Professional Documents
Culture Documents
Kelam Ders Notları
Kelam Ders Notları
Ders
Tasdik kalbin, ikrar dilin eylemidir. İlki müşahede edilemez ikincisi edilebilir.
Ebu Hanife: İman kalp ile tasdik, dil ile ikrardır. Bu görüşe Hanefi fakihleri de
katılır.
Bu iki unsurun imanın şartı mı yoksa rükunu mu olduğu hususunda ihtilaf
etmişlerdir.
Delil olarak kullanılan nas bir hadistir. Hz. Muhammed’in Buhari ve Müslim’de
geçen hadisine göre kalbinde zerre kadar iman olup da bunu diliyle ikrar eden
kişi cehennemden çıkar demiştir. Cehennemden çıkan da cennete gider ve bu
kişinin mümin olduğunu ifade eder. Yani mümin olmak için gereken zerre kadar
iman sahibi olmak yani tasdik, ikincisi ise Allah’tan başka ilah yoktur ve
Muhammed onun resulüdür demektir ve bu da ikrardır. Kelamcılar imanı uhrevi
boyut ekseninde tanımlar. Yani öldükten sonra mümin sayılmak için ne yapmak
gerekir?
Kelamcıların tanımları uhrevi konuya odaklanır. Dünyevi konum ile ilgilenmez.
Kişinin dünyada mümin olarak kabul edilip edilmemesi kelam ilmini
ilgilendirmez. Kişi diliyle ikrar etse de kalbiyle tasdik etmeyebilir ve kafirdir.
Dünyevi durumla ilgilenen fıkıhçılardır. Hanefi tanımına göre sebepsiz yere
ikrarı terk eden kişi kalbinde iman olsa da Allah katında mümin olarak
sayılmayacaktır. Ancak imanı tasdikten ibaret gören naslar karşısında aşırı bir
yorumdur bu. İman için tasdikin ötesinde bir şart var mı esas tartışma budur.
Fıkıhçı kelamcıdan farklı olarak gündelik hayatı kuşatan bir sürü hüküm vardır.
Ve bu hükümler islam toplumunda yaşayan farklı dinlere mensup tüm insanların
hayatını ve ilişkilerini düzenler. İslam hukukunun Müslümanlara ve gayr-i
Müslimlere uyguladığı ayrı iki ahkam vardır. Bu nedenle kişinin iman
durumunu bilmek durumundadır. Kestiği yenir mi, miras alınabilir mi, haraç
cizye alınacak mı? Bu hususlarda gereklidir. Bir fakih hükümleri kime nasıl
uygulanacağını belirlemek ister ve kişinin mümin olup olmadığını bilmesi
gerekir ancak kalpteki tasdik dışarıdan müşahede edilemez ve tespit edilemez.
Gayr-i müslim hukukuna zımni hukuku denir. Bunlar nedeniyle fıkıhçılar
hükmü uygulayabilmek için beyanı yani ikrarı esas alır. Bu nedenle fıkıhçıların
tanımlarında bu husus gözetilir bu nedenle Hanefi fakihleri iman tanımlarına
ikrarı dahil etmişlerdir. İmanda tasdik bir rükün, takrir ise bir şarttır. Allah
huzurunda mümin olmak için gereken rükün sadece tasdiktir. Takrir ise şarttır ve
bu dünyada mümin sayılmak için gereken unsurdur.
Esasında bu tanım Ehl-i Sünnetin iman tasdiktir tanımından çok da farklı
değildir yalnızca fıkhi dünyevi taraftan da bakılarak ekleme yapılmıştır.
Esasında tanım farklı değildir.
İman ikrardan ibarettir olarak tanımlayanlar da vardır. Bunlara göre beyan
yeterlidir. Mürcie ve Kerramiye’ye bu tanım atfedilmiştir. Mürcie mütekabil bir
mezhep değildir. Erken dönemde iman hususunda ortaya çıkan bir anlayıştır.
Kelam tarihindeki ilk tartışmalar iman hakkında çıkmıştır ve ilk iddia
haricilerdir ve ameli imanın bir cüzü olarak kabul eder. Amelde kusur işleyeni
tekfir ediyorlardı. Bu insanları mürted kabul edip katlediyorlardı. Mürcie de
buna karşı bir anlayış geliştirerek ameli imanın tanımından çıkarıp tüm
Müslümanları kucaklayan dahil edici bir görüş geliştirmiştir. Haricilerin
karşısında oluşturulmuş bir anlayıştır bir fırka değildir. Mezhep denince kelam
alanında çıktıysa kelamın tüm alanlarında mütekamil sistemli görüşler
oluşturanlar mezheptir. Temel konuların hepsinde ayrı görüşleri olmalıdır.
Haricilik temelde siyasi bir mezheptir siyasetle ilgili alanların hepsinde görüş
ortaya koymuştur hatta kelami hususlar da dahi görüşler ortaya atmıştır ve
mezhep olabilmiştir. Ancak Mürcie’nin mensubu sayılan alimlere bakıldığında
birbirlerine çok zıt görüşleri vardır hatta hiçbir ortak noktaları yoktur. Bir
mezhep değildir, erken dönemde, mezheplerin teşekkül etmediği bir dönemde
imanla alakalı haricilerin karşısında duran bir anlayıştır. Mürcie ameli imanın
tanımından çıkaran anlayışlara verilen isimdir. İman tanımının aynı olması
gerekmez. Ancak ameli çıkarması Mürcie olması için yeterlidir.
Cehm B. Safvan ve Ebu Hanife’nin tüm görüşleri zıttır ve ikisinin iman tanımı
da farklıdır ancak ikisi de ameli imanın kapsamından çıkardıkları için ikisi
mürcie ana şemsiyesi altında birleşmiştir ancak hiçbir ortak noktaları yoktur.
Belli dönemlerde Ebu Hanife Mürcie’nin manevi önderi sayılmıştır ve Mürcie
Hanefiler içinden çıkmıştır. Normalde Mürcie anlayışı Ebu Hanife’den önce
çıkmıştır. İslam dünyasında ribakları ilk kuranlar kerramiyelerdir ve tasavvufi
bir yönleri vardır. Kelamda kerramiyeler ile özdeşleşmiş görüşler de vardır.
Fıkhi alanda da özgün anlayışları vardır. Tamamına yakını Hanefiler içinden
çıkmıştır ve Hanefi fıkhını kabul ederler kendilerine özgü yorumlar katarlar.
Hanefilik çok özeldir çünkü tarihsel süreçte çok fazla itikadi mezhep
doğurmuştur. Hanefilik kendi içerisinden mezhep çıkarmasıyla diğer
mezheplerden ayrılır. Mutezile ve Maturidilik bunlardandır.
İman ikrardır görüşünü savunanlar bazı ayet ve hadisleri delil olarak
kullanmıştır.
Maide 83\85
Peygamberlere indirileni duydular mı gerçeği tanıdıklarından görürsün ki gözleri
yaşla dolar da taşar. Derler ki: Rabbimiz, inandık biz, bizi gerçeğe tanık
olanlardan et. Bize ne oluyor da, Allah'a ve bize gelen gerçeklere inanmayalım?
Halbuki Rabbimizin, bizi iyi ve dürüst kişiler topluluğuna katmasını şiddetle
arzulamaktayız.” Böylelikle Allah, (bu) dediklerine (uygun salih
amellerine) karşılık olarak içinde ebedi kalacakları, altından ırmaklar akan
cennetlerle mükâfatlandırmıştır. İşte bu, iyilik yapanların karşılığıdır.
Bu ayete göre iman ettik demek onların cennete gitmelerine yol açmıştır ve
mümin olmanın yolu ikrardır.
Hz. Muhammed bir hadisinde ben insanlarla Allah’tan başka ilah yoktur ve
Muhammed onun resulüdür diyene kadar savaşmakla emrolundum. Kim bunları
söylerse kanları, malları, canlarına dokunmam. Yani mümin olurlar.
Ancak münafıklar vardır bunlar diliyle ikrar etse de kalplerinde iman etmezler
ve bunlar ayete göre cehenneme gideceklerdir.
Bu tanım kelam tarihinde sıkça rastlanan çarpıtmanın bir ürünüdür. İnsanlar
muhalifinin söylediği sözlerden onun kastetmediği şeyler çıkarıp onlara sataşıp
karalamak için yaparlar. Emeviler döneminde bazı uygulamaları İslam’ın ruhuna
ve özüne aykırıydı. Arap olan ve olmayan ayrımı yapıyorlardı. Arap ve
mevalinin Müslümanı da bir değildir demişlerdir. Büyük fetihler yapıldı ve
haraç ve cizye yağıyordu. Bu gayr-i müslimler para vermemek yahut samimi
hislerle Müslüman oldular ve gelirler azaldı. Emeviler de parasız kalınca
Müslüman olsa da arap olmayanlardan cizye ve haraç almaya başlamıştır. Irkçı
bir bakış açısı getirmiştir. Arap ve arap olmayan Müslüman bir değildir demiştir.
Bir insan ben Müslümanım diyorsa onu Müslüman kabul etmek zorundasın
diyen alimler olmuştur. İkrar edenleri Müslüman toplumundan atamazsın.
Kalbinde tasdik olup olmadığı bilemezsin, onu Allah bilecektir ama dünyada
ikrar yeterlidir demek istenmiştir.
İslam toplumunu ikrar temelinde bir araya getirmeye çalışanlar Mürcie’lerdir.
Tasdiki devre dışı bırakmış gibi bir algı doğmuştur. Oysa tasdik olmasa da kişi
Allah katında Müslümandır dememişlerdir. Tasdik uhrevi boyutu temsil eder,
dünyevi boyutu ilgilendiren ikrardır. Karalama yapılmıştır, bunların peşinden
gidilmez bunlara göre münafık da mümindir denmiştir. Aslında dünyevi boyutla
alakalı yapılmış bir tanım, kelamın çarpıtmaları yüzünden farklı algılanmıştır.
Münafık diye bir olgu varken yalnızca ikrar edenin Allah katında Müslüman
olacağını iddia etmek mümkün değildir.
4. Ders Notları
İmanın tanımını yaparken uhrevi boyut ekseninde tanımlarız. Bir insan ahirette
mümin olarak hasrolunmak için ne yapmalıdır. Bu hususta tutarlı olmak gerekir.
Ehl-i Sünnet’e göre iman tasdikten ibarettir. Kalbinde tasdik yoksa ahirette kâfir
hükmünde olacaktır. Tanımda tutarlı olmak uhrevi boyutta da sonucunu
görebilmektir. Ameli imanın tanımına katılan fırkalar uhrevi boyut hususunda
tam olarak tutarlı bir tanıma ulaşamamıştır.
Üç tane temel yapı vardır ameli imanın kapsam içine alan 3 grup vardır.
Hariciyye, Mu’tezile ve Ehl-i Hadis’in kelam karşıtı konumundaki Selefiyye
grubudur. Bunlar ameli imandan bir cüz kabul ederler. Ancak, amel eksikliğinin
küfür olup olmadığı konusunda ihtilafa düşmüşlerdir.
Namaz kılmak bir ameldir ve imanın cüzüdür ve namaz kılmayanın kafir
olduğuna hükmetmek gerekir. Bu dünyada da ahirette de kafir hükmü
verilmelidir. Burada tanım tutarlılığı vardır, Hariciler bu görüştedir. Sadece
hariciler tutarlılığı yakalamıştır.
Mutezile ise amelinde kusur olan, büyük günah işleyen kimseyi fasık olarak
nitelendirir. Yani dünyada mümin, ahirette kâfir olan kimsedir. Bu kimseleri
dünyada tekfir etmezler. Bir insana mutlak anlamda kafir demek için hem iman
hem amelin olmaması gerekir. Ancak mütekeb-i kebire’de tasdik var ise onu
tekfir edemeyiz. Ancak, ikisi de olmadığı için tam kafir diyemeyiz. Böylece el-
menzile beyne’l menzileteyn görüşü ortaya çıkmıştır.
Selefiyye grubuysa ameli imanın cüzünü saysalar da, ameli kusurlu olan kişinin
hem dünyada hem ahirette mümin olduğunu düşünürler. Bu görüşün arkasında
sebepler vardır.
Ameli imanın cüzü kabul edenlerin kullandığı deliller vardır:
Kim bir mümini kasten öldürürse cezası, içinde ebediyen kalacağı cehennemdir.
Nisa/93
Cemel ve Sıffin savaşı sonrası iman tartışmalarını tetikleyen bir olgudur bu ayet.
Cehenneme kim gider diye sorulduğunda akla gelen kafirler ve günahkar
müminlerdir. Günahkâr mümin cezasını çeker ve cennete gider. Bazı hadislerde
bununla ilgili veriler vardır. Ancak erken dönemde ashabın görüşüne göre
insanlar cennetlik ve cehennemlik olarak ikiye ayrılır. Cehennemden cennete
giden insan görüşü yoktur. Ehl-i Sünnet’e göre kişi cezasını çekip cennete
gidebilir.
Ehl-i Sünnet zaman içinde bir iman tanımı geliştirmiş ve günahkar mümin
kavramı gelişmiştir. Bu algı erken dönemde yoktu.Bu ayette sorun şudur,
Kuran’da ebedilik kavramını ifade eden fazla kelime yoktur. Ebeda dahil hiçbir
lafız Arapça’Da hiçbir lafız mutlak sonsuzluğu ifade etmez. Kelime anlamı
mutlak sonsuzluğu ifade etmese de lügat manasında, sonsuzluk anlamında
kullanılır. Haliden ifadesi uzun müddet anlamına da gelir. Ayete göre bir
mümini kasten öldürmek kişiyi kafir yapar. Yani amel kişiyi kafir kılabilir
sonucuna varılır. Ehl-i Sünnet’in iman tanımında kullandığı deliller ve bu delil
ayetlerdeki kelimere verdiklere manalar vardır. Onlara göre buradaki Haliden
uzun müddet manasına gelir. Cehenneme gitmesi kişinin günahkar kafir olduğu
manasına gelir. Burada bir cezadan bahsedilir, kişinin iman durumundan
bahsedilmemektedir. Bir mümin de cehennemde uzun süre kalabilir. Burada
kasten lafzına odaklanmışlardır. Bir mümini sırf mümin olduğundan dolayı,
imanı sebebiyle öldüren kimse manası verir. Yani imanına savaş açan kişidir.
Kasten lafzına iki anlam verilebilir. Kim bir mümini sırf mümin diye öldürürse
onun kafir olduğu söylenebilir manası verilir çünkü burada imana karşı bir inkar
vardır. İkincisi ise müminin kanının helal olduğunu söyleyerek öldürürse. Bunu
söylemek de inkar etmek demektir. Müteammiden kasten lafzı kişiyi kafir kılan
eylemlerdir.
Eğer bu ayeti zahiri manada alırsak imanın kalbin tasdikinden ibaret olduğunu
ifade eden ayetlerle çelişir. Ayette yoruma müsaade eden tek ifade kasten
olduğu için ona zorlama anlayışlar getirmişlerdir. Huld lafzı ebeda dan daha
fazla sonsuzluğu ifade eder oysaki.
Öyle ya, mümin olan, yoldan çıkmış kimse fasık gibi midir? Bunlar elbette bir
olamazlar.
Secde 18
Ayet mümin ve fasıkı birbirine zıt olarak nitelendirir. Fasık günahkar kimse
demektir, büyük günah işleyen kimsedir. Mutezile’ye göre her hangi bir günah
işleyen kimsedir. Fasık, günah işleyen kimseyse ve mümin fasığın zıttıysa
Müslüman günah işlemeyen kimsedir. Yani kişinin mümin olabilmesi için
amelinde kusur olmamalıdır. Bu ayeti Mutezile ve Hariciler bu şekilde
yorumlamışlardır. Mutezile fasık kelimesini mutlak anlamda yorumlamışlardır.
Ehl-i Sünnet ise fasık lafının anlamı üzerinde durur ve fasık kelimesi günah
işleyen insan manasına gelir ancak hangi günahı işleyen kişi fasıktır sorusu
üzerinde dürer. Fısk bütün günahları içine alır ve bunun başında iman etmemek
gelir. Ayette bahsedilen fasıkın özelliği imana zıt bir fısktan bahsediliyor. Yani
buradaki fasık esasında küfür günahını işleyen kişidir. Burada fasık mutlak
anlamda bütün günahları işleyenler değil küfre düşendir, iman etmeyendir. Bu
hususta Ehl-i Sünnet fasık lafzını tahsis etti denir.
Mutezileye göre fasık günah işleyen kişiyse mümin onun zıttıysa o halde mümin
günah işlemeyen kişidir ve günah işleyenler mümin değildir.
Ehl-i Sünnet’e göreyse mümin kalbinde tasdik olan kişiyse ve fasık müminin
zıttı ise, o halde fasık tasdik etmeyen kişidir.
Not: Mutezile müminler mutlak olarak günahsızdır demezler, bahsettiler günah
büyük günahtır.
Hayır, kim bir kötülük eder de kötülüğü kendisini çepeçevre kuşatırsa işte o
kimseler cehennemliktirler. Onlar orada devamlı kalırlar.
Bakara 81
Burada odaklanılan şey etrafının kötülükle sarılması meselesidir. Burada işlenen
sıradan bir kötülük değil onu kuşatması ve onun mahiyetini bütünüyle değiştiren
bir günah işlemesidir. Bu insanın temel özelliğini bütünüyle değiştiren bir
günahtan bahsediliyor. Ehl-i sünnet buradaki günahı bu şekilde tahsis eder yine.
Bu günahı da yine küfür olarak yorumlar.
Ehl-i Sünnet âlimleri ayetleri yorumlarken imanı zaten tanımlamış onu tasdik
olarak görmüş ve bu ayetlere bu şekilde yaklaşır. Mutezile ise bu ayetlerden
yola çıkarak imanı tanımlamıştır zaten. Yani Ehl-i Sünnet kendi görüşünü
ayetlerden çıkarmaktadır.
Zina yapan kişi zina yaparken mümin olarak zina etmez. Şeklinde hadisler
vardır, bunlardan kişinin imandan çıktığı yani ameldeki ihmalim kişiden mümin
vasfını kaldırdığı anlaşılır. Mutezile ve Haricilik bu hadisleri delil olarak
kullanır. Ehl-i Sünnet’e göre burada bahsedilen müminden beklenen şeyin
zinaya yaklaşmamasıdır. Kamil mümin olmadığı kastedilir. Din dairesinden
çıktığı kastedilmez demiştir. Burada korkutma amacı vardır.
Allah’tan başka ilah yoktur diyen kişi mutlaka cennete girecektir şeklindeki
hadisler sırasında zina etse bile mi diye sorular gelmiştir. Cevap evet olmuştur.
Tasdik herkese göre imanın rükûundur.