Professional Documents
Culture Documents
Yunus Nadi Armağani 4 3 Yaşi Nda: Cumhuriyet
Yunus Nadi Armağani 4 3 Yaşi Nda: Cumhuriyet
V Yiv
m m
Ölümünün
44. yıldönümünde
fikir ve eylem adamı,
gazeteci, yazar
Yunus Nadi’nin
anısını tazeliyoruz
p ltT E ^ S®@'s
- n s g t n u * * ^ n “*'™ ?£%*'<:+*
Otuz yıl öncesinin Yunus Nadi Armağanı “ Büyük Jürisi": Tarih, 29 Mayıs 1959; seçici kurul saat 10.30'da Divan Oteli'nde kendine ayrılan salonda toplanıp
kararını vermeye hazırlanıyor... Soldan sağa, oturanlar: Baki Süha Ediboğlu, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Fatih Rıfkı Alay, Enis Tahsin Ahmet Hidayet Kadri
Kayabal, Yaşar Kemal. İkinci sırada ayakta duranlar, soldan sağa: Selmi Andak, A.Kadir, Sabahattin Eyüboğlu, Osman Karaca Tahsin Öztin l/âlâ Nurettin
Orhan Kemal, Burhan Arpad, Nadir Nadi, Bedii Faik ve Abdi İpekçi.
10 Yunus Nadi Armağanı 43 yaşında 46 Armağanlı Bulmaca Sedat Yaşayan Cumhuriyet DERGİ • Sahibi: Cumhuriyet Matbaacılık
ve Gazetecilik T.A.Ş. adına Nadir Nadi • Genel Yayın
Geçmişten geleceğe, bir yarışmanın iki anlamı: Yunus Nadi Çözmece Erol Özbek Müdürü: Haşan Cemal • Müessese Müdürü: Emine
Armağanı Yarışması, ne zaman ve nasıl düzenlendi?.. Amaçları; Uşaklıgil • Yazı işleri Müdürü: O kay Gönensin •
bugünkü anlamı... Kuruluşundan bu yana, yarışma birincileri... 48 İnsanlar İsm ail Gülgeç Yayın Yönetmeni: Lütfü Tınç • Yayın Sekreteri:
Turhan Günay.
3
/A !\r c İSTANBUL ; 151 41 55
★ TURİZM REHBERİ Ç A ^ A c /A /V S ANKARA : 231 26 99
o fa n ta s ia
H E D G E
28 Temmuz - 6 Ağustos Y.P.679.000.—
D o m e H o te l Y.P. 7 0 0 . 0 0 0 . —
■ G O l< ( E H
İÜ * ™
Tüm Kıbrıs Otellerine ve tüm turistik otel ve yörelere
ö **’
a, her an Rezervasyon yapılır.
H O T E L DE L U X E A rmonîA
KUŞADASI-DİDLM-EFES MERYEM ANA GEZİSİ K U$ A D A S 1
Rezervasyonlarınız İçin: Rezervasyonlannız için:
Rezervasyonları başlamıştır.
1 1 -1 5 Ağustos Y.P. 185.000.— 3 Gece 4 Gün
Bütün fiatla ra ulaşım dahildir.
INfER S4LES INfER S4LES
H er P aza r KILYOS TURBAN’a G ünübirlik Turlar Uluslararası Otel Satış ve Pazarlam a Hizmetten A.Ş. Uluslararası Otel Satış ve Pazarlam a Hizmetleri A.Ş.
TÜM TURİSTİK OTEL VE YÖRELERE REZERVASYON Valikonağı Cad. Akkavak Sok. Polat Apt. 32/12 Valikonağı Cad. Akkavak Sok. Polat Apt. 32/12
TEL: 148 79 74 - 134 49 84 80200 Nişantaşı-istanbul 80200 Nişantaşı-istanbul
Dolapdere Cad. No: 245/6 Pangaltı-ŞİŞLİ-İST. Tel: 130 79 95 / 96 / 98 Fax: 130 79 99 Tel: 130 79 95 / 96 / 98 Fax: 130 79 99
IN G İLTER E’DE ^
İLE İÇ ¡2 ! inak..
HANGİ OKULDA ■ GÜNEŞ, DENİZ, KUM.
Studio School/Cambridge: Dünyanın en ünlü
üniversite kentinde, İngiliz öğrencilerle iç içe hem yaşa hem öğren.
5
HAFTANIN KONUĞU
Refik Durbaş
6
anlatmıyordu. Aslında benim çocukluk anıla
nındı. Gördüğüm, yaşadığım şeyler yani. FOTOROMAN İNCİR ÇEKİRDEĞİ
• Yarışmayla ilgili bir anınız...
■ Yarışmayı kazanınca Cumhuriyet Gazetesi
nin iç sayfalarından birinde resmim çıktıydı. O
sıralar Heybeliada’da otuyorum. Birkaç gün
sonra plaja gittim, denize gireceğim. Uzaktan Şu gözlerimizi Tabii her arkadaşımızın
tanıdık Heybeliadalı bir genç telaşla yanıma gel silelim bakalım. fikri kendisine aittir.
di. “ Yahu Zeyyat, gazetede resmini gördüm”
dedi. “Birisini mi bıçakladın, ne oldu?” Çün TURGUT ÖZAL
Başbakan
kü gazetede ya birini bıçaklayınca ya bıçakla
nınca resmin çıkıyor, öyle anlaşılıyor. O genç
de öyle anlamış. Pek tabii benim yazı yazdığım Siyaset, en uygun olanı yapmaktır.
dan falan haberi yok. İşte böyle bir garip anısı METİN GÜRDERE
olmuştur bu yarışmayı kazanmanın. ANAP Genel Başkan Yardımcısı
• ödülün maddi değerini hatırlayabiliyor Kâr eden kurumun muhalifi olacaktır.
musunuz? İLHAN AŞKIN
■ ö dül 1000 lirayı. O paramn bir kısmıyla bü Devlet Bakanı
tün evdekilere armağanlar aldım. Babama kra Bu Meclis cumhurbaşkanını seçer,
vat filan. Geri kalanını da güzel güzel yedim.
seçilen cumhurbaşkanı partisinden ayrılır
• Biraz da hikâyeleriniz üzerine tarafsız olur.
konuşalım. Örneğin, hikâyelerinizdeki TURGUT ÖZAL
gülmeceyle hüzün... Başbakan
■ Bir sanat yapıtının başarılı yanı, hüzünle gül-
mecenin bir arada yürümesinde ortaya çıkıyor Bu planın, Türkiye’nin planı olduğunu
kanısındayım. Örneğin Şarlo’nun filmlerinde de söylemekten gurur duyuyorum.
öyle değil midir? Onun yapıtlarında da gülme İŞIN ÇELEBİ
ce ile hüzün bir arada, yan yana yaşar. Sanı Devlet Bakanı '
rım Orhan Kemal’in “Murtaza” sı ile Cervan- Hadi canım sen de...
tes’in “ Don Kişot” u için de aynı şey söylene TURGUT ÖZAL
bilir. Bu örnekleri daha da çoğaltmak mümkün. Başbakan
Ufukta kupa
Ben de kimi zaman hüzne kapılır, kimi zaman
kıvanca kapılanırım. Yazdıklarıma yansıyan da görünüyor mu Sanatçı olmak için neyim eksik
belki budur. bilemiyorum.
• Yazdıklarınıza toplu olarak bakınca YELİZ
hikâye daha ağır basıyor... Şarkıcı
■ Yalnız hikâyeye ağırlık vermek gibi bir so
Sanayileşmiş ve dünya pazarlarında söz
run yok. Roman da çocuk romanı da yazdım.
sahibi olmuş bir ülkeyiz.
Ne var ki yazarlıkta bir türün ağırlık kazanması
IŞIN ÇELEBİ
söz konusu olabiliyor. Bu da yazarın yazarlık Devlet Bakanı
karakteriyle ilgili olsa gerek. Spordan bir ör
nek vereyim: Atletizmde yüz metre koşucuları
Ben milletvekili olmadan
var, maratoncular var. Hikâye bence bir yüz
metre koşucusudur. Roman ise maraton ya da önce her şeyi
kros koşucusu. Yani hikâye, “ Az laf, çok iş” milletvekillerinin
İiıfİ fiil f
demek. Hikâyeyi az, ama öz konuşan insanla kararlaştırdığını
mm? sanıyordum.
ra da benzetebiliriz. Roman ise konuşmaya doy
mayan söyleşi meraklıları gibi. Her dereden su ıi EYÜP AŞIK
getirir. § » £ 0 j ANAP milletvekili
• Hikâyeyi romandan ya da şiirden ""-üTT" —.-¿Mi
ayıran...
■ Hikâyeyi şiire daha yakın buluyorum. Kur Beni niye
gusal açıdan bakarsak ikisi de daha doğal, da tutukluyorsunuz?
ha candan, daha bir kendiliğinden. Oysa roman CEVHER ÖZDEN
öyle değil. Romanda işin içine birtakım hazır “ Kastelli"
lıklar giriyor, planlamalar giriyor. Hay aksi,
Şiir ve hikâye okurla sevişerek, bir rastlantı Kartal aldı götürdü.
ve karşılıklı anlaşma sonucu evlenirken, roman
görücü usulüyle evleniyor. Şiir ve hikâye oku
ra oldukları gibi görünüyorlar. Roman ise ön
ceden tuvaletini yapıyor, kaşını gözünü alıyor, 1-0 yenilmemiz lehimize.
hazırlığa girişiyor. TODOR VESELİNOVİÇ
Ayrıca şu da var: Şiir bir “ söyleme” , hikâ Fenerbahçe Teknik Direktörü
ye ise “ anlatma” . İşin bir başka boyutu da şiir
ve hikâyenin ticari yanlarının zayıf, romanın
güçlü olması. Mektup göndermek ne
• Bugünlerde neler yapıyorsunuz? zamandan beri
m Şu sıralar, “ Yavru Kayık” adlı çocuk kita âdet oldu?
bımın ikinci baskısı çıktı Can Yayınlarından. GALİP DEMİREL
Bir de Sicgfried Leıız’den yaptığım yeni bir çe ANAP Genel Başkan Yardımcısı
viri: Bir Savaş Sonu. Çok hoşupıa giden bir
uzun öykü bu. Çok ince bir kitap olacaktı. Ba
rış Ödülü’nü aldığı zaman yaptığı “ Barışın
Kenarında” adlı konuşmasını da ekledik.
Tezgâhta ne var derler ya, şu sıralar bir uzun
öykü üzerinde çalışıyorum. Ne zaman biter, ben Evlenince insan heyecanını kaybediyor.
de bilmiyorum. Bu arada bir yandan da Mişi- FULDEN URAS
ma’nııı çok sevdiğim No Oyunları’nı çeviriyo Sinema oyuncusu
rum. Altı oyunu çevirdim. Ne zaman yayımla
nır bilemiyorum. Uç beş kuruş kazanmak için bizi
Beni az yazmakla eleştirirler. Ben hikâyenin soymaya çalışıyorlar.
üzerine pek fazla gitmiyorum. O gelsin beni bul Fenerbahçe Teknik Direktörü Todor Veselinoviç, Beşiktaş maçında. MUKADDER ÖZDEN
sun. Böyle düşünüyorum. Onun için yazmak sü (Fotoğraflar: MUSTAFA ERSOY) ‘Kastelli'nin eşi
reri zaman alıyor biraz. □
7
BAŞKENT GÜNLERİ Müşerref Hekimoğlu
8
ALBÜMLERDEN
^ A baltzade Hacı
D f t f G / ’ife bu yıl yayımlamaya başladığımız ve aile albümlerinde, özel ^ Halil
arşivlerde yerini koruyan, “eski” ama “yaşayan” fotoğraflardan oluşan Efendi'nin oğlu
bu bölümü bu hafta, gazetemizin kurucusu Yunus Nadi'nin albümüne Yunus Nadi
yüzyılın başında
ayırdık. gazetecilik
yaşamına atılır ve
^ ıl 1923; 30
T ekim, Ankara:
Birinci Büyük
Millet Meclisi’nin
Muğla Milletvekili M
Yunus Nadi, Ali
ve Rize
Milletvekili
Ekrem beyler,
Cumhuriyet
Türkiyesi’nin
başkent
sokaklarında...
tuzlu yılların
O sonu: Atatürk
▲
bir akşam yemeği
Y ıl 1937; mayıs
ayının ikinci Y unus Nadi ve
eşi Nazime Nadi,
▲
sofrasında kültür ıl 1933, Yunus
sorunlarını
görüşüyor. Sağında
günü: “Başvekil
ismet Paşa”,
oğulları Doğan Nadi ile
bu fotoğrafı, 6 Aralık Y Nadi (ortada),
büyük oğlu Nadir
İstanbul’a gelmiş, 1944 günü Cenevre’de
Afet inan, solunda Nadi’nin (sağda),
"Hipodrom”da çektiriyorlar. Yunus
Yunus Nadi... Afet öğrenimini
(Veliefendi) at Nadi tedavide;
inan’ın yanında, tamamlamak için
yarışlarını fotoğrafın arkasına
Hamdullah Suphi İsviçre’de bulunduğu
izledikten "Nadir’eve Berin’e”
Tanrıöver ve Ruşen günlerde, eşi Nazime
sonra, Yunus diye not düşerek
Eşref Ünaydın yer Nadi ile St. Moritz’te
Nadi ile İstanbul’a büyük
alıyorlar. soluklanıyor...
koyu bir sohbete oğluna ve gelinine
dalmış... gönderiyor...
9
1988
1989 YUNUS NADI ARMAĞANI
ilk Yunus Nadi Armağanı
Yarışması’nda, “ Türk Mizah
Geçmişten geleceğe
BİR YARIŞMANIN İKİ ANLAMI
Anlayışı" adlı makale ile
birincilik ödülünü alan “ Tıp
talebesinden” Erdoğan
Meto (soldan), 29 Haziran
1947 tarihinde Cumhuriyet
Gazetesi'nde düzenlenen
törende, başyazar Nadir
Nadi'nin yanında.
to
YUNUS NADI ARMAĞANI
Ödül töreni
Sıcak bir sohbet ortamıyla başlayıp ardından ödül törenine geçilen İbrahim Paşa Sarayı’nm bahçesin
de, konuklan Beritı Nadi, Emine Uşaklıgil, Necla Cemal ve Haşan Cemal karşıladılar. Törenin açış ko
nuşmasında, İlhan Selçuk, Yunus Nadi Armağanı'nın geçmişten geleceğe uzanan bir çizgide, bugün
kazandığı anlamı vurguladı.
ve yöneticiler de yer alıyordu. İstanbul Valisi Üç ödülün verildiği afiş dalında, ödülleri sa
Cahit Bayar ve Anakent Belediye Başkanı Nu hiplerine Berin Nadi verdi. Fotoğraf dalında
rettin Sözen de konuklar arasındaydı. ödül kazananlar ise ödüllerini İstanbul A na
Bu yıl beş dalda ödül ve mansiyon alan 27 kent Belediye Başkam Nurettin Sözen’den alır
yarışmacı da, üç eksiğiyle konuklar arasında ken, karikatür dalı ödüllerini Cumhuriyet Ga
yer alıp birbirlerini tanımaya çalışırken ilginç zetesi Genel Yayın Müdürü Haşan Cemal ver
gözlemler yapmak mümkündü... Bu yıl kap di. Röportaj dalının ödül sahipleri, ödülleri
samı genişletilmiş Yunus Nadi Armağanı Ya ni Müessese Müdürü Emine üşaklıgil’den al
rışm asında ödül kazanmış olanların büyük dılar. Bu dalda birinci olan Mecit Ünal, Bar
çoğunluğu, ellili yılların sonunda, altmışların tın Özel Tip Cezaevi’nde yattığından, ödülü
başında doğmuş gençlerdi... nü yengesi Nimet Ünal aldı, “insan H aklan”
Saat 19.30’da ödül törenine geçildi. Cum konulu röportaj dalının İkincisi de yine ceza
huriyet Gazetesi’nin sinema yazan Atillâ Dor- evinde bulunan Ruşen Sümbüloğlu idi. Süm-
say’m sunuculuğunu gerçekleştirdiği törende, büloğlu, 22 Aralık 1981’de Alemdağ Cezaevi
açılış konuşmasını yapan İlhan Selçuk, Yu nde yaşanan olaylarla ilgili olan röportajının
nus Nadi Armağanı’nın geçmişten geleceğe kendisine kazandırdığı para ödülünün, bu
Yunus Nadi Armağanı Yarışması’nın 43. yılında, afiş, fotoğraf, öykü, karikatür ve röportaj dallarında uzanan bir çizgide, bugün kazandığı anlamı olaylar sırasında ölen Hakan Mermeroluk ile
ödül ve mansiyon kazanan yarışmacılar, Sultanahmet’teki İbrahim Paşa Sarayı’nda, ödül töreninin vurguladı. Şerif Yazar’m ailelerine verilmesini istediğini,
ardından toplu halde objektiflerin karşısına geçtiler. Bugün Türkiye’de pek çok ödül olduğunu yolladığı mesajla açıklıyor ve bu paranın ai
ve bu ödüllerin ülkemiz kültür ve sanatına hiz lelere verilmesi için, İnsan Hakları Derneği^
met için konduğunu belirten Ilhan Selçuk, ko ne aktarılmasını rica ediyordu. Öykü dalının
nuklara, Yunus Nadi Armağanı’nın, düzen ödülleri ise, Oktay Akbal tarafından verildi.
umhuriyet Gazetesi’nin birinci sayfasın renine gelmişti... lendiği ilk yıllarda, Türkiye’nin tek ödülü ol
n
Fikir ve eylem adamı, gazeteci, yazar
Yunus Nadi
mak için... Onun bu kaçışında annemin bü nin hükümet şekli cumhuriyettir.” Bütün bu kimliklerin harmanında, çetin ve
İlhan Selçuk Demek ki İstanbul’dan kaçarak Ankara’ yaman bir kişilik beliriyor; yılmayan, durma
yük yardımı oldu tabii..”
da Mustafa Kemal önderliğindeki bağımsız yan, gerilemeyen...
Y unus Nadi, A nkara’da Yeni Gün’ü çıkarı lık savaşma katılan Yunus Nadi, cumhuriyet 1924 Türkiyesi, sanıldığından çok daha kar
unus Nadi’nin 26 Ağustos 1899’da
Y
yor. devriminin Büyük Millet Meclisi’ndeki sözcü maşık bir yapıdadır. Evet, zafer kazanılmış,
Malumat Gazetesi’nde yayınlanan
Ankara’da Karaoğlan’da eski bir ahşap südür. cumhuriyet ilan edilmiştir; ama ne olacaktır?
yazısından birkaç satır: “ Gazeteleri
evin alt katındaki bir odada, elle çevrilen köh 7 Mayıs 1924’te İstanbul’da Cumhuriyet’
mizi baştan aşağıya okuyacak bir ya Her ulusal bağımsızlık savaşının ertesinde
ne bir baskı makinesinde her gün 2500 adet in çıkışı, doğal bir sürecin sonucudur.
bancı zanneder ki Türkler her şeyde gelişmiş kaçınılmaz bir hesaplaşma yaşanır; ortak düş
Yeni Gün basılıyordu ve bütün dünyaya Tür Ne var ki Cumhuriyet, bağımsız bir gazete
ler ve kendileri için ihtiyaç namına yalnız şi kiye’nin bağımsızlık savaşının sesini duyuru mana karşı birleşenler arasında anlaşmazlık
ir, hayalat kalmış. olacaktır. Bunu, ilk sayımızda Yunus Nadi bir
yordu. Üst kattaki bir odada Yunus Nadi ça başyazıyla vurgular: çıkar. Düşman artık yenilgiye uğramış, çekil
Behey gafil!.. Nazarını uzaklara temdide
lışıyordu. Bir de telefon bulmuşlardı gazete “ Cumhuriyet ne hükümet, ne de parti ga miş, gitmiştir. Toplumsal katmanlar, sınıflar,
hacet yok. Bir defa başındaki festen ayağın
ye... zetesidir. Cumhuriyet, sadece cumhuriyetin, kesimler, kendi aralarında bir iktidar savaşı
daki fotine kadar bütün giyim eşyası kimin
imiş, nereden gelmiş, düşün de âlemi kuru ha- Saat başı geçmezdi ki Yunus Nadi telefo daha bilimsel ve yaygın anlatımıyla demok na girerler.
nu açar seslenirdi: rasinin savunucusudur. Cumhuriyet ve de Cumhuriyetin ilanı ne demek? Padişahlık
yalata sevkederek beyhude yorma!..” la birlikte tasfiye edilenler kimler? Hilafet de
Bu ateşli ve genç gazeteci, savaşımcı bir yü — Köşkü bağlayınız!.. mokrasi fikir ve esaslarını çiğneyen, yıkan ve
Ve Mustafa Kemal’le konuşur, yazacağı ya yıkmaya çalışan her kuvvetle mücadele ede kaldırılacak mı? Mustafa Kemal ne yapmak
rek taşıyor; daha sonra Yeni Gün Gazetesi’-
zı için danışırdı. cektir.” istiyor?
ni kuracaktır; İstanbul düşman işgali altına İlerici ve devrimci çevrelere karşı olanlar
düşünce, A nkara’nın yolunu tutacaktır. Kurtuluş Savaşı’nm en ateşli yazılarını Ye ■
ni Gün yayınlamıştır; o günlerin yazarlığı ve insanların kişiliği laf ile değil, yaptığı ve üret çok güçlüdür. O kadar güçlüdürler ki ülkede
Anılarında ilk günleri şöyle anlatır:
gazeteciliği, tarihte eşine az rastlanır bir an tiğiyle, tutum ve davranışlarıyla ortaya çıkar. büyük ağırlıkları olan Rauf Bey ile Refet Pa
“ Dün akşamdan beri İstanbul’un işgalin
lam kazanıyordu. Yunus Nadi’nin yaşamöyküsü, kişiliğini şa bile cumhuriyete karşıdırlar.
den on bir gün ve İstanbul’dan hareketimiz
Ulusal Bağımsızlık Savaşı zaferle sonuçlan tartışma götürmez biçimde belirginleştiriyor: Rauf Bey der ki:
den altı gün sonra Geyve’de artık kendi sela “— Padişahlık ve halifelik katını kaldırmak
met ve emniyet muhitimizde bulunuyoruz. dı. Bir savaşım eri, bir aydın, bir milliyetçi, bir
Yunus Nadi zafere başından beri inanmış devrimci demokrat, bir yazar, bir gazeteci... ve onun yerine başta nitelikte bir kat koyma-
(...) Muhtelif manevralar ile temin ettiğimiz
bu neticeden memnun ve artık yorgunluğumu tı; o kadar inanmıştı ki İstanbul’daki Yeni
zu dinlendirmeye hak kazanmış surette raha Gün idarehanesi olan binayı iki yıldan uzun
tız.” bir süre tutmuş, kirasını da ödemişti.
Ne yorgunluğu? Ne rahatı? Yunus Nadi, Sonuçta İstanbul’dan 2 Nisan 1920’de yo
çoluk çocuğunu İstanbul’da bırakmış, kutsal la çıkan Yunus Nadi, zaferle dönmüş 7 Ma
bir savaşımın ateşine atılıyor. 1901 ’de Abdül- yıs 1924’te Cumhuriyet’in ilk sayısı yayınlan
hamit istibdadına karşı dernek kurma suçun mıştı:
dan üç yıla mahkûm olan bu genç gazeteci, “ İstanbul’dan okurlarıma Yeni Gün’ü de
1918’de tngilizlere karşı yazdığı yazılarından ğil, Cumhuriyet’i sunuyorum. Demek ki ara
ötürü tutuklanacağını anlayınca A nkara’ya da büyük devrimler meydana gelmiştir. İtiraf
geçmeyi yeğlemiştir. ederim ki bu devrimlerin büyüklüğü ve yüce
Oğlu Nadir Nadi, işgal altındaki İstanbul’ liğini kendim bile şimdi daha iyi anlamış ve
da geçen günleri, 55 yıl sonra şöyle anlatacak daha çok hayrete düşmüş durumdayım.”
tır: Yunus Nadi, yazardır, gazetecidir; ama ba
“ Bir gün evimizi polisler bastı. Her yanı di ğımsızlık savaşının ve cumhuriyet devrimle-
dik didik ediyorlardı. Dolapları açıyorlar, bü rinin eylemcisidir. Nitekim 23 Nisan 1920’den
feye bakıyorlar, tabak çanağa kadar her şeyi başlayarak milletvekilidir, Mustafa Kemal’
ortaya saçıyorlardı. O sırada babam sandık in güvendiği kişidir. 29 Ekim 1923 Pazartesi
odasındaydı. Büyücek bir sandığın içine gir günü sabahı Büyük Millet Meclisi’nde anaya
mişti. Polisler sandık odasına da geldiler. An sa değişikliği okunduktan sonra ilk sözü Ana
nem, babamın saklandığı sandığın üstüne yasa Komisyonu Başkam Yunus Nadi almış
oturmuştu. Her yeri didik didik eden polisle şunları söylemiştir:
rin hiçbiri de nedense anneme, kalkın hanı “ Arkadaşlar; Birinci Türkiye Büyük Mil
mefendi, oraya da bakacağız demediler. O sı let Meclisi, Teşkilatı Esasiye (Anayasa) ile
rada birkaç tehlikeli gün geçirdik. Kapımızın şarkta yeni ve mühim bir devlet kurmuştur.
önünde sürekli olarak bir nöbetçi bekliyordu. (...) Türk milleti ‘ben varım ve devlet benim’ Genç Türkiye Cumhuriyetinin birinci yılı; tarih, 30 Ağustos 1924. Dumlupınar’da “ Meçhul şehidin mezarı başında
diye bütün dünyaya bunu ilan etti. (...) Teş yapılan tarihi merasim’) Cumhuriyet başmuharriri Yunus Nadi de izliyor. Solda, Gazi Mustafa Kemal Paşa, hemen
Ondan sonra babam Anadolu’ya kaçtı, kilatı Esasiye Kanunu’nun birinci maddesine yanında Ali Fuat Paşa (Cebesoy), Mustafa Kemal’in eşi Latife Hanım, arkasında Yunus Nadi, sağ ön sırada Meclis
Atatürk’ün yanına, Milli Mücadele’ye katıl bir fıkra ilave ediyoruz: (...) Türkiye devleti Başkanı Ali Fethi Bey (Okyar) ve Başbakan ismet Bey (İnönü)...
12
ya çalışmak, yıkıma yol açar ve büyük acı do
ğurur; bu, hiç uygun bîr iş olmaz.”
Refet Paşa:
“ — Rauf Bey’in bütün düşünce ve görüş
lerine katılırım. Gerçekten bizde padişahlık
tan ve halifelikten başka bir yönetim biçimi
söz konusu olamaz.”
BabIâli’nin büyük çoğunluğu Rauf Bey, Re
fet Paşa ve onlar gibi düşünenlerin yanında
dır.
Peki; cumhuriyeti, yenilikleri ve bir bir gün
deme girecek devrimleri kim savunacaktır?
Cumhuriyet Gazetesi...
Cumhuriyet Gazetesi’nin adını Gazi koyu
yor; yurtta kıyasıya bir tartışma başlamıştır.
Ulusal Bağımsızlık Savaşı’nın ilerici kanadı
na karşı tutucu ve gericilerin direnişleri bü
tün ülkede tedirginlik yaratır; eylemler baş
lar; 1925 Şeyh Sait isyanı kavganın doruk
noktasıdır. İsyan bastırıldıktan sonra devrim
ler yürürlüğe girmeye başlar. Yunus Nadi dev-
rimlerin savunmasını, anlatılmasını, duyurul
masını, yaygınlaştırılmasını kalemiyle sürdü
rür. Demokrasiye açılan yolda devrimleri sa
vunmaktır Cumhuriyet’in işlevi... Padişahlı
ğın arkasından hilafet de kaldırıldıktan ve
şer’iye mahkemelerine son verildikten sonra Yıi 1922: Yunus Nadi Ankara’da Karaoğlan semtinde, eski bir ahşap evin alt katındaki odada, Yeni Gün gazetesini çıkarıyor. Eylül ayının 22'si; gazetenin matbaasında
devrimler ve eylemler durmaz. Mustafa Ke bir dinlenme anı: Soldan sağa, Hacim Muhiddin Bey, Yunus Nadi, Denizli Milletvekili Yusuf Bey ve Mahmut Esat (Bozkurt) Bey.
mal şapka giyer, uluslararası saat ve takvim
dizgesi, yeni Türk Ceza Yasası, medeni nikâh nu vurgulayan ilkelerin geçirilmesi, özetle yep “— Bu memleket ve milletin en büyük olayı bahş (tat verici) olamaz. Gazetecilikten çok
zorunluğu, laiklik ilkesinin anayasaya geçiril yeni bir devlet yapısının kurulması üzerine so sayılan cumhuriyet rejiminin doğuşuna yakın memnunum demek bu mesleğe olan aşk ve ip-
mesi, ondalıklı ölçü sistemi, yazı ve dil dev luk soluğa yaşanan yıllarda Yunus Nadi, Ata dan şahit olduktan sonra ’onun adıyla adım tilamı ifade edemez. Onun elem ve mihnetle
rimleri, yeni tarih tezi, soyadı yasası, kadın türk’ün yanındadır. adım onu takip eden bir sayfa olarak kendi rinden dahi zevkiyap olurum (tat alırım).”
lara seçme ve seçilme hakkı, Medeni Kanun, Yunus Nadi, bu dönemdeki gazeteciliğini hal ve şanımızı da onun belirtilerinden bir par
ça telakki ediyoruz. Onun içindir ki (...) hu Kimi insan, yalnız yakın çevresinin yakını ol
anayasaya Türkiye’nin “ Cumhuriyetçi, laik, ve Cumhuriyet’in işlevini gazetemizin 10’uncu
susi olmaktan ziyade umumi ve'milli bir va maktan çıkar, uzak çevresinin de yakını olur;
halkçı, devletçi, milliyetçi, devrimci” olduğu yılında yaptığı konuşmada şöyle açıklar: daha başka deyişle kamunun benimsediği bir
zife görmekte bulunduğumuz kanaatinde ka
tiyetle samimiyiz.” kimlik kazanır.
Yunus Nadi; yaşamı, yaptıkları ve yazdık
Bir gazetenin tarihçesiyle, bir ülkenin ve dev larıyla öğrenilmesi gereken bir kimlikte tari
letin tarihi kuşkusuz ayrı ayrı şeylerdir. himize yerleşmiştir. Onun hayatını inceledi
Ne var ki Yeni Gün ve Cumhuriyet’in ta ğimizde yararlı dersler çıkarıyoruz. Ama ne
rihçeleri; Ulusal Bağımsızlık Savaşı’yla, cum yazık ki tarihimizi oluşturmuş kişilere ilişkin
huriyet ¿evrimiyle ve cumhuriyet devletinin özyaşam (biyografi) çalışmaları ve yapıtları
tarihiyle eşzamanlı ve eşanlamlı bir süreci içe ülkemizde azdır, eksiktir, yetersizdir. Yunus
riyor. Nadi’yi bütün boyutlarıyla genç kuşaklara ta
Yunus Nadi’nin kişiliğini de bu süreçten so nıtan yeterli bir yapıt yoktur. Oysa bu devle
yutlamak olanaksızdır. tin kurucuları arasında, kimliğiyle, yazılarıyla,
Ama Yunus Nadi çekirdekten yetişme bir gazeteciliğiyle yer almış, savaşın ateşli günle
gazetecidir ve gazeteyi tanımlaması ilginçtir: rinde ve devrimlerin gerçekleşmesinde ön safta
“ — Gazete her gün cemiyet-i beşeriyeden hizmet görmüş Yunus Nadi’yi genç kuşakla
(insanlık toplumundan) efkâr-ı umumiye (ka rın tanıması gerekiyor.
muoyu) adlı ikinci bir heyet (kurul) çıkaran Gazetemizin kurucusu hayata gözlerini
çok kudretli bir tahlil (analiz) ve terkip (sen 1945’te kapadı; İkinci Dünya Savaşı’nın son
tez) unsurudur. Gazete sayfaları her gün bin bulduğu yıl...
lerce insanın beraber toplanıp, beraber düşün Ve Cumhuriyet, temel ilkelerinin gösterdi
dükleri, konuştukları, içtima (toplantı) mey ği yolda yürüyor.
danlarıdır.” Yunus Nadi ne demişti:
Yaşamının anlamını ve mutluluğunu Yunus “ — Cumhuriyet, ne hükümet, ne de parti
Nadi’ye gazetecilik mesleği veriyor: gazetesidir. Cumhuriyet sadece cumhuriyetin,
“ — Mesleğe aşk ile merbut (bağlı) olabil daha bilimsel ve yaygın adıyla demokrasinin
mek için bilmenin ve bildirmenin zevki üze savunucusudur.”
İstanbul'da çıkardığı Yeni Gün gazetesinin makinesini Ankara’ya taşıyıp yayımı orada sürdüren ,
rinde ısrar lazımdır. Hiçbir iklimin fethi bir Ölümünün 44’üncü yıldönümünde gazete
Kurtuluş Savaşı’nın ardından, İstanbul'da Cumhuriyet? kurdu. 1928 yılının 1 aralık günü, gazetesini yeni harflerle
yazının muvaffakiyeti (başarısı) kadar zevk- mizin kurucusunu saygıyla anıyoruz. Z
yayımlamaya başlayan Yunus Nadi, 30'lu yılların başında çalışma odasında.
13
YUNUS NADİ ARMAĞANI
SEÇİCİ KURUL: Prof. Aydın
Aybay, Muzaffer İlhan Erdost,
Yaşar Kemal, Emil Galip Sandalcı,
Ali Sirmen.
Bu dalda yarışmaya 43 röportaj katılmıştır.
G alatasaray K aybetti Biz Kazandık meye başladı da, arkan dönük, elinle evetliyor — Sabahları uyanıyorum ki ağzım zehir...
1. konuşuyor çünkü. Dura dura konuşuyorsa da
lıp gitmiştir, o uzun yol gemisinin seyrinde. Altı ya da hayırlıyorsun. Bilerek mi? midemde uzay büyüklüğünde bir boşluk... Bir
yıl olmuş. Ama sanki dün; günün yirmidört sa — Uzun süre susuyor. Parmaklarıyla ranza de şu göçebelik, her şey o kadar üst üste geldi
eysek onu söyleyelim o
N
demirinde Bolero ritmini çalışıyor. Takata- ki, şurdan dışarı adım atmak gelmiyor içimden.
< ( zaman / ve ne kadarsak / o
ati birbirimizleydik; şurda ortadaki ranzada ya
tıyordu o zaman. Üstte, birbirine tutunmuş tak...takatatak...takatatak..tak. Kalorifer bo Buraların da tadı tuzu kalmadı bakma. Eski
kadarımızı geçirelim tarihe...” rularında şifreli mesaj yazdırmaya, bu sinyalle den, hiç değilse kendine özgü keyifli yanları
kitapların yerinde bir kitap gibi aydınlık, da
yanıklı ve genç. Şimdi? Şimdi de diyor, şimdi çağırırdık birbirimizi. Ama durup dururken ner olurdu açlık grevlerinin, şimdi yok! İlk yıllar
Böyle diyorduk değil mi? - den aklına geldi? Duymuyor. Duymaz ki! İçim
de... hiç yaşlanmadım ki ben! da kalabalık sofralar kurardık. Herkes sırayla
Ceçirelim değil, içerelim olacak; yoksa anlam
de biriyle konuşuyorum ben. Takatatak... ta- İstanbul’un lokantalarını gezdirirdi. Sonra tat
bütün çarpıcılığını yitirir.- Şey; her söyleşimi Torbadan idam çıkınca -mahkeme kararla lıcılar, üstüne kıyı kahveleri. Şimdi ağır bir yük
katatak... takatatak...tak. Duruyor. İyi deği
ze ille de bir replik koydurmak zorunda mısın? rıyla dalga geçerdik o günlerde- söyleyecek baş gibi geliyor, aklıma mideyle ilgili bir şey getir-
lim, diyor sonra, midem çok kötü...
-Sen, başın sıkışıp da her kezinde bana koştu ka söz yokmuş gibi, şurdan kurtuluyorum
ğun sürece!- Durup dururken nerden çıktı şim sonunda, demişti; altta, ağırlığıma oranlı bir
di bu? -Sık sık koridor penceresine tırmanıp ranzam olacak artık... Sanki gıyabında idam
dünyaya bakmalar, gece geç saatlere kadar uzun alan o değil. Ertesi sabah geldiklerinde hazır
voltalara çıkmalar, günlerdir tek söz etmeden dı. Vurdu torbasını sırtına, hoşçakalın arkadaş
içine çekilip düşünmeler... Gerisini saymaya ge lar, dedi, daha buralardayız, görüşürüz
rek var mı?- Arkama adam taktın demek ki, nasılsa... Gene eli. Hayırlıyor. Yalnızca bak
yoksa nerden bileceksin? -Ben senin yüreğini bi tım, diyor, ama öyle söylemiş de olabilirim...
lirim. arkana adam takmaya ne hacet!- Aylar sonra, koğuşların periyodik olarak har
Böyle miydi, unuttuğumuz bir şey var mı? manlandığı günlerden birinde, Metris’te, yirmi
Yok, diyor eliyle, iyi gidiyorsun devam et. Sır üç numarada buluştuğumuzda da gözlerinle ko
tı bana dönük. Eski bir çarşaftan yırttığı ipler nuşmuştun, amnsıyor musun? Bunu şimdi ayırt
le uyduruk bir arkalık örmüştü ranzasına, ona ediyorum, gözlerinin yorulduğu yerde dokunu
yaslanmış. Duvar tarafı soğuk olur diye, başı yorsun söze, biliyor musun? O çocuk gözleri
nı kapı tarafına koyuyor. Nedense çok üşüyo me yerleşti yerleşeli böyle, bunu nasıl da
rum, diyor; battaniyeleri üçledim gene de anlayamadm?
donuyorum. Belki de için üşüyor, diyorum; yü
reğin üşüyor senin. Tam karşısına astığı gerçe- — Kaç ağızda ıslanmaktan okunmaz olmuş
küstücü resme dalmış, Ön planda, esmer bir mektupların ardından, bir araya gelmek deh
kadının yüzü var; Yunan tragedyalarındaki ka şet güzeldi. Kısa sürdü am a... Tıpkı çocukluk
dınlara benziyor. Kaşları yerinde uçan bir martı, günlerimiz gibi. Tıpkın... seninle kıyılara indi
çenesinin tam altında bir gemi, geminin arka ğimiz yıldızakşamlar gibi, denize birdenbire bir
sında kırmızı bir güneş. Gittiği her yere götü gemi gibi sokulan kayaiıkta yaktığımız ateşler
rüyor onu. Geceleri o resme dalıp gitmek gibi. Uzak ülkelerden gemiler bekliyorduk...
rahatlatıyormuş. Yüzünü göremiyorum. Kaş — Ama bir de elini kattın! Gözlerin yetme-
larının çatık olduğunu anlıyorum, dura dura
14
I YUNUS NADI ARMAĞANI
mek. Açım ama, hiçbir şey özlemiyor ve iste mış gibi duruyor oysa adam. İşte tam bu sırada
miyorum. Aklım başka yerlerde, ondandır, düşüyor gol sesi, irkiliyor.
diyorum. Tanı koyamadığım garip bir hal, ne — Sonra?
den dersin? — Sonra, ikinci gol sesine kadar, adamı ar
Aynı dert benim de başımda, ona ne söyle ka plandaki tutuklu ve gardiyanlarla birlikte
yebilirim? Belki de kanıksadık, ondandır; ola çerçeveliyoruz.
ğanüstülük olağanlığa dönüştüğünde böyle olur — Neden?
hep. Bir de şu sayılabilir senin için; en iyi ar — Topun ağlara takılması ortak bir sevinç
kadaşlarından birini gönderdin dışarıya. Ran yarattı çünkü. Tutsak olanlar arasındaki bin
zasını, öyle bıraktığı gibi bomboş görmek lerce yıllık husumeti alıp götürdü ağlara takı
kuşkusuz üzüyor seni. Yalnızsın. Üstelik has lan top.
tasın da... Sana, bu hastalık ve yalnızlıkla baş — Gardiyanlar kabak çekirdeği yemeyi sür
lama demiştim, dinlemedin ki! Dinleyemezdim dürüyorlar...
ki, diyeceksin günler sonra siperi bitişiğime kaz — Evet, evet... İkinci gol sesine geldiğimiz
dığında. Dinleyemezdim ki... Ölmedikçe, her de At filmindeki stat önü sahnesini alıyoruz bu
kesin omuzladığı yükün altından çekip alamam raya. Ama tam tersi oluyor, Kırmızı Torbalı
kendimi...yapamam. Şimdi susuyorsun ama. Kadın’ın çığlığı bastırıyor gol sesini.
Bolero ritmini vura vura susuyorsun... 43, 35, — Niye ikinci gol sesi de üçüncü, dördüncü
42, 11... ta k a ta ta k ...ta k a ta ta k ...ta k a ta - ya da beşinci değil?
tak...tak. Bak, şifreyi unutmamışsın.SONRA, — Birinci gol sesi hazırlık için gerekliydi.
diye sordun. İkinci gol sesinden sonraki her gol sesi olsa ol
Sonra, yaz diyorsun. Yaz...iç/gündüz, tutu sa gecikmişliği gösterir ki,gecikmiş olmanın da
kevi koridoru, adam arkadan... Yazıyorum; bizim koşulumuzda şakaya gelir yanı yok. Her deyiz işte ve pencereden dünyaya bakıyoruz. yatılmış yazgıyı yaşamak zorundayız. Nedir ki,
iç/gündüz, tutukevi koridoru, adam arkadan... an bir ölü çıkabilir... Dünya! Dünya mı, gülüyorum, güneşe çeyrek insan ancak yazgısını kendi eline geçirdiği öl
— Uzun, bakır sakallı. Bununla tam bir çe Durup dururken ne diye bir film sahnesi yaz saat uzaklıkta mavi gezegen, yani bin yıl sonra çüde ilerleyebiliyor.
lişki oluşturan kuzguni saçları var. Zayıf, in dırdın, diye soruyorum, gülüyor. Soru, adam yeryüzü cenneti... İşte ancak o zaman, diye ek Koridor derinliğinden uğultu halinde bir gol
cecik parm aklarıyla demirlere yapışmış, denize mi bakıyor olunca, yanıt, adamın yeri liyor, sesinde çok eski bir keder saklı, şimdi her sesi, ikiye biçiyor sözünü. Ama topun üstten au
pencereden dışarı bakıyor. Çın çın bir sessizlik en iyi böyle gösterilirdi, diyor, denize nasıl bak yol kendine çıkıyor, her nehir kendine.... ta çıktığı anlaşılıyor. Gözlerini, asfaltta kayıp
dolaşıyor ortalıkta, öyle ki, biz adamla pence saydı ki! Deniz, şu tepelerin ardındaki tepele — Söyler misin, sence şu asfalt hangi alana giden yolcu otobüsünden alıp gözlerime bıra
re demirlerinin, adamla sessizliğin, adamla ne rin ardındaki tepelerin de ardında. Ne bir çıkıyor örneğin, şu kırmızı kamyon, şu beledi kıyor. Gördün mü diyor, yaşam bu işte!
reye bakıyorsa işte o baktığı yerin iç içe geçtiği martının yolu düşer buraya, ne bir vapur ge ye otobüsü içindekilerle, şu gökmavi otomobil, — Evet, yaşam bu işte... Açlıkta bile kimi
sanısına kapılıyoruz. Çok uzun sürmüyor ama çer, ne de körkütük sarhoş bir yosun kokusu... şu minibüs... Yol boyu yürüyen şu kadınla er ulusal heyecanlarımızı yitirmeme noktasında
bu, elleri kıpırdıyor adamın. Sonra kıpırdayış Peki sahneyi nasıl sonuçlandıracaksın? E-eee, kek, şu saatte burdan geçen bütün insanlar... hayli yetenekliyiz! Sen asıl, Galatasaray tur at
omuzlarına geçiyor, ordan bacaklarına. Kalo şöyle olabilir; Kırmızı Torbalı Kadın’m çığlığı Başlarını kaldırsalar ve göz göze gelsek onlar larsa yarınki gazete başlıklarını gör; olayı na
rifer peteğine tırmandığını görüyoruz o zaman. düşünce, tam ağlara gönderecekken- kaleciyle la, ne düşünürler? Analarımız coplanırken, saç sıl ulusal bir bayrama dönüştüreceğimizi seyret!
Sanki tırmanacak başka yer mi var dışarı bak karşı karşıyadır- golcü topu taca atar ve soyun larından tutulup polis arabalarına tıkılırken, Hükümeti de, muhalefeti de birbirinden geri
mak için? ma odasının yolunu tutar... nasıl? Oldukça fan içlerinden kaçı,‘Yeter be’ diyebilir? Bulduğun kalmamak için, demeç üzerine demeç patlata
— Nereye, denize mi bakıyor? tastik, diyorum, ama asıl, televizyon başında yanıt, ilerlemek istediğin konu hakkında top caklar. Tersi gerçekleşirse, sorun salt sporsever
— Bunu bilmiyoruz. Çünkü, bu sırada kes maç seyreden milyonlarla açlık grevinde eriyen lum olarak nerde olduğumuzun bir göstergesi leri ilgilendirir...
meyle adamı tam karşıdan alıp arka derinlikte dokularını seyreden tutukluları gösterebilmek ni oluşturur. Aslında, biz seninle kıyılar üzerine — Galatasaray yenilmeli, diyorsun sanırım...
ilerleyeceğiz. Uzunca bir koridor derinliğinde önemli., bu müthiş bir şey olurdu./Peki ben ne söyleşmeliydik. Durup durup bir gol sesi bey Anladığım bu.
kalabalık bir grup. Kimi ayakta ve bir yere da sormuştum ki? nimin ortasına düşerken, insan hakları üzerine — Haklı olarak! Ulusal bir bayrama dönüş
yanmış, kimi de uzun tahta sıralara oturmuş te Kıyıları, diyor, kıyıları, gözleri o uzun yol ge söyleşecek söz bulmak hayli güç. türülmeye elverişli bir başarı, daha önemli ve
levizyon seyrediyorlar. Sesi tam burda açıyoruz misinde. — Ama kıyıları önümüze getiren sensin, kı bütün insanlığı ilgilendiren büyük bir sorunu
ve müthiş bir gürültü kopuyor. yılardan söz açınca yolu kente vuran gene sen! gündemin alt sıralarına itiyorsa, itecekse... Hak
— Neden? 2. — Sözü açık denizlere çekmeyi ben istemez lı olarak! Galatasaray’ın yenilmesini istiyorum,
— Az önceki sessizliği ancak böyle dengele- miyim hiç? Görüyorsun işte, şu cırtlak sesli spi yoksa hükümet yararlanacak bu başarıdan, aç
yebilirdik de ondan... T uhaf bir dünyada yaşıyoruz biliyor musun, ker, art arda düşen şu gol sesleri, zamana dön bedenlerimiz üzerindeki pazarlık uzayacak. Bu
— Peki, televizyonda ne var? diyor, dünya tuhaf, Türkiye daha bir tuhaf. Ni dürüyor beni. Zamana dönünce de... Zamana nu istemiyorum...
— Galatasaray-Neuchatel Xamax maçı... ye, sormuyorum, bırakıyorum anlatsın. Par dönünce de kendi sorularıma bile yanıt bula Hava kararmış. Köprünün altından farları
— Burası bizim koridor, ama pencereden ba maklarının arasında iğreti duruyor az önce mıyorum. O yüzden, kalıplaşmış sorular sor nı yakmış olarak çıkan ilk araçla inmişiz pen
kan kim? yaktığı sigara. Dışarda ne var ki, diyorum, as ma bana, zaman ve mekân üstü kalalım... Sahi cereden. Yataktayım. Peki yatağa ne zaman
— Bunu ben de bilmiyorum... Blok kapısı falt... Herkeste değişik çağrışımı olan bir asfalt ne sormuştun? girdim? Elimde üç gün önceki gazeteler; Gala
açık. Blok kapısı açık olunca, biliyorsun, en az alt tarafı ve dingin bir nehir gibi akıyor işte... — Soru sormadım henüz... Kalıplaşmış söy tasaray tur atlamış. Karşı tarafın başvurusu üze
birkaç gardiyan içerdedir. İşte, gardiyanlar da Arabalarının içinde insanlar, insanların içinde.. leşileri ben de sevmiyorum, istediğimiz gibi iler rine maçı iptal etmiş UEFA. Ulusal öfkemizi
tutuklularla birlikte maç seyrediyorlar. Bir yan İnsanların içinde... İnsanların içinde, diye çe leyebiliriz. Nasıl olsa açlık grevindeyiz ve nasıl geçirip sırtımıza, biz de telgraf yağmuruna tut
dan da kabak çekirdeği yiyorlar. kip alıyor sözü ağzımdan, kimbilir neler, akıp olsa pencereden bakınca göz alabildiğine dün muşuz adamları. Sorun daha yüksek bir mer
— Bana öyle geliyor ki, tekrar bir önceki pla gidiyorlar kasım güneşinin altında. Köprüye va ya... cide çözümlenebileceği için, ulus olarak kolları
na döneceğiz... rınca yol çatallanacak, başka yollara, başka — Göz alabildiğine dünya, ama bugün bü sıvamış, kulis yapıyormuşuz günlerdir...
— Evet. Adam şimdi sigara içmekte. İnce yönlere ve yaşamlara sapacaklar. Üstelik hiç tün sorun, şu Galatasaray maçı; televizyonun Yani? Yanisi şu, diye giriyor araya, tutuklu
cik parmaklarının arasında iğreti duruyor siga birinin ötekilerin yaşamı hakkında bilgisi, fik karşısına kurulmuş kaç kişi var acaba? Açlık bedeni üzerindeki pazarlık daha bir uzayacak,
ra, yel değse düşecek... Ölü bir öğlesonu güneşi ri bile yok. Üstelik her biri kendi dünyasının grevindeyiz ve derinine inildiğinde Galatasaray’ sesimizi boğacaklar beş golün arasında. Gel çı
nöbetçi kulesine vuruyor, kuleye baktığını ayı sınırları içinde kalarak. Ve gene üstelik, bizim ın alacağı sonuç bizi hiç de ilgilendirmiyor. Ama kıp şu pencereye bağıralım diyorum, belki du
rıyoruz adamın... bunun üstünde kafa yorduğumuzu kim bilebi o toplumsal psikoloji yok mu, bizi bile, hem yarlar; bir kez denemekten ne çıkar? Onu günde
— ...Kulenin arkasında asfalt, dingin bir ne lir? Ama her yol bir alana açılır, diyorum, her de açlık grevindeyken, hem de yengisi ya da ye iki kez yapıyoruz, diye karşı çıkıyor, biz daha
hir gibi akarak. nehir bir denize... Gözleri köprünün altından nilgisi halinde durumumuzu değiştirmeyeceği başka bir şey yapalım, söze dokunalım. Köp
— Bir ara iyiden iyiye karıştırıyoruz; bir ne çıkıp yaklaştıkça belirginleşen kırmızı bir kam ni deneyimlerimizle bildiğimiz halde sarıp rünün altından farlarını yakmış çıkan ilk araç
hir mi bu yoksa bir asfalt mı? Bir nehre bakar yonda, açılır ama açılmaz, diyor, açlık grevin- sarmalayıveriyor. Yaşam bu işte. Ve bize da ta kalmıştık, bir yolcu otobüsüydü o. İdi veya
15
YUNUS NADİ ARMAĞANI
değildi; onu bırak da ardını getir diye çıkışıyo Deniz, çok uzaklardaki dört mevsimi ince ba nin dolmuş şoförünün canına minnet, deniz is
rum; yorgunum, uzun yolculuklara çıkamam! har bir iklimi çağrıştırıyor, bende; belki de bu tiyoruz testere değil ya!
Ben seni çıkarırım, hadi yaz; gece, hava buz gibi yüzden, çağrışımı yaşamda yakalamaya çık Dolmuş şoföründen söz edince neşesi yerine
soğuk, yataktayım ve Galatasaray 5-0 galip... tım... Çıkış o çıkış. Nedir ki, bütün gemiler ba ne geldi. Metris’ten, gece yarısı, tam çay üzeri
Yazıyorum; gece, hava buz gibi soğuk, ya tık ve bize kala kala kollarımız kalıyor. En işe basılıp da apar topar getirildiğimizde, Metris
taktayım, -peki yatağa ne zaman girdim? yarar şey! Bütüıı zamanlarda çarmıha gerilen bitti, diyordu havalı havalı, burası Sağmalcı
Galatasaray 5-0 galip... ve o iklime varılıncava kadar da bütün zaman lar! Biz son postaya kalmış on beş kişi, en az
— Dizimin üstüne rastgele bir kitap aldım. larda çarmıha gerilecek olan... İşte gene çarmıh yüz askerin içinde üstüne yürüyüp kapı altına
Masaya oturamam ki bu havada, donarım. tayız. İnsan olmanın, insanca yaşanacak özgür kadar kovalamıştık adamı. Bu dolmuş şoförü
Ama yazamam da... Gözlerimi kapadım. Ka ve mutlu bir dünyayı istemenin bedelini bütün nü de nereden bulmuşlar yahu, demişti kulağı
lemle kâğıtları kitabın arasına koyup göğsüne insanlar için, ama kendi adımız ve bedenimiz ma eğilerek, bak görürsün yakında bu
yatırdım.Sonra uzanıp asfaltı çektim içen, şimdi le ödeyeceğimiz bir süre daha... Al işte sana de cezaevinin de çivisi çıkar! Gülmüştüm. İyi bir
ranzamın dibinden akıyor arabalar. Bir uzun niz! Tam ortasındaydım. gönül şenliği içinde ve benzetmeydi, adam müdür değil, tam bir dol
yol otobüsünün arka koltuklarında kırk numa o yaralı şilebe baktığımızda yaşlarda... muş şoförü... Çok sürmedi, otoritesi sıfıra düş
ralı yolcuyum. Sabah, saatte seksen kilometre Daha çok uzun bir süre kulaç atabilirim... tü. Şimdi, ben ne yapabilirim ki, diyormuş
hızla gidilen bir kıyı kentidir... Peki deniz, de Evet. Ama bir de şu var; çırılçıplak ve deni amirlerine, adamlar tepeden tırnağa eşkıya!
niz nerde? Dalga sesleri burda! zin tam ortasında olmak yetmez, nereye gitti — Nerede kalmıştık?
— Deniz, şu tepelerin ardındaki tepelerin de ğini de bileceksin! — Tuhaf bir dünyada yaşıyoruz, biliyor mu-
ardında. Hava buz gibi soğuk ve sen üç batta — Peki sen nereye gittiğini biliyor musun? sun’da... Bendeki notlara göre, ikidir kullanı
niyenin altındasın. O sesini duyduğum rüzgâ — Söyledim ya, “ Ülkelerin, Isa’larım çarmı yorum bu tümceyi. Evet, evet. İkidir... Hadi
rın uğultusu camlarda... ha germemişlerine..” devam et.
— Ama camlar kırık! Sabaha yıl var ve biz Zaman ve mekân silinip gitmiş; o yatakta, Devam ediyorum; ya koşulları iyileştiremez-
en uzun günlerindeyiz açlığın -iyi ama nerden ben masada kıyılara inmişiz bir gece vakti. Ama sek, ya daktiloyu geri alamazsam! Ne diye giy
çıkarıyorum zamansız otobüs yolculuklartnt- ne o iklime kalkan bir gemi var bu zamandan, si torbasına koymadım sanki, rahatlıkla gene de. Eylemin ilk haftasında kapıları açtır
midem müthiş bir kazınma -şimdi bir çay ne de o iklimden o dönen bir gemi. Boşuna, di girecekti içeri... Şimdi el yazısıyla olmaz ki! He- dık mı açtırdık, havalandırma tam gün mü tam
olsaydı- sanki küçük küçük kurtçuklar yiyip bi yorum yaktığımız kıyı ateşleri -boşuna, boşu eey, daha vaktin var, ne diye daktiloyu dert edi gün, yönetimle görüşmeler temsilciler düzeyinde
tiriyorlar dokularımı... Yüzümü buruşturuyo na, boşuna- sabah, saatte seksen kilometre hızla niyorsun? Haklarımızı alacağız dediysek, sürüyor mu sürüyor... Eskişehir, Nazilli, Diyar
rum bütün gün, kalkıp aynaya bakıyorum gidilen bir kıyı kenti değil artık. Otobüsümüz alacağız... Bizde, zindancılara daktilo kaptıra bakır yirmiyi çoktan geçtiler. Gösterileri, des
sonra: bugün kendimi ne kadar öldürdüm? Sa yarı yolda bozuldu, biz dağ başında mahsur kal cak göz var mı? Başıma dikilmiş -nasıl bu ka tek grevlerini, gazete ilanlarını görmüyor
hi, insan açlık grevlerinde güzelleşiyor, biliyor dık, masaya dönmekten başka umar yok bu ha dar sessizce sokulabiliyor- parmağı yarım kalan musun? Üstelik analarımız var ve torbaların
musun? Ne paradoks ama, öyle değil mi? Bu vada, söze dokunmaktan başka umar yok! satırda, yaz diyor, şu balinalar söz gelimi, bü da artık, benzinle kibrit de taşıyorlar... Söyle
nu bugün bir yerde daha söyledim ya, nerde, — Tuhaf bir dünyada yaşıyoruz, biliyor mu tün dünyayı ayağa kaldırdı da biz şurada gün sene, biz hiç kaybedelir miyiz?
hadi bul bulabilirsen! sun? lerd ir açlık grevindeyiz, kim senin kılı Dur diyorum, dur... Aceleye getirme, ben
— Görüş günüydü, ablana söylemişsiııdir. — Ama ikidir kullanıyorsun bu tümceyi... kıpırdamıyor... Tamam, diyorum, gerisini ben zinle kibrite az sonra geleceğiz. O halde çaya
— Doğru ya! Ama ona kötü olduğumu söy — İlkinde penceredeydik, şimdi denizin tam getirebilirim, noktası virgülüne aklımda söyle gelelim diyor, ağzım yine berbatlaştı...
leyemezdim. Kimseye kötü olduğumu söyleye yeceklerin. Nasıl olsa dünyada daha milyarlarca
ortasındayız çırılçıplak ve ikimiz de onbeş-onaltı 4.
mem ki! En sert cisimleri saydım ona. Taş gibi, yaşında. Politzer okuyarak; burjuvazi bütün yu insan var türü sürdürecek, ama balinaların so
demir gibi, mermer gibi... Onlar üç gün yap murtalarını aynı sepete koymaz, ama keman yu tükenebilir - doğanın dengesi bozulmasın- Gördün mü, demiştin elindeki gazeteyi göste
mışlar. Aynaya baktım, yüzümü tanıyamadım larını akort etmesini bilir! ama insanları da ölüme terk etmemek gerekmez rerek, Hanınıkadın gene kendini yakmaya kalk
dedi, oysa sen hiç erimemişsin! — Peki ben ne sormuştum ki? mi?.. Güzel bir soru, diye düşünüyorum; du mış... Analarımız torbalarında artık, benzinle
— Sakalından, sakalından... Onun altında — Kıyıları, kıyıları... gözlerin o uzun yol ge rup durup insanı yüreğinden ele geçiriyor. Ba kibrit de taşıyorlar. Her sabah kapılar açılır açıl
çökmüş bütün yerkabukları... sit, yalın, herkesin anlayacağı dilden, yürek maz ben sana koşuyordum, sen gazetelere. Çar
misinde...
— Kıyıları soran sensin! Anlaşılan, açlık iyice dilinden... Peki yanıt? O zaman kalkıp kapıyı çabuk göz atıyordun, sonra doğru yüreğinin
başına vurdu. Baksana sormadığım sorulara ya açıyor ardına kadar. barikat çizgisine. İnat etmiş çıkmıyordun o kör
3. koğuştan, ne de yanına taşınayım istiyoıduıı.
nıt veriyorsun ikidir. Zaten bu söyleşinin çivisi Ve gooool... ve gooool ve gooool...
— Deniz dedin de... Yaralı bir şilep vardı ha çıktı. Ne zaman belli, ne mekân, ne soran bel Kapat şu kapıyı diyorum, kapat! O maç 5-0 Yüreğimi sınıyorum, diyordun. Altı kişilik mev
ni, bizim sınıfın penceresinden bakınca batıyor- li, ne yanıtlayan. Açlık grevindeyiz ama deği biteli günler oluyor, sen hâlâ, bana golleri say zide tek başına: İlk kez sözünü ediyorum bun
muş izlenimini verirdi, ama batm azdı. liz. konuşuyoruz ama konuşmuyoruz. Bari bir dırıyorsun. Bunu yapmak zorunda mısın?.. Hep ların. Belki benzinle kibrite gelmekte bu kadar
Yanlamasına karaya oturmuştu çünkü. Bana şişe kırmızı şarapla bir de gümüş bir ay uy- gülmek zorunda mısın? acele etmeseydin, hiç değinmeyecektim. Bilir
öyle geliyordu. Sanki o şilep batınca düşlerimiz dursak... — O güzel sorunun yanıtı işte bu! sin, gerçek kişiler bile, şu ya da bu yönleriyle
de batacaktı, biz çırılçıplak tam ortasında... - — E-eee... — Ama Kırmızı Torbalı Kadın... kâğıda geçirilebilirken estetik bir kimlik kaza
Çocukluktan çıkma çağındaydık o zamanlar, — Alıp başımızı giderdik Yenikapı’nın ora — O benim bulduğum yanıt. İnsanların ya nırlar. Yani azıcık saparlar asıl kişiliklerinden.
düşlerin en renkli yılları. Ben denize tutkuluy larda bir yere... Yahu, nereden taktın şu kı nıtı bu: Evet sayın seyirciler şimdi şu kadar sı O günkü notlan aylar sonra düzenlerken, se
dum, öğrendim ki sen de lacivert dağ gece yılara? fır öndeyiz... Cehaletin kutsallığı! Cehalet nin de az çok değiştiğini ayırt edebiliyorum. Öz
lerine. -...Sonra benim tutkum sana geçti, — Belki denizi özledim, olamaz mı? kutsallaştırılınca, işkence karşısında insan hak gürlüğünü çok seviyorsun, öyle çok seviyorsun
seninki bana... -İyi bir değiş tokuş, sana deniz — Yapma! ları Isa’dan bu tarafa bin yıllık masal! ki, söyleşiyi daktilo ederken bile, kimi yanla
yakışıyor! -Sana da lacivert dağ geceleri. De — Ne yani, insan açlık grevinde denizi özle- — Yani? rın sıyrılıp çıkıyor sana tanıdığım çerçevenin
niz, uçsuz bucaksız bir gönül şenliği verdi ba yemez mi? Ben açlık grevlerinde en çok susuz — Yanisi şu, çok güç bir konuda söyleşiyo içinden. Benzinle kibritten söz etmekte öylesi
na, biliyor musun? Lacivert dağ geceleri daha luk çekerim, içim yanıp tutuşur da bardaklarca ruz. Doğru sorular sormak yetmiyor, doğru ya ne aceleci davrandın ki, bu bölümü beş kez ye
çok yalnızlık. Tümüyle çıkarıp atamadım içim içsem söndüremem. nıtlara varma da aynı oranda önemli. niden yazmak zorunda kaldım. Ama kimi
den. Bu yüzeden, o köy öğretmen lojmanının — Tutuklu Konseyi’ne başvur da istemlere, Kapıyı kapatıp sesi arkama alıyorum. İyi gi şeyleri de bilerek geciktirdin. Her gol sesini fark
taşlığında oturup yıldızlara bakan çocuk sık sık bir de her havalandırmaya deniz istediğimizi diyoruz diyorum, iyi gidiyoruz. Ama ya dakti lı zaman dilimlerinde düşürmekle, benim aklı
yoluyor beni. Ama deniz? Deniz.Göz alabildi yazsınlar! loyu alamazsak, ya vaktinde çıkaramazsak mı bile karıştırdığın oldu.
ğine gitmek, gitmek ve gitmek... “ Yelken ol, — Sen dalganı geç! dışarı! Gülüyor. Gerçi diyor, ben araya girip senin
kürek ol, git gidebildiğin yere...” O şiir böy- — Ne dalga geçmesi? Tam tersine çok ciddi — Dert etme artık, daktilonu alacağız dedik. çizdiğin çerçevenin epeyce dışına çıkarak konu
leydi sanırım, “ Ülkelerin, Isa'larını çarmıha yim! Binanın mimarisi elverişli. Şuraya baksa Vaktinde de çıkaracağız dışarı, sana söz! Şu şuyorum; ama bunun, gerçekten de benim sa
germemişlerine” . -Tırnak içinde söyleme, o şi na, havalandırmanın üstü tel kafes, duvarlar en rası bir gerçek, bu kez işimiz güç görünüyor. na karşı aylardır verdiğim savaşta kazanılan
irde böyle bir dize yok! -Olmasın, ne önemi var? az iki metre kalınlıkta, suyu da sızdırmaz: Se Ama diğer cezaevlerinden iyi bir durumdayız mevziler olduğuna kim inanır? Önceki söyleşi-
16
I
YUNUS NADI ARMAĞANI
nıizde de kapı gibi bir tüzükle oturmuştun ma re girmiştik içeri, sen bu kadar ısıtmakla suyunu olasılığı olabilir, diye yanıtlıyor gözlerimin içi bu! Bu söyleşi diyor, bitmez de eylem sürüyor
saya. Sanırım sen de biraz koltuk çıkıyorsun kaçırıyorsun bıçağın! Betondan söz edince yu ne bakarak ve bu, sen de olabilirsin! çünkü, biz tümceye nokta koyabiliriz belki.
bana. Bu da beni sevdiğini gösterir. muşadı biraz. Sen de sorularına dikkat et, diye Kaşları çatık, öylesine atıyor kendini yatağa. Ama nasıl? Yaz diyor o zaman, yaz; iç/gün-
Yeter, konuya dönelim ha, ne dersin? Kaza çıkışıyor. İyi diyorum, işte masa, kalem ve kâ Stadın önündeyiz, diye sürdürüyorum, nerdeyse düz, tutukevi avlusu ve yağmur çiseliyor, adam
nanlarını korudu ya, gülüyor. Hâlâ genç. O ğıt, oturup sen sor! Ağzı kıyısında o bildik gü denize düşecek bir kalabalık; Kırmızı - Beyaz arkadan... Yazıyorum; iç/gündüz, tutukevi av
grevci çadırında ilk karşılaştığımız saatte. Pe lümseme, susuyor. Betonda bir boşluk yakaladı, Türk bayraklı, Sarı - Kırmızılı flamalı, atkılı, lusu ve yağmur çiseliyor, adam arkadan...
ki ben? Gözlerini kaldırıp yumuşacık bakıyor ordan ilerleyecek! şapkalı, uğul uğul... Hiçbiri görmüyor, duymu — Uzun, bakır sakallı, bununla çelişki oluş
yüzüme. Sen de diyor... Biz hiç yaşlanmayaca — Bırak bıçaktan, betondan söz etmeyi. Ay yor bizi. Evet, diye karışıyor, oysa her yerimizde turan kuzguni saçları var, volta atıyor...
ğız ki. İçeride zaman duruyor bilmiyor musun? dın olmanın bir sorumluluğu var mı yok mu? kocaman kilise çanları asılı. Sonra beşinci gol — Kim?
Ama saçların diyorum, böyle söylemiyor: Eliyle — Elbette var; biz de birer aydınız, bizim de diyorum, maç bu skorla bitiyordu. Nerden bil — Bunu yaklaşınca anlayabileceğiz.
yana doğru tarıyor, çok uzadı kestirmesi gerek. sorumluluklarımız var... din? Bunlar içeri girememiş taraftarlar, baksana — Hadi yaklaşalım...
Çıkınca asıl rengine boyatacağız diyor, sakalı Gördün mü, çayı unuttuk arada. Sen de hiç kulaklarında radyoları. Üzgünüm ama, bu kez — ...Yürüyüş hızında yaklaşıyoruz. Düşüne
da kestik mi, on dokuz yaşın ilkbaharındayız... hatırlatmıyorsun! Kalkmış. Tutuna tutuna tu yanıldın, daha maç başlamadı ki! Asıl sen ya rek yürüyor adam, adımları düşüncesinin hızı
Ellerine bakıyorum. Bir çocuğunki gibi pürüz valete gidiyor, lavaboya tırmanıp tavandaki nılıyorsun dostum, diye yazıyorum, stadın na göre değişerek ama, gitgide hızlanarak...
süz. Temiz birer yaprak onlar, diye fısıldıyor lambaya taktığımız ısıtıcı kablosunu indirecek. önünde kimse yok, birkaç temizlik işçisi... O — Neden?
biri kirpiklerinin ucundan. / Kim? Gözleri kararıp düşmesin de. Tutuklu Konse maç biteli, neredeyse yıl var, seninle zaman, me — ...Nereye baksa deniz görüyor çünkü, ne
Kırmızı Torbalı Kadın: Kırmızı Torbalı yi, bu kez çay içimini serbest bıraktı. Eskiden kân üstü bir söyleşideyiz. reye baksa deniz?
Kadın! diyor, kamuoyu onlardan yanaydı, artı, sessiz Uyumuş. Her yanından kocaman kilise çan — Sonra?
Sonra?.. Sonra, onları dize getirebilecek mi bir çoğunluk vardı... Şimdi gene var, ama bi ları, parmakları arasında yarılanmış sigara, yü — Koşmaya başlıyor, büyücek daireler çize
yiz diye sordum, yastığının altından çıkardığı zim sesimiz de epeyce yüksek çıkıyor. Çayı ge zünde kederli bir anlam. rek... Hız arttıkça, daire geniş bir burgaca dö
gazeteyi uzattı. Al, yanıtı burda: Bu soruyu bek tirmiş. Kâğıtlarımı topluyorum. Çaydanlığı bir — Temiz birer yaprak onlar, usulca el elin nüşüyor, etki alanı içinde ne varsa kendine
liyordu hep, biliyorum. İç sayfalara sığmaya iki sallayınca çöküyor çay... İyi diyorum, faz den... Üşür, üstüne parkam ört... çeken... Sonra da güçlü bir motor sesi duyu
cak büyüklükte bir haber fotoğrafı, altyazısı da la kaynamamış... Şekeri nasıl olsun? Her za Sigarayı alıyorum parmakları arasından. Par yoruz, öne geçerek devam ediyor. Burda bir
ancak bir fotoğrafla tanımlanacak bir kadın an mankinden biraz fazla... Sigara da isterim ama, kamı örtüyorum üstüne. kesme daha yaparak, motorun dönen dişlerine
nem yaşında. Elinde kırmızı torba olmalı diyo şurda güzel şeyler düşünerek uyumak istiyo 5. geçiyoruz...
rum, içinde mavi kazak, yumuşacık, bulut gibi rum... Upuzun, ölü gibi yatıyor üç battaniye — Motor sesi erimeye duruyor, çünkü yük
bir yünden dokunmuş nizamiye kapılarında. Ve nin altında. Yatağa ne zaman girdi ki? Çayını, Uyumuşum. İçimde anlam veremediğim bir selen başka bir sesi duymaya başlıyoruz.
bir şişe benzin yanında ve bir kutu kibrit, tu- ranzaya yanaştırdığı plastik taburenin üzerine üşümeyle uyanıyorum, ağzım zehir. Kule nöbet — Evet... İkinci ses çın çın bir sessizlikte ve
tuşturulmaya hazır olarak. Hayır, diyorum o bırakıyorum. Yaktığım sigarayı da tutuşturu çilerinin vukuat tekmilleri duyuluyor uzaktan. dıştan... “ Çalarlar çocuklarınızı, çalarlar siz
zaman hayır... biz kazanacağız! Bir tekmede yı yorum eline. Karşısındaki resme dalmış: Göz Parkamı alıp kalkıyorum. Tuttuğum notlar sa den... Uyur uyanırsınız, ölü bir oğul...”
kıp kapıyı çıkıyorum koridora. Ellerim sıkılı... leri kısık bir gemici feneri. Deminden beri çılıyor yere. Demek ki yazarken uyuyakaldım, — Anladım, Kırmızı Torbalı Kadın... Ama
İki yanımda iki balyoz. Bağırıyorum, heeeey biz düşünüyorum da diyor, seninle en son, denize başım dönüyor, düşecek gibiyim. Ranza demi neden sahnenin burasında?
kazanacağız! Kalkın çocuklar... Kıralım bütün karşı çay içmiştik dışarda, ama nerde, anımsa rine tutunup geçmesini bekliyorum. Geçince — Oğlunu arıyordu. Oğullar buldu... O yüz
kapıları, çıkalım yıldızların balkonuna. Öfkeyle yamıyorum. toplarım diyorum, onları. Sıcağı sıcağına da bi den.
dokunuyorum televizyonun düğmesine. Top Sakin bir kıyı kahvesiydi, diye yazıyorum ma tirmeli. Ama nasıl? Artan çayı takıyorum ısıtı — Peki devam et...
tam ağlara gömülecekken, kopuyor ses yitip gi saya dönüp, Galata Köprüsü’nün dubalarında cıya. Bitti aslında, yazılacak üç diyalog var...
diyor görüntü. avuç içi kadar bir yer, eski tahta masa ve iskem Çay iyi geldi, yağmur yağıyor, belki de üşü KIRMIZI TORBALI KADIN —Biricik ku
— Gösteriden gelenleri gördün mü? leler, duvarlarda birkaç martı resmi filan... Va mem ondan, biraz yürürsem geçer. Ama kitap zumu kaybetmişim... Gelsene oğlum, tutsana
Ağlara gömülüyor top, beynimin ortasına dü pur kalabalığı, insan denizi ve köprü sevenler lar diye fırlıyor yataktan, kitaplar ıslanacak: elimden, tutsana... / Elini uzatır.
şüyor bir çığ gibi ses. için güzel bir yer diye ekliyor, gözlerini çekip Pencereleri unutmuşum. Günlerdir eski bir çar YAZAR — Bak işte oğulların anacığım, ko
— Goooooooooooooolll!.. o resimden, deniz orda sevilmez ki! Gel, ister şafla örtüyordum, rüzgâr düşürdü anlaşılan; biz şuyorlar... Her birinde mavi renkli bir kazak,
— Maç biteli günler oluyor diyorum sana! sen bir boğaz turu yapalım seninle. Sigaradan de lafa daldık... Çarçabuk topluyorum onları, elceğizinle dokuduğun...
Hâlâ bana, gecikmiş gol sesleri saydırıyorsun. uzun bir nefes çekerek, yapalım be, diyor, hem çarşafı yeniden geriyorum pencere kapakları KIRMIZI TORBALI KADIN — (Onlara dö
Bunu yapman zorunlu mu? rüzgârı da karşıdan alırız... Bakarsın türkü bi na... Bu söyleşi nasıl bitecek, buna bir tutamak nerek) Oğullar... Aslanlar... Sizler koşarak ge
— İri puntolar batmış olmalı gözüne. Masa le söyleriz... Parkanı giyd'ysen başlayalım. Ta çersiniz. Hep koşarak, hep... Duymazsınız,
ya dönmekten başka umar yoktu. Masada bir mam başla sen, şimdi giyinip yetişirim sana. görmezsiniz, koşarak geçersiniz...
gazete -onun üstünde tutuyordun notları- ga Dinle diyorum, Gülhane Parkı’ndan çıktık yo — Kadının sesi giderek yükseliyor...
zete sarıkırmızı bir bayram sevinci kocaman la... Sonra Sirkeci’ye vurduk, diye tamamlıyor, — Evet... Adeta bir çığlığa dönüşüyor. Şim
puntolarla: GALATASARAY TUR ATLADI: ordan doğruca Galata Körüsü’ne... Yaya gidi di dairenin tam ortasında, elini uzatıp koşan-
— Araya girip durma! Gördüm, diyorum, yoruz ama! Parkasını giyinmiş, şimdi volta atı lara değmeye çalışıyor ve daire tam burada
hepsi de pırıl pırıl çocuklar... Dışarısı çok ha yor önümde... Güpegündüz... Söze atılıyorum, çözülmeye başlıyor, tıpkı bir makaradan diğe
reketliymiş söylediklerine göre. Aydınlar da yo güpegündüz ne? Güpegündüz Galata Köprü- rine aktarılan iplik gibi tersine çevrinme. Hep
ğun olarak ugraşıyorlarınış. sü’nden geçiyoruz, her yanda afişlerimiz var ve si de mavi kazaklı çocuklar tek sıra halinde
— E.eee, demokrasiye geçtik artık, havalar vur emriyle arıyorlar, seninki de laf mı şimdi? koşarak duvarın içinde kayboluyorlar...
pembe gidiyor ya! Peki devam et sen... Karaköy iskelesini geçtik, — Kadın?
— Ne diye kinayeli konuşuyorsun, onların şimdi otoparkın orda bir yere uğramamız ge — Kadın da koşuyor onların ardından...
yaptıklarını yok mu sayacağız? rekli. Neden? Nedeni var mı, son model dakti Gözden ırayıp gidiyor... Nasıl?
Öfkelendi. Alnı çarçatık bir kuşkayasına dö lolar orda. Oraya neden uğruyoruz bizim Soruyu duymazdan geliyorum. Söyler misin,
nüştü. Battaniyeleri fırlatıp atacak üstünden... daktilo cezaevi deposunda! O kadar sabırsız ol diyorum, daha ne kadar koşabileceksin? Ken
Atıyor. Elleri büyüyor, iki yanında iki balyoz. ma, vitrine baktık gözümüze kestirdik gece da dinden güvenli yanıtlıyor:
Az önce pürüzsüz, temiz birer yapraktı oysa. lıp kaldıracağız... Sigarası sönmüş, kibriti — En az bin yıl! Ben, özgül ve mutlu ülke
Gövdesi kök tutmamış yeni bir kavak, eğilse istiyor atıyorum. Yakıyor. Sonra stadın önüne ler kuracak insanlar kuşağıyım...
tam ortasından kırılacak... Ne yaptı aydınları geldik... O ne, sen öne geçtin, arkanda kal — Kalkıyor. Ama daha bitiremedik ki!
mız ha, kendi gölgelerinden bile korkarak sus dım... Omuzlarımızın üstünde uzunca bir san — Bitirdik, bitirdik! Patates haşlamaya gi
tu la r... Külçe gibi yığılıyor tabureye. dık var. Ama bir tabut mu diyorum, araya diyorum ben. Beşinci gol yok bu maçta... Ga
Öfkelenmenin yeri değil ki, diyorum, seninle de böyle iç karartıcı şeyler sokmasan! Elimde de latasaray kaybetti! biz kazandık! Z
tartışmaya gelmiyor, günlerdir milim ilcrleye- ğil, güzergâhı sen seçtin! İyi de ölen kim? Bu
medik! İki metrelik beton olsa, en az yarım met nu, ancak önümüzdeki günlerde yanıtlama Ş u b a t/M a rt 1989
17
1988
1989 YUNUS NADI ARMAĞANI
İkincilik ödülü Ruşen Sümbüloğlu: ‘ Tanık olunan her şey sorumluluk yükler’
Sivas'ın Zara ilçesinde doğan Ruşen lunun yeniden sorgu için şubeye çağrılmalarını, ko duğu cezaevi izi biraz daha pişirdi, olgunlaştırdı. Sa
Sümbüloğlu, ilk, ona ve lise öğrenimini Zara’da ğuş arkadaşlarının buna karşı koymalarını, bunun natsal kaygı ağırlıklı olmak üzere bir şeyler üretme
tamamladıktan sonra Ankara’da Hacettepe üzerine güvenlik güçlerinin koğuşa gaz bombası ata gerekliliğini doğurdu. Zaman bol içerde. Ne yapaca
rak üç arkadaşlarının ölümüne yol açmasını anlatan ğız? Ya kendi kişiliğimizi, değsrlerimizi bir yana ata
Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne girdi. Öğreniminin
röportajıyla ödül aldı Ruşen Sümbüloğlu. Bir yaşa rak uymak zorunda kalacağız ya da içimizdeki baş
üçüncü yılında, 1981 başlarında tutuklanarak
mışın ağzından yaptığı röportajın dereceye girmesi kaldırıyı bir biçimde ifade edeceğiz. Yazmak, bu baş
TCK’nın 146/Finci maddesine muhalefetten kaldırının ifadesi bir anlamda.
nin sevincinden öte kendisini yazmaya sürükleyen
yargılandı ve ömür boyu hapse mahkûm oldu. nedenin önemi vardı Sümbüloğlu için. Bu nedeni de — Röportajınızda, öykülerinizde, romanlarınız
Halen Gaziantep Öze! Tip Cezaevinde tutuklu şöyle özetleyiverdi: da, konularınız hep tanık olunan bir süreci mi an-
bulunuyor. Ruşen Sümbüloğlu’nun röportaj “ Tanık olunan her şey insana bir de sorumlu l a t ı y or?
çalışmasında “ZOZAN" diye isimlendirilmiş olan luk yüklüyor. 0 sorumluluğun bir anlatımı olarak — Dokuz yıldır Türkiye'nin birçok sorunuyla yüz-
kişi, Haşan Asgar Gürgöz'dür. yazıyorum.” yüze geldik. Dönem, bizim için oldukça zor geçti. Si
Dokuz yıldır cezaevinde yatıyor olmanın, bir o ka yasi tutumumuzdan dolayı içerdeyiz. Bu tutumun da
Soluk soluğa girdi cezaevi müdürünün odasına. Bek dar da yatacak olmanın birikimi, sorumluluğa exle- birtakım bedelleri var. Bu bedellerin neler olduğu
lenmedik bir anda, havalandırmada top peşindeyken nince günlük tutarak başladığı yazmayı öykülere, ro nu anlamaya başladık. Beklediğimizden daha üst bo
gelen çağrının uyandırdığı korkuyla süzdü odadaki- mana aktardığını söylüyor Ruşen Sümbüloğlu. yutlu sancılarla, acılarla karşılaştık. Gördüğümüz yan
leri. Hâlâ saçlarından süzülen terini, elinin tersiyle sil — Yazmak cezaevinde olmanın yarattığı kaçınıl lışlıklar, çarpıklıklar, zapturapçı tutumlar ve bunlar da
di. Yunus Nadi Armağan Röportaj yarışmasında ikin maz bir olay mı? ha sonraki dönemlerimizde bu türden olayların olma
ciliği aldığını duyduğunda derin bîr soluk aldı, göz — Dokuz yıldır cezaevindeyim. Tahliyeme de bir ması için yazma gerekliliği doğurdu. Tanık olduğum
lerindeki korku, yerini sevince, onurlu bir sevince o kadar yıl var. Kuşkusuz bunca sürenin yarattığı bir her şeyi yazmaya çalışıyorum. Çünkü tanık olunan
bıraktı. birikim var ve bu birikim bizi yazmaya zorluyor. Ama her şey bir de sorumluluk gerektiriyor. O sorumlulu
Alemdağ Cezaevi'nde 22 Kasım 1981’de iki tutuk- tam anlamıyla özlemlerin, beklentilerin, ayrılıkların ol ğun bir ifadesi olarak yazıyorum. □
R öportaj
KONU: m SAN H A K L A D I
nin olumsuz koşullan bir yana, artık hiçbir gü davasından yargılanan o arkadaşın polisçe is yor mu? ğı benzetmesinin o anda aklıma gelmesi ne ga
vencesi kalmayan ve bir zamanlar oraya gitme tendiğini söyledi. İnanılır ve ikna edici olması ZOZAN: Kapılar açık değildi ki!.. rip!- çökmekle olduğundan görme duyusundan
nin işkenceden kurtulmak olduğu gerçeği de de açısından ve ayrıca olayların büyümesini engel RUŞEN: Bombalar atılmadan önce kapılar açıl da söz edilemezdi. Tüm fiziki yetilerimin hızla
ğişmişti. Artık her an polise alınabilir ve işkence lemek için de Haydar Saltık imzalı kâğıdı gös madı mı? etkisizleşmeye başladığını dehşetle algıladım. 12
edilebilirdin. Götürülmen için Sıkıyönetim Ko- terdi. Temsilciler sorunu görüşmek üzere geri ZOZAN: Hayır açılmadı. Eylül öncesi olayların kenarından, köşesinden
mutanı’nın emri yetiyordu. Can bahası verilen geldiklerinde gerilim üst düzeye tırmanıyor, peş- RUŞEN: Ama nasıl olur? Gaz bombalarını si değil tam ortasından gelmiştim, o yüzden de
mücadelelerle geriletilmiş ve eski hızı kesilmiş peşe ve eskisinden daha güçlü bir şekilde slo zi dışarı çıkartmak için atmamışlar mıydı? neyimliydim ve önceleri de çok olmuştu, böy
olsa da keyfi yönetim, yaptırım, işkence ve in ganlar atılıyordu. İstenenin kimliği hiç önemli ZOZAN: Evet ama kapılar kilitliydi ve henüz lesi dehşet anlarında, ölümle yaşam arasında
san onuruna ters düşen tüm uygulamalara karşı değildi, önemli olan bir insanın, bir devrimci açılmamıştı... ki sınırın çok belirsiz olduğu o anlarda, beynin
açıktan mücadele edildiği ve başeğilmediği o ko nin işkence yapılmak üzere istenmesine ve in RUŞEN: Ama ama bu, öldürmeye çalışmak gibi nasıl olağanüstü bir hızla çalıştığını biliyordum.
şullarda, direnişimiz çok haklı olarak polise san düşüncesi ve etkinliğinin o en iğrenç biçi bir şey... Nasıl olur? O gün ve özellikle o anda da öyle oldu, bir ba
adam vermeme noktasında da odaklanıyordu. mi olan işkenceye karşı çıkılmasıydı. Birbirine ZOZAN: Objektif olarak öyle; aslında amaç kıma ne yapacağımı bilemediğimden, çaresiz
RUŞEN: Evet... Anımsıyor musun? Geçen yıl kenetlenmiş kitle etten barikat yaparak her şe ları bizleri iyice sersemletip beşer onar dışarı çı lik içinde beklerken buldum kendimi...
Anayasa Mahkemesi yeni bir karar aldı. Buna ye hazır bir halde ama bilinçli bir kin ve nefre kartmaktı. Olaydan sonra görüşçülerimizden ve RUŞEN: Peki, diğer arkadaşlar ne yapıyordu?
göre: artık cezaevlcrindeki tutuklu ve hüküm tin billurlaşmış bir ifadesi olarak bekliyordu. bazı cezaevi personelinden duyduğumuza göre, Onları görebiliyor ve yaptıklarını algılayabili
lüler emniyete götürülemiyorlar, ancak savcı RUŞEN: Temsilcileriniz idareyle yalnız bir kez iş organize edilirken, bombalar atıldıktan son yor muydun?
lığa çağrılıyor ve gerek görülürse savcının önün mi görüşlüler? ra kapıların açılması düşünülmüş. Ama bu ev ZOZAN: O yarı bilinçlilik durumunda bile ayırt
de sorgulanabiliyorlar... ZOZAN-.Hayır, birkaç kez gidip geldiler. Her deki hesap. Bombalar atıldıktan sonra kapı alt edebildiğim kimi şeyler vardı. Sesleri duyabili
ZOZAN: Nasıl anımsamam! Aslında bu nok- seferinde de “ Arkadaşımızı vermeyeceğiz,” de larından ve mazgal deliklerinden zehirli gaz ko yor ve bir kısım insanı görebiliyordum. Örne
la, tam da bizim haklılığımızın, kurulularınca diler. Daha önceleri de bu tür durumlarda böy ridora yayılıyor. Kapıyı açmaya gelen askerler ğin bir kısmımız, yarı bilinçli ya da bilinçsizce
doğrulanmasıdır. Anayasa Mahkemesi eğer bu lesi “ ikna turları” yaşanmıştı. Direniş cezae kapıya varamadan düşüp bayılıyorlar, sonra bir hâlâ birbirimize sıkı sıkıya yapışmış, kenetlen
gün, “ İşin doğrusu budur," diyorsa, 12 Eylül vinde dalga dalga yayılırken, temsilcilerimiz de miş durumdaydık. Her şey öylesine ani olmuş
adaletinin yasal haklara saldın içeriği taşıdığı bizim belirlemelerimize uygun olarak idare ve tu ki birbirimizden ayrılmamız gerekli mi, de
da böylece ortaya çıkmış oluyor. Altı-yedi yıl koğuşlar arası mekik dokurlardı, görüşmeler ğil mi diye düşünemedik bile. Biz kapının önün
önce, “ Cezaevinden emniyete adam götürmek anlatılır, tutumlar saptanırdı. O gün de normal de etten barikatın ilk sırasındaydık ve pencere
yasal değildir” dediğimiz zaman suç işlemiş olu prosedür işliyordu. Öğle vakti başladı görüşme ye uzaktık. Temiz havanın olduğu o yere ula
yorduk. Bugün Anayasa Mahkemesi tersi du ler ve birkaç saat sürdü. Aramızda çıkan gö şabilmemiz imkânsızdı. Bir kısmımız hâlâ ba
rumun suç olduğunu ilan ediyorsa, bu, o zaman rüş ayrılıklarının bir ifadesi olarak epeyce uzun ğırıyor: “ Kahrolsun işkence!", “ İnsanlık onuru
devletin binlerce, on binlerce kez bu suçu işle süren bir tartışma süreci yaşandı. En sonunda işkenceyi yenecek!" diyerek slogan atıyordu.
miş olduğu anlamına gelir. idarece tanınan beş dakikalık süre içinde arka Birkaç insan pencerelere tırmanıyor "Binbaşını
daşın teslim edilmemesi halinde operasyonla alı bizi kurtar!" diyerek yalvarıyordu. İlk anda gö
RUŞEN: Haklılığımız belgeleniyor; ama bizim rebildiklerim bunlardı.
nacağı tehdidiyle temsilcilerimiz geri geldiler ve
açımızdan oldukça pahalı bedellerle tabii... O
gelişmeleri bizlere bildirdiler. Son bir kez, du RUŞEN: Gerçekten çok trajik bir durum!..
dönem binlerce insan defalarca emniyete götü
rum değerlendirildi. İstenen kişinin ait olduğu Ölüm ne büyük sınavcı! Ölümle yaşam arasın
rüldü, getirildi, cezaevlerinin önünden binleri
grubun muhalefetiyle, genel bir görüş birliği da bir yerde insanın yaşamı seçmesini yadırga
ni almak için gelmiş polis otoları hiç eksik ol
sağlanarak, günün ve o anın koşullarında pa mıyorum: ama daha birkaç dakika önce eyle
madı.. Peki vermeme tavrınızın başka bir ge
zarlık yapılıp verilmesi kararı alındı. Ve tam min o coşkulu havası içindey ken birden binba
rekçesi var mıydı? idareye bildirilecekken olan oldu.
ZOZAN: Evet, bir de özel gerekçemiz vardı. şıya yalvaran insanların ortaya çıkmasına ne di
RUŞEN: Pardon, alınan bu son verme kararı yorsun?
Emniyete götürülmek istenen arkadaş, cezae
nı sizin koğuşun temsilcisi dışında, diğer koğuş ZOZAN: Davranışlarını insanca bir tepki ola
vine daha bir iki gün önce gelmişti. Onca işken
lardan herhangi birinin temsilcisi idareye bil rak görüyor ve anlamaya çalışıyorum. Ama
ceden çıkarak cezaevine adımını yeni atan bi
rini ertesi gün yeniden almaya gelmişlerdi. Bu dirmiş olamaz mı? kendimin, o yarı bilinçlilik halindeyken onlaı
özgün durum haklılığımızı daha bir perçinliyor ZOZAN: Ben hiç bildirilmedi diye anımsıyo gibi dav ranmadığımı bilmemin rahatlığı içinde
ve bizi daha fazla etkiliyordu. Tavrımız, için rum, ama “ İkibin’e Doğru” d„ olayı mektupla yenisi geliyor, o da bayılıyor. Öylesine acemi olduğumu inkar edemem...
de yaşadığımız cezaevi cehennemlerine eklene anlatan arkadaş, “ idareye vereceğimizi söyle ce bir iş ki tek bir askerde bile gaz maskesi yok! RUŞEN: Peki /o zan , o ölüm sınırı dediğin an
cek bu yeni emniyet cehennemlerine karşı ko- diğimiz halde” idarecilerin “Siz verseniz de al Bizim içerdeki paniğimiz sürerken aslında di da hissettiklerin nelerdi?
yuştu. Sloganlarımız haklılığımızı içeren hay mayacağız, biz istediğimiz yoldan ve kendi bil yarda da bir panik yaşanıyor. Binbaşı, “ Ne halt ZOZAN: Artık hiçbir >ey i görmez ve işitmez ol
kırışlardı. diğimiz gibi alacağız,” dediklerini yazmıştı. Bel ettim ben" diyerek eline geçirdiği kazmayla pen duğumun ayırdına vardığım o anda bey nim sü
RUŞEN: Daha önce hiç benzeri bir olay yaşa ki de öyledir, tam emin değilim.. cere demirlerine ve duv arlara saldırıyor, aklın ratle çalışıyordu. Sonradan anımsadığım, bu ka
mış mıydınız? RUŞEN: “ Karar idareye bildirilecekken olan ca bizi kurtarmaya çalışıyor ve o arada da as dar çok şeyi nasıl düşündüm ya da ne kadar za
/OZAN: Tabii.. Daha önce de birkaç kez ol oldu,” demiştin, ne oldu devam eder misin? kerlere emirler yağdırıyor. man oldu, bunları hiçbir zaman söyleyebilece
muştu ve her seferinde de tutuklular, yüzlerce ZOZAN: Koğuşumuz zemin katıııdaydı. Pen RUŞEN: Ne acı bir durum!.. Yaşamınıza mal ğimi sanmıyorum. Çünkü bombaların etkisinin
coplu, köpekli, silahlı askerlere karşı direnmiş, cereden dışarı bakıldığında ancak bir insanın di/ olacak hu tiır küçük bir ayrıntı karşısında ne sürdüğü o koşullarda ne kadar kaldık, ne ben.
ancak şiddet kullanılarak ve günlerce süren iş kapaklarına kadar olan kısmı görünürdü. Ve düşünüyorsun? ne de bir başkası saptayabildik. Belki çok kısa
kence ve açlık grevleriyle sonuçlanan bir süreçle o anda yüzlerce askerin bahçede olduklarını an ZOZAN: İrkiliyorum!.. Operasyona gelenlerin ve belki bir asır kadar... Bu süre içerisinde bey •
ve zorla alınmışlardı. Ama vermeme tavrımız ladık, operasyon için gelmişlerdi. Böylesi du insan yaşamına hiç, ama hiç önem vermediği nimin milyonlarca kez yoğunlaştırıp çoğalttığı
her zaman için gcçerliydi, aslolan direnmekti. rumlarda hep yaptığımız gibi kapı önünde kol- nin bundan daha açık bir örneği olabilir mi? görüntülerle uğraştım durdum. Her şeyin ba
Böylesi durumlarda sonuç hiç önemli değil, kola girerek oluşturduğumuz et duvarında ope RUŞEN: Bu sırada sizler ne yapıyorsunuz? İçer na inanılmaz geldiği bir anda ölüm duygusu ha
önemli olan insan onurunun çiğnenmesine ke rasyonu beklerken, pirden askerlerin penceıe- de neler olup bitiyor? zırlıksız çıkıv ermişti karşıma ve ben buytık biı
sinkes karşı çıkmaktı. Nitekim o keziııde alıp erdeki tel örgüleri makasla kestiklerini ve canl ZOZAN: Doğrusu ölümcül bir tehlikeyle karşı açgözlülükle dışardaki yaşamımdan anları ha-
götürüyorlardı, ama bir kez daha geldiklerin arı kırdıklarını gördük. Ne yapmak istedikle karşıya olduğumuzun ilk anda ayrımına vara bire üretip duruyordum... En çok da yaşam vv
de karşılarına yine aynı sürat ve kararlılıkla di rini anlamaya çalışırken pencerelerden ve maz madık, şaşkındık, paniklemiştik. O anda bek ölüm üzerine çeşitlemelerle uğraşımı durdum.
kiliyorduk. gallardan koğuşa çok sayıda gaz bombalarının lemekten ve olacakları görmekten, daha doğ RUŞEN: Ne gibi çeşitlemeler? Biraz bahsedeı
RUŞEN: O gün de ayııı şeyler mi yaşandı? Ge ıııldığını dehşetten çok şaşkınlık içinde gördük. rusu tüınii dehşetiyle yaşamaktan başka yapa misin?
lişmeleri anlatır mısın? Zemin katındaki havasız, el kadar koğuşa bir cak hiçbir şey yoklu. Nasıl olsa gözyaşartıcı ZOZAN: Anımsıyorum, kapının önüne yava
ZOZAN: O gün de öyle olacağı sanılıyordu ama anda onlarca bomba atılmıştı. Öylece kalakal bombadır diye düşünüyordum ki artık görmek şa! aş çökerken beş sözcü Mu bir cümle kurdum:
yanıldık... Cezaevi Müdürü Binbaşı Hüseyin dık! ten de söz edilemeyeceğini anladım. Çünkü bir "Ölüm benim için hiç olmayacak!" Bu da ne
Babacan temsilcileri çağırdı ve “ İşçinin Sesi” RUŞEN: Dışarı çıkmak o anda aklınıza gelmi zindan karanlığının -Zindanda zindan karanlı reden çıkmıştı? Ve kendime sormaya başladım:
19
YUNUS NADİ ARMAĞANI
Yaşamın anlamı neydi, ya ölüm, mutlak ölüm ğumu bile unutuyorum. İster istemez ben de bu başıya bakıyorum; durumumuza hiçbir anlam
karşısında yaşamın tutumu ne olmalıydı? “ Ben halde miyim düşüncesine kapılıyor ve bu duy veremedikleri belli, onlar da şaşkınlık içinde ve
yaşarken ölüm olmayacak ve öldüğüm zaman guyla olsa gerek, onları daha bir dikkatle ince hiçbir tepki göstermeden bizi izliyorlar...
nasıl olsa ayırdına varamayacağım için, ölüm lemeye çalışıyorum. İlk ve çarpıcı yanlar ola RUŞEN: Peki Zozan dost, bu olayın devamın
benim için hiç olmayacak" diye ölüm üstüne rak müthiş büyümüş ve kızarmış gözlerini ve da ne var?
düşünce üreten Sokrat veya bir başka antikçağ peşpeşe dökülen gözyaşlarını görüyor ve müt ZOZAN: Devamında yürek sızılarımız var...
filozofu muydu? Ölüm nasıl bir şey acaba, tam hiş etkileniyorum. Sonra dehşetten çarpılmış, Ölüm var!.. Ölülerimiz vâr!..
bu ölüm anında onu anlayabilecek miydim? simetriği bozulmuş, tuhaf bir renge bürünmüş RUŞEN: Seni üzmeyeceksem anlatır mısın, na
Acaba Sokrat bu düşüncelerinde haklı mıydı ve yüzler... Neler konuştuk ya da mantıklı şeyler sıl öldüler?
böyle düşündüğü için mi baldıran zehirini hiç sorduk veya söyledik mi, şimdi anımsayamıyo ZOZAN: Anlatayım... Bahçede halay çekilir
karşı kovmaksızın içip öldü? Yoksa, ölümün ki rum. Bir süre sonra etrafımıza ve diğer arka ken battaniyelere sarılı iki arkadaşımızı getiri
şinin kurtuluşu olduğu düşüncesiyle mi bu ka daşlara baktık, o anda herhangi bir filmden, yorlar. Duvar dibine oturtuluyorlar, tabii he
dar rahat kabullendi onu? Ya Hegel, “ İnsan bi Hitler'in temerküz kamplarından bir görüntü men yanlarına koşuyoruz. Biri Hakan Merme-
reysel varoluşunu, kurtuluşunu ve özgürlüğü gelip çakıldı beynime ya da bir yanılsamaydı ya roluk, diğeri Şerif Yazar isimli arkadaşlar... Ölü
nü ölümde de gerçekleştirir" mi diyordu? Hem şadığım, bu görüntüler filminkiler mi yoksa o gibiler, gözleri kapalı, dış dünyayla en küçük
ne demek istiyordu ve hem de haklı mıydı? Ya ankiler miydi, birbirine karıştırdığımı anımsı bir ilgileri yok. Aklımıza ilk gelen şey, doktor
yorum. Acıyla çarpılmış yüzler, salya-sümük ve istemek ve hastaneye götürülmeleri için zorla
da iaboratuvarmda çalışırken, radyasyon teh
didi altındayken, ister istemez ölüm üstüne dü durmadan akan gözyaşlarıyla yüzler ve yüzler... mak oluyor. “ Tamam” , diyorlar; “ Götürece
şünen Joliot Curie, “ Aslolan yaşamaktır ve ben Gömlekleri açılmış vücutlar, pantolonları sıy ğiz” . Ama ne gelen var tıe giden. “ Doktor is
öldükten sonra da yaşayacağım, çünkü yaşadı rılmış, yırtılmış ve yerdeki su birikintileri içine teriz!” diye sayısız slogan atıyoruz, ama zaman
ğım her yerde, hiç olmazsa, benden izler kala oturmuş çömelmiş, yatmış insanlar, insanlar... hızla geçiyor, dostlarımız an be an uzaklaşıyor
cak,” derken daha mı anlamlı ve doğru şeyler lar bizden ve nice zaman sonra götürülüyorlar...
şaşırıyorum. Eski coplanmaların acısı geliyor İki gün hep onlardan iyi bir haber gelecek umu
söylüyordu?.. Curie’yi ölüm üstüne düşünce RUŞEN: Yerdeki su birikintilerinin anlamı ne? aklıma... Aldırmıyor ve hiçbir tepki gösterme
leriyle kendime yakın bulduğumu, Sokrat’m ya ZOZAN: Meğerse bazı arkadaşlar her ihtima duyla bekliyoruz, zaman geçtikçe yaşayacakla
den ilerliyorum. Havalandırma kapısına vardı rına dair beklentilerimiz artıyor. Ama sanıyo
da bir başka antikçağ filozofunun söyledikle; le karşı kovalarla su getirmişler ve o arada ko ğımda, yüzbaşının yanındaki binbaşıya, “ Ko
rinin doğruluğuna da ikna olduğumu anımsı runmak için havlularını falan ıslatmışlar; ama rum üçüncü gün H akan’ın, birkaç gün sonra
mutanım coplamanın bir yararı yok, olacakla da Ş erifin ölüm haberlerini alıyoruz.
yorum... Ama yine de öldüğümde neler hisse ya kullanamamışlar ya da hiçbir yararı olma rı kadar olmuşlar zaten!” dediğini duyuyorum.
deceğimi dehşetli merak etmekten kendimi ala mış, çünkü sonradan anladık, bombalar yalnız Havalandırmaya giriyorum. Arkadaşların, du RUŞEN: Öldüklerini duyunca neler yaptınız?
mıyordum. Kendimden izler kaldı mı, nereler ca göz yaşartıcı değil, aynı zamanda zehirli gaz var diplerinde çökmüş ya da uzanmış ve çoğu ZOZAN: Her defasında cezaevi slogan sesleri
de ve nasıl? Bir ömür adadığım düşüncelerim lar da içeriyorlarmış. nu da kusarken görmek, beni yeniden etkiliyor. mizle inledi durdu. Onların anılarını içimizde
doğrultusunda bir yerlere varabildim ve yaşa RUŞEN: Nasıl anladınız? Aklıma bir başka filmden benzer görüntüler ge yaşatacağımızı, dosta düşmana duyurduk. Bir
mın gerçek anlamını yakalayabildim mi? De ZOZAN: Sonradan koğuşa döndüğümüzde, bir liyor. Yemyeşil ve korkunç iğrençlikteki görü de sanki dışardaymışız gibi, sanki faşizmi la
vamında; şimdiki ölümümle bile hiç olmazsa, ara arkadaşlardan birisi iki elinde birer konserve nümüyle ben de kusmaya başlarken sanki bey netleme mitinglerinden birine gitmişiz gibi, öf
faşizmin teşhirine biraz da olsa katkı yaparak kutusu benzerleriyle geliyor, askerler bulama nim boşalıyor ve hiçbir şey düşünemez hale ge ke dolu sessizliğimiz içinde kolkola girdik, ha
yaşamıma mutlaka anlam kazandırmış olaca mışlar ve bunların görevlerini büyük bir titiz liyorum. Havalandırmaya bir kez daha bakı valandırma bahçesinde protesto yürüyüşü yap
ğım düşüncesiyle rahatladığımı hissediyorum. likle yerine getiren bombalar olduklarını hemen yorum, her taraf bu kusmuk birikintileriyle do tık. Bunu, görkemli sessizlik ve düzenli ayak
Tam bir dinginlik içindeyim... O anda çok ga anlıyoruz. Üzerlerindeki garip şekilleriyle gö lu, tüm arkadaşlar belli bir tiksinti ve nefreti sesleri arasındaki müthiş etkileyici bir an ola
rip ve çelişkili bir şeyin daha farkına varıyorum; zümüze çarpan ilk şey “Boğucu, yakıcı, göz yansıtan gerilim dolu yüzleriyle öylece duruyor rak hep hatırlarım.
havasız kaldıkça daha derinden soluyorum, da yaşartıcı” ve bir de İngilizce olan “ No use lar. Birden bir şey oluyor, bir arkadaş havalan RUŞEN: Peki bu iki dost insan dışında yeni ka
ha derin soludukça daha çok zehirli gazı ciğer »arprisoners” sözcükleriydi. Bu da, “ Savaş dırmanın ortasına yürüyor ve bağırıyor: “ Kal yıplarınız oldu mu?
lerime dolduruyor ve daha çabuk ölüme koşu esirleri için kullanılmaz” demekti. kın ayağa arkadaşlar! Kalkın düşmana inat, ha ZOZAN: O aylar içinde bir üçüncü arkadaşın
yorum. Ve bunun karşısında trajik bir boşver- RUŞEN: Ama size karşı kullandılar... lay çekeceğiz!” diyor. tahliye olduktan hemen sonra öldüğünü duy
mişlik duygusu her yanımı sarıyor, tam bir ka ZOZAN: Hem de onlarcasını birden. Bu ger RUŞEN: Ciddi misin? Nasıl karşılanıyor arka duk.
yıtsızlık ve tepkisizlik... Söndüğümü hissediyo çek bile onların bizi aynen Hitler yöntemleriy daşın bu güzel önerisi? RUŞEN: Suç duyurusunda bulundunuz mu, bu
rum. le her zaman toptan imha etme istek ve arzula ZOZAN: O öfke ve coşku dolu ses hepimizde olayda kimi ya da kimleri suçlu görüyorsunuz?
RUŞEN: Hâlâ kapılar açılmıyor, değil mi? Ka rının somut bir ifadesi oluyor... Sonra bu ku yankı buluyor, bir kısmımız başlangıçta kayıt ZOZAN: Suç duyurusu dilekçeleri verdik, ama
patılmışlığınız sürüyor... tuları el altından dışarıya gönderdik. İstedik ki sızlıkla karşılassa da sonunda hemen herkesin ne kamuoyundan ne de basından bir ses çıktı.
ZOZAN: Evet açılmıyor. Ama o anda bir şey bize yapılan vahşeti teşhir edelim; ama neden yamtı bir ve aynı oluyor: “Çekelim! Halaya du Sıkıyönetim Komutanlığı nezdinde, binbaşı
oluyor, grimsi görüntüler ve aydınlık... Yeni se bir türlü kullanılmadı. ralım!” Ve üçer beşer orta yere koşuyorlar... hakkında sözümona başlatılan soruşturma tam
den doğmuş gibi hissediyor ve yaşamaya devam RUŞEN: Yeniden koğuşa dönsek... O anda akıl almaz bir enerji ve coşkuyla can bir fiyaskoyla sonuçlandı ve bu korkunç olay
ettiğimi anlıyorum, yavaş yavaş çekilmekte olan ZOZAN: Evet... O ara havalandırmaya çıkma lanan ve halaya duran arkadaşları, gerilimin dönemin bir yüz karası olarak, Hitler yöntem
grimsi görüntüler ve aydınlık arasındaki belir mız söylendi. Kapıların açıldığını hiç fark et kaybolduğu gülümseyen aydınlık yüzleriyle gö lerine benzerliğiyle, aldığı canlarla tarihe geç
gin çatışma, bana yaşam kaynağı gibi geliyor... memiştik bile. Birbirimize destek olarak, yar rüyorum. ti. Sorumlulara gelince: Binbaşı ve diğerlerinin
O gün İstanbul’da bir lodos yaşanmış ve daha dım ederek, yalpalayarak, cansız bir kütle ha RUŞEN: Beni duygulandırıyorsun... Bizim en anlatımlarından aslında bu bornba türünü ken
sonra görüşçülerimizden öğreniyoruz, genel bir linde havalandırma merdivenlerine yöneldik. İş güzel yanımız biraz da bu değil mi? Ölümler dilerinin de bilmediği, emrin bizzat Haydar Sal-
katliamın olmamasının nedeni olarak, kuvvet te hiç de şaşırtıcı olmayan bir görüntü daha; el den çıkıp sıcağı sıcağına halaya durmak! Böy- tık’tan ve o dönem görev yapan alay komuta
le esen rüzgârın zehirli gazın dağılmasındaki be lerinde copları bir sürü asker rastgele önlerin lesi görkemli bir duyguyu paylaşabilmek kaç ki nı albaydan yazılı olarak geldiği, bombaların
lirleyici rolünü... O rüzgâr bizi kurtarmış. den geçen heıkesi copluyorlardı. şiye düşer? Peki sen de halay a katılıyor musun? da özel olarak bu olayda kullanılmak üzere on
RUŞEN: O anda koğuşu ve yaşananları biraz RUŞEN: Ne diyorsun! Bir de o halinizle size ZOZAN: Keşke katılabilseydim, ama yaşamım lar tarafından göndertildiği bilgilerine ulaştık.
anlatır mısın, neler görüyordun? davak mı atılıyor? da hiç halay çekmedim ki! Fakat seyrederken Binbaşının nispeten liberal ve işkenceci olma
ZOZAN: Yerde, ranzalarda, boylu boyunca se ZOZAN: Evet. o coşkuyu oturduğum yerden paylaşıyorum. yan genel yapısı ve tüm anlatılanlardan sonra
rili insan görüntüleri ve pencere demirlerine öy RUŞEN: Niçin ama? Oyundan oyuna geçiliyor, halkımın diliyle söy esas sorumluluların Haydar Saltık ve albay ol
lece asılı kalmış insanlar... Temiz havanın ver ZOZAN: Belki saldıracağımızdan çekiniyorlar, lenen şarkılar eşliğinde coşkulu, ritmik, karar duğu sonucuna ulaşmıştık.
diği bir canlanma ve tam o anda, yanımda iki belki bizi sağsalim ayakta görünce alıştıkları lı ayak seslerinin havalandırmayı sardığım gö RUŞEN: Farklı düşünenleriniz var mıydı?
dava arkadaşımı bana bir şeyler söylerken gö davranışı sergiliyorlar. Kimsede ne bir ses, ne rüyorum ve içimi, tanımı çok zor, büyük bir ZOZAN: Kimi arkadaşlar, binbaşının da so
rüyorum. Dikkatimi yoğunlaştırmaya çalışırken bir tepki; önce bir anlam veremiyorum, tam o mutluluk kaplıyor. Birden pencerelere bakıyo rumlu olduğuna inanıyorlardı...
bu yüzlerin verdiği dehşet duygusunun tüm ben anda copların üzerime yağdığını görüyorum. rum. Salkım saçak! Şaşkınlık içinde bizi seyre RUŞEN: Merak ettiğim bir konu daha var: Po
liğimi sardığım ve o anda nefes almakta oldu Fakat hiçbir şey hissetmiyorum ve buna oldukça den yüzlerce asker!.. Binbaşı ve yanındaki yüz lislerin almak istedikleri arkadaş emniyete gö-
20
YUNUS NADİ ARMAĞANI
türüldii mii? müyle çekilmesini bekledik. Buna karşın içeri dukça kötü ve sorunlu geçti. öldüğümü - ölmek ne demek, her gündeme ge
ZOZAN: Evet götürdüler... Bizler dövülerek girdiğimizde korkunç ekşilikteki tuhaf bir ko RUŞEN: Konuşmamızın sonuna geldik sayılır... lişinde defalarca öldüğümü - söylemeliyim. Yal
havalandırma bahçesine çıkartılırken onu da kuyla karşılaştık. Sonra savaş alanına dönen ko Eklemen gerektiğine inandığın şeyler var mı? nızca bizim üç ölümüzde değil, kucağında to
alıp polislere teslim etmişler. Daha sonra duy ğuşu temizleme gibi bir girişimde bulunmadan ZOZAN: Var... Şimdi düşünüyorum da, bu tra runuyla ölen dedenin, yanında öylece serili kal
duğumuza göre, o arkadaşı cezaevi önüne gö yorgun, bitkin, az da olsa düzelmiş bir moral jik olayın kamuoyuna mal olmayışı karşısında mış çocuklarıyla ölen anne ve babaların, bin
türdüklerinde polisler kapıda karşılıyorlar: “Or le yataklara oturduk ve operasyonun bütünsel onca üzüntü ve kaygı bir bakıma anlamsızdı. lerce çoğaltılmış görüntülerinde, onların ölüm
talığı karıştıran sen inisin? Senin yüzünden mi bilgisine ulaşmaya çalıştık. Olayın sadece gö Dünya kamuoyu önünde, geçen yıl, Halepçe’- lerini bilincimde ve yüreğimde ben de yaşadım...
çıktı tüm bu olaylar? Demek gelmek istemiyor rülen kaba yönlerini değil, tutumlarımızı, ya de 5000’den fazla Kürt, kimyasal silahlarla bir Şimdi daha iyi anlıyorum, hiçbir zaman ken
dun, öyle mi?” diyerek üzerine yürümüşler ve şadıklarımızı, insani olmayan yönlerini, temer anda katledildi. Sözümona uluslararası anlaş dinde kötü olmayan dünyamızı, ölümle vahşe
dövmek istemişler. O da hepimizin tüylerini küz kamplarını, nükleer ve kimyasal silahlan, malarla yasaklanan bu insanlık dışı silahların tin kol gezdiği biı gezegene dönüştüren mihrak
ürperten bir yanıt vermiş “ Ben gelmek istiyor kâğıt üzerinde kalan uluslararası antlaşmaları, kullanıldığı, bir şehrin toptan yok edildiği, cad ların aşağılık ve alçak niteliklerini... Ve böyle-
dum, ama koğuştakiler bırakmadı” demiş. Hiroşima ve Nagazaki’yi, Hitler faşizmini an de ve sokaklarının insan ölüleriyle dolup taştı si her olay karşısında bilinçli bir suskunluğa gö
RUŞEN: Doğru mu bu? Olabilir mi yapabilir dıran siyasi yönlerini tartıştık... Sonraki gün ğı bir dönemde yaşıyoruz. Dünya suskun ve ses
mülenlerin bundaki payım... Dolayısıyla kim
mi böyle bir şey?.. ler tartışmalarımız, yorumlarımız, bedensel acı siz... Alemdağ Askeri Cezaevi’nde 22 Aralık yasal ve nükleer silahlardan arınmış, barışın
ZOZAN: Duyumlarımız böyle... İdare, asker larımız, üzüntülerimiz içinde aktı gitti... 1981 ’de yaşanan kırım, bu olayın beş binde bi egemen olduğu bir dünyaya, ancak bunların da
ler bu olguyu bize karşı bir silah olarak o ka RUŞEN: Bombaların üzerinizde hiç yan etki ri bile değil... Belki Türkiye açısından şu söy hedeflenmesiyle varılacağına olan inancımın da
dar çok kullandılar ki kuşkuya düştük. Kişi hiç leri oldu mu? lenebilir: Trajik bir uyku haline gömülmüş, şid
ha kökleştiğinin bilincindeyim...
önemli değil, biz işkence edilmek istenen her ZOZAN: Fiziki etkileri kuşkusuz ki oldu; kan det, baskı ve yanılsamalarla bilinci köreltilen
kes için aynı tavrı gösteririz, ama eğer o öyle kusmalar, ciğerlerde iltihaplanmalar, baş ağrı toplumumuzun sessiz kalışı daha bir düşündü RUŞEN: Sevgili dostum, bu güzel duyguları
bir şey söylemişse yaptıklarımızı değil kendini ları gibi aylarca süren rahatsızlıklar yaşadık, rücü ve anlamlıydı... Elbette ki bizde kullanı na ben de katılıyorum. Benim için oldukça öğ
anlamsızlaştırır. birçok yönden hasar aldığımıza inanıyorum; lan gaz bombalan Halepçe’de kullanılan kim retici olduğuna inandığım bu röportajı yapmayı
RUŞEN: Olaydan sonraki günler neler oldu? ama ben daha çok ruhsal yönüyle ilgiliyim. Bu yasal silahlarla kıyaslanamaz, ama o dönem kabul etmenden dolayı, sana çok teşekkür ede
ZOZAN: Bir kere o gün, geceyarısına kadar ha olayın hepimizde derin izler bıraktığına inanı den kalan fiziksel ve sinirsel rahatsızlıkları hâ rim...
valandırmada tutulduk, koğuşlardan gazın tü yorum. Olay sonrası süreç benim açımdan ol lâ yaşayan biri olarak ben de onlarla birlikte ZOZAN: Ben teşekkür ederim. _
21
YUNUS NADI ARMAĞANI
22
YUNUS NADI ARMAĞANI
23
1988
1989 YUNUS NADI ARMAĞANI
SEÇİCİ KURUL: Yurdaer Altıntaş,
Bülent Erkmen, Mengü Ertel, Sadık
A f i
K O N U K I T A
Karamustafa, Tan Oral.
Bu dalda yarışmaya 71 yarışmacı 86
- *P afişle katılmıştır.
24
1988
1989 YUNUS NADİ ARMAĞANI Cumhuriyet
niçin o k u m u y o rsu n u z?
A f i
K O N U : K İ
ş
T A **P
LA:
Üçüncülük ödülü Umay Doğan: K İ T A P O K U Y U N U Z
25
1988
1989 YUNUS NADI ARMAĞANI
SEÇİCİ KURUL: Turgut Çeviker,
İsmail Gülgeç, Turhan Selçuk, Nehar
Karikatür
K O N U r Ç E V R E
Tüblek, Ali Ulvi.
Bu dalda yarışmaya 145 yarışmacı 529
karikatürle katılmıştır.
26
YUNUS NADI ARMAĞANI
Karikatür
K O N U : Ç E V R E
27
YUNUS NADI ARMAĞANI Mansiyonlar
Karikatür
K O N U : Ç E V R F
28
1988
1989 YUNUS NADİ ARMAĞANI
SEÇİCİ KURUL: Sabahattin Kudret
Aksal, Melih Cevdet Anday, Doğan
Hızlan, Tomris Uyar, Celal Üster.
Ö y
K O N u : K A D I N
k ü Bu dalda yarışmaya 619 yarışmacı
katılmıştır.
S aklı
h, süslü yenge ah!.. Zembilli göçmenin bir daha bakıyordum, renkler vardı canlı, çıl dındı. Girip çıkmadığı, kapısını çalmadığı ev sanlara karşı her an parlayan bir öfke vardı,
29
YUNUS NADİ ARMAĞANI
lerde dolaşan bir hüzünlü insana deli diyerek yük bir acı duyardım. Onun gizlice gözlerini sil kurtarın! faytonlor çocukluğumun albümünden boş bi
eksiğini tamamlardı. diğini, her sabah özenle kıvırdığı saçlarını dü Gıcırtılı kapılar çoğunlukla açılırdı. Çünkü rer fotoğraftırlar, çocukluğum aklıma geldik
Süslü yenge her gün kuşluk vakti giyinir, ku zelterek bir başka sokağa yürüdüğünü görme o, hiç farkeditmeden yaşanıp giden günlerin çe gözlerimin önünden geçen. Ama süslü yen
şanır, sokaklara düşerdi. Rastgele bir kapıyı ça mek için gözlerimi yumardım. O yorgun ve yaşlı beklenen eğlencesiydi. Hiç yabancılık bilmeyen ge başkadır, ayrıdır.
lardı sonra. Bazen kapı açılmazdı. Süslü yenge bacaklarını sürüklerken pencereler ardına ka kadınlar, oralı kadınlar, soruyla kuşatırlardı O güzel lisanıyla anlatırdı. Yabancılığından
nedenini bilirdi bunun. Ya ev sahiplerinin key dar açılır, çıngıraklı kahkahalar, işaretler, acı onu. Acımasızdılar. Onlara göre bir delinin ken kurtulmanın, oralı kadınlardan biri olmanın yo
fî yoktu, gülecek halde değildiler, ya da acı bir sözler ardında kalırdı. dine saklayacak sırları olamazdı. Hem onlara lunun bu olduğunu sanırdı. İlk sevdiğinin onu
ölüm vardı, eğlenmek zamanı değildi. Ama da Bir saksı fesleğendi, durmadan hoyrat eller göre bütün anlattıkları uydurmaydı, yalandı, nasıl terkettiğini, zembilli göçmenin onu nasıl
ha da kötüsü, onun ne yapacağını seyretmek de ezilirdi. Hüznü eğlence sanan bu kadınlara hayaldi. Çok zaman geçti aradan. Artık ben dt sevdiğini doyulmaz bir tadla anlatırdı. İlk sev
için açmazlardı kapıyı. Üst kat pencerelerinin karşı içinde bir haykırış büyürdü biliyorum: Be ayıramıyorum. Belki de süslü yengenin her ev diği o adamın yeri başkaydı hayatında. Zem
arkasından bakarlardı. Süslü yenge biraz bek ni bu öldürücü yabancılıktan, yabancılığın yal de başka türlü anlattığı hayatına başka şeyleı billi göçmeni de seviyordu, ama aşk değildi bu,
lerdi. Asla iki kez çalmazdı kapıyı, o mağrur nızlığından, korkularımdan, gençliğimin güzel ekliyorum. Hangisi benim hikâyem, hangisi bir türlü olmuyordu. Bir gün mutlaka o ilk sev
başı yavaş yavaş eğilir, etraftaki pencerelerden anılarından, terkedilmişliğimden, biri tarafın onun, karıştırıyorum. Bana ait, zihnimde sak gili ile karşılaşacaklardı, ona bir çift sözü var
tutulamayan kahkahalar sokağa taşarken, o, dan çok sevilmişliğimden kurtarın! Beni, yaka lanmış, pamuk helva, pos bıyıklı Arnavut ma dı çünkü.
bovnu kırılmış bir kuş ölüsüne benzerdi. Bü mı bırakmayan bu allahın cezası hüznümden cuncu, iki on beş matineleri, hıdrellez ateşleri.
Hikâyenin aslını kimseler bilmiyor. Ne zaman
geldi bu yabancı olduğu şehre, göçmen kim, ne
rede. nasıl tanıştılar, kimseler bilmiyor. Süslü
venge her kapıda başka türlü anlattı bu hikâ
yeyi. Güzel şehirlerde oturmuşlar, gezilere çık
mışlar, hepsi başka türlü. Şimdi anlıyorum, süs
lü yenge asıl hikâyesini kendine sakladı. Bir tek
o ve göçmen bildiler.
Zembilli göçmen pazarlara vurmuştu kendi
ni. Haftanın yedi günü pazara giderdi. Komşu
kasabalardaki pazarlara, bazen daha uzak yer
lere. Doğduğu yerlerin bereketli topraklarını öz-
lüyordu. Onlar iki saksı çiçektiler. Doğdukları
pencerenin önünden alınmış, kırgın, yabancı.
Her geçen gün solmuşlardı. İlk karısının bir Yu
goslav kızı olduğunu düşünürüm göçmenin.
Bosna’nın bir köyünden. Sarı saçlı, yuvarlak
yüzlü. Bembeyaz boynunda sıra sıra altınlar di
ziliydi mutlaka. Düğünlerde ortaya çıkıp oynar
dı; kırmızılar, yeşiller giymiş. Güzel kumaşlar,
ipekler, tüller satan bir adamla kaçmıştı. Göç
meni oğluyla bir başına bıraktı. Göçmen işte
o zaman sustu. Şeftali bahçelerini, ayçiçeği tar
lalarını dolaştı günlerce, mısırların arasında
uyudu. Duramadı. Bir gün bir yığın alay, ha
karet, gülüş ve bir oğul bırakıp arkasında, çekti
gitti. O günden beri insanların yüzlerine hınç
la, öfkeyle bakar, çiçeklere, meyvalara düşkün
dür, bir de süslü yengeye.
Yabancılığın ne olduğunu büyük şehirlerde
yaşayanlar bilemezler. Bir büyük şehirde bir ya
bancı, her gün girilecek yeni bir sokak, her ge
ce girilecek yeni bir meyhane bulabilir. Girdiği
her sokakta, her parkta, her meyhanede kendi
gibi yabancılar bulabilir. Ama küçük yerler..
Hele dağların arasına sıkışmış küçük şehirler...
Oralarda akşamlar bir yabancıyı yavaş yavaş
öldürür. Kapıların hepsi kapanır, kepenklet
iner. Gece gelirken kurbağa sesleri büyür, kü
çük dağların arasında avuç içi kadar bir ovaya
yayılmış küçük bir şehirde yabancı, azaptan öle
bilir. Geceler uyuyup uyanmakla bitmez, hep
sabaha daha çok vardır. Oysa insanlar konuş
maktadır. Kedi sobanın başında kıvrılıp yatmış
tır, anneler dantel örer, babalar kahveden dö
nerken süslü yenge ile zembilli göçmen dizdi-
zedir. Göçmen onun iki mavi çakıl taşı gözle
rine dalmış, süslü yenge kendi aleminde o ilk
sevilene söylenecek bir çift sözü düşünmekte
dir. Zamanı kaybetmiştir. Ölümün yakınında
olduğunu bilmez. Ama göçmen hâlâ umutlu
dur, süslü yenge onu aşkla, hasretle sevecektir.
30
1988
1989 YUNUS NADİ ARMAĞANI
0
K O N
y
ü : K
ık ü
A D I N
İstanbulludur süslü yenge. İlk sevdiği bir bah nıyamadı. Sonra gülümsedi. Ben de zorlukla tıyormuş. Canavar gibiymiş onu oradan uzak kadar isterdi süslü yenge onu aşkla sevsin. Belki
riyeli. Tıbbiyeli de olabilir. Ama mutlaka sarı karşılık verdim. Giderek gülüşü dondu, katıla laştırmak isteyenlere karşı. Bütün gün süslü yen de onun öldüğü saati hiç unutmayacaktır. Bel
şındır. Yemyeşil gözleri vardır. Çamlıklarda bu katıla ağlamaya başladı. Her şeye ağlıyordu. genin battaniyesine sarınarak mezarının başında ki kollan boynunda, dudakları alnındadır. Kıra
luşurlardı kanımca. Faytonla gezerlerdi. Süslü Küçük şehrin yıllardır yabancısı, tek eğlencesi bekliyormuş. Artık kadınlar gülmüyorlarmış, bilir, belki duyularını kaybettiği dizlerine göç
yenge Pera’nm arka sokaklarından birinde otu ağlıyordu. Göçmen sessizdi. Gözyaşları elindeki korkuyorlarmış. Çünkü hüzün bitmiş, insanın meni yatırmıştır, okşamıştır, gözyaşları birbi
rurdu. Yabancısı olduğu şehirde ahşap bir ev gazeteye düşüp parçalandıkça çıkan sesler süs saldırgan acısı başlamış. Zembilli göçmenin adı, rine karışmıştır, kimbilir?
lü yengenin yürek burkan ağlayışına karışıyor deli göçmen olmuş. Kimbilir çocukluğumuz nerededir? Arkasına
de otururlardı göçmenle. Bir gidişimde duvar
du. Süslü yengeyi çok sevmişti. Ama acıklı bir Onu son gördüğümde, fotoğrafını verirken saklandığımız ağaç, oynadığımız boş arsa, yı
da asılı sonradan boyama bir fotoğrafını gör
bekleyişti süslü yengenin hayatı, içinde ukde bana, dudaklarında bir şarkı, ağlayarak söylü kandığımız taşlık, nerededir? Kimbilir pos bı
müştüm. Eski bir tahta çerçevede duruyordu.
kalmış bir çift sözle biten. Zor arzuların insan yordu: “ ..Yıllardır bekliyorum bir gün döner yıklı Arnavut macuncu, göçmenin ilk karısı ne
Onu son gördüğüm gün o fotoğrafı bana ver
larıydılar. sin diye / Neden bağlandı gönül vefasız sevgi olmuştur, ne haldedir? Ah, bunlar bilinemez!..
mişti, çerçevesiyle birlikte. Dudaklarına ve ya O gün süslü yengenin öleceğini anlamıştım. liye..” Ne kadar izlesek kaybolur, yarım kalır. Giden
naklarına hafif bir kırmızı sürülmüş, örülüp ba Birkaç gün sonra ölmüş. Yine katıla katıla ağ Ah süslü yenge, ah! O ilk sevgiliyi bu kadar ler nerededir, kimlerledir, bilinemez. Tarihler
şına taç gibi oturtulmuş saçlarına da kızıl. Se larken, ateş gibi dudakları göçmenin alnında, çok sevecek ne vardı? O vefasıza söylenecek bir geçer, yüzümüze çizgiler dolar, sırtımız ısınmak
ven bir kadının gülümseyişi, nasıl da sıcaktı. ölmüş. Göçmen o gün bugündür mezarlıkta ya çift sözle niye geçti ömrü? Zavallı göçmen ne bilmez,yıllargeçeraşklar nerededir,bilinmez."
Âşık günlerinde çektirilmiş, besbelli. Pera’da
çektirmiş, sevgilisine vermişti. İçi içine sığmı
yordu aşktan. O sevgili, bir tahta çerçeveye ko
yarak geri vermişti fotoğrafını, saklasın diye.
Yakında dönecekti, merak edecek bir şey yok
tu. Yıllarca bekledi süslü yenge. Ona olan aş
kını hep taze tuttu. Dönecekti, söz vermişti.
Sonra bir gün köprüde gördü onu, bir fayto
nun içinde. Yanında esmer ve çok güzel bir ka
dın, kucağında bir bebek vardı. O gün fotoğ
rafı soldu, sarardı, hep öyle kaldı.
Çocukluğumun bütün anıları gülümseyen fo
toğraflar oldular artık. Hiç yaşanmamış kadar
uzak. Süslü yenge hiç olmamış kadar hikâye.
Eriğini çaldığımız ağa, Arnavut macuncu ara
dan yıllar geçip de bakınca gülümsüyorlar ba
na. Süslü yengenin yabancılığından duyduğum
acı sadece bugün içimde alabildiğine yaşayan.
Küsmeye kırılmaya hakkının olmadığını sanma
sı, o yüzden bütün alaylı sorulara ısrarlı cevap
verişi; tahta, boyalı boncukları, taşlı küpeleri,
hüzünlü gülümseyişiyle fotoğrafındakindeıı ne
kadar uzak..
Onun uzak oluşu gibi fotoğıaf'ndaki kendi
ne, bir çocukluğu yapan her şey hatıra oldu bu
gün. Oyuncakları ve bereketiyle birlikle. Zama
nın değirmeninde uııufak oldular.
Süslü yenge öldü.
Onu son gördüğümde bacakları tutmaz ol
muştu artık.
Ne hüznü kalmıştı ondan geriye, ne de suyun
altında iki mavi çakıl taşı gözleri. İnsanlıktan
çıkmış olmanın çirkinliği yerleşmişti. Artık so
kaklarda değildi. Kenar bir mahallenin ahşap
evlerinden biıindeydiler. Kapılarını çaldım.
Uzun ve karanlık bir taşlıkta birden bir kapı,
bir ışıktan dünya, bir bahar ve bir ölüm açıldı.
Süslü yenge alçak bir sedire olurmuş, dışarıdaki
çılgın baharı seyrediyordu. Zembilli göçmen
gölge bir köşede, eski gazeteleri heceliyordu. Ba
har çıldırmış gibiydi. Sanki yavaş yavaş ölen bu
şehre ve bu insana son görevini yapıyordu. Ar
tık bir daha coşkuyla gelmeyecekti. Çocukla-
•rın gözlerini yemyeşil erikleriyle kamaştırma-
yacaktı. Artık her şey, her yer değişiyordu. Ça
ğa uygun düşen bir yoksulluk olacaktı bahar.
Bütün ustalığını kullanıyordu. Sanki bir kaç ba
har filme alınmıştı da süslü yengenin alçak, dar,
sürgülü penceresinde gösteriliyordu. Binlerce
papatya bir anda açtı, güller tomurcuklandı,
açıldı, soldu, yeniden tomurcuklandı. Süslü
yenge umursuzdu. Yüzüme baktı bir süre, ta
1988
1989 YUNUS NADİ ARMAĞANI
Ö y k ü
K O N u : K A D ! N
Potluğu Giderm ek
oktorun adresini çok araması gerekme tin, dediğimde. Ya söylemediklerim? Senin ci adrese gitti doğru. Kolay bir adres, hemen bu
D
tiklerinde arkadaşlarıyla, ama o da amaçlı bir
di. Adım bulmak için ne çok uğraşmıştı ci kızım olmayacağım anneciğim. İyi bir koca lunacak gibi. Bu, o kadar iyi değil; ama artık boşluktu, şimdiki gibi nasıl kullanılacağı bilin
oysa. Kimsenin bilmediği bir ad, kimse bulup iki çocuk doğurmayacağım, evimin ka karar verildi, randevu alındı; daha kıyıda kö meyen bir kuyu-zaman değil. Ne yapabilir? Si
ye tanış gibi, uzaktan, yakından akraba dını, çocuklarımın anası, sevgili eş olmayaca şede bir doktor aranmalıydı, olmadı. nemaya?.. Gitmez. Birincisi gidemez. Hiç yal
gibi gelmeyen bir ad. Bayan bir doktor, kadın ğım. Beni ablam gibi yapamayacaksın. Tüm is Adresi bulduktan sonra ne yapacağını hiç dü nız gitmedi, çok düşündü, ama gidemedi. İkin
doğumcu. Kime sorulur? Hayrola sevgili Esra, tediklerine ulaşamadın mı ablamla, muradına şünmemiş. Randevuya daha kaç saat var? Bu cisi, bunu denemek için bugün hiç uygun de
derdin nedir, biz de yardımcı olabiliriz. eremedin mi? Bıraksana benim yakamı! kadar uzun bir boş zamanı hiç olmamıştı, yıl ğil. Sakin bir yerde oturup doktora -özellikle
Sabahın köründe evden çıktı, işe gitmek için Evden tavşan gibi kaçıp rehberden not ettiği lardan beri, belki okuldan kaçıp sinemaya git bayan doktor ya- derdini nasıl anlatacağını dü-
bile çok erken bir saatte. Herkes uyuyordu. San
ki birisi kalkıp hazırlandığını duysa ya da da
ha kötüsü nereye gittiğini sorsa, söyleyecek hiç
bir yalan bulamayacak; ne yapmaya çalıştığı ba
kışlarından anlaşılacakmış gibi. Yeni evine ta
şındıktan sonraya bırakabilirdi pekâlâ; ama is
temedi. Yeni bir yaşamı, tümüyle kendisinin sa
hip olacağı yaşamı kurmaya çalışırken eksikle
rini ve fazlasını, aldığı yere, babasının evine
bırakması gerek. Öyleyse bu kadar korkmak ni
ye? Sonunda hükmetmeye çalıştığı kendi bedeni
değil mi? Hayır, sanki kolektif bir bedenin ki
racısı. Başkaları adına -şimdilik- bu bedenin ge
reksinimlerini karşılamak, bu bedeni korumak,
ona bakmakla yükümlü, zamanı geldiğinde sa
hibine dokunulmamış, tertemiz teslim etmek
için. Anneciğim, bu bedenin bana ait olduğu
na inanıyor musun? O zaman bedenim üstün
de birtakım haklarım olduğuna da inanıyorsun.
Ne de olsa sen bir avukat karışısın. Öyle demi
yor musun telefonu her açısında? Ben Avukat
Hayri Karasu’nun eşiyim, buyrun efendim. Na
sıl kızmıştı, farkında mısın, babamın kişiliği
ne, kimliğine sığmıyorsun, kendininkini yok et
32
1988
1989 YUNUS NADI ARMAĞANI
Ö y k ü
K O N u ı K A D I N
şünmesi gerek. Ezber provası. Nasıl yorgun bu na oğlana iççamaşırı bakılacak, kıza makyaj ta meden silkeleyip konuşmak istiyor, derdini an celerde uyuyamaz. Kaç kez denedi, gözlerini ka
gün. Prova yapacak gücü bile yok. Bütün gece kımı. Çamaşırlar açık çekmecelere yerleştirile latması gerek. Ben kendimim, kendime ken patınca, üstüne sıçrayan dev bir kedi, yine top
cek, damadın nasıl don giydiğini herkes görsün. dim... Rüya bu, diyor bir yandan, sakin ol, an- lantı salonu, yine gülen; dinlemeyen dinleyici
düşlerle, karabasanlarla uğraştı. Böyle günleri
tanıyor artık, bu tutukluğu. Çok kolay hata ya Gelin, arkası işlemeli, saplı aynasını, saç fırça latsana. Anlatmaya başlıyor, ama sesini ler.
larını şeffaf kapaklı kutusundan hiç çıkarma duymuyor. Ağzından çıkan ses, bütün salonu Çarşı da kalabalıklaştı, pastane de. İlerki ma
pabilir. Söylemek istediklerini unutup söyleme
yacak. Tarak neyine yetmez? Bunlar kullanıl dolaştıktan sonra kulağına ulaşıyor ve o zamana saya gürültülü bir grup oturdu. Tam karşısına
mesi gerekenleri söyleyebilir. Önce çarşıda bi
mak için değil ki, anlı şanlı bir düğünle evlen dek anlamsızlaşmış oluyor. Salonun arkalarında gelen, sanki içki sonrasının rehaveti içinde bir
raz gezinmeli. Kalabalık değildir henüz, dük diğini herkese göstermek için: bekâretin ödül bir kadın, durmadan bozuyor söylediklerini. İn adam, gevşek, göbekli, her an zorlama, kah
kânlar yeni yeni açılıyordun Erkenci esnaf tipi leri. sanlar bir çoğalıyor, bir azalıyor. Hata yapma kahalar atmaya hazır. Başını bedeninin üstün
seyreldi artık. malı, ama ana dili başkaldırıyor sanki. Hece
Doğru dürüst uyumadı dün gece. Ama uyu- de gezdirdi bir süre. Ne demek bu şimdi? Şu
Tahminimden yine de daha kalabalık çarşı. madıysa bir geceye onca rüyayı nasıl sığdırdı? demek: Şöyle kaykılıp gıdısını çıkararak, kü
ler sözcüklerini, sözcükler tümcelerini şaşırıyor.
Sanki Kemeraltı’nda değil de Reşat Nuri’nin Buket’in bıyıklı kedisi, Buket’in bacağını bıra Düzemim yaşaldı, diyor salonu dönüp gelen ses. çük dağları ben yarattım, büyüklere de epey kat
Anadolu Notları’nda dolaşıyor. İşte seyrek es O öyle bir şey söylemedi ki... Bir kallık pottu.
kıp Esra’nın üstüne sıçrıyor. Huysuz, vahşi, hır kım oldu, demek. İlk bakışta tanırsınız bu tip
naftan biri, şimdiye işini çoktan bitirmiş, hâlâ lıyor, tırnaklarını batırıyor, ısırıyor durmadan. leri, her yerde bulunurlar. Ne çok şey bildikle
kurumamış taşların üstüne sandalyesini çekmiş, Niye gülüşüyor salondakiler? Kendisine uzanan
Üstüne inip çıktıkça azmanlaşıyor. Bırak bo parmaklar büyüyor, büyüyen parmaklar delip rine kendileri de şaşan, kimsenin gülmediği şa
çayım söylemiş, ilk sigarasını yakmış bile. Lon şalsın, diyor Buket, boşalınca sakinleşir. Son geçiyor bedenini, her yerini. Açıyor gözlerini, kalarını üst perdeden kahkahalarla örten, ba
ca mensubu. Sabahta hayır vardır. Keramet. Ni ra alaycı, sırıtık yüzlü bir yığın dinleyicinin kar kalabalık falan yok, toplantı da. Yarın dokto yat esprilerini gürültüye boğan kişilerdir ve er
kâhtaki gibi. Zamane esnafı yeni geliyor. Geç şısında buluyor kendini birden. Gözleri ayıp ra gidecek yalnızca, karar verdi, hepsi bu. Ak kektirler. Öne çıkarılmayı güçleştirecek kadar
kalmanın telaşı -gençler hep geç kalır zateıı- lamaya ayarlı. Üstündeki kedi tüylerini belli et si gibi hep, bu gece uyumam gerek, dediği ge iri gövdeleri vardır ve ne yazık, her yere taşı-
adımlarını sıklaştırmış, uykulu gözleri yarı ara
lamış, şiş. Kuyumcu vitrinleri henüz boş, daha
söz yüzükleri, alyanslar, takı bilezikleri yerle
rini almamış. Dükkân önünde tezgâh kapmış
olanlar, dükkân sahiplerinden daha ivecen:
Çantalar asılıyor, plastik terliklerin altındaki
topluiğnelere ipler dolanıp sallandırılıyor, ka
zaklar, süveterler, tişörtler yığın yığın sıralanı
yor tezgâhın üstüne. Dört boy çocuk gömleği
alt alta iğnelenmiş, tek askıyla çivisine geçirili
yor. Ara sokaktan günün modası bir sonbahar
şarkısı yayılırken ilkbaharın taze kokusu, ıslak
ve çamurlu taşlara rağmen ve küçük bir yeşilli
ğe hasret yine de duyuruyor kendini. Vitrinler
her gün ayna gibi parlatılmanm telaşında. Ma
vi su dolu plastik bir şişe genç adamların, tez
gâhtar kızların elinde: Cam sileceği. Artık kimse
hohlaya hohlaya parlatmıyor camını demek.
Başka bir sokaktan New York gecelerinin kı
sık, alkollü sesi sevgilisini yanına çağırıyor, bu
ortama ne kadar yabancı düştüğünün farkın
da bile değil. Genç bir kız elindeki uzun saplı
fırçayla bebek eşyası satan dükkânın önünü sü
pürüyor. Heıkes kendi kapısının önünü temiz-
lese... bu demek oluyor ve böylece yolun orta
sında biriken atık suları kimin temizleyeceği hiç
belli olmuyor. Müşteriler henüz ortada yok ya
da birkaçı: erkenci, belediye otobüslerine gü
vensiz, ne olur ne olmaz düşünceli, temkinli...
Gündelik politika yavaştan fısıldaşmaya başlan
dı. Akşam gördün mü televizyonda? İnsanla
rın yüzüne bakacak suratı kalmadı namussu
zun. Suç bizde ‘kardeşim’li tamdık yanıtlar. Ni
ye bir “ C afe...” aramalı, şu pastane gayet iyi.
Garsonlar, beklediği her kim ise gelsin diye ağır
dan alacak, kolay kolay ilgilenmeyecek, belki
sinirlenip tiz bir sesle niye bakmıyorsunuz bu
masaya, dedirtinceye kadar yamna uğramaya
cak ya da buyur abla, ne istedin yenge gibi aya
küstü akrabalıkla namusluluklarını gösteıecek,
ama olsun, herkesi görüyor buradan, her za
man göremediği herkesi, halkımızı.
Ay çöreği, su böreği, peynirli pide. Açma ve
buaça da var. Seni gidi İzmirli! Yakın taşranın
çeyiz düzücüleri ilk otobüsle gelmiş belli. Ba
YUNUS NADI ARMAĞANI
mak zorunda oldukları hep gövdeleridir. Hah di bu çok ciddi görünümlü adam da yapıyor yorum. Nasıl bir erkek dostluğu sizinki? açamadı. Yatağında hep bekledi, kusura bak
işte bu yüzden kafayı öne çıkarmak gerektiğinde mudur, bir kadının, karısının üstüne çıkıp kan Bakın doktor hanım, sıkıntımı anlayacağınızı ma kızım, biraz sinirliydim de bugün, öfkemi
| ayrı ve özel bir çaba zorunludur, bedenin üs- ter içinde... Ne komik! Şoför yamakları, pide sanıyorum. Ben bir dertten kurtulmak istiyo senden çıkardım galiba, demesini. Ama gelme
j tünde gezindirmek gibi... ciler, yedek parçacı çırakları, tamam abla, kim rum. Umanın bana yardım etmekten kaçınmaz di, yalnız sesi geldi, sabaha kadar. Bilmiyor
rahatsız ediyor seni, söyle abla, şu hergele mi? sınız. muş, nasıl da rahat söylüyor bilmediğini, bil
İ Yan masadaki güzel, ölçülü biçili ve itici. Ya- Nasıl da korurlar insanı, kendilerinden? Nasıl me o zaman, hiç bilme... Fırtına gibi, arada sa
I nında da sevgilisi elbet. Okulu ekmiş bir öğrenci sın güzelim, bize pas vermek yok mu? Bak, o On bir, bilemedin on iki yaşlarındaydı, an kinleşerek, ama tümüyle bitmeden, sabaha dek,
S diye düşünürken, gülümseyişi ele veriyor: sek- kadar da kurtardık seni. Aman da aman çük- nesinin sorduğu saçma sapan sorulardan biri esti, yıktı, devirdi. Sabahma nasıl olmuşsa, ge
j reter gülümseyişi. Sevgilisinin onu kibar ve leri de varmış. Tanrı bir takım yapıştırıp önle ni bilememişti. Semih de bilememişti, ama an ceki fırtınayı tümüyle unutmuştu, her sabahki
alımlı bulduğu kesin; çünkü, ay çok mersi şe- rine salıvermekle eğlenmek istemiş besbelli. Sizi nesi onu değil, Esra’yı cezalandırmak istedi ne gibi erkenden kalktı, giyindi, tam kapıdan çı
j kerim, deyişi göğüs cebi mendili gibi şirin mi gidiler! Hadi oynayın bakayım oyuncağınızla. dense. Tarih sorusu muydu, coğrafya mı, Tu kıyordu, nereye, dedi annesi. Okula... Sana
şirin ve kullanışsız. na nereden çıkar, Kızılırmak nereye dökülür gi okul mokul yok artık. Hemen odana git, soyun.
Seninki artık erkek düşmanlığına dönüştü şe
bi bir şey, belki daha küçük bir bilgi. Ama an İnsan koca bir gün hiç durmadan ağlar mı? O
Garsonların kolay kolay masasına uğrama kerim, diyor Buket. Evli kadınlarla konuşma
nesi çok kızdı. Bütün gece söylendi, uyuduk gün ağladı. Hiç durmadan, hiç yemeden ve hiç
yacağını söylemişti değil mi? Ama işadamı gö bari, aklını karıştırıyorsun kadınların. Benim
rünümlü şu çok ciddi beyefendiye ikisi birden ki erkek düşmanlığı, sizinki dostluğu mu? iki tan sonra bile rüyasında sürdü aşağılayan sesi. kimseyle hiçbir şey konuşmadan. Sonra nasıl
koşuyor: Ne alırdınız? Biz de bir şeyler alırız kadın, üç dakika konuşsanız, kocalarınızı çe Hiç zayıf not almadığı, karnelerinin daima Se yumuşadı annesi, nasıl izin verdi yeniden oku
kiştirmeye başlarsınız. Dostluğunuz hangi er mih’ten daha iyi olduğu tümden unutulmuştu. la gitmesine, babası mı araya girdi, öğretmen
elbet, bir uğrasamz. Şu garsonu şaşırtmak eğ
keklere peki, dışardakilere mi? Aaa aşkolsun Dünyanın en önemli bilgisiydi sanki o şey. An ler mi, belli değil. Şimdi anlattığında, yok böyle
lenceli olabilir. Turist taklidi yapsa? Tipi uy
maz. Bir expıesso lütfen. Uğraşmaya ne gerek, ama, hakaret ediyorsun vallahi. Hakaret etmi nesi için bunca önemli olduğunu bilse ne edip bir şey, diyor annesi, sen bunu tümüyle uydur
bu garson, kremalı bir nescafeye bile şaşar. Şim yorum, dostluğunuzun içeriğini öğrenmek isti edip öğrenirdi, ama söyleyemedi bunu, ağzım muşsun, sonra kendin de inanmışsın, asla böyle
bir şey olmadı.
O günden mi karar verdi kimi şeylere? Kim
bilir? Ayrı bir evde yaşamaya karar vereli de
epey oldu; ama, ancak şimdi uygulamaya ko
yabiliyor. Düne kadar şaka sanıyordu babası,
evlenince nasılsa ayrı bir evin olacak, bizden
kurtulmak için acele etme, diyordu. Annesi bir
şey demiyor hâlâ. Bu, sen bilirsin demek değil,
sen bilmezsin demek daha çok, ne zaman doğ
ru bir iş yaptın ki, hep yanlış hareket ediyor
sun. Annesine göre herkes zamanı geldiğinde
evlenir. Kızlar bir tek nedenle bulunurlar yer
yüzünde: Evlen(diril)mek için. Ona bir türlü an
latamadı Esra, yaşamını kendisi için ve kendi
sine göre düzenlemek istediğini, bakalım dok
tor hanıma anlatabilecek mi? Evlenmeyi düşün
müyorum; ama evlenirsem, evliliğime o şeyin
ağırlığını taşımak istemiyorum.
Anladım, bir sevgiliniz var ve siz rahat olmak
istiyorsunuz.
Anlamadınız. Bir sevgilim yok. Olsaydı, si
ze gelmezdim.
Öyleyse ilerde, erkeğinize vereceğiniz güzel
bir armağan olarak kabul edin ve koruyun.
Bakın doktor hanım, böyle şeyler söyleyece
ğinizi biliyordum, hazırlıklı geldim. Bir pasta
nede oturup saatlerce prova ettim söyleyecek
lerimi. Eğer günün birinde sevdiğim biriyle kar
şılaşırsam ve evlenmek istersem, onu bu arma
ğandan mahrum etmeye kesin kararlıyım. Ben
yapabilseydim, inanın size gelmezdim; denedim,
beceremiyorum. Ücreti neyse...
Benden böyle bir şey isteyemezsiniz. Toplu-
mumuz, değer yargılarımız... Böyle bir sorum
luluk altına giremem.
Ben reşidim hanımefendi, 32 yaşındayım. Be
denim hakkında, bedenimdeki bir potluk hak
kında karar verebilmek için yetkin bir yaş sa
yılmaz mı sizce?
Bağışlayın, yapamayacağım.
Pekâlâ, yapacak bir doktoru elbet bulacağım.
Hesabımı ödemek istiyorum beyefendi. Gar
son beyleriniz masama hiç uğramadıkları için
borcum yok; ama tam bunun için bahşiş bırak
mak istiyorum. Lütfen. □
34
YUNUS NADI ARMAĞANI
Ö y
K O N u : K A D I N
k ü
A aynı ağacın arkasına saklanırım. Nereye günler geçirdiler. Her şeyden önce, yeterince pa
saklandığımı, beni nerede bulacağını raları yoktu. O yıllarda babam, adına ‘sendika’
her zaman bilir; bugüne dek hiç yanıl denilen bir yerde çalışıyordu. Hiç dışarı çıkma
mamıştır. Bu küçücük çocuk parkım dahadıkları
ben o günden sonra bir daha işe gitmedi. An
annemin karnındayken, ikimiz birlikte keşfet nem ise bir gazetede muhabirdi. Babamla ara
tik. O zaman annemle babam bu sokağa yeni larında geçen konuşmalardan, çalıştığı gazete
benimle söyleşerek doldurabiliyordu. Aslında
bu söyleşide bana düşen, yalnızca susup dinle
mekti; ama halimden hiç de şikâyetçi değildim,
annemi dinlemeyi öyle seviyordum ki!... O gün
lerde bana hep babamı anlatırdı. Neredeyse bir
ay olmuştu, ondan hiçbir haber alamamıştık.
lamadı.
O kopkoyu karanlığa girişimizden, içinde an
nem gibi birçok kadının bulunduğu odaya ge
çişimize dek kaç gün geçti, bilmiyorum. Bana
uzun, çok uzun geliyor. Karanlığın son günle
rinde, ikimiz de çok kötü bir durumdaydık. Ben
taşınmışlardı. Apar topar taşınmışlardı. Ben an nin o günden hemen sonra kapatıldığını biliyor Annemin kaygı içinde yemekten içmekten ke annemi yitirmemek için var gücümle ona tutun
nemin karnında henüz üç aylıktım. dum. Anladığım kadarıyla ikisi de işsiz ve pa silmiş halini, geceleri bir iki saat olsun uyuya maya çalışıyordum. Annem de sımsıkı tutuyor
Bu apar topar taşınma olayına kadar anne rasız kalmıştı. O günlerde çoğunlukla evde otu bilmek için nasıl çırpındığım gördükçe çok üzü du beni. Koğuşa geçtiğimizde artık dayanacak
min her zaman neşeli, her zaman güleryüzlü bir ruyor, gerekm edikçe dışarı çıkm am aya lüyordum. gücüm kalmamıştı. Annem durumu fark etti;
kadın olduğunu söylerler. Ben o günlerin an çalışıyorlardı. Geceleri ikisini de uyku tutmaz Parkta oturup uzun uzun söyleştiğimiz gün kanamaları giderek artmaya başlamıştı. Birkaç
cak sonuna yetişebildim. Üstelik çok da küçük dı. Sık sık irkilerek uyandıklarını, karanlığın lerden biriydi. Akşam olmak üzereydi. Annem, gün, sesini çıkarmadan, dayanılmaz acılarla kıv
tüm. Annemin o güleryüzlü, neşeli halini hiç bil içinde apartmandan gelen ayak seslerini dinle iyice ağırlaşan bedeniyle yavaş yavaş yürüye ranarak yattı. Bir gece, kâbus yüklü uykuları
miyorum. Ama, kopuk bir iki anıyla da olsa, diklerini anımsıyorum. Kapılardan biri açılıp da rek eve döndü. Bizim sokağın başına geldiği nın arasına girip ondan ayrılacağımı haber ver
taşınmamızdan hemen önceki günlerde, yalnız ayak sesleri tümüyle kesilinceye dek başlarını mizde, az ileride duran arabayı ikimiz de aynı mek zorunda kaldım. Daha sabaha çok vardı,
annemin değil, babamın da çok kaygılı oldu yeniden yastığa koymazlardı. anda gördük. Annemin kalp atışlarının ansızın acılar içinde doğurdu beni. Sesim soluğum çık
ğunu anımsıyorum. Bir gece, apartmandan gelen ayak sesleri ke hızlandığını duydum. Olduğu yerde donup kal mıyordu pek, yine de annem beni koynuna al
Altı yıl önceydi. Daha gün ışımamıştı. Alt silmedi. Merdivenleri bizim kata kadar çıkıp dı. O sırada, arabadan inen sivil giyimli iki ki dığında onun kokusunu birazcık da olsa duya
kattaki komşunun üniversiteye giden oğlu te tam kapının önünde durdu. Babam, kapının ça şi hızlı adımlarla anneme doğru yürümeye baş bildim. Sabaha karşı, gün ışırken birbirimizi yi
laşla kapımızı çalıp, babama hemen radyoyu aç lınmasını beklemeden aceleyle giyinmeye baş ladı. Onların öyle dosdoğru üstümüze geldik tirdik. Karanlığa girişimizden sonra annem ilk
masını söyledi. Babamın ardından annem de ladı. Uç kişiydiler, anneme dokunmadılar, ama lerini gördüğümde korktum, gerçekten çok kez o gece ağladı. O gece koğuştaki bütün ka
uyandı. Radyodan art arda çalan marşları, bütün evi altüst ettikten sonra, kütüphanedeki korktum. Annemin elinden tutup, onu alıp dınlar annemle birlikte ağladılar.
marşların arasında hep aynı şeyleri söyleyen bazı kitapları ve babamı alıp götürdüler. O za uzaklara, çok uzaklara kaçırmak geçti aklım Hâlâ burada, aynı evde oturuyorlar. Annem
uzun bir açıklamayı dinlediler. Bu arada babam man ben annemin karnında yedi aylık ol dan. Ama adamlar çoktan yanımıza gelmişler o koğuşta bir yıl kaldıktan sonra eve döndü.
banyo sobasında, kütüphaneden çıkardığı ba muştum. di. Hiçbir yere kaçamadık. Babam daha geç, çok daha geç dönebildi. Dört
zı kitap ve kâğıtları sabaha dek yaktı. Babamın Babamın gidişinden sonraki günlerde annem Sonraki günler... Annem de ben de o kötü yılı buldu sanıyorum. Bir araya geldikten son
kaygılı yüzünü böyle anımsıyorum. O gün ak eskisi kadar evde duramaz oldu. Kendini sık sık günleri düşünmek bile istemiyoruz. Karanlık ra, kısa sürede eski düzenlerini kurdular. An
şama dek annemle babam sokağa çıkmadılar. dışarı atıp sokaklarda uzun yürüyüşlere başla tı. O günleri hep kopkoyu bir karanlıkla anım nem, daha babam dönmeden önce bir gazete
Kimse çıkmadı. Annem gün boyunca, evin için dı. İşte o günlerin birinde, birlikte bu çocuk par sıyorum. Annemin gözlerinin bağlı olmadığı sa de çalışmaya başlamıştı. Çalıştığı gazetenin hâlâ
de hiçbir yere sığamadı. Arka balkondan ön kını keşfettik. Annem de, ben de burayı çok sev atlerde; o küçücük, karanlık yerde, ara sıra da kapatılmamış olmasına çok seviniyor. Babam
pencereye, durmaksızın gidip geldi. Pencerenin miştik. O zaman parkta bu kadar çok bank yok olsa söyleşmeyi unutmadık. Acılarımızın biraz önce bir süre işsiz kaldı. Şimdi, o da yeni çık
önünde elini karnına, tam benim üzerime koy tu. Annem evden çıkıp yavaş yavaş buraya dek olsun durulduğu, yapayalnız kaldığımız saat maya başlayan bir dergide çalışıyor. İkisi de o
du ve uzun uzun boş sokağa bakıp durdu. An yürür, parktaki banka oturup çocukları seyre lerdi. Canım yanıyordu, annemin canı yandık eski, kötü günlere kıyasla çok iyi görünüyor
nemin kaygılı yüzünü de böyle anımsıyorum. derdi. Bu arada, elini, artık iyice büyümüş olan ça benim de canım yanıyordu. Yine de hiç ağ lar. Çok çalışıyorlar, yoruluyorlar; yine de ga
Bir hafta içinde o evden ayrıldık. Yeni taşın karnına koyar, benimle söyleşirdi. Babamın lamadım. Annemin karanlığı dolduran çığlık liba bayağı mutlular. O sıkıntılı, yalnız günle-
35
YUNUS NADİ ARMAĞANI
K
Ö O N
y u : K
k A
ü
D 1 N
36
1988
1989 YUNUS NADİ ARMAĞANI
SEÇİCİ KURUL: Tülin Altılar,
Mehmet Baykan, Ergun Çağatay,
F o to ğ raf
K O N U : <T*0 C U K
Gültekin Çizgen, Paul McMillen.
B u d a ld a y a rış m a y a 233 y a rışm a c ı 538
fo to ğ r a f la k a tılm ış tır.
Birincilik ödülü
Ferhat Atalay: ‘Kurgu
fotoğraf çekmedim’
İstanbul, 1968 doğumlu olan Ferhat Atalay,
Galatasaray Lisesi üçüncü sınıfında beklemeli.
Bir dergide fotoğrafçı olarak çalışıyor. 8 yıldır
fotoğraf sanatıyla uğraşıyor. Fransız Kültür
Merkezi’nde iki sergi açtı.
F erh a t Atalay kendisine birincilik getiren
“çocuk” fotoğrafını Urfa’da çekmiş. Bu kentteki gü-
vercinci çocuklar da, tıpkı arka plandaki “Bixi Cola”
reklamlarının önünde şalvar ve peştemallarıyla duran
insanlar gibi, ilgisini çekmiş.
— Neden özellikle doğu? Ne bulmayı umuyor
dunuz orada?
— Doğuyu yok olmadan görmek istiyordum. Urfa;
daki o dükkân, ahşap değil alüminyum doğrama ola
cak bir süre sonra ve içinde tel kafeslerde güvercin
satılacak. Bana fazla geometrik geliyor buradaki her
şey. Fazla düzenli ve belirli çizgiler içinde. Binalar, in
sanların düz, ütülü elbiseleri...
— Doğuyu İstanbul'da da her adımda görmek
mümkün...
— Ama yozlaşmış. Oradaki gibi değil aslında. Ben
GAP'ta, Atatürk Barajı’nda fotoğrafçı olarak çalıştım
bir süre. Sabah 5.30'dan akşam 8.00'e kadar. Şanti
yeyi, şantiyedeki işçileri, çevre köyleri fotoğrafladım.
— Fotoğraf konusunda belli tercihleriniz var mı?
Kurgu ya da belge fotoğraftan gibi...
— Belirli bir kalıp koymadım hiç:“Ben şehir fotoğ-
rafçısıyım, ben belge fotoğrafçısıyım ya da ben sa
nat fotoğrafçısıyım' demiyorum. Ancak hiç kurgu fo
toğraf çekmedim bugüne kadar. Ne çektiysem onu
bastım.
— Bir dergide çalışıyorsunuz. Basın fotoğrafçı
lığı size ne getirdi, ne götürdü?
— Basında hiçbir iddiam yok. Gazeteci değilim, ba
na foto muhabiri denmesinden de hoşlanmıyorum.
Fotoğrafçıyım yalnızca. Türkiye’de maalesef fotoğraf
malzemeleri çok pahalı. Basın fotoğrafçılığı yapma
mın tek nedeni bu. İşten vakit bulabildiğim her fırsat
ta kendim için çekiyorum. Başlangıçta tekniğimi ge
liştirir diye düşünmüştüm. Ama artık Özal’ın kurdele
kesmesini çekmek de istemiyorum.
37
YUNUS NADİ ARMAĞANI
%! .
1988
1989 YUNUS NADI ARMAĞANI Mansiyonlar
39
S O F R A Bekri Çeşnici
u hafta DERGl’miz, “ Yunus Nadi Ar ra ve İstanbul’da hakkıyla sürdüren Süreyya ise
40
ANKET DEFTERİ Nilay Karman
DÜNYA ÇİÇEKÇİSİ
Dünya Çiçekçisi zor beğenenlerin çiçekçisidir.
Özellikle tüm Türkiye’deki üyeleriyle dünyada
çiçek gönderem eyeceği yer yoktur
Çiçekle mutluluklar diler, çiçek emirlerinizi bekler,
saygılar sunar.
Dünya Çiçekçisi: Merkez Güzel Bahçe Sok. No: 9/A Nişantaşı-İST Tel: 141 65 43-131 24 85
41
S A Ğ L I K Erdal Atabek
Haziran 1989 tarihli Cumhuriyet Dergi’de ken bir konu durumunda. Ruh sağlığı ve has
1ST : 151 41 55
SAĞLIK ÇAN AJANS ANK:231 26 99
P R O K T O L O G IE T Ü R K İY E ŞİŞLİ RÖNTGEN
HEMOROİD-FİSTÜL KANSERLE S A V A Ş VA K FI ve ULTRASOUND Akupunktur
VARİSLERİN
BAŞ AĞRILARINIZIN TEŞHİS MERKEZİ AĞRI
INFRAROT, İĞNE İLE
V a k fım ız o n k o lo ji m e r k e z i d e rin ışın te
TEŞHİSve TEDAVİSİ İÇİN PANOROMIK KLİNİĞİ
TEDAVİSİ ve
d a v is i, c ilt k a n s e r le r i te d a v is i k a n s e r in SEFALOMETR1K •MİGREN
Op.Dr. HAYATİ F.KOCAL ila ç la te d a v is i ( K e m o t e r a p i ) için h iz incelemeler için de
hizmetinizdedir. •BAŞ AĞRILARI
Bankalarla anlaşma vardır. m e tin iz e h a z ırd ır. ASMED
SAĞLIK MERKEZİ
Rad.Dr. Ali AKINCI • FANT0M AĞRILARI
Rumeli Cad. Oğan Apt. Rad.Dr. Adnan GÜZELÖZ
Tedavisi
No: 16 K. 2 Nişantaşı LEVENT. NISPETİYE BİRLİK SOKAK SONU Halaskârgazi Cad. Osmanbey Apt. Tel: 141 00 87 R u m e l i C a d . O ğ a n Ap t .
No: 194/1 D.1 Osmanbey/İST.
Tel: 141 35 89 - 132 01 20
140 32 98 No: 16 K 2 N İ Ş A N T A Ş I
TEL: 178 83 41 - 5 HAT Tel: 148 63 93 131 18 26 Tel: 141 35 89 - 132 01 20
42
EV EKONOMİSİ Meral Tamer R A S G E L E Raif Ertem
Güzel günler
Sebze ve meyvede hormon yakın mı?
erel yöneticiler! Bayağı umutlan
Türkiye’de yalnızca patlıcan ve domatese hormon uygulandığını belirten beslenme
uzmanı Ayşe Baysal, ilaçlı ve hormonlu yiyeceklere ilişkin pratik önerilerini
Y dırıyorlar bizi. Güzel sözler dö
külüyor ağızlarından. Çevre üstü
ne, doğa üstüne. Kentlerimiz için. Eğer
sözleri gerçekleşirse, sağlıklı bir çevrede
aktarıyor... yaşayacağız, güzel kentlerde. Beklemek
de hakkımız, umutlanmak da. insanlar
yapabileceği şeyleri söylemeli, söyledik
ediğimiz sebze-meyve hormonlu mu? Vi
Y
lerini de yapmalı. Bir şeyi de unutmama
tamin alahm derken vücudumuza zararlı
maddeler mi giriyor? Çocuklarımıza ftoWlOHlP OLSA lı. İnsanların umutlarını yitirmesi kadar
korkunç bir olay yok. Geçmişimizde çok
‘meyve ye, domates ye’ diye ısrar ederken aca yaşadık. Hep yeniden başladık. Yeniden!
ba doğru mu yapıyoruz? Hangi sebze ve mey
velere hormon uygulanıyor? Tarım üreticileri
«WİV\ m tf.U X Yaşadığımız kent. İstanbul. En çok on
dan söz ediyoruz. Değer de hani. Yaşa
hormon konusunda denetleniyorlar mı? dığımız, gördüğümüz güzellikler bir bir
Bu tür sorular okurlarımız tarafından bize yok oluyor. Bir geçtiğin sokaktan, ikinci
sıkça yöneltiliyor. Konuyla ilgili olarak görüş geçişinde tanıyamıyorsun. Evler değişmiş,
lerine başvurduğumuz Hacettepe Üniversitesi insanlar değişmiş. “ Merhaba” , diyebile
Beslenme ve Diyetetik Bölümü Başkanı Prof. ceğin kimse kalmamış. Yıkılan evlerle bir
Ayşe Baysal, yiyeceklere hormon uygulamanın likte insanlar da yıkılmış. Küsmüşler, kı
belli bir teknoloji gerektirdiğini ve dolayısıyla rılmışlar. “İstanbul sîzlerin olsun” demiş
her üretecinin bunu uygulamasının mümkün ol ler. Başka kentlere yerleşmişler. Gazete
madığını dile getiriyor. Kendisine ulaşan bilgi lerde okuduk. “Beni İstanbullular başkan
lere göre Türkiye’de ancak domates ve patlıcana yaptı” diyemiyoruz. Kalmadı bu olgu.
hormon konduğunu, bunun da Antalya’da tur Acı değil mi?
fanda sebze üreten büyük ve gelişmiş seralar Hepiniz bilirsiniz. Köylerde köpekler
da yapıldığını kaydeden Prof. Ayşe Baysal, kıravatlılara havlar, ütülü pantolona.
sebze- meyveyi mevsiminde ve bol olduğu za Kentlerde ise açık yakalıya, poturluya.
man yemenin yararları üzerinde bir kez daha Canlılar çevresiyle bütün. Çevre değiştik
durarak özetle şöyle diyor: çe, yaşayanı da değişiyor. Yeni çevreler,
• “Önce et-tavuk konusunu ele alalım: Ye yeni canlıların. İstanbul’un evlerini yık
diğimiz tüm et ve tavuklarda hormon olması söz öneriyorum. Böylelikle hem daha ucuz ve be ürünlerle beslenme yoluna gidildiğinde hem tık, apartmanlar diktik. Diktik ama İs
konusu değil. Çünkü hormonu doğru uygula sin değeri daha yüksek oluyor, hem de hormon dengeli beslenme sağlanmış olur hem de bu tür tanbullu bulamadık. İstanbul’u bulama
mak pahalı ve zor bir iş. Teknolojik yönden ge lu olma olasılığı azalıyor. Bir de hep aynı şeyi zararlı maddelerin vücuda girme riskleri azalır.” dık. “ Ne varsa şunun bunun bildiği /
lişmiş bir çiftlik olması gerek. Avrupa ülkele yememeye dikkat etmek lazım. Ne kadar deği • “ Bu arada, mercimek gibi, pirinç gibi, Yaşlıların kırık dökük anlattığıdır.” Ne
rindeki gelişmiş çiftliklerde bu iş kuşkusuz da şik ve çeşitli ürünler yersek, hormon alma ya nohut gibi kuru yiyeceklerin de bol su içinde cati Cumah, İzmir için söylemiş. İstan
ha yaygın uygulanıyordun Ama Türkiye’de da tek bir gıdadaki zararlı maddeleri alma ola bekletilerek ve ovuşturularak yıkanması gerek. bul için de öyle...
hormonu yeme mi katacak, yoksa çok küçük sılığımız o kadar azalır. Çünkü gıdaların birinde Çünkü onlar da böceklerden korunmak için ilaç Çevresi için de öyle. Şu denizi Marma
dozlarda enjeksiyon mu yapacak?.. Küçük üre hormon ya da başka bir zararlı madde varsa bir lanıyor. Ben gençlere konferanslar verirken şu ra’nın. Şiirlerde, öykülerde. Gel de bul
ticinin bununla uğraşması şimdilik pek müm diğerinde yoktur. Bu yüzden hep aynı gıdalara nu söylüyorum: ‘O ilaçlar, her türlü gıda mad şimdi. Hadi gir denize bakalım Boğaz’-
kün görünmüyor. Ayrıca biz, eti ve tavuğu çok takılı kalmayalım. Hepsinden az miktarlarda ve desine böceklerin öldürülmesi için konuyor. Bö da. Kaşıntıdan uyuyamazsın. Balıkların
tüketen bir ulus değiliz. Günde ortalama 50 sıkça değiştirerek yiyelim. Mesela her öğlen bif cekleri öldürecek güçteki ilaçların size zararı ol bile tadı kalmadı. Marmara balığı denin
gram et artı tavuk düşüyor kişi başına... Çok tek, akşam da pirzola yiyen biri için, ya da her maz mı?’ Bu yüzden her türlü yiyeceği yeme ce, kaçmaya başladık. Böyle mi olacak
olumsuz etkileneceğimizi sanmıyoruz.” gün yarım piliç yeme alışkanlığında olan biri den ya da pişirmeden önce çok iyi yıkamaiısı- tı? Böyle mi olacaktık? “ İnsanoğlu ken
• “ Gıdaları çabuk geliştirmek için verilen için bir şey diyemem; ama az miktarda değişik nız.” □ di pisliğini arıtamıyor” mu dedirtecek
östrojen hormonunun vücuttaki hormon den tik. Ne olursunuz?
gesini bozduğu ve bunun sonucu olarak da kan Anakent Belediye Başkanı Sayın Sözen,
ser riskini arttırdığı belirtiliyor. Ama kanser ris
kini arttıran o kadar çok başka etken var ki... Tüketicinin sesi “ Kolektörlere biyolojik arıtma
yapacağız” dedi. Sevindik. Umutlandık.
Mesela ben tarım ilaçlarının daha riskli oldu • LİDER ERKEK GİYİM — "Lider mağazasından 16 şubat tarihinde bir pantolon aldım. Pantolondaki Bekliyoruz. Umutlarımızı yitirmeye hakkı
ğu kanısındayım. Ancak bunun hiç sözü edil kumaş hatasını paçalarını kıvırttıktan sonra fark ettim. Pek umutlu olmamama rağmen pantolonu alıp yok. Haliç'i temizledik. Gerçi yaşamdan
miyor ve tarım ilaçları rasgele kullanılıyor. Tü mağazaya giderek durumu anlattım. Kumaş hatasını derhal kabul ettiler ve pantolonu değiştirdiler. Bana da uzaklaştırdık. Ama M armara’yı ettik.
ketici ise satın aldığı sebze-meyveyi ve kuru bak da, ‘Gözün kör müydü; alırken neden görmedin?’ gibi, ülkemizde daha sıkça alışık olduğumuz dav Marmara’yı kurtaramazsak, Haliç de kal
lagilleri çok iyi yıkamadan kullanmayı seviyor. ranışlarda bulunmadılar. Satıcı-tüketici dlyaloğuna örnek ve kendi çıkarlarına ters düşse de hatanın be maz. Haliç bir çeşit havuzlama görevi ya
H atta biz, millet olarak meyveyi dalından ko delini tüketiciye ödetmeyen satıcıların varolduğunu bilmek, çok sevindirici ve güven verici.” (ERGİN pıyordu. Tortusu çöküyor, suyu gidiyor
parıp yemeye bayılırız. Ama bunu kesinlikle AKGÜL/İstanbul) du. Şimdi hepsi Marmara’da... Kurtarı
yapmamak gerek. Sebzeleri ve meyveleri bol su • KİFİDİS ORTOPEDİK AYAKKABI — ' ‘Bayram’dan önce, 7 yaşındaki çocuğuma Nişantaşı’nda
ki mağazadan42 bin liraödeyerek birçift ayakkabı almıştım. Birkaç kez giydikten son ra bir topuğu koptu.
cı bekliyor.
doldurulmuş kabın içinde elimizle ovuşturarak İnsan üzülüyor. Kurtarıcı beklemekle
Kopan topuk kayıp olduğundan, yapıştırma olanağımız dayoktu. İşlerimin yoğunluğu dolayısıylabirsüre
bir iki kez yıkarsak, bu sebze ve meyvelerin dış vakit bulup da mağazaya gidemedim ve çocuk o şekilde giydi ayakkabıyı. Birkaç gün önce mağazaya ömrümüz geçiyor. Olguyu yaratmasak!
yüzeylerindeki tarım ilaçlarının hiç değilse ya uğrayıp durumu anlattığımda, “ Ayakkabıyı bırakın, tamir edelim. İki topuğu da değiştiririz’ ’ dedi Kurtarıcı da gerekmese! Ne dersiniz?
rısı -özellikle suda eriyenleri- temizlenmiş ve vü ler. Dün ayakkabıyı geri almaya gittiğimde, ‘lacivert püsküllü bir ayakkabıydı değil mi?’ dedikten sonra M armara daha ölmedi. Can çekişiyor.
cudumuza girmemiş olur.” çocuğumun ayak numarasını sordular ve tamir işinden iyi sonuç alamadıkları için bana yepyeni birçift Biraz daha oyalanırsak ölüm yolda. Öl
• “ Hormonlu sebze ve meyvelere gelince... ayakkabı verdiler. O kadar şaşırmıştım ki, neredeyse itirazettiğimibilesöyleyebilirim.Elimdeolmadan, düreni biz olacağız. Evlerimizin atıkları,
Bu işi takip edenlerden aldığım bilgilere göre, 'Ama niçin yenisini veriyorsunuz. Onaramaz mıydınız?’ falan dedim. Şaşkınlığımdan doğru dürüst fabrikalarımızın atıkları. Denizlere ulaş
daha ziyade patlıcan ve domatese hormon ve teşekkür bile edemedim. Çocuk ayakkabıyı tam bir ay süreyle giymişti ve ayakkabının burunları aşın madan, göllere, derelere. Mutlaka arıtıl
riliyor Türkiye'de. Bu işin de öyle tarlada fi maya başlamıştı bile. Onarım amacıyla götürülen, bir ay giyilmiş, burunları aşınmış, eskimeye yüz tut
mak.
lan değil, Antalya’daki gelişmiş seralarda ya muş bir ayakkabının tüketicinin hiçbir talebi olmadan yenisiyle değiştirilmesi, çok güzel değil mi?” (NİL-
Sanırım güzel günler göreceğiz. Yeni-
pıldığı söyleniyor. Zaten küçük üreticinin gübre GÜN SÜNER/T ophane-istanbul)
• OTOPARK OLMADAN OTOPARK PARASI "Eşim le birlikte, Orhaneli TermikSantral inşaatında kapı’da denize gireceğiz. Marmara balı
alacak, tarım ilacı alacak parası yok.. Hormo ğı arayacağız. Boğaz’da, korularda geze
çalışıyoruz. Fırsat buldukça arkadaşlarımızı ve ailemizi görmek için İstanbul’a geliyoruz. 16 nisan gü
nu nereden alsın! Ben tarla domatesinde hor nüde saat 21,00’de Kartal’dan kalkan arabalıvapura bindik. Size gönderdiğim fişten de anlaşılacağı ceğiz. Sabah penceremizi açarak içimize
mon olduğunu sanmıyorum...” gibi, hiçbir hizmet söz konusu olmadan ve neden alındığı anlaşılmayan bir parayı arabanızla vapura temiz hava çekeceğiz.
• “ Zaten ben hep, sebze ve meyvelerin en binerken sizden alıyorlar. Yalova ve Kartal’da, bu paranın miktarı da farklı. Şirinde 500 lira, diğerinde Hayal mi kuruyorum dersiniz?
bol ve ucuz oldukları mevsimlerde yenmelerini 600 lira. Bu emrivaki paranın neden alındığını merak ediyorum.” (ALAEDDİN SAYDAM) Rasgele!..
43
&
M INOLTA
Şimdi leasing’le kiralayın!
ı/lINOLTA’ya kolayca sahip olun.
Trans Teknik güvencesiyle...
son teknolojik yenilikleri içeren, d ü n ya ca ünlü MINOLTA Fotokopi Makinelerini
ve INFOTEC FAX'lannı, Türkiye'de Trans Teknik satar.
Eğer büro makinesi a lm aya karar verdiyseniz,
Lütfen bizi arayın, şartlarımızı belirleyelim.
MINOLTA
İSTANBUL BÖLGE MÜDÜRLÜĞÜ
80370 Piyalepaşa Bulvarı Kastel iş
Merkezi A Blk. Tel: 154 54 14 (30 Hat) /
163 62 25 (10 Hat) Fax: 153 49 56
Tergraf, Transtttli Tlx: 26 129 tro tr.
ANKARA BÖLGE MÜDÜRLÜĞÜ
06640 Kızılırmak Sok. 21/1
Bakanlıklar/Ankara
Tel: 118 33 25/125 79 24
Tlx: 42826 att tr.
İZMİR BÖLGE MÜDÜRLÜĞÜ
35210 Cumhuriyet Bulvarı
140/2 Ansancak-izmir İZMİR
DET TA K6 172S7 43
670 — İkiz kardeşler ” 5 Trefl” , "5 Karo” ve ” 5 kör” kontrol konuşmalarıdır. Hjartarson-Salov (Barceiona 1989)
” 6 Karo” ise çift karo kontrolü, yani AR gösterir. Güney or
1) tağının karodan şikan veya singlton olabileceğini düşünerek, I.d4 Af6 2.c4 e6 3.Ac3 Fb4 4.Vc2 0-0 5.a3 Fxc3 6.Vxc3 b6 7.FgS Fb7 8.Î3 d6 (Kasparov, Salov’un
♦ R54 bu konuşmasıyla granşlem teklifinde bulunmak istemiştir. hamlesine “ !?” “ şüpheli” demiş. Bu turnuvadan önce, Euwe’yi anma turnuvasında karşılaşan Salov
V AR642 Ama Kuzey iki karosuyla, Güneyin bir trefl perdanı olabile ile Hjartarson yine aynı varyantı oynamışlardı. Galip gelmesine rağmen Salov’un hamlesini değiştirme
♦ 109 ceğini düşünerek pas geçmiştir. sini doğrusu ben anlayamadım. Adı geçen oyunu veriyorum: 8..c5 9.dxc5 bxc5 10.e3 Ac6 ll.Ah3 h6
♦ 654 Batı kör ruasmı çıkar. Siz olsanız, hiçbir savunmaya bata
rı olmayan bu şlemi yapmak için nasıl oynardınız?
12.Fh4 Kc8 13.0-0-0 d5 14.Fxf6 gxf6 15.cxd5 exd5 16.Şbı Vd6 17.Af4 d4 18.Veı Ve5 19.Vg3 Vg5 20.Ad5
♦ A D V 1096 CEVAP: Kozlar 2-2 ise sorun yoktur. Yere bir karo çaktı Şg7 21 ,e4 Kfd8 22.VÎ2 Ve5 23.Fd3 f5 24.f4 Ve625.exfS Vxd5 26.Vg3 Şf8 27.f6 Kd6 28.Vg7 Şe8 29.Kheı
♦ 73 rır ve sadece bir trefl verirsiniz. Ama deklaran iki el koz çek Şd8 30.Fe4 Vb3 31.Fc2 Vd5 32.Fe4 Ve6 33.Fxc6 Vf5 34.Şaı Fxc6 35. Ke7 Kd7 36.Ke5 Vc2 37.Ke8 Şc7
♦ AD tiğinde İkincisine Batının uymadığını görmüştür. kazanır. Hjartarson-Salov, Euvve’yi anma turnuvası 1989) 9.e4 c5 10.d5 Abd7 ((10..exd5 ll.Fxf6 Vxf6
♦ AR7 Skuiz uzmanlan hemen Doğuya karşı bir skuiz durumu ya 12.Vxf6 gxf6 13.exd5 b5 14.b3 beyaz daha iyi.) ll.Ah3 h6 (Hjartarson, Kasparov’a karşı siyah taşlarla
ratmaya çalışacaklardır, çünkü Doğunun kalan kozu yerdeki ll..exd5 12.cxd5 a6 13.Fd3 h6 14.Ff4 Ve7 15.0-0 b5?! 16.Kfeı Ae5 17.Ffı Fc8?l 18.AÎ2 Ag6 19.Fd2
G üney K u zey
altılıdan büyüktür ve bu bakımdan karo kupu yapmaya im
2 Pik 3 Kör kân yoktur. Bir kör sağlamak için ise bir yer antresi eksiktir. Fd7 20.b4 başarı sağlayamamıştı. Reykjavik 1988) 12.FÎ4 exd5 13.cxd5 Ve7 14.0-0-0 a6 15.g4 Ah7 16.Af2
4 Tren 4 Pik Skuize gelince, bu ancak bir kuplu kör-trefl skuizi olabilir ve b5 17.1ı4 KfcS 18.Şbı Ahf8 19.gS h5 20.Fg3 c4 21.Fh3 a5 22.Kheı Kc5 23.Kcı Ka6 24.Adı Ae5 25.Ffı
4 SA 5 Karo bir el bağışlamayı gerektirir. Rakip ellerin ilerde göreceğimiz Vc7? 26.Fe2 Kb6? 27.Fxe5! dxe5? (27..b4 28.axb4 axb4 29.Fxd6 Vxd6 30. Vd4 beyaz daha iyi.) 28.b4!
6 Pik Pas dağılımına göre, doğru savunmaya Doğuyu sıkıştırmanın im axb4 29.axb4 Ad7 30.Ab2 Ka6 31 f4 Fxd5 Kxd5 32.exd5 33. Kedi Kxdı 34.Kxdı exf4 35.Fxh5 g6 36.Fg4
Batı trefl valesini çıkar. kânı yoktur. Oysa, Forquet’in gösterdiği yol çok daha etkili Ae5 37.Keı Ad7 (37..Axg4 38.Ke8 ve mat) 38.Ke7 Kd6 39.Fxd7 Siyah terk eder. Böylece Hjartarson,
CEVAP: Bir trefl ve bir karo kaybınız olduğuna göre, ka ve çok daha basittir.
ro empasma başvurmadan önce, yerdeki körleri sağlamaya Kozların partaj olmadığını görünce, Güney karo asını çe Euvve’yi anma turnuvasında iki kez yenildiği Salov’dan alacağının bir kısmını geri almış oldu. Hjartar-
çalışmanız gerekir. Ama nasıl? Körler 3-3 ise sorun yoktur: ker ve Doğudan valenin düştüğünü görür. Batının baraj açı son’un ikinci yenilgisi şöyleydi: İ.d4 Af6 2x4 c5 3.d5 g6 4.Ac3 d6 5.e4 Fg7 6.h3 0-0 7.Af3 a6 8.a4 e6
AR körü çekip bir köre büyük çakar ve kozlar 3-1’den kötü sına göre, Doğunun başka karosu olamayacağı açıktır. Gü 9.Fd3 exd5 10.cxd5 Abd7 11.0-0 Ke8 12.Ff4 Vc7 13.Vd2 Ah5 14.Fh6 Ae5 15.Axe5 Fxh6 16.Vxh6 dxe5
dağılmamışsa, ADR pik oynayarak sağlanan iki köre iki kay ney şimdi treflle yere geçmeli ve karo oynamalıdır. Doğu ça 17.Kfcı Fd7 1S.Ffı Af6 19.Ve3 b6 20.Abı a5 21.b3 Kf8 22.Aa3 Ae8 23.Fb5 Ad6 24.Fxd7 Vxd7 25.Ac4
bınızı kaçarak granşlem yaparsınız. Ama körler 5*1 ise, ikin resizdir: *‘lob” a çakmayı tercih ederse, Güney perdan karo Vc7 26.Axe5 Kae8 27.Ac4 Axe4 28.Keı Vd8 29.Kadı Ad6 30. Vf3 b5 31.axb5 Axb5 32.d6 Ad4 33.Vd5
ci kör kupundan sonra yere geçip beşinci köre perdanlarınız- sunu verir, Doğunun kör dönüşüne çakar (Doğu trefl döner
dan birini (tabii trefli) kaçmak için antreniz kalmaz. Onun se yerden alır ve kör kupuyla ele geçer), karo ruasına yerin
Ae2 34.Kxe2 Kxe2 35.d7 Şg7 36.Vxc5 Ke7 37.Vd6 f6 38.Axa5 Kff7 39.Ac6 Vxd7 40.Axe7 Vxd6 4İ.Af5
için körlerin 4-2 dağılımına karşı da kazanmak için doğru kayıp treflini kaçar, üçüncü trefline yerin son kozuyla çakar gxf5 42.Kxd6 Kb7 43.Kd3 f4 44.Şfı Şg6 45.Şe2 Şf5 4Ğ.Kc3 Kg7 47.b4 Kxg2 48.b5 Kg7 49.b6 Kb7 50.
oyun, sadece bir el koz çektikten sonra bir kör bağışlamak ve başka el vermez. Doğu çakmazsa. Güney ruayla eli kaza Kb3 Şg5 51 .Şf3 f5 52.h4 Şxh4 53.Şxf4 h5 54.Şxf5 Kf7 55.Şg6 Siyah terk eder. Ve Arif Damar’dan “ sat
tır! Ondan sonra, eli kim alırsa alsın ve ne dönerse dönsün nır ve bu defa bir “ kayba kayıp” manevrası sayesinde kont ranç gibi” beyit: “Çektim kahve değirmenlerinde çok ince ama kahve değil / Vız gelir değirmentaşı
empas yapmadan almak, kör asını çekmek, küçük bir köre ratını yapar: Karo sekizlisini oynayıp yerden trefl İkilisini atar! öyle bildiğin gibi değil.” (Analiz: Tamas Georgadse) □
metr kozla çakmak, yerde kalmak üzere üç el koz çekmek ve Böylece, eli ister Batı, ister çakarak Doğu alsın. Güney yine
sağlanan körlere iki kaybınızı da kaçmaktır. yere karo yerine bir trefl çaktırarak kontratını yapar. Eğer Rogers-Parameswaran
B atinindi şöyleydi: 4 8 ¥D l085 ♦ RV764 4V108. Doğunun değil de Batının piki üçlü olsaydı, deklaran on ikinci Hong Kong 1983 “ Oyun Sonu” çalışalım
Başta iki koz çekerseniz, bağışladığınız körü Doğu alır ve elini karo kupuyla yapardı. Geçen haftanın çözümü:
son kozunu dönerek yer antrenizi yıkar: Artık sadece körle Dört elin dağılımı şöyleydi:
rin 3-3 olması veya karo empastnm geçmesi halinde kazanır 4 654 Yanıt şöyle: 1.Fd6! Fd4 2.Fe6! Kxe6 3.Kb8 Şf7 4.Fxa3 Kxe4 5.f4! Fe5 6.Kb7
sınız. ö te yandan, kozların 4-0 olduğunu görürseniz, karo ¥ A7642 Şg8 7.Şf5 Ka4 8.Şxe5 Kxa3 9.Şf6 kazanır. □
eınpasını denemekten başka çareniz kalmaz. 4 54
2) 4 7 4 832
4 AR2
♦ D4 V RD3 ¥ V985 Bu oyun nasıl biter?
¥ R872 4 D1097632 4 ARDV109 4 V
4 V9 4 D10753 Sc ho nthier-G rzesi k
♦ AR8643 ¥ 10
(Bad Neııenahr 1984)
♦ A 4 AR8
4 864 I .e4 Af62.e5 Ad5 3.d4d64.Af3 Fg4 5.Fe2c66.c4 Ab6 7.Abd2 dxe5 8.Axe5
♦ ARVI05 Acaba oyunu skuizle yapmak mümkün müdür? Yanlış sa Fe6 9.Aef3 f6 10.0-0 Ff7 11.Vc2 A8d7 12.Fd3 g6 13.Keı Vc7 14.a4 Fg7 15.b3
¥ A63 vunmaya evet, ama doğru savunmaya hayır. Deklaran ilk eli Beyaz oynar kazanır. e6 16.Ae4 0-0 17.Fa3 Kfe8 18.Ad6 Ked8 19.Axn Şxf7 20.h4 Kg8? Oyun
♦ 7 kör asıyla alır ve bir skuize ihtiyacı olabileceğini düşünerek
♦ D652 elden bir kör kupu yapar. Kozların partaj olmadığını görün
burada kesildi. Beyazın devam yolunu bulabilecek misiniz? Yanıt haftaya.
G üney K u zey ce, bir el daha pik oynayarak kozları bitirir, karo asını ve ka
1 Pik 3 Karo ro ruasını çeker ve perdan karosuna yerden bir trefl (zinhar Geçen haftanın çözümü:
3 Kör 5 Pik kör değil) atarak eli Batıya verir (Hesabı düzeltmek için). Batı
6 Pik . Pas şimdi karo dönerse, deklaran yerden bir kör (niçin önce kör Oyun şöyle bitiyordu: 14.Adxb5! axb5 15.Fxb5 Şd8 16.Axd5 exd5 17.Kd3
sonra trefl atamayacağını ilerde göreceğiz) atarak sondan ön Ac4 18.Kc3 Fb4 19.Kxc4 dxc4 20.Kdı Şc8 21 .Kd4 Fd5 22.Kxd5 Fd6 23.Kd4
“ 5 Pik” Jais-Lebel Blackwood’udur: iki as, bütün kont
ceki kozuyla çakar ve Doğu şu durumda sıkışır: kazanır. □
rolleri ve koz problemi gösterir. Güney sağlam pikleriyle şlem
davetini kabul eder.
Batı trefl valesini çıkar. ¥ 76(4)
D Ü Z E L T M E : Geçen hafta Kasparov-Salov oyununu yorumlu ola
CEVAP: Yere iki trefl çaktırmak fena bir fikir değil gibi 4 AR
gözükmekte ise de, bunun için üç el antresine ihtiyacınız var
rak vermiştik. 11. hamle, bir yanlışlık sonucu, “ b6 e5” biçiminde ya
dır: İkisine kupları yapmak için, üçüncüsüne de ele dönüp koz önemsiz ¥ V9 yımlanmıştır. Doğrusu; 11.b3 e6 olacaktır.
ları çekmek için. Oysa, elde topu topu bir antreniz vardır. On 4 D107 Beyaz nasıl kazanır ? Düzeltir, özür dileriz.
dan sonra ele ancak karo veya kör kuplarıyla geçebilirsiniz. ¥ 10(9)
O zaman da ya ilk kupunuza Batı sürkup yaparak ortağına 4864
Geçmiş zaman olur ki!..
bir trefl kupu verebilir (ruası üçlü olup düşerse) ya da pikler Doğu kör yerse, deklaran trefl ruasıyla yere geçer, son ko Zukerto rt- Blackbu rne
4-2 ise koz kontrolünü kaybedebilirsiniz.
Nitekim Batinindi şöyleydi: 49873 4 9 4 ♦ 109 4VI0973.
zuyla bir köre çakarak yerin son körünü sağlar ve treflle tek (Londra 1883)
rar yere geçerek son iki eli alır. Batı trefl yerse, bu kez de elin
Batı üçüncü karo veya üçüncü köre üste çakarak ortağına üçüncü küçük trefli sağlanır. Buna, bildiğiniz gibi, kuplu çap 1x4 e6 2.e3 Af6 3.Af3 b6 4.Fe2 Fb7 5.0-0 d5 6.d4 Fd6 7.Ac3 0-0 8.b3 Abd7 9.Fb2 Ve7? 10.Ab5 Ae4
bir trefl kupu verir ve oyun batar. raz skuiz veya "crisscross squeeze” diyoruz. ll.Axd6cxd6 12.Ad2 Adf6 X3.f3 Axd2 14.Vxd2 dxc4 15.Fxc4d5 16.Fd3 Kfc8 17,KaeıKc7 18.e4Kac8
Onun için yerin karolarını sağlamaya çalışmak gerekir. Ama Batı karo yerine kör dönerse, Güney şlcmini daha da ko 19.e5 Ae8 20.f4 g6 21.Ke3 f5 22.exf6 Axf6 23.f5 Ae4 24.Fxe4 dxe4 25.fxg6 Kc2 26.gxh7 Şh8 27.d5 e5
karoların da normal dağılımı 4-2 olduğuna göre, koz kontro laylıkla yapar. Çünkü deklaranın kendi yapamadığını defans
lünü kaybetmeden elden iki kup yapamazsınız. Çaresi, ilk 28.Vb4! K8c5 29.Kf8! Şxh7 30. Vxe4 Şg7 31.Fxe5 Şxf8 32.Fg7 Siyah terk eder. □
yapmış olur: İkinci bir kör kupunu düşmanının sayesinde ger
problemde olduğu gibi, bir karo bağışlamaktır! çekleştirmiş olan Güney treflle yere geçip üçüncü kör kupu Kombinezon: 113 Etöd: 113 Problem: 113
Trefl as ve yerden küçük bir karo. Eli Doğu alıp kör dön
dü diyelim. Kör ası, pik damı, metr kozla karo kupu, üç el
nu da yapar ve yer sağlanır! İşte, deklaranın Batıya bağışla Alster-Ferchter T. Gorghiyev M. Degenkorbe
dığı karoya kör defos etmemesinin sebebi buydu: etseydi, Ba Leningrad 1970 64 1934 D. Almanya 1981
koz ve kozlar 4-2 ise kör ruası ve dört karoya üç trefl ve bir tının kör dönüşüne de oyunun çıkarı kalmazdı.
kör defosu! Buna karşılık, Batı karoyla el tutunca trefl dönerse, artık
671 — Kupa karşı tedbir kontratınızı yapamazsınız. Çünkü yerin hayati antrelerinden
Aşağıdaki şlem masada batmıştı; ama ünlü İtalyan şampi biri yıkılmış olur, iyi bir oyuncunun bu anti skuiz defansı gör
yonu Pietro Forqııei'in belirttiği gibi, vasatın biraz üstünde mesi gerekir.
bir oyuncunun bile konuşmalara bakarak doğru oyunu bul 672 — Batı aldatıyor mu?
ması gerekirdi:
4 654 ♦ A94
4 A7642 ♦ R42
4 54 ♦ 8743
♦ AR2 ♦ 1073
4 ARDVI09 * R6
¥ 10 ♦ A10763
♦ A
4 AR8 * AR642
4 864
Beyaz oynar kazanır. ki hamlede mat
Güney Kuzey
Ban Ku zey Doğu G üney I kör | SA Kombinezon 112’nln çözümü: Etüt 112’nin çözümü: Problem 112'nin çözümü:
3 Karo Pas Pas 4 Pik 3 Tren 3 Kör l..Kxf3 2.Şxf3 Fxg4 3.Kxg4 l.g7 Ah4 2.Şc5 Fd5 3.Şxd5 l.Af7!
Pas 5 Trefl Pas • 5 Karo 4 Trefl 4 Kör Vf2 4.Şe4 Vf5 5.Şxd4 Ve5 mat. Af5 4.g8A! Şb7 5.Şe5 Ag7 1.. Af4 2.Kf6 mat
Pas 5 Kör Pas 6 Karo Batı karo ruastnı çıkar. Güney trefl asını çeker ve Batıdan 6.Af6 Şc7 7.Fh4 Şc8 8.Fg5 Şc7 1.. Ad3 2,fxe4 mat
Pas 6 Pik... dam düşer. Devam edin. □
9.Fh6 kazanır. 1.. Ad7 2.Fe6 mat
45
A R M A Ğ A N Ll B U L M A C A Sedat Yaşayan
Soldan sağa
1- Fotoğrafta gördüğünüz ünlü şair ve yazarımız... 1 2 3 4 5 8 7 8 9 10 11 12 1314 15 1817 18 19 20 zı simgeleyen harfler... Bir tür pencere kapama dü
zeni... Bir nota. 4- Kaynatılmış buğday... Alınmış bir
Salgın hastalık. 2-Ortaoyununda taklitçi... Ton ve ma şeyi geri verme. 5- André Malraux’nun, ispanya iç
kam temeline bağlı kalmadan oluşturulan beste. 3- Savaşı'nı konu alan ünlü romanı... iskambilde bir kâ
Su... Hekimlikte kullanılan, sütleğengillerden bir bit ğıt... Fatih Sultan Mehmet'in şiirlerinde kullandığı
kinin verdiği zamk ve özsu... İran Türklerince “ağa” mahlas. 6- İran'da tarihi bir kent... Hisse senedi, tah
yerine kullanılan sözcük. 4- Afrika’da bir ırmak... Di vil, yabancı para gibi değerli kâğıtları daha kârlı gö
şi deve... Atın başına geçirilen dizgin ve süsler. 5- rülen başka kâğıtlarla değiştirme işi. 7- Almanların
Akrabalar, nesiller’ 1anlamında eski sözcük... Halk ünlü bir destanı... Derebeylik Japonyası’nda parya
edebiyatında aruz ölçüsüyle yazılan şiir türlerinden lar kastı. 8- Yer’den gezegene ve Güneş'e uzanan
biri. 6- Önceleri Hıristiyanca bir sosyalizm yaratma iki doğrultu arasındaki açı... Kadife... Pozitif elektrot...
ya çalışmış, sonradan Rus gizli polisinin ajanı ola Bir sayı. 9- Mecusi rahibi... Engel... Fazıl Hüsnü
rak 500’den fazla kişinin öldüğü ünlü Kızıl Pazar gös Dağlarca’nın bir şiir kitabı... Mısır’ın plaka işareti.
terisini (22 Ocak 1905) yönetmiş Rus rahibi... En 10- Beddua... Yumurta verimi çokbirtavuk ırkı... Kö
donezya’nın plaka işareti... Uzaklık işareti. 7- Afrika1 pek için hazırlanan yiyecek... Kış için etinden kıy
nın tropikal bölgelerinde yaşayan bir maymun... Gü ma, kavurma, pastırma ve sucuk yapılan semiz hay
ney Amerika’da bir ülke. 8- Şeyh Bedrettin’in Tan- van. 1 1 - Ortadoğu'da bir göl... Hindistan'da kraliçe
n, evren ve insan konusundaki görüşlerini içeren ün ya da prenseslere verilen ad... Tütsü olarak yakılan
lü yapıtı... Rigveda’dan ezbere parçalar okuyarak bir tür ağaç sakızı... Şaşma belirten bir ünlem. 12-
‘anrılan çağırmakla görevli Veda rahipleri sınıfına ve Orta Asya’da yaşayan Şamanist Türkler arasında çe
rilen ad. 9- 1922’de doğmuş, sinemanın kalıplaşmış şitli şeylerden anlam çıkartarak bakılan fal... İtalya’da
anlatımına özgün bir bakış açısı getirmiş, Solak Si bir kent... Demirin simgesi... Manda pastırması. 13-
lahşor, Bonnie ve Clyde, Küçük Dev Adam, Ge Amazon bölgesinde bataklık sık orman... Omuzluk...
ce Hamleleri gibi filmleriyle tanınmış Amerikalı yö Ayakkabı çekeceği. 14- Bir zaman birimi... Söylev...
netmen... Besteleniş sırasına göre numaralanmış Bir tür sağlam ve yumuşak dana ya da öküz derisi.
müzik yapıtı... Ayak. 10- İki yıl sürülmeyen boş tar 15- Lüks otel ya da gösterişli yapı... Müslümanları
la... Lityumun simgesi... Amertkanarmudu da de cuma, bayram ya da cenaze namazına çağırma...
nilen ve son yıllarda yurdumuzda da yetiştirilmeye Kars yakınlarındaki ünlü harabe yeri... Akıl. 16- Ver
çalışılan meyve... Tavlada bir sayı. 11- Bir görevin yü me, ödeme.. Siirt'in bir ilçesi... Spor takımlarının ken
rütülebilm esi için merkez olarak seçilen yer... di kentleri dışında maç yapmaya gitmesi. 17- Bir no
1943-1988 yılları arasında yaşamış, Ankara Devlet ta... Çok sayıda alıcıya karşılık çok az sayıda satıcı
Konservatuvarı Bafe Bölümü’nü bitirdikten sonra üç bulunan piyasa... Kurnaz, açıkgöz... Mürekkep hok
yıl da Almanya’da modern bale çalışmış, dansçılığı- kalarına konulan ham ipek. 18- Avanak... Japon halk
nın yanı sıra birçok bale yapıtının koregrafisini de türkülerine verilen ad... Argoda rakı... Rubidyum ele
yapmış ünlü balerin ve koreograf... 1824-1903 yılla mentinin simgesi. 19- Kumaş biçen, prova yapan,
rı arasında yaşamış, Kızılderililerin ve Çingenelerin parçalan patrona göre ayarlayan ve iş dağıtımını ya
geleneklerini inceleyen yapıtlarıyla tanınmış Ame pan usta... Kalayın simgesi... Hile... Gemiçi, isçi gi
rikalı şair, yazar ve folklorcu. 12- Katı, eğilip bükül bi kimselerin eğlenmek için gittikleri içkili ve danslı
mez... Tümör... Gümüşün simgesi... Bir yarışın be- bi kimselerin eğlenmek için gittikleri içkili ve danslı
iirli uzaklığı kapsayan bölümlerinden biri. 13- Cüret yer. 20- Duyuru... Saray ve konaklarda giyinenlere,
kâr... Sayma, sayılma... İffetsiz kadın... Kertenkele hamamda müşterilere ayna tutan kişi... Eyer kola
derisi. 14- Hizmet hayvanlarının ayağına çakılan de nının tokaya geçen.kayışı. □
mir... Fransa’da bir kent... Bir soru sözü... En az, as
gari. 15- Gerçeküstücü sinemanın en iyi temsilcile 18 Haziran 1989 tarihli bulmacayı doğru yanıtlaya
rinden biri olup Bir Endülüs Köpeği, Altın Çağ, rak çekiliş sonucu “AVRUPA UYGARLIK TARİHİ” adlı
Gündüz Güzeli gibi filmleriyle çağımızın en ünlü yö Bu haftanın arm ağanı, A h m et M um cu'nun ‘O SM A N LI DEVLETİN D E SİYASETEN KATL’
ad lı kitabıdır. kitabı kazananlar
netmenlerinden biri... Hücrelerin düzensiz olarak bö
İSTANBUL'DAN: Aksel Tibet, Canan Durusel, Sabahad-
lünüp çoğalmasıyla beliren kötücül ur. 16- Güney Af din bilsel, Nesrin Görgüner, Sibel Almaş, Zerrin Kayam,
rika Cumhuriyeti’nin plaka işareti... Yunan mitoloji İsim : ................................................................................ ............................................................................
Reyhan Öztürk, Fevzi Kurt. ANKARA’DAN: İhsan Gök
sinde Kadmos ile Harmonia’nın kızı... istihlak... Böl Adres: ........................................................................................................................................................... çen, Nuran Demir, Ö.Uğur Şahin, Necat Yurdusev, Mu
meli göçebe çadırı. 17- Açı ölçmeye yarayan dönme hammet Keskin. Hayriye Sungur, Burcu Erçakmak, Ay
hareketli bir çeşit cetvel...Gümüş ya da altını ince han Yılmaz, Murat Türkeş, Sülün Tozan, Didem Onan,
teller durumuna getirip örerek yapılan takı gibi şey arabası... Anahtar... Tutulacak yer. Paul Signac gibi ressamların geliştirdiği izlenimci Selçuk Yılmaz, Sema Sahil Nuray Ongun, Özden Erde-
ler... İçinde Türkçenin de yer aldığı dil topluluğu. 18- lik akımının yurdumuzda başarılı bir temsilcisi olmuş, mir, Haiit Nafiz Turan. İZMİR'DEN: Elif Emine Bilal, Ah
Baryumun simgesi... Merhale... Boru sesi... Yasal... Yukarıdan aşağıya met Fikret Torun, Umay Uzunoğiu, Ünal Doğru. ANTAL
bu akımı İstanbul görünümleri, yerli ışık ve renk özel
Bir nota. 19- Bir tartı birimi... Türkiye’nin de üyesi 1-1881-1937 yılları arasında yaşamış, resim öğreni YA'DAN: H. İbrahim Yılmaz, İsmail Kepenek. SİNOP'TAN:
likleri içinde ustaca uygulamış Türk ressamı... Üze
olduğu bir örgüt... Birmanya’nın para birimi... Kır ko mini Sanayii Nefise Mektebi ile Paris’te yapmış, uzun Mustafa Kavak, Fahri Yeni, Yalçın Kaya, Leyla Gökkurt.
rinde bant bulunan bir tür sandalet. 2- Tek bir sa ZONGULDAK'TAN: Yurdagül Akkaya, Turhan Demirbaş,
şusu. 20- Eskiden Avrupa’da bir kentten diğerine yol yıllar Güzel Sanatlar Akademisi’nde öğretmen ve natçının tek bir çalgı ile verdiği konser... Federal Al
cu taşımakta kullanılan kapalı ve dört tekerlekli at Necdet Öz. AYDIN’DAN: Recep Güler, Esen Aksoy.
müdür olarak çalışmış, Claude Monet, Cézanne, manya’yı oluşturan eyaletlere verilen ad. 3- Paramı- İÇEL'DEN: Gülsen Yüncüler. BOLU'DAN: Adnan Güngör.
UŞAK'TAN: Nadi Sancar. ÇANAKKALE’DEN: Halil İbra
him Baisara. MALATYA'DAN: Alp Fidan. KAYSERİ'DEN:
ÇÖZMECE Erol Özbek Osman Kayısı. BALIKESİR'DEN: Mehmet Çakmak Dİ
YARBAKIR'DAN: Murat Biricik. ERZURUM'DAN: Ürün-
can Keskin. TEKİRDAĞ'DAN: V.Ünal Altuğ. KOCAELİ-
güzelce siliyor ve pırıl pırıl parlatıyormuş. Bu
nımadığı bir berbere tıraş olmaya kalkışacağı sandığını belirten kişi hastadır, ama normal mi,
nı hiç sormayın. Çünkü.bu tür mantık problem d e li m i o ldu ğu belirlenem em iştir. Çözmece-
lerinde okurların böylesi mantıksızlıklara takıl n in zorluğu, kişinin gerçekten hasta oldu ğu io T
. E R E B E N j I- Ï W 4 . P O t İ r İ n
nu sanıp sanmadığının b e lli olmayışıydı. Bu » S N B E N İk V a .l. O Ş*4 ŞIN4
maları değil, sadece tek bir mantıksızlığa bak mış. Berberin de giyimi kuşamı dökülüyormuş.
maları gerekir. Neyse, olası itirazları bu şekil Ama asıl önemlisi, saçları çok kötü kesilmiş
nun iç in b ir onun gerçekten hasta olduğunu >7Eg o s  nY R IZ I XI.LEM,
sandığı varsayılmalı, b ir de hasta olduğunu «Y E İr a M P T Iy A
. - L- ^r N|
n w T f İ i
de önledikten sonra, adamın saç tıraşı olmak miş. Akıllı adamımız, bu görüntüden dehşete sanmadığı halde bunu böyle sandığı esas alın
istediğini ve biraz sorunca köyün sadece iki ta
ne berberi bulunduğunu öğrendiğini belirtelim.
düşüp ikinci dükkâna gitmiş. Orası ise tam ter malı. B irin ci durum da kişi norm aldir (sandığı ■ ■ ^.N.ENBpTnËN.I £0X1 hS(np
sine temiz mi temiz. Berber de hayli güzel ve sanıya gerçekten sahiptir), o halde normal has '* ? U . S T O M E i E . Ç J A B B B A A R A U
Köyün iki berberinin ikisinin de ayrı dükkânı temiz giyimli biriymiş. Asıl önemlisi de bu ber tadır. İkinci durumda da beyanı yanlış olduğu 17J .LjÎ MÎ lS
l Ï Ï a^ NK
p ^MŞ fbEe g .
\arm ış ve ikisinin de yanında bir kalfa bulunu berin saç tıraşı gayet güzelmiş ve kendisine ya- na göre delidir, o halde hasta değil, d e li bir _ . - P C o J2 S M E (Ç R A f
yormuş. Bizim akıllı adamımız gidip bakmış. kışıyormuş. Akıllı adam dükkânı gördüğü sı doktordur. " ■Ş Ff4^B OoAa K.e Ô
oMM L i .n
N İB i1 M A « | A R . Î
Birinci berber dükkânı hayli dağınık durumday rada bu berberin çırağı dükkânın penceresini 20 F E R C i M A N P L A S S A I L E f l A fc;
TABAKASINA
ZARAR VERDİĞİ
SÖYLENEN
HİÇBİR İTİCİ GAZ
İÇERMEZ.
100'e yakın ülkede, Dünya' nın en güçlü bu yana tam 14 yıldır hiç bir ürününde kesinlikle
haşarat öldürücülerini üreten Johnson Wax, kullanmamaktadır.
dünyamızda ancak son birkaç yıldır gündeme Haşarat mücadelesinde Johnson Wax'ın güçlü
gelebilen ve ozon tabakasının incelip yırtılmasına Raid'lerini kullanmak, ozon tabakasına dolayısıyla
neden olan Chloro Floro Carbon gazını, 1975'den dünyamıza ve insanlığa zarar vermemek demektir.