin a lfa b e s in in y e rin e
A ra p a lfa b e s in i k a b u l e ts e y d i, in a n ın b u k iş ile r ç o k m u tlu o lu r la r
ve «asla b u d e ğ iş im i e le ş tirm e z le rd i! H a tta e m in o lu n o z a m a n
A t a t ü r k ’ ü a lk ış la r la r d ı!
L ib e r a lle r im iz de - A t a t ü r k d e v rim in e “ g ıc ık ” o ld u k la r ın d a n
d o la y ı o ls a g e re k - A t a t ü r k ’ ü n b ü tü n d e v r im le r i g ib i, ya zı ve D il
D e v r im i’ n i de a la b ild iğ in c e e le ş tirm e k te d irle r.
419
Aristo Mantığıyla Yazı ve Dil Devrimi’ne Saldırmak
Bu k o n u d a k i son e le ş tirile rd e n (s a ld ırıla rd a n ) b ir in i sîzlerle
paylaşm ak is tiy o ru m .
C u m h u riy e t ta rih i y a la n la rın a sıkça b a şvu ra n gazeteci Emre
A k ö z , 2 T em m uz 2 0 1 0 ta r ih li “ X,
W, Q H arflerini Alfabeye Al
maya Haztr mtstntz?n b a ş lık lı ya zısın da yazı ve D il D e v rim i’nı
şöyle e le ş tirm iş tir:
“ B ir cümle yazdtm... fH arf/dil inktlabt ve Osmanlıcamn
tehciri, kültür ve zihniyet açtstndan ucube ku şaklar yaratmış
tır9 dedim ... Kemalistlerin kim yası bozuldu . ‘K em alist9gerçek
ten ilginç bir insan tipi. G enç kuşakların, örneğin, Kurtuluş
Savaşı'm öğrenmesini yürekten isteyip, bilm eyeni ayıplıyor da...
Aynı gençlerin, 1928 öncesine a it m etinleri okuyam am asını bir
sorun olarak görmüyor ki bu metinlere A tatürk’ün 1927'deki
Nutuk'u da dahil! Bizim Kemalistlerin hayatı kavraytş biçimle
ri insanı şaşırtan, ‘bu ka d a r d a olam a z’ dedirten tuhaflıkta.
* **
* * *
420
* O nlan yine Baftltlann bilm ediği alfabeleriyle Hindistan
takip ediyor.
* Yunanistan, G rek alfabesiyle , Avrupa Birliği'ne girdi . Son
kriz öncesinde kişi başt ortalam a gelir 30 bin dolardan fa z
laydı. Türkiye ise î O bin dolara an cak ulaştı.
* Rusya d a Kiril alfabesi kullanıltyor. Batılılar, yani Avru-
paltlar ve ABD'liler bu alfabeyi bilmez. Sovyetler Birliği
olarak, Soğuk Savaş dönem inde dünyanın ikinci büyük
gücüydü. Sonra ytkıldt. Şimdi toparlanıyor.
* * *
421
de X, Wve Q harfleri var. Yani Latin alfabesiyle kaynaşmada
Türkçeden Herdeler! M adem Kemalistler, Latin alfabesi üzerin
den ‘Dünyayla bütünleşm ek9 istiyor. İşte fırsat: X, W ve Q’nun
alfabeye eklenmesini savunsunlar d a görelim .” 955
C u m h u riy e t ta rih i y a la n c ıla rı - y u k a r ıd a da g ö rü ld ü ğ ü gibi-
A ta tü r k ’ün yazı ve d il d e v rim le rin e s a ld ırm a k iç in , te k n ik ola
ra k “ basit m a n tık s a l ç ık a rım la rd a n ” h a re k e t e tm e k te d irle r. Yani
tezleri, “ A ris to m a n tığ ı” , “ d ü z m a n tık ” ü rü n ü d ü r, b u nedenle de
çü rü tü lm e s i, “ y a n lış la n m a s ı” ç o k k o la y d ır.
ö rn e ğ in , C u m h u riy e t t a r ih i y a la n c ıla rın ın , “A lfabe değişik
liğinden sonra, gençlerimiz 1928 ön cesindeki metinleri okuya
maz hale geldiği , Jap on y a ve Çin gib i ü lkeler de alfab e deği
şikliğine gidilmemesine karşın bu ülkelerin ilerledikleri , alfabe
değişikliğinin bizi bir gecede cahil bıraktığı , Dil Devrimi stra-
sında Arapça ve Farsça kelim elerin atılm asının dili fakirleştir
diğin g ib i te z le ri ç o k te m e lsizd ir.
İşte cevaplar:
ö n c e lik le , “A lfabe değişikliği sonrasında gençlerimizin 1928
öncesindeki metinleri okuyam adıkları ” id d ia s ın d a n başlayalım.
Bu id d ia tam am en değil am a kısm en ya n lıştır. Ç ü n k ü 1928’de
alfabe d e v rim i ya p ıld ığ ın d a o k u m a yazm a b ile n ç o k az sayıda
k i insan b ir anda eski yazıyı u n u tm a m ış tır. D ahası bu nesil, yani
A ra p h a rfle riy le o k u m a yazm a b ile n le r, ölene k a d a r bu alfabeyle
(yazm asalar da) o k u m a y a devam e tm işle rd ir. A n c a k 1928 ve son
rasında doğanlar, 1928 öncesi m e tin le ri o ku y a m a m ış la rd ır, ama
burada da b ü y ü k b ir ça rp ıtm a y a p ılm a k ta d ır. Şöyle k i:
B irincisi, O sm anlıda 19 2 8 ’de, o k u m a yazm a o ra n la rı kadınlar
da yüzde 3, erkeklerde ise yüzde 7*dir. Y a n i to p lu m u n yüzde 90*ı za
ten A ra p alfabesi de d a h il h iç b ir alfabeyle o k u m a yazm a bilmemek
“Latin harfleri kabul edildi, toplum eski metinlen
tedir. Dolayısıyla
okuyamaz oldu” iddiası kocam an b ir palavradır. Ç ü n k ü toplum,
h a rf devrim inden önce de zaten o k u ya m a m a kta d ır.
422
İk in c is i, O s m a n lıy a m atb a a 1727 yılın d a gelm iş, bu m a t
baada b a sıla n az s a y ıd a k i k ita p , ( M u te fe rr ik a 'n ın ö lü m ü n e k a
dar geçen 2 0 y ıl iç in d e sadece 16 k ita p basılm ıştır. Basılan bu
k ita p la r iç in d e T ü r k d ilin e ve sanatına y ö n e lik b ir tek eser b ile
y o k tu r) satıcı b u la m a y ın c a m atb a a 2 0 0 y ıl k a d a r a tıl d u ru m d a
b e k le tilm iş , a n ca k 19. y ü z y ıld a O s m a n lfd a k ita p ve gazetenin
önem k a z a n m a y a b a şla m a sıyla m atb a a d a ye n id e n k ita p b a sıl
maya b a ş la n m ış tır. A n c a k bu k ita p la r da sadece b ü y ü k şe h irle r
de o k u r b u la b ilm iş tir.
ö z e tle , y o b a z , lib o ş ta k ım ın a b a rttığ ı g ib i, 1928 öncesinde
O s m a n lı’ da ne ö y le a h ım şahım b ir k ita p veya gazete k o le k s iy o
nu ne de o k u y u c u k itle s i v a rd ır ... A yrıca , geçm işi o r ijin a l m e tin
lere u la ş a ra k a ra ş tırm a k ta rih ç ile r in iş id ir.
“ 1928’de alfabe değişikliğiyle geçmiş metinleri okuyamaz
olduk dem ek ” d u y g u sö m ü rü sü d ü r.
“ H a rf devrim i ndett dolay t Türk gençleri 80 ytl sonra bugün
Atatürk’ün Nutuk'unu bile okuyam az oldu" d iy e re k yazı ve D il
D e v rim i’ ne s a ld ıra n C u m h u riy e t ta rih i y a la n c ıla rın a , “ D ik e n s iz
gül b ahçesi d iy e a n la ttığ ın ız O s m a n lı, eğer b ira z T ü rk ç e y e sa h ip
çıksaydı, T ü r k ç e y a m a lı b o h ça h a lin e g e tirilm e s e y d i, A ta tü r k
de yazı ve D il D e v r im i’ ne ih tiy a ç d u y m a z b ö yle ce 80 y ıl önce
de 1 8 0 y ıl ö nce de y a z ıla n m e tin le r b u g ü n k ü n e sille r ta ra fın d a n
k o la yca o k u n a b ilir d i, ö r n e ğ in , İn g ilte re ’de 4 0 0 y ıl önce y a zıla n
S hakespeare’ın e s e rle rin i b u g ü n İn g iliz g e n çle ri o k u y u p a n lıy o r
sa, b u n u n n e d e n i İn g iliz İm p a r a to r lu ğ u ’n u n h e r d ö n em d e d ilin i
ve ya zısın ı k o r u m a s ı d ır / ’ d iye cevap ve rm e k g e re kir.9' 6
A y rıc a şu n u da h a tırla ta lım k i, H a r f D e v rim i, y a p ılm a sa y-
dı ve L a tin h a rfle rin e g e çilm eseydi de T ü r k ge n çle ri b u g ü n yin e
9 0 -1 0 0 y ıl ö n c e k i m e tin le ri a n la y a m a y a c a k la rd ı. Evet, m e tin le
ri o k u y a c a k la r a m a o A ra p ça ve Farsça sö zc ü k le rin a n la m la rın ı
b ilm e d ik le ri iç in o k u d u k la r ı m e tin o n la ra anla m sız tü m ce le rd e n
423
oluşan yabancı d ild e b ir m e tin g ib i g e le ce kti. B u g ü n İngilizce
bilm eyen b ir T ü r k 'ü n L a tin h a rfle riy le ya z ılm ış İn g iliz c e b ir met
n i okum ası g ib i, A ra p ç a ve Farsça b ilm e y e n b ir T ü r k ü n Arap
h a rfle riy le yazılm ış O s m a n lıca b ir m e tn i o k u m a s ı a yn ıd ır: Her
ik is i de o k u r ama h iç b ir şey a n la m a z ! B iz im g e n ç le rim iz in bu
gün N u tu k veya 9 0 -1 0 0 y ıl ö n c e k i m e tin le ri anlayam am alarının
nedeni alfabe d e ğ iş ik liğ i d e ğ il, 9 0 -1 0 0 y ıl önce O sm an lıca diye
a d la n d ırıla n T ü r k d ilin in A ra p ç a ve Farsça sö z c ü k le rle dolması
dır. Yani d ilin b o zu lm a sıd ır.
Yazı ve D il D e v rim i “ u n u tu la n T ü r k ç e y i” ye n id e n canlan
d ırm ış, d o la yısıyla s o n ra k i n e s ille r “ y a m a lı b o h ç a ” d u ru m u n da
k i O sm an lıca yla ya zıla n k ita p la rı o k u y a m a z o lm u ş la rd ır. Ancak
burada söz e dilen “ o k u n a m a y a n k it a p sa yısı” ç o k sın ırlıd ır.
A yrıca, 8. y ü z y ıld a ya zılm ış O r h u n A n ıtla r ı veya 10. ve 15.
y ü z y ılla r arasında ya z ılm ış m e tin le r; ö rn e ğ in P ir S u lta n Abdal,
K a ra ca oğ la n , Y unus Em re b u g ü n a n la ş ıla b ilirk e n , 16. ve 19.
yü zyıl a ra s ın d a k i m e tin le r b u g ü n a n la ş ıla m a m a k ta d ır. Çünkü,
10. ve 15. y ü z y ılla r a rasında h e n üz T ü r k ç e n in ırzın a geçilm em iş
tir ; 16-19. y ü z y ılla r a rasındaysa, adeta T ü r k ç e n in ırz ın a geçilmiş,
T ü rk ç e A ra p ça ve Farsça sö z c ü k le rle d o lm u ş , “ T ü rk ç e , Türkçe-
liğ in i y itir m iş ” bu yüzden de O s m a n lıc a d iy e a d la n d ırılm ış tır."'
O sm an lı a y d ın la rı 16. y ü z y ıld a n so n ra adeta T ü rk ç e d e n utanır
o lm u ş la rd ır, ö rn e ğ in , Y avuz S u lta n S elim d ö n e m i o la y la rın ı an
latan Selim nam e a d lı k ita b ın ya za rı K e ş fi ( k ita b ın ı A ra p ç a yaz
m ıştır) k ita b ın ı T ü rk ç e yazm asını isteyen b ir şaire şu karşılığı
Türk dili iri bir inci tanesi gibi yontulmamıştır ve iç
v e rm iş tir: “
tırmalayıcıdır O nedenle yeryüzündeki zarif yaratılışlı kişiler
ce hoş karşılanmamakta, dilde kurallara Önem veren kimselerin
957 Türkçede Arapça etkisi ivin bkz. Aksan, age, s. 1 17 vd. Enver Ziya Karal Turk-
çenın bozulma sürccini kronolojik olarak şöyle sınıflandırmıştır: I. Turk^c-
nın yabana dil (Arapça-Farsça-Rumca) etkisine karşı direnişi (1299-1453), 2,
Türkçe üzerinde yabancı dil etkisinin artması (145.3-1517), 3. Türkçede Arap
ça ve Farsça etkisinin üstünlüğü (1 5 1 7 -1 7 1 8 ), 4.Türkçemn önem kazanmaya
başlaması (1718-1839), 5. Türkçenin bakımsızlığı için çalışmalar (1839-1918).
Enver Zıya Karal, * ( ) s m d n lı T a r ih in d e T ü r k D t h S o r u n u “, Bilim, Kültür ve
öğretim Dili Olarak Türkçe” Ankara, 2 0 0 1 , s.30.
424
anlayış ve beğenisine de uygun düşmemektedir. Bu yüzden de
kültürlü kimselerin görüşmelerinde dışlanmış ve güzel konuşan
kişilerin söyleşilerinde aşağtlanmıştır:~*SH
Buna k a rş ın 16. y ü zyıl şa irle rin d e n T a ta v la lı M a h re m i’ nın
A rapça-Farsça sö zcü kle rle d o lu D iva n edebiyatına te p k i o la ra k
yazdığı B a sitn a m e a d lı eserde yer ve rd iğ i b e yitle r bugün ço k k o
lay a n la ş ılm a k ta d ır:
“Gördüm segirdiir ol ala gözlü , geyik gtbi,
Düşdüm saçı duzağtna bön üveyik gibi ,
17. y ü z y ıl H a lk e d e b iya tçıla rın d a n K a ra ca o ğ la n 'ın ya zd ık
ları da b u g ü n a n la ş ılm a k ta d ır:
“Nedendir de kömür gözlüm nedendir f
Şu geceki benim uyumadığım
Çetin derler ayrılığın derdini
Ayrılık derdine doyamadığım.
G ö rü ld ü ğ ü g ib i 16. ve 17 yü zyıld a T ü rk ç e k u lla n ıla ra k yazı
lan b ir ş iir b u g ün ç o k ra h a t b ir şekilde an la şılm a kta d ır. Yeter k i
T ü rk ç e k u lla n ıls ın !..
Ş im d i de, A ra p ç a ve Farsça özentisi D iva n şa irle rin d e n
N c fi’ n in “ ç o k sade” yazılm ış şiirle rin e b ir ö rn e k verelim :
“ Girdi miftah-ı der-i genc-i mania elime ,
Aleme bezl-i giiber eylesem itlaf değil
Levh-i mabfuz-ı sübandır dil-i pek-i Nefi
Tab*t yaran gibi diikkançe-i sahaf değil.'"**'
N e an la d ın ız? iç in e h a fif T ü rk ç e se rp iş tirilm iş , A rapça ve
Farsça k e lim e le rle süslenm iş bu D iv a n ş iirin i bugün an la m a k
neredeyse im k â n sızd ır.
A ra p h a rfle ri değişmeseydi bile bugün bu ş iiri o ku ya n kaç
kişi a n la y a c a k tı? G ö rü ld ü ğ ü g ib i mesele aslında “ ya zı” değil
ttd i r m eselesidir.
958 Keşfi, Selim-name, Süleymaniyc Kütüphanesi, Ktb. Esad F.f.No, 2147, Vr, 1 la;
Şerafcttin Turan, Atatürk ve Ulusal Dil, Eylül 1998, s, 10.
959 Zeynep Korkmaz, **A ta tü rk ve T ü r k D i l i ", Türk Dili Dergisi, S.655, Temmuz,
2 0 0 6 , *.1«.
960 agm, s.20.
961 agm, s.20.
42.5
îs la m iy e tin k a b u l e d ilm e s in d e n so n ra T ü rk ç e y e yerleşmeye
başlayan A ra p ç a Farsça s ö z c ü k le rin o ra n ı K a r a h a n lıla r d ö n e m in
de K u ta tg u B ilig de % t -2 ik e n , ik i y ü z y ıl so n ra y a z ıla n A ta b e tü l
H a k a y ık ’ta bu o ra n % 2 0 -2 6 ’ya ç ık m ış tır. Bu o ra n E s k i A n a d o lu
T ü rk ç e s in d e , ö rn e ğ in Y u n u s E m re ’ de % 13 c iv a rın d a d ır. Farsça
ve A ra p ç a n ın o ra n ı D iv a n ş a irle rin d e n B a k i’ de % 6 5 , N e fi’de
% 6 0 , N a b i’ de % 5 4 ’tü r. Bu o ra n , T a n z im a t ş a ir ve y a z a rla rın
da n N a m ık K e m a l’de % 6 2 , Ş em settin S a m i’ de % 6 4 , A hm et
M it h a t ’ta % 5 7 , İt t ih a t T e ra k k i d ö n e m in d e Z iy a G ö k a lp ’te %
5 7 ’d ir.9*2 G ö rü ld ü ğ ü g ib i 16. y ü z y ıld a n s o n ra T ü r k ç e y i istila
eden A ra p ç a ve Farsça s ö z c ü k le rin e d e b iy a tta k i o ra n ı o rta la m a
% 6 0 ’dır. B ir d il d ü ş ü n ü n k i, o d ilin e d e b iy a tç ıla rı m e tin le rin in
% 6 0 ’ ını y a b a ncı sö z c ü k le rd e n o lu ş tu rs u n la r. B ö y le b ir d il her
şeyden önce “ ö z b e n liğ in i” y itir m iş tir .
O s m a n lıd a h a lk ın k o n u ş tu ğ u d il A ra p ç a Ve F a rsça d a n ç o k az
e tk ile n irk e n , a y d ın la r, d in a d a m la rı, sa ra y çe vre si ve ö z e llik le şiir
ve düz yazı a la n ın d a ü rü n le r ve re n s a n a tç ıla r (Divan edebiyatı)
bu d ille rd e n ç o k fa zla e tk ile n m iş tir.963 O s m a n lı’da “ T ü r k ç e H a lk
e d e b iy a tıy la ” “ A ra p ç a ve Farsça D iv a n e d e b iy a tı” a ra sın d a ki
u ç u ru m u n a ç ıld ığ ı d ö n e m le rd e T ü r k ç o c u k la rı o k u d u k la r ı D iva n
e d e biyatı eserleri a n la m ıy o rla rd ı. Saray ve e d e b iy a t çe vre le rin in
A ra p ça -F a rsça ö z e n tis i y ü z ü n d e n “ odun yerine hatab, et yerine
lahm, pirinç yerine erz, yok yerine na-mevcut, bekleme yerine
intizar, çarpışma yerine müsademe vb (Arapça-Farsça kelimeler
kullanılmaya başlanmıştır) sonuç konuşm a dili ile yazı dilinin,
halk edebiyatı ile aydın zümreye Divan edebiyatının kesin sınır
larla birbirinden ayrılmasıdır n9MEnver Ziya Karal'ın d e d iğ i gibi,
“ Osmanlıda ... Türkçeleri bulunduğu halde Arapça ve Farsça
sözcükler gelip (bu Türkçe sözcüklerin) yanlarına veya yerlerine
yerleşmiştir., örn eğin , Türkçede baş , göz , yüz, dil, el sözcükleri
durup dururken re’s , çeşm, vech, lisan, yed sözcükleri alınmıştır.
426
ö t e yandan Arapça köklerden , Arapların bile kullanmadığı an
lamda kim i sözcükler uydurularak dilimize sokulmuştur. O ku
maktan oku l sözcüğünün yerine , Arapçadan Arapların yazıhane
(büro) anlamında kullandıkları m ektep sözcüğü uydurulmuştur.
Bu sözcüklerin çoğullan da Türkçeye yabancı Arap ve Fars dili
kurallarına uygun olarak düzenlenmiştir.'"*t S D il D e v r im i’ nden
sonra A t a t ü r k ’ ü ve T D K ’yı “ sözcük uydurdu " d iye e le ştire n le
rin , O s m a n lıd a ü s te lik T ü rk ç e s i d u ru rk e n , b ü y ü k b ir a şağılık
k o m p le k s iy le , T ü rk ç e y e d e v ş irm e k iç in A ra p ç a sözcük u y d u r u l
m asını neden e le ş tirm e d ik le rin i h iç m e ra k e ttin iz m i?
O s m a n lıd a h a lk ve d e v le t a ra s ın d a k i b u “ d il fa r k lılı ğ ı " za
m an la h a lk la (ö z e llik le de T ü rk ç e k o n u ş a n h a lk la ) d e v le tin b ir
b irin d e n u z a k la ş m a s ın a y o l açm ıştır.
ö z e tle , g e n ç le rim iz in 18. ve 19. y ü z y ılla rd a k i m e tin le ri b u
gün anlayam am alarının ne d en i “ D il D e v r im i” d e ğ il, O sm anlI
nın T ü r k ç e y i “ iğ f a l” e tm e sid ir. Bu ö yle b ir “ iğ f a ld ir ” k i, T ü r k
ç o c u k la rı O s m a n lın ın en ö n e m li e ğ itim k u ru m u m edreselerde
b ilim d ili o la ra k A ra p ç a k u lla n ıld ığ ın d a n ana d ille r i T ü rk ç e y i
u n u tm a n o k ta s ın a g e lm iş le rd ir. O s m a n lıd a d e vle t m e m u rla rın ın
y e tiş tirild iğ i T o p k a p ı S a ra y’ ın d a k i E n d e ru n M e k te b i’ nde T ü rk ç e
k u lla n ılm ış tır. A n c a k b u ra y a ilk z a m a n la rd a T ü r k te r d e ğ il d e v
ş irm e le r a lın m ış tır. O s m a n lıd a e ğ itim ve b ilim d e T ü rk ç e n in nere
deyse te k sığm ağı E n d e ru n M e k te b i’d ir. (A c e m i O ğ la n la r O ca ğ ı,
M e h te rh a n e , T o p h a n e ve T ersa n e ’de de T ü rk ç e k u lla n ılm ış tır.)
O s m a n lıd a T ü r k h a lk ı T ü rk ç e y i k a h v e h a n e le rd e ve te kk e le rd e
ya ş a tm ış tır.96h
H a ! Y azı ve D il D e v r im i’ nden so n ra O s m a n lı a rş iv le rin d e k i
b e lg e le rin b u g ü n o k u n a m a d ığ ın d a n söz e d iy o rs a n ız eğer, h a lk ın
bö yle b ir is te ğ i, b ö y le b ir a rzu su ve b ö yle b ir g ö re v i y o k tu r zaten.
O a rş iv b e lg e le rin i o k u m a k u z m a n la rın , ta rih ç ile r in g ö re v id ir. Ve
iy i b ir ta r ih ç in in de m u tla k a eski a lfa b e y i ö ğ re n m e si b ilim s e l b ir
z o ru n lu lu k tu r. 1 9 2 8 ön ce sin de A ra p a lfa b e si b ile n in s a n la rın
427
O s m a n lı a rş iv le rin d e h a n i h a n i belge o k u d u k la n n ı za n n e d iyo r
sanız ç o k y a n ılıy o rs u n u z ! N ite k im b u g ü n T ü r k iy e ’de sırad a n bir
o k u r-y a z a rın eski m e tin le ri o k u m a k d iy e b ir d e rd i y o k tu r. Eski
m e tin le ri o k u m a k iste ye n le r de e ski h a rfle r i ö ğ re n ip o m etin le ri
rah a tça o k u m a k ta d ırla r. B u g ü n b ü tü n ü n iv e rs ite le rin Edebiyat
F a k ü lte le rin d e O s m a n lıc a ö ğ re tilm e k te d ir.
A lfa b e d e v rim i sayesinde b u g ü n T ü r k iy e ’de o k u m a yazma
o ra n ı yüzde 9 0 ’a ç ık m ış tır. K ü ç ü k a y rın tıla r d a b o ğ u lm a k yerine
bu g ü z e lliğ in ta d ın a v a rm a k g e re kir.
“Alfabe değişikliğinin Türkiye'yi tarihinden kopardığı”
da p a la v ra d ır. Ç ü n k ü , O s m a n lı’da 19. y ü z y ıld a b ile “ t a r ih ” de
n ilin c e sadece İs la m t a r ih i ve O s m a n lı t a r ih i a n la ş ılm a k ta d ır.
Ş inasi’n in d e d iğ i g ib i “ O s m a n lı’d a , ta r ih in , A lla h ’ ın em riyle
y ö n le n d ir ild iğ i” b iç im in d e b ir g ö rü ş v a rd ır. İs la m d a n ö n c e k i dö
ne m le r “ d in d ış ı” o la ra k g ö rü ld ü ğ ü n d e n b u d ö n e m le rle ilgile-
n ilm e m e k te d ir. N ite k im 19. y ü z y ıld a , İs la m ö n ce sin e u za n an bir
T ü r k ta rih in in v a rlığ ın d a n O s m a n lıla rı h a b e rd a r eden de bazı
B a tılı T ü r k o lo g la r ve ta rih ç ile r d ir . O s m a n lı’ da ta r ih , hanedan-
la n n h a y a t h ik a y e le riy le s ın ırlıd ır. V a k a n ü v is a d ı v e rile n devlet
ta rih ç ile r in in g ö re v i de o la y la rı p a d iş a h ın p e n cere sin d e n a n la t
m a k tır. O s m a n lıla r iç in T ü r k ta r ih i, 19. y ü z y ıla k a d a r h iç b ir an
la m ifade e tm e m iş tir. O s m a n lıla r k ö k le r in in nereye d a ya n d ığ ın ı
(II. M u r a t d ö n e m in d e k i O ğ u z e fsa n e le ri ve k ö k a ra y ış la rın ı ve
F a tih ’ in k e n d in i T ru v a lıla rla ö z d e ş le ş tirm e s in i b ir ke n a ra k o
yarsak) an ca k 19. y ü z y ıl s o n la rın d a ö ğ re n m e ye b a şla m ışla rd ır.
O s m a n lı’da “ T ü r k t a r ih i” k e lim e n in ta m a n la m ıy la “ b ilin m e z
k e n ” , C u m h u r iy e tle , A t a t ü r k ’ ü n b ilin ç li ç a lış m a la rıy la , ta r ih ve
d il te z le riy le İs la m ö n c e s i T ü r k T a r ih i g ü n ışığ ına ç ık a rılm ış tır.
A ta tü r k ’ ün T ü r k T a rih T e z i’yle , T ü r k le r in t a r ih in in O s m a n lid a n
ç o k önceye, O rta A s y a ’ya u za n d ığ ı b e lg e le riy le o rta y a k o n u lm u ş
ve ö n T ü r k le r in b in le rc e y ıl önce O r ta A s y a ’d a n y a p ıla n göçlerle
A n a d o lu ve c iv a rın a y e rle ş tik le ri a n la tılm ış tır. S e lç u k lu 'n u n ve
O s m a n lı’ nın bu eski T ü r k le r in to r u n la r ı o ld u ğ u g ö s te rilm iş tir.
B öylece, O s m a n lı d ö n e m in d e u n u tu la n , e k s ik b ıra k ıla n T ü r k
428
T a rih i, b ir b ü tü n o la ra k b ü tü n ih tiş a m ıy la g ö z le r ö n ü n e s e ril
m iş tir. E ğer b ir ile r i b iz i ta rih im iz d e n k o p a rd ıy s a , o da İsla m
ö n c e s i T ü r k le r i a d a m y e rin e k o y m a y a n , e ski T ü r k le r in v a rlı
ğ ından b ile h a b e rs iz O s m a n lı y ö n e tic ile rid ir. A ta tü r k , T ü r k ta
rih in i, h a n e d a n t a r ih in in d a rlığ ın d a n k u r ta r a ra k , İs la m öncesi
k ö k le riy le b ir lik t e a n la tm ış , böylece O s m a n lı d ö n e m in d e g e çm i
şinden k o p a n T ü r k le r i y e n id e n g e çm işle rin e b a ğ la m ış tır. A yrıca
O s m a n lı T a r ih i k o n u s u n d a en c id d i a ra ş tırm a la r A t a t ü r k d ö n e
m in d e b a ş la m ış tır. A t a t ü r k d ö n e m in d e (1 9 2 3 -1 9 3 8 ) y a p ıla n ta
rih ç a lış m a la rı ve y a z d ırıla n ta r ih k ita p la r ı, 6 0 0 y ıllı k O s m a n lı
ta rih i b o y u n c a y a p ıla n ta r ih ç a lış m a la rın d a n ve y a z d ırıla n ta rih
k ita p la rın d a n k a t be k a t fa z la d ır. T ü r k ’e t a r ih in i ilk kez d e rli
to p lu o la r a k ö ğ re te n A t a tü r k 't ü r . D o la y ıs ıy la , u1928’de alfabe
değişti, tarihimizden k o p tu k ” id d ia s ı iç i ta m a m e n boş b ir id d ia
dır. “ Sanki O sm an lIda , geçmiş h akkın da , Türk tarihi hakkında
okuyacak ço k şey vardı da harfler değişince bunları okuyam az
old u kl ” T ü r k ta r ih in in te m e l k a y n a k la rın ın pek ço ğ u A ta tü r k
T ü r k iy e s i’ nce L a tin a lfa b e sin e ç e v rilm iş tir. B öylece C u m h u riy e t
genci, b u k ita p la r ı o k u y a ra k g e ç m iş in i, ta r ih in i, k ü ltü r ü n ü ç o k
daha iy i ö ğ re n m iş tir. İd d ia e d iy o ru m , A ta t ü r k d ö n e m in d e o k u l
la rd a v e rile n t a r ih e ğ itim i, O s m a n lı d ö n e m in d e o k u lla rd a v e rile n
ta rih e ğ itim in d e n ç o k d a h a b ilim s e l, ç o k d a h a m illi ve ç o k d a h a
d e rin d ir.
İk in c is i, J a p o n y a ve Ç in g ib i ü lk e le rin a lfa b e d e ğ iştirm e d e n
ile rle m e le ri, T ü r k iy e 'n in a lfa b e d e ğ iş tirm e s in in ya n lış o ld u ğ u
nu g ö sterm e z. Ç ü n k ü b u ü lk e le rin h iç b irin d e “ a lfa b e ’* to p lu m u
geri b ıra k a n b ir r o l o y n a m a m ış tır, a m a T ü r k iy e ’de A ra p a lfa b esi
-T ü rk ç e n in ya p ısın a u y m a d ığ ın d a n ve o k u m a ya zm a yı z o rla ş tır
d ığ ın d a n - T ü r k iy e ’ y i g e ri b ıra k a n b ir r o l o y n a m ış tır. A yrıca Japon
ve Çin* a lfa b e le ri, dahası Y u n a n , H in t , R us a lfa b e le ri b u ü lk e le
re a it a lfa b e le rd ir, ö n e m li o la n a lfa b e n in z o rlu ğ u k o la y lığ ı d e ğ il,
d ile u y g u n lu ğ u d u r. Ja p o n a lfa b e si Ja p o n d ilin e , Ç in alfa b esi (k i
bu a lfa b e d e ğ ild ir, b ir re sim sis te m id ir, ta m g a la rd a n o lu ş u r) Ç in
d ilin e ç o k iy i u y d u ğ u n d a n d e ğ iş tirilm e le ri m a n tık s ız o lu rd u zaten.
429
Y a n i b u ü lk e le rin d ille r in in a lfa b e le riy le “ u y u m s o ru n u ” yoktur,
am a T ü r k iy e ’de T ü rk ç e n in A r a p a lfa b e s iy le c id d i b ir u yu m so
ru n u v a rd ır. A ra p a lfa b esi, T ü rk ç e y e h iç u y m a m a k ta d ır. D o la yı
sıyla, “ Japonlarınve Çinlilerin de alfabeleri zor am a onlar alfa
belerini değiştirmediler ” d iy e re k T ü r k iy e ’d e k i a lfa b e d e ğ işikliğ in i
e le ştirm e k k e lim e n in ta m a n la m ıy la “ s a fs a ta d ır” . Bu benzetme,
“ e lm a yla a rm u d u to p la m a k ” k a d a r ç o c u k ç a b ir b e nzetm edir.
A y rıca “Madem onlar alfabelerini değiştirm eden ilerledir,
biz de alfabem izi değiştirmeden ilerleyebilirdik ” b iç im in d e k i dü
şünce de hem m a n tık s a l hem ta rih s e l o la ra k h a ta lıd ır. Ç ü n k ü bi
z im a lfa b e y i d e ğ iş tirm e d e n önce ile rle y e m e d iğ im iz , O s m a n lfd a
o k u m a -y a z m a o ra n ın ç o k d ü ş ü k o lm a s ın d a n ve k ü ltü r e l ko n u
la rd a g eri k a lın m a s ın d a n b e llid ir. O y s a k i, a lfa b e d e ğ iş ik liğ i son
rasında T ü r k iy e ’de o k u r- y a z a rlık o ra n ın d a ve k ü ltü r e l k a lk ın
m ada b ü y ü k a rtış o lm u ş tu r. D e m e k k i b iz , a lfa b e de ğ iştire re k
ile rle m iş iz . Bu nedenle “Japon ya ve Çin gibi ülkeler alfabelerini
değiştirmeden ilerlediler; biz de ilerleyebilirdik ” id d ia s ı gerçek
dışı, ta rih s e l o lg u la ra ters, ç o k ç o c u k ç a b ir id d ia d ır.967
“A lfabe değişikliğinin bizi b ir gece d e cah il bıraktığı ” id
diası ise bu id d ia n ın s a h ip le rin i “ m a h ç u p e d e ce k” tü rd e n b ir ya
“Siz alfab e değişikliğinden önce
landır. Ç ü n k ü , o za m a n a d a m a ;
(Osmanlı dönemi) çok mu kültürlüydünüz? Eğitim sisteminiz
çok mu m odem di? Halkınız harıl harıl kitap mı okuyordu ? Hu
rafe bataklığında, çarpık dini yorumların girdabında debelenmi
yor muydunuz?n d iye s o ra rla r ve şöyle de d e va m e d e rle r: “İleri
miydiniz? O zaman neden askeri , tekn olojik , kültürel, hukuksal
konularda Batı'mn çok gerisinde kaldınız? M adem ileriydiniz de
neden en yüksek eğitim kurumunuz m edreselerde 1 7 .-1 9 . yüzyıl
lar arasında “don ve çakşır giymek ” , “derslerde harita kullan
mak ” şeriata uygun mudur diye tartıştınız? İleriydiniz de neden
“göklerin sırrım bilmek sadece Allah'a mahsustur" diyerek ilk ra
sathanenizi yıktırdınız? İleriydiniz de neden kız çocuklarını okut
430
muyordunuz? Heriydiniz de neden sanatta ve bilimde çağın çok
gerisinde kaldınız? İleriydiniz de neden matbaayı 1727 gibi çok
geç bir tarihte kullanmaya başladınız? Sahi, halkınız kitap okum a
dığıı, okuyamadığı için matbaayı getiren İbrahim Mütefferika'nm
bastığı ilk kitaplar elinde kalm adı mı? Sonra da bu matbaa 200
yıl boyunca tek bir kitap bile basmadan atıl durumda bekletilm e
di mi? Osmanlı'da okum a yazma oranı üstelik 19. yy’da erkek
lerde yüzde 7, kadınlarda yüzde 3 değil miydi? Hani siz 1928'de
Atatürk’ün alfa b e değişikliğiyle b ir gecede ‘ca h il* kalm ıştınız /.
Kusura bakm aytn am a siz tam 600 yıl boyunca cahil kalm ışsı
nız d a haberiniz yokV ’ Size ta vsiye m , bu la fla n ve daha fazlasını
d u y m a m a k iç in a m a n h a , 44A lfa b e d e ğ iş ik liğ i b iz i b ir gecede c a h il
b ıra k tı” y a la n ın d a n ıs ra rla u za k d u ru n !...
Devrimi'nin dili fakirleştirdiği ” id d ia s ın a ...
G e le lim , MD ı7
Devrimi
C u m h u riy e t t a r ih i y a la n c ıla rı, b ık ıp u sa n m a d a n , “ Dı7
sırasında Arapça ve Farsça kelimelerin dilden atılmasının dili fa
kirleştirdiğini” id d ia e tm e k te d irle r. A s lın d a bu id d ia b ir it ir a fı da
b e rb e rin d e g e tirm e k te d ir. Şöyle k i: 44M a d e m A ra p ç a ve Farsça
k e lim e le rin a tılm a s ı T ü rk ç e y i fa k ir le ş tir m iş tir ” , o za m a n bu d u
ru m , g e çm işte b ir z a m a n la r A ra p ç a ve Farsça k e lim e le rin T ü r k
çeyi is tila e ttiğ i a n la m ın a gelir. Bu ö yle b ir is tila d ır k i, zam an
içinde T ü r k ç e k e lim e le rin u n u tu lm a s ın a y o l açm ıştır. Bu d u r u m
da su çlu k im d ir? D il D e v r im i’y le A ra p ç a ve Farsça k e lim e le ri
d ild e n a y ık la m a y a ça lışa n , b u n u n y a n ın d a A n a d o lu ’da “ ta ra m a
ç a lış m a la rı” y a p a ra k u n u tu lıp u ş T ü r k ç e s ö z c ü k le ri b u lu p ca n
la n d ırıp y e n id e n d ile k a z a n d ırm a y a u ğ ra şa n A ta tü r k ve C u m
h u riy e t m i; y o k s a 6 0 0 y ıl b o y u n c a T ü r k ç e y i ih m a l eden, h a tta
h o rla y a n , T ü r k ç e n in g e liş im i iç in h iç çaba h a rc a m a y a n , ta m te r
sine s ın ırla rı g e n iş le d ik ç e d ili A ra p ç a ve Farsça k e lim e le rle d o l
d u ra n O s m a n lı m ı? O s m a n lı d ö n e m in d e T ü rk ç e o k a d a r b ü y ü k
b ir z a ra r g ö rm ü ş tü r k i, a r tık A ra p ç a ve Farsça k e lim e le rle d o la n
bu d ile T ü r k ç e d e n ile m e ye ce ğ i d ü ş ü n ü le re k , O s m a n lıc a adı v e r il
m iştir. Ü n lü d ilc i Feyza H e p ç ilin g ir le r ’ in d e d iğ i g ib i:
“Türkçe, hiç az buz zam an değil 600 yıl boyunca bilim
ve kültür d ili olm aktan uzak tutulmuş . Yaztlı edebiyatın dili
431
olmamış. Edebiyat dili o kadar başkalaşmış ki, Osmanltca diye
ayn bir dil adı almış. 600 yıl çok uzun bir süre. Bugün hayran
olduğumuz dillerden birini alıp aynı şeyi onun üstünde uygula
ma gücümüz olsaydı ne görürdük? Diyelim ki 50 yıl İngilizcey
le hiçbir bilimsel çaltşma yapılmasa, hiçbir roman yazılmasa
(hatta bugünü esas aldığımtza göre hiçbir film çevrilmezse) 50
yıl sonra İngilizceden belki eser kalmayacak. Oysa 600 yıldan
söz ediyoruz burada. Demek ki Türkçe o kadar sağlam bir dil ki,
600 yıl boyunca konuşma dili olarak kalmasına karştn yaşadt.
İşte dilimizin iki büyük özelliği. Bizim görmezden geldiğimiz
bir başka önemli özelliği de yapısal sağlamlığı. Osmanlıcamn
en yoğun kullanıldığı imanlarda bile söz dizimi bozulmamış.
En ağdalı Osmanltca tümcede bile ünlemler ve eylemler Türkçe
olarak kalmış. Ad soylu sözcüklerin tamamı Arapça, Farsça ol
duğunda bile tümce kurgusu değişmemiş, özne, tümce, yüklem
biçiminde gitmiş...
Şim di e lin iz i vicdanınıza k o y u n ve “ T ü rk ç e y e k im za ra r ver
d i? ” söyleyin: Bu d ille h iç ilg ile n m e ye n , bu d ili A ra p ça ve Farsça
kelim elerle d o ld u ru p d ilin ad ını b ile O sm a n lıca d iye değiştiren
O sm anlı m ı; yoksa, T ü rk ç e y i is tila eden A ra p ç a ve Farsça sözcük
le ri d ild e n a y ıkla m a ya , bu arada ta ra m a ç a lış m a la rla y o k olm uş
öz T ü rk ç e sözcü kle ri b u lu p ç ıka rm a ya çalışan C u m h u riy e t mi?
A ta tü rk T ü r k d ilin i yeniden eski ze n g in liğ in e k a v u ş tu rm a k
iç in T ü r k ta rih in in h iç b ir d ö n e m in d e g ö rü lm e m iş b ir “ d il sefer
b e rliğ i” b a şlatm ıştır, ö n c e 1 9 2 8 'd e T ü r k d ilin in öz g ü z e lliğ in i
çok daha iy i yansıtan L a tin a lfa b esi k a b u l e d ilm iş , d aha sonra
1932'de T ü r k D il K u ru m u k u ru lm u ş , 1 9 3 2 'd e n b a şla ya ra k dil
k u ru lta y la rı to p la n m ış , A n a d o lu a ğ ız la rın d a n T ü rk ç e sözcükle
rin derlenm esi iç in b ilim k u r u lla r ı o lu ş tu ru lm u ş , bu kapsam da
ilk aşamada y ü rü tü le n ç a lışm a la rd a 6 0 0 .0 0 0 k a d a r fiş elde e d il
m iş, b u n la rın d e ğ erle n d irm e siyle önce Söz D e rle m e D e rg is i (6
432
cilt), so n ra da Derleme Sözlüğü (12 cilt) y a y ın la n m ış tır. T ara m a
Tanıklarıyla Tarama Sözlüğü
ç a lış m a la rı so n ra sın d a ysa ise önce
(4 cilt), s o n ra da Tarama Sözlüğü (8 cilt) y a y ım la n m ış tır. O g ü n
lerde A t a t ü r k 'ü n y a p tırd ığ ı de rle m e ç a lış m a la rıy la u n u tu lm a y a
yüz tu tm u ş b ir ç o k T ü rk ç e sö zcü k ye n id e n d ile k a z a n d ırılm ış
“abartmak”, “yoz",
tır. ö r n e ğ in A n a d o lu a ğ ız la rın d a n d e rle n e n
“yozlaşmak”, “albeni", “ivedi", kuzey”, “güney”... g ib i ç o k sa
yıda s ö zcü k b u g ü n k u lla n ılm a k ta d ır.9*9
A t a t ü r k 'ü n T ü r k d ilin in zenginleşm esi iç in y a p tırd ığ ı bu ça
lış m a la r kısa z a m a n d a ç o k ö n e m li s o n u ç la r v e rm iş tir, ö r n e ğ in
1931’de gazete ve haber dilinde % 35 olan Türkçe sözcük ora
nı DilDevrimi'nden sonra 1936'da % 4 8 ’e, 1946'da % 57*ye,
1965’te % 60.5’e y ü k s e lm iş tir.970
D il D e v r im i s o n ra sın d a T ü r k e d e b iy a tın d a gözle g ö rü lü r
b ir o ra n d a T ü rk ç e sö zcü k a rtış ı o lm u ş tu r. Ö m e r A sım A k s o y ’ u n
1 9 7 5, 1 9 8 6 -1 9 8 9 t a r ih le r i a ra sın d a y a p tığ ı sözcü k o ra n ı sa yım
la rın a g ö re , C u m h u r iy e t d ö n e m i bazı T ü r k e d e b iy a tç ıla rın ın
y a p ıtla rın d a k i T ü rk ç e sö zcü k o ra n la rı şu ş e k ild e d ir: S ait F a ik
% 6 7 , Reşat N u r i G ü n te k in % 7 4 , A g a h S ırrı L e v n d
A b a s ıy a n ık
% 7 8 , N e c a ti C u m a lı % 8 1 , O k ta y A k b a y % 8 6 , B ehçet N e ca -
tig il % 8 6 , N u r u lla h A ta ç % 9 0 c iv a rın d a .971 G ö rü ld ü ğ ü g ib i
16. ve 19. y ü z y ıl a ra sın d a e d e b iy a tç ıla rım ız o rta la m a % 3 5 -4 0
c iv a rın d a T ü rk ç e sö zcü k k u lla n ırla r k e n , D il D e v r im i so n ra sın d a
o rta la m a % 7 0 -8 0 o ra n ın d a T ü rk ç e sö zcü k k u lla n m a y a b a şla
m ış la rd ır.
O s m a n lı d ili b o z d u , C u m h u riy e t b o z u la n d ili d ü z e ltm e
ye ç a lış tı. Yazı ve D il D e v r im i'n i e le ştire n le r, “ b o z u lm u ş lu ğ u ” ,
“ b o z u k d ü z e n in d e v a m ın ı'' s a v u n a n la rd ır. “Canım madem 600
ytldır böyle gelmiş, millet böyle alışmış, bundan sonra da böyle
gitsin! ” d iy e n le rd ir. Bu d üşünce b ir u lu s u n d ilin i ta m a m e n y o k
edecek k a d a r te h lik e li b ir d ü şü nce d ir, işte A ta tü r k , yazı ve D il
433
D e v rim i ile bu “ sa ka t d ü şü nce ye ” baş k a ld ırm ış ve ke lim e hâ
zinesi d a ra la n , öz g ü z e lliğ in i y itir e n T ü rk ç e m iz e adeta yeniden
“ c a n ” v e rm iş tir.
A yrıca , b ilin d iğ i g ib i A ta tü r k , d ild e k i A ra p ç a ve Farsça isti
lasının b o y u tla rın ı g ö rd ü k te n so n ra b u k e lim e le ri d ild e n a tm a k
ta n vazgeçm iş, b u n la ra “ T ü rk ç e le ş m iş s ö z c ü k le r” o la ra k sahip
ç ık m ıştır, am a s o n ra k i n e s ille ri, “ d ille r in i y a b a n c ı ke lim e le rin
istila sın d a n k o ru m a la rı” k o n u s u n d a da u y a rm ış tır.972
Bu a rada, “ Japonya ve Çin, alfabelerini değiştirmeden iler
ledi” d iy e re k T ü r k iy e 'd e k i a lfa b e d e v rim in i e le ştire n le re , “ İngil
tere ve Fransa da büyük imparatorluklar kurdular ama hiçbir
zaman Osmanlt gibi dillerinin adını değiştirmediler, dillerini
başka dilden sözcüklerin istilastna izin verjnediler* d iy e cevap
verm ek is tiy o ru m .
A ş a ğ ıd a k i s o ru y a cevap v e rd iğ in iz d e T ü rk ç e 'y e k im in zarar
ve rd iğ i ç o k n e t b ir şekild e o rta y a ç ık a c a k tır sa n ırım : B u g ü n de
T ü rk ç e m iz i İn g iliz c e , Fransızca s ö z c ü k le r is tila e d iy o r, d ilim iz
yin e fa k irle ş iy o r ... B u d u ru m s o ru m lu s u , g e lecekte, d ilim iz i isti
la eden b u s ö z c ü k le ri d ilim iz d e n a tm a y a ça lışa ca k k iş ile r m id ir,
yoksa b u g ü n b u s ö z c ü k le rin d ilim iz i is tila etm e sin e iz in veren
b iz le r m iyiz?
Yazı ve D il D e v r im i’ n in n e d e n le rin i ile rid e a y rın tılı o larak
anlatacağım am a ş im d i b ira z “ T ü r k le r d e a lfa b e ” ko n u su n d a n
söz etm ek is tiy o ru m .
434
ru n k ıv ıra n la r ın , A ra p a lfabesine de “Araplara ait ” d iye b u ru n
k ıv ırm a la rı b e k le n irk e n , o n la r A ra p a lfa b e sin i “ T ü r k le r in m illi
a lfa b e s i” ila n e d iy o rla r.
İn s a n b u C u m h u riy e t ta r ih i y a la n c ıla rın ı d in le y in c e , b in le rce
y ıl ta r ih sahnesinde k a la n T ü r k le r in h iç k e n d ile rin e a it öz a lfa
b e le ri o lm a m ış z a n n e d iy o r! S anki bu m ille t A ra p a lfa b esiyle ta
r ih sahnesine ç ık m ış z a n n e d iy o r! S anki b u m ille t A ra p a lfa b e sin i
k u lla n m a d ığ ı d ö n e m le rd e y o k o lm u ş , b itm iş z a n n e d iy o r!
O z a m a n b ira z eski T ü r k ta rih in e ne dersiniz? H e m bu vesi
le yle şu b iz im C u m h u riy e t ta r ih i y a la n c ıla rın ı b ira z o lsu n a y d ın
la tm ış o lu ru z !
1. MÖ 2 0 .0 0 0 'le rd e “ p ik to g r a m la r ” d ö n e m i. Y a n i k a y a la rı
d a h a sert k a y a la rla n o k ta la y a ra k resim ya p m a te k n iğ i,
2. M Ö 1 8 .0 0 0 ’ le rde “ p e tr o g lifle r ” d ö n e m i: Y a n i, yazı öğ e le ri
içe ren re s im le r d ö n e m i,
3. M Ö 1 2 .0 0 0 'le rd e “ s ın ta ş la r” : Y a n i, ç o k sayıda ve ç o k ç e ş itli
ta m g a la r. ö r n e ğ in , Sölgen Taş’ d a k i A Ş A tam gası K a rb o n 14
m e to d u y la M Ö 14 b in , O N tam gası ise M Ö 12 b in y ılla rın a
t a r ih le n d ir ilm iş tir .9^
973 Haluk Tarcan, Tarihin Başladığı ö n Türk Uygarlığı, "Resmi Tarihin Çöküşü ",
2.bs, İstanbul, 2004, s. 136.
435
Yanı, önce kaya resimleri vardı, sonra bu kaya resimleri tam-
galara dönüştü ve en sonunda da tam galardan yazıya geçildi.
437
Yukarıda, Saymalı Taş’ın sembol resimlerinden “güneş adam”
çizimi görülmektedir. Bu çizim, Gobi Ç ölü’nden Anadolu’ya he
men hemen tüm kaya resmi alanlarında kendini göstermektedir.
4 n
da b u lu n a n ve b u g ü n P etersburg E rm ita j M ü z e s in d e sergilenen
‘P a zırık arabası’ ile b ü y ü k b e n z e rlik ta ş ım a k ta d ır.978
3. Açıktaş Alfabesi
B a y k a l G ö lü ’ n ü n g ü n e yin d e , T u va A b a k a n bölgesinde Yeni-
sey Irm a ğ ı c iv a rın d a b u lu n a nAçıktaş alfabesi K a zım M irş a n 'a
ilk a lfa b e sid ir. B u ra d a o k u n a n ilk h a rfle r A ve
göre T ü r k le r in
T h a rfle ri ve AT sözcüğüdür. Bu “ A t sö zcü ğ ü ” , R u h u n T a n rı’ ya
a t’ ılm a s ın ı, y ş n i b ir yerden başka b ir yere g itm e y i ifa d e eder.
Böylece T ü r k le r tam gadan yazıya g e çm iştir.9^
MÖ 1 8 .0 0 0 ’ le rde n itib a re n p e tro g lif b iç im in d e gelişen ve
za m a n la s o y u tla ş a ra k o rta y a “ ta m g a ” o la ra k çıka n ş e k ille rin ,
d iz i h a lin d e s ıra la n m a s ıy la yazı d o ğ m u ştu r. R esim b iç im in d e n
fa rk lı, ile r i se viye d e ki ilk y a z ıt ö rn e k le rin i Yenisey’ in k a y n a k
k o lu , U lu ğ k e m v a d ile rin d e n S ü ly e k ’te g ö rm e k te y iz .^ 80 Yenisey
bölgesinde de 145 eski T ü r k ya zıtı v a rd ır.1,81
T am g a siste m ine d a y a n a n ö n T ü r k yazısında h a rfle r hecele
ri, heceler, k e lim e le ri, k e lim e le r de c ü m le le ri o lu ş tu ru rla r.
ö n T ü r k yazı s ite m i ta m g a la rın e vrim le şm e siyle k u ru lm u ş
tur. “Çizgiler, lekelerle ifade edilen kendi içinde tam ve yeterli
olan bir sistemdir. Sem bol resimdir. Her biri birer damga (tamga)
dtr. Her biri ayrı bir kavramı ifade eden hece okunuşunda birer
sözcüktürler .” 982
A ç ık ta ş a lfa b esind e :
1. OQ, g ü n ah sız o lm a / q u a n tu m ... O k /u m a ..
2. U Ç , L id e r, b a y ra k ...
3. O N , K o z m o s , k o z m o s k iş is i...
4. AT, C a n ın te n de n dışa rı çıkm ası (T a n rfy a a t’ ılm ası), “ ege
m e n ” g ib i a n la m la r ta ş ım a k ta d ır.98'
439
I
■ + “ ^ | ^
| OQ u ç ON AT
i______________________________________________
440
K u rg a n ın a çılm a sın a ta n ık o la n T a rih ç i B e kin N u r M u h a m -
m edov , “Bert bir Nayman’ım (Bir M oğol kabilesi). Doğdum bü
yüdüm buralarda yaşarım. ” d iy o r ve şöyle devam e d iy o r:
“Az ileride b ir fabrika var.; 1969 ytltrtda fabrikanın inşa -
atı devam ederken m ezar ortaya çtkmtş. Tarihçi olduğum için
gelip bakm am ı istediler. Ben oraya vardım ve m ezan ellerimle
aralam aya başladım . M ezarların üzerindeki ağaçlar ateş gör
müş g ib i yanm adan kü l haline dönüyordu. Altın Elbiseli Adam
çtktığtnda parıltısından ve ışığından gözlerimiz kam aştı , bir
süre bakam ad tk on a . Altın Elbiseli A dam ’tn yanında , üzerinde
yazılar olan b ir d e tas vardı . Elindeki yüzüğü ben taktım. ”98S
E s ik K u r g a n in d a 7 m etre d e rin liğ in d e k i m ezar od a sın ın
üzeri to p ra k -ta ş y ığ ın ıy la k a p a tılm ış tır. Bu o d a , d iğ e r H u n k u r
g a n la rın d a o ld u ğ u g ib i inşa e d ilm iş tir. Z e m in d e n k u rg a n ın tepe
sine k a d a r o la n y ü k s e k lik 9 m e tre y i, k u rg a n ın ü z e rin d e k i su n i
te p e n in ç a p ı ise 6 0 m e tre y i b u lm a k ta d ır.986
Y a p ıla n ç e ş itli a ra ş tırm a la r, k u rg a n d a k i eserlerin b o z k ır k ü l
tü rü n e a it, T ü r k veya en a zın d a n T ü r k le r le a kra b a (ya da T ü r k
leşm iş) b ir k a v im ta ra fın d a n y a p ıld ığ ın ı g ö s te rm iş tir. K u rg a n d a n
çıka n y a z ın ın G ö k tü r k yazısına benzem esi ve e se rle rin m ito lo jik ,
ik o n o g ra fik ö z e llik le r in in H u n sanatına ç o k u yg u n o lu şu nede
n iy le , k u rg a n d a k i b u lu n tu la r ın T ü rk le re a it o ld u ğ u id d ia e d il
m iş tir 987
985 www.isa-san.com/E8ik-kurgani-ve-alrin-elbiseli-adam/
986 www.ceyhanozturk.awardspace.com/altinelbiseliadam.doc
987 ags.
988 w w w .sosyalbilgilergezegeni.blogcu.com/Arkeoloii__ye+dair/
989 w w w .ceyhanozturk.awardspace.com/altinelbiseliadam.doc
441
Esık Kurganından çıkan değerli bazı eşyalar
A lt ı n E lb is e li A d a m
443
o lu p , b irin c i satır uzun (16 h a rf); ik in c i sa tırın bazı y e rle ri bozul
muş, fa k a t açık o la n b irin c is in in üçte b ir i seviyesindedir. Yazıda
b irk a ç defa te k ra r edilen h a rfle r de v a rd ır.991
Esik yazısını en iy i o k u y a n A.S. A m a n jo lo v ’dur. A m a n jo lo v,
1971 yılın d a y a yın la n a n m aka le sin d e bu yazıyı d eşifre etmiş
t ir ” 2. O , ya z ıd a k i çoğu sem bolü eski T ü r k T u n ik le riy le benzeştir
m iş, ba zıla rın ı F in ik e , A ra m i ve M essap (G re k a sıllı) alfabesiyle
kıyaslam ış ve bu yazıyı eski T iir k yazısı o la ra k o k u m a y ı te k lif
e tm iştir. D aha önce O . S ü le ym a n ov ta ra fın d a n bu k o n u d a çaba
h arcanm ış, o da bu ya zın ın eski T ü r k r u n ik yazısı o ld u ğ u n u ileri
s ü rm ü ştü r.993
K azak T a rih ç i P ro f. Dr. O lca s S ü le ym a n o f, E sik yazısını şöy
le o k u m u ş tu r:
uBu tekne üzümden yapılan şarapları taşımalı pişmiş ye
mekler eklendi, çok fazla, ölümlü için, pişmiş taze yağ da üze
rine eklendi
"Kağan IVünde öldü, Esik halktmn başt sağ olsun ” (Khan
Uya üç otuzt (da) yok boltt. Utugsi toztltı) . 994
Bu o k u m a la rla b ir lik te ya zın ın T ü rk ç e o ld u ğ u nerdeyse ke
s in lik kazanm ıştır. A yrıca , bu ya zın ın yer a ld ığ ı k u rg a n d a n çı
kan eserlerin ö n T ü r k eserleri o lm a sı - ö r n e ğ in k u rg a n d a n çıkan
başlığın tepesinde k o n u m la n d ırılm ış ke çi k a b a rtm a s ı g ib i (G ö k
tü rk h a n edanlığının arm ası k e ç id ir ve her h a nedan ü ye sin in me
za rın ın üzerinde keçi arm ası yer a lm a k ta d ır)- k u rg a n ın T ü rk le re
a it o ld u ğ u n u g ö sterm ektedir.
“ Esik yazısının T ü rk ç e o ld u ğ u ” id d ia s ın a şüpheyle yaklaşan
V.A. Livşits, “Eski Türk Runik Yazısının Ortaya Çtkışt Üzeri
ne* a d lı denem esinde, ulsstk yaztsı hakkında hüküm vermek
gerekirse, Kuzey Sami yaztsı ve onun uzantılarıyla, Finike ve
5. Göktürk Alfabesi
Bu alfa b e ilk kez, Yenisey Y a zıtla rın d a k u lla n ılm ış tır. Kısa
m ezar taşı n ite liğ in d e k i Yenisey Y a z ıtla rı, O rh u n Y a zıtla rın d a n
daha e s k id ir.997 Bu y a z ıtla ra (a n ıtla ra /a b id e le re ) B e n g ii Taş adı
v e rilm iş tir.998
445
Göktürk yazısının sistematik ve derli toplu biçimde kullanıl-
dtp ilk uzun metinler ise, Orhun Yazıttandır.
Orhun Yazıtları, Göktürk hükümdarlarından Kül Tigin
(732), Bilge Kağan (735) ve Vezir Toyokuk (720-725) adına di
kilmiştir. Orhun civarında Göktürk yazısı ile yazılmış başka abi
deler (Bengü Taşlar) de bulunmuştur.”*
Göktürk yazısı; İskandinavya'nın eski run yazısına benzedi
ği için batı ilim âleminde “mtuk” diye adlandırılmıştır Bu yazı,
yukarıdan aşağıya veya sağdan sola doğru yazılır. Harfler bitişti
rilmez. Kelimeler, bazen de kelime grupları, üst üste konmuş iki
nokta ile birbirinden ayrılır. Kül Tıgin ve Bilge Kağan anıtların
da metinler, yukarıdan aşağıya doğru yazılmış ve satırlar sağdan
sola doğru dizilmiştir. Alfabe, dördü ünlü (setli) olmak üzere otuz
sekiz harften oluşmuştur A-e sesleri bir harfle, ı-i, o-u, ö-ü sesleri
de birer harfle gösterilmiştir. İnce ünlüler (a-e, ı-i) için birer harf
olmasına karşılık; b, d, g, k, 1, n, r, s, t, y sesleri için kalınlarda
ve incelerde ayrı olmak üzere ikişer harf vardır. Böylece mesela
b’nin yanındaki ünlü harf a, ince b’nin yanındaki e okunmakta
ve karışıklık olmamaktadır. Yani Göktürk alfabesi, Türkçenin
tarih boyunca hiç değişmemiş bulunan büyük ünlü (sesli) uyumu
dikkate alınarak düzenlenmiş bir alfabedir, o-u ve ö-ü seslerini
ise birbirinden ayırmak mümkün olmamaktadır, ç, m, ng, ny,
p, ş, z seklerinin kalın incesi ayırdedilmemiş, bunlar birer harfle
gösterilmiştir. Göktürk alfabesinde ayrıca ık, iç, ok, ök, İt, nt, nç
gibi çift sesli harfler de vardır.1000 Göktürk harfleri, Türklerin ve
Türkçenin ihtiyaçlarına cevap veren bir alfabedir. Nitekim bazı
harfler günlük yaşamdaki aktivitelerden doğmuştur, örneğin,
Göktürk alfabesindeki D“y”
harfi Türklerin hayatında önemli
bir yer tutan “yay" kelimesinden gelmektedir X “oq” veya “ok”
harfi de bildiğimiz “ok” kelimesinden türetilmiştir. K Mök” harfi
de Kazım Mirşan’a gore eski Türkçede kullanılan “ök (keçi)”
kelimesinden gelmektedir.
446
“G öktürk yazıst... ıdeogram ve piktogram evrestm ge
çirmiş... edebi metinleri ifade edebilecek ölçüde gelişmiş ve
yaygınlaşmıştır.
j * Y A n x e v « î r G n 4
• » c ( « » > I | k ı 1 ) k 1
» 1 >riTIY«< MDit 1 1
G ö k t ü r k A lfa b e s i
6. Uygur Alfabesi
Göktürk devleti yıkıldıktan sonra, Orta Asya’da, büyük bir
bölümü yerleşik hayata geçen ve Yenisey Irmağı’nın başından
Sarı nehrin kuzeyine kadar yayılan Uygur Devleti kurulmuştur.
Uygurlar, Şamanizm, Budizm, Maniheizm ve hatta Hıristiyanlık
dinlerini benimseyerek çok farklı kültürlerden etkilenmişlerdir.
Bilim ve sanatta çok ileri giden, kâğıt ve matbaa kullanarak yazı
yazan Uygurlar, hastalıkların iyileştirilmesine kullanılan ilaç ve
yöntemleri anlatan sağlık bilgisi kitabından fal kitabına, hukuk
belgelerine kadar çok değişik alanlarda yazılı eserler bırakmış
lardır. 18 harften oluşan Uygur yazısının Soğut kökenli olduğu
düşünülmektedir.1002
18 harflik Uygur alfabesinin 4 harfi seslidir ve yukarıdan
aşağıya doğru yazılmaktadır.
8. yüzyılda kullanılmaya başlanan Uygur alfabesi, el yaz
malarında kullanılarak bir şekilde 18. yüzyıla kadar varlığını
korumuştur.
447
* * * *1 1+ 44
Medıai * ** -I
<1 * ** «SI *
Fırt»l
% % <1
1
ıstm • a/e V o/u d/ü 1 I X q yfl
mra« V .1 a * <6
Medıai • u m *
V I
Final
O
#4
■ M 1 1 1
Latm WO d m n Wp i m f t < t I
Uygur Alfabesi
* * *
448
D o la y ıs ıy la , d ü n yad a ilk yazıya geçen ve en ço k alfabe k u lla
nan m ille tle rin d e n b ir i o la n T ü r k le r i, “ A ra p alfabesine m a h ku m
b ir m ille t ” o la ra k gösterm ek b ü y ü k b ir c a h illik ve yanılgıdır.
B e lli başlı eski T ü r k y a zıtla rı ve a lfa b eleri şu n la rd ır:
1. T a m g a lı Say Y a z ıtla rı
2. S aym alı Taş Y a z ıtla rı
3. Yenisey Y a z ıtla rı
4. S ülyek Y a z ıtla rı ve A ç ıkta ş A lfa b e si
5. E s ik Yazısı
6. Bengü Taş Y a z ıtla rı
a) G ö k tü r k A lfa b e s i (O rh u n Y a zıtla rı)
b ) U y g u r A lfa b e s i
B u n la rın dışında ayrıca T ü rk le r, değişik dön em le rd e, deği
şik c o ğ ra fy a la rd a , H u n yazısı, A v a r yazısı, H a z a r yazısı, Sekel
yazısı, K a fk a s y a yazısı, T alaş yazısı, P ro to B u lg a r yazısı, K o ç k o r
yazısı g ib i ç o k sayıda yazı k u lla n m ış la rd ır.100'
O rta A s y a ’dan d ü n y a n ın değ işik ye rlerin e göç eden Ö n
T ü rk le r, g it tik le r i yerlerde ih tiy a ç la rın a özgü yeni a lfa b eler icat
edip k u lla n m ış la rd ır. Ö rn e ğ in , ö z e llik le K uzey A v ru p a ’d a k i F u t-
h a rk a lfa b esi ve A n a d o lu üze rin d e n İta ly a ’ya geçen E trü s k a lfa
besi, aslında Ö n T ü r k k ö k e n li “ R u n ” a lfa b e le rd ir.
G ö rü ld ü ğ ü g ib i T ü r k le r -öncesini b ir kenara b ıra k a lım - M Ö
5. y ü z y ıld a n (E sik ta b a ğ ın d a k i yazıdan) M S 8. yüzyıla (O rh u n
A b id e le rin d e k i yazıya) ta m ı ta m ın a 1 300 y ıl R u n ik alfabe k u l
la n m ıştır. D o la y ıs ıy la 1 9 2 8 ’de Yazı D e v rim i ile “ Türklerin 600
yıldan fazla kullandığı Arap alfabesinin değiştirilmesini” eleş
tire n le rin , neden 1300 y ıl k u lla n ıla n T ü r k R u n ik a lfa b esinin 8
y ü z y ıld a n sonra d e ğ iş tirilm e s in i e le ş tirm e d ik le rin i a n la m a k zo r
dur. A ra p a lfabesi değişince “ b ir gecede c a h il k a ld ığ ı” söylenen
to p lu m , T ü r k R u n ik alfabesi d e ğ iş tirilin c e b ir gecede ca h il k a l
m am ış m ıdır?
449
Latin Alfabesinin Bilinmeyen Kökeni
C u m h u riy e t ta rih i y a la n c ıla rın ın “ d ü z m a n tık ” ya la n la rın
dan b ir i de, “ Atatürk’ün Yazı Devrimi ile kabu l edilen Latin al
fabesinin Batıya , Avrupa’ya özgü bir alfa b e olduğu , bu nedenle
Türk kültürünü ve Türk dilini bu alfabeyle ifade etmenin doğru
olm adığı ” b iç im in d e k i te o rid ir. Ö z e llik le , A ta tü r k d e vrim le rin e
“ d in ” ve “ g e lenek” çerçevesinden s a ld ıra n k a d im yo bazlarım ız,
genç n e sille ri, “ Bakın ,
işte Atatürk *gavurların alfab esin i’ kabul
ederek dinimize , kültürümüze saygısızlık etti!” d iye zehirlem ek
tedirler.
Ü lke m izd e m aalesef e ğ itim siste m in d e k i e k s ik lik le r, yanlış
lık la r ve A ta tü r k ’ ün ö lü m ü n d e n s o n ra yazı ve d il d e vrim le rin d e n
geri adım a tılm a sı g ib i nedenlerle bu “ g ü d ü k t e o r i” , neredeyse
so rg u la n m a da n benim senen b ir “ genel k a b u l” h a lin i almıştır.
İşin asıl şaşırtıcı ve d ü ş ü n d ü rü c ü b o y u tu , b y “ g ü d ü k t e o r iy i” pek
ço k ü n iv e rs ite m iz in de neredeyse “ re m i te z ” o la ra k sahiplenm iş
olm asıdır. O y s a k i ü n iv e rs ite n in g ö re v i, genel k a b u lle rin esiri o l
m ak d e ğ il, s o rg u la m a k ve a ra ş tırm a k tır.
Peki am a, gerçekten de, bize a it o lm a y a n A ra p alfabesinin
yerine k a b u l e ttiğ im iz L a tin alfa b esi bize ç o k m u yabancıdır?
Yoksa gerçekten de “ g a v u rla rın a lfa b e s i” m id ir? Yoksa işin için
de b iz im C u m h u riy e t ta r ih i y a la n c ıla rın ın b ilm e d ik le r i veya b ilip
de s ö y le m e d ik le ri başka şeyler m i v a rd ır?
Ş im di bu ö n e m li s o ru la ra cevap ve re lim :
Runik Yazılar
R u n ik yazı, İlk ç a ğ O rta A sya to p lu m la r ı, E trü s k le r, M acar-
la r ve eski K uzey A v ru p a ü lk e le rin d e (İsveç, N o rv e ç , F in la n d i
ya, A lm a n y a vs.) yaşayanlarca k u lla n ılm ış b ir yazı siste m idir. Bu
yazı s iste m inin, Kuzey A v ru p a ü lk e le rin d e k u lla n ılm ış alfabesine
R u n ik alfabe ya da F u th a rk adı v e rilm iş tir. Bu alfa b eye verilen
F u th a rk adı, a lfa b e d e ki o k u n a b ile n ilk 6 h a rfin k u lla n ılm a sıyla
o lu ş tu ru lm u ş yapay b ir a d d ır ve İs k a n d in a v m ito lo jis in d e k i gök
sel yaşam k a v ra m ın ı ifade eder. R u n ik adı ise, “ m a ji” ve “ ka
450
h in lik le ” ilg ili g ö rü le n bu a lfa b e yi k u lla n m ış eski C erm en d ili
h a lk la rın ın (A n g ıl’ lar, V ik in g le r vs.) R u n ’ la r (Runes) adıyla a n ıl
mış o lm a s ın d a n gelir. R u n (R une) sözcüğünün H in t-A v ru p a d il
le rin d e k i a n la m ı s ırd ır (m iste r).(B u sözcükten tü re tilm iş R aunen
sözcüğü “ Sırdan söz etm ek , m ırıldanm ak99a n la m ın a g e lir.)1006
F u th a rk a lfabesi o la ra k b ilin e n , K uzey A v ru p a ’ d a k i R u n ik
alfabe ç o k eskiden İs k a n d in a v ü lk e le rin d e ya şa ya nların b e lirle
d iğ i 2 4 ta k ım y ıld ız a de n k düşecek şekilde 24 h a rfte n o lu şm u ş
tu r k i, bu h a lk la rd a n V ik in g le r bu 2 4 ta k ım y ıld ız ın o lu ş tu rd u ğ u
hatta “ R u n (R une) h a ttı” a d ını ve rm iş le rd i. 24 h a rfli o la n ilk
F u th a rk a lfa b e s in in M S 8 0 0 y ıllla r ı civ a rın d a 16 h arfe d üştüğü
s a n ılm a k ta d ır.1007
Ç o ğ ü ka ya ü ze rin e ya zılm ış o la n , A v ru p a ’d a k i r u n ik y a zıt
la r M S 2. y ü z y ıld a n 17. yü zyıla k a d a r ta rih le n m e k te o lu p , sa
y ıla rı 5 .0 0 0 ’ i a ş m a kta d ır. B u n la rın çoğu İsveç’te, 1000 k a d a rı
N o rv e ç ’te ve 7 0 0 k a d a rı D a n im a rk a ’dadır. G rö n la n d , İzla n d a ,
İrla n d a ve B rita n y a A d a la rı’nda da b o lca r u n ik m e tin le re ra s tla n
m ıştır. K u z e y A v ru p a ’da k u lla n ıla n r u n ik yazı T ö to n ta rz ı, A n g ıl
tarzı ve İs k a n d in a v ta rz ı o lm a k üzere üç g ru p ta ele alınır. “ Yay
gın şekilde Futhark olarak adlandırılan Kuzey Rurı Yazısı (İsveç,
İzlanda , Danimarka) Codex Vindob , Codex Exoniens ile Codex
Sangall'dan bize aktarılan M arkoman Run yazısı, Anglosakson
Run yazısı, Schonen*de bulunan tek taraflı sikkelerde rastlanan
Gotça Run yazısıy Anglosakson Run yazısı ve Kelt Ozanlarının
Run yazısı olarak karşımıza çıkmaktadır. ”,ünH
Bu r u n ik y a z ıla rın b a zıla rı k im i E trü s k ve Ö n - T ü r k m e tin le
rin d e de g ö rü ld ü ğ ü g ib i sağdan sola d o ğ ru y a z ılm ış tır k i, L a tin a l
fabesi k u lla n a n A v ru p a lı d ilb ilim c ile r b u yüzden ilk za m a n la r b u
y a z ıla rı çözm ede ve o k u m a d a g ü ç lü k ç e k m iş le rd ir A v ru p a ’d a k i
ru n ik y a z ıla r a n la m la rı b a k ım ın d a n halen ta m o la ra k çözülem e-
1006 http://tr.wikipedia.org/wiki/Runik_ya2%C4%B1.
1007 ags.
1008 İsmail Doğan, “ E tr ü s k Y a z ıs ın ın K a y n a ğ ı T ü r k (G ö k t ü r k ) Y a z ıs ı ” Tarihten
Bir Kesit Etrüskler, 2-4 Haziran 2 0 0 7 , Bodrum, TTK Yayınları, Ankara,
2 0 0 8 , s .164.
451
in işle rd ir. Bu ya zıla rın çö zü lm e sin d e ki g ü ç lü k , e ld e ki az veriyle
ve belli belirsiz k a n ıtla ra d a ya n a ra k ta h m in y ü rü tm e k te n kay
n a k la n m a kta d ır.
“Etrüsklerin de kullandıkları ve daha sonra hemen hemen
hütiin Avrupa uluslarının Romalılardan alarak tetneli 25 karak
terden oluşan bu alfabeyi kullandıkları bilinmektedir. Ancak bu
yazının işaretleri her dilde aynı ses değerine sahip değildir.
Run yazısı, Romalılar veya Yunanlılardan alınma değildir.
Aksine Yunanlıların lonya alfabesini kabul etmeden önce kul
landıkları alfabe de olabilir görüşünün yanında , Etriisklerm
Aırupa'ya gelmeden önce bulundukları Anadolu'da Eriglerden
bu yazıyı öğrendikleri de söylenmektedir/*100*
A v ru p a 'd a k i r u n ik m e tin le rin çö zü lm e sin d e son yıllarda
T ü r k a ra ş tırm a c ıla r devreye g irm iş le rd ir. T ü r k r u n ik yazısında
uzm anlaşm ış o la n la rın F u th a rk yazısını da o k u y a b ilm e le ri Batılı
b ilim in sa n la rın ı ç o k şaşırtm ıştır. Batı m e rk e z li ta rih in esiri bilim
insanları, A v ru p a 'd a k i bu eski y a zıla rın T ü r k r u n ik yazısı o labi
leceğini ısrarla re d d e tm ekte d irle r.
K ö k e n i b ilin m e y e n F u tra k alfabesi h a k k ın d a son zamanlarda
dile g e tirile n tezlerden b irin e göre r u n ik ya zın ın A v ru p a ’ya gelişi
çok eski zam anlarda O rta A sya ’d a k i ö n T ü r k le r 'in b ir kısmının
Batı'ya g ö çle riyle o lm u ştu r. R u n ik yazı k o n u s u n d a k i uzm anlar
dan b ir i o la n K a zım M irş a n , O rta A s y a 'd a k i ö n T ü r k Runik
y a zıtla rın ın A v ru p a ’d a k i R u n ik y a z ıtla rd a n daha eski olduğunu
ile ri sürerek A vru p a R u n ik le rin i O rta Asya R u n ik le rin e bağla
m aktadır. M irş a n ’ın te z in i destekleyenlere göre, A vru p a 'd a ki
R u n ik yazıya O rh u n yazısı ya da G ö k tü rk yazısı dem ek daha
d o ğ ru ola ca ktır. Ç ü n k ü K uzey A v ru p a R u n ik yazısı Asya'daki
R u n ik yazının b ir ve rsiyon u n d a n başka b ir şey d e ğ ild ir ve hepsi
n in kö ke n in de T ü r k dam ga (tam ga) yazısı b u lu n m a k ta d ır. Aris-
to v g ib i Rus b ilg in le rin e göre T ü r k R u n ik yazısı bu eski T ürk
d am galarından tü re tilm iş tir.1010
452
B ir başka varsayım a göre de, R u n ik yazı, yine A sya ’dan
veya A n a d o lu 'd a n İta ly a 'y a gc>ç eden F trü s k le r'ın ara cılığ ıyla
A v ru p a 'y a ya yılm ış tır.
R u n ik yazıyla ilg ili çalışm a yapan T ü r k a ra ştırm a cıla r a ra
sında T u rg a y K ü rü m , İs m a il D o ğ a n ve K azım M irş a n ’ ın başta
"Türk Runik Ya-
gelm ektedir. K ü rü m ve D o ğ a n 'ın ça lışm a la rı
ztstyla İlgili Yapılan Son Çalışmalar" adıyla kısa zam an önce
y a yım la n m ış tır. K a zım M irş a n 'ın bazı eserlerinde ve İsm a il
D o ğ a n 'ın “ Doğu Avrupa'daki Göktürk (Runik) İşaretli Yazıt
lar" a d lı eserindb, R u n ik ya zıla rın aslen T ü rk k ö k e n li o ld u ğ u
a y rın tılı b ir şe kilde a n la tılm ış tır.1011
1 8 0 0 ’lü .y ılla rın s o n la rın d a O rta A sya 'd a Yenisey ve O rh u n
Y a z ıtla rın ın b u lu n m a s ın d a n sonra O . D o n n e r, bu y a z ıtla rd a k i
G ö k tü rk yazısının İs k a n d in a v b ö lg e sin de ki R u n ik yazıya benzer
liğ in e d ik k a t çekerek L ik y a ve K a yra işa re tle riyle ilg ili o ld u ğ u n u
id d ia e tm iş tir. D aha sonra “ T ü r k R u n iğ i" o la ra k da a d la n d ırı
lan G ö k tü r k yazısı iç in A . V o n G a b a in , bu yazının önce T alas’ta
m eydana g e ld iğ in i, daha sonra da Yenisey ve O rh u n b ö lg e le rin e
ya y ıld ığ ın ı b e lir tm iş tir .1012
1011 İsmail Doğan, Doğu Avrupa'da Göktürk (Runik) lyaretli Yazıtlar, TDK Ya
yınları, Ankara, 20 0 0 .
1012 A. M. Şerbak, “Türk Runik Yaztsmın Yayılmasına Dairm, TDAY Belleten
1 9 9 0 , Ankara, 1994, s.183; Doğan, agm, s.165.
1013 Prof. Sven B. F. Jansson, Runinslcrifter i Sverige AWE / Geber* 1963 İngi
lizce baskısı, Runes in Sweden Royal Academy of Letters ... GIDLUNDS
W am am o / Sweden 1987.
1014 Turgay Kürüm, “ İ s k a n d in a v R u n ik Y a z ıs ın ın K ö k e n i”, Bilim ve Ütopya Der
gisi, S. 179, Nisan 2 0 0 9 , s. 19-22.
453
K uzey A v ru p a ’d a k i F u th a rk ya zısın ın , G ö k tü rk yazısıyla
“ o rta k b ir k ö k e n e ” sahip o ld u ğ u n u k a n ıtla m a k iç in P ro f. Sven
B. F. Jansson k ita b ın d a k i 3 b u lg u d a n ya ra rla n a ca ğ ız:
1. K y lv e r taşı ( T he stone fr o m K y lv e r, G o tla n d ). En önemli
taştır. F u th a rk d iye a n ıla n alfa b e b u taşa k a z ın m ış tır.1015
TV 3 S 4 S • t • • tt 11 12 » 14 1f II İ M İ 11 M II » » 24
f a » ■ r •
ş r m R < x p N +ı * m m n n r o M *
|pk ►i k <x ph+i ^ cj' j m n n r » m **?
e k i > ^ b > x p v ı m K 'fA ) t ı n u r b m *« -**
jg I SO hap « d y 9 n • k dİ • ç n ç k k İd yn I 9 kİ b
: gü tu s o k up o d y |o n sı k i 61 a 7 nç ok 'tik ıd yn 1 şı ke I bı
454
-ışık veren k u ts a l k iş i) o la ra k o k u m a k ta d ır.1019
!Titıxm ıiH im +ı
I T S İ İ J « 1 I I M ¥ S W W Y S M S M P M Î G ö k tiJ r k ç e j
¡ I c k n a d k p U s k g k g k n k I c k k l k o p k y k t p g
I ic k nt s de k e p ü s k ö g k ö g nt kı k k k i I k e op kı y k e op g I
1019 ags.
1020 Jansson, age, s.18.
1021 http://www.antalya-ws.com/futhark/FUTHP3T.HTM
455
3. Istaby taşı ( The Istaby stone fro m Blekinge).1022
456
rin c fazlaca benzem esi ve son ya p ıla n “ gen a ra ş tırm a la rı” ger
çekten de E trü s k le rin A n a d o lu 'd a n göç eden T u ra n ı b ir to p lu *
lu k o ld u ğ u n u k a n ıtla m ış tır.102' B ir te o riy e göre E trü skle r, T ru v a
S a va şfn d a n so n ra a rta k a la n T ru v a lıla rın S a ka la rla b irleşm esi
sonunda o rta y a ç ık a n T u rs a k a k a v m in in b ir d e v a m ıd ır.1026
D iş i k u r t m o tifi, ç ift başlı k a rta l, k ırm ız ı re n k , fiz ik s e l ö ze l
lik le r, sanatsal b e n z e rlik le r E trü s k le rin T ü r k k ö k e n li o ld u ğ u n u
gösteren k a n ıtla rd a n sadece b irk a ç ıd ır.102'A y rıc a ta rih in çe şitli
d ö n e m le rin d e E trü s k le re v e rile n a d la r arasında T ü r k , Asena, T ar-
han, T u rs , T u 'rk , T u ria ,T u rk s u g ib i a d la rın o lm ası E trü s k -T ü rk
b a ğ la n tıs ın ın ne k a d a r g ü çlü o ld u ğ u n u n başka b ir d e lilid ir .1028
E trü s k le ri T ü rk le re ba ğ la yan en g ü çlü bağ ise E trü s k yazısı
dır. E trü s k r u n ik yazısı ile G ö k tü r k r u n ik yazısı a ra s ın d a k i ben
z e rlik ve E trü s k d iliy le T ü rk ç e a ra s ın d a k i iliş k i, ta rih in yen id e n
ya zılm a sın ı g e re k tire c e k k a d a r ö n e m lid ir.
E trü s k r u n ik yazısıyla G ö k tü r k r u n ik yazısı a ra s ın d a k i b e lli
başlı b e n z e rlik le r ş u n la rd ır:
1. 2 6 k a ra k te rd e n o lu şa n E trü s k yazısı en az 3 0 0 0 -3 5 0 0 y ı l
lık g e çm işi o la n b ir yazıdır. Bu 2 6 k a ra k te r li yazı sistem i G ö k
tü rk ya zısıyla k a rş ıla ş tırıld ığ ın d a 10 işa re t hem şe kil hem de ses
o la ra k b ir b ir in e b e n zem e kte d ir. 4 işa re t ise şe kil o la ra k a yn ı, ses
o la ra k fa rk lıd ır . E trü s k yazısı, T ü r k yazısının A var, Sekel, K a f
kas v e rs iy o n la rıy la k a rş ıla ş tırıld ığ ın d a bu b e n z e rlik le r daha da
Bir yazı sisteminde bu kadar benzerlik tesıidüf
ç o ğ a lm a k ta d ır. “
değildir. Bunlar her iki yazının da kaynağının aynı olduğunun
göstergesidir . M,(,2V
2. H e r ik i yazı da sağdan sola d o ğ ru o k u n m a k ta d ır.
457
Ş e k il ve »e» olarak benzer olan karakterler.
Türk Yazısı Türk Latin Karçı!»# Etru*k Vcniyonu
J- „ R .E
r - ı
> r o -ö /u ,ü v
m «.** K
j ,
i o .,* r
1 P P-
v . 5«
* , T
R«stm 19 Ş«kJi b«ru«y*n (akat ksrftUMdıdi K< farklı
x „ x ta
M,
e. Rvtr
1 0 *0 -Kin *.171.
458
İs m a il D o ğ a n , uEtrüsk ve Türk yaztsmm şekil ve ses ben
zerlikleri dikkate alındtğtnda aynt kaynaklı yazı olduğu açıkça
görülm ektedir... Etrüskler kullandıkları bu yazıyı muhtemelen
Anadolu'da bulundukları sıralarda öğrenip göçleriyle birlikte
Avrupa'ya da ö ğ r e tm iş le r d ir d iy e re k E trü s k ru n ya zısıyla G ö k
tü r k ru n y a z ıs ın ın “ a k ra b a ” o ld u k la rın ı b e lir tm iş tir .1'n ‘
G ö rü ld ü ğ ü g ib i L a tin a lfa b e s in in te m e lin d e k i E trü s k Yazısı,
hem şe kilce hem de a n la m ca G ö k tü r k ya zısın ın neredeyse a y n ı
sıdır.
E trü s k d iliy le T ü rk ç e a ra sın d a da b ü y ü k b ir b e n z e rlik v a r
dır. A d ile A y d a , E trü s k d ilin d e T ü rk ç e k ö k e n li ç o k sayıda k e lim e
te s p it e tm iş tir.
İşte 1 9 2 8 ’ de A t a t ü r k ’ ün A lfa b e D e v r im i’ yle k a b u l e ttiğ i L a
tin h a rfle r in in k ö k e n i... G ö rü ld ü ğ ü g ib i b u g ü n d ü n y a n ın b irç o k
y e rin d e k u lla n ıla n L a tin a lfa b e si, F u th a rk ve E trü s k R u n ik h a r f
le r in in b ir t ü r e v id ir ; o k u lla rd a ç o c u k la rım ız a ve g e n çle rim ize
ö ğ re ttiğ im iz g ib i, F en ike a lfa b e s in in d e ğ il... A v ru p a ’ n ın F u th a rk
ve E trü s k r u n ik yazısı ise G ö k tü r k ya zısıyla a yn ı k ö k e n d e n g e l
m e k te d ir. Y a n i L a tin a lfa b esi a slın d a G ö k tü r k a lfa b e s in in za m a n
iç in d e fa rk lıla ş m ış b iç im id ir. D o la y ıs ıy la A t a t ü r k ’ ün T ü r k ç e y i
L a tin h a rfle r iy le ya zm a ya k a ra r ve rm e si, b ir a n la m d a ye n id e n
G ö k tü r k yazısına d ö n ü ş tü r k i, b u n u n adı C u m h u riy e t ta r ih i ya
la n c ıla rın ın d e d iğ i g ib i “ g a v u rla ş m a k ” d e ğ il “ öze d ö n m e k tir ” .
ö z e tle , 1 9 2 8 ’ d e k i “ Y a z ı-A lfa b e D e v r im iy le ” T ü rk ç e , y a k la
şık 8 0 0 y ıl so n ra k e n d i b ü n yesine h iç u y m a y a n A ra p h a rfle riy le
y a z ılm a k ta n k u r tu la r a k , k e n d i b ü n yesine b ir e b ir u y a n ( G ö k tü r k
yazısına ve E trü s k yazısına d a ya n a n ) L a tin a lfa b e s iy le ya zılm a ya
b a ş la n m ış tır.
Yazı Devrimi
C u m h u r iy e t t a r ih i y a la n c ıla rı Öyle b ir a n la tıy o r la r k i, sanır-
f in iz k i A t a t ü r k d u ru p d u ru r k e n Y azı D e v r im i y a p m ış, d u ru p
459
d u ru rk e n A ra p a lfa b e s in i d e ğ iş tirm iş ! D u r u p d u ru rk e n “ m ille
t i c a h il b ıra k m a k , m ille ti ta rih in d e n k o p a r m a k ” iç in kaldırm ış
A ra p a lfa b e s in i... S a n ki T ü r k ta rih in d e sadece A ta tü r k alfabe
d e ğ iş ik liğ in i d ü şü n m ü ş! A t a t ü r k ’ten önce bu k o n u h iç ta rtış ıl
m am ış! O s m a n lı’da h iç b ö yle b ir ih tiy a ç y o k m u ş , sanırsınız...
O y s a k i, g e rçe kle r h iç de bu C u m h u r iy e t t a r ih i y a la n cıla rın ın
a n la ttığ ı g ib i d e ğ ild ir. O s m a n lı’n ın ö z e llik le son d ö n e m le rin d e ,
k ita p ve gazete sayısının a rtm a y a b a şla m a sıyla b ir lik te , Arap
h a rfle riy le T ü rk ç e y i ve B atı d ille rin d e n geçen ya b a n c ı sözcükleri
ya zm a k b ir h a y li s ık ın tı y a ra tm a y a b a şla m ıştır. Bu nedenle Os-
m a n lı a y d ın la rı, ö z e llik le 19. y ü z y ıld a n so n ra c id d i c id d i alfabe
ta rtışm a sı ya p m a ya b a ş la m ışla rd ır. Y a n i, Y a z ı-A lfa b e D e v rim i,
A ta tü r k ’ ü n a k lın a b ird e n b ire gelen “ b iz i c a h il b ıra k m a k iç in hiç
ih tiy a ç y o k k e n y a p ıla n b ir d e v rim ” d e ğ ild ir.
Tarihsel Altyapı
Yazı D e v rim i, O s m a n lı’ da T a n z im a t’ta n b e ri ta rtış ıla n ve
A ta tü r k ’ ün b ü tü n d e v rim le ri g ib i “ to p lu m s a l ih tiy a ç ta n d o ğ a n ”
b ir d e v rim d ir.
A ra p a lfa b e s in in k a b u l e d ild iğ i d ö n e m le rd e bazı T ü r k to p lu
lu k la rı T ü rk ç e y i r u n ik h a rfle rle ya zm a ya d e va m e tm iş le rd ir.
A ra p h a rfle rin in k u lla n ıld ığ ı O s m a n lı d ö n e m in d e L a tin h a rf
le riy le ya zıla n ilk m e tin 1553 ta r ih lid ir . H ı r v a t k ö k e n li b ir esir
ola n B a rth o lo m e o G e o rg ie u iz (G e o rg ie v its ) 1 5 5 3 y ılın d a L a tin
h a rfle riy le T ü rk ç e yazm ıştır.
K a n u n i S ultan S ü le ym a n ’ın M o h a ç M u h a re b e s i’ nde (29
A ğustos 1526) esir a lın a n , esir p a z a rın d a sa tıla n , 1 5 2 8 ’de
T ra k y a ’ya g e tirile n sonra da A n a d o lu ’ya geçen G e o rg ie vits,
1 5 3 4 ’te İra n seferine k a tılm ış tır. 11 y ıl süren e s ir lik süresince
3 kere ka çm a ya teşebbüs e tm iş tir. N ih a y e t K u d ü s ’te ka çm ış ve
b ir m an a stıra sığ ın a ra k e s irlik te n k u rtu lm u ş tu r. 1 5 3 8 yılın d a
R o m a ’ya, daha sonra da A n tw e r p ’e g id e n G e o rg ie v its , T ü r k le r in
a d e tle ri ve d in i in a n ç la rı ü ze rin e 2 risa le ya zm ıştır.
460
G e o rg ie v its ’ in L a tin h a rfle riy le yazdığı ilk T ü rk ç e m e tn i,
1553 y ılın d a P aris’te ik i risa le yi b irle ş tire re k o lu ş tu rd u ğ u “ De
T u rc a n ım M o r ib u s ” ( T ü r k le r in K iş iliğ i Ü ze rin e) a d lı eserdir.
“Hırvatçanın dışında Macar
A ra ş tırm a c ı F e h m i D in ç e r’e göre,
ca , Yunanca, Latince, Türkçe , Arapça ve tbranice de bilen Geor-
gievits, 1556'da R om a’da ölünceye kadar Türklerin gelenekleri ,
görenekleri dini inançları, törenleri üzerine birçok eserler ver
miştir. Georgievits'in eserleri zamanında çok büyük sansasyon
lar yaratmış ve dönemin Avrupa'sını çok etkilemiştir ” ,on
İşte G e o rg ie v its ’ in eserinde yer alan L a tin h a rfle riy le y a z ıl
mış o T ü rk ç e s a tırla rd a n b a zıla rı:
“Türk - Handa (nereye) gidertsen bre Gianr?(gavur)
Hıristiyan - Stambola giderum tsultanum.(sultanım)
Türk - Ne issum (işin) var bu memleketten?
Hıristiyan - Bezergenlik ederum, Affendi. Maslahatom var
Anadolda.
Türk - Ne habar scizum (sizin) girlerden? (yerlerden) ",,)U
O s m a n lı’da ç e ş itli to p lu lu k la r T ü rk ç e y i A ra p ça dışında
k e n d i özel a lfa b e le riy le y a zm ışla rd ır. E v liy a Ç e le b i'n in a n la tı
m ıy la “ Asla Urum lisant bilm ayüp batıl (kaba, öz) Türk lisanı
üzere”i03S k o n u ş a n A n a d o lu ’d a k i R u m la r, T ü rk ç e y i G re k a lfa b e
siyle y a z m ış tır.1036. R u m la rd a n başka E rm e n i ve Y a h u d ile rin de
T ü rk ç e y i k e n d i u lu s a l a lfa b e le riy le y a z d ık la rı b ilin m e k te d ir.,,,r
Bu gerçeği P ro f İlb e r O r ta y lı, “...Karamanliga dediğimiz
İncil sadece İncil değil ilmi mecmua edebiyat kitapları bile var.
Bilhassa Evangelidos Misalidis gibi bir Karamanlı yani Türk
Hıristiyan Rum dediğimiz am a Türkmen Hıristiyan O rtodoks
bir münevverin yazdığı bir roman var. Bunlar Yunan harfleri ile
Türkçe yazıyorlar çok zor bir imla aynı şekilde Ermeni harfleri
461
ile yazdan bir Türkçe var bunun aksi de söz konusudur; mese
la Sakız Adast'nın Egina A dasının ve İyon Adaları dediğimiz
Adriyatik’teki bazı adaların Kefalonya da ahalisi Katolik olduğu
için Rum olmalarına rağmen (İstanbul'da da böyle Helen Ka
tolik bir grup vardı) bunlar Latin harfleri k u l l a n d ı l a r şeklinde
a ç ık la m ış tır.1038
A ra p h a rfle rin in T ü rk ç e y i y a z m a d a k i y e te rs iz liğ in i ilk vu r
g u la ya n 17. y ü z y ıld a K â tip Ç e le b i o lm u ş tu r.1039
Fransız d il b ilim c ile rin d e n C . F ra n ço is V o ln e y (1 7 5 7 -1 8 2 0 )
yazdığı b ir eserde L a tin a lfa b e sin in k u lla n ılm a s ın ı t e k lif etm iştir.
III. Selim d ö n e m in d e sarayda m im a r lık ya p a n D a n im a rk a lı
M e lin g , p a d işahla d o ğ ru d a n d o ğ ru y a ya zışm a k iç in A r a p a lfa b e
si öğrenm eden T ü rk ç e k o n u ş m a y ı b a şa rm ıştır. M e lin g , Padişa
hın kız ka rd e şi H a tic e S u lta n ’ın sa ra yın ı y a p a rk e n d ü ş ü n c e le rin i
padişaha L a tin h a rfle riy le ya zd ığı T ü rk ç e y le b ild ir m iş t ir .1040
O s m a n lı’da a lfabe ta rtış m a la rı T a n z im a t d ö n e m in d e (18 3 9 -
1876) başlam ıştır. 1851 y ılın d a A h m e t C e vd e t Paşa, y a y ın la d ı
ğı K a v a id -i O sm a n iye a d lı k ita p ta T ü rk ç e d e b u lu n u p da A ra p
h a rfle riy le g ö sterilm e ye n sesler iç in b ir y o l b u lm a k g e re k tiğ in i
b e lirtm iş tir. O n u n bu ö n e risi ü ze rin e h a re ke te geçen E n cü m e n-i
D a n iş, 18 6 3-6 4 ders y ılı k ita p la rın d a A ra p yazısını h e re k e li o la
ra k k u lla n m ış tır.1041
M ü n if E fe n d i (Paşa), 11 M a y ıs 1 8 6 2 ’de k u ru c u s u o ld u ğ u
C e m iy e t-i llm iy e -i O s m a n iy e ’ de v e rd iğ i b ir k o n fe ra n s ta alfabe
k o n u s u n u ele a lm ış tır: A ra p h a rfle rin e ye n i b ir şe kil ve rm e k,
h a rfle rin yazılış ve o k u n u ş la rın ı k o la y la ş tırm a k g e re k tiğ in i, bu
nedenle b ir yazı ıslahatına ih tiy a ç o ld u ğ u n u b e lirtm iş tir.
M ü n if Paşa’ nın h a rf ısla h a tın d a n söz e ttiğ i bu k o n fe ra n s ı,
sa h ib i o ld u ğ u M e c m u a -i F ü n u n d e rg isin d e y a y ın la n m ış tır.
A ra p h a rfle rin in ısla h ınd a n söz eden M ü n if Paşa, sözü d ö n
d ü rü p d o la ş tırıp L a tin h a rfle rin e g e tire re k , “Avrupalıların yazı -
1038 http://arsiv.ntvm9nbc.com/ntv/metinlcr/Tarih_Dersleri/elcim_2008/08.asp
1039 Karal, agm, s. 61.
1040 agm, s.92,93.
1041 M. ^akir Ulkütaşır, Atatürk ve Harf Devrimi, M art, 1998, s .19.
462
¡arında bu zorluklar olm adığı gibi eğitimde altı-yedi yaşındaki
çocuklar p ekala okuyup yazm ak öğrenmekte erkek ve kadın
dan , am ele gürühüna varıncaya kad ar am acını ifadeye yetecek
derecede kitabet (yazma) öğrenirler. ” de m iştir.
M ü n if Paşa, L a tin h a rfle rin in ko la yca o k u n u p ya zılm a sın
d a k i fa y d a la rı b e lirtm e k le b ir lik te d ilim iz d e k i k e lim e le ri a y rık
h a rfle rle b itiş tirm e y e re k yazm ayı ö n e rm iş tir.1042
M ü n if Paşa dışında h a rf ko n u su n a ka fa yo ra n b ir d iğ e r
is im ise A z e rb a y c a n lI ya za r-şa ir A h u n d za d e M ir z a F e th -A li’dir.
F e th -A li, 1 8 6 3 ’te T if lis ’ten İs ta n b u l’a gelerek Sadrazam Keçeci-
zade F u a t Paşa’ya- “Harflerin Islabt ” tasarısını sunm uştur. Feth
A l i ’n in bu tasarısı C e m iy e t-i İlm iy e -i O s m a n iy e ’de ta rtış ılm ış ,
A ra p h a rfle r in in T ü rk ç e n in ya zım ın d a yetersiz k a ld ığ ı ce m iyet
ü ye le rin ce de k a b u l e dilm esine k a rşın bu k o n u d a c id d i b ir adım
a n la m a m ış tır.1043
A z e rb a y c a n ’ a d ö n e re k h a rfle rin Isla h ı k o n u s u n d a k i ça lışm a
la rın a d e va m eden F e th -A li, A ra p h a rfle r in i b ıra k ıp L a tin h a rfle
r i ü z e rin d e d u rm u ş ve h a zırla d ığ ı yeni b ir ta sa rıyı Sadrazam A li
Paşa’ya g ö n d e rm iş tir. M irz a F e th -A li bu ye n i tasarısında L a tin
h a rfle r in in k a b u lü n ü ö n e rm iş tir. F e th -A li L a tin h a rfle rin i esas
a la ra k y e n i b ir a lfa b e h a z ırla m ış tır. F a k a t b u b a şvu ru su n d a n da
o lu m lu b ir sonuç a la m a m ış tır.1044
M u s ta fa C e la le ttin Paşa, 1 8 6 9 ’da L a tin h a rfle rin e geçilm esi
g e re k tiğ in i b e lirtm e k le k a lm a m ış , kızın a L a tin h a rfle riy le m e k
tu p la r b ile y a z m ış tır.1045
1 8 6 9 ’da İb ra h im Şinasi, 1 8 8 4 ’te de E b u zziya T e v fik basım
da k u lla n ıla n A ra p h a rfle r in i b ir h a y li ıslah e tm iş le rd ir. E b u zzi
ya, 5 1 9 o la n h a r f ve iş a re ti 1 1 0 ’ a k a d a r in d irm iş tir.
AH S uavi 1 8 6 9 ’da P a ris’te y a y ın la d ığ ı U lu m gazetesinde
“Lisan ve Hatt-ı Türki ” a d lı b ir m aka le sin d e özetle, “ K u s u rla rı
463
b u lu n a n A ra p yazısın ın ısla h e d ilm e s i g e re k tiğ in i, a n ca k Arap
a lfa b e s in in d e ğ iş tirilm e s in e de ta r a fta r o lm a d ığ ın ı” b e lirtm iş tir.
M e h m e t Ş a k ir E fe n d i, 18 9 4 y ılın d a ka le m e a ld ığ ı Perseng-i
S arf-ı L i» a n -i A d e m i ve Ş ü kü fe n is a r-ı Z e b a n -ı U m u m i ve Osm a-
n i a d lı ederinde A ra p a lfa b esine T ü rk ç e d e k i sesli h a rfle r in d eğ er
le rin i gösteren ib a re tle rin e k le n m e s in i ö n e rm iş tir.
II. A b d ü lh a m it z a m a n ın d a Şem settin Sam i B e y, A ra p alfabe
s in in ıslah edilm esi g e re k tiğ in i b e lir tm iş tir .104* ö n c e le ri T ürkçe n ın
yerine A ra p ç a n ın resm i d il o lm a sın ı isteyen D. A b d ü lh a m it, son
radan f ik r in i d e ğ iş tirm iş , T ü rk ç e n in ö n e m in d e n söz e tm iş hatta
İmarın h a rfle rin e vu rg u yapm ıştır. Şu sözler II. A b d ü lh a m it’e a ittir:
uHalktmtztn okuma yazma bilmemesinde şaşılacak bir
şey yoktur. Çünkü bizim yaztmızın sırlarına alışmak ko
lay değildir. Latin alfabesini almakla belki halktmıztn işini
kolaylaşttrabiliriz. ”1047
II. M e ş ru tiy e t d ö n e m in d e , M a a r if N a z ırı Ş ü k rü Bey zam a
nın da “ s a rf" , “ im la ” “ lü g a t” e n c ü m e n le ri ve “ Is la h a t-ı İlm iye
E n c ü m e n i” a d lı d ö r t encüm en k u r u la r a k A r a p h a r fle r in in T ü rk -
çeye u y g u n o lm a y a n im la s ın ı d ü z e ltm e y e ç a lış m ış tır
A ra p h a rfle rin in T ü rk ç e y e u y g u n h a le g e tirilm e s i iç in k u ru la n
en ö n e m li c e m iy e tle rd e n b ir i de Is la h a t-ı H u r u f C e m iy e ti,d ir .,04,‘
A ra p h a rfle rin in ıslah e d ilm e si g e re k tiğ in i en ate şli biçim de
savunan l>r. M ila s lı İs m a il H a k k ı, P ro f. D r. N e c m e ttin A r if , C i
h a n g irli M . Şinasi, İs m a il H a k k ı (B a lta c ıo ğ lu ) h a rfle r in a y rı ayrı
y a zılm a sın ı ö n e rm iş le rd ir.1049
A li N u s re t T an ın gazetesinde h a rfle r in ısla h ı k o n u s u n d a b ir
d iz i m aka le kalem e a lm ış tır.1'1' 0
464
A h m e t H ik m e t ve C e la l Esat, 2 4 A ğustos 1913 ta rih in d e
Türkçe Yazıtım İslahına Doğru Bir Adım ve
T a n in gazetesinde “
Şayan-t Dikkat Bir Teşebbüs” b a ş lık lı b ir ya zıyla sesli h a rfle r
iç in bazı iş a re tle r k a t e tm işle r ve T a n in gazetesinin her sayısında
bu h a rfle rle ya zıla n kısa b ire r yazı k o n u lm u ş tu r.
A ra p h a rfle r in in a y rı a yrı yazılm ası ve sesli h a rfle r iç in bazı
iş a re tle rin k u lla n ılm a s ı d ü şü nce sin i E n ve r Paşa, I. D ü n y a Savaşı
b a şla rın d a u y g u la m a k is te m iş tin “Ordu Elifbası999 “Hatt-ı Ce-
did”, “Enver Paşa Yazısı99g ib i a d la r v e rile n bu yazıyla H a rb iy e
N e z a re ti bazı resm i genelgeler ya yın la m ış ve a s k e rlik le ilg ili bazı
k ü ç ü k k ita p la r b a s tırm ıştır. B ir süre u yg u la n a n bu yazı, eski a lış
k a n lığ ı b o zd uğ u iç in savaşta a k s a k lık la ra y o l açtığı gerekçesiyle
o rta d a n k a ld ırılm ış tır.1051
I. D ü n y a Savaşı sırasında A v ru p a ce p hesindeki T ü r k b ir lik
le ri resm i te lg ra f y a z ış m a la rın d a L a tin h a rfle ri k u lla n ılm ış tır.1052
İttih a tç ı T a la t Paşa B e rlin seyahati sırasında İs ta n b u l'a g ö n
d e rd iğ i te lg ra fla rın ı L a tin h a rfle riy le ya zm ıştır.1053
M u s ta fa K e m a l A ta tü r k de Ç a n a k k a le 'd e n b ir bayan ar
ka d a şın a g ö n d e rd iğ i 13 m e k tu p ta n b ir in i L a tin h a rfle riy le yaz
m ış tır.1054
II. M e ş ru tiy e t d ö n e m in d e yazı ve a lfa b e ta rtışm a sı g id e re k
d aha ra d ik a l b ir b o y u t ka za n m ıştır. Ö y le k i, H ü s e y in C a h it Y a l
ç ın , D r. A b d u lla h C e vd e t, C e la l N u r i (İle ri) K ılıçza d e H a k k ı g ib i
a y d ın la r açıkça L a tin a lfabesine g e çilm e sin i sa vu n m u şla rd ır.
C e la l N u r i, 1 9 1 2 ’ de ya y ın la n a n wT a r ih - i İs tik b a l" a d lı k ita
b ın d a bu k o n u d a şu n la rı ya zm ıştır:
“Mesela şu Sami ve lisantmtzın ruhuna uymayan Arap
harflerini terk edelim. Üniversal olan Latin harflerini alalım.
Arap harfleri, Arap ve İbrani gibi Sami diller içindir... Halbuki
Türkçemiz... Turani özelliğini kaybetmemiştir. Sami dillerden
çok Avrupa dillerine benzer Bize huruf-i munfasıla (Latin harf-
465
lerigibiayrt yazılan harfler) laztmdır... İlerlemek istiyorsak bir
dakika kaybetmeden Latin harflerini incelemeliyiz.. Bir harfi
btraktp da diğerini kabul eden yalnız biz olmayacağız. Bu gibi
milletlerin nasıl harflerini değiştirdiklerini Mukadderat-t Tari
hiye adit kitabımda belirttim.”1055
C e la l N u r i, 19 1 2 y ılın d a y a y ın la n a n “ T a r ih - i T ed e n n iya t-ı
O s m a n iy e M u k a d d e ra t-ı T a rih iye ** a d lı k ita b ın d a açıkça Latin
h a rfle rin e geçilm esi g e re k tiğ in i şöyle ifa d e e tm iş tir:
wHarflerimiz berbattır. Bu harflerle biz işimizi görmeyiz.
Bunlar yetersizdir. Harflerimizin noksanından, bir işe yarama-
dtğtndan, gayr-i ilmi bulunduğundan burada bahsetmeyeceğiz.
Yalnız şurastnt söyleyeceğiz ki, bu harfleri ve bunlarla yazılmış
şeyleri halk kolaylıkla öğrenemiyor... Bu hal ilerlememize engel
oluyor. Ahalide aydınlanma isteğini söndürüyor. Islah-ı huruf
(harflerin ayn yazılması) gibi boş tedbirlere müracaat edeceği-
mize hemen kemal-i cesaretle Latin harflerini kabul etmeliyiz.
Bunu yalnız biz kabul etmiş olmayacağız. Bundan önce Ru-
menler de Kiril harflerle yazı yazarlardı. Bilahare Latin harfle
rini kabul ettiler. Almanlar yavaş yavaş Gotik harflerini bıraktp
Latin harflerini altyorlar.... Latin harfleri hem pek doğal hem
de Türkçe diline Arap harflerinden çok daha uygundur..”1056
H ü s e y in C a h it (Y a lç ın ), 1 9 1 0 ’da T a n in gazetesinde ya yım
la d ığ ı “Arnavut Hurufatı” a d lı m a ka le sin d e L a tin h a rfle rin e ge
ç ilm e s in i is te m iş tir:
uBugün kullanmakta olduğumuz harflerin Türklük ve
Müslümanlıkla ilgisi olmadığını, Türklerin kendi yazılarım
bırakıp bunları sonradan kabul ettiğini, Arap harflerinin Pey
gamber zamanında kullantlmadtğınt, bu hale göre Arnavutla
rın ihtiyaçlarına elverişli harfleri kabul etmekte serbest bıra-
ktlmast gerektiğini, Latin alfabesini kabul edecek olurlarsa bir
iki hafta gibi kısa zamanda okuma-yazma öğrenip bizi geride
1055 Celal Nuri, Tarihi İstikbal, C ,2, İstanbul, 1912; Ülkutaşıc, age, s.2 7 ,2 8 .
1056 Celal Nuri, Tarih-i Tcdenniyat-ı Osmaniye Mukadderat-ı Tarihiye, 2.bs, İs
tanbul, 1912, &.180-188; (Jlkütaşır, age, s.28, 29.
466
bırakacaklarım, onlara engel olmak şöyle dursun imkânı varsa
bizim de kabul etmemizin yerinde bir hareket olacağım. ..
İ t t ih a t T e ra k k i C e m iy e ti k u ru c u la rın d a n İb ra h im T em o , L a
tin h a rfle r in i o k a d a r h a ra re tle s a vu n m u ştu r k i, ke n d isin e “ La-
tin c i T e m o ” la k a b ı ta k ılm ış tır.10'*
H a r f ıs la h a tı ta rtış m a la rı so n u nd a M a a r if N e z a re ti 1 9 0 9'd a
b ir İm la K o m is y o n u k u rm u ş tu r. 191 l'd e Is la h -ı H u r u f C e m iye
t i, 1 9 1 2 ’de de Is la h -ı H u r u f E n cü m e n i k u ru lm u ş tu r. H a r fle r in
ıslahı k o n u s u n d a ç a lış m a la r y a p m a k iç in k u ru la n bu d e m e kle r-
ce m iy e tle r 1 9 1 2 'd e D a r ü lfü n u n k o n fe ra n s sa lo n u nd a b ir b ilim
sel to p la n tıd a h a r f ıs la h a tım ta rtış m ış la rd ır. Bu to p la n tıd a b ir
ç o k b ilim in şa m ve d ilc i g ö rü ş le rin i a ç ık la m ış tır.I05’*
H ü s e y in K a z ım K a d ri, 191 l'd e İç tih a t d e rg isin d e y a y ım la
na n b ir yazısında A ra p h a rfle rin in T ü rk ç e v e u yg u n o lm a d ığ ın ı
şöyle ifa d e e tm iş tir:
“Eski Türk alfabesinin (Göktürk-Uygur) unutulup bu li
sanların (Türkçenin) Arap harfleriyle yazılması. bugün Muse-
vilerin bir türlü unutamadıkları İspanyolcayt İbrani harfleriyle
yazmalarına benzer. Kendi lisanımızın malı olmayan harflerle
(Arap harfleriyle) ne kadar sıkıntı çektiğimizi ve çocuklarımı
zın başka bir lisana (Arapça) ait harflerle yazılarımızı okumak
için ne derecelerde zorluk çektiklerini herkes bilir..."10*0
A ra p h a r fle r in in b ıra k ıla ra k L a tin h a rfle rin e geçilm esi y ö
n ü n d e k i en c id d i y a z ıla r 1 9 1 4 'te K ılıçza d e ve a rka d a şla rın ca
ç ık a rıla n H ü r r iy e t - i F ik riy e d e rg isin d e y a y ın la n m ış tır. İm zasız
o la ra k y a y ın la n a n y a z ıla rd a A ra p h a rfle r in in T ü rk ç e n in ya p ısı
na u y g u n o lm a d ık la rı b e lirtile re k L a tin alfa b esine g e çilm e sin in
d o ğ ru o la ca ğ ı s a v u n u lm u ş tu r.1^
467
H ü r riy c t- i F ik riy e ’de, “ B u g ü n k ü a lfa b e m iz in ifla s ı, a kam eti,
T ü r k olm am ası, A ra p h a rfle rin in esaslı d ü ze ltm e ye k a b iliy e ts iz
liğ i, öz T ü rk ç e c i İs m a il H a k k ı ile D r. M ila s lı İs m a il H a k k ı Beyle
rin te k lifle ri: L a tin h a rfle rin in u lu s la r arası o lm a s ı, g ü n d e n güne
gelişmesi ve T ü r k le ş tirile b ilm e s i... a lfa b e ve K u ra n m eselesi...”
g ib i ço k ö n e m li k o n u la rd a beş m a ka le y a y ın la n m ış tır.1062
H ü r riy e t- i F ik riy e ’d e ki im zasız y a z ıla r ç o k a çık ve cesur ya
zılardır. Ö rn e ğ in , 17 N is a n 1 3 3 0 t a r ih li ya zıd a “ L a tin alfabesine
g e çilm esinin din e n sa kın calı o ld u ğ u n u ” sa vu n a n la ra şöyle ka rşı
lık v e rilm iş tir:
“ Şeyhülislam , yahut Fetva Emini hazretlerinden şu suali
me bir cevap almayt pek arzu ederdim : Franstzlar İslamiyetin
esaslarım pek m akul bularak m illetçe M üslüman olsalar! Aca
ba onlan Müslüman sayabilm ek için o p ek z a rif dillerinin Arap
harfleriyle yaztlmast şart mt koşulacak? Evet cevabını bekle
mediğim halde alırsam , kem al-i cesaretle , ‘Siz bu zihniyetle
dünyayı Müslüman edem ezsiniz9 karşılığını vereceğim. Hayır
sakınca y ok , cevabtm alırsam ‘Biz Türklerin de Latin harfle
rini kullanmamıza m üsaade eden b ir fetva veriniz9 ricasında
bulunacağım. Hayır. Fransızlar ne k a d a r az Arap iseler biz de
o kad ar az Arabtz... ”1063
M e ş ru tiy e t öncesinde L a tin h a rfle rin e g e ç ilm e s in i sa vu n an
la r arasında H a fız A li E fe n d i a d lı b ir h o c a n ın da b u lu n m a s ı d ik
k a t ç e k ic id ir.1064
özgür fikirleri savunduğuve tartışma konusu yaptığı için hükümetçe sık sık
kapatılmış, buyüzdendeğişik adlar altında (Serbest Fikir, Uhuvvet-i Fikriye)
çıkmıştır. Derginintambir koleksiyonuİstanbul Atatürk Kütüphanesinde bu
lunmaktadır.
1062 Kılıçzade Hakkı, daha sonra buimzasız yazıları Mustafa adlı bir gencin ka
leme aldığını belirtmiştir “Mustafa isminde bir genç mecmuada buna (Latnı
harflerine) ait bir stlsıle-t makalat neşretmekteydi” (“İzmir İktisat Kongre
sinde Harfler MeselesiM , tçtihad, 154 (1923), 3175). Kılıçzade Hakkı, o za
man Dahiliye Nazırı olan Talat Paşa'nın isteği üzerine bu yazı dizisine son
verildiğini, daha doğrusu Hürriyet-ı Fikriye’nin kapatıldığını bildirmektedir
llçtihad, 155 (1923), 3196).
1063 Ülkütaşır, age, s.39,40.
1064 Sami N. özerdim, Yazı Dcvrimi’nin öyküsü, Ağustos, 1998, s.l 1.
468
1911 y ılın d a M a n a s tır-B ito la ’da L a tin h a rfle riy le basılan ilk
T ü rk ç e gazete ya y ın la n m ış tır. Z e k e riy a Sami E fe n d i’n in ç ık a rd ı
ğı Esas a d lı gazete cu m a rte si g ü n le ri çıkm ıştır.
P ro f, tlb e r O r ta y lı, T ü r k iy e ’de ve d ü n y a d a k i alfabe ta rtış
m a la rın ı şöyle ö z e tle m iş tir:
“ 19. yüzyıla gelindiği zaman hiç şüphesiz ki Türkiye çok
Önemli bir bürokratik devrim geçirdi. Tanzimat idaresi demek
idarenin insanların toplumun hayatına ak tif müdahalesi dem ek
tir. Okul açıyordu , devlet sağlık işleri ile ilgileniyordu , vergilerin
daha düzenli bir biçimde toplanması söz konusuydu , askerlik
ordu meselesi kayıt kuyutu gerektiriyordu ve nüfus hareketleri
nin takip edilmesi başlamıştı. Şimdi bu keyfiyet karşısında m e
mur kadroları büyüdü , okum a yazma yani kitleyle temas kurul
du , gazete çtkartldı (ki 2. Mahmut biliyorsunuz takvim-i mekayı
çıkartmıştı ve Mısır'da da Hidivlik İdaresi Mehmet Ali Paşa aynı
şeyi tekrarlamıştı, hatta onlar öncüydü bile.) Matbaanın gelişti
ğini görüyoruz. Bu durumda sadece okum ak konumunda olan
lar idare edilenler değildi, idare edenlerin de daha kolay daha
standart bir imla ile yazmaları gerekiyordu. Bu bize has bir key
fiyet değildir. 18. yüzyılın başında , Rusya aynı keyfiyet içinde bü
rokratik modernleşmesine başladtğında büyük Petro , Slav Rus
alfabesini ıslah etti ve tam 11 harfi çıkarttı. Lüzumsuz gördü
ğü aynı şeyin benzerini 1917’den sonra Bolşevikler de yaptılar.
Avusturya’da Mariterez imlayı ıslah etti. Fransa 17. asırda yap
mıştı bunu , çok daha erken bir dönemde. Demek ki bu bir kaçı
nılmaz dönemeçti ve Türkiye bu yola girdi. Şemseddin Sami Bey
ünlü lügat ve ansiklopedisinde Kamusel alam , Kamusuturki ve
Kamusufransevi’de Türk alfabesini Osmanlıca dediğimiz Arap
harfli Türkçeyi bir takım harekelerle yazmak bir yana bir takım
seslileri ilave etmiştir. Mesela gül harfini “k ” ve diye değil
eskiden olduğu gibi g ve l araya vav (u) koyarak yazdı. Bustanı
yazarken mesela dikkat ederler. Bir takım isimlerde buna d ik
kat edilir. Aynı şeyi Kırım’da bütün Türk dünyası için İstanbul
Türkçesi ile bir gazete çıkaran tercüman gazetesini çıkaran İsma
il bey Gaspıralı da yapmıştır. Hatta o kadar ki bu tip yeni imlalı
469
Türkçeyi Öğretmek için usulü Cedid dediği m ektepleri kurmaya
başlamış, buralarda süratle okum a yazma öğretmiştir ve bun
ların sayısı 20 yıl içinde ta uzak Asya'daki Doğu Türkistan'a
kadar beş bine ulaşmışttr. Bu okulların sayısı bu usûl üzeri öğre
tilirdi. Gene Türkiye'de 2. Meşrutiyette Sattı el Husri kurduğu
çocuk yuvalarında bu tarz biçim de okum a yazma öğretiyordu
ki, benim neslimde ilkokula gittiğimiz zaman onun yöntemleri
ile tabii Latin harfleri ile kolay okum a yazma öğrenirdik. Bu hiç
şüphesiz ki problem i çözmüyordu. Nasıl olur da sekiz tane ünlü
ile bugün yazılan Türkçe o devirde sadece vav ve e lif bir ölçüde
güzel h dediğimiz üç buçuk sesli h a rf ile işi idare edecek. Tabii
bu imla karışıklığı değişiklikler getirdi. Kitlenin okum a yazmayı
hızlı öğrenmesi için harbin içinde Enver Paşa bütün harfleri Arap
harflerini bitişmeden yazılacağı bir sistem getirtti. Enver'i yazı
denir; pratik değildi, bırakıldı. Türk cemiyeti, her gazetenin , her
derginin nerdeyse her nüshasında bu sorunu tartışır hale geldi.
Kaldıralım kaldırmayalım. Latin harflerini getirelim getirmeye
lim! Hayır efendim imlayı ıslah edelim. Bu 1928*e kadar devam
etti. 1928’in önündeki örnek A zerbaycan'dı.”1065
ö z e tle ta n z im a tta n , m e ş ru tiy e te , m e ş ru tiy e tte n c u m h u riy e
te, A ra p h a rfle riy le T ü rk ç e y i yazm a k o n u s u n d a k i y e te rs iz lik ve
buna b ir çö zü m b u lm a k o n u s u u zu n ve h a ra re tli ta rtış m a la ra
uBu nedenledir ki Türkçede Arap harflerinin kul
y o l açm ıştır.
lanımı bilhassa 18. ve î 9. asırlarda bir problem haline gelmeye
başlamıştır ve 20. yüzyılda da bildiğimiz h a r f devrimin nedeni
olmuştur.”'066 B ir ç o k O s m a n lı a y d ın ı b u k o n u d a g ö rü ş ile r i sür
m üştür. B ir kıs ım , A ra p h a rfle r in in “ ısla h e d ile re k ” T ü rkçe ye
u yg u n hale g e tirilm e s in i s a v u n u rk e n , d iğ e r b ir k ıs ım A ra p h a rf
le rin in ta m a m e n b ıra k ıla ra k L a tin h a rfle rin e g e ç ilm e s in i savun
m uştur.
19. y ü z y ıld a en tu tu c u O s m a n lı a y d ın la rı b ile A r a p h a rfle r i
n in T ü rk ç e y i yazm aya u y g u n o lm a d ığ ın ı k a b u l e tm iş le rd ir.
106 5 http://arsiv.ntvımnbc.coın/ntv/fnetinler/Tarih_Der$lcri/ekiın_2008/08.asp
1066 ags.
470
T ü r k iy e ’den önce A r n a v u tlu k ve A z e rb a y c a n , T ü r k iy e ’den
sonra da B u lg a ris ta n ve T ü rk m e n is ta n L a tin h a rfle r in i k a b u l
e tm iş tir.1067
Y a n i A t a t ü r k ’ü n Y a z ı-h a rf d e v rim i, C u m h u riy e t ta r ih i y a
“milleti geçmişinden
la n c ıla rın ın s ö y le d ik le ri g ib i, b ird e n b ire
koparm ak için ortaya atılan” b ir p ro je d e ğ il, to p lu m s a l ih t i
y a ç ta n d o ğ a n ve y a k la ş ık 1 50 y ıllık b ir ta rtış m a d a n so n ra b ü
y ü k b ir cesaretle d ü şünceden u y g u la m a y a g e ç irile n k ö k lü b ir
d e v rim d ir .1068
Dil Devrimi
16. y ü z y ıld a n so n ra A ra p ç a ve F arsça n ın “ is tila s ın a ” u ğ ra
y a n ya zı d ili, T ü rk ç e k o n u ş m a d ilin d e n ç o k u za kla şm ıştır. A y d ın
la r A ra p ç a ve Farsçayı b e n im se rke n , h a lk T ü rk ç e d e ısra r e tm iş tir.
İşte O s m a n lı’ da a y d ın -h a lk a ra s ın d a k i b u k o p u k lu ğ u g id e rm e k
iç in 19. y ü z y ıld a n itib a re n bazı d e v le t a d a m la rı ve a y d ın la r d il
s o ru n u n a k a fa y o rm a y a b a ş la m ış la rd ır. Y a n i, C u m h u riy e t ta r ih i
y a la n c ıla rın ın id d ia e ttik le r i g ib i A ta t ü r k , d u ru p d u ru rk e n A r a p
ça ve Farsça s ö z c ü k le ri d ild e n a y ık la y ıp öz T ü rk ç e sö zcü kle re
y ö n e lm e m iş tir. Bu iş in de b ir ta rih s e l a lty a p ıs ı v a rd ır.
Tarihsel Altyapı
O s m a n lı’da m edreselerde T ü rk ç e ya sa ktır. B ilim ve e d e b iya t
d ili A ra p ç a ve Farsça o ld u ğ u iç in T ü rk ç e sadece h a lk a rasında
ya şa m a ya d e va m e tm iş tir. T ü r k ç e n in ö z e llik le e ğ itim -ö ğ re tim d e n
u z a k tu tu lm a s ı T ü rk ç e y e b ü y ü k z a ra r v e rm iş tir.
471
O s m a n lı'd a T ü rk ç e n in ö ğ re tim d ili o la ra k k u lla n ılm a y a baş
lanm ası M ü h e n d is h a n e -i B a h ri H ü m a y u n ’u n (D e n iz H a r p O k u
lu ) k u ru lm a s ıy la d ır. I 7 7 3 ’de B a ro n de T o tt ve C e z a y irli Haşan
E fe n d i ta ra fın d a n k u ru la n bu o k u ld a D e T o tt ve H a şa n Efendi
d e rs le rin i T ü rk ç e v e rm iş tir.106*
1793 ta rih in d e I II. Selim ta ra fın d a n k u ru la n M ü h e n d is h a n e -i
B e rri H ü m a y u n ’da (K a ra H a r p O k u lu ) da d e rsle r T ü rk ç e v e ril
m iş tir. III. S elim , K a ra H a r p O k u lu b ü n ye sin d e 4 0 0 c ilt k ita p lık
b ir k ü tü p h a n e k u rm u ş ve bazı F ransızca k ita p la r ın T ü rk ç e y e ter
cüm e e d ilm e s in i is te m iş tir.1070
II. M a h m u t d ö n e m in d e T ü r k ç e n in A ra p ç a n ın baskısından
k u rta rılm a s ı iç in bazı ö n e m li a d ım la r a tılm ış tır. 18 2 7 y ılın d a açı
lan T ıp O k u lu ’ nda T ü rk ç e y e ö n e m v e rilm e s in i b iz z a t Ih M a h
m u t is te m iş tir:
“Tıp bilimini tümüyle kendi dilimize altp gerekli kitap
ları Türkçe olarak düzenlemeye çalışıyoruz. Sizlere Fransızca
okutmaktan benim beklediğim, Fransız dilini öğretmek değil
dir,; Ancak tıp bilimini öğretip yavaş yavaş kendi dilimize al
mak ve ondan sonra memleketin her yatımda Türkçe olarak
yaymaktır. ”l07t
A ra p ç a ve F arsçanın e g e m e n liğ in d e k i O s m a n lıc a , “ T iir k -
le rin de vle t d a irle rin d e iş le rin i g ö rd ü r m e le r in i ve k e n d ile ri için
y ü rü rlü ğ e k o n u la n h ü k ü m le ri a n la m a la rın ı g ü ç le ş tirm e k te id i. ”
Z iy a Paşa, h a lk la d e vle t a ra s ın d a k i bu k o p u k lu ğ u şöyle b ir ö r
nekle ifa d e e tm e k te d ir:
* Sorgu yargıcı davalıya konuşulan Türkçe ile soru sorar ve
yanıtlar alın fakat tutanağını resmi deyim lerle saptar. O biçim -
deki tutanağı davalıya okuduğunda davalı sözlerinin Arap çaya
çevrildiğini sanarak hiçbir şey anlamaz ve nezaket gereği tutana-
ğm altına miihriinit ya da parmağım basar."um
472
17 8 9 Fransız İh t ila li sonrasında A v ru p a ’da m illiy e tç iliğ in
gelişm eye başlam asıyla O s m a n lt’da da T iir k m illiy e tç iliğ i g e liş
meye başlam ıştır. O s m a n lı lm p a r a to rlu ğ u ’ nu k u rta rm a y a yö n e
lik O s m a n lıc ılık ve İs la m c ılık g ib i f ik ir a k ım la rın d a n b ir sonuç
a lın a m a y ın c a son d ö n em O s m a n lı a y d ın la rın ın b ü y ü k b ir b ö lü
m ü T ü rk ç ü lü ğ e y ö n e lm iş tir. N a m ık K e m a l, Z iy a G ö k a lp , Y u s u f
A k ç u ra g ib i a y d ın la rın y a z ıla rıy la beslenen T ü r k ç ü lü k , J ö n tü rk -
le r ve İt t ih a t T e ra k k i z a m a n ın d a im p a ra to rlu ğ u n resm i id e o
lo jis i d u ru m u n a g e lm iş tir. Bu nedenle 18 7 6 Anayasası K a n u n i
Osmanlı uyruğunda bulunanların
E s a s i'n in 18. m ad d e sin d e , “
devlet hizm etlerinde çalıştınlabilm eleri için devletin resmi dili
Türkçeyi bilm eleri gerekir” h ü k m ü n e yer v e rilm iş tir .107'
1 8 7 7 ’ de y ü rü rlü ğ e g ire n b e le d iy e le r yasasına göre de b e le d i
ye m e c lis le rin e üye o la c a k la rın “ Türkçe konu şm aları ” z o ru n lu
k ılın m ış tır. 1074
A n a ya sa d a T ü rk ç e n in resm i d il o ld u ğ u n u n b e lirtilm e s iy le
ilk o k u lla rd a T ü rk ç e resm i d il h a lin e g e tir ilm iş tir .1075
T ü r k ç e y i g ü ç le n d irm e k a m a cıyla ilk d e rn e k 1 9 0 8 ’de k u r u
la n T ü r k D e m e ğ i'd ir. K u ru c u la rı ara sın d a A h m e t M it h a t, N e c ip
A s ım , V e le t Ç e le b i, B u h a ra lı T a h ir g ib i a y d ın la r va rd ır. D e rn e ğ in
te m e l a m a ç la rı, O s m a n lı T ü rk ç e s in i h a lk ın an la ya cağ ı b ir hale
g e tirm e k , T ü r k ç e y i ilim d ili h a lin e g e tirm e k ve T ü r k h a lk ı a ra
sında T ü r k d ili d e rle m e le ri y a p m a k , o la ra k a ç ık la n m ış tır.1076
D ild e d e v rim ta rtış m a la rı, im p a ra to rlu ğ u n özgür şehri
S e la n ik ’te ba şla m ıştır. B u ra d a G enç K a le m le r d e rg isi e tra fın d a
to p la n a n Ö m e r S e y fe ttin , A li C a n ip ve Z iy a G ö k a lp g ib i is im le r
T ü r k d ilin i sa d e le ştirm e k iç in k a p sa m lı b ir çalışm a b a şla tm ışla r
dır. G e n ç K a le m le r, d ild e b a ş la ttık la rı d e v rim i Y e n i L is a n başlığı
a ltın d a şöyle s ın ıfla n d ırm ış la rd ır:
1. U lu s a l b ir e d e b iy a t iç in u lu s a l b ir e d e b iy a t y a ra tm a k ,
2. Beş yü z y ıld a n b e ri k o n u ş u la n A ra p ç a s ö z c ü k le ri k o ru m a k ,
473
3. İstanbul Türkçesini esas alıp yazı diliyle konuşma dilini
birleştirmek.1077
Şinasi, Ziya Paşa, Ali Suavi, Namık Kemal, Ahmet Vefik
Paşa ve Şemseddin Sami gibi aydınlar Türkçeye önem verilmesi
gerektiğini savunmuşlardır. Şemseddin Sami,“Dilimizi sadeleşti
relim, dilimizi Türkçeleştirelim diye bağırmaktan vazgeçmeye
ceğiz” diyerek bu konudaki kararlığını belirtmiştir.1078
Şinasi, halkın bilinçlenmesi için Türkçenin tüm halkın an
layabileceği biçimde sadeleştirilmesinden yanadır. Türkçe ata
sözlerini toplayıp yayınlamış, saf Türkçe şiirler yazmayı denmiş,
yabancı sözcükleri dilden ayıklamaya çalışmıştır. 1079
Ziya Paşa, nazım ve nesirde kullanılan sözcüklerin üçte bi
rinin bile Türkçe olmadığını belirtmiştir. Ona göre divan edebi
yatının dili ve örnekleri Türkçe değildir. Bu durum Türkçenin
gelişmesini engellemiştir.1080
Ali Suavi’ye göre, Osmanlıca siyasal bir deyimdir. Osmanlı
sözcüğü dilin ne olduğunu anlatamaz, doğrusu Türk dilidir. Halk
diline, yani Türkçeye sahip çıkan Suavi bir yazısında, “Hiçbir
adam bir kere alıp okuyup anlamadığı şeyi bir daha ele alıp
okur mu? Ezcümle sanayi ve fünuna dair kitapları, mesela bir
ziraat kitabı nasıl okunsun? İçinde Arapça ve Farsça lügatler
var; toprak altına gömülmüş hazine gibi (telkih) yazılmış, ne
olur telkih yerine (aşı) yazılsa idi.” demiştir. Türkçenin dünya
nın en eski dillerinden biri olduğunu düşünen Suavi, Osmanlı
Tiirkçesinden Arapça ve Farsça kurallarının kaldırılmasını ve
din dilinin Türkçeleştirilmesini önermiştir. 1081
Mustafa Celalettin Paşa’nın da Türkçenin gelişmesinde bü
yük rolü vardır. “Eski ve Modem Türkler” adlı kitabında dün
yanın en eski uygarlıklarından birini kuran Türklerin dillerinin
474
de çok eski olduğunu ileri sürmüş ve Türkçenin Latinceyi derin
den etkilediğini örneklerle anlatmaya çalışmıştır. 10X2
Cevdet Paşa’nın da Türkçeye büyük hizmetleri vardır. Onun
kurduğu ilk öğretmen okulu Dariilmuallimat’ta programlarda
fazlaca Türkçe dersi vardır. Yine onun kurduğu Encümen-i Da
nış ilk Türk dil akademisidir. Akademinin kuruluş bildirgesin
de “ A k a d e m i, T ü rk d ilin i g eliştirm ey e çalışacaktır. Bu d il ih m a l
edilm iştir. E sk iler es erlerin d e A rap ça ve F arsça k e lim e le r e o k a
d a r y er v erm işlerd ir k i, h ir s a h ife d e a n c a k b ir ik i T ü rk çe sö z cü ğ e
r a s tla n m a k ta d ır .” denilerek, Osmanlıca eleştirilmiştir. 108'
II. Meşrutiyet döneminde Türkçenin resmi dil olması yü
nünde ciddi adımlar atılmıştır. Bu dönemde Türk dili üzerine
yapılan tartışmaları üç noktada toplamak mümkündür: 1. Res
mi yazışma dilinin sadeleştirilmesiyle yetinilmesi, 2. Alfabenin
düzenlenmesi, 3. Türkçenin Arapça ve Farsçadan temizlenerek
bağımsız bir dil durumuna getirilmesi.1084
Yeni Osmanlılar döneminde Türk dili çalışmaları Cemalet-
tin Afgani’nin yönlendiriciliği altında gelişmiştir. Afgani’nin öne
risi doğrultusunda Türk dili çalışmaları üç aşamada gelişmiştir:
1. Türkçenin öz köklerinin Arapçayla ilgisinin bulunmadığını
göstermek,
2. Türkçeyi halkın anlayacağı biçimde geliştirmek,
3. Türk edebiyatını Arapça ve Farsça etkisinden koparıp ba
ğımsızlığına kavuşturmak.1085
Bu doğrultuda, Buharalı Şeyh Süleyman Efendi, Şemsettin
Sami, Necip Asım Bey, Velet Çelebi çok önemli dil çalışmaları
na imza atmışlardır, örneğin Necip Asım, Ural-Altay dilleri ve
Türkçe, eski Türk yazısı, Orhun Anıtları, Türk tarihi konuların
daki yazılarıyla Türkçenin kökleri çok eskilere giden mükemmel
bir dil öldüğünü anlatmaya çalışmıştır.1086
475
Başlangıç« Anıpçarıııı oııemmr dr vurgu yaparı Ziya i/O
kulp /amanla I urkçenırı mırınırıden *>z rtmryr başlamıştır. </o
kalp, "lisa n " vr "Varan" adlı manzumdcrııulr f iırkçenın oıır
rmndcn şöyle söz etmiştir;
476
Yazı vc Dil Dcvrimi’nin Nedenleri
Atatürk, 1928 yılında Yazı Devrimi'ni, 1932’dc ise Dil
Devrimi’ni gerçekleştirmiştir. Yazı ve Dil Devrımlcri birbirini
tamamlayan devrimlerdir. Yazı Devrimi’ylc Türkçenin yapısına
uymayan Arap harfleri yerine, Türkçenin yapısına uyan Latin
harfleri benimsenmiş; Dil Devrimi ile de Türkçeyi adeta esir alan
ve halkın anlamakta zorlandığı Arapça ve Farsça sözcükler dil
den ayıklanmaya çalışılmış, bunun yerine “türetme**, “derleme"
ve “tarama" çalışmalarıyla yeni Türkçe sözcükler dile kazandı-
nlmaya çalışılmıştır.
477
rin okunuşu kuralsızdır: örneğin, “dal" (de) harfinden başka
“tı" adı verilemiş olan “t" harfi zaman zaman “de" okunurdu.
“Gayn" (g) ve “Kaf" (k) sessizleri sözcüğe göre “g ", “k" olarak
da okunurdu. UH" sessizi için de üç ayrı harf vardı: “ha” (nok
tasız)» “hı" (noktalı), “he” (hazır). “S” sessizi için de üç avrı harf
vardı: “Se" (üç noktalı), “Sin" (dişli), “Sat". Se'nin kullanılacağı
Türkçe sözcük yoktu. “T " için de iki harf vardı: “te" ve "ti”,
örneğin Tarih “t" ile, Takım “tı" ile yazılırdı. “Y " ise hem sesli
hem sessiz yerine geçerdi. “Z " içinse dört ayrı harf vardı: “Zel"
(noktalı dal), “Ze" (z), “Z ı" (noktalı tı), “dat" (noktalı sat).1,W |
5) Arap harflerinin bitişik yazılması okumayı zorlaştırmaktadır.
6) Rık’a, Nesih, Talik, Sülüs, Matbu gibi birçok çeşidi olan Arap
yazısının bütün bu çeşitlerini okumak uzmanlık gerektiren bir
iştir. Dolayısıyla Arap harfleriyle okuma yazma bilen birinin
önüne gelen tüm metinleri okuması imkânsızdır. 7) Arap harfleri
başta, ortada, sonda farklı yazılmaktadır. Bu nedenleArap alfa
besindeki 33 harf 99 harf halini almıştır. Bütün bıı farklı şekille
ri ezberlemek zaman aldığından Arap harfleriyle okuma yazma
öğrenmek uzun zaman almaktadır. Arap harfleri Tiirkçenin ya
pısına uymazken, Latin harfleri, hem eski Türk runik harflerine
benzemesi, hem de birçok bakımdan Türkçenin yapısına uyduğu
için tercih edilmiştir. Böylece güzel Tiirkçemiz kendini daha iyi
ifade edebilme olanağına kavuşmuştur.
2. Okuma-Yazma Oranını Arttırmak: Arap harfleriyle oku-
ma-yazma öğrenmek, Arapçamn karmaşık kuralları, farklı yazı
çeşitleri ve harflerin başta, ortada, sonda farklı yazılması nede
niyle çok zaman almaktadır. Bu nedenle Osmanlı’da okuma yaz
ma oranı hep çok düşük olmuştur, örneğin, Harf Devrimi’nin
yapıldığı dönemlerde okuma yazma oranı kadınlarda binde 3,
erkeklerde ise yüzde 7 civarındadır. Prof. Sina Akşin, 44Osman-
U Devleti'nde //. Meşrutiyete rağmen okuryazarltğtn 1 9 Î8'de
yüzde 5*ı geçmediği tahmin edilebilir. 1927*de bu oran yüzde
Î0.79dir.n diyerek Atatürk’ün Harf Devrimi gibi çok radikal
1091 ö z e rd im , age, s. 1 2 ,1 3 .
478
bir devrimi gerçekleştirmesinde bu düşük oranların çok etkili
olduğunu belirtmiştir.1092 Falih Rıfkı Atay da, “Eğer bu nispet
yüzde elliyi aşmış olsaydı yaztnın değiştirilmeyeceğine şüphe
yoktu" demiştir. Gerçekten de Latin harflerinin kabulünden
sonra Türkiye'de okuma yazma oranı ciddi bir şekilde artmış,
1950'lere gelindiğinde okııma-yazma oranı yüzde 45-50'lere
yaklaşmıştır. Yani 25 yıldan daha kısa bir zamanda okuma -
yazma oram yüzde 7-10'lardan yüzde 45-50'lere çıkmıştır. Bu
çok açık bir başarıdır.
3. Batıdan Daha tyi Yararlanmak: Atatürk devrimleri
"akıl” ve “bilim" rehberliğinde Türkiye'nin “çağdaşlaşması
nı” hedeflemiştir. 1920'lerde “Türkiye'nin çağdaşlaşması" de
mek, “Türkiye'ni« Batı'dan yararlanması" demektir. Çünkü o
günlerde “çağdaş uygarlığı" temsil eden Batı'dır, Avrupa'dır.
Türkiye'nin yararlanmaya çalıştığı o Avrupa milletleri de ken
di dillerini Latin alfabesiyle yazmaktadırlar. Türkiye'nin ticari,
ekonomik, kültürel, sosyal ve bilimsel açılardan Batı'dan daha
rahat yararlanabilmesi için Batı'nın kullandığı harfleri kabul et
mesi önemlidir. Harflerle birlikte Batı'nın kullandığı “rakamlar"
“ölçüler", “takvim" ve “saat" de alınmış, böylece çağdaş uygar
lığın merkezi Batı'ya çok daha fazla yaklaşılmıştır.
4. Arap Harflerinin Yarattığı Toplumsal Sınıflaşmadan Kur
tulmak: Okuma-yazması zor olan Arap harfleri toplumda hiç de
küçümsenmeyecek bir sınıflaşma yaratmıştır. Saray çevresi, zen
ginler, aydınlar ve din adamları Arap harfleriyle okuma yazma
bilirken, halkın büyük bir çoğunlu bu harflerle okuma-yazma
bilmemektedir. Bu nedenle Osmanlı'da Arap harflerini bilenlerle
bilmeyenler arasında bir uçurum meydana gelmiştir. Bu harfler
le okuma yazma bilenler adeta “imtiyazlı" bir nitelik kazanmış
tır. özellikle, din dilinin de Arapça olmasından yararlanan “din
adamları" toplumda ayrıcalıklı bir konuma gelmişler, hatta zaman
zaman çıkar peşinde koşan din adamları Arap harfleriyle yazılmış
1092 Sina Akşin, Ana Çizgileriyle Türkiye'nin Yakın Tarihi, (.Mİ, İstanbul 1997,
s.6 8 .
479
her metni, “dinsel metin” zanneden cahil halk kitlelerini kolayca
kandırarak kazanç elde etmişlerdir. İşte, yazılması ve okunması
çok kolay olan Latin harfleri kabul edilerek bu toplumsal sınıf
laşmayı ortadan kaldırmak amaçlanmıştır. Bu arada başta Kuran
olmak üzere din dili de Latin harfleriyle yazılıp Türkçeleştirilcrek
çıkarcı din adamlarının Arap harflerini istismar ederek dindar
Türk insanını kandırmaları önlenmek istenmiştir.
5. Devrimi Yerleştirmek İçin Bir Süre Geçmişle Bağlan
Koparmak: Bütün devrimler, bütün yenilik hareketleri, kendi
lerinden önceki düzeni, en azından belli bir süre alabildiğince
eleştirmek zorundadırlar. Çünkü devrimler, eski yıkılan düzenin
eksiklerini ve yanlışlarını düzeltmek amacıyla yapılmıştır. Bu ne
denle de devrimci kadro devrimin sıcaklığını-koruduğu, devri
mi yerleştirme sürecinde eskiyle bağları koparıp, eskiyi eleştirir.
Bütün devrimlerde böyle olmuştur. Atatürk de Türk devrimini
yerleştirirken eski düzenle, yani Osmanlıyla en azından bir süre
liğine bağlan koparmak, yeni nesilleri yeni değerlerle donatmak
istemiştir. Bu süreçte Arap harflerinden Latin harflerine geçilme
si “Osmanlı birikimiyle” bağların geçici bir süre kopmasına yol
açmıştır. Prof. Sina Akşin'in ifadesiyle, “Atatürk ve arkadaşları
yeni harfleri, Tank Bin Ziyad'tn Ispanya'yı fethederken gemile
rini yakmast gibi, Osntanlt kitaplarındaki ortaçağ birikimiyle
ilişkileri koparmak için de” istemiştir.I(,v< Bu durum, ebediyen
Osmaıılı geçmişiyle bağların koparılması anlamana gelmemekte
dir kuşkusuz! Nitekim Osmanlı Tarihi konusundaki ilk bilimsel
araştırmaları başlatan da bizzat Atatürk’tür. Manevi kızlarından
Prof. Afet İnan’ın araştırmasını istediği konulardan biri ünlü Os-
manlı denizcisi ve coğrafyacısı Piri Reis’in hayatı ve eserleridir.
Fatih ve Mimar Sinan başta olmak üzere Osmanlı büyüklerinin
heykellerinin dikilmesini isteyen de Atatürk'ten başkası değildir.
Yani, “devrim mantığı” gereği, cumhuriyetin ilk yıllarında belli
bir dönem Osmanlının eleştirilmesini bir “Osmanlı düşmanlığı"
olarak değerlendirmemek gerekir, bu bir devrim yöntemidir.
109 * agc. s
480
6. Kutsal Yazı Anlayışına Son Vermek: Başta Kuran olmak
üzere İslam dininin temel kaynaklarının Arap harfleriyle Arapça
olarak yazılmış olmasından dolayı, Arap harflerini vc Arapçayı
bilmeyen insanlar -ki bu oran toplumun yüzde 90’ı dır- gördük
leri her Arap harfli Osmanlıca metni “kutsal yazı” zannederek
saygı duymaktadır. Oysa ki, o saygı duydukları Arapça metin
belki de karı koca arasındaki müstehcen bir yazışmadan ibaret
tir. İşte Latin harflerine geçilmesinin nedenlerinden biri de bu
“kutsal yazı” anlayışına son vererek, bir bakıma halkın “aptal”
yerine konulmasını engellemektir. “ 1928'de Latin harflerinin
kabulü ile konuşma dilinin yazıya geçirilmesi ve okuma yazma
etkinliği kolaylaştırılmış olmaktan başka, ilgili yasa ve yönetme
likler içersinde aynı zamanda sorgulamayı engelleyen, eleştirel
aklı devre dışı bırakan 'kutsal yazı* anlayışına da son verilmiş
olmaktadır.
7. Dış Türklerle Bağlan Devam Ettirmek: Atatürk’ün en
temel politikalarından biri Türk dünyasıyla kültürel, sosyal ve
ekonomik ilişkilerin güçlendirilmesidir. Orta Asya Türklerini
asimilasyon politikası uygulayan Sovyet Rusya, 1922 yılında al
dığı bir kararla Azerbaycan’ı Arap alfabesinden Latin alfabesine
geçemeye zorlamıştır. Sovyetler, Azerbaycan ve Orta Asya’daki
diğer Türk devletlerini Latin alfabesine geçirerek Türk dünyası
nın hem tslam kültürüyle hem de Türkiye’yle bağlarını kopar
mayı amaçlamışlardır.um Atatürk’ün Türkiye’de Arap harfleri
nin yerine Latin harflerini kabul etmesinin nedenlerinden biri,
Sovyet Rusya’nın bu oyununu bozmak, Latin harflerine geçirilen
Azerbaycan’la sosyal ve kültürel bağları devam ettirmektir. Bu
gerçeği bizzat Atatürk, “Latin alfabesine geçmek suretiyle Orta
Asya Türkleriyle ilişkilerimizi stktlaşttrmak istiyoruz” biçimin
de ifade etmiştir.1096
1094 Alper Akçam, Anadolu Rönesansı Esas Duruşta, Ankara, 2009, s. 124. •
1095 Mehınet Saray, Türk Dünyasında Dil ve Kültür Birliği, İstanbul, 1993, s.80-
82.
1096 İsmet Bozdağ, Atatürk’ün Sofrası, s. 141-133; Necip Mırkelamoftlu, Atatürk
çü Düşünce vc Uygulamada Din ve Laiklik, 2000, s . 174.
481
Dil Devrimi’nin Nedenleri
1. Türkçeyi Kurtarmak: 16. yüzyıldan sonra Arapça vc
Farsçanın bilim ve edebiyat dili olarak Osmanlı’da egemen ol
masından sonra unutulan ve dışlanan Türkçeyi kurtarmak Dil
Devrimi’nin öncelikli amacıdır. Arapça ve Farsça sözcüklerin dili
istila etmesi üzerine gün geçtikçe daha da fakirleşen ve sadece
Anadolu Türklerinin ağızlarında yaşamaya devam eden Türkçeyi
eğer Atatürk Dil Devrimi ile koruma altına almasaydı, bugün bel
ki de Türkçe diye bir dil kalmayabilirdi. Atatürk, “Dilimizi, Os-
manlıcanın Türkçeye zarar veren pürüzlerinden ayıklamak, yazı
dilinden Türkçeye yabancı unsurları atmak” için Dil Devrimi’ni
gerçekleştirmiştir.1097 Dil Devrimi, bir taraftan Arapça, Farsça,
İtalyanca vb sözcükleri diden ayıklayarak Türkçeyi rahatlatma
ya çalışırken, diğer taraftan, “türetme”, “tarama” ve “derleme”
çalışmalarıyla Türkçeyi zenginleştirmeye çalışmıştır. Atatürk Dil
Devrimi’ni, “Asırlardır ihmal edilen Türkçeyi kurtarma proje
si” olarak görmüştür. Türkçeyi kurtarmak için de yine bilimden
yararlanmıştır: Atatürk, söz türetme olanakları açısından
işleklik kazandırarak Türkçeyi milli kültürümüzün eksiksiz bir
anlatım aracı yapabilmek; uzun vadede çağdaş uygarlık düze
yinin gerekli kıldığı bütün kavram ve terimleri karşılayabilecek
işlek ve zengin bir kültür dili durumuna getirebilmek” için mü
cadele etmiştir.1098
2. Konuşma Diliyle Yazı Dili Arasındaki Açıklığı Kapatmak:
Osmanlıda halkın büyük bir çoğunluğu Türkçe konuşurdu, an
cak Türkçe okuyup-yazamıyordu. Türkçe halk ağızlarında yaşı
yordu, halkın diliydi. Osmanlı’da eğitim, bilim ve edebiyat dili
Arapça ve Farsça olduğu için Osmanlı okur-yazar kesimi, Os-
manlı aydınları Arapça ve Farsça bilirler, Türkçeye önem ver
mezler, hatta ukabayhalk dili” diyerek Türkçeyi aşağılarlardı. 16.
yüzyıldan sonra halkın konuşma dili Türkçeyle, aydınların yazı
dili, Arapça ve Farsça ağırlıklı Osmanlıca gittikçe birbirinden
482
uzaklaşmıştır. Osmanlı’da öyle bir zaman gelmiştir ki, Türkçe
konuşan halk Osmanlıca yazılan metinler kendilerine okundu
ğunda hiçbir şey anlamaz olmuştur, işte Dil Devrimi’nin amaç
larından biri de yazı diliyle konuşma dili arasındaki bu açıklığı
kapatmaktır. Atatürk, “Aydınların dili ile halkın dili, konuşma
dili ile yazı dili arasındaki Osmanlıca dolayısıyla ortaya çıkmış
olan açıklığı kapatarak dile ulus varlığı için de birleştirici ve bü
tünleştirici bir nitelik kazandırmak. ” istemiştir.1099
3. Ulus Devleti Güçlendirmek: Dil Devrimi’nin en önem
li nedenlerinden .biri ulus devleti güçlendirmektir. Bilindiği
gibi Türkiye Cumhuriyeti, çok uluslu Osmanlı imparatorlu
ğu dağıldıktan sonra kurulan bir ulus devlettir. Ulus devletle
rin en belirgin özelliği de “resmi dildir”. Türkiye Cumhuriyeti
Anayasası’nda da ifade edildiği gibi “Türkiye Cumhuriyetinin
resmi dili Türkçedir”. Atatürk Türkiye Cumhuriyeti’ni kurarken
“bu ulus devletin bir ulusal dile ihtiyacı olduğunu” düşünerek
Türkçenin “öz güzelliğini” ve “zenginliğini” ortaya çıkararak
Türkiye Cumhuriyeti’ne yakışır bir Türkçe yaratmak istemiştir.
Arapça, Farsça, İtalyanca, Fransızca vb. dillerle sarıp sarmalan
mış Osmanlıca, bir çok uluslu imparatorluk olan Osmanlının
ihtiyaçlarına cevap vermiş olabilirdi, ama yeni kurulan Türkiye
Cumhuriyeti bir ulus devletti ve yamalı bohça durumundaki Os-
manlıcanın Türkiye Cumhuriyetinin resmi dili olması olanak
sızdı. Türkiye Cumhuriyeti’nin dili “arı”, “duru” Türkçe olma
lıydı. İşte Atatürk, “Türkiye Cumhuriyetinde öğretim birliğine
paralel olarak eğitimi millileştirmek ve öğretimi milli terbiyenin
gerekli kıldtğt bir milli eğitim diline kavuşturabilmek için” Dil
Devrimi’ne ihtiyaç duymuştur.1100
4. Türkçenin Çok Eski ve Mükemmel Bir Dil Olduğunu Ka
nıtlamak? Dil Devrimi’nin nedenlerinden biri de Türkçenin “öz
güzelliğini” ve “zenginliğini” ortaya çıkarmaktır. Atatürk, Türk
Tarih Tezi’yle Türk ulusunun çok köklü bir ulus olduğunu orta
1099 a g m , s.2 6 .
1100 agm, s.26.
483
ya koymak isterken, Türk Dil Tezi’yle de Türk dilinin dünyanın
en eski ve zengin dillerinden biri olduğunu ortaya koymak iste
miştir. “Türk dili, Türk ulusunun yüreğidir, belleğidir” diyerek
Türkçeye verdiği önemi gösteren Atatürk, Güneş Dil Teorisi’yle
tarih içinde Türkçenin izlerini sürmüş ve sonuçta Türkçenin tüm
dünya dillerini etkileyen “kök” dillerden biri olduğuna karar ver
miştir. Türk dilinin tarihini incelemek için Türk Dil Kurumu’nu
kurdurmuş, yerli ve yabancı bilim insanlarının katıldığı Türk
Dil Kurultaylarını toplatmış ve çok daha önemlisi, bizzat kendisi
gece gündüz demeden adeta bir dilbilimci titizliğinde Türk dili
araştırmaları yapmıştır, özetle Atatürk, “Türkçenin güzellik ve
zenginliklerini ortaya koyabilmek ve onun dünya dilleri arasın
daki değerine yaraşır bir seviyeye ulaştırabilmek için dilimizi bir
bilim kolu olarak ele almak ve üzerinde kaynaklarına inen derin
lemesine incelemeler yapmak” için Dil Devrimi’ni yapmıştır.1101
484
hep bu devrimin nimetleridir. Yeni Türk kültürü bu devrim ile
doğmuştur... Yalnız, Türk dilinin ve biliminin Arap harfleri ile
yazılmış veya basılmış önemli yapıtlarını, Türk harfleri ile ve
sadeleştirilerek yeniden yayınlamakla eski kültür hayatımızla
olan ilişki kesilmeyecektir” diyerek ifade etmiştir.1102 Ancak ül
kemizin kadim Cumhuriyet tarihi yalancıları bu açık gerçeği bile
kabul etmek istememektedirler.
Atatürk, yazı ve dil konularına çok önceleri kafa yormaya
başlamıştır. II. Meşrutiyet’in ilanından birkaç yıl önce Selanik’te
Bulgar Türkoloğu İvan Manolof’a, Latin alfabesinin alınması
gerektiğinden söz etmiştir: “Batı medeniyetine girebilmemize
engel olan yazıyı atarak Latin kökünden bir alfabe seçmeli...
Emin olunuz ki bunların hepsi bir gün olacakttr.”U0i
Atatürk, 13 Mayıs 1914’te Sofya’dan Madam Corinne’e
gönderdiği Fransızca mektubun sonundaki Türkçe notu Latin
harfleriyle yazmıştır.
“Not: Dünya insanlar için bir dar-t imtihandır. İmtihan
edilen insanın her suale mutlaka pek muvaffak cevaplar ver
mesi mümkün olmayabilir. Fakat düşünmelidir ki, hüküm ce
vapların heyeti umumiyesinden hasıl olan muhassalaya göre
verilir. Bu nazariyeyi kabul ettikten sonra beni bazı noktalarda
zayıf ve noksan bulmakla berber hemen menfi hüküm vermekte
acele etmez ve Cevdet Bey’in mektubunda yer bulan satırlarınız
başka manada kelimelerden terekküb ederdi. Valideniz ve kız
kardeşinize selam ederim. Mustafa Kemal."1104
28 Haziran 1914 tarihinde ise Fransızca seslendirmeye göre
ama Türkçe okunması gereken bir mektup daha göndermiştir.
İşte, Atatürk’ün Latin harflerini kullanarak yazdığı o mektuptan
bir bölüm:
“Son mektouboun adeta Yunanistan'ın kedjenlerde Tur-
quaya yapdığı protestationa benziyor. İnssan boundan sonra
1 102 Ahmet Mumcu, Tarih Açıtından Türk Devriminin Temelleri ve Gelişimi, İs
tanbul, 1996, 146
1103 Atatürk ve Türk Dili, Belgeler, C.I, Ankara, 1992, s.5; Korkmaz, age, s.22.
1104 Melda özverim, Mustafa Kemal ve Corinne Lütfü , “Bir Dostluğun öykü
sü", 2. bs, İstanbul, 1998, s.45,46.
485
artık moutlaka mouharebe oladjak izan idere. Fa kate, netidje,
tahmin oloundugou guibi djikmaya bilir.”uos
A tatü rk, Erzurum K ongresi ertesinde 8 A ğustos 1 9 1 9 ’da,
M azh ar M ü fit K an su ’ya gelecekte y ap acak ların ı yazdırırken 5.
sıraya “ Latin harflerinin kabul edileceğini” yazdırm ıştır.
486
Halide Edip Adıvar, Atatürk’ün 1922’deki bir konuşmasında
Latin harflerinin kabul edilmesinden söz ettiğini belirtmiştir.
Yazı ve Dil Devrimlerine çok önem veren Atatürk, yazı ve
dil konusunda kendisi de çok önemli bilimsel çalışmalar yapmış
tır. Dünyada belki de ilk kez, devrimin önderi, devrimini kuram
sal olarak da bizzat biçimlendirmiştir. Atatürk’ün Yazı ve Dil
Devrimlerindeki olağanüstü kişisel katkıların arka planında bu
konulara çok ilgi duyması ve bu konularda çok okuması yat
maktadır. Atatürk’ün okuduğu 5000’e yakın kitap içinde yazı
ve dil konularında çok sayıda kitap vardır. Atatürk bu kitapları,
sayfa kenarlarına özel notlar alarak, önemli gördüğü satırların
altını çizerek okumuştur. İşte Atatürk’ün yazı ve dil konusunda
okuduğu kitaplardan bazıları:
1. Altay-Aladağ Türk Lehçeleri Lügatı-l-II (Vasiliy İvanoviç
Verbiiskiy).
2. Agram Mumyası Etrüsk Metni (Hilarie de Barenton).
3. Ansiklopedik Sözlük (Prof. Joseph Bartelemy).
4. Anadilden Derlemeler (Hamit Zübeyr (Koşay)- İshak Rafet
(Işıtmam)
5. Çuvaş Grameri Özeti (S. A Uhantey).
6. Çuvaş Söz Kökleri Lügati (N. İ. Zolontnitsky).
7. Çince Yazıtlar (Dr. Gustav Sehlegel)
8. Dil- Dilbilimin Tarihine Giriş (Prof. Joseph Vendryes).
9. Dillerin, Dinlerin ve Halkların Kökeni (Hilarie de Baren
ton).
10. Fransız Dil Dersi (Charles Maguet-Leon Flot).
11. Fransız Dili Evrensel Eş Anlamlı Kelimeler Sözlüğü (Franço-
is Pierre Guillaume Guizot).
12. Fransız Dilindeki Sözcüklerin Etimolojik Sözlüğü (Antonie
Paulin Pihan).
13. Fransızca Etimoloji Sözlüğü (Oscar Bloch).
14. Fransızca-Latince Sözlük (Louis Marie Quicherat).
15. Fransızca Sözcükler-Etimoloji Sözlüğü (J. B. Morin).
1106 Adıvar, age, s.233; Şerafettin Turan, Mustafa Kemal Atatürk, s. 501.
4 87
\6. Fransızca-1 ürkçe Sözlük (Mehmet Ekrem).
17 . Fransızcanın Öğretimi (H. Bourgin, A. Croiset).
jg . Gramerin Kökeni (Hilaire de Barenton).
19. Ingilizce-Türkçe Yoğunlaştırılmış Sözlük (Ahmet Vahit Mo-
ran).
20. Kamus Tercümesi (Ebu Tahir Muhammed b. Yakub b. İbra
him).
21. Kumus-ı Türki (Şemsettin Sami).
22. Kırgız Sözlüğü (1. M. Bukin).
23. Kırgızcanın Söz Dizimi (Platon Mihayloviç Melioransky).
24. Latin Dli Kökenbilimsel Sözlüğü (Prof. A. Ernout ve Prof.
A. Meillet).
25. Latince-Türkçe Sözlük (Lous Quicherat-Amedee Daveluy).
26. Lehçe-i Tatarı (Abdulkayyum Naşiri).
27. Lügat-i Çağatay ve Türki ve Osmani (Buharâlı Şeyh Süley
man Efendi).
28. Maya Dili (M. Brasseur de Bourbourg).
29. Orhon Yazıdan (Ugrilainen Seura Helsingfors Suomalais).
30. Orhun Abideleri (Necip Asım (Yazıksız)).
31. Renkli Küçük Sözlük (Pierre Larousse).
32. Tercüman-ı El Lügat (Hamdi Hüseyin Remzi).
33. Türk Alfabesinde Reform (L. Feuillet).
34. Türk Diline Ait Bir Kökenbilimsel Sözlük (Bedros Kerested-
jian).
35. Türk-Dogu Sözlüğü (Pavet de Courteille).
36. Türk Lügati (Hüseyin Kazım Kadri).
37. Türk-Tatar Lisaniyyatma Medhal (Azemeşr).
38. Türk Teceddüt Edebiyatı Tarihi (İsmail Habib (Sevük)).
39. Türkçe-Fransızca Sözlük (Dr. H. F. Kvergic).
40. Türkçede Kelime Teşkili (Ahmet Cevat (Emre)).
41. Türkoloji İncelemesi (Dr. H. F. Kvergic).
42. Uranha Sözlüğü (N. Katanof).
43. Yakut Dili Lügati (Eduard Karloviç Pekarskiy).1107
1107 Atatürk, Pekarskiy’in Yakut Dili Lügati adlı kitabını okuduktan sonra kitabın
sonuna “ Y a k u t D i l i L iig a t t 'n d a n Ç ı k a n Ç a lış m a la r * adıyla kendi dil notlarını
almıştır Atatürk’ün Okuduğu Kitaplar, C .10, Ankara, 2 0 0 1 , s. 153-218.
488
44. Yeni Gramer Metodu Hakkında Layiha (Ahmet Cevat
(Emre)).
45. Yeni Türk Lügati (İbrahim Alaattin).
46. Yeni Türkçe Gramer (Mehmet Bahaettin Toven).
47. Yunan Dilinin Etimolojik Sözlüğü (Prof. Emile Boisacq).
48. Yunan Etimolojisi El Kitabı (Mayer Leo).110f*
İşte Atatürk, Yazı ve Dil Devrimlerini yaparken böyle bir
birikime sahiptir. Orhun Anıtlarından Etrüsk Yazıtlarına, Fran
sızca Sözlüklerden Çağatay Lügati’ne kadar, döneminin önde
gelen yerli ve yabancı bilim insanlarının yazı ve dil konusun
daki nerdeyse bütün çalışmalarını okuyarak bu yola girmiştir.
Atatürk'ün adeta bir bilim insanı kadar, belki daha da fazla olan
bu “birikimini” hiçe sayan bazı Cumhuriyet tarihi yalancıları,
örneğin Sevan Nışanyan, onu “Entelektüel düzeyi sıradan bir
kurmay subay... Kültürel birikimi yetersiz bir asker. . . ” olarak
tanımlamaktan çekinmemiştir.1109
Atatürk, Türkçeyi kuşatan Arapça ve Farsçaya da büyük
tepki duymuştur. Atatürk’ün, daha I. Dünya Savaşı sırasında
Türkçeyi Arapça ve Farsçanın baskısından kurtarmayı düşündü
ğüne yönelik önemli kanıtlar vardır, örneğin, 16. Kolordu Ko
mutanı olarak Silvan’da bulunduğu dönemde anı defterine 10
Aralık 1916 gününde şunları yazmıştır:
"Yemekten evvel Emin Bey'in, Türkçe şiirleri ile Fikret'in
Rübab-ı Şikestesinden aym konuda bazt parçalarım okuyarak
bir karşılaştırma yapmak istedim. İkisi de başka başka güzel.
Ancak Türkçe olanda da, diğerinde de aynı derecede Arap
ça, Farsça sözcükler var. Başkalık, biri parmak hesabı diğeri
değil!”" '0
Atatürk, ulusal şair olarak adlandırılan Mehmet Emin
Yurdakul’un “Türkçe Şiirler” adını taşıyan şiirlerinde bile fazla
ca Arapça ve Farsça sözcük kullanmasını eleştirmekte, dolayısıy
1108 Ayrıntılar için bkz. Atatürk’ün Okuduğu Kitaplar, 24 Cilt, Anıtkabir Derneği
Yayınları, Ankara, 20 0 1 . .
1109 Bkz. Scvan Nişanyan, Yanlış Cumhuriyet, İstanbul, 2 0 08. (Sonuç bolumu).
1110 Şükrü Tezer, Atatürk’ün Hatıra Defteri, Ankara, 1972, s.86.
489
la yazı dilimizde Türkçe sözcükler kullanmaktan yana olduğunu
göstermektedir.
490
Bu sırada Türk basınında Abdullah Cevdet, Fatih Rıfkı
(Atay), Yunus Nadi (Abalıoğlu), Mithat Sadullah (Sander), Celal
Nuri (İleri) Latin harflerini savunan yazılar yazmıştır.
Paris’te oturan Dr. Rıza Nur, 1928 yılında İskenderiye’de
Oğuzname’yi Latin harfleriyle bastırmıştır.
8 Ocak 1928’de Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt, Türk
Ocakları Merkez ve Hars Heyeti’nde Latin harflerini savunmuştun
8 Mart 1928’de de Başbakan İsmet (İnönü), Türk Ocağı
Hars Heyeti’nde bir danışma toplantısı yapmıştır.
Bu sırada İbrahim Nemci (Dilmen) ile Ahmet Cevat (Emre)
Latin harflerinin Öneminden söz eden yazılar yazmıştır. Ahmet
Cevat (Emre)’nın bu yazılan “Muhtaç Olduğumuz Lisan İnkıla
bı Hakkında Bir Kalem Tecrübesi” adlı kitapta toplanmıştır.
24 Mayıs 1928’de CHP Genel Sekreteri Saffet (Arıkan) ve
arkadaşlarının hazırladıkları Latin rakamları tasarısı Mecliste
kabul edilmiştir. Bu vesileyle konulanlardan Haşan Fehmi ve
Muhittin Nami “Latin harflerinin ne zaman kabul edileceğini”
sormuştur.
20 Mayıs 1928’de Milli Eğitim Bakanlığı, Başbakanlığa bir
önerge sunarak Latin harflerini incelemek için bir kurul oluş
turulmasını istemiştir. 23 Mayıs 1928’de Bakanlar kurulu bu
önergeyi kabul etmiş ve Dil Heyeti (Dil Encümeni) adlı bir ku
rul oluşturulmuştur: Kurula, dönemin tanınmış, şair ve yazarları
alınmıştır. (Toplam 14 kişi). Encümen, Fransız, Alman, İngiliz,
İtalyan, Macar gibi bir çok ulusun alfabesini incelemiştir. İlk
toplantısını Atatürk’ün başkanlığında 26 Haziran 1928’de yap
mıştır. Dil Encümeni’nin 17-19 Temmuz toplantılarına katılan
İsmet (İnönü) yeni alfabeye “Türk Alfabesi” adını vermiştir.1,1*
Dil Encümeni çalışmaları sonunda 41 sayfalık bir Elifba Ra
poru hazırlamıştır. 1 Ağustos 1928’de Atatürk’e sunulan Elifba
Raporu şu bölümlerden oluşmaktadır:
1. Türk dilindeki seslerin miktar ve keyfiyetleri.
2. Latin harflerinin savti kıymetleri.
491
3. Avrupa’da kullanılan Latin asıllı alfabelerdeki harfler: La
tin, İtalyan, Rumen, İspanyol, Portekiz, Fransız, Alman,
İsveç, Fin, Macar, Polenez, Çekoslovak, Hırvat, Arnavut,
Azerbaycan ve Sovyet Türk Cumhuriyetleri.
4. Bu alfabedeki harflerin şekilleri ve savti kıymetleri.
5. Türkçeye mahsus Latin harflerinin seçilmesi ve bu konuda
uyulan esaslar.
6. Muhtelif alfabelerdeki çift harfler, işaretli harfler, Latin alfa
besine eklenmiş harfler.
7. Türk alfabesini teşkil eden harflerin çeşitli dillerdeki karşı
lıkları.
8. Tespit edilen yeni alfabenin vasıflarının, dilimizin bünyesine
uygun gelmesi.1114
6 Ağustos 1928’de Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati, Dil
Encümeni’yle bir toplantı yapmış, bu toplantıda Latin alfabesine
son şekli verilerek Atatürk’e sunulmuştur.
9 Ağustos 1928’de Atatürk, Latin alfabesini Sarayburnu’
ndaki Gülhane Parkı’nda CHP’nin düzenlediği bir eğlentide hal
ka müjdelemiştir.
Atatürk, 29 Ağustos 1928’de, Dolmabahçe’de, Başbakan
İsmet (İnönü) ve milletvekillerinin hazır bulunduğu bir top
lantıda Latin harfleriyle ilgili olarak Dolmabahçe Kararlarını
aldırmıştır.1115
Latin harfleri, 1 Kasım 1928’de TBM M ’-de 1353 sayılı ka
nunla kabul edilmiş, 3 Aralık 1928’de kanun yayınlanmış ve 1
Ocak 1929’dan sonra Latin harfleri kullanılmaya başlanmıştır.
Görüldüğü gibi Yazı-Harf Devrimi, Cumhuriyet tarihi ya
lancılarının iddia ettiği gibi, “Bir gecede karar verilerek yapılan
köksüz, hazırlıksız, plansız ve programsız bir hareket” değildir;
tam tersine uzun bir hazırlık safhasının ardından düşünceden
uygulamaya geçirilmiş bir projedir. Atatürk, bu devrimi ger
çekleştirmeden Önce bir Dil Encümeni kurdurarak dünyadaki
492
alfabeleri inceletmiş ve bu Dil Encümeninin hazırladığı Elifba
Raporu doğrultusunda Türkçenin yapısına en uygun olduğuna
karar verilen Latin alfabesini kabul etmiştir. Yani, Yazı Devrimi,
Atatürk’ün bütün devrimleri gibi, toplumsal ihtiyacın, tarihsel
hazırlığın ve bilimsel çalışmanın üründür.
4 93
İstanbul Ticaret Odası, 27 Ağustos'ta yayınladığı bir bildi
ride tüccar ve sanayicilerin yazışmalarını yeni harflerle yapma
larını istemiştir.
27 Ağustos'ta, Hattat Okulu yeni harflerle bir kart basıp
Atatürk'e sunmuştur.
Karacabey'de halkın satın aldığı bir uçağa yeni harflerle
“Karacabey" adı verilmiştir.
Darülfünun rektörü, üniversitede derslerin yeni harflerle
okutulacağını duyurmuştur.
Yazı makinelerinin yeni harflere göre değiştirilmesi için ge
reken adımlar atılmıştır.
İstasyon levhaları yeni harflerle yazılmıştır.
Milletvekilleri seçim bölgelerine giderek halka yeni harfleri
anlatmaya başlamıştır.
Kitapçılar toplanarak, eski harflerle yazılmış kitapların ne
olacağını üst makamlara sormaya karar vermiştir.
Din adamları da yeni harfleri öğreniştir, örneğin, Konya
Müftüsü Hacı Ali Efendi ve Samsun Müftüsü Halim Efendi yeni
harfleri öğrenen ilk din adamları arasında yer almıştır.
Devlet Demiryolları ve Liman lşletmeleri'ııin yeni harflerle
bastırdığı kalkış-varış tarife kitabı İsmet (Inönü)'yü ve Atatürk’ü
çok sevindirmiştir. İkisi de kitabın üzerine imzalarını atmıştır. 24
Eylül 1928).
Yeni harfleri halka daha kolay vc eğlenceli bir şekilde öğ
retmek için bir “Yeni Türk Harfleri Mifrşı" bestelenmiştir. 29
Eylül tarihli Cumhuriyet gazetesi, halka bu marşın notalarını
vermiştir.
öğretmenlerin, muhtar ve ihtiyar heyetlerinin kendilerine
verilen sürede yeni harfleri öğrenmeleri, aksi halde görevden alı
nacakları bildirilmiştir. Yapılan sınavlar sonunda öğretmenlerin
yüzde 95'inin yeni harfleri öğrendikleri görülmüştür.
1 Ekim’de tamamen Latin harfleriyle yayınlanan ilk gazete
olan “Türkçe gazete1' çıkmıştır.
Okullarda, Türkçe vc Fransızca dersleri yeni harflerle veril
meye başlanmıştır.
494
11 Ekim tarihli gazetelerde, yeni harflerle basılan ilk ders
kitabının Ali Canip (Yöntem)'in Edebiyat kitabı olduğu bildi
rilmiştir.
Yeni harflerle çıkmaya başlayan Hakimiyet-i Milliye'nin sa
tışı 3000 artmıştır.
Kasım başında fasiküller halinde tmla Lügati yayınlanma
ya başlamıştır. 29 Kasım tarihli gazeteler 25.000 sözcüğü içeren
İmla Lügati’nin tamamlandığını duyurmuşlardır.
Yeni harfleri halka öğretmek için Devlet Matbaasında Yeni
Alfabe adlı bir kitap 100 bin adet basılarak dağıtılmıştır.1116
Gazetelerde, Bursa hapishanesindeki tutukluların da yeni
harfleri öğrenmeye çalıştıklarını gösteren bir fotoğraf yayınlan
mıştır.
Anadolu Ajansı, duyuru ve ilanların yeni harflerle verilme
sini istemiştir.
Dil Encümeninin Söz Derleme Heyeti, 25.000 fiş bastırarak
bütün yurda dağıtmıştır.
1 Ocak 1929*da kadın, erkek herkese yeni yazıyı öğretmek
için Millet Mektepleri kurulmuştur. Millet Mekteplerindeki
kurslar, hiç okuma bilmeyenler için dört, ötekiler için iki ay ola
rak planlanmıştır. Okullarda erkeklere haftada dört, kadınlara
haftada iki gece ders verilmiştir. Millet Mektepleri kısa sürede
dolup taşmış, yeni kurslara ihtiyaç duyulmuştur. Yeni yazıyı
öğrenenler okullarda sınavlara girip okuma-yazma bildiklerine
dair diploma almışlardır. 1929-1936 tarihleri arasında Millet
Mekteplerinden 2.546.051 kişi diploma almıştır.1,17
Türkiye'deki bu baş döndürücü gelişmeler dünya basınını
şaşırtmıştır. Avrupa gazeteleri Yazı Devrimiııden övgüyle söz et
miştir.
495
Devrimci Başöğretmen
Yazı ve Dil Devrimi'ne çok büyük bir önem veren Atatürk,
devrimin her aşamasında bizzat işin içinde olmuştur.
Atatürk, 8-9 Ağustos 1928 gecesi İstanbul Sarayburnıf nda
yeni harfleri halka açıklamıştır. Gösterileri bir süre izledikten
sonra ayağa kalkarak Harf Devrimi'ni müjdeleyen nutkunu ver
miştir. Atatürk, kadın, erkek, yaşlı genç büyük bir kalabalığa
şöyle seslenmiştir:
"'Arkadaşlar güzel dilimizi ifade etmek için yeni Türk harfle
rini kabul ediyoruz. Bizim, güzel, ahenktar, zengin lisantmız yeni
Türk harfleriyle kendini gösterecektir. Asırlardan beri kafalarımı
zı demir çerçeve içinde bulunduran, anlaşılmayan ve anlamadı
ğımız işaretlerden kendimizi kurtarmak ve bu lüzumu anlamak
mecburiyetindeyiz. Lisanımızı muhakkak anlamak istiyoruz. Bu
yeni harflerle behemehal pek çabuk bir zamanda mükemmel bir
surette anlayacağız. Anladığımıza yakın zamanda bütün kainat
şahit olacaktır Ben buna katiyetle eminim siz de emin olunuz. ”
Atatürk, bu sözlerden sonra o geceki duygularını bir kağıda
yazarak Falih Rıfkı Atay’a okutmuş ve daha sonra yeni Türk
harfleriyle ilgili konuşmasına devam etmiştir:
“ÇoJr işler yapılmıştın ama bugün yapmaya mecbur oldu
ğumuz son değil, lâkin çok lüzumlu bir iş daha vardır. Yeni Türk
harflerini çabuk öğrenmelidir Her vatandaşa, kadına, erkeğe,
hamala, sandalctya öğretiniz. Bunu vatanperverlik, milliyetper
verlik vazifesi biliniz. Bu vazifeyi yaparken düşünüz ki, bir mil-
letin bir heyet-i içtimaiyyenin (sosyal topluluğun) yüzde onu,
yirmisi okuma yazma bilir; yüzde seksen doksanı bilmez; bu
ayıptır Bundan insan olanlar utanmalıdır. Bu millet utanmak
için yaratılmış bir millet değildir İftihar etmek için yaratılmış
ve tarihini iftiharlarla doldurmuş bir millettir Milletin yüzde
doksanı okuma yazma bilmiyorsa hata bizlerde değildir. Hata
onlardadır ki, Türk'ün seciyesini (huyunu, karakterini) anlaya-
mayarak birtakım zincirlerle kafamızı sarmıştır. Mazinin hata
larını kökünden temizlemek zamanındayız* Hataları tashih ede
496
ceğiz (düzelteceğiz). Hataların tashihinde bütün vatandaşların
faaliyetini isterim. En nihayet bir sene, iki sene içinde bütün
Türk heyeti içtimaiyyesi yeni harfleri öğreneceklerdir.
Milletimiz, yazısıyla ve kafasıyla bütün alem-i medeniye
tin (dünya medeniyetinin) yanında olduğunu göstereeektir
11 Ağustos 1928’de Dolmabahçe Sarayı’nda “Dil dersleri’'
başlatılmıştır. Atatürk’ün bu derslerdeki amacı, Harf Devrimi’
nin, önce bu devrimi halka anlatacaklarca sindirilmesiydi.
Dolmabahçe Sarayı’ndaki ikinci dil dersi, 25 Ağustos'ta Ata
türk'ün huzurunda yapılmıştır, öğretmenliğini İbrahim Nemci
(Dilmen)’in yaptığı ve dört buçuk saat süren bu derste Türkçe-
deki sesli ve sessiz harfler ayrıntılı bir şekilde anlatılmıştır. Orada
bulunanlar tahta başına çağrılarak yeni harflerle bazı cümleler
yazdırılıp, okutulmuştur.
Üçüncü ders yine Atatürk'ün huzurunda 29 Ağustos’ta ya
pılmıştır. Şair, yazar, milletvekili, öğretmen, profesör vb. kesim
lerden yoğun katılımın olduğu bu derste “Yeni Türk Harfleri,
Yeni Düşünce ve Değerlendirmeler ve Özgür Düşünceler... " ko
nusu ele alınmıştır. O derste söz alan İsmet (İnönü) Latin harfle
rinin kabulüyle ilgili şunları söylemiştir:
“Efendiler, Latin harfleri Türk milletinin en kesin ve en
derin bir ihtiyacına temas ediyor. Her şeyden önce bir nokta-
yt izah edeyim: Niçin Latin harfleri esasına taraftarız? Gazi
hazretleri böyle büyük bir mücadeleyi açarken yalnız Türk
milletini ve yalntz onun irfanım ve yalnız onun kurtulmasını
düşündü. Efendilert Türk köylüsü okumaya, okutmaya kayıtsız
değildir. Her köy eline geçirdiği hocayı ne kadar mümkünse o
kadar yüceltmeye çalışır; çocuğunu okutmayı candan ister ve
hakikaten çocuk ta dört beş sene mektebe gidip gelir. Fakat hep
si o kadar. Hiçbir şey öğrenemez. Kuran'dan birkaç sureyi okur
fakat gazete yaztstnt söktüremez.
Efendilerim! Bütün bu zorluklar Arap harfleri yüzünden-
dir. H arf meselesi bütün milletler için çok önemlidir ve Türk
milleti de nihayet kendi harflerini bulmuştur...”xu*
497
19 Ağustos 1928’da Atatürk, Cumhuriyet gazetesi Başya
zarı Yunus Nadi’ye gönderdiği yeni Türk harfleriyle yazılı mek
tubunda, “Yeni Türk alfabesini güzelce öğrenmek ve öğretmek
gerekir Bunun için de elbette yıllara ihtiyaç yoktur ” diyerek,
Harf Devrimi’nin çok hızlı bir şekilde gerçekleştirilmesi için
Cumhuriyet gazetesinin de seferber olmasını istemiştir.
* * *
498
Atatürk, Tekirdağlılara yeni harfleri anlatırken bir ara kö
şede oturan bir Hoca Efendi’yi yanına davet etmiştir. Atatürk,
Kuran’ı Kerim’deki Tm suresinden üç ayet okuyarak, hocadan
bu ayetleri Arap harfleriyle kağıda yazmasını istemiştir. Hoca,
ayetleri Arap harfleriyle yazdıktan sonra Atatürk, yazılanları
orada bulunan birkaç kişiye okutmuştur. Ayetleri herkes fark
lı biçimde okumuştur. Bunun üzerine Atatürk, hocanın Arapça
yazdığı ayetlerin hemen altına ayetleri Latin harfleriyle şöyle
yazmıştır: MVettini vezzeytuni” ve “Türisinine” ve “hazelbeldil
emin”. Bu sefer ayetleri bu haliyle oradaki birkaç kişiye okut
muştur. Yeni yazıyı bilen herkes ayetleri doğru okumuştur.
Atatürk, altında kendi el yazısı bulunan bu kağıdı Hoca
Mustafa Efendi’ye vererek, “Sizden yeni Türk yaztstm öğren
menizi isterim” demiştir.1,19
Atatürk Tekirdağ’dan ayrılırken yanındakilere, “Şimdi size
söylüyorum, göreceksiniz neler olacak.” diyerek yeni Türk harf
lerinin Türk halkı tarafından çok çabuk bir şekilde öğrenileceği
ni öngörmüştür.
Atatürk o günlerde Yeni Türk harflerinin öneminden şöyle
söz etmiştir: uBugün yeni Türk harfleriyle cehalete karşı açtığı-
mtz mücadelenin, yarın millet için 26 Ağustos zaferinden daha
yüksek ve geniş saadet neticeleri getireceğini muhakkak görü
yorum” 1120
Atatürk Ğursa gezisinde önce Vali Fatin Bey’i yeni Türk
harflerinden sınava çekmiştir. Sonra Sağlık Müdürü Kemal Bey’i
kara tahta başına' çağırarak ona, “Bugün Bursa'da, her vakit
olduğu gibi gördüğüm samimiyetten çok memnun oldum ” cüm
lesini yazdırmıştır. Atatürk, sonra kara tahtanın başına Maliye
memurlarından birini çağırıp ona, “Görüyorum ki bütün arka
daşlar büyük bir hevesle çalışmışlardır” cümlesini yazdırmış, bu
yazıyı Sağlık Müdürü Kemal’e okutmuş ve düzeltmelerini bizzat
yapmıştır. Atatürk, daha sonra da kara tahtanın başına geçerek,
11 1 9 age, s. 88.
11 2 0 age, s.90.
yeni Türk harflerinin nasıl uygulanacağını, yazım şekillerini, ses
li ve sessiz harflere ait kuralları, “dır” ekinin ekleneceği kelimeye
göre alacağı biçimleri çok ayrıntılı şekilde açıklamıştır.1121
Atatürk’ün Çanakkale’de halka ilk sorusu, “ Yeni Türk harf
lerini öğrendiniz m i}” olmuştur. Olumlu cevap alması üzerine
memnun bir şekilde Valilik konağındaki salonun ortasında du
ran kara tahtanın başına geçerek etrafını saran kalabalığa yeni
Türk harfleri konusunda bazı sorular sormuştur. Daha sonra ku
ralları anlatarak halkı sınavdan geçirmiştir. 1122
Atatürk, Sarayburnu’nda başlayan ve Dolmabahçe Sarayı’
nda devam eden dil derslerinin dördüncüsünü, 15 Eylül 1928’de
Sinop’ta bir okulun bahçesinde vermiştir.
Başöğretmen ilk olarak Türkçedeki A-E-I-İ-O-Ö-U-Ü ses
lilerinin fonetik bakımdan rollerini anlatmış, sonra bir parça
okumuş, arkasından da herkese okutup yazdırmıştır. Önce Milli
Eğitim Müdürlerini sınavdan geçirmiştir.
Alfabe Encümeninin düzenlediği yeni imla sistemine göre
“mi-mu” soru eki kelime arasına bir (-) konularak yazılmakta
dır. Ancak bu yazım şeklinin sorunlu olduğunu anlayan Atatürk,
CHP Genel Katibi Saffet (Arıkan)’a dönerek. “Milli Eğitim Ba
kam Beyefendiye bir telgraf yazıntz. İmladaki bu bağlama işa
reti zorluk çtkanyor, kaldtnlstn” demiştir. Atatürk’ün isteğiyle
o günden sonra soru eki “mı, mi, mu, mü” dan önce gelen (-)
kaldırılmış ve bu ekler ayrı yazılmaya başlanmıştır. 1123
Atatürk Sinop’ta o gün okuma yazmast olmayan Bekir
Ağa’ya da okuma yazma öğreterek yeni harflerin ne kadar kolay
öğrenildiğini herkese göstermiştir. Bekir Ağa’yı kara tahtanın ba
şına çağıran Atatürk önce tahtanın başına kocaman bir “A” yaz
mıştır. A’yı birkaç kelime örneğiyle Bekir Ağa’ya tekrarlatmıştır.
Daha sonra “O-ö-U-Ü” seslilerini yazarak yine Bekir Ağa’ya
tekrarlatmıştır. Bekir Ağa, kısa süre içinde bu harfleri öğrenerek
yanlışsız yazmıştır. Daha sonra Atatürk Bekir Ağa’ya “T ” har
500
fini öğretmiştir. Sonra da Bekir Ağa “At” ve “O t” kelimelerini
yanlışsızca yazarak yeni harfleri öğrendiğini herkese göstermiş
tir. Bu olaya tanık olan M. Şakir Ülkütaşır, "İşte en büyük öğ
retmenimiz Atatürk , Sinop'ta verdikleri derslerde elli yaşlarına
kadar cahil kalmış olan bir vatandaşa da yarım saat gibitkısa bir
zaman içinde yeni Türk alfabesinin esaslarını öğretmişlerdi” n24
diyerek “şaşkınlığını” ve “hayranlığını” dile getirmiştir.
Sivas’ta hükümet meydanına konulan kara tahtanın başına
geçen Atatürk, meydanı dolduran “memur, alim, mektepli, za
bit” her sınıf halk önünde birçok kişiyi yeni harflerden sınava
tabii tutmuştur.
Burada yeni harfleri hiç bilmeyen bir kasap Atatürk tarafın
dan on dakika içinde yeni Türk harfleriyle adını yazacak duru
ma getirilmiştir. Bunu gören halk, “Yaşa Gazi, Varol Gazi!" diye
bağırmaya başlamıştır. 1125
5r
Ankara’ya dönünce "Yeni Türk harflerinin uygulanışı ve gere
ken değişiklikler hakkında" Başbakanlığa bir talimat vermiştir.
İşte, Atatürk’ün adeta yazım kurallarını belirlediği o talima
tın içeriği:
1. Bağlama çizgisi kaldırılacaktır.
2. Soru eki olan “mı, mi” ayrı yazılacaktır, örneğin, “Geldi
mi?” gibi. “Fakat kendinden sonra gelen eklerle bitişik yazı
lacaktır. örneğin, ‘Geliyor musunuz?’, ‘Ben miydim?’ gibi”.
3. Bağlama eki olan “ve, ki”, dahi manasında olan “de, da”
bağımsız kelime olarak ayrı ayrı yazılacaktır.
4. “İle, ise, için, iken” kelimelerinin kısaltmaları olan “le, se,
çin, ken” şekilleri kendinden önceki kelimeye bitişik yazıla
cak ve çizgiyle ayrılmayacaktır, örneğin, “Ahmetle, buysa,
seninçin, giderken gibi”
5. “Çe, ca, ça, ce”, ve zarf edatı olan “ki” her zaman geldiği
kelimeye bitişik yazılacaktır, örneğin, “Mertçe, benimki,
yarınki,”
6. Sedalı harfler ilk kelimenin sonuna eklenecektir, örneğin,
“Hüsnü nazar gibi”.n2A
502
Atatürk, Latin alfabesinde olan ama Türkçede olmayan ses
ler ve Türkçede olup Latin alfabesinde olmayan sesler için de
pratik çözüm yolları bulmuştur.
örneğin, Ş harfi Türk pratik zekasının bir ürünüdür: Ata
türk, yeni harfleri halka anlattığı geziden Ankara'ya dönüşünde
20 Eylül 1928 günü Kırşehir yakınlarındaki Yerköy tren istasyo
nuna gece yarısı birkaç saatliğine uğramıştır. Bu ziyareti haber
alan Kırşehir halkının ileri gelenleri başta Ccvat Hakkı Tarım vc
eğitimci Ömer Aydın olmak üzere çoğunluğu yanlarına eşlerini
de alarak Atatürk'ü Yerköy istasyonunda karşılamaya gitmişler
dir. Orada Atatürk'ün verdiği yazı dersi sonrasında Cevat Hakkı
(Tarım), Atatürk'ten bir ricada bulunmuştur: “ Yeni Latin alfabe
sinde Ş sesitti Fransızcadaki gibi CH yazarak veriyoruz. Bu ka
tışıklığa sebep oluyor. Biz S harfinin altına bir virgül koyarak
bunu Ş olarak okursak bu halk için çok daha kolay olacak."'11*
Bu yaratıcı öneriyi kabul eden Atatürk, o günden sonra yeni
Türk alfabesine "Ş ” sesinin eklenmesini sağlamıştır.
“Q " harfinin yerine “K” harfinin kullanılmasına ise yine
bizzat Atatürk karar vermiştir.
Dil Encümeninin çalışmaları sırasında ne zaman “Q ” ne za
man “K" kullanılacağına bir türlü karar verilemeyince Atatürk'e
başvurulmuştur. Falih Rıfkı Atay, MK” krizinin nasıl çözüldüğü
nü şöyle anlatmıştır:
41Mustafa Kemal bizi dinledikten sonra eline kâğıt kalem
aldı. Evvela (Kemal) ve sonra (Qemal) yazdı. Her iki kelimeye de
baktıktan sonra, *Böyle (Qemal) olmaz’ diyerek bunu karaladı.
K krizini atlatmıştık. . .*'1129
Atatürk, Yazı ve Dil Devrimi konusunda halkın bütün soru
larına da cevap vermiştir, örneğin, Gemlik'te yaşayan Gazinocu
Haydar ve on iki arkadaşı Atatürk'e bir telgraf çekerek "kaf ve
kef" harflerinin yazımında güçlük çektiklerini, bu duruma bir
503
çözüm bulunmasını istemişlerdir. Atatürk, Haydar ve arkadaşla
rına şöyle cevap vermiştir.:
“Okuma yazmayt bir haftada öğrenmek gayretini göster
diğinizden memnun oldum. Tebrik ederim. Arabi ve Farsi keli
melerde *kaf*\ 'kepin önlerine *he” gelmesi meselesiyle zihinle
rinizi ifgal ve teşviş etmeyiniz. Tespit edilmekte olan lügat bunu
arzunuz veçhile halledecektir efendim."1130
Her fırsatta Atatürk’ün Yazı ve Dil Devrimlerine saldıran
ların; “yobaz”, “liboş” takımının yerinde olsam Atatürk’ün ya
zım kurlarım kullanmazdım! örneğin, inadına soru eki “mi, mı,
mu,” ile dahi anlamındaki “de” yi bitişik yazar, inadına keli
meleri bölen bağlama çizgisini kullanır, hatta bu da yetmez, “ş”
harfini kullanmaz, inadına “q” harfini kullanırdım!
504
Atatürk’e göre Türk ulusuna mensup olmanın ilk şartı Türk
çe konuşmaktır:
“Türk demek dil demektir. Ulusallığın en belirgin özellikle
rinden birisi dildir Türk ulusundanım diyen insanlar, her şey
den önce ve ne olursa olsun Türkçe konuşmalıdır. Türkçe ko
nuşmayan bir insan Türk ekinine, topluluğuna bağltlığını öne
sürerse buna inanmak doğru olmaz”1Ui
Atatürk, Türkçenin “öz güzelliğinin” ve “zenginliğinin” or
taya çıkması için Türkçenin yabancı dillerin baskısından kurta
rılması gerektiğini düşünmüştür:
“ Ulusal duygu ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin
ulusal ve zengin olması, ulusal duygunun gelişmesinde başlı
ca etkendin Türk dili dillerin en zenginlerindendir; yeter ki bu
dil bilinçle işlensin. Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumastnı
bilen Türk ulusu, dilini de yabancı diller boyunduruğundan
kurtarmalıdır. ” 1132
Atatürk, yüzyıllarca Arapça, Farsça, İtalyanca, Fransızca vb.
dillerin egemenliği altındaki Osmanlıca nedeniyle “unutulan”,
“ihmal edilen” hatta “öldürülen” Türk dilini yeniden “canlan
dırmak” için çok önemli çalışmalar yapmıştır. Bu çalışmaları
şöyle sırlayabiliriz.
1. Türk Dil Kunımu’nun kurulması: Atatürk, Türk dilinin
bilimsel şekilde araştırılması için 1932’de Türk Dil Kurumu'nu
kurmuştur. TDK, yerli ve yabancı bilim insanlarının katıldığı Dil
Kurultayları düzenlemiştir. Bu kurultaylarda Türk dilinin dünü ve
bugünü uzun uzadıya tartışılmıştır. Bu toplantılara Atatürk de katıl
mıştır. I. Dil Kurultayinda seçilen yönetim kurulu 17 Ekim 1932’de
yayımladığı bildiride Dil Devrimi’nin amacı şöyle ifade edilmiştir:
1. Türk dilini, ulusal kültürümüzün eksiksiz bir anlatım ara
cı yapmak, 2. Bunun için yazı dilinden, Türkçeye yabancı öğeleri
atmak ve ana öğeleri öz Türkçe, ulusal bir dil yaratmak.
505
Atatürk TDK’nın kapılarının herkese açık olduğunu, dil
üzerine kafa yoran herkesin TDK’nm bir üyesi sayılacağını bil
dirmiştir. TDK’nın çalışma yöntemi, Atatürk devrimlerine “ja-
koben” (baskıcı) diyenleri utandıracak türdendir. TDK’ın 26 Ey
lül 1932’de Dolmabahçe Sarayı’nda toplanan ilk kurultayından
önce yayımlanan bildiride, “Kadın, erkek her Türk yurttaş, Türk
Dili Tetkik Cemiyeti'nin üyesidir. Kendini kurultaya çağrılmış
saymalıdır” denilmiştir.1133
2. 1935’de, Ankara’da, adını bizzat Atatürk’ün koyduğu
Dil Tarih Coğrafya Fakültesi açılmıştır. DTCF, TDK ve TTK ’yla
birlikte Türk dilini ve Türk tarihini araştırmak amacıyla kurdu
rulmuştur.
3. Tarama çalışmalan yapılarak halk ağızlarında yaşamaya
devam eden Türkçe sözcükler toplanmıştır. Tarama çalışmala
rıyla toplanan bu dil malzemesi, “ Osmanlıcadan Türkçe'ye Söz
Karşılıkları Tarama Dergisi” adıyla iki ciltte yayınlanmıştır.1134
4. Türkçe karşılıkları bulunamayan Arapça ve Farsça Söz
cükler için “Osmanlıcadan Türkçeye Cep Kılavuzu” ve “ Türk-
çeden Osmanltcaya Cep Kılavuzu” hazırlanmıştır.
5. Atatürk 1936 yılında Türk dilinin dünyadaki en eski dil
lerden biri olduğunu iddia eden Güneş Dil Teorisi’ni ileri sür
müştür.
6. Atatürk’ün isteğiyle, Türk dilinin temel kaynaklan yeni
Türk harfleriyle basılmıştır. Örneğin, “Divan-ü Lügat-it Türk”,
wKutagu Bilig” gibi eserler tıpkıbasımları, metinleri, çevirileri ve
dizinleriyle yayınlanmıştır.
7. Atatürk, 1932’den itibaren “din dilini” de Türkçeleştire
rek, halkın başta kutsal kitap Kuran olmak üzere dininin temel
kaynaklarını ulusal diliyle çok daha rahat bir şekilde öğrenme
sini sağlamak istemiştir. Hutbelerin, ezanın, Kuran’ın Türkçeleş-
tirilmesini sadece din penceresinden değil biraz da “dil” pence
resinden değerlendirmek gereklidir. Atatürk’ün İslam dininin te
506
mel kaynaklarını ve din dilini Türkçeleştirmesi, “Atatürk, Latin
harflerini kabul ederek halkın İslam diniyle bağlarını koparmak
istemiştir” biçimindeki “yobaz yalanını” da boşa çıkarmaktadır.
Çünkü, eğer Atatürk gerçekten böyle bir şey isteseydi hiçbir za
man din dilini Türkçeleştirmezdi.
8. Atatürk Çankaya Köşkü’nü adeta bir dil akademisi hali
ne getirmiş, 1932-1938 arasında neredeyse her gece Atatürk'ün
sofrasındaki kara tahtanın başında enine boyuna Türk dili ve
Türk tarihi konuşulmuştur. Dil kurultaylarında okunacak bildi
riler önce Çankaya sofralarına Atatürk’ün huzurunda okunmuş,
burada tartışılmış, eleştirilmiş, sonra kurultaya sunulmuştur.
Atatürk, Çankaya’daki dil sofraları dağıldıktan sonra sabahlara
kadar Türk dili üzerinde çalışmış, bu çalışmaları sonunda çok
sayıda sözcük türetmiştir. II. Dil Kurultayı’nda Prof. Pittard’ın
eşine, “Bir sözcüğün kökenini bulduğum zaman duyduğum
mutluluk, Sakarya Savaşint kazandığım zamanki mutluluğa
eşittir” diyerek kelime türetmeye ne kadar çok önem verdiğini
göstermiştir.1135 Atatürk’ün Türk dili konusundaki çalışmaları
nı, o sırada İsviçre’de Tarih doktorası yapan Manevi kızı Afet
tnan’a yazdığı mektuplardan takip etmek mümkündür. Atatürk
23 Aralık 1937 tarihinde Afet lnan’a gönderdiği bir mektupta,
“ Gece uğraştığımız, bildiğin gibi dil dersleri, gündüz de yalnız
olarak aynı sorun üzerinde birkaç saat ç a lış ıy o ru m demiştir.
Atatürk dil çalışmalarını Ulus gazetesinde de yayınlamıştır.
Atatürk, dil çalışmaları sonrasında, bugün de kullandığımız
pek çok terim türetmiştir. İşte Atatürk’ün 1930’larda türettiği
veya yeniden Türkçeye kazandırdığı o terimlerden bazıları:
1. Askerlikle ilgili terimler: 1. Er, 2.Subay, 3. Kurmay vb.
2. Değişik konulardaki terimler: 1.Genel, 2. özel, 3. Evren
sel, 4. Kutsal, 5. önemli, 6. Arıtmak, 7. Isı, 8. Esenlik, 9. Erdem,
10. Kıvanç, 11. Konuk, 12. Tüm vb.1136 Varsayım, Gerekçe, Bel
leten vb.
507
3. Geometri ve matematik terimleri: 1. Açı, 2. Üçgen, 3.Kare,
4. Boyut, 5.Uzay, 6. Yüzey, 7. Çap, 8, Yarıçap, 9. Kesek, 10.
Kesik, 11. Yay, 12. Çember, 13. Teğet, 14. Açıortay, 15. İçters
açı, 16. Dışters açı, 17. Taban, 18. Eğik, 19. Kırık, 20. Çekül,
21. Yatay, 22. Dikey, 23. Düşey, 24. Yöndeş, 25. Konum, 26.
Dörtgen, 27.Beşgen, 28. Köşegen, 29. Eşkenar, 30. İkizkenar, 31.
Yanal, 32. Yamuk, 33. Artı, 34. Eksi, 35. Çarpı, 36. Bölü, 37.
Eşit, 38.Toplam. 39. Oran, 40. Orantı, 41 Türev, 42. Alan, vb.
50’ye yakın terim.1137
4. Soyadları: 1. Akatürk, 2. Altay, 3. Arıkan, 4. Bozkurt,
5. Bozok, 6. Dirik, 7. Ergüven, 8. Gürer, 9. Gürarı, 10. Mete,
11.Sülün, 12. Okan, 13. Okyar, 14. Özgören, 15. Peker, 16. Say
dam, 17. Türker. 18. Tanrıöver, 19. Umay. 20. Üstündağ, 21.
Güzelses, 22. Tuncak, 23. Saldıray, 24. Yıldıray, 25. İrdelp, 26.
Aygen, 27. Ülkü, 28. Gökçen vb.1138 fi '■ ■
Bir Türkçe aşığı olan Atatürk, Arapça “Kemal” diye yazılan
adını da “Kamal” diye yazmayı düşünmüştür bir ara...
Görüldüğü gibi Atatürk, Yazı ve Dil Devrimi’ne çok büyük
bir önem vermiş, bu devrimin başarılı olabilmesi için, tarihimiz
de hiçbir devlet adamının etmediği kadar çok mücadele etmiştir.
Geceleri sabahlara kadar dil çalışmaları yaparken, uykusuzluk
tan ve yorgunluktan kapanan gözlerini ıslak mendille silen ve
arada bir soğuk duş alarak uyanık kalmaya çalışan Atatürk, son
nefesini verinceye kadar Türkçeyle uğraşmıştır. Ölmeden önce
ağzından dökülen son kelimeler arasında, “Aman dil, yarabbi
dil, dil. . . ” gibi kelimelerin olması, onun Türkçemize ne kadar
gönülden bağlı olduğunun son kanıtı değil midir?.
508
Türkiye’de yazı ve dil tartışmalarının yapıldığı Tanzimat
döneminden beri Arap harflerinin ve Arapça-Farsça ağırlıklı Os
manlıcının Türkçenin yapısına uygun olmadığı, dolayısıyla yazı
ve dil konusunda “ıslahat” (düzeltme) yapılmasını savunanlara
karşı bir “dinsel tepki” hep var olmuştur.
Bu tepkinin temelinde ise başta Kuran olmak üzere tslamın
temel kaynaklarının Arap harfleriyle yazılmış olması ve “orijinal
din dilinin” Arapça olduğu düşüncesi yatmaktadır. Ancak Allah
Kuran’da, “Biz her elçiyi kendi kavminin diliyle gönderdik ki,
onlara (emredilen şeyleri) açtklastn” (Kuran, İbrahim, 14/4.) di
yerek, her milletin “kendi diliyle” dininin gereklerini yerine ge
tirmesi gerektiğini belirtmiştir. Ancak “bizim dinciler” anlaşılan
Allah’a bile muhalefet etmekten çekinmemişlerdir!
Dinsel duyarlılığı yüksek, ancak buna karşın okuma-yazma
oranı çok düşük olan Osmanlı toplumunda Arap harflerine ve
Arapçaya teslim olmuş Osmanlıcadan vazgeçmek “din düşman
lığı” olarak görülmüştür.
Arap harflerinin kaldırılıp yerine Latin harflerinin konma
sına karşı -Osmanlıdan beri yapılan muhalefeti bir kenara bıra
kıp- Kurtuluş Savaşı’nda Atatürk’ün yanında yer alan, Kâzım
Karabekir Paşa’nın direnişinden söz etmek istiyorum:
21 Şubat 1923’te İzmir’de Kâzım Karabekir Paşa’nın baş
kanlığında toplanan İzmir İktisat Kongresi’nde, işçi delegelerden
İzmirli Nazım ile iki arkadaşı Latin harflerinin kabulü yönün
de bir önerge vermiştir. Bu önergeye şiddetle karşı çıkan kongre
başkanı Kâzım Karabekir Paşa, “Latin harfleri İslam birliğini
bozar” gerekçesiyle önergeyi reddetmiştir.1139
Kâzım Karabekir Paşa, daha sonra Hakimiyet-i Milliye ga
zetesine bir demeç vererek bu konudaki görüşlerini açıklamıştır.
(5 Mart 1923). “Latin Harflerini Kabul Etmeyiz” başlığı altın
da yayınlanan demecinde Karabekir Paşa şunları söylemiştir:
509
“Bw fikir bir zamanlar Avrupa*da doğdu. Bu akım önce
orada başladı. Bizim İslam harflerimiz yeterli değilmiş. Bunun
la birlikte Latin harfleri alınmalıymış. Orda bazı arkadaşla
rımız bu fikirden etkilendiler. Fakat sonuçta bunun felaketli
olduğunu anladılar ve pişman oldular. Bu fikrin müthiş bir fe
laket olduğunu Arnavut kavmi de pek geç olarak anladı. Tees
süfle arz ederim ki, AzerbaycanlI arkadaşlarımız da bu felakete
bugün düştü. Bu konuda özel olarak bizden de fikir soranlar
oluyor. Biz bunun kötülüğünü ve bu harflerin değiştirilmesinin
bugün yeryüzünde yaşayan 350 milyon ehl-i İslama ait olduğu
nu söyledikse de onlar anlaşılmaz bir şekilde harflerin kabulü
noktasına doğru yürüdüler. Arkadaşlar bugün hangi ecnebi ile
görüşseniz ilk işiteceğiniz sözler: ‘Türkçe gayet güzel bir dil
dir, kolaydır fakat harfleri fenadır.’ Bunlar bütün ecnebilerin
ağzında ve sizinle ilk görüşen bir ecnebinin size telkin edece
ği şeylerdir. Ve bu fikir genellikle İslam dtşı insanlardan olu
şan bir takım tercümanlar aracılığıyla her tarafta ve özellikle
İstanbul'da ecnebilere telkin edilmektedir...
Bugün bir kuvvet vardır ki, bu kuvvet bütün cihana karşı
bir propagandayı yapıyor. Türk yazısı güçtür; okunamaz. Ben
deniz bu meseleyle bizzat uğraştım ve Arnavutluk ihtilali için
de bulundum. Acaba bu Latince kabul edilebilir mi? Bu kabul
edildiği gün memleket alt üst olur. Her şey bir tarafa, bizim
kütüphanelerimizi dolduran mukaddes kitaplarımız, tarihimiz
ve binlerce cilt eserlerimiz bu dille yazılmışken büsbütün baş
ka bir şekilde olan bu harfleri kabul ettiğimiz gün, en büyük
felakete, derhal bütün Avrupa'nın eline güzel bir silah vermiş
olacak. Bunlar İslam alemine karşı diyeceklerdir ki, ‘Türkler
ecnebi yazısını kabul etmişler ve Hıristiyan olmuşlardır.9 İşte
düşmanlarımızın çaltşttğı şeytanca fikir budur.
Sonra bizim dilimizi anlatacak hiçbir Latin harfi yoktur.
Bugün Fransızca harfler o kadar katışıktır ki asla karşılaya
maz. Bu mesele inceden inceye araştırılmıştır. İstirham ediyo
rum, zararlı olan - ki zararı özellikle İslam kavimleri çekmiş
tir- bu gibi meseleleri bırakalım, böyle fikirler içimize girmesin.
510
Sonra büsbütün dilsiz olur ve bütün İslam alemini üzerimize
hücum ettirir ve kendi aramızda birbirimizi yeriz. Gerçi hu tek
lif1hiç şüphe etmiyorum ki, samimiyet ve iyi niyetle verilmiştir.
Fakat, başka taraflardan da pek kaba fikirler içimize giriyor.
Bunlardan kendimizi koruyalım.”"*"
Görüldüğü gibi A tatürk’ün silah arkadaşlarından Kâzım
K arabekir Paşa çok açık bir şekilde Latin harflerine karşıdır.
K arabekir’in Latin harflerine karşı olmasının temelinde Arap
harflerini İslam la özdeşleştirmesi yatmaktadır. Karabekir’in,
“Latin harflerinin bir Hıristiyan propagandası olduğu, bizi İslam
dünyasından uzaklaştıracağı, tarihimizden koparacağı, Türkçeye
uym ayacağı, zararlı olduğu” biçimindeki görüşleri, A tatürk’ün
nasıl bir “ fikirsel yalnızlık” içinde olduğunun en açık kanıdır.
K arabek ir’in Latin harfleri hakkındaki bu düşünceleri, bu
gün Cumhuriyet tarihi yalancılarının temel kaynağı durumun
dadır.
Bu noktada A tatürk’ün Nutuk’taki şu tespitinin ne kadar
doğru olduğu bir kere daha anlaşılmaktadır:
“Milli Mücadeleye beraber başlayan yolculardan bazıları,
milli hayatın bugünkü cumhuriyete ve cumhuriyet kanunlarına
kadar gelen gelişmelerinde kendi fikir ve ruhlarının kavrama
sınırlan bittikçe bana direnmişler ve muhalefete geçmişlerdir.
Ben milletin vicdanında sezdiğim büyük ilerleme kabiliyetini
bir milli sır gibi vicdanımda taşıyarak, peyderpey bütün içti
mai heyetimize tatbik etmek mecburiyetinde idim.”
Anlaşılan Kâzım Karabekir Paşa da diğer bir çokları gibi
“Kendi fikir ve ruhunun kavrama sınırlan bittikçe muhalefete
geçmiştir. ”
O günlerde Latin harflerine karşı olan üniversite hocaları
bile vardır. Örneğin, Prof. Fuat Köprülü, Milli M ecm ua’da ya
yınlanan “Flarf Meselesi” başlıklı yazısında, Ban medeniyetine
geçmek için Latin harflerini kabul etmenin yeterli olmadığını be-
512
ğini belirten Said-i Nursi, “Şimdi ekser halk yalnız yeni hurufu
(harfleri) bildikleri için, en çok risaleleri yeni hurufla (harfler
le) tab etmek lâztm gelecek” diyerek Risale-i Nurları’m “gönül
rahatlığıyla" Latin harfleriyle bastırabilmiştir.1144
Üniversite hocalarının bile “Latin harfleriyle yazacağıma
kalemimi kırarım" dediği bir ülkede, “kerameti kendinden men
kul" Said-i Nursi’nin Latin harflerine “bidat" demesini çok da
yadırgamamak gerekir doğrusu!
özeti şu ki: Atatürk, gerçekten de bu millete Allah'ın bir
lütfudur...
* * *
513
Kaynakça
1. Arşiv Belgeleri
ATEŞE Arşivi, Koleksiyon, ISH, Kutu 119, Gömlek 43, Belge, 43-2, No
4265; Askeri Tarih Belgeleri Dergisi, ATEŞE, Ankara, 2003, S. s.
94,95.
ATAŞE, Arş. 1-16, Klas. 185, Dos. 21-91, E93; ATAŞE Arş. 6-2132,
Klas.383, Dos..43-12-6, F.34.
ATAŞE, Arş.I-4282, Kls, 593, Dos. 14A-137, F.19.
515
Amanjolov, A.S.. “ Rlînopodopnaya rtadpıs iz Sakskogo zahoroneniya bliz
Alma-Atr. Vestnik Akademiya Nauk Kazakskoy SSR, No 2. 197 ı.
s.64-66.
Anadolu’da Yunan Zulmü ve Vahşeti, C.I, Ankara, 1338.
Angı, Hacı, Atatürk İlkeleri ve Türk Devrimi, 1983.
Apak, Rahmi, Yetmişlik Bir Subayın Hatıraları, Ankara, 1957.
Aralov, S. İ. Vospomindni Sovietskago Diplomato (Sovyet Diplomatı’nın
Hatırlan) 1922-1923, Moskova, 1960.
Arıburnu, Kemal, Milli Mücadele’de İstanbul Mitingleri, İstanbul, 1975.
Arıkoğlu, Damar, Hatıralarım, İstanbul, 1961.
Arsan, Nimet, Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri, Ankara,
1964.
Arslan, Abidin, Atatürk ve Adana, 1984, s.2, (16.5.1984 tarihinde Adana
Müze Müdürlüğü’ne sunulmak üzere hazırlanmış rapor).
Aslı Yazıcıoğlu’nun Feyza Hepçilingirler’le Söyleşisi, “ Bilim Dili Olarak
Türkçe **, Bilim ve Ütopya, Nisan, 2006, s.24.
Atatürk ve Türk Dili, Belgeler, C.I, Ankara, 1992.
Atatürk, Gazi Mustafa Kemal, Nutuk, C.I, Ankara, 1989.
Atatürk’ün Bütün Eserleri, C.15, İstanbul, 1998.
Atatürk’ün Okuduğu Kitaplar, C.10, 2 4 ,Ankara, 2001.
Atatürk’ün T BM M Açık ve Gizli Oturumlardaki Konuşmaları, Ankara,
1981.
Atatürk”,.İslam Ansiklopedisi, C.I, s.730.
Atay, Falih Rıfkı, Atatürk’ün Bana Anlattıktan, İstanbul, 1998.
Atay, Falih Rıfkı, Çankaya, Pozitif Yayınları, 2006.
Atman, Ahmet Midillili, Milli Mücadele, Ankara, 1928.
Atsız, Nihal, Türk Ülküsü, İstanbul, 1958.
Avcıoğlu, Doğan, Milli Kurtuluş Tarihi, 4 cilt, İstanbul, 1998.
Avcıoğlu, Doğan, Türkiye’nin Düzeni, C.I, 4.bs, İstanbul, 1969.
Aybars, Ergun, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, C.I, İstanbul, 2008.
Ayda, Adile, Etrüskler Türk Müydü? Ankara, 1974.
Aydemir, Şevket Süreyya, Tek Adam, C.I, 2 9 .bs, İstanbul, 2009; İstanbul,
1999.
516
Aydın, Mesut, Milli Mücadele Yıllarında İstanbul’da Faaliyet Gösteren
Gizli Gruplar, A.Ü. Basılmamış Doktora Tezi, Ankara, 1989.
Aydoğan, Metin, Mustafa Kemal ve Kurtuluş Savaşı, 2 3 .bs. İzmir, 2006.
Ayhan, Yusuf, Mustafa Kemal’in Pozantı Kongresi ve Adana’nın Kurtulu
şu, Adana, 1963.
B. Sven - Jansson, F. Runinskrifter i Sverige AWE / Gebers 1963 İngilizce
baskısı, Runes in Sweden Royal Academy of Letters ... GIDLUNDS
Warnamo / Sweden 1987.
Bakkal, Cevat, “ Mütareke Döneminde Kurulan Ftrkalar ve Teceddüt Ftrka-
st”>Askeri Tarih Bülteni, Yıl 25, S.48, Şubat, 2000, s. 118
Bardakçı, Murat, “ Birinci Cumhuriyetçilere Dev Bir Hizmet", Hürriyet,
12 Mayıs 1996.
Bardakçı, Murat, Show dergisi, 30 Nisan 1995, S. 111.
Başkaya, Fikret, Paradigmanın İflası, “Resmi İdeolojinin Eleştirisine Gi
riş ”, İstanbul, 1991.
Bayar, Celal, Ben de Yazdım, 8 cilt, İstanbul, 1972.
Baydar, Mustafa, Atatürk Diyor ki, İstanbul, 1960.
Baykara, Tiıncer, Milli Mücadele, Ankara, 1985.
Bayur, Yusuf Hikmet, Atatürk, Hayatı ve Eseri, C.I, Ankara, 1997; Ankara,
1991.
Bayur, Yusuf Hikmet, Türk İnkılabı Tarihi, 4.bs, C.2, Ankara, 1991.
Belen, Fahri, Türk Kurtuluş Savaşı, 2.bs, Ankara, 1983.
Benazus, Henri, Saltanattan Cumhuriyete Vahdettin ve Mustafa Kemal, İs
tanbul, 2010.
Berber, Engin, Kurtuluş Savaşı’nda Mustafa Kemal ve Vahdettin, Ankara,
1998.
Berkes, Niyazi, Türkiye’de Çağdaşlaşma, İstanbul, 2002.
Bıyıklıoğlu, Tevfik, Atatürk Anadolu’da (1919-1921), Ankara, 1959.
Bıyıklıoğlu, Tevfik, Trakya’ya Milli Mücadele, 2.bs, Ankara, 1987.
Bolak, Vehbi, “ Hatırat ”, Balıkesir Postası, 16 Nisan 1950.
Borak, Sadi, Atatürk’ün İstanbul'daki Çalışmaları (1899-16 Mayıs 1919),
2.bs, İstanbul, 1998.
Borak, Sadi, Atatürk’ün Resmi Yaymlara Girmemiş Söylev ve Demeçleri,
İstanbul, 1997.
51 7
Bozda# İsmet, Kemal Tahir’in Sohbetleri, İstanbul, 2003.
Bozgeyik, Burhan, Çerkez Ethem, Hain Mi Kahraman Mı? 2.bs, İstanbul,
1991.
Bolükbaşı, Rıza Tevfik, Biraz da Ben Konuşayım, İstanbul, 1993.
Cebesoy, Ali Fuat, Milli Mücadele Hatırları, İstanbul, 2000.
Cebesoy, Ali Fuat, Sınıf Arkadaşım Atatürk, İstanbul, ty.
Celal Nuri, Tarihi İstikbal, C,2, İstanbul, 1912.
Celal Nuri, Tarih-i Tedenniyat-ı Osmaniye Mukadderat-ı Tarihiye, 2.bs,
İstanbul, 1912.
Cezar, Yavuz, Osmanlı Mâliyesinde Bunalım ve Değişim Dönemi, İstanbul,
1986,
Cumhuriyet Gazetesi Bilim Teknoloji Eki, 11 Temmuz 2008.
Çakmak A. Nedim, İşgal Günlerinde İşbirlikçiler, “Hüsnüyadis Hortladı ”,
5.bs, İstanbul, 2006.
Çarıklı, Hacım Muhittin, Balıkesir ve Alaşehir Kongreleri, Ankara, 1967.
Çerkez Ethem, Anılarım, Berfin Yayınları, İstanbul, 2 0 00.
Çerkez Ethem’in Hatıraları, Dünya Gazetesi Yayınları, İstanbul, 1962.
Çetiner, Yılmaz, Son Padişah Vahdettin, 7.bs, İstanbul, 1993.
Danişmend, 1. Hami, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, C .4, İstanbul,
1961; İstanbul, 1947.
Demire!, Emin, Teşkilat-ı Mahsusa’dan Günümüze Gizli Servisler, İstanbul,
2002.
Deny, J. Principes de Grammaire turque (Turk de Turquie), Paris, 1955.
Dilipak, Abdurrahman, Cumhuriyete Giden Yol, İstanbul, ty.
Doğan, İsmail “Etrüsk Yaztsmın Kaynağı Türk (G öktürk) Yazısı”, Tarihten
Bir Kesit Etrüslder, (24 Haziran 20 0 7 , Bodrum), Sempozyum Bildirili
ri, Ankara, 2008, s. 170.
Doğan, İsmail, Doğu Avrupa’da Göktürk (Runik) İşaretli Yazıtlar, Ankara,
2000.
Dönmez, Cengiz, Milli MUcadele'ye Karşı Bir Cemiyet: İngiliz Muhipleri
Cemiyeti, 2.bs, Ankara, 2008.
Dursunoğlu, Cevat, Milli Mücadele’de Erzurum, Ankara, 1964.
Duru, Orhan, Amerikan Gizli Belgeleriyle Türkiye’nin Kurtuluş Yılları, İs
tanbul, 1979.
518
E, Adamov E. Sovyet Devlet Arşivi Gizli Belgelerinde Anadolu’nun Taktim
Planı, Çev. Rahmi Apak, 2.bs, İstanbul, 1972.
Efe, Ahmet, Çerkez Ethem, İstanbul, 2006.
Eğilmez, Ş. Milli Mücadele’de Bursa, İstanbul, 1981.
Enet; Kasım, Çukurova, Kurtuluş Savaşı’nda Adana Cephesi, Ankara,
1970.
Ergin, Muharrem, “Türklerde Yazı ve Alfabeler ”, Türk Dünyası El Kitabı,
Ankara 1976, 340-376.
Ergin, Muharrem, Orhun Abideleri, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 1988.
Erikan, Celal, Kurtuluş Savaşı Tarihi, İstanbul, 2008; İstanbul, 1971.
Ersem, Mustafa, “Balıkesir Kongrelerinin Milli Mücadele'ye Yaptığı Etki
ler ”, Askeri Tarih Bülteni, ATEŞE, Ankara, 2002, S.53, s.134.
Ertop, Konur, “Atatürk Devriminde Türk Dili ”, Atatürk ve Türk Dili, No:
2 2 4 , Ankara, 1963, s. 90.
Esmer, A. Şükrü, “ Vahdettin'le San R em o’da Bir Karşılaşma ”, Yakın Tari
himiz, C .4, s.2 1 5-217.
uEtrüskler Türk'tür”, (¥er rar a Üniversitesi Genetik Analiz Raporu), Töre
Dergisi, S.2005/2.
Evans, Lavrence, Türkiye’nin Paylaşılması (1914-1924), Çev. Tevfik Ala-
nay, İstanbul, 1972.
Evliya Çelebi, Seyahatname, İstanbul, 1935.
“Fevzi Çakmak'tn Hatıraları ”, Hürriyet, 15 Nisan 1973.
Girici, A. Gani, Derlediğimiz Hatıraları, (20 Ağustos 1986), Adana, 1986,
Girici, Gani , MÇukurova'nın işgali ve Milli M ücadele’nin önem li Olayla
r ı ”, Yeni Adana, 26-30 Aralık 1977, Adana, 1977.
G irici, Gani, “ Adana Vilayeti Nastl Kurulmuştu ? Ve Atatürk tle İlk Görül
mem ”, Çukurova, 5 Ağustos 1982, Adana, 1982.
G irici, Gani, “İşgal ve Milli Mücadele Hatıraları, Ahmet Remzi Yüreğir'in
Kurtuluş Anılarından ”, Yeni Adana, Aralık 1978, Adana, 1978.
Girici, Gani, “Kilikya Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nde Kimler Vazife Aldı?"
Yeni Adana, 21 Aralık 1977, Adana, 1977.
Goloğlu, Mahmut, Cumhuriyete Doğru, (1921-1922), Ankara, 1971.
Goloğlu, Mahmut, Milli Mücadele Tarihi, C.1I, Ankara, 1970.
Gökbilgin, Tayip, Milli Mücadele Başlarken, C.I, Ankara, 1959; C .ü, An
kara, 1965.
519
Göyünç, Nejat, “ Milli Mücadele'de Sivil ve Askeri tdare İlişkileri” , tkinci
Askeri Tarih Semineri Bildiriler, Ankara, 1985, s.218.
Göztepe, Tarık Mümtaz, Vahdettin Gurbet Cehenneminde, İstanbul, 1968;
İstanbul, 1969.
Günal, Bülent, “ Vahdettin, Kurtuluş Savaşt'nda Mustafa Kemal'e Destek
Oldu mu? Ne Desteği, Mektuplarında Atatürk'e Küfür Bile Ediyor ”,
P rof Metin Hülagü İle Röportaj, Vatan, 26 Kasım 2007, s. 17.
Gürer, Turgut, Atatürk'ün Yaveri Cevat Abbas Gürer, “ Cepheden Meclise
Büyük ö n d er île 24 Yıl'\ İstanbul, 2006.
Gürgün, Abdullah, “ İskandinavlarm Türk Ataları ” Bilim ve Ütopya Dergi
si, S .179, Nisan 2009, s. 4-12.
Halil Menteşe'nin Anılan, İstanbul, 1986.
Harb Tarihi Vesikaları Dergisi, S. 13, 14, 18, 22, 29, 37, 73, 115
Hatipoğlu, Süleyman, Türk- Fransız Mücadelesi, “ Orta Toros Geçitleri
1915-1921” , Ankara, 2001.
Hatipoğlu, Fevzi, “ Hatırat ”, Balıkesir Postası, 22 Mart 1945.
Hüseyin Cahit, “Arnavut H u ru fa tı Tanin, 20 Kanunusani 1910.
Irmak, Sadi, Atatürk, “B/r Çağın Açılışı ”, İstanbul, 1984.
Işık, Haluk, uBenim Adtm İzmir ”, İşgalden Kurtuluşa İzmir, Cumhuriyet
Gazetesi Özel Eki, İstanbul, 2007, s. 107.
İbnül Emin-Mahmut Kemal İnal* Osmanlı Devrinde Son Sadrazamlar, İs
tanbul, 1953.
İçtihad, 154 (1923), 3175); 155 (1923), 3196).
llgürel, Müçteba, Milli Mücadele'de Balıkesir Kongreleri, İstanbul, 1999.
Ilhan, Atilla "İşin İçindeki İşler!”, Cumhuriyet,
İnal, Mahmut Kemal, Son Sadrazamlar, C.IV, İstanbul, 1982.
İnalcık, Halil, Atatürk ve Demokratik Türkiye, İstanbul, 2007.
Jaeschke, Gotthard Kurtuluş Savaşı İle İlgili İngiliz Belgeleri, Çev. Cemal
Köprülü, Ankara, 1991; C.4, Ankara, 1971.
Kandemir, Feridun, “ Atatürk'ün Askerliği ”, Atatürk, XV. ölüm Yılı Hatı
rası, tstanbul, 1953, s. 6,7.
Kandemir, Feridun, Hatıraları ve Söylemedikleri İle Rauf Orbay, İstanbul,
1965.
Kansu, Mazhar Müfit, Erzurum'dan Ölümüne Kadar Atatürk'le Berber, 2
cilt, Ankara, 1997.
520
Karabekir, Kazım, İstiklal Harbimiz, 2.bs, İstanbul, 1969.
Karabekir, Kazım, İstiklal Harbimizin Esasları, İstanbul, 1957.
Karal, Enver Ziya, “Osmanlı Tarihinde Türk Dili Sorunu”, Bilim, Kültür
ve öğretim Dili Olarak Türkçe” Ankara, 2001.
Karay, Refik Halit, Minelbab tlel Mihrab, İstanbul, 1964. ,
Kaya, Yalçın, Bozkırdan Doğan Uygarlık,- Köy Enstitüleri, C .l, İstanbul,
2001 .
Kayra, Cahit, Sevr Dosyası, “Nasıl Yapıldı, Nasıl Yırtıldıf ”, 2.bs, İstanbul,
2004.
Keşfi, Selim-name, Süleymaniye Kütüphanesi, Ktb. Esad Ef.No, 2147, Vr, İla
Kısakürek, Necip Fazıl, Vahüdiddin, İstanbul, 1968.
Kısakürek, Necip Fazıl, Vatan Haini Değil, Büyük Vatan Dostu Sultan
Vahdettin, İstanbul, 1975.
Kinross, Lord, Atatürk, “Bir Milletin Yeniden D o ğ u ş u 12 bs. İstanbul,
1994.
Kocatürk, Utkan, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, Ankara, 1984.
Koloğlu, Orhan, Cumhuriyet’in İlk Onbeş Yılı (1923-1938), İstanbul,
1999.
Koloğlu, Orhan, Gazi’nin Çağında İslam Dünyası, İstanbul, 1994.
Komisyon, Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, 8.bs, Ankara, 2006.
Komisyon, Türk Düşünce Hayatı, Haz. Muharrem Sevil, Hece Yayınları,
Ankara, 2006.
Komisyon, Türk İnkılap Tarihi ve Atatürk İlkeleri, 6. bs. Siyasal Kitabevi,
Ankara, 2006,
Korkmaz, Zeynep, “Atatürk ve Türk Dili ”, Türk Dili Dergisi, S.655, Tem
muz, 2006. .
Korkmaz, Cemil Hakan, Kurtuluş Savaşı’nın İkinci Cephesi İç İsyanlar, İs
tanbul, 2008.
Köprülü, Fuat, “H arf Meselesi ”, Milli Mecmua, 1 Kanunuevvel (Aralık)
1926, Sa. 75.
Kutay, Cemal, Çerkez Ethem Dosyası, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 1973.
Kutay, Cemal, Çerkez Ethem Dosyası, C.2, İstanbul, 1956.
Kutay, Cemal, Çerkez Ethem Hadisesi, 2. Cilt, Tarih Kütüphanesi Yayınla
rı, İstanbul, 1955, 1956.
521
Kutay, Cemal, Kurtuluşun Kuvvaa Din Adamları, İstanbul, 1998.
Küçük, Yalçın, Aydın Üzerine Tezler, CII, İstanbul, 1987.
Küçük, Yalçın, Türkiye Üzerine Tezler, C.2 ve 5, 3.bs, İstanbul, 1987; İs
tanbul, 1992.
Küçükömer, îdris, Bütün Eserleri, C.5, İstanbul, 1994.
Kürkçüoğlu, Ömer, Türk İngiliz İlişkileri, Ankara, 1978.
Kürüm, T u r g a y İskandinav Runik Yazısının K ökeni ”, Bilim ve Ütopya
Dergisi, S. 179, Nisan 2009, s. 19-22.
“Latin Harfleri”, Hürriyet-i Fikriye, 7 (20 Mart 1330); 8 (2 7 Mart 1330);
9 (3 Nisan 1330); 1 1 (1 7 Nisan 1330); 12 (24 Nisan 1330).
Lewis, Bernard, Modem Türkiye’nin Doğuşu, 5.bs, Ankara, 1993.
Lütfi Bey, Osmanlı Sarayı’nın Son Günleri, Hz. Ş. Kutlu, İstanbul, 1978.
Lütfi Simavi, Osmanlı Sarayı’nın Son Günleri, İstanbul, 1972.
Mango, Andrew, Atatürk, Londra, 1991.
Mehmet Arif, Anadolu İnkılabı, 1919-1923, İstanbul, 1340.
Memiş, Ekrem, “ Etrüsk Kaimimin Oluşumunda Troyalılartn ve İskitlerin
(Sakalar) Rolü ”, Tarihten Bir Kesit Etrüskler, 2-4 Haziran 2007, Bod
rum, TTK Yayınları, Ankara, 2 0 0 8 ,s. 107-112.
Mevlanzade Rıfat, Türkiye İnkılabı’nın İçyüzü, İstanbul, 2000.
Meydan, Sinan, Atatürk İle Allah Arasında, “B/r öm rün ö t e k i Hikayesi ”,
3.bs, İstanbul, 2009.
Meydan, Sinan, Atatürk’ün Gizli Kurtuluş Planlan, “ Parola Nuh ”, İstan
bul, 2009.
Mısıroğlu, Kadir, Osmanoğullannın Dramı, 6.bs, İstanbul, 1992.
Mısıroğlu, Kadir, Geçmişi ve Geleceği île Hilafet, İstanbul, 1993.
Mısıroğlu, Kadir, Lozan, Zafer mi Hezimet mi?, 3.bs, C .l, İstanbul, 1992.
Mirkelamoğlu, Necip, Atatürkçü Düşünce ve Uygulamada Din ve Laiklik,
2000 .
Mumcu, Ahmet, Tarih Açısından Türk Devriminin Temelleri ve Gelişimi,
İstanbul, 1992; İstanbul, 1996.
Mumcu, Uğur, Kürt-İslam Ayaklanması, 5.bs, İstanbul, 1993.
Mutlu, M. Ünal, uSümerce ve Etrüskçe Arkaik Türk Dilleridir”, Tarihten
Bir Kesit Etrüskler, 2-4 Haziran 2007, Bodrum, TTK Yayınları, Anka
ra, 2008, s.1 2 1 ,122.
522
Münif Paşa,uEser-i Cemiyet-i tlmiye-i Osmaniye ” Mecmua-i Fünun, Sene
2, İstanbul 1280/1868, Sayı 14, s.69-77.
Nedim, Ahmed, Ahmet Rıza Bey’in Andan, İstanbul, 1988.
Nişanyan, Sevan, Yanlış Cumhuriyet, İstanbul, 2008.
Okday, t. Hakkı, Yanya'dan Ankara’ya, 2.bs, İstanbul, 1994.
Okyar, Fethi, Üç Devirde Bir Adam, Haz. Cemal Kutay, İstanbul, 1^80.
Olcay, Osman, Sevres Andlaşması’na Doğru, Ankara, 1981.
Oral, Mustafa, “Atatürk'ün Geniş Cephe Stratejisi Çerçevesinde Birmcı
TBMM'de Hilafet ve Saltanat Meselesi”, Askeri Tarih Bülteni, Ankara,
2002, S.53, s.127.
Osmanlıcadan Türkçeye Söz Karşılıkları Tarama Dergisi, Devlet Matbaası,
İstanbul, 1934.
Osmanoğlu, Şadiye, Hayatımın Acı ve Tatlı Günleri, İstanbul, 1966.
ö k e , Mim Kemal, Musul Meselesi Kronolojisi, (1918-1925) , 2.bs. İstan
bul, 1991.
öndeş, O. “ Vahdettin Malta'da ”, Hayat Tarih, Mart 1971, S.37.
özakman, Turgut , Vahdettin, Mustafa Kemal ve Milli Mücadele, 6.bs,
Ankara, 2007.
Özalp, Kazım, Milli Mücadele, 1919-1922, CI, Ankara, 1988; Ankara,
1971.
özerdim, Sami N. Yazı Devriminin öyküsü, Ağustos, 1998.
özsoy, Osman, Kurtuluş Savaşı’nm Perde Arkası, İstanbul, 1999.
öztürk, Kazım, Atatürk'ün Açık ve Gizli Oturumlardaki Konuşmaları, C.I,
Ankara, 1981.
öztürk, Yaşar Nuri, Allah İle Aldatmak, 9.bs, İstanbul, 2008.
özverim, Melda, Mustafa Kemal ve Corinne Lütfü, “B/r Dostluğun ö y k ü
sü ”, 2. bs, İstaVıbul, 1998.
Pakalın, M. Z. Osmanlı Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, wHâzineyi Hüma-
yun*\ “Hâzineyi Hassa” “Ceb-i Humayun" maddeleri.
Saidi Nursi’nin Kastamonu Lahikası, 130. Mektup Haşiye ve Emirdağ La
hikası.
Sakin, Serdar, “ Ulusal Mücadele Döneminde Mustafa Kemal Atatürk, De
mokrasi, Ulusal Hakimiyet, Ulusal İrade Kavramları Üzerine Bir De
nem e ”, Atatürk Haftası Armağanı, Genelkurmay ATEŞE Başkanlığı
Yayınları, Ankara, 2004, s. 139.
523
Salışık, Selahartin, Kurtuluş Savaşı’nm Gizli örgütü M .M . Grubu, İstan
bul, 1999.
Saral, Hulki- Sarai, Tosun, Vatan Nasıl Kurtarıldı? Ankara, 1970.
Saray, Mehmet, Türk Dünyasında Dil ve Kültür Birliği, İstanbul, 1993.
Sarıhan, Zeki Kurtuluş Savaşı Günlüğü, 4 cilt, Ankara, 1982.
Sanhan, Zeki, Kurtuluş Savaşı’nda İkili İktidar, İstanbul, 2000.
Sarıhan, Zeki, “ Çerkez Etbem ve Günümüzün Çerkez Ethemcileri”, Türki
ye Gerçeği dergisi, S. 18, Ağustos, 1980.
Selek Sabahattin, Anadolu İhtilali, 2 cilt, 11, bs., İstanbul, 2004.
Sertoğlu, M. Resimli Osmanlı Tarihi Ansiklopedisi, C.I, 0 3 7 vd..
Smith, Michael Llevvellyn, Anadolu üzerindeki Göz, İstanbul, 1978.
Sofuoğlu, Adnan, Kuvayı Milliye Döneminde Kuzeybatı Anadolu, (1919-
1921), Ankara, 1994.
Sonyel, Salahı R. “Son Osmanlt Padişahı Vahdettin ve İngilizler ”, Belleten,
XLIX/154, 1975, s.257-264.
Sonyel, Salahi R, Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika, C.I, 3.bs, Ankara,
1995.
Sonyel, Salahi R. Mustafa Kemal Atatürk ve Kurtuluş Savaşı, C.I, Ankara,
2008.
Sonyel, Salahi, R. Gizli Belgelerle Mustafa Kemal, Vahdettin ve Kurtuluş
Savaşı, Ankara, 2007.
Soyak, Haşan Rıza, Atatürk’ten Hatıralar, C.I, İstanbul, 1973.
Soysal, İlhami, Kurtuluş Savaşı’nda İşbirlikçiler, 2. bs, İstanbul, 2008.
Sürgevil, Sabri, “İzmir’in İşgali ”, İşgalden Kurtuluşa İzmir, Gumhuriyet
Gazetesi Özel Eki, İstanbul, 2007, s.20.
Şahingöz, Mehmet, İzmir, İstanbul ve M araş’ın İşgaline Tepkiler, Yayınlan
mamış Doktora Tezi, Ankara, 1986.
Şapolyo, Enver Behnan, Osmanlı Sultanları Tarihi, İstanbul, 1961.
Şehidoğlu, Süreyya, Milli Mücadele’de Adapazarı, Bolu, Düzce, Hendek ve
Yöresi Ayaklanmaları, Ankara, 1970.
Şengözcn, Vasfi, Osmanoğullan'nın Varlıkları ve II. Abdülha-mit’in Emla
ki, Ankara, 1982.
Şerbak,.A.M. “ Türk Runik Yazısının Yayılmasına D air ”, TDAY Belleten
1990, Ankara, 1994, s.183.
524
Şimşir, Bilal N. Türk Harf Devrimi Üzerine İncelemeler, Ankara, 2006.
Şimşir, Bilal N. “ Vahdettin'in Kaçışı ve Sonu ”, Cumhuriyet gazetesi, 28
Kasım 1973.
Şimşir, Bilal N. İngiliz Belgelerinde Atatürk, C.I1, Ankara, 1992.
Şimşir, Bilal N. Malta Sürgünleri, 2.bs, Ankara, 1985; İstanbul, 1976.
Tabakoğlu, Ahmet, Gerileme Dönemine Girerken Osmanlı Mâliyesi, İstan
bul, 1985.
Tanör, Bülent, Kurtuluş Üzerine 10 Konferans, İstanbul, 1995.
Tansel, Fevziye Abdullah,“Arap Harflerinin Islah ve Değiştirilmesi Hakkın
da İlk Teşebbüsler ve Neticeleri ”, Belleten, 1953, C .X V II , s.223-249.
Tansel, Selahattin, Mondros’tan Mudanya’ya Kadar, 4 cilt, İstanbul,
1991.
Tansu, Semih Nafiz, Madalyon’un Tersi, MAvlonyalı Cemalettin Paşa'nın
Hatıraları”, İstanbul, 1970.
Tarcan, Haluk, Tarihin Başladığı Ön Türk Uygarlığı, “ Resmi Tarihin Çö
küşü”, 2.bs, İstanbul, 2004.
Tarih Vesikaları Dergisi, S. 18, 37.
T BM M Gizli Celse Zabıtları, C .I.
T BM M Zabıt Cerideleri, C . I , 10, 11,24.
“Teke Tek Programı”, Habertürk Tv, 25 Mart 2010.
Tengirşek, Yusuf Kemal, Vatan Flizmetinde, İstanbul, 1967.
Tevetoğlu, Fethi, “ Karakol Cemiyeti” maddesi, Türk Ansiklopedisi, C .X X I ,
Ankara, 1970, s. 293.
Tevetoğlu, Fethi, 'Milli Mücadele Yıllarındaki Kuruluşlar, 2.bs, Anka
ra,1991.
Tezer, Şükrü, Atatürk’ün Hatıra Defteri, Ankara, 1972.
Togan, Zeki Velidi,“Türklerde Hars (Kültür) Buhranı”, Türk Yurdu, Ka
nunuevvel (Aralık) 1926, Sa. 24.
Tunaya, Tarık Zafer, Devrim Hareketleri İçinde Atatürk ve Atatürkçülük,
2.bs. İstanbul, 1981.
Tunç, Salih, “ Mütareke Dönemi Aydınlarından Müderris Ahmet Selahattin
Bey’in İstiklalci Fikirleri” Askeri Tarih Bülteni, Ankara, 2001, S.50,
s.122.
Turan, Şerafettin, Atatürk ve Ulusal Dil, Eylül 1998.
525
Turan, Şerafertin, Mustafa Kemal Atatürk, "Kendine ö z g ü Bir Yaşam ve
Kişilik ”, 2.bs, Ankara, 2008.
Turan, Şerafcttin, Türk Devrim Tarihi, 2. Kitap, 2.bs, İstanbul, 1998.
Turan, Şerefettin, İsmet İnönü, Yaşamı Dönemi ve Kişiliği, Ankara, 2000.
Türk Dil Kurultayı, İstanbul, 1937.
Türk İstiklal Harbi, Genelkurmay Yayını, C .2, 4, 6.
Türkgeldi, Ali Fuat, Görüp İşittiklerim, Ankara, 1951.
Türkmen, Zekeriya, uMilli Mücadele Ytllartnda İstanbul Mitingleri ”, Aske
ri Tarih Bülteni, Ankara, 2000, S.48, s. 131.
Uçarol, Rifat, Siyasi Tarih (1789-1994), 4.bs, İstanbul, 1995.
Ulubelen, Erol, İngiliz Gizli Belgelerinde Türkiye, İstanbul, 1967.
Us, Asım, Gördüklerim, Duyduklarım, Duygularım, İstanbul, 1964.
Uzunçarşılı, İsmail. H. Osmanlı Devleti’nin Saray Teşkilatı, Ankara, 1988.
Ülkütaşır, M. Şakir, Atatürk ve Harf Devrimi, M art, 1998.
Vryonis, S. The Decline o f M edival Hellenism in Asta Minör, Berkeley -
Los Angeles-London, 1971.
Waldec, David, Çanakkale Olayı, Çev. M.A. Kayabal, İstanbul, 1970, 1971
Yakın Tarihimiz, C.3, 388.
Yunus Nadi, Ankara’nın İlk Günleri, İstanbul, 1955.
Yunus Nadi, Çerkez Ethem Kuvveti*nin İhaneti, İstanbul, 1955.
Yunus Nadi, Kurtuluş Savaşı Anılan, İstanbul, 1979.
Yurtsever, Serdar, Milli Mücadele Dönemi’nde İstihbarat Faaliyetleri, “ Ör
nek Olay İncelem eleri ”, Ankara, 2008.
Yücer, Saime, “ Mustafa Kemal Paşa’nm Samsun'a Çtktşt ue G eri Çağrıl
ması Üzerine Bir İncelem e ”, Askeri Tarih Bülteni, Ankara, 2 001, S.51,
s.141.
Zürcher, Eric Zan, Milli Mücadele’de İttihatçılık, 2.bs, İstanbul, 1995.
3. Gazeteler
Akın gazetesi, 20 Mayıs 1948.
Akşam, 14, 23 Kasım 1918; 21 Temmuz 1919; 12, 14 Ağustos 1919.
Alemdar, 5, 25 Mart 1919; 7, 16 Temmuz 1919; 27 Ağustos 1919; 3 Ekim
1919; 11, 13 Mayıs 1920.
526
Ati, 6,7, 10 Kasım 1918.
Balıkesir Postası, 22 Mart 1945; 16 Nisan 1950.
Cumhuriyet, 28 Kasım 1973.
Çukurova Gazetesi, 5 Ağustos 1982.
Dersaadet, 22 Ekim 1920.
Hadisat, 10, 24, 25 Kasım 1918.
Hakimiyeti Milliye, 24 Mayıs 1920.
Hürriyet, 12 Mayıs 1996.
İfham, 17 Şubat 1920; 6 Ağustos 1919; 8 Ekim 1919.
İkdam, 10, 23,24 Kasım 1918; 5 Mart 1 9 1 9 .1 6 Temmuz 1919; 15 Ağustos
1919; 3 Ekim 1919. 17 Şubat 1920; 4, 11 Nisan 1920; 11, 13 Mayıs
1920; 16.Eylül.l922; 22 Ekim 1920.
İleri, 3, 7 Ekim 1919; 17 Şubat 1920; 11 Nisan 1920; 11 Mayıs 1920;16
Temmuz 1919; 24 Ağustos 1920; 22 Ekim 1920.
İrade-i Milliye, 28.Eylül 1919; 7, 12 Ekim 1919.
İstikbal, 16 Temmuz 1919.
İstiklal Harbi Gazetesi, 11 Ağustos 1922.
İstiklal, 3, 8 Ekim 1919.
Maten gazetesi, 12 Kasım 1921.
Memleket, 16 Temmuz 1919.
Milliyet, 29 Temmuz 2009.
Minber, 6,7,22 Kasım 1918.
Peyam, 4 Ağustos 1919; 3,7 Ekim 1919.
Peyamı Sabah, 17 Şubat 1920; 4, 11 Nisan 1920; 11, 13 Mayıs 1920; 22
Ekim 1920. 1
.527
Vakit, 10 2 3 ,2 4 ,2 5 Kasım 1918; 25 M art 1919; 2 7 M ayıs, 1919; 16 Tem
muz 1919; 15 Ağustos 1919; 3, 7. Ekim 1919; 17 Şubat 1920; 4 Nisan
1920; 11 Mayıs 19 2 0 ; 2 2 Ekim 1920.
Vatan, 26 Kasım 2 0 0 7 .
Yeni Adana, Ekim-Kasını 1953.
Yeni Gün, 25 M art 1919; 11 Mayıs 1920.
Zam an, 16 Kasım 1918; 16 Temmuz 1919; 18 Temmuz 2 0 1 0 .
4. Elektronik Kaynaklar
Atlas dergisi, " Sibirya 'Jan Hakkari'ye Taştaki Türkler re Bozkır Kavimleri" ,
http://www.kesfctinekicinbak.com/fotograi/kultur/06300/Pshpcnital
Ergin, Muharrem, “ Bengu Taş Edebiyatı".pdf. dosyası.
Güneş, İhsan,“ Vahdettin ’in Amerikan Başkanina Mektubu ”, http://dergi-
ler.ankara.edu.tr/dcrgiler/18/33/254.pdf
http://arsiv.ntvinsnbc.com/ntv/nietiiiler/Tarih_Dersleri/ekiin_2008/08.asp
http://tr.wikipedia.org/wiki/Runik_yaz%C4 % B l .
http://www.antalya-ws.com/futhark/FUTHP3T.HTM
Livşits, V.A. “ Eski Türk Runik Yazısının Ortaya Çıkışı Üzerine”, Çev S. gü
meç, T.Ölçekçi, http^/dcrgilcr.ankara.cdu.tr/dcrgilcr/18/28/176.pdf
Tokalak, İsmail Harfi Nasıl Ortaya Çıktı?", www.Odatv.com, 11 Tem
muz 2 0 1 0 .
Türfekçioğlu, Turgay “ Erken Türk Yazıtları”, http://www.onturk.net/cr>
kenturkyazitlari.html
www. sosyalbilgüergezegeni.blogcu.com/Arkeoloji_JLye+dair/
www. tr.wikipcdia.org/wiki/Esik_Kurganı
www.ceyhanozturk.awardspacc.com/altinelbiseIiadam.doc
www.iia-sari.com/Eiik-kurgani-ve-altin-clbiscli-adam/