You are on page 1of 48

Cumhuriyet

PARASIZ PAZAR EKİ


SAY! 174
2 TEMMUZ 1989

V Yiv

m m

Ölümünün
44. yıldönümünde
fikir ve eylem adamı,
gazeteci, yazar
Yunus Nadi’nin
anısını tazeliyoruz

YUNUS NADİ ARMAĞANI 43 YAŞI NDA


F ,LTE R s ^ 9

p ltT E ^ S®@'s

- n s g t n u * * ^ n “*'™ ?£%*'<:+*

Serüvenin tadını yaşayın. C ,t^ —

Camel ABDde üretilmektedir

1379 yılı m j)J 467-.tedbir ır/annc ağara saqU^> zararlar


N

5 TV’den Seçmeler/Radyo 11 Yunus Nadi Armağanı ödül dağıtım töreni


Haftanın filmlerini arkadaşımız Atillâ Dorsay seçti.
12 Ölümünün 44. ıi
yıldönümünde fikirleri P
.
\ den
ve eylemleriyle Ölümünün 44. yılında
Yunus Nadi gazetemizin kurucusu Yunus
İlhan Selçuk
N adi’y i anarken İlhan
Yüzyılın başında gazetecilik
Selçuk, Cumhuriyet DERGİ
yaşamına atılan fikir ve eylem için kaleme aldığı yazısında,
adamı, yazar Yunus Nadi’yi, Ötümünûn
ölümünün 44. yıldönümünde,
44.yıtdönümu'KM
fcıvve«yl*m«tfamt,
“Yunus N adi’y i genç
o*(sttei,yfcnr
ilhan Selçuk bize anlatıyor... ww*»mta**Hyorva kuşakların tanıması gerekir,”
Kurduğu gazetenin 65. YUNUS N AD İ A B M A & A N I 4 3 Y A S I N D A diyor. Cumhuriyet
yıldönümünün de kutlandığı bu
Kapak fotoğrafı: İBRAHİM ÇAUU'ntn
yıl, Yunus Nadi Armağanı YUNUS NADİ tablosundan detay (Yıl
Gazetesi’nin 65. kuruluş
43 yaşında... 1925). yıldönümüne de rastlayan
14 Yunus Nadi Armağanı: Röportaj ödülleri “1988/1989 Yunus N adi
OA V n m .r ü ı ı __:
24 Yunus a
Nadi Armağanı: Afiş ödülleri Armağanı”nı kapak
Refik Durbaş, 40 yıl öncesinin Yunus Nadi Armağanı birincilik ödülü sahibi
Zeyyat Selimoğlu ile söyleşide...
26 Yunus Nadi Armağanı: Karikatür ödülleri konumuz yapar ve bu yılın
6 Haftanın Konuğu: Zeyyat Selimoğlu 29 Yunus Nadi Armağanı: Öykü ödülleri yarışma düzeni içinde, beş
Refik Durbaş 37 Yunus Nadi Armağanı: Fotoğraf ödülleri dalda ödül almış yapıtları
Yunus Nadi Armağanı’nı kazanan en “eski” , daha doğrusu “ ilk”
yazarlardan biri olan Zeyyat Selimoğlu, kırk yılın ardından, 43.
40
. . Sofra: Karpiç Şehir Lokantası Bekri Çeşnici okurlarımıza, sayfalarımız
Bugüne kadar, eskiliği ne denli uzun bir geçmişe dayanırsa
Yunus Nadi Armağanı Yarışması’nın sonuçlandığı şu günlerde, dayansın, günümüzde de kurulan sofraları ziyaret ettik. Ancak elverdiğince tanıtırken, biz de
yarışmayı, ödül kazanan yazısını anlatıyor. Kısaca, o günleri
bugüne getiriyor...
bugün, artık yalnızca anılarda, fotoğraflarda ve eski gazete İlhan Selçuk’un bu
yapraklarında kalmış bir sofraya, “ Baba Karpiç” in, kimi zamanlar
7 Fotoroman/lncir Çekirdeği gazetemizin kurucusu Yunus Nadi’yi de ağırlamış sofrasına düşüncesinden hareket ettik.
8 Başkent Günleri M üşerref H ekim oğlu uzanacağız... Gazetemizin kurucusu Yunus
Çocukluk yıllarının anıları arasında bugüne uzanan izlenimleriyle 41 Anket Defteri: Güngör Dilmen Nilay Karman N adi’y i ve bu yıl 43. yaşını
Müşerref Hekimoğlu, Yunus Nadi’yi 30’lu yılların Türkiyesi’ndeki Bu haftanın “Anket” konuğu da, bundan tam 20 yıl önce,
Cumhuriyet Gazetesi’ni ve gazetenin o yıllarda düzenlediği "Anzavur” adlı senaryosuyla Yunus Nadi Armağanı Yarışması’nı
dolduran “Yunus Nadi
güzellik yarışmalarını anlatıyor bizlere... kazanan oyun yazarı Güngör Dilmen... Armağanı”nın biri geçmişe
9 Albümlerden 42 Sağlık Erdal Atabek diğeri geleceğe yönelik iki
Cumhuriyet Gazetesi’nin kurucusu ve başyazarı Yunus Nadi
(Abalıoğlu), 1910’larda, 20’lerde, 30’larda, 40'larda... Bir fotoğraf
43 Ev Ekonomisi Meral Tamer anlamını, sîzlere tanıtmaya
albümünün çerçevesi içinde, Sultan Hamit istibdadı altındaki genç Rasgele Ralf Ertem çalıştık: “Yalnızca
gazeteciden Kurtuluş Savaşı’nın takipçisi başmuharrire ve Atatürk
devrimlerinin, cumhuriyetin fikir adamına, adım adım
45 Briç Şiar Yalçın Cumhuriyet Gazetesi’nin
enstantaneler... S a t r a n ç Kahraman Olgaç değil, Cumhuriyet
Türkiyesi’nin de kuruluşunda
büyük emeği bulunan Yunus
N adi’nin anısını tazelerken,
bu yıldönümünü geçmişe
dönük bir acı olarak değil,
geleceğe yönelik bir kültür
olayına dönüştürmek amacı”
idi bu ikili anlam... Yunus
N adi’nin kişiliğini, düşünce
ve eylemlerini aktarmaya
çalışırken, fotoğrafından
resimaltına, yarışmanın bu
ikili anlamı, bize y o l
gösterdi....
İyi pazarlar!

Otuz yıl öncesinin Yunus Nadi Armağanı “ Büyük Jürisi": Tarih, 29 Mayıs 1959; seçici kurul saat 10.30'da Divan Oteli'nde kendine ayrılan salonda toplanıp
kararını vermeye hazırlanıyor... Soldan sağa, oturanlar: Baki Süha Ediboğlu, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Fatih Rıfkı Alay, Enis Tahsin Ahmet Hidayet Kadri
Kayabal, Yaşar Kemal. İkinci sırada ayakta duranlar, soldan sağa: Selmi Andak, A.Kadir, Sabahattin Eyüboğlu, Osman Karaca Tahsin Öztin l/âlâ Nurettin
Orhan Kemal, Burhan Arpad, Nadir Nadi, Bedii Faik ve Abdi İpekçi.

10 Yunus Nadi Armağanı 43 yaşında 46 Armağanlı Bulmaca Sedat Yaşayan Cumhuriyet DERGİ • Sahibi: Cumhuriyet Matbaacılık
ve Gazetecilik T.A.Ş. adına Nadir Nadi • Genel Yayın
Geçmişten geleceğe, bir yarışmanın iki anlamı: Yunus Nadi Çözmece Erol Özbek Müdürü: Haşan Cemal • Müessese Müdürü: Emine
Armağanı Yarışması, ne zaman ve nasıl düzenlendi?.. Amaçları; Uşaklıgil • Yazı işleri Müdürü: O kay Gönensin •
bugünkü anlamı... Kuruluşundan bu yana, yarışma birincileri... 48 İnsanlar İsm ail Gülgeç Yayın Yönetmeni: Lütfü Tınç • Yayın Sekreteri:
Turhan Günay.
3
/A !\r c İSTANBUL ; 151 41 55
★ TURİZM REHBERİ Ç A ^ A c /A /V S ANKARA : 231 26 99

ODAK TURİZM W '- i l


TURSA8 BELGE NÖ: s59S- lB 9 0 DÜŞLERİNİZDEKİ
Washington Otel* * * Y.P. 335.000.— AKYARLAR'IN KUMSALINDA
BODRUM Princess Otel * ★ ★ Y.P. 375.000.—

X Gökkuşağı O tel* * * Y.P.


Koray Motel
(Doğal Havuzlu)
Y.P.
345.000.-
325.000.—

Ayrıca; (7 Gece 8 Gün için) £


Lido di Jesola Eden Oteli:

o fa n ta s ia
H E D G E
28 Temmuz - 6 Ağustos Y.P.679.000.—
D o m e H o te l Y.P. 7 0 0 . 0 0 0 . —
■ G O l< ( E H
İÜ * ™
Tüm Kıbrıs Otellerine ve tüm turistik otel ve yörelere
ö **’
a, her an Rezervasyon yapılır.
H O T E L DE L U X E A rmonîA
KUŞADASI-DİDLM-EFES MERYEM ANA GEZİSİ K U$ A D A S 1
Rezervasyonlarınız İçin: Rezervasyonlannız için:
Rezervasyonları başlamıştır.
1 1 -1 5 Ağustos Y.P. 185.000.— 3 Gece 4 Gün
Bütün fiatla ra ulaşım dahildir.
INfER S4LES INfER S4LES
H er P aza r KILYOS TURBAN’a G ünübirlik Turlar Uluslararası Otel Satış ve Pazarlam a Hizmetten A.Ş. Uluslararası Otel Satış ve Pazarlam a Hizmetleri A.Ş.
TÜM TURİSTİK OTEL VE YÖRELERE REZERVASYON Valikonağı Cad. Akkavak Sok. Polat Apt. 32/12 Valikonağı Cad. Akkavak Sok. Polat Apt. 32/12
TEL: 148 79 74 - 134 49 84 80200 Nişantaşı-istanbul 80200 Nişantaşı-istanbul
Dolapdere Cad. No: 245/6 Pangaltı-ŞİŞLİ-İST. Tel: 130 79 95 / 96 / 98 Fax: 130 79 99 Tel: 130 79 95 / 96 / 98 Fax: 130 79 99

IN G İLTER E’DE ^
İLE İÇ ¡2 ! inak..
HANGİ OKULDA ■ GÜNEŞ, DENİZ, KUM.
Studio School/Cambridge: Dünyanın en ünlü
üniversite kentinde, İngiliz öğrencilerle iç içe hem yaşa hem öğren.

Embassy School/Hastings: Her yaşa, aileye,


gruplara, en iyi, en kolay İngilizce öğrenme fırsatı.
m qp jp m
Churchill House/Ramsgate: Cambridge First Certificate i l l i f i ■ I f i i l i
sınav sonuçlan başarı oranı % 93 İngiltere’nin en popüler dil okulu.
____________________________
— m ı n nA .ı ı
Scanbrit School/Bournemouth: Küçük ve sevimli
okulda çok cazip fiyatlar.

St.Giles College/London-Brighton Eastbourne: DE LUXE VİLLALARDA


Londra’nın en merkezi yerinde ve İngiltere’nin en popüler tatil
kentlerinde genel ve executive İngilizce. Rezervasyonlannız için: Rezervasyonlannız için:

İN G İL İZ C E Ö Ğ R E N İL İR ! INfER S4LES INTER S4LES


İngiltere, ABD ve Avustralya’da İNGİLİZCE, Avusturya ve Almanya’da Uluslararası Otel Satış ve Pazarlam a Hizmetleri A.Ş. Uluslararası Otel Satış ve Pazarlam a Hizmetleri A.Ş.
ALMANCA, Fransa’da FRANSIZCA, İngiltere’de AU PAlR’lık
GELİN GÖRÜŞELİM ! Valikonağı Cad. Akkavak Sok. Polat Apt. 32/12 Valikonağı Cad. Akkavak Sok. Polat Apt. 32/12
Abiden Hürriyet Cad. Yonca Apt. No: 282 Kat: 4 D. 12 ŞİŞLİ-İSTANBUL 80200 Nişantaşı-istanbul 80200 Nişantaşı-istanbul
B A R A T Tel: 130 79 95 / 96 / 98 Fax: 130 79 99 Tel: 130 79 95 / 96 / 98 Fax: 130 79 99
Tel: 147 44 88 - 148 43 57 Tlx: 39644 cya tr.

İNGİLTERE’DE ÇALIŞMAK İSTER MİSİNİZ?/


AU PAIR: L İS A N G E L İŞ T İR M E N İN E N U C U Z Y O L U
i§vyiy
18-26 yaş arası, lise ve dengi okul mezunu BAYANLAR,
’ İngiltere'de, güvenilir bir aile ortamında, 1 yıl sözleşmeli olarak LO NDON “ -TU R
' YARIM gün ev işlerinde yardımcı olmak ve çocuk bakmak koşulu ile aylık 400.000 TL. kazanmak TOURIST BOARD AND
CONVENTION 8U«AU K u r b a n B a y r a m ı’n d a
' Aynı zamanda lisan okuluna devam ederek İngilizcenizi ilerletmek isterseniz siz de
AUPAIR olabilirsiniz, seyahat kulübüne (STC) üye olmakta acele ediniz. v e h e r h afta
G»diş-donuş yol masrafları tarafınızdan, Ingiltere'de yemek ve yalak işveren ailece karşılanacak olup temel İngilizce bilgisi gereklidir
Adaylardan ilkokul ve ana okulu öğretmenleri ¡le hemşire ve sağlık okulu mezunlarına öncelik tanınacaktır MEMBER İ M J M - i Z arif Otel 5 G ün (Y .P ) 325.000.-TL .
BİLGİ VE BROŞÜR İÇİN YETKİLİ BÜRO VE ACENTALARIMIZ HİZMETİNİZDEDİR.
______ BODRUM
TURİZM ve JTJ BODRUM TURİZM I Villa Varol 8 gece (O.K) 275.000.-TL.
A k d e m iz t o u r is m
tn r ) u jr > seyahat a ş . S f TİCARET ve SANAYİİ A.Ş.
Kuruköprü İnönü Cad. No: 44 Kemeraltı Cad. 16/5 Karaköy Gaziosmanpaşa Blv. 10/1 A Boğaz Sok. 22/3 Gaziosmanpaşa ÖREN I Konak Lale 5 gün (T.P) 275.000.-TL.
Tel: 123629/116473 ADANA Tel: 1431616/1455361 İSTANBUL Tel: 194100/194228 İZMİR Tei: 1672616 (4 Hat) ANKARA
Setüstü Palanduz İshanı No:7
Fiatlarımıza ulaşım dahildir.
^ Hitit TURİZM TURİZM SEYAHAT Marmaris ve Bodrum'a her hafta Cuma'ları kesin hareket
© ÎS Ü S Tel: 1523610 Kabataş/İSTANBUL
Karanfil Sok. No: 47/4 Uroy Cad. 91 Sok. No: 15 îmadağ Cad.
Elmadağ C No: 12/3 Elmadağ
Tel: 1258502 ANKARA Tel: 11633-11643 MERSİN , 0 p a m fik fa Her Pazar, Günübirlik Kumbağ BİLGE TESİSLERİ
I r«»U ACtNCY INC Tel: 1324828-1324830 İSTANBUL
TURİZM ve 30 Ağustos Cad. No: 57 SUMTAŞ INTERNATIONAL TEKİRDAĞ
SEYAHAT
M S gK arden
U M TURİZM VE SEYAHAT Tel: 121401 (4 Hal) ANTALYA EMPLOYMENT AGENCY Yemekli 25.000.-TL.
Altıparmak Cd. Petek ish. 4/20 Uzun Sok. ipek Apt. No: 1/1 Cumhuriyet Cad. 111/3 Elmadağ İstiklâl Cad. ipek Han 358/11
Tel: 205998-369737 BURSA Tel: 13479-15684 TRABZON Tel-1488520-1478735İSTAN BUL Tel: 151 26 15 Tünel/İSTANBUL Sağlam ve Yeni GÜLHAN TURİZM Lüx ve Rahat
Culture Link International MARATON’larla, h er saat A nkara-İstanbul-A nkara
Merkez Culture Link International
ANKARA Bürosu Tel: (4) 167 71 31 (3 Hat) Tlx: 46 104 24 York St. LONDON W1H 1FE
Cinnah Cad. No. 15/3 Kavaklıdere (06680) ANKARA Tel: 9 9 44 1 4868841 Tlx: 892679 Fax: 9352186 3 3 8 21 72 - 3 4 7 93 71
C U C U C U C U C U C U C U C U C U C U C U C U C U C U C U C U C U c u C U C U C U C U C U C U C U C U C U C U C U CLI C U C U C U C U C U C U C U C U C U C U C U C U C U C U C U C U C U C U C U C U C U
T E L E V I z Y O N R A D Y O

20.45 Pazar Şenliği


t . Kanal 22.10 DİZİ Film 8 temmuz cumartesi 2 2 .4 5 Pazar
23.05 Spor Stüdyosu
3 temmuz pazartesi
Aşkın İik Yarısı Geçmişten Günümüze
Radyo-3 12.15
07.30 Gün Başlıyor
14.15 öğleden Sonra
2. kanal T V dizilerinin tanınm ış yönetmeni Hüseyin
Karakaş’ın ilk Yeşilçam deneyim i, kadın-erkek
Atillâ Dorsay’ın hazırlayıp
sunduğu programda bugün film
15.00 TV ’de Sinema ilişkilerine değişik bir bakış getirmeyi melodileri yer alıyor. "High
‘Kırık Hayatlar" 3 temmuz pazartesi
deneyen, ancak fazla olaylı/kişili bir senaryoya Noon" - Tex Ritter, “ Kiss” -
16.30 Çocuklar İçin 18.00 Zenginler de Ağlar
18.10 Gençlik Ve...
Marilyn Monroe, “ River o f No
18.52 Festivalin dünü gerekli çekiciliği getirem eyen bir denem eydi. R eturn" - Marilyn Monroe,
18.40 Akşama Doğru bugünü
19.23 Kim Bunlar? 19.00 Akşam bülteni
Mahm ut Cevher ve Sevtap Parman baş “ Johnny Guitar" - Peggy Lee,
20.00 Haberler 19.30 Kültür penceresi rollerde... 1. Kanal “ Le Tourbillon” (Jules et Jim) -
20.45 Kirli Sarı 20.15 İyi haftalar Jeanne Moreau, “ Everybody’s
21.55 32. Gün
22.55 Gökkuşağı
21.00 Türk Sanat Müziği
22.00 Komedi
9 temmuz pazar 11.20 Talking” - Harry Nilsson,
"M ourir d ’aim er" - Tino Rossi,
______Peşinde________
4 temmuz salı
22.30 Gece Bülteni
23.00 Opera.
Elmalı Kek Çetesi “ La Strada” - Nino Rota, “ It
(Aplle Dumpling G ang) — 1 8 7 0 ’lerin Had to be You” - Dorothy
07.30 Gün Başlıyor 4 temmuz salı Lamour, “ The Untouchables” -
Kaliforniası’nda, altın peşine düşen 3 öksüz Ennio Morricone, “ The
14.15 Öğleden Sonra 18.00 Zenginler de Ağlar
15.15 Yabancı Dizi 18.52 Festivalin Dünü -
çocuğun öyküsü... Tipik ve oldukça hoş bir Untouchables - Death Theme” -
16.05 Çocuklar için Bugünü W alt Disney filmi. Norm an Tokar yönetmiş, Ennio Morricone, “ Z” - Geoff
18.10 Gençlik Belgeseli 19.00 Akşam Bülteni Love Ore., "Eternam ente" -
18.40 Akşama Doğru 19.30 Yabancı Belgesel
Bill Bixby ve Susan Clark oynamışlar. 1. kanal
20.00 Haberler
Nícoia di Bari.
20.15 CNN Dünya
20.45
22.25
Eğlence
TV’de Sinema
Raporu Pazartesi
20.45 Dizi Film
"Eğrisiyle 21.35 Yaz Boyunca Çoksesli Müzik Dünyasından
Doğrusuyla"_____ 22.10 Belgesel
Halit Refiğ 'in Halil Ziya Uşaklıgil uyarlaması “ Kırık Radyo-3 19.15
5 temmuz çarşamba 22.30 Gece Bülteni
23.00 Bir Stüdyo Bir Hayatlar’ ’da Belgin Doruk ve Cüneyt Arkın Perihan Ertaş’ın hazırladığı
07.30 Gün Başlıyor Solo program, doğumunun 185. yılı
14.15 Öğleden Sonra
15.00 TV’de Türk
23.30 Zamanın
Arşivinden_______
3 temmuz pazartesi 1 5.00 nedeniyle Rus besteci Mihaîl
Glinka’ya ayrılıyor. Glînka'nın
Sineması “ Son Russian ve Ludmilla uvertürü ile
150 M etre’’ 5 temmuz çarşamba Kırık Hayatlar “ Magrid’de Bir Gece” adlı yapıtı
16.30 Çocuklar için 18.00 Zenginler de Ağlar
18.40 Akşama Doğru Halit R efiğ’in Halit Ziya Uşaklıgil uyarlaması ile Çar için Bir Hayat operası
1 8 .5 2 F e stiv a lin D ü n ü -
1 9 .2 3 C o s b y A ile si B ug ü nü uvertürü ve aynı operadan
20.00 Haberler 19.00 Akşam Bülteni
ilginç filmi, bir kez daha küçük ekranda... Sussanin Aryası.
20.45 Kanun Savaşçıları 19.30 Belgesel 1965 yapımı film, Halit Z iy a’nın evlilik kurumu
22.00 Monte Carlo Show 20.15 Turizm Programı Çarşamba
22.45 Panel____________ 20.45 Yaşamak Var üzerine görüşlerini o yıllara taşıyor. Cüneyt
Tempo
6 temmuz perşembe Şarkılarda Arkın, Belgin Doruk, N ebahat Çehre
21.35 Dizi Film Radyo-3 14.00
07.30 Gün Başlıyor
oynuyorlar.
22.30 Gece Bülteni Yüksel Çekl’nin programında
14.15 Öğlenden Sonra 23.00 Festivallerden Mark Egan’ın “ A Touch of
15.15 Dizi Film
1. Kanal
Light” albümünden parçalar yer
16.05 Çocuklar için 6 temmuz perşembe
18.40
19.23
Akşama Doğru
İnanç Dünyası
18.00 Zenginler de Ağlar
6 temmuz perşembe 2 0 .4 5 alıyor, ilk olarak albüme adını
veren “ A Touch of Light” adlı
18.52 Festivalin Dünü - parça dinletiliyor. Ardından,
20.00
20.45
Haberler
TV'de Sinema
Bugünü
19.00 Akşam Bülteni
Tarih Gece Yazılır “ Bombay Way” , “ Waterfall
"Tarih Gece Cafe” , “ Ocean C hild” , “ Wave
Yazılır"
19.30 Komedi Dizisi (History is made at Night) — Birinci
20.15 Gençler Üretiyor Watch” adlı parçalar sunuluyor.
22.45 Çakıl Taşları
20.55 Belgesel Program da yeni başlayan sinem a tarihinden Program, Dave Grusin’in
23.30 Hollywood'un
21.50 Müzik Şöleni filmler dizisinin ilki tam 42 yıllık ilginç bir “ Collection” adlı albümünden iki
öyküsü__________
22.30 Gece Bülteni
23.00 Toplu Gösteriler güldürü-dram karışımı. Frank B orzage’ın filmi, parçayla sürüyor. “ She Could be
7 temmuz cuma ___
“ Marştlyatı Kız” Mind” ve “ Thank ful an
07.30 Gün Başlıyor Charles Boyer ve Jean Arthur’un oyunları Thoughtful” . Son olarak gitarist
14.15 Öğleden Sonra 7 temmuz cuma denli, Gregg T o lan d ’ın görüntüleri için de Lary Carlton'un “ On Solid
Rila Hayworth "Maceralar BeidesV’ni varlığıyla
15.15 Dizi Film 18.00 Zenginler de Ağlar ilginçleştiriyor. Ground” albümünden dört parça
16.05 Çocuklar İçin
izlenm eye değer...
18.52 Festivalin Dünü - dinletiliyor. Albüm 1989 Yılına ait.
18.40
19.23
Akşama Doğru
Komedi
Bugünü
19.00 Akşam Bülteni
1. Kanal
9 temmuz pazar 1 6.15 Bir Konser
20.00
20.45
Haberler
Zaman Tüneli
19.30 İslam ve Toplum
20.15 Emret Başbakanım
Maceralar Beldesi Radyo-3 20.30
21.45 Müzik Konukları 20.45 Konser (The Rover) — 18. yüzyılda geçen bir Üstün Duruel'in hazırladığı
22.50 Soruşturma 22.30 Gece Bülteni programda, İstanbul Devlet
00.05 Gece Sineması 23.00 Güzel ve Çirkin
korsanlık öyküsü. Terence Young'un kişiliksiz Senfoni Orkestrası’nın 19 Kasım
“Uzakta Bir
8 temmuz cumartesi
yönetimiyle durgunlaşan, am a Anthony Quinn, 1988 tarihinde verdiği konser
ÇığUk"____________ sunuluyor. Şef Rengim
Rita Hayworth ve Rossana Schiaffino’nun
8 temmuz cumartesi 16.00 Geçen Hafta Gökmen'in yönettiği konsere
Türkiye varlıkları ve görkemli bir müzik sayesinde solist olarak AvusturyalI piyanist
12.30 Pop Vizyon
13.10 Beyaz Gölge
16.30 Hayvanların biraz canlanan ilginç bir film. 1. Kanal Stefan Vladar katılıyor. Yapıjlar
Yabani Dünyası
14.00 Yarım Elma şöyle: Kemal Sünder’in Vurma
14.30 TV’de Sinema
16.55 Festivalin Dünü -
Bugünü
6 temmuz perşembe 2 3 .0 0 Çalgılar ve Orkestra için
16.30
17.20
Dizi
Belgesel
17.10 Düşman Aileler
18.00 Gün ve Ekonomi
Marsilyalı Kız Konçertosu, Beethoven'in Beşinci
Piyano Konçertosu ve Dvorak'ın
18.10 Turizm Eğlence 18.30 Bilim Belgeseli (La Marseillaise) — Fransız Devrim i’nin ilk Yeni Dünyadan Senfonisi.
20.00 Haberler 19.00 Akşam Bülteni
günlerinin yarı öğretici/belgesel, yarı dram atik
20.45
21.55
Mavi Ay
Yarı Şaka Yarı
19.30 Zamanı
' Durduranlar sinemalaştırılması. Büyük Fransız sinemacısı
Cumartesi
Ciddi 20.15 Dizi Gramofon
22.45 TV'de Türk Jean Renoir'ın bu ünlü filmi, sinem ada
20.45 Eğlence Radyo-3 20.00
Sineması “ Aşkın 21.35 Cumartesi Spor Fransız Devrimi üzerine yapılmış en önemli
İlk Yarısı" 22.00 Dizi Programda Croby, Stills, Nash
00.30 Ziyaretçiler_______ filmlerden biri sayılıyor. Fransız Devrimi and Young grubunun 1988
22.30 Gece Bülteni
9 temmuz pazar 23.00 Dünya Eğleniyor David Carradine’l "Kurıg-Fu" dizisinden tanıyoruz. üzerine 4 filmlik bir toplu-gösteriyi açan ve albümü “ American Dream’den
9 temmuz pazar sinem aseverlerin mutlaka ilgi göstermesi sekiz parça yer alıyor. Ardından,
11.20 Pazar Sineması aynı gruptan David Crosby’nrn
“ Elmalı Kek
Çetesi"
16.00 Geçen Hafta
Dünya
7 temmuz cuma 0 0 .0 5 gereken, T V ’de haftanın filmi. 2. Kanal ^
solo çalışması “ Monkey and
13.10 Pazar Konseri
14.00 Açıkoturum
16.30 Pazar 89
18.00 Dizi Film
Uzakta Bir Çığlık 9 temmuz pazar 2 0 .1 5 The Ünderdog” sunuluyor.
Ardından Bob Dylan ve Greatful
15.00 Şövalye Pardayan
16.15 TV’de Sinema
18.45 Festival
19.00 Akşam Bülteni
(A Distanl Scream ) — G ece Sinemasının bu Tabanca ve Ölüm Dead grubunun konser kayıtlarını
içeren “ Dylan and Dead”
/ “ Maceralar 19.30 Tatil Diye Diye haftaki biraz zorlam a korku filminde, John G ünüm üzde ucuz, am a etkili korku filmlerine albümünden dokuz dakikalık
Beldesi’ ’ 20.15 TV’de Sinema “ Joey” adlı parça sunuluyor.
“ Tabanca ve H ough’un yönetimi altında “ Kung F u ” David m erak salan ticari İtalyan sinemacısı Lucio
18.10 Sizin Seçtikleriniz Program Roy Orbison’ ın
18.35 Belgesel ölüm” Carradine ve İngiliz yıldızı Stephanie Fulci’nin bir “ açıkh ava” serüveni. Bu İtalyan
19.05 Taş Plaktan 22.00 Video Mix ölmeden önce yaptığı son albüm
22.30 Gece Bülteni
Beacham var. usulü w esternde Franco Nero ve G eorge “ Mystery GlrPden üç parçayla
Bugüne
20.00Haberter 23.00 Gözler 1. Kanal Hilton oynamışlar. 2 . Kanal sona eriyor.

5
HAFTANIN KONUĞU

Yunus Nadi Armağanı yarışmalarında 1949/50 dönemi birincisi Zeyyat Selimoğlu:

‘Hikâye bir yüz metre koşucusudur’


Yunus Nadi Armağanı’nı kazanan en eski, daha doğrusu “ ilk ” yazarlardan biri olan Zeyyat Selimoğlu, kırk yılın
ardından, o günleri bugüne getiriyor. Yarışmayı, ödül kazanan yazısını, öykü anlayışını anlatıyor.
Fotoğraf NİHAT HALICI

Refik Durbaş

£ £ H B İ anır mısın kardeşim, Rize’nin


■ " I köylerini tanır mısın? Rize de­
mek orman demek ‘kurut’ de-
I mek, ‘minzi’ demek. Bu lügat
başka lügattir; memleketimin lügatidir bu... Bu
lügati açan bilmez, gezen bilir. Rize bacakları­
nı hamsili sahillerine sokup, sırtını yeşilim fın­
dık ormanlarına yaslamıştır. Öyle durur; oldum
olası... Gel seninle Rizeli olalım bugün. Bak ay­
naya... Ne gördün? Tepeden tırnağa kemik için­
de, her yaşta delikanlısın, Alisin, Memişsin, Hı-
zırsın, sağlam çevik bacakların, avurtlan çökük
yüzün, sivri, uzun bir burnun var. Bundan böyle
susmak yoktur kitabında, yalan yanlış; durma­
dan konuş...”
Bu satırlar, 4 Temmuz 1950 tarihinde Cum­
huriyet Gazetesi’nde çıkan Zeyyat Selimoğlu’-
nun “ Rize’nin Köylerinden” başlıklı yurt ya­ Cumhuriyet Gazetesi'nin 4 Temmuz 1950 tarihli nüshasının 4. say­
zısından. fasında, "Yunus Nadi Mükâfatı" Yarışması'nda birincilik ödülünü
Selimoğlu, bu yazısıyla, 1949-50 Yunus Na­ ve 1000 lira mükâfatı Zeyyat Selimoğlu'nun kazandığı, fotoğraflı
bir haberle okurlara duyuruluyordu.
di Armağanı yarışmasında birincilik kazanmış.
Yarışmaya, 60 yazı katılmış. İstanbul Üni­ ■ İlginçtir, bu yarışmadan önce yine Cumhu­
versitesi profesörlerinden oluşan seçici kurul, riyet Gazetesi’nin Yunus Nadi adına açtığı hi­
bunlardan dokuzunu “ Büyük Jüri” ye sunul­ kâye yarışmasına katılmıştım. Gönderdiğim hi­
mak üzere ayırmış ve Selimoğlu, jürinin 17 kâye gazetede yayımlandı, fakat dereceye gire­
oyuyla birinciliğe değer görülmüş. medi. Onun üzerine hemen sonraki yurt yazısı
Aynı tarihli Cumhuriyet’te Selimoğlu ile ya­ yarışmasına girdim.
pılmış bir de kısa konuşma var. O konuşmada • “ R ize’nin köylerinden” yazısını bir
Selimoğlu şunları söylüyor; kitabınıza aldınız mı?
“ — Yazı yazmaya ne zamandan beri merak ■ Bu yazı ilk hikâye kitabımın sonunda var­
sardınız? dır. 1955 yılında Yenilik Yayınları arasında çı­
— Lise son sınıftan itibaren... kan “ Kavganın Sonu ve Başı” adlı kitabımın
— Türk ve yabancı edebiyat sahalarında en sonunda.
ziyade hoşunuza giden eserler ve muharrirler • Ondan sonra bu tür yazılar yazdınız
kimlerdir? mı?
— Steinbeck, Stefan Zweig, Panait îstrati, ■ Hayır. O, bir yarışma yazısıydı. Ama daha
Sait Faik, Orhan Kemal, Halide Edib, Yakup sonraki “ Gemi Adamları” hikâyelerinde Rize
Kadri... de zaman zaman gündeme geldi. Hikâyelerin
— Şimdiye kadar hiç yazı neşrettiniz mi? içinde.
— Evet... Sırf bir amatör sıfatile “ Varlık” , • Ne gibi bir etkisi oldu bu yarışmanın
“Çmaraltı” mecmualarile “Tan” ve “Milliyet” sizde?
gazetelerinde hikâyelerim çıktı.”
■ Bu yarışmada birinciliği kazanmak, bende
Kırk yıla yakın bir süre önce yapılan bu ko­ bir atılım doğurdu. Benim için itici bir güç ol­
nuşmayı daha fazla uzatmanın gereği yok. Yu­ du. Hikâye yazmaya daha çok ağırlık verdim.
nus Nadi Armağanı’nı kazanan en “ eski” da­ Gerçi arada kopuk bir devre vardır. Yazmadı­
ha doğrusu “ ilk” yazarlardan biri olan Zeyyat ğım bir devre. Bu, beş yıl kadar sürmüştür.
Selimoğlu bugün neler düşünüyordu... Selimoğ­ 1952’den 50’lerin sonuna kadar. Babamın iş­
lu ile o günlerden günümüze konuştuk. leriyle meşgul olduğum sıralar. Sonra babamın
•Nereden aklınıza geldi Yunus Nadi işleri tasfiye olunca, ben de kendimi tamamen
Yarışması 'na katılmak? yazmaya verdim. Zaten içimde bir birikim var­
■ Kendimi bildim bileli evimize Cumhuriyet dı. Gemi adamlarıyla birlikte yaşamış olmanın
Gazetesi girer. Bu yüzden böyle bir yarışmadan verdiği bir birikim. Bu da öyle kendiliğinden ol­
Günümüz hikayecilerinden Zeyyat Selimoğlu, 1922 yılında İstanbul’da doğdu. Alman Lisesi'ni, İstan­ haberim oldu. 1940’lı yılların sonlan. O sıra­ madı. Yazdıkça birer birer çıkmaya başladı hi­
bul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Bir süre armatör olarak çalıştıktan sonra yaşamını yazarlık lar hikâyeler yazıyordum. kâyeler. Bu birikim, hikâyede 30 yıl sonra,
ve çevirmenlikle sürdürmeye başladı. 1949-50 Yunus Nadi Armağam’nda “ Rize'nin Köylerinden” baş­ Yarışmanın dördüncü yılıydı sanırım. 1970’de “ Direğin Tepesinde Bir Adam” la Sait
lıklı yazısıyla birinci olunca başarı yolu açıldı. Almancadan çeviriler yaptı, radyo oyunları yazdı. Konu­ 1949-50. Yarışmanın konusu “ Yurt Yazısı” idi. Faik Hikâye Armaganı’nı getirdi.
larını genellikle denizcilerin hareketli ve renkli yaşamlarından alarak gemi adamlarını anlattı. Yunus “ Rize’nin Köylerinden” başlıklı yazımla katıl­ • R ize’yi yazıyordunuz, ama
Nadi Armağanı’ndan başka “ Koca Denizde İki Nokta” oyunuyla 1970 TRT Sanat Ödülleri yarışmasında dım ve birinci oldum. İstanbul ’daydiniz. . ■
başarı ödülü aldı. 1970’te “ Direğin Tepesinde Bir Adam” adlı öykü kitabıyla Sait Faik Hikâye Armağa- • Daha önce böyle bir yarışmaya katılmış ■ Evet, yarışmaya İstanbul’dan katıldım. Bu
m’nı, “ Koca Denizde İki Nokta” kitabıyla da 1974 Türk Dil Kurumu Hikâye Ödülü’nü kazandı. mıydınız? yarışma yazısı da doğrudan Rize’nin köylerini

6
anlatmıyordu. Aslında benim çocukluk anıla­
nındı. Gördüğüm, yaşadığım şeyler yani. FOTOROMAN İNCİR ÇEKİRDEĞİ
• Yarışmayla ilgili bir anınız...
■ Yarışmayı kazanınca Cumhuriyet Gazetesi­
nin iç sayfalarından birinde resmim çıktıydı. O
sıralar Heybeliada’da otuyorum. Birkaç gün
sonra plaja gittim, denize gireceğim. Uzaktan Şu gözlerimizi Tabii her arkadaşımızın
tanıdık Heybeliadalı bir genç telaşla yanıma gel­ silelim bakalım. fikri kendisine aittir.
di. “ Yahu Zeyyat, gazetede resmini gördüm”
dedi. “Birisini mi bıçakladın, ne oldu?” Çün­ TURGUT ÖZAL
Başbakan
kü gazetede ya birini bıçaklayınca ya bıçakla­
nınca resmin çıkıyor, öyle anlaşılıyor. O genç
de öyle anlamış. Pek tabii benim yazı yazdığım­ Siyaset, en uygun olanı yapmaktır.
dan falan haberi yok. İşte böyle bir garip anısı METİN GÜRDERE
olmuştur bu yarışmayı kazanmanın. ANAP Genel Başkan Yardımcısı
• ödülün maddi değerini hatırlayabiliyor Kâr eden kurumun muhalifi olacaktır.
musunuz? İLHAN AŞKIN
■ ö dül 1000 lirayı. O paramn bir kısmıyla bü­ Devlet Bakanı
tün evdekilere armağanlar aldım. Babama kra­ Bu Meclis cumhurbaşkanını seçer,
vat filan. Geri kalanını da güzel güzel yedim.
seçilen cumhurbaşkanı partisinden ayrılır
• Biraz da hikâyeleriniz üzerine tarafsız olur.
konuşalım. Örneğin, hikâyelerinizdeki TURGUT ÖZAL
gülmeceyle hüzün... Başbakan
■ Bir sanat yapıtının başarılı yanı, hüzünle gül-
mecenin bir arada yürümesinde ortaya çıkıyor Bu planın, Türkiye’nin planı olduğunu
kanısındayım. Örneğin Şarlo’nun filmlerinde de söylemekten gurur duyuyorum.
öyle değil midir? Onun yapıtlarında da gülme­ İŞIN ÇELEBİ
ce ile hüzün bir arada, yan yana yaşar. Sanı­ Devlet Bakanı '
rım Orhan Kemal’in “Murtaza” sı ile Cervan- Hadi canım sen de...
tes’in “ Don Kişot” u için de aynı şey söylene­ TURGUT ÖZAL
bilir. Bu örnekleri daha da çoğaltmak mümkün. Başbakan
Ufukta kupa
Ben de kimi zaman hüzne kapılır, kimi zaman
kıvanca kapılanırım. Yazdıklarıma yansıyan da görünüyor mu Sanatçı olmak için neyim eksik
belki budur. bilemiyorum.
• Yazdıklarınıza toplu olarak bakınca YELİZ
hikâye daha ağır basıyor... Şarkıcı
■ Yalnız hikâyeye ağırlık vermek gibi bir so­
Sanayileşmiş ve dünya pazarlarında söz
run yok. Roman da çocuk romanı da yazdım.
sahibi olmuş bir ülkeyiz.
Ne var ki yazarlıkta bir türün ağırlık kazanması
IŞIN ÇELEBİ
söz konusu olabiliyor. Bu da yazarın yazarlık Devlet Bakanı
karakteriyle ilgili olsa gerek. Spordan bir ör­
nek vereyim: Atletizmde yüz metre koşucuları
Ben milletvekili olmadan
var, maratoncular var. Hikâye bence bir yüz
metre koşucusudur. Roman ise maraton ya da önce her şeyi
kros koşucusu. Yani hikâye, “ Az laf, çok iş” milletvekillerinin
İiıfİ fiil f
demek. Hikâyeyi az, ama öz konuşan insanla­ kararlaştırdığını
mm? sanıyordum.
ra da benzetebiliriz. Roman ise konuşmaya doy­
mayan söyleşi meraklıları gibi. Her dereden su ıi EYÜP AŞIK
getirir. § » £ 0 j ANAP milletvekili
• Hikâyeyi romandan ya da şiirden ""-üTT" —.-¿Mi
ayıran...
■ Hikâyeyi şiire daha yakın buluyorum. Kur­ Beni niye
gusal açıdan bakarsak ikisi de daha doğal, da­ tutukluyorsunuz?
ha candan, daha bir kendiliğinden. Oysa roman CEVHER ÖZDEN
öyle değil. Romanda işin içine birtakım hazır­ “ Kastelli"
lıklar giriyor, planlamalar giriyor. Hay aksi,
Şiir ve hikâye okurla sevişerek, bir rastlantı Kartal aldı götürdü.
ve karşılıklı anlaşma sonucu evlenirken, roman
görücü usulüyle evleniyor. Şiir ve hikâye oku­
ra oldukları gibi görünüyorlar. Roman ise ön­
ceden tuvaletini yapıyor, kaşını gözünü alıyor, 1-0 yenilmemiz lehimize.
hazırlığa girişiyor. TODOR VESELİNOVİÇ
Ayrıca şu da var: Şiir bir “ söyleme” , hikâ­ Fenerbahçe Teknik Direktörü
ye ise “ anlatma” . İşin bir başka boyutu da şiir
ve hikâyenin ticari yanlarının zayıf, romanın
güçlü olması. Mektup göndermek ne
• Bugünlerde neler yapıyorsunuz? zamandan beri
m Şu sıralar, “ Yavru Kayık” adlı çocuk kita­ âdet oldu?
bımın ikinci baskısı çıktı Can Yayınlarından. GALİP DEMİREL
Bir de Sicgfried Leıız’den yaptığım yeni bir çe­ ANAP Genel Başkan Yardımcısı
viri: Bir Savaş Sonu. Çok hoşupıa giden bir
uzun öykü bu. Çok ince bir kitap olacaktı. Ba­
rış Ödülü’nü aldığı zaman yaptığı “ Barışın
Kenarında” adlı konuşmasını da ekledik.
Tezgâhta ne var derler ya, şu sıralar bir uzun
öykü üzerinde çalışıyorum. Ne zaman biter, ben Evlenince insan heyecanını kaybediyor.
de bilmiyorum. Bu arada bir yandan da Mişi- FULDEN URAS
ma’nııı çok sevdiğim No Oyunları’nı çeviriyo­ Sinema oyuncusu
rum. Altı oyunu çevirdim. Ne zaman yayımla­
nır bilemiyorum. Uç beş kuruş kazanmak için bizi
Beni az yazmakla eleştirirler. Ben hikâyenin soymaya çalışıyorlar.
üzerine pek fazla gitmiyorum. O gelsin beni bul­ Fenerbahçe Teknik Direktörü Todor Veselinoviç, Beşiktaş maçında. MUKADDER ÖZDEN
sun. Böyle düşünüyorum. Onun için yazmak sü­ (Fotoğraflar: MUSTAFA ERSOY) ‘Kastelli'nin eşi
reri zaman alıyor biraz. □
7
BAŞKENT GÜNLERİ Müşerref Hekimoğlu

Cumhuriyet’in sayfalarındaki resimler


merakla izlerdi herkes. O sayfalarda taç giyen
kimi kraliçeleri de yakından tamdım ben. Mü-
beccel Namık, Naşide Saffet ve Keriman Ha­
lis, Cumhuriyet’in gözlerimizi parlatan güzel­
leri. Mübeccel Namık’ı, Erenköy’de Ethem
Efendi Caddesi’nde bir köşkte gördüm. Çam­
lar altında bir çay sofrasında. Annem kulağı­
ma fısıldadı:
— Güzellik kraliçemiz Mübeccel Namık.
Kraliçenin yeşil gözlerini hâlâ anımsarım...
Yarışma döneminde adaylar önce bizim evde
oylanırdı. Çoğu kez olumlu sonuçlanırdı oyla­
rımız; tüm aile sevinirdik. Naşide Saffet ile Ke­
riman Halis’i çok yakından tanıdım sonra. Saf­
fet Beyler, arka köşkte oturdular bir aralık. Na­
şide Saffet, beş kızkardeşin ortancası. Başak gi­
bi saçları var, yüzünün saydam pembeliğinde
gözlerinin rengi durmadan değişiyor; yeşil mi,
gri mi, menekşe mi belli olmuyor. Kimi günler
tepemizde bir uçakla bahçelere, balkonlara çı­
kar, güzel kraliçenin nişanlısını selamlardım.
Nişanlısı uçak mühendisi, ağaçlara çarpacak gi­
bi geçerken bizim de kalbimiz çarpardı. Kalbi­
mizi çarptıran bir başka güzel Keriman Halis.
Dantel gibi bir kraliçe. “ Hasip Ağabey” in ya­
kın arkadaşı. Hasip ağabey, Yeşilbahar Soka-
ğı’nm güzel bir delikanlısı, Hasip Paşa’nın to­
runu. Sevdiği genç kızla evlenmeyi tasarlarken
kraliçelik olayı ile bir yol ayrımı. Güzel kraliçe
bir doktorla evleniyor. Hasip ağabey yalnızlı­
ğa gömülüyor. Yıllar sonra da Keriman ablayı
sevgiyle kucaklıyor sokağımız; düğün sevinciyle
şenleniyor. Çok mutlu oldular; ama evlilikleri
uzun sürmedi. Hasip Tamer, birkaç yıl sonra
öldü. Keriman Tamer hâlâ Yeşilbahar Sokağı’n-
da oturuyor galiba. Kraliçelik yılları gerilerde;
ama geçmişten söz ederken Cumhuriyet’in say­
falarındaki resimlerini anımsatır, sıcacık gülüm­
ser.
Güzellik yarışmalarına yorum yapmakta güç­
lük çekenler de vardı çevremizde. Babam şöy­
le derdi:
Cumhuriyet Gazetesi'nin düzenlediği ilk ‘'Güzellik Yarışması", 2 Eylül 1929 tarihinde sonuçlanmıştı: — Bu güzellik kraliçeleri nedeniyle ilgi geniş­
3 eylül tarihli gazetede yayımlanan fotoğraflardan biri (en üstte), “Güzeller hakem heyetinin huzurunda"
şeklinde bir resimaltı taşıyor... Sonradan "Dünya Güzeli" seçilen Keriman Halis, eylül 1932'de Avrupa liyor, Cumhuriyet Gazetesi kadınlara da sesle­
dönüşü, Cumhuriyetin kapısında (üstte): 1 eylül tarihli gazetede fotoğraf, “Matbaamıza gelen dünya niyor, öteki sayfaları da okuyor kadınlar...
güzeli, başmuharririmiz (Yunus Nadi, soldan ikinci) ve arkadaşlarımızla bir arada" şeklinde bir resi- Berin Nadi bu yorumu düzeltti yıllar sonra.
maltı ile yer alıyor... Sol yandaki fotoğrafta, 2 temmuz günü, 1931 güzeli Naşide Saffet (solda), Keri­ Kadınların dünyaya açılmalarını istiyor, Türk
man Halis (sağda) ile gazetenin bahçesinde...
kızlarını yabancılar da tanısınlar, kadın devri-
mini görsünler, Türk kadınının yerleşik izleni­
ocukluk yıllarımda, Cağaloğlu’na Sü­ — Yunus Nadi Bey, eşi ve çocuklarıyla ye­ ğımda; ama o uzun masada oturanların yaşa­ mini değiştirsinler, diye düzenleniyor o ya­

Ç reyya Paşa Apartmanı’na gidiyoruz ba­


bamla. Galiba Tevfik Sağlam Paşa’ya.
mek yiyor, diyor babam. O uzun masaya ba­
karken düğmelerini ilikliyor. Yunus Nadi Bey
fark ediyor mu bilmem?
Cağaloğlu’ndaki ilk apartmanlardan biri burası.
Yolun ötesinde de büyük tahta bir bina, bah­
çesinde çiçekler, ağaçlar...
Bizim evde en çok duyduğum söz,
“ Cumhuriyet” çocukluk yıllarımda.
mımda önemli bir yer alacağını düşünemiyorum
hiç. Oysa o masada oturan genç kadınları, yıl­
lar sonra yakından tanıdım. Biri Leyla Uşaklı-
gil, öteki Berin Nadi, güzel bir gelin - görüm­
ce. Hiç benzemiyorlar; yüzleri, çizgileri dünyaya
rışmalar...
O zaman gerçekten değiştiriyorlar; ama bun­
ca yıl sonra o izlem yeniden yerleşeceğe benzer.
Ekmek ve gazete
— Burada Cumhuriyet ailesi oturuyor, diyor — Yunus Nadi Bey diyor ki... bakışları çok değişik. İkisi de çok şık, çok za­ Birkaç yıl önce İstanbul’daydım, Nadir Bey­
babam. Yunus Nadi Bey ve çocukları... Yunus Nadi Bey, ailemizden biri gibi. Ata­ rif. Biri babasından, öteki kayınbabasmdan bü­ lere gittim bir akşam. Berin Nadi’nin zarif el­
O güzel tahta yapıya sevgiyle, saygıyla bakı­ türk Devrimleri’ni en iyi anlayan, özünü duyan, yük sevgi ve saygıyla söz ediyor her zaman. Kur­ lerini yansıtan bir sofrada çay içtik; taze simit­
yor. yansıtan kalem, diyor büyükbabam. Atatürk’e tuluş Savaşı’nın coşkulu yazarının doğa sevgi­ ler peynirler yedik. İkisi de dalgın, hatta neşe­
Bir yaz günü de Tarabya’ya gidiyoruz Göz­ büyük tutkusu var. Selanik’ten tanıyor, o da sini, çiçek sevgisini onlardan duyuyorum. Eşi siz. Çabalarım boşuna, başkent öykülerinden,
tepe’den. O yıllarda uzun bir yolculuk bu. Ta- doktor kolağası o zaman. Babam da Kurtuluş Nazime Nadi’ye kucak dolusu çiçek taşırmış konserlerden etkilenmiyorlar. Nedenini biliyo­
rabya koyuna gelince soluğumuz kesiliyor: Yor­ Savaşı’ndan beri izliyor Yunus Nadi’yi. Yazı­ Cumhuriyet başyazarı. Sofrasını turfanda seb­ rum. Gazete fiyatı artacak diye üzülüyorlar.
gunluktan değil güzellikten. O zaman soluk ke­ larım unutamıyor, coşkuyla anlatıyor bize. O zeler, meyvelerle donatır; kırlarda, bayırlarda Ama çare yok, enflasyon zorluyor ve Cum­
sen bir güzelliği var Boğaz kıyılarının. Denizin yazıları cephede savaşanların itici gücü diye yo­ dolaşmaktan çok hoşlanırmış. Cağaloğlu’nda­ huriyet yalnız gazete satıyor. Berin Nadi, Yu­
saydam maviliği ile karanın yeşilliği birbirine rumluyor. O savaşın kazanılacağına kesin inan­ ki evin bahçesinde gördüğüm çiçekler de bu sev­ nus Nadi’nin bir sözünü anımsıyor.
karışıyor. Kıyıda güzel yalılar, tepelerde köşk­ dıklarını söylüyor. Güçlü bir kalemin en etkili giyle üremiş besbelli. — İki beyazın fiyatı artmaz, dermiş Cumhu­
ler var, beton dönemi başlamamış henüz. Bem­ silah olduğunu vurguluyor. Tarabya’da, Tokat- riyet’in kurucusu. O iki beyazdan biri ekmek,
beyaz Tokatlayan Oteli’nin de soylu bir duru­ lıyan Oteli’nin yeşil bahçesinde uzun bir masa­
Sayfalarda taç giyen kraliçeler öteki gazete...
şu var. Bahçede uzun bir masa, bir.başında yaşlı nın başında oturan yuvarlak çizgili, beyaz saç­ Evimizde tüm ailenin Cumhuriyet sayfaların­ Çünkü o gazeteyi de ekmek gibi düşünür­
bir erkek, öbür başında yaşlı bir kadın. lı başyazara bakarken, bu sözler çınlıyor kula­ da buluştuğu yıllarda güzellik yarışmasını da müş. □

8
ALBÜMLERDEN

^ A baltzade Hacı
D f t f G / ’ife bu yıl yayımlamaya başladığımız ve aile albümlerinde, özel ^ Halil
arşivlerde yerini koruyan, “eski” ama “yaşayan” fotoğraflardan oluşan Efendi'nin oğlu
bu bölümü bu hafta, gazetemizin kurucusu Yunus Nadi'nin albümüne Yunus Nadi
yüzyılın başında
ayırdık. gazetecilik
yaşamına atılır ve

Nadir Nadi 1911’de Tasvir-i


Efkâr’ı yönetmeye
başlar. Fotoğrafta,
arılatıyor Yunus Nadi
gazetenin yazıişleri
masasında;
Gazetemizin başyazarı Nadir Nadi, 11-13 Ma­ arkasında yazı
yıs 1981’de Cumhuriyet’te Ali Sirmen’e anlattı­ kurulunu oluşturan
ğı anılarında, babası Yunus Nadi’yi şöyle tanı­ Velit Ebüzziya
tır: (solda), Talha
“...Babam çok eski bir gazeteciydi. 20 yaşın­ Ebüzziya (ortada)
da gazetecilik hayatına atılmıştı. Rahmetli Ebiiz- ve Aşir (sağda)
ziya Tevfik Bey, Tasvir-i Efkâr’ın sahibi, iki oğ­ beyler.
lunun yanına babamı da alarak, gazetesine or­
tak yapmış. Fakat 1. Dünya Savaşı içinde, ba­ unus Nadi, 20’li
bamla ortakları arasında fikir ayrılığı ortaya çık­
tığı için, babam onlardan ayrılmış ve bağımsız Y yıllarda, eşi
Nazime Hanım ve
olarak, burada (İstanbul’da) Yeni Gün gazete­
büyük oğlu Nadir
sini kurmuş...
ile... Yıllar sonra,
...Yeni Gün gazetesi 1918’de çıktı, aklımda yan­
Nazime Nadi
lış kalmadıysa. Ben o zaman 10 yaşındaydım.
anılarını aktarırken
Yeni Gün, mütareke yıllarına rastlıyordu. Çok
Yıl: 1915: Ebüzziya Tevfik’in Tasvir-i Efkâr Gazetesi’nde şunları söyleyecekti:
ilginç bir gazete idi. Atatürk’ü, Çanakkale za­
ferinden beri Mustafa Kemal Paşa’yı tutuyor­ başyazar ve 1914’te yeniden açılmış Meclis-i Mebusan’da “On sekiz yaşında
du. Mütarekede, Ingilizler ikide bir kapatırlar­ Aydın milletvekili olan Yunus Nadi Bey (1880-1945), oğlu evlendim ve böylece
dı bu gazeteyi, Atatürk, yani Mustafa Kemal Pa­ Nadir Nadi ile birlikte... bu işlerin, yani
şa, Samsun’a çıktıktan birkaç ay sonra babam nu şöyle yazmak daha iyi olurdu’ derdi; ama gazete işlerinin içine
onun yanma gitti. Yeni Gün’ü orada sürdürdü. yazdıktan sonra... Yayınlanmadan önce, hiçbir girdim... İzmir’in
Kurtuluş Savaşı’nın sonuna kadar..!’ yazımı kontrolden geçirmezdi!’ kurtuluşundan sonra
Cumhuriyet Gazetesi’nin kuruluşu sırasında, Nadir Nadi, “Bir Yazarın ilk Gazetecilik İstanbul’a döndük.
henüz 15 yaşında olduğunu belirten Nadir Na­ Yıllan” adlı yazı dizisinde de (Cumhuriyet, Ey­ Yeni Gün’ü kapattık,
di daha sonra, 1930’larda, gazetenin bir çalışa­ lül 1983, Ali Sirmen), Yunus Nadi’nin gazeteci­ Cumhuriyeti
nı olarak, Yunus Nadi hakkında şunları akta­ lik anlayışını şöyle aktarır: çıkarmaya başladık.”
rır: “...Babam yazılarıma karışmazdı. Babamın (Cumhuriyet, 7
“...Babam yazar olarak, beni arada bir eleş­ yalnız bana değil, tüm yanında çalışan arkadaş­ Mayıs 1971)
tirirdi. Fakat hiçbir zaman, ‘Şunu yaz! Bunu lara söylediği bir şey vardı. Bana da birkaç kez
yazma!’ gibi bir baskıda veya telkinde bulun­ tekrar etmiştir: ‘tnsanlan kızdırmak için değil,
madı. Yazılar çıktıktan sonra, ‘Bak Nadir, bu- fikirleri yürütmek için yazmak lazım’ derdi...”

^ ıl 1923; 30
T ekim, Ankara:
Birinci Büyük
Millet Meclisi’nin
Muğla Milletvekili M
Yunus Nadi, Ali
ve Rize
Milletvekili
Ekrem beyler,
Cumhuriyet
Türkiyesi’nin
başkent
sokaklarında...

tuzlu yılların
O sonu: Atatürk

bir akşam yemeği
Y ıl 1937; mayıs
ayının ikinci Y unus Nadi ve
eşi Nazime Nadi,

sofrasında kültür ıl 1933, Yunus
sorunlarını
görüşüyor. Sağında
günü: “Başvekil
ismet Paşa”,
oğulları Doğan Nadi ile
bu fotoğrafı, 6 Aralık Y Nadi (ortada),
büyük oğlu Nadir
İstanbul’a gelmiş, 1944 günü Cenevre’de
Afet inan, solunda Nadi’nin (sağda),
"Hipodrom”da çektiriyorlar. Yunus
Yunus Nadi... Afet öğrenimini
(Veliefendi) at Nadi tedavide;
inan’ın yanında, tamamlamak için
yarışlarını fotoğrafın arkasına
Hamdullah Suphi İsviçre’de bulunduğu
izledikten "Nadir’eve Berin’e”
Tanrıöver ve Ruşen günlerde, eşi Nazime
sonra, Yunus diye not düşerek
Eşref Ünaydın yer Nadi ile St. Moritz’te
Nadi ile İstanbul’a büyük
alıyorlar. soluklanıyor...
koyu bir sohbete oğluna ve gelinine
dalmış... gönderiyor...

9
1988
1989 YUNUS NADI ARMAĞANI
ilk Yunus Nadi Armağanı
Yarışması’nda, “ Türk Mizah

Geçmişten geleceğe
BİR YARIŞMANIN İKİ ANLAMI
Anlayışı" adlı makale ile
birincilik ödülünü alan “ Tıp
talebesinden” Erdoğan
Meto (soldan), 29 Haziran
1947 tarihinde Cumhuriyet
Gazetesi'nde düzenlenen
törende, başyazar Nadir
Nadi'nin yanında.

Yunus Nadi Armağanı Yarışması, Cumhuriyet Gazetesinin


kurucusu Yunus Nadi'nin birinci ölüm yıldönümünde, bundan
tam 43 yıl önce, bu yıldönümünü geçmişe dönük bir acı olarak
değil, geleceğe yönelik bir kültür olayına dönüştürmek amacıyla
düzenlendi. Kuruluşundan bu yana
f Ü
unus Nadi Armağanı Yarışması”
1946’da kuruldu; biri geçmişe, biri
Yunus Nadi Armağanı
W geleceğe dönük iki anlamı var. Geç-
■ mişe dönük anlam, gazetemizin ku­ yarışma birincileri
rucusu Yunus Nadi'ye saygı ve sevgiden kay­
naklanıyor. Yalnız Cumhuriyet Gazetesi’nin de­ 1946- 47 Serbest konu............................................................... Erdoğan Meto
1947- 48 Küçük hikâye................................................................ Fethi Başak
ğil, Cumhuriyet Türkiyesi’nin kuruluşunda bü­
1948- 49 Atatürk’e ait bir hatıra................................................. Melek Erbilen
yük emeği bulunan Yunus Nadi’nin anısını her 1949-50 Bir yurt yazısı.............................................................. Zeyyat Selimoğiu
yıl tazelemek bizim için görevdir. Devrimci ve 1950-51 Milli Mücadele’den bir hatıra................................... Muammer Çekinay
demokrat Cumhuriyet’in ulusal bağımsızlık sa­ 1951- 52 En güzel şiir................................................................ Azmi Tekinalp
vaşımızla ve cumhuriyet devletiyle zamandaş ve 1952- 53 Karikatür....................................................................... Orhan Doğu
eşanlamlı bir kuruluş tarihçesi vardır. Yunus 1953- 54 En güzel hikâye........................................................... Ayperi Akalın
Nadi, bu kapsamda gazetemizin temel taşları­ 1954- 55 inkılaplarımızı nasıl koruyabiliriz?............................ İbrahim Baç
nı koymuştur. Ne var ki Yunus Nadi’nin ölüm 1955- 56 Demokrasi yolunda neler yaptık? Neler
yıldönümünü geçmişe dönük bir acı olarak de­ yapmalıyız?................................................................. Ümit Ünkan
ğil, geleceğe yönelik bir kültür olayına dönüş­ 1956- Ş7 En güzel şiir................................................................ Asaf Çiğiltepe
türmek amacıyla bu yarışma düzenlendi. 1957- 58 En güzel roman.......................................................... Fakir Baykurt
“ Yunus Nadi Armağanı Yarışması” 1946’da 1958- 59 Röportaj........................................................................ Mustafa
başladı. O yıllar Türkiyesi’nin sanat alanında Gümüşkaynak
hiçbir özel ödül yoktu; tek parti dönemiydi, yal­ 1959- 60 Dil davamız.................................................................. Ekrem Alptekin
nız CHP’nin koyduğu bir şiir ödülü vardı. Gerçi 1960- 61 27 Mayıs’ın manasını anlatınız.................................. Demir Kandemir
o dönemde bütün dünyada sanat, bilim, ede­ 1961- 62 En önemli davamız nedir?......................................... Mustafa Ok
biyat ödülleri ün yapmışlardı. İsveç’te Nobel, 1962- 63 Makale (Sosyalizm mi, liberalizm mi?).................... Turan Tan
1963- 64 Cumhuriyetin 40. yılında
ABD’de Pulitzer, Sovyetler’de Lenin, Fransa’­ Atatürkçülükten ne anlıyoruz?.................................. Kemal Anadol
da Goncourt ödüllerinin sonuçları Türkiye’de 1964- 65 Küçük hikâye................................................................ Öner Ünalan
de izleniyordu; ama bizim ülkemiz bu alanda 1965- 66 Türk devrim tarihi, devrimlerle ilgili olarak Türki­
da geç kalmıştı. Cumhuriyet Gazetesi bu konu­ ye’nin gelişmesi......................................................... Sabahattin Selek
da öncülüğü üstlenmiş, kırk üç yıl önce düzen­ 1966-67 Türk Dil Devrimi’ni yansıtan Türk
lenen Yunus Nadi Armağanı’yla sanat ve kül­ dilinin arınması ve zenginleşmesi........................... Zeynep Korkmaz
tür yaşamımızda bir yarışma coşkusunu oluş­ 1967-68 Türk Devrimi, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı
turmuştur. bu savaşta geçmiş bir olayı ya da Türk toplumu-
Daha sonraki yıllarda Türkiye’de de yarışma­ nun temel sorunlarını konu
ların ve ödüllerin sayısı çoğalmış, yirmiyi aş­ almış roman................................................................ Kemal Tahir
mıştır. Bugün ödül enflasyonundan söz açıla­ 1968-69 Türkiye'nin tüm kalkınma sorunu, bu sorunlar
bilir; eleştirel bir yaklaşımla sakıncaları günde­ içinde biri veya birkaçını konu olarak alan bilim­
me getirilebilir; ama yine de kültür, bilim ve sa­ sel nitelikte eserler.................................................... Doğan Avcıoğlu
nat konularına ne kadar çok yatırım yapılırsa 1969-70 Kurtuluş Savaşı ve Devrimler (film
yapılsın, yararlı olduğu kesindir. Zamanla ödül­ Cumhuriyet Gazetesi’nin kurucusu Yunus Nadi’nin anısını senaryosu).................................................................. Oktay Arayıcı ve
tazelemek amacıyla düzenlenen ve ilk yıllarında “ Yunus Nadi Güngör Dilmen
ler arasındaki ayrımlar ortaya çıkar; bir yarış­
Mükâfatı” diye adlandırılmış olan Yunus Nadi Armağanı 1970- 71 Yedi Dakika.................................................................. Celal Erkunt
ma kurumsallaştıkça, amacı, nitelikleri, karak­ Yarışması’nın kamuoyuna açıklanış tarihi, 28 Haziran 1946 idi. 1971- 72 Kadın erkek eşitliği..................................................... Fatma Gürel (Bölek)
teri belirginleşir. Bu arada kimi holdinglerin Duyuru metni, o günün gazetesinde, 1. sayfada yer alıyordu. 1972- 73 Cumhuriyet çağında dilimiz...................................... Haldun Derin
kendi amaçlarına yönelik yarışmalar düzenle­ 1973- 74 Cumhuriyet’in 50. yılında Türk basını...................... Önder Şenyapılı
meleri ve ödüller dağıtmaları da bu alanda ka- ğımızı ve daha geniş katılımı sağlayacağımızı 1974- 75 Roman.......................................................................... Attila İlhan
çınıiamaz çoğulculuğu yansıtmaktadır. Kimi düşündük. 1975- 76 Yaşadığımız yüzyılda Türkkadınının
bankaların, şirketlerin, ticaret tekellerinin rek­ Ülkemizin kültür ve sanat yaşamı, bütün bal- yeri............................................................................... Füsun-Tunç Tayanç
lam amacıyla düzenledikleri yarışmaların ödül­ talanmalara ve olumsuz yatırımlara karşı geliş­ 1976-77 1876-1976: Türkiye’de anayasal
leri, parasal açıdan ne kadar büyük olursa ol­ mekte ve genişlemektedir. Fikir ve sanat özgür­ düzenler....................................................................... Dinç-Tunç Tayanç
sun, olayın özü maddi çerçevenin dışındaki an­ lükleri Türkiye’de tam değildir; siyasal iktidar­ 1977- 78 Cumhuriyet dönemindegençlik................................. Fulya-Hasan
lamında odaklaşır. ların baskıları sürmektedir; çağdaş demokratik Basri Gürses
Yunus Nadi Armağanı Yarışması, kırk yılı ortamdan henüz yoksun sayılıyoruz. Buna kar­ 1978- 79 En güzel çocuk romanı............................................. İsmail Uyaroğlu
aşkın bir sürede düzenle gerçekleştirilmiş, say­ şın fikir, sanat, bilim, kültürde çabalar sürü­ 1979- 80 Türkiye’de sansür sorunu......................................... 1. seçilemedi
gın seçici kurulların verdikleri kararlarla sonuç­ yor. Tarihsel gelişim sürecinde elbette “ aydın- 2. Füsun-Tunç Tayanç
lanmış, sanat ve kültür hayatımıza amaçlanan İanma” nm önüne hiçbir güç geçemez. 1980- 81 Köşe yazısı................................................................... Göksel Türk
katkılarını yapmış ve etkilerini duyurmuştur. Cumhuriyet, çağdaş uygarlığa giden yolun fi­ 1981- 82 Toplumbilim.................................................................. Sami Güven
Şimdiye kadar Yunus Nadi Armağanı Yarış­ kir, sanat, kültür, bilim yolu olduğunu kuru­ 1982- 83 Cumhuriyet basını vedemokrasi.............................. Verilmedi
ması bir dalda yapılıyor, her yıl bu dalın ne ola­ luşundan beri savunan bir gazetedir. Bu yoldaki 1983- 84 Fotoğraf (Siyah-beyaz)............................................... Nevzat Çakır
1984- 85 Karikatür...................................................................... Cezmi Ermiş
cağı saptanıyor, önceden açıklanıyordu. çabaları desteklemek ve özendirmek için Yunus
1985- 86 Mizah öyküsü.............................................................. Verilmedi
Bu yıl, yarışmanın kapsamı daha da boyut- Nadi Armağanı Yarışması’nın kapsamını bü­
1986- 87 Röportaj (Gençlik)...................................................... O rai Çalışlar
landırıldı ve alanı genişletildi. Böylece daha ge- yütmek, gazetemizin yayın ilkelerini yaşama dö­ 1987- 88 Senaryo....................................................................... Alper Uygur
, I niş bilim, kültür ve sanat yelpazesi oluşturaca- nüştürmek demektir.

to
YUNUS NADI ARMAĞANI

Ödül töreni

Doksanlı yıllara girerken,


Türkiye'de “yaşayan en eski
yarışma”konumuna gelmiş
Yunus Nadi Armağanı 'm
bu yıl kazananların
büyük çoğunluğu, altmışlarda
doğmuş genç yetenekler...

Sıcak bir sohbet ortamıyla başlayıp ardından ödül törenine geçilen İbrahim Paşa Sarayı’nm bahçesin­
de, konuklan Beritı Nadi, Emine Uşaklıgil, Necla Cemal ve Haşan Cemal karşıladılar. Törenin açış ko­
nuşmasında, İlhan Selçuk, Yunus Nadi Armağanı'nın geçmişten geleceğe uzanan bir çizgide, bugün
kazandığı anlamı vurguladı.

ve yöneticiler de yer alıyordu. İstanbul Valisi Üç ödülün verildiği afiş dalında, ödülleri sa­
Cahit Bayar ve Anakent Belediye Başkanı Nu­ hiplerine Berin Nadi verdi. Fotoğraf dalında
rettin Sözen de konuklar arasındaydı. ödül kazananlar ise ödüllerini İstanbul A na­
Bu yıl beş dalda ödül ve mansiyon alan 27 kent Belediye Başkam Nurettin Sözen’den alır­
yarışmacı da, üç eksiğiyle konuklar arasında ken, karikatür dalı ödüllerini Cumhuriyet Ga­
yer alıp birbirlerini tanımaya çalışırken ilginç zetesi Genel Yayın Müdürü Haşan Cemal ver­
gözlemler yapmak mümkündü... Bu yıl kap­ di. Röportaj dalının ödül sahipleri, ödülleri­
samı genişletilmiş Yunus Nadi Armağanı Ya­ ni Müessese Müdürü Emine üşaklıgil’den al­
rışm asında ödül kazanmış olanların büyük dılar. Bu dalda birinci olan Mecit Ünal, Bar­
çoğunluğu, ellili yılların sonunda, altmışların tın Özel Tip Cezaevi’nde yattığından, ödülü­
başında doğmuş gençlerdi... nü yengesi Nimet Ünal aldı, “insan H aklan”
Saat 19.30’da ödül törenine geçildi. Cum­ konulu röportaj dalının İkincisi de yine ceza­
huriyet Gazetesi’nin sinema yazan Atillâ Dor- evinde bulunan Ruşen Sümbüloğlu idi. Süm-
say’m sunuculuğunu gerçekleştirdiği törende, büloğlu, 22 Aralık 1981’de Alemdağ Cezaevi­
açılış konuşmasını yapan İlhan Selçuk, Yu­ nde yaşanan olaylarla ilgili olan röportajının
nus Nadi Armağanı’nın geçmişten geleceğe kendisine kazandırdığı para ödülünün, bu
Yunus Nadi Armağanı Yarışması’nın 43. yılında, afiş, fotoğraf, öykü, karikatür ve röportaj dallarında uzanan bir çizgide, bugün kazandığı anlamı olaylar sırasında ölen Hakan Mermeroluk ile
ödül ve mansiyon kazanan yarışmacılar, Sultanahmet’teki İbrahim Paşa Sarayı’nda, ödül töreninin vurguladı. Şerif Yazar’m ailelerine verilmesini istediğini,
ardından toplu halde objektiflerin karşısına geçtiler. Bugün Türkiye’de pek çok ödül olduğunu yolladığı mesajla açıklıyor ve bu paranın ai­
ve bu ödüllerin ülkemiz kültür ve sanatına hiz­ lelere verilmesi için, İnsan Hakları Derneği^
met için konduğunu belirten Ilhan Selçuk, ko­ ne aktarılmasını rica ediyordu. Öykü dalının
nuklara, Yunus Nadi Armağanı’nın, düzen­ ödülleri ise, Oktay Akbal tarafından verildi.
umhuriyet Gazetesi’nin birinci sayfasın­ renine gelmişti... lendiği ilk yıllarda, Türkiye’nin tek ödülü ol­

C da, “ Yunus Nadi Mükâfatı” başlığı al­


tında yayımlanan duyurudan bu yana,-
tam 43 yıl geçti. Ellili, altmışlı, yetmişli
yıllar boyunca sürüp, 80’lerin sonunda, Türki­
Tören, ödüllerin dağıtımı ve bir kokteyl ile
Sultanahmet’teki İbrahim Paşa Sarayı’nda
(Türk ve İslam Eserleri Müzesi) 27 haziran ak­
şamı gerçekleştirildi.
duğunu hatırlatarak, “O yıllarda Türkiye’de,
hizmet için birbiriyle yarışan ödüller yoktu.
Yunus Nadi Armağanı’nın anlamını, adına
ödül konan kişide bulabiliriz. Yunus Nadi,
Bu arada Karikatürcüler Derneği’nin Baş­
yazarımız Nadir Nadi’ye verdiği şükran pla­
keti de, Haşan Cemal’e teslim edildi. Dernek
yöneticilerinin aldıkları bir karar uyarınca bu
ye’nin “yaşayan en eski yarışması” konumu­ ödül dağıtım törenine saat 18.30’dan iti­ Cumhuriyet Gazetesi’nin kurucusudur. Cum­ ödül Nadir Nadi’ye, “Cumhuriyet Gazetesi’-
na gelen Yunus Nadi Armağanı, bu yıl, bam­ baren gelmeye başlayan konukları, Cumhu­ huriyet Gazetesi de Türkiye Cumhuriyeti ile nin Türk karikatürüne destek ve katkıları kar­
başka bir anlam kazandı: riyet Gazetesi Yönetim Kurulu Başkanı ve özdeş ve yaşıttır,” dedi. şısında bir teşekkür” idi...
Cumhuriyet Gazetesi’nin 65. yıldönümü Başyazarımız Nadir Nadi’nin eşi Berin Nadi, İlhan Selçuk, Cumhuriyet’in Başyazarı Na­ Ödül dağıtımından sonra sıcak bir sohbet
kutlanıyordu ve “ 1988-89 Yunus Nadi Arma­ Müessese Müdürü Emine Uşaklıgil, Genel Ya­ dir Nadi’nin Yunus Nadi Armağam’m kur­ ortamında süren gecede, insan Hakları Der­
ğanı” , kapsamı büyümüş olarak doksanlı yıl­ yın Müdürü Haşan Cemal ile eşi Necla Ce­ masındaki amacının, Türkiye’nin kültür ya­ neği İstanbul Şubesi Başkanı Emil Galip San­
ların eşiğindeydi... mal karşıladılar. şamına katkıda bulunmak olduğunu da be­ dalcı ile Türkiye Yazarlar Sendikası üyeleri­
Bu yıl beş dalda ödül ve mansiyon veren ya­ Gazete çalışanlarının, Ankara, İzmir ve lirterek, “ Bu ödül yalnızca kurucumuzu an­ nin bir bölümü de konuklar arasındaydı ve en
rışmanın seçici kurulları, 5 Haziran ile 9 Ha­ Adana temsilcilerinin hazır bulunduğu tören­ mak için değil, aynı zamanda Türk kültürü­ çok konuşulan konu, o gün, Türkiye’ye dö­
ziran 1989 tarihleri arasında, yarışmaya ge­ de, Uğur Mumcu, Oktay Akbal, Mustafa Ek- ne katkıda bulunmak için kurulmuştur,” di­ ner dönmez gözaltına alman şair Ataol Beh-
len yapıtları değerlendirmişler ve sıra ödül tö­ mekçi’nin yanı sıra, diğer gazetelerden yazar ye sözlerini sürdürdü. ramoğlu’nun durumu idi. □

n
Fikir ve eylem adamı, gazeteci, yazar

Yunus Nadi
mak için... Onun bu kaçışında annemin bü­ nin hükümet şekli cumhuriyettir.” Bütün bu kimliklerin harmanında, çetin ve
İlhan Selçuk Demek ki İstanbul’dan kaçarak Ankara’­ yaman bir kişilik beliriyor; yılmayan, durma­
yük yardımı oldu tabii..”
da Mustafa Kemal önderliğindeki bağımsız­ yan, gerilemeyen...
Y unus Nadi, A nkara’da Yeni Gün’ü çıkarı­ lık savaşma katılan Yunus Nadi, cumhuriyet 1924 Türkiyesi, sanıldığından çok daha kar­
unus Nadi’nin 26 Ağustos 1899’da

Y
yor. devriminin Büyük Millet Meclisi’ndeki sözcü­ maşık bir yapıdadır. Evet, zafer kazanılmış,
Malumat Gazetesi’nde yayınlanan
Ankara’da Karaoğlan’da eski bir ahşap südür. cumhuriyet ilan edilmiştir; ama ne olacaktır?
yazısından birkaç satır: “ Gazeteleri­
evin alt katındaki bir odada, elle çevrilen köh­ 7 Mayıs 1924’te İstanbul’da Cumhuriyet’­
mizi baştan aşağıya okuyacak bir ya­ Her ulusal bağımsızlık savaşının ertesinde
ne bir baskı makinesinde her gün 2500 adet in çıkışı, doğal bir sürecin sonucudur.
bancı zanneder ki Türkler her şeyde gelişmiş­ kaçınılmaz bir hesaplaşma yaşanır; ortak düş­
Yeni Gün basılıyordu ve bütün dünyaya Tür­ Ne var ki Cumhuriyet, bağımsız bir gazete
ler ve kendileri için ihtiyaç namına yalnız şi­ kiye’nin bağımsızlık savaşının sesini duyuru­ mana karşı birleşenler arasında anlaşmazlık
ir, hayalat kalmış. olacaktır. Bunu, ilk sayımızda Yunus Nadi bir
yordu. Üst kattaki bir odada Yunus Nadi ça­ başyazıyla vurgular: çıkar. Düşman artık yenilgiye uğramış, çekil­
Behey gafil!.. Nazarını uzaklara temdide
lışıyordu. Bir de telefon bulmuşlardı gazete­ “ Cumhuriyet ne hükümet, ne de parti ga­ miş, gitmiştir. Toplumsal katmanlar, sınıflar,
hacet yok. Bir defa başındaki festen ayağın­
ye... zetesidir. Cumhuriyet, sadece cumhuriyetin, kesimler, kendi aralarında bir iktidar savaşı­
daki fotine kadar bütün giyim eşyası kimin
imiş, nereden gelmiş, düşün de âlemi kuru ha- Saat başı geçmezdi ki Yunus Nadi telefo­ daha bilimsel ve yaygın anlatımıyla demok­ na girerler.
nu açar seslenirdi: rasinin savunucusudur. Cumhuriyet ve de­ Cumhuriyetin ilanı ne demek? Padişahlık­
yalata sevkederek beyhude yorma!..” la birlikte tasfiye edilenler kimler? Hilafet de
Bu ateşli ve genç gazeteci, savaşımcı bir yü­ — Köşkü bağlayınız!.. mokrasi fikir ve esaslarını çiğneyen, yıkan ve
Ve Mustafa Kemal’le konuşur, yazacağı ya­ yıkmaya çalışan her kuvvetle mücadele ede­ kaldırılacak mı? Mustafa Kemal ne yapmak
rek taşıyor; daha sonra Yeni Gün Gazetesi’-
zı için danışırdı. cektir.” istiyor?
ni kuracaktır; İstanbul düşman işgali altına İlerici ve devrimci çevrelere karşı olanlar
düşünce, A nkara’nın yolunu tutacaktır. Kurtuluş Savaşı’nm en ateşli yazılarını Ye­ ■

ni Gün yayınlamıştır; o günlerin yazarlığı ve insanların kişiliği laf ile değil, yaptığı ve üret­ çok güçlüdür. O kadar güçlüdürler ki ülkede
Anılarında ilk günleri şöyle anlatır:
gazeteciliği, tarihte eşine az rastlanır bir an­ tiğiyle, tutum ve davranışlarıyla ortaya çıkar. büyük ağırlıkları olan Rauf Bey ile Refet Pa­
“ Dün akşamdan beri İstanbul’un işgalin­
lam kazanıyordu. Yunus Nadi’nin yaşamöyküsü, kişiliğini şa bile cumhuriyete karşıdırlar.
den on bir gün ve İstanbul’dan hareketimiz­
Ulusal Bağımsızlık Savaşı zaferle sonuçlan­ tartışma götürmez biçimde belirginleştiriyor: Rauf Bey der ki:
den altı gün sonra Geyve’de artık kendi sela­ “— Padişahlık ve halifelik katını kaldırmak
met ve emniyet muhitimizde bulunuyoruz. dı. Bir savaşım eri, bir aydın, bir milliyetçi, bir
Yunus Nadi zafere başından beri inanmış­ devrimci demokrat, bir yazar, bir gazeteci... ve onun yerine başta nitelikte bir kat koyma-
(...) Muhtelif manevralar ile temin ettiğimiz
bu neticeden memnun ve artık yorgunluğumu­ tı; o kadar inanmıştı ki İstanbul’daki Yeni
zu dinlendirmeye hak kazanmış surette raha­ Gün idarehanesi olan binayı iki yıldan uzun
tız.” bir süre tutmuş, kirasını da ödemişti.
Ne yorgunluğu? Ne rahatı? Yunus Nadi, Sonuçta İstanbul’dan 2 Nisan 1920’de yo­
çoluk çocuğunu İstanbul’da bırakmış, kutsal la çıkan Yunus Nadi, zaferle dönmüş 7 Ma­
bir savaşımın ateşine atılıyor. 1901 ’de Abdül- yıs 1924’te Cumhuriyet’in ilk sayısı yayınlan­
hamit istibdadına karşı dernek kurma suçun­ mıştı:
dan üç yıla mahkûm olan bu genç gazeteci, “ İstanbul’dan okurlarıma Yeni Gün’ü de­
1918’de tngilizlere karşı yazdığı yazılarından ğil, Cumhuriyet’i sunuyorum. Demek ki ara­
ötürü tutuklanacağını anlayınca A nkara’ya da büyük devrimler meydana gelmiştir. İtiraf
geçmeyi yeğlemiştir. ederim ki bu devrimlerin büyüklüğü ve yüce­
Oğlu Nadir Nadi, işgal altındaki İstanbul’­ liğini kendim bile şimdi daha iyi anlamış ve
da geçen günleri, 55 yıl sonra şöyle anlatacak­ daha çok hayrete düşmüş durumdayım.”
tır: Yunus Nadi, yazardır, gazetecidir; ama ba­
“ Bir gün evimizi polisler bastı. Her yanı di­ ğımsızlık savaşının ve cumhuriyet devrimle-
dik didik ediyorlardı. Dolapları açıyorlar, bü­ rinin eylemcisidir. Nitekim 23 Nisan 1920’den
feye bakıyorlar, tabak çanağa kadar her şeyi başlayarak milletvekilidir, Mustafa Kemal’­
ortaya saçıyorlardı. O sırada babam sandık in güvendiği kişidir. 29 Ekim 1923 Pazartesi
odasındaydı. Büyücek bir sandığın içine gir­ günü sabahı Büyük Millet Meclisi’nde anaya­
mişti. Polisler sandık odasına da geldiler. An­ sa değişikliği okunduktan sonra ilk sözü Ana­
nem, babamın saklandığı sandığın üstüne yasa Komisyonu Başkam Yunus Nadi almış
oturmuştu. Her yeri didik didik eden polisle­ şunları söylemiştir:
rin hiçbiri de nedense anneme, kalkın hanı­ “ Arkadaşlar; Birinci Türkiye Büyük Mil­
mefendi, oraya da bakacağız demediler. O sı­ let Meclisi, Teşkilatı Esasiye (Anayasa) ile
rada birkaç tehlikeli gün geçirdik. Kapımızın şarkta yeni ve mühim bir devlet kurmuştur.
önünde sürekli olarak bir nöbetçi bekliyordu. (...) Türk milleti ‘ben varım ve devlet benim’ Genç Türkiye Cumhuriyetinin birinci yılı; tarih, 30 Ağustos 1924. Dumlupınar’da “ Meçhul şehidin mezarı başında
diye bütün dünyaya bunu ilan etti. (...) Teş­ yapılan tarihi merasim’) Cumhuriyet başmuharriri Yunus Nadi de izliyor. Solda, Gazi Mustafa Kemal Paşa, hemen
Ondan sonra babam Anadolu’ya kaçtı, kilatı Esasiye Kanunu’nun birinci maddesine yanında Ali Fuat Paşa (Cebesoy), Mustafa Kemal’in eşi Latife Hanım, arkasında Yunus Nadi, sağ ön sırada Meclis
Atatürk’ün yanına, Milli Mücadele’ye katıl­ bir fıkra ilave ediyoruz: (...) Türkiye devleti­ Başkanı Ali Fethi Bey (Okyar) ve Başbakan ismet Bey (İnönü)...

12
ya çalışmak, yıkıma yol açar ve büyük acı do­
ğurur; bu, hiç uygun bîr iş olmaz.”
Refet Paşa:
“ — Rauf Bey’in bütün düşünce ve görüş­
lerine katılırım. Gerçekten bizde padişahlık­
tan ve halifelikten başka bir yönetim biçimi
söz konusu olamaz.”
BabIâli’nin büyük çoğunluğu Rauf Bey, Re­
fet Paşa ve onlar gibi düşünenlerin yanında­
dır.
Peki; cumhuriyeti, yenilikleri ve bir bir gün­
deme girecek devrimleri kim savunacaktır?
Cumhuriyet Gazetesi...
Cumhuriyet Gazetesi’nin adını Gazi koyu­
yor; yurtta kıyasıya bir tartışma başlamıştır.
Ulusal Bağımsızlık Savaşı’nın ilerici kanadı­
na karşı tutucu ve gericilerin direnişleri bü­
tün ülkede tedirginlik yaratır; eylemler baş­
lar; 1925 Şeyh Sait isyanı kavganın doruk
noktasıdır. İsyan bastırıldıktan sonra devrim­
ler yürürlüğe girmeye başlar. Yunus Nadi dev-
rimlerin savunmasını, anlatılmasını, duyurul­
masını, yaygınlaştırılmasını kalemiyle sürdü­
rür. Demokrasiye açılan yolda devrimleri sa­
vunmaktır Cumhuriyet’in işlevi... Padişahlı­
ğın arkasından hilafet de kaldırıldıktan ve
şer’iye mahkemelerine son verildikten sonra Yıi 1922: Yunus Nadi Ankara’da Karaoğlan semtinde, eski bir ahşap evin alt katındaki odada, Yeni Gün gazetesini çıkarıyor. Eylül ayının 22'si; gazetenin matbaasında
devrimler ve eylemler durmaz. Mustafa Ke­ bir dinlenme anı: Soldan sağa, Hacim Muhiddin Bey, Yunus Nadi, Denizli Milletvekili Yusuf Bey ve Mahmut Esat (Bozkurt) Bey.
mal şapka giyer, uluslararası saat ve takvim
dizgesi, yeni Türk Ceza Yasası, medeni nikâh nu vurgulayan ilkelerin geçirilmesi, özetle yep­ “— Bu memleket ve milletin en büyük olayı bahş (tat verici) olamaz. Gazetecilikten çok
zorunluğu, laiklik ilkesinin anayasaya geçiril­ yeni bir devlet yapısının kurulması üzerine so­ sayılan cumhuriyet rejiminin doğuşuna yakın­ memnunum demek bu mesleğe olan aşk ve ip-
mesi, ondalıklı ölçü sistemi, yazı ve dil dev­ luk soluğa yaşanan yıllarda Yunus Nadi, Ata­ dan şahit olduktan sonra ’onun adıyla adım tilamı ifade edemez. Onun elem ve mihnetle­
rimleri, yeni tarih tezi, soyadı yasası, kadın­ türk’ün yanındadır. adım onu takip eden bir sayfa olarak kendi rinden dahi zevkiyap olurum (tat alırım).”
lara seçme ve seçilme hakkı, Medeni Kanun, Yunus Nadi, bu dönemdeki gazeteciliğini hal ve şanımızı da onun belirtilerinden bir par­
ça telakki ediyoruz. Onun içindir ki (...) hu­ Kimi insan, yalnız yakın çevresinin yakını ol­
anayasaya Türkiye’nin “ Cumhuriyetçi, laik, ve Cumhuriyet’in işlevini gazetemizin 10’uncu
susi olmaktan ziyade umumi ve'milli bir va­ maktan çıkar, uzak çevresinin de yakını olur;
halkçı, devletçi, milliyetçi, devrimci” olduğu­ yılında yaptığı konuşmada şöyle açıklar: daha başka deyişle kamunun benimsediği bir
zife görmekte bulunduğumuz kanaatinde ka­
tiyetle samimiyiz.” kimlik kazanır.
Yunus Nadi; yaşamı, yaptıkları ve yazdık­
Bir gazetenin tarihçesiyle, bir ülkenin ve dev­ larıyla öğrenilmesi gereken bir kimlikte tari­
letin tarihi kuşkusuz ayrı ayrı şeylerdir. himize yerleşmiştir. Onun hayatını inceledi­
Ne var ki Yeni Gün ve Cumhuriyet’in ta­ ğimizde yararlı dersler çıkarıyoruz. Ama ne
rihçeleri; Ulusal Bağımsızlık Savaşı’yla, cum­ yazık ki tarihimizi oluşturmuş kişilere ilişkin
huriyet ¿evrimiyle ve cumhuriyet devletinin özyaşam (biyografi) çalışmaları ve yapıtları
tarihiyle eşzamanlı ve eşanlamlı bir süreci içe­ ülkemizde azdır, eksiktir, yetersizdir. Yunus
riyor. Nadi’yi bütün boyutlarıyla genç kuşaklara ta­
Yunus Nadi’nin kişiliğini de bu süreçten so­ nıtan yeterli bir yapıt yoktur. Oysa bu devle­
yutlamak olanaksızdır. tin kurucuları arasında, kimliğiyle, yazılarıyla,
Ama Yunus Nadi çekirdekten yetişme bir gazeteciliğiyle yer almış, savaşın ateşli günle­
gazetecidir ve gazeteyi tanımlaması ilginçtir: rinde ve devrimlerin gerçekleşmesinde ön safta
“ — Gazete her gün cemiyet-i beşeriyeden hizmet görmüş Yunus Nadi’yi genç kuşakla­
(insanlık toplumundan) efkâr-ı umumiye (ka­ rın tanıması gerekiyor.
muoyu) adlı ikinci bir heyet (kurul) çıkaran Gazetemizin kurucusu hayata gözlerini
çok kudretli bir tahlil (analiz) ve terkip (sen­ 1945’te kapadı; İkinci Dünya Savaşı’nın son
tez) unsurudur. Gazete sayfaları her gün bin­ bulduğu yıl...
lerce insanın beraber toplanıp, beraber düşün­ Ve Cumhuriyet, temel ilkelerinin gösterdi­
dükleri, konuştukları, içtima (toplantı) mey­ ği yolda yürüyor.
danlarıdır.” Yunus Nadi ne demişti:
Yaşamının anlamını ve mutluluğunu Yunus “ — Cumhuriyet, ne hükümet, ne de parti
Nadi’ye gazetecilik mesleği veriyor: gazetesidir. Cumhuriyet sadece cumhuriyetin,
“ — Mesleğe aşk ile merbut (bağlı) olabil­ daha bilimsel ve yaygın adıyla demokrasinin
mek için bilmenin ve bildirmenin zevki üze­ savunucusudur.”
İstanbul'da çıkardığı Yeni Gün gazetesinin makinesini Ankara’ya taşıyıp yayımı orada sürdüren ,
rinde ısrar lazımdır. Hiçbir iklimin fethi bir Ölümünün 44’üncü yıldönümünde gazete­
Kurtuluş Savaşı’nın ardından, İstanbul'da Cumhuriyet? kurdu. 1928 yılının 1 aralık günü, gazetesini yeni harflerle
yazının muvaffakiyeti (başarısı) kadar zevk- mizin kurucusunu saygıyla anıyoruz. Z
yayımlamaya başlayan Yunus Nadi, 30'lu yılların başında çalışma odasında.

13
YUNUS NADİ ARMAĞANI
SEÇİCİ KURUL: Prof. Aydın
Aybay, Muzaffer İlhan Erdost,
Yaşar Kemal, Emil Galip Sandalcı,
Ali Sirmen.
Bu dalda yarışmaya 43 röportaj katılmıştır.

Birincilik ödülü M ecitÜnal: ‘İyi bir Fenerbahçeli olmadım’


S iv a s’ın Zara ilçesinden. 1961 doğumlu Meçit lem ve kâğıt gereksinmelerimin başında yer aldı hep. mızla tam ortadaydık. Sabahları gazetelere koşuyor­
Yazmak benim için bir öğrenme biçimi çünkü. Yazar­ duk; ama bizi destekleyenler çok azdı. Herkes Gala­
Ünal, ilk ve orta öğrenimini İstanbul’da tasaray’ın Avrupa kupalarındaki tırmanışıyla İlgiliydi.
ken yaşamı, yaşamdaki ilişkileri, ayrıntıları kavrıyorum.
tamamladıktan sonra, 1980 yılı sonuna kadar Galatasaray motifi böyle girdi röportaja. 5-0’lık zafe­
Ayrıntılardan oluşan bütünlerin fotoğrafını çekiyorum.
yapı işçiliği ile yaşamım sürdürdü. Kasım 1980’de rin iptali yoğun protestolara neden oluyordu. Oluyor­
Hemen her türde sürdürdüm yazmayı.
gözaltına alınıp tutuklanan ve siyasi bir davada du da binlerce tutuklunun trajedisi karşısında aynı du­
yargılanan Ünal, 1988 Martı’nda ölüm cezasına — İçeride, daha çok neler okuyorsunuz? Ede­
biyat mı, bilimsel kitaplar mı ağır basıyor? yarlılık gösterilmiyordu. O günlerde yaşadıklarımı asla
çarptırıldı. 70’li yıllarda başladığı edebiyat ve unutamam. Bu yüzden vurguyu, hep insani duyarlı­
— içeride ne okunabilir? Şimdiye kadar seçme ko­
müzik çalışmalarını cezaevinde de sürdüren şullarına sahip olduğum sürece edebiyatla bilimsel lığa aktarmaya çalıştım.
Mecit Ünal, 1988 Aralık ayında Almanya PEN kitaplar arasında bir tercihte bulunmadım. Neyi ge­ — Takım tutuyor musunuz? Hangisini, neden tu­
KuUip üyeliğine seçildi. Bugüne kadar bir şiir reksiniyorsam onu okuyorum diyebilirim. Doğal ola­ tuyorsunuz?
kitabı yayımlanmış olan Ünal'ın “Zamanı rak edebiyat hep önde gidiyor. Ve şiir. — Çocukluk yıllarımın etkisi olarak bir takımı elbette
Durdurabilmek" adlı bir başka çalışması — Bu röportajda, en çok neleri vurgulamak is­ tuttum. Futbolun henüz bu denli depolitizasyon ara­
(Metris’ten röportajlar) yakında yayımlanacak. tediniz? cı olarak kullanılmadığı yıllarda. Futboldaki toplum­
Mecit Ünal halen, Bayrampaşa Özel Tip — Röportajın tasarlandığı ve kimi notlar halinde ya­ sal sorunları yabancılaştırma potansiyeli henüz kav-
Cezaevi’nde tutuktu bulunmakta. zıya geçirildiği günlerde, uzun süreli bir açlıktan çık­ ranmamıştı yani. Henüz Anadolu’ya açılım yıllarıydı.
mak üzereydik. Yaşanmış olaylar vardı. Bir yanda bir Ama küçük kır kasabalarında bu tür olaylar ifrada var­
(tDaha önce yazdınız mı? Yoksa bu ilk mi? Daha şeyler yapmak için sözcüğün gerçek anlamıyla çırpı­ dırılır. Seçebileceğim üç şapka vardı önümde. Bu renk­
önce yazdınızsa, neler yazdınız” diye soruyoruz Me­ nanlar, öbür yanda hiçbir şey duyumsamayan, yüre­ lerin uyumu ve çağrışımı önemliydi benim için. Sarı,
cit Ünal’a: ği katı demeyeceğim; ama duyarsızlaşmış yığınlar du­ sıcak yazı; lacivert, denizi çağrıştırıyordu bana. Ama
— Yazdım. Yaşamımın her döneminde yazdım. Ka­ ruyordu. Biz, açlığımız ve gün gün eriyen dokuları­ hiçbir zaman iyi bir Fenerbahçeli olmadım. O

G alatasaray K aybetti Biz Kazandık meye başladı da, arkan dönük, elinle evetliyor — Sabahları uyanıyorum ki ağzım zehir...
1. konuşuyor çünkü. Dura dura konuşuyorsa da­
lıp gitmiştir, o uzun yol gemisinin seyrinde. Altı ya da hayırlıyorsun. Bilerek mi? midemde uzay büyüklüğünde bir boşluk... Bir
yıl olmuş. Ama sanki dün; günün yirmidört sa­ — Uzun süre susuyor. Parmaklarıyla ranza de şu göçebelik, her şey o kadar üst üste geldi
eysek onu söyleyelim o

N
demirinde Bolero ritmini çalışıyor. Takata- ki, şurdan dışarı adım atmak gelmiyor içimden.
< ( zaman / ve ne kadarsak / o
ati birbirimizleydik; şurda ortadaki ranzada ya­
tıyordu o zaman. Üstte, birbirine tutunmuş tak...takatatak...takatatak..tak. Kalorifer bo­ Buraların da tadı tuzu kalmadı bakma. Eski­
kadarımızı geçirelim tarihe...” rularında şifreli mesaj yazdırmaya, bu sinyalle den, hiç değilse kendine özgü keyifli yanları
kitapların yerinde bir kitap gibi aydınlık, da­
yanıklı ve genç. Şimdi? Şimdi de diyor, şimdi çağırırdık birbirimizi. Ama durup dururken ner­ olurdu açlık grevlerinin, şimdi yok! İlk yıllar­
Böyle diyorduk değil mi? - den aklına geldi? Duymuyor. Duymaz ki! İçim­
de... hiç yaşlanmadım ki ben! da kalabalık sofralar kurardık. Herkes sırayla
Ceçirelim değil, içerelim olacak; yoksa anlam
de biriyle konuşuyorum ben. Takatatak... ta- İstanbul’un lokantalarını gezdirirdi. Sonra tat­
bütün çarpıcılığını yitirir.- Şey; her söyleşimi­ Torbadan idam çıkınca -mahkeme kararla­ lıcılar, üstüne kıyı kahveleri. Şimdi ağır bir yük
katatak... takatatak...tak. Duruyor. İyi deği­
ze ille de bir replik koydurmak zorunda mısın? rıyla dalga geçerdik o günlerde- söyleyecek baş­ gibi geliyor, aklıma mideyle ilgili bir şey getir-
lim, diyor sonra, midem çok kötü...
-Sen, başın sıkışıp da her kezinde bana koştu­ ka söz yokmuş gibi, şurdan kurtuluyorum
ğun sürece!- Durup dururken nerden çıktı şim­ sonunda, demişti; altta, ağırlığıma oranlı bir
di bu? -Sık sık koridor penceresine tırmanıp ranzam olacak artık... Sanki gıyabında idam
dünyaya bakmalar, gece geç saatlere kadar uzun alan o değil. Ertesi sabah geldiklerinde hazır­
voltalara çıkmalar, günlerdir tek söz etmeden dı. Vurdu torbasını sırtına, hoşçakalın arkadaş­
içine çekilip düşünmeler... Gerisini saymaya ge­ lar, dedi, daha buralardayız, görüşürüz
rek var mı?- Arkama adam taktın demek ki, nasılsa... Gene eli. Hayırlıyor. Yalnızca bak­
yoksa nerden bileceksin? -Ben senin yüreğini bi­ tım, diyor, ama öyle söylemiş de olabilirim...
lirim. arkana adam takmaya ne hacet!- Aylar sonra, koğuşların periyodik olarak har­
Böyle miydi, unuttuğumuz bir şey var mı? manlandığı günlerden birinde, Metris’te, yirmi
Yok, diyor eliyle, iyi gidiyorsun devam et. Sır­ üç numarada buluştuğumuzda da gözlerinle ko­
tı bana dönük. Eski bir çarşaftan yırttığı ipler­ nuşmuştun, amnsıyor musun? Bunu şimdi ayırt
le uyduruk bir arkalık örmüştü ranzasına, ona ediyorum, gözlerinin yorulduğu yerde dokunu­
yaslanmış. Duvar tarafı soğuk olur diye, başı­ yorsun söze, biliyor musun? O çocuk gözleri­
nı kapı tarafına koyuyor. Nedense çok üşüyo­ me yerleşti yerleşeli böyle, bunu nasıl da
rum, diyor; battaniyeleri üçledim gene de anlayamadm?
donuyorum. Belki de için üşüyor, diyorum; yü­
reğin üşüyor senin. Tam karşısına astığı gerçe- — Kaç ağızda ıslanmaktan okunmaz olmuş
küstücü resme dalmış, Ön planda, esmer bir mektupların ardından, bir araya gelmek deh­
kadının yüzü var; Yunan tragedyalarındaki ka­ şet güzeldi. Kısa sürdü am a... Tıpkı çocukluk
dınlara benziyor. Kaşları yerinde uçan bir martı, günlerimiz gibi. Tıpkın... seninle kıyılara indi­
çenesinin tam altında bir gemi, geminin arka­ ğimiz yıldızakşamlar gibi, denize birdenbire bir
sında kırmızı bir güneş. Gittiği her yere götü­ gemi gibi sokulan kayaiıkta yaktığımız ateşler
rüyor onu. Geceleri o resme dalıp gitmek gibi. Uzak ülkelerden gemiler bekliyorduk...
rahatlatıyormuş. Yüzünü göremiyorum. Kaş­ — Ama bir de elini kattın! Gözlerin yetme-
larının çatık olduğunu anlıyorum, dura dura
14
I YUNUS NADI ARMAĞANI

mek. Açım ama, hiçbir şey özlemiyor ve iste­ mış gibi duruyor oysa adam. İşte tam bu sırada
miyorum. Aklım başka yerlerde, ondandır, düşüyor gol sesi, irkiliyor.
diyorum. Tanı koyamadığım garip bir hal, ne­ — Sonra?
den dersin? — Sonra, ikinci gol sesine kadar, adamı ar­
Aynı dert benim de başımda, ona ne söyle­ ka plandaki tutuklu ve gardiyanlarla birlikte
yebilirim? Belki de kanıksadık, ondandır; ola­ çerçeveliyoruz.
ğanüstülük olağanlığa dönüştüğünde böyle olur — Neden?
hep. Bir de şu sayılabilir senin için; en iyi ar­ — Topun ağlara takılması ortak bir sevinç
kadaşlarından birini gönderdin dışarıya. Ran­ yarattı çünkü. Tutsak olanlar arasındaki bin­
zasını, öyle bıraktığı gibi bomboş görmek lerce yıllık husumeti alıp götürdü ağlara takı­
kuşkusuz üzüyor seni. Yalnızsın. Üstelik has­ lan top.
tasın da... Sana, bu hastalık ve yalnızlıkla baş­ — Gardiyanlar kabak çekirdeği yemeyi sür­
lama demiştim, dinlemedin ki! Dinleyemezdim dürüyorlar...
ki, diyeceksin günler sonra siperi bitişiğime kaz­ — Evet, evet... İkinci gol sesine geldiğimiz­
dığında. Dinleyemezdim ki... Ölmedikçe, her­ de At filmindeki stat önü sahnesini alıyoruz bu­
kesin omuzladığı yükün altından çekip alamam raya. Ama tam tersi oluyor, Kırmızı Torbalı
kendimi...yapamam. Şimdi susuyorsun ama. Kadın’ın çığlığı bastırıyor gol sesini.
Bolero ritmini vura vura susuyorsun... 43, 35, — Niye ikinci gol sesi de üçüncü, dördüncü
42, 11... ta k a ta ta k ...ta k a ta ta k ...ta k a ta - ya da beşinci değil?
tak...tak. Bak, şifreyi unutmamışsın.SONRA, — Birinci gol sesi hazırlık için gerekliydi.
diye sordun. İkinci gol sesinden sonraki her gol sesi olsa ol­
Sonra, yaz diyorsun. Yaz...iç/gündüz, tutu­ sa gecikmişliği gösterir ki,gecikmiş olmanın da
kevi koridoru, adam arkadan... Yazıyorum; bizim koşulumuzda şakaya gelir yanı yok. Her deyiz işte ve pencereden dünyaya bakıyoruz. yatılmış yazgıyı yaşamak zorundayız. Nedir ki,
iç/gündüz, tutukevi koridoru, adam arkadan... an bir ölü çıkabilir... Dünya! Dünya mı, gülüyorum, güneşe çeyrek insan ancak yazgısını kendi eline geçirdiği öl­
— Uzun, bakır sakallı. Bununla tam bir çe­ Durup dururken ne diye bir film sahnesi yaz­ saat uzaklıkta mavi gezegen, yani bin yıl sonra çüde ilerleyebiliyor.
lişki oluşturan kuzguni saçları var. Zayıf, in­ dırdın, diye soruyorum, gülüyor. Soru, adam yeryüzü cenneti... İşte ancak o zaman, diye ek­ Koridor derinliğinden uğultu halinde bir gol
cecik parm aklarıyla demirlere yapışmış, denize mi bakıyor olunca, yanıt, adamın yeri liyor, sesinde çok eski bir keder saklı, şimdi her sesi, ikiye biçiyor sözünü. Ama topun üstten au­
pencereden dışarı bakıyor. Çın çın bir sessizlik en iyi böyle gösterilirdi, diyor, denize nasıl bak­ yol kendine çıkıyor, her nehir kendine.... ta çıktığı anlaşılıyor. Gözlerini, asfaltta kayıp
dolaşıyor ortalıkta, öyle ki, biz adamla pence­ saydı ki! Deniz, şu tepelerin ardındaki tepele­ — Söyler misin, sence şu asfalt hangi alana giden yolcu otobüsünden alıp gözlerime bıra­
re demirlerinin, adamla sessizliğin, adamla ne­ rin ardındaki tepelerin de ardında. Ne bir çıkıyor örneğin, şu kırmızı kamyon, şu beledi­ kıyor. Gördün mü diyor, yaşam bu işte!
reye bakıyorsa işte o baktığı yerin iç içe geçtiği martının yolu düşer buraya, ne bir vapur ge­ ye otobüsü içindekilerle, şu gökmavi otomobil, — Evet, yaşam bu işte... Açlıkta bile kimi
sanısına kapılıyoruz. Çok uzun sürmüyor ama çer, ne de körkütük sarhoş bir yosun kokusu... şu minibüs... Yol boyu yürüyen şu kadınla er­ ulusal heyecanlarımızı yitirmeme noktasında
bu, elleri kıpırdıyor adamın. Sonra kıpırdayış Peki sahneyi nasıl sonuçlandıracaksın? E-eee, kek, şu saatte burdan geçen bütün insanlar... hayli yetenekliyiz! Sen asıl, Galatasaray tur at­
omuzlarına geçiyor, ordan bacaklarına. Kalo­ şöyle olabilir; Kırmızı Torbalı Kadın’m çığlığı Başlarını kaldırsalar ve göz göze gelsek onlar­ larsa yarınki gazete başlıklarını gör; olayı na­
rifer peteğine tırmandığını görüyoruz o zaman. düşünce, tam ağlara gönderecekken- kaleciyle la, ne düşünürler? Analarımız coplanırken, saç­ sıl ulusal bir bayrama dönüştüreceğimizi seyret!
Sanki tırmanacak başka yer mi var dışarı bak­ karşı karşıyadır- golcü topu taca atar ve soyun­ larından tutulup polis arabalarına tıkılırken, Hükümeti de, muhalefeti de birbirinden geri
mak için? ma odasının yolunu tutar... nasıl? Oldukça fan­ içlerinden kaçı,‘Yeter be’ diyebilir? Bulduğun kalmamak için, demeç üzerine demeç patlata­
— Nereye, denize mi bakıyor? tastik, diyorum, ama asıl, televizyon başında yanıt, ilerlemek istediğin konu hakkında top­ caklar. Tersi gerçekleşirse, sorun salt sporsever­
— Bunu bilmiyoruz. Çünkü, bu sırada kes­ maç seyreden milyonlarla açlık grevinde eriyen lum olarak nerde olduğumuzun bir göstergesi­ leri ilgilendirir...
meyle adamı tam karşıdan alıp arka derinlikte dokularını seyreden tutukluları gösterebilmek ni oluşturur. Aslında, biz seninle kıyılar üzerine — Galatasaray yenilmeli, diyorsun sanırım...
ilerleyeceğiz. Uzunca bir koridor derinliğinde önemli., bu müthiş bir şey olurdu./Peki ben ne söyleşmeliydik. Durup durup bir gol sesi bey­ Anladığım bu.
kalabalık bir grup. Kimi ayakta ve bir yere da­ sormuştum ki? nimin ortasına düşerken, insan hakları üzerine — Haklı olarak! Ulusal bir bayrama dönüş­
yanmış, kimi de uzun tahta sıralara oturmuş te­ Kıyıları, diyor, kıyıları, gözleri o uzun yol ge­ söyleşecek söz bulmak hayli güç. türülmeye elverişli bir başarı, daha önemli ve
levizyon seyrediyorlar. Sesi tam burda açıyoruz misinde. — Ama kıyıları önümüze getiren sensin, kı­ bütün insanlığı ilgilendiren büyük bir sorunu
ve müthiş bir gürültü kopuyor. yılardan söz açınca yolu kente vuran gene sen! gündemin alt sıralarına itiyorsa, itecekse... Hak­
— Neden? 2. — Sözü açık denizlere çekmeyi ben istemez lı olarak! Galatasaray’ın yenilmesini istiyorum,
— Az önceki sessizliği ancak böyle dengele- miyim hiç? Görüyorsun işte, şu cırtlak sesli spi­ yoksa hükümet yararlanacak bu başarıdan, aç
yebilirdik de ondan... T uhaf bir dünyada yaşıyoruz biliyor musun, ker, art arda düşen şu gol sesleri, zamana dön­ bedenlerimiz üzerindeki pazarlık uzayacak. Bu­
— Peki, televizyonda ne var? diyor, dünya tuhaf, Türkiye daha bir tuhaf. Ni­ dürüyor beni. Zamana dönünce de... Zamana nu istemiyorum...
— Galatasaray-Neuchatel Xamax maçı... ye, sormuyorum, bırakıyorum anlatsın. Par­ dönünce de kendi sorularıma bile yanıt bula­ Hava kararmış. Köprünün altından farları­
— Burası bizim koridor, ama pencereden ba­ maklarının arasında iğreti duruyor az önce mıyorum. O yüzden, kalıplaşmış sorular sor­ nı yakmış olarak çıkan ilk araçla inmişiz pen­
kan kim? yaktığı sigara. Dışarda ne var ki, diyorum, as­ ma bana, zaman ve mekân üstü kalalım... Sahi cereden. Yataktayım. Peki yatağa ne zaman
— Bunu ben de bilmiyorum... Blok kapısı falt... Herkeste değişik çağrışımı olan bir asfalt ne sormuştun? girdim? Elimde üç gün önceki gazeteler; Gala­
açık. Blok kapısı açık olunca, biliyorsun, en az alt tarafı ve dingin bir nehir gibi akıyor işte... — Soru sormadım henüz... Kalıplaşmış söy­ tasaray tur atlamış. Karşı tarafın başvurusu üze­
birkaç gardiyan içerdedir. İşte, gardiyanlar da Arabalarının içinde insanlar, insanların içinde.. leşileri ben de sevmiyorum, istediğimiz gibi iler­ rine maçı iptal etmiş UEFA. Ulusal öfkemizi
tutuklularla birlikte maç seyrediyorlar. Bir yan­ İnsanların içinde... İnsanların içinde, diye çe­ leyebiliriz. Nasıl olsa açlık grevindeyiz ve nasıl geçirip sırtımıza, biz de telgraf yağmuruna tut­
dan da kabak çekirdeği yiyorlar. kip alıyor sözü ağzımdan, kimbilir neler, akıp olsa pencereden bakınca göz alabildiğine dün­ muşuz adamları. Sorun daha yüksek bir mer­
— Bana öyle geliyor ki, tekrar bir önceki pla­ gidiyorlar kasım güneşinin altında. Köprüye va­ ya... cide çözümlenebileceği için, ulus olarak kolları
na döneceğiz... rınca yol çatallanacak, başka yollara, başka — Göz alabildiğine dünya, ama bugün bü­ sıvamış, kulis yapıyormuşuz günlerdir...
— Evet. Adam şimdi sigara içmekte. İnce­ yönlere ve yaşamlara sapacaklar. Üstelik hiç­ tün sorun, şu Galatasaray maçı; televizyonun Yani? Yanisi şu, diye giriyor araya, tutuklu
cik parmaklarının arasında iğreti duruyor siga­ birinin ötekilerin yaşamı hakkında bilgisi, fik­ karşısına kurulmuş kaç kişi var acaba? Açlık bedeni üzerindeki pazarlık daha bir uzayacak,
ra, yel değse düşecek... Ölü bir öğlesonu güneşi ri bile yok. Üstelik her biri kendi dünyasının grevindeyiz ve derinine inildiğinde Galatasaray’­ sesimizi boğacaklar beş golün arasında. Gel çı­
nöbetçi kulesine vuruyor, kuleye baktığını ayı­ sınırları içinde kalarak. Ve gene üstelik, bizim ın alacağı sonuç bizi hiç de ilgilendirmiyor. Ama kıp şu pencereye bağıralım diyorum, belki du­
rıyoruz adamın... bunun üstünde kafa yorduğumuzu kim bilebi­ o toplumsal psikoloji yok mu, bizi bile, hem yarlar; bir kez denemekten ne çıkar? Onu günde
— ...Kulenin arkasında asfalt, dingin bir ne­ lir? Ama her yol bir alana açılır, diyorum, her de açlık grevindeyken, hem de yengisi ya da ye­ iki kez yapıyoruz, diye karşı çıkıyor, biz daha
hir gibi akarak. nehir bir denize... Gözleri köprünün altından nilgisi halinde durumumuzu değiştirmeyeceği­ başka bir şey yapalım, söze dokunalım. Köp­
— Bir ara iyiden iyiye karıştırıyoruz; bir ne­ çıkıp yaklaştıkça belirginleşen kırmızı bir kam­ ni deneyimlerimizle bildiğimiz halde sarıp rünün altından farlarını yakmış çıkan ilk araç­
hir mi bu yoksa bir asfalt mı? Bir nehre bakar­ yonda, açılır ama açılmaz, diyor, açlık grevin- sarmalayıveriyor. Yaşam bu işte. Ve bize da­ ta kalmıştık, bir yolcu otobüsüydü o. İdi veya

15
YUNUS NADİ ARMAĞANI

değildi; onu bırak da ardını getir diye çıkışıyo­ Deniz, çok uzaklardaki dört mevsimi ince ba­ nin dolmuş şoförünün canına minnet, deniz is­
rum; yorgunum, uzun yolculuklara çıkamam! har bir iklimi çağrıştırıyor, bende; belki de bu tiyoruz testere değil ya!
Ben seni çıkarırım, hadi yaz; gece, hava buz gibi yüzden, çağrışımı yaşamda yakalamaya çık­ Dolmuş şoföründen söz edince neşesi yerine
soğuk, yataktayım ve Galatasaray 5-0 galip... tım... Çıkış o çıkış. Nedir ki, bütün gemiler ba­ ne geldi. Metris’ten, gece yarısı, tam çay üzeri
Yazıyorum; gece, hava buz gibi soğuk, ya­ tık ve bize kala kala kollarımız kalıyor. En işe basılıp da apar topar getirildiğimizde, Metris
taktayım, -peki yatağa ne zaman girdim? yarar şey! Bütüıı zamanlarda çarmıha gerilen bitti, diyordu havalı havalı, burası Sağmalcı­
Galatasaray 5-0 galip... ve o iklime varılıncava kadar da bütün zaman­ lar! Biz son postaya kalmış on beş kişi, en az
— Dizimin üstüne rastgele bir kitap aldım. larda çarmıha gerilecek olan... İşte gene çarmıh­ yüz askerin içinde üstüne yürüyüp kapı altına
Masaya oturamam ki bu havada, donarım. tayız. İnsan olmanın, insanca yaşanacak özgür kadar kovalamıştık adamı. Bu dolmuş şoförü­
Ama yazamam da... Gözlerimi kapadım. Ka­ ve mutlu bir dünyayı istemenin bedelini bütün nü de nereden bulmuşlar yahu, demişti kulağı­
lemle kâğıtları kitabın arasına koyup göğsüne insanlar için, ama kendi adımız ve bedenimiz­ ma eğilerek, bak görürsün yakında bu
yatırdım.Sonra uzanıp asfaltı çektim içen, şimdi le ödeyeceğimiz bir süre daha... Al işte sana de­ cezaevinin de çivisi çıkar! Gülmüştüm. İyi bir
ranzamın dibinden akıyor arabalar. Bir uzun niz! Tam ortasındaydım. gönül şenliği içinde ve benzetmeydi, adam müdür değil, tam bir dol­
yol otobüsünün arka koltuklarında kırk numa­ o yaralı şilebe baktığımızda yaşlarda... muş şoförü... Çok sürmedi, otoritesi sıfıra düş­
ralı yolcuyum. Sabah, saatte seksen kilometre Daha çok uzun bir süre kulaç atabilirim... tü. Şimdi, ben ne yapabilirim ki, diyormuş
hızla gidilen bir kıyı kentidir... Peki deniz, de­ Evet. Ama bir de şu var; çırılçıplak ve deni­ amirlerine, adamlar tepeden tırnağa eşkıya!
niz nerde? Dalga sesleri burda! zin tam ortasında olmak yetmez, nereye gitti­ — Nerede kalmıştık?
— Deniz, şu tepelerin ardındaki tepelerin de ğini de bileceksin! — Tuhaf bir dünyada yaşıyoruz, biliyor mu-
ardında. Hava buz gibi soğuk ve sen üç batta­ — Peki sen nereye gittiğini biliyor musun? sun’da... Bendeki notlara göre, ikidir kullanı­
niyenin altındasın. O sesini duyduğum rüzgâ­ — Söyledim ya, “ Ülkelerin, Isa’larım çarmı­ yorum bu tümceyi. Evet, evet. İkidir... Hadi
rın uğultusu camlarda... ha germemişlerine..” devam et.
— Ama camlar kırık! Sabaha yıl var ve biz Zaman ve mekân silinip gitmiş; o yatakta, Devam ediyorum; ya koşulları iyileştiremez-
en uzun günlerindeyiz açlığın -iyi ama nerden ben masada kıyılara inmişiz bir gece vakti. Ama sek, ya daktiloyu geri alamazsam! Ne diye giy­
çıkarıyorum zamansız otobüs yolculuklartnt- ne o iklime kalkan bir gemi var bu zamandan, si torbasına koymadım sanki, rahatlıkla gene de. Eylemin ilk haftasında kapıları açtır­
midem müthiş bir kazınma -şimdi bir çay ne de o iklimden o dönen bir gemi. Boşuna, di­ girecekti içeri... Şimdi el yazısıyla olmaz ki! He- dık mı açtırdık, havalandırma tam gün mü tam
olsaydı- sanki küçük küçük kurtçuklar yiyip bi­ yorum yaktığımız kıyı ateşleri -boşuna, boşu­ eey, daha vaktin var, ne diye daktiloyu dert edi­ gün, yönetimle görüşmeler temsilciler düzeyinde
tiriyorlar dokularımı... Yüzümü buruşturuyo­ na, boşuna- sabah, saatte seksen kilometre hızla niyorsun? Haklarımızı alacağız dediysek, sürüyor mu sürüyor... Eskişehir, Nazilli, Diyar­
rum bütün gün, kalkıp aynaya bakıyorum gidilen bir kıyı kenti değil artık. Otobüsümüz alacağız... Bizde, zindancılara daktilo kaptıra­ bakır yirmiyi çoktan geçtiler. Gösterileri, des­
sonra: bugün kendimi ne kadar öldürdüm? Sa­ yarı yolda bozuldu, biz dağ başında mahsur kal­ cak göz var mı? Başıma dikilmiş -nasıl bu ka­ tek grevlerini, gazete ilanlarını görmüyor
hi, insan açlık grevlerinde güzelleşiyor, biliyor dık, masaya dönmekten başka umar yok bu ha­ dar sessizce sokulabiliyor- parmağı yarım kalan musun? Üstelik analarımız var ve torbaların­
musun? Ne paradoks ama, öyle değil mi? Bu­ vada, söze dokunmaktan başka umar yok! satırda, yaz diyor, şu balinalar söz gelimi, bü­ da artık, benzinle kibrit de taşıyorlar... Söyle­
nu bugün bir yerde daha söyledim ya, nerde, — Tuhaf bir dünyada yaşıyoruz, biliyor mu­ tün dünyayı ayağa kaldırdı da biz şurada gün­ sene, biz hiç kaybedelir miyiz?
hadi bul bulabilirsen! sun? lerd ir açlık grevindeyiz, kim senin kılı Dur diyorum, dur... Aceleye getirme, ben­
— Görüş günüydü, ablana söylemişsiııdir. — Ama ikidir kullanıyorsun bu tümceyi... kıpırdamıyor... Tamam, diyorum, gerisini ben zinle kibrite az sonra geleceğiz. O halde çaya
— Doğru ya! Ama ona kötü olduğumu söy­ — İlkinde penceredeydik, şimdi denizin tam getirebilirim, noktası virgülüne aklımda söyle­ gelelim diyor, ağzım yine berbatlaştı...
leyemezdim. Kimseye kötü olduğumu söyleye­ yeceklerin. Nasıl olsa dünyada daha milyarlarca
ortasındayız çırılçıplak ve ikimiz de onbeş-onaltı 4.
mem ki! En sert cisimleri saydım ona. Taş gibi, yaşında. Politzer okuyarak; burjuvazi bütün yu­ insan var türü sürdürecek, ama balinaların so­
demir gibi, mermer gibi... Onlar üç gün yap­ murtalarını aynı sepete koymaz, ama keman­ yu tükenebilir - doğanın dengesi bozulmasın- Gördün mü, demiştin elindeki gazeteyi göste­
mışlar. Aynaya baktım, yüzümü tanıyamadım larını akort etmesini bilir! ama insanları da ölüme terk etmemek gerekmez rerek, Hanınıkadın gene kendini yakmaya kalk­
dedi, oysa sen hiç erimemişsin! — Peki ben ne sormuştum ki? mi?.. Güzel bir soru, diye düşünüyorum; du­ mış... Analarımız torbalarında artık, benzinle
— Sakalından, sakalından... Onun altında — Kıyıları, kıyıları... gözlerin o uzun yol ge­ rup durup insanı yüreğinden ele geçiriyor. Ba­ kibrit de taşıyorlar. Her sabah kapılar açılır açıl­
çökmüş bütün yerkabukları... sit, yalın, herkesin anlayacağı dilden, yürek maz ben sana koşuyordum, sen gazetelere. Çar­
misinde...
— Kıyıları soran sensin! Anlaşılan, açlık iyice dilinden... Peki yanıt? O zaman kalkıp kapıyı çabuk göz atıyordun, sonra doğru yüreğinin
başına vurdu. Baksana sormadığım sorulara ya­ açıyor ardına kadar. barikat çizgisine. İnat etmiş çıkmıyordun o kör
3. koğuştan, ne de yanına taşınayım istiyoıduıı.
nıt veriyorsun ikidir. Zaten bu söyleşinin çivisi Ve gooool... ve gooool ve gooool...
— Deniz dedin de... Yaralı bir şilep vardı ha­ çıktı. Ne zaman belli, ne mekân, ne soran bel­ Kapat şu kapıyı diyorum, kapat! O maç 5-0 Yüreğimi sınıyorum, diyordun. Altı kişilik mev­
ni, bizim sınıfın penceresinden bakınca batıyor- li, ne yanıtlayan. Açlık grevindeyiz ama deği­ biteli günler oluyor, sen hâlâ, bana golleri say­ zide tek başına: İlk kez sözünü ediyorum bun­
muş izlenimini verirdi, ama batm azdı. liz. konuşuyoruz ama konuşmuyoruz. Bari bir dırıyorsun. Bunu yapmak zorunda mısın?.. Hep ların. Belki benzinle kibrite gelmekte bu kadar
Yanlamasına karaya oturmuştu çünkü. Bana şişe kırmızı şarapla bir de gümüş bir ay uy- gülmek zorunda mısın? acele etmeseydin, hiç değinmeyecektim. Bilir­
öyle geliyordu. Sanki o şilep batınca düşlerimiz­ dursak... — O güzel sorunun yanıtı işte bu! sin, gerçek kişiler bile, şu ya da bu yönleriyle
de batacaktı, biz çırılçıplak tam ortasında... - — E-eee... — Ama Kırmızı Torbalı Kadın... kâğıda geçirilebilirken estetik bir kimlik kaza­
Çocukluktan çıkma çağındaydık o zamanlar, — Alıp başımızı giderdik Yenikapı’nın ora­ — O benim bulduğum yanıt. İnsanların ya­ nırlar. Yani azıcık saparlar asıl kişiliklerinden.
düşlerin en renkli yılları. Ben denize tutkuluy­ larda bir yere... Yahu, nereden taktın şu kı­ nıtı bu: Evet sayın seyirciler şimdi şu kadar sı­ O günkü notlan aylar sonra düzenlerken, se­
dum, öğrendim ki sen de lacivert dağ gece­ yılara? fır öndeyiz... Cehaletin kutsallığı! Cehalet nin de az çok değiştiğini ayırt edebiliyorum. Öz­
lerine. -...Sonra benim tutkum sana geçti, — Belki denizi özledim, olamaz mı? kutsallaştırılınca, işkence karşısında insan hak­ gürlüğünü çok seviyorsun, öyle çok seviyorsun
seninki bana... -İyi bir değiş tokuş, sana deniz — Yapma! ları Isa’dan bu tarafa bin yıllık masal! ki, söyleşiyi daktilo ederken bile, kimi yanla­
yakışıyor! -Sana da lacivert dağ geceleri. De­ — Ne yani, insan açlık grevinde denizi özle- — Yani? rın sıyrılıp çıkıyor sana tanıdığım çerçevenin
niz, uçsuz bucaksız bir gönül şenliği verdi ba­ yemez mi? Ben açlık grevlerinde en çok susuz­ — Yanisi şu, çok güç bir konuda söyleşiyo­ içinden. Benzinle kibritten söz etmekte öylesi­
na, biliyor musun? Lacivert dağ geceleri daha luk çekerim, içim yanıp tutuşur da bardaklarca ruz. Doğru sorular sormak yetmiyor, doğru ya­ ne aceleci davrandın ki, bu bölümü beş kez ye­
çok yalnızlık. Tümüyle çıkarıp atamadım içim­ içsem söndüremem. nıtlara varma da aynı oranda önemli. niden yazmak zorunda kaldım. Ama kimi
den. Bu yüzeden, o köy öğretmen lojmanının — Tutuklu Konseyi’ne başvur da istemlere, Kapıyı kapatıp sesi arkama alıyorum. İyi gi­ şeyleri de bilerek geciktirdin. Her gol sesini fark­
taşlığında oturup yıldızlara bakan çocuk sık sık bir de her havalandırmaya deniz istediğimizi diyoruz diyorum, iyi gidiyoruz. Ama ya dakti­ lı zaman dilimlerinde düşürmekle, benim aklı­
yoluyor beni. Ama deniz? Deniz.Göz alabildi­ yazsınlar! loyu alamazsak, ya vaktinde çıkaramazsak mı bile karıştırdığın oldu.
ğine gitmek, gitmek ve gitmek... “ Yelken ol, — Sen dalganı geç! dışarı! Gülüyor. Gerçi diyor, ben araya girip senin
kürek ol, git gidebildiğin yere...” O şiir böy- — Ne dalga geçmesi? Tam tersine çok ciddi­ — Dert etme artık, daktilonu alacağız dedik. çizdiğin çerçevenin epeyce dışına çıkarak konu­
leydi sanırım, “ Ülkelerin, Isa'larını çarmıha yim! Binanın mimarisi elverişli. Şuraya baksa­ Vaktinde de çıkaracağız dışarı, sana söz! Şu­ şuyorum; ama bunun, gerçekten de benim sa­
germemişlerine” . -Tırnak içinde söyleme, o şi­ na, havalandırmanın üstü tel kafes, duvarlar en rası bir gerçek, bu kez işimiz güç görünüyor. na karşı aylardır verdiğim savaşta kazanılan
irde böyle bir dize yok! -Olmasın, ne önemi var? az iki metre kalınlıkta, suyu da sızdırmaz: Se­ Ama diğer cezaevlerinden iyi bir durumdayız mevziler olduğuna kim inanır? Önceki söyleşi-

16
I
YUNUS NADI ARMAĞANI

nıizde de kapı gibi bir tüzükle oturmuştun ma­ re girmiştik içeri, sen bu kadar ısıtmakla suyunu olasılığı olabilir, diye yanıtlıyor gözlerimin içi­ bu! Bu söyleşi diyor, bitmez de eylem sürüyor
saya. Sanırım sen de biraz koltuk çıkıyorsun kaçırıyorsun bıçağın! Betondan söz edince yu­ ne bakarak ve bu, sen de olabilirsin! çünkü, biz tümceye nokta koyabiliriz belki.
bana. Bu da beni sevdiğini gösterir. muşadı biraz. Sen de sorularına dikkat et, diye Kaşları çatık, öylesine atıyor kendini yatağa. Ama nasıl? Yaz diyor o zaman, yaz; iç/gün-
Yeter, konuya dönelim ha, ne dersin? Kaza­ çıkışıyor. İyi diyorum, işte masa, kalem ve kâ­ Stadın önündeyiz, diye sürdürüyorum, nerdeyse düz, tutukevi avlusu ve yağmur çiseliyor, adam
nanlarını korudu ya, gülüyor. Hâlâ genç. O ğıt, oturup sen sor! Ağzı kıyısında o bildik gü­ denize düşecek bir kalabalık; Kırmızı - Beyaz arkadan... Yazıyorum; iç/gündüz, tutukevi av­
grevci çadırında ilk karşılaştığımız saatte. Pe­ lümseme, susuyor. Betonda bir boşluk yakaladı, Türk bayraklı, Sarı - Kırmızılı flamalı, atkılı, lusu ve yağmur çiseliyor, adam arkadan...
ki ben? Gözlerini kaldırıp yumuşacık bakıyor ordan ilerleyecek! şapkalı, uğul uğul... Hiçbiri görmüyor, duymu­ — Uzun, bakır sakallı, bununla çelişki oluş­
yüzüme. Sen de diyor... Biz hiç yaşlanmayaca­ — Bırak bıçaktan, betondan söz etmeyi. Ay­ yor bizi. Evet, diye karışıyor, oysa her yerimizde turan kuzguni saçları var, volta atıyor...
ğız ki. İçeride zaman duruyor bilmiyor musun? dın olmanın bir sorumluluğu var mı yok mu? kocaman kilise çanları asılı. Sonra beşinci gol — Kim?
Ama saçların diyorum, böyle söylemiyor: Eliyle — Elbette var; biz de birer aydınız, bizim de diyorum, maç bu skorla bitiyordu. Nerden bil­ — Bunu yaklaşınca anlayabileceğiz.
yana doğru tarıyor, çok uzadı kestirmesi gerek. sorumluluklarımız var... din? Bunlar içeri girememiş taraftarlar, baksana — Hadi yaklaşalım...
Çıkınca asıl rengine boyatacağız diyor, sakalı Gördün mü, çayı unuttuk arada. Sen de hiç kulaklarında radyoları. Üzgünüm ama, bu kez — ...Yürüyüş hızında yaklaşıyoruz. Düşüne­
da kestik mi, on dokuz yaşın ilkbaharındayız... hatırlatmıyorsun! Kalkmış. Tutuna tutuna tu­ yanıldın, daha maç başlamadı ki! Asıl sen ya­ rek yürüyor adam, adımları düşüncesinin hızı­
Ellerine bakıyorum. Bir çocuğunki gibi pürüz­ valete gidiyor, lavaboya tırmanıp tavandaki nılıyorsun dostum, diye yazıyorum, stadın na göre değişerek ama, gitgide hızlanarak...
süz. Temiz birer yaprak onlar, diye fısıldıyor lambaya taktığımız ısıtıcı kablosunu indirecek. önünde kimse yok, birkaç temizlik işçisi... O — Neden?
biri kirpiklerinin ucundan. / Kim? Gözleri kararıp düşmesin de. Tutuklu Konse­ maç biteli, neredeyse yıl var, seninle zaman, me­ — ...Nereye baksa deniz görüyor çünkü, ne­
Kırmızı Torbalı Kadın: Kırmızı Torbalı yi, bu kez çay içimini serbest bıraktı. Eskiden kân üstü bir söyleşideyiz. reye baksa deniz?
Kadın! diyor, kamuoyu onlardan yanaydı, artı, sessiz Uyumuş. Her yanından kocaman kilise çan­ — Sonra?
Sonra?.. Sonra, onları dize getirebilecek mi­ bir çoğunluk vardı... Şimdi gene var, ama bi­ ları, parmakları arasında yarılanmış sigara, yü­ — Koşmaya başlıyor, büyücek daireler çize­
yiz diye sordum, yastığının altından çıkardığı zim sesimiz de epeyce yüksek çıkıyor. Çayı ge­ zünde kederli bir anlam. rek... Hız arttıkça, daire geniş bir burgaca dö­
gazeteyi uzattı. Al, yanıtı burda: Bu soruyu bek­ tirmiş. Kâğıtlarımı topluyorum. Çaydanlığı bir — Temiz birer yaprak onlar, usulca el elin­ nüşüyor, etki alanı içinde ne varsa kendine
liyordu hep, biliyorum. İç sayfalara sığmaya­ iki sallayınca çöküyor çay... İyi diyorum, faz­ den... Üşür, üstüne parkam ört... çeken... Sonra da güçlü bir motor sesi duyu­
cak büyüklükte bir haber fotoğrafı, altyazısı da la kaynamamış... Şekeri nasıl olsun? Her za­ Sigarayı alıyorum parmakları arasından. Par­ yoruz, öne geçerek devam ediyor. Burda bir
ancak bir fotoğrafla tanımlanacak bir kadın an­ mankinden biraz fazla... Sigara da isterim ama, kamı örtüyorum üstüne. kesme daha yaparak, motorun dönen dişlerine
nem yaşında. Elinde kırmızı torba olmalı diyo­ şurda güzel şeyler düşünerek uyumak istiyo­ 5. geçiyoruz...
rum, içinde mavi kazak, yumuşacık, bulut gibi rum... Upuzun, ölü gibi yatıyor üç battaniye­ — Motor sesi erimeye duruyor, çünkü yük­
bir yünden dokunmuş nizamiye kapılarında. Ve nin altında. Yatağa ne zaman girdi ki? Çayını, Uyumuşum. İçimde anlam veremediğim bir selen başka bir sesi duymaya başlıyoruz.
bir şişe benzin yanında ve bir kutu kibrit, tu- ranzaya yanaştırdığı plastik taburenin üzerine üşümeyle uyanıyorum, ağzım zehir. Kule nöbet­ — Evet... İkinci ses çın çın bir sessizlikte ve
tuşturulmaya hazır olarak. Hayır, diyorum o bırakıyorum. Yaktığım sigarayı da tutuşturu­ çilerinin vukuat tekmilleri duyuluyor uzaktan. dıştan... “ Çalarlar çocuklarınızı, çalarlar siz­
zaman hayır... biz kazanacağız! Bir tekmede yı­ yorum eline. Karşısındaki resme dalmış: Göz­ Parkamı alıp kalkıyorum. Tuttuğum notlar sa­ den... Uyur uyanırsınız, ölü bir oğul...”
kıp kapıyı çıkıyorum koridora. Ellerim sıkılı... leri kısık bir gemici feneri. Deminden beri çılıyor yere. Demek ki yazarken uyuyakaldım, — Anladım, Kırmızı Torbalı Kadın... Ama
İki yanımda iki balyoz. Bağırıyorum, heeeey biz düşünüyorum da diyor, seninle en son, denize başım dönüyor, düşecek gibiyim. Ranza demi­ neden sahnenin burasında?
kazanacağız! Kalkın çocuklar... Kıralım bütün karşı çay içmiştik dışarda, ama nerde, anımsa­ rine tutunup geçmesini bekliyorum. Geçince — Oğlunu arıyordu. Oğullar buldu... O yüz­
kapıları, çıkalım yıldızların balkonuna. Öfkeyle yamıyorum. toplarım diyorum, onları. Sıcağı sıcağına da bi­ den.
dokunuyorum televizyonun düğmesine. Top Sakin bir kıyı kahvesiydi, diye yazıyorum ma­ tirmeli. Ama nasıl? Artan çayı takıyorum ısıtı­ — Peki devam et...
tam ağlara gömülecekken, kopuyor ses yitip gi­ saya dönüp, Galata Köprüsü’nün dubalarında cıya. Bitti aslında, yazılacak üç diyalog var...
diyor görüntü. avuç içi kadar bir yer, eski tahta masa ve iskem­ Çay iyi geldi, yağmur yağıyor, belki de üşü­ KIRMIZI TORBALI KADIN —Biricik ku­
— Gösteriden gelenleri gördün mü? leler, duvarlarda birkaç martı resmi filan... Va­ mem ondan, biraz yürürsem geçer. Ama kitap­ zumu kaybetmişim... Gelsene oğlum, tutsana
Ağlara gömülüyor top, beynimin ortasına dü­ pur kalabalığı, insan denizi ve köprü sevenler lar diye fırlıyor yataktan, kitaplar ıslanacak: elimden, tutsana... / Elini uzatır.
şüyor bir çığ gibi ses. için güzel bir yer diye ekliyor, gözlerini çekip Pencereleri unutmuşum. Günlerdir eski bir çar­ YAZAR — Bak işte oğulların anacığım, ko­
— Goooooooooooooolll!.. o resimden, deniz orda sevilmez ki! Gel, ister­ şafla örtüyordum, rüzgâr düşürdü anlaşılan; biz şuyorlar... Her birinde mavi renkli bir kazak,
— Maç biteli günler oluyor diyorum sana! sen bir boğaz turu yapalım seninle. Sigaradan de lafa daldık... Çarçabuk topluyorum onları, elceğizinle dokuduğun...
Hâlâ bana, gecikmiş gol sesleri saydırıyorsun. uzun bir nefes çekerek, yapalım be, diyor, hem çarşafı yeniden geriyorum pencere kapakları­ KIRMIZI TORBALI KADIN — (Onlara dö­
Bunu yapman zorunlu mu? rüzgârı da karşıdan alırız... Bakarsın türkü bi­ na... Bu söyleşi nasıl bitecek, buna bir tutamak nerek) Oğullar... Aslanlar... Sizler koşarak ge­
— İri puntolar batmış olmalı gözüne. Masa­ le söyleriz... Parkanı giyd'ysen başlayalım. Ta­ çersiniz. Hep koşarak, hep... Duymazsınız,
ya dönmekten başka umar yoktu. Masada bir mam başla sen, şimdi giyinip yetişirim sana. görmezsiniz, koşarak geçersiniz...
gazete -onun üstünde tutuyordun notları- ga­ Dinle diyorum, Gülhane Parkı’ndan çıktık yo­ — Kadının sesi giderek yükseliyor...
zete sarıkırmızı bir bayram sevinci kocaman la... Sonra Sirkeci’ye vurduk, diye tamamlıyor, — Evet... Adeta bir çığlığa dönüşüyor. Şim­
puntolarla: GALATASARAY TUR ATLADI: ordan doğruca Galata Körüsü’ne... Yaya gidi­ di dairenin tam ortasında, elini uzatıp koşan-
— Araya girip durma! Gördüm, diyorum, yoruz ama! Parkasını giyinmiş, şimdi volta atı­ lara değmeye çalışıyor ve daire tam burada
hepsi de pırıl pırıl çocuklar... Dışarısı çok ha­ yor önümde... Güpegündüz... Söze atılıyorum, çözülmeye başlıyor, tıpkı bir makaradan diğe­
reketliymiş söylediklerine göre. Aydınlar da yo­ güpegündüz ne? Güpegündüz Galata Köprü- rine aktarılan iplik gibi tersine çevrinme. Hep­
ğun olarak ugraşıyorlarınış. sü’nden geçiyoruz, her yanda afişlerimiz var ve si de mavi kazaklı çocuklar tek sıra halinde
— E.eee, demokrasiye geçtik artık, havalar vur emriyle arıyorlar, seninki de laf mı şimdi? koşarak duvarın içinde kayboluyorlar...
pembe gidiyor ya! Peki devam et sen... Karaköy iskelesini geçtik, — Kadın?
— Ne diye kinayeli konuşuyorsun, onların şimdi otoparkın orda bir yere uğramamız ge­ — Kadın da koşuyor onların ardından...
yaptıklarını yok mu sayacağız? rekli. Neden? Nedeni var mı, son model dakti­ Gözden ırayıp gidiyor... Nasıl?
Öfkelendi. Alnı çarçatık bir kuşkayasına dö­ lolar orda. Oraya neden uğruyoruz bizim Soruyu duymazdan geliyorum. Söyler misin,
nüştü. Battaniyeleri fırlatıp atacak üstünden... daktilo cezaevi deposunda! O kadar sabırsız ol­ diyorum, daha ne kadar koşabileceksin? Ken­
Atıyor. Elleri büyüyor, iki yanında iki balyoz. ma, vitrine baktık gözümüze kestirdik gece da­ dinden güvenli yanıtlıyor:
Az önce pürüzsüz, temiz birer yapraktı oysa. lıp kaldıracağız... Sigarası sönmüş, kibriti — En az bin yıl! Ben, özgül ve mutlu ülke­
Gövdesi kök tutmamış yeni bir kavak, eğilse istiyor atıyorum. Yakıyor. Sonra stadın önüne ler kuracak insanlar kuşağıyım...
tam ortasından kırılacak... Ne yaptı aydınları­ geldik... O ne, sen öne geçtin, arkanda kal­ — Kalkıyor. Ama daha bitiremedik ki!
mız ha, kendi gölgelerinden bile korkarak sus­ dım... Omuzlarımızın üstünde uzunca bir san­ — Bitirdik, bitirdik! Patates haşlamaya gi­
tu la r... Külçe gibi yığılıyor tabureye. dık var. Ama bir tabut mu diyorum, araya diyorum ben. Beşinci gol yok bu maçta... Ga­
Öfkelenmenin yeri değil ki, diyorum, seninle de böyle iç karartıcı şeyler sokmasan! Elimde de­ latasaray kaybetti! biz kazandık! Z
tartışmaya gelmiyor, günlerdir milim ilcrleye- ğil, güzergâhı sen seçtin! İyi de ölen kim? Bu­
medik! İki metrelik beton olsa, en az yarım met­ nu, ancak önümüzdeki günlerde yanıtlama Ş u b a t/M a rt 1989

17
1988
1989 YUNUS NADI ARMAĞANI

İkincilik ödülü Ruşen Sümbüloğlu: ‘ Tanık olunan her şey sorumluluk yükler’
Sivas'ın Zara ilçesinde doğan Ruşen lunun yeniden sorgu için şubeye çağrılmalarını, ko­ duğu cezaevi izi biraz daha pişirdi, olgunlaştırdı. Sa­
Sümbüloğlu, ilk, ona ve lise öğrenimini Zara’da ğuş arkadaşlarının buna karşı koymalarını, bunun natsal kaygı ağırlıklı olmak üzere bir şeyler üretme
tamamladıktan sonra Ankara’da Hacettepe üzerine güvenlik güçlerinin koğuşa gaz bombası ata­ gerekliliğini doğurdu. Zaman bol içerde. Ne yapaca­
rak üç arkadaşlarının ölümüne yol açmasını anlatan ğız? Ya kendi kişiliğimizi, değsrlerimizi bir yana ata­
Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne girdi. Öğreniminin
röportajıyla ödül aldı Ruşen Sümbüloğlu. Bir yaşa­ rak uymak zorunda kalacağız ya da içimizdeki baş­
üçüncü yılında, 1981 başlarında tutuklanarak
mışın ağzından yaptığı röportajın dereceye girmesi­ kaldırıyı bir biçimde ifade edeceğiz. Yazmak, bu baş­
TCK’nın 146/Finci maddesine muhalefetten kaldırının ifadesi bir anlamda.
nin sevincinden öte kendisini yazmaya sürükleyen
yargılandı ve ömür boyu hapse mahkûm oldu. nedenin önemi vardı Sümbüloğlu için. Bu nedeni de — Röportajınızda, öykülerinizde, romanlarınız­
Halen Gaziantep Öze! Tip Cezaevinde tutuklu şöyle özetleyiverdi: da, konularınız hep tanık olunan bir süreci mi an-
bulunuyor. Ruşen Sümbüloğlu’nun röportaj “ Tanık olunan her şey insana bir de sorumlu­ l a t ı y or?
çalışmasında “ZOZAN" diye isimlendirilmiş olan luk yüklüyor. 0 sorumluluğun bir anlatımı olarak — Dokuz yıldır Türkiye'nin birçok sorunuyla yüz-
kişi, Haşan Asgar Gürgöz'dür. yazıyorum.” yüze geldik. Dönem, bizim için oldukça zor geçti. Si­
Dokuz yıldır cezaevinde yatıyor olmanın, bir o ka­ yasi tutumumuzdan dolayı içerdeyiz. Bu tutumun da
Soluk soluğa girdi cezaevi müdürünün odasına. Bek­ dar da yatacak olmanın birikimi, sorumluluğa exle- birtakım bedelleri var. Bu bedellerin neler olduğu­
lenmedik bir anda, havalandırmada top peşindeyken nince günlük tutarak başladığı yazmayı öykülere, ro­ nu anlamaya başladık. Beklediğimizden daha üst bo­
gelen çağrının uyandırdığı korkuyla süzdü odadaki- mana aktardığını söylüyor Ruşen Sümbüloğlu. yutlu sancılarla, acılarla karşılaştık. Gördüğümüz yan­
leri. Hâlâ saçlarından süzülen terini, elinin tersiyle sil­ — Yazmak cezaevinde olmanın yarattığı kaçınıl­ lışlıklar, çarpıklıklar, zapturapçı tutumlar ve bunlar da­
di. Yunus Nadi Armağan Röportaj yarışmasında ikin­ maz bir olay mı? ha sonraki dönemlerimizde bu türden olayların olma­
ciliği aldığını duyduğunda derin bîr soluk aldı, göz­ — Dokuz yıldır cezaevindeyim. Tahliyeme de bir ması için yazma gerekliliği doğurdu. Tanık olduğum
lerindeki korku, yerini sevince, onurlu bir sevince o kadar yıl var. Kuşkusuz bunca sürenin yarattığı bir her şeyi yazmaya çalışıyorum. Çünkü tanık olunan
bıraktı. birikim var ve bu birikim bizi yazmaya zorluyor. Ama her şey bir de sorumluluk gerektiriyor. O sorumlulu­
Alemdağ Cezaevi'nde 22 Kasım 1981’de iki tutuk- tam anlamıyla özlemlerin, beklentilerin, ayrılıkların ol­ ğun bir ifadesi olarak yazıyorum. □

Alem dağ Kırım ı


ÜŞEN: Dostum, yaşayan canlı bir tanığı dönem birçok benzeri gibi, bu olay karşısında ve henüz bilinmeyen tüm yanlarıyla ve ne ya­ anlamını bulur, kamuoy undan ses gelir, sorum­
olarak, seninle, daha önce duyduğum, fa­ da ilerici dünya ve Türkiye’nin sessiz ve tepki­ zık ki ardında bir yığın kurban bırakarak ya­ lular ortaya çıkartılır. Ben yeniden Aleındag’-

R kat tum yönlerini bilmediğim, Alemdağ


Askeri Cezaevi’nde olan bir ola> hakkın­
da röportaj yapmak istiyorum, katılmak
misiniz?
siz kaldığı bir dönemdi. Hiç olmazsa kamuo­
yuna yansıtılması yönünde en küçük bir çaba­
nın gösterilmemesi karşısında bugün bile aynı
ister
acı ve hayal kırıklığını yaşarım... Tam yedi yıl
şandı tüm bunlar... O günlerin sakat kalan,
ölen, ruhsal sağlığını yitiren tüm insanların ma­
nevi ağırlığı hâlâ omuzlarımda ve belleğimde;
işte bu nedenle bir bakıma sessiz kalan ilerici
da olan neydi diye sormak istiyorum.
ZOZAN: Ö dönem İstanbul Sıkıyönetim Ko­
mutanı, Haydar Saltık’tı. Olayın olduğu günün
sabahı, onun yazılı emriyle, “ İşçinin Sesi” da­
ZOZAN: Kuşkusuz ki katılmak isterim.. bekledi, ölülerimizin kemikleri mezarlarında kamuoyunun yaralanan vicdanının da bir sesi vasından yargılanan bir arkadaşı emniyete gö­
RUŞEN: Öyleyse hemen konuya girmek isliyo­ çoktan çürüdü, aileleri onların yokluğunu çok­ olarak hiçbir zaman yeterince işlenmeyen bu türmek için polisler cezaevine gelmişlerdi. Ve
rum. Neydi dostum olay? tan kanıksadı, toplum sustu, her şey kapalı ka­ trajik olayı anlatmayı üstleniyorum. böylece cezaevimiz ne ilk ne de son olan olağa­
ZOZAN: Alemdağ kırımı... pılar ardında “ zabıta vakası” olmayı bile hak RUŞEN: Seni anlıyorum... Umarım bu çaba nüstü günlerinden birini daha yaşayacaktı. Bir
RUŞEN: kırım sözcüğünü seçmenin özel bir an edemeden silindi gitti... anda slogan sesleri yeri göğü inletmeye başla­
lamı var mı? RUŞEN: “Tam yedi yıl bekledi,” derken neyi >- dı. Tüm tutuklulann "Kahrolsun işkence!” ,
ZOZAN: Anlatacağım olay her yönüyle bir kat­ kastediyorsun? “ İnsanlık onuru işkenceyi yenecek!” sesleri, ce­
liam denemesiydi. Olay sonrası her ne zaman ZOZAN: Geçen yıl, “ İkibin'e Doğru” Dergi­ zaevi duvarlarında çınladı, durdu. Anlamıştık...
ondan bahsedecek olsak, öylesi nitelemeler ya­ sinde, Sağmalcılar Cezaevi’nde yatan ve benim Yine polis... Yine Sıkıyönetim Komutam’nın
par olduk. gibi o olayı yaşayan bir arkadaşın mektubu ya­ imzalı emri... Ve yine Şube’ye adam alma ola­
RUŞEN: Ne zaman olmuştu? yımlandı. Kamuoyu ilk kez yetersiz de olsa yı...
ZOZAN: Yalnızca devrimci demokratlara de­ Alemdağ Askeri Cezaevi’nde yaşananları öğren­ RUŞEN: Birdenbire eyleme başlamanızın gerek­
ğil, temelinde en genel insanal değerlere saldır­ di. çeleri nelerdi? Arkadaşınızı polislere vermek is­
mak, onları bozup çarpıtmak, yarattığı yanıl­ RUŞEN: Peki Zozan dost, ne olmuştu orada? temiyor muydunuz?
samalarla ve kullandığı şiddetle, toplumun bi­ ZOZAN: Tamam oraya geleceğim; ama önce ZOZAN: Evet, Şube’ye adanı alınmasına kar­
lincini karartmak amacıyla gelen 12 Eylül'ün eklemek istediğim bazı şeyler var: Her yaş ve şıydık... Sıradan ve basit bir şey gibi görülebi­
yalnızca içerde değil, dışarda da tüm azgınlığıyla cinsten öbek öbek insanın gözaltına alınarak üç lir; ama öyle değil. Çünkü tüm bunlar, belki
sürdüğü o koşullarda oldu bu olay... 1981 yılı­ aylık yasal süresiyle -ki bazen bu bir yıla ve hat­ de yanı başında yatan, birlikte yaşadığın ve ye­
nın sonu, aralık ayı idi, sanıyorum 22 aralık­ ta sonsuza kadar uzatılabiliyordu- işkenceden mek yediğin yoldaşının, arkadaşının, belki de
tı... İnsan haklan, anayasa \e mevcut yasala­ geçirildiği ve yetmiyormuş gibi cehenneme dö­ seninle birlikte yatan kardeşinin, amcaoğlunun
rın zaten askıya alındığı, ama hiç olmazsa en nüştürülen cezaevlerinde yeni işkencelere uğra­ ve bilmem hangi yakının yeniden, işkenceyi, bit­
genel ruhuna bile zerre kadar uyulmadığı bir dö­ tıldığı o koşullan yaşamayanlara anlatılanlar mez tükenmez sorgu günlerini ve gecelerini ya­
nemdi ve olan hemen her şey özünde bir yok inanılmaz ve gerçeküstü gözükebilir. şayacağı Şube’ye gitmesini ifade ediyor. Gene­
etme savaşıydı. Azgınca işkenceler o yıl da sür­ RUŞEN: Keşke öyle olsaydı değil mi? Keşke ya­ raller her şeyi ta en başından düşünmüşler ve
dü. Eğer dönemi tüm özellikleriyle karakterize şananlar yaşanmamış olsaydı... Ama gerçekti, amaçlarına varmak için tüm koşulları kendi is­
edebilecek bir olay aransaydı, sanıyorum o gün yaşandı, hep birlikte yaşadık... temlerine uydurma ustalığını göstermişlerdi.
Alemdağ Askeri Cezaevi’nde yaşanan korkunç ZOZAN: Ben de yapanları aşağılığın aşağılığı Böylece, her şey ve her ihtimale karşı cezaevle­
olay, tüm yanları ve tarihsel örneklere benzer­ durumuna düşüren bu insanlık dışı olaylar hiç rinden emniyet şubelerine adam alınabileceği­
liğiyle incelenerek bunun için seçilebilirdi. Ve yaşanmamış olsaydı diyorum... Fakat bilinen ni yasal hale getirmişlerdi. O yüzden, cezaevi-
1988
1989 YUNUS NADI ARMAĞANI

R öportaj
KONU: m SAN H A K L A D I

nin olumsuz koşullan bir yana, artık hiçbir gü­ davasından yargılanan o arkadaşın polisçe is­ yor mu? ğı benzetmesinin o anda aklıma gelmesi ne ga­
vencesi kalmayan ve bir zamanlar oraya gitme­ tendiğini söyledi. İnanılır ve ikna edici olması ZOZAN: Kapılar açık değildi ki!.. rip!- çökmekle olduğundan görme duyusundan
nin işkenceden kurtulmak olduğu gerçeği de de­ açısından ve ayrıca olayların büyümesini engel­ RUŞEN: Bombalar atılmadan önce kapılar açıl­ da söz edilemezdi. Tüm fiziki yetilerimin hızla
ğişmişti. Artık her an polise alınabilir ve işkence lemek için de Haydar Saltık imzalı kâğıdı gös­ madı mı? etkisizleşmeye başladığını dehşetle algıladım. 12
edilebilirdin. Götürülmen için Sıkıyönetim Ko- terdi. Temsilciler sorunu görüşmek üzere geri ZOZAN: Hayır açılmadı. Eylül öncesi olayların kenarından, köşesinden
mutanı’nın emri yetiyordu. Can bahası verilen geldiklerinde gerilim üst düzeye tırmanıyor, peş- RUŞEN: Ama nasıl olur? Gaz bombalarını si­ değil tam ortasından gelmiştim, o yüzden de­
mücadelelerle geriletilmiş ve eski hızı kesilmiş peşe ve eskisinden daha güçlü bir şekilde slo­ zi dışarı çıkartmak için atmamışlar mıydı? neyimliydim ve önceleri de çok olmuştu, böy­
olsa da keyfi yönetim, yaptırım, işkence ve in­ ganlar atılıyordu. İstenenin kimliği hiç önemli ZOZAN: Evet ama kapılar kilitliydi ve henüz lesi dehşet anlarında, ölümle yaşam arasında­
san onuruna ters düşen tüm uygulamalara karşı değildi, önemli olan bir insanın, bir devrimci­ açılmamıştı... ki sınırın çok belirsiz olduğu o anlarda, beynin
açıktan mücadele edildiği ve başeğilmediği o ko­ nin işkence yapılmak üzere istenmesine ve in­ RUŞEN: Ama ama bu, öldürmeye çalışmak gibi nasıl olağanüstü bir hızla çalıştığını biliyordum.
şullarda, direnişimiz çok haklı olarak polise san düşüncesi ve etkinliğinin o en iğrenç biçi­ bir şey... Nasıl olur? O gün ve özellikle o anda da öyle oldu, bir ba­
adam vermeme noktasında da odaklanıyordu. mi olan işkenceye karşı çıkılmasıydı. Birbirine ZOZAN: Objektif olarak öyle; aslında amaç­ kıma ne yapacağımı bilemediğimden, çaresiz­
RUŞEN: Evet... Anımsıyor musun? Geçen yıl kenetlenmiş kitle etten barikat yaparak her şe­ ları bizleri iyice sersemletip beşer onar dışarı çı­ lik içinde beklerken buldum kendimi...
Anayasa Mahkemesi yeni bir karar aldı. Buna ye hazır bir halde ama bilinçli bir kin ve nefre­ kartmaktı. Olaydan sonra görüşçülerimizden ve RUŞEN: Peki, diğer arkadaşlar ne yapıyordu?
göre: artık cezaevlcrindeki tutuklu ve hüküm­ tin billurlaşmış bir ifadesi olarak bekliyordu. bazı cezaevi personelinden duyduğumuza göre, Onları görebiliyor ve yaptıklarını algılayabili­
lüler emniyete götürülemiyorlar, ancak savcı­ RUŞEN: Temsilcileriniz idareyle yalnız bir kez iş organize edilirken, bombalar atıldıktan son­ yor muydun?
lığa çağrılıyor ve gerek görülürse savcının önün­ mi görüşlüler? ra kapıların açılması düşünülmüş. Ama bu ev ­ ZOZAN: O yarı bilinçlilik durumunda bile ayırt
de sorgulanabiliyorlar... ZOZAN-.Hayır, birkaç kez gidip geldiler. Her deki hesap. Bombalar atıldıktan sonra kapı alt­ edebildiğim kimi şeyler vardı. Sesleri duyabili­
ZOZAN: Nasıl anımsamam! Aslında bu nok- seferinde de “ Arkadaşımızı vermeyeceğiz,” de­ larından ve mazgal deliklerinden zehirli gaz ko­ yor ve bir kısım insanı görebiliyordum. Örne­
la, tam da bizim haklılığımızın, kurulularınca diler. Daha önceleri de bu tür durumlarda böy­ ridora yayılıyor. Kapıyı açmaya gelen askerler ğin bir kısmımız, yarı bilinçli ya da bilinçsizce
doğrulanmasıdır. Anayasa Mahkemesi eğer bu­ lesi “ ikna turları” yaşanmıştı. Direniş cezae­ kapıya varamadan düşüp bayılıyorlar, sonra bir hâlâ birbirimize sıkı sıkıya yapışmış, kenetlen­
gün, “ İşin doğrusu budur," diyorsa, 12 Eylül vinde dalga dalga yayılırken, temsilcilerimiz de miş durumdaydık. Her şey öylesine ani olmuş­
adaletinin yasal haklara saldın içeriği taşıdığı bizim belirlemelerimize uygun olarak idare ve tu ki birbirimizden ayrılmamız gerekli mi, de­
da böylece ortaya çıkmış oluyor. Altı-yedi yıl koğuşlar arası mekik dokurlardı, görüşmeler ğil mi diye düşünemedik bile. Biz kapının önün­
önce, “ Cezaevinden emniyete adam götürmek anlatılır, tutumlar saptanırdı. O gün de normal de etten barikatın ilk sırasındaydık ve pencere­
yasal değildir” dediğimiz zaman suç işlemiş olu­ prosedür işliyordu. Öğle vakti başladı görüşme­ ye uzaktık. Temiz havanın olduğu o yere ula­
yorduk. Bugün Anayasa Mahkemesi tersi du­ ler ve birkaç saat sürdü. Aramızda çıkan gö­ şabilmemiz imkânsızdı. Bir kısmımız hâlâ ba­
rumun suç olduğunu ilan ediyorsa, bu, o zaman rüş ayrılıklarının bir ifadesi olarak epeyce uzun ğırıyor: “ Kahrolsun işkence!", “ İnsanlık onuru
devletin binlerce, on binlerce kez bu suçu işle­ süren bir tartışma süreci yaşandı. En sonunda işkenceyi yenecek!" diyerek slogan atıyordu.
miş olduğu anlamına gelir. idarece tanınan beş dakikalık süre içinde arka­ Birkaç insan pencerelere tırmanıyor "Binbaşını
daşın teslim edilmemesi halinde operasyonla alı­ bizi kurtar!" diyerek yalvarıyordu. İlk anda gö­
RUŞEN: Haklılığımız belgeleniyor; ama bizim rebildiklerim bunlardı.
nacağı tehdidiyle temsilcilerimiz geri geldiler ve
açımızdan oldukça pahalı bedellerle tabii... O
gelişmeleri bizlere bildirdiler. Son bir kez, du­ RUŞEN: Gerçekten çok trajik bir durum!..
dönem binlerce insan defalarca emniyete götü­
rum değerlendirildi. İstenen kişinin ait olduğu Ölüm ne büyük sınavcı! Ölümle yaşam arasın­
rüldü, getirildi, cezaevlerinin önünden binleri­
grubun muhalefetiyle, genel bir görüş birliği da bir yerde insanın yaşamı seçmesini yadırga­
ni almak için gelmiş polis otoları hiç eksik ol­
sağlanarak, günün ve o anın koşullarında pa­ mıyorum: ama daha birkaç dakika önce eyle­
madı.. Peki vermeme tavrınızın başka bir ge­
zarlık yapılıp verilmesi kararı alındı. Ve tam min o coşkulu havası içindey ken birden binba­
rekçesi var mıydı? idareye bildirilecekken olan oldu.
ZOZAN: Evet, bir de özel gerekçemiz vardı. şıya yalvaran insanların ortaya çıkmasına ne di­
RUŞEN: Pardon, alınan bu son verme kararı­ yorsun?
Emniyete götürülmek istenen arkadaş, cezae­
nı sizin koğuşun temsilcisi dışında, diğer koğuş­ ZOZAN: Davranışlarını insanca bir tepki ola­
vine daha bir iki gün önce gelmişti. Onca işken­
lardan herhangi birinin temsilcisi idareye bil­ rak görüyor ve anlamaya çalışıyorum. Ama
ceden çıkarak cezaevine adımını yeni atan bi­
rini ertesi gün yeniden almaya gelmişlerdi. Bu dirmiş olamaz mı? kendimin, o yarı bilinçlilik halindeyken onlaı
özgün durum haklılığımızı daha bir perçinliyor ZOZAN: Ben hiç bildirilmedi diye anımsıyo­ gibi dav ranmadığımı bilmemin rahatlığı içinde
ve bizi daha fazla etkiliyordu. Tavrımız, için­ rum, ama “ İkibin’e Doğru” d„ olayı mektupla yenisi geliyor, o da bayılıyor. Öylesine acemi­ olduğumu inkar edemem...
de yaşadığımız cezaevi cehennemlerine eklene­ anlatan arkadaş, “ idareye vereceğimizi söyle­ ce bir iş ki tek bir askerde bile gaz maskesi yok! RUŞEN: Peki /o zan , o ölüm sınırı dediğin an­
cek bu yeni emniyet cehennemlerine karşı ko- diğimiz halde” idarecilerin “Siz verseniz de al­ Bizim içerdeki paniğimiz sürerken aslında di­ da hissettiklerin nelerdi?
yuştu. Sloganlarımız haklılığımızı içeren hay­ mayacağız, biz istediğimiz yoldan ve kendi bil­ yarda da bir panik yaşanıyor. Binbaşı, “ Ne halt ZOZAN: Artık hiçbir >ey i görmez ve işitmez ol­
kırışlardı. diğimiz gibi alacağız,” dediklerini yazmıştı. Bel­ ettim ben" diyerek eline geçirdiği kazmayla pen­ duğumun ayırdına vardığım o anda bey nim sü­
RUŞEN: Daha önce hiç benzeri bir olay yaşa­ ki de öyledir, tam emin değilim.. cere demirlerine ve duv arlara saldırıyor, aklın­ ratle çalışıyordu. Sonradan anımsadığım, bu ka
mış mıydınız? RUŞEN: “ Karar idareye bildirilecekken olan ca bizi kurtarmaya çalışıyor ve o arada da as­ dar çok şeyi nasıl düşündüm ya da ne kadar za­
/OZAN: Tabii.. Daha önce de birkaç kez ol­ oldu,” demiştin, ne oldu devam eder misin? kerlere emirler yağdırıyor. man oldu, bunları hiçbir zaman söyleyebilece­
muştu ve her seferinde de tutuklular, yüzlerce ZOZAN: Koğuşumuz zemin katıııdaydı. Pen­ RUŞEN: Ne acı bir durum!.. Yaşamınıza mal ğimi sanmıyorum. Çünkü bombaların etkisinin
coplu, köpekli, silahlı askerlere karşı direnmiş, cereden dışarı bakıldığında ancak bir insanın di/ olacak hu tiır küçük bir ayrıntı karşısında ne sürdüğü o koşullarda ne kadar kaldık, ne ben.
ancak şiddet kullanılarak ve günlerce süren iş­ kapaklarına kadar olan kısmı görünürdü. Ve düşünüyorsun? ne de bir başkası saptayabildik. Belki çok kısa
kence ve açlık grevleriyle sonuçlanan bir süreçle o anda yüzlerce askerin bahçede olduklarını an­ ZOZAN: İrkiliyorum!.. Operasyona gelenlerin ve belki bir asır kadar... Bu süre içerisinde bey •
ve zorla alınmışlardı. Ama vermeme tavrımız ladık, operasyon için gelmişlerdi. Böylesi du­ insan yaşamına hiç, ama hiç önem vermediği­ nimin milyonlarca kez yoğunlaştırıp çoğalttığı
her zaman için gcçerliydi, aslolan direnmekti. rumlarda hep yaptığımız gibi kapı önünde kol- nin bundan daha açık bir örneği olabilir mi? görüntülerle uğraştım durdum. Her şeyin ba­
Böylesi durumlarda sonuç hiç önemli değil, kola girerek oluşturduğumuz et duvarında ope­ RUŞEN: Bu sırada sizler ne yapıyorsunuz? İçer­ na inanılmaz geldiği bir anda ölüm duygusu ha­
önemli olan insan onurunun çiğnenmesine ke­ rasyonu beklerken, pirden askerlerin penceıe- de neler olup bitiyor? zırlıksız çıkıv ermişti karşıma ve ben buytık biı
sinkes karşı çıkmaktı. Nitekim o keziııde alıp erdeki tel örgüleri makasla kestiklerini ve canl­ ZOZAN: Doğrusu ölümcül bir tehlikeyle karşı açgözlülükle dışardaki yaşamımdan anları ha-
götürüyorlardı, ama bir kez daha geldiklerin­ arı kırdıklarını gördük. Ne yapmak istedikle­ karşıya olduğumuzun ilk anda ayrımına vara­ bire üretip duruyordum... En çok da yaşam vv
de karşılarına yine aynı sürat ve kararlılıkla di­ rini anlamaya çalışırken pencerelerden ve maz­ madık, şaşkındık, paniklemiştik. O anda bek­ ölüm üzerine çeşitlemelerle uğraşımı durdum.
kiliyorduk. gallardan koğuşa çok sayıda gaz bombalarının lemekten ve olacakları görmekten, daha doğ­ RUŞEN: Ne gibi çeşitlemeler? Biraz bahsedeı
RUŞEN: O gün de ayııı şeyler mi yaşandı? Ge­ ıııldığını dehşetten çok şaşkınlık içinde gördük. rusu tüınii dehşetiyle yaşamaktan başka yapa­ misin?
lişmeleri anlatır mısın? Zemin katındaki havasız, el kadar koğuşa bir cak hiçbir şey yoklu. Nasıl olsa gözyaşartıcı ZOZAN: Anımsıyorum, kapının önüne yava­
ZOZAN: O gün de öyle olacağı sanılıyordu ama anda onlarca bomba atılmıştı. Öylece kalakal­ bombadır diye düşünüyordum ki artık görmek­ şa! aş çökerken beş sözcü Mu bir cümle kurdum:
yanıldık... Cezaevi Müdürü Binbaşı Hüseyin dık! ten de söz edilemeyeceğini anladım. Çünkü bir "Ölüm benim için hiç olmayacak!" Bu da ne
Babacan temsilcileri çağırdı ve “ İşçinin Sesi” RUŞEN: Dışarı çıkmak o anda aklınıza gelmi­ zindan karanlığının -Zindanda zindan karanlı­ reden çıkmıştı? Ve kendime sormaya başladım:

19
YUNUS NADİ ARMAĞANI

Yaşamın anlamı neydi, ya ölüm, mutlak ölüm ğumu bile unutuyorum. İster istemez ben de bu başıya bakıyorum; durumumuza hiçbir anlam
karşısında yaşamın tutumu ne olmalıydı? “ Ben halde miyim düşüncesine kapılıyor ve bu duy­ veremedikleri belli, onlar da şaşkınlık içinde ve
yaşarken ölüm olmayacak ve öldüğüm zaman guyla olsa gerek, onları daha bir dikkatle ince­ hiçbir tepki göstermeden bizi izliyorlar...
nasıl olsa ayırdına varamayacağım için, ölüm lemeye çalışıyorum. İlk ve çarpıcı yanlar ola­ RUŞEN: Peki Zozan dost, bu olayın devamın­
benim için hiç olmayacak" diye ölüm üstüne rak müthiş büyümüş ve kızarmış gözlerini ve da ne var?
düşünce üreten Sokrat veya bir başka antikçağ peşpeşe dökülen gözyaşlarını görüyor ve müt­ ZOZAN: Devamında yürek sızılarımız var...
filozofu muydu? Ölüm nasıl bir şey acaba, tam hiş etkileniyorum. Sonra dehşetten çarpılmış, Ölüm var!.. Ölülerimiz vâr!..
bu ölüm anında onu anlayabilecek miydim? simetriği bozulmuş, tuhaf bir renge bürünmüş RUŞEN: Seni üzmeyeceksem anlatır mısın, na­
Acaba Sokrat bu düşüncelerinde haklı mıydı ve yüzler... Neler konuştuk ya da mantıklı şeyler sıl öldüler?
böyle düşündüğü için mi baldıran zehirini hiç sorduk veya söyledik mi, şimdi anımsayamıyo­ ZOZAN: Anlatayım... Bahçede halay çekilir­
karşı kovmaksızın içip öldü? Yoksa, ölümün ki­ rum. Bir süre sonra etrafımıza ve diğer arka­ ken battaniyelere sarılı iki arkadaşımızı getiri­
şinin kurtuluşu olduğu düşüncesiyle mi bu ka­ daşlara baktık, o anda herhangi bir filmden, yorlar. Duvar dibine oturtuluyorlar, tabii he­
dar rahat kabullendi onu? Ya Hegel, “ İnsan bi­ Hitler'in temerküz kamplarından bir görüntü men yanlarına koşuyoruz. Biri Hakan Merme-
reysel varoluşunu, kurtuluşunu ve özgürlüğü­ gelip çakıldı beynime ya da bir yanılsamaydı ya­ roluk, diğeri Şerif Yazar isimli arkadaşlar... Ölü
nü ölümde de gerçekleştirir" mi diyordu? Hem şadığım, bu görüntüler filminkiler mi yoksa o gibiler, gözleri kapalı, dış dünyayla en küçük
ne demek istiyordu ve hem de haklı mıydı? Ya ankiler miydi, birbirine karıştırdığımı anımsı­ bir ilgileri yok. Aklımıza ilk gelen şey, doktor
yorum. Acıyla çarpılmış yüzler, salya-sümük ve istemek ve hastaneye götürülmeleri için zorla­
da iaboratuvarmda çalışırken, radyasyon teh­
didi altındayken, ister istemez ölüm üstüne dü­ durmadan akan gözyaşlarıyla yüzler ve yüzler... mak oluyor. “ Tamam” , diyorlar; “ Götürece­
şünen Joliot Curie, “ Aslolan yaşamaktır ve ben Gömlekleri açılmış vücutlar, pantolonları sıy­ ğiz” . Ama ne gelen var tıe giden. “ Doktor is­
öldükten sonra da yaşayacağım, çünkü yaşadı­ rılmış, yırtılmış ve yerdeki su birikintileri içine teriz!” diye sayısız slogan atıyoruz, ama zaman
ğım her yerde, hiç olmazsa, benden izler kala­ oturmuş çömelmiş, yatmış insanlar, insanlar... hızla geçiyor, dostlarımız an be an uzaklaşıyor­
cak,” derken daha mı anlamlı ve doğru şeyler lar bizden ve nice zaman sonra götürülüyorlar...
şaşırıyorum. Eski coplanmaların acısı geliyor İki gün hep onlardan iyi bir haber gelecek umu­
söylüyordu?.. Curie’yi ölüm üstüne düşünce­ RUŞEN: Yerdeki su birikintilerinin anlamı ne? aklıma... Aldırmıyor ve hiçbir tepki gösterme­
leriyle kendime yakın bulduğumu, Sokrat’m ya ZOZAN: Meğerse bazı arkadaşlar her ihtima­ duyla bekliyoruz, zaman geçtikçe yaşayacakla­
den ilerliyorum. Havalandırma kapısına vardı­ rına dair beklentilerimiz artıyor. Ama sanıyo­
da bir başka antikçağ filozofunun söyledikle; le karşı kovalarla su getirmişler ve o arada ko­ ğımda, yüzbaşının yanındaki binbaşıya, “ Ko­
rinin doğruluğuna da ikna olduğumu anımsı­ runmak için havlularını falan ıslatmışlar; ama rum üçüncü gün H akan’ın, birkaç gün sonra
mutanım coplamanın bir yararı yok, olacakla­ da Ş erifin ölüm haberlerini alıyoruz.
yorum... Ama yine de öldüğümde neler hisse­ ya kullanamamışlar ya da hiçbir yararı olma­ rı kadar olmuşlar zaten!” dediğini duyuyorum.
deceğimi dehşetli merak etmekten kendimi ala­ mış, çünkü sonradan anladık, bombalar yalnız­ Havalandırmaya giriyorum. Arkadaşların, du­ RUŞEN: Öldüklerini duyunca neler yaptınız?
mıyordum. Kendimden izler kaldı mı, nereler­ ca göz yaşartıcı değil, aynı zamanda zehirli gaz­ var diplerinde çökmüş ya da uzanmış ve çoğu­ ZOZAN: Her defasında cezaevi slogan sesleri­
de ve nasıl? Bir ömür adadığım düşüncelerim lar da içeriyorlarmış. nu da kusarken görmek, beni yeniden etkiliyor. mizle inledi durdu. Onların anılarını içimizde
doğrultusunda bir yerlere varabildim ve yaşa­ RUŞEN: Nasıl anladınız? Aklıma bir başka filmden benzer görüntüler ge­ yaşatacağımızı, dosta düşmana duyurduk. Bir
mın gerçek anlamını yakalayabildim mi? De­ ZOZAN: Sonradan koğuşa döndüğümüzde, bir liyor. Yemyeşil ve korkunç iğrençlikteki görü­ de sanki dışardaymışız gibi, sanki faşizmi la­
vamında; şimdiki ölümümle bile hiç olmazsa, ara arkadaşlardan birisi iki elinde birer konserve nümüyle ben de kusmaya başlarken sanki bey­ netleme mitinglerinden birine gitmişiz gibi, öf­
faşizmin teşhirine biraz da olsa katkı yaparak kutusu benzerleriyle geliyor, askerler bulama­ nim boşalıyor ve hiçbir şey düşünemez hale ge­ ke dolu sessizliğimiz içinde kolkola girdik, ha­
yaşamıma mutlaka anlam kazandırmış olaca­ mışlar ve bunların görevlerini büyük bir titiz­ liyorum. Havalandırmaya bir kez daha bakı­ valandırma bahçesinde protesto yürüyüşü yap­
ğım düşüncesiyle rahatladığımı hissediyorum. likle yerine getiren bombalar olduklarını hemen yorum, her taraf bu kusmuk birikintileriyle do­ tık. Bunu, görkemli sessizlik ve düzenli ayak
Tam bir dinginlik içindeyim... O anda çok ga­ anlıyoruz. Üzerlerindeki garip şekilleriyle gö­ lu, tüm arkadaşlar belli bir tiksinti ve nefreti sesleri arasındaki müthiş etkileyici bir an ola­
rip ve çelişkili bir şeyin daha farkına varıyorum; zümüze çarpan ilk şey “Boğucu, yakıcı, göz yansıtan gerilim dolu yüzleriyle öylece duruyor­ rak hep hatırlarım.
havasız kaldıkça daha derinden soluyorum, da­ yaşartıcı” ve bir de İngilizce olan “ No use lar. Birden bir şey oluyor, bir arkadaş havalan­ RUŞEN: Peki bu iki dost insan dışında yeni ka­
ha derin soludukça daha çok zehirli gazı ciğer­ »arprisoners” sözcükleriydi. Bu da, “ Savaş dırmanın ortasına yürüyor ve bağırıyor: “ Kal­ yıplarınız oldu mu?
lerime dolduruyor ve daha çabuk ölüme koşu­ esirleri için kullanılmaz” demekti. kın ayağa arkadaşlar! Kalkın düşmana inat, ha­ ZOZAN: O aylar içinde bir üçüncü arkadaşın
yorum. Ve bunun karşısında trajik bir boşver- RUŞEN: Ama size karşı kullandılar... lay çekeceğiz!” diyor. tahliye olduktan hemen sonra öldüğünü duy­
mişlik duygusu her yanımı sarıyor, tam bir ka­ ZOZAN: Hem de onlarcasını birden. Bu ger­ RUŞEN: Ciddi misin? Nasıl karşılanıyor arka­ duk.
yıtsızlık ve tepkisizlik... Söndüğümü hissediyo­ çek bile onların bizi aynen Hitler yöntemleriy­ daşın bu güzel önerisi? RUŞEN: Suç duyurusunda bulundunuz mu, bu
rum. le her zaman toptan imha etme istek ve arzula­ ZOZAN: O öfke ve coşku dolu ses hepimizde olayda kimi ya da kimleri suçlu görüyorsunuz?
RUŞEN: Hâlâ kapılar açılmıyor, değil mi? Ka­ rının somut bir ifadesi oluyor... Sonra bu ku­ yankı buluyor, bir kısmımız başlangıçta kayıt­ ZOZAN: Suç duyurusu dilekçeleri verdik, ama
patılmışlığınız sürüyor... tuları el altından dışarıya gönderdik. İstedik ki sızlıkla karşılassa da sonunda hemen herkesin ne kamuoyundan ne de basından bir ses çıktı.
ZOZAN: Evet açılmıyor. Ama o anda bir şey bize yapılan vahşeti teşhir edelim; ama neden­ yamtı bir ve aynı oluyor: “Çekelim! Halaya du­ Sıkıyönetim Komutanlığı nezdinde, binbaşı
oluyor, grimsi görüntüler ve aydınlık... Yeni­ se bir türlü kullanılmadı. ralım!” Ve üçer beşer orta yere koşuyorlar... hakkında sözümona başlatılan soruşturma tam
den doğmuş gibi hissediyor ve yaşamaya devam RUŞEN: Yeniden koğuşa dönsek... O anda akıl almaz bir enerji ve coşkuyla can­ bir fiyaskoyla sonuçlandı ve bu korkunç olay
ettiğimi anlıyorum, yavaş yavaş çekilmekte olan ZOZAN: Evet... O ara havalandırmaya çıkma­ lanan ve halaya duran arkadaşları, gerilimin dönemin bir yüz karası olarak, Hitler yöntem­
grimsi görüntüler ve aydınlık arasındaki belir­ mız söylendi. Kapıların açıldığını hiç fark et­ kaybolduğu gülümseyen aydınlık yüzleriyle gö­ lerine benzerliğiyle, aldığı canlarla tarihe geç­
gin çatışma, bana yaşam kaynağı gibi geliyor... memiştik bile. Birbirimize destek olarak, yar­ rüyorum. ti. Sorumlulara gelince: Binbaşı ve diğerlerinin
O gün İstanbul’da bir lodos yaşanmış ve daha dım ederek, yalpalayarak, cansız bir kütle ha­ RUŞEN: Beni duygulandırıyorsun... Bizim en anlatımlarından aslında bu bornba türünü ken­
sonra görüşçülerimizden öğreniyoruz, genel bir linde havalandırma merdivenlerine yöneldik. İş­ güzel yanımız biraz da bu değil mi? Ölümler­ dilerinin de bilmediği, emrin bizzat Haydar Sal-
katliamın olmamasının nedeni olarak, kuvvet­ te hiç de şaşırtıcı olmayan bir görüntü daha; el­ den çıkıp sıcağı sıcağına halaya durmak! Böy- tık’tan ve o dönem görev yapan alay komuta­
le esen rüzgârın zehirli gazın dağılmasındaki be­ lerinde copları bir sürü asker rastgele önlerin­ lesi görkemli bir duyguyu paylaşabilmek kaç ki­ nı albaydan yazılı olarak geldiği, bombaların
lirleyici rolünü... O rüzgâr bizi kurtarmış. den geçen heıkesi copluyorlardı. şiye düşer? Peki sen de halay a katılıyor musun? da özel olarak bu olayda kullanılmak üzere on­
RUŞEN: O anda koğuşu ve yaşananları biraz RUŞEN: Ne diyorsun! Bir de o halinizle size ZOZAN: Keşke katılabilseydim, ama yaşamım­ lar tarafından göndertildiği bilgilerine ulaştık.
anlatır mısın, neler görüyordun? davak mı atılıyor? da hiç halay çekmedim ki! Fakat seyrederken Binbaşının nispeten liberal ve işkenceci olma­
ZOZAN: Yerde, ranzalarda, boylu boyunca se­ ZOZAN: Evet. o coşkuyu oturduğum yerden paylaşıyorum. yan genel yapısı ve tüm anlatılanlardan sonra
rili insan görüntüleri ve pencere demirlerine öy­ RUŞEN: Niçin ama? Oyundan oyuna geçiliyor, halkımın diliyle söy­ esas sorumluluların Haydar Saltık ve albay ol­
lece asılı kalmış insanlar... Temiz havanın ver­ ZOZAN: Belki saldıracağımızdan çekiniyorlar, lenen şarkılar eşliğinde coşkulu, ritmik, karar­ duğu sonucuna ulaşmıştık.
diği bir canlanma ve tam o anda, yanımda iki belki bizi sağsalim ayakta görünce alıştıkları lı ayak seslerinin havalandırmayı sardığım gö­ RUŞEN: Farklı düşünenleriniz var mıydı?
dava arkadaşımı bana bir şeyler söylerken gö­ davranışı sergiliyorlar. Kimsede ne bir ses, ne rüyorum ve içimi, tanımı çok zor, büyük bir ZOZAN: Kimi arkadaşlar, binbaşının da so­
rüyorum. Dikkatimi yoğunlaştırmaya çalışırken bir tepki; önce bir anlam veremiyorum, tam o mutluluk kaplıyor. Birden pencerelere bakıyo­ rumlu olduğuna inanıyorlardı...
bu yüzlerin verdiği dehşet duygusunun tüm ben­ anda copların üzerime yağdığını görüyorum. rum. Salkım saçak! Şaşkınlık içinde bizi seyre­ RUŞEN: Merak ettiğim bir konu daha var: Po­
liğimi sardığım ve o anda nefes almakta oldu­ Fakat hiçbir şey hissetmiyorum ve buna oldukça den yüzlerce asker!.. Binbaşı ve yanındaki yüz­ lislerin almak istedikleri arkadaş emniyete gö-

20
YUNUS NADİ ARMAĞANI

türüldii mii? müyle çekilmesini bekledik. Buna karşın içeri dukça kötü ve sorunlu geçti. öldüğümü - ölmek ne demek, her gündeme ge­
ZOZAN: Evet götürdüler... Bizler dövülerek girdiğimizde korkunç ekşilikteki tuhaf bir ko­ RUŞEN: Konuşmamızın sonuna geldik sayılır... lişinde defalarca öldüğümü - söylemeliyim. Yal­
havalandırma bahçesine çıkartılırken onu da kuyla karşılaştık. Sonra savaş alanına dönen ko­ Eklemen gerektiğine inandığın şeyler var mı? nızca bizim üç ölümüzde değil, kucağında to­
alıp polislere teslim etmişler. Daha sonra duy­ ğuşu temizleme gibi bir girişimde bulunmadan ZOZAN: Var... Şimdi düşünüyorum da, bu tra­ runuyla ölen dedenin, yanında öylece serili kal­
duğumuza göre, o arkadaşı cezaevi önüne gö­ yorgun, bitkin, az da olsa düzelmiş bir moral­ jik olayın kamuoyuna mal olmayışı karşısında mış çocuklarıyla ölen anne ve babaların, bin­
türdüklerinde polisler kapıda karşılıyorlar: “Or­ le yataklara oturduk ve operasyonun bütünsel onca üzüntü ve kaygı bir bakıma anlamsızdı. lerce çoğaltılmış görüntülerinde, onların ölüm­
talığı karıştıran sen inisin? Senin yüzünden mi bilgisine ulaşmaya çalıştık. Olayın sadece gö­ Dünya kamuoyu önünde, geçen yıl, Halepçe’- lerini bilincimde ve yüreğimde ben de yaşadım...
çıktı tüm bu olaylar? Demek gelmek istemiyor­ rülen kaba yönlerini değil, tutumlarımızı, ya­ de 5000’den fazla Kürt, kimyasal silahlarla bir Şimdi daha iyi anlıyorum, hiçbir zaman ken­
dun, öyle mi?” diyerek üzerine yürümüşler ve şadıklarımızı, insani olmayan yönlerini, temer­ anda katledildi. Sözümona uluslararası anlaş­ dinde kötü olmayan dünyamızı, ölümle vahşe­
dövmek istemişler. O da hepimizin tüylerini küz kamplarını, nükleer ve kimyasal silahlan, malarla yasaklanan bu insanlık dışı silahların tin kol gezdiği biı gezegene dönüştüren mihrak­
ürperten bir yanıt vermiş “ Ben gelmek istiyor­ kâğıt üzerinde kalan uluslararası antlaşmaları, kullanıldığı, bir şehrin toptan yok edildiği, cad­ ların aşağılık ve alçak niteliklerini... Ve böyle-
dum, ama koğuştakiler bırakmadı” demiş. Hiroşima ve Nagazaki’yi, Hitler faşizmini an­ de ve sokaklarının insan ölüleriyle dolup taştı­ si her olay karşısında bilinçli bir suskunluğa gö­
RUŞEN: Doğru mu bu? Olabilir mi yapabilir dıran siyasi yönlerini tartıştık... Sonraki gün­ ğı bir dönemde yaşıyoruz. Dünya suskun ve ses­
mülenlerin bundaki payım... Dolayısıyla kim­
mi böyle bir şey?.. ler tartışmalarımız, yorumlarımız, bedensel acı­ siz... Alemdağ Askeri Cezaevi’nde 22 Aralık yasal ve nükleer silahlardan arınmış, barışın
ZOZAN: Duyumlarımız böyle... İdare, asker­ larımız, üzüntülerimiz içinde aktı gitti... 1981 ’de yaşanan kırım, bu olayın beş binde bi­ egemen olduğu bir dünyaya, ancak bunların da
ler bu olguyu bize karşı bir silah olarak o ka­ RUŞEN: Bombaların üzerinizde hiç yan etki­ ri bile değil... Belki Türkiye açısından şu söy­ hedeflenmesiyle varılacağına olan inancımın da­
dar çok kullandılar ki kuşkuya düştük. Kişi hiç leri oldu mu? lenebilir: Trajik bir uyku haline gömülmüş, şid­
ha kökleştiğinin bilincindeyim...
önemli değil, biz işkence edilmek istenen her­ ZOZAN: Fiziki etkileri kuşkusuz ki oldu; kan det, baskı ve yanılsamalarla bilinci köreltilen
kes için aynı tavrı gösteririz, ama eğer o öyle kusmalar, ciğerlerde iltihaplanmalar, baş ağrı­ toplumumuzun sessiz kalışı daha bir düşündü­ RUŞEN: Sevgili dostum, bu güzel duyguları­
bir şey söylemişse yaptıklarımızı değil kendini ları gibi aylarca süren rahatsızlıklar yaşadık, rücü ve anlamlıydı... Elbette ki bizde kullanı­ na ben de katılıyorum. Benim için oldukça öğ­
anlamsızlaştırır. birçok yönden hasar aldığımıza inanıyorum; lan gaz bombalan Halepçe’de kullanılan kim­ retici olduğuna inandığım bu röportajı yapmayı
RUŞEN: Olaydan sonraki günler neler oldu? ama ben daha çok ruhsal yönüyle ilgiliyim. Bu yasal silahlarla kıyaslanamaz, ama o dönem­ kabul etmenden dolayı, sana çok teşekkür ede­
ZOZAN: Bir kere o gün, geceyarısına kadar ha­ olayın hepimizde derin izler bıraktığına inanı­ den kalan fiziksel ve sinirsel rahatsızlıkları hâ­ rim...
valandırmada tutulduk, koğuşlardan gazın tü­ yorum. Olay sonrası süreç benim açımdan ol­ lâ yaşayan biri olarak ben de onlarla birlikte ZOZAN: Ben teşekkür ederim. _

Üçüncülük ödülü Günay Aslan: ‘Namusluca tanık olmak gerek’


karar verdiğini anlatıyor. — Doğup büyüdüğüm toprakların benden gizlen­
V a n ’ın Özalp ilçesinden Günay Astan, 1960 Önümüzdeki ay yayımlanacak “Sokak” Dergisi” miş gerçeğini gün yüzüne çıkarmayı amaçladım. Ya­
doğumlu. Van Atatürk Lisesi’ni bitirdi. nin Van temsilciliğini üstlenen Günay Aslan, kamuo­ şadığım çağa namusluca tanık olabilme gereğiyle
Diyarbakır Eğitim Enstitüsü Fizik-Kimya- yunda büyük yankılar yaratan “ Kasaplar Deresi” “ zula” daki notlarımı çıkardım. Yunus Nadi Armağa­
Biyoloji Bölümü birinci sınıftan ayrıldı. Yerel olayını ortaya çıkaran gazeteci. nı bunların değerlendirilmesi için bir platform oldu.
gazete ve dergilerde muhabirlik yaptı. “ Yas Tutan Tarih” ln yazılmasına neden olan olay, — “ Yas Tutan Tarih”te, anlatmak istediğiniz
1943’te Van’ın o zamanki adı "Saray", şimdiki adı neydi?
“Özalp” olan ilçesinde yaşanıyor. Dört köyden 33 yok­ — Kim daha çok acı çeker? Kurşuna dizilen insan
sul köylü, bir gün “ Sığır hırsızlığı" suçundan gözaltı­ mı, bunu yazan mı, bunun acısını yüreğinde duyan
na alınır. Ancak sorgulandıkları jandarma karakolunda mı? Sürekli bunlara yanıt aradım. Bu acıyı gittiğim her
hırsızlığın adı bile geçmez. Bu sınır yöremizde göz­ yerde, söyleştiğim her insanda, vücudumun tüm hüc­
Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da yaşanan olay­ altına alınan köylülere, “Ruslara casusluk yaptıkları" relerinde hissede hissede yaşadım. Ansızın bir ge­
lar, kamuoyunda büyük ilgi görmesine karşın, ede­ konusunda bir yığın soru yöneltilir ve köylüler, “ suç­ ce kapınız çalınmış, sevdikleriniz elinizden alınmış,
biyat çevrelerinde yankı uyandırmıyor. Ayrıca ları sabit” görülerek dağlık yörede kurşuna dizilir. An­ kurşuna dizilmiş. Bu İnsanlara karşı müthiş bir bağ­
Doğu'da yaşananların onda biri bile, Ti'"k basının­ cak Günay, bu olayların yaşanmasından çok sonra lılık gelişti içimde.
da yer almadı. Ne yazık ki, Türk basını Doğu ha­ doğup büyümüş bir kuşağın insanı... Fakat bir gün — Çalışmalarınızı nasıl sürdürmeyi ve değerle-
berlerini Avrupa’dan ithal ediyor. Avrupa’da Ahmed A rlf'in kitabını karıştırırken bu konuyla ilgili dlrmeyl düşünüyorsunuz ?
yayımlandıktan sonra alıntı yaparak okuyucuları­ dizeler gözlerine ilişmiş. “ Bir an yüzümün kızardı­ — Edebi anlamda bir kimlik bunalımı var Doğu'da.
na yansıtıyor.” ğını hissettim,” diyor. “Yöremde yaşanan bu olay­ Bu çalışmaların nasıl yapılacağını henüz netleştirmiş
Yunus Nadi Armağanı’nda röportajda üçüncülüğü­ dan nasıl bihaberdim ? Ve başladım olayı değilim. Ben kendi gerçekliğimi, kendi duygularımı
nü “ Yas Tutan Tarih” le kazanan Günay Aslan, sö­ araştırmaya. Sonuçta bu ürün çıktı ortaya.” kendi dilimle ifade etmek isterim. Ama buna koşullar
zünü ettiği bu olumsuzluklar nedeniyle yazı yazmaya — Bu röportajı yazmaya sizi iten neden neydi? uygun değil... □

Yas Tutan Tarih


öyle diyor ünlü şiirinde Ahmed Arif. T A R İH Ç E : İSNA T ED İLEN SUÇ: Casusluk.
K irvem kollarımı aynı böyle yaz Ve ben doğup büyüdüğüm bu toprak­ OLA Y: 33 yoksul köylünün kurşuna dizi­ G Ö ZA LTI GEREKÇESİ: Hırsızlık.
Rivayet sanılır belki ların gerçeğini ilk bu şiirden öğreniyo­ lerek katledilmesi. ASKERİ MA HKEME KA RA RI: 33 ’¡er suç­
G ül memeler değil YER: Van ili Özalp ilçesi Yukarı Koçkıran suzdur.
D om dom kurşunu rum. Tarih silinmiş, tarih susturulmuş,
Köyü Sefo Deresi. Türkiye - İran sınırı 56 İÇYÜZÜ: Orgeneral Mustafa Muğlalı Pa­
Paramparça ağzımdaki. tarih unutturulmuş. Hayır, tarihi yeniden yaz­ No'lu hudut taşı. şa: “Kürtlerle ilişkin olayları, normal ölçüler
mayacağım. Tarihi yeniden yazanlar olacaktır. TARİH: 23 Temmuz 1943 günü sabaha kar­ ve devlet anlayışı içinde yürütmek mümkün
Ben bir yarayı deşiyorum. Bir borcu ödüyorum. şı. değil. ”

21
YUNUS NADI ARMAĞANI

beni tandırevinde ağırlıyor. Körlambanın güç


Desenler: KAMİL MASARACI

bela aydınlattığı, duvarları ve tavanı isten kap­


kara olmuş tandırevinde söyleşiyoruz. Önce ben
anlatıyorum. Dinliyor. Dikkatini vererek kuru,
cansız bedenine yeniden can gelmiş gibi titre­
yerek dinliyor. Ben bitirince sen anlat diyorum.
Yarasına tuz basıyorum. Bir iç geçiriyor ve an­
latıyor:
“ Oğlum İbrahim ilk ateşte yaralanıp düşü­
yor. Diğerleri onun üzerine yığılıyor. Öldü di­
ye bırakıyorlar. Oğlum ölülerimizin arasında
saatlerce kalmış. Gece olunca da ağır ağır doğ-
rulmuş. Kendi anlatırdı. O gece gökte bir tek
yıldız varmış. Ve o yıldızdan ışık damlıyormuş.
Işık değil de sanki yıldız ağlıyormuş. Işık yol
göstermiş ona. Sınırı geçip İran'a sığınmış. Ora­
da akrabaların yanına yerleşmiş.
Biz oğlanı öldü biliyoruz. Yasını tutuyoruz.
Kırkı doluyor mevlit okutuyoruz. Aradan bir
yıl geçiyor. İran’dan akrabalarımız bize konuk
geliyor. Oğlumun müjdesini getirmişler. Hemen
o günün ertesi akşamı evcek İran’a geçtik. Oğ­
luma bir sarıldım ki deme gitsin. Bir sevinç ki
isterem herkes yaşasın. Ağladım, çok ağladım.
Oğlum yeni doğmuş gibi değil, yeni ölmüş gibi
ağladım. Çünkü bir iğne, bir iplikti benim oğ­
lum. O İbrahim gitmiş, yerine başka biri gel­
mişti.
Kısa sürede anladık gerçek durumu. Gecele­
ri bağırarak uyanıyor, yerli yersiz ağlıyor, ba­
zen de sessizleşiyor, dalıp gidiyordu. Duygusuz,
taş gibi biri olup çıkmıştı.
Nefes alıp veren, gezen, gören, konuşan bir
ölüydü oğlum. Yüreği fazla dayanamadı. Üç yıl
sonra gerçekten öldü...”
Anlatmasını bitirdikten sonra bakıyorum;
Caze Nine’nin kurumuş göz yataklarından yaş­
lar dökülüyor. Kendime kızıyorum.
Caze Nine’nin misafiriyim, gece geç vakit ya­
tağa girdiğimde bir türlü uyku tutmuyor beni.
Gecede İbrahim’in hıçkırıkları var. Soluğu dağ­
lara, taşlara sinmiş sanki.
Nice katliamlara sahne olmuş Xretel Köyü’n-
Xrabasorik, Runexar, Milanengiz, Xretel bir komşuya gidilir gibi gidilir İran’a ve İran’­ gözümü yırtmışım, yarı baygın olduğum yere deyim. 33’ten biri olan Ahmet Tunç’un toru­
köylerinden Milan aşiretine bağlı 33 insan, bu dan yine böyle gelinir. Adıyla koşut bir görü­ yıkılmışım. Ne kadar zaman geçmiş bilmiyo­ nu Nevbahar’la konuşuyorum. Nevbahar, on
derede elleri arkalarından bağlanmış, yere diz nümde köy: Harabe. rum. Gözümü açtığımda, kaynanam başucum­ ikisinde bir kız çocuğu. Öldüğünü biliyor de­
çöktürülmüş ve kurşuna dizilmiştir. İçlerinde da hem ağıt söylüyor hem de alnımı ıslatıyordu. desinin, ne var ki mezarını bilmiyor. Ninesi
On beş günlük kocası Sico Çelebi ile kayınpe­ Nazdar ona, dedesinin mezarının gökte oldu­
yürüyemeyecek kadar yaşlı insanlar, askerden deri Aco Çelebi’yi Sefo Deresi’nde kaybeden Birkaç gün sonra ölüm haberini aldık. Allah’ı
yeni gelmiş gençler ve hiçbir şeyden haberi ol­ çok aradım o günlerde. Yerde, gökte, karanlık ğunu söylemiş. Kim sorsa, Nevbahar gökyüzü­
Latife Çelebi’ye güç bela soruyorum: On do­ nü işaret ederek, “ Dedem orada” diyor.
mayan çocuklar var. Nişanlılar, yeni evliler var. gecelerde yok yok yok... Kuldan umudumuz
kuz yaşındayken yaşadığı acıları tazelemenin yoktu zaten. Allah da yoktu.” “ Geceleri ne zaman kapım çalınsa silaha uza­
Dualarını, beddualarını ve haykırışlarını kur­ verdiği eziklikle anlatmasını istiyorum. O gün­ Daha çok şey söylüyor “ Latife A na.” Otur­ nır elim. Silahımı ararım.” Böyle diyor 33’lerin
şun sesleri boğdu. Üzerine giz ve yasak perdesi lerin gelini, şimdilerin ninesi Latife anlatıyor: en gençlerinden olan Ahmet Ata’nın babası Ke­
duğum yün minder beni tedirgin ediyor. Kal­
çekildi. Altı yıl sonra perde aralandı. Mahke­ mal Ata. Karanlık bir gecede kapısına dayanan
“ Ben gelin geldiğimde kocam askerdi. Bir yıl kıyorum. Latife Ana, sessiz sessiz ağlıyor. Ben
mede hesap soruldu. Suçlular mahkûm edildi.
bekledim onu. Bir gün çıkageldi. Kocan bu, de­ odanın içinde bir gidip bir geliyorum... jandarmalar alıp götürmüşler oğlunu. Cenaze­
Olay bu yönüyle kapanmış sayılabilirdi. Ancak
diler. On beş gün beraber olabildik. On beşin­ Sico’nun kardeşi on üç yaşındaki Ali H an’a sini bile görememiş. Bu yüzden geceleri hep te­
beni, insanların mahkûm olması değil, anlayış­ dirgindir. Hep kuşkulu, korkulu. Yakın
ci günün akşamı jandarmanın köyü kuşattığını, nikâhlamışlar, yıllar sonra “ Latife Gelin’M.
ların mahkûm edilmesi ilgilendiriyor. Ne yazık zamanda, izine asker elbisesiyle gelen torunu
birçok insanı alıp götüreceğini söylediler. Kor­ Şimdi altı çocuğu, yirmi bir de torunu var. O
ki bu henüz gerçekleşmiş değil. İşte bunun ger­ Mahmud’u akşamüstü kapıda görünce silaha
kuyorduk, kapılarımızı kitlemiştik. Arada bir gece Latife Ana’nın tüm ısrarlarına rağmen ka­
çekleşmesini istiyorum. sarılıyor, kurşun yağdırıyor. Canını güç bela
komşu evlerden bağırışlar, ağlama duyuyorduk. lamıyorum. Çantamı alıp yola düşüyorum.
Sıra bize yaklaşmıştı. Kapımız çalındı. Kocam Xrabasorik’e 17 kilometre ötedeki Milanen- kurtaran Mahmud’un ilk işi gidip sivilleri giy­
Viran Köy açtı. Kayınpederimin ve kocamın adım okudu­ giz’e akşam karanlığında varıyorum. Köpekler mek oluyor. Mahmut hatasını neredeyse canıyla
33 kişiden yirmi beşinin alındığı Özalp ilçesi lar. Kayınpederim de çıktı. Biliyordum, ölüme karşılıyor beni. Köpeklerin sesine gelen bir köy­ ödeyecekti. Ahmet A ta’nın babasının anlattık­
Xrabasorik köyündeyim. Köy, hemen İran sı­ götürüyorlardı. Ancak ağlamaktan, ağıt yak­ lüye Caze Kadın’m evini soruyorum. Caze Ka­ larını yazmamıza imkân yok.
nırında. Bir dağın yamacına kurulmuş. Dağın maktan başka bir şey elimizden gelmedi. Ba­ dın, katliamdan yaralı olarak kurtulup İran’a Runexar, Özalp’in en güzel köylerinden bi­
bir yanı İran, bir yanı Türkiye. Bir komşudan ğırmışım, çağırmışım, ağlamışım, yüzümü geçen İbrahim Öztürk’ün annesi. Caze Kadın, ridir. Belki de güzellikte tek köyü. Gelincikler-

22
YUNUS NADI ARMAĞANI

tığımda, yanında bizim bölükten 15-20 erle bek­


den takıları, ışıl ışıl akan pınarları ile rengârenk
süslenmiş bir yeşil gelinlik giyer burada doğa... leyen Teğmen Necdet Bilgez’i gördüm. Bilgez,
Necdet Bilgez komutasında indirdik dereye.
Bu ara ben bir fenalık geçirdim ve çavuşu­ Mansiyonlar
“ Acılardan ayırdına varamadık güzellikle­ Adapazarlıydı. Çok geçmeden otuz kişi olmuş­ ma infaza çıkamayacağımı, beni yedekçi bırak­
rin” diyor Même Özay. Mêmê Özay, kurşuna tuk. Teğmen bizlere, ‘Herkes atım hazırlasın ve masını söyledim. Çavuşum kabul etti. Ben
dizildiğinde 81 yaşında olan ve 33’lerin en yaş­
lısı Sultan Özay’ın oğlu. Sultan Özay, dönemin
altı günlük kumanyasını alsın, tutukluları Er­
zurum Örfi İdare Mahkemesi’ne götüreceğiz’
yedekçi olarak atların yanında kaldım. Hasaıı-
kaleli Bahattin Satılmış adlı arkadaşım benim Nuray
yöredeki nüfuzlularından. Oğlunun deyişiyle, dedi. Ortalık karanlıktı. Hemencecik hazırlan­ yerime infaza gitti. Otuz erin yirmisi Erzurum
“ Kimsenin tavuğuna kış, köpeğine hoşt deme­ dık.
Tabura vardığımızda dışarı çıkarılmış bekle­
Hasankale’dendi. Ben atlarla bekliyorum. Bu
ara üsteğmen, ‘Hafif makinelinin cephanecisi
Şirin
miş” birisi. Même Özay 72 yaşında. “ Yol ağ-
zındayım” diyor ve ekliyor: “ Gözüm açık öle­
ceğim. Babamı kurda, kuşa yedirdiler. Dünya
yen köylü tutsakları gördük. Beklemeden yola
koyulduk. Biz atlı, köylüler yaya gidiyoruz.
nerde?’ diye soruyor. Çavuşum rahatsız oldu­
ğumu, yedeğe bırakıldığımı belirtiyor. Üsteğ­ Göktaş
gözüyle Sefo Deresi’ni görmek istiyorum.” Hiçbirimizin aklından onların kurşuna dikile­ men sinirlenmiş, yedekçim Bahattin’i de alarak
cekleri ihtimali geçmiyordu. geldi. Bana birkaç kırbaç vurdu. Atları yedek- İslahiye 1959 do­
Özaylar’ın 1957 yılında TBMM Başkanlığı’na ğumlu Nuray Şirin
Güzeldere Köyü’nü geçtik. İçlerinde yürüye- çiye bırakıp, üsteğmenle indik dereye. Adam­
verdikleri bir de dilekçeleri var. Sefo Deresi’- Göktaş, Hacettepe
meyecek kadar yaşlı olanlar vardı. Yürüyeme­ lar yere dizüstü çökmüştü. Her iki grup
nin serbest ziyarete açılmasını içeren bu dilek­ Üniversitesi, Kimya
yenleri dönüşümlü olarak sırtlarına alıyorlardı. sürünerek yan yana gelmişlerdi. Çoğu yüksek
çeye aradan 32 yıl geçmesine rağmen yanıt Fakültesi ve Anka­
Koçkıran Köyü yakınlarına geldik ki sabah ol­ sesle dua okuyordu. Bağıran, çağıran, küfür
verilmemiş. edenler vardı. ra Hukuk Fakülte­
du olacak. Her taraf ağarmış. Üsteğmen Bilal si’ni bitirdi. 1986 yılı
İdam mangası Bali, yemek molası verdi. Bali, İzmirliydi. Biz Ateş komutuyla birlikte yumdum gözlerimi.
sonuna kadar A n ­
Tetiği çeken elleri arıyorum. Kimi ölmüş, ki­ kumanyamızı çıkarıp kahvaltı ettik. Köylülerin Şuursuzca basmışım tetiğe. Mermim bitmiş, ben kara Barosu’na bağ­
mi kendini saklıyor, kimi konuşmuyor. İsmail yanında şeker ve ekmek vardı. Pınardan su alıp hâlâ ateş vaziyetindeyim. Üsteğmenden yediğim lı olarak serbest
Çolak’la, şu an bulunduğu yeri yazmamak ko­ şerbet yaptılar. Ekmeklerini şerbete banıp ye­ tekmelerle sırtüstü düştüm yere. Bana, ‘Bu avukatlık yaptı. İki yıl bir derginin Ankara bü­
şuluyla konuşuyoruz. Çolak, 1921 Niğde, Ak­ diler. adamları teker teker çöz’ dedi. Hepsini çözdüm. rosunda muhabir olarak çalıştı. 1988 yılından bu
saray doğumlu. Vatani görevini Van 10. Tümen İki de asker vardı; Sico Çelebi ve Şükrü Ku- Baktım biri canlı. Göz göze geldik. Öyle bir hal yana, Başbakanlık Toplu Konuk ve Kamu Or­
Süvari Birliği’nde hafif makinelinin bir numa­ runca’ydı adları. Bunlardan biri sanıyorum oldum ki anlatamam, iyi ki silahım alınmış. O taklığı İdaresi Basın ve Halkta İlişkiler birimin­
ralı cephanecisi olarak ifa etmiş. “ 33 kurşun” Şükrü idi. Üsteğmene gelip pınardan yıkanmak adamın yerine ben ölüyorum sandım. Kendimi de görev yapıyor.
ve ondan önceki Xretel katliamlarında tetiği için izin istedi. Üsteğmen çok hiddetlendi. Bir­ vurabilirdim. Dayandır gibi değil yani. Çözme
çekmiş biri. Sözü ona bırakıyorum: kaç kırbaç salladı. Adam çaresiz boynu bükük işini bitirdim. Bu ara piyadelere pusu kazdırı­
“ Bizzat Muğlalı Paşa’nın Van’a gelerek ver­
diği emirle Süvari Birliği, Van’ın Saray buca­
gidip oturdu. Kalk emri verildi. Yeniden yola
koyulduk. 100 metre kadar gitmemiştik ki Se­
lıyordu. Kazılan yerlere tek tek bu adamları yer­
leştirdik. Yaralı adamı ben sırtlayıp götürdüm. Can
ğına kaydırıldı. 125 kişilik birliğimiz Edirne'den fo Deresi’nin yamacındaki patika yola bırakıl­ Başkası bilse kesin öldürürdü. Nihayet bu adam
Van’a sürgün gelmişti. Ben sivillikte jokeydim.
Bu yüzden Süvari Birliği’ne seçildim. Olay ge­
mış halatları gördük. Orada ‘at in’ emri verildi.
Üsteğmen, ‘Bağlayın’ deyince bu adamları öl­
kurtuldu. Kaçıp İran’a geçmişti. Biz ise ‘Dağ
başını duman almış’ marşını söyleyerek döndük
Kartoğlu
cesi her zamanki ikametgâhımız olan bucak ca­ düreceğimizi anladık. Mecbur bağladık. İki Saray ’a. Herkeste milli bir görevi ifa etmiş in­ Z onguldak 1959
misinde yatıyorken, çavuşumun dürtüklemesiy- grup halinde ellerini arkadan ve koltuk arala­ sanların ruh hali vgrdı...” doğumlu Can Kar­
le uyandım. Bana, ‘Giyin ve gürültü etmeden rından birbirlerine bağladık. Birinci grubu Üs­ Son sorum şu oluyor İsmail Çolak’a: toğlu, ilk, orta ve li­
dışarı çık, komutan bekliyor’ dedi. Dışarı çık­ teğmen Bilal Bali, ikinci grubu ise Teğn.en — Şimdi yine aynı durumda olsanız, aynı şey­ se öğrenimini bu
leri yapar mıydınız? kentle tamamladı.
İsmail Çolak her halinden canının sıkıldığı­ 1980’deAİTİA Yö­
nı belli edercesine: netim Bilimleri Fa­
“ Şunu anlamıyorsun kardeşim” diyor: “ O kültesi Sosyal Poli­
olay lar yaşanmasaydı güzelliklerle dolu bir ya­ tika Bölümü’nü bi­
şamım olacaktı. O tetiğe basan bizler değildik. lirdi. 1981-82’de
Biz de halk çocuğuyuz. Beden bizlerin olabilir, Zonguldak/Çata-
lağzı Merkez Orıa-
ancak ruh bizim değildi. Kaçtım, yıllarca insan­
okulu’nda Güzel Konuşma ve Yazma Sanatı öğ­
lığımdan kaçtım. O gün bu gündür, oyuncak
retmenliği yaptı. Bir dergide yazı ve söyleşileri ya­
bir silah dahi görsem tiksinirim, midem bula­ yımlandı. Halen bir reklam ajansında reklam ya­
nır. İnsanlığımdan utanırm. Ayın durumda ol­ zarı olarak görev yapıyor.
mak mı! Allah korusun. Dünyanın hiçbir gücü
elime silah veremez benim...”
Evde oturmuş topladığım malzemeleri, yazı­
ları, fotoğrafları etrafıma dağıtmış düşünüyo­
rum. Kafamda binlerce soru çakıp duruyor.
Hepsi de yanıtı olmayan sorular. Karar veriyo­
rum. Yarın Sefo Deresi’ne gideceğim.
Sıcak bir haziran sabahı. Yukarı Koçkıran
Ayşe
Köyü’nün alt yamacından iniyorum. Sefo De­
resi’ne doğru yürüyorum. Dağlar kıraç, ağaç­ Kilimci
sız, yeşilsiz. Göz alabildiğine uzanıyor. Tepeyi
aşıyorum. Karşı taraf İran. Önümde Sefo De­ Kilim ci, 1954 İz­
resi. Kuru bir dere. Ne su, ne yeşil, ne ağaç. Hiç­ mir doğumlu. Basıl­
bir şey yok. Sınırda devriye gezen askerler mış Uç kitabının ya­
görüyor beni. Yanıma geliyorlar. Ne aradığı­ nı sıra halen basıma
mı soruyorlar, “ Bu bölge yasak bölge” diyor­ hazırlanmakta olan
lar. Gazeteci olduğumu söylüyorum. Kimliğime üç yapıtı daha bulu­
bakıyorlar. “ Dolaşma, yasak!” diyorlar. Kö­ nan Ayşe Kilimci,
ye dönüyorum. □ memur olarak ça­
lışıyor.
Nisan 1989

23
1988
1989 YUNUS NADI ARMAĞANI
SEÇİCİ KURUL: Yurdaer Altıntaş,
Bülent Erkmen, Mengü Ertel, Sadık

A f i
K O N U K I T A
Karamustafa, Tan Oral.
Bu dalda yarışmaya 71 yarışmacı 86
- *P afişle katılmıştır.

Birincilik ödülü Serdar Akkaya: ‘Afiş, doğrudan iletişim biçimi’


lardan daha önde olmasından yana. yazılar... Renklerle süslenmiş şeyler okumak İçin de­
İstanbul 1965 doğumlu Serdar Akkaya, Mimar ğildir.
Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi — Ödül alan afişinizi nasıl gerçekleştirdiniz, han­
Grafik Bölümü’nden mezun oldu. 1987’de bir gi evrelerden geçti? — Afiş ya da genel olarak grafik sanatının işlev­
yayınevinin açtığı masal resimleme yarışmasında leri konusunda neler düşünüyorsunuz? Bu alan­
— Resmin içinde yer almadığı bir afiş düşündüm da reklamcılığın yeri nedir sizce?
üçüncülük ödülü aldı. Halen bir reklam her şeyden önce. Çünkü konu okumaktı. Görüntü oku­
ajansında tasarımcı-grafiker olarak çalışıyor. ma ve yazmayı silip atabilirdi. Vermek istediğim me­
— Afiş doğrudan bir iletişim biçimi. Ne fazla hikâ­
saj bir kitap resmi ya da başka bir resimle, bu yeye gerek var, ne başka şeye. Afişte ne fazla ne de
resimlerin yarattığı yüzeysel etkiyle yok olabilirdi. Ya­ eksik, her şey olması gerektiği kadar olmalı. En iyi
anlatım en az malzemeyle anlatılan şey. Afişin diğer
zının içindeki iç zenginliğini, yazıların görünenden
başka bir şeyler taşıyabileceğini anlatmaya çalıştım. grafik ürünlerinden daha keyifli olduğunu düşünüyo­
rum. Daha bağımsız davranabiliyorsunuz. Başrol gi­
— Sadece bakmayı, okumaya yeğleyenlerin düş­ bi bir şey. Genel olarak grafik sanatına gelince; ben
tüğü tuzağa, siz düşmek istemediniz... tasarım ve reklamcılığın birbirinden ayrılamayacağı­
S e r d a r Akkaya, “ Doğru olan afişi güzel olan — Evet. Okutmak için o şekilleri kullandım. Bütün nı düşünüyorum. Ayrılmaz bir ikili bunlar. Bütün iş,
afişe yeğlerim” diyor. Mimar Sinan Üniversitesi Gü­ mesele baktırmaktı. Sonra mecburen okumak zorun­ her amaca göre tasarım yapmak. Alıcı sigara alıcısı
zel Sanatlar Akedemisi Grafik Bölümü'ne girdikten
da kaldılar o anlamsız şekilleri anlayabilmek için. Be­ da olsa, kitap alıcısı da olsa, ikisine de gidebilmek
sonra her şeye tasarımcı gözüyle bakmaya, gördü­
nim kurduğum tuzağa düştüler. Sonra afişin siyah lazım. Ben kendimi kişilik zincirleriyle bağlamak is­
ğü her şeyi düzeltmeye çalıştığını söyleyen Akkaya,
afişte her şeyin ne fazla ne de eksik, gereği kadar ol­ beyaz olması da benim için anlamlıydı. Okunan ki­ temiyorum. Hep genç kalmaya, her zaman arayış için­
ması gerektiğini düşünüyor. Mesajın da estetik unsur­ taplar da siyah beyazdır. Beyaz kâğıt üzerine siyah de olmaya kararlıyım. □

24
1988
1989 YUNUS NADİ ARMAĞANI Cumhuriyet

niçin o k u m u y o rsu n u z?
A f i
K O N U : K İ
ş
T A **P

İkincilik ödülü Gülizar Çepoğlu:


‘Yalın bir ifade istiyordum’
Gülizar Çepoğlu, afişin “resimle” nasıl gelişti? Uygulamaya nasıl
ya da “dekoratif unsurluda” karıştırıl­ geçtiniz?
maması gerektiğini, yalnızca “ bir me­ — Kitaptan ve beyinden yola çıktım.
sajı iletme yolu” olduğunu söylüyor. Bu iki unsuru afişte göstermeye çalışa­
Çepoğlu “direkt, açık ve doğru” biçim­ caktım. Ancak bunları aynen kullanmak
de ifade edilen konuların yer aldığı afiş­ beni tatmin etmedi. Okuma konusunda
lerden yana. insanın hayvandan olan farklılığını vur­
— ‘Kitap’ konulu bir afiş hazırlama­ gulamak için bir hayvan kullanmayı da
ya koyulmadan önce neler düşündü­ düşündüm. Bu önce bir kuştu. Bu ara­
nüz, nasıl bir ön çalışma gerçekleş­ da görüntünün dışında sözler de düşü­
tirdiniz? nüyo rd u m . 'in s a n la rın a klından
— Konu çok cazip geldi bana her şey­ geçenleri okuyabilir misiniz’e vardım.
den önce. Okuma alışkanlığı az olan bir Çünkü kitap sonuçta insanların aklından
ülkede yaşıyoruz. Böylesine zor ve yay­ geçenleri içeren bir bütün. Sonra ‘İn­
gın bir sorunun nasıl çözülebileceği sanların aklından geçenleri niçin oku-
üzerinde düşünmeye başladım. Sıradan m u yo rsu n u z’a g e ld im . A rdından
bir afiş olmaktan öteye böylesine önemli düşünme balonu girdi devreye. Yalın, ilk
bir fikri sunması, çok büyük bir kitleye bakışta anlaşılabilir bir İfade istiyordum.
seslenmek durumunda olunması, ilk Düşünme balonuyla birlikte kuş, balığa
planda geliyordu. Baştan beri, daha çok dönüştü. En sonunda ‘içinizdeki boşlu­
Zonguldak / Kandilli 1959 doğumlu. fikre önem verilmesi gerektiğine inan­ ğu okuyarak doldurablllrslniz’e geldim. içinizdeki boşluğu o k u y a ra k doldurabilirsiniz !
Gülizar Çepoğlu, orta öğrenimini Saint- dım. Önemli olan fikirdi; bu yüzden — Afiş konusunda neler düşünü­
Benoit Fransız Kız Lisesi’nde tamamladı. onun üzerinde çok durdum. Önce fikri yorsunuz? Sizce nasıl bir işlevi yeri­
1979-80’ yılları arasında Bournemouth and çözümlemeye uğraştım. Okuma üzeri­ ne getiriyor? Sizin afiş anlayışınız
Pool College o f A rt’ta temel eğitimi ne atasözleri bulmaya çalıştım. Ancak nedir?
gördükten sonra London College o f bu konuda dilimiz oldukça yetersiz. Bu — Afiş bir konunun, bir mesajın di­
Printing’den 1983 yılında mezun oldu. durum da okuma geleneği olmamasın­ rekt, sembolik anlatımıdır. Düşünce me­
dan kaynaklanıyor. Sonra Bacon’ın kanizmalarıyla görsel mekanizmaları bir
Halen serbest çatışıyor.
“ Okuma Üzerine D enem eler” ini arada çalıştırmak gerekiyor. Afiş resim
okudum. de değil, dekoratif de. Bir mesajı iletme
— Daha sonraki çalışma evreleri yolu yalnızca. □

LA:
Üçüncülük ödülü Umay Doğan: K İ T A P O K U Y U N U Z

‘Konu, çok etkileyiciydi...’


U m ay Doğan afiş konusunda söyleme, anlatım yolu, iletmek istediği­
“ biçim” ve “mesaj” unsurları söz ko­ niz mesajı çeşitli görsel tekniklere baş­
nusu olunca “biçimin mesajdan öte­ vurarak anlatabilirsiniz.
ye geçmemesi” gerektiğini söylüyor.
— Mesaj ve estetik görünüm ara­ 1
Okuma "ya da okumama" konusunun sındaki dengeyi nasıl kuruyorsunuz?
kendisini çok rahatsız eden ve düşün­ — iyi bir mesaj ve iyi bir biçim diyo­
rum ben. Ancak biçim hiçbir zaman me­ K t T A P U L
düren bir konu olması bu yarışmaya özel
bir ilgi duymasına yol açmış. sajdan öteye geçmemeli.
— Vermek istediğiniz mesajı nasıl — Grafik alanında düzenlenen ya­
afişe uyguladınız anlatır mısınız? rışmalar konusunda neler düşünü­
yorsunuz?
— insanların az okuması beni en çok
— Bir konu hakkında düşünen bir yı­
etkileyen şeylerden biri. Çok geniş bir
kitlede görüyorum bunu. Bu yüzden ko­
nu benim için çok çekiciydi. Bunu afi­
ğın insan var. Mesajların ayıklanarak ile­
tilme yoluna gidilmesi çok güzel. Bu tür LL J U . y
şe yansıtırken de az uğraştırıp çok yarışmaların düzenlenmesi bu yolun ba­
düşündüren bir tema seçmek zorunday­ şındaki biz gençler için son derece
K I Î A P O K U Y U N U Z
dım. Okuyan insanın okumayandan olumlu.
Sam sun 1963 doğumlu Umay Doğan 1985 olan farkını göstermek istiyordum. Bu — Yeni mezunsunuz. Neler düşü­
yüzden mantar, saman, ördek, sepet ka­ nüyorsunuz gelecekle ilgili, nasıl bir
yılında İstanbul Üniversitesi Psikoloji falı insanlar yaptım. En sonunda da ger­
bölümünden mezun oldu. I986’da girdiği yol var önünüzde, neler tasarlı­
çek bir insan kafası, yani okuyan insan yorsunuz?
Mimar Sinan Üniversitesi Güze! Sanatlar kafası vardı. Doğrudan "Okuyun" diye­
Fakültesi Grafik Ana Sanat dalını, meyeceğinize göre, simgesel olarak an­ — Bir süre ajanslarda çalışarak ken­
bu yıl bitirdi. latmak gerekiyor. dimi yetiştirdikten sonra serbest grafl-
kerlik yapmayı düşünüyorum, ilgi
— Afiş sizin için neyi ifade ediyor? alanımı, çocuk kitaplarını resimlemek,
— Afiş, olabildiği kadar yalın, etkili bir kitap kapakları ve afişler oluşturuyor. O
Cumhuriyet

25
1988
1989 YUNUS NADI ARMAĞANI
SEÇİCİ KURUL: Turgut Çeviker,
İsmail Gülgeç, Turhan Selçuk, Nehar

Karikatür
K O N U r Ç E V R E
Tüblek, Ali Ulvi.
Bu dalda yarışmaya 145 yarışmacı 529
karikatürle katılmıştır.

Birincilik ödülü Abdullah Orhan: ‘Kalıcı olanın peşindeyim’


nüştürdü. Birtakım çizgiler hoşuma gidiyor, onları kop­ nu söyleyebilirim. Uluslararası başarılar karikatür sa­
K o n y a ’nın Bozkır ilçesinde 1950 yılında doğdu, natımızın onur verici bir düzeyde oluşunun en iyi gös­
ya etmekten büyük zevk alıyordum. Sonra anladım
1968’de Akşehir öğretmen Okulu’ndan mezun ki bunlar karikatürdü. Daha sonra gittiğim Akşehir tergesidir. Geçmişiyle olan bağlarını hiç kopartmak-
oldu ve Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Resim Öğretmen Okulu’nda bilinçli bir resim eğitimi alma sızın gelişimini sürdürebilen Türk karikatürü sanırım
bölümüne girdi. 1972’den bu yana resim fırsatı yakaladım. Bazı toplumsal olayları kavrama­ bu yönüyle de dikkatle ele alınmaya değer. Tüm bu
öğretmenliği yapıyor. Birçok sergi ve ya, çözümlemeye ve tepki koymaya çalışmam bera­ olumlu yanlara karşın bence irdelenmesi gereken bazı
yarışmalarda yer aldı. Ulusal ve uluslararası berinde mizahı getirdi. Bulduğum ilk espriyle katıldı­ sorunlar da içeriyor karikatür sanatımız. Öncelikle
yarışmalarda 13 ödül kazandı. 1987’de Hürriyet ğım yarışmada aldığım derece beni yüreklendirdi ve genç yeteneklerin ürünlerini sergileyebilecekleri ya­
Vakfı’mn "Sedat Simavi Yarışmasında Erol bu noktaya kadar getirdi. yınların azlığı öteden beri dikkat çeken bir durum. Us­
Simavi Özel Ödülü 'nü aldı; aynı yıl Japonya Yamiuri — Karikatür sanatı hakkında neler düşünüyorsu­ talarımızla yapılan röportajlarda dile getirilen bir eleş­
Shimbun Yarışması’nda “Citation” ödülünü nuz? tiriyi de cevaplamak istiyorum. Diyorlar ki; T ü rk iy e '­
kazandı. — Karikatür iyinin, doğrunun, güzelin egemen oldu­ de yarışmacı olarak ortaya çıkan bazı karikatürcüler
ğu bir dünya yaratma telaşında bir güç bir silah ol­ türedi.’ Karşı bir eleştiri getireceğim. Bu bence genç
duğuna inanıyorum. Giderek küçülen, o oranda da karikatürcü arkadaşlarımın yarattığı bir sorun olmak­
K alıcı olanın peşinde” olduğunu söyleyen Ab­ sorunları çoğalan ve büyüyen bir dünyada toplum­ tan ziyade bir istihdam sorunu. Karikatürümüzün bir
dullah Orhan, “ Karikatürün iyinin, doğrunun, gü­ sal eleştiri ve muhalefetin oluşmasında karikatür istihdam sorunu var. Bu durumda yapılması gereken
zelin egemen olduğu bir dünya yaratma telaşın­ önemli bir işlev yüklenmekte. Bu bağlamda ulusalı genç sanatçılarımızın yeteneklerini gösterebilecek­
da bir güç, bir silah olduğuna inanıyorum,” diyor. ve evrenseli birleştiren espriler yakalamaya çalışıyo­ leri yayınların çoğalması. Karikatürcüler Derneği’-
— Karikatür uğraşı nasıl başladı sizde? rum. Kısaca kalıcı olanın peşindeyim diyebilirim. nln, basınımızın ciddi yayınevlerinin, bazı görevler üst­
— Karikatürle ilişki kurmamda resme olan tutkum — Türk karikatürünü nasıl değerlendiriyorsunuz? lenmesi gerektiği düşüncesindeyim. Bir sorun da telif
önemli bir etken oldu. Yaptıklarımın çevremdeki in­ — Karikatürümüzün gerek kendi yapısı içinde, ge­ sorunu. Genç karikatürcüleri onore etmekten öteye
sanlar tarafından beğeniliyor olması ilgiyi tutkuya dö­ rek uluslararası platformda çok iyi bir yerde olduğu- maddi destek de önemli. □

26
YUNUS NADI ARMAĞANI

Karikatür
K O N U : Ç E V R E

İkincilik ödülü Varol Yaşaroğlu: ‘Karikatür insanı uyanık tutar’


zaman güldürerek, kimi zaman şaşırtarak, kimi za­ — Genç bir karikatürcü olarak bu alanda çalışan
İzmir, 1968 doğumlu Yaşaroğlu, ilk ve orta man da şoke ederek kavramamızı sağlayan güçlü bir gençlerin önündeki en büyük sorunlar konusun­
öğrenimini İzmir’de tamamladı. Halen İstanbul iletişim aracıdır. Karikatür insanları daima bir diken da ne söyleyebilirsiniz?
Teknik Üniversitesi inşaat Mühendisliği üzerinde yaşıyormuş hissi vererek uyanık tutmaya ça­ — Türkiye'de amatör karikatürcü patlaması gerçek­
bölümünde öğrenimini sürdürüyor. Aralarında lışır. Toplumsal gelişmeleri yakından izler, toplum­ leşti; ama genç karikatürcüler reklam ajanslarından
Uluslararası Nasreddin Hoca ve Milliyet Sanat sal gidişin seyrinde etkisini gösterebilen karikatür an­ aldıkları cazip teklifler sonucunda karikatüre yöne­
Dergisi-A bdi ipekçi Karikatür Yarışmaları ’nın da layışı ile giderek tabuları ve mitosları yıkabilir. lemiyor. Gazete ve dergilerde de iş bulamıyorlar. Ga­
bulunduğu W karikatür yarışmasında ödül — Sizin karikatür anlayışınız ne? Tarzınız konu­ zete konusunda en büyük kaygıları hükümet baskı­
kazandı. Karikatürleri çeşitli albüm, dergi ve sunda ne söyleyebilirsiniz? larının, yasal baskıların ve otosansürün yanında bir
sergilerde yer aldı. — Desende açıklık ve yalınlığa önem veriyorum. de gazetenin sansürüne hedef olmak. Yazı işleri mü­
Karikatür bir bütün olarak algılanmalıdır. Bu yüzden dürleri gazete çizgisi içinde, güncel olaylara Dağımlı
keskin ve vurucu çizgilerle kompozisyonu en iyi şe­ karikatür istiyor. Bu da özgün anlayışı köreltiyor.
Ç o k küçük yaşlarda karikatür çizmeye başlayan Va­ kilde yerleştirmeye çalışıyorum. Tiplerimde belli bir — Aynı anlayış şu anda var olan karikatür der­
rol Yaşaroğlu, 7-8 yaşlarında evde karikatür dergi­ naiflik yakalama çabasındayım. gileri için de geçerli değil mi?
leri yapıp ablalarına satıyormuş. Yükseköğrenim dö­ — Grafik mizah sizin için çok şey ifade ediyor — Karikatür olayının halka sevdirilmesinde, genç
neminde girdiği öğrenci yurdunu, “ ülkemizin bir sanırım... karikatürcülerin yetişmesinde Gırgır’ın çok büyük bir
prototipi" olarak değerlendiren ve bir mizah dergisi­ — Evet, her karikatürcünün belli bir kodu vardır. rolü var. Ama bu anlayışın büyük bir yanılışı, belli bir
ne “yurt esprileri” çizmeye koyulan Yaşaroğlu “ gra­ Karikatürcü okuyucularına bu simge ve işaretlerle ula­ süreç sonunda artık okuyucunun istek ve beğenileri
fik mizahla” özel olarak ilgileniyor. şır. Okuyucunun bu simgeye alışabilmesi için bir sü­ doğrultusunda ürünler vermeye başlamaları... Limon
— Karikatür dünyaya nasıl bakıyor? reç gereklidir. Ülkemizde grafik mizah geniş kitlele­ Dergisi bu anlayışı yıkmak için alternatif olarak çıktı.
— Yaygın görüş açısından çok daha değişik bir gö­ re ulaşamadı. Grafik mizahın, yani modern karikatü­ Diğer dergilerin de Gırgır çizgisini aşıp değişik alter­
rüş açısı ile dünyaya bakar karikatür. Çelişkileri kimi rün gelişmesi için bir dergi şart. natifler getirmelerini isterdim. G

27
YUNUS NADI ARMAĞANI Mansiyonlar

Karikatür
K O N U : Ç E V R F

Üçüncülük ödülü Atila Özer:


‘Karikatür, iç yüzümüzü yansıtır’ Mustafa Doğruer
Fakültesi TV Yayınları Grafik Bölümü onun dış görünüşüne aldanmayın” di­
yor. Bu ikinci kısımdaki insanlar gerçek W i "«!' / I nkara 1958 doğumlu Doğruer, ilk ve or­
Başkanlığı’nı sürdürüyor. Ulusal çapta taöğrenimini Ankarc’da tamamladı. Hacet­
karikatür ve grafik yarışmalarında 11 adet işlevine bürünmüş, karikatürü bilinçle iz­
leyen insanlardır. Fotoğraf, insanların dış tepe Üniversitesi’nde “sanat tarihi ve
ödül kazandı. Yurtdışında 1982 yılında arkeoloji" öğrenimi gördü. Karikatüre 1974
görünüşünü belgeleyen bir sanattır. Son
başarı, 1983 yılında altın ödül olmak üzere yıllarda fotoğraf sanatçıları bu özelliği yılında başladı. Çeşitli gazete ve dergiler­
iki önemli ödül aldı. “Karikatüre Selam” değiştirmek isteseler de üç aşağı beş de karikatür çizdi. Kişisel ve karma sergi­
ve “Çizgiler" adlı yayımlanmış iki albümü, yukarı öyle... Ama karikatür, (ki onu ler açtı. Ulusal ve uluslararası yarışmalar­
“Karikatür Sanatı ve Reklamcılık” adlı önemli kılan da budur bence) insanla­ da 16 ödül kazandı.
araştırma kitabı var. rın içyüzünü, hepimizin içyüzünü, karak­
terini yansıtan sanattır. Tanınan, bilinen
özgün bir örneğin farklılaştırılmasından
yola çıktığı için de komik unsurlar taşı­
«C yarak insanları güldürür. Sadece güldür­
d izce karikatür nedir? Hangi an­
layışla çiziyorsunuz ve karikatürün iş­ meyi amaç edinmek eksik olacaktır. Ka­
levi ne olmalıdır?” diye soruyoruz Atil­ rikatür güldürürken düşündürmelidir de.
la Özer’e: Her karenin izleyiciye vereceği bir şey­
Karikatür görsel, gülmeceli çizgi ile leri olmalıdır. İşte bu güldürme, düşün­
yapılan bir iletişim sanatıdır. Çevremiz­ dürme ve mesaj üçlüsü iyi bir çizgi ile
de karikatürü yargılayan birtakım insan­ kâğıda geçirilebildiği zaman tam bir ka­
B urdur 1949 doğumlu Özer, Devlet lar var. Bunların bir kısmı ‘ ‘Allah Allah,
rikatürdür benim için.
Mühendislik ve Mimarlık Akademisi’ni bitirdi. — Türk ve dünya karikatürünü kar­
bu insanlar acaba hangi gezegenin
İletişim Sanatları dalında yüksek lisans, grafik insanları... Kaşları, gözleri, ağzı bur­ şılaştırır mısınız?
dalında sanatta yeterlik aldı. Halen Anadolu nu oransız, çirkin” ys. gibi sözler söy­ — Dünya karikatürü, özellikle sosya­
Üniversitesi Eğitim Fakültesi Resim-İş lüyor, bir kısmı da ‘‘İşte şimdi o ada­ list ülkeler karikatürü, gün geçtikçe gra­
Bölümü’nde Yardımcı Doçent ve Açıköğretim mın gerçekyüzü ortaya çıkmış. Siz fik ağırlığını arttıran, hatta yer yer soyut
biçimlere bürünen bir yolda ilerliyor. Ül­
kemizde ise bu türü ya da karşıtını sa­
vunup uygulayanlar olarak iki gruptan
söz edebiliriz. Son aylarda İstanbul ba­
sınında mizah dergileri cephesinde ha­
reketli günler yaşandı. Yeni yeni dergi­ Enver M alkoç
ler yayın hayatına atıldı. Karikatür sa­
natçıları transfer ücreti alarak yer değiş­ Trabzon/Sürmene 1960 doğumlu Enver
tirdiler. Bütün bunlar gelişme olarak de­ Malkoç, ilk karikatürü 1979'da yayımlan­
ğerlendirilebilir. Ancak görünen odur ki, dı. Halen Trabzon, Samsun, Zonguldak ve
bu dergilerin anlayışında pek fazla bir Karabük’te çeşitli yayınlarda çiziyor. Ulu­
değişiklik olmamıştır. Gönül istiyor ki, sal ve uluslararası pek çok karikatür etkin­
her dergi belirgin ayrıcalıklar taşıyabil­ liklerine katıldı, 7’si uluslararası toplam 19
sin. Okuyucu bayiden dergi isterken, ödü! kazandı.
‘‘Hangisi olursa fark etm ez” diyece­
ğine, dergiyi adıyla isteyebilsin. Belki de
yayıncılar, “ satılmaz" endişesini taşı­
yorlar...
Tıpkı müzikte olduğu gibi, karikatürün
de arabeski oluşturulmuştur Müzikçile-
rin tartıştığı gibi karikatürcüler de bunu
tartışmalıdırlar.
Karikatür sanatında bu tür tartışma­
ların yapılmayışı bir eksikliktir. Bir baş­
ka eksiklik de kuramsal çalışmaların ol­
mayışı, araştırmaların yapılmayışı.
— Siz bir öğretim üyesi olduğunu­
za göre, üniversitenizde bu gibi araş­
tırmalar yapıyor musunuz?
— Evet. Üniversitemizde iki yönlü ça­
lışmalarımız var. Birincisi Anadolu Üni­
versitesi Karikatür Kulübü olarak hem
öğrencilerimiz, hem de çevre halkından
bu konu ile ilgilenen kişilerin birlikte yap­
tıkları çalışmalar.
İkincisi, Açıköğretim Fakültesi Örgün
Muhammet Şengöz
Bölümü’ndeki seçmeli sanat dersi ça­ İzm it 1964 doğumlu Şengöz, ilk karika­
lışmaları... Türkiye’de ilk defa karikatü­ türü 1977 yılında yayımlandı. 1985'te dü­
rü bir sanat dersi olarak üniversite ders zenlenen “Yunus Nadi Armağanı Karika­
programına aldık. Bu derste uygulamalı
tür YarışmasT'nda mansiyon kazandı. Ay­
çalışmaların yanı sıra karikatür tarihi, ka­
rikatür inceleme, yorum, araştırma, ani­
rıca çeşitli yarışmalarda ödül aldı. Marma­
masyon, eğitim televizyonunda karika­ ra Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi
tür, basında, reklamda karikatür, iletişim Grafik Bölümü mezunu. Halen aynı okul­
gibi konular işlenmektedir. □ da yüksek lisans öğrenimi görüyor.

28
1988
1989 YUNUS NADİ ARMAĞANI
SEÇİCİ KURUL: Sabahattin Kudret
Aksal, Melih Cevdet Anday, Doğan
Hızlan, Tomris Uyar, Celal Üster.
Ö y
K O N u : K A D I N
k ü Bu dalda yarışmaya 619 yarışmacı
katılmıştır.

Birincilik ödülü Ayfer Tunç: ‘Kadın olayını abartmıyorum9


yaratma sanatıdır. Özel bir hava yaratmayı ve okuyu­ — ‘Süslü Yenge’ için bu iki unsur da geçerli. Onu
Adapazarı, 1964 doğumlu olan Ayfer Tunç, ilk cuyu o havanın içerisinde gezdirmeyi düşünüyorum. tanıyor muydunuz?
ve ortaokulu Adapazarı’nda, liseyi İstanbul — Böyle bir kadın gerçek hayatta yok. Bir isim ola­
— Bu özel hava, bu atmosfer, yaşamınızda na­
Erenköy Kız Lisesi’nde bitirdi. İstanbul rak vardı sadece. Çocukluğumda, mahallemizde duy­
sıl bir yansıma buluyor?
Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunu. — Aslında günlük hayatımda da atmosfer arıyorum duğum bu ad öykü yazma bilincine eriştikten sonra
1981’den bu yana çeşitli dergilerde düzyazıları ben. Yaptığım tatilde, yediğim yemekte, restoranda bile benim için bir ‘atmosfer’ getirdi. Yalnızlığı ve ‘ukdeleri’
yayımlandı. Bazı radyo oyunları İstanbul bir atmosfer yakalama isteği, böyle bir nüve var içim­ benim için çok önemliydi, insanların içinde ‘ukde’ ola­
Radyosu’nda seslendirildi. Halen haftalık bir de. Beni öykü yazmaya yönelten şey yakaladığım özel rak kalan şeyler, onlara diğer insanlardan ayrı bir hava
dergide çalışıyor. hava. veriyor. İnsanlardaki bu farklı havayı sezinlemeye ça­
— Öykünüzde ‘yalnızlık’ teması ağır basıyor. Kü­ lışıyorum sürekli olarak.
A y fe r Tunç, öyküyü ‘‘atmosfer kurma sanatı” ola­ çük bir kentte, kendi adasında yaşayan sıra dışı bir — Öyküleme sürecinde ‘dil’ sizin için ne anlam
rak tanımlıyor. Öykülerinde yalnızlık temasına ve “ha­ kadın ‘Süslü Yenge’... taşıyor?
yatın kıyısında kalmış insanlara” sıklıkla yer verdi­ — Benim tüm öykülerimde ağır basan bir yalnızlık — Öykü aslında dil yaratma. Türkçeyl çok severek
ğini söyleyen Tunç, ödülün kendisi için gerçek bir sürp­ öğesi vardır, insanların yalnızlıklarının kendi başına kullanıyorum. Dilde kesin ayrımlar düşünmüyorum hiç.
riz olduğunu, hiç adı duyulmamış genç bir yazar ola­ bir atmosfer oluşturduğu, yalnızlığıyla barışık, yalnız­ — Kadın konulu bir yarışmaya bir kadın öykü­
rak bu ödülü kazanmasının diğer genç yazarların daha lığıyla yaşayan İnsanların bu türden bir havalarının ol­ süyle katıldınız. Kadına özel bir bakış açınız, ka­
bir cesaretle yarışmalara başvurmalarına yol açaca­ duğu kanısındayım. Bu da beni çok etkiliyor. Beni et­ dının öykülerinizde özel bir yeri var mı?
ğını, bundan büyük mutluluk duyduğunu belirtiyor. kileyen bir İkinci şey ise ‘m arjinal’ olarak adlandıra­ — Hayır, öykülerimde kadın-erkek ayrımı hiç yap­
— ‘Öyküyü nasıl tanımlıyorsunuz? Sizin için ne bileceğimiz insanlar. Ancak marjinali günlük dilde kul­ madım. Yaratmak istediğim hava kime aitse onu yan­
ifade ediyor? landığımız anlamda kullanmıyorum. Herhangi bir ne­ sıtmaya çalışırım. Özel bir sınıflandırma yapmıyorum.
— Öykü benim için çok özel bir sanat. Öyküye ben denle, herhangi bir açıdan ‘hayatın kıyısında kalmış Kadın olayını hiç abartmıyorum. Önemli olan insan­
atmosfer kurmak olarak bakıyorum. Öykü atmosfer insanlar’ı kastediyorum. lık durumu. 'Kadın duyarlığı' gibi bir duyarlığım yok.

S aklı
h, süslü yenge ah!.. Zembilli göçmenin bir daha bakıyordum, renkler vardı canlı, çıl­ dındı. Girip çıkmadığı, kapısını çalmadığı ev sanlara karşı her an parlayan bir öfke vardı,

A ikinci karısı... Bir fesleğen gibi arsız,

kokusunu salmayan, onsuz olunmayan.


gın, tayyörünün ya da küpelerinin renginde,
hor görülen, fesleğen gibi ezilmedikçe ama nasıl oluyordu da böyle hafifliyordu, sili­
niyordu, anlayamıyordum. Çocukluğumun tek
şiirsi fotoğrafı tahta, boyalı boncuklan, şapka­
Uçuşan renklerin birbirine karıştığı bir hüzün­
lü lekeydi o, bir gölge. Tutmak istesem parmak­ ları, zamana direnen ince topuklu ayakkabıla­
larımın arasından akacak bir sıvıyı andırırdı. rıyla benim için şimdi tepeden tırnağa azap,
yoktu onun. Peşinden giderdim gizlice. Ona gül­
meleri, alay etmeleri içime dokunurdu, ağlaya­
cak gibi olurdum.
Elinde zembil, haftanın yedi günü pazara gi­
den ve boş zembille dönen bir göçmendi koca­
sı. Bir tek insanla bile gülerek konuştuğunu gör­
Meyvaların, çiçeklerin karşısında gülen, yumu­
şayan yüzünde öfkenin nasıl yer bulabildiğine
o zamanlar çok şaşardım. Karısının peşinden
ayrılmayan çocuklar, onun gölgesini bile gör­
seler hemen dağılırlardı. Küçük şehirlerde bir
belediye parkı, bir Atatürk heykeli, birbirini ke­
Hüzünden yapılmıştı. Hüzünden ve kadınların doğduğum yerin halkı için deli sayılan bu ka­ medim. Sarışın, yaşlı, ama güzel yüzünde in­ sen iki cadde mutlaka vardı ve halk bu cadde-
bütün o hoş kokulu, bulutsu süslerinden.
Hep yolların ucunda görürdüm onu. Köşe-
başlarında, dörtyol ağızlarında. Yaşadığı yerin
hep yabancısı kalmış bu yaşlı kadın, küçük şeh­
rin sıradanlığına ve geriliğine gülünç düşen es­
kimiş tayyörleri ve yalancı taşlı takılarıyla so­
kaklarda, sahnesini arayan eski bir aktris gibiy­
di. Küçük şehrin tasasız kadınlarını acılarına
inandırmak için ya da yabancılığından kurtul­
mak, oralı olmak için sokak sokak dolaşan gü­
lünç ihtiyar kadındı. Belki de eski sevgilisine an­
sızın rastlamak umuduyla sokaklardaydı.
Arkasından bakardım. Bakardım da, o bü­
yük yabancılığın böyle bir şehirde hüzün olup
gülünç görünmesini anlayamazdım. Çocuktum
o zamanlar, paytonların fayton olduğunu, çok
sonra, kitaplardan öğrendim.
Süslü yenge bütün evlerin davetsiz misafiriy­
di. O zamanları şimdi bolluk zamanlarıymış gibi
hatırlarım. Belki de değildi, ama mutlu geçen
her çocukluk bir bolluk zamanıydı. Süslü yen­
ge en çılgın renklerle boyanıyordu, ama bütün
renkler yüzünün beyazlığında uçup gidiyordu,
gölgeleri kalıyordu geriye. Yüzüne bakıyordum,

29
YUNUS NADİ ARMAĞANI

lerde dolaşan bir hüzünlü insana deli diyerek yük bir acı duyardım. Onun gizlice gözlerini sil­ kurtarın! faytonlor çocukluğumun albümünden boş bi­
eksiğini tamamlardı. diğini, her sabah özenle kıvırdığı saçlarını dü­ Gıcırtılı kapılar çoğunlukla açılırdı. Çünkü rer fotoğraftırlar, çocukluğum aklıma geldik­
Süslü yenge her gün kuşluk vakti giyinir, ku­ zelterek bir başka sokağa yürüdüğünü görme­ o, hiç farkeditmeden yaşanıp giden günlerin çe gözlerimin önünden geçen. Ama süslü yen­
şanır, sokaklara düşerdi. Rastgele bir kapıyı ça­ mek için gözlerimi yumardım. O yorgun ve yaşlı beklenen eğlencesiydi. Hiç yabancılık bilmeyen ge başkadır, ayrıdır.
lardı sonra. Bazen kapı açılmazdı. Süslü yenge bacaklarını sürüklerken pencereler ardına ka­ kadınlar, oralı kadınlar, soruyla kuşatırlardı O güzel lisanıyla anlatırdı. Yabancılığından
nedenini bilirdi bunun. Ya ev sahiplerinin key­ dar açılır, çıngıraklı kahkahalar, işaretler, acı onu. Acımasızdılar. Onlara göre bir delinin ken­ kurtulmanın, oralı kadınlardan biri olmanın yo­
fî yoktu, gülecek halde değildiler, ya da acı bir sözler ardında kalırdı. dine saklayacak sırları olamazdı. Hem onlara lunun bu olduğunu sanırdı. İlk sevdiğinin onu
ölüm vardı, eğlenmek zamanı değildi. Ama da­ Bir saksı fesleğendi, durmadan hoyrat eller­ göre bütün anlattıkları uydurmaydı, yalandı, nasıl terkettiğini, zembilli göçmenin onu nasıl
ha da kötüsü, onun ne yapacağını seyretmek de ezilirdi. Hüznü eğlence sanan bu kadınlara hayaldi. Çok zaman geçti aradan. Artık ben dt sevdiğini doyulmaz bir tadla anlatırdı. İlk sev­
için açmazlardı kapıyı. Üst kat pencerelerinin karşı içinde bir haykırış büyürdü biliyorum: Be­ ayıramıyorum. Belki de süslü yengenin her ev­ diği o adamın yeri başkaydı hayatında. Zem­
arkasından bakarlardı. Süslü yenge biraz bek­ ni bu öldürücü yabancılıktan, yabancılığın yal­ de başka türlü anlattığı hayatına başka şeyleı billi göçmeni de seviyordu, ama aşk değildi bu,
lerdi. Asla iki kez çalmazdı kapıyı, o mağrur nızlığından, korkularımdan, gençliğimin güzel ekliyorum. Hangisi benim hikâyem, hangisi bir türlü olmuyordu. Bir gün mutlaka o ilk sev­
başı yavaş yavaş eğilir, etraftaki pencerelerden anılarından, terkedilmişliğimden, biri tarafın­ onun, karıştırıyorum. Bana ait, zihnimde sak­ gili ile karşılaşacaklardı, ona bir çift sözü var­
tutulamayan kahkahalar sokağa taşarken, o, dan çok sevilmişliğimden kurtarın! Beni, yaka­ lanmış, pamuk helva, pos bıyıklı Arnavut ma­ dı çünkü.
bovnu kırılmış bir kuş ölüsüne benzerdi. Bü­ mı bırakmayan bu allahın cezası hüznümden cuncu, iki on beş matineleri, hıdrellez ateşleri.
Hikâyenin aslını kimseler bilmiyor. Ne zaman
geldi bu yabancı olduğu şehre, göçmen kim, ne­
rede. nasıl tanıştılar, kimseler bilmiyor. Süslü
venge her kapıda başka türlü anlattı bu hikâ­
yeyi. Güzel şehirlerde oturmuşlar, gezilere çık­
mışlar, hepsi başka türlü. Şimdi anlıyorum, süs­
lü yenge asıl hikâyesini kendine sakladı. Bir tek
o ve göçmen bildiler.
Zembilli göçmen pazarlara vurmuştu kendi­
ni. Haftanın yedi günü pazara giderdi. Komşu
kasabalardaki pazarlara, bazen daha uzak yer­
lere. Doğduğu yerlerin bereketli topraklarını öz-
lüyordu. Onlar iki saksı çiçektiler. Doğdukları
pencerenin önünden alınmış, kırgın, yabancı.
Her geçen gün solmuşlardı. İlk karısının bir Yu­
goslav kızı olduğunu düşünürüm göçmenin.
Bosna’nın bir köyünden. Sarı saçlı, yuvarlak
yüzlü. Bembeyaz boynunda sıra sıra altınlar di­
ziliydi mutlaka. Düğünlerde ortaya çıkıp oynar­
dı; kırmızılar, yeşiller giymiş. Güzel kumaşlar,
ipekler, tüller satan bir adamla kaçmıştı. Göç­
meni oğluyla bir başına bıraktı. Göçmen işte
o zaman sustu. Şeftali bahçelerini, ayçiçeği tar­
lalarını dolaştı günlerce, mısırların arasında
uyudu. Duramadı. Bir gün bir yığın alay, ha­
karet, gülüş ve bir oğul bırakıp arkasında, çekti
gitti. O günden beri insanların yüzlerine hınç­
la, öfkeyle bakar, çiçeklere, meyvalara düşkün­
dür, bir de süslü yengeye.
Yabancılığın ne olduğunu büyük şehirlerde
yaşayanlar bilemezler. Bir büyük şehirde bir ya­
bancı, her gün girilecek yeni bir sokak, her ge­
ce girilecek yeni bir meyhane bulabilir. Girdiği
her sokakta, her parkta, her meyhanede kendi
gibi yabancılar bulabilir. Ama küçük yerler..
Hele dağların arasına sıkışmış küçük şehirler...
Oralarda akşamlar bir yabancıyı yavaş yavaş
öldürür. Kapıların hepsi kapanır, kepenklet
iner. Gece gelirken kurbağa sesleri büyür, kü­
çük dağların arasında avuç içi kadar bir ovaya
yayılmış küçük bir şehirde yabancı, azaptan öle­
bilir. Geceler uyuyup uyanmakla bitmez, hep
sabaha daha çok vardır. Oysa insanlar konuş­
maktadır. Kedi sobanın başında kıvrılıp yatmış­
tır, anneler dantel örer, babalar kahveden dö­
nerken süslü yenge ile zembilli göçmen dizdi-
zedir. Göçmen onun iki mavi çakıl taşı gözle­
rine dalmış, süslü yenge kendi aleminde o ilk
sevilene söylenecek bir çift sözü düşünmekte­
dir. Zamanı kaybetmiştir. Ölümün yakınında
olduğunu bilmez. Ama göçmen hâlâ umutlu­
dur, süslü yenge onu aşkla, hasretle sevecektir.

30
1988
1989 YUNUS NADİ ARMAĞANI

0
K O N
y
ü : K
ık ü
A D I N

İstanbulludur süslü yenge. İlk sevdiği bir bah­ nıyamadı. Sonra gülümsedi. Ben de zorlukla tıyormuş. Canavar gibiymiş onu oradan uzak­ kadar isterdi süslü yenge onu aşkla sevsin. Belki
riyeli. Tıbbiyeli de olabilir. Ama mutlaka sarı­ karşılık verdim. Giderek gülüşü dondu, katıla laştırmak isteyenlere karşı. Bütün gün süslü yen­ de onun öldüğü saati hiç unutmayacaktır. Bel­
şındır. Yemyeşil gözleri vardır. Çamlıklarda bu­ katıla ağlamaya başladı. Her şeye ağlıyordu. genin battaniyesine sarınarak mezarının başında ki kollan boynunda, dudakları alnındadır. Kıra­
luşurlardı kanımca. Faytonla gezerlerdi. Süslü Küçük şehrin yıllardır yabancısı, tek eğlencesi bekliyormuş. Artık kadınlar gülmüyorlarmış, bilir, belki duyularını kaybettiği dizlerine göç­
yenge Pera’nm arka sokaklarından birinde otu­ ağlıyordu. Göçmen sessizdi. Gözyaşları elindeki korkuyorlarmış. Çünkü hüzün bitmiş, insanın meni yatırmıştır, okşamıştır, gözyaşları birbi­
rurdu. Yabancısı olduğu şehirde ahşap bir ev­ gazeteye düşüp parçalandıkça çıkan sesler süs­ saldırgan acısı başlamış. Zembilli göçmenin adı, rine karışmıştır, kimbilir?
lü yengenin yürek burkan ağlayışına karışıyor­ deli göçmen olmuş. Kimbilir çocukluğumuz nerededir? Arkasına
de otururlardı göçmenle. Bir gidişimde duvar­
du. Süslü yengeyi çok sevmişti. Ama acıklı bir Onu son gördüğümde, fotoğrafını verirken saklandığımız ağaç, oynadığımız boş arsa, yı­
da asılı sonradan boyama bir fotoğrafını gör­
bekleyişti süslü yengenin hayatı, içinde ukde bana, dudaklarında bir şarkı, ağlayarak söylü­ kandığımız taşlık, nerededir? Kimbilir pos bı­
müştüm. Eski bir tahta çerçevede duruyordu.
kalmış bir çift sözle biten. Zor arzuların insan­ yordu: “ ..Yıllardır bekliyorum bir gün döner­ yıklı Arnavut macuncu, göçmenin ilk karısı ne
Onu son gördüğüm gün o fotoğrafı bana ver­
larıydılar. sin diye / Neden bağlandı gönül vefasız sevgi­ olmuştur, ne haldedir? Ah, bunlar bilinemez!..
mişti, çerçevesiyle birlikte. Dudaklarına ve ya­ O gün süslü yengenin öleceğini anlamıştım. liye..” Ne kadar izlesek kaybolur, yarım kalır. Giden­
naklarına hafif bir kırmızı sürülmüş, örülüp ba­ Birkaç gün sonra ölmüş. Yine katıla katıla ağ­ Ah süslü yenge, ah! O ilk sevgiliyi bu kadar ler nerededir, kimlerledir, bilinemez. Tarihler
şına taç gibi oturtulmuş saçlarına da kızıl. Se­ larken, ateş gibi dudakları göçmenin alnında, çok sevecek ne vardı? O vefasıza söylenecek bir geçer, yüzümüze çizgiler dolar, sırtımız ısınmak
ven bir kadının gülümseyişi, nasıl da sıcaktı. ölmüş. Göçmen o gün bugündür mezarlıkta ya­ çift sözle niye geçti ömrü? Zavallı göçmen ne bilmez,yıllargeçeraşklar nerededir,bilinmez."
Âşık günlerinde çektirilmiş, besbelli. Pera’da
çektirmiş, sevgilisine vermişti. İçi içine sığmı­
yordu aşktan. O sevgili, bir tahta çerçeveye ko­
yarak geri vermişti fotoğrafını, saklasın diye.
Yakında dönecekti, merak edecek bir şey yok­
tu. Yıllarca bekledi süslü yenge. Ona olan aş­
kını hep taze tuttu. Dönecekti, söz vermişti.
Sonra bir gün köprüde gördü onu, bir fayto­
nun içinde. Yanında esmer ve çok güzel bir ka­
dın, kucağında bir bebek vardı. O gün fotoğ­
rafı soldu, sarardı, hep öyle kaldı.
Çocukluğumun bütün anıları gülümseyen fo­
toğraflar oldular artık. Hiç yaşanmamış kadar
uzak. Süslü yenge hiç olmamış kadar hikâye.
Eriğini çaldığımız ağa, Arnavut macuncu ara­
dan yıllar geçip de bakınca gülümsüyorlar ba­
na. Süslü yengenin yabancılığından duyduğum
acı sadece bugün içimde alabildiğine yaşayan.
Küsmeye kırılmaya hakkının olmadığını sanma­
sı, o yüzden bütün alaylı sorulara ısrarlı cevap
verişi; tahta, boyalı boncukları, taşlı küpeleri,
hüzünlü gülümseyişiyle fotoğrafındakindeıı ne
kadar uzak..
Onun uzak oluşu gibi fotoğıaf'ndaki kendi­
ne, bir çocukluğu yapan her şey hatıra oldu bu­
gün. Oyuncakları ve bereketiyle birlikle. Zama­
nın değirmeninde uııufak oldular.
Süslü yenge öldü.
Onu son gördüğümde bacakları tutmaz ol­
muştu artık.
Ne hüznü kalmıştı ondan geriye, ne de suyun
altında iki mavi çakıl taşı gözleri. İnsanlıktan
çıkmış olmanın çirkinliği yerleşmişti. Artık so­
kaklarda değildi. Kenar bir mahallenin ahşap
evlerinden biıindeydiler. Kapılarını çaldım.
Uzun ve karanlık bir taşlıkta birden bir kapı,
bir ışıktan dünya, bir bahar ve bir ölüm açıldı.
Süslü yenge alçak bir sedire olurmuş, dışarıdaki
çılgın baharı seyrediyordu. Zembilli göçmen
gölge bir köşede, eski gazeteleri heceliyordu. Ba­
har çıldırmış gibiydi. Sanki yavaş yavaş ölen bu
şehre ve bu insana son görevini yapıyordu. Ar­
tık bir daha coşkuyla gelmeyecekti. Çocukla-
•rın gözlerini yemyeşil erikleriyle kamaştırma-
yacaktı. Artık her şey, her yer değişiyordu. Ça­
ğa uygun düşen bir yoksulluk olacaktı bahar.
Bütün ustalığını kullanıyordu. Sanki bir kaç ba­
har filme alınmıştı da süslü yengenin alçak, dar,
sürgülü penceresinde gösteriliyordu. Binlerce
papatya bir anda açtı, güller tomurcuklandı,
açıldı, soldu, yeniden tomurcuklandı. Süslü
yenge umursuzdu. Yüzüme baktı bir süre, ta­
1988
1989 YUNUS NADİ ARMAĞANI

Ö y k ü
K O N u : K A D ! N

ikincilik ödülü Feyza Hepçilingirler: ‘Yaklaşımım çok kadınca değil’


zar olarak kendisini erkeklere tepki göstermeye itti­ naksız.
A yvalık'ta 1948'de doğan Feyza Hepçilingirler, ğini söylüyor ve “Bu tepkiyi koymadan kadın yaza­ — Ödül kazanan öykünüzde, bekâret bir tür
İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu ve İstanbul rın nötr olması mümkün değil” diyor... “potluk” olarak niteleniyor ve kahramanınız bu
Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Feyza Hepçilingirler öyküleri, konuları ve ödüller ko­ "potluğu gidermek" için doktora gidiyor. Bu, bir
mezunu. 10 yıl süreyle edebiyat öğretmenliği nularındaki sorularımıza şu yanıtları verdi: tür başkaldırı mı?
yaptı. 1984’te 1402 sayılı sıkıyönetim kararıyla — İlk kitabınızdan başlayarak kadın konusunun — Evet. Toplum bu konuda o kadar büyük bir bas­
Karadeniz Üniversitesi’nde görevlendirildi. YÖK öykücülüğünüzde önemli bir yeri var. Ödül alan öy­ kı getiriyor ki, bekâret toplum adına korunuyor. Top­
uygulamalarını protesto ederek istifa etti. Kültür künüz de öyle. Adı bile kadını çağrıştırıyor... lum insanların kaşlarının çatık olmosıyla ilgilenmiyor,
Bakanlığı’nın açtığı çocuk oyunları yarışmasında — Evet. Kadın konusuna saygı duyuyorum ve bu ama bir zarla ilgileniyor. Bu nedenle öyküdeki 32 ya­
başarı ödülü kazandı. 1981 ’de Akademi Kitabevi konuda söyleyecek sözüm var. Yarışmaya da bu ne­ şındaki kahraman kolektif bir bedenin kiracısı olmak­
öykü birincilik ödülünü kazandı. “Eski Bir denle katıldım. Öykülerimin çoğunluğunu kadın tip­ tan kurtulmak, başkaları adına bedenini korumaktan
Balerin” adlı öykü kitabı 1985’te Sait Faik lemeleri oluşturuyor. Ana kadın konusuna yaklaşımım vazgeçmek istiyor ve bekâretinden kurtulmak için dok­
Armağanı’na değer bulundu. Halen özel bir çok kadınca değil. tora gidiyor. Bu bir öneri değil elbette, bir başkaldırı.
kurumda öğretmenlik yapıyor. — “Kadın yazar" olarak anılmak sizi rahatsız edi­ — Bol ödüllü yazarlardansınız. Ödüller hakkın­
yor mu? da ne düşünüyorsunuz?
— Böyle adlandırılmaya razı değilim. Erkek öykü­ — Ödül almaktan nerdeyse utanmaya başladım.
cü, erkek romancı denmiyor. Kadın yazar diye bir sı­ Sanıldığının tersine ödül almaktan çok hoşlanmıyo­
Y u n u s Nadi yarışmasında öykü dalında "Potlu- fatla bakılması yazarı da etkiliyor, ister istemez tepki rum. Ama İzmir’de yaşadığımız için bazı yerlere ulaş­
ğu Gidermek” adlı öyküsüyle ikinci olan Feyza Hep­ vermeye itiyor. “ Potluğu Gidermek” adlı öyküde de mamız kolay değil, ödüller bunu sağlıyor. Sonra Cum­
çilingirler, kadın konusunda söyleyecek çok sözü ol­ erkeklere karşı, alay eden, küçümseyen bir bakış var. huriyet Gazetesi, çok saygı duyduğum bir gazete. Se­
duğuna inanıyor. Ama “ kadın yazar” olarak anılma­ Bunun sağlıklı olduğu söylenemez; ama bu tepkiyi çici kurul üyelerine de çok saygı duyuyorum. Bu ne­
ya “ razı değil". “ Kadın yazar" sınıflandırmasının ya­ koymadan da bir kadın yazarın nötr hale gelmesi ola­ denle yarışmaya katıldım. O

Potluğu Giderm ek
oktorun adresini çok araması gerekme­ tin, dediğimde. Ya söylemediklerim? Senin ci­ adrese gitti doğru. Kolay bir adres, hemen bu­

D
tiklerinde arkadaşlarıyla, ama o da amaçlı bir
di. Adım bulmak için ne çok uğraşmıştı ci kızım olmayacağım anneciğim. İyi bir koca lunacak gibi. Bu, o kadar iyi değil; ama artık boşluktu, şimdiki gibi nasıl kullanılacağı bilin­
oysa. Kimsenin bilmediği bir ad, kimse­ bulup iki çocuk doğurmayacağım, evimin ka­ karar verildi, randevu alındı; daha kıyıda kö­ meyen bir kuyu-zaman değil. Ne yapabilir? Si­
ye tanış gibi, uzaktan, yakından akraba dını, çocuklarımın anası, sevgili eş olmayaca­ şede bir doktor aranmalıydı, olmadı. nemaya?.. Gitmez. Birincisi gidemez. Hiç yal­
gibi gelmeyen bir ad. Bayan bir doktor, kadın ğım. Beni ablam gibi yapamayacaksın. Tüm is­ Adresi bulduktan sonra ne yapacağını hiç dü­ nız gitmedi, çok düşündü, ama gidemedi. İkin­
doğumcu. Kime sorulur? Hayrola sevgili Esra, tediklerine ulaşamadın mı ablamla, muradına şünmemiş. Randevuya daha kaç saat var? Bu cisi, bunu denemek için bugün hiç uygun de­
derdin nedir, biz de yardımcı olabiliriz. eremedin mi? Bıraksana benim yakamı! kadar uzun bir boş zamanı hiç olmamıştı, yıl­ ğil. Sakin bir yerde oturup doktora -özellikle
Sabahın köründe evden çıktı, işe gitmek için Evden tavşan gibi kaçıp rehberden not ettiği lardan beri, belki okuldan kaçıp sinemaya git­ bayan doktor ya- derdini nasıl anlatacağını dü-
bile çok erken bir saatte. Herkes uyuyordu. San­
ki birisi kalkıp hazırlandığını duysa ya da da­
ha kötüsü nereye gittiğini sorsa, söyleyecek hiç­
bir yalan bulamayacak; ne yapmaya çalıştığı ba­
kışlarından anlaşılacakmış gibi. Yeni evine ta­
şındıktan sonraya bırakabilirdi pekâlâ; ama is­
temedi. Yeni bir yaşamı, tümüyle kendisinin sa­
hip olacağı yaşamı kurmaya çalışırken eksikle­
rini ve fazlasını, aldığı yere, babasının evine
bırakması gerek. Öyleyse bu kadar korkmak ni­
ye? Sonunda hükmetmeye çalıştığı kendi bedeni
değil mi? Hayır, sanki kolektif bir bedenin ki­
racısı. Başkaları adına -şimdilik- bu bedenin ge­
reksinimlerini karşılamak, bu bedeni korumak,
ona bakmakla yükümlü, zamanı geldiğinde sa­
hibine dokunulmamış, tertemiz teslim etmek
için. Anneciğim, bu bedenin bana ait olduğu­
na inanıyor musun? O zaman bedenim üstün­
de birtakım haklarım olduğuna da inanıyorsun.
Ne de olsa sen bir avukat karışısın. Öyle demi­
yor musun telefonu her açısında? Ben Avukat
Hayri Karasu’nun eşiyim, buyrun efendim. Na­
sıl kızmıştı, farkında mısın, babamın kişiliği­
ne, kimliğine sığmıyorsun, kendininkini yok et­

32
1988
1989 YUNUS NADI ARMAĞANI

Ö y k ü
K O N u ı K A D I N

şünmesi gerek. Ezber provası. Nasıl yorgun bu­ na oğlana iççamaşırı bakılacak, kıza makyaj ta­ meden silkeleyip konuşmak istiyor, derdini an­ celerde uyuyamaz. Kaç kez denedi, gözlerini ka­
gün. Prova yapacak gücü bile yok. Bütün gece kımı. Çamaşırlar açık çekmecelere yerleştirile­ latması gerek. Ben kendimim, kendime ken­ patınca, üstüne sıçrayan dev bir kedi, yine top­
cek, damadın nasıl don giydiğini herkes görsün. dim... Rüya bu, diyor bir yandan, sakin ol, an- lantı salonu, yine gülen; dinlemeyen dinleyici­
düşlerle, karabasanlarla uğraştı. Böyle günleri
tanıyor artık, bu tutukluğu. Çok kolay hata ya­ Gelin, arkası işlemeli, saplı aynasını, saç fırça­ latsana. Anlatmaya başlıyor, ama sesini ler.
larını şeffaf kapaklı kutusundan hiç çıkarma­ duymuyor. Ağzından çıkan ses, bütün salonu Çarşı da kalabalıklaştı, pastane de. İlerki ma­
pabilir. Söylemek istediklerini unutup söyleme­
yacak. Tarak neyine yetmez? Bunlar kullanıl­ dolaştıktan sonra kulağına ulaşıyor ve o zamana saya gürültülü bir grup oturdu. Tam karşısına
mesi gerekenleri söyleyebilir. Önce çarşıda bi­
mak için değil ki, anlı şanlı bir düğünle evlen­ dek anlamsızlaşmış oluyor. Salonun arkalarında gelen, sanki içki sonrasının rehaveti içinde bir
raz gezinmeli. Kalabalık değildir henüz, dük­ diğini herkese göstermek için: bekâretin ödül­ bir kadın, durmadan bozuyor söylediklerini. İn­ adam, gevşek, göbekli, her an zorlama, kah­
kânlar yeni yeni açılıyordun Erkenci esnaf tipi leri. sanlar bir çoğalıyor, bir azalıyor. Hata yapma­ kahalar atmaya hazır. Başını bedeninin üstün­
seyreldi artık. malı, ama ana dili başkaldırıyor sanki. Hece­
Doğru dürüst uyumadı dün gece. Ama uyu- de gezdirdi bir süre. Ne demek bu şimdi? Şu
Tahminimden yine de daha kalabalık çarşı. madıysa bir geceye onca rüyayı nasıl sığdırdı? demek: Şöyle kaykılıp gıdısını çıkararak, kü­
ler sözcüklerini, sözcükler tümcelerini şaşırıyor.
Sanki Kemeraltı’nda değil de Reşat Nuri’nin Buket’in bıyıklı kedisi, Buket’in bacağını bıra­ Düzemim yaşaldı, diyor salonu dönüp gelen ses. çük dağları ben yarattım, büyüklere de epey kat­
Anadolu Notları’nda dolaşıyor. İşte seyrek es­ O öyle bir şey söylemedi ki... Bir kallık pottu.
kıp Esra’nın üstüne sıçrıyor. Huysuz, vahşi, hır­ kım oldu, demek. İlk bakışta tanırsınız bu tip­
naftan biri, şimdiye işini çoktan bitirmiş, hâlâ lıyor, tırnaklarını batırıyor, ısırıyor durmadan. leri, her yerde bulunurlar. Ne çok şey bildikle­
kurumamış taşların üstüne sandalyesini çekmiş, Niye gülüşüyor salondakiler? Kendisine uzanan
Üstüne inip çıktıkça azmanlaşıyor. Bırak bo­ parmaklar büyüyor, büyüyen parmaklar delip rine kendileri de şaşan, kimsenin gülmediği şa­
çayım söylemiş, ilk sigarasını yakmış bile. Lon­ şalsın, diyor Buket, boşalınca sakinleşir. Son­ geçiyor bedenini, her yerini. Açıyor gözlerini, kalarını üst perdeden kahkahalarla örten, ba­
ca mensubu. Sabahta hayır vardır. Keramet. Ni­ ra alaycı, sırıtık yüzlü bir yığın dinleyicinin kar­ kalabalık falan yok, toplantı da. Yarın dokto­ yat esprilerini gürültüye boğan kişilerdir ve er­
kâhtaki gibi. Zamane esnafı yeni geliyor. Geç şısında buluyor kendini birden. Gözleri ayıp­ ra gidecek yalnızca, karar verdi, hepsi bu. Ak­ kektirler. Öne çıkarılmayı güçleştirecek kadar
kalmanın telaşı -gençler hep geç kalır zateıı- lamaya ayarlı. Üstündeki kedi tüylerini belli et­ si gibi hep, bu gece uyumam gerek, dediği ge­ iri gövdeleri vardır ve ne yazık, her yere taşı-
adımlarını sıklaştırmış, uykulu gözleri yarı ara­
lamış, şiş. Kuyumcu vitrinleri henüz boş, daha
söz yüzükleri, alyanslar, takı bilezikleri yerle­
rini almamış. Dükkân önünde tezgâh kapmış
olanlar, dükkân sahiplerinden daha ivecen:
Çantalar asılıyor, plastik terliklerin altındaki
topluiğnelere ipler dolanıp sallandırılıyor, ka­
zaklar, süveterler, tişörtler yığın yığın sıralanı­
yor tezgâhın üstüne. Dört boy çocuk gömleği
alt alta iğnelenmiş, tek askıyla çivisine geçirili­
yor. Ara sokaktan günün modası bir sonbahar
şarkısı yayılırken ilkbaharın taze kokusu, ıslak
ve çamurlu taşlara rağmen ve küçük bir yeşilli­
ğe hasret yine de duyuruyor kendini. Vitrinler
her gün ayna gibi parlatılmanm telaşında. Ma­
vi su dolu plastik bir şişe genç adamların, tez­
gâhtar kızların elinde: Cam sileceği. Artık kimse
hohlaya hohlaya parlatmıyor camını demek.
Başka bir sokaktan New York gecelerinin kı­
sık, alkollü sesi sevgilisini yanına çağırıyor, bu
ortama ne kadar yabancı düştüğünün farkın­
da bile değil. Genç bir kız elindeki uzun saplı
fırçayla bebek eşyası satan dükkânın önünü sü­
pürüyor. Heıkes kendi kapısının önünü temiz-
lese... bu demek oluyor ve böylece yolun orta­
sında biriken atık suları kimin temizleyeceği hiç
belli olmuyor. Müşteriler henüz ortada yok ya
da birkaçı: erkenci, belediye otobüslerine gü­
vensiz, ne olur ne olmaz düşünceli, temkinli...
Gündelik politika yavaştan fısıldaşmaya başlan­
dı. Akşam gördün mü televizyonda? İnsanla­
rın yüzüne bakacak suratı kalmadı namussu­
zun. Suç bizde ‘kardeşim’li tamdık yanıtlar. Ni­
ye bir “ C afe...” aramalı, şu pastane gayet iyi.
Garsonlar, beklediği her kim ise gelsin diye ağır­
dan alacak, kolay kolay ilgilenmeyecek, belki
sinirlenip tiz bir sesle niye bakmıyorsunuz bu
masaya, dedirtinceye kadar yamna uğramaya­
cak ya da buyur abla, ne istedin yenge gibi aya­
küstü akrabalıkla namusluluklarını gösteıecek,
ama olsun, herkesi görüyor buradan, her za­
man göremediği herkesi, halkımızı.
Ay çöreği, su böreği, peynirli pide. Açma ve
buaça da var. Seni gidi İzmirli! Yakın taşranın
çeyiz düzücüleri ilk otobüsle gelmiş belli. Ba­
YUNUS NADI ARMAĞANI

mak zorunda oldukları hep gövdeleridir. Hah di bu çok ciddi görünümlü adam da yapıyor yorum. Nasıl bir erkek dostluğu sizinki? açamadı. Yatağında hep bekledi, kusura bak­
işte bu yüzden kafayı öne çıkarmak gerektiğinde mudur, bir kadının, karısının üstüne çıkıp kan Bakın doktor hanım, sıkıntımı anlayacağınızı ma kızım, biraz sinirliydim de bugün, öfkemi
| ayrı ve özel bir çaba zorunludur, bedenin üs- ter içinde... Ne komik! Şoför yamakları, pide­ sanıyorum. Ben bir dertten kurtulmak istiyo­ senden çıkardım galiba, demesini. Ama gelme­
j tünde gezindirmek gibi... ciler, yedek parçacı çırakları, tamam abla, kim rum. Umanın bana yardım etmekten kaçınmaz­ di, yalnız sesi geldi, sabaha kadar. Bilmiyor­
rahatsız ediyor seni, söyle abla, şu hergele mi? sınız. muş, nasıl da rahat söylüyor bilmediğini, bil­
İ Yan masadaki güzel, ölçülü biçili ve itici. Ya- Nasıl da korurlar insanı, kendilerinden? Nasıl­ me o zaman, hiç bilme... Fırtına gibi, arada sa­
I nında da sevgilisi elbet. Okulu ekmiş bir öğrenci sın güzelim, bize pas vermek yok mu? Bak, o On bir, bilemedin on iki yaşlarındaydı, an­ kinleşerek, ama tümüyle bitmeden, sabaha dek,
S diye düşünürken, gülümseyişi ele veriyor: sek- kadar da kurtardık seni. Aman da aman çük- nesinin sorduğu saçma sapan sorulardan biri­ esti, yıktı, devirdi. Sabahma nasıl olmuşsa, ge­
j reter gülümseyişi. Sevgilisinin onu kibar ve leri de varmış. Tanrı bir takım yapıştırıp önle­ ni bilememişti. Semih de bilememişti, ama an­ ceki fırtınayı tümüyle unutmuştu, her sabahki
alımlı bulduğu kesin; çünkü, ay çok mersi şe- rine salıvermekle eğlenmek istemiş besbelli. Sizi nesi onu değil, Esra’yı cezalandırmak istedi ne­ gibi erkenden kalktı, giyindi, tam kapıdan çı­
j kerim, deyişi göğüs cebi mendili gibi şirin mi gidiler! Hadi oynayın bakayım oyuncağınızla. dense. Tarih sorusu muydu, coğrafya mı, Tu­ kıyordu, nereye, dedi annesi. Okula... Sana
şirin ve kullanışsız. na nereden çıkar, Kızılırmak nereye dökülür gi­ okul mokul yok artık. Hemen odana git, soyun.
Seninki artık erkek düşmanlığına dönüştü şe­
bi bir şey, belki daha küçük bir bilgi. Ama an­ İnsan koca bir gün hiç durmadan ağlar mı? O
Garsonların kolay kolay masasına uğrama­ kerim, diyor Buket. Evli kadınlarla konuşma
nesi çok kızdı. Bütün gece söylendi, uyuduk­ gün ağladı. Hiç durmadan, hiç yemeden ve hiç
yacağını söylemişti değil mi? Ama işadamı gö­ bari, aklını karıştırıyorsun kadınların. Benim
rünümlü şu çok ciddi beyefendiye ikisi birden ki erkek düşmanlığı, sizinki dostluğu mu? iki tan sonra bile rüyasında sürdü aşağılayan sesi. kimseyle hiçbir şey konuşmadan. Sonra nasıl
koşuyor: Ne alırdınız? Biz de bir şeyler alırız kadın, üç dakika konuşsanız, kocalarınızı çe­ Hiç zayıf not almadığı, karnelerinin daima Se­ yumuşadı annesi, nasıl izin verdi yeniden oku­
kiştirmeye başlarsınız. Dostluğunuz hangi er­ mih’ten daha iyi olduğu tümden unutulmuştu. la gitmesine, babası mı araya girdi, öğretmen­
elbet, bir uğrasamz. Şu garsonu şaşırtmak eğ­
keklere peki, dışardakilere mi? Aaa aşkolsun Dünyanın en önemli bilgisiydi sanki o şey. An­ ler mi, belli değil. Şimdi anlattığında, yok böyle
lenceli olabilir. Turist taklidi yapsa? Tipi uy­
maz. Bir expıesso lütfen. Uğraşmaya ne gerek, ama, hakaret ediyorsun vallahi. Hakaret etmi­ nesi için bunca önemli olduğunu bilse ne edip bir şey, diyor annesi, sen bunu tümüyle uydur­
bu garson, kremalı bir nescafeye bile şaşar. Şim­ yorum, dostluğunuzun içeriğini öğrenmek isti­ edip öğrenirdi, ama söyleyemedi bunu, ağzım muşsun, sonra kendin de inanmışsın, asla böyle
bir şey olmadı.
O günden mi karar verdi kimi şeylere? Kim
bilir? Ayrı bir evde yaşamaya karar vereli de
epey oldu; ama, ancak şimdi uygulamaya ko­
yabiliyor. Düne kadar şaka sanıyordu babası,
evlenince nasılsa ayrı bir evin olacak, bizden
kurtulmak için acele etme, diyordu. Annesi bir
şey demiyor hâlâ. Bu, sen bilirsin demek değil,
sen bilmezsin demek daha çok, ne zaman doğ­
ru bir iş yaptın ki, hep yanlış hareket ediyor­
sun. Annesine göre herkes zamanı geldiğinde
evlenir. Kızlar bir tek nedenle bulunurlar yer­
yüzünde: Evlen(diril)mek için. Ona bir türlü an­
latamadı Esra, yaşamını kendisi için ve kendi­
sine göre düzenlemek istediğini, bakalım dok­
tor hanıma anlatabilecek mi? Evlenmeyi düşün­
müyorum; ama evlenirsem, evliliğime o şeyin
ağırlığını taşımak istemiyorum.
Anladım, bir sevgiliniz var ve siz rahat olmak
istiyorsunuz.
Anlamadınız. Bir sevgilim yok. Olsaydı, si­
ze gelmezdim.
Öyleyse ilerde, erkeğinize vereceğiniz güzel
bir armağan olarak kabul edin ve koruyun.
Bakın doktor hanım, böyle şeyler söyleyece­
ğinizi biliyordum, hazırlıklı geldim. Bir pasta­
nede oturup saatlerce prova ettim söyleyecek­
lerimi. Eğer günün birinde sevdiğim biriyle kar­
şılaşırsam ve evlenmek istersem, onu bu arma­
ğandan mahrum etmeye kesin kararlıyım. Ben
yapabilseydim, inanın size gelmezdim; denedim,
beceremiyorum. Ücreti neyse...
Benden böyle bir şey isteyemezsiniz. Toplu-
mumuz, değer yargılarımız... Böyle bir sorum­
luluk altına giremem.
Ben reşidim hanımefendi, 32 yaşındayım. Be­
denim hakkında, bedenimdeki bir potluk hak­
kında karar verebilmek için yetkin bir yaş sa­
yılmaz mı sizce?
Bağışlayın, yapamayacağım.
Pekâlâ, yapacak bir doktoru elbet bulacağım.
Hesabımı ödemek istiyorum beyefendi. Gar­
son beyleriniz masama hiç uğramadıkları için
borcum yok; ama tam bunun için bahşiş bırak­
mak istiyorum. Lütfen. □

34
YUNUS NADI ARMAĞANI

Ö y
K O N u : K A D I N
k ü

Üçüncülük ödülü Süheyla Acar Kalyoncu: ‘Yazardan büyük laf beklenir’


şöyle: nasıl doğdu?
Kalyoncu, 1958 doğumlu. 1983’te ODTÜ — Öykünüz, ülkenin siyasi olay örgüsü içinde­ — Bizim toplumumuzda yazarlardan, her zaman
Ekonomi Bölümü’nden mezun oldu. Boğaziçi ki doğmamış çocuk ile anne arasındaki ilişkiyi ele çok güzel ve çok büyük laflar etmeleri beklenir. Bu
Üniversitesi Ekonomi Bölümü’nden master alıyor. “ Kadın”ı anlatmak için bu konuyu seçme­ çok büyük ve çok güzel laflar da genellikle çok önemli
dersleri aldı. Bir reklam firması adına tanıtım nizin nedeni? konulara ilişkindir. Öykümde bir çocuğu konuşturmayı
metinleri yazdı, daha sonra bir öze! şirkette — ‘‘Bir Çocuğa Gerçek” 1987 yılında yazılmış bir belki de biraz bu tavra tepki olarak yeğledim.
ekonomik araştırma uzmanı olarak çalıştı. öykü. Bu yarışma için yazılmış bir öykü değil. Ama, — Yazmak, yaşamınızda ne ölçüde yer alıyor?
Yaşamını halen senaryo yazarı olarak yaşadığımız toplumun yakın geçmişi İçinde cinsiyeti — Yazmaya, 1980'li yılların başında, yaşadığımız
sürdürüyor. 1988‘de Cumhuriyet Cazetesi’nin “ kadın” olan insanın önemli bir gerçeğini yansıttığı­ toplumun ansızın içine girdiği suskunluk ortamında,
Yunus Nadi adına düzenlediği senaryo nı düşünüyorum. Bu yaklaşım, elbette kadının yaşa­ bir ölçüde de söz bitmesin diye başladım. Gelişimin
dığı gerçeğin diğer boyutlarını yadsımıyor. Yani, kadın- en önemli dürtüsünün diyalog olduğunu düşünüyor­
yarışmasında ve 1989 Milliyet Cazetesi’nin
erkek çelişkisi düzeyinde yaşanan boyutlarını... Öy­ dum ve diyalogu üretecek bütün koşullar ortadan kalk­
Abdi İpekçe adına düzenlediği film öyküsü küde anlatılan sosyal-politik ortam ve bu ortamın ya­ mıştı. Böylesi bir ortamda yazı, kişisel olarak sözü ço­
yarışmasında mansiyonla ödüllendirildi. rattığı insana özgü dramları, yaşadığımız toplumun ğaltabileceğimiz -neredeyse- tek araç haline geliyor.
yakın geçmişinde yaşadık. Bu insanlar bizim hep ya- Suskunluğun otorite olduğu ortamlarda bir tür kaça­
Yazm aya, 1980’li yılların başında ‘’Yaşadığımız nıbaşımızda oldular. Alt kattaki komşumuz, sınıf ar­ mak söyleşi zemini bu elbette... Yazının, böylesi ka­
toplum un ansızın içine girdiği suskunluk kadaşımız, kardeşimiz, annemiz/babamız oldu. Ya da çamak zevkleri vermesinin ötesinde başlıbaşına bir
ortamında” başlayan Süheyla Acar Kalyoncu’ya gö­ bu dramı yaşayan doğrudan kendimiz idik. O açıdan uğraş olduğu gerçeği de genellikle daha sonra orta­
re yazı, yarımyamalak sürdürülebilecek harcıâlem iliş­ ben, yaşadığımız toplumun, öyküde anlatılan kadının ya çıkıyor... Bir süre sonra anlıyorsunuz ki yazı, varo­
kilerden biri olmayı kabul etmiyor ve çoğu kez yazı, acısını etinde kanında, canında biriktirdiğine inanıyo­ luşunuzun biçemi haline gelivermiş. Yazı, yarımyama-
yazan kişinin yaşamının tam ortasına gelip oturuve- rum. _ lak sürdürülebilecek harcıâlem ilişkilerden biri olmayı
riyor, Süheyla Acar Kalyoncu’yla yaptığımız söyleşi — Öyküyü, doğmamış bir çocuktan anlatma fikri kabul etmiyor yaşamınızda. II

Bir Çocuğa Gerçek


nnem az sonra gelir. O gelince ben hep dığımız evde annemle babam gerçekten çok zor yokluğuyla başlayan yalnızlık günlerini en iyi larını hâlâ unutamıyorum. Ama o da hiç ağ­

A aynı ağacın arkasına saklanırım. Nereye günler geçirdiler. Her şeyden önce, yeterince pa­
saklandığımı, beni nerede bulacağını raları yoktu. O yıllarda babam, adına ‘sendika’
her zaman bilir; bugüne dek hiç yanıl­ denilen bir yerde çalışıyordu. Hiç dışarı çıkma­
mamıştır. Bu küçücük çocuk parkım dahadıkları
ben o günden sonra bir daha işe gitmedi. An­
annemin karnındayken, ikimiz birlikte keşfet­ nem ise bir gazetede muhabirdi. Babamla ara­
tik. O zaman annemle babam bu sokağa yeni larında geçen konuşmalardan, çalıştığı gazete­
benimle söyleşerek doldurabiliyordu. Aslında
bu söyleşide bana düşen, yalnızca susup dinle­
mekti; ama halimden hiç de şikâyetçi değildim,
annemi dinlemeyi öyle seviyordum ki!... O gün­
lerde bana hep babamı anlatırdı. Neredeyse bir
ay olmuştu, ondan hiçbir haber alamamıştık.
lamadı.
O kopkoyu karanlığa girişimizden, içinde an­
nem gibi birçok kadının bulunduğu odaya ge­
çişimize dek kaç gün geçti, bilmiyorum. Bana
uzun, çok uzun geliyor. Karanlığın son günle­
rinde, ikimiz de çok kötü bir durumdaydık. Ben
taşınmışlardı. Apar topar taşınmışlardı. Ben an­ nin o günden hemen sonra kapatıldığını biliyor­ Annemin kaygı içinde yemekten içmekten ke­ annemi yitirmemek için var gücümle ona tutun­
nemin karnında henüz üç aylıktım. dum. Anladığım kadarıyla ikisi de işsiz ve pa­ silmiş halini, geceleri bir iki saat olsun uyuya­ maya çalışıyordum. Annem de sımsıkı tutuyor­
Bu apar topar taşınma olayına kadar anne­ rasız kalmıştı. O günlerde çoğunlukla evde otu­ bilmek için nasıl çırpındığım gördükçe çok üzü­ du beni. Koğuşa geçtiğimizde artık dayanacak
min her zaman neşeli, her zaman güleryüzlü bir ruyor, gerekm edikçe dışarı çıkm am aya lüyordum. gücüm kalmamıştı. Annem durumu fark etti;
kadın olduğunu söylerler. Ben o günlerin an­ çalışıyorlardı. Geceleri ikisini de uyku tutmaz­ Parkta oturup uzun uzun söyleştiğimiz gün­ kanamaları giderek artmaya başlamıştı. Birkaç
cak sonuna yetişebildim. Üstelik çok da küçük­ dı. Sık sık irkilerek uyandıklarını, karanlığın lerden biriydi. Akşam olmak üzereydi. Annem, gün, sesini çıkarmadan, dayanılmaz acılarla kıv­
tüm. Annemin o güleryüzlü, neşeli halini hiç bil­ içinde apartmandan gelen ayak seslerini dinle­ iyice ağırlaşan bedeniyle yavaş yavaş yürüye­ ranarak yattı. Bir gece, kâbus yüklü uykuları­
miyorum. Ama, kopuk bir iki anıyla da olsa, diklerini anımsıyorum. Kapılardan biri açılıp da rek eve döndü. Bizim sokağın başına geldiği­ nın arasına girip ondan ayrılacağımı haber ver­
taşınmamızdan hemen önceki günlerde, yalnız ayak sesleri tümüyle kesilinceye dek başlarını mizde, az ileride duran arabayı ikimiz de aynı mek zorunda kaldım. Daha sabaha çok vardı,
annemin değil, babamın da çok kaygılı oldu­ yeniden yastığa koymazlardı. anda gördük. Annemin kalp atışlarının ansızın acılar içinde doğurdu beni. Sesim soluğum çık­
ğunu anımsıyorum. Bir gece, apartmandan gelen ayak sesleri ke­ hızlandığını duydum. Olduğu yerde donup kal­ mıyordu pek, yine de annem beni koynuna al­
Altı yıl önceydi. Daha gün ışımamıştı. Alt silmedi. Merdivenleri bizim kata kadar çıkıp dı. O sırada, arabadan inen sivil giyimli iki ki­ dığında onun kokusunu birazcık da olsa duya­
kattaki komşunun üniversiteye giden oğlu te­ tam kapının önünde durdu. Babam, kapının ça­ şi hızlı adımlarla anneme doğru yürümeye baş­ bildim. Sabaha karşı, gün ışırken birbirimizi yi­
laşla kapımızı çalıp, babama hemen radyoyu aç­ lınmasını beklemeden aceleyle giyinmeye baş­ ladı. Onların öyle dosdoğru üstümüze geldik­ tirdik. Karanlığa girişimizden sonra annem ilk
masını söyledi. Babamın ardından annem de ladı. Uç kişiydiler, anneme dokunmadılar, ama lerini gördüğümde korktum, gerçekten çok kez o gece ağladı. O gece koğuştaki bütün ka­
uyandı. Radyodan art arda çalan marşları, bütün evi altüst ettikten sonra, kütüphanedeki korktum. Annemin elinden tutup, onu alıp dınlar annemle birlikte ağladılar.
marşların arasında hep aynı şeyleri söyleyen bazı kitapları ve babamı alıp götürdüler. O za­ uzaklara, çok uzaklara kaçırmak geçti aklım­ Hâlâ burada, aynı evde oturuyorlar. Annem
uzun bir açıklamayı dinlediler. Bu arada babam man ben annemin karnında yedi aylık ol­ dan. Ama adamlar çoktan yanımıza gelmişler­ o koğuşta bir yıl kaldıktan sonra eve döndü.
banyo sobasında, kütüphaneden çıkardığı ba­ muştum. di. Hiçbir yere kaçamadık. Babam daha geç, çok daha geç dönebildi. Dört
zı kitap ve kâğıtları sabaha dek yaktı. Babamın Babamın gidişinden sonraki günlerde annem Sonraki günler... Annem de ben de o kötü yılı buldu sanıyorum. Bir araya geldikten son­
kaygılı yüzünü böyle anımsıyorum. O gün ak­ eskisi kadar evde duramaz oldu. Kendini sık sık günleri düşünmek bile istemiyoruz. Karanlık­ ra, kısa sürede eski düzenlerini kurdular. An­
şama dek annemle babam sokağa çıkmadılar. dışarı atıp sokaklarda uzun yürüyüşlere başla­ tı. O günleri hep kopkoyu bir karanlıkla anım­ nem, daha babam dönmeden önce bir gazete­
Kimse çıkmadı. Annem gün boyunca, evin için­ dı. İşte o günlerin birinde, birlikte bu çocuk par­ sıyorum. Annemin gözlerinin bağlı olmadığı sa­ de çalışmaya başlamıştı. Çalıştığı gazetenin hâlâ
de hiçbir yere sığamadı. Arka balkondan ön kını keşfettik. Annem de, ben de burayı çok sev­ atlerde; o küçücük, karanlık yerde, ara sıra da kapatılmamış olmasına çok seviniyor. Babam
pencereye, durmaksızın gidip geldi. Pencerenin miştik. O zaman parkta bu kadar çok bank yok­ olsa söyleşmeyi unutmadık. Acılarımızın biraz önce bir süre işsiz kaldı. Şimdi, o da yeni çık­
önünde elini karnına, tam benim üzerime koy­ tu. Annem evden çıkıp yavaş yavaş buraya dek olsun durulduğu, yapayalnız kaldığımız saat­ maya başlayan bir dergide çalışıyor. İkisi de o
du ve uzun uzun boş sokağa bakıp durdu. An­ yürür, parktaki banka oturup çocukları seyre­ lerdi. Canım yanıyordu, annemin canı yandık­ eski, kötü günlere kıyasla çok iyi görünüyor­
nemin kaygılı yüzünü de böyle anımsıyorum. derdi. Bu arada, elini, artık iyice büyümüş olan ça benim de canım yanıyordu. Yine de hiç ağ­ lar. Çok çalışıyorlar, yoruluyorlar; yine de ga­
Bir hafta içinde o evden ayrıldık. Yeni taşın­ karnına koyar, benimle söyleşirdi. Babamın lamadım. Annemin karanlığı dolduran çığlık­ liba bayağı mutlular. O sıkıntılı, yalnız günle-

35
YUNUS NADİ ARMAĞANI

K
Ö O N
y u : K
k A
ü
D 1 N

rimiz gerilerde kaldı artık.


Babama pek belli etmek istemiyor, ama ben
ğım. Maviye çalan, iri, kocaman gözlerini an­
latacağım bebeğimin. Yıllar var yitirdim onla­
lak verdiler.
tnan bana, inanmalısın bebeğim; hepsi de yü­ Mansiyonlar
biliyorum, annemi üzen bir şey var. O gece, be­ rı. Olası ölümlerden kaçırıp karanlıklara sal­ rekliydiler. Gençtiler, gençliklerini ve gelecek­
lerini istiyorlardı hep bir ağızdan. Am a ortalı­
nim kendisini acılar içinde bırakıp gidişimi hâ­
lâ unutamıyor. Bir yıl önceydi, babamla birlikte
dım. Ne zaman, nerede bulurum bir daha bil­
mem. Her gece gelir, biraz daha büyür uyku­ ğı ilk karıştıran dalgaların sesi oldu. Sonra ge- Semra
en son gittikleri doktor ona artık kesinlikle ço­ suzluğumda... Uykusuzluğunu çoğaltır, deniz ceyarısı kavgaları başladı.
cuk sahibi olamayacağım söyledi. Benden sonra olur, su olur gözleri...
Bu gece sana suyun ve kumsalın öyküsünü
“Uzaklardan, çok uzaklardan geceyarısını
muştuluyor dalgaların sesi”.
Aktunç
gerekli tedaviyi göremediği için... Bir yıldır daha
da çok üzüldüğünü biliyorum. anlatacağım. Çokça da kum taneciklerinin öy­ ‘‘Geceyarısına beş var. ” İstanbul ¡949 do­
Annemi bırakıp gidişimi düşündükçe, ben de küsünü. .. Aslında sana bu öyküyü çok öncele­ “Hayır, daha çok erken!..” ğumlu olan Aktunç,
kendimi bağışlayamıyorum. Onun, bu parka ri, gözlerim karanlıklar içinde gözlerini yitirdiği “Siz daha uyuyun, geceyarısını başlattık bi­ ilk ve orta öğrenimi­
her gelişinde, ağaçların ardına saklanmam da gece anlatmak istedim. Am a daha kum tane­ le b iz!..” ni İstanbul’da ta­
bundan. Yüzüne bakmaya utanıyorum. Yıllar­ ciklerini bile tanımıyordun ve karanlığın ren­ Kıyıdaki ihtiyar balıkçı gördü... Kum tane­ mamladı. İstanbul
dır her fırsatta buraya gelip benimle söyleşme­ gini öğrenmemiştin henüz. ciklerinin kavga kıyamet ortasında, dağda bir­ Üniversitesi Edebi­
yi bir alışkanlık haline getirdi. Ne kadar sakla­ Bir özlemdir kum taneciklerinin öyküsü. Ye- leşe, ufala küçüle nasıl kum tepeciklerine dö­ yat Fakültesi Felse­
nilmişliğin ortasında hüzünlü bir direnişin uç­ nüştüğünü... fe bölümünden me­
nırsam saklanayım, o eninde sonunda bulur be­ zun oldu. ¡988’de
ni. Ben de kolayca bulsun da söyleşmeye daha suz bucaksız örgüsüdür. Çığlık çığlığa bir sus­ “Kockoca bir dağ olmalıydınız oysa... Bir uç­
tan bir uca kumsal olmalıydınız. Kocaman bir yayımlanan “Baş­
çok zamanımız kalsın diye, hep aynı ağacın ar­ kunluktur... Bir başkaldırıdır cıvıl cıvıl... tlle kalarının Fotoğrafı’’
dına saklanırım. Beni bulur bulmaz, soluksuz de ille de bir tutkudur kum taneciklerinin ateş yakıp dağıtmalıydınız karanlığı!..” adlı öyküsü bir der­
anlatmaya başlar. Her gün değişir anlattıkları. öyküsü... Duymadılar ihtiyar balıkçı, ses vermedi kum ginin açtığı yarışmada ödül kazandı.
Bazen gazeteye yazdığı bir yazıdan söz eder, ba­ Yavaş yavaş, birer birer, adım adım gelip su­ tepecikleri...
zen yalnızca duyduğu güzel bir fıkrayı, bazen yun kıyısına yerleştiler. Hepsi sevdalıydı, deli İnan bana, inanmalısın bebeğim; hepsi de bir
de sıkıntılarım anlatır. Aslında, altı yıldır de­
ğişen çok fazla bir şey yok. Yine bana düşen,
doluydular ve dalgalar patladığında suyun p ı­
rıltısını görmekte karartıydılar. Karanlıktan ka­
geceyarısı karanlığın sesi sussun, sussun ki bu
kavga kıyamet durulsun istediler. Yürekten Doğan
susup susup, sessiz sedasız onu dinlemek. Bili­ çıp gelmişlerdi buraya. Alacakaranlığa da razı inandılar suyun ışığına. Suya bakıp yalnız ken­
yor musunuz, onu dinlemeyi öyle çok seviyo­
rum ki!
olmamışlardı. Önce zayıf, cılız ateşler yakıp
alevlerin dansına kattılar ayak seslerini. Kol ko­
dilerini gördüler ve hepsi de ‘gerçeği buldum '
sandılar. Sımsıkı sarıldılar gerçeklerine, gerçek­
Özkan
Az sonra gelir, demiştim, işte geldi. Söz ver­ la girip şarkılar söylediler. Şarkılarla büyüdü leriyle konuştular durmaksızın. Söyleşmeyi Ö zkan, 1951 do­
mişti, bu gece bana bir masal anlatacak. alevler, alevler şarkıları çoğalttı. unuttular sonunda... ğumlu. Galatasaray
Dalgaların sesi geliyordu uzaktan; durup ku­ Duyabilselerdi, ah bir sesini duyabilselerdi ih­ Lisesi, Ankara Üni­
Bu gece sana bir bebeğin gözlerini anlataca­ versitesi Siyasal Bil­
tiyar balıkçının... Karanlığın cılız ateşleri sön-
düre söndüre, ağır ağır suya yürüdüğünü gö­ giler Fakültesi ve
receklerdi. Boğaziçi Üniversite-
Küçücüktün, seni yeni soğuklardan koruma­ si’nde okudu. Halen
bir özet sektör ku­
ya çalıştığım günlerdi. Bir geceyarısı ansızın ruluşunda yönetici­
yağmurla, doluyla bastırdı karanlık. Bir gece- lik yapıyor. 1988’de
y arısı... dalgaların sesi iyice yaklaşmıştı... su­ Yeşil Dayanışma
ya yansıdı zifiri karanlık. Kum tanecikleri dar­ Grubu ’nun düzenle­
madağın, unufak oldular. Suyun karanlığı çe­ diği 1. Uluslararası “Güzel İstanbul” Kara Mi­
kip aldı içlerinden bazılarını. Sonra düş acıla­ zah Yarışması'ndaseçilen “BirKentsoylunun İs­
rı, yürek acıları, beden acıları... Dağlandı, kum tanbul İçin Ansiklopedik Sözlüğü” adlı
taneciklerine mezar oldu ihtiyar balıkçının çalışmasının yayımlanmasını bekliyor. 1988’de
yüreği. senaryo dalında YunusNadi Armağanı’nda “Ba­
Maviye çalan, iri, kocaman gözlerin olmalıy­ harda 3 Gün" adlı çalışmasıyla mansiyona lâyık
dı senin. Am a ellerin tutsaktı, sımsıkı bağlıydı görüldü.
gözlerim. Yitirdiğim karanlıklar içinde gözle­
rinin mavisini...
Dalgalar kıyıda patlamadı. Suyun pırıltısın, Buket
da göremedi kum tanecikleri. Kimi umudunu
kesti dalgalardan, kimini karanlık aldı götür­
dü. Bazıları yavaş yavaş kum tanecikleri olduk­
llzuner
larım anladılar... Ve öyle çok inandılar ki bu­ K u z e y Amerika,
na, bir kumsal olduklarını unuttular sonunda... Kuzey Avrupa, Ku­
Am a dalgaların sesi durmadı. zey Afrika ve Türki­
Çoğu da tutmadı yürek acılarına, beden acı­ ye’d eki çevrebilim
larını sardı, dalgaların sesine verdi kulağını ye­ eğitimini Hacettepe,
niden. Dalgaların sesini çözüp çözüp yeniden Bergen (Norveç},
Michigan (A BD),
sardılar. Çözdükçe sarıldı dalgalar, sardıkça çö­ Tampere (Finlandi­
züldü su ... ya) üniversitelerinde
Sudan gelip, eninde sonunda suya varacak­ tamamlayan Uzu-
larını biliyorlardı. Suyun ışığına inananların kı­ ner, Tampere Teknik
rık dökük, paramparça, ama rengarenk, ama ve Ortadoğu Teknik
yaşayan bir tablosuydu onlar... Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak çalıştı.
İşte böyle bebeğim... Kimseler, hiç kimseler Norveç’te garson, aşçı, bulaşıkçı, gazete satıcısı,
bilmese de, kıyıdaki yaralı, ihtiyar ve gözüyaş- AB D ’de tüp temizleyicisi, Finlandiya’da İngiliz­
lı balıkçı tanığıdır kum taneciklerinin... ce öğretmenliği ve Türkiye’de gazete yazarı ve rek­
Onu dinlemeyi öyle çok seviyorum kil... Bir lamcı olarak görev aldı, öyküleri edebiyat ve sa­
de kokusunu duyabilseydim... □ nata dergilerinde yayımlandı.

36
1988
1989 YUNUS NADİ ARMAĞANI
SEÇİCİ KURUL: Tülin Altılar,
Mehmet Baykan, Ergun Çağatay,

F o to ğ raf
K O N U : <T*0 C U K
Gültekin Çizgen, Paul McMillen.
B u d a ld a y a rış m a y a 233 y a rışm a c ı 538
fo to ğ r a f la k a tılm ış tır.

Birincilik ödülü
Ferhat Atalay: ‘Kurgu
fotoğraf çekmedim’
İstanbul, 1968 doğumlu olan Ferhat Atalay,
Galatasaray Lisesi üçüncü sınıfında beklemeli.
Bir dergide fotoğrafçı olarak çalışıyor. 8 yıldır
fotoğraf sanatıyla uğraşıyor. Fransız Kültür
Merkezi’nde iki sergi açtı.
F erh a t Atalay kendisine birincilik getiren
“çocuk” fotoğrafını Urfa’da çekmiş. Bu kentteki gü-
vercinci çocuklar da, tıpkı arka plandaki “Bixi Cola”
reklamlarının önünde şalvar ve peştemallarıyla duran
insanlar gibi, ilgisini çekmiş.
— Neden özellikle doğu? Ne bulmayı umuyor­
dunuz orada?
— Doğuyu yok olmadan görmek istiyordum. Urfa;
daki o dükkân, ahşap değil alüminyum doğrama ola­
cak bir süre sonra ve içinde tel kafeslerde güvercin
satılacak. Bana fazla geometrik geliyor buradaki her
şey. Fazla düzenli ve belirli çizgiler içinde. Binalar, in­
sanların düz, ütülü elbiseleri...
— Doğuyu İstanbul'da da her adımda görmek
mümkün...
— Ama yozlaşmış. Oradaki gibi değil aslında. Ben
GAP'ta, Atatürk Barajı’nda fotoğrafçı olarak çalıştım
bir süre. Sabah 5.30'dan akşam 8.00'e kadar. Şanti­
yeyi, şantiyedeki işçileri, çevre köyleri fotoğrafladım.
— Fotoğraf konusunda belli tercihleriniz var mı?
Kurgu ya da belge fotoğraftan gibi...
— Belirli bir kalıp koymadım hiç:“Ben şehir fotoğ-
rafçısıyım, ben belge fotoğrafçısıyım ya da ben sa­
nat fotoğrafçısıyım' demiyorum. Ancak hiç kurgu fo­
toğraf çekmedim bugüne kadar. Ne çektiysem onu
bastım.
— Bir dergide çalışıyorsunuz. Basın fotoğrafçı­
lığı size ne getirdi, ne götürdü?
— Basında hiçbir iddiam yok. Gazeteci değilim, ba­
na foto muhabiri denmesinden de hoşlanmıyorum.
Fotoğrafçıyım yalnızca. Türkiye’de maalesef fotoğraf
malzemeleri çok pahalı. Basın fotoğrafçılığı yapma­
mın tek nedeni bu. İşten vakit bulabildiğim her fırsat­
ta kendim için çekiyorum. Başlangıçta tekniğimi ge­
liştirir diye düşünmüştüm. Ama artık Özal’ın kurdele
kesmesini çekmek de istemiyorum.

37
YUNUS NADİ ARMAĞANI

İkincilik ödülü Açlan Uraz: ‘Fotoğraf hızla gelişiyor’


A ç la n Uraz, 1955 doğumlu. Ekonomi eğitimi açtınız. “Çocuk” konusuna yaklaşımınız? lar. Her türlü kıskançlıktan uzak, yem fotoğrafçıların
gördü, halen serbest çalışıyor. Fotoğraf — Çok çekici bir konu. Amatör olan her fotoğrafçı yetişmesi için kaynak sağlıyorlar.
çalışmalarını, üyesi olduğu İFSAK’ta 1986’dan şöyle ya da böyle objektifini çocuğa uzatır. Hatta bu, — Fotoğrafın 150. yılı çeşitli etkinliklerle kutla­
bu yana sürdürüyor. Bir kişisel sergi açtı, ulusal “sümüklü çocuk fotoğrafı” olarak da adlandırılıyor. nıyor. Türk fotoğrafını dünyadaki fotoğraf çalışma­
ve uluslararası yarışmalarda ödül kazandı, Bu arada en iyi sümüklü çocuk fotoğrafının çekilme­ ları arasında nereye oturtuyorsunuz?
sergilere katıldı. diği söyleniyor. Bu bence de doğru. — Bence Türk fotoğrafı büyük bir potansiyeli için­
— Fotoğrafa İFSAK’ta başladınız ve şimdi aynı de taşıyor. Ve çok hızlı gelişen bir kuşak geliyor. Geç­
yerde eğitmenlik yapıyorsunuz. Derneklerin fotoğ­ mişe baktığımızda, büyük ustalarımızla karşılaşıyoruz,
raf sanatına katkıları nedir? ancak yine de kaybettiğimiz büyük bir süseç var. Türki­
— Ödül kazanma olayını çok kişisel görmüyorum. ye'de bu konuda gözlenen hızlı gelişme fotoğraf ala­
ü lk e m iz insanını ve yaşam tarzını, estetik ve Sanatın her dalında kişisellik ön plandadır; ama ama­ nına umutla bakmamıza neden oluyor.
grafik öğeler katarak görüntülemeyi amaç edinen Aç­ tör fotoğrafçılıkta kişiliğin ardında bir yığın görülme­ — Türkiye’de yaşayan bir fotoğrafçının karşılaş­
lan Uraz, fotoğrafı, kitlelerle iletişim kurmanın en ya­ yen etken vardır. Devletin sahip çıkmadığı fotoğrafçı­ tığı zorluklar neler?
lın ve en etkin yolu olarak görüyor. Uraz’ın soruları­ lığa dernekler destek veriyor. Belli bir yere gelmiş, belli — Literatürleri ve katalogları takip etmekte büyük
mıza verdiği yanıtlar şunlar: bir isme sahip birçok fotoğrafçımız dernek kursları­ sıkıntı çekiyoruz. Hem ekonomik açıdan hem de ula­
— Daha önce de “Çocuk İşçiler" konulu bir sergi na katılarak, büyük bir özveriyle eğitmenlik yapıyor­ şabilmek açısından. O

%! .
1988
1989 YUNUS NADI ARMAĞANI Mansiyonlar

Üçüncülük ödülü Mustafa


Kocabaşı: ‘Anlatımcı
fotoğrafı seviyorum’
sorunlardır hep” diyor.
— Çocuk olmak ve çocukluk dönemi size nele­
ri çağrıştırıyor!
— Bana göre çocuk, insanın özel bir hali... Çocu­
ğa, büyük insanın küçüğü olarak bakmamak lazım.
Her şeyiyle doğaldır. Ve insan, çocukken sahip oldu­
ğu doğallığı kaybettiği anda büyümüş demektir.
— Ödül kazanan fotoğrafınız “ biran”ın yakalan­
masıyla oluşturulmuş bir fotoğraf değil. Fotoğraf
dilinizden söz etsek...
— Anlatımcı fotoğrafı seviyorum. Ve düşünceleri­
mi gerçeküstücü tavırla yansıtmaya çalışıyorum, in­
Dr. Sedat Tosunoğiu
sanların daha uzun süre düşünmelerini sağlamak için A ia n isa 1954 doğumlu Tosunoğiu, Kabataş Erkek Lisesi ve İstanbul
bu yolu seçtim. Fotoğraflarımın çıkış noktaları düşün­ Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’ni bitirdi. 1983'te A nalitik Kimya
celerim olduğu için, ne anlatacağımı belirledikten son­ Kürsüsü’nde doktorasını tamamladı. Halen aynı kürsüde öğretim
ra, o düşünce üzerine eskizler yaparak fotoğrafı ku­ görevlisi olarak çalışıyor. Fotoğraf sanatıyla 1984yılından bu yana
ruyorum. Yani fotoğrafın tasarlanmasından yanayım. ilgileniyor İnsan ve dünyası He ilgili fotoğraflar üretiyor Şimdiye
— Fotoğrafın tasarlanmasını eleştirenler için ne­
kadar, beşi uluslararası, 25 ödü! kazandı. "1988 İFSAK Fotoğraf
İstanbul 1958 doğumlu Mustafa Kocabaşı, ler söylemek istersiniz?
Ödü!ü"ne, bir başka yarışmacıyla birlikte değer görüldü. 5 kişisel sergi
1985’te Mimar Sinan Üniversitesi Güzel — Bunun tartışılması, fotoğrafın sanat kabul edil­
memesinden kaynaklanıyor. Çünkü sanatın temeli ta­
açtı, ulusal ve uluslararası düzeyde 30’dan fazla karma sergiye katıldı.
Sanatlar Fakültesi Fotoğraf Ana Sanat
Dalı’dan mezun oldu. 1983 'ten bu yana ulusal sarımdır. Anlatmak istediğim konuyu doğada hazır bul­
ve uluslararası yarışmalarda 39 ödül kazandı. mam imkânsız gibi. Onun için çekim ve karanlık oda
tekniklerinin yardımıyla oturup kendim yapıyorum.
Çok sayıda fotoğrafı ortak ve karma
— Bir fotoğraf sanatçısının yarışma için fotoğ­
sergilerde yer aldı. I987’de Uluslararası raf hazırlaması ve sayıları gittikçe artan fotoğraf
Fotoğraf Sanatı Federasyonu (F1AP) yarışmaları da tartışma konusu oluyor. Bu konu­
tarafından FIAP Sanatçısı (AFIAP) unvanına da düşünceleriniz?
değer görüldü. 1988’de bir fotoğrafı FIAP — Fotoğrafın üretildikten sonra, gerçek anlamını
Historical Collection’a alındı. Halen reklam bulması, izleyiciye ulaşmasıyla olur. Bunun yolları da
fotoğrafçısı, olarak çalışıyor. sergi açmak, albüm hazırlamak ya da gazete ve der­
gilerde yer almaktır. Bütün bu yollar maddi olanak­
Ödül kazanan “Çocuk" konulu fotoğrafında, sızlıklar ve ilgisizlikler nedeniyle kapalıdır. Durum böy­
büyüklerin korumacılığını anlatan Mustafa le olunca yarışmalar ve yarışmacılar çıkmıştır ortaya.;.
Kocabaşı,“Çocuklar, büyükler tarafından, diğer Bu anlamda yarışmaları benimsiyorum. Fakat olayı
büyüklerden gelebilecek kötülüklere karşı saptırıp, ödülü amaç olarak görmek son derece yan­
korunurlar. Çocuğun sorunları, aslında lış. Aynı şekilde yarışmalarla ortaya çıkarılan genç ye­
büyüklerin, çocukların başına sardığı teneklerin önce keşfedilip sonra harcanması da... q

Orhan Alptürk S.Sedat Doğanalp


İzm ir 1953 doğum­ İstanbul 1963 do­
SİMİ*»* lu Alptürk, ilk ve ğumlu Doğanalp,
orta öğrenimini İz­ ilk ve orta öğrenimi­
ni İstanbul’da yaptı.
mir’de tamamladı. 1984 ’te İTÜ Elekt­
İstanbul Teknik rik ve Elektronik
Üniversitesi’nden Faküttesi’nden me­
elektronik mühen­ zun oldu. 1987’de
disi olarak mezun İFŞA K ’ta fotoğrafa
oldu. Ulusal ve başladı. Ekim
uluslararası sergile­ 1988’de bir siyah-
re katıldı, çeşitli ödüller aldı. 1988 3. Devlet Fo­ beyaz, nisan 1989da
toğraf Yarışması ’nda siyah-beyaz dalda üçüncü­ . bir siyah-beyaz ve bir renkli baskısı, İFSAK’ta
lük ödülüne değer görüldü. “Ayın Fotoğrafı” seçildi. je j

39
S O F R A Bekri Çeşnici

“Ber mutad isinin ileri ehli” I

u hafta DERGl’miz, “ Yunus Nadi Ar­ ra ve İstanbul’da hakkıyla sürdüren Süreyya ise

B mağanı” Yarışması’na ayrıldı. Bu yarışma­


da kazanan, derece alan yapıtları okuyup
izlediniz: Yunus Nadi’tıin yaşamını, düşünce ve
eylemlerini aktaran yazıları okudunuz... Bu ve­
yıllar önce bize, işi gereği Ankara ile İstanbul
arasında mekik dokuyan Yunus Nadi Bey’in baş­
kente hareket ettiğinde, eşi Nazime Hanım’m
Karpiç’ten telefonla patronu veya Süreyya’yı ara­
sileyle biz de Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı’nda ve yarak uyardığını anlatmıştı.
devrimlerînde, savaşım arkadaşı olan Yunus Na- “Beyefendi Ankara’ya geliyor; ama yemeği­
di’nin anısına, onun da bir zamanlar gittiği, şim­ ne, içkisine özen gösterin lütfen” demiş, Nazi­
di artık yok olan; ama yalnızca o zamanların me Hanım.
deyimiyle “ehl-i keyf’ler ile “şikenperver”in bel­ Karpiç’in özellikleri nelerdi?
leklerinde değil, anı kitaplarında, yazın ve si­ Her şeyden önce, temiz güzel bir mutfak; ama
Ankara’nın başkent oluşunun hemen ilk yıllarında, "Karpiç Şehir Lokantası"nda resepsiyonlar, balolar düzenlenir, Yu­
yasal tarihimizde yer alan Karpiç’ten söz daha önemlisi, adabına uygun bir servis ve çevre.
nus Nadi de Gazi Mustafa Kemal İle bu sofralara katılırdı. Fotoğrafta, “ Baba Karpiç" ve hazırladığr sofralardan biri...
edeceğiz. Lokantaya kravatsız girilmesi yasaktı. Ama ves­
Mustafa Kemal Atatürk, daha Atatürk olma­ tiyerinde, her zaman kravatız gelen müşteriler ğı düzenlemiş ve ortasına da, yirmibeş kuruş bü­
dan çok önce, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı da baş­ için, sonradan alıp eve götürecekleri bir boyun-
Yirmi beş kuruşluk havyar yüklüğünde havyar kondurmuş.
latmadan evvel, Anadolu’ya ayak basmasının da bağı bulunurdu. Baba Karpiç, görgüsüzlükten hiç hoşlanmaz- Çok bozulan Amerikalı da Baba Karpiç’e o
öncesinde, Yunus Nadi’ye, tüm tasarılarını an­ Karpiç, yemeğin adabına uygun yenmesine mış. Bir gün lokantasına gelen bir Amerikalı­ zaman için çok ama çok büyük para olan, bir
latmıştı. Ve Mustafa Kemal, Anadolu’ya çıktık­ özen gösterir, münasebetsiz davrananların bir nın yirmi beş kuruşluk havyar istemesine çok mor binlik vermiş.
tan kısa bir süre sonra da Yunus Nadi kendisi­ daha gelmemeleri için elinden geleni yapardı. içerlemiş. Çünkü Baba Karpiç, zaten havyan Karpiç hiç altta kalır mı?
ni izlemişti. Ama acaba Mustafa Kemal Paşa, Ama zaman zaman, yandaki otelden buraya müşterisinin önüne tabakla getirir, o alacağı ka­ Hemen adam gönderip, Merkez Bankası’ndan
Ankara’dan çağdaş bir başkent yaratacağını da pijamasıyla yemek yemeğe gelen kimi saylavla­ dar alırmış. Ama bu kez, koca bir marul taba- binliği bozdurup yirmi beşer kuruşluk haline ge­
söylemiş miydi dostuna?.. İşte burasını tam ola­ rı da geri çevirmez, onlara salonun arka bölü­ tirtmiş. İçinden yalnız bir yirmi beş kuruş alıp,
rak bilemiyoruz. Bildiğimiz, Mustafa Kemal1 münde servis yaparken pijamayla yemeğe gelin­ üstünü bozuk para olarak vermiş.
in, başkenti Ankara’nın en ince ayrıntısını bile meyeceğini uygun bir biçimde anlatmaya da ça­ Bu kez, binlik gibi morarma sırası, Amerika­
düşündüğüdür. Nitekim Mustafa Kemal Paşa ba gösterirdi. lıdaymış.
Anadolu’ya çıktıktan üç yıl sonra, Rus göçme­
ni Georgi Karpoviç’e Ankara’da, ileride diplo­
Beyin salata
matların, politikacıların, devlet ileri gelenleri­ Gazetecilere, yazarlara, genç diplomatlara çok
nin, gazetecilerin toplanıp yemek yiyebilecek­ saygı gösteren Baba Karpiç’in en kızdığı şeyler­
leri bir yer açmasını, kendisine destek olunaca­ den biri de çatalı tabağın kenarına vurup gar­
ğım söyleyerek yeni başkentin, ayrıntı sayılacak son çağırmalarıymış. Bir gün yine müşteriler­
bir eksikliğini de gidermeye koyulur. den biri böyle davranınca, Karpiç hemen yanı­
Bu konuşma sırasında, Mustafa Kemal Paşa na gitmiş öfkeyle bakmış ki söz konusu kişi Ne­
Karpoviç’e cip Fazıl (Kısakürek), Baba Karpiç hiç renk ver­
— Bizimkilerin senin adını söylemeleri zor. memiş ve sormuş:
Gel senin adın Karpiç olsun der. — Buyrun efendim bir emriniz mi var?
Karpoviç’in Karpiç’e dönüşmesi ve Ankara’­ — Bir beyin istedim, hâlâ gelmedi.
da tüm Atatürk ve tek parti dönemine damga­ Baba Karpiç hiç istifini bozmadan devam et­
sını basıp, DP zamanında da süren KarpiçTi miş:
günlerin başlaması böyle olur. — Kimden istedinizdi?
Karpiç’in binası, Ulus’ta Merkez Bankası’nın Necip Fazıl şaşkın,
....— { — Kimden olacak garsondan, demiş.
yanındaki yerdedir. İlk önceleri, ahırdan boz­
ma olan bu bina, zamanla düzeltilir, halılarla .ederte: O zaman Karpiç, taşı gediğine koymuş.
kaplı içinde 100 masanın bulunduğu bir lokan­ denerine - - ■- ' '"J — Hata sizin efendim. Allah’tan isteyecekti-
KarpiÇ’in
taya çevrilir. 2 Temmuz > \i pulduk
...

Ankara’da ilk “Amerikan bar” Karpiç’in bah­ işinin


çesinde kurulur ve ilk viski de başkente Karpiç
tarafından getirtilip ederinden aşağı satılır. Bu
davranış da Ankara Palas yöneticilerinin şikâ­
Karpiç’in bir özelliği de ucuz olmasaydı. He­
le hele ayrı özel masaları olan gazetecilerin pa­
Haftanın cesnisi: Bore çorbası
stında “ borç çorbası” , Beyaz Ruslar'ın Türkiye’de tanıttığı tipik bir kış çorbası... Ama
yetlerine neden olur.
Ankara’nın merkez olmasının ilk yıllarında
rası yalnız rakıya yettiği halde, rakının yanında
her türlü mezenin getirilmesi pek ünlüydü. A “ Baba Karpiç” ten söz açılınca, elbette "Sofra” için akla gelen ilk ‘tabak’lardan biri de
“ borç çorbası” oluyor...
Karpiç’te resepsiyonlar, balolar olur. Atatürk Karpiç’in yazarlara, sanatçılara, gazetecilere
bunlara katılır. Yunus Nadi Bey de... National gösterdiği bu yakınlık kendisinin, “Baba
MALZEMESİ: 450 gram kıyılmış kırmızı pancar; 225 gram kıyılmış havuç; 110 gram kıyılmış
Georgraphic Magazin'in genç Türkiye Cumhtı- Karpiç” diye anılmasına neden olmuştu. Ve so­ maydanoz; 450 gram kıyılmış lahana; 450 gram patates (bütün olarak); 450 gram domates
riyeti’ni tanıtan bir yakısında “gayri resmi Dı­ nunda bu lakap o denli tutmuştu ki yabancılar veya domates salçası; 85 gram ince kıyılmış soğan; bir baş soğan (bütün); 3,6 gram karabi­
şişleri Bakanlığı” diye tanımlanan Karpiç’in, bile onu “Papa Karpiç” diye çağırır olmuşlardı. ber; 85 gram krema.
Von Papen’den Celal Bayar’a, Mazhar Osman1 Karpiç’in bu davranışı onun geleneğini sür­
dan Hamdullah Suphi’ye Ahmet Emin Yalman1 düren Süreyya’ya da geçmişti. Bir de Ece Bar1 H a ZIRLANIŞI: Et ve dana kemikleri, karabiberle birlikte soğuk suya konularak, yumuşaya­
dan Cemal Nadir’e, herkesin karınca kararınca m sahibi Ece Aksoy sanatçıya, yazara aynı dik­ na kadar kaynatılır. Bu sırada bir baş soğan eklenir. 1
bir şeyler çiziktirdiği defterinde Yunus Nadi kati gösterir. Ama sanırım ki Ece, Baba Kar­ Ayrı bir kapta kıyılmış soğanlar kahverengileşene kadar kızartılarak kırmızı pancar ve bir
Bey’in 1938 tarihli bir notuna da rastlıyorsunuz. piç’i görmüş olsun. Hoş ben de hiçi görmedim patatesle birlikte çorbaya konulur.
Lokantayı ve çalışanları öven yazıda, “ Bu ara­ ya... Havuç ve maydanoz da çormaya eklenip yarım saat kaynatılır. Daha sonra lahana ilave
da Karpiç’i bermııtad işinin ileri ehli bulduk ve Baba Karpiç, bir döneme öylesine damgası­ edilir; lahana yumuşadıktan sonra da önce patates, son blarak da domates veya domates
çok memnun olduk,” deniyor. nı basmıştı ki onu bilmek için artık görmeye bile salçası konulur, tuz eklenir. Piştikten sonra, çorbanın üz&ine, ince kıyılmış maydanoz ve
Baba Karpiç’in torunu Nathalie Hanım (Ulu- gerek yok. krema eklenerek servis yapılır.
han) ise dedesinin Yunus Nadi ile ilgili anıları­ İsterseniz, bu tarihi lokantayı anan yazımızı, Afiyet olsun!
nı bilmiyor. Karpiç geleneğini sonradan Anka­ iki “yaşanmış” Karpiç fıkrasıyla bitirelim:

40
ANKET DEFTERİ Nilay Karman

"Anzavur” adlı senaryosuyla 1969 yılında "Yunus Nadi


Armağam"nı kazanan oyun yazarı Güngör Dilmen ile Kuz­
guncuk'taki evinde görüştük. Güngör Dilmen
unus Nadi Armağanı Senaryo Yarışması'nda 1969 yılında bi­
Oyun Yazarı

Y rincilik ödülünü merhum Oktay Arayıcı ile paylaşan oyun ya­


zarı Güngör Dilmen, "Keşke bu ödülü kazandığımı göste­
ren bir plaket olsaydı” diyor... Dilmen'in bu dileği, daha son­
raki yıllarda, 1986-1987 Yunus Nadi Armağanı döneminde gerçekleş­
ti... Güngör Dilmen, o günleri düşünürken senaryoya dalıverdi ve an­
latmaya başladı: “Kurtuluş Savaşı’nda gerici ayaklanmaları konu
alan bu senaryonun başkahramanları, Anzavur ve Hamdl Bey idi. S izin için fe la k e t nedir? Ulusal felaket: Dinci akımların komşu ülkelerdeki gibi çılgınlaşması. Kişisel
Senaryo, Akbaş Cephaneliği'nin, Hamdi Bey ve arkadaşları tara­
fından karşı kıyıya, yani Anadolu’ya taşınmasını konu alır.” Henüz felaket: Yaşlılığımda başkasına muhtaç olmak.________________________________________________________
filmi yapılmamış olan bu senaryonun film çekimi için öneriler geldiği­
ni de hatırlatan Dilmen, “Anzavur"un bugüne kadar yazdığı tek se­
naryo olduğunu da hatırlatıyor. Dilmen, "Ama bu demek değildir ki, S izin için m u tlu lu k nedir? Çaba ile ele geçer gibi olan bir duygu.___________________________________
başka senaryo yazmayacağım" diyor. Bu konu, tiyatrodan çok sine­
ma dilini gerektirdiği için, film senaryosu yazdığını belirten Dilmen,
H a n g i h a ta la rı k o la y a ffe d e rs in iz? Ardında bir art niyet, çıkar yoksa, üzerinde bile durmam. _________
konuşmasına daha sonra şöyle devam etti: “Daha doğrusu, Yunus
Nadi Armağanı Yarışma-
sı’nın yapılacağı ilan edil­ T ü r k iy e ’n in bug ü ne k a d a r g ö rdü ğ ü en k ö tü p o litik a c ı? A l birini vur ötekine... ____________________
diğinde, bu senaryoyu ya­
zıyordum ve çalışmalarımı
hızlandırıp yarışmaya ka­ T ü r k iy e ’ n in g ö rd ü ğ ü iy i p o litik a c ı? Mustafa Kemal, İsmet İnönü ve genç Ecevit. ________ ______
tılmaya karar verdim.” Dil-
men’e göre, Yunus Nadi Ar- D ü n y a n ın bugüne k a d a r g ördü ğ ü k ö tü p o litik a c ı? Geln iş geçmiş peygamberler ve onların havarileri.
ÜÜ» mağanı’nın, para ödülünün
yanı sıra bir heykelcik ya da
plaket gibi simgelik bir an­ 17 ya şın ızd ak i k ız ın ız ın k ü rta j o ld u ğ u n u d uysanız ne y a p a rd ın ız? Olmayan bir şeyi_______________
dacı da olmalı... Dilmen, ça­
lışma masasını göstererek, Çocuğum yok.___________ ______ _____________________________________________ _____ __________________
“Şurada bir plaket olsa fe­
na mı olurdu” diyor. Biz de Y a rın sabah u y a n d ığ ın ızd a önce y a n ın ız d a k im i g ö rm e k isterdiniz? Annemi... (Hayatta değil; on
kendisine, 1986-S7 yılından
bu yana bir heykelcik ve yıl önce öldü)_____________ _____________________________________ ________
onur belgesiyle bu tür bir
uygulamaya geçildiğini
anımsatıyoruz... N e re d e yaşa m ak isterd in iz? Burada, Kuzguncuk'ta; şu kendi evimde..._______________________________
1930 yılında Tekirdağ'da
doğan Güngör Dilmen, orta ve İlse öğrenimini Çanakkale'de tamam­ H e d e fin iz ? Bugünlerde serseri mayın gibi gidiyorum._________________________________________________
lamış. 1960 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, "Kla­
sik Filoloji" bölümünden mezun olan Dilmen, 1961-1964 yılları arasında
Yale ve Washington üniversitelerinde tiyatro eğitimi görmüş. Türki­ K im in yerin de o lm a k isterdin iz? Kendim olmak zorundayım._______________________________________
ye’ye döndükten sonra İstanbul’da Şehir Tiyatroları’nda iki dönem dra­
maturg olarak çalışan Dilmen, 1970-1972 yılları arasında İngiltere’deki S ev d iğ in iz yazar? Çok... Bu soruyu sormayın... ________________________ ' ________________________
Durham Üniversitesinde Türkçe dersleri verdi. 1982 yılında Eskişe­
hir Anadolu Üniversitesinde bir yıl süreyle ders veren Güngör Dil­ S evd iğ in iz oyun? Orhan A sena’nın “Tanrılar ve İnsanlar ” adlı oyunu.________________________________
men, halen İ.Ü. Devlet Kanservatuvarı ve Boğaziçi Üniversitesi
nde öğretim üyeliği yapıyor. Dilmenin oyunları arasında, Midas Üçle­ Y a z d ığ ın ız o y u n la rd a n sevdiğiniz? Büyük bir aşk oyunu yazmak istiyorum; henüz gerçekleşmedi.
mesi (Midas’ın Kulakları, Midas’ın Altınları ve Kördüğüm) Canlı May­
mun Lokantası, Kurban, Bağdat Hatun, Deli Dumrul, Devlet ve İn­ A ş k m ı para mı? Yoksa gençlik mi, diye sorsanız ya...________ ______________________________________
san bulunuyor. Dilmenin son yazdığı “Aşkımız Aksaray'ın En Bü­
yük Yangını" adlı oyununun, gelecek sezon Devlet Tiyatrolarında
oynanması söz konusu. Dilmen, halen Lozan üzerine bir oyun yazı­
yor. □ V__________________________ _____________________________ '

DÜNYA ÇİÇEKÇİSİ
Dünya Çiçekçisi zor beğenenlerin çiçekçisidir.
Özellikle tüm Türkiye’deki üyeleriyle dünyada
çiçek gönderem eyeceği yer yoktur
Çiçekle mutluluklar diler, çiçek emirlerinizi bekler,
saygılar sunar.
Dünya Çiçekçisi: Merkez Güzel Bahçe Sok. No: 9/A Nişantaşı-İST Tel: 141 65 43-131 24 85

Teleks: 26568 SKF Telefaks 1670998


Ankara 271 178 - İzmir 223 019 - Adana 23 351 - Alanya 2931 - Antalya 123682 - Burdur 12120 -
Bursa 226 163 - Gaziantep 104 05 - Giresun 10313 - İsparta 17978 - Kıbrıs Lefkoşa 72 958 -
Kocaeli 138 37 - Mersin 20453 - Samsun 32 329 - Sivas 14 352 .

41
S A Ğ L I K Erdal Atabek

Çağdaş tıp mı, muskacılık mı?.. [2]


Bir yandan tıp teknolojisi böylesine ilerlerken, bilgisayarlı analizler devri yaşanırken, diğer yandan da dualara muskalara mı dönüyoruz ?..

Haziran 1989 tarihli Cumhuriyet Dergi’de ken bir konu durumunda. Ruh sağlığı ve has­

4 yayımlanan “Çağdaş tıp mı, muskacılık


mı?” konulu yazımıza, iki meslektaşım il­
gi duyarak katkıda bulundular. Önemi nedeniyle
konuya yeniden dönme gereğini duydum.
talıkları uzmanı arkadaşlarımız bu konuda zen­
gin gözlemlere sahipler.
Bizler, tıp fakültesine 40 yıl önce girerken bil­
gisizliğin karanlığını bilimin ışığıyla aydınlatma­
nın heyecanını da duyuyorduk. Karşılaştığımız
Ankara Tıp Fakültesi Tıbbi Etik Ana Bilim
Dalı görevlisi Sayın Dr. Yaman Örs, mektubun­ olayları ülkemizin geri bıraktırılmış olmasıyla
da şöyle diyor: açıklıyor, her gün biraz daha azalacağını düşü­
nüyorduk. Ülkemizin sağlık alanında çağdaşlaş­
“... Sizin Dergi’deki yazılarınızı büyük beğe­ masının bizim çalışmalarımıza da bağlı oldu­
niyle okurken, yine zaman zaman, işlediğiniz ğunu hiç unutmadan bilgi ufkumuzu, düşünce
konularla özellikle tıp fakültelerindeki öğretim ufkumuzu genişletmenin uğraşını veriyorduk.
üyelerinin neden az ilgilendiklerini sorgulama­ Bugün, “Kırk yıl önceden daha geriye mi
dan, bu arada kendi adıma da sıkıntı duyma­ gidiyoruz” diye kendime soruyorum. Bir yan­
dan edemiyorum. Genellikle yaptığımız gibi,
dan tıp teknolojisi böylesine ilerlerken, bilgisa­
kendini bağışlama yollarını da bulmuyor deği­
Konuyla ilgili ikinci mektup da meslektaşım gereken bilim-din çatışmasını şeriat özlemleriyle yarlı analizler devrini yaşarken, diğer yandan da
lim; ancak çok açık olarak burası bunlardan söz dualara, muskalara mı dönüyoruz, bilmiyorum.
açmanın yeri olamaz. Sayın Dr. Ramazan İnci’den geldi. (Siirt) Bat- yeniden diriltmek, hastalıkların nedenleriyle ol­
man’dan yazan Dr. R. İnci de şunları belirtmiş: sun, sonuçlarıyla olsun bilimsel gerçekleri red­
Son olarak 4 haziran tarihli Cumhuriyet Der­ “ Saygıdeğer Hocam, dederek inanca dayalı bir çözüm aramak, dinle Değerli meslektaşım Dr. Yaman ö rs’e özel­
gi’deki “Çağdaş tıp mı, muskacılık mı?” baş­ 4 Haziran 1989 tarihli Cumhuriyet Gazetesi likle teşekkür etmek istiyorum. Üniversitenin bi­
ilgisi de kuşkulu bir mistik gerilemedir.
lıklı yazınızı okuyunca, yukarıdakilere ek ola­ ekinde yayımlanan ‘Çağdaş tıp mı, muskacılık lim yuvası olarak ülkeyi aydınlatmadaki göre­
Yaşanan örnekler bir iki değil, pek çok çev­
rak ve toplumumuzdaki bilinç dışı, us dışı, çağ mı?’ başlıklı yazınızı okudum. Çok önemli bir rede pek çok hastalığı ilgilendiren boyuttadır. vini, bu görevin yeterince yapılmamasındaki
dışı, uygarlık dışı yönelişlerin bilincinde oldu­ toplumsal konuya değinmişsiniz. Hekim olarak Sarılık hastalığının bilimsel nedenlerini bir ya­ üzüntüyü, duygularıyla dile getirmiş. Doğrusu,
ğunu düşünen bir kişi olarak gerçekten utanma kendi adıma teşekkür ederim. na bırakıp da iki kaşın arasını -bilen birine- kes­ TRT “zakkum” konusundaki ilk yayınını yap­
duydum. Atatürk’ün alaturka bir topluluktan Ben iki kongrede ‘Toplum Sağlığında Sarılı­ tirerek şifa aramak, bilinenlerin en yaygın ör­ tığı zaman, tıp fakültelerinden daha yaygın, da­
çağdaş uygarlığa yönelmiş bir toplum yaratma ğın Tedavi Yöntemleri’ ve yine eylül ayının ilk neğidir. Aslında hastalığı için doktora giden has­ ha etkin tepki beklemiştim. Üniversitelerin ka­
çabalarını düşününce, başta din alanı olmak haftası içinde İstanbul’da yapılacak olan 2. Ulu­ taların bir bölümünde bile iki kaş arasındaki in­ muoyunu aydınlatma görevi vardır ve bu göre­
üzere neredeyse her yönden ‘arabeskleşen’ ve sal İnfeksiyon Hastalıkları Kongresi’nde yine ce kesiği görmek olasıdır. ve sahip çıkmaları bilimin prestijini arttıracak­
‘arabeskleştirilen’ bir topluluk içinde yaşıyor ol­ batıl inançlarla sağaltıimaya çalışılan ve bazı­ Kadınlardaki “kısırlık” olgusunun bu alan­ tır. Ülkemizin dört yöresine dağılmış görev ya­
manın üzüntüsünü daha çok duydum; bunun ları ölüm derecesinde olan örneklerle sağlık eği­ da zengin bir sosyal davranış alanı olduğu uzun pan meslektaşlarımızın sağlık sorunlarına ba­
yanında da bir tıp adamı, akademisyen ve ay­ timinin önemini vurgulamak amacı ile götürü­ zamandır bilinmektedir. Kadının çocuğu olma­ kışları hepimiz için önemlidir. Sağlık kültürü gi­
dın olmanın sorumluluğunu. yorum. masını sadece kadına bağlayan, erkeğin rolü ola­ bi güç bir görevi bu sayfada yerine getirme uğ­
Ülkede egemen olması için büyük çaba har­ Bu konularda sizinle bilimsel çalışmaya kat­ bileceğini kabul bile etmeyen bir anlayışın her raşımıza meslektaşlarımızın katkıda bulunma­
canan, ‘araştırmamalı, açıklamamak, anlama­ kıya hazırım. Selam, sevgi ve en iyi dileklerim­ türlü bilimsel yolu bir yana bırakıp, “Kadına do­ sı benim için mutluluktur, okurlarımıza iletmek
mak, (böylece) dünyayı, doğayı, kendini, top­ le güzel günler temenni ederim.” ğurma yetisi kazandıracağı’’ sanılan dualar, de görevimiz olmakta.
lumu tanımamak,’ ilkesine karşı bir savaşım Değerli meslektaşlarımın ülkemizin sağlık so­ muskalar, otlarla şifa araması önemli bir araş­ Hekimliğin babası olan Hipokrat, hastalık­
memizin gereği açık sizin de vurguladığınız gi­ runlarıyla ilgili katkıları, bu toplumun aydını tırma konusudur. Özellikle kadın hastalıkları ve ların tanrılarla değil, insanlarla ilgili olduğunu
bi. Son aylarda, ülkemizde hekimlik uğraşının olma sorumluluğunu taşımanın gerçek bir öl­ doğum uzmanı meslektaşlarımız ülkemizin çe­ söylediği zaman, “çağdaş tıp” biliminin teme­
düzeyi ve toplumsal sorumluluğu açısından, çütüdür. Halkın içinde yaşadığı sıkıntılara gözü­ şitli yörelerinde bu konuyla ilgili pek çok örnekle lini de atmaya başlamıştı. Sonradan, “sosyal
zakkum olayımn altında yatan ‘görüşlerin’ doğ­ nü kapamadan, “Bana ne” demeden kendini so­ karşılaşmışlardır. tıp”, hastalıkların toplumsal nedenlerle ilgisini
rultusundaki birtakım olaylara tanık olduğuma rumlu saymak, bu sorumluluğun gereği olarak Ruhsal hastalıkları cinlerin etkisine bağlamak konu edindi, bu alandaki başarıları kitlelerin
değinmek istiyorum. Ancak bütün bunların et­ elinden geleni yapmak çağdaşlığın önemli bir da sanıldığı kadar gerilerde kalmış değildir. Bir­ sağlığını kurtarmanın gücü oldu.
kin ve çok boyutlu bir biçimde tartışılacağı fır­ göstergesi. Bu gelişmeleri görmekten mutluluk çok yerde, hastalıkları “hocalık” ve “doktorluk” Şimdi, bütün bunları ıskalayıp da yeniden Hi­
satların yaratılması, onların da yeterince değer­ duyuyorum, bu mutluluğu okurlarımla paylaş­ diye ikiye ayıran yanlış inancın varlığı bilinmek­ pokrat öncesine dönme çabaları, kuşkusuz, biz
lendirilmesi için, pek çok çaba göstermeliyiz. mak istiyorum. tedir. çağdaş hekimlerin tepkisiyle karşılaşacaktır.
Geleceğin belirlenmesinde bu tür çabaların bü­ Kuşkusuz, ele aldığımız konu, ülkemizdeki in­ Ruhsal hastalıkları hastalıktan saymamaktan Hekim olma sorumluluğu ülkemizde aydın ol­
yük payı olacağı kanısındayım. sanların sağlığını doğrudan etkileyecek önem­ başlayarak, her türlü bilimdışı yolla iyilik ara­ ma sorumluluğunu da taşıyor. Bilinçli halkımız­
Esenlik ve başarı dileklerimle.” de büyük bir sorundur. Artık gerilerde kalması yan yöntemler de bugün bile araştırılması gere­ la bütünleşmenin yolu da bu değil mi? □

1ST : 151 41 55
SAĞLIK ÇAN AJANS ANK:231 26 99
P R O K T O L O G IE T Ü R K İY E ŞİŞLİ RÖNTGEN
HEMOROİD-FİSTÜL KANSERLE S A V A Ş VA K FI ve ULTRASOUND Akupunktur
VARİSLERİN
BAŞ AĞRILARINIZIN TEŞHİS MERKEZİ AĞRI
INFRAROT, İĞNE İLE
V a k fım ız o n k o lo ji m e r k e z i d e rin ışın te ­
TEŞHİSve TEDAVİSİ İÇİN PANOROMIK KLİNİĞİ
TEDAVİSİ ve
d a v is i, c ilt k a n s e r le r i te d a v is i k a n s e r in SEFALOMETR1K •MİGREN
Op.Dr. HAYATİ F.KOCAL ila ç la te d a v is i ( K e m o t e r a p i ) için h iz ­ incelemeler için de
hizmetinizdedir. •BAŞ AĞRILARI
Bankalarla anlaşma vardır. m e tin iz e h a z ırd ır. ASMED
SAĞLIK MERKEZİ
Rad.Dr. Ali AKINCI • FANT0M AĞRILARI
Rumeli Cad. Oğan Apt. Rad.Dr. Adnan GÜZELÖZ
Tedavisi
No: 16 K. 2 Nişantaşı LEVENT. NISPETİYE BİRLİK SOKAK SONU Halaskârgazi Cad. Osmanbey Apt. Tel: 141 00 87 R u m e l i C a d . O ğ a n Ap t .
No: 194/1 D.1 Osmanbey/İST.
Tel: 141 35 89 - 132 01 20
140 32 98 No: 16 K 2 N İ Ş A N T A Ş I
TEL: 178 83 41 - 5 HAT Tel: 148 63 93 131 18 26 Tel: 141 35 89 - 132 01 20

42
EV EKONOMİSİ Meral Tamer R A S G E L E Raif Ertem

Güzel günler
Sebze ve meyvede hormon yakın mı?
erel yöneticiler! Bayağı umutlan­
Türkiye’de yalnızca patlıcan ve domatese hormon uygulandığını belirten beslenme
uzmanı Ayşe Baysal, ilaçlı ve hormonlu yiyeceklere ilişkin pratik önerilerini
Y dırıyorlar bizi. Güzel sözler dö­
külüyor ağızlarından. Çevre üstü­
ne, doğa üstüne. Kentlerimiz için. Eğer
sözleri gerçekleşirse, sağlıklı bir çevrede
aktarıyor... yaşayacağız, güzel kentlerde. Beklemek
de hakkımız, umutlanmak da. insanlar
yapabileceği şeyleri söylemeli, söyledik­
ediğimiz sebze-meyve hormonlu mu? Vi­

Y
lerini de yapmalı. Bir şeyi de unutmama­
tamin alahm derken vücudumuza zararlı
maddeler mi giriyor? Çocuklarımıza ftoWlOHlP OLSA lı. İnsanların umutlarını yitirmesi kadar
korkunç bir olay yok. Geçmişimizde çok
‘meyve ye, domates ye’ diye ısrar ederken aca­ yaşadık. Hep yeniden başladık. Yeniden!
ba doğru mu yapıyoruz? Hangi sebze ve mey­
velere hormon uygulanıyor? Tarım üreticileri
«WİV\ m tf.U X Yaşadığımız kent. İstanbul. En çok on­
dan söz ediyoruz. Değer de hani. Yaşa­
hormon konusunda denetleniyorlar mı? dığımız, gördüğümüz güzellikler bir bir
Bu tür sorular okurlarımız tarafından bize yok oluyor. Bir geçtiğin sokaktan, ikinci
sıkça yöneltiliyor. Konuyla ilgili olarak görüş­ geçişinde tanıyamıyorsun. Evler değişmiş,
lerine başvurduğumuz Hacettepe Üniversitesi insanlar değişmiş. “ Merhaba” , diyebile­
Beslenme ve Diyetetik Bölümü Başkanı Prof. ceğin kimse kalmamış. Yıkılan evlerle bir­
Ayşe Baysal, yiyeceklere hormon uygulamanın likte insanlar da yıkılmış. Küsmüşler, kı­
belli bir teknoloji gerektirdiğini ve dolayısıyla rılmışlar. “İstanbul sîzlerin olsun” demiş­
her üretecinin bunu uygulamasının mümkün ol­ ler. Başka kentlere yerleşmişler. Gazete­
madığını dile getiriyor. Kendisine ulaşan bilgi­ lerde okuduk. “Beni İstanbullular başkan
lere göre Türkiye’de ancak domates ve patlıcana yaptı” diyemiyoruz. Kalmadı bu olgu.
hormon konduğunu, bunun da Antalya’da tur­ Acı değil mi?
fanda sebze üreten büyük ve gelişmiş seralar­ Hepiniz bilirsiniz. Köylerde köpekler
da yapıldığını kaydeden Prof. Ayşe Baysal, kıravatlılara havlar, ütülü pantolona.
sebze- meyveyi mevsiminde ve bol olduğu za­ Kentlerde ise açık yakalıya, poturluya.
man yemenin yararları üzerinde bir kez daha Canlılar çevresiyle bütün. Çevre değiştik­
durarak özetle şöyle diyor: çe, yaşayanı da değişiyor. Yeni çevreler,
• “Önce et-tavuk konusunu ele alalım: Ye­ yeni canlıların. İstanbul’un evlerini yık­
diğimiz tüm et ve tavuklarda hormon olması söz öneriyorum. Böylelikle hem daha ucuz ve be­ ürünlerle beslenme yoluna gidildiğinde hem tık, apartmanlar diktik. Diktik ama İs­
konusu değil. Çünkü hormonu doğru uygula­ sin değeri daha yüksek oluyor, hem de hormon­ dengeli beslenme sağlanmış olur hem de bu tür tanbullu bulamadık. İstanbul’u bulama­
mak pahalı ve zor bir iş. Teknolojik yönden ge­ lu olma olasılığı azalıyor. Bir de hep aynı şeyi zararlı maddelerin vücuda girme riskleri azalır.” dık. “ Ne varsa şunun bunun bildiği /
lişmiş bir çiftlik olması gerek. Avrupa ülkele­ yememeye dikkat etmek lazım. Ne kadar deği­ • “ Bu arada, mercimek gibi, pirinç gibi, Yaşlıların kırık dökük anlattığıdır.” Ne­
rindeki gelişmiş çiftliklerde bu iş kuşkusuz da­ şik ve çeşitli ürünler yersek, hormon alma ya nohut gibi kuru yiyeceklerin de bol su içinde cati Cumah, İzmir için söylemiş. İstan­
ha yaygın uygulanıyordun Ama Türkiye’de da tek bir gıdadaki zararlı maddeleri alma ola­ bekletilerek ve ovuşturularak yıkanması gerek. bul için de öyle...
hormonu yeme mi katacak, yoksa çok küçük sılığımız o kadar azalır. Çünkü gıdaların birinde Çünkü onlar da böceklerden korunmak için ilaç­ Çevresi için de öyle. Şu denizi Marma­
dozlarda enjeksiyon mu yapacak?.. Küçük üre­ hormon ya da başka bir zararlı madde varsa bir lanıyor. Ben gençlere konferanslar verirken şu­ ra’nın. Şiirlerde, öykülerde. Gel de bul
ticinin bununla uğraşması şimdilik pek müm­ diğerinde yoktur. Bu yüzden hep aynı gıdalara nu söylüyorum: ‘O ilaçlar, her türlü gıda mad­ şimdi. Hadi gir denize bakalım Boğaz’-
kün görünmüyor. Ayrıca biz, eti ve tavuğu çok takılı kalmayalım. Hepsinden az miktarlarda ve desine böceklerin öldürülmesi için konuyor. Bö­ da. Kaşıntıdan uyuyamazsın. Balıkların
tüketen bir ulus değiliz. Günde ortalama 50 sıkça değiştirerek yiyelim. Mesela her öğlen bif­ cekleri öldürecek güçteki ilaçların size zararı ol­ bile tadı kalmadı. Marmara balığı denin­
gram et artı tavuk düşüyor kişi başına... Çok tek, akşam da pirzola yiyen biri için, ya da her maz mı?’ Bu yüzden her türlü yiyeceği yeme­ ce, kaçmaya başladık. Böyle mi olacak­
olumsuz etkileneceğimizi sanmıyoruz.” gün yarım piliç yeme alışkanlığında olan biri den ya da pişirmeden önce çok iyi yıkamaiısı- tı? Böyle mi olacaktık? “ İnsanoğlu ken­
• “ Gıdaları çabuk geliştirmek için verilen için bir şey diyemem; ama az miktarda değişik nız.” □ di pisliğini arıtamıyor” mu dedirtecek­
östrojen hormonunun vücuttaki hormon den­ tik. Ne olursunuz?
gesini bozduğu ve bunun sonucu olarak da kan­ Anakent Belediye Başkanı Sayın Sözen,
ser riskini arttırdığı belirtiliyor. Ama kanser ris­
kini arttıran o kadar çok başka etken var ki... Tüketicinin sesi “ Kolektörlere biyolojik arıtma
yapacağız” dedi. Sevindik. Umutlandık.
Mesela ben tarım ilaçlarının daha riskli oldu­ • LİDER ERKEK GİYİM — "Lider mağazasından 16 şubat tarihinde bir pantolon aldım. Pantolondaki Bekliyoruz. Umutlarımızı yitirmeye hakkı
ğu kanısındayım. Ancak bunun hiç sözü edil­ kumaş hatasını paçalarını kıvırttıktan sonra fark ettim. Pek umutlu olmamama rağmen pantolonu alıp yok. Haliç'i temizledik. Gerçi yaşamdan
miyor ve tarım ilaçları rasgele kullanılıyor. Tü­ mağazaya giderek durumu anlattım. Kumaş hatasını derhal kabul ettiler ve pantolonu değiştirdiler. Bana da uzaklaştırdık. Ama M armara’yı ettik.
ketici ise satın aldığı sebze-meyveyi ve kuru bak­ da, ‘Gözün kör müydü; alırken neden görmedin?’ gibi, ülkemizde daha sıkça alışık olduğumuz dav­ Marmara’yı kurtaramazsak, Haliç de kal­
lagilleri çok iyi yıkamadan kullanmayı seviyor. ranışlarda bulunmadılar. Satıcı-tüketici dlyaloğuna örnek ve kendi çıkarlarına ters düşse de hatanın be­ maz. Haliç bir çeşit havuzlama görevi ya­
H atta biz, millet olarak meyveyi dalından ko­ delini tüketiciye ödetmeyen satıcıların varolduğunu bilmek, çok sevindirici ve güven verici.” (ERGİN pıyordu. Tortusu çöküyor, suyu gidiyor­
parıp yemeye bayılırız. Ama bunu kesinlikle AKGÜL/İstanbul) du. Şimdi hepsi Marmara’da... Kurtarı­
yapmamak gerek. Sebzeleri ve meyveleri bol su • KİFİDİS ORTOPEDİK AYAKKABI — ' ‘Bayram’dan önce, 7 yaşındaki çocuğuma Nişantaşı’nda­
ki mağazadan42 bin liraödeyerek birçift ayakkabı almıştım. Birkaç kez giydikten son ra bir topuğu koptu.
cı bekliyor.
doldurulmuş kabın içinde elimizle ovuşturarak İnsan üzülüyor. Kurtarıcı beklemekle
Kopan topuk kayıp olduğundan, yapıştırma olanağımız dayoktu. İşlerimin yoğunluğu dolayısıylabirsüre
bir iki kez yıkarsak, bu sebze ve meyvelerin dış vakit bulup da mağazaya gidemedim ve çocuk o şekilde giydi ayakkabıyı. Birkaç gün önce mağazaya ömrümüz geçiyor. Olguyu yaratmasak!
yüzeylerindeki tarım ilaçlarının hiç değilse ya­ uğrayıp durumu anlattığımda, “ Ayakkabıyı bırakın, tamir edelim. İki topuğu da değiştiririz’ ’ dedi­ Kurtarıcı da gerekmese! Ne dersiniz?
rısı -özellikle suda eriyenleri- temizlenmiş ve vü­ ler. Dün ayakkabıyı geri almaya gittiğimde, ‘lacivert püsküllü bir ayakkabıydı değil mi?’ dedikten sonra M armara daha ölmedi. Can çekişiyor.
cudumuza girmemiş olur.” çocuğumun ayak numarasını sordular ve tamir işinden iyi sonuç alamadıkları için bana yepyeni birçift Biraz daha oyalanırsak ölüm yolda. Öl­
• “ Hormonlu sebze ve meyvelere gelince... ayakkabı verdiler. O kadar şaşırmıştım ki, neredeyse itirazettiğimibilesöyleyebilirim.Elimdeolmadan, düreni biz olacağız. Evlerimizin atıkları,
Bu işi takip edenlerden aldığım bilgilere göre, 'Ama niçin yenisini veriyorsunuz. Onaramaz mıydınız?’ falan dedim. Şaşkınlığımdan doğru dürüst fabrikalarımızın atıkları. Denizlere ulaş­
daha ziyade patlıcan ve domatese hormon ve­ teşekkür bile edemedim. Çocuk ayakkabıyı tam bir ay süreyle giymişti ve ayakkabının burunları aşın­ madan, göllere, derelere. Mutlaka arıtıl­
riliyor Türkiye'de. Bu işin de öyle tarlada fi­ maya başlamıştı bile. Onarım amacıyla götürülen, bir ay giyilmiş, burunları aşınmış, eskimeye yüz tut­
mak.
lan değil, Antalya’daki gelişmiş seralarda ya­ muş bir ayakkabının tüketicinin hiçbir talebi olmadan yenisiyle değiştirilmesi, çok güzel değil mi?” (NİL-
Sanırım güzel günler göreceğiz. Yeni-
pıldığı söyleniyor. Zaten küçük üreticinin gübre GÜN SÜNER/T ophane-istanbul)
• OTOPARK OLMADAN OTOPARK PARASI "Eşim le birlikte, Orhaneli TermikSantral inşaatında kapı’da denize gireceğiz. Marmara balı­
alacak, tarım ilacı alacak parası yok.. Hormo­ ğı arayacağız. Boğaz’da, korularda geze­
çalışıyoruz. Fırsat buldukça arkadaşlarımızı ve ailemizi görmek için İstanbul’a geliyoruz. 16 nisan gü­
nu nereden alsın! Ben tarla domatesinde hor­ nüde saat 21,00’de Kartal’dan kalkan arabalıvapura bindik. Size gönderdiğim fişten de anlaşılacağı ceğiz. Sabah penceremizi açarak içimize
mon olduğunu sanmıyorum...” gibi, hiçbir hizmet söz konusu olmadan ve neden alındığı anlaşılmayan bir parayı arabanızla vapura temiz hava çekeceğiz.
• “ Zaten ben hep, sebze ve meyvelerin en binerken sizden alıyorlar. Yalova ve Kartal’da, bu paranın miktarı da farklı. Şirinde 500 lira, diğerinde Hayal mi kuruyorum dersiniz?
bol ve ucuz oldukları mevsimlerde yenmelerini 600 lira. Bu emrivaki paranın neden alındığını merak ediyorum.” (ALAEDDİN SAYDAM) Rasgele!..

43
&

M INOLTA
Şimdi leasing’le kiralayın!
ı/lINOLTA’ya kolayca sahip olun.
Trans Teknik güvencesiyle...
son teknolojik yenilikleri içeren, d ü n ya ca ünlü MINOLTA Fotokopi Makinelerini
ve INFOTEC FAX'lannı, Türkiye'de Trans Teknik satar.
Eğer büro makinesi a lm aya karar verdiyseniz,
Lütfen bizi arayın, şartlarımızı belirleyelim.

T ransT eknİk1 îcareta .ş .


BİR TRANSTEKNİK HOLDİNG KURULUŞUDUR

MINOLTA
İSTANBUL BÖLGE MÜDÜRLÜĞÜ
80370 Piyalepaşa Bulvarı Kastel iş
Merkezi A Blk. Tel: 154 54 14 (30 Hat) /
163 62 25 (10 Hat) Fax: 153 49 56
Tergraf, Transtttli Tlx: 26 129 tro tr.
ANKARA BÖLGE MÜDÜRLÜĞÜ
06640 Kızılırmak Sok. 21/1
Bakanlıklar/Ankara
Tel: 118 33 25/125 79 24
Tlx: 42826 att tr.
İZMİR BÖLGE MÜDÜRLÜĞÜ
35210 Cumhuriyet Bulvarı
140/2 Ansancak-izmir İZMİR
DET TA K6 172S7 43

Tel: 21 41 16-2141 17 Tlx: 5765 ıtt tr.


ADANA BÖLGE MÜDÜRLÜĞÜ
01120 Ziyapaşa Bulvarı No:78/l Adana
Tel: 132780/ 135864 Tlx: 62721 trotr.
BURSA BÖLGE MÜDÜRLÜĞÜ
16220 Gazalar Caddesi 183/2 Bursa
Tel: 142094/143121 Fax: 142094
TRABZON BÖLGE MÜDÜRLÜĞÜ
61030 Maraş Cad. Ferit Apt. 58/1 Trabzon
Tel: 15289 Tlx: 83190 tysetr.
BRİÇ Şiar Yalçın S A T R A N Ç Kahraman Olgaç

670 — İkiz kardeşler ” 5 Trefl” , "5 Karo” ve ” 5 kör” kontrol konuşmalarıdır. Hjartarson-Salov (Barceiona 1989)
” 6 Karo” ise çift karo kontrolü, yani AR gösterir. Güney or­
1) tağının karodan şikan veya singlton olabileceğini düşünerek, I.d4 Af6 2.c4 e6 3.Ac3 Fb4 4.Vc2 0-0 5.a3 Fxc3 6.Vxc3 b6 7.FgS Fb7 8.Î3 d6 (Kasparov, Salov’un
♦ R54 bu konuşmasıyla granşlem teklifinde bulunmak istemiştir. hamlesine “ !?” “ şüpheli” demiş. Bu turnuvadan önce, Euwe’yi anma turnuvasında karşılaşan Salov
V AR642 Ama Kuzey iki karosuyla, Güneyin bir trefl perdanı olabile­ ile Hjartarson yine aynı varyantı oynamışlardı. Galip gelmesine rağmen Salov’un hamlesini değiştirme­
♦ 109 ceğini düşünerek pas geçmiştir. sini doğrusu ben anlayamadım. Adı geçen oyunu veriyorum: 8..c5 9.dxc5 bxc5 10.e3 Ac6 ll.Ah3 h6
♦ 654 Batı kör ruasmı çıkar. Siz olsanız, hiçbir savunmaya bata­
rı olmayan bu şlemi yapmak için nasıl oynardınız?
12.Fh4 Kc8 13.0-0-0 d5 14.Fxf6 gxf6 15.cxd5 exd5 16.Şbı Vd6 17.Af4 d4 18.Veı Ve5 19.Vg3 Vg5 20.Ad5
♦ A D V 1096 CEVAP: Kozlar 2-2 ise sorun yoktur. Yere bir karo çaktı­ Şg7 21 ,e4 Kfd8 22.VÎ2 Ve5 23.Fd3 f5 24.f4 Ve625.exfS Vxd5 26.Vg3 Şf8 27.f6 Kd6 28.Vg7 Şe8 29.Kheı
♦ 73 rır ve sadece bir trefl verirsiniz. Ama deklaran iki el koz çek­ Şd8 30.Fe4 Vb3 31.Fc2 Vd5 32.Fe4 Ve6 33.Fxc6 Vf5 34.Şaı Fxc6 35. Ke7 Kd7 36.Ke5 Vc2 37.Ke8 Şc7
♦ AD tiğinde İkincisine Batının uymadığını görmüştür. kazanır. Hjartarson-Salov, Euvve’yi anma turnuvası 1989) 9.e4 c5 10.d5 Abd7 ((10..exd5 ll.Fxf6 Vxf6
♦ AR7 Skuiz uzmanlan hemen Doğuya karşı bir skuiz durumu ya­ 12.Vxf6 gxf6 13.exd5 b5 14.b3 beyaz daha iyi.) ll.Ah3 h6 (Hjartarson, Kasparov’a karşı siyah taşlarla
ratmaya çalışacaklardır, çünkü Doğunun kalan kozu yerdeki ll..exd5 12.cxd5 a6 13.Fd3 h6 14.Ff4 Ve7 15.0-0 b5?! 16.Kfeı Ae5 17.Ffı Fc8?l 18.AÎ2 Ag6 19.Fd2
G üney K u zey
altılıdan büyüktür ve bu bakımdan karo kupu yapmaya im­
2 Pik 3 Kör kân yoktur. Bir kör sağlamak için ise bir yer antresi eksiktir. Fd7 20.b4 başarı sağlayamamıştı. Reykjavik 1988) 12.FÎ4 exd5 13.cxd5 Ve7 14.0-0-0 a6 15.g4 Ah7 16.Af2
4 Tren 4 Pik Skuize gelince, bu ancak bir kuplu kör-trefl skuizi olabilir ve b5 17.1ı4 KfcS 18.Şbı Ahf8 19.gS h5 20.Fg3 c4 21.Fh3 a5 22.Kheı Kc5 23.Kcı Ka6 24.Adı Ae5 25.Ffı
4 SA 5 Karo bir el bağışlamayı gerektirir. Rakip ellerin ilerde göreceğimiz Vc7? 26.Fe2 Kb6? 27.Fxe5! dxe5? (27..b4 28.axb4 axb4 29.Fxd6 Vxd6 30. Vd4 beyaz daha iyi.) 28.b4!
6 Pik Pas dağılımına göre, doğru savunmaya Doğuyu sıkıştırmanın im­ axb4 29.axb4 Ad7 30.Ab2 Ka6 31 f4 Fxd5 Kxd5 32.exd5 33. Kedi Kxdı 34.Kxdı exf4 35.Fxh5 g6 36.Fg4
Batı trefl valesini çıkar. kânı yoktur. Oysa, Forquet’in gösterdiği yol çok daha etkili Ae5 37.Keı Ad7 (37..Axg4 38.Ke8 ve mat) 38.Ke7 Kd6 39.Fxd7 Siyah terk eder. Böylece Hjartarson,
CEVAP: Bir trefl ve bir karo kaybınız olduğuna göre, ka­ ve çok daha basittir.
ro empasma başvurmadan önce, yerdeki körleri sağlamaya Kozların partaj olmadığını görünce, Güney karo asını çe­ Euvve’yi anma turnuvasında iki kez yenildiği Salov’dan alacağının bir kısmını geri almış oldu. Hjartar-
çalışmanız gerekir. Ama nasıl? Körler 3-3 ise sorun yoktur: ker ve Doğudan valenin düştüğünü görür. Batının baraj açı­ son’un ikinci yenilgisi şöyleydi: İ.d4 Af6 2x4 c5 3.d5 g6 4.Ac3 d6 5.e4 Fg7 6.h3 0-0 7.Af3 a6 8.a4 e6
AR körü çekip bir köre büyük çakar ve kozlar 3-1’den kötü sına göre, Doğunun başka karosu olamayacağı açıktır. Gü­ 9.Fd3 exd5 10.cxd5 Abd7 11.0-0 Ke8 12.Ff4 Vc7 13.Vd2 Ah5 14.Fh6 Ae5 15.Axe5 Fxh6 16.Vxh6 dxe5
dağılmamışsa, ADR pik oynayarak sağlanan iki köre iki kay­ ney şimdi treflle yere geçmeli ve karo oynamalıdır. Doğu ça­ 17.Kfcı Fd7 1S.Ffı Af6 19.Ve3 b6 20.Abı a5 21.b3 Kf8 22.Aa3 Ae8 23.Fb5 Ad6 24.Fxd7 Vxd7 25.Ac4
bınızı kaçarak granşlem yaparsınız. Ama körler 5*1 ise, ikin­ resizdir: *‘lob” a çakmayı tercih ederse, Güney perdan karo­ Vc7 26.Axe5 Kae8 27.Ac4 Axe4 28.Keı Vd8 29.Kadı Ad6 30. Vf3 b5 31.axb5 Axb5 32.d6 Ad4 33.Vd5
ci kör kupundan sonra yere geçip beşinci köre perdanlarınız- sunu verir, Doğunun kör dönüşüne çakar (Doğu trefl döner­
dan birini (tabii trefli) kaçmak için antreniz kalmaz. Onun se yerden alır ve kör kupuyla ele geçer), karo ruasına yerin
Ae2 34.Kxe2 Kxe2 35.d7 Şg7 36.Vxc5 Ke7 37.Vd6 f6 38.Axa5 Kff7 39.Ac6 Vxd7 40.Axe7 Vxd6 4İ.Af5
için körlerin 4-2 dağılımına karşı da kazanmak için doğru kayıp treflini kaçar, üçüncü trefline yerin son kozuyla çakar gxf5 42.Kxd6 Kb7 43.Kd3 f4 44.Şfı Şg6 45.Şe2 Şf5 4Ğ.Kc3 Kg7 47.b4 Kxg2 48.b5 Kg7 49.b6 Kb7 50.
oyun, sadece bir el koz çektikten sonra bir kör bağışlamak­ ve başka el vermez. Doğu çakmazsa. Güney ruayla eli kaza­ Kb3 Şg5 51 .Şf3 f5 52.h4 Şxh4 53.Şxf4 h5 54.Şxf5 Kf7 55.Şg6 Siyah terk eder. Ve Arif Damar’dan “ sat­
tır! Ondan sonra, eli kim alırsa alsın ve ne dönerse dönsün nır ve bu defa bir “ kayba kayıp” manevrası sayesinde kont­ ranç gibi” beyit: “Çektim kahve değirmenlerinde çok ince ama kahve değil / Vız gelir değirmentaşı
empas yapmadan almak, kör asını çekmek, küçük bir köre ratını yapar: Karo sekizlisini oynayıp yerden trefl İkilisini atar! öyle bildiğin gibi değil.” (Analiz: Tamas Georgadse) □
metr kozla çakmak, yerde kalmak üzere üç el koz çekmek ve Böylece, eli ister Batı, ister çakarak Doğu alsın. Güney yine
sağlanan körlere iki kaybınızı da kaçmaktır. yere karo yerine bir trefl çaktırarak kontratını yapar. Eğer Rogers-Parameswaran
B atinindi şöyleydi: 4 8 ¥D l085 ♦ RV764 4V108. Doğunun değil de Batının piki üçlü olsaydı, deklaran on ikinci Hong Kong 1983 “ Oyun Sonu” çalışalım
Başta iki koz çekerseniz, bağışladığınız körü Doğu alır ve elini karo kupuyla yapardı. Geçen haftanın çözümü:
son kozunu dönerek yer antrenizi yıkar: Artık sadece körle­ Dört elin dağılımı şöyleydi:
rin 3-3 olması veya karo empastnm geçmesi halinde kazanır­ 4 654 Yanıt şöyle: 1.Fd6! Fd4 2.Fe6! Kxe6 3.Kb8 Şf7 4.Fxa3 Kxe4 5.f4! Fe5 6.Kb7
sınız. ö te yandan, kozların 4-0 olduğunu görürseniz, karo ¥ A7642 Şg8 7.Şf5 Ka4 8.Şxe5 Kxa3 9.Şf6 kazanır. □
eınpasını denemekten başka çareniz kalmaz. 4 54
2) 4 7 4 832
4 AR2
♦ D4 V RD3 ¥ V985 Bu oyun nasıl biter?
¥ R872 4 D1097632 4 ARDV109 4 V
4 V9 4 D10753 Sc ho nthier-G rzesi k
♦ AR8643 ¥ 10
(Bad Neııenahr 1984)
♦ A 4 AR8
4 864 I .e4 Af62.e5 Ad5 3.d4d64.Af3 Fg4 5.Fe2c66.c4 Ab6 7.Abd2 dxe5 8.Axe5
♦ ARVI05 Acaba oyunu skuizle yapmak mümkün müdür? Yanlış sa­ Fe6 9.Aef3 f6 10.0-0 Ff7 11.Vc2 A8d7 12.Fd3 g6 13.Keı Vc7 14.a4 Fg7 15.b3
¥ A63 vunmaya evet, ama doğru savunmaya hayır. Deklaran ilk eli Beyaz oynar kazanır. e6 16.Ae4 0-0 17.Fa3 Kfe8 18.Ad6 Ked8 19.Axn Şxf7 20.h4 Kg8? Oyun
♦ 7 kör asıyla alır ve bir skuize ihtiyacı olabileceğini düşünerek
♦ D652 elden bir kör kupu yapar. Kozların partaj olmadığını görün­
burada kesildi. Beyazın devam yolunu bulabilecek misiniz? Yanıt haftaya.
G üney K u zey ce, bir el daha pik oynayarak kozları bitirir, karo asını ve ka­
1 Pik 3 Karo ro ruasını çeker ve perdan karosuna yerden bir trefl (zinhar Geçen haftanın çözümü:
3 Kör 5 Pik kör değil) atarak eli Batıya verir (Hesabı düzeltmek için). Batı
6 Pik . Pas şimdi karo dönerse, deklaran yerden bir kör (niçin önce kör Oyun şöyle bitiyordu: 14.Adxb5! axb5 15.Fxb5 Şd8 16.Axd5 exd5 17.Kd3
sonra trefl atamayacağını ilerde göreceğiz) atarak sondan ön­ Ac4 18.Kc3 Fb4 19.Kxc4 dxc4 20.Kdı Şc8 21 .Kd4 Fd5 22.Kxd5 Fd6 23.Kd4
“ 5 Pik” Jais-Lebel Blackwood’udur: iki as, bütün kont­
ceki kozuyla çakar ve Doğu şu durumda sıkışır: kazanır. □
rolleri ve koz problemi gösterir. Güney sağlam pikleriyle şlem
davetini kabul eder.
Batı trefl valesini çıkar. ¥ 76(4)
D Ü Z E L T M E : Geçen hafta Kasparov-Salov oyununu yorumlu ola­
CEVAP: Yere iki trefl çaktırmak fena bir fikir değil gibi 4 AR
gözükmekte ise de, bunun için üç el antresine ihtiyacınız var­
rak vermiştik. 11. hamle, bir yanlışlık sonucu, “ b6 e5” biçiminde ya­
dır: İkisine kupları yapmak için, üçüncüsüne de ele dönüp koz­ önemsiz ¥ V9 yımlanmıştır. Doğrusu; 11.b3 e6 olacaktır.
ları çekmek için. Oysa, elde topu topu bir antreniz vardır. On­ 4 D107 Beyaz nasıl kazanır ? Düzeltir, özür dileriz.
dan sonra ele ancak karo veya kör kuplarıyla geçebilirsiniz. ¥ 10(9)
O zaman da ya ilk kupunuza Batı sürkup yaparak ortağına 4864
Geçmiş zaman olur ki!..
bir trefl kupu verebilir (ruası üçlü olup düşerse) ya da pikler Doğu kör yerse, deklaran trefl ruasıyla yere geçer, son ko­ Zukerto rt- Blackbu rne
4-2 ise koz kontrolünü kaybedebilirsiniz.
Nitekim Batinindi şöyleydi: 49873 4 9 4 ♦ 109 4VI0973.
zuyla bir köre çakarak yerin son körünü sağlar ve treflle tek­ (Londra 1883)
rar yere geçerek son iki eli alır. Batı trefl yerse, bu kez de elin
Batı üçüncü karo veya üçüncü köre üste çakarak ortağına üçüncü küçük trefli sağlanır. Buna, bildiğiniz gibi, kuplu çap­ 1x4 e6 2.e3 Af6 3.Af3 b6 4.Fe2 Fb7 5.0-0 d5 6.d4 Fd6 7.Ac3 0-0 8.b3 Abd7 9.Fb2 Ve7? 10.Ab5 Ae4
bir trefl kupu verir ve oyun batar. raz skuiz veya "crisscross squeeze” diyoruz. ll.Axd6cxd6 12.Ad2 Adf6 X3.f3 Axd2 14.Vxd2 dxc4 15.Fxc4d5 16.Fd3 Kfc8 17,KaeıKc7 18.e4Kac8
Onun için yerin karolarını sağlamaya çalışmak gerekir. Ama Batı karo yerine kör dönerse, Güney şlcmini daha da ko­ 19.e5 Ae8 20.f4 g6 21.Ke3 f5 22.exf6 Axf6 23.f5 Ae4 24.Fxe4 dxe4 25.fxg6 Kc2 26.gxh7 Şh8 27.d5 e5
karoların da normal dağılımı 4-2 olduğuna göre, koz kontro­ laylıkla yapar. Çünkü deklaranın kendi yapamadığını defans
lünü kaybetmeden elden iki kup yapamazsınız. Çaresi, ilk 28.Vb4! K8c5 29.Kf8! Şxh7 30. Vxe4 Şg7 31.Fxe5 Şxf8 32.Fg7 Siyah terk eder. □
yapmış olur: İkinci bir kör kupunu düşmanının sayesinde ger­
problemde olduğu gibi, bir karo bağışlamaktır! çekleştirmiş olan Güney treflle yere geçip üçüncü kör kupu­ Kombinezon: 113 Etöd: 113 Problem: 113
Trefl as ve yerden küçük bir karo. Eli Doğu alıp kör dön­
dü diyelim. Kör ası, pik damı, metr kozla karo kupu, üç el
nu da yapar ve yer sağlanır! İşte, deklaranın Batıya bağışla­ Alster-Ferchter T. Gorghiyev M. Degenkorbe
dığı karoya kör defos etmemesinin sebebi buydu: etseydi, Ba­ Leningrad 1970 64 1934 D. Almanya 1981
koz ve kozlar 4-2 ise kör ruası ve dört karoya üç trefl ve bir tının kör dönüşüne de oyunun çıkarı kalmazdı.
kör defosu! Buna karşılık, Batı karoyla el tutunca trefl dönerse, artık
671 — Kupa karşı tedbir kontratınızı yapamazsınız. Çünkü yerin hayati antrelerinden
Aşağıdaki şlem masada batmıştı; ama ünlü İtalyan şampi­ biri yıkılmış olur, iyi bir oyuncunun bu anti skuiz defansı gör­
yonu Pietro Forqııei'in belirttiği gibi, vasatın biraz üstünde mesi gerekir.
bir oyuncunun bile konuşmalara bakarak doğru oyunu bul­ 672 — Batı aldatıyor mu?
ması gerekirdi:
4 654 ♦ A94
4 A7642 ♦ R42
4 54 ♦ 8743
♦ AR2 ♦ 1073
4 ARDVI09 * R6
¥ 10 ♦ A10763
♦ A
4 AR8 * AR642
4 864
Beyaz oynar kazanır. ki hamlede mat
Güney Kuzey
Ban Ku zey Doğu G üney I kör | SA Kombinezon 112’nln çözümü: Etüt 112’nin çözümü: Problem 112'nin çözümü:
3 Karo Pas Pas 4 Pik 3 Tren 3 Kör l..Kxf3 2.Şxf3 Fxg4 3.Kxg4 l.g7 Ah4 2.Şc5 Fd5 3.Şxd5 l.Af7!
Pas 5 Trefl Pas • 5 Karo 4 Trefl 4 Kör Vf2 4.Şe4 Vf5 5.Şxd4 Ve5 mat. Af5 4.g8A! Şb7 5.Şe5 Ag7 1.. Af4 2.Kf6 mat
Pas 5 Kör Pas 6 Karo Batı karo ruastnı çıkar. Güney trefl asını çeker ve Batıdan 6.Af6 Şc7 7.Fh4 Şc8 8.Fg5 Şc7 1.. Ad3 2,fxe4 mat
Pas 6 Pik... dam düşer. Devam edin. □
9.Fh6 kazanır. 1.. Ad7 2.Fe6 mat

45
A R M A Ğ A N Ll B U L M A C A Sedat Yaşayan

Soldan sağa
1- Fotoğrafta gördüğünüz ünlü şair ve yazarımız... 1 2 3 4 5 8 7 8 9 10 11 12 1314 15 1817 18 19 20 zı simgeleyen harfler... Bir tür pencere kapama dü­
zeni... Bir nota. 4- Kaynatılmış buğday... Alınmış bir
Salgın hastalık. 2-Ortaoyununda taklitçi... Ton ve ma­ şeyi geri verme. 5- André Malraux’nun, ispanya iç
kam temeline bağlı kalmadan oluşturulan beste. 3- Savaşı'nı konu alan ünlü romanı... iskambilde bir kâ­
Su... Hekimlikte kullanılan, sütleğengillerden bir bit­ ğıt... Fatih Sultan Mehmet'in şiirlerinde kullandığı
kinin verdiği zamk ve özsu... İran Türklerince “ağa” mahlas. 6- İran'da tarihi bir kent... Hisse senedi, tah­
yerine kullanılan sözcük. 4- Afrika’da bir ırmak... Di­ vil, yabancı para gibi değerli kâğıtları daha kârlı gö­
şi deve... Atın başına geçirilen dizgin ve süsler. 5- rülen başka kâğıtlarla değiştirme işi. 7- Almanların
Akrabalar, nesiller’ 1anlamında eski sözcük... Halk ünlü bir destanı... Derebeylik Japonyası’nda parya­
edebiyatında aruz ölçüsüyle yazılan şiir türlerinden lar kastı. 8- Yer’den gezegene ve Güneş'e uzanan
biri. 6- Önceleri Hıristiyanca bir sosyalizm yaratma­ iki doğrultu arasındaki açı... Kadife... Pozitif elektrot...
ya çalışmış, sonradan Rus gizli polisinin ajanı ola­ Bir sayı. 9- Mecusi rahibi... Engel... Fazıl Hüsnü
rak 500’den fazla kişinin öldüğü ünlü Kızıl Pazar gös­ Dağlarca’nın bir şiir kitabı... Mısır’ın plaka işareti.
terisini (22 Ocak 1905) yönetmiş Rus rahibi... En­ 10- Beddua... Yumurta verimi çokbirtavuk ırkı... Kö­
donezya’nın plaka işareti... Uzaklık işareti. 7- Afrika1 pek için hazırlanan yiyecek... Kış için etinden kıy­
nın tropikal bölgelerinde yaşayan bir maymun... Gü­ ma, kavurma, pastırma ve sucuk yapılan semiz hay­
ney Amerika’da bir ülke. 8- Şeyh Bedrettin’in Tan- van. 1 1 - Ortadoğu'da bir göl... Hindistan'da kraliçe
n, evren ve insan konusundaki görüşlerini içeren ün­ ya da prenseslere verilen ad... Tütsü olarak yakılan
lü yapıtı... Rigveda’dan ezbere parçalar okuyarak bir tür ağaç sakızı... Şaşma belirten bir ünlem. 12-
‘anrılan çağırmakla görevli Veda rahipleri sınıfına ve­ Orta Asya’da yaşayan Şamanist Türkler arasında çe­
rilen ad. 9- 1922’de doğmuş, sinemanın kalıplaşmış şitli şeylerden anlam çıkartarak bakılan fal... İtalya’da
anlatımına özgün bir bakış açısı getirmiş, Solak Si­ bir kent... Demirin simgesi... Manda pastırması. 13-
lahşor, Bonnie ve Clyde, Küçük Dev Adam, Ge­ Amazon bölgesinde bataklık sık orman... Omuzluk...
ce Hamleleri gibi filmleriyle tanınmış Amerikalı yö­ Ayakkabı çekeceği. 14- Bir zaman birimi... Söylev...
netmen... Besteleniş sırasına göre numaralanmış Bir tür sağlam ve yumuşak dana ya da öküz derisi.
müzik yapıtı... Ayak. 10- İki yıl sürülmeyen boş tar­ 15- Lüks otel ya da gösterişli yapı... Müslümanları
la... Lityumun simgesi... Amertkanarmudu da de­ cuma, bayram ya da cenaze namazına çağırma...
nilen ve son yıllarda yurdumuzda da yetiştirilmeye Kars yakınlarındaki ünlü harabe yeri... Akıl. 16- Ver­
çalışılan meyve... Tavlada bir sayı. 11- Bir görevin yü­ me, ödeme.. Siirt'in bir ilçesi... Spor takımlarının ken­
rütülebilm esi için merkez olarak seçilen yer... di kentleri dışında maç yapmaya gitmesi. 17- Bir no­
1943-1988 yılları arasında yaşamış, Ankara Devlet ta... Çok sayıda alıcıya karşılık çok az sayıda satıcı
Konservatuvarı Bafe Bölümü’nü bitirdikten sonra üç bulunan piyasa... Kurnaz, açıkgöz... Mürekkep hok­
yıl da Almanya’da modern bale çalışmış, dansçılığı- kalarına konulan ham ipek. 18- Avanak... Japon halk
nın yanı sıra birçok bale yapıtının koregrafisini de türkülerine verilen ad... Argoda rakı... Rubidyum ele­
yapmış ünlü balerin ve koreograf... 1824-1903 yılla­ mentinin simgesi. 19- Kumaş biçen, prova yapan,
rı arasında yaşamış, Kızılderililerin ve Çingenelerin parçalan patrona göre ayarlayan ve iş dağıtımını ya­
geleneklerini inceleyen yapıtlarıyla tanınmış Ame­ pan usta... Kalayın simgesi... Hile... Gemiçi, isçi gi­
rikalı şair, yazar ve folklorcu. 12- Katı, eğilip bükül­ bi kimselerin eğlenmek için gittikleri içkili ve danslı
mez... Tümör... Gümüşün simgesi... Bir yarışın be- bi kimselerin eğlenmek için gittikleri içkili ve danslı
iirli uzaklığı kapsayan bölümlerinden biri. 13- Cüret­ yer. 20- Duyuru... Saray ve konaklarda giyinenlere,
kâr... Sayma, sayılma... İffetsiz kadın... Kertenkele hamamda müşterilere ayna tutan kişi... Eyer kola­
derisi. 14- Hizmet hayvanlarının ayağına çakılan de­ nının tokaya geçen.kayışı. □
mir... Fransa’da bir kent... Bir soru sözü... En az, as­
gari. 15- Gerçeküstücü sinemanın en iyi temsilcile­ 18 Haziran 1989 tarihli bulmacayı doğru yanıtlaya­
rinden biri olup Bir Endülüs Köpeği, Altın Çağ, rak çekiliş sonucu “AVRUPA UYGARLIK TARİHİ” adlı
Gündüz Güzeli gibi filmleriyle çağımızın en ünlü yö­ Bu haftanın arm ağanı, A h m et M um cu'nun ‘O SM A N LI DEVLETİN D E SİYASETEN KATL’
ad lı kitabıdır. kitabı kazananlar
netmenlerinden biri... Hücrelerin düzensiz olarak bö­
İSTANBUL'DAN: Aksel Tibet, Canan Durusel, Sabahad-
lünüp çoğalmasıyla beliren kötücül ur. 16- Güney Af­ din bilsel, Nesrin Görgüner, Sibel Almaş, Zerrin Kayam,
rika Cumhuriyeti’nin plaka işareti... Yunan mitoloji­ İsim : ................................................................................ ............................................................................
Reyhan Öztürk, Fevzi Kurt. ANKARA’DAN: İhsan Gök­
sinde Kadmos ile Harmonia’nın kızı... istihlak... Böl­ Adres: ........................................................................................................................................................... çen, Nuran Demir, Ö.Uğur Şahin, Necat Yurdusev, Mu­
meli göçebe çadırı. 17- Açı ölçmeye yarayan dönme hammet Keskin. Hayriye Sungur, Burcu Erçakmak, Ay­
hareketli bir çeşit cetvel...Gümüş ya da altını ince han Yılmaz, Murat Türkeş, Sülün Tozan, Didem Onan,
teller durumuna getirip örerek yapılan takı gibi şey­ arabası... Anahtar... Tutulacak yer. Paul Signac gibi ressamların geliştirdiği izlenimci­ Selçuk Yılmaz, Sema Sahil Nuray Ongun, Özden Erde-
ler... İçinde Türkçenin de yer aldığı dil topluluğu. 18- lik akımının yurdumuzda başarılı bir temsilcisi olmuş, mir, Haiit Nafiz Turan. İZMİR'DEN: Elif Emine Bilal, Ah­
Baryumun simgesi... Merhale... Boru sesi... Yasal... Yukarıdan aşağıya met Fikret Torun, Umay Uzunoğiu, Ünal Doğru. ANTAL­
bu akımı İstanbul görünümleri, yerli ışık ve renk özel­
Bir nota. 19- Bir tartı birimi... Türkiye’nin de üyesi 1-1881-1937 yılları arasında yaşamış, resim öğreni­ YA'DAN: H. İbrahim Yılmaz, İsmail Kepenek. SİNOP'TAN:
likleri içinde ustaca uygulamış Türk ressamı... Üze­
olduğu bir örgüt... Birmanya’nın para birimi... Kır ko­ mini Sanayii Nefise Mektebi ile Paris’te yapmış, uzun Mustafa Kavak, Fahri Yeni, Yalçın Kaya, Leyla Gökkurt.
rinde bant bulunan bir tür sandalet. 2- Tek bir sa­ ZONGULDAK'TAN: Yurdagül Akkaya, Turhan Demirbaş,
şusu. 20- Eskiden Avrupa’da bir kentten diğerine yol­ yıllar Güzel Sanatlar Akademisi’nde öğretmen ve natçının tek bir çalgı ile verdiği konser... Federal Al­
cu taşımakta kullanılan kapalı ve dört tekerlekli at Necdet Öz. AYDIN’DAN: Recep Güler, Esen Aksoy.
müdür olarak çalışmış, Claude Monet, Cézanne, manya’yı oluşturan eyaletlere verilen ad. 3- Paramı- İÇEL'DEN: Gülsen Yüncüler. BOLU'DAN: Adnan Güngör.
UŞAK'TAN: Nadi Sancar. ÇANAKKALE’DEN: Halil İbra­
him Baisara. MALATYA'DAN: Alp Fidan. KAYSERİ'DEN:
ÇÖZMECE Erol Özbek Osman Kayısı. BALIKESİR'DEN: Mehmet Çakmak Dİ­
YARBAKIR'DAN: Murat Biricik. ERZURUM'DAN: Ürün-
can Keskin. TEKİRDAĞ'DAN: V.Ünal Altuğ. KOCAELİ-
güzelce siliyor ve pırıl pırıl parlatıyormuş. Bu

Bir berber öyküsü


DEN: Ertan Ayrıbaş.
tür öykülere alışık okurlar elbette ki burada ar­
tık akıllı adamın geri dönüp birinci berbere tı­ 1 Z 3 4 5 6 7 t 9 10 11 12 13 14 15 1« 17 11 1« 20

raş olmaya karar verdiğini söyleyeceğimizi an­ P T A .tl.l..g .B .U R A .8 1 8 !


lamış bulunurlar. Haklılar. Gerçekten de öyle. J N'.ü.ı T i f f ,
u haftaki çözmecenıiz, hayli basit bir öy­

B küye dayanıyor. Eski zamanlardan birin­


de, keskin zekâsıyla ünlü bir adamın yo-
!ü küçük bir köye düşmüş. Tabii keskin zekâlı
b ir adamın niye hiç bilmediği bir köyde hiç ta­
Ama bakalım niye, onu da anlamış mıdırlar?
Soru: Adam niçin pasaklı berberi tercih etti? □

Geçen haftanın çözümü: Hasta olduğunu


B I S J .U .B .1 B I'

nımadığı bir berbere tıraş olmaya kalkışacağı­ sandığını belirten kişi hastadır, ama normal mi,
nı hiç sormayın. Çünkü.bu tür mantık problem­ d e li m i o ldu ğu belirlenem em iştir. Çözmece-
lerinde okurların böylesi mantıksızlıklara takıl­ n in zorluğu, kişinin gerçekten hasta oldu ğu­ io T
. E R E B E N j I- Ï W 4 . P O t İ r İ n
nu sanıp sanmadığının b e lli olmayışıydı. Bu­ » S N B E N İk V a .l. O Ş*4 ŞIN4
maları değil, sadece tek bir mantıksızlığa bak­ mış. Berberin de giyimi kuşamı dökülüyormuş.
maları gerekir. Neyse, olası itirazları bu şekil­ Ama asıl önemlisi, saçları çok kötü kesilmiş­
nun iç in b ir onun gerçekten hasta olduğunu >7Eg o s  nY R IZ I XI.LEM,
sandığı varsayılmalı, b ir de hasta olduğunu «Y E İr a M P T Iy A
. - L- ^r N|
n w T f İ i
de önledikten sonra, adamın saç tıraşı olmak miş. Akıllı adamımız, bu görüntüden dehşete sanmadığı halde bunu böyle sandığı esas alın­
istediğini ve biraz sorunca köyün sadece iki ta­
ne berberi bulunduğunu öğrendiğini belirtelim.
düşüp ikinci dükkâna gitmiş. Orası ise tam ter­ malı. B irin ci durum da kişi norm aldir (sandığı ■ ■ ^.N.ENBpTnËN.I £0X1 hS(np
sine temiz mi temiz. Berber de hayli güzel ve sanıya gerçekten sahiptir), o halde normal has­ '* ? U . S T O M E i E . Ç J A B B B A A R A U
Köyün iki berberinin ikisinin de ayrı dükkânı temiz giyimli biriymiş. Asıl önemlisi de bu ber­ tadır. İkinci durumda da beyanı yanlış olduğu­ 17J .LjÎ MÎ lS
l Ï Ï a^ NK
p ^MŞ fbEe g .
\arm ış ve ikisinin de yanında bir kalfa bulunu­ berin saç tıraşı gayet güzelmiş ve kendisine ya- na göre delidir, o halde hasta değil, d e li bir _ . - P C o J2 S M E (Ç R A f
yormuş. Bizim akıllı adamımız gidip bakmış. kışıyormuş. Akıllı adam dükkânı gördüğü sı­ doktordur. " ■Ş Ff4^B OoAa K.e Ô
oMM L i .n
N İB i1 M A « | A R . Î
Birinci berber dükkânı hayli dağınık durumday­ rada bu berberin çırağı dükkânın penceresini 20 F E R C i M A N P L A S S A I L E f l A fc;
TABAKASINA
ZARAR VERDİĞİ
SÖYLENEN
HİÇBİR İTİCİ GAZ
İÇERMEZ.

böceK Johnson Wax's ait bu


damga, birçok ülkede tüm
Johnson Wax spreylerinde
s a v a r ve Johnson Wax'tn onayı
ile başka markalarda dfa
kullanılmaktadır.

Böceksavar Sineksavar Raid Electro


Böcekleri saklandıkları Yeni, daha güçlü
yerden çıkarıp öldüren
Flushinğ Formül. En
formülüyle bütün uçan
haşarata daha çabuk ve
Raid Electromat
kuytu köşelere ulaşabilen Tek tabletle, bütün bir gece
kesin ölüm. boyunca pencereler açık...
Uzun Namlu.
deliksiz, huzurlu uykular.

100'e yakın ülkede, Dünya' nın en güçlü bu yana tam 14 yıldır hiç bir ürününde kesinlikle
haşarat öldürücülerini üreten Johnson Wax, kullanmamaktadır.
dünyamızda ancak son birkaç yıldır gündeme Haşarat mücadelesinde Johnson Wax'ın güçlü
gelebilen ve ozon tabakasının incelip yırtılmasına Raid'lerini kullanmak, ozon tabakasına dolayısıyla
neden olan Chloro Floro Carbon gazını, 1975'den dünyamıza ve insanlığa zarar vermemek demektir.

Ozon tabakasına zarar vermeyen haşarat


öldürücülerini dünyada 14 yıldır yalnız Johnson Wax üretiyor.

You might also like